Kur’an’ı Kerim Nüzul Sırasına Göre Türkçe Meali
——————————————————————————–
ALAK SURESİ
——————————————————————————–
(1) Oku
Rabb’inin ismiyle ki sizi O yarattı.
(2) O,
insanı bir alak’tan yarattı.
(3) Oku,
Rabbin en büyük kerem sahibidir;
(4) Ki O,
kalemle (yazmayı) öğretendir.
(5) İnsana
bilmediğini öğretti.
(6) Hayır;
gerçekten insan, azar.
(7) Kendini
müstağni gördüğünden.
(8)
Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.
(9)
Engellemekte olanı gördün mü?
(10) Namaz
kıldığı zaman bir kulu.
(11) Gördün
mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise,
(12) Ya da
takvayı emrettiyse.
(13) Gördün
mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise.
(14) O,
Allah’ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?
(15) Hayır;
eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden
tutup sürükleyeceğiz;
(16) O
yalancı, günahkâr olan alnından.
(17) O zaman
da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.
(18) Biz de
zebanileri çağıracağız.
(19) Hayır;
ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.
——————————————————————————–
KALEM SURESİ
——————————————————————————–
(1) Nûn,
Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.
(2) Sen,
Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.
(3)
Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.
(4) Ve
şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.
(5) Artık
yakında göreceksin ve onlar da görmüş olacaklar.
(6) Sizden
hanginiz ‘fitneye tutulup-çıldırdığını.’
(7) Elbette
senin Rabbin, kimin kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve
kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir.
(8) Şu halde
yalanlayanlara itaat etme.
(9) Onlar,
senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana
yaranıp-uzlaşacaklardı.
(10)
Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edipduran, aşağılık,
(11)
Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve
haber taşıyan) .
(12) Hayrı
engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkâr,
(13)
Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik,
(14) Mal
(servet) ve çocuklar sahibi oldu diye,
(15)
Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: «(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır»
diyen.
(16) Yakında
biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız.
(17) Gerçek
şu ki, biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik.
Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi)
mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi.
(18) (Bu
konuda) Hiç bir istisna da yapmıyorlardı.
(19) Fakat
onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela onun üstünü
sarıp-kuşatıverdi.
(20) Sonunda
(bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi.
(21) Nihayet
sabah vakti birbirlerine seslendiler.
(22) «Eğer
ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkın-çıkın.»
(23) Derken,
aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler:
(24) «Bugün
sakın oraya hiç bir yoksul girip de karşınıza çıkmasın.»
(25)
(Yoksulları) Engellemeğe güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.
(26) Ama onu
görünce: «Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmış» dediler.
(27) «Hayır,
biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık.»
(28)
(İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: «Ben size dememiş miydim? (Allah’ı)
Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?»
(29) Dediler
ki: «Rabbimiz, seni tesbih eder-yüceltiriz; gerçekten bizler zalim
olanlarmışız.»
(30) Şimdi
birbirlerine karşı kendilerini kınamağa başladılar:
(31)
«Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız» dediler.
(32) «Belki
Rabbimiz, onun yerine ondan daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca
Rabbimize rağbet eden kimseleriz.»
(33) İşte
azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; onlar bir
bilseler.
(34) Şüphe
yok, muttaki olanlar için Rableri katında nimetlerle donatılmış cennetler
vardır.
(35)
Öyleyse, Müslümanları suçlu-günahkâr olanlar gibi (eşit) kılar mıyız?
(36) Siz ne
oluyor? Siz nasıl hüküm veriyorsunuz?
(37) Yoksa
sizin (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?
(38) İçinde,
siz neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak, diye.
(39) Yoksa
sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne
hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye.
(40) Onlara
sor: «Onlardan hanginiz bunun savunuculuğunu yapacak?»
(41) Yoksa
onların ortakları mı var? Şu halde eğer doğru sözlü kimselerse, ortaklarını da
getirsinler.
(42) Ayağın
üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç
yetiremezler.
(43) Gözleri
‘korkudan ve dehşetten düşük,’ kendilerine de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa
onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi.
(44) Artık
bu sözü yalan sayanı sen bana bırak. Biz onları, bilmeyecekleri bir yönden
derece derece (günahla yükletip azaba) yaklaştıracağız.
(45) Ben,
onlara süre tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim (cezalandırmam)
sapasağlamdır.
(46) Yoksa
sen, onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, onlar, haksız bir borçtan dolayı ağır
bir yük altında kalmışlar?
(47) Yoksa
gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp
duruyorlar?
(48) Şimdi
sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi
kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.
(49) Eğer
Rabbinden bir nimet ona ulaşıp-yetişmeseydi, mutlaka kendisi yerilmiş ve çıplak
bir durumda (karaya) atılmış olacaktı.
(50) Fakat
Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı.
(51) O
küfretmekte olanlar, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse
gözleriyle yıkıp-devireceklerdi. «O, gerçekten bir delidir» diyorlar.
(52) Oysa o
(Kur’an), alemlere bir zikr (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref) den
başka bir şey değildir.
——————————————————————————–
MÜZZEMMİL SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey örtüsüne
bürünen,
(2) Az bir
kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk:
(3)
(Gecenin) Yarısı kadar. Ya da ondan da biraz eksilt.
(4) Veya
üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı da belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku.
(5) Gerçek
şu ki, biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız.
(6) Doğrusu
gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından
daha kuvvetli, okumak bakımından da daha sağlamdır.
(7) Çünkü
gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.
(8) Rabbinin
ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.
(9) (Allah,)
Doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O’nu
vekil tut.
(10) Onların
demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla (düşünce ve
eylem bakımından köklü bir tutum) ile kopup-ayrıl.
(11)
Yalanlamakta olan nimet (refah ve servet) sahiplerini sen bana bırak ve onlara
az bir süre tanı.
(12) Çünkü
bizim yanımızda bukağılar ve cayır cayır yanan bir ateş vardır;
(13) Boğazı
tıkayıp kalan bir yemek ve acı bir azap da vardır.
(14) (Öyle)
Bir gün ki, yer yüzü ve dağlar titremeye-tutulur ve dağlar göçüveren bir kum
yığını olur.
(15) Hiç
şüphesiz biz size, üzerinize şahit olacak bir peygamber gönderdik; Firavun’a da
bir peygamber gönderdiğimiz gibi.
(16) Fakat
Firavun peygambere isyan etti, biz de onu pek vahim bir tarzda (azapla)
yakalayıverdik.
(17) Eğer
küfredecek olursanız, çocukların saçlarını ağartan bir günde, siz kendinizi
nasıl koruyacaksınız?
(18) Bu
nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O’nun va’di
gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir.
(19)
Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.
(20) (Ey
Nebi) Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında
ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilmektedir; seninle birlikte
olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilmektedir) . Geceyi ve gündüzü
Allah takdir etmektedir. Sizin bunu sayamayacağınızı bildi, böylece de
tövbenizi (O’na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur’an’dan kolay geleni
okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah’ın fazlından aramak
için yeryüzünde gezip-dolaşacaklarını ve diğerlerinin de Allah yolunda
çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur’an’dan) kolay geleni okuyun.
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Hayır
olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve
daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah’tan
mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır çok esirgeyendir.
——————————————————————————–
MÜDDESSİR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey
bürünüp örtünen,
(2) Kalk
(ve) bundan böyle uyarıp-korkut.
(3) Rabbini
tekbir et (yücelt)
(4) Elbiseni
de temizle.
(5)
Pislikten kaçınıp-uzaklaş.
(6) Daha çok
istekte bulunmak için iyilik yapma.
(7) Rabbin
için sabret.
(8) Çünkü o
boruya (sur’a) üfürüldüğü zaman,
(9) İşte o
gün, zorlu bir gündür;
(10)
Kafirler içinse hiç kolay değildir.
(11) Bırakın
onu bana, Ben onu tek olarak yarattım.
(12) Ki ben
ona, ‘alabildiğine geniş kapsamlı bir mal (servet) ‘ verdim,
(13) Göz
önünde-hazır çocuklar (verdim),
(14) Ve
önüne sayısız imkan ve fırsatları döşeyip-serdim.
(15) Sonra,
daha da arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur) .
(16) Hayır;
çünkü o, bizim ayetlerimize karşı ‘kesin bir inatçıdır.’
(17) Onu
alabildiğine sarp bir yokuşa sardırıp-süreceğim.
(18) Çünkü
o, düşündü ve bir ölçü tespit etti.
(19)
Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?
(20) Yine
kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?
(21) Sonra
bir baktı.
(22) Sonra
kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.
(23) Sonra
da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbâr) .
(24)
Böylece: «Bu, yalnızca ‘aktarılarak öğrenilen’ bir büyüdür» dedi.
(25) «Bu,
bir beşer sözünden başkası değildir.»
(26) Onu
ben, cehenneme sürükleyip-atacağım.
(27) Cehennem
(sakar) nedir, sen bilir misin?
(28) Ne
alıkoyar, ne bırakır.
(29) Beşere
delicesine susamıştır.
(30) Onun
üzerinde ondokuz vardır.
(31) Biz o
ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını da
küfretmekte olanlar için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine
kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları
artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya
kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin:
«Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?» İşte Allah, dilediğini de böyle
hidayete iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez. Bu
ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.
(32) Hayır,
aya andolsun,
(33) Dönüp
gittiği zaman geceye,
(34)
Ağardığı zaman sabaha,
(35)
Gerçekten o, büyük (musibet) lerden biridir.
(36) Beşer
(insan) için bir uyarıp-korkutmadır;
(37)
Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.
(38) Her
nefis, kazanmakta olduklarına karşılık olmak üzere bir rehinedir.
(39) Ancak
Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç.
(40) Onlar
cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
(41)
Suçlu-günahkarları:
(42) «Sizi
şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?»
(43) Onlar:
«Biz namaz kılanlardan değildik» dediler.
(44)
«Yoksula da yedirmezdik.»
(45)
«(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.»
(46) «Din
(hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.»
(47)
«Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.»
(48) Artık,
şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.
(49) Buna
rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?
(50) Sanki
onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;
(51)
Arslandan korkup-kaçmışlar.
(52) Hayır;
onlardan her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.
(53) Hayır, onlar
hiç şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.
(54) Gerçek
(şu ki), o (Kur’an), elbette bir öğüttür.
(55) Artık
kim dilerse, öğüt alıp-düşünür.
(56) Allah
dilemedikçe, onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehli olan)
O’dur, mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O’dur.
——————————————————————————–
FÂTİHA SURESİ
——————————————————————————–
(1) Rahman
ve Rahim olan Allah’ın adıyla
(2) (2-4)
Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve Din gününün maliki olan Allah’adır.
(3) (2-4)
Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve Din gününün maliki olan Allah’adır.
(4) (2-4)
Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve Din gününün maliki olan Allah’adır.
(5) Biz
yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz.
(6) (6-7)
Bizi dosdoğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba
uğrayanların ve sapıklarınkine değil.
(7) (6-7)
Bizi dosdoğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba
uğrayanların ve sapıklarınkine değil.
——————————————————————————–
TEBBET SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ebu
Leheb’in iki eli kurusun; kurudu ya.
(2) Malı da,
kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı.
(3) Alevi
olan bir ateşe girecektir.
(4) Eşi de;
odun hamalı (ve)
(5) Boynuna
bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.
——————————————————————————–
TEKVÎR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Güneş,
köreltildiği zaman,
(2)
Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,
(3) Dağlar,
yürütüldüğü zaman,
(4) Gebe
develer, kendi başına terkedildiği zaman,
(5)
Vahşi-hayvanlar, bir araya toplandığı zaman,
(6)
Denizler, tutuşturulduğu zaman,
(7) O zaman
ki nefisler çiftleşir.
(8) Ve ‘diri
olarak toprağa gömülen kızcağıza’ sorulduğu zaman:
(9) «Hangi
suçtan dolayı öldürüldü?»
(10)
Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,
(11) Gök,
sıyrılıp-yüzüldüğü zaman
(12)
Cehennem ateşi çılgınca kızıştığı zaman,
(13) Cennet
de yakınlaştırıldığı zaman,
(14) (Artık
her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir.
(15) Artık
hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen) lere,
(16) Bir
akış içinde yerini alanlara;
(17)
Kararmağa ilk başladığı zaman, geceye andolsun,
(18) Ve
nefes almağa başladığı zaman, sabaha;
(19) Hiç
tartışmasız o (Kur’an), üstün onur sahibi olan bir elçinin gerçekten (Allah’tan
getirdiği) sözüdür;
(20) (Bu
elçi,) Bir güç sahibidir; arşın sahibi katında şereflidir.
(21) Ona
itaat edilir, sonra güvenilirdi.
(22) Sizin
sahibiniz bir deli değildir.
(23)
Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.
(24) O, gayb
(haberlerin) e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup
kıskançlık yapmaz) .
(25) O
(Kur’an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.
(26) Şu
halde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz?
(27) O
(Kur’an), alemler için yalnızca bir zikirdir;
(28) Sizden
dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak isteyenler için de.
(29) Alemlerin
Rabbi olan Allah, dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
——————————————————————————–
A’LÂ SURESİ
——————————————————————————–
(1) Rabbinin
yüce ismini tesbih et,
(2) Ki O,
yarattı, ‘bir düzen içinde biçim verdi,
(3) Takdir
etti, böylece yol gösterdi,
(4)
‘Yemyeşil-otlağı’ çıkardı.
(5) Ardından
onu kuru, kara bir duruma soktu.
(6) Sana
okutacağız, sen de unutmayacaksın.
(7) Ancak
Allah’ın dilediği başka. Çünkü O, açıkta olanı da bilir, saklı duranı da.
(8) Ve seni
kolay olan için başarılı kılacağız.
(9) Şu
halde, eğer ‘öğüt ve hatırlatma’ bir yarar sağlayacaksa,
(10)
‘(Allah’tan) İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür.
(11)
‘Mutsuz-bedbaht’ olan da ondan kaçınır.
(12) Ki o,
en büyük ateşe yollanacaktır.
(13) Sonra
onun içinde o, ne olur, ne de yaşar.
(14)
Doğrusu, temizlenip-arınan felah bulmuştur;
(15) Ve
Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.
(16) Hayır
siz, dünya hayatını seçip-üstün tutuyorsunuz.
(17) Ahiret
ise daha hayırlı ve daha süreklidir.
(18)
Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır;
(19)
İbrahim’in ve Musa’nın sahifelerinde.
——————————————————————————–
LEYL SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Sarıp-örttüğü zaman geceye andolsun,
(2)
Parıldayıp-aydınlandığı zaman gündüze,
(3) Erkeği
ve dişiyi yaratana;
(4)
Gerçekten sizin çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.
(5) Fakat
kim verir ve korkup-sakınırsa,
(6) Ve en
güzel olanı doğrularsa,
(7) Biz de
onu kolay olan için başarılı kılacağız.
(8) Kim de
cimrilik eder, kendini müstağni görürse,
(9) Ve en
güzel olanı da yalan sayarsa,
(10) Biz de
ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.
(11) Tereddi
edeceği (başaşağı düşüşe uğrayacağı) zaman, malı ona hiç yarar sağlamaz.
(12)
Şüphesiz, bize ait olan, yol göstermektir.
(13)
Gerçekten, son da, ilk de (ahiret ve dünya) bizimdir.
(14) Artık
sizi, ‘alevleri kabardıkça kabaran’ bir ateşle uyardım.
(15) Ona,
ancak en bedbaht olandan başkası yollanmaz;
(16) Ki o,
yalanlamış ve yüz çevirmişti.
(17)
Korkup-sakınan ise, ondan uzak tutulacaktır.
(18) Ki o,
malını vererek temizlenip-arınır.
(19) Onun
yanında hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti (borcu, nimeti) yoktur;
(20) Ancak
yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir) .
(21)
Muhakkak kendisi de ileride razı olacaktır.
——————————————————————————–
FECR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Fecre
andolsun,
(2) On
geceye,
(3) Çifte ve
tek’e,
(4)
Akıp-gittiği zaman geceye.
(5)
Bunlarda, akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi?
(6) Rabbinin
Ad (kavmin) e ne yaptığını görmedin mi?
(7) ‘Yüksek
sütunlar’ sahibi İrem’e?
(8) Ki
şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi.
(9) Ve
vadilerde kayaları oyup-biçen Semud’a?
(10) Ve
kazıklar (ehramlar) sahibi Firavun’a?
(11) Ki
onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.
(12) Böylece
oralarda fesadı ‘yaygınlaştırıp-arttırmışlardı.’
(13) Bundan
dolayı, Rabbin, onların üzerine bir azab kamçısı çarpıverdi.
(14) Çünkü
senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir.
(15) Fakat
insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa,
ona nimetler verse: «Rabbim bana ikramda buludu» der.
(16) Ama ne
zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: «Rabbim bana ihanette bulundu.» der.
(17) Hayır;
aksine, siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz.
(18) Yoksula
yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
(19) Mirası,
sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.
(20) Malı da
‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz.
(21) Hayır;
yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu,
(22)
Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler de dizi dizi durduğu zaman;
(23) O gün,
cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu)
hatırlamadan ona ne fayda?
(24) Der ki:
«Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim.»
(25) Artı o
gün hiç kimse, (Allah’ın) vereceği azab gibi azablandıramaz.
(26) Onun
vuracağı bağı da hiç kimse vuramaz.
(27) Ey
mutmain (tatmin bulmuş) nefis,
(28)
Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön.
(29) Artık
kullarının arasına gir.
(30)
Cennetime gir.
——————————————————————————–
DUHÂ SURESİ
——————————————————————————–
(1) Kuşluk
vaktine andolsun.
(2)
‘Karanlığı iyice çöktüğü’ zaman geceye,
(3) Rabbin
seni terketmedi ve darılmadı da.
(4) Şüphesiz
senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
(5) Elbette
Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.
(6) Bir
yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı?
(7) Ve seni
yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?
(8) Bir
yoksul iken seni bulup da zengin etmedi mi?
(9) Öyleyse,
sakın yetimi üzüp-kahretme.
(10)
İsteyip-dileneni de azarlayıp-çıkışma.
(11)
Rabbinin nimetini durmaksızın anlat.
——————————————————————————-
İNŞİRAH SURESİ
——————————————————————————–
(1) Biz,
senin göğsünü yarıp-genişletmedik mi?
(2) Ve
yükünü indirip-atmadık mı?
(3) Ki o,
senin belini bükmüştü;
(4) Senin
zikrini (şanını) yüceltmedik mi?
(5) Demek
ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,
(6)
Gerçekten güçlükle beraber kolaylık da vardır.
(7) Şu halde
boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.
(8) Ve
yalnızca Rabbine rağbet et.
——————————————————————————–
ASR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Asra
andolsun;
(2)
Gerçekten insan, ziyan içindedir.
(3) Ancak
iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve
birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.
——————————————————————————–
ÂDİYÂT SURESİ
——————————————————————————–
(1) Soluk
soluğa koşan (at) lara andolsun,
(2)
(Tırnaklarıyla) Ateş saçanlara,
(3) Sabah
vakti baskın yapanlara,
(4) Derken,
orada tozu dumana katanlara,
(5) Bununla
bir (düşman) topluluğun orta yerine kadar dalanlara.
(6) Hiç şüphesiz
insan, Rabbine karşı nankördür.
(7) Ve
gerçekten, kendisi de buna şahiddir.
(8) Muhakkak
o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır.
(9) Yine de
bilmeyecek mi? Kabirlerde olanların ‘deşilip dışa atıldığı,
(10)
Göğüslerde olanların derlenip-devşirildiği zamanı?
(11) Hiç
şüphesiz, o gün Rableri, kendilerinden gerçekten haberdardır.
——————————————————————————–
KEVSER SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Şüphesiz, biz sana Kevser’i verdik.
(2) Şu halde
Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
(3) Senin
düşmanın, asıl sonu kesik (ebter) olandır.
——————————————————————————–
TEKÂSÜR SURESİ
——————————————————————————–
(1) (Mal,
mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi ‘tutkuyla oyalayıp kendinizden
geçirdi.
(2) «Öyle ki
(bu) mezarı ziyaretinize (Kabire gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü.»
(3) Hayır;
ileride bileceksiniz,
(4) Yine
hayır; ileride bileceksiniz.
(5) Hayır;
eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız,
(6)
Andolsun, o çılgınca yanan ateşi de elbette görecektiniz.
(7) Sonra
onu, hiç tartışmasız yakîn gözüyle (Ayne’l Yakîn) görmüş olacaksınız.
(8) Sonra o
gün, nimetten sorguya çekileceksiniz.
——————————————————————————–
MÂÛN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Gördün
mü o şahıs ki ahiretteki ceza ve mükafatı yalanlar.
(2) İşte
yetimi itip-kakan,
(3) Yoksulu
doyurmayı teşvik etmeyen odur.
(4) İşte
(şu) namaz kılanların vay haline,
(5) Ki
onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
(6) Onlar
gösteriş yapmaktadırlar,
(7) Ve
‘ufacık bir yardımı (veya zekâtı) da’ engellemektedirler.
——————————————————————————–
KÂFİRÛN SURESİ
——————————————————————————–
(1) De ki:
«Ey kâfirler.
(2) «Ben
sizin taptıklarınıza tapmam.»
(3) «Benim
taptığıma da siz tapacak değilsiniz.»
(4) «Ben de
sizin taptıklarınıza tapacak değilim.»
(5) «Siz de
benim taptığıma tapacak değilsiniz.»
(6) «Sizin
dininiz size, benim de dinim bana.»
——————————————————————————–
FÎL SURESİ
——————————————————————————–
(1) Görmedin
mi, Rabb’in fil sâhiplerine ne yaptı?
(2) Onların
‘tasarladıkları planlarını’ boşa çıkarmadı mı?
(3) Onların
üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi.
(4) Onlara
‘pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları’ atıyorlardı;
(5) Sonunda
onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.
——————————————————————————–
FELAK SURESİ
——————————————————————————–
(1) De ki:
Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabâhı ortaya çıkaran Rabbe,
(2)
Yarattığı şeylerin şerrinden,
(3)
Karanlığa çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
(4)
Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden,
(5) Ve hased
ettiği zaman, hasetçinin şerrinden.
——————————————————————————–
NÂS SURESİ
——————————————————————————–
(1) De ki:
İnsanların Rabbine sığınırım,
(2)
İnsanların malikine,
(3)
İnsanların (gerçek) ilahına;
(4) ‘Sincice
kalplere vesvese ve kuşku düşürüp duran’ vesvesecinin şerrinden.
(5) Ki o,
insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar);
(6) Gerek
cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas’tan Allah’a sığınırım).
——————————————————————————–
İHLÂS SURESİ
——————————————————————————–
(1) De ki: O
Allah, birdir.
(2) Allah,
Samed ‘dir (her şey O’na muhtaçtır, daimdir, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır).
(3) O,
doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.
(4) Ve hiç
bir şey O’nun dengi değildir.
——————————————————————————–
NECM SURESİ
——————————————————————————–
(1) Battığı
zaman yıldıza andolsun;
(2) Sahibiniz
(olan peygamber) şaşırıp-sapmadı ve azmadı.
(3) O,
hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
(4) O
(söyledikleri) yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.
(5) Ona (bu
Kur’an’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.
(6) (Ki O,)
Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.
(7) O, en
yüksek bir ufuktaydı.
(8) Sonra
yaklaştı, derken sarkıverdi.
(9) Nitekim
(ikisi arasında uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha da yakınlaştı.
(10) Böylece
O’nun kuluna vahyettiğini vahyetti.
(11) Onun
gördüğünü gönül yalanlamadı.
(12) Yine de
siz görmüş olduğu üzerinde onunla tartışacak mısınız?
(13)
Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü.
(14)
Sidretü’l-Münteha’nın yanında.
(15) Ki
Cennetü’l-Me’va onun yanındadır.
(16) Sidreyi
örten örtmekte iken,
(17) Göz
kayıp-şaşmadı ve (sınırı) taşmadı.
(18)
Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanını gördü.
(19)
Gördünüz mü-haber verin; Lât ve Uzza’yı,
(20) Ve
üçüncü (put) olan Menât’ı(n herhangi bir güçleri var mı) ?
(21) Erkek
(evlat) sizin, dişi de O’nun mu?
(22) Eğer
böyleyse, bu, çarpık bir paylaşma.
(23) Bu
(putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre)
isimlendirdiğiniz (kuru ve keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah onlarla
ilgili ‘hiç bir delil’ indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin
(alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa
andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.
(24) Yoksa
insana ‘her arzu edip dilekte bulunduğu’ şey mi var?
(25) İşte,
son da, ilk de (ahiret ve dünya) Allah’ındır.
(26)
Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiç bir şeyle yarar
sağlamaz; ancak Allah’ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra
başka.
(27) Gerçek
şu ki, ahirete iman etmeyenler, melekleri dişi isimlerle isimlendiriyorlar.
(28) Oysa
onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca zanna
uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, haktan yana hiç bir yarar sağlamaz.
(29) Şu
halde sen, bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını
istemeyenden yüz çevir.
(30) İşte
onların ilimden yana ulaşabildikleri (son sınır) budur. Hiç şüphesiz, senin
Rabbin; kendi yolundan sapanı en iyi bilen O’dur ve hidayet bulanı da en iyi
bilen O’dur.
(31)
Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yapmakta
oldukları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha
güzeliyle ödüllendirir.
(32) Ki
onlar büyük günahlardan, çirkince utanmazlıklardan kaçınırlar, ufak tefek
günahlar bundan müstesnadır. Hiç şüphesiz Rabb’in, mağfireti geniş olandır. O,
sizi daha iyi bilendir, hatta sizi topraktan yarattığı ve siz daha
annelerinizin karınlarında cenin halinde bulunduğunuz zaman bile. Öyleyse
kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, kimin takva sahibi olduğunu en iyi
bilendir.
(33) Şimdi,
o yüz çevirmekte olanı gürdün mü?
(34) Azıcık
verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu.
(35) Gaybın
ilmi onun yanındadır da o mu görüyor?
(36) Yoksa
Musa’nın sahifelerinde olan kendisine haber verilmedi mi?
(37) Ve vefa
eden İbrahim’in (sahifelerinde) olan da.
(38)
Doğrusu, hiç bir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez.
(39) Ve
doğrusu insana da kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur.
(40)
Şüphesiz kendi (emek ve) çabası da görülecektir.
(41) Sonra
ona en eksiksiz karşılık verilecektir.
(42) Elbette
son varış Rabbine olacaktır.
(43)
Doğrusu, güldüren ve ağlatan O’dur,
(44)
Doğrusu, öldüren ve dirilten de O’dur.
(45)
Doğrusu, çiftleri, erkek ve dişiyi, yaratan da O’dur.
(46) Bir
damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman.
(47) Gerçek
şu ki, diğer diriltme (yeniden neş’et) de O’na aittir.
(48)
Doğrusu, muhtaç olmaktan O kurtardı ve sermaye verip-hoşnut kıldı.
(49)
Doğrusu, ‘Şi’ra (yıldızı) nın’ Rabbi de O’dur.
(50)
Doğrusu, önce gelen Ad (halkın) ı da O yıkıma uğrattı.
(51) Semûd’u
da. Böylelikle (o halklardan kimseyi) bırakmadı.
(52) Daha
önce Nuh kavmini de. Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgındılar.
(53) Altı
üstüne gelen (Lût kavminin) şehirlerini de O yerin dibine geçirdi.
(54) Böylece
ona (o topluma) sardırdığını sardırdı.
(55)
Öyleyse, Rabbinin hangi nimetlerinden kuşkuya düşmektesin?
(56) Bu
önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
(57) O
yaklaşmakta olan yaklaştı
(58) Onu
Allah’ın dışında ortaya çıkaracak başka (hiç bir güç yoktur.
(59) Şimdi
siz, bu sözden mi şaşkınlığa düşüyorsunuz?
(60)
(Alaylı) Gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.
(61) Ve
şuursuzca baş kaldırıyorsunuz.
(62) Hemen,
Allah’a secde edin ve (yalnızca O’na) kulluk edin.
——————————————————————————–
ABESE SURESİ
——————————————————————————–
(1) Surat
astı ve yüz çevirdi;
(2)
Kendisine o kör geldi diye.
(3) Nerden
biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak?
(4) Ya da
öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak.
(5) Fakat
kendini müstağni (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan) gören ise,
(6) İşte
sen, onda ‘yankı uyandırmaya çalışıyorsun.
(7) Oysa,
onun temizlenip-arınmasından sana ne?
(8) Ama
koşarak sana gelen ise,
(9) Ki o,
‘içi titreyerek korkar’ bir durumdadır;
(10) Sen ona
aldırış etmeden oyalanıyorsun.
(11) Hayır;
çünkü o (Kur’an), bir öğüttür.
(12) Artık
dileyen, onu ‘düşünüp-öğüt alsın.’
(13) O
(Kur’an), ‘şerefli-üstün’ sahifelerdedir.
(14)
Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış.
(15)
Kâtiplerin ellerinde,
(16) (Ki
onlar,) Üstün değerli, ‘iyilik ve dürüstlük sembolü.’
(17)
Kahrolası insan, ne kadar da nankördür.
(18)
(Allah,) Onu hangi şeyden yarattı?
(19) Bir
damla sudan yarattı da onu ‘bir ölçüyle biçime soktu.
(20) Sonra
ona yolu kolaylaştırdı.
(21) Sonra
da onu öldürdü, böylece kabre gömdürdü.
(22) Sonra
dilediği zaman onu diriltir.
(23) Hayır;
ona (Allah’ın) emrettiğini yerine getirmedi.
(24) Bir de
insan, yediğine bir bakıversin;
(25) Hiç
şüphe yok biz, suyu akıttıkça akıttık,
(26) Sonra
yeri de yardıkça yardık;
(27) Böylece
onda bitirdik; taneler,
(28)
Üzümler, yoncalar,
(29) Zeytinler,
hurmalar,
(30) Boyları
iri ve birbiri içine girmiş ağaçlı bahçeler.
(31)
Meyveler ve otlaklıklar.
(32) Size ve
hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere.
(33) Fakat
‘kulakları patlatırcasına olan o gürleme geldiği zaman,
(34) Kişi o
gün, kendi kardeşinden kaçar;
(35)
Annesinden ve babasından,
(36) Eşinden
ve çocuklarından.
(37) O gün,
onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır.
(38) O gün,
öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır:
(39) Güler
ve sevinç içindedir.
(40) Ve o
gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür,
(41) Onu da
bir karartı sarıp-kaplamıştır.
(42) İşte
onlar da, kâfir, facir olanlardır.
——————————————————————————–
KADİR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Gerçek
şu ki, biz onu kadir gecesinde indirdik.
(2) Kadir
gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
(3) Kadir
gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
(4) Melekler
ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.
(5) Fecrin
çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.
——————————————————————————–
ŞEMS SURESİ
——————————————————————————–
(1) Güneşe
ve onun parıltısına andolsun.
(2) Onu
izlediği zaman aya,
(3) Onu
(güneş) parıldattığı zaman gündüze,
(4) Onu
sarıp-örttüğü zaman geceye,
(5) Göğe ve
onu bina edene,
(6) Yere ve
onu yayıp döşeyene,
(7) Nefse ve
ona ‘bir düzen içinde biçim verene,’
(8) Sonra
ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene
(andolsun) .
(9) Onu
arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
(10) Ve onu
(isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
(11) Semûd
(halkı) azgınlığı dolayısıyla yalanladı;
(12) En
‘zorlu bedbahtları’ ayaklandığında,
(13)
Allah’ın elçisi onlara dedi ki: «Allah’ın (deneme için size gönderdiği)
devesine ve onun su içme-sırasına dikkat edin.»
(14) Fakat
onlar, onu yalanladılar, deveyi de yere yıkıp öldürdüler: Rableri de günahları
dolayısıyla ‘onları yerle bir etti, kırıp geçirdi’; orasını da dümdüz etti.
(15) (Allah,
asla) Bunun sonucundan korkmaz.
——————————————————————————–
BÜRÛC SURESİ
——————————————————————————–
(1) Burçları
olan göğe andolsun,
(2) O
vadedilen güne,
(3) Şahid
olana (görene) ve şahid olunana (görülene) .
(4)
Kahrolsun Ashab-ı Uhdûd
(5)
‘Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş,’
(6) Hani
kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.
(7) Ve mü’minlere
yaptıklarını seyrediyorlardı.
(8)
Kendileri onlardan, yalnızca ‘üstün ve güçlü olan,’ öğülen Allah’a iman
ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı.
(9) Ki O
(Allah), göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah (c.c.) her şeyin üzerinde
şahid olandır.
(10) Gerçek
şu ki, mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar sonra da
tevbe etmeyenler (yok mu) ; işte onlar için cehennem azabı vardır ve yakıcı
azab onlar içindir.
(11)
Şüphesiz iman edip de salih amellerde bulunanlara gelince; onlar için de
altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’
budur.
(12)
Doğrusu, Rabbinin ‘zorlu yakalayışı’ şiddetlidir.
(13) Çünkü
O, ilkin var eden, (sonra dirilterek) döndürecek olandır.
(14) O, çok
bağışlayandır, çok sevendir.
(15) Arşın
sahibidir; Mecid (pek yüce) dir.
(16) Her
dilediğini yapıp-gerçekleştirendir.
(17)
Orduların haberi sana geldi mi?
(18) Firavun
ve Semûd (ordularının) ?
(19) Hayır;
küfretmekte olanlar, (kesintisiz) bir yalanlama içindedirler.
(20) Allah
ise, onları arkalarından sarıp-kuşatmıştır.
(21) Hayır;
o (Kitap), ‘şerefli-üstün’ olan bir Kur’an’dır;
(22) Levh-i
Mahfuz’dadır.
——————————————————————————–
TÎN SURESİ
——————————————————————————–
(1) İncire
ve zeytine andolsun,
(2) Sina
dağına,
(3) Ve şu
emin beldeye (güvenilir şehre).
(4) Doğrusu,
biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.
(5) Sonra da
aşağıların aşağısına çevirdik.
(6) Ancak
iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir
ecir vardır.
(7) Öyleyse
bundan sonra, hangi şey sana dini yalanlatabilir?
(8) Allah
(c.c.) da, hükmedenlerin hakimi değil midir?
——————————————————————————-
KUREYŞ SURESİ
——————————————————————————–
(1) (Hiç
değilse kendilerini) Kureyş’i ‘bir araya getirip anlaştırdığı,’
(2) Yaz ve
kış yolculuğunda onları (güvenliğe kavuşturduğu ya da başkalarıyla) ısındırıp
yakınlaştırdığı için,
(3) Şu Ev
(Kâ’be’n) in Rabbine kulluk etsinler;
(4) Ki O,
kendilerini açlıktan (kurtarıp) doyuran ve onları korkudan güvenliğe
kavuşturandır.
——————————————————————————–
KAARİA SURESİ
——————————————————————————–
(1) ‘Başa
çarpıp patlak verecek olan’ (kâria: kıyamet),
(2) Nedir o
‘çarpıp patlak verecek olan?
(3) Sana o
‘çarpıp patlak verecek olan’ı bildiren nedir?
(4)
İnsanların, ‘her yana dağılmış’ pervaneler gibi olacakları gün,
(5) Ve
dağların da ‘etrafa saçılmış’ renkli yünler gibi olacakları (gün) .
(6) İşte,
kimin tartıları ağır basarsa,
(7) Artık o,
hoşnut olunan bir hayat içindedir.
(8) Kimin de
tartıları hafif kalırsa,
(9) Artık
onun da anası (son durağı) «hâveyi»dir (uçurum) .
(10) Onun ne
olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir?
(11) O,
kızgın bir ateştir.
——————————————————————————–
KIYÂMET SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hayır,
kalkış (kıyamet) gününe and ederim.
(2) Ve yine
hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.
(3) İnsan,
onun kemiklerini bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?
(4) Evet;
onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymağa güç yetirenleriz.
(5) Ancak
insan, önündeki (sonsuz geleceği) ni de ‘fücurla sürdürmek ister.’
(6) «Kıyamet
günü ne zamanmış» diye sorar.
(7) Ama göz
‘kamaşıp da kaydığı,’
(8) Ay
karardığı,
(9) Güneş ve
ay birleştirildiği zaman;
(10) İnsan o
gün der ki: «Kaçış nereye?»
(11) Hayır;
sığınacak herhangi bir yer yok.
(12) O gün,
‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar) ‘ yalnızca Rabbi’nin katıdır.
(13) İnsana
o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.
(14) Hayır;
insan, kendi nefsine karşı bir basirettir;
(15) Kendi
mazeretlerini ortaya atsa bile.
(16) Onu
(Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket
ettirip-durma.
(17) Hiç
şüphesiz, onu (kalbinden) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş) tir.
(18) Şu
halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
(19) Sonra
muhakkak onu açıklamak bize ait (bir iş) tir.
(20) Hayır;
siz çarçabuk geçmekte olan (dünya) ı seviyorsunuz.
(21) Ve
ahireti terkedip-bırakıyorsunuz.
(22) O gün
yüzler ışıl ışıl parlar.
(23)
Rablerine bakıp-durur.
(24) O gün,
öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir.
(25)
Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır.
(26) Hayır;
can köprücük kemiğine gelip dayandığı zaman,
(27) «Son
müdahaleyi yapacak kim» denir.
(28) Artık
gerçekten, kendisi de bir ayrılık olduğunu kavrayıp-anlamıştır.
(29) (Ölüm
korkusundan) Ayaklar da birbirine (ayak ayağa) dolaştığında;
(30) O gün
sevk, yalnızca Rabbinedir.
(31) Fakat
o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.
(32) Ancak
o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.
(33) Sonra
da çalım satarak yakınlarına gitmişti.
(34) Sen
buna müstahaksın, dahasına da müstahaksın.
(35) Yine
buna müstahaksın, dahasına da müstahaksın.
(36) İnsan,
‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?
(37)
Kendisi, dökülüp-akıtılan meniden bir damla su değil miydi?
(38) Sonra
bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim
verdi.’
(39) Böylece
ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı.
(40)
(Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?
——————————————————————————–
HÜMEZE SURESİ
——————————————————————————–
(1) Arkadan
çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline;
(2) Ki o,
mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır.
(3)
Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanmaktadır.
(4) Hayır;
andolsun o, «hutame’ye atılacaktır.
(5)
«Hutame»nin ne olduğunu sana bildiren nedir?
(6) Allah’ın
tutuluşturulmuş bir ateşidir,
(7) Ki o,
yüreklerin üstüne tırmanıp-çıkmaktadır.
(8) O,
onların üzerine kilitlenecektir;
(9)
(Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır) .
——————————————————————————–
MÜRSELÂT SURESİ
——————————————————————————–
(1) Birbiri
ardınca gönderilenlere andolsun;
(2) Derken
kökünden koparıp savuranlara.
(3) Yaydıkça
yayanlara,
(4) Böylece
ayırdıkça ayıranlara,
(5) Zikr
(vahy, öğüt) bırakanlara;
(6) Özür
(suçu, eksikliği ortadan kaldırmak) olarak veya uyarıp-korkutmak için.
(7)
Şüphesiz, size vadedilmekte olan gerçekleşecektir.
(8)
Yıldızlar ‘örtülüp (ışıkları) silindiği zaman,
(9) Gök
yarıldığı zaman
(10) Dağlar,
kökünden sökülüp savurulduğu zaman,
(11) Ve
peygamberler de (şahidlik için) belli bir vakitte getirildiği zaman
(12) (Bu,)
Hangi gün için ertelenmişti?
(13)
(Mü’mini müşrikten, haklıyı haksızdan) Ayırma günü için.
(14) Bu
ayırma gününü sana ne bildirdi?
(15) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(16) Biz,
öncekileri helak etmedik mi?
(17) Sonra
arkadan gelenleri onların izinde yürüteceğiz.
(18) İşte
biz, suçlu-günahkarlara böyle yapmaktayız.
(19) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(20) Sizi
basbayağı bir sudan yaratmadık mı?
(21) Sonra
onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik,
(22) Belli
bir süreye kadar;
(23) İşte
(buna) güç yetirdik. Demek ki, biz ne güzel güç yetirenleriz.
(24) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(25) Biz
yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı?
(26)
Dirilere ve ölülere.
(27) Ve onda
sabit yüksek dağlar var etmedik mi? Size tatlı bir su da içirmedik mi?
(28) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(29)
Kendisini yalanlamakta olduğunuz (azab) a gidin.
(30) Üç dala
ayrılmış bir gölgeye gidin.
(31) Ne
gölge altında bulundurur, ne de (yakıcı) alevden korur.
(32)
Gerçekten o, sanki her biri saray olan bir kıvılcım saçar.
(33) Her
biri, sanki sapsarı erkek deve sürüleri gibidir.
(34) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(35) Bu,
onların konuşamıyacakları bir gündür.
(36) Ve
onlara, özür beyan etmeleri için izin de verilmez.
(37) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(38) Bu,
hüküm günüdür; sizi ve öncekileri ‘bir arada topladık.’
(39) Şayet
kurabileceğiniz hileli bir düzeniniz varsa, durmaksızın bana karşı kurun.
(40) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(41)
Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadırlar;
(42) Ve
canlarının çekip-arzu ettiği meyveler (arasındadırlar) .
(43)
Yapmakta olduklanıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için.
(44) Elbette
biz, ‘iyi ve güzel’ davrananları işte böyle ödüllendirmekteyiz.
(45) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(46) (Sizler
de dünyada) Yiyin ve biraz da meta alıp-yararlanın. Çünkü siz, suçlu günahkar
olanlarsınız.
(47) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(48) Onlara:
«Rükü edin» denildiği zaman, rükü etmezler.
(49) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(50) Artık
onlar, bundan sonra hangi söze inanacaklar?
——————————————————————————–
KAF SURESİ
——————————————————————————–
(1) Kâf.
‘Şerefli üstün’ Kur’an’a andolsun.
(2) Hayır,
onlara kendilerinden bir uyarıcı-korkutucunun gelmesine şaştılar da, o
kâfirler: «Bu şaşılacak bir şey» dediler.
(3) «Biz
öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (yeniden diriltilecekmişiz) ? Bu uzak
bir dönüş (iddiasıdır) .»
(4) Doğrusu
biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımızda (bütün bunları)
saklayıp-koruyan bir kitap vardır.
(5) Hayır,
hak kendilerine gelince yalanladılar. Şimdi onlar, derin bir sarsıntı içinde
bulunuyorlar.
(6)
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl
süsledik? Onun hiç bir çatlağı yok.
(7) Yeri de
(nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç
açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik.
(8)
(Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve
bir zikirdir.
(9) Ve
gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler
ve biçilecek taneler bitirdik,
(10) Ve
birbiri üstünde dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da.
(11) Kullara
rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden
sonra) dirilip-çıkarılma da böyledir.
(12)
Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud (kavmi) de yalanladı.
(13) Ad,
Firavun ve Lût’un kardeşleri,
(14)
Eyke’liler ve Tübba kavmi de yalanladı. Bunların hepsi (kendilerine gönderilen)
peygamberleri yalanladılar. Bu yüzden tehdidim (azabım) (onlara) hak oldu.
(15) Ya, biz
ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar ‘karmaşık bir kuşku’
içindedirler.
(16)
Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu
biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.
(17) Onun
sağında ve solunda oturan ‘iki tesbit edici ve yazıcı’ tesbit edip yazarlarken,
(18) O, söz
olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir
gözetleyici vardır.
(19) O ölüm
sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) «İşte bu, senin yan
çizip-kaçmakta olduğun şeydir» (denildiği zaman da) .
(20) Sur’a
da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
(21) (Artık)
Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
(22)
«Andolsun, sen bundan bir gaflet içindeydin; işte biz de senin üzerindeki
örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün oldukça keskindir.»
(23) Onun
yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: «İşte bu, yanımda hazır
durumda olan şey.»
(24) (Allah
şöyle buyurur) Cehenneme atın son derece inatçı olan her nankör (kâfir) ü
(25) Hayra
engel olan saldırgan şüpheciyi;
(26) Ki o,
Allah’la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan
azabın içine atın.
(27) Onun
yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: «Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak
kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.»
(28) (Allah
buyurur:) «Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir
uyarı’ göndermiştim.»
(29)
«Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve ben kullara zulmedici değilim.»
(30) O gün
cehenneme diyeceğiz: «Doldun mu?» O da: «Daha fazlası var mı?» diyecek.
(31) Cennet
de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır.
(32) Bu,
size vadolunandır; (gönülden Allah’a) yönelip-dönen, (İslâm’ın hükümlerini)
koruyan.
(33)
Görmediği halde Rahman’a karşı ‘içi titreyerek korku duyan ve ‘içten Allah’a
yönelmiş’ bir kalb ile gelen içindir.
(34) «Ona
‘esenlik ve barış (selam) la’ girin. Bu, ebedilik günüdür.»
(35) Orda
diledikleri her şey onlarındır; katımızda daha fazlası da var.
(36) Biz
bunlardan önce nice kuşakları yıkıma uğrattık ki onlar, zorbaca yakalamak
(yakıp-yıkmak, baskı ve şiddetle yönetmek, sindirmek) bakımından kendilerinden
daha üstündüler; şehirlerde (yerin üstünü altına getirip, sayısız kazı, inşaat
ve araştırmalarla her yanı) delik-deşik etmişlerdi. (Ama) kaçacak bir yer var
mı?
(37) Hiç
şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak kulak veren kimse için
elbette bir öğüt (zikir) vardır.
(38)
Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık;
bize hiç bir yorgunluk da dokunmadı.
(39) Öyleyse
sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve
batışından önce hamd ile tesbih et.
(40) Gecenin
bir bölümünde ve secdelerin arkasında da O’nu tesbih et.
(41)
Çağırıcının, yakın bir yerden çağrıda bulunacağı güne kulak ver;
(42) O gün,
o çığlığı bir gerçek (hak) olarak işitirler. İşte bu, (dirilip kabirlerden)
çıkış günüdür.
(43) Gerçek
şu ki, dirilten ve öldüren biziz, biz. Ve dönüş de bizedir.
(44) O gün
yer, onlardan çatlayıp-ayrılır da (onlar,) hızla koşarlar. İşte bu, bize göre
oldukça-kolay olan bir haşir (sizi bir arada toplama) dır.
(45) Biz
onların neler söylemekte olduklarını daha iyi biliriz ve sen onların üzerinde
bir zorba da değilsin; şu halde, benim kesin tehdidimden korkanlara Kur’an ile
öğüt ver.
——————————————————————————–
BELED SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hayır;
bu şehre yemin ederim,
(2) Ki sen,
bu şehirde oturmakta iken,
(3) Babaya
ve doğan-çocuğa da.
(4)
Andolsun, biz insanı bir zorluk içinde yarattık.
(5) O, hiç
kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
(6) O:
«Yığınla mal tüketip-yok ettim» diyor.
(7)
Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?
