YAVUZ SULTAN SELİM VE YAHUDİLER
03 Temmuz 2013 1 yorum Sami
AJİ Köşe Yazısı
Sultan, tahta geçer geçmez, babasının hekimi olan Josef
Amon’u saray hekimbaşısı olarak atadı. Hemen ardından, başta mali işler
olmak üzere, muhtelif devlet işlerinin başına İspanya ve Portekiz’den gelen
Yahudi uzmanları getirdi.
Ölümünden neredeyse 500 yıl sonra gündeme gelmek
şansını veya belki şansızlığını yakalayan Osmanlı Devleti’nin en yavuz
sultanına, başka bir açıdan bakmaya sizi davet ediyorum.
Hayatı, savaşları, fetihleri geniş bir şekilde
incelendi. Ben de bu ünlü padişahın Sefarad Yahudileri ile olan ilişkilerinden
bahsetmek isterim.
31 Mart 1492 tarihinde, evlilikleri ile İspanya’yı
tek bir ülke olarak birleştirmiş olan Aragon’lu Ferdinand ve Kastilya’lı
Isabella, ülkelerinin birlikteliğini daha fazla pekiştirmek uğruna, meşum
Elhamra Kararnamesi’ni ilan ederler. Los Reyes Catolicos (Katolik krallar)
olarak tanınacak bu kararname ile Kral ve Kraliçe ülkelerinde oturan tüm
Yahudilere altı ay içerisinde ya din değiştirmeyi veya İspanya’yı terk etmeyi
emrederler.
Ama çoğu Yahudi için din değiştirmek söz konusu bile
değildi ve gidebilecekleri bir yer arıyorlardı. İşte o sırada II. Beyazıt cesur
ve akıllı bir karar verir; Osmanlı Devleti’nin kapılarını bu kişilere açar ve
İspanya Yahudileri Endülüs’ten getirdikleri üstün kültürleri, teknik bilgi ve becerileri
ile gelirler.
20. asrın başında İstanbul’da görev yapmış ve
Hıristiyan olan bir İngiliz elçilik sekreterinin (George Young) aşağıdaki
yorumu Osmanlı’ya sığınanların getirilerini çok somut bir halde önümüze
koymaktadır:
“Mülteci Yahudiler bilhassa,
doktor, maliyeci, tercüman, top döküm ustaları ve topçu erleri olarak
uzmanlaşmışlardı. Yeni tip barutun imali (kara barut) ve hafif topların
dökülmesiyle, Osmanlı İmparatorluğu’na çok büyük hizmetlerde bulunmuşlardı.
Diğer bir deyimle, dini safiyet adına İspanya’dan kovduklarımızı, Osmanlı’ya
vererek en önemli yeteneklerimizi ve silahlarımızı, Hıristiyanlığın en büyük
düşmanının ellerine teslim ettik.”(1)
Bu görüşün ne kadar doğru olduğu özellikle Yavuz
Sultan Selim’in tahta çıkmasından itibaren kanıtlanmaya başladı.
Sultan, tahta
geçer geçmez, babasının hekimi olan
Josef Amon’u saray hekimbaşısı olarak atadı. Hemen ardından, başta mali işler
olmak üzere, muhtelif devlet işlerinin başına İspanya ve Portekiz’den gelen
Yahudi uzmanları getirdi. (Evliya Çelebi Yahudi kökenli defterdar Abdül
Selam Efendi’den sitayişle bahseder.) Ve
bu tayinlerin neticesi kısa zamanda alındı.
Tüm tarihçiler, Sultan Selim devrinde, özellikle
imparatorluğun mali durumunun bir daha erişilemeyecek seviyede düzeldiğini ve
Osmanlı hazinesinin bir daha görülemeyecek şekilde zenginleştiğinde
mutabıktırlar.(2)
Askeri alanda da Sefaradların katkıları bilgileri ve
buluşları etkin olmuştu. Çaldıran Savaşı’nda(3) kullanılan hafif ve yüksek
manevra kabiliyetli toplar, misket tüfekleri (arquebuse), Safevi hükümdarı Şah
İsmail’in ordusunun çok kısa zamanda dağılmasında önemli rol oynamıştı.
(Çaldıran Savaşı evveli ve sonraları Alevilerle yaşanan kanlı olaylara, konumuz
dışı olduğundan değinmeyeceğim(4).)