(8) Biz ona
iki göz vermedik mi?
(9) Bir dil
ve iki dudak?
(10) Biz ona
‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.
(11) Ancak
o, sarp yokuşa göğüs germedi.
(12) Sarp
yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?
(13) Bir
boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek) tir;
(14) Ya da
açlık gününde doyurmaktır,
(15) Yakın
olan bir yetimi,
(16) Veya
sürünen bir yoksulu.
(17) Sonra
iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine
tavsiye edenlerden olma.
(18) İşte
bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene) .
(19)
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş’eme)
(20)
‘Kapıları kilitlenmiş’ bir ateş onların üzerinedir.
——————————————————————————–
TÂRIK SURESİ
——————————————————————————–
(1) Göğe ve
tarık’a andolsun,
(2) Tarık’ın
ne olduğunu sana bildiren nedir?
(3)
(Karanlığı) Delen yıldızdır.
(4) Üzerinde
gözetleyici-koruyucu bulunmayan hiç bir nefis (kimse) yoktur.
(5) İnsan
bir baksın, hangi şeyden yaratıldı?
(6) Dökülüp
atılan bir sudan yaratıldı.
(7) (Bu su,)
Bel kemiği ile kaburgalar arasında(ki organlar) dan çıkar.
(8) Hiç
şüphesiz (Allah,) onu yeniden-döndürmeğe güç yetirendir.
(9) Sırların
orta yere çıkarılacağı gün;
(10) Artık
onun ne gücü vardır, ne de bir yardımcısı.
(11) Dönüşlü
olan göğe andolsun.
(12) Yarılan
yere de.
(13) Hiç
şüphesiz o (Kur’an), ayırdeden bir sözdür.
(14) O, bir
şaka değildir.
(15) Doğrusu
onlar, hileli bir düzen planlayıp-kuruyorlar;
(16) Ben de
bir düzen kurup-hazırlamaktayım.
(17) Sen
şimdi küfretmekte olanlara bir mühlet ver, kendilerine az bir süre tanı.
——————————————————————————–
KAMER SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Kıyamet-saati yakınlaştı ve ay da yarıldı.
(2) Onlar
bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: «(Bu,) Süregelen bir büyüdür»
derler.
(3)
Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku) larına uydular; oysa her iş sonunda
kendi amacına varıp karar kılacaktır.
(4)
Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek
nice haberler geldi.
(5) (Ki her
biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarıp-korkutmalar bir yarar
sağlamıyor.
(6) Öyleyse
sen onlardan yüz çevir; o çağrıcının ‘ne tanınmış, ne görülmüş’ bir şeye
çağıracağı gün.
(7) Gözler
‘zillet ve dehşetten düşmüş olarak’, sanki ‘etrafa serpilen’ çekirgeler gibi
kabirlerinden çıkarlar.
(8)
Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler ki: «Bu,
zorlu bir gün.»
(9)
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı: böylece kulumuz (Nuh) u
yalanladılar ve: «Delidir» dediler. O baskı altına alınıp engellenmişti.
(10) Sonunda
Rabbine dua etti: «Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık sen intikam
al.»
(11) Biz de
‘bardaktan boşanırcasına akan’ bir su ile göğün kapılarını açtık.
(12) Yeri de
‘coşkun kaynaklar’ halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı
(hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti.
(13) Ve onu
da tahtalar ve çiviler (le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık;
(14)
Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. (Kendisine ve getirdiklerine karşı)
Küfredilip-nankörlük edilmiş olan (Nuh) a bir mükafat olmak üzere.
(15)
Andolsun, biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?
(16) Şu
halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?
(17)
Andolsun biz Kur’an’ı zikr (ile öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat
öğüt alıp-düşünen var mı?
(18) Ad
(kavmi) de yalanladı. Şu halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?
(19) Biz, o
uğursuz (felâket yüklü ve) sürekli bir günde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir
kasırga’ gönderdik.
(20)
İnsanları söküp atıyordu; sanki onlar, kökünden sökülüp-kopmuş hurma
kütükleriymiş gibi.
(21) Şu
halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?
(22)
Andolsun biz Kur’an’ı zikr (ile öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat
öğüt alıp-düşünen var mı?
(23) Semud
(kavmi) de uyarıları yalanladı.
(24) Dediler
ki: «Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir
şaşkınlık (sapıklık) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz.»
(25) «Zikr
(vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o, çok yalan söyleyen kendini
beğenmiş bir şımarıktır.»
(26) Onlar
yarın, kimin çok yalan söyleyen kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu
bilip-öğreneceklerdir.
(27) Gerçek
şu ki biz, bir fitne (imtihan ve deneme konusu) olarak o dişi deveyi
kendilerine gönderenleriz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret.
(28) «Ve
onlara, suyun kendi aralarında kesin olarak pay edildiğini haber ver. Her su
alış sırası (kiminse, o) hazır bulunsun.
(29) Derken
arkadaşlarını çağırdılar, o da bıçağını kapıp ‘hayvanı ayağından biçip yere
devirdi.’
(30) Şu
halde benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış?
(31) Çünkü
biz onların üzerine bir tek çığlık gönderiverdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı
çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler.
(32)
Andolsun biz Kur’an’ı zikr (ile öğüt alıp-düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat
öğüt alıp-düşünen var mı?
(33) Lût
kavmi de uyarıları yalanladı.
(34) Biz de
onların üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lût ailesini (bu
azabtan ayrı tuttuk;) onları seher vakti kurtardık;
(35) Tarafımızdan
bir nimet olarak. İşte biz, şükredenleri böyle ödüllendiririz.
(36) Oysa
andolsun, zorlu yakalamamıza karşı onları uyarmıştı. Fakat onlar, bu uyarıları
kuşkuyla karşılayıp-yalanlamakta direttiler.
(37)
Andolsun onlar, onun konuklarından da murad almak için baskı yaptılar. Biz de
onların gözlerini silip kör ettik. «İşte azabımı ve uyarıp-korkutmamı tadın.»
(38)
Andolsun onları bir sabah vakti erkenden, üzerlerinde kararını kılmış bir azab
yakalayıp-bastırıverdi.
(39) Şimdi
azabımı ve uyarıp-korkutmamı tadın.
(40)
Andolsun biz Kur’an’ı zikr (ile öğüt alıp-düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat
öğüt alıp-düşünen var mı?
(41)
Andolsun Firavun ailesi (ve çevresi ile kavmi) ne de uyarılar geldi.
(42) Onlar
bizim ayetlerimizin tümünü yalanladılar. Biz de onları üstün ve güçlü kudretli
olanın yakalama tarzıyla yakalayıverdik.
(43) Sizin
kâfirleriniz onlardan daha hayırlı mıdır? Yoksa sizin için Kitaplarda bir
beraat mi var?
(44) Yoksa
onlar; «Biz, ‘birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan’ bir toplumuz» mu diyorlar?
(45) Yakında
o toplum bozguna uğratılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçakcaklardır.
(46) Daha
doğrusu onlara va’dedilen (asıl azab) kıyamet-saatidir. O, kıyamet-saati,
‘kurtuluşu olmayan daha korkunç bir bela’ ve daha acıdır.
(47) Hiç
şüphesiz suçlu-günahkâr olanlar, bir şaşkınlık (sapıklık) ve çılgınlık
içindedirler.
(48) Ateşin
içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün: Cehennemin dokunuşunu tadın» (denecek) .
(49) Hiç
şüphesiz, biz her şeyi bir kader ile yarattık.
(50) Bizim
emrimiz, bir göz çarpması gibi yalnızca ‘bir keredir’.
(51)
Andolsun biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var
mı?
(52) Onların
işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı) dır.
(53) Küçük,
büyük her şey satır satır (yazılı) dır.
(54) Hiç
şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin) dedirler.
(55) Oldukça
kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah) ın yanında doğruluk makamındadırlar.
——————————————————————————–
SÂD SURESİ
——————————————————————————–
(1) Sâd,
Zikir dolu Kur’an’a andolsun;
(2) Hayır; o
küfredenler (boş) bir gurur ve bir parçalanma içindedirler.
(3) Biz
kendilerinden önce, nice kuşakları yıkıma uğrattık da onlar feryad ettiler;
ancak (artık) kurtulma zamanı değildi.
(4)
İçlerinden kendilerine bir uyarıcı-korkutucunun gelmiş olmasına şaştılar. Kâfirler
dedi ki: «Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür.»
(5)
«İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey.»
(6) Onlardan
önde gelen bir grup: «Yürüyün, ilahlarınıza karşı (bağlılıkta) da kararlı olun;
çünkü asıl istenen budur» diye çekip gitti.
(7) «Biz
bunu diğer dinde işitmedik, bu, içi boş bir uydurmadan başkası değildir.»
(8) «Zikir
(Kur’an), içimizden ona mı indirildi?» Hayır, onlar benim zikrimden bir kuşku
içindedirler. Hayır, onlar henüz benim azabımı tatmamışlardır.
(9) Yoksa,
güçlü ve üstün olan, karşılıksız bağışlayan Rabbinin hazineleri onların yanında
mıdır?
(10) Yoksa
göklerin yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülkü onların mı? Öyleyse,
sebepler içinde (bir imkân ve güç bularak göğe) yükselsinler.
(11) Onlar,
burada, (çeşitli) fırkalardan olma bozguna uğratılmış bir ordu(durlar) .
(12)
Onlardan önce de Nuh kavmi, Ad ve kazıklar sahibi Firavun da yalanlamıştı,
(13) Semud,
Lût kavmi ile Eyke halkı da. İşte onlar da, (Allah’a karşı isyanda birleşen ve
güç toplayan) fırkalar(dı) .
(14) Hepsi
de peygamberleri yalanladılar, böylece azabla-sonuçlandırmam (onlara) hak oldu.
(15) Bunlar
da, (geldiğinde) bir anlık gecikmesi bile olmayan bir tek çığlıktan başkasını
gözetlemiyorlar.
(16) (Alaylı
alaylı) Dediler ki: «Rabbimiz, hesap gününden önce (azabdan bize vadettiğin)
payımızı çabuklaştırıver.»
(17) Onların
söylemekte olduklarına karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz Davud’u
hatırla; çünkü o, (her tutum ve davranışında Allah’a) yönelip-dönen biriydi.
(18) Doğrusu
biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah onlar kendisiyle birlikte (Allah’ı)
tesbih ederlerdi.
(19) Ve
toplanıp gelen kuşları da. Hepsi de onunla (Allah’ı tesbih etmede uyum içinde)
yönelip-dönmekte olanlar idi.
(20) Onun
mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik.
(21) Sana o
davacıların haberi geldi mi? Hani onlar mihraba (Davud’un bulunduğu yere girmek
için) yüksek duvardan tırmanmışlardı.
(22) Davud
(un yanın) ‘a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; onlar dediler ki: «Korkma,
iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak
ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet.»
(23) «Bu
benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var.
Buna rağmen «Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat» dedi ve bana konuşma
(tarzın) da üstün geldi.»
(24) (Davud)
Dedi ki: «Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana
zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)
lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih
amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.» Davud, gerçekten bizim
onu denemeden geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû
ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.
(25) Böylece
onu bağışladık. Şüphesiz onun bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve
varılacak güzel bir yeri vardır.
(26) «Ey
Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar
arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah’ın
yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü
unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.»
(27) Biz
gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık.
Bu, küfredenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azabtan) dolayı vay o
küfretmekte olanlara.
(28) Yoksa
biz, iman edip salih amellerde bulunanları yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar
gibi (bir) mi tutacağız? Ya da muttakileri facirler gibi (bir) mi tutacağız?
(29) (Bu
Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt
alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
(30) Biz
Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a)
yönelip-dönen biriydi.
(31) Hani
ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı
kazıyan, yağız atlar sunulmuştu.
(32) O da
demişti ki: «Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı
tercih ettim.» Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına
saklandılar.
(33) «Onları
bana geri getirin» (dedi) . Sonra da (onların) bacaklarını ve boyunlarını
okşamaya başladı.
(34)
Andolsun, biz Süleyman’ı denemeden geçirdik. Tahtının üstünde bir ceset
bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.
(35) «Rabbim,
beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan
et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.»
(36) Böylece
biz, rüzgârı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça
eserdi.
(37)
Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı.
(38) Ve
(kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış diğerlerini.
(39) «İşte
bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın, ver ya da
tut.»
(40)
Şüphesiz, onun bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir
yeri vardır.
(41) Kulumuz
Eyyub’u da hatırla. Hani o: «Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab
dokundurdu» diye Rabbine seslenmişti.
(42)
«Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su, diye vahyettik) .
(43)
Katımızdan ona bir rahmet ve temiz akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere kendi
ailesini ve onlarla birlikte bir benzerini de bağışladık.
(44) «Ve
eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma.» Gerçekten, biz
onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen
biriydi.
(45) Güç ve
basiret sahibi olan kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla.
(46)
Gerçekten biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas
sahipleri kıldık.
(47) Ve gerçekten
onlar, bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır.
(48)
İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de hatırla. Hepsi de hayırlı olanlardandır.
(49) Bu, bir
zikr’dir. Şüphesiz muttakiler için, elbette varılacak güzel bir yer vardır.
(50) Adn
cennetleri; kapılar onlara açılmıştır.
(51) İçinde
yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler.
(52) Ve
yanlarında da bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır.
(53) İşte,
hesap günü size va’dedilen budur.
(54) Hiç
şüphesiz bu, bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok.
(55) Bu
(böyle işte) ; gerçekten azgınlar için de muhakkak varılacak kötü bir yer
vardır.
(56)
Cehennem; onlar oraya girerler; ne kötü bir yataktır o.
(57) İşte
bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin.
(58) Ve onun
şeklinden başka, çift çift (olan daha beter azablar) vardır.
(59) (Müşrik
olan hakim güçlere:) «İşte bu(nlar) da sizinle birlikte (küfür ve zulümde)
göğüs gerenlerdir. Onlara bir merhaba (bile) yok. Çünkü onlar ateşe
gireceklerdir.» (denilir) .
(60) (Onlara
uyanlar) Derler ki: «Hayır, sizler; asıl size merhaba yok. Bunu (azabı) siz
bizim önümüze sürdünüz. Ne kötü bir durak.»
(61) Derler
ki: «Rabbimiz, kim bunu bizim önümüze sürdüyse, onun ateşteki azabını kat kat
arttır.»
(62) Ve
derler ki: «Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü) lerden saydığımız
adamları göremiyoruz.»
(63) Biz
onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?»
(64) Bu,
cehennem halkının birbiriyle çekişip-tartışması kesin olan bir gerçektir.
(65) De ki:
«Ben, yalnızca bir uyarıcı-korkutucuyum. Ve bir olan, kahreden Allah’tan başka
ilah da yoktur.»
(66)
«Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, üstün ve güçlü olan,
bağışlayandır.»
(67) De ki:
«Bu (Kur’an), büyük bir haberdir.»
(68) Sizler
ise, ondan yüz çeviriyorsunuz.
(69) «Mele-i
A’lâ (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiç bir bilgim yoktur.»
(70) «Bana
ancak, benim yalnızca apaçık bir uyarıcı korkutucuyum diye vahyolunmaktadır.»
(71) Hani
Rabbin meleklere: «Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratacağım» demişti.
(72) «Onu
bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman da siz onun için hemen secdeye
kapanın.»
(73)
Meleklerin hepsi topluca secde etti;
(74) Yalnız
İblis hariç. O büyüklük tasladı ve (böylece) kafirlerden oldu.
(75) (Allah)
Dedi ki: «Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi?
Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?»
(76) Dedi
ki: «Ben ondan daha hayırlıyım, sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan
yarattın.»
(77) (Allah)
Dedi ki: «Öyleyse ordan (cennetten) çık, artık sen kovulmuş bulunmaktasın.»
(78) «Ve
şüphesiz, din (kıymetteki hesap) gününe kadar benim lanetim senin üzerindedir.»
(79) Dedi
ki: «Rabbim, öyleyse onların dirilip-kaldırılacakları güne kadar bana süre
tanı.»
(80) Dedi
ki: «O halde sen, (kendilerine) süre tanınanlardansın.»
(81)
«Bilinen vaktin gününe kadar.»
(82) Dedi
ki: «Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka
azdırıp-kışkırtacağım.»
(83) «Ancak
onlardan, muhlis olan kulların hariç.»
(84) (Allah)
«İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim» dedi.
(85)
«Andolsan, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi
dolduracağım.»
(86) (Ey
Peygamber) De ki: «Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve
(kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim.»
(87) «O
(Kur’an), alemler için yalnızca bir zikir (öğüt ve hatırlatma) dir.»
(88)
«Gerçekten onun haberini bir zaman sonra öğreneceksiniz.»
——————————————————————————–
A’RAF SURESİ
——————————————————————————–
(1) (1-2)
Elif, Lam, Mim, Sad. (Bu) Bir Kitap’tır. Bundan dolayı içinde bir sıkıntı
olmasın. Onunla kafirleri kotkutman ve müminlere de bir öğüt olmak üzere sana
indirildi.
(2) (1-2)
Elif, Lam, Mim, Sad. (Bu) Bir Kitap’tır. Bundan dolayı içinde bir sıkıntı
olmasın. Onunla kafirleri kotkutman ve müminlere de bir öğüt olmak üzere sana
indirildi.
(3)
Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne az da öğüt
alıyorsunuz?
(4) Biz nice
ülkeleri yıkıma uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün dinlenirlerken
bizim zorlu azabımız onlara geliverdi.
(5) Zorlu
azabımız onlara geliverince yakarabildikleri: «Biz gerçekten zulme
sapanlardandık» demelerinden başka olmadı.
(6)
Andolsun, kendilerine (peygamber) gönderilenlere soracağız ve onlara
gönderilenlere (peygamberlere) de elbette soracağız.
(7)
Andolsun, (yapıp-etmelerini) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve biz
gaibler (onlardan uzakta olan habersizler) de değildik.
(8) O gün
tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır.
(9) Kimin de
tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı
nefislerini hüsrana uğratanlardır.
(10)
Andolsun, sizi yeryüzünde ‘yerleşik kıldık’ ve orda size geçimlikler yarattık.
Ne de az şükrediyorsunuz?
(11)
Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra
meleklere: «Adem’e secde edin» dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler;
o secde edenlerden olmadı.
(12) (Allah)
Dedi: «Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?» (İblis) Dedi
ki: «Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.»
(13)
(Allah:) «Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık.
Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.»
(14) O da:
«(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)» dedi.
(15)
(Allah:) «Sen gözlenip-ertelenenlerdensin» dedi.
(16) De ki:
«Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için
mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.»
(17) «Sonra
da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.»
(18) (Allah)
Dedi: «Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim
seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.»
(19) Ve ey
Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz de dilediğiniz yerden yiyin; ama şu
ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
(20) Şeytan,
kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara
vesvese verdi ve dedi ki: «Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca,
sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.»
(21) Ve:
«Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim» diye yemin de etti.
(22) Böylece
onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine
beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O
zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve
şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»
(23) Dediler
ki: «Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve
esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.»
(24) (Allah)
Dedi ki: «Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yer yüzünde belli bir vakte
kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.»
(25) Dedi
ki: «Orda yaşayacak, orda ölecek ve ondan çıkarılacaksınız.»
(26) Ey
Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs
kazandıracak bir giyim’ indirdik (varettik) . Takva ile kuşanıp-donanmak ise,
bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt
alıp-düşünürler.
(27) Ey
Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek
için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de
bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz
yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların
dostları kıldık.
(28) Onlar,
‘çirkin bir hayasızlık’ işlediklerinde: «Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk.
Allah da bunu bize emretti» derler. De ki: «Şüphesiz Allah, ‘çirkin
hayasızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı
söylüyorsunuz?»
(29) De ki;
«Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde)
yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na dua
edin. ‘Başlangıçta sizi yarattığı’ gibi döneceksiniz.»
(30) Bir
kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketi. Çünkü bunlar, Allah’ı
bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda
saymaktadırlar.
(31) Ey
Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf
etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
(32) De ki:
«Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram
kılmıştır?» De ki: «Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü
ise yalnızca onlarındır.» Bilen bir topluluk için ayeteri böyle birer birer
açıklarız.
(33) De ki:
«Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını da, gizli
olanlarını da,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan ‘isyan ve saldırıyı’
kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk koşmanızı
ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.»
(34) Her
ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler
ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler) .
(35) Ey
Ademoğulları,içinizden size ayetlerimi haber veren peygamberler geldiğinde, kim
korkup-sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur,
onlar mahzun olmayacaklardır.
(36)
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin
arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.
(37)
Öyleyse, Allah hakkında yalan uydurup iftira eden veya ayetlerini
yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Kitap’tan kendilerine bir pay erişecek
olanlar bunlardır. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere
kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: «Allah’tan başka tapmakta
olduklarınız nerede?» «Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular» diyecekler.
(Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet
ettiler.
(38) (Allah)
diyecek: «Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe
girin.» Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim
hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler
için: «Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış
bir azab ver diyecekler. (Allah da:) «Hepsi için kat kattır. Ancak siz
bilmezsiniz» diyecek.
(39) (Bu
sefer) Önde gelenler, sonda yer alanlara diyecekler ki: «Sizin bize göre bir
üstünlüğünüz yoktur, kazandıklarınıza karşılık olarak azabı tadın.»
(40)
Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlardan ve onlara karşı büyüklenenler, onlar
için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye
kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkârları işte böyle cezalandırırız.
(41) Onlar
için cehennemden yataklar ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zulme sapanları
işte böyle cezalandırırız.
(42) İman
edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden
fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı) dırlar. Onda sonsuz
olarak kalacaklardır.
(43) Biz
onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından da ırmaklar
akar. Derler ki: «Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize
hidayet vermeseydi biz doğruya erişmeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri
hak ile geldiler.» Onlara: «İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık olarak
mirasçı kılındığınız cennettir» diye seslenilecek.
(44) Cennet
halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: «Bize Rabbimizin vadettiğini gerçek
olarak bulduk; siz de Rabbinizin vadettiğini gerçek buldunuz mu?» Onlar da:
«Evet» derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir:
«Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.»
(45) «Ki
onlar Allah’ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve onlar ahireti
tanımayanlardır.»
(46) İki
taraf arasında bir engel ve burçlar (A’raf) üstünde de hepsini yüzlerinden
tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: «Selam size» derler, ki bunlar,
henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip-umanlardır.’
(47) Gözleri
cehennem halkından yana çevrilince: «Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla
birlikte kılma» derler.
(48) Burcun
üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım)
adamlara seslenerek derler ki: «Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne
büyüklük taslamalarınız (istikbârınız) size bir yarar sağlamadı.»
(49)
«Kendilerine Allah’ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler
bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için hiç bir korku
yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız.»
(50) Ateşin
halkı, cennet halkına seslenir: «Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği
rızıktan aktarın.» Derler ki: «Doğrusu Allah, bunları küfre sapanlara haram
(yasak) kılmıştır»;
(51) Onlar,
dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları
aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi
‘yok sayarak tanımadıkları’ gibi, biz de bugün onları unutacağız.
(52)
Andolsun, biz onlara ilme dayalı açıklamalar veren bir Kitap verdik ki bu kitap
iman edenler için bir hidayet ve rahmettir.
(53) Onlar,
onun tevilinden başkasına bakmazlar mı? Onun tevilinin geleceği gün, daha önce
onu unutanlar, diyecekler ki: «Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı
getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Veya geri
çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak.» Gerçek şu ki onlar,
kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de
kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
(54)
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa
istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten,
güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun,
yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne
yücedir.
(55)
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları
sevmez.
(56) Düzene
konulmas(ıslah) ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na
korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara
pek yakındır.
(57)
Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar ağırca
bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre
sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden
çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Umulur ki ibret
alırsınız.
(58) Güzel
şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası
çıkmaz. İşte biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde
açıklıyoruz.
(59)
Andolsun, biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: «Ey kavmim,
Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin
için büyük bir günün azabından korkmaktayım.»
(60)
Kavminin önde gelenleri: «Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve
sapmışlık’ içinde görmekteyiz» dediler.
(61) O: «Ey
kavmim,bende bir ‘şaşırmışlık ve şapmışlık’ yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden
bir peygamberim» dedi.
(62) «Size
Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin
bilmediklerinizi ben Allah’tan biliyorum.»
(63)
«Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam
aracılığı ile bir Zikir (Kitap) gelmesine mi şaştınız?»
(64) Onu
yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık,
ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
(65) Ad
(toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik) . (Hud, kavmine:) «Ey kavmim,
Alah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Hâlâ
korkup-sakınmayacak mısınız?» dedi.
(66)
Kavminin önde gelenlerinden küfre sapanlar dediler ki: «Gerçekte biz seni ‘aklî
bir yetersizlik’ içinde görmekteyiz ve doğrusu biz senin yalancılar olduğunu da
sanmaktayız.»
(67) (Hud:)
«Ey kavmim» dedi. «Bende ‘akıl yetersizliği’ yoktur; ama ben gerçekten
alemlerin Rabbinden bir peygamberim» dedi.
(68) «Size
Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.»
(69) «Sizi
uyarıp-korkutmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir
zikr’in gelmesine mi şaşırdınız? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler
kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını)
hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın da umulur ki kurtuluş
bulursunuz.»
(70) Dediler
ki: «Sen bize yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta
olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru sözlülerden isen,
bize vadettiğin şeyi getir, bakalım.»
(71)
Andolsun dedi, «Rabbinizden üzerinize bir azab ve bir gazab gerekli kılındı.
Sizin bile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) bir takım isimler
(düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz ki Allah
onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Öyleyse bekleyedurun, şüphesiz, ben
de sizlerle birlikte bekliyorum.
(72) Böylece
onu ve onunla birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık.
Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların da kökünü kuruttuk.
(73) Semud
(toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih onlara:) «Ey kavmim,
Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden
apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir;
onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra
sizi acıklı bir azab yakalar» dedi.
(74)
«(Allah’ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde
(güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler
kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini
hatırlayın da, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.»
(75)
Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden
iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz’aflara) dediler ki: «Sâlih’in
gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?» Onlar: «Biz,
gerçekten onunla gönderilene inananlarız.» dediler.
(76)
Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: «Biz de, gerçekten sizin
inandığınızı tanımayanlarız.»
(77)
Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih’e de
şöyle) dediler: «Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber)
isen, vaadettiğin şeyi getir, bakalım.»
(78) Bunun üzerine
onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke
kaldılar.
(79) O da
onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: «Ey kavmim, andolsun, size Rabbimin
risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri
sevmiyorsunuz.»
(80) Hani
Lut da kavmine şöyle demişti: «Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı
hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz?»
(81)
«Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu
siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.»
(82) Kavminin
cevabı: «Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen
insanlarmış!» demekten başka olmadı.
(83) Bunun
üzerine biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake
uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı.
(84) Ve
onların üzerine bir (azab) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkârların uğradıkları
sona bir bak işte.
(85) Medyen
(toplumunada) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: «Ey
kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden
apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların
(hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene
(ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu
sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.»
(86) «O’na
iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak ve onda çarpıklık
arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz
azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir
sona uğradıklarına bir bakın.»
(87)
«İçinizden bir grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup
inanmadığına göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır.»
(88)
Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), dediler ki:
«Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden
sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.» (Şuayb:) «Biz
istemesek de mi?» dedi.
(89) «Allah
bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a
karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah’ın dilemesi dışında,
ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından her
şeyi kuşatmıştır. Biz Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizimle kavmimiz
arasında ‘Sen hak ile hüküm ver,’ Sen ‘hüküm verenlerin’ en hayırlısısın.»
(90)
Kavminin önde gelenlerinden küfre sapanlar, dediler ki: «Andolsun, Şuayb’a
uyacak olursanız, kuşkusuz kayba uğrayanlardan olursunuz.»
(91) Bunun
üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da, kendi yurtlarında diz üstü
çökmüş olarak sabahladılar.
(92) Şuayb’ı
yalanlamakta olanlar, sanki orda ‘hiç refah içinde yaşamamışlar’ gibi oldular;
Şuayb’ı yalanlamakta olanlar, asıl büyük hüsrana uğrayanlar oldular.
(93) O da
onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: «Ey kavmim andolsun, size Rabbimin
risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, küfre sapan bir
topluluğa karşı nasıl üzülebilirim?»
(94) Biz
hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar
diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla
yakalayıvermişiz.
(95) Sonra
kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve:
«Atalarımıza da (bazan) şiddetli sıkıntılar (bazan da) refah ve genişlikler
dokunmuştu» dediler. Bunun üzerine, biz de onları kendileri hiç şuurunda
değilken apansız kıskıvrak-yakalayıverdik.
(96) Eğer o
ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem
gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar
yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
(97) O
ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden
güvende miydiler?
(98) Ya da o
ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler?
(99) (Veya)
Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından,
hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.
(100) (Bütün
bunlar,) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme (ye
veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları
nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da
onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.
(101) İşte
bu ülkeler, sana onların ‘haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.’ Gerçekten,
onlara peygamberleri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden
yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, küfre sapanların
kalplerini böyle damgalar.
(102)
Onların çoğunda ‘verdikleri söze bağlılık’ görmedik, ama onların çoğunu
fasıklar (yoldan çıkanlar) olarak gördük.
(103) Sonra
bunların (peygamberlerin) ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve önde
gelen-çevresine gönderdik; Onlar ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk
çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
(104) Musa
dedi ki: «Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir
peygamberim.»
(105) «Benim
üzerimdeki yükümlülük, Allah’a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden
size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.»
(106)
(Firavun) Dedi ki: «Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden
isen, bu durumda onu getir (bakalım) .»
(107)
Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
(108) (Bir
de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi) .
(109)
Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: «Bu gerçekten bilgin bir
büyücüdür»;
(110) «Sizi
topraklarnızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?»
(111)
Dediler ki: «Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele),
şehirlere de toplayıcılar yolla»;
(112) «Bütün
bilgin büyücüleri sana getiriversinler.»
(113)
Sihirbazlar Firavun’a gelip dediler ki: «Eğer biz galip olursak, her halde bize
bir karşılık (armağan) var, değil mi?»
(114) «Evet»
dedi. «(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan da olacaksınız.»
(115)
Dediler ki: «Ey Musa, (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa atanlar biz mi
olalım?»
(116)
(Musa:) «Siz atın» dedi. (Asalarını) Atıverince, insanların gözlerini
büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir
getirmiş oldular.
(117) Biz de
Musa’ya: «Asanı fırlatıver» diye vahyettik. (O da fırlatıverince) Bir de
baktılar ki, o, bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
(118)
Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.
(119) Orada
yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.
(120) Ve
sihirbazlar secdeye kapandılar.
(121)
«Alemlerin Rabbine iman ettik» dediler.
(122)
«Musa’nın ve Harun’un Rabbine…»
(123)
Firavun: «Ben size izin vermeden önce O’na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu,
halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır.
Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.»
(124)
Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam
edeceğim.»
(125) (Onlar
da:) «Biz de şüphesiz Rabbimize döneceğiz» dediler.
(126) Oysa
sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan başka bir
nedenle bizden intikam almıyorsun. «Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi
müslümanlar olarak öldür.»
(127)
Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: «Musa ve kavmini bu toprakta
(Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terketmeleri için mi
(serbest) bırakacaksın?» (Firavun) Dedi ki: «Erkek çocuklarını öldüreceğiz, ve
kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe
sahibiz.»
(128) Musa
kavmine: «Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır;
ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir.»
dedi.
(129)
Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.»
(Musa:) «Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde
halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek» dedi.
(130)
Andolsun, biz de Firavun aile (çevre) sini belki öğüt alıp-düşünürler diye
yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.
(131) Onlara
bir iyilik geldiği zaman «Bu bizim için» dediler; onlara bir kötülük de isabet
ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak
yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar
kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.
(132) Onlar:
«Bizi büyülemek için bize mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de
biz sana inanacak değiliz» dediler.
(133) Bunun
üzerine biz de, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge,
buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkâr
bir kavim oldular.
(134)
Başlarına iğrenç bir azab çöküverince, dediler ki: «Ey Musa, Rabbine -sana
verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden
çekip-gideriverirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle
göndereceğiz.»
(135) Ne
zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı
çekip-gideriverdik, onlar yine andlarını bozdular.
(136) Biz de
onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalan saymaları ve onlardan
habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
(137)
Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor
kılınıp-zayıf bırakılanları (müstaz’afları) mirasçılar kıldık. Rabbinin
İsrailoğullarına olan o güzel sözü (vaadi), sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı
(yerine geldi) . Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini
(köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik.
(138)
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir
topluluğa rastladılar. Musa’ya dediler ki: «Ey Musa, onların ilahları (var;
onların ki) gibi sen de bize bir ilah yap.» O: «Siz gerçekten cahillik etmekte
olan bir kavimsiniz» dedi.
(139)
Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler
(ibadetler) de geçersizdir.»
(140) «O
sizi alemlere üstün kılmışken, ben size Allah’tan başka bir ilah mı
arayacağım?»
(141) «Hani
size dayanılmaz işkenceler yapan, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı
öldüren Firavun ailesinden sizi kurtardık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük
bir imtihan vardı.»
(142) Musa
ile otuz gece sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin
belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun’a «Kavmimde benim
yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma» dedi.
(143) Musa
tayin edilen sürede gelince ve Rabbi de onunla konuşunca: «Rabbim, bana göster,
Seni göreyim» dedi. (Allah:) «Beni asla göremezsin. Ama şu dağa bak; eğer o
yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.» Rabbi dağa tecelli edince,
onu param parça etti, Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: «Sen ne
yücesin (Rabbim) . Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim» dedi.
(144)
(Allah:) «Ey Musa» dedi. «Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni
insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol.»
(145) Biz
ona Levhalar’da her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını
yazdık. (Ve:) «Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle
sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu pek yakında göstereceğim» (dedik) .
(146)
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar
her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da
görseler, onu yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde, ise,
onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymaları ve
onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.
(147)
Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayanlar, onların amelleri boşa
çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?
(148) (Tura
gitmesinin) Ardından Musa’nın kavmi, süsleme eşyalarından böğürmesi olan bir
buzağı heykelini (tapılacak ilâh) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve
onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler
mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular.
(149) Ne
zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasında
düşürüldü ve kendilerinin de gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: «Eğer
Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana
uğrayanlardan olacağız» dediler.
(150) Musa
kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: «Beni arkamdan, ne kötü
temsil ettiniz. Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?» dedi. Levhaları
bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona:)
«Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve
neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey
yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma) «dedi.
(151) (Musa
yalvarıp) Dedi ki: «Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen
merhamet edenlerin en merhametli olanısın.»
(152)
Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında
bir zillet yetişecektir. İşte biz, ‘yalan düzüp-uyduranları’ böyle
cezalandırırız.
(153)
Kötülük işleyip de bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz
Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir.
(154)
Musanın kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhalar’ı aldı. (Onlardan bir)
Nüshasında «Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır»
(yazılıydı.)
(155) Musa
belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları
da ‘dayanılmaz bir sarsıntı’ tutuverince, dedi ki: «Rabbim, eğer dileseydin,
onları da, beni de daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin
yaptıkarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası
değildir. Onunla sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete eriştirirsin.
Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en
hayırlısısın.»
(156) Bize
bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedik ki:
«Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kapsamıştır onu
korkup-sakınanlara, zekâtı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere
yazacağım.»
(157) Onlar,
Ümmi peygamber (Rasûl) e uyanlardır. Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de
(geleceği) yazılıdır ki O (peygamber) onlara marufu (iyiliği) emrediyor,
münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram
kılıyor ve onların ağır yüklerini, sırtlarındaki zincirleri indiriyor. Ona
inananlar, saygı gösterip düşmanlarına karşı yardım edenler ve onunla birlikte
indirilen nuru izleyenler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.
(158) De ki:
«Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)
yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur, O
diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamberine iman edin. O da Allah’a
ve O’nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.
(159)
Musa’nın kavminden hakka ileten ve onunla adalet yapan bir topluluk vardır.
(160) Biz
onları (İsrailoğullarını) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet)
olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa’ya: «Asan’la taşa vur»
diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; Böylece her bir
insan-topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik
ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) «Size
rızk olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyin.» Onlar bize zulmetmedi,
ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.
(161)
Onlara: «Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, ‘dileğimiz
bağışlanmadır’ deyin ve kapısından secde ederek girin, (biz de) hatalarınızı
bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) arttıracağız» denildiğinde,
(162)
Onlardan zulme sapanlar, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle
değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulme sapmaları dolayısıyla gökten ‘iğrenç
bir azab’ indirdik.
(163) Bir de
onlara deniz kıyısındaki şehri (n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi
(yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına
uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş
yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları
dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.
(164)
Onlardan bir topluluk: «Allah’ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir
azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dediğinde
«Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye» dediler.
(165)
Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları
kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile
yakalayıverdik.
(166) Onlar,
kendisinden sakındırıldıkları ‘şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca’ onlara:
«Aşağılık maymunlar olunuz» dedik.
(167) Ve
Rabbinin ilan ettiği şu zamanı hatırla ki, hani Rabbin belirtmişti, «Kıyamet
gününe kadar İsrailoğullarının üzerine tekrar tekrar onlara şiddetli azablar
uygulayacak insanlar gönderelim.» Rabbin sonuçlandırması pek çabuktur ve
gerçekten O, bağışlayandır, esirgeyendir.
(168) Onları
yer yüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri salih
(davranışlarda) bulunuyor, kimileri de bunların dışında olan aşağılıklardır.
Umulur ki dönerler diye, onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik.
(169)
Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım ‘kötü kimseler’ geçti.
(Bunlar) Şu değersiz olan (dünya) nın geçici-yararını alıyor ve: «Yakında
bağışlanacağız» diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar.
Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine
ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı da okudular. (Allah’tan)
Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Halâ akıl erdirmeyecek misiniz?
(170) Kitaba
sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, kuşkusuz biz salih olanların
ecrini kaybetmeyiz.
(171) Bir
zamanlar dağı, sanki bir gölgelikmiş gibi üstlerine geçirmiştik. Onlar ise
neredeyse tepelerine düşecek sanmışlardı. (Onlara demiştik ki:) «Size
verdiklerimize sımsıkı sarılın ve onda olanı düşünün, umulur ki
korkup-sakınırsınız.»
(172) (Ey
Peygamber insanlara şu zamanı hatırlat ki) hani Rabbin, Ademoğullarının
sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler
kılmıştı: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (demişti de) onlar: «Evet
(Rabbimizsin), şahit olduk» demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: «Biz bundan
habersizlerdik» demenizi (önlemek) içindir.
(173) Ya da:
«Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir
kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi
edeceksiniz? dememeniz için.
(174) İşte
biz ayetleri böyle birer birer açıklarız, umulur ki dönerler.
(175) Onlara
kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan
sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan da onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan
oluvermişti.
(176) Eğer
biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere
saplandı), hevasına uydu. Onun durumu üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan,
kendi başına bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte
ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek olan haberi
onlara aktar. Umulur ki düşünürler.
(177)
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği
ne kadar kötüdür.
(178) Allah
kime hidayet verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi de şaşırtıp-saptırırsa
artık onlar da hüsrana uğrayanlardır.
(179)
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık
(hazırladık.) Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır
bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar
gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.
(180)
İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun
isimlerinde ‘aykırılığa (ve inkâra) sapanları’ bırakın. Yapmakta oldukları
dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.
(181)
Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan)
bir ümmet vardır.
(182)
Ayetlerimizi yalanlayanları ise, biz onları bilmiyecekleri bir yönden derece
derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.
(183) Onlara
bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır.
(184)
Sahiplerinde (ya da arkadaşları olan peygamberde) delilikten hiç bir şey
olmadığını düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıp-korkutucudan başkası
değildir.
(185) Onlar,
göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete (melekût),’ Allah’ın
yarattığı şeylere ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar
mı? Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar?
(186) Allah’ın
saptırdığı kimseye artık hidayet verecek yoktur. Ve onları tuğyanları içinde
şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.
(187) Saatin
(kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: «Onun
ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. O,
göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir.»
Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: «Onun ilmi
yalnızca Allah’ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler.»
(188) De ki:
«Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye)
malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı
arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için,
bir uyarıp-korkutucu ve bir müjde vericiden başkası değilim.»
(189) O,
sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan da
eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi ve bununla
(bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah’a dua
ettiler: «Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden
olacağız.»
(190) Ama O,
onlara (Adem’in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince,
kendilerine verdiği şey konusunda ona ortaklar kılmaya başladılar. Allah,
onların şirk koşmakta olduklarından yücedir.
(191)
Kendileri yaratılıp dururken, hiç bir şeyi yaratamıyan şeyleri mi ortak
koşuyorlar?
(192) Oysa
(bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir,
ne kendi nefislerine yardım etmeğe.
(193) Onları
hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da, suskun dursanız da
size karşı (tutumları) birdir.
(194)
Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru sözlüler
iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.
(195)
Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya
görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: «Ortak koşmakta
olduklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın.»
(196) Hiç
şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah’tır ve O salihlerin koruyuculuğunu
(veliliğini) yapıyor.
(197) O’ndan
başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.
(198) Eğer
onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün,
oysa onlar görmezler bile.
(199) Sen af
(veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâm’a) uygun olanı (örfü) emret ve
cahillerden yüz çevir.
(200) Eğer
sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a
sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
(201)
(Allah’tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice
düşünürler (Allah’ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp
bilmişlerdir.
(202)
(Şeytan’ın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini
bırakmazlar.
(203) Onlara
bir ayet getirmediğin zaman: «Sen Onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana»
derler. De ki: «Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu,
Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için de bir hidayet ve
bir rahmettir.»
(204) Kur’an
okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz.
(205)
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle
yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.
(206) Hiç
şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler; O’nu
tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.
——————————————————————————–
CİN SURESİ
——————————————————————————–
(1) De ki:
«Bana gerçekten şu vahyolundu: «Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler:
-Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik.
(2) «O
(Kur’an), ‘gerçeğe ve doğruya’ yöneltip-iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik.
Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»
(3) Elbette,
bizim Rabbimizin şanı yücedir. O, ne eş edinmiştir, ne de bir çocuk.
(4) «Doğrusu
şu: Bizim düşük akıllı-beyinsizlerimiz. Allah’a karşı ‘gerçek dışı bir sürü
saçma şeyler’ söylemişler.»
(5) «Oysa
biz, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemiyeceklerini
sanmıştık.»
(6) «Bir de
şu gerçek var: İnsanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı.
Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.»
(7) «Ve
onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak
diriltmeyeceğini sanmışlardı.»
(8) «Doğrusu
biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı
(doldurulmuş) bulduk.»
(9) «Oysa
gerçekten biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim
dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.
(10)
«Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri
kendileri için (doğru olana iletici) bir hayır mi diledi?»
(11) «Gerçek
şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bizden bunun dışında (ya da
aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.»
(12) «Biz
şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamıyacağımızı, kaçmak suretiyle de
onu hiç bir şekilde aciz bırakamıyacağımızı anladık.»
(13)
«Elbette biz, o yol gösterici (Kur’an’ı) işitince, ona iman ettik. Artık kim
Rabbine iman ederse, o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa
uğrayacağından.»
(14) «Ve
elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah’a) teslim
olanlar, artık onlar ‘gerçeği ve doğruyu’ araştırıp-bulanlardır.»
(15)
Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.
(16) Eğer
onlar (insanlar ve cinler), yol üzerinde ‘dosdoğru bir istikamet
tuttursalardı’, mutlaka biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık
ve nimet verir) dik.
(17) Ki, kendilerini
bununla denemek için. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah,) onu
‘gittikçe şiddetli artan’ bir azaba sürükler.
(18)
Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah’a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka
hiç bir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın) .
(19) Şu bir
gerçek ki, Allah’ın kulu (olan Muhammed,) O’na dua (ibadet ve kulluk) için
kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse çevresinde keçeleşeceklerdi.
(20) De ki:
«Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O’na hiç kimseyi (ve hiç bir
şeyi) ortak koşmuyorum.»
(21) De ki:
«Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim.»
(22) De ki:
«Muhakkak beni Allah’tan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla
kurtaramaz ve O’nun dışında asla bir sığınak da bulamam.»
(23) «(Benim
görevim,) Yalnızca Allah’tan olanı ve O’nun gönderdiklerini tebliğ etmektir.
Kim Allah’a ve O’nun Resulüne isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere
onun için cehennem ateşi vardır.
(24) Sonunda
onlar, kendilerine vadedileni gördükleri zaman, yardımcı olmak bakımından kim
daha zayıfmış ve sayı bakımından kim daha azmış artık öğrenmiş olacaklardır.»
(25) De ki:
«Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azab) yakın mı, yoksa Rabbim onun için
uzun bir süre mi koymuştur?»
(26) O,
gaybi bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz
(ona muttali kılmaz) .
(27) Ancak
elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü
O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici) ler dizer.
(28) Öyle ki
onların, Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ
ettiklerini bilsin. (Allah,) Onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve her
şeyi sayı olarak da sayıp-tesbit etmiştir.
——————————————————————————–
YÂSÎN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Yâsin.
(2) Andolsun
hikmetli Kur’an’a,
(3)
Gerçekten sen, gönderilen (peygamber) lerdensin.
(4) Dosdoğru
olan bir yol üzerinde.
(5) (Kur’an)
Güçlü ve üstün olan, esirgeyen (Allah’) ın indirmesidir.
(6) Babaları
uyarılıp-korkutulmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi
uyarıp-korkutman için (gönderildin) .
(7)
Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık onlar inanmazlar.
(8)
Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik;
bu yüzden başları yukarı kalkıktır.
(9) Biz
onların önlerinde bir sed, arkalarında da bir sed çektik. Böylelikle onları
örtüverdik, artık görmezler.
(10)
Kendilerini uyarıp-korkutsan da, uyarmayıp-korkutmasan da onlar için birdir;
onlar iman etmezler.
(11) Sen
ancak, zikre (Kur’an’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’) a (karşı) içi
titreyerek korku duyan kimseyi uyarıp-korkutursun. İşte böylesini, bir
bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.
(12)
Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini ve
eserlerini de biz yazarız. Biz her şeyi, apaçık olan bir kitapta tesbit edip
korumuşuz.
(13) Sen
onlara, o şehir halkının örneğini ver; hani oraya elçiler gelmişti.
(14) Hani
biz onlara iki (elçi) göndermiştik, fakat onlar ikisini yalanlamışlardı. Biz de
(iki elçiyi) bir üçüncüyle güçlendirdik; böylece dediler ki: «Şüphesiz biz,
size, gönderilmiş elçileriz.»
(15) Dediler
ki: «Siz, bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsiniz, Rahman (olan
Allah) da herhangi bir şey indirmiş değildir. Siz, yalnızca yalan
söylemektesiniz.»