Merc-i Dabık Savaşı’ndan(5) bir yıl sonra yapılan
Ridaniye muharebesi(6), taktik ve stratejik bilgilerin ve yine hafif
silahların, kesin neticenin alınmasındaki rolünü açıkça ortaya koydu. Memluk ordusu ile Osmanlı ordusu denk
kuvvetlere sahiplerdi. Memluklar Venediklilerden yeni satın aldıkları topları
savaş meydanına sürmüşler ve Selim’in ordularını bekledikleri yöne
sabitlemişlerdi. Ancak Selim, o tarihte inanılması ve yapılması imkânsız
sayılan bir manevra ile Sina Çölü’nü beş günde geçerek, Memluk ordusunu tam
arkadan çevirmişti. Ve şaşkın, silah eşitliğini kaybetmiş, Memluk ordusu birkaç saat içinde yok
edilmişti.
Bu iki savaştan sonra, Suriye, Filistin, Hicaz ve
Mısır, Osmanlı hâkimiyeti altına girmiş, Mısır’a valiler atanmaya başlanmıştır.
Yavuz Selim her valinin yanına, bir nevi mali işlerden sorumlu vekil olarak,
mutlaka bir Yahudi maliyecinin tayin edilmesini şart koşmuştu. Bu gelenek ondan
sonraki hükümdarlar tarafından da sürdürüldü.
Kudüs’ü ziyaretinden sonra,
o zamana kadar tüm işgalci ülkeler tarafından sürdürülen bir yasağı da
kaldırarak Yahudileri, tarihi topraklarına yerleşmeye davet etti. (Ondan sona
gelen padişahlar da bu uygulamayı devam ettirdiler.)
Bunun neticesi olarak Tiberiade ve bilhassa Safed
cemaatleri katlanarak büyümüş ve Safed şehri Yahudilerin önemli bir dini,
felsefi ve tasavvuf merkezi haline gelmişti.
Eşi Hazfa Sultan’ın Yahudi
kökeni de bu kararlarını etkilemiş olabilir.(7) Hazfa Sultan’ın Kanuni
Sultan Süleyman’ın annesi olması ve özelikle ‘Muhteşem’ Süleyman’ın annesine
gösterdiği saygı ve hürmet, her önemli kararlarda da annesine danışması, Hazfa
Sultan’ın önemini ortaya koymakta.
Çok yaygın olarak zikredilen aşağıdaki rivayet,
Yavuz’un bakış açısını ve adalete bağlılığını açığa çıkarmakta:
“Mısır seferine çıkmadan evvel, Sultan Selim bir
Yahudi tüccardan borç almıştı. Alacaklı kişi, Padişah seferden dönmeden vefat
edince, zamanın defterdarı Sultan’a bir müzekkere sunmuş ve borcu ödemekle
artık mükellef olmadığı şeklinde bir öneri getirmişti. Bu yazıyı alan hünkâr
altına şu notu düşerek defterdara iade etmişti:
“MERHUMA RAHMET, YETİMLERİNE
AFİYET, MALINA BEREKET, GAMMAZA LANET(8)”
Bu olağanüstü padişah, sıra dışı devlet adamı, bir
nevi çıban olarak nitelenen şirpençe hastalığına yakalanmasıyla, 47 yaşında
hayata veda etti. Ve oğlunun yaptırdığı, çok mütevazı Yavuz Selim Camii’nin
yanındaki türbesine gömüldü.
Notlar:
1 George
Young: “Corps de Droit Ottoman” (Osmanlı Hukukunun Esasları) 1905 basımı ikinci
cilt s.141
2 Yine yaygın bir rivayete göre, Yavuz, hazineyi
ondan sonra geleceklerden hangisi daha fazla doldurursa, onun mührünün kapıya
konması, olmazsa sadece kendi mührüyle kapatılmasını vasiyet etmiş… Mühür 400
yıl süre ile Sultan Selim’in adını taşımıştır.
3 Şah İsmail, hafif topları ve misket tüfeklerini
ilk defa savaş meydanında görmüş, ünlü süvarilerinin güçsüzlüğünü dehşet içinde
seyretmiş ve süratle savaş meydanını terk etmiştir. (23 ağustos 1514)
4 Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenlere
Lütfi Paşa’nın (Sultan Süleyman’ın kayınbiraderi ve vezirlerinden) yazdığı
“Tevarihi Al-İ Osman,adlı eserini tavsiye edebilirim.