(16) Dediler
ki: «Rabbimiz, gerçekten sizin için gönderilmiş elçiler olduğumuzu
bilmektedir.»
(17) «Bizim
üzerimizde de (sorumluluk ve görev olarak) apaçık bir tebliğden başkası
yoktur.»
(18) Onlar
dediler ki: «Herhalde biz, sizlerden dolayı uğursuzluğa uğradık. Eğer (bu
söylediklerinize) bir son vermeyecek olursanız, andolsun, sizi taşa tutacağız
ve mutlaka bizden yana size acıklı bir azab dokunacaktır.»
(19) Dediler
ki: «Uğursuzluğunuz, sizinle birliktedir. Size öğüt verildi diye mi
(uğursuzluğa uğradınız) ? Hayır, siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz.»
(20) Şehrin
en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: «Ey kavmim, elçilere uyun» dedi.
(21) «Sizden
ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.»
(22) «Bana
ne oluyor ki, beni yaratana kulluk etmeyecekmişim? siz O’na döndürüleceksiniz.»
(23) «Ben,
O’ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah), bana bir zarar
dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar
beni kurtarabilirler.»
(24) «O
durumda ise, gerçekten ben apaçık bir sapıklık içinde olmuş olurum.»
(25)
«Şüphesiz ben, sizin Rabbinize iman ettim; işte beni işitin.»
(26) Ona:
«Cennete gir» denildi. O da: «Keşke benim kavmim de bir bilseydi» dedi.
(27)
«Rabbimin beni bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını.»
(28)
Kendisinden sonra ise, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik; indirecek
de değildik.
(29) (Ancak
onlara) Yalnızca bir tek çığlık (yetti) ; anında sönüverdiler.
(30)
Yazıklar olsun kullara; ki onlara bir peygamber gelmeyi görsün, mutlaka onunla
alay ederlerdi.
(31)
Görmüyorlar mı, kendilerinden önce nice kuşakları yıkıma uğrattık? Onlar, bir
daha kendilerine dönmemektedirler.
(32) Ancak
onların hepsi, toplanmış olarak huzurumuza getirilmişlerdir.
(33) Ölü
toprak kendileri için bir ayettir; biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık,
böylelikle de onlar ondan yemektedirler.
(34) Biz,
onda hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar
fışkırttık:
(35) Onun
ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de
şükretmiyorlar mı?
(36) Yerin
bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice
şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.
(37) Gece de
kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp-yüzeriz, hemen onlar artık
karanlıkta kalıvermişlerdir.
(38) Güneş
de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp-gitmektedir.
Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah) ın takdiridir.
(39) Ay’a
gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski
bir hurma dalı gibi döndü (döner) .
(40) Ne
güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her
biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.
(41) Onların
soylarını dolu gemilerde (ana rahimlerinde) taşımamız da kendileri için bir
ayettir.
(42) Ve
kendileri için binmekte oldukları bunun benzeri (nice) şeyleri yaratmamız da.
(43) Eğer
dilersek onları batırır-boğarız; bu durumda ne onların imdadına yetişen olur,
ne de onlar kurtulabilirler.
(44) Ancak
bizden bir rahmet olması ve (onları) belirli bir zamana kadar yararlandırmamız
başka.
(45) Onlara:
«Önünüzde olandan ve arkanızda olandan korkup-sakının, belki esirgenirsiniz»
denildiğinde, (dinlemeyip küfre saparlar)
(46) Onlara,
Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyi görsün, mutlaka ondan yüz
çeviricidirler.
(47) Ve
onlara: «Size Allah’ın rızık olarak verdiklerinden infak edin» denildiği zaman
da, o küfre sapanlar iman edenlere dediler ki: «Allah’ın, eğer dilemiş olsaydı
yedireceği kimseyi biz mi yedirecek mişiz? Gerçekten siz, apaçık bir şaşkınlık
içindesiniz.»
(48) Ve
derler ki: «Eğer doğru söylüyorsanız bu tehdit (etmekte olduğunuz yıkım ve
azab) ne zamanmış?»
(49) Onlar,
yalnızca tek bir çığlıktan başkasını gözetmezler, onlar birbirleriyle
çekişip-dururken o kendilerini yakalayıverir.
(50) Artık
ne bir tavsiyede bulunmağa güç yetirebilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
(51) Sûr’a
üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru
(dalgalar halinde) süzülüp-giderler.
(52)
Demişlerdir ki: «Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim
diriltip-kaldırdı? Bu, (öyle oluyor ki) Rahman (olan Allah) ın va’dettiğidir,
(demek ki) gönderilen (peygamber) ler de doğru söylemiş.»
(53) O,
yalnızca bir tek çığlıktan başkası değildir; artık onların hepsi toplanmış
olarak huzurumuza getirilmişlerdir.
(54) İşte
bugün, hiç kimseye (hiç) bir şeyle zulmedilmez ve siz de yapmakta
olduklarınızdan başkasıyla karşılık görmezsiniz.
(55) Gerçek
şu ki, bugün cennet halkı, ‘sevinç ve mutluluk dolu’ bir meşguliyet
içindedirler.
(56)
Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır.
(57) Orada
taptaze-meyveler onların ve istek duymakta oldukları her şey onlarındır.
(58) Çok
esirgeyen Rabb’dan onlara bir de sözlü «Selam» (vardır) .
(59) «Ey
suçlu-günahkârlar, bugün siz bir yana çekilin.»
(60) «Ey
Adem oğulları, ben size and vermedim mi ki: -Şeytana kulluk etmeyin, çünkü, o,
sizin için apaçık bir düşmandır;»
(61) «Bana
kulluk edin, doğru olan yol budur.»
(62)
Andolsun o, sizden birçok insan-kuşağını saptırmıştı. Yine de aklınızı
kullanmıyor muydunuz?
(63) İşte
bu, size vadedilmiş olan cehennemdir.
(64) Küfre
sapmalarınıza karşılık olmak üzere bugün oraya girin.
(65) Bugün
biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazanmakta
olduklarını da elleri bize söylemekte, ayakları da şahitlik etmektedir.
(66) Eğer
dilemiş olsaydık, gözlerinin üstüne bastırır-kör ederdik, böylece yola
dökülüp-koşuşurlardı. Fakat nasıl göreceklerdi ki?
(67) Eğer
dilemiş olsaydık, oldukları yerde (en görkemli çağlarında) onları bir başka
kalıba sokardık; böylece ne ileri gitmeye, ne de geri dönmeye güç
yetirebilirlerdi.
(68) Kime
uzun ömür verirsek, yaratılışta onu tersine çeviririz. Yine de akıllarını
kullanmayacaklar mı?
(69) Biz ona
(Peygambere) şiir öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen
Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık olan bir Kur’an’dır.
(70)
(Kur’an,) Diri olanları uyarıp-korkutmak ve küfre sapanları üzerine sözün hak
olması için (indirilmiştir) .
(71)
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı
görmüyorlar mı? Böylece onlar, bunlara malik oluyorlar.
(72) Biz
onlara kendileri için boyun eğdirdik; işte bir kısmı binekleridir, bir
kısmını(n da etini) yiyorlar.
(73) Onlarda
kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler
mi?
(74) Yardım
görürler umuduyla, onlar Allah’tan başka ilahlar edindiler.
(75) Onların
(o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar
için hazır bulundurulmuş askerlerdir.
(76) Öyleyse
onların sözleri seni hüzne kaptırmasın. Gerçekten biz, onların saklamakta
olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.
(77) İnsan,
bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir
düşman kesilmiştir.
(78) Kendi
yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: «Çürümüş-bozulmuşken, bu
kemikleri kim diriltecekmiş?»
(79) De ki:
«Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.»
(80) Ki O,
size yeşil ağaçtan bir ateş kılandır; siz de ondan yakıyorsunuz.
(81) Gökleri
ve yeri yaratan, onların bir benzerini de yaratmağa kadir değil mi? Hiç
tartışmasız (öyledir) ; O, yaratandır, bilendir.
(82) Bir
şeyi dilediği zaman, O’nun emri, ona yalnızca: «Ol» demesidir; o da hemen
oluverir.
(83) Her
şeyin melekûtu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Ve siz
O’na döndürüleceksiniz.
——————————————————————————–
FURKÂN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ne
mübarektir, Furkan’ı alemler için uyarıcı-korkutucu olsun diye kuluna parça parça
indiren .
(2) Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir, O’na mülkünde ortak yoktur, her
şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.
(3) O’nun
dışında, hiç bir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi
nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve
yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler.
(4) Küfre
sapanlar dediler ki: «Bu (Kur’an), olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır,
onu kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.»
Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.
(5) Ve
dediler ki: «(Bu,) Geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış
olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.»
(6) De ki:
«Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilmekte olan (Allah) indirmiştir. Kuşkusuz
O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.»
(7) Dediler
ki: «Bu peygambere ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır?
Ona, kendisiyle birlikte uyarıp-korkutucu olacak bir melek de indirilmesi
gerekmez miydi?»
(8) «Ya da
kendisine bir hazinenin bırakılması veya ondan yemekte olduğu bir bahçesi
olması (gerekmez miydi) ?» Zulmedenler dedi ki: «Siz olsa olsa, ancak
büyülenmiş bir adama uymaktasınız.»
(9) Bir
bakıver; senin için nasıl örnekler verdiler de böyle saptılar. Artık onlar hiç
bir yol da bulamazlar.
(10)
Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan
cennetler veren ve senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir.
(11) Hayır,
onlar kıyamet-saatini yalanladılar; biz kıyamet saatini yalan sayanlara
çılgınca yanan bir ateş hazırladık.
(12) (Ateş,)
Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu
işitirler.
(13) Elleri
boyunlarına bağlı olarak, onun sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok
oluşu isteyip-çağırırlar.
(14) Bugün
bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın.
(15) De ki:
«Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va’dedilen ebedi cennet mi? Ki
onlar için bir mükâfat ve son duraktır.»
(16) «İçinde
ebedi kalıcılar olarak, orada her istedikleri onlarındır; bu, Rabbinin üzerinde
istenen bir vaaddir.»
(17) Onları
ve Allah’tan başka taptıklarını bir araya getirip toplayacağı ve: «Şu kullarımı
siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar» diyeceği gün;
(18) Derler
ki: «Sen yücesin; senin dışında başka veliler edinmemiz bize yakışmaz, ancak
onları ve atalarını sen meta verip-yararlandırdın, öyle ki (senin) zikri(ni)
unuttular ve böylece yıkıma uğrayan bir kavim oldular.»
(19) «İşte
(ilahlarınız) sizin söylemekte olduklarınızı yalanladılar; bundan böyle (azabı)
ne geri çevirmeye gücünüz yetebilir, ne de bir yardıma. Sizden kim zulmederse,
ona büyük bir azab taddırırız.»
(20) Senden
önce gönderdiklerimizden, gerçekten yemek yiyen ve pazarlarada gezen
(peygamber) lerden başkasını göndermiş değiliz. Biz, sizin bir, kısmınızı bir
kısmı için deneme (fitne konusu) yaptık. Sabredecek misiniz? Senin Rabbin
görendir.
(21) Bize
kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: «Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimizi
görmemiz gerekmez miydi?» Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe
kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar.
(22)
Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkârlara bir müjde yoktur. Ve o gün
(melekler onlara) derler ki: «(Size sevinçli haber) Yasaktır, yasak.»
(23) Onların
yapmakta oldukları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri
kılıverdik.
(24) O gün,
cennet halkının kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer çok daha
güzeldir.
(25) Göğün bulutlarla
parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün;
(26) İşte o
gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah) ındır. Küfredenler için de oldukça zorlu
bir gündür.
(27) O gün,
zulme sapan, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: «Ah keşke, peygamberle
birlikte bir yol edinmiş olsaydım,»
(28) «Vah
yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.»
(29) «Çünkü
o, gerçekten bana gelmiş bulunduktan sonra beni zikirden (Kur’an’dan) saptırmış
oldu. Şeytan da insanı ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakandır.»
(30) Ve
peygmber dedi ki: «Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terkedilmiş (bir
kitap) olarak bıraktılar.»
(31) İşte
böyle; biz, her peygambere suçlu-günahkârlardan biri düşman kıldık. Yol
gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.
(32) Küfredenler
dediler ki: «Kur’an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?»
Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için onu böylece (ayet ayet
indirdik) ve onu ‘belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup’
okuduk.
(33) Onların
sana getirdikleri hiç bir örnek yoktur ki, biz (ona karşı) sana hakkı ve en
güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım.
(34) O
yüzükoyun cehenneme doğru sürülüp-toplanacak olanlar; işte onlar, yer
bakımından çok kötü, yol bakımından da sapık olanlardır.
(35)
Andolsun, biz Musa’ya kitabı verdik ve onunla birlikte kardeşi Harun’u yardımcı
kıldık.
(36) Böylece
onlara: «Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin» dedik; sonunda onları (Firavun ve
çevresini) kökünden darmadağın ettik.
(37) Nuh’un
kavmi de, peygamberleri yalanladıklarında onları suda boğduk ve insanlar için
bir ayet kıldık. Biz zulme sapanlara acıklı bir azab hazırlamışız.
(38) Ad’ı,
Semud’u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok kuşakları da (yok ettik) .
(39) Biz
(onlardan) her birine örnekler verdik ve her birini darmadağın edip mahvettik.
(40)
Andolsun, onlar üstüne felâket yağmuru yağdırılmış bulunan o ülkeye
uğramışlardır; yine de onu görmüyorlar mıydı? Hayır, onlar dirilmeyi
ummuyorlardı.
(41) Seni
gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu edinmektedirler: «Allah’ın,
peygamber olarak gönderdiği bu mu?»
(42) «Eğer
biz onlara karşı kararlılık göstermeseydik, neredeyse bizi ilahlarımızdan
saptırmış olacaktı.» Azabı görecekleri zaman, kim yol bakımından daha sapıkmış,
onlar öğreneceklerdir.
(43) Kendi
istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?
(44) Yoksa
sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar,
ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın (ve
aşağı) dırlar.
(45) Rabbini
görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun
kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delil kılmışızdır.
(46) Sonra
da onu tutup kendimize ağır ağır çekmişizdir.
(47) O,
geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma
(zamanı) kılandır.
(48) Ve
kendi rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler olarak gönderen de O’dur. Biz,
gökten tertemiz su indirmiş bulunmaktayız.
(49) Onunla
ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve
insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.
(50)
Andolsun bunu, onların arasında öğüt alıp-düşünsünler diye çeşitli biçimlerde
açıkladık. Ama insanların çoğu nankörlük edip ayak direttiler.
(51) Eğer
dilemiş olsaydık, her kasabaya da bir uyarıcı-korkutucu gönderirdik.
(52) Öyleyse
kâfirlere itaat etme ve onlara (Kur’an’la) büyük bir cihad ver.
(53) İki
denizi (birbirine) salıp katan O’dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da
tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir
engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.
(54) Ve
insanı bir sudan yaratıp onu, neseb ve sihr (iyyet sahibi) kılan O’dur. Senin
Rabbin güç yetirendir.
(55)
Allah’ın bırakıp kendilerine yarar da, zarar da sağlayamayacak şeylere ibadet
etmektedirler. Kâfir, (asıl) kendi Rabbine karşı (şeytana) arka çıkandır.
(56) Biz
seni yalnızca bir müjde verici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik.
(57) De ki:
«Ben buna karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız)
dışında sizden bir ücret istemiyorum.»
(58) Sen,
asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah) a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih
et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter.
(59) O,
gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakilerini altı günde yaratan ve sonra da
arşa istiva edendir. Rahman (olan Allah) dır. Bunu (bundan) haberi olana sor.
(60) Onlara:
«Rahman (olan Allah) a secde edin» denildiği zaman, «Rahman da neymiş? Biz
senin bize emrettiğine mi secde edecek mişiz?» derler ve (bu,) onların
nefretini arttırıverir.
(61) Gökte
burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne
yücedir.
(62) O, gece
ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da
şükretmek isteyenler için.
(63) O
Rahman (olan Allah) ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler
ve cahiller kendilerine muhatap oldukları zaman da «Selam» derler.
(64) Onlar,
Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler.
(65) Onlar:
«Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir; gerçek şu ki, onun azabı
ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır) derler.
(66)
«Şüphesiz o, ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir konaklama yeridir.»
(67) Onlar,
harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar; (harcamaları,) ikisi
arasında orta bir yol olur.
(68) Ve
onlar, Allah ile beraber başka bir ilâh’a tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı
canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa ‘ağır bir
ceza ile’ karşılaşır.
(69) Kıyamet
günü, azab ona kat kat arttırılır ve o içinde aşağılanmış olarak temelli kalır.
(70) Ancak
tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların
günahlarını, Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir.
(71) Kim
tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi)
kabul edilmiş olarak Allah’a döner.
(72) Ki
onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları
zaman onurlu olarak geçenlerdir.
(73) Onlar,
kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve
körler olarak kapanıp kalmayanlardır.
(74) Ve
onlar: «Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak
(çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl,» diyenlerdir.
(75) İşte
onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla
ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar.
(76) Orda
ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama
yeridir.
(77) De ki:
«Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten
yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.»
——————————————————————————–
FATIR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, ikişer üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan
Allah’ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her şeye güç
yetirendir.
(2) Allah,
insanlar için rahmetinden her neyi açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak olan
yoktur; her neyi de kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek olan
yoktur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(3) Ey
insanlar, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi
rızıklandıran Allah’ın dışında da bir başka yaratıcı var mı? O’ndan başka ilah
yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?
(4) Eğer
seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalanlandı. (En sonunda
bütün) İşler Allah’a döndürülür.
(5) Ey
insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi
aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak)
aldatmasın.
(6) Gerçek
şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi
grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.
(7) O
küfredenler; onlar için şiddetli bir azab vardır. İman edip salih amellerde
bulunanlar ise; onlar için de bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.
(8) Kötü
olarak yapıp-ettikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi
(Allah katında kabul görecek) ? Artık şüphesiz Allah, dilediğini saptırır,
dilediğini de hidayete eriştirir. Öyleyse, onlara karşı nefsin hasretlere
kapılıp gitmesin. Gerçekten Allah, yapmakta olduklarını bilendir.
(9) Allah,
rüzgârları gönderir, onlar da bulutu kaldırır, böylece biz onu ölü bir beldeye
sürükleriz, onunla, yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte (ölümden sonra)
dirilip-yayılma da böyledir.
(10) Kim
izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, salih
amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için
şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur’
(11) Allah,
sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı.
O’nun bilgisi olmaksızın, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene,
ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)
dır. Gerçekten bu, Allah’a göre kolaydır.
(12) İki
deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve
acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs
eşyalarını çıkarırsınız. O’nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için
gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.
(13)
(Allah,) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar;
güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp
gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah, sizin Rabbinizdir; mülk
O’nundur. O’ndan başka tapmakta olduklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik
zarına’ bile malik olamazlar.
(14) Eğer
onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler.
Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır. (Bunu her şeyden)
Haberi olan Allah gibi sana (hiç kimse) haber vermez.
(15) Ey
insanlar, siz Allah’a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiç
bir şeye ihtiyacı olmayan) dır, Hamîd (övülmeye layık) tır.
(16)
Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir.
(17) Bu,
Allah’a göre güç değildir. kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez. Sen,
yalnızca gayb ile Rablerinden ‘içleri titreyerek-korkmakta’ olanları ve
dosdoğru namazı kılanları uyarıp-korkutursun. Kim temizlenip-arınırsa, artık o,
kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah’adır.
(18) Hiç bir
günahkâr bir başka günahkârın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse
(bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, onun yakın-akrabası da olsa-
(19) Kör
olanla (basiretle) gören bir değildir;
(20)
Karanlıklara aydınlık,
(21) Gölge
ile sıcaklık da.
(22) Diri
olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen
ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.
(23) Sen,
yalnızca bir uyarıcı-korkutucusun.
(24) Hiç
şüphesiz biz seni, Hak ile bir müjde verici bir uyarıcı-korkutucu olarak
gönderdik. Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı-korkutucu gelip-geçmiş
olmasın.
(25) Eğer
seni yalanlıyorlarsa, senden öncekiler de yalanlandı; peygamberleri ise,
kendilerine apaçık olan ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar
getirmişlerdi.
(26) Sonra
ben de o küfre sapanları yakalayıverdim. Beni inkârları nasıl oldu (onlar
gördüler) ?
(27)
Allah’ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece biz onunla, renkleri
değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı, renkleri değişik
ve siyah yollar (kıldık) .
(28)
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar
vardır. Kulları içinde ise, Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri
titreyerek-korkar’ Hiç şüphe yok Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.
(29)
Gerçekten Allah’ın Kitabını okuyanlar, dosdoğru namazı kılanlar ve kendilerine
rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara
uğramayacak bir ticareti umabilirler.
(30) Çünkü
(Allah,) onların ecirlerini noksansız olarak öder ve kendi fazlından onlara
arttırır. Hiç şüphe yok O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir.
(31)
Kendinden öncekini doğrulayıcı olarak sana Kitap’tan vahyettiğimiz gerçeğin ta
kendisidir. Şüphesiz Allah, elbette haber alandır, görendir.
(32) Sonra
Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi
nefsine zulmeder, kimi kendi orta yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda
yarışır-öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir.
(33) Adn
cennetleri (onlarındır) ; oraya girerler; orada altından bileziklerle ve
incirlerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri de ipektir.
(34) Derler
ki: «Bizden hüznü giderip-yok eden Allah’a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz,
gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.»
(35) «Ki O,
bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada
bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz.»
(36) İnkâr
edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne karar
verilir, ki, böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey)
hafifletilir. İşte biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız.
(37) İçinde
onlar (şöyle) çığlık atarlar: «Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih
bir amelde bulunalım.» Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt
alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıp-korkutan da gelmişti. Öyleyse
(azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.
(38) Hiç
şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin
özünde (saklı) olanı bilir.
(39)
Yeryüzünde sizi halifeler kılan O’dur. Öyleyse kim küfre saparsa, artık küfrü
kendi aleyhinedir. Rableri katında kâfir olanlara kendi küfürleri gazabtan
başkasını arttırmaz ve kâfir olanlara kendi küfürleri kayıptan başkasını da
arttırmaz.
(40) De ki:
«Siz, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana
haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı
mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir
belge üzerinde midirler? Hayır, zulmetmekte olanlar, birbirlerine aldatmadan
başkasını vadetmiyorlar.
(41) Hiç
şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında)
tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık
onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.
(42) Yeminlerinin
olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerin
herhangi birinden mutlaka daha doğru yolda olacaklarına dair, Allah’a and
içtiler. Ancak onlara uyarıcı-korkutucu geldiğinde, nefretlerinden başkasını
artırmadı.
(43) (Hem de)
Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa
hileli-düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar
öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde
kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir
dönüşüm de bulamazsın.
(44)
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, böylelikle kendilerinden öncekilerin
nasıl bir sona uğradıklarını görsünler; üstelik onlar, kuvvet bakımından
kendilerinden daha şiddetliydiler. Göklerde de, yerde de Allah’ı aciz bırakacak
hiç bir şey yoktur. Hiç şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir.
(45) Eğer
Allah, kazanmakta oldukları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek
olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı
konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık
şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.
——————————————————————————–
MERYEM SURESİ
——————————————————————————–
(1) Kâf, He,
Ye, Ayn, Sâd.
(2) (Bu,)
Rabbinin kulu Zekeriya’ya rahmetinin zikridir.
(3) Hani o,
Rabbine gizlice seslendiği zaman.
(4) Demişti
ki: «Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle
tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım.»
(5) «Doğrusu
ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir
kısır (kadın) dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et.»
(6) «Bana
mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden)
razı olunan(lardan) kıl.»
(7) (Allah
buyurdu:) «Ey Zekeriya, şüphesiz biz seni, adı Yahya olan bir çocukla
müjdelemekteyiz; biz bundan önce ona hiç bir adaş kılmamışız.»
(8) Dedi ki:
«Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de
yaşlılığın son basamağındayım.»
(9) (Ona
gelen melek:) «İşte böyle» dedi. «Rabbin dedi ki: -Bu benim için kolaydır, daha
önce sen hiç bir şey değil iken, seni yaratmıştım.»
(10) Dedi
ki: «Rabbim, bana bir belge (ayet) ver.» Dedi ki: «Senin belgen, sapasağlam
iken, üç tam gece insanlarla konuşmamandır.»
(11)
Böylelikle (Zekeriya) mescidten kavminin karşısına çıkıp onlara (şu anlamları)
işaret etti: «Sabah akşam tesbih edin.»
(12)
(Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) «Ey Yahya, Kitabı kuvvetle
tut.» Daha çocuk iken ona hikmet verdik.
(13) Katımızdan
ona bir sevgi-duyarlılığı ve temizlik (de verdik) O, çok takva sahibi biriydi.
(14) Ana ve
babasına itaatkârdı ve isyan eden bir zorba değildi.
(15) Ona
selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün
de.
(16)
Kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere
çekilmişti.
(17) Sonra
onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz
(Cibril’i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
(18) Demişti
ki: «Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah) a sığınırım. Eğer takva
sahibiysen (bana yaklaşma) .»
(19) Demişti
ki: «Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk
armağan etmek için (buradayım) .»
(20) O:
«Benim nasıl bir erkek-çocuğum olabilir? Bana hiç bir beşer dokunmamışken ve
ben azgın-utanmaz (bir kadın) değilken» dedi.
(21) «İşte
böyle» dedi. «Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet
ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır) .» Ve iş de olup
bitmişti.
(22)
Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.
(23) Derken
doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: «Keşke bundan önce
ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim.»
(24)
Altından (bir ses) ona seslendi: «Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan) ında
bir ark kılmıştır.»
(25) Hurma
dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin.»
(26) Artık,
ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: «Ben
Rahman (olan Allah) a oruç adadım, bugün hiç bir insanla konuşmayacağım.»
(27) Böylece
onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: «Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı
bir şey yaptın.»
(28) «Ey
Harun’un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın-utanmaz
(bir kadın) değildi.»
(29) Bunun
üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: «Henüz beşikte olan bir çocukla
biz nasıl konuşabiliriz?»
(30) (İsa)
Dedi ki: «Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni
peygamber kıldı.»
(31) «Nerede
olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve
zekâtı vasiyet (emr) etti.»
(32) «Anneme
itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı.»
(33) «Selam
üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün
de.»
(34) İşte
Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri «Hak Söz».
(35)
Allah’ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar
verirse, ancak ona: «Ol» der, o da hemen oluverir.
(36) Gerçek
şu ki, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin.
Dosdoğru yol budur.
(37)
İçlerinden (birtakım) gruplar ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten
dolayı, vay küfre sapanlara.
(38) Bize
gelecekleri gün, neler işitecekler, neler görecekler. Ama bugün o zalimler
apaçık bir sapıklık içindedirler.
(39) İş(in)
hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet
içindedirler ve onlar inanmıyorlar.
(40) Şüphe
yok, yeryüzüne ve onun üzerindekilere biz varis olacağız ve onlar bize
döndürülecekler.
(41)
Kitap’ta İbrahim’i de zikret. Gerçekten o, doğruyu-söyleyen bir peygamberdi.
(42) Hani
babasına demişti: «Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden
bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?»
(43)
«Babacığım, gerçek şu ki, sana gelmeyen bir ilim geldi bana. Artık bana tabi
ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım.»
(44)
«Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah) a
başkaldırandır.»
(45)
«Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından
korkmaktayım, o zaman şeytanın velisi olursun.»
(46)
(Babası) Demişti ki: «İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer
(bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir
süre de benden uzaklaş, (bir yerlere) git.»
(47)
(İbrahim:) «Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim,
çünkü, O bana pek lütufkârdır» dedi.
(48) «Sizden
ve Allah’tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum.
Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım.»
(49)
Böylelikle, onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona
İshak’ı ve (oğlu) Yakub’u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
(50) Onlara
rahmetimizden armağan(lar) bağışladık ve onlar için yüce bir doğruluk dili verdik.
(51)
Kitap’ta Musa’yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş (Resul)
bir peygamberdi.
(52) Ona,
Tur’un sağ yanından seslendik ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için
yakınlaştırdık.
(53) Ona
rahmetimizden kardeşi Harun’u da bir peygaber olarak armağan ettik.
(54)
Kitap’ta İsmail’i de zikret. Çünkü o, va’dinde doğruydu ve gönderilmiş (Resul)
bir peygamberdi.
(55)
Halkına, namazı ve zekâtı emrediyordu ve o, Rabbi katında kendisinden razı
olunan (bir insan) dı.
(56)
Kitap’ta İdris’i de zikret. Çünkü o, doğru olan bir peygamberdi.
(57) Biz onu
yüce bir mekân (makam) a yükseltmiştik.
(58) İşte
bunlar; kendilerine Allah’ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem’in
soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan kuşakların) dan, İbrahim ve İsrail
(Yakup) in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler.
Onlara Rahman (olan Allah’) ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye
kapanıverirler.
(59) Sonra
onların arkasından öyle kuşaklar türedi ki, namaz (kılma duyarlığın) ı kaybettiler
ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla
karşılaşacaklardır.
(60) Ancak
tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır) ; işte
bunlar, cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar.
(61) Adn
cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan
vadetmiştir. Şüphe yok, O’nun va’di yerine gelecektir.
(62) Onda
selamın dışında ‘boşa harcanmış bir söz’ işitmezler. Sabah akşam, onların
rızıkları orda (bulunmakta) dır.
(63) O
cennet; biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız.
(64) Biz
(elçiler,) ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, ardımızda ve bunlar
arasında olan her şey O’nundur. Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.
(65) Göklerin,
yerin ve her ikisi arasındakilerinin Rabbidir; şu halde O’na ibadet et ve O’na
ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olduğunu biliyor musun?
(66) İnsan
demektedir ki: «Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım?»
(67) İnsan
önceden, hiç bir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç)
düşünmüyor mu?
(68)
Andolsun Rabbine, biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz, sonra
onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulunduracağız.
(69) Sonra,
her bir gruptan Rahman (olan Allah) a karşı azgınlık göstermek bakımından en
şiddetli olanını ayıracağız.
(70) Sonra
biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi
bilmekteyiz.
(71) Sizden
ona girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir
karardır.
(72) Sonra,
takva sahiplerini kurtarırız ve zulme sapanları diz üstü çökmüş olarak
bırakıveririz.
(73) Onlara
apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda, o küfre sapanlar, iman edenlere derler ki:
«İki gruptan hangisi, makam bakımından daha iyi, topluluk bakımından daha
güzeldir?»
(74)
Onlardan önce nice insan-kuşaklarını yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam
ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler. gördükleri
zaman artık kimin yeri (makam, mevki) daha kötü, kimin askeri-gücü daha
zayıfmış, öğreneceklerdir.
(75) De ki:
«Kim sapıklık içindeyse, Rahman (olan Allah), ona süre tanıdıkça tanır;
kendilerine va’dedileni -ya azabı veya kıyamet-saatini-
(76) Allah,
hidayet bulanlara hidayeti arttırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin
katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha
hayırlıdır.
(77)
Ayetlerimizi inkâr edip, bana: «Elbette mal ve çocuklar verilecektir» diyeni
gördün mü?
(78) O,
gayba mı tanık oldu, yoksa Rahman (olan Allah) ın katında(n) bir ahid mi aldı?
(79) Asla;
demekte olduğunu yazacağız ve onun için azabta(n) da süre tanıdıkça
tanıyacağız.
(80) Onun
söylemekte olduğuna biz mirasçı olacağız; o bize, ‘yapayalnız tek başına’
gelecektir.
(81)
Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah’tan başka ilahlar edindiler.
(82) Hayır;
(o yalancı ilahlar) onların tapınışlarını inkâr edecekler ve onlara karşı
çelişkiye düşecekler.
(83)
Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik,
onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
(84) Onlara
karşı acele davranma; biz onlar için ancak saydıkça saymaktayız.
(85) Takva
sahiplerini bir heyet halinde Rahman (olan Allah’ın huzuran) a toplayacağımız
gün,
(86)
Suçlu-günahkârları da, susamışlar olarak cehenneme süreceğiz.
(87)
Rahmanın katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik
olamayacaklardır.
(88) «Rahman
çocuk edinmiştir» dediler.
(89)
Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz.
(90)
Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar
yıkılıp-göçüverecekti.
(91) Rahman
adına çocuk öne sürdüklerinde (ötürü bunlar olacaktı)
(92) Rahman
(olan Allah) a çocuk edinmek yaraşmaz.
(93)
Göklerde ve yerde olan (herkesin her şeyin) tümü. Rahman (olan Allah) a,
yalnızca kul olarak gelecektir.
(94)
Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak da saymış
bulunmaktadır.
(95) Ve
onların hepsi, kıyamet günü O’na, ‘yapayalnız tek başlarına’ geleceklerdir.
(96) İman
edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir
sevgi kılacaktır.
(97) Biz
bunu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve
direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için.
(98) Biz,
onlardan önce nice insan-kuşaklarını yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan hiç
birini hissediyor ya da onların fısıltılarını duyuyor musun?
——————————————————————————–
TÂHÂ SURESİ
——————————————————————————–
(1) Tâ, Hâ.
(2) Biz sana
bu Kur’an’ı güçlük çekmen için indirmedik,
(3) ‘İçi
titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik) .
(4) Yeri ve
yüksek gökleri yaratan tarafından bir indirmedir.
(5) Rahman
(olan Allah) arşa istiva etmiştir.
(6)
Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü
O’nundur.
(7) Sözü
açığa vursan da, (gizlesen de birdir) . Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin
gizlisini de bilmektedir.
(8) Allah;
O’ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.
(9) Sana
Musa’nın haberi geldi mi?
(10) Hani
bir ateş görmüştü de, ailesine şöyle demişti: «Durun, şüphesiz ben bir ateş
gördüm; umulur ki size ondan bir kor getiririm ya da ateşin yanında bir
yol-gösterici bulurum.»
(11) Nitekim
ona gidince, kendisine seslenildi: «Ey Musa.»
(12)
«Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal
vadi olan Tuva’dasın.»
(13) «Ben
seni seçmiş bulunmaktayım; bundan böyle vahyolunanı dinle.»
(14)
«Gerçekten Ben, Ben Allah’ım, Ben’den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet
et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.»
(15)
«Şüphesiz, kıyamet-saati yaklaşarak-gelmektedir. Herkesin harcadığı çabanın
karşılığını alması için, onun (koşup haberini) neredeyse gizleyeceğim.»
(16)
«Öyleyse, ona inanmayıp kendi hevasına uyan, sakın seni ondan alıkoymasın;
sonra yıkıma uğrarsın.»
(17) «Sağ
elindeki nedir ey Musa?»
(18) Dedi
ki: «O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak
düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.»
(19) Dedi
ki: «Onu at, ey Musa.»
(20)
Böylece, o da onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir
yılan (oluvermiş) .
(21) Dedi
ki: «Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.»
(22) «Elini
de koltuğuna sok, bir hastalık olmadan, başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz
bir durumda çıksın.»
(23)
«Öyleki, sana büyük mucizelerimizden (birini) göstermiş olalım.»
(24)
«Firavun’a git, çünkü o azmış bulunmaktadır.»
(25) Dedi
ki: «Rabbim, benim göğsümü aç.»
(26) «Bana
işimi kolaylaştır,»
(27)
«Dilimden düğümü çöz,»
(28) «Ki
söyleyeceklerimi kavrasınlar.»
(29)
«Ailemden bana bir yardımcı kıl,»
(30)
«Kardeşim Harun’u»
(31) «Onunla
arkamı kuvvetlendir.»
(32) «Onu
işimde ortak kıl,»
(33)
«Böylece seni çok tesbih edelim.»
(34) «Ve
seni çok zikredelim.»
(35) «Hiç
şüphesiz sen, bizi görmektesin.»
(36) (Allah)
Dedi ki: «Ey Musa İstediğin sana verilmiştir.»
(37)
«Andolsun, biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk.
(38) «Hani,
annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyleki:)»
(39) «Onu
sandığın içine koy, onu suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu benim
de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen
için, kendimden sana bir sevgi yönelttim.»
(40) «Hani
kız kardeşin gezinip: «Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim
mi?» demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun
ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, biz seni tasadan kurtarmış
ve seni ‘esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik.’ Medyen halkı arasında da
yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa.»
(41) «Seni
kendim için seçtim.»
(42) «Sen ve
kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın.»
(43) «İkiniz
Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.»
(44) «Ona
yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.»
(45) Dediler
ki: «Rabbimiz, biz gerçekten, onun bize karşı ‘taşkın bir tutum takınmasından’
ya da ‘azgın-davranmasından’ korkmaktayız.»
(46) Dedi
ki: «Korkmayın, çünkü ben sizinle birlikteyim; işitmekteyim ve görmekteyim.»
(47) «Haydi
ona gidin de deyin ki: -Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğullarını
bizimle birlikte gönder ve onlara (artık) azab verme. Sana Rabbinden bir ayetle
geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.»
(48)
«Gerçekten bize vahyolundu ki: Doğrusu azab, yalanlayan ve yüz çevirenlerin
üstünedir.»
(49) (Ona
gidip aynı şeyleri tekrarladıklarında, Firavun onlara) Dedi ki: «Sizin Rabbiniz
kim ey Musa?»
(50) Dedi
ki: «Bizim Rabbimiz, her şeye yaptılışını veren,sonra doğru yolunu gösterendir»
(51)
(Firavun) Dedi ki: «İlk çağlardaki kuşakların durumu nedir öyleyse?»
(52) Dedi
ki: «Bunun bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve
unutmaz.»
(53) «Ki
(Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşendi
ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık.»
(54) «Yiyin
ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphe yok, bunda sağduyu sahipleri için elbette
ayetler vardır.
(55) Sizi
ondan yarattık, sizi ona geri vereceğiz ve sizi bir kere daha ondan
çıkaracağız.
(56)
Andolsun, biz ona ayetlerimizin tümünü gösterdik; fakat o, yalanladı ve ayak
diretti.
(57) Dedi
ki: «Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp-çıkarmaya mı gelmiş
bulunuyorsun?»
(58) «Madem
böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir ‘buluşma
zamanı ve yeri’ tesbit et, bizim de, senin de ona karşı olamayacağımız
açık-geniş bir yer olsun» dedi.
(59) (Musa)
Dedi ki: «Buluşma-zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların
toplanacağı kuşluk vakti (olsun) .»
(60)
Böylelikle Firavun, arkasını dönüp gitti, hileli düzenini (yürütecek büyücüleri)
bir araya getirdi, sonra geldi.
(61) Musa
onlara dedi ki: «Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp-uydurmayın,
sonra bir azab ile kökünüzü kurutur. Yalan düzüp-uyduran gerçekten yok olup
gitmiştir.»
(62) Bunun
üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar ve gizli
konuşmalara geçtiler.
(63) Dediler
ki: «Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan
sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek
istemektedirler.»
(64) «Bundan
ötürü, tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün
üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur.»
(65) «Ey
Musa» dediler. «Ya sen (asanı) at veya önce atanlar bizler olalım.»
(66) Dedi
ki: «Hayır, sizler atın.» Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı,
onların ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.
(67) Musa,
bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı.
(68)
«Korkma» dedik. «Şüphesiz sen, üstün gelecek olan sensin.»
(69) «Sağ
elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları
yalnızca bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz.»
(70) Bunun
üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: «Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman
ettik» dediler.
(71)
(Firavun) Dedi ki: «Ben size izin vermeden önce O’na inandınız, öyle mi?
Kuşkusuz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi
ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında
sallandırıcağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha
sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.»
(72) Dediler
ki: «Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla ‘tercih
edip-seçmeyiz’. Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen,
yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.»
(73)
«Gerçekten biz Rabbimize iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi
kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha
hayırlıdır ve daha süreklidir.»
(74) «Gerçek
şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkâr olarak gelirse, hiç şüphe yok, onun için
cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilir, ne de dirilebilir.»
(75) «Kim de
O’na iman edip salih amellerde bulunmuş olarak O’na gelirse, işte onlar, onlar
için de yüksek dereceler vardır.»
(76)
«İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de
(onlarındır.) Ve işte bu arınmış olanın karşılığıdır.»
(77)
Andolsun, biz Musa’ya vahyetmiştik: «Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara
denizde kuru bir yol aç, (size) yetişilmekten korkmadan ve endişeye
kapılmadan.»
(78) Firavun
ise, ordularıyla peşlerine düştü; sulardan onları kaplayıveren kaplayıverdi.
(79)
Firavun, kendi kavmini şaşırtıp-saptırdı ve onları doğruya yöneltmedi.
(80) Ey
İsrailoğulları, andolsun, sizi düşmanlarınızdan kurtardık, Tur’un sağ yanında
sizinle vaedleştik – ve üzerine kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
(81) Size,
rızık olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yiyin, bu konuda azgınlık
yapmayın, yoksa gazabım üzerinize kaçınılmaz olarak iner: benim gazabım, kimin
üzerine inerse, muhakkak o, tepetaklak düşmüştür.
(82)
Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola
erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.
(83) «Ey
Musa, seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevk eden nedir?»
(84) Dedi
ki: «Onlar arkamda izin üzerindedirler, hoşnut kalman için, sana gelmekte acele
ettim Rabbim.»
(85) Dedi
ki: «Biz senden sonra kavmini deneme (fitne) den geçirdik, Samiri onları
şaşırtıp-saptırdı.»
(86) Bunnu
üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: «Ey kavmim,
Rabbiniz size güzel bir vaadte bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre)
pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini
mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?»
(87) Dediler
ki: «Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır
halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, biz onları (ateşe)
attık, böylece Samiri de attı.»
(88) Böylece
onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli döküp-çıkardı, «İşte, sizin de
ilahınız, Musa’nın da ilahı budur; fakat (Musa) unuttu» dediler.
(89) Onun
kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda
sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?
(90)
Andolsun, Harun bundan önce onlara: «Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye
düşürüldünüz (denendiniz) . Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah) dır; şu
halde bana uyun ve emrime itaat edin» demişti.
(91)
Demişlerdi ki: «Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp
önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.»
(92) (Musa
da gelince:) «Ey Harun» demişti. «Onların saptıklarını gördüğün zaman seni
(onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi?»
(93) «Niye
bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?»
(94) Dedi
ki: «Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: -İsrailoğulları
arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin» demenden endişe edip korktum.»
(95) (Musa)
Dedi ki: «Ya senin amacın nedir ey Samiri?»
(96) Dedi
ki: «Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp
onu atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.»
(97) Dedi
ki: «Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: «Bana
dokunulmasın») deyip yerinmendir.» Ve şüphesiz senin için kendisinden asla
kaçınamayacağın (azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel
bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra
darmadağın edip denizde savuracağız.»
(98) «Sizin
ilahınız yalnızca Allah’tır ki, O’nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından
her şeyi kuşatmıştır.»
(99) Sana
geçmişlerin haberlerinden bir bölümünü böylece aktarıyoruz. Gerçekten, sana
katımızdan bir zikir verdik.
(100) Kim
bundan yüz çevirirse, hiç şüphesiz kıyamet günü o, bir günah-yükü
yüklenecektir.
(101) O
(yükün altı) nda ebedi olarak kalıcıdırlar. Bu, kıyamet günü onlar için ne kötü
bir yüktür.
(102) Sur’a
üfürüleceği gün, biz suçlu-günahkârları o gün, (yüzleri kara, gözleri) gömgök
(kaskatı ve kör) olarak toplayacağız.
(103)
«(Dünyada) Yalnızca on (gün) kaldınız» diye kendi aralarında fısıldaşacaklar.
(104)
Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından
onların daha üst olanları ise: «Siz yalnızca bir gün kaldınız» derler.
(105) Sana
dağlar hakkında soruyorlar. De ki: «Benim Rabbim, onları darmadağın edip
savuracak.»
(106) «Yerlerini
bomboş, çırçıplak bırakacaktır.»
(107) «Orada
ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.»
(108) O gün,
kendisinden sapma imkânı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah) a
karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin.
(109) O gün,
Rahman (olan Allah) ‘ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu
kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz.
(110) O,
önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O’nu
kavrayıp kuşatmazlar.
(111) (Artık
bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise
yok olup-gitmiştir.
(112) Kim de
bir mü’min olarak, salih olan amellerde bulunursa, artık o, ne zulümden
korksun, ne de hakkının eksik tutulmasından.
(113)
Böylece biz onu, Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri
türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için
düşünme (yeteneğini) oluşturur.
(114) Hak
olan, biricik hükümdar olan Allah yücedir. Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan
evvel, Kur’an’ı (okumada) acele etme ve de ki: «Rabbim, ilmimi arttır.»
(115)
Andolsun, biz bundan önce Adem’e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda
bir kararlılık bulmadık.
(116) Hani
biz meleklere: «Adem’e secde edin» demiştik, İblis’in dışında (diğerleri) secde
etmişlerdi, o, ayak diretmişti.
(117) Bunun
üzerine dedik ki: «Ey Adem, bu gerçekten sana da, eşine de düşmandır; sakın
sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun.»
(118)
Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı)
dır.»
(119) Ve
gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.»
(120)
Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok
olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»
(121)
Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine
açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem,
Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı.
(122) Sonra
Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.
(123) Dedi ki:
«Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak, hepiniz ordan inin. Artık size
benden bir yol gösterici gelecektir; kim benim hidayetime uyarsa artık o
şaşırıp sapmaz ve mutsuz da olmaz.»
(124) «Kim
de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve
biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.»
(125) «O da
(şöyle) demiş olur: -Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin
Rabbim?»
(126) (Allah
da) Der ki: «İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun,
bugün de sen işte böyle unutulmaktasın.»
(127) İşte
biz ölçüsüzce davrananları ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böyle
cezalandırırız; ahiretin azabı ise gerçekten daha şiddetli ve daha süreklidir.
(128)
Kendilerinden önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya
yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi
kalıntıları üzerinde) gezinip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri
için ayetler vardır.
(129) Eğer
Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel)
olmasaydı kuşkusuz (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu.
(130) Şu
halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan önce ve
batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün
uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.
(131)
Onlardan bazı gruplara, kendilerini onunla denemek için yararlandırdığımız
dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha
süreklidir.
(132) Ehline
(ümmetine) namazı emret ve onda kararlı davran. Biz senden rızık istemiyoruz,
biz sana rızık vermekteyiz. Sonuç da takvanındır.
(133)
Dediler ki: «Bize kendi Rabbinden bir ayet (mucize) getirmesi gerekmez miydi?»
Onlara önceki kitaplarda açık belgeler gelmedi mi?
(134) Eğer
biz onları bundan önceki bir azab ile yıkıma uğratmış olsaydık, şüphesiz
diyeceklerdi ki: «Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, küçülmeden ve
aşağılanmadan önce senin ayetlerine tabi olsaydık.»
(135) De ki:
«Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun. Sonunda, dümdüz (dosdoğru)
yolun sahipleri kimlermiş, ve doğru yola ulaşan kimlermiş, pek yakında
öğreneceksiniz.»
——————————————————————————–
VÂKIA SURESİ
——————————————————————————–
(1) Vakıa
(tartışmasız bir gerçek olan kıyamet) vuku bulduğu zaman,
(2) Onun
vukuuna (gerçekleşmesine artık) yalan diyecek yoktur.
(3) O
aşağılatıcı, yücelticidir.
(4) Yer,
şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı,
(5) Ve
dağlar darmadağın olup ufalandığı,
(6) Derken
toz duman halinde dağılıp-savrulduğu.
(7) Ve
sizler de üç sınıf olduğunuz zaman;
(8) İşte o
«Ashab-ı Meymene» olanlar, ne (kutlu) «Ashab-ı Meymene»dir.
(9) «Ashab-ı
Meş’eme» olanlar da, ne (mutsuz ve uğursuz) «Ashab-ı Meş’eme»dir.
(10) Yarışıp
öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir.
(11) İşte
onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır.
(12)
Nimetlerle-donatılmış Cennetler içinde;
(13) Birçoğu
geçmiş (ümmet) lerden.
(14) Birazı
da sonrakilerden.
(15) ‘Özenle
mücevherlerden işlenmiş’ tahtlar üzerindedirler;
(16)
Üstlerinde karşılıklı olarak dayanıp-yaslanmışlardır.
(17)
Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;
(18)
Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,
(19) Ki
bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.
(20)
Arzulayıp-seçecekleri meyveler,
(21)
Canlarının çektiği kuş eti.
(22) Ve iri
gözlü huriler,
(23) Sanki
saklı inciler gibi;
(24)
Yapmakta olduklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);
(25) Orada,
ne ‘saçma ve boş bir söz’ işitirler, ne de günaha sokma.
(26)
Yalnızca bir söz (işitirler:) «Selam, selam.»
(27)
«Ashab-ı Yemin», ne (kutludur o) «Ashab-ı Yemin.»
(28) Yüklü
dalları bükülmüş kiraz (ağaçları),
(29) Üstüste
dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları,
(30)
Yayılıp-uzanmış gölgeler,
(31)
Durmaksızın akan su(lar) ;
(32) Ve
(daha) birçok meyveler arasında,
(33)
Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler) .
(34)
Yükseklere-kurulmuş döşekler(dedirler) .
(35) Gerçek
şu ki, biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.
(36) Onları
hep bakireler olarak kıldık,
(37)
Eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt,
(38)
«Ashab-ı Yemin» olanlar için.
(39)
(Bunların) Birçoğu geçmiş (ümmet) lerden,
(40) Birçoğu
da sonrakilerdendir.
(41)
«Ashab-ı Şimal», ne (mutsuzdurlar o) «Ashab-ı Şimal.»
(42)
Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su,
(43) Ve kapkara
dumandan olan bir gölge içindedirler,
(44) Ki o,
ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim) .
(45) Çünkü
onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış olanlardı.
(46) Onlar,
büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.
(47) Ve
derlerdi ki: «Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi
diriltilecekmişiz?»
(48)
«Önceden gelip-geçmiş atalarımız da mı?»
(49) De ki:
«Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de,»
(50)
«Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır.»
(51) Sonra
gerçekten siz, ey sapık olan yalancılar,
(52) Hiç
şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz.
(53) Böylece
karınları(nızı) onda dolduracaksınız,
(54) Onun
üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz.
(55) Üstelik
‘içtikçe susayan hasta develerin’ içişi gibi içeceksiniz.
(56) İşte
bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir.
(57) Sizleri
biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz?
(58) Şimdi
(rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü?
(59) Onu
sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı biz miyiz?
(60) Sizin
aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmiş değildir;
(61)
(Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir
şekilde-inşa etme konusunda.
(62)
Andolsun, ilk inşa (yaratma) yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi?
(63) Şimdi
ekmekte olduğunuz (tohum) u gördünüz mü?
(64) Onu
sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
(65) Eğer
dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle
şaşar-kalırdınız.
(66) (Şöyle
de sızlanırdınız:) «Doğrusu biz, ağır borç altına girip-zorlandık,»
(67) «Hayır,
biz büsbütün yoksun bırakıldık.»
(68) Şimdi
siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü?
(69) Onu
sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren biz miyiz?
(70) Eğer
dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?
(71) Şimdi
yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü?
(72) Onun
ağacını sizler mi inşa edip-yarattınız, yoksa onu inşa edip-yaratanlar mıyız?
(73) Biz onu
hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu) ; hem de ihtiyacı olanlara bir meta kıldık.
(74) Şu
halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et.
(75) Hayır,
yıldızların yer (mevki) lerine yemin ederim.
(76)
Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.
(77) Hiç
tartışmasız bu, Kur’an-ı Kerim’dir.
(78)
Saklanmış-korunmuş bir kitapta (yazılı) dır.
(79) Ona,
temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunmaz.
(80)
Alemlerin Rabbinden indirilmedir.
(81) Şimdi
siz bu sözü mü hor görüp-küçümsüyorsunuz?
(82) Ve
rızkınızı (Kur’an’dan yararlanma nimetini bırakıp onu) mutlaka yalan saymaktan
ibaret mi kılıyorsunuz?
(83) Hele
can boğaza gelip dayandığında,
(84) Ki o
sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz,
(85) Biz ona
sizden daha yakınız; ancak siz görmezsiniz.
(86) İşte o
vakit, eğer siz ceza görmeyecek iseniz,
(87) Eğer
doğru sözlüler de iseniz, onu, (çıkmakta olan canı) geri çevirsenize.
(88) Eğer o
(ölecek kişi), yakın kılınan (mukarreb olan) lardan ise,
(89) Bu
durumda rahatlık, güzel rızık ve nimetlerle donatılmış Cennet (onundur) .
(90) Ve eğer
«Ashab-ı Yemin»den ise,
(91) Artık,
«Ashab-ı Yemin»den selam sana.
(92) Ve eğer
o, yalanlayan sapıklardan ise,
(93) Artık
(onun için de) alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır.
(94) Ve
çılgınca yanan ateşe bir atılma da.
(95) Hiç
şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir (Hakku’l-Yakin) .
(96) Öyleyse
büyük Rabbini ismiyle tesbih et.
——————————————————————————-
ŞUARA SURESİ
——————————————————————————–
(1) Tâ, Sîn,
Mîm.
(2) Bunlar,
apaçık olan Kitabın ayetleridir.
(3) Onlar
mü’min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)
(4)
Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları
eğilmiş kalıverir.
(5) Onlara
Rahman (olan Allah) dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz
çevirirler.
(6)
Gerçekten yalanladılar; fakat, alay konusu edinmekte oldukları şeyin haberi
kendilerine pek yakında gelecektir.
(7)
Yeryüzüne bir bakmadılar mı ki, biz onda her güzel (kerim) çiftten nice ürünler
bitirdik.
(8) Hiç
şüphe yok, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü’min değildirler.
(9) Hiç şüphe
yok, senin Rabbin, gerçekten O, üstün ve güçlü olandır, merhamet sahibi
olandır.
(10) Hani
senin Rabbin, Musa’ya seslenmişti: «Zulmetmekte olan kavime git;»
(11)
«Firavun’un kavmine. Hâlâ sakınmıyorlar mı?»
(12) Dedi
ki: «Rabbim, kuşkusuz ben, onların beni yalanlamalarından korkmaktayım.»
(13) Göğsüm
sıkışmakta, dilim dönmemektedir; bundan dolayı Harun’a da (elçilik görevini
bildirmesi için Cibril’i) gönder.»
(14)
«Üstelik, onların bana karşı (davasını savunacakları bir cinayet) suçu(m) var;
bundan dolayı beni öldürmelerinden de korkmaktayım.»
(15)
(Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz sizinle
birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»
(16)
«Gecikmeksizin Firavun’a giderek deyin ki: -Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi’nin
elçisiyiz,»
(17) «İsrailoğullarını
bizimle birlikte göndermen için (sana geldik) .»
(18)
(Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: «Biz seni içimizde daha çocukkken
yetiştirip-büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?»
(19) «Ve
sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin.»
(20) (Musa)
Dedi ki: «Ben onu yaptığım zaman şaşkınlardandım.»
(21) «Sizden
korkunca da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi
ve beni peygamberlerden kıldı.»
(22) «Bana
karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğullarını köle kılmandan dolayıdır.»
(23) Firavun
dedi ki: «Âlemlerin Rabbi nedir?»
(24) Dedi
ki: «Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. Eğer ‘kesin
bilgiyle inanıyorsanız’ (böyledir) .»
(25)
Çevresindekilere dedi ki: «işitiyor musunuz?»
(26) (Musa:)
Dedi ki: «O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir.»
(27)
(Firavun) Dedi ki: «Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir
delidir.»
(28) «Eğer
aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan
her şeyin de Rabbidir» dedi (Musa) .
(29)
(Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni
mutlaka hapse atacağım.»
(30) (Musa)
Dedi ki: «Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?»
(31)
(Firavun) Dedi ki: «Eğer doğru sözlülerden isen, onu getir.»
(32) Bunun
üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha
oluverdi.
(33) Elini
de çekip çıkardı, bir de (ne görsün) o, bakanlar için ‘parlayıp
aydınlanıvermiş.’
(34)
(Firavun) Çevresindeki önde gelenlere: «Bu dedi». «Doğrusu bilgin bir
büyücüdür.»
(35)
«Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?»
(36) Dediler
ki: «Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder,»
(37) «Bütün
uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler.»
(38)
Böylelikle büyücüler, bilinen bir günün belli vaktinde bir araya getirildi.
(39) Ve
insanlara da: «Siz de toplanıyor musunuz? dendi.»
(40) «Umarız
ki, eğer galip gelirse biz de büyücülere uyarız.»
(41)
Büyücüler geldiklerinde, Firavun’a: «Şayet biz galip gelirsek, bize bir ücret
var gerçekten değil mi?» dediler.
(42) «Evet»
dedi. «Üstelik şüphesiz siz en yakın(larım) kılınanlardan da olacaksınız»
(43) Musa
onlara dedi ki: «Atacağınızı atın.»
(44) Onlar
da, iplerini ve asalarını atıverdiler ve: «Firavun’un üstünlüğü adına, hiç
tartışmasız, üstün olanlar gerçekten bizleriz» dediler.
(45)
Böylelikle Musa da asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta
olduklarını yutuveriyor.
(46) Anında
büyücüler secdeye kapandılar.
(47) (Ve:)
«Alemlerin Rabbine iman ettik» dediler.
(48)
«Musa’nın ve Harun’un Rabbine.»
(49)
(Firavun) Dedi ki: «Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Hiç
tartışmasız, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz.
Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi
gerçekten asıp-sallandıracağım.»
(50) «Hiç
zararı yok» dediler. «Çünkü biz gerçekten Rabbimize dönücüleriz.»
(51)
«Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim
hatalarımızı bağışlayacağını ummaktayız.»
(52) Musa’ya
da: «Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz» diye vahyettik.
(53) Bunun
üzerine Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
(54) «Gerçek
şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;»
(55) «Ve
şüphesiz bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.»
(56) «Biz
ise uyanık bir toplumuz» (dedi) .
(57)
Böylelikle biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp
çıkardık;
(58)
Hazinelerden ve soylu makam(lar) dan da.
(59) İşte
böyle; bunlara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
(60) Böylece
(Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.
(61) İki
topluluk birbirini gördükleri zaman, Musa’nın adamları: «Gerçekten yakalandık»
dediler.
(62) (Musa:)
«Hayır» dedi. «Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.»
(63) Bunun
üzerine Musa’ya: «Asanla denize vur» diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz
hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
(64)
Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
(65) Musa’yı
ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
(66) Sonra
ötekilerini suda boğduk.
(67) Hiç
şüphe yok, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
(68) Ve hiç
şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(69) Onlara
İbrahim’in haberini de aktarıp-oku:
(70) Hani,
babasına ve kavmine: «Siz neye kulluk ediyorsunuz?» demişti.
(71)
Demişlerdi ki: «Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp
eğiliyoruz.»
(72) Dedi
ki: «Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?»
(73) «Ya da
size bir yararları dokunuyor mu veya zararları?»
(74) «Hayır»
dediler. «Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.»
(75)
(İbrahim) Dedi ki: «Şimdi, neye tapmakta olduklarınızı gördünüz mü?»
(76) «Hem
siz, hem de eski atalarınız?»
(77) «İşte
bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç»
(78) «Ki
beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur;»
(79) «Bana
yediren ve içiren O’dur;»
(80)
«Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur;»
(81) «Beni
öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur;»
(82) «Din
(Ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını ummakta olduğum da O’dur;»
(83)
«Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;»
(84) «Sonra
gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver.»
(85) «Beni
nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl,»
(86) «Babamı
da bağışla, çünkü o şaşırıp-sapanlardandır.»
(87) «Ve
beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme,»
(88) «Malın
da, çocukarın da bir yarar sağlayamadığı günde.»
(89) «Ancak
Allah’a selim bir kalp ile gelenler başka.»
(90) (O gün)
Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır.
(91)
Cehennem de azgınlar için sergilenir.
(92) Ve
onlara: «Tapınmakta olduklarınız nerede?» denilir.
(93)
«Allah’ın dışında olan (ilah) lar; size yardımları dokunuyor mu, veya
kendilerine yardımları oluyor mu?
(94) Artık
onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir.
(95) Ve
İblis’in bütün orduları da.
(96) Orada
birbirleriyle çekişip-tartışarak derler ki:
(97)
«Andolsun Allah’a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,»
(98) «Çünkü
sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
(99) «Bizi
suçlu-günahkârlardan başka saptıran da olmadı.»
(100) «Artık
bizim için ne bir şefaatçi var,»
(101) «Ne de
candan-yakın bir dost.»
(102) «Bizim
bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden
olabilseydik.»
(103) Hiç
şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
(104) Ve hiç
şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(105) Nuh
kavmi de gönderilen (peygamberler) leri yalanladı.
(106) Hani
onlara kardeşleri Nuh: «Sakınmaz mısınız?» demişti.
(107)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
(108) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(109) «Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin
Rabbine aittir.»
(110) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(111)
Dediler ki: «Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?»
(112) De ki:
«Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur.»
(113)
«Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız (anlarsınız.)»
(114) «Ve
ben mü’min olanları kovacak değilim.»
(115) «Ben,
yalnızca apaçık bir uyarıcı-korkutucuyum.»
(116)
Dediler ki: «Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten
taşa tutulanlardan olacaksın.»
(117) De ki:
«Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı.»
(118)
«Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle
birlikte olan mü’minleri kurtar.»
(119) Bunun
üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi
içinde kurtardık.
(120) Sonra
bunun ardından geride kalanları da suda-boğduk.
(121) Hiç
şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
(122) Ve hiç
şüphe yok senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(123) Âd
(kavmi) de gönderilen (peygamber) leri yalanladı.
(124) Hani
onlara kardeşleri Hûd: «Sakınmaz mısınız?» demişti.
(125)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
(126) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(127) «Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin
Rabbine aittir.»
(128) «Siz,
her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor
musunuz?»
(129)
«Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?»
(130) «Tutup
yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?»
(131) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(132)
«Bilmekte olduğunuz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının,»
(133) «Size
hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti.»
(134)
«Bahçeler ve pınarlar da.»
(135)
«Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.»
(136)
Dediler ki: «Bizim için farketmez; öğüt versen de, öğüt verenlerden olmasan
da.»
(137) «Bu,
geçmiştekilerin geleneksel tutumundan başkası değildir.»
(138) «Ve
biz azab görecek de değiliz.»
(139)
Böylelikle onu yalanladılar, biz de onları yıkıma uğrattık. Hiç şüphe yok,
bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
(140) Ve hiç
şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(141) Semud
(kavmi) de, gönderilen (peygamber) leri yalanladı.
(142) Hani
onlara kardeşleri Salih: «Sakınmaz mısınız? demişti.
(143)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
(144) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(145) «Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum;»
(146) «Siz
burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?»
(147)
«Bahçelerin, pınarların içinde.»
(148)
«Ekinler ve yumuşak tomurcuklu can alıcı hurmalıklar arasında?»
(149)
«Dağlardan da ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz?»
(150) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(151) «Ve
ölçüsüzce davrananların emrine de itaat etmiyin.»
(152) «Ki
onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmakta ve dirlik-düzenlik kurmamaktadırlar
(ıslah etmemektedirler) .»
(153)
Dediler ki: «Sen ancak büyülenmişlerdensin.»
(154) «Sen
yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası da değilsin; eğer doğru
sözlülerden isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim.»
(155) Dedi
ki: «İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir
günün su içme hakkı da sizindir.»
(156) «Ona
bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.»
(157)
«Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.»
(158)
Böylece azab da onları yakaladı. Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama
onların çoğu iman etmiş değildirler.
(159) Ve hiç
şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(160) Lût
(kavmi) de, gönderilen (peygamber) leri yalanladı.
(161) Hani
onlara kardeşleri Lût: «Sakınmaz mısınız?» demişti.
(162)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
(163) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(164) «Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin
Rabbine aittir.»
(165) «Siz
insanlardan (cinsel arzuyla sadece) erkeklere mi gidiyorsunuz?
(166)
«Rabbinizin sizler için yaratmış bulunduğu eşlerinizi bırakıyorsunuz. Hayır,
siz sınırı çiğneyen bir kavimsiniz.»
(167) Dediler
ki: «Ey Lût, eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten
(burdan) sürülüp çıkarılanlardan olacaksın.»
(168) Dedi
ki: «Gerçekten ben, sizin bu yapmakta olduğunuza öfke ile karşı olanlardanım.»
(169)
«Rabbim, beni ve ailemi bunların yapmakta olduklarından kurtar.»
(170) Bunun
üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.
(171)
Yalnızca geri kalanlar içinde bir kocakarı hariç.
(172) Sonra
geride kalanları yerle bir ettik.
(173) Ve
üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kadar da
kötü.
(174) Hiç
şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
(175) Ve hiç
şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır esirgeyendir.
(176) Eyke
halkı da, gönderilen (peygamber) leri yalanladı.
(177) Hani
onlara Şuayb: «Sakınmaz mısınız?» demişti.
(178)
«Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.»
(179) «Artık
Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(180) «Buna
karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin
Rabbine aittir.»
(181)
«Ölçüyü tam tutun ve eksiltenlerden olmayın.»
(182)
«Dosdoğru olan terazi ile tartın.»
(183)
«İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular
olarak karışıklık çıkarmayın.»
(184) «Sizi
ve önceki yaratılmışları yaratandan korkup-sakının.»
(185)
Dediler ki: «Sen ancak büyülenmişlerdensin.»
(186) «Sen,
yalnızca benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin ve biz senin gerçekte
yalancılardan olduğunu sanmaktayız.»
(187) «Eğer
doğru sözlülerden isen, bu durumda gökten üstümüze bir parça düşürüver.»
(188) Dedi
ki: «Rabbim, yapmakta olduklarınızı daha iyi bilmektedir.
(189)
Sonunda onu yalanladılar, böylece onları o gölgelik-gününün azabı yakaladı.
Gerçekten o, büyük bir günün azabıydı.
(190) Hiç
şüphe yok, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
(191) Ve hiç
şüphe yok, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(192)
Gerçekten o (Kur’an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir.
(193) Onu
Rulu’l-Emin indirdi.
(194)
Uyarıcı-korkutuculardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir) .
(195) Apaçık
Arapça bir dille.
(196) Ve hiç
şüphesiz, o (Kur’an), geçmişlerin kitaplarında da vardır.
(197)
İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için ispatlayıcı bir delil
(ayet) değil mi?
(198) Onu
Arapça bilmeyen birine de indirmiş olsaydık,
(199)
Böylece onlara karşı onu okusaydı, yine ona iman edecek değillerdi.
(200) Biz
onu, suçlu-günahkârların kalbine işte böyle geçirip-yürüttük.
(201) Onlar,
o pek acıklı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
(202) Artık
o (azab), kendileri şuurunda olmadan onlara apansız gelecektir.
(203) Derler
ki: «Bize bir süre tanınır mı?»
(204) Onlar,
yine de azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar?
(205) Gördün
mü; biz onları yıllarca yararlandırsak,
(206) Sonra
kendilerine va’dolunan (azab günü) geliverse,
(207)
Onların ‘meta ile yararlandıkları’ şey, kendilerini (görecekleri azabtan)
bağımsız kılamaz.
(208)
Kendisi için bir uyarıcı-korkutucu olmaksızın, biz hiç bir ülkeyi yıkıma
uğratmış değiliz.
(209) (Onlara)
Hatırlatma (yapılmıştır) ; biz zulmedenler değiliz.
(210) Onu
(Kur’an’ı) şeytanlar indirmiş değildir,
(211) Bu,
onlara yaraşmaz ve güç de yetiremezler.
(212) Çünkü
onlar, (vahyedileni) işitmekten kesin olarak uzak tutulmuşlardır.
(213) Allah
ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan
olursun.
(214)
(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyarıp-korkut.
(215) Ve
mü’minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.
(216) Eğer
sana isyan edecek olurlarsa, artık de ki: «Gerçekten ben, sizin yapmakta
olduklarınızdan uzağım.»
(217) Sen, O
güçlü ve üstün, esirgeyici olan (Allah’) a tevekkül et.
(218) O,
kıyam ettiğin zaman seni görmektedir.
(219) Secde
edenler arasında dönüp dolaşmanı da.
(220) Hiç
şüphe yok, O, işitendir, bilendir.
(221)
Şeytanların kimlere inmekta olduklarını size haber vereyim mi?
(222) Onlar,
‘gerçeği ters yüz eden,’ günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
(223) Bunlar
(şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler.
(224)
Şairler ise; gerçekten onlara da azgın-sapıklar uyar.
(225)
Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip durmaktadırlar;
(226) Ve
gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylemektedirler.
(227) Ancak
iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah’ı çokça zikredenler ile zulme
uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öçlerini alanlar) başka. Zulmetmekte
olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.
——————————————————————————–
NEML SURESİ
——————————————————————————–
(1) Tâ,sîn.
Bunlar, Kur’an’ın ve apaçık olan Kitabın ayetleridir.
(2)
Mü’minler için bir hidayet ve bir müjdedir.
(3) Ki
onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve onlar, ahirete kesin
bilgiyle iman edenlerdir.
(4) Ahirete
inanmayanlara gelince; biz onlara kendi yapmakta olduklarını süsleyivermişiz;
böylece onlar, ‘körlük içinde şaşkınca dolaşmaktadırlar.’
(5) İşte
onlar; en kötü azab onlarındır ve onlar ahirette de en büyük kayba
uğrayanlardır.
(6) Hiç
şüphesiz, bu Kur’an, sana, hüküm ve hikmet sahibi olan, (ve her şeyi
gerçeğiyle) bilen (Allah’ın) katından ilka edilmektedir.
(7) Hani
Musa ailesine: «Şüphesiz ben bir ateş gördüm» demişti. «Size ondan ya bir haber
getireceğim veya ısınmanız için bir kor ateş getireceğim.»
(8) Oraya
gittiğinde, kendisine seslenildi: «Ateş (yerin) de olanlar da, çevresinde
bulunanlar da kutlu kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir.
(9) «Ey
Musa, gerçekten ben, güçlü ve üstün, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ım.»
(10) «Asanı
bırak;» (Bıraktı ve) onun çevik bir yılan gibi hareket etmekte olduğunu
görünce, geriye doğru kaçtı ve arkasına bakmadı. «Ey Musa, korkma; şüphesiz
ben(im) ; Benim yanımda peygamberler korkmaz.»
(11) «Ancak
zulmeden başka. Sonra kötülüğün ardından iyiliğe çevirirse, artık şüphesiz Ben,
bağışlayanım, esirgeyenim.»
(12) «Ve
elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin, (bu,) Firavun ve
kavmine olan dokuz ayet (mucize) içinde(n biri) dir. Gerçekten onlar, fasık
olan bir kavimdir.»
(13)
Ayetlerimiz onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: «Bu,
apaçık olan bir büyüdür.»
(14)
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr
ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak.
(15)
Andolsun, biz Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik: «Bizi inanmış kullarından
birçoğuna göre üstün kılan Allah’a hamdolsun» dediler.
(16)
Süleyman, Davud’a mirasçı oldu ve dedi ki: «Ey insanlar, bize kuşların
konuşma-dili öğretildi ve bize her şeyden (bol bir nimet) verildi. Hiç şüphesiz
bu, apaçık olan bir üstünlüktür.»
(17)
Süleyman’a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar
bölükler halinde dağıtıldı.
(18) Nihayet
karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: «Ey karınca
topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın
sizi kırıp-geçmesin.»
(19)
(Süleyman) Onun bu sözü üzerine gülerek tebessüm etti ve dedi ki: «Rabbim,
bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir
amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.»
(20) Ve
kuşları denetledikten sonra dedi ki: «Hüdhüd’ü neden göremiyorum, yoksa
kaybolanlardan mı oldu?»
(21) «Onu
gerçekten şiddetli bir azabla azablandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya
o, bana apaçık olan ispatlayıcı bir delil getirmelidir.»
(22) Derken
uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: «Senin (bilgi gücünle) kuşatıp
öğrenemediğin şeyi, ben kuşatıp öğrendim ve sana Saba’dan kesin bir haber
getirdim.»
(23)
«Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden
(bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var.»
(24) «Onu ve
kavmini, Allah’ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, onlara şeytan
yapmakta olduklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur;
bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.»
(25) «Ki
onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi
de, açığa vurduklarınızı da bilmekte olan Allah’a secde etmesinler diye
(yapmaktadırlar) .»
(26) «O
Allah, «O’ndan başka ilah yoktur, büyük Arş’ın da Rabbidir.»
(27)
(Süleyman:) «Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı
oldun?» dedi.
(28) «Bu
mektubumla git, onu kendilerine bırak, sonra onlardan (biraz) uzaklaş,
böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?»
(29)
(Hüdhüd’ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki:
«Ey önde gelenler, gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı.»
(30) «Gerçek
şu ki, bu, Süleyman’dandır ve ‘Şüphesiz Rahman Rahim Olan Allah’ın Adıyla’
(başlamakta) dır.»
(31) (İçinde
de:) «Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olmuşlar olarak gelin»
diye (yazılmaktadır) .
(32) Dedi
ki: «Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (her şeye) şahidlik
etmedikçe ben hiç bir işte kesin (karar veren biri) değilim.»
(33) Dediler
ki: «Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız, iş konusunda karar senindir,
artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız)
(34) Dedi
ki: «Gerçekten hükümdarlar, bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna
uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte
onlar, böyle yaparlar.»
(35) «Ben
onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler.»
(36) (Elçi
hediyelerle) Süleyman’a geldiği zaman: «Sizler bana mal ile yardımda mı
bulunmak istiyorsunuz? Allah’ın bana vermekte olduğu, size verdiğinden daha
hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz» dedi.
(37) «Sen
onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onlar için karşı koymak
mümkün değil ve biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler
olarak sürüp çıkarırız.»
(38)
(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) «Ey önde gelenler, onlar bana teslim
olmuş (müslüman) lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana
getirebilir?» dedi.
(39)
Cinlerden ifrit: «Sen daha makamından kalkmadan önce, ben onu sana
getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce
sahibim.» dedi.
(40) Kendi
yanında kitaptan ilmi olan biri, dedi ki: «Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu
sana getirebilirim.» Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette
görünce dedi ki: «Bu Rabbimin fazlındandır, O’na şükredecek miyim, yoksa
nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay
gerçekleşti) . Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim de
nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (kimseye ve hiç bir şeye karşı
ihtiyacı olmayan) dır, Kerim olandır.
(41) Dedi
ki: «Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi,
yoksa bulmayanlardan mı olacak?»
(42) Böylece
(Belkıs) geldiği zaman ona: «Senin tahtın böyle mi?» denildi. Dedi ki: «Tıpkı
kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz müslüman olmuştuk.»
(43)
Allah’tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (müslüman olmaktan) alıkoymuştu.
Gerçekte o, küfre sapan bir kavimdendir.
(44) Ona:
«Köşke gir» denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek)
ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: «Gerçekte bu, saydam camdan olma
düzeltilmiş bir köşk-zeminidir.» Dedi ki: «Rabbim, gerçekten ben kendime
zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim
oldum.»
(45)
Andolsun, biz Semud (kavmine de) kardeşleri Salih’i: «Yalnızca Allah’a kulluk
edin» diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirlerine düşman
kesilmiş iki gruptur.
(46) Dedi
ki: «Ey kavmim, neden iyilikten önce, kötülük konusunda acele davranıyorsunuz?
Allah’tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi? Umulur ki esirgenirsiniz»
(47) Dediler
ki: «Senin ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık.» Dedi ki:
«Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelenler) Allah katında (yazılı) dır. Hayır,
siz denenmekte olan bir kavimsiniz.»
(48) Şehirde
dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik
bırakmıyorlardı.
(49) Kendi
aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: «Gece mutlaka ona ve ailesine
bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahid
olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim.»
(50) Onlar,
hileli bir düzen kurdu, biz de (onların hilesine karşı) onların farkında
olmadığı bir düzen kurduk.
(51) Artık
sen, onların kurdukları hileli-düzenin uğradığı sona bir bak; biz, onları ve
kavimlerini topluca yerle bir ettik.
(52) İşte,
zulmetmeleri dolayısıyla enkaza dönüşmüş ıpıssız evleri. Hiç şüphe yok,
bilmekte olan bir kavim için bunda bir ayet vardır.
(53) İman
edenleri ve korkup-sakınanları da kurtardık.
(54) Lût da;
hani kavmine demişti ki: «Siz, açıkça gördüğünüz halde, yine de o çirkin
utanmazlığı yapacak mısınız?»
(55) «Siz
gerçekten, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz
(yaptığı şeyi) bilmeyen bir kavimsiniz.»
(56) Onun
kavminin cevabı: «Lût ailesini şehrinizden sürüp çıkarın. Temiz kalmak isteyen
insanlarmış» demekten başka olmadı.
(57) Biz de,
onu ve ailesini kurtardık, yalnızca karısı hariç; onu geride (azab içinde
kalanlar arasında) takdir ettik.
(58) Ve
onlar üzerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılıp korkutulanların yağmuru ne kadar
kötüdür.
(59) De ki:
«Hamd Allah’ındır ve selam O’nun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı daha
hayırlı yoksa onların ortak koşmakta oldukları mı?»
(60) (Onlar
mı) Yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi? Ki onunla (o
suyla) gönül alıcı bahçeler bitiriverdik, sizin içinse onun bir ağacını
bitirmek, (bile) mümkün değildir. Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır,
onlar sapıklıkta devam etmekte olan bir kavimdir.
(61) Ya da
yeryüzünü bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var eden ve ona (yeryüzü
için) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir ara-engel (haciz)
koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.
(62) Ya da
sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden,
kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber
başka bir ilah mı? Ne kadar da az öğüt-alıp düşünüyorsunuz.
(63) Ya da
karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde
rüzgârları müjde vericiler olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir ilah
mı? Allah, onların şirk koşmakta olduklarından yücedir.
(64) Ya da
halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onunla iade edecek olan ve sizi gökten ve
yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki: «Eğer
doğru söyleyenler iseniz, kesin-kanıt (burhan) ınızı getiriniz.»
(65) De ki:
«Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. onlar ne zaman
dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar.»
(66) Hayır,
onların ahiret konusundaki bilgileri ‘ard arda toplanıp pekiştirildi,’ hayır,
onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.
(67) Küfre
sapanlar dedi ki: «Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı, gerçekten biz mi
dirilip-çıkartılacakmışız.»
(68)
«Andolsun, bu (azab ve dirilme tehdidi), bize ve daha önce atalarımıza
va’dolunmuştur. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma-masallarından başkası değildir.»
(69) De ki:
«Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu-günahkârların nasıl bir sona uğradıkların
bir görün»
(70) Sen,
onlara karşı hüzne kapılma ve onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı da
sıkıntı içinde olma.
(71) Derler
ki: «Eğer doğruyu söyleyenler iseniz, bu va’dolunan (azab) ne zaman?»
(72) De ki:
«Belki de acele etmekte olduğunuzun (azabın) bir kısmı size yetişmiştir bile.»
(73) Hiç
şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf (fazl) sahibidir, ancak
insanların çoğu şükretmiyorlar.
(74) Ve
şüphesiz, senin Rabbin, onların sinelerinin gizli tutmakta olduklarını da,
açığa vurduklarını da kesin olarak bilmektedir.
(75) Gökte
ve yerde gizli olan hiç bir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i
Mahfuz’da) olmasın.
(76) Gerçek
şu ki, bu Kur’an, İsrailoğullarına hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin
birçoğunu aktarıp-anlatmaktadır.
(77) Ve
gerçekten o, mü’minler için bir hidayet ve bir rahmettir.
(78)
Şüphesiz senin Rabbin, onların arasında kendi hükmünü verecektir. O, güçlü ve
üstün olandır, bilendir.
(79) Sen,
artık Allah’a tevekkül et; çünkü sen apaçık olan hak üzerindesin.
(80) Çünkü
gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçmakta olan
sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.
(81) Ve sen,
körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici de değilsin; sen ancak,
ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte müslüman olanlar
bunlardır.
(82) O söz,
kendi başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da,
insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.
(83) Ve her
ümmetten ayetlerimizi yalan sayanlardan bir grup toplayacağımız gün, artık
onlar ‘tutuklanıp (azab yerine) dağıtılırlar.’
(84) Nihayet
geldikleri zaman, (Allah) der ki: «Siz benim ayetlerimi, bilgi bakımından
kavramadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yapıyordunuz?»
(85)
Zulmetmelerine karşılık, söz, kendi aleyhlerine gelmiş bulunmaktadır; artık
onlar, konuşmazlar da.
(86)
Görmediler mi, biz geceyi onda sükûn bulmaları için, gündüzü de aydınlık (la
görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman etmekte olan bir kavim için bunda
ayetler vardır.
(87) Sûr’a
üfürüleceği gün, Allah’ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan
herkes artık korkuya kapılmıştır; ve onların her biri ‘boyun bükmüş’ olarak
O’na gelmişlerdir.
(88) Dağları
görürsün de, onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi
sürüklenirler. Her şeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah’ın sanatı
(yapısı) dır (bu) . Hiç şüphe yok O, işlemekte olduklarınızdan haberi olandır.
(89) Kim bir
iyilikle gelirse, artık kendisine ondan daha hayırlısı vardır ve onlar, o günün
korkusuna karşı güvenlik içindedirler.
(90) Kim de
bir kötülükle gelirse, artık onlar da ateşe yüzükoyun atılır (ve onlara:)
«Yapmakta olduklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz?» (denir) .
(91) (De
ki:) «Ben, ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle emrolundum ki, O, burasını
kutlu ve saygıdeğer kıldı. Her şey O’nundur. Ve müslümanlardan olmakla
emrolundum.»
(92) «Ve
Kur’an’ı okumakla da (emrolundum) . Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi
için hidayete gelmiştir; kim de sapacak olursa, sen de, de ki: «Ben yalnızca
uyarıcı-korkutuculardanım.»
(93) Ve de
ki: «Allah’a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları
bilip-tanıyacaksınız.» Senin Rabbin, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.
——————————————————————————–
KASAS SURESİ
——————————————————————————–
(1) Tâ, Sîn,
Mîm.
(2) Bunlar,
apaçık olan Kitabın ayetleridir.
(3) Mü’min
olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun’un haberinden (bir
bölümünü) sana okuyacağız.
(4) Gerçek
şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakın
fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek
çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
(5) Biz ise,
yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve
mirasçılar kılmak istiyoruz.
(6) Ve
(istiyoruz ki) onları yeryüzünde ‘iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım’,
Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, onlardan sakınmakta oldukları şeyi
gösterelim.
(7) Musa’nın
annesine: «Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, bu durumda onu suya
bırak, korkma ve hüzne kapılma; çünkü onu biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu
peygamberlerden kılacağız» diye vahyettik (bildirdik) .
(8) Nihayet
Firavun’un ailesi, onu (ileride bilmeksizin) kendileri için bir düşman ve
üzüntü konusu olsun diye sahipsiz görüp aldılar. Gerçekte Firavun da Hâmân da
ve askerleri de bir yanılgı içindeydi.
(9)
Firavun’un karısı dedi ki: «Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu
öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.» Oysa onlar
(başlarına geleceklerin) şuurunda değillerdi.
(10)
Musa’nın annesi ise, yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer mü’minlerden olması
için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse
onu(n durumunu) açığa vuracaktı.
(11) Ve onun
kız kardeşine: «Onu izle,» dedi. Böylece o da, kendileri farkında değilken onu
uzaktan gözetledi.
(12) Biz,
daha önce ona süt analarını haram etmiştik. (Kız kardeşi:) «Ben, sizin adınıza
onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) bir aileyi size
bildireyim mi?» dedi.
(13)
Böylelikle, gözünün aydın olması, hüzne kapılmaması ve gerçekten Allah’ın
va’dinin hak olduğunu bilmesi için, onu annesine geri vermiş olduk. Ancak
onların çoğu bilmezler.
(14) O,
erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, biz ona bir ‘hüküm ve hikmet’ ve ilim
verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz.
(15) (Musa,)
Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki
adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken
taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun
üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) «Bu şeytanın
işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır» dedi.
(16) Dedi
ki: «Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.»
Böylece (Allah) onu bağışladı. Hiç şüphe yok O, bağışlayandır, esirgeyendir.
(17) Dedi
ki: «Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi
olmayacağım.»
(18) Böylece
şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki,
dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor.
Musa, ona dedi ki: «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»
(19) Sonunda
ikisinin de düşmanı olan (adam) ı yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: «Ey
Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen
yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak
istemiyorsun.»
(20) Şehrin
öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: «Ey Musa, önde gelenler, seni
öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten
ben sana öğüt verenlerdenim.»
(21) Böylece
oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: «Rabbim, zalimler
topluluğundan beni kurtar» dedi.
(22)
Medyen’e doğru yöneldiğinde de: «Umarım Rabbim, beni doğru bir yola yöneltip
iletir» dedi.
(23) Medyen
suyuna vardığı zaman, ondan su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların
gerisinde de (hayvanlarını suya gitmekten) sakınan iki kadın buldu. Dedi ki:
«Bu durumunuz ne?» «Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi
sulayamayız; babamız da yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır.» dediler.
(24)
Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki:
«Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.»
(25) Çok
geçmeden, o iki (kadın) dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. «Babam,
bizim için sürüleri sulamana karşılık olarak sana mükafaat vermek üzere seni
davet etmektedir.» dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o:
«Korkma» dedi. «Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun.»
(26) O
(kadın) lardan biri dedi ki: «Ey babacağım, onu ücretli olarak tutuver; çünkü
ücretle tuttuklarının en hayırlısı gerçekten o kuvvetli, güvenilir (biri) dir.»
(27)
(Babaları) Dedi ki: «Doğrusu ben, sekiz yıl bana hizmet etmene karşılık olmak
üzere, şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum; şayet on (yıl) a
tamamlayacak olursan, artık o da senden. Ben sana zorluk çıkarmak istemem; beni
de inşaallah salih olanlardan bulacaksın.»
(28) (Musa)
Dedi ki: «Bu, benimle senin aranda olan (bir antlaşma) dır. Bu durumda iki
süreden hangisini yerine getirirsem, artık bana karşı bir haksızlık söz konsu
olamaz. Allah da, söylemekte olduklarımıza vekildir.»
(29)
Böylelikle Musa, süreyi tamamlayıp ailesiyle birlikte yola koyulunca, Tûr
tarafında bir ateş gördü. Ailesine: «Siz durun, gerçekten ben bir ateş gördüm;
umarım ki ben ondan size ya bir haber, ya da ısınmanız için bir kor parçası
getiririm.» dedi.
(30) Derken
oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: «Ey
Musa, Alemlerin Rabbi olan Allah benim;» diye seslenildi.
(31) «Asanı
bırak.» (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini
görünce, arkasına dönüp bakmaksınız kaçmaya başladı. «Ey Musa, dön ve korkuya
kapılma. Gerçekten sen güvende olanlardansın.»
(32) «Elini
koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşetten yana
kanatlarını kendine doğru çek. İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde
gelen adamlarına iki kesin-kanıt (mucize) dır. Gerçekten onlar, fasık olan bir
topluluktur.»
(33) Dedi
ki: «Rabbim, gerçekten ben onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden
korkuyorum.»
(34) «Ve
kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da
benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların
beni yalanlamalarından korkuyorum.»
(35) (Allah)
Dedi ki: «Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle
bir ‘güç ve yetki’ vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler.
Siz de, size uyanlar da galip olanlarsınız.»
(36) Musa,
onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: «Bu, düzüp uydurulmuş bir
büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmedik» dediler.
(37) Musa
dedi ki: «Rabbim, kimin kendisinden bir hidayetle geldiğini ve bu (dünya)
yurdun(un) sonucunun kime ait olacağını daha iyi bilmektedir. Gerçek şu ki,
zulmedenler felah bulmazlar.»
(38) Firavun
dedi ki: «Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilah olduğunu
bilmiyorum. Ey Hâmân, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule
inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan
(biri) sanıyorum.»
(39) O ve
askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten bize
döndürülmeyeceklerini sandılar.
(40) Bunun
üzerine, onu ve askerlerini tutuverip suya attık. Böylelikle zulmedenlerin
nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
(41) Biz,
onları ateşe çağıran önderler kıldık, kıyamet günü yardım görmezler.
(42) Bu
dünya hayatında biz onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar
çirkinleştirilmiş olanlardır.
(43)
Andolsun, ilk kuşakları yıkıma uğrattıktan sonra, Musa’ya, insanlar için
(gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere
Kitap verdik. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürler diye.
(44) Musa’ya
o işi (ilahi vahyi verip) gerçekleştirdiğimiz zaman, sen (Tûr’un) batı yanında
değildin ve sen (buna) şahid olanlardan da değildin.
(45) Ancak
biz birçok kuşaklar inşa ettik de onların üzerinde (nice) ömür(ler) uzayıp
geçti. Ve sen Medyen halkı içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak
öğrenmiş değilsin. Ancak (bu bilgileri sana) gönderen biziz.
(46)
(Musa’ya) Seslendiğimiz zaman da, sen Tur’un yanında değildin. Ancak Rabbinden
bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelmemiş
olan bir kavimi uyarıp korkutman için (gönderildin) Umulur ki, öğüt
alıp-düşünürler diye.
(47) Kendi
ellerinin öne sürdükleri dolayısıyla, onlara bir musibet isabet ettiğinde:
«Rabbimiz, bize de bir peygamber gönderseydin de böylece biz de senin
ayetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık» diyecek olmasalardı (seni
göndermezdik) .
(48) Fakat
onlara kendi katımızdan hak geldiği zaman; «Musa’ya verilenlerin bir benzeri de
buna verilmeli değil miydi?» dediler. Onlar, daha önce Musa’ya verilenleri
inkâr etmemişler miydi?» «İki büyü birbirine arka çıktı» dediler. Ve:
«Gerçekten biz hepsini inkâr edenleriz» dediler.
(49) De ki:
«Eğer doğruysanız, bu durumda Allah katından bu ikisinden (Musa’ya indirilen
Tevrat ve bana indirilen Kur’an’dan) daha doğru olan bir kitap getirin de, ben
de ona uymuş olayım.»
(50) Buna
rağmen sana icabet etmeyecek olurlarsa, artık bil ki, onlar, gerçekten kendi
heva (istek ve tutku) larına uymaktadırlar. Oysa Allah’tan bir kılavuz (doğru
yolu gösterici) olmaksızın, kendi istek ve tutkularına (hevasına) uyandan daha
sapık kimdir? Hiç şüphe yok Allah, zulmetmekte olan bir kavime hidayet vermez.
(51)
Andolsun, biz öğüt alıp-düşünsünler diye, sözü birbiri ardınca dizip-indirdik.
(52) Bu
(Kur’a) ndan önce, kendilerine kitap verdiklerimiz buna inanmaktadırlar.
(53) Onlara
okunmakta olduğu zaman: «Biz ona inandık, gerçekten o, Rabbimizden olan bir
haktır, şüphesiz biz bundan önce de müslümanlar idik» derler.
(54) İşte
onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü
iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
(55) ‘Boş ve
yararsız olan sözü’ işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: «Bizim
yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun,
biz cahilleri benimsemeyiz» derler.
(56) Gerçek
şu ki, sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete
eriştirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.
(57) Dediler
ki: «Eğer seninle birlikte hidayete uyacak olursak, yerimizden (yurdumuzdan ve
konumumuzdan) çekilip-kopartılırız» Oysa biz onları, kendi katımızdan bir rızık
olarak her şeyin ürününün aktarılıp-toplandığı, güvenli bir harem’de yerleşik
kılmadık mı? Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
(58) Biz,
yaşama biçimleriyle ‘refah içinde şımarıp azmış’ nice şehri yıkıma uğrattık.
İşte meskenleri; çok az (bir zaman) dışında (onlarda) kendilerinden sonra
oturulabilmiş değildir. (Onlara) Varis olanlar biziz.
(59) Senin
Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir peygamber
göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve biz, halkı zulmetmekte
olan şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.
(60) Size
verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan
ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız?
(61) Şimdi,
kendisine güzel bir vaadte bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya
hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için)
hazır bulundurulanlardan olan kişi gibi midir?
(62) O gün
(Allah) onlara seslenecek: «Benim ortaklarım olarak öne sürdükleriniz nerede?»
der.
(63) Üzerlerine
(azab) sözü hak olanlar derler ki: «Rabbimiz, işte bizim
azdırıp-saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp-saptığımız gibi, onları da
azdırıp-saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız.
Onlar bize tapıyor da değillerdi.
(64) Denir
ki: «Ortaklarınızı çağırın.» Böylelikle onları çağırırlar, ama kendilerine
cevap vermezler ve azabı görürler. Hidayet bulmuş olsalardı ne olurdu.
(65) O gün
(Allah) onlara seslenerek: «Peygamberlere ne cevab verdiniz?» der.
(66) Artık o
gün, haberler onlar için körelmiştir; onlar birbirlerine de soramazlar.
(67) Ancak
kim tevbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa artık kurtuluşa
erenlerden olmasını umabilir.
(68) Rabbin,
dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değlidir. Allah, onların ortak koşmakta
olduklarından münezzehtir, yücedir.
(69) Rabbin
onların göğüslerinin saklamakta olduklarını da, açığa vurmakta olduklarını da
bilir.
(70) O,
Allah’tır, kendisinden başka ilah yoktur. İlkte de, sonda da hamd O’nundur.
Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.
(71) De ki:
«Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde
kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size aydınlık verecek ilah
kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?
(72) De ki:
«Gördünüz mü söyleyin, Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde
kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size içinde dinleneceğiniz
geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz?
(73) Kendi
rahmetinden olmak üzere O, sizin için içinde dinlenmeniz ve O’nun fazlından
(geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz.
(74) O gün
(Allah) onlara seslenecek: «Benim ortaklarım olarak öne sürdükleriniz nerede»
der.
(75) Her
ümmetten bir şahid ayırıp çıkardık da: «Kesin-kanıt (burhan) ınızı getirin»
dedik. Artık öğrenmiş oldular ki, hak, gerçekten Allah’ındır ve düzüp
uydurdukları kendilerinden uzaklaşıp-kaybolmuşlardır.
(76) Gerçek
şu ki, Kârun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona
öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarları birlikte (taşımaya) davranan
güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: «Şımararak
sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.»
(77)
«Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini)
unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sende ihsanda bulun ve yeryüzünde
bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.»
(78) Dedi
ki: «Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.» Bilmez mi, ki
gerçekten Allah, kendisinden önceki kuşaklardan kuvvet bakımından kendisinden
daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma
uğratmıştır. Suçlu-günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.
(79)
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını
istemekte olanlar: «Ah keşke, Kârun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı.
Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir» dediler.
(80)
Kendilerine ilim verilenler ise: «Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman
eden ve salih amellerden bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da
sabredenlerden başkası kavuşturulmaz» dediler.
(81) Sonunda
onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım
edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de
değildi.
(82) Dün,
onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: «Vay, demek ki Allah,
kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır.
Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek
gerçekten küfre sapanlar felah bulamaz» demeğe başladılar.
(83) İşte
ahiret yurdu biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk yapmak
istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç da takva sahiplerinindir.
(84) Kim bir
iyilikle gelirse, artık onun için ondan daha hayırlısı vardır; kim de bir
kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca yapmakta olduklarıyla
karşılık görürler.
(85) Hiç
şüphesiz, sana Kur’an’ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir.
De ki: «Rabbim, hidayetle geleni de, açıkça bir sapıklık içinde olanı da daha
iyi bilmektedir.»
(86) Kitabın
sana (kalbinde vahy ile) bırakılacağını umud etmezdin: (bu,) Senin Rabbinden
ancak bir rahmettir. Öyleyse sakın kâfirlere arka olma.
(87) Sana
indirildikten sonra, sakın seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen
Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma.
(88) Ve
Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun
yüzünden (zâtından) başka her şey helak olucudur. Hüküm O’nundur ve siz O’na
döndürüleceksiniz.
——————————————————————————–
İSRÂ SURESİ
——————————————————————————–
(1) Bir
kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i
Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren O (Allah
yücedir. Gerçekten O, işitendir görendir.
(2) Musa’ya
kitap verdik ve «Benden başka vekil edinmeyin» diye onu İsrailoğulları için
kılavuz kıldık.
(3) (Ey) Nuh
ile birlikte taşıdıklarımızın çocukları! Şüphesiz o, şükreden bir kuldu.
(4) Kitapta
İsrailoğullarına şu hükmü verdik: «Muhakkak siz yer (yüzün) de iki defa
bozgunculuk çıkaracaksınız ve oldukça ‘kibirli bir yükselişle’ muhakkak
‘kibirlenip-yükseleceksiniz’.
(5) Nitekim
o ikiden ilk-vaid geldiği zaman, oldukça zorlu olan kullarımızı üzerinize
gönderdik de (sizi) evlerin aralarına kadar girip araştırdılar. Bu yerine
getirilmesi gereken bir sözdü.
(6) Sonra
onlara karşı size tekrar ‘güç ve kuvvet verdik’, size mallar ve çocuklarla
yardım ettik ve topluluk olarak da sizi sayıca çok kıldık.
(7) Eğer
iyilik ederseniz kendi nefsinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük
ederseniz o da (kendinizin) aleyhindedir. Sonuncu vaad geldiği zaman, (yine
öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi ‘kötü duruma soksunlar’, birincisinde
ona girdikleri gibi mescid (Kudüs) e girsinler ve ele geçirdiklerini
‘darmadağın edip mahvetsinler’
(8) Umulur
ki, Rabbiniz size merhamet eder, fakat siz (bozgunculuğa) dönerseniz biz de
(sizi aşağılık kılmaya ve cezalandırmaya) döneriz. Biz, cehennemi kâfirler için
bir kuşatma yeri kıldık.
(9) Şüphe
yok ki, bu Kur’an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü’minlere,
onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.
(10) Ve
şüphesiz, ahirete inanmayanlar, için de acıklı bir azab hazırlamışızdır.
(11) İnsan
hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir.
(12) Biz
geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık; gece ayetini sildik ve Rabbinizden bir fazl
aramanız, yılların sayısını ve hesabı öğrenmeniz için gündüzün ayetini
aydınlatıcı kıldık. Biz her şeyi yeterince açıkladık.
(13) Biz,
her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet
gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
(14) «Kendi
kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter.»
(15) Kim
hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine
sapar. Hiç bir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir
peygamber gönderinceye kadar (hiç bir topluma) azab edecek değiliz.
(16) Biz,
bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde
gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık
onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.
(17) Biz,
Nuh’tan sonra nice kuşakları yıkıma uğrattık. Kullarının günahlarını haber
alıcı, görücü olarak Rabbin yeter.
(18) Kim çarçabuk
olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi
çabuklaştırırız, sonra da ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve
kovulmuş olarak gider.
(19) Kim de
ahireti ister ve bir mü’min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa,
işte böylelerinin çabası şükre şayandır.
(20)
Hepsine, onlara da bunlara da Rabbinin ihsanından ‘artırarak veririz’. Rabbinin
ihsanı kesilmiş değildir.
(21)
Onlardan bir kısmını bir kısmına nasıl üstün tuttuğumuzu gör. Muhakkak ahiret
dereceler bakımından da daha büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyüktür.
(22) Allah
ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve
yardımcısız) bırakılmış olursun.
(23) Rabbin,
O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti.
Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: «Öf»
bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.
(24) Onlara
acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: «Rabbim, onlar beni küçükken
nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge.»
(25)
Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz
O da, (kendisine) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır.
(26)
Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma.
(27) Çünkü
saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı
nankördür.
(28) Eğer
Rabbinden ummakta olduğun bir rahmeti beklerken (darlıkta olduğundan) onlara
sırt çevirecek olursan, bu durumda onlara yumuşak söz söyle.
(29) Elini
boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret
(pişmanlık) içinde kalakalırsın.
(30)
Şüphesiz senin Rabbin, rızkı dilediğine-genişletir-yarar ve daraltır. Gerçekten
O, kullarından haberi olandır, görendir.
(31) Yoksulluk
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara da, size de biz rızık veririz.
Şüphe yok, onları öldürmek büyük bir hata (suç ve günah) dır.
(32) Zinaya
yaklaşmayın, şüphe yok o, ‘çirkin bir hayasızlık’ ve kötü bir yoldur.
(33) Haklı
bir neden olmaksızın Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Kim mazlum
olarak öldürülürse onun velisine yetki vermişizdir; o da öldürmede ölçüyü
taşırmasın. Çünkü, o gerçekten yardım görmüştür. dışında yetimin malına
yaklaşmayın. Ahde vefa edin. Çünkü ahid bir sorumluluktur.
(34)
Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması-
(35)
Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha
hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir.
(36)
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların
hepsi ondan sorumludur.
(37)
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara
boyca ulaşabilirsin.
(38) Bütün
bunlar, kötülüğü olan, Rabbinin katında da hoş olmayanlardır.
(39) Bunlar,
Rabbinin sana hikmet olarak vahyettiği şeylerdir. Rabbin ile beraber başka
ilahlar kılma, yoksa yerilmiş, kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın.
(40)
Rabbiniz size erkekleri seçti de meleklerden dişileri mi (kendine) edindi?
Gerçekten siz büyük bir söz söylemektesiniz.
(41)
Andolsun, biz bu Kur’anda çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler
diye, oysa bu, onların daha da uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor.
(42) De ki:
«Eğer söyledikleri gibi O’nunla beraber ilahlar olsaydı, onlar arşın sahibine
mutlaka bir yol ararlardı.»
(43) O,
onların dediklerinden münezzeh, yüce ve büyük bir yükseklikle yüksektir.
(44) Yedi
gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih etmektedir; O’nu övgü ile tesbih
etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz.
Şüphe yok O, halim olandır, bağışlayandır.
(45) Kur’an
okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.
(46) Ve
onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar,
kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’an’da sadece Rabbini «bir ve tek»
(ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye
giderler.
(47) Biz
onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o
zalimlerin: «Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz» dediklerini çok
iyi biliriz.
(48) Sana
nasıl örnekler vererek saptıklarına bir bak, artık onların bir yola güçleri
yetmemektedir.
(49) Dediler
ki: «Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı,
gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?»
(50) De ki:
«İster taş olun,ister demir,»
(51) «Ya da
göğüslerinizde büyümekte olan (veya büyüttüğünüz) bir yaratık (olun) .» «Bizi
kim (hayata) geri çevirebilir» diyecekler. De ki: «Sizi ilk defa yaratan.» Bu
durumda sana başlarını alaylıca sallayacaklar ve diyecekler ki: «Ne zamanmış
o?» De ki: «Umulur ki pek yakında.»
(52) Sizi
çağıracağı gün, O’na övgüyle icabet edecek (dünyada) pek az bir süre
kaldığınızı sanacaksınız.
(53)
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını
açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.
(54) Sizi en
iyi Rabbiniz bilir; dilerse size merhamet eder, dilerse sizi azablandırır. Biz
seni onların üzerine bir vekil olarak göndermedik.
(55) Rabbin,
göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Andolsun, biz peygamberlerin bir
kısmını bir kısmına üstün kıldık ve Davud’a da Zebur verdik.
(56) De ki:
«O’nun dışında (ilah olarak) öne sürdüklerinizi çağırın, onlar sizden ne zararı
uzaklaştırabilirler, ne de (onu yararınıza) dönüştürebilirler. Rablerine
(yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar ve azabından
korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin azabı korkunçtur.
(57) Onların
taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye-
(58) Hiç bir
ülke (veya şehir) olmasın ki, kıyamet gününden önce biz onu (ya) bir yıkıma
uğratacağız veya onu şiddetli bir azabla azablandıracağız; bu (muhakkak) o
kitapta yazılıdır.
(59) Bizi
ayet (mucize) ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı.
Semud’a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla
(onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için
göndeririz.
(60) Ey
Muhammed bir zaman sana: «Şüphesiz Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır.»
demiştik. Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur’an’da lanetlenen ağacı ancak
insanlara bir fitne (sınama aracı) yaptık. Biz onları arka arkaya korkutuyoruz,
fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şeyi artırmaya yaramıyor.
(61) Hani
meleklere: «Adem’e secde edin» demiştik. İblis’in dışında (hepsi) secde
etmişlerdi. Demişti ki: «Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder
miyim?» kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.»
(62) Demişti
ki: «Şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun, eğer bana kıyamet gününe
kadar süre tanırsan, onun soyunu -pek azı dışında-
(63) Demişti
ki: «Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir;
eksiksiz bir ceza.»
(64)
«Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla
onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve
onlara çeşitli vaadlerde bulun.» Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey
vadetmez.
(65) «Benim
kullarım; senin onlar üzerinde hiç bir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur.»
Vekil olarak Rabbin yeter.
(66) Sizin
Rabbiniz, fazlından aramanız için denizde gemileri sizin için yürütür.
Gerçekten O, size karşı merhametli olandır.
(67) Size
denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız
kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt
çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.
(68) Kara
tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları
yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil de
bulamazsınız.
(69) Veya
sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına
salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra
onun öcünü bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız.
(70)
Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli
araçlarla) taşıdık, temiz-güzel şeylerden rızıklandırdık çoğundan üstün kıldık.
(71) Her
insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ elinde
verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir ‘hurma çekirdeğindeki
ipince iplik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar.
(72) Kim
bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha ‘şaşkın
bir sapıktır’.
(73) Onlar
neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni
fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi.
(74) Eğer
biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim
gösterecektin.
(75) Bu
durumda, biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) taddırırdık;
sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.
(76)
Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu
durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar.
(77) (Bu,)
Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir
değişiklik bulamazsın.
(78) Güneşin
sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti Kur’an’ını
(namazını) da; çünkü fecir vakti (namazda okunan) Kur’an’ı, işte o, şahid
olunandır.
(79) Gecenin
bir kısmında uyanıp Teheccüd namazı kıl, bu sadece sana mahsus bir ibadettir.
Belki böylece Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır.
(80) Ve de
ki: «Rabbim, beni (girilecek yere) doğru bir girdirişle girdir ve (çıkarılacak
yerden) doğru bir çıkarılışla çıkar ve katından bana yardımcı bir kuvvet ver.»
(81) De ki:
«Hak geldi, batıl yok oldu; hiç şüphesiz batıl yok olucudur.»
(82)
Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o,
zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.
(83) İnsana
bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman
da umutsuzluğa kapılır.
(84) De ki:
«Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha
doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir.»
(85) Sana
ruh’tan sorarlar; de ki: «Ruh, Rabbimin emrindedir, size ilimden yalnızca az
bir şey verilmiştir.»
(86)
Andolsun, eğer dilersek, sana vahyettiklerimizi gerçekten gideriveririz, sonra
bunun için bize karşı bir vekil bulamazsın.
(87) (Vahyi
sende bırakan) Rabbin rahmetinden başka(sı değildir) . Şüphesiz O’nun lütfu
senin üzerinde çok büyüktür. onun bir benzerini getiremezler.»
(88) De ki:
«Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek
üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile-
(89) Andolsun,
biz bu Kur’an’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk.
İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler.
(90) Dediler
ki: «Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız,»
(91) «Ya da
sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl
akan ırmaklar fışkırtmalısın,»
(92) «Veya
öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah’ı ve
melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin,»
(93) «Yahut
altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim
okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.»
De ki: «Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?»
(94)
Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların:
«Allah, elçi olarak bir beşer mi gönderdi?» demelerinden başkası değildir.
(95) De ki:
«Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz
de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik.»
(96) De ki:
«Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle
haberdardır, görendir.»
(97) Allah,
kimi hidayete ulaştırırsa, işte o, hidayet bulmuştur, kimi de saptırırsa onlar
için O’nun dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, biz onları yüzükoyun
körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri
cehennemdir; ateşi sükûn buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız.
(98) Bu,
şüphesiz, onların ayetlerimizi inkâr etmelerine ve: «Biz kemikler haline
geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir
yaratılışla diriltileceğiz?» demelerine karşılık cezalandırır.
(99)
Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü
yeter ve onlar için de kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır.
Zulmedenler ise ancak inkârda ayak direttiler.
(100) De ki:
«Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda harcama
endişesiyle gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. İnsan pek cimridir.
(101)
Andolsun, biz Musa’ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte
İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: «Gerçekten ben seni
büyülenmiş sanıyorum» demişti.
(102) O da:
«Andolsun, bunları görülecek-belgeler olarak göklerin ve yerin Rabbinden
başkasının indirmediğini sen de bilmişsin; gerçekten ben de seni yıkılmış-harab
olmuş sanıyorum» demişti.
(103)
Böylelikle, onları o yerden sürüp-sarsıntıya uğratmayı istedi, Biz de onu ve
beraberindekileri hep-birlikte boğuverdik.
(104) Ve
onun ardından İsrailoğullarına söyledik: «O toprak (yurt) ta oturun, ahiret
va’di geldiğinde hepinizi derleyip-toplayacağız.»
(105) Biz
onu (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ve o hak ile indi; seni de yalnızca bir
müjde verici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik.
(106) Onu
bir Kur’an olarak, insanlara dura dura okuman için (bölüm bölüm) ayırdık ve onu
safha safha bir indirme ile indirdik.
(107) De ki:
«İster ona inanın, ister inanmayın; O, daha önce kendilerine ilim verilenlere
okunduğu zaman, çenelerinin üstüne kapanarak secde ederler.»
(108) Ve
derler ki: «Rabbimiz yücedir, Rabbimizin va’di gerçekten gerçekleşmiş
bulunuyor.»
(109)
Çeneleri üstüne kapanıp ağlıyorlar ve (Kur’an) onların huşû (saygı dolu korku)
larını arttırıyor.
(110) De ki:
« ‘Allah’, diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en
güzel isimler O’nundur.» Namazında sesini çok yükseltme, onda çok da kısma, bu
ikisi arasında (orta) bir yol benimse.
(111) Ve
deki: «Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten
dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’adır.» Ve O’nu tekbir
edebildikçe tekbir et.
——————————————————————————–
YÛNUS SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Râ. Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.
(2)
İçlerinden olan bir adama: «İnsanları uyarıp-korkut ve iman edenlere, muhakkak
kendileri için Rableri katında ‘gerçek bir makam’ olduğunu müjde ver» diye
vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? Küfre sapanlar: «Gerçek şu ki bu,
açıkça bir büyücüdür» dediler.
(3) Şüphesiz
sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden
işleri de evirip-çeviren Allah’tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse
şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O’na kulluk edin. Yine
de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?
(4) Sizin
tümünüzün dönüşü O’nadır. Allah’ın va’di bir gerçektir. İman edip salih
amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan sonra
onu iade edecek olan O’dur. Küfredenler ise, küfre sapmaları dolayısıyla, onlar
için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azab vardır.
(5) Güneşi
bir aydınlık, ayı da bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için
ona duraklar tesbit eden O’dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O,
bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır.
(6) Gerçekten,
gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı
şeylerde korkup-sakınabilen bir topluluk için elbette ayetler vardır.
(7) Bizimle
karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar
ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar;
(8) İşte
bunların, kazanmakta olduklarından dolayı barınma yerleri ateştir.
(9) İman
edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla
altından ırmaklar akan nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir
(hidayet eder) .
(10) Oradaki
dualar: «Allah’ım, Sen ne yücesin» dir ve oradaki dirlik temennileri:
«Selam»dır; dualarının sonu da: «Gerçek, hamd alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.»
(11) Eğer
Allah, onların hayra ulaşmak için çarçabuk davrandıkları gibi, insanlara şerri
de çabuklaştırsaydı, mutlaka ecellerine hüküm verilirdi. İşte bize kavuşmayı
ummayanları biz böylece tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda
bırakırız.
(12) İnsana
bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken yada ayaktayken bize dua eder;
zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi
hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları
böyle süslenmiştir.
(13)
Andolsun, sizden önceki nesilleri, peygamberleri kendilerine apaçık deliller
getirdiği halde, zulme saptıkları ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma
uğrattık. İşte biz, suçlu-günahkâr olan bir topluluğu böyle cezalandırırız.
(14) Sonra,
nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde
halifeler kıldık.
(15) Onlara
ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı
ummayanlar, derler ki: «Bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir.» De
ki: «Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem, benim için
olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan
edersem, kuşkusuz ben, büyük günün azabından korkarım.»
(16) De ki:
«Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan
önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?»
(17) Allah’a
hakkında yalan uydurup iftira edenden ve O’nun ayetlerini yalanlayandan daha
zalim kimdir? Şüphesiz O, suçlu-günahkârları kurtuluşa erdirmez.
(18) Allah’ı
bırakıp kendilerine zarar vermeyecek, yararları da dokunmayacak şeylere kulluk
ederler ve: «Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir» derler. De ki:
«Siz, Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O,
sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzak ve yücedir.»
(19) İnsanlar,
tek bir ümmetten başka değillerdi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden
geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda
mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
(20) Bir de
derler ki: «Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!..» De ki: «Gayb
yalnızca Allah’ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte
bekleyenlerdenim.»
(21)
İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz
zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak (bir entrika geliştirmek)
onlar için (bir alışkanlık ve kötü bir edinim) dir. De ki: «Düzen kurmada
(karşılık vermede) Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, bizim elçilerimiz, sizin
‘geliştirmekte olduğunuz düzenleri’ yazmaktadırlar.»
(22) Karada
ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyleki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da
güzel bir rüzgârla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona
çılgınca bir rüzgâr gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir;
onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na
‘gönülden katıksız bağlılar (muhlisler) ‘ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar:
«Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden
olacağız.»
(23) Ama
(Allah) onları kurtarınca, onlar hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa
koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi nefisleriniz
aleyhinedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra sizin dönüşünüz
bizedir, biz de yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.
(24) Dünya
hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların
yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyleki yer, güzelliğini
takınıp süslendiği ve ahalisi de gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken
(işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiç
bir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız.
Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız.
(25) Allah
barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir.
(26)
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardı. Onların yüzlerini ne bir
karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; onda ebedi
olarak kalacaklardır.
(27)
Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi
misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah’tan (kurtaracak) hiç
bir koruyucu da yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına
bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; onda ebedi olarak
kalacaklardır.
(28) O gün,
onların tümünü bir arada toplayacağız, sonra şirk katanlara: «Yerinizden
ayrılmayınız; siz de, şirk koştuklarınız da» diyeceğiz. Artık onların arasını
açmışızdır. Şirk koştukları derler ki: «Siz bize ibadet ediyor değildiniz.»
(29) «Bizim
ile sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. Gerçekten biz, sizin ibadetinizden
habersizlerdik.»
(30) İşte
orada, her nefis önceden yaptıklarıyla imtihana çekilmiş olacak ve onlar
asıl-gerçek mevlaları olan Allah’a döndürülecekler. Yalan yere uydurdukları da,
kendilerinden kaybolup uzaklaşacaklar.
(31) De ki:
«Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik
olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri
evirip-çeviren kimdir? Onlar: «Allah» diyeceklerdir. Öyleyse de ki: «Peki, siz
yine de korkup-sakınmayacak mısınız?»
(32) İşte
bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan
başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?
(33) Böylece
Rabbinin sözü o fıska sapanlar üzerinde (şöyle) gerçekleşmiştir ki: «Onlar
gerçekten iman etmezler.»
(34) De ki:
«Sizin şirk koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var
mı?» De ki: «Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse
nasıl çevriliyorsunuz?»
(35) De ki:
«Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mıdır?» De ki: «Hakka
ulaştıracak Allah’tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir,
yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor
size? Nasıl hükmediyorsunuz?»
(36) Onların
çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç bir şeyi
sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.
(37) Bu
Kur’an, Allah’tandır, başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir.
Ancak o, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda
hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.
(38) Yoksa:
«Bunu kendisi yalan olarak uydurdu» mu diyorlar? De ki: «Bunun benzeri olan bir
sure getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüler iseniz. Allah’tan başka
çağırabildiklerinizi çağırın.»
(39) Hayır,
onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine de henüz yorumu gelmemiş bir şeyi
yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zulme sapanların
nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak.
(40) Onlardan
ona inananlar vardır ve onlardan ona inanmayanlar da vardır. Rabbin fesad
çıkaranları daha iyi bilir.
(41) Eğer
seni yalanlarlarsa, onlara de ki: « Benim yaptıklarım benim, sizin de
yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin
yaptıklarınızdan uzağım.»
(42)
Onlardan seni dinleyecekler vardır. Ama hiç duymayan-sağırlara -üstelik hiç
akılları ermiyorsa- sen mi duyuracaksın?
(43) Ve
onlardan sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de
yoksa- sen mi doğru yola ulaştıracaksın?
(44)
Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendilerine
kendileri zulmediyorlar.
(45)
Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada
toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah’a kavuşmayı
yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş de değildi.
(46) Onlara
vaadettiğimiz (azabın) bir kısmını sana gösteririz veya senin hayatına son
veririz (de görmen ahirete kalır.) Onların dönüşleri bizedir, sonra Allah
işlemekte olduklarına şahiddir.
(47) Her
ümmetin bir peygamberi vardır. Onlara peygamberleri geldiği zaman, aralarında
adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar.
(48) Derler
ki: «Eğer doğru sözlüler iseniz, bu belirttiğiniz süre (va’d) ne zamanmış?»
(49) De ki:
«Allah’ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiç bir şeye)
malik değilim, her şey Allah’ın iradesine bağlıdır, Her ümmetin bir eceli
vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne
alınabilirler.»
(50) De ki:
«Düşündünüz mü hiç, eğer O’nun azabı size gece veya gündüz geliverirse,
suçlu-günahkâr olanlar, bunu ne diye erkene almak istiyorlar?»
(51)
Gerçekleştikten sonra mı O’na iman edeceksiniz? Hemen şimdi mi? Oysa siz, onun
erkence gelmesini istiyordunuz.
(52) Sonra o
zulmetmekte olanlara: «Sürekli azabı tadın» denilecek. Kazanmakta olduklarınız
dışında, bir başka şeyle mi cezalandırılacaktınız?»
(53) «Bu bir
gerçek mi?» diye senden haber soracaklar. De ki: «Evet, Rabbime andolsun ki,
şüphesiz gerçektir ve sizler aciz bırakacak olanlar da değilsiniz.»
(54)
Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba karşılık)
mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını gizlerler,
oysa onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmedilmiştir.
(55) Haberin
olsun; göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah’ındır. Haberin olsun;
şüphesiz Allah’ın va’di haktır; ancak onların çoğu bilmezler.
(56) O,
diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.
(57) Ey
insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü’minler için
bir hidayet ve rahmet geldi.
(58) De ki:
«Allah’ın bol ihsanıyla (fazlıyla) ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler.
Bu, onların toplayıp yığmakta olduklarından hayırlıdır.»
(59) De ki:
«Allah’ın sizin için indirdiği sizin bir kısmını haram ve helal kıldığınız
rızıktan, haber var mı? Söyler misiniz?» De ki: «Allah mı size izin verdi,
yoksa Allah hakkında yalan uydurup iftira mı ediyorsunuz?»
(60) Allah
hakkında yalan uydurup iftira edenlerin kıyamet günü zanları nedir? Şüphesiz
Allah, insanlara karşı büyük ihsan (fazl) sahibidir, ancak onların çoğu
şükretmezler.
(61) Senin
içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi
bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice)
daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte
zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha
küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın.
(62)
Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, onlar mahzun
olacak değildirler.
(63) Onlar
iman edenler ve (Allah’tan) korkup-sakınanlardır.
(64) Müjde,
dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik
yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.
(65) Onların
sözleri seni üzmesin. Şüphesiz ‘izzet ve gücün’ tümü Allah’ındır. O, işitendir,
bilendir.
(66)
Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah’ındır. Allah’tan
başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte)
uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminde
bulunarak yalan söylemektedirler.’
(67) O,
dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak sizin için
yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler
vardır.
(68) «Allah,
çocuk edindi» dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiç bir şeye ihtiyacı
olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Kendinizde buna ilişkin ispatlayıcı
bir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
(69) De ki:
«Allah hakkında yalan uydurup iftira edenler, kurtuluşa ermezler.»
(70) (Onlar
için) Dünyada geçici bir meta (vardır) . Sonra dönüşleri bizedir; sonra da küfre
sapışları dolayısıyla onlara şiddetli azabı taddıracağız.»
(71) Onlara
Nuh’un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: «Ey kavmim, benim makamım ve
Allah’ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz
Allah’a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi
karara bağlayın da işiniz örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra
hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.
(72) Eğer
yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim,
yalnızca Allah’a aittir. Ve ben, müslümanlardan olmakla emrolundum.
(73) Fakat
onu yalanladılar; biz de Onu ve gemide Onunla birlikte olanları kurtardık ve
onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk.
Uyarılıp-korkutulanların nasıl bir sonuca uğratıldıklarına bir bak.
(74) Sonra
onun ardından kendi kavimlerine (başka) peygamberler gönderdik; onlara apaçık
belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar.
İşte biz, haddi aşanların kalblerini böyle damgalarız.
(75) Sonra
bunların ardından Firavun’a ve onun önde gelen çevresine Musa’yı ve Harun’u
ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkâr bir
kavimdi.
(76) Onlara
katımızdan hak geldiği zaman, dediler ki: «Bu, kuşkusuz apaçık bir büyüdür.»
(77) Musa:
«Size hak geldiğinde (böyle) mi söylersiniz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler,
kurtuluşa ermezler» dedi.
(78) Onlar:
«Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) dan çevirmek ve
yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize
inanacak değiliz» dediler.
(79)
Firavun: «Bana bütün bilgin-büyücüleri getirin» dedi.
(80)
Büyücüler geldiğinde Musa onlara: «Atacak olacağınız şeyleri atın» dedi.
(81) Onlar
atınca, Musa dedi ki: «Sizlerin (ortaya) getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu Allah
onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini
düzeltmez.»
(82) Allah,
suçlu-günahkârlar istemese de, hakkı (hak olarak) kendi kelimeleriyle
gerçekleştirecektir.
(83) Sonunda
Musa’ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde
gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden
olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten
ölçüyü taşıranlardandı.
(84) Musa
dedi ki: «Ey kavmim, eğer siz Allah’a iman etmişseniz (ve) müslüman olmuşsanız
artık yalnızca O’na tevekkül edin.»
(85) Onlar
dediler ki: «Biz Allah’a tevekkül ettik; Rabbimiz, bizi zulme sapan bir kavim
için bir fitne (konusu) kılma.»
(86) «Ve
bizi, kâfirler topluluğundan rahmetinle kurtar.»
(87) Musa ve
kardeşine (şöyle) vahyettik: «Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın,
evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru
kılın. Mü’minleri de müjdele.»
(88) Musa
dedi ki: «Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünya
hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin
yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve
onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar, acıklı azabı görecekleri
zamana kadar iman etmeyecekler.»
(89) (Allah)
Dedi ki: «İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve
bilgisizlerin yoluna uymayın.»
(90) Biz,
İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve
düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun) :
«İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım
ve ben de müslümanlardanım» dedi.
(91) Şimdi,
öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın.
(92) Bugün
ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni
yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz) . Gerçekten
insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler.
(93)
Andolsun, biz İsrailoğullarını, hoşlarına gidecek güzel bir yerde yerleştirdik
ve temiz şeylerden kendilerine rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar
anlaşmazlığa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, aralarında, anlaşmazlığa düştükleri
şey konusunda kıyamet günü hüküm verecektir.
(94) Sana
indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun,
Rabbinden sana gerçek gelmiştir, şu halde kuşkuya kapılanlardan olma.
(95) Ve
Allah’ın ayetlerini yalan sayanlardan olma; yoksa hüsrana uğrayanlardan
olursun.
(96) Gerçek
şu ki, Rabbinin kelimesi üzerlerinde hak olanlar, onlar inanmazlar.
(97) Onlara
her ayet getirilse bile.. Acıklı azabı görünceye kadar.
(98) Ama
(azab geldiği sırada) iman edip imanı kendisine yarar sağlamış -Yunus kavminin
dışında- bir ülke olsaydı ya! Onlar iman ettikleri zaman dünya hayatında
onlardan aşağılatıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar
yararlandırdık.
(99) Eğer
Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar
mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?
(100)
Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkânı) yoktur. O, akıl
erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.
(101) De ki:
«Göklerde ve yerde ne var? bir bakıverin.» İman etmeyen bir topluluğa apaçık
ayetler ve uyarıp-korkutmalar bir şey sağlamaz.
(102)
Kendilerinden önce gelip-geçmişlerin (başlarından geçen) günlerin bir
benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: «Bekleyedurun. Şüphesiz ben de
sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.»
(103) Sonra
biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü’minleri
kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.
(104) De ki:
«Ey insanlar, eğer benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin
Allah’tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum, ancak ben,sizin
hayatınıza son verecek olan Allah’a ibadet ederim. Ben, mü’minlerden olmakla
emrolundum;»
(105) Ve:
«Bir muvahhid (hanif) olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden
olma.»
(106) «Sana
yararı da, zararı da olmayan Allah’tan başkalarına tapma. Eğer sen (bu
emirlerin tersini) yapacak olursan, bu durumda muhakkak sen zulme sapanlardan
olursun» (diye de emrolundum) .
(107) Allah
sana bir zarar dokunduracak olursa, O’ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur.
Ve eğer sana bir hayır isterse, O’nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur.
Kullarından dilediğine bundan isabet ettir. O, bağışlayandır, esirgeyendir.
(108) De ki:
«Ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa,
o, ancak kendi nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine
sapmıştır. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim.»
(109) Sana
vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en
hayırlısıdır.
——————————————————————————–
HÛD SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Râ, (Bu,) Ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi olan ve
her şeyden haberdar bulunan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm)
açıklanmış bir Kitap ‘tır (ki:)
(2) Öyle ki,
Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Gerçekten ben, sizi onun tarafından uyarıp-korkutan
ve müjdeleyenim;
(3) Ve
Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş
bir vakte kadar güzel bir meta ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi
ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir
günün azabından korkarım.
(4) Sizin
dönüşünüz Allah’adır. O, her şeye güç yetirendir.
(5)
Haberiniz olsun; gerçekten onlar, ondan gizlenmek için göğüslerini büker
(Hak’tan kaçınıp yan çizer) ler. (Yine) Haberiniz olsun; onlar, örtülerine
büründükleri zaman, O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da
bilmektedir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.
(6)
Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Onun karar
(yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık
bir kitaptır.
(7) O’nun
arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için
gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Andolsun onlara: «Gerçekten siz,
ölümden sonra yine diriltileceksiniz» dersen, küfre sapanlar mutlaka: «Bu,
açıkça bir büyüdür başkası değildir» derler.
(8)
Andolsun, onlardan azabı sayılı bir topluluğa (veya belirli bir süreye) kadar
ertelersek, mutlaka: «Onu akılkoyan nedir?» derler. Haberiniz olsun; onlara
bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta
oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.
(9)
Andolsun, biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden
çekip-alsak, kuşkusuz o, (artık) umudunu kesmiş bir nankördür.
(10) Ve
andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet taddırırsak,
kuşkusuz: «Kötülükler benden gidiverdi» der. Çünkü o, şımarıktır,
böbürlenendir.
(11)
Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir
bunlarındır.
(12) Şimdi onların:
«Ona bir hazine indirilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil
miydi?» demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısımını
mı terkedeceksin? Sen yalnızca bir uyarıp-korkutucusun. Allah her şeye
vekildir.
(13) Yoksa:
«Onu kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: «Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş
olarak onun benzeri on sure getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz, Allah’tan
başka güç çağırabildiklerinizi çağırın.»
(14) Eğer
buna rağmen size cevap vermezlerse, artık biliniz ki, o, gerçekten Allah’ın
ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse artık, siz müslüman
mısınız?
(15) Kim
dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda
tastamam öderiz ve onlar bunda hiç bir eksikliğe de uğratılmazlar.
(16) İşte
bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda
(dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de
geçersiz olmuştur.
(17)
Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan, onu yine ondan bir şahid izleyen
ve ondan önce de bir önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı (kendisini
doğrulamakta) bulunan kimse, (artık onlar) gibi midir? İşte onlar, buna
(Kur’an’a) inanırlar. Gruplardan biri onu inkâr ederse, ateş ona vaadedilen
yerdir. Öyleyse, bundan kuşkuda olma, çünkü o, Rabbinden olan bir haktır. Ancak
insanların çoğunluğu inanmazlar.
(18) Allah
hakkında yalan uydurup iftira edenden daha zalim kimdir? İşte bunlar, Rablerine
sunulacaklar ve şahidler: «Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır»
diyecekler. Haberiniz olsun; Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.
(19) Bunlar,
Allah’ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır. Onlar, ahireti
de tanımayanlardır.
(20) Bunlar,
yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir ve bunların Allah’tan başka velileri
de yoktur. Azab onlar için kat kat arttırılır. Bunlar (hakkı) işitmeye güç
yetirmezlerdi ve görmezlerdi de.
(21) İşte
bunlar, kendilerini hüsrana uğratanlardır ve yalan olarak uydurmakta oldukları
(düzme tanrılar da) onlardan uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
(22) Hiç
şüphesiz bunlar, ahirette en çok hüsrana uğrayanlardır.
(23) İman
edip salih amellerde bulunanlar ve ‘Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak
bağlananlar’, işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda temelli olarak
kalacaklardır.
(24) Bu iki
grubun örneği; kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit
olur mu? Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?
(25)
Andolsun, biz Nuh’u kavmine gönderdik. (Onlara:) «Ben sizin için ancak apaçık
bir uyarıp-korkutucuyum.»
(26)
«Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acıklı bir günün
azabından korkmaktayım» (dedi) .
(27)
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: «Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden
başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu
görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz sizi
yalancılar sanıyoruz» dedi.
(28) Dedi
ki: «Ey Kavmim, görüşünüz nedir-söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge
üzerinde isem ve Rabbim bana kendi katından bir rahmet vermiş de (bu), sizin
gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak
mıyız?
(29) «Ey
kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca
Allah’a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine
kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum.
(30) «Ey
kavmim, ben onları kovarsam, Allah’tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım
edecek? Hiç düşünmez misiniz?»
(31) «Ben
size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek
olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak
onlara bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir.
Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)
dir.»
(32) Dediler
ki: «Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru
söylüyorsan bize vaadettiğini getir (görelim.)»
(33) Dedi
ki: «Eğer dilerse, onu size Allah getirir ve siz (O’nu) aciz bırakacak
değilsiniz.»
(34) «Eğer Allah
sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı
olmaz. O sizin Rabbinizdir ve O’na döndürüleceksiniz.»
(35) Onlar:
«Bunu kendisi uydurdu» mu diyorlar? De ki: «Eğer onu ben uydurduysam, günahım
bana aittir. Ama ben, sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım.»
(36) Nuh’a
vahyedildi: «Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak.
Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.»
(37) «Bizim
gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulme sapanlar konusunda da
bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda-boğulacaklardır.»
(38) Gemiyi
yapmaktaydı. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay
ediyordu. O: «Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay
edeceğiz» dedi.
(39) «Artık
siz, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azab kime gelecek ve sürekli azab kimin
üstüne çökecek.»
(40) Sonunda
emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: «Her birinden
ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve
iman edenleri ona yükle.» Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman
etmemişti.
(41) Dedi
ki: «Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah’ın adıyladır.
Şüphe yok, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir.»
(42) (Gemi)
Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzmekteyken Nuh, bir kenara çekilmiş
olan oğluna seslendi: «Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte
olma.»
(43) (Oğlu)
Dedi ki: «Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.» Dedi ki: «Bugün
Allah’ın emrinden, esirgeyen olan (Allah) dan başka bir koruyucu yoktur.» Ve
ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
(44) Denildi
ki: «Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.» Su çekildi, iş bitiriliverdi,
(gemi de) Cûdi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: «Uzak olsunlar»
denildi.
(45) Nuh,
Rabbine seslendi. Dedi ki: «Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin
va’din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin.»
(46) Dedi
ki: «Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir
iş (yapmıştır) . Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten
ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.»
(47) Dedi
ki: «Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni
bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.»
(48) «Ey
Nuh» denildi. «Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine bizden selâm ve
bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kâfir) Ümmetleri de
yararlandıracağız, sonra onlara bizden acıklı bir azab dokunacaktır.»
(49) Bunlar:
Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce
bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva
sahiplerinindir.
(50) Ad
(halkına da) kardeşleri Hûd’u (gönderdik) . Dedi ki: «Ey kavmim, Allah’a ibadet
edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak (tanrılar)
düzenlerden başkası değilsiniz.
(51) Ey
kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim ücretim,
beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?
(52) Ey
kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Üstünüze gökten
sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın.
Suçlu-günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.»
(53) «Ey
Hûd» dediler. «Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de
senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de değiliz.»
(54) «Biz:
‘Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır’ (demekten) başka bir şey
söylemeyiz.» Dedi ki: «Allah’ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki,
gerçekten ben, sizin şirk katmakta olduklarınızdan uzağım;»
(55) «O’nun
dışındaki (tanrılardan) . Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı
kurun, sonra bana süre de tanımayın.»
(56) «Ben
gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim.
O’nun, alnından yakalayıp denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim
Rabbim, dosdoğru bir yol üzerindedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)»
(57) «Buna
rağmen yüz çevirirsiniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim.
Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O’na hiç bir şeyle zarar
veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip koruyandır.»
(58) Emrimiz
geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmet ile Hûd’u ve onunla birlikte iman
edenleri kurtardık. Onları şiddetli-ağır bir azabtan kurtardık.
(59) İşte Ad
(halkı) : Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O’nun peygamberlerine
isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler.
(60) Ve bu
dünyada da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. Haberiniz olsun;
gerçekten Ad (halkı), Rablerine (karşı) küfrettiler. Haberiniz olsun; Hûd kavmi
Ad’a (Allah’ın rahmetinden) uzaklık (verildi) .
(61) Semud
(halkına da) kardeşleri Salih’i (gönderdik) . Dedi ki: «Ey kavmim, Allah’a
ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan)
yarattı ve onda sizi ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin,
sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir.»
(62) Dediler
ki: «Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve
yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmamızdan sen
bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku
verici bir tereddüt içindeyiz.»
(63) Dedi
ki: «Ey kavmim, görüşünüz nedir-söyler misiniz? Eğer ben Rabbimden apaçık bir
belge üzerindeysem ve bana tarafından bir rahmet vermişse, bu durumda da O’na
isyan edecek olursam Allah’a karşı bana kim yardım edecektir? Şu halde kaybımı
arttırmaktan başka bana (hiç bir yarar) sağlamayacaksınız.»
(64) «Ey
kavmim, size işte bir ayet olarak Allah’ın devesi; onu serbest bırakın,
Allah’ın arzında yesin. Ona kötülük (vermek niyetiy) le dokunmayın. Yoksa sizi
yakın bir azab sarıverir.»
(65) Fakat
onu öldürdüler. (Salih) Dedi ki: «Yurdunuzda üç gün daha yararlanın. Bu,
yalanlanmayacak bir vaaddir.»
(66) Emrimiz
geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Salih’i ve onunla birlikte iman
edenleri o günün aşağılatıcı azabından kurtardık. Doğrusu senin Rabbin, güçlü
olandır, aziz olandır.
(67) O zulme
sapanları dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş
olarak sabahladılar.
(68) Sanki
orda hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud (halkı)
gerçekten Rablerine (karşı) küfretmişlerdi. Haberiniz olsun; Semud (halkına
Allah’ın rahmetinden) uzaklık (verildi) .
(69)
Andolsun, elçilerimiz İbrahim’e müjde ile geldikleri zaman: «Selam» dediler. O
da: «Selam» dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.
(70)
Ellerinin ona uzanmadığını görünce (İbrahim durumdan) hoşlanmadı ve içine bir
tür korku düştü. Dediler ki: «Korkma. Biz Lut kavmine gönderdik.»
(71) Karısı
da ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz de ona İshak’ı, İshak’ın arkasından da
Yakub’u müjdeledik.
(72) «Vay
bana» dedi (kadın) . «Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar
iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!..»
(73) Dediler
ki: «Allah’ın emrine mi şaşırıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin
üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecîd’tir.»
(74)
İbrahim’den korku gittiği ve ona müjde geldiği zaman, Lût kavmi konusunda
bizimle çekişip-tartışmalara giriyor(du) .
(75) Doğrusu
İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah’a) yönelen biriydi.
(76) «Ey
İbrahim, bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu ki, Rabbinin emri gelmiştir ve
gerçekten onlara geri çevrilmeyecek bir azab gelmiştir.»
(77)
Elçilerimiz Lût’a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı, göğsünü bir
sıkıntı bastı ve: «Bu, zorlu bir gün» dedi.
(78) Kavmi
ona doğru koşarak geldi; onlar daha önceden kötülükler işlemekteydiler. «Ey
kavmim» dedi. «İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. Artık
Allah’tan korkun ve beni misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı
başında olan (reşid) bir adam da yok mu?»
(79) Dediler
ki: «Andolsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz (ilgimiz ve arzumuz)
olmadığını sen de bilmişsindir. Bizim ne istemekte olduğumuzu gerçekte sen
biliyorsun.»
(80) Dedi
ki: «Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim.»
(81)
(Elçiler) Dediler ki: «Ey Lût, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin
olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık) .
Sakın, hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü
onlara isabet edecek olan ona da isabet edecektir. Onlara va’dolunan (azab)
sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?
(82) Böylece
emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan
pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık;
(83)
Rabbinin katında ‘belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış’ olarak. Bunlar
zalimlerden uzak değildir.
(84) Medyen
(halkına da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik) . Dedi ki: «Ey kavmim, Allah’a
ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik
tutmayın; gerçekten ben, sizi bir ‘bolluk ve refah (hayır) ‘ içinde görüyorum.
Doğrusu ben, sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum.»
(85) «Ey
kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını
değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık
çıkarmayın.»
(86) «Eğer
mü’minseniz, Allah’ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha
hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.»
(87) Dediler
ki: «Ey Şuayb, senin namazın mı atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da
mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vaz geçmemizi emretmektedir.
Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam) sın.»
(88) Dedi
ki: «Ey kavmim görüşünüz nedir-söyler misiniz? Ya ben Rabbimden apaçık bir
belge üzerinde isem ve O da beni kendisinden güzel bir rızık ile
rızıklandırmışsa? Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek suretiyle)
size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah
etmektir. Benim başarım ancak Allah iledir; O’na tevekkül ettim ve O’na içten
yönelip dönerim.»
(89) «Ey
kavmim, bana karşı gelişiniz, sakın Nuh kavmini ya da Hûd kavminin veya Salih
kavminin başlarına gelenlerin bir benzerini size de isabet ettirmesin. Üstelik
Lût kavmi size pek uzak değil.
(90)
«Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim,
esirgeyendir, sevendir.»
(91) «Ey
Şuayb» dediler. «Senin söylediklerinin çoğunu biz ‘kavrayıp anlamıyoruz’.
Doğrusu biz seni içimizde zayıf da görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı,
gerçekten biz seni taşa tutar öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün
değilsin.»
(92) Dedi
ki: «Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah’tan daha mı üstündür ki, O’nu
arkanızda unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim Rabbim,
yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır.»
(93) «Ey
kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; kuşku yok, ben de yapacağım. Kime
aşağılatıcı azab gelecek ve yalancı kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip
durun, ben de sizlerle birlikte gözetleyeceğim.»
(94) Emrimiz
geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb’ı ve onunla birlikte iman
edenleri kurtardık; o zulme sapanları dayanılmaz bir ses sarıvredi de kendi
yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.
(95) Sanki
orda hiç refah içinde yaşamamışlar gibi, haberiniz olsun; Semud (halkına) nasıl
bir uzaklık verildiyse Medyen (halkına da Allah’ın rahmetinden öyle) bir
uzaklık (verildi) .
(96)
Andolsun, Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık olan ispatlayıcı bir delille
gönderdik.
(97)
Firavun’a ve onun önde gelen çevresine. Onlar Firavun’un emrine uymuşlardı.
Oysa Firavun’un emri doğruya-götürücü (irşad edici) değildi.
(98) O,
kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur.
Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir..
(99) Onlar,
burda da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. (Bu) Verilen bağış, ne
kötü bir bağıştır.
(100)
Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) kuşakların
haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hâlâ izleri var, kimi de) biçilmiş
ekin (gibi yerlebir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir.
(101) Biz
onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin
emri geldiği zaman, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey
sağlayamadı, ‘helak ve kayıplarını’ arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
(102) Onlar,
zulüm işlemektelerken, -ülkeleri (veya kuşakları) yakaladığı zaman- Rabbinin
yakalayıvermesi işte böyledir. Gerçekten O’nun yakalayıvermesi pek acıklı, pek
şiddetlidir.
(103) Ahiret
azabından korkan için bunda kesin ayetler vardır. O, bütün insanların
kendisinde toplanacağı bir gündür ve o, gözlemlenebilen bir gündür.
(104) Biz
onu sayılı bir sürenin (ecelin) dışında ertelemeyiz.
(105)
(Kıyametin) Geleceği günde, O’nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez.
Artık onlardan kimi ‘bedbaht ve mutsuz’, (kimi de) mutlu ve bahtiyardır.
(106) Mutsuz
olanlar ateştedirler, onlar için orda (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler
vardır.
(107) Onlar,
Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada temelli
kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır.
(108) Mutlu
olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer
sürüp gittikçe, orda temelli kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir
ihsandır.
(109) Artık
onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha önceleri,
ataları nasıl tapıyor idiyseler, bunlar da ancak böyle tapıyorlar. Kuşkusuz
biz, onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız.
(110)
Andolsun, Musa’ya kitabı verdik, onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir
söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş olacaktı.
Gerçekten onlar, bundan (Kur’an’dan) yana kuşku verici bir tereddüt
içindedirler.
(111)
Şüphesiz Rabbin, onlardan tümüne yapıp ettiklerini(n karşılığını) onlara
tastamam ödeyecektir. Çünkü O, yapıp ettiklerinden haberdar olandır.
(112)
Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve
azıtmayın. Çünkü O, yapmakta olduklarınızı görendir.
(113)
Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka
velileriniz yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.
(114)
Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı kıl.
Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür.
(115) Ve
sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.
(116) Sizden
önceki kuşaklardan onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde
bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?
Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar,
suçlu-günahkârlardı.
(117) Halkı,
ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek
değildi.
(118) Eğer
Rabbin dileseydi, insanların elbette tek bir ümmet kılardı. Oysa, onlar,
anlaşmazlığı sürdürmektedirler:
(119)
Rabbinin rahmet ettikleri dışında Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin
(şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: «Andolsun, cehennemi cinlerden ve
insanlardan, onların tümünden dolduracağım.»
(120) Sana
peygamberlerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru
haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü’minlere bir öğüt ve uyarı
gelmiştir.
(121) İman
etmeyenlere de ki: «Yapabileceğinizi yapın; kuşkusuz biz de yapacağız.»
(122) Ve
gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip durmaktayız.»
(123)
Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır, bütün işler O’na döndürülür; öyleyse O’na
kulluk edin ve O’na tevekkül edin. Senin Rabbin yapmakta olduklarınızdan
habersiz değildir.
——————————————————————————–
YÛSUF SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Râ. Bunlar, apaçık Kitab’ın ayetleridir.
(2)
Gerçekten biz, Arapça bir Kur’an olarak indirdik, Ona akıl erdirirsiniz diye.
(3) Biz bu
Kur’an’ı sana vahyetmemizle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak
sana aktarmaktayız, oysa sen, daha önce bundan haberi olmayanlardandın.
(4) Hani
Yusuf babasına: «Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) onbir yıldız, güneşi ve ayı
gördüm; onları bana secde etmektelerken gördüm» demişti.
(5) (Babası)
Demişti ki: «Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa onlar sana bir tuzak
düzenlerler. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.»
(6) «Böylece
Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana
öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a (nimetini) tamamladığı gibi
senin ve Yakub ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Hiç şüphe yok,
senin Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.»
(7)
Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler (ibretler) vardır.
(8) Onlar
şöyle demişti: «Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysaki biz,
birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık
içindedir.»
(9) «Öldürün
Yusuf’u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük)
kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz.»
(10)
Onlardan bir sözcü dedi ki: «Eğer (mutlaka bir şey) yapcaksanız, öldürmeyin
Yusuf’u, onu kuyunun derinliklerine bırakıverin de bir yolcu kafilesi onu
alsın.»
(11) (Bu karara
vardıktan sonra) «Ey Babamız,» dediler. «Sana ne oluyor, Yusuf’a karşı bize
güvenmiyorsun? Oysa gerçekte biz, onun iyiliğini isteyenleriz;»
(12) «Sen
onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Kuşkusuz biz onu
koruyup-gözetiriz.»
(13) Dedi ki:
«Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun
yemesinden korkuyorum.»
(14) Dediler
ki: «Andolsun, biz, birbirini kollayan bir topluluk iken, kurt onu yerse, bu
durumda şüphesiz kayba uğrayan (aciz kimseler) oluruz.»
(15) Nitekim
onu götürdükleri ve onu kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları
zaman, biz de ona (şöyle) vahyettik: «Andolsun, sen onlara kendileri, farkında
değilken bu yaptıklarını haber vereceksin.»
(16) Akşam
üstü babalarına ağlar vaziyette geldiler.
(17) Dediler
ki: «Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf’u da
yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş.
Ama biz doğruyu söyleyenler olsak bile sen bize inanacak değilsin.»
(18) Ve
üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. «Hayır» dedi.
Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş, bundan sonra (bana düşen)
güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım
istenecek olan Allah’tır.»
(19) Bir
yolcu-kafilesi geldi, sucularını (kuyuya su almak için) gönderdiler. O da
kovasını sarkıttı. «Hey, müjde.. Bu bir çocuk.» dedi. Ve onu (kuyudan çıkarıp)
«ticaret konusu bir mal» olarak sakladılar. Oysa Allah, yapmakta olduklarını
bilendi.
(20) Onu
ucuz bir fiyata, sayısı belli (birkaç) dirheme sattılar. Onlar onu pek
önemsemediler.
(21) Onu
satın alan bir Mısır’lı(aziz,) karısına: «Onun yerini üstün tut (ona güzel bak)
. Umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz.» dedi. Böylelikle
biz, Yusuf’u yeryüzünde (Mısır’da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan
(olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların
çoğu bilmezler.
(22)
Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte biz, iyilik
yapanları böyle ödüllendiririz.
(23) Onun
evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı
kapatarak: «İsteklerim senin içindir, gelsene» dedi. Dedi ki: «Allah’a
sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki,
zalimler kurtuluşa ermez.»
(24)
Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt
(burhan) ını görmeseydi -o da onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve
fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik) . Çünkü o, muhlis
kullarımızdandı.
(25) Kapıya
doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam)
Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: «Ailene
kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acıklı bir azabtan başka cezası ne
olabilir?»
(26) (Yusuf)
Dedi ki: «Onun kendisi benden murad almak istedi.» Kadının yakınlarından bir
şahid şahitlik etti: «Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmışsa bu durumda
kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir.
(27) Yok
eğer onun gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan
söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir.
(28) Onun
gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası) : «Doğrusu bu,
sizin düzeninizden (biri) dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür» dedi.
(29) «Yusuf,
sen bundan yüz çevir. Sende (kadın) günahın dolayısıyla bağışlanma dile.
Doğrusu sen günahkârlardan oldun.»
(30) Şehirde
(birtakım) kadınlar: «Aziz (Vezir’) in karısı kendi uşağının nefsinden murad
almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir
sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.
(31) (Kadın)
Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup
dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri
soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf’a da:) «Çık, onlara (görün) « dedi. Böylece
onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi
gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: «Allah’ı
tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir» dediler.
(32) Kadın
dedi ki: «Beni hakkında kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben
murad istedim, o ise, (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine
emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük
düşürülenlerden olacak.»
(33) (Yusuf)
Dedi ki: «Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha
sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara
(korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.»
(34) Böylece
Rabbi, onun duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden
uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir.
(35) Sonra
onlara (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, onu belli
bir vakte kadar kaçınılmaz olarak zindana atmak (görüşü) belirdi.
(36) Onunla
birlikte iki genç de zindana girmişti. Onlardan biri: «Ben (rüyamda) kendimi
şarap sıkıyorken gördüm.» dedi. Öbürü de: «Ben de kendimi başımın üstünde ekmek
taşıyorken gördüm; kuş da ondan yemekteydi» dedi. «Bunun yorumundan bize haber
ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz.»
(37) Dedi
ki: «Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha
gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, rabbimin bana
öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de
tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terkettim.»
(38)
«Atalarım İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un dinine uydum. Allah’a hiç bir şeyle
şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah’ın lütuf
ve ihsanındandır, ancak insanlardan çoğu şükretmezler.»
(39) «Ey
zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır,
yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?»
(40) «Sizin
Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiç bir
ispatlayıcı-delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak
adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O,
kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte
budur, ancak insanların çoğu bilmezler.»
(41) «Ey
zindan arkadaşlarım, ikinizden biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise
asılacak, kuş onun başından yiyecek. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz iş
(artık) olup bitmiştir.»
(42)
İkisinden kurtulacağını, sandığı kişiye dedi ki: «Efendinin katında beni
hatırla.» Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha
nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı.
(43)
Hükümdar «ben (rüyamda) yedi besili inek görüyorum, onları yedi zayıf inek
yiyor; bir de yedi yeşil başak ve diğerleri ise kupkuru. Ey önde gelen
(kahin-bilginler,) eğer rüya yorumluyorsanız benim bu rüyamı çözüverin» dedi.
(44) Dediler
ki: «(Bunlar) Karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenler
değiliz.»
(45) O iki
kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra hatırladı ve: «Ben bunun yorumunu
size haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin» dedi.
(46)
(Zindana gidip:) «Yusuf, ey doğru (sözlü insan) .. Yedi besili ineği yedi zayıf
(ineğin) yediği ve yedi yeşil başakla diğerleri kuru olan (rüya) konusunda bize
fetva ver. Umarım ki insanlara da (senin söylediklerinle) dönerim, belki onlar
(bunun anlamını) öğrenmiş olurlar.»
(47) Dedi
ki: «Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir
kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın.»
(48) Sonra
bunun arkasından (kuraklığı) zorlu yedi yıl gelecektir, sakladığınız az bir
miktar dışında, daha önce biriktirdiğinizi yiyip bitirecektir.»
(49) Sonra
bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bol bol yağmura
kavuşturulacak ve onda sıkıp-sağacaklar.»
(50)
Hükümdar dedi ki: «Onu bana getirin.» Ona elçi geldiğinde (Yusuf:) «Efendine
(Rabbine) dön de ona soruver: «Ellerini kesen o kadınların durumu neydi?
Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilendir.»
(51)
(Hükümdar topladığı o kadınlara:) «Yusuf’un nefsinden murad almak istediğinizde
sizin durumunuz neydi?» dedi. Onlar: «Allah için, haşa» dediler. «Biz ondan hiç
bir kötülük görmedik.» Aziz (Vezir) in de karısı dedi ki: «İşte şu anda gerçek
orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten
doğruyu söyleyenlerdendir.»
(52) (Yusuf
aracıya şunu söyledi:) «Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine
ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah’ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini
başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi.» var gücüyle
kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.»
(53) «(Yine
de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini
esirgediği dışında-
(54) Hükümdar
dedi ki: «Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım.» Onunla konuştuğunda da
(şöyle) dedi: «Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin,
güvenilir (bir danışman-yönetici) sin.»
(55) (Yusuf)
Dedi ki: «Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl.
Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim.»
(56) İşte
böylece biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkân verdik. Öyleki, onda (Mısır’da)
dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik
yapanların ecrini kayba uğratmayız.
(57)
Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha
hayırlıdır.
(58)
(Kuraklık başlayınca) Yusuf’un kardeşleri gelip yanına girdiler, onlar onu
tanımadıkları halde kendisi onları hemen tanıdı.
(59) Onların
erzak yüklerini hazırlayınca dedi ki: «Bana babanızdan olan kardeşinizi
getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçüyü tam tutarım ve ben konukseverlerin de en
hayırlısıyım.»
(60) «Eğer
onu bana getirmeyecek olursanız, artık benim katımda sizin için bir ölçek
(erzak) yoktur ve bana da yaklaşmayın.»
(61) Dediler
ki: «Onu babasından istemeye çalışacağız ve her halde biz bunu yapabileceğiz.»
(62)
Yardımcılarına da dedi ki: «Sermayelerini (erzak bedellerini) yüklerinin içine
koyun. İhtimal ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri
dönerler.»
(63)
Böylelikle babalarına döndükleri zaman, dediler ki: «Ey babamız, ölçek bizden
engellendi. Bu durumda kardeşimizi bizimle gönder de erzakı alalım. Onu mutlaka
biz koruyacağız.»
(64) Dedi
ki: «Daha önce kardeşi konusunda size güvendiğimden başka (bir şekilde) onun
hakkında size güvenir, miyim? Allah en hayırlı koruyucudur ve O, esirgeyenlerin
esirgecisidir.»
(65) Erzak
yüklerini açıp da sermayelerinin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüklerinde,
dediler ki: «Ey Babamız, daha neyi arıyoruz, işte sermayemiz bize geri
verilmiş; (bununla yine) ailemize erzak getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir
deve yükünü de ilâve ederiz. Bu (aldığımız) az bir ölçektir.»
(66) «Bana
etrafınızın çepeçevre kuşatılması dışında, onu ne olursa olsun mutlaka bana
getireceğinize dair Allah adına kesin bir söz verinceye kadar, onu sizinle asla
gönderemem.» dedi. Böylelikle Ona onlar kesin bir söz verince dedi ki: «Allah,
söylediklerimize karşı vekildir.»
(67) Ve dedi
ki: «Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben
size Allah’tan hiç bir şeyi sağlayamam (gideremem) . Hüküm yalnızca
Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O’na
tevekkül etmelidirler.» onlara Allah’tan gelecek olan hiç bir şeyi (gidermeyi)
sağlamadı. Gerçekte o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak
insanların çoğu bilmezler.
(68)
Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır’a) girdiklerinde, (bu,)
-Yakub’un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında-
(69)
Yusuf’un yanına girdikleri zaman, o, kardeşini bağrına bastı: «Ben» dedi.
«Senin gerçekten kardeşinim. Artık onların yaptıklarına üzülme.»
(70) Onların
erzak yüklerini kendilerine hazırlayınca da, su kabını kardeşinin yükü içine
bıraktı, sonra bir münadi (şöyle) seslendi: «Ey kafile, sizler gerçekten
hırsızsınız.»
(71) Onlara
doğru yönelerek «Neyi kaybettiniz?» dediler.
(72) Dediler
ki: «Hükümdarın su tasını kaybettik, kim onu (bulup) getirirse, (ona armağan
olarak) bir deve yükü vardır. Ben de buna kefilim.»
(73) «Allah
adına, hayret» dediler. «Siz de bilmişsiniz ki, biz (bu) yere bozgunculuk
çıkarmak amacıyla gelmedik ve biz hırsız değiliz.»
(74)
«Öyleyse» dediler. «Eğer yalan söylüyorsanız (bunun) cezası nedir?»
(75) Dediler
ki: «Bunun cezası (su tası) yükünde bulunanın kendisidir. İşte biz zulmedenleri
böyle cezalandırırız.»
(76) Böylece
(Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kablarını (yoklamaya) başladı, sonra
da onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte biz Yusuf için böyle bir plan
düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini
(yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah’ın dilemesi başka. Biz dilediğimizi
derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen
vardır.
(77) Dediler
ki: «Şayet çalmış bulunuyorsa, bundan önce onun kardeşi de çalmıştı.» Yusuf
bunu kendi içinde saklı tuttu ve bunu onlara açıklamadı (ve içinden) : «Siz
daha kötü bir konumdasınız» dedi. «Sizin düzmekte olduklarınızı Allah daha iyi
bilir.»
(78) Dediler
ki: «Ey Vezir, gerçek şu ki, bunun yaşlı (ve) büyük bir babası var; onun yerine
bizden birisini alıkoy. Doğrusu biz, seni iyilik yapanlardan görmekteyiz.»
(79) Dedi
ki: «Eşyamızı kendisinde bulduğumuzun dışında, birisini alıkoymamızdan Allah’a
sığınırız. Yoksa bu durumda kuşkusuz biz zalim oluruz.»
(80) Ondan
umutlarını kestikleri zaman, (durumu) kendi aralarında görüşmek üzere bir yana
çekildiler. Onların büyükleri dedi ki: «Babanızın size karşı Allah adına kesin
bir söz aldığını ve daha önce Yusuf konusunda yaptığımız aşırılığı (işlediğimiz
suçu) bilmiyor musunuz? Artık (bundan böyle) ben, ya babam bana izin verinceye
veya Allah bana ilişkin hüküm verinceye kadar (bu) yerden kesin olarak
ayrılamam. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.»
(81) «Dönün
babanıza ve deyin ki: ‘Ey babamız, senin oğlun gerçekten hırsızlık etti. Biz,
bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın kollayıcıları değiliz.’»
(82) «İçinde
(yaşamakta) olduğumuz şehre sor, hem kendisinde geldiğimiz kervana da. Biz
gerçekten doğruyu söyleyenleriz.»
(83) (Şehre
dönüp durumu babalarına aktarınca o:) «Hayır» dedi. «Nefsiniz sizi yanıltıp
(böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır.
Umulur ki Allah (pek yakın bir gelecekte) onların tümünü bana getirir. Çünkü O,
bilenin, hüküm ve hikmet sahibi olanın kendisidir.»
(84) Ve
onlardan yüz(ünü) çevirdi ve: «Ey Yusuf’a karşı (artan dayanılmaz) kahrım» dedi
ve gözleri üzüntüsünden (ağardıkça) ağardı. Ki yutkundukça yutkunuyordu.
(85) «Allah
adına, hayret» dediler. «Hâlâ Yusuf’u anıp durmaktasın. Sonunda (ya kahrından)
hastalanacaksın ya da helake uğrayanlardan olacaksın.»
(86) Dedi
ki: «Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah’a şikâyet ediyorum. Ben
Allah’tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum.»
(87) «Oğullarım,
gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve
Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası
Allah’ın rahmetinden umut kesmez.»
(88) Böylece
onun (Yusuf’un) huzuruna girdikleri zaman, dediler ki: «Ey Vezir, bize ve
ailemize şiddetli bir darlık dokundu; önemi olmayan bir sermaye ile geldik.
Bize artık (yine) ölçeği tam olarak ver ve bize ilave bir bağışta bulun.
Şüphesiz Allah, tasaddukta bulunanlara karşılığını verir.»
(89) (Yusuf)
Dedi ki: «Sizler, cahiller iken Yusuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor
musunuz?»
(90) «Sen
gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?» dediler. «Ben Yusuf’um» dedi. «Ve bu da
kardeşimdir. Doğrusu Allah bize lütufta bulundu. Gerçek şu ki, kim sakınır ve
sabrederse, şüphesiz Allah, iyilikte bulunanların karşılığını boşa çıkarmaz.»
(91) Dediler
ki: «Allah adına, hayret, Allah seni gerçekten bize karşı tercih edip-seçmiştir
ve biz de gerçekten hataya düşenler idik.»
(92) Dedi
ki: «Bugün size karşı sorgulama-kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O,
merhametlilerin (en) merhametlisidir.»
(93) «Bu
gömleğimle gidin de, babamın yüzüne sürün. Gözü (yine) görür hale gelir. Bütün
ailenizi de bana getirin.»
(94) Kafile
(Mısır’dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: «Eğer beni bunamış
saymıyorsanız, inanın Yusuf’un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum.»
(95) «Allah
adına, hayret» dediler. «Sen hâlâ geçmişteki yanlışlığındasın.»
(96) Müjdeci
gelip de onu (gömleği) onun yüzüne sürdüğü zaman, gözü görür olarak (sağlığına)
dönüverdi. (Yakub) Dedi ki: «Ben, size bilmediğinizi Allah’tan gerçekten
biliyorum demedim mi?»
(97)
(Çocukları da:) «Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını dile. Biz
gerçekten hataya düşenler idik» dediler.
(98) «İlerde
sizin için Rabbimden bağışlanma dilerim. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir»
dedi.
(99) Böylece
onlar (gelip) Yusuf’un yanına girdikleri zaman, anne ve babasını bağrına bastı
ve dedi ki: «Allah’ın dilemesiyle Mısır’a güvenlik içinde giriniz.»
(100)
Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi
ki: «Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek
kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle
kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim
Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm
ve hikmet sahibi olan O’dur.»
(101)
«Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkânını) verdin, sözlerin
yorumundan da (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada da,
ahirette de benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni
salih olanların arasına kat.»
(102) Bu,
sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf’un
kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar
verdikleri zaman sen yanlarında değildin.
(103) Sen
şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir.
(104) Oysaki
sen buna karşı onlardan bir ücret te istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir
‘öğüt ve hatırlatmadır’.
(105)
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, onlar ona
sırtlarını çevirip giderler.
(106)
Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp durmaktalar onlar.
(107) Şimdi
bunlar, kendilerine Allah’ın azabından kapsamlı bir bürümenin gelivermesinden
veya onların hiç haberleri yokken kıyametin onlara apansız gelmesinden
kendilerini güvende mi buldular?
(108) De ki:
«Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana
uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.»
(109) Biz
senden önce, şehirler halkına kendilerine vahyettiğimiz kimseler dışında
(başkalarını elçi olarak) göndermedik. Hiç yeryüzünde dolaşmıyorlar mı, ki
kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görmüş olsunlar?
Korkup-sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Siz yine de akıl
erdirmeyecek misiniz?
(110) Öyleki
peygamberler, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten yalanladıklarını
sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir; biz kimi dilersek o
kurtulmuştur. Suçlu-günahkârlar topluluğundan zorlu-azabımız kesin olarak geri
çevrilmeyecektir.
(111)
Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu
Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin
doğrulayıcısı, her şeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir
topluluk için bir hidayet ve rahmettir.
——————————————————————————–
HİCR
SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Râ, Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur’an’ın ayetleridir.
(2) O
küfredenler müslüman olmayı nice kereler dileyecekler.
(3) Onları
bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde
bileceklerdir.
(4) Biz,
kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiç bir ülkeyi
yıkıma uğratmadık.
(5) Hiç bir
ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler.
(6) Onlar:
«Ey kendisine kitap indirilen (Muhammed) . Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)
sin,» dediler.
(7) «Eğer
doğruyu söyleyenlerden isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?»
(8) Hak
olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz.
(9) Hiç
şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten
biziz.
(10)
Andolsun, senden önce geçmiş topluluklara da elçiler gönderdik.
(11) Onlara
herhangi bir peygamber gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.
(12) Böylece
biz onu (alayı), suçlu-günahkârların kalblerine sokarız.
(13) Onlar
ona (indirilen Kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.
(14) Onların
üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da ordan yukarı yükselseler de,
(15)
Mutlaka: «Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz»
diyeceklerdir.
(16)
Andolsun, biz gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik.
(17) Ve onu
her kovulan şeytandan koruduk.
(18) Ancak
kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da parlak bir ateş izler.
(19) Yere
(gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda her
şeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik.
(20) Ve orda
sizler için ve kendisine rızık vericiler olmadığınız kimseler (varlıklar ve
canlılar) için geçimlikler kıldık.
(21) Hiç bir
şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın; ancak biz onu belirlenmiş
bir miktar olarak indiririz.
(22) Ve
aşılayıcılar olarak rüzgârları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri
suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz.
(23)
Şüphesiz Biz, gerçekten Biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar Biziz.
(24)
Andolsun, sizden öne (veya önceden) geçenleri bilmişizdir; ve (yine) andolsun,
geride kalanları da bilmişizdir.
(25) Ve
şüphesiz senin Rabbin, O, onları haşredecektir. Gerçekten O, hüküm ve hikmet
sahibi olandır, bilendir.
(26)
Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
(27) Ve
Cânn’ı da daha önce ‘nüfuz eden kavurucu’ ateşten yaratmıştık.
(28) Hani
Rabbin meleklere demişti: «Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan
bir beşer yaratacağım,»
(29) «Ona
bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek
kapanın.»
(30) Böylece
meleklerin tümü, topluca secde etti;
(31) Ancak
İblis, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçınıp-dayattı.
(32) Dedi
ki: «Ey İblis, sana ne oluyor, secde edenlerle birlikte olmadın?»
(33) Dedi
ki: «Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde
etmek için var değilim.»
(34) Dedi
ki: «Öyleyse ondan (cennetten) çık, çünkü sen kovulmuş-bulunmaktasın.»
(35) «Ve
şüphesiz, din gününe kadar lanet senin üzerinedir.»
(36) Dedi
ki: «Rabbim, öyleyse onların dirileceği güne kadar bana süre tanı.»
(37) Dedi
ki: «Öyleyse, sen (kendisine) süre tanınanlardansın.»
(38)
«Bilinen günün vaktine kadar.»
(39) Dedi
ki: «Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, bende yeryüzünde
onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim
ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.»
(40) «Ancak
onlardan muhlis olan kulların müstesna.»
(41) (Allah)
Dedi ki: «İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur.»
(42)
«Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin benim
kullarım üzerinde zorlayıcı hiç bir gücün yoktur.»
(43) «Ve hiç
şüphe yok, onların tümünün buluşma yeri cehennemdir.»
(44) Onun
yedi kapısı vardır; onlardan her bir kapı için bir grup ayrılmıştır.
(45)
Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır.
(46) Oraya
esenlikle ve güvenlikle girin.
(47) Onların
göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar
üzerinde karşı karşıyadırlar.
(48) Orda
onlara hiç bir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler.
(49) Haber
ver kullarıma; şüphesiz ben, ben bağışlayanım, esirgeyenim.
(50) Ve
şüphesiz azabım; o acıklı bir azaptır.
(51) Onlara
İbrahim’in konuklarından da haber ver.
(52) Yanına
girdiklerinde «Selam» demişlerdi. O da: «Biz sizden korkmaktayız» demişti.
(53) Dediler
ki: «Korkma, biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz.»
(54) Dedi
ki: «Bana ihtiyarlık gelip-çökmüşken mi müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz?»
(55) Dediler
ki: «Seni gerçekle müjdeledik; öyleyse umut kesenlerden olma.»
(56) Dedi
ki: «Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?»
(57) Dedi
ki: «Ey elçiler, (bunun dışında, diğer) işiniz ne?»
(58) Dediler
ki: «Gerçekten biz, suçlu-günahkâr olan bir topluluğa gönderildik.»
(59) «Ancak
Lut ailesi hariçtir; biz onların tümünü muhakkak kurtaracağız.»
(60) «Ama
karısını (kurtaracaklarımız) dışında tuttuk, o, geride kalanlardandır.»
(61)
Böylelikle elçiler Lut ailesine geldiklerinde,
(62) (Lut)
Dedi ki: «Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz.»
(63) «Hayır»
dediler, «Biz sana onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik.»
(64) «Sana
gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz.»
(65) «Hemen
aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden
hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin.»
(66) Ve
onlara şu emri verdik: «Sabaha çıkarlarken onların arkası mutlaka kesilecekti.»
(67) Şehir
halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.
(68) (Lut
onlara) «Bunlar benim konuğumdur, beni utandırıp-dillere düşürmeyin» dedi.
(69)
«Allah’tan korkup-sakının ve beni küçük düşürmeyin.»
(70) Dediler
ki: «Biz seni ‘herkes(in işin) e karışmaktan’ alıkoymamış mıydık?»
(71) Dedi
ki: «Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.’
(72) Ömrüne
andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.
(73) Derken,
tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz)
çığlık yakalayıverdi.
(74) Anında
(yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş
yağdırdık.
(75) Elbette
bunda ‘derin bir kavrayışa sahip olanlar’ için gerçekten ayetler vardır.
(76) O
(şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hâlâ) durmaktadır.
(77)
Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır.
(78) Eyke
halkı da gerçekten zalim-kimselerdi.
(79) Bundan
dolayı onlardan intikam aldık; her ikisi de açıkça (gözler) ön(ün) dedir.
(80)
Andolsun, Hicr halkı da peygamberleri yalanlamışlardı.
(81) Onlara
ayetlerimizi vermiştik de ondan yüz çevirmişlerdi.
(82)
Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı.
(83) Derken,
onları sabah vaktine girdiklerinde, o dayanılmaz-çığlık yakalayıverdi.
(84) Buna
rağmen kazandıkları şeyler, (uğrayacakları sondan kurtarmaya) onlara yetmedi.
(85) Biz,
gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir
amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse
(onlara karşı) güzel davranışlarla davran.
(86) Çünkü
Rabbin, yaratan ve bilenin ta kendisidir.
(87)
Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve büyük Kur’an’ı verdik.
(88) Sakın
onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne
kapılma, mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger.
(89) Ve de
ki: «Şüphe yok, ben apaçık bir uyarıcıyım.»
(90) Parça
ayırıcılarına indirdiğimiz gibi,
(91) Ki
onlar Kur’anı parça-parça kıldılar.
(92) Rabbine
andolsun, onların tümüne (bunu) soracağız.
(93)
Yapmakta oldukları şeyleri.
(94) Öyleyse
sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.
(95)
Şüphesiz o alay edenlere (karşı) biz sana yeteriz.
(96) Ki
onlar, Allah ile beraber başka ilahları (ortak) kılmaktadırlar; onlar yakında
bilip-öğreneceklerdir.
(97)
Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı senin göğsünün daraldığını
biliyoruz.
(98) Sen
Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
(99) Ve
yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.
——————————————————————————-
EN’ÂM SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hamd
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah’adır.
(Bundan) Sonra bile küfre sapanları, Rablerine (birtakım varlıkları ve güçleri)
denk tutuyorlar.
(2) Sizi
çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’dur. Adı konulmuş ecel, O’nun
katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılmaktasınız.
(3) Göklerde
ve yerde Allah O’dur. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazanmakta olduklarınızı da
bilir.
(4) Onlara
Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyiversin, mutlaka ondan yüz çevirirler.
(5)
Kendilerine hak gelince, onu yalanladılar; fakat alaya almakta olduklarının
haberleri onlara gelecektir.
(6)
Kendilerinden önce nice kuşakları yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı? Biz,
sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve
servetle) yerleşik kıldık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık,
nehirleri de altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle biz onları yıkıma
uğrattık ve arkalarından başka kuşaklar (inşa edip) oluşturduk.
(7) Biz
Kitabı üzerine yazılı bir kağıtta göndersek ve onlar ona elleriyle dokunsalar
bile, küfredenler, tartışmasız: «Bu apaçık bir büyüden başkası değildir»
derler.
(8) Ve
derler ki: «Ona bir melek indirilmeli değil miydi?» Eğer bir melek
indirilseydi, elbette iş bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz
açtırılmazdı.
(9) Onu eğer
bir melek kılsaydık, elbette erkek (suretinde bir melek) kılardık ve mutlaka
katmakta oldukları (şüpheleri) yine katardık.
(10)
Andolsun, senden önceki peygamberler de alaya alındı da kendisini alaya
aldıkları şey, onlardan maskaralık yapanları çepeçevre kuşatıverdi.
(11) De ki:
«Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra yalanlayanların sonu nasıl oldu, bir görün.»
(12) De ki:
«Göklerde ve yerde olanlar kimindir?» De ki: «Allah’ındır.» O, rahmeti kendi
üzerine yazdı. Sizi kendisinden kuşku olmayan kıyamet gününde tartışmasız
toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır.
(13)
Geceleyin de gündüzün de barınan her şey O’nundur. O, işitendir, bilendir.
(14) De ki:
«O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyip (hiç) beslenmezken, ben
Allah’tan başkasını mı veli edineceğim?» De ki: «Bana gerçekten müslüman
olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma.» (denildi.)
(15) De ki:
«Şüphesiz ben, Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından korkarım.»
(16) O gün,
kim ondan (azabtan) alıkonursa, elbette, O, onu esirgemiştir. İşte apaçık olan
‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.
(17) Şayet
Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, O’ndan başka bunu giderecek yoktur.
Sana bir iyilik de dokunduracak olursa O, her şeye güç yetirendir.
(18) O,
kulları üzerinde kahredici olandır. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar
olandır.
(19) De ki:
«Şahidlik bakımından hangi şey daha büyüktür?» De ki: «Allah benimle sizin
aranızda şahiddir. Sizi -ve kime ulaşırsa- kendisiyle uyarıp-korkutmam için
bana şu Kur’an vahyedildi. Gerçekten Allah’la beraber başka ilahların da
bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?» De ki: «Ben şehadet etmem.» De ki: O,
ancak bir tek olan ilahtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta
olduklarınızdan uzağım.
(20) Bizim
kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu, çocuklarını tanır gibi tanırlar
kendilerini hüsrana uğratanlar işte onlar inanmayanlardır.
(21) Allah’a
karşı yalan düzüp-uydurandan veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim
kimdir? Hiç şüphesiz o zalimler kurtuluşa ulaşamazlar.
(22) Onların
tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: «Nerede (o bir
şey) sanıp da ortak koştuklarınız?»
(23)
(Bundan) Sonra onların: «Rabbimiz olan Allah’a and olsun ki, biz müşriklerden
değildik» demelerinden başka bir fitneleri (mazeretleri) olmadı (kalmadı) .
(24) Bak,
kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden
kaybolup-uzaklaştı.
(25)
Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir
engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık
kıldık. Onlar, hangi ‘apaçık-belgeyi’ görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o
küfretmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: «Bu,
öncekilerin uydurma-masallarından başka bir şey değildir» derler.
(26) Onlar,
hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca kendi
nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler.
(27) Ateşin
üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: «Keşke (dünyaya bir
daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve
mü’minlerden olsaydık.»
(28) Hayır,
önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri
çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine
döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kâfirlerdir.
(29) Onlar
dediler ki: «Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecekler
değiliz.»
(30)
Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah:) «Bu,
gerçek değil mi?» dedi. Onlar; «Evet, Rabbimiz hakkı için» dediler. (Allah:)
«Öyleyse küfredegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın» dedi.
(31) Allah’a
kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyleki, saat (kıyamet
günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: «Onda
(dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar bize…» derler. Dikkat
edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür.
(32) Dünya
hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değil. Korkup-sakınmakta
olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek
misiniz?
(33) Kesin
olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar,
seni yalanlamıyorlar, ancak zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.
(34)
Andolsun senden önce de peygamberler yalanlandı; onlara yardımımız gelinceye
kadar yalanlandıkları ve eziyete uğratıldıkları şeye sabrettiler. Allah’ın
sözlerini (va’dlerini) değiştirebilecek yoktur. Andolsun, gönderilenlerin
haberlerinden bir bölümü sana da geldi.
(35) Eğer
onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde
bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsan (öyle yap) .
Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın
cahillerden olma.
(36) Ancak
dinleyenler icabet eder. Ölüleri (ise,) onları da Allah diriltir. Sonra O’na
döndürülürler.
(37) «Ona
Rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?» dediler. De ki: «Şüphesiz Allah,
ayet indirmeye güç yetirendir.» Ama onların çoğu bilmezler.
(38)
Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin
gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap’ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar
Rablerine toplanacaklardır.
(39) Bizim
ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler.
Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol
üzerinde kılar.
(40) De ki:
«Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah’ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip
çatarsa, Allah’tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz
(çağırın bakalım.)»
(41) Hayır,
yalnızca O’nu çağırırsanız, dilerse kendisini çağırdığınız şeyi açar (giderir)
ve şirk koşmakta olduklarınızı unutursunuz.
(42)
Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de onları dayanılmaz
zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye.
(43) Onlara,
zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri
katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi.
(44) Derken
kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine her şeyin kapılarını
açtık. Öyleki kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları
apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular.
(45) Böylece
zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’adır.
(46) De ki:
«Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve
kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah
kimdir?» Bak, biz nasıl ayetleri ‘çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra
onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar?
(47) De ki
«Düşündünüz mü hiç; size Allah’ın azabı apansız ya da açıktan geliverse, zulme
sapan kavimden başkası mı yıkıma uğrayacak?»
(48) Biz
elçileri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmaktan başka (bir nedenle)
göndermiyoruz. Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık
onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değildirler.
(49)
Ayetlerimizi yalanlayanlara, fıska sapmalarından dolayı azab dokunacaktır.
(50) De ki:
«Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size
bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam.» De ki: «Kör
olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?»
(51)
Rablerine (götürülüp) toplanacaklarından korkanları onunla (Kur’an’la)
uyarıp-korkut; onlar için ondan başka ne veli’leri vardır ne şefaatçileri.
Umulur ki korkup-sakınırlar.
(52) Sabah
akşam -O’nun yüzünü (rızasını) dileyerek- Rablerine dua edenleri kovma. Onların
hesabından senin üzerinde birşey (yükümlülük), senin hesabından da bir şey (yükümlülük)
yoktur ki onları kovman gereksin. Yoksa zalimlerden olursun.
(53)
Böylece: «Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu?» demeleri için onlardan
bazısını bazısıyla denedik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil mi?
(54) Bizim
ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: «Selam olsun size.
Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir
kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse kuşku yok, O,
bağışlayandır, esirgeyendir.»
(55)
Suçlu-günahkârların yolu apaçık ortaya çıksın diye, ayetlerimizi işte böyle
birer birer açıklamaktayız.
(56) De ki:
«Ben, sizin Allah’tan başka tapmakta olduklarınıza tapmaktan nehyedildim.» De
ki: «Ben sizin heva (istek ve tutku) larınıza uymam; yoksa bu durumda ben şaşırıp
sapmış ve doğru yolu bulmamışlardan olurum.»
(57) De ki:
«Ben, gerçekten Rabbimden kesin bir belge üzerindeyim, siz ise onu
yalanladınız. Sizin kendisine acele ettiğiniz (azab) da yanımda değildir. Hüküm
yalnızca Allah’ındır. O doğru haberi verir ve O ayırd edenlerin en
hayırlısıdır.»
(58) De ki:
«Kendisine acele etmekte olduğunuz şey benim yanımda olsaydı, benimle aranızda
iş elbette bitirilmiş olurdu. Allah zulmedenleri en iyi bilendir.»
(59) Gaybın
anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse onu bilmez. Karada ve
denizde olanların tümünü o bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin
karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmak üzere hepsi (ve her şey)
apaçık bir kitaptır.
(60) Sizi
geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün ‘güç yetirip etkilemekte (yapıp
kazanmakta) olduklarınızı’ bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda
sizi dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra ‘en son dönüşünüz’ O’nadır. Sonra
yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir.
(61) O,
kulları üzerinde kahredici (kahhar) olandır. Size koruyucular gönderiyor.
Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz onun ‘hayatına
son verirler’. Onlar (bu işte, ne eksik ne fazla) kusur etmezler.
(62) Sonra
da gerçek mevlâları olan Allah’a döndürülürler. Haberiniz olsun; hüküm yalnızca
O’nundur. Ve O, hesap görenlerin en süratli olanıdır.
(63) De ki:
«Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan
ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan,
gerçekten şükredenlerden oluruz.»
(64) De ki:
«Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk
koşmaktasınız.»
(65) De ki:
«O, size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından azab göndermeye veya sizi
parça parça birbirinize kırdırıp kiminizin şiddetini kiminize taddırmaya güç
yetirendir.» Bak, iyice kavrayıp-anlamaları için ayeteri nasıl çeşitli
biçimlerde açıklamaktayız?
(66) Senin
kavmin, O (Kur’an), hak iken onu yalanladı. De ki: «Ben, üzerinize bir vekil
değilim.»
(67) Her bir
haber için ‘kararlaştırılmış bir zaman (müstakar) ‘ vardır. Siz de
bileceksiniz.
(68)
Ayetlerimiz konusunda ‘alaylı tartışmalara dalanlar:’ -onlar bir başka söze
geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda
hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma.
(69)
Korkup-sakınanlar üzerinde onların hesabından herhangi bir şey (sorumluluk)
yoktur. Ancak (bu,) bir hatırlatmadır. Umulur ki korkup-sakınırlar.
(70)
Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini
mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’an’la) hatırlat ki, bir nefis,kendi
kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir velisi, ne
de bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar,
kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar
için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır.
(71) De ki:
«Bize yararı ve zararı olmayan Alahtan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi
hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartıp-iğdiş ederek yerde şaşkınca
bıraktıkları, arkadaşlarının da: «Doğru yola, bize gel» diye kendisini
çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?» De
ki: «Hiç şüphesiz Allah’ın yolu, asıl yoldur. Ve biz âlemlerin Rabbine
(kendimizi) teslim etmekle emrolunduk;»
(72) Bir de:
«Namazı kılın ve O’ndan korkup-sakının (diye de emrolunduk.) Huzuruna
(götürülüp) toplanacağınız O’dur.
(73) O,
gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O’nun «ol» deyiverdiği gün (her şey)
oluverir, O’nun sözü haktır. Sur’a üfürüldüğü gün, mülk O’nundur. O, gaybı da
müşahede edebileni de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar
olandır.
(74) Hani
İbrahim, babası Âzer’e (şöyle) demişti: «Sen putları ilahlar mı ediniyorsun?
Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.»
(75) İşte
böyle İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, yakîn
sahiplerinden olsun.
(76) Gece,
üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: «Bu benim rabbimdir.»
Fakat (yıldız) kayboluverince: «Ben kaybolup-gidenleri sevmem» demişti.
(77)
Ardından ay’ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: «Bu benim rabbim»
demiş, fakat o da kayboluverince: «Andolsun» demişti. «Eğer Rabbim beni doğru
yola eriştirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum»
(78) Sonra
güneşi (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: «İşte bu benim rabbim, bu en
büyük» demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: «Ey kavmim,
tartışmasız ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.»
(79) «Gerçek
şu ki, ben, bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve
ben müşriklerden değilim.»
(80) Kavmi
onunla çekişip-tartışmaya girdi. De ki: «O beni doğru yola erdirmişken, siz
benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O’na şirk
koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah’ın benim hakkında bir şey
dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt
alıp-düşünmeyecek misiniz?»
(81) «Hem
size, O’nun kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı delil indirmediği şeyleri
Allah’a ortak koşmaktan siz korkmuyorken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan
korkarım? Şu halde ‘güvenlik içinde olmak bakımından’ iki taraftan hangisi daha
hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz.»
(82) İman
edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve
onlar hidayete ermişlerdir.
(83) Bu,
İbrahim’e, kavmine karşı verdiğimiz ispatlı-delilimizdir. Biz, dilediğimizi
derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir,
bilendir.
(84) Ve ona
İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de
Nuh’u ve onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve
Harun’u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz.
(85)
Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da (hidayete eriştirdik.) onların
hepsi salihlerdendir.
(86)
İsmail’i, Elyasa’ı, Yunus’u ve Lut’u da (hidayete eriştirdik) . Onların hepsini
alemlere üstün kıldık.
(87)
Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini de (bunlara kattık) ;
onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik.
(88) Bu,
Allah’ın hidayetidir; kullarından dilediğini bununla hidayete eriştirir. Onlar
da şirk koşsalardı, elbette bütün yapıp-ettikleri ‘onlar adına’ boşa çıkmış
olurdu.
(89) Bunlar,
kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer onlar bunları
tanımayıp-küfre sapıyorlarsa, andolsun, biz buna (karşı) küfre sapmayan bir
topluluğu vekil kılmışızdır.
(90) İşte
Allah’ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine
uy. De ki: «Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), alemlere
bir ‘öğüt ve hatırlatmadan’ başkası değildir.»
(91) Onlar:
«Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir» demekle Allah’ı, kadrinin hakkını
vererek takdir edemediler. De ki: «Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak
getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir
kısmını) açıkladığınız ve çoğunu gözardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve
atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.» De ki: «Allah.» Sonra da
Onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.
(92) İşte bu
(Kur’an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile
çevresindekilerini uyarıp-korkutman için indirdiğimiz kutlu Kitaptır. Ahirete
iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.
(93) Allah’a
karşı yalan yere iftira düzenden veya kendisine hiç bir şey vahyolunmamışken
bana da: «Vahy geldi» diyen ve «Allah’ın indirdiğinin bir benzerini de ben
indireceğim» diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün ‘şiddetli
sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: «Canlarınızı (bu
kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz
ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir
azabla karşılık göreceksiniz» (dediklerinde) bir görsen…
(94)
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) ‘teker teker, yapayalnız
ve yalın (bir tarzda) ‘ bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda
bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız
şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar)
parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden
uzaklaşmıştır.
(95) Taneyi
ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de
diriden çıkarır. İşte Allah budur. öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
(96) O
sabahı da yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükûn (dinlenme), güneş ve ay’ı bir
hesap kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir.
(97) O,
karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulmanız için size yıldızları var
edendir. Bilebilen bir topluluk için biz ayetleri birer birer (bölüm bölüm)
açıkladık.
(98) O, sizi
tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış) ve emanet (olarak
konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için ayeteri birer birer
açıkladık.
(99) O,
gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik
çıkardık, ondan da birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma
ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve
benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine,
ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Hiç şüphesiz inanacak
bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.
(100)
Cinleri Allah’a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır. Bir de hiç bir
bilgiye dayanmaksızın O’na oğullar ve kızlar yakıştırıp-uydurdular. O ise
nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir, uzaktır.
(101)
Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O’nun nasıl bir çocuğu
olabilir? O’nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi
bilendir.
(102) İşte
Rabbimiz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır,
öyleyse O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.
(103) Gözler
O’nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif’tir, herşeyden haberdardır.
(104) Gerçek
şu ki size Rabbinizden basîretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi
lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin
üzerinizde bir gözetleyici değilim.
(105) İşte
biz, ayetleri çeşitli biçimlerde böyle açıklamaktayız. Öyle ki onlar sana: «Sen
ders almışsın» desinler ve biz de bilebilen bir topluluğa onu açıkça göstermiş
olalım.
(106)
Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka ilah yoktur. Ve müşriklerden yüz
çevir.
(107) Eğer
Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici
kılmadık ve sen onlar üzerinde bir vekil de değilsin.
(108)
Allah’tan başka yalvarıp-yakardıklarına (taptıklarına) sövmeyin; sonra onlar da
haddi aşarak bilmeksizin Allah’a söverler. İşte böyle, biz her ümmete
yaptıklarını süslü (çekici) gösterdik, sonra onların son varışları
Rablerinedir. O yapmakta olduklarını onlara haber verecektir.
(109) Olanca
yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına
dair Allah’a yemin ettiler. De ki: «ayetler, ancak Allah katındadır; onlara
(mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz?
(110) Biz onların
kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları
tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz.
(111) Gerçek
şu ki, biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi
karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilediği dışında- yine onlar
inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlardı.
(112)
Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan
bazısı bazısını aldatma için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu
yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak.
(113) Bir de
ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi
çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklenedursunlar.
(114)
Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak
indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak
olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya
kapılanlardan olma.
(115) Rabbinin
sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini
değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.
(116)
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan
şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak ‘zan ve tahminle
yalan söylerler.’
(117)
Şüphesiz Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O dosdoğru yolda
olanları da daha iyi bilendir.
(118) Eğer
onun ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerinde yalnızca Allah’ın ismi
anılanlardan yiyin.
(119) Ne
oluyor ki size, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, O size
haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamışken, üzerinde Allah’ın ismi anılan
şeyleri yemiyorsunuz? Gerçekten çoğu, bir ilim olmaksızın kendi heva (istek ve
tutku) larıyla (kimilerini) saptırıyorlar. Şüphesiz, senin Rabbin haddi
aşanları en iyi bilendir.
(120)
Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terkedin. Çünkü günahı kazananlar,
yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir.
(121)
Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu bir fısk’tır
(yoldan çıkıştır) . Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi
dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de
müşriklersiniz.
(122) Ölü
iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur
verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın
durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’
gösterilmiştir.
(123)
Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar
diye- oranın suçlu-günahkârları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak
kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar.
(124) Onlara
ne zaman bir ayet gelse, derler ki: «Allah’ın elçilerine verilenin bir benzeri
bize de verilene kadar biz kesin olarak inanmayacağız.» Allah, elçiliğini
nereye vereceğini daha iyi bilir. Bu, suçlu-günahkârlara, kurdukları
hileli-düzenleri nedeniyle şiddetli bir azab ve Allah katında bir küçüklük
isabet edecektir.
(125) Allah,
kimi hidayete eriştirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar; kimi de saptırmak
isterse, onun göğsünü, -sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar.
Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.
(126) Bu,
Rabbinin dosdoğru olan yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için
ayetleri böyle birer birer açıkladık.
(127) Onlar
için Rableri katında barış yurdu vardır ve O, yapmakta oldukları dolayısıyla
onların velisidir.
(128)
Onların tümünü toplayacağı gün: «Ey cin topluluğu, insanlardan çoğunu (ayartıp
kendinize kullar) edindiniz» (diyecek) . İnsanlardan onların dostları onlanlar
derler ki: «Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandı ve bizim için tesbit
ettiğin süreye ulaştık.» (Allah) Diyecek ki: «Allah’ın dilediği dışta olmak üzere,
ateş sizin içinde ebedi kalacağınız konaklama yerinizdir.» Şüphesiz Rabbin,
hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir.
(129)
Böylece biz, kazandıkları dolayısıyla zalimlerin bir kısmını bir kısmının
başına geçiririz.
(130) Ey cin
ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve size bu karşı
karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar:
«Nefislerimize karşı şehadet ederiz» derler. Dünya hayatı onları aldattı ve
gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.
(131) Bu,
halkı habersizken, Rabbinin ülkeleri zulüm ile helak edici olmadığındandır.
(132)
Yapmakta oldukları dolayısıyla her biri için dereceler vardır. Rabbin, onların
yapmakta olduklarından habersiz değildir.
(133)
Rabbin, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan rahmet sahibidir. Dilerse sizi giderir ve
dilerse, sizi bir başka kavmin soyundan (inşa edip) ortaya çıkardığı gibi
yerinize bir başkasını getirir.
(134) Hiç
şüphesiz, size vadedilen mutlaka gelecektir. Ve siz aciz bırakılacak değilsiniz.
(135) De ki:
«Ey kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz ben de yapıyorum. Bu yurdun
(dünyanın) sonu, kimindir, bilip-öğreneceksiniz. Gerçek şu ki zalimler
kurtuluşa ermiyeceklerdir.»
(136) O’nun
üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için de bir pay ayırdılar, sonra
kendi zanlarınca: «Bu Allah’ındır, bu da ortaklarımızındır» dediler. Kendi
ortakları için olan (pay), Allah tarafına geçmez, ama Allah’a aid olan kendi
ortaklarının tarafına (payına) geçer. Ne kötü hüküm veriyorlar?
(137) Yine
bunun gibi onların ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü
gösterdiler. Hem onları helake düşürmek, hem de kendi aleylerinde dinlerini
karmakarışık kılmak için. Allah dileseydi bunu yapmazlardı; sen onları ve
düzmekte oldukları iftiraları bırak.
(138) Ve
kendi zanlarınca dediler ki: «Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmazdır. Onları
bizim dilediklerimiz dışında başkası yiyemez. (Şu) Hayvanların da sırtları
haram kılınmıştır.» Öyle hayvanlar da vardır ki, -O’na iftira etmek suretiyle
üzerlerinde Allah’ın ismini anmazlar. Yalan yere iftira düzmekte olduklarından
dolayı O, onlara cezalarını verecektir.
(139) Bir de
dediler ki: «Bu hayvanların karınlarında olan, yalnızca bizim erkeklerimize
aittir, eşlerimize ise haramdır. Eğer o, ölü doğarsa onlar da bunda
ortaktırlar.» Allah, (bu) düzmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz O, hüküm
ve hikmet sahibi olandır, bilendir.
(140)
Çocuklarını hiç bir bilgiye dayanmaksızın akılsızca öldürenler ile Allah’a
karşı yalan yere iftira düzüp Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiklerini
haram kılanlar elbette hüsrana uğramışlardır. Onlar, gerçekten şaşırıp
sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır.
(141) Asmalı
ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tadları farklı ekinleri, zeytinleri ve
narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O’dur. Ürün verdiğinde
ürününden yiyin ve hasad günü de hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf
edenleri sevmez.
(142)
Hayvanlardan yük taşıyan ve (yünlerinden, tüylerinden) döşek yapılanları da
(yaratan O’dur) . Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin ve şeytanın
adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
(143) Sekiz
çift; koyundan da iki, keçiden de iki. De ki: «İki erkeği mi haram kıldı? Yoksa
iki dişiyi mi, ya da o iki kişinin rahimlerinin, kendisini kapsadığı
(yavruları) mı? Eğer doğru sözlüler iseniz bana bir ilimle haber verin.»
(144)
Deveden de iki, sığırdan da iki. De ki: «İki erkeği mi haram kıldı? Yoksa iki
dişiyi mi ya da o iki dişinin rahimlerinin, kendisini kapsadığı (yavruları) mı?
Yoksa Allah, bunları sizlere tavsiye ettiği zaman siz şahider miydiniz?» Hiç
bir bilgiye dayanmaksızın insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan yere
iftira düzenden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu
hidayete erdirmez.
(145) De ki:
«Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti,
dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah’tan başkası
adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim
kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak
şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir) . Şüphesiz senin Rabbin
bağışlayandır, esirgeyendir.
(146) Yahudi
olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan,
sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç
yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’
nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
(147) Şayet
seni yalanlayacak olurlarsa, de ki: «Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. Onun
şiddetli-çarpması, suçlu-günahkârlar topluluğundan geri çevrilemez.
(148) Şirk
koşanlar diyecekler ki: «Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne de atalarımız
ve hiç bir şeyi de haram kılmazdık.» Onlardan öncekiler de, bizim
zorlu-azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: «Sizin yanınızda,
bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz
ancak zan ve tahminle yalan söylersiniz.»
(149) De ki:
«En ‘üstün ve apaçık’ delil Allah’ındır. Eğer o dileseydi elbette tümünüzü
hidayete yöneltip-iletirdi.»
(150) De ki:
«Gerçekten Allah’ın bunu haram kıldığına şehadet edecek şahidlerinizi getirin.»
Şayet onlar,şehadet edecek olurlarsa sen onlarla birlikte şehadet etme.
Ayetlerimizi yalan sayanların ve ahirete inanmayanların heva (istek ve tutku)
larına uyma; onlar (birtakım güçleri ve varlıkları) Rablerine denk
tutmaktadırlar.
(151) De ki:
«Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak
koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı
öldürmeyin.-Sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz-
Çirkin-kötülüklerin açığına da, gizli olanına da yaklaşmayın. Hakka dayalı olma
dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla
size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz.»
(152)
«Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin)
dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse,
gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman
-yakınınız daha olsa- adil olun. Allah’ın ahdine de vefa gösterin. İşte
bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.»
(153) Bu
benim dosdoğru olan yolumdur, şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka)
yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.
(154) Sonra
biz Musa’ya, iyilik yapanların üzerinde (nimetimizi) tamamlamak, her şeyi ayrı
ayrı açıklamak ve bir hidayet ve rahmet olarak Kitabı verdik. Umulur ki
Rablerine kavuşacaklarına inanırlar.
(155) Bu
indirdiğimiz mübarek bir Kitap’tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur
ki esirgenirsiniz.
(156)
«Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların ders
gördüklerinden habersizlerdik» dememeniz,
(157) Ya da:
«Kitab bize de indirilseydi, şüphesiz onlardan daha çok doğru yolda olurduk»
dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir
rahmet gelmiştir. Allah’ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan
alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu
‘engelleme ve çevirmelerinden’ dolayı pek çetin bir azabla karşılık vereceğiz.
(158) Onlar,
kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin
bazı ayetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının
geleceği gün, daha önce iman etmemişse, veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa
hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: «Bekleyin, biz de şüphesiz
beklemekteyiz.»
(159) Gerçek
şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde
onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını
kendilerine haber verecektir.
(160) Kim
bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim de bir kötülükle
gelirse, onu mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa
uğratılmazlar.
(161) De ki:
«Rabbim gerçekten beni doğru bir yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in
hanif (muvahhid) dinine… O müşriklerden değildi.»
(162) De ki:
«Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.»
(163) «O’nun
hiç bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim.»
(164) De ki:
«O, her şeyin Rabbi iken ben Allah’tan başka bir Rab mi arayayım? Hiç bir
nefis, kendi aleyhinden başkasını kazanmaz. Günâhkar olan bir başkasının
günah-yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.»
(165) O sizi
yer yüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi
kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek
çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.
——————————————————————————–
SÂFFÂT SURESİ
——————————————————————————–
(1) Saflar
halinde dizilenlere andolsun,
(2) Haykırıp
sürükleyenlere,
(3) Zikir
okumakta olanlara,
(4) Hiç
tartışmasız, sizin ilahınız gerçekten birdir.
(5)
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi’dir, doğuların da
Rabbi’dir.
(6) Hiç
şüphesiz, biz dünya göğünü ‘çekici bir süsle’, yıldızlarla süsleyip-donattık.
(7) Ve
itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;
(8) Ki
onlar, Mele-i Alâ’ya kulak verip dinleyemezler ve onlar her yandan kovulur
atılırlar;
(9)
Uzaklaştırılırlar. Onlar için kesintisiz bir azab vardır.
(10) Ancak
(sözü hırsızlama) çalıp-kapan olursa, artık onu da delip geçen ‘yakıcı bir
alev’ izler (ve yok eder) .
(11) Şimdi
onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim
yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları, cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık.
(12) Hayır,
sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay
edip duruyorlar.
(13)
Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar.
(14) Bir
ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar.
(15) «Bu,
açıkça bir büyüden başkası değildir» dediler.
(16) «Biz
öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?»
(17) «Veya
önceki atalarımız da mı?»
(18) De ki:
«Evet, üstelik sizler boyun bükmüş kimseler olarak.»
(19) İşte o,
yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak)
bakıp durmaktadırlar.
(20) Derler
ki: «Eyvahlar bize; bu, din günüdür.»
(21) «Bu,
sizin yalanlamakta olduğunuz (mü’mini kâfirden, haklıyı haksızdan) ayırma
günüdür.»
(22)
«Zulmetmekte olanları, eşlerini ve tapmakta olduklarını bir araya getirip
toplayın.»
(23)
«Allah’tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip
götürün.»
(24) «Ve
onları durdurup-tutuklayın, çünkü onlar, sorguya çekileceklerdir.»
(25) (Onlara
seslenilir:) «Ne oluyor size, birbirinizle (dünya olduğu gibi)
yardımlaşmıyorsunuz?»
(26) Hayır,
bugün onlar teslim olmuşlardır.
(27) Kimi
kimine yönelmiş olarak birbirlerine soruyorlar:
(28)
«Gerçekten sizler bize sağdan (sağ duyudan ve haktan) yana gelip yanaşıyordunuz»
derler.
(29)
(Diğerleri de:) «Hayır» derler. «Zaten sizler mü’min olanlar değildiniz.»
(30) «Bizim
sizin üzerinizde zorlayıcı hiç bir gücümüz yoktu; hayır, siz (kendiniz) azgın
bir kavimdiniz.»
(31)
«Böylece Rabbimizin sözü (yıkım ve azab va’di) üzerimize hak oldu. Hiç
tartışmasız, (azabı) tadıcılarız.»
(32) «Evet,
biz sizi azdırdık, çünkü biz de azgın kimselerdik.»
(33) Artık o
gün onlar azabda ortaktırlar.
(34) Doğrusu
biz, suçlu-günahkârlara böyle yaparız.
(35) Çünkü
onlara: «Allah’tan başka ilah yoktur» denildiği zaman, büyüklük taslarlardı.
(36) Ve
derlerdi ki: «Biz, ünlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?»
(37) Hayır,
o, hakkı getirmiş ve gönderilen (peygamber) leri de doğrulamıştı.
(38) Hiç
tartışmasız, siz, acıklı azabı tadıcılarsınız.»
(39)
Yapmakta olduklarınızdan başkasıyla cezalanmayacaksınız.
(40) Ancak
muhlis olan kular başka.
(41) İşte
onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır.
(42)
Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir.
(43)
Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde.
(44) Birbirlerine
karşı, tahtlar üzerinde (otururlar) .
(45)
Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerine dolaşılır.
(46)
Bembeyaz, içenlere lezzet (veren bir içki) .
(47) Onda ne
bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir.
(48) Ve
yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır.
(49) Sanki
onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz) .
(50)
Böyleyken, kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar:
(51)
Onlardan bir sözcü der ki: «Benim bir yakınım vardı.»
(52) «Der
ki: -Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?»
(53) «Bizler
öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden
diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?»
(54)
(Konuşan yanındakilere) Der ki: «Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu)
biliyor musunuz?»
(55) Derken,
bakıverdi, onu ‘çılgınca yanan ateşin’ tam ortasında gördü.
(56) Dedi
ki: «Andolsun Allah’a, neredeyse beni de ( şu bulunduğun yere) düşürecektin.»
(57) «Eğer
Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır
bulundurulanlardan olacaktım.»
(58) «Nasıl,
biz ölecek olanlar değil miymişiz?»
(59)
«Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle mi) ? Ve biz azaba uğratılacak
olanlar da değil miymişiz; (öyle mi) ?»
(60) Hiç
şüphe yok, bu, asıl büyük ‘kurtuluş ve mutluluğun’ ta kendisidir.
(61)
Böylece, çalışanlar da bunun bir benzeri için çalışmalıdır.
(62) Nasıl,
böyle bir konaklanma mı daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
(63) Doğrusu
biz, onu kâfirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık.
(64)
Şüphesiz o, ‘çılgınca yanan ateşin’ dibinde bitip çıkar.
(65) Onun
tomurcukları, şeytanların başları gibidir.
(66) Artık
hiç tartışmasız, onlar, ondan yiyecekler, böylelikle karınlarını da ondan
dolduracaklar.
(67) Sonra
kendileri için onun üzerinde kaynar su karıştırılmış bir içkileri de vardır.
(68) Sonra
onların dönecekleri yer, elbette (yine) çılgınca yanan ateştir.
(69) Çünkü
onlar, atalarını da sapık kimseler olarak bulmuşlardı.
(70)
Kendileri de onların izleri üzerinde koşturup-duruyorlardı.
(71)
Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı.
(72)
Andolsun, biz onlara uyarıcı-korkutucular göndermiştik.
(73)
Uyarılıp-korkutulanların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
(74) Ancak
muhlis olan kullar başka.
(75)
Andolsun, Nuh bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik.
(76) Onu ve
ailesini, o büyük üzüntüden kurtarmıştık.
(77) Ve onun
soyunu, (dünyada) onları da baki kıldık.
(78) Sonra
gelenler arasında da ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
(79) Âlemler
içinde selam olsun Nuh’a.
(80)
Gerçekten biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
(81)
Şüphesiz o, bizim mü’min olan kullarımızdandı.
(82) Sonra
diğerlerini suda-boğduk.
(83) Doğrusu
İbrahim de, onun (soyunun) bir kolundandır.
(84) Hani o,
Rabbine arınmış (selim) bir kalb ile gelmişti.
(85) Hani
babasına ve kavmine demişti ki: «Sizler neye tapıyorsunuz?»
(86)
«Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah’tan başka ilahlar istiyorsunuz?»
(87)
«Âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?»
(88) Sonra
yıldızlara bir göz attı.
(89) «Ben,
doğrusu hastayım» dedi.
(90)
Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar.
(91) Bunun
üzerine onların ilahlarına sokulup: «Yemek yemiyor musunuz?» dedi.
(92) «Size
ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?»
(93) Derken
onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi.
(94) Çok
geçmeden (halkı) birbirine girmiş durumda kendisine yönelip geldiler.
(95) Dedi
ki: «Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?»
(96) «Oysa
sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.»
(97) Dediler
ki: «Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine
atın.»
(98)
Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa biz, onları alçaltılmışlar
kıldık.
(99)
(İbrahim) Dedi ki «Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete eriştirecektir.»
(100)
«Rabbim, bana salihlerden (olan bir çocuk) armağan et.»
(101) Biz de
onu halim bir çocukla müjdeledik.
(102)
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona) : «Oğlum»
dedi. «Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken görüyordum. Bir bak, sen ne
düşünüyorsun.» (Oğlu İsmail) Dedi ki: «Babacığım, emrolunduğun şeyi yap.
İnşaallah, beni sabredenlerden bulacaksın.»
(103)
Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i
kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı;
(104) Biz
ona: «Ey İbrahim» diye seslendik.
(105)
«Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Hiç şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle
ödüllendiririz.»
(106)
Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.
(107) Ve ona
büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.
(108) Sonra
gelenler arasında da ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
(109)
İbrahim’e selam olsun.
(110) Biz,
ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
(111)
Şüphesiz o, bizim mü’min olan kullarımızdandır.
(112) Biz
ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı müjdeledik.
(113) Ona
da, İshak’a da bereketler verdik. İkisinin soyundan, ihsanda bulunan (muhsin
olan) da var, açıkça kendi nefsine zulmetmekte olan da.
(114)
Andolsun, biz Musa’ya ve Harun’a lütufta bulunduk.
(115) Onları
ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık.
(116) Onlara
yardım ettik, böylece üstün gelenler onlar oldular.
(117) Ve
ikisine anlatımı-açık olan kitabı verdik.
(118) Onları
dosdoğru olan yola yöneltip-ilettik.
(119) Sonra
gelenler arasında da ikisine (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
(120)
Musa’ya ve Harun’a selam olsun.
(121)
Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
(122)
Şüphesiz ikisi, bizim mü’min olan kullarımızdandırlar.
(123)
Gerçekten İlyas da, gönderilmiş (peygamber) lerdendi.
(124) Hani
kendi kavmine demişti ki: «Siz korkup sakınmaz mısınız?»
(125) «Siz
Ba’l’e tapıp da yaratıcıların en güzeli (olan Allah’ı) mı bırakıyorsunuz?»
(126) «Allah
ki, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.»
(127) Fakat
onu yalanladılar; bundan dolayı gerçekten onlar, (azab için getirilip) hazır
bulundurulacak olanlardır.
(128) Ancak,
muhlis olan kullar başka.
(129) Sonra
gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
(130)
İlyas’a selam olsun.
(131)
Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
(132)
Şüphesiz o, bizim mü’min olan kullarımızdandı.
(133)
Gerçekten Lût da gönderilmiş (peygamber) lerdendi.
(134) Hani
biz onu ve ailesini topluca kurtarmıştık;
(135) Geride
bırakılanlar arasında bir yaşlı-kadın dışında.
(136) Sonra
da geride kalanları yerle bir ettik.
(137) Siz
onların üstünden muhakkak geçip gidiyorsunuz; sabah vakti.
(138) Ve
geceleyin. Yine de akıllanmayacak mısınız?
(139) Hiç
şüphesiz Yunus da, gönderilmiş (peygamber) lerdendi.
(140) Hani
o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
(141) Böylece
kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
(142) Derken
onu balık yutmuştu, oysa kendisi (kendini) kınanmış (sayanlardan) dı.
(143) Eğer
(Allah’ı çokça) tesbih edenler olmasaydı,
(144) Onun
karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
(145)
Sonunda o hasta bir durumdayken onu çıplak bir yere (sahile) attık.
(146) Ve
üzerine, sık-geniş yapraklı (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
(147) Onu
yüzbin olan veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk) a (peygamber olarak)
gönderdik.
(148)
Sonunda ona iman ettiler, biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.
(149) Şimdi
sen onlara sor: Kızlar senin Rabbinin, erkek çocuklar onların mı?
(150) Yoksa
onlar, şahidlik etmekteyken, biz melekleri dişiler olarak mı yarattık?
(151) Dikkat
edin; gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı derler ki:
(152) «Allah
doğurdu.» Onlar, hiç şüphesiz, muhakkak yalan söyleyenlerdir.
(153)
(Allah,) Kızları, erkek çocuklara tercih mi etmiş?
(154) Size
ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
(155) Hiç mi
öğüt alıp-düşünmüyorsunuz?
(156) Yoksa
sizin apaçık olan ispatlı bir deliliniz mi var?
(157) Eğer
doğru söyleyenler iseniz, öyleyse getirin kitabınızı.
(158) Onlar,
kendisiyle (Allah ile) cinler arasında da bir soy-bağı kurdular. Oysa andolsun,
cinler de onların gerçekten (azab için getirilip) hazır bulundurulacaklarını
bilmişlerdir.
(159)
Onların nitelendirmekte olduklarından Allah yücedir.
(160) Ancak
muhlis olan kullar başka.
(161) Artık
siz de, tapmakta olduklarınız da,
(162) O’na
karşı kimseyi fitneye sürükleyecek olanlar değilsiniz.
(163) Ancak
kendisi çılgınca yanan ateşe girecek olan başka (onu sürüklersiniz) .
(164)
(Melekler der ki:) «Bizden her birimiz için belli bir makam vardır.»
(165)
«Biziz, o saflar halinde dizilmiş olanlar, gerçekten biziz.»
(166)
«Biziz, o tesbih edenler de, gerçekten biziz.»
(167) Onlar
(putatapıcılar), her ne kadar şöyle diyor idiyseler de:
(168) «Eğer
yanımızda öncekilerden bir zikir (kitap) bulunmuş olsaydı,»
(169)
«Gerçekten bizler de, Allah’ın muhlis kullarından olurduk.»
(170) Fakat
(kitap gelince) onu tanımayıp-küfrettiler; yakında bileceklerdir.
(171)
Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir:
(172) Hiç
tartışmasız onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır.
(173) Ve hiç
şüphesiz, bizim ordularımız; üstün gelecek olanlar da onlardır.
(174)
Öyleyse sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir.
(175) Ve
onları seyret; onlar da (azabı) yakında göreceklerdir.
(176) Şimdi
onlar, bizim azabımızı mı acele istiyorlar?
(177) Fakat
(azab) onların sahasına indiği zaman, uyarılıp-korkutulanların sabahı ne kadar
da kötü olur.
(178) Sen
bir süreye kadar onlardan yüz çevir.
(179) Ve
seyret; onlar da (azabı) yakında göreceklerdir.
(180)
Üstünlük ve güç (izzet) sahibi olan senin Rabbin, onların nitelendirmekte
olduklarından yücedir.
(181)
Gönderilmiş (peygamber) lere selam olsun.
(182) Ve
âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
——————————————————————————-
LOKMAN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Mîm.
(2) Bunlar
hikmetli Kitabın ayetleridir;
(3) Muhsin
olanlara bir hidayet ve bir rahmettir.
(4) Onlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Ve onlar kesin bir bilgiyle ahirete
inananlardır.
(5) İşte
onlar, Rab’lerinden bir hidayet üzerindedirler ve felah bulanlar da onlardır.
(6)
İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir bilgiye dayanmaksızın, Allah’ın
yolundan saptırmak için sözün boş olanını satın almaktadırlar ve onu bir
eğlence konusu edinmektedirler. İşte onlar; onlar için aşağılatıcı bir azap
vardır.
(7) Ona
ayetlerimiz okunduğunda, sanki onları işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık
varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona
acıklı bir azap ile müjde ver.
(8) (Ancak)
Gerçekten iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için de
nimetlerle-donatılmış cennetler vardır.
(9) Orada
ebedi olarak kalıcıdırlar. Allah’ın va’di haktır. O, üstün ve güçlü olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir.
(10) O,
gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi
sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan
türetip-yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan
çiftten bir bitki bitirdik.
(11) Bu,
Allah’ın yaratmasıdır. Şu halde, O’nun dışında olanların yarattıklarını bana
gösterin. Hayır, zulmetmekte olanlar, açıkça bir sapıklık içindedirler.
(12)
Andolsun, biz Lokman’a «Allah’a şükret» diye hikmet verdik. Kim şükrederse,
artık o, kendi nefsi lehine şükreder. Kim de küfre saparsa, artık hiç şüphesiz
(Allah,) Ganî (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan) dır, Hamîd (hamd da
yalnızca O’na ait) dir. demişti ki; «Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Hiç şüphe
yok şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.»
(13) Hani
Lokman oğluna -öğüt vererek-
(14) Biz
insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu,
zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması da, iki
yıl içindedir. «Hem bana, hem de anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.»
(15) Bununla
birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana
şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat
etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplen (onlarla
geçin) ve bana ‘gönülden-katıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz
yalnızca banadır, böylece ben de size yapmakta olduklarınızı haber vereceğim.»
(16) «Ey
oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,)
ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de
bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır) . Hiç şüphesiz Allah, lâtif
olandır, (her şeyden) haberdardır.»
(17) «Ey
oğlum, dosdoğru namazı kıl, ma’ruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana
isabet eden (musibetler) e karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken
işlerdendir.
(18)
«insanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde
yürüme. Çünkü Allah, her büyüklük taslayıp bölürleneni sevmez.»
(19)
«Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü,
seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.»
(20)
Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade
kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır.
(Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol
gösterici ve aydınlatıcı bir kitap da olmadan Allah hakkında mücadele edip
durmaktadır.
(21) Onlara;
«Allah’ın indirdiklerine uyun» denildiğinde, derler ki; «Hayır, biz atalarımızı
üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.» Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin
azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar) ?
(22) Kim
ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, artık
gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır.
(23) Kim de
küfre saparsa, artık onun küfrü seni hüzne kaptırmasın. Onların dönüşü bizedir,
artık biz de onlara yapmakta olduklarını haber vereceğiz. Şüphesiz Allah,
sinelerin özünde saklı olanı bilendir.
(24) Biz
onları az (bir şey ve zaman) olarak metalandırıp-yararlandırırız, sonra da
onları ağır bir azaba katlandırırız.
(25)
Andolsun onlara; «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye soracak olsan, hiç
tartışmasız; «Allah» diyecekler. De ki; «Hamd Allah’ındır.» Hayır, onların çoğu
bilmezler.
(26)
Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Hiç şüphesiz Allah, Gani (hiç kimseye ve
hiç bir şeye muhtaç olmayan) dır, Hamîd (hamd da yalnızca O’na ait) tir.
(mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Hiç şüphesiz
Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(27) Eğer
yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha
eklenerek-
(28) Sizin
yaratılmanız da, diriltilmeniz de yalnızca tek bir kişi(yi yaratıp sonra
diriltmek) gibidir. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
(29) Görmüyor
musun ki, gerçekten Allah, geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye
bağlayıp-katar. Güneş ile ayı da emre amade kılmıştır. Her biri, adı konulmuş
bir süreye kadar akıp gitmektedir. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdar
olandır.
(30)
İşte-böyle; hiç şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve hiç şüphesiz O’nun dışında
tapmakta oldukları (tanrılar) ise batıldır. Hiç şüphe yok Allah, yücedir,
büyüktür.
(31)
Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler
Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphe yok bunda, çok sabreden,
çok şükreden için gerçekten ayetler vardır.
(32) Onları
kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan
gönülden bağlılar’ olarak Allah’a yalvarıp-yakarırlar (dua ederler) . Böylece
onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor.
Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez.
(33) Ey
insanlar, Rabb’inizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından
çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve
(hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilici değildir. Hiç şüphesiz
Allah’ın va’di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve
aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.
(34) Kıyamet
saatinin bilgisi, şüphesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde
olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde
öleceğini bilmez. Hiç şüphe yok Allah bilendir, haberdar olandır.
——————————————————————————–
SEBE’ SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hamd,
göklerde ve yerde olanların tümü kendisine ait olan Allah’ındır; ahirette de
hamd O’nundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, haber alandır.
(2) Yerin
içine gireni, ondan çıkanı; gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O,
esirgeyendir, bağışlayandır.
(3) Küfre
sapanlar, dediler ki: «Kıyamet-saati bize gelmez.» De ki: «Hayır, gaybı bilen
Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre
ağırlığınca hiç bir şey O’ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da,
daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı) dır.»
(4) (Çünkü
O) İman edip salih amellerde bulunanları ödüllendirecek. İşte mağfiret ve üstün
rızık onlarındır.
(5) (Sözde)
Aciz bırakmak için ayetlerimiz hakkında çaba harcamış olanlar, işte onlar;
onlar için de (en) iğrenç olanından acıklı bir azab vardır.
(6)
Kendilerine ilim verilenler ise, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi
olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olan (Allah) ın yolunda
yöneltip,ilettiğini görmektedirler.
(7) Küfre
sapanlar dediler ki: «Siz darmadağın olup dağıldığınızda, gerçekten sizin yeni
bir yaratılışta bulunacağınızı size haber veren bir adamı gösterelim mi size?»
(8) «Allah’a
karşı yalan mı düzüp uyduruyor, yoksa kendisinde bir delilik mi var?» Hayır,
ahirete inanmayanlar, azabta ve uzak bir sapıklık içindedirler.
(9) Onlar,
gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Eğer biz
dilersek, onları yerin-dibine geçirir ya da gökten üzerlerine parçalar
düşürürüz. Hiç şüphe yok, bunda ‘gönülden (Allah’a) yönelen’ her kul için bir
ayet vardır.
(10)
Andolsun, biz Davud’a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. «Ey dağlar,
onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin» (dedik) ve kuşlarla da
(aynısını emrettik) . Ve ona demiri yumuşattık.
(11) «Geniş
zırhlar yap, (onları) düzenli bir biçime sok; ve hepiniz salih ameller yapın.
Gerçekten ben, sizin yapmakta olduklarınızı görenim» (diye vahyettik) .
(12)
Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan
rüzgâra (boyun eğdirdik) ; erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli
altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı. Onlardan
kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından
taddırırdık.
(13) Ona dilediği
şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen
kazanlar yaparlardı. «Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.» Kullarımdan
şükretmekte olanlar azdır.
(14) Böylece
onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara asasını
yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber veren olmadı. Artık o, yere
yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki; şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı
böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı.
(15)
Andolsun, Sebe (halkı) nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri)
Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) «Rabbinizin rızkından
yiyin ve O’na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlamakta olan bir Rabb(iniz var)
.»
(16) Ancak
onlar yüz çevirdiler, böylece biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların
iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı
olan iki bahçeye dönüştürdük.
(17)
Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete)
nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız?
(18)
Kendileriyle, içlerinde bereketler kıldığımız memleketler arasında (biri
diğerinden) görünebilen şehirler var ettik ve orada yürüme (imkânlarını) takdir
ettik: «Oralarda geceleri ve güdüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın» (dedik) .
(19) Onlar
ise: «Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç (şehirlerimiz birbirine çok yakındır)
dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece biz de onları
efsaneler(e konu olan bir halk) kıldık ve onları darmadağın edip dağıttık. Hiç
şüphe yok bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten ayetler
vardır.
(20)
Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle, iman
etmekte olan bir grup dışında onlar, ona uymuş oldular.
(21) Oysa
onun, kendilerine karşı hiç bir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak biz ahirete iman
edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırdetmek için (ona bu imkânı verdik) .
Senin Rabbin, her şeyin üzerinde gözetici-koruyucu olandır.
(22) De ki:
«Allah’ın dışında (tanrı diye) öne sürdüklerinizi çağırın: Onların göklerde ve
yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiç bir şeye) güçleri yetmez; onların bu
ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O’nun bunlardan hiç bir destekçi
olanı da yoktur.
(23) O’nun
katında, kendisine izin verdiği kimsenin dışında şefaati yarar sağlamaz. En
sonunda kalplerinden korku giderilince (birbirlerine:) «Rabbiniz ne buyurdu?»
derler, «Hak olanı» derler. O, çok yüce olandır, çok büyük olandır.
(24) De ki:
«Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kim?» De ki: «Allah, gerçekten ya biz,
ya da siz her halde bir hidayet üzerindeyiz veya apaçık bir sapıklıkta.»
(25) De ki:
«Siz, bizim işlemiş bulunduğumuz suçtan sorulacak değilsiniz ve biz de sizin
yapmakta olduklarınızdan sorulacak değiliz.»
(26) De ki:
«Rabbimiz (kıyamet günü) bizi bir arada toplayacak, sonra da hak ile aramızı
ayıracaktır. O, (gerçek hükmünü vererek hak ile batılın arasın) açandır, (her
şeyi hakkıyla) bilendir.»
(27) De ki:
«O’na (kulluk etmede) eklemekte olduğunuz ortakları bana gösterin. Asla (onlar
ona gerçek ortak olamazlar) ; hayır, O, güçlü ve üstün olan, hüküm ve hikmet
sahibi olan Allah’tır.»
(28) Biz
seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı-korkutucu olarak
gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.
(29) Onlar:
«Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu va’d (ettiğiniz azab) ne zamanmış?» derler.
(30) De ki:
«Sizin için belirlenmiş bir gün vardır ki, siz ondan ne bir an
ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz.»
(31)
Küfretmekte olanlar dedi ki: «Biz kesin olarak, ne bu Kur’an’a inanırız, ne de
ondan önceki (indirile) ne.» Sen o zulmetmekte olanları, Rableri huzurunda
tutuklamış olarak bir görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı
evirip-çevirir (birbirlerine yöneltirler) . Za’fa uğratılan (müstaz’af) lar,
büyüklük taslayanlara derler ki: «Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler
mü’min (kimse) ler olurduk.»
(32)
Büyüklük taslayanlar, za’fa uğratılan (müstaz’af) lara dediler ki: «Size
hidayet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu
günahkarlardınız.»
(33) Za’fa
uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: «Hayır, siz gece ve gündüz hileli
düzenler (kurup) bizim Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı bize
emrediyordunuz» dediler. Azabı gördüklerinde de pişmanlıklarını saklarlar; biz
de küfredenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yapmakta olduklarından
başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?
(34) Biz
hangi ülkeye bir uyarıcı-korkutucu gönderdikse, mutlaka oranın ‘refah içinde
şımaran önde gelenleri’: «Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi
tanımıyoruz» demişlerdir.
(35) Ve:
«Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve biz azaba uğratılacak
da değiliz» de demişlerdir.
(36) De ki:
«Şüphesiz benim Rabbim, rızkı dilediğine genişletir-yayar ve kısar da. Ancak
insanların çoğu bilmiyorlar.»
(37) Bizim
katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan, ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır;
ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için
yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükâfat vardır ve onlar yüksek
köşklerinde güven içindedirler.
(38)
Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine
getirilmişlerdir.
(39) De ki:
«Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletir-yayar ve ona
kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), onun yerine bir başkasını verir;
O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.»
(40) O gün,
onların hepsini bir arada toplayacak (haşredecek), sonra meleklere diyecek ki:
«Size tapmakta olanlar bunlar mıydı?»
(41)
(Melekler) Derler ki: «Sen yücesin, bizim velimiz sensin, onlar değil. Hayır,
onlar cinlere tapmaktaydı ve çoğu onlara iman etmişlerdi.»
(42) Artık
bugün, bir kısmınızın bir kısmınıza yarar ve zarar sağlamaya gücü yetmez. Biz
de o zulmetmekte olanlara deriz ki: «Yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını
tadın.»
(43) Onlara
apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda: «Bu, sizi babalarınızın tapmakta
oldukların(ilahlar) dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir»
dediler. Ve dediler ki: «Bu, düzülüp-uydurulmuş bir yalan (iftira) dan başka
bir şey de değildir.» Küfre sapanlar da kendilerine geldiği zaman hak için:
«Bu, apaçık olan bir büyüden başka bir şey değildir» dediler.
(44) Oysa
biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir
uyarıcı-korkutucu da göndermemiştik.
(45)
Kendilerinden öncekiler de yalanladı. Oysa bunlar, öbürlerine verdiklerimizin
onda birine bile ulaşamamışlardı. Buna rağmen peygamberlerimi yalanladılar;
ancak benim de (onları) inkârım (yıkıma uğratmam) nasıl oldu?
(46) De ki:
«Size bir tek öğüt veriyorum: -Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam
etmeniz, sonra düşünmeniz; sizin sahibiniz (veya arkadaşınız olan peygamber) de
hiç bir delilik yoktur. O, sizi şiddetli bir azabın öncesinde yalnızca
uyarıp-korkutandır.»
(47) De ki:
«Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim),
yalnızca Allah’a aittir. O, her şeye şahid olandır.»
(48) De ki:
«Şüphesiz Rabbim hakkı (batılın yerine veya dilediği kimsenin kalbine) koyar.
O, gaybleri bilendir.
(49) De ki:
«Hak geldi; batıl ise ne (bir şey) ortaya çıkarabilir, ne de geri getirebilir.»
(50) De ki:
«Eğer ben sapacak olsam, artık kendi nefsim aleyhine sapmış olurum; eğer
hidayeti bulacak olsam, bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kur’an)
sayesindedir. Hiç şüphe yok O, işitendir, yakın olandır.
(51) Sen
onları korkuya kapıldıklarında bir görsen. Artık hiç bir kaçış yoktur ve yakın
bir yerden yakalanıvermişlerdir.
(52) «Biz
O’na iman ettik» derler; ancak onlara uzak bir yerden (ahiretten imana) el
uzatmak nerede?
(53) Oysa
daha önce onu inkâr etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı
(dil uzatıyorlardı) .
(54)
(Şimdiki) Kendileriyle istek duydukları şeyler arasında perde çekilmiştir; daha
önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar, kuşku verici bir tereddüt içinde
idiler.
——————————————————————————–
ZÜMER SURESİ
——————————————————————————–
(1) (Bu)
Kitabın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi bulunan
Allah(katın) dandır.
(2) Hiç
şüphesiz, biz sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnızca
O’na halis kılarak Allah’a ibadet et.
(3) Haberin
olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler
edinenler (şöyle derler:) «Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar
diye ibadet ediyoruz.» Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf
ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan
kimseyi hidayete eriştirmez.
(4) Eğer
Allah, çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini elbette seçerdi. O,
yücedir; O, bir olan, kahredici olan Allah’tır.
(5) Gökleri
ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de
gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneşe ve aya da boyun eğdirdi. Her biri adı
konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve
güçlü olan, bağışlayan O’dur.
(6) Sizi tek
bir nefisten yarattı, sonra da ondan kendi eşini var etti ve sizin için
davarlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarından, üç karanlık
içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır.
İşte Rabbiniz olan Allah budur; mülk de O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur.
Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?
(7) Eğer
küfre sapacak olursanız, artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı
olmayandır ve O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz,
sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiç bir günahkâr, bir başkasının günah
yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yapmakta
olduklarınızı size haber verecektir. Hiç şüphe yok O, sinelerin özünde saklı
olanı bilendir.
(8) İnsana
bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua
eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O’na dua ettiğini
unutur ve O’nun yolundan saptırmak amacıyla Allah’a eşler koşmaya başlar. De
ki: «Küfrünle biraz metalanıp-yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın.»
(9) Yoksa o,
gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet)
eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki:
«Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Hiç şüphesiz, temiz akıl sahipleri
öğüt alıp-düşünmektedir.»
(10) De ki:
«Ey iman eden kularım, Rabbinizden korkup-sakının. Bu dünyada iyilik etmekte
olanlar için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere
ecirleri hesapsızca ödenir.»
(11) De ki:
«Ben, dini yalnızca O’na halis kılarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum.»
(12) «Ve
ben, müslümanların ilki olmakla da emrolundum.»
(13) De ki:
«Ben, Rabbime isyan ettiğim taktirde, büyük bir günün azabından korkmaktayım»
(14) De ki:
«Ben dinimi yalnızca O’na halis kılarak Allah’a ibadet ederim.»
(15) «Siz,
O’nun dışında dilediklerinize ibadet edin.» De ki: «Gerçekten hüsrana
uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de yakınlarını hüsrana
uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir.»
(16) Onların
üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte Allah, kendi
kullarını bununla tehdit edip-korkutuyor. Ey kullarım öyleyse benden
korkup-sakının.
(17) Tağut’a
kulluk etmekten kaçınan ve Allah’a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde
vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.
(18) Ki
onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini
hidayete eriştirdikleridir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.
(19) Azab
sözü kendisi üzerinde hak olmuş kimse mi (onlarla bir tutulur) ? Ateşte olanı
artık sen mi kurtaracaksın?
(20) Ancak
Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlar için yüksek köşkler vardır, onların
üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır.
(Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez.
(21)
Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki
kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler
çıkarmaktadır. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da
onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için
gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır.
(22) Allah,
kimin göğsünü İslam’a yarıp-açmışsa, artık o, Rabbinden olan bir nur
üzerindedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri
katılaşmış olanların vay hallerine. İşte onlar, apaçık bir sapıklık
içindedirler.
(23) Allah,
müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi.
Rablerine karşı içleri titreyerek-korku duyanların ondan derileri ürperir.
Sonra da onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır.
İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete eriştirir.
Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösteren yoktur.
(24) Kıyamet
günü o kötü azabtan kendini yüzü ile kim koruyabilecek? Ve zalimlere
«Kazanmakta olduğunuzu tadın» denmiştir.
(25)
Onlardan öncekiler de yalanladı; böylece azab onlara hiç şuurunda olmadıkları
bir yerden gelip-çattı.
(26) Artık
Allah, onlara dünya hayatında ‘horluğu ve aşağılanmayı’ taddırdı. Eğer bilmiş
olsalardı, ahiretin azabı gerçekten daha büyüktür.
(27)
Andolsun, biz bu Kur’an’da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her
bir örnekten verdik.
(28) (Bu)
Arapça bir Kur’an, ki O’nda çarpıklık yoktur. Umulur ki korkup-sakınırlar.
(29) Allah
bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok
ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu
ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar.
(30) Gerçek
şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.
(31) Sonra
şüphesiz sizler, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.
(32) Allah’a
karşı yalan söyleyenden ve kendisine geldiğinde doğruyu (Kur’an’ı)
yalanlayandan daha zalim kimdir? Kâfirler için cehennemde bir konaklama yeri mi
yok?
(33) Doğruyu
getiren ve doğrulayanlara gelince; işte onlar muttaki (takva sahibi)
olanlardır.
(34) Rableri
katında dileyecekleri her şey onlarındır. İşte bu, ihsanda bulunanların
ödülüdür.
(35) Çünkü
Allah, onların (dünyada) yaptıklarının en kötüsünü temizleyip-giderecek ve
yapmakta olduklarının, en güzeliyle ecirlerini verecektir.
(36) Allah,
kuluna kâfi değil mi? Seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa,
artık onun için bir yol gösterici yoktur.
(37) Allah,
kimi de hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı da yoktur. Allah, intikam
sahibi, güçlü ve üstün olan değil midir?
(38)
Andolsun, onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye soracak olsan, elbette
«Allah» diyecekler. Deki: «Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka tapmakta
olduklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O’nun zararını onlar
kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O’nun rahmetini onlar
tutup-önleyebilecekler mi» De ki: «Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar,
O’na tevekkül etsinler.»
(39) De ki:
«Ey kavmim, üzerinde bulunduğunuz duruma göre yapıp-edin; hiç şüphesiz ben de
yapıp-edenim. Artık yakında öğreneceksiniz.»
(40)
Kendisini aşağılık kılan azab kime geliyor ve kesintisiz azab kimin üzerine
çöküp-kaçınılmaz oluyor?
(41) Hiç
şüphesiz, sana biz Kitabı insanlar için hak olmak üzere indirdik. Artık kim
hidayete erişirse, bu kendi lehinedir; kim de saparsa, o da kendi aleyhine
sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.
(42) Allah,
ölümleri vaktinde canları alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar) .
Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü
ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilmekte olan
bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
(43) Yoksa
Allah’tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: «Ya onlar, hiç bir şeye
malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?»
(44) De ki:
«Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra da O’na
döndürüleceksiniz.»
(45) Sadece
Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan
başkaları anıldığında ise, hemen sevince kapılırlar.
(46) De ki:
«Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahade edilebileni de bilen Allah’ım.
Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin.»
(47) Eğer
yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş
olsaydı, kıyamet günü o kötü azabdan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları
fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler,
Allah’tan kendileri için açığa çıkmıştır.
(48)
Kazanmakta oldukları kötülükler, kendileri için açığa çıkmıştır ve alay konusu
edindikleri şey de kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.
(49) İnsana
bir zarar dokunduğu zaman, bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet
ihsan ettiğimizde, der ki: «Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi. «
Hayır; bu bir fitne (kendisini bir deneme) dir. Ancak onların çoğu bilmiyorlar.
(50) Bunu
kendilerinden öncekiler de söylemişti; ama kazandıkları şeyler onlara hiç bir
yarar sağlamadı.
(51)
Böylece, kazandıkları kötülükleri(in acı sonucu) onlara isabet etti. Bunlardan
zulmetmiş olanlara da, kazanmakta oldukları kötülükler isabet edecektir. Ve
onlar (bunu kendilerine uygulamaktan Allah’ı) aciz bırakabilecekler de
değildirler.
(52) Onlar
bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve
(dilediğine) kısar da. Şüphesiz bunda, iman etmekte olan bir kavim için gerçekten
ayetler vardır.
(53) (Benden
onlara) De ki: «Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım.
Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar.
Çünkü O, bağışlayandır. esirgeyendir.»
(54) Azab
size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra
size yardım da edilmez.
(55)
Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab
apansız size gelip çatmadan evvel.
(56) Kişinin
(yana yakıla) şöyle diyeceği (gün) : «Allah yanında (kullukta) yaptığım
kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) ; doğrusu ben, (Allah’ın diniyle) alay
edenlerdendim.»
(57) Veya:
«Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum»
diyeceği,
(58) Ya da
azab gördüğü zaman: «Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı
da, ihsan edenlerden olsaydım» (diyeceği günden sakının) .
(59) «Hayır,
benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın
ve kâfirlerden oldun.»
(60) Kıyamet
günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün.
Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok?
(61) Allah,
takva sahiplerini (inanarak ve davranarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla
kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır.
(62) Allah,
her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerinde vekildir.
(63)
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın ayetlerine (karşı) küfredenler
ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.
(64) De ki:
«Ey cahiller, bana Allah’ın dışında bir başkasına mı kulluk etmemi
emrediyorsunuz?»
(65)
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki) : «Eğer şirk koşacak
olursan, şüphesiz senin amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana
uğrayanlardan olacaksın.
(66) «Hayır,
artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.»
(67) Onlar,
Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle
O’nun avucu (kabzası) ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O,
onların şirk koşmakta olduklarından münezzeh ve yücedir.
(68) Sûr’a
üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar
çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış
durumda gözetiyorlar.
(69) Yer,
Rabbi’nin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler
getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.
(70) Her bir
nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlemekte olduklarını dah
iyi bilendir.
(71)
Küfredenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri
zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: «Size
Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi
uyarıp-korkutan peygamberler gelmedi mi size?» Onlar: «Evet.» dediler. Ancak azab
kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
(72) Dediler
ki: «İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin.
Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür.»
(73)
Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda
oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri
dedi ki: «Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak
ona girin.»
(74) (Onlar
da) Dediler ki: «Bize olan va’dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan
Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih)
Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.
(75)
Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih
ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: «Alemlerin
Rabbine hamdolsun» denilmiştir.
——————————————————————————–
MÜ’MİN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hâ, Mîm.
(2) Bu
Kitabın indirilmesi, Aziz, Alim olan Allah’tandır;
(3) Günahı
bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi
(Allah’tan) . O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş O’nadır.
(4) Allah’ın
ayetleri konusunda, inkâr edenlerden başkası mücadele etmez. Öyleyse onların
şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.
(5)
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve kendilerinden sonra (sayısı çok)
fırkalar da. Her ümmet, kendi peygamberlerini (susturmak için) yakalamağa
yeltendi. Hakkı, onunla yürürlükten kaldırmak için, ‘batıla-dayanarak’
mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Artık benim cezalandırmam
nasılmış?
(6) Senin
Rabbinin kâfirler üzerindeki: «Gerçekten onlar ateşin halkıdır» sözü böylece
hak oldu.
(7) Arş’ı
yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih
etmekte, O’na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler:
«Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp-sardın; tevbe edenlere ve
senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru.»
(8)
«Rabbimiz, onları Adn cennetlerine sok, ki onlara (bunu) va’dettin;
babalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanları da. Hiç şüphesiz sen,
üstün ve güçlü olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.»
(9) «Ve
onları kötülüklerden koru. O gün sen, kimi kötülüklerden korumuşsan, gerçekten
ona rahmet de etmişsin. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.»
(10)
Şüphesiz küfredenlere de (şöyle) seslenilir: «Allah’ın elbette gazablanması,
sizin kendi nefislerinize gazablanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, imana
çağırıldığınız zaman küfrediyordunuz.
(11) Dediler
ki: «Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere de dirilttin; biz de
günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkış için bir yol var mı?»
(12) «Sizin
(durumunuz) böyledir. Çünkü bir olan Allah’a çağırıldığınız zaman inkâr
ettiniz. O’na şirk koşulduğunda da inanıp-onayladınız. Artık hüküm, yüce, büyük
olan Allah’ındır.»
(13) O, size
ayetlerini göstermekte ve sizin için gökten rızık indirmektedir. İçten
(Allah’a) yönelip-dönenden başkası öğüt alıp-düşünmez.
(14)
Öyleyse, dini yalnızca O’na halis kılanlar olarak Allah’a dua (kulluk) edin;
kâfirler hoş görmese de.
(15)
Dereceleri yükselten Arş’ın sahibi (Allah), (ahiretteki) ‘toplanma ve buluşma’
günü ile uyarıp-korkutmak için, kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine
indirir.
(16) O gün
onlar, orta yere çıkarlar. Onlardan hiç bir şey Allah’a karşı gizli kalmaz.
(Allah sorar:) «Bugün mülk kimindir? Bir olan, kahhar olan Allah’ındır.»
(17) Bugün
her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz
Allah, hesabı seri görendir.
(18) Onları,
yaklaşmakta olan güne karşı uyarıp-korkut; o zaman yürekler gırtlaklara
dayanır, yutkunur dururlar. Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne de sözü
yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur.
(19)
(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin saklamakta olduklarını bilir.
(20) Allah
hak ile hükmeder. Oysa O’nu bırakıp tapmakta oldukları ise, hiç bir şeye
hükmedemezler. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
(21) Onlar,
yeryüzünde gezip-dolaşmıyorlar mı ki, böylece kendilerinden öncekilerin nasıl
bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri
bakımından kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günahları
dolayısıyla (azabla) yakalayıverdi. Onları Allah’tan bir koruyacak olan da
bulunmadı.
(22) Çünkü
gerçekten onlar, peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirirdi; fakat
onlar küfre sapmışlardı. Bu yüzden Allah, onları (azabla) yakalayıverdi.
Şüphesiz O, kuvvetli olandır, cezalandırması da şiddetlidir.
(23)
Andolsun, biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık ispatlı bir delille gönderdik;
(24)
Firavun’a, Hâmân’a ve Kârun’a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söylemekte olan bir
büyücüdür» dediler.
(25) Böylece
o, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman, dediler ki: «Onunla
birlikte iman etmekte olanların erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ
bırakın.» Ancak kâfirlerin hileli-düzeni boşa çıkmakta olandan başkası
değildir.
(26) Firavun
dedi ki: «Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine
yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde
fesat çıkarmasından korkuyorum.»
(27) Musa
dedi ki: «Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de
Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım.»
(28) Firavun
ailesinden, imanını gizlemekte olan mü’min bir adam dedi ki: «Siz, benim Rabbim
Allah’tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık
belgelerle gelmiş bulunmaktadır. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı
kendi aleyhinedir; ve eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size
va’dettiklerinin bir bölümü size isabet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran, çok
yalan söyleyeni hidayete erdirmez.»
(29) «Ey
Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde de hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat
bize Allah’tan dayanılmaz bir azab gelecek olursa bize kim yardımcı
olabilecek?» Firavun dedi ki: «Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü)
gösteriyorum ve ben sizi doğru olan yoldan da başkasına yöneltmiyorum.»
(30) İman
eden (adam) dedi ki: «Ey Kavmim, ben sizin o fırkaların gününe benzer (bir
günün felâketine uğrarsınız) diye korkuyorum.»
(31) «Nuh
kavmi, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün) .
Allah, kullar için zulüm istemez.»
(32) «Ve ey
kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden
korkuyorum.»
(33)
«Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah’tan koruyacak yoktur. Allah, kimi
saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz.»
(34)
«Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size
getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince,
demiştiniz ki: «Allah, ondan sonra kesin olarak bir peygamber göndermez.» İşte
Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.»
(35) «Ki
onlar, Allah’ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın
mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük
bir öfke (sebebi) dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle
damgalar.»
(36) Firavun
dedi ki: «Ey Hâmân, bana yüksek bir kule bina et; belki o yollara
ulaşabilirim.»
(37)
«Göklerin yollarına. Böylelikle Musa’nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun
yalancı olduğunu sanıyorum. İşte Firavun’a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve
yoldan alıkonuldu. Firavun’un hileli-düzeni, ‘yıkım ve kayıpta’ olmaktan başka
(bir şey) olmadı.
(38) İman
eden (adam) dedi ki: «Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola
iletip-yönelteyim.»
(39) «Ey
Kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir metadır. Şüphesiz ahiret ise,
(asıl) karar kılınan yurt odur.» kendisi bir mü’min olarak salih bir amelde
bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete
girerler.»
(40) «Kim
bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkalarıyla ceza görmez; kim de -erkek
olsun, dişi olsun-
(41) «Ey
Kavmim, ne oluyor ki ben sizi kurtuluşa çağırmaktayken, siz beni ateşe
çağırmaktasınız.»
(42) «Siz
beni Allah’a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O’na şirk
koşmaya çağırmaktasınız. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah’)
a çağırıyorum.»
(43) «İmkânı
yok; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, dünyada da,
ahirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama) sı yoktur.
Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah’adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkı
olanlardır.»
(44) «İşte
size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah’a
bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.»
(45) Sonunda
Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve
Firavun’un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.
(46) Ateş;
sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun
çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» (denecek) .
(47) Ateşin
içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen
(müstekbir) lere derler ki: «Gerçekten biz, size uymuş (teb’anız) olan
kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir
misiniz?»
(48)
Büyüklenen (müstekbir) ler derler ki: «Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçek
şu ki Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık) .»
(49) Ateşin
içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: «Rabbinize dua edin; azabtan
bir günü (olsun) bize hafifletsin.»
(50)
(Bekçiler:) «Size kendi peygamberleriniz apaçık belgelerle gelmez miydi?»
dediler. Onlar: «Evet» dediler. (Bekçiler:) «Şu halde siz dua edin» dediler.
Oysa kâfirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir.
(51) Hiç
şüphesiz biz peygamberlerimize ve iman edenlere, dünya hayatında da, şahidlerin
(şahidlik için) duracakları gün de elbette yardım edeceğiz.
(52)
Zalimlere kendi mazeretlerinin hiç bir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır,
yurdun en kötüsü de.
(53)
Andolsun biz Musa’ya hidayeti verdik ve İsrailoğullarına da kitabı miras
bıraktık.
(54) (Ki o,)
Temiz akıl sahipleri için bir hidayet rehberi ve bir zikirdir.
(55) Şu
halde sen sabret. Gerçekten Allah’ın va’di haktır. Günahın için mağfiret dile;
akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
(56)
Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiç bir delil olmaksızın, Allah’ın
ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine
ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin) den başkası yoktur. Artık sen Allah’a
sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.
(57) Elbette
göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak
insanların çoğu bilmezler.
(58) Kör
olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla
kötülük yapan da. Ne kadar az öğüt alıp-düşünüyorsunuz.
(59)
Şüphesiz kıyamet-saati, yaklaşarak gelmektedir; bunda hiç bir kuşku yoktur.
Ancak insanların çoğu iman etmiyorlar.
(60)
Rabbiniz dedi ki: «Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu bana ibadet
etmekten büyüklenen (müstekbir) ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak
gireceklerdir.
(61) Allah,
kendisinde sükûn bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da gündüzü sizin için
var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazl sahibidir. Ancak
insanların çoğu şükretmiyorlar.
(62) İşte
bu, sizin Rabbiniz olan Allah’tır; her şeyin yaratıcısıdır; O’ndan başka ilah
yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz?
(63) İşte,
Allah’ın ayetlerini inkâr etmekte olanlar da böyle çevriliyorlar.
(64) Allah,
yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü de bir bina kıldı; sizi
suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size
güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin
Rabbi Allah ne yücedir.
(65) O, hayy
(diri) olandır, O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis
kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamd olsun.
(66) De ki:
«Bana apaçık belgeler gelince, sizin Allah’tan başka taptıklarınıza kulluk
etmekten kesin olarak men edildim ve Alemlerin Rabbine teslim olmakla
emrolundum.»
(67) O’dur
ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo)
yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik)
çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir)
. Sizden kimin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele
erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır) .
(68)
Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: «Ol»
der, o da hemen oluverir.
(69)
Allah’ın ayetleri hakkında mücadele etmekte olanları görmüyor musun; onlar
nasıl da döndürülüyorlar?
(70) Ki
onlar, Kitabı ve peygamberlerimizle gönderdiğimiz şeyleri yalanladılar. Artık
yakında bileceklerdir.
(71)
Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu halde
sürüklenecekler;
(72) Kaynar
suyun içinde; sonra ateşte tutuşturulacaklar.
(73) Sonra
onlara denilecek: «Sizin şirk koştuklarınız nerede?»
(74)
«Allah’ın dışında (olan ortaklarınız) .» Dediler ki: «Bizi
bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri (meğer) hiç bir şeye tapar
değilmişiz.» İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtıp-saptırır.
(75) İşte
bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarıp-azmanız ve azgınca ölçüyü taşırmanız
dolayısıyladır.
(76) İçinde
ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Artık mütekebbirlerin
konaklama yeri ne kötüdür.
(77) Şu
halde sen sabret, hiç şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Sonunda ya onlara
va’dettiğimiz (azab) in bir kısmını sana göstereceğiz ya da senin hayatına son
vereceğiz. Nihayet onlar bize döndürülecekler.
(78)
Andolsun, biz senden önce peygamberler gönderdik; onlardan kimini sana
aktarıp-anlattık ve onlardan kimini de sana aktarmayıp-anlatmadık. Herhangi bir
peygambere, Allah’ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir.
Allah’ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal
etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.
(79) Allah
O’dur ki, kimine binmeniz, kiminden de yemeniz için size (bir yarar olmak
üzere) davarları var etti.
(80) Onlarda
sizin için yararlar vardır. Onların üstünde göğüslerinizde olan bir hacete
(ihtiyaca veya arzuya) ulaşırsınız; onların üstünde ve gemilerin üstünde de
taşınırsınız.
(81) Size
kendi ayetlerini göstermektedir; artık Allah’ın ayetlerinden hangisini inkâr
ediyorsunuz?
(82)
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona
uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve
yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından da kendilerinden daha üstündüler. Fakat
kazanmakta oldukları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı.
(83)
Peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında
olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri
şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi.
(84) Onlar
bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, dediler ki: «Bir olan Allah’a iman
ettik ve O’na şirk koşmakta olduğumuz şeyleri de inkâr ettik.»
(85) Ama
bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine hiç bir yarar
sağlamadı. (Bu,) Allah’ın kulları arasında sürüp-gitmekte olan sünnetidir. İşte
kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.
——————————————————————————–
FUSSİLET SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hâ, Mîm.
(2) (Bu
Kur’an,) Rahman ve Rahim’den indirilmiştir.
(3) Bilen
bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) ‘fasıllar halinde
açıklanmış’ Arapça Kur’an (veya okunan) kitaptır;
(4) Bir
müjde verici ve bir uyarıcı- korkutucu olarak. Ama onların çoğu yüz çevirdiler.
Artık onlar dinlemezler.
(5) Ve
dediler ki: «Bizi kendisine çağırmakta olduğun şeye karşı kalblerimiz bir örtü
içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde
vardır. Artık sen. (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz.»
(6) De ki:
«Ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim. Bana yalnızca, sizin ilahınızın
bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Öyleyse O’na yönelin ve O’ndan mağfiret
dileyin. Vay haline o müşriklerin.»
(7) Ki
onlar, zekâtı vermeyenler ve onlar ahireti inkâr edenlerdir.
(8) Gerçek
şu ki, iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için kesintisi olmayan
bir ecir vardır.
(9) De ki:
«Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve O’na
birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.»
(10) Orda
(yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve
isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir
etti.
(11) Sonra,
kendisi duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki:
«İsteyerek veya istemeyerek gelin.» İkisi de: «İsteyerek (itaat ederek) geldik»
dediler.
(12)
Böylelikle onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe
emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir
koruma (altına aldık) . İşte bu üstün ve güçlü olan, bilen (Allah’) in
takdiridir.
(13) Bu
durumda eğer onlar yüz çevirirlerse, artık de ki: «Ben sizi, Ad ve Semûd
(kavimlerinin) yıldırımına benzer bir yıldırımla uyarıp-korkuttum.»
(14) Onlara
«Yalnızca Allah’a kulluk edin» diye önlerinden ve arkalarından peygamberler
gelince, dediler ki: «Eğer dileseydi Rabbimiz melekler indirirdi. Bundan dolayı
biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeye (karşı) küfredenleriz.»
(15) Ad
(kavmin) e gelince; onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki:
«Kuvvet bakımından bizden daha üstün kimmiş?» Onlar, gerçekten kendilerini
yaratan Allah’ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha
üstündür. Oysa onlar, bizim ayetlerimizi (bilerek) inkâr ediyorlardı.
(16) Böylece
biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını taddırmak için, o uğursuz
(felâketler yüklü) günlerde üzerlerine ‘kulakları patlatan bir kasırga’
gönderdik. Ahiret azabı ise daha da bir aşağılanmadır. Ve onlara yardım edilmeyecektir.
(17) Semûd’a
da gelince; biz onlara doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü hidayete
tercih ettiler. Böylece kazanmakta oldukları şeyler yüzünden onları alçaltıcı
azabın yıldırımı yakalayıverdi.
(18) İman
edenleri ve korkup-sakınmakta olanları ise kurtardık.
(19)
Allah’ın düşmanlarının bir araya getirilip-toplanacakları gün işte onlar, ateşe
bölükler halinde dağıtılırlar.» –
(20) Sonunda
oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi
aleyhlerine şahitlik edecektir.
(21) Kendi
derilerine dediler ki: «Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?» Dediler ki: «Her
şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve
O’na döndürülmektesiniz.»
(22) «Siz,
işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye
sakınıp-korunmuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarınızın birçoğunu Allah’ın
bilmeyeceğini sanıyordunuz.»
(23) «İşte
bu sizin zannınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz-zannınız, sizi bir yıkıma
uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayanlar olarak sabahladınız.»
(24) Şimdi
eğer sabredebilirlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer onlar
hoşnut olma (dünya) ya dönmek isterlerse, artık onlar hoşnut olacaklardan
değildirler.
(25) Biz
onlara birtakım yakın-kimseleri ‘kabuk gibi üzerlerine kaplattık’, onlar da,
önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler. Cinlerden ve
insanlardan kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte tutulan
azab) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayanlardı.
(26) İnkâr
edenler dediler ki: «Bu Kur’an’ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar
koparın. Belki üstün gelirsiniz.»
(27) Artık
gerçekten o inkâr edenlere şiddetli bir azap taddıracağız ve onları yapmakta
olduklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.
(28) Bu,
Allah’ın düşmanlarının cezası olan ateştir. Bizim ayetlerimizi inkâr etmeleri
dolayısıyla bir ceza olarak, orada onlar için ebedilik yurdu vardır.
(29)
Küfretmekte olanlar dediler ki: «Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi
saptırmış olanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım, en
aşağılarda bulunanlardan olsunlar.»
(30)
Şüphesiz: Onlar «Bizim Rabbimiz Allah’tır» deyip sonra da dosdoğru bir
istikamet tutturanlar (yok mu) ; onların üzerine melekler iner (ve der ki;)
«Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’d olunan cennetle sevinin.»
(31) «Biz,
dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin
arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»
(32) «Çok
bağışlayan, çok esirgeyen (Allah) tan bir ağırlanma olarak.»
(33) Allah’a
çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben müslümanlardanım» diyenden
daha güzel sözlü kimdir?
(34)
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü)
uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan
kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
(35) Buna
da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi
olanlardan başkası da kavuşturulamaz.
(36) Şayet
sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O,
işitendir, bilendir?
(37)
Allah’ın ayetlerindendir gece, gündüz, güneş ve ay. Siz güneşe de, aya da secde
etmeyin. Allah’a secde edin, ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer O’na ibadet
edecekseniz.
(38) Şayet
onlar büyüklenecek olurlarsa, Rabbinin katında bulunanlar, O’nu gece ve gündüz
tesbih ederler ve onlar bıkkınlık duymazlar.
(39) O’nun
ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşû içinde (solmuş, boynu
bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman,
deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir.
Çünkü O, her şeye güç yetirendir.
(40) Onlar
Bizim ayetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, bize gizli kalmazlar. Öyleyse
ateşin içine bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi?
Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O, yapmakta olduklarınızı gerçekten görendir.
(41)
Şüphesiz, kendilerine zikir gelince ona (karşı) küfre sapanlar (ateşin içine
bırakılırlar) ; oysa o, aziz (şerefli yüksek, üstün) bir Kitaptır.
(42) Batıl,
ona önünden de ardından da gelemez. (Çünkü Kur’an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok
övülen (Allah) tan indirilmedir.
(43) Sana
söylenen şeyler, senden önceki peygamberlere söylenenden başkası değildir.
Şüphesiz senin Rabbin, hem elbette mağfiret sahibidir, hem de acı bir azab
sahibidir.
(44) Eğer
biz onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan Kur’an kılsaydık, herhalde
derlerdi ki: «Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça
olmayan bir dil) mi?» De ki: «O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır.
İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara
karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.»
(45)
Andolsun, biz Musa’ya kitabı verdik, fakat onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer
senin Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı, mutlaka
aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş) ti. Gerçekten onlar, bundan yana
kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
(46) Kim
salih bir amelde bulunursa, kendi nefsi lehinedir, kim de kötülük ederse, o da
kendi aleyhinedir. Senin Rabbin, kullara zulmedici değildir.
(47)
Kıyamet-saatinin ilmi O’na döndürülür. O’nun ilmi olmaksızın, hiç bir meyve
tomurcuğundan çıkmaz, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Onlara: «Benim
ortaklarım nerede» diye sesleneceği gün, dediler ki: «Sana arzettik ki, bizden
hiç bir şahid olan yok.»
(48) Önceden
kendilerine taptıkları (bu gün) onlardan kaybolup gitti ve onlar kaçacak hiç
bir yerleri olmadığını anlamışlardır.
(49) İnsan,
hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se
düşen bir umutsuzdur.
(50) Oysa
ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: «Bu
benim (hakkım) dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer
Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O’nun katında benim için daha güzel olanı
vardır.» der. Ama andolsun biz, o kâfirlere yapmakta olduklarını haber
vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız.
(51) İnsana
nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman
ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir.
(52) De ki:
«Gördünüz mü-haber verin; eğer o (Kur’an) Allah katından ise, sonra da siz ona
(karşı) küfretmişseniz, (bu durumda) uzak bir ayrılık içinde olandan daha sapık
kimdir?»
(53) Biz
ayetlerimizi hem âfâkta, hem de kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyleki,
şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde
senin Rabbinin şahid olması yetmez mi?
(54)
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rabblerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku
içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp-kuşatandır.
——————————————————————————–
ŞÛRÂ SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hâ, Mîm.
(2) Ayn,
Sîn, Kâf.
(3) O, Aziz
ve Hakim olan Allah, sana ve senden öncekilere böyle vahyetmektedir.
(4) Göklerde
ve yerde olanlar O’nundur. O, yücedir, büyüktür.
(5) Gökler,
neredeyse üstlerinden çatlayıp-parçalanacaklar; melekler de Rablerini hamd ile
tesbih ederler ve yerde olanlara mağfiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten
Allah, bağışlayan ve esirgeyen O’dur.
(6) Allah’ın
dışında birtakım veliler edinenler ise, Allah, onların üzerinde gözetleyicidir.
Sen onların üzerinde bir vekil değilsin.
(7) İşte biz
sana, böyle Arapça bir Kur’an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı) nı
ve çevresinde olanları uyarıp-korkutman için ve kendisinden şüphe olmayan
toplanma gününü (haber verip onları) uyarıp-korkutman için de. (O gün onların)
Bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgınca yanan ateşin içerisindedirler.
(8) Eğer Allah
dileseydi, onları herhalde tek bir ümmet kılmış olurdu. Ancak O, dilediğini
kendi rahmetine sokar. Zalimlere gelince; onlar için ne bir veli vardır, ne de
bir yardımcı.
(9) Yoksa
O’nun dışında birtakım veliler mi edindiler? İşte Allah; veli olan O’dur, ölü
olanları da dirilten O’dur. O, her şeye güç yetirendir.
(10)
Hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır.
İşte benim Rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na
dönüp-yönelirim.
(11) O,
göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler, davarlardan
da çiftler var etti. Sizleri bu tarzda türetip-yayıyor. O’nun benzeri gibi olan
hiç bir şey yoktur. O, işitendir, görendir
(12)
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. O, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve
kısar da. Çünkü O, her şeyi bilendir.
(13) O:
«Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin» diye dinden Nuh’a
vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğmizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da vasiyet
ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı) . Senin kendilerini
çağırmakta olduğu şey, müşrikler üzerine ağır geldi. Allah, dilediğini buna
seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete eriştirir.
(14) Onlar,
kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’
dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer senin Rabbinden, adı konulmuş bir ecele
kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş
(iş bitirilmiş) ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise,
herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
(15) Şu
halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet
tuttur. Onların heva (istek ve tutku) larına uyma. Ve de ki: «Allah’ın
indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah, bizim
de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz
sizindir. Bizimle sizin aranızda (karşılıklı delillere dayalı = hüccet) bir
tartışma konusu yoktur. Allah, bizi bir arada birleştirip-toplayacak ve dönüş
de O’nadır.»
(16) O’na
icabet olunduktan sonra, Allah hakkında (sözde) ‘deliller öne sürüp
tartışanların, delilleri, Rabbleri katında geçersizdir. Onların üzerinde bir
gazab vardır ve şiddetli azab onlar içindir.
(17) Ki
Allah, hak olmak üzere Kitabı ve mizanı indirdi. Ne bilirsin; belki
kıyamet-saati pek yakındır.
(18) Onda
acele davrananlar, (gerçekte) ona inanmayanlardır. İman edenler ise, ona karşı
bir korku içindedirler ve onun gerçekten hak olduğunu bilirler. Haberiniz
olsun; kıyamet-saati konusunda tartışmakta olanlar, gerçekte uzak bir sapıklık
içindedirler.
(19) Allah,
kullarına karşı lütuf sahibi olandır; dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir,
azizdir.
(20) Kim
ahiret ekinini isterse, biz ona kendi ekininde arttırmalar yaparız. Kim de
dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi
yoktur.
(21) Yoksa
onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden
kendilerine teşrî’ ettiler (bir şeriat kıldılar) ? Eğer o fasıl kelimesi
olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için
acıklı bir azap vardır.
(22) (O gün)
Zalimleri kazanmakta oldukları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün; o
(yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir. İman edip salih amellerde bulunanlar
ise, cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır.
İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur.
(23) İşte
Allah; iman edip de salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir.
De ki: «Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, ancak akrabalık
sevgisi hariç.» Kim bir iyilik kazanırsa, biz ondaki iyiliği arttırırız.
Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir.
(24) Yoksa
onlar: «Allah’a karşı yalan düzüp-uydurdu» mu diyorlar? Oysa eğer Alah dilerse,
senin de kalbini mühürler. Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve kendi
kelimeleriyle hakkı hak olarak pekiştirir (gerçekleştirir) . Çünkü O, sinelerin
özünde olanı bilendir.
(25)
Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlemekte olduklarınızı
bilen O’dur.
(26) O, iman
edip salih amelerde bulunanlara icabet eder ve onlara kendi fazlından arttırır.
Kâfirlere gelince; onlar için şiddetli bir azap vardır.
(27) Eğer
Allah, kulları için rızkı (sınırsızca) geniş tutup-yaysaydı, gerçekten
yeryüzünde azarlardı. Ancak O, dilediği miktar ile indirir. Çünkü O,
kullarından haberi olandır, görendir.
(28) O’dur
ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar.
O, Veli’dir, Hamid’dir.
(29)
Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O’nun
ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamağa güç
yetirendir.
(30) Size
isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazanmakta olduğu dolayısıyladır.
(Allah,) Çoğunu da affeder.
(31) Siz
yeryüzünde (O’nu) aciz bırakacak değilsiniz. Ve sizin Allah’ın dışında ne bir
veliniz vardır, ne de bir yardımcınız.
(32) Denizde
yüksek dağlar gibi seyretmekte olan gemiler O’nun ayetlerindendir.
(33) Eğer
dileyecek olsa, rüzgârı durdurur, böylece onlar da onun üstünde kalakalırlar.
Hiç şüphe yok, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten
ayetler vardır.
(34) Ya da
kazanmakta oldukları dolayısıyla onları yok eder, bir çoğunu da affeder.
(35) (Öyle
ki) Ayetlerimiz hakkında mücadele edenler, kendileri için hiç bir kaçacak yer
olmadığını bilip-öğrensinler.
(36) Size
verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaıdır. Allah katında olan ise,
daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) İman edip Rablerine tevekkül edenler
içindir;
(37)
(Bunlar,) Büyük günahlardan ve çirkin -utanmazlıklardan kaçınanlar ve
gazablandıkları zaman bağışlayanlar,
(38)
Rablerine icabet edenler, dosdoğru namazı kılanlar, işleri kendi aralarında
şûrâ ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler,
(39) Ve
haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.
(40)
Kötülüğün karşılığı, onun misli(benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve
ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten
O, zalimleri sevmez.
(41) Kim de
zulme uğradıktan sonra nusret bulur (hakkını alır) sa, artık onlar için
aleyhlerinde bir yol yoktur.
(42) Yol,
ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta
bulunanların’ aleyhinedir. İşte bunlar için acıklı bir azab vardır.
(43) Kim de
sabreder ve bağışlarsa, hiç şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.
(44) Allah,
kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun hiç bir velisi yoktur. Azabı
gördükleri zaman, o zalimleri bir görsen; «Geri dönmeğe bir yol var mı?»
derler.
(45) Onları
görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe)
sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: «Gerçekten
hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem de yakın-akraba
(veya yandaş) larını da hüsrana uğratmışlardır» dediler. Haberiniz olsun;
gerçekten zalimler, kalıcı bir azab içindedirler.
(46) Onların
Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek velileri yoktur. Allah kimi
saptırırsa, artık onun için hiç bir (çıkış) yolu yoktur.
(47)
Allah’tan geri çevrilmesi olmayan bir gün, gelmeden evvel, Rabbinize icabet
edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne de sizin için inkâr
(etmeğe bir imkân) .
(48) Şayet
onlar, sırt çevirecek olurlarsa, artık biz seni onların üzerine bir gözetleyici
olarak göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, biz
insana tarafımızdan bir rahmet taddırdığımız zaman, ona sevinç-duyar. Eğer
onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse,
bu durumda da insan bir nankör kesiliverir.
(49)
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler
armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder.
(50) Veya
onları erkekler ve dişiler olarak çift (ikiz) verir. Dilediğini de kısır
bırakır. Gerçekten O, bilendir, güç yetirendir.
(51)
Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir
vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine
vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet
sahibidir.
(52) Böylece
sana da biz kendi emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir
bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi
hidayete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.
(53)
Göklerde ve yerde bulunanların tümü kendisine ait olan Allah’ın yoluna.
Haberiniz olsun; işler Allah’a döner.
——————————————————————————–
ZUHRUF SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hâ, Mîm.
(2) Apaçık
olan Kitaba andolsun;
(3)
Gerçekten biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur’an kıldık.
(4) Hiç
şüphesiz o, bizim katımızda olan Ana Kitap’tadır; çok yücedir, hüküm ve hikmet
doludur.
(5) Siz
ölçüyü taşıran bir kavimsiniz diye, şimdi o zikri (öğüt ve hatırlatma dolu
Kur’an’ı) sizden (uzaklaştırıp) bir yana mı bırakalım?
(6) Oysa
biz, önceki (cemiyet) ler içinde nice peygamber(ler) gönderdik.
(7) Onlara
bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onunla alay ederlerdi.
(8) Biz de,
kuvvet bakımından onlardan daha üstün olan (toplum) ları yıkıma uğrattık.
Öncekilerin örneği geçti.
(9)
Andolsun, onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı?» diye soracak olsan,
tartışmasız: «Onları üstün ve güçlü (aziz) olan, bilen (Allah) yarattı»
diyecekler.
(10) Ki O,
yeri sizin için bir beşik kıldı ve onda size (birtakım) yollar var etti,
böylece doğru yolu bulasınız.
(11) Ki O,
belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi ‘dirilttik
(ve her yanına yeniden hayat) yaydık’; siz de böyle (kabirlerinizden
diriltilip) çıkarılacaksınız.
(12) Ki O,
bütün çiftleri yarattı ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz
şeyleri de var etti.
(13) Onların
sırtlarına binip-doğrulmanız, sonra onlara binip-doğrulduğunuz zaman da,
Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve: «Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah)
ne yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık» demeniz için.
(14) Ve biz
elbette, Rabbimize çevrilip-döneceğiz.
(15) (Buna
rağmen) Kendi kullarından O’na bir parça kılıp-yakıştırdılar. Doğrusu insan,
açıkça bir nankördür.
(16) Yoksa
O, yarattıklarından kızları (kendine) edindi ve erkekleri size mi
ayırıp-bıraktı?
(17) Oysa
onlardan biri, O Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun
doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından
yutkundukça yutkunuyor.
(18) Onlar,
süs içinde büyütülüp de mücadelede açık olmayan (kızlar) ı mı (Allah’a
yakıştırıyorlar) ?
(19) Onlar,
ki kendileri Rahmanın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Kendileri
onların yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak ve
(bundan dolayı) sorumlu tutulacaklar.
(20) Dediler
ki: «Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara ibadet etmezdik.» Onların bundan
yana hiç bir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca ‘zan ve tahminle yalan
söylemektedirler.’
(21) Yoksa
biz, bundan önce kendilerine bir Kitap verdik de şimdi ona mı tutunuyorlar?
(22) Hayır;
dediler ki: «Gerçek şu ki biz, atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu
biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)
leriz.»
(23) İşte
böyle; senden önce de (herhangi) bir memlekete bir peygamber göndermiş
olmayalım, mutlaka onun ‘refah içinde şımarıp azan önde gelenleri’ (şöyle)
demişlerdir: «Gerçek şu ki, biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve
doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuşlarız.»
(24) (O
peygamberlerden her biri de şöyle) Demiştir: «Ben size, atalarınızı üstünde
bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsamda mı?» Onlar da demişlerdir
ki: «Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye (karşı) kâfir olanlarız.»
(25) Böylece
biz de onlardan intikam aldık. Öyleyse, sen bir bakıver; yalan sayanların sonu
nasıl oldu?
(26) Hani
İbrahim babasına ve kendi kavmine demişti ki: «Hiç tartışmasız ben, sizin
tapmakta olduklarınızdan uzağım.»
(27)
«(Ancak) Beni yaratan başka. İşte O beni hidayete yöneltip-iletecektir.»
(28) Ve bunu
(bu tevhid inancını) onun ardında (kendi soyunda) kalıcı bir kelime olarak
kılıp bıraktı ki belki (Allah’a) dönerler diye.
(29) Hayır;
Ben onları ve atalarını, kendilerine hak ve açıklayan bir peygamber gelinceye
kadar metalandırıp-yaşattım.
(30) Ancak
kendilerine hak gelince, dediler ki: «Bu bir büyüdür, doğrusu biz ona (karşı)
kâfir olanlarız.»
(31) Ve
dediler ki: «Bu Kur’an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli
değil miydi?»
(32) Senin
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırmaktadırlar? Dünya hayatında onların
maişetlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir
bölümünü ‘teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle
yükseltkik. Senin Rabbinin rahmeti, onların toplayıp-yığmakta olduklarından
daha hayırlıdır.
(33) Eğer
insanlar (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı,
Rahmana (Allah’a karşı) küfredenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde
çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.
(34)
Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp-dayanacakları koltuklar,
(35) Ve
(daha nice) çekici-süsler (de verirdik) . Bütün bunlar, yalnızca dünya
hayatının metaıdır. Ahiret ise, senin Rabbinin katında muttakiler içindir.
(36) Kim
Rahman (olan Allah) ın zikrini görmezlikten gelirse, biz, bir şeytana onun
‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın-dostudur.
(37)
Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise,
kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanıp-sayarlar.
(38) Sonunda
bize geldiği zaman, der ki: «Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile
batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen) .»
(39) (Bu
söylenmeleriniz,) Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamaz. Çünkü siz
zulmettiniz. Şüphesiz siz azabta da ortaksınız.
(40) Öyleyse
sağır olanlara sen mi dinleteceksin veya kör olan ve açıkça bir sapıklık içinde
bulunanı hidayete erdireceksin?
(41) Şu
halde biz seni alıp-götürürsek, elbette onlardan intikam alacağız,
(42) Ya da
kendilerine va’dettiğimiz şeyi onlara gösteririz ki, biz gerçekten onların
üstünde güç yetirenleriz.
(43) Şu
halde sen, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru olan bir yol
üzerindesin.
(44) Ve hiç
şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan)
sorulacaksınız.
(45) Senden
önce gönderdiğimiz peygamberlerimizden sor: Biz, Rahman (olan Allah) ın dışında
tapılacak birtakım ilahlar kıldık mı (hiç) ?
(46)
Andolsun, biz Musa’yı Firavun’a ve onun ‘önde gelen çevresine’ ayetlerimizle
gönderdik. O da, dedi ki: «Gerçekten ben, âlemlerin Rabbinin elçisiyim.»
(47) Fakat
onlara ayetlerimizle geldiği zaman, bir de ne görsün, onlar bunlara (alay edip)
gülüyorlar.
(48) Biz
onlara biri ötekinden daha büyük olmayan hiç bir ayet göstermedik. Belki
dönerler diye, biz onları azabla yakalayıverdik.
(49) Ve
onlar dediler ki: «Ey büyücü, sende olan ahdi (sana verdiği söz) adına bizim
için Rabbine dua et; gerçekten biz hidayete gelmiş olacağız.»
(50) Fakat
onlardan azabı çekip-giderince, bir de görürsün ki onlar andlarını bozuyorlar.
(51)
Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: «Ey Kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu
altımda akmakta olan ırmaklar benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?»
(52) «Yoksa
ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve
neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri) dir.»
(53) «Bu
durumda (eğer doğruysa), üzerine altından bilezikler atılmalı ya da yakınında
yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelmeli değil miydi?»
(54)
Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten
onlar, fasık olan bir kavimdi.
(55) Sonunda
bizi öfkelendirince, biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak
suda-boğduk.
(56) Bu
suretle onları, sonradan gelecekler için bir selef ve bir örnek kıldık.
(57) Meryem
oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, hemencecik senin kavmin ondan (keyifle
söz edip) kahkahalarla gülüyorlar.
(58) Dediler
ki: «Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?» Onu yalnızca bir
tartışma-konusu olsun diye (örnek olarak) verdiler. Hayır, onlar ‘tartışmacı ve
düşman’ bir kavimdir.
(59) O,
yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek
kıldık.
(60) Eğer
biz dilemiş olsaydık; elbette sizden melekler kılardık; onlar da yeryüzünde
(size) halef olurlardı.
(61) Hiç
şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç
bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur.
(62) Şeytan
sakın sizi (Allah’ın yolundan) alıkoymasın. Gerçekten o, sizin için açıkça bir
düşmandır.
(63) İsa,
açık belgelerle gelince, dedi ki: «Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında
ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah’tan
sakınıp-korkun ve bana itaat edin.»
(64)
«Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O’na kulluk
edin. Dosdoğru olan yol budur.»
(65) Sonra,
içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acıklı bir günün azabından
vay o zulmetmiş olanlara.
(66) Onlar,
hiç şuurunda değilken kendilerine apansız geliverecek olan kıyamet-saatinden
başkasını mı gözlüyorlar?
(67)
Muttakiler hariç olmak üzere, o gün, dostların kimi kimine düşmandır.
(68) «Ey
kullarım, bugün sizin için bir korku yoktur ve siz hüzne kapılacak da
değilsiniz.»
(69) «Ki
onlar, benim ayetlerime iman edenler ve müslüman olanlardır.»
(70) «Siz ve
eşleriniz cennete girin; sevinç içinde ağırlanacaksınız.»
(71) Onların
etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği
ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz orda ebedi kalacak
olanlarsınız.»
(72) «İşte,
yapmakta olduklarınız dolayısıyla sizin mirasçı kılındığınız cennet budur.»
(73) «Orda
sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz.»
(74)
Şüphesiz suçlu-günahkârlar, cehennem azabı içinde ebedi kalacak olanlardır.
(75)
Onlardan (azab) hafifletilmeyecek ve orada onlar umutlarını kaybetmiş
kimselerdir.
(76) Biz
onlara zulmetmedik; ancak onların kendileri zalimlerdir.
(77)
(Cehennem bekçisine:) «Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi bitirsin» diye
haykırdılar. O: «Gece şu ki siz, (burda) kalacak olanlarsınız» dedi.
(78)
«Andolsun, biz size hakkı getirdik, fakat sizin bir çoğunuz hakkı çirkin
görüp-tiksinenlerdiniz.»
(79) Yoksa
onlar, işi sıkı mı tuttular? İşte şüphesiz biz de işi sıkı tutanlarız.
(80) Yoksa
onlar, gerçekten bizim sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını
işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki
elçilerimiz de (her şeyi) yazıyorlar.
(81) De ki:
«Eğer Rahman (olan Allah) ‘ın çocuğu olsaydı, ona tapanların ilki ben olurdum.»
(82)
Göklerin ve yerin Rabbi, Arş’ın Rabbi (olan Allah), onların nitelendirmekte
olduklarından yücedir.
(83) Artık
sen onları bırak; onlar vadedilen kendi günlerine kadar, dalsınlar ve oynaya
dursunlar.
(84)
Göklerde ilah olan ve yerde ilah olan O’dur. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır,
bilendir.
(85)
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü kendisinin olan (Allah) ne
yücedir. Kıyamet-saatinin ilmi O’nun katındadır ve siz O’na döndürüleceksiniz.
(86) O’nun
dışında tapmakta oldukları şefaatte bulunmağa malik değildirler; ancak
kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka.
(87)
Andolsun, onlara: «Kendilerini kim yarattı?» diye soracak olsan, tartışmasız:
«Allah» diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?
(88) Onun:
«Ya Rab» demesi hakkı için, şüphesiz onlar imana gelmez bir kavimdirler.
(89) Şimdi
sen, ‘aldırış etmeksizin onlardan yüz çevir’ ve: «Selam» de. Artık onlar
bileceklerdir.
——————————————————————————–
DUHÂN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hâ, Mîm.
(2) Apaçık
olan Kitaba andolsun;
(3) Gerçekten
biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten biz uyarıp-korkutanlarız.
(4) Ki onda
(O gecede) her hikmetli iş ayrılır,
(5)
Katımızdan bir emir ile; doğrusu biz, (insanlara elçi) gönderenleriz,
(6)
Rabbinden bir rahmet olarak. Şüphesiz O, işitendir, bilendir.
(7) Eğer
kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında
bulunanların Rabbidir.
(8) O’ndan
başka ilah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir ve geçmiş
atalarınızın da Rabbidir.
(9) Hayır,
onlar şüphe içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar.
(10) Öyleyse
sen, göğün açıkça bir duman getireceği günü gözle;
(11) (Bu
duman) İnsanları sarıp-kuşatıverir. İşte bu, acıklı bir azabtır.
(12)
«Rabbimiz, azabı üstümüzden açıp-gider; çünkü biz (artık) iman edicileriz.»
(13) Onlar
için öğüt alıp-düşünmek nerede? Onlara, açıklayan bir peygamber gelmişti.
(14) Sonra,
ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: «(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir.»
(15) Biz
sizden bu azabı biraz açıp-gidereceğiz; (ama yine) dönecek olanlarsınız siz.
(16) Büyük
bir şiddetle yakalayacağımız gün, elbette biz intikam alacağız.
(17)
Andolsun, biz kendilerinden önce, Firavun’un kavmini de denemeden geçirdik ve
onlara kerîm bir peygamber gelmişti:
(18) Dedi
ki: «Allah’ın kullarını bana teslim edin; gerçekten ben sizin için güvenilir
bir peygamberim» (demişti) .
(19)
«Allah’a karşı büyüklenmeyin; hiç şüphesiz ben size apaçık, bir delil
getirmekteyim.»
(20) «Ve
doğrusu ben, sizin beni taşa tutmanızdan benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan (Allah) a sığındım.»
(21) «Eğer
siz bana iman etmiyorsanız, bu durumda benden kopup-ayrılın.»
(22) Sonunda
Rabbine: «Gerçekten bunlar, suçlu-günahkâr bir kavimdirler» diye dua etti.
(23) (Allah
da:) «Öyleyse, kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, muhakkak takip edilmiş
olacaksınız.» (diye duasını kabul edip cevap verdi) .
(24) «Denizi
durgun ve açık bırak. Çünkü onlar, suda boğulacak bir ordudur.»
(25) Onlar
nice bahçeler ve pınarlar terketmişlerdi;
(26) (Nice)
Ekinler, güzel konaklar.
(27) Ve
kendilerinde ‘sevinç ve mutluluk içinde’ yaşadıkları nimetler.
(28) İşte
böyle; biz bunları başka bir kavime miras olarak verdik.
(29) Onlar
için ne gök, ne yer ağlamadı ve onlar (azabı) ertelenenler de olmadı.
(30)
Andolsun, biz İsrailoğullarını o alçaltıcı azabtan kurtardık,
(31)
Firavun’dan. Çünkü o, ölçüyü taşıran bir mütekebbirdi.
(32)
Andolsun, biz onları bir ilim üzere alemlere karşı üstün kıldık.
(33) Ve
onlara, her birinde açık birer imtihan bulunan ayetler verdik.
(34)
Herhalde bunlar da diyorlar ki:
(35) «(Bütün
her şey) Bizim yalnızca ilk ölümümüzdür; biz yeniden diriltilip-kaldırılacak
değiliz.»
(36)
«Eğer(bu söylediklerinizde) doğru sözlüyseniz, şu halde atalarımızı getirin
bakalım.»
(37) Onlar
mı hayırlı, yoksa Tübba’ kavmi ve onlardan öncekiler mi? Biz onları yıkıma
uğrattık. Çünkü onlar, suçlu-günahkârdı.
(38) Biz,
bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye gökleri, yeri ve ikisi arasında
bulunanları yaratmadık;
(39) Biz
onları yalnızca hak ile yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler.
(40)
Şüphesiz o (hakkı batıldan, haklıyı haksızdan) ayırma günü, onların hepsinin
(hesaba çekilecekleri) vakitleridir;
(41) O gün,
bir dost, dosttan herhangi bir şeyle yarar sağlayamaz. Ve onlara yardım da
edilmez.
(42) Ancak
Allah’ın rahmet ettiği başka. Hiç şüphesiz O, üstün ve güçlü olandır,
esirgeyendir.
(43)
Doğrusu, o zakkum ağacı;
(44)
Günahkâr olanın yemeğidir.
(45) Pota
gibi; karınlarda kaynar-durur;
(46)
Kaynar-suyun kaynaması gibi.
(47) «Onu
tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin;»
(48) «Sonra
kaynar suyun azabından başının üstüne dökün;»
(49)
«(Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun.»
(50)
«Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapılmakta olduğunuz şeydir.»
(51)
Muttakilere gelince; muhakkak onlar, güvenli bir makamdadırlar.
(52)
Cennetlerde ve pınarlarda,
(53) Hafif
ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı olarak
(otururlar) .
(54) İşte
böyle; ve biz onları sim-siyah iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
(55) Orda,
güvenlik içinde her türlü meyveyi istemektedirler;
(56) Orda,
ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem
azabından korumuştur;
(57) Senin
Rabbinden bir fazl ve (lütuf) olarak. İşte büyük ‘mutluluk ve kurtuluş’ budur.
(58) Belki
onlar öğüt alıp-düşünürler diye