5 24 Ağustos 1516
6 22 Ocak 1517
7 Stanford Shaw:’History of the Ottoman Empire and
Modern Turkey’(1976) cilt 1 s. 148
8 Abraham Galante: ‘Histoire des Juifs de Turquie’
Vol.1
Erişim : http://www.salom.com.tr/haber-87631-yavuz_sultan_selim_ve__yahudiler_14651520_.html
Yahudiler, M.S. 132-135
yılları arasında Romalılara yeniden isyan etmiştir. Romalılar ise bu isyana eşi
benzeri görülmemiş bir şekilde cevap vermişlerdir. Süleyman Mabedi’nin kalan
kısımlarını tamamen yerle bir etmişler ve binlerce Yahudiyi diasporaya
göndermişlerdir.[1]
Titus’un saldırısında büyük zarar gören Kudüs’ten arta kalanlar, Roma
imparatoru Hodrian’ın gönderdiği kuvvetlerce yok edilmiş ve şehrin harabeleri
sabanla sürülmüştür.[2]
Yahudilerin Süleyman
Mabedi’ne olan özlemleri gün geçtikçe artmıştır. Ancak, İmparator Konstantin’in
M.S. 313 yılında Hıristiyanlığı kabul etmesi ve Hıristiyanlığın Kudüs’ü de
içine alacak şekilde yayılması sonunda bu şehirde kiliseler ve manastırlar inşa
edilmiştir. Bunların neticesinde Yahudilerin, Süleyman Mabedi’nin yıkılışını
yılda bir kez anmalarının dışında Kudüs’e girmeleri yasaklanmıştır.[3]
Tarihi bilgilere göre
Kudüs, Araplar tarafından 632 yılında fethedilmiş ve yaklaşık 400 yıl
Müslümanlar tarafından idare edilmiştir. Bu dönemin başlarında Yahudilerin,
Kudüs’e tekrar yerleşmelerine izin verilmiştir. Ancak, yıllar sonra baş
gösteren yönetimdeki adaletsizliklerden dolayı, Yahudiler 11. yüzyılın
sonlarına doğru bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlardır.[4]
1099 ila 1291 yılları
arasında hüküm süren Haçlı yönetiminin Kudüs’ü ele geçirmesiyle Yahudilerin,
kutsal kabul edilen bu şehirde ikamet etmeleri yasaklanmış, ancak ziyaret
amacıyla buraya gelmelerine izin verilmiştir.[5]
Kudüs’ün, Yavuz Sultan
Selim zamanında Osmanlı topraklarına geçmesiyle Yahudiler rahata kavuşmuştur. Süleyman Mabedi’nin
bulunduğu bölgenin, Ağlama Duvarı olarak bilinen batı duvarından başka tamamen
düz bir arsa olduğu rivayet edilmiştir. Yine rivayetlere göre Batı duvarı
tonlarca çöplük altında görünmez bir hale gelmiştir.
O dönemle ilgili ilginç
tarihi olayların vuku bulduğu anlatılmaktadır. Bunlardan birisi de Yavuz Sultan
Selim’in Süleyman Mabedi’nin yerini araştırırken başından geçen olaydır. Kavramlar ve Değerler adlı eserde anlatılan
olay şöyledir:
“Sultan Selim Mabedin
yerini araştırmakta ve bulunmasını istemektedir. Oğlu, sonradan Kanuni
Sultan Süleyman olarak şöhret bulacak olan Şehzade Süleyman’la şehirde
gezerken; kan ter içinde kalmış, başının üstünde koca bir sepet taşıyan
yaşlı bir Hıristiyan kadınla karşılaşmışlardır. Sultan sepette ne olduğunu
sorunca; sepetin içinde hayvan gübresi ve çöp olduğunu öğrenmiş, çok şaşırmış
ve sebebini sormuştur. Kadın Bet-Lehem’den geldiğini, iki günlük yol aştıktan
sonra bu pislikleri, eskiden Yahudilerin Kutsal Mabedi’nin bulunduğu yere
dökeceğini, bunun Hıristiyan din adamları tarafından emredildiğini ve
yüzyıllardır, 30 günde bir bu yere hayvan pisliklerinin ve çöplerinin
dökülmesiyle buranın yok edilmesine gayret ettiklerini, böylece Yahudi
Tapınağının anısının tamamen unutturulmak istendiğini anlatmıştır.
Sultan soruşturmuş ve
kadının dediklerinin doğru olduğunu anlayınca, emirler verip altın gümüş
sikkelerle dolu birçok kesecik hazırlatarak, çöplük yığınının değişik yerlerine
gömdürmüş, “Altını bulan alsın” diyerek fakir halka kova ve kürekler
dağıtmış ve böylece pislik dağının boşatılmasını sağlamış. Ayrıca kendi de
eline kazma kürek alıp taşlaşmış çöpleri boşaltırken şöyle bir ferman okutmuş;
“Her kim padişah sever
de onu memnun etmek isterse yaptıklarına baksın ve onun gibi yapsın!”
Sonuç olarak on bini
aşkın insan, otuz gün süreyle hiç durmadan çalışarak o koskoca pislik dolu
tepeyi dümdüz etmiş ve “Kotel Ha-Maaravi / Batı Duvarı” bugünkü haliyle
dimdik meydana çıkmış. Yavuz Sultan Selim Tapınağın eski yerinin güzelce
temizlenmesini, duvarının da gül suyuyla yıkanmasını emretmiştir.”[6]
20. yüzyıla gelindiğinde
ise Kudüs’ün statüsü değişmiştir. Yahudiler Ağlama Duvarı’da istedikleri zaman
dua etme imkânı bulmuştur. İsrailoğulları’nın bu konuma gelmesi ise büyük
mücadeleler neticesinde olmuştur. Yahudilerin bugünkü konumunu anlamak için 19.
yüz yıldan itibaren yaşananlara bir göz atmak faydalı olacaktır.
1850’li yıllardan
itibaren, Yahudiler tarafından İsrail toprakları olarak nitelendirilen Filistin
bölgesinde, Yahudi nüfusu çoğalmaya başlamıştır.[7] Bu nüfus
artışı, Birinci Dünya Savaşından sonra Filistin topraklarına egemen olan
İngiltere tarafından çeşitli gerekçelerden dolayı 1939 yılında engellenmeye
çalışılmıştır. Ancak, alınan önlemler faydalı olmamış ve dünyanın değişik
yerlerinden göç eden Yahudiler bu bölgeye kaçak olarak gelmeye devam
etmişlerdir.[8]
Bu tarihlerde, Yahudiler, Ağlama Duvarı’nın önünde gün boyunca dua etmiş ve
İngilizler’in 1929 yılında yasaklamasına rağmen bayram günlerinde şofar
çalmışlardır.[9]
Ortadoğu’da Yahudilerin
nüfusunun hızlı bir şekilde artması bu bölgedeki siyasi dengeleri bozmuştur. Bu
soruna çözüm bulmak için çalışmalar yapan Birleşmiş Milletler, Kudüs’ün de
içinde bulunduğu Filistin’in, Kudüs’ün milletlerarası statüye sahip olması
şartıyla Yahudiler ve Araplar arasında paylaştırılmasına karar vermiştir. Bu
karar üzerine İngiltere, bu bölgeden çekileceğini duyurmuştur. Bu çekilme
işinin tamamlanmasından bir gün önce de İsrail devleti 14 Mayıs 1948 tarihinde
bağımsızlığını ilan etmiştir.[10]
İsrail Devletinin
kurulmasının ardından Yahudilerle Araplar arasında vuku bulan savaşlardan
İsrail devleti her zaman zaferle çıkmıştır. Ancak, 2 Kasım 1947 yılında BM,
Ağlama Duvarı’nın da içinde bulunduğu Doğu Kudüs’ü Araplar’a bıraktığından[11]
Yahudiler 1967 yılına kadar Kudüs’e tam olarak sahip olamamıştır.
İsrailoğulları, İsrail devleti ile Araplar arasında 1967 yılında yapılan ve
“Altı Gün Savaşı” olarak tarihe geçen muharebe neticesinde, yaklaşık 19 asır
uzak kaldıkları Kudüs’e, dolayısıyla Süleyman Mabedi’nin bir zamanlar üzerinde
bulunduğu ve M.S. 70 yılında yıkılmasıyla sadece Batı Duvarının yer aldığı
topraklara sahip olmuştur.[12]
Bu savaş sonunda İsrail askerleri, Ağlama Duvarı’nın önünde toplanmış ve uzun
yıllar sonra İsrail ordusunun başhahamı tarafından şofar çalınmıştır.[13]
Yahudiler, bu tarihten günümüze kadar da her türlü siyasi baskıya rağmen
Kudüs’ü bırakmamış ve Ağlama Duvarı’nın önünde dua etmeye devam etmiştir.
Sh:
85-88
Kaynak: Muhammed GÜNGÖR, Süleyman Mabedi, T.C.
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri (Dinler
Tarihi) Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2005,Ankara
[1] Nigosian, 39.
[2] Besalel, “Bet Amikdaş”, I/111.
[3] Besalel, Yahudi Tarihi, 263.
[4] Besalel, Yahudi Tarihi, 263.
[5] Besalel, Yahudi Tarihi, 74.
[6] Alalu, 206-207.
[7] Bkz. Besalel, Yahudi Tarihi, 95-99.
[8] Ekrem Memiş, Kaynayan Kazan
:Ortadoğu, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya 2002, 93.
[9]Alalu,
207.
[10] Bkz. Memiş, 94.
[11] Besalel, “Bet Amikdaş”, I/ 115.
[12] Bkz. Memiş, 93-108.
[13] Alalu, 207.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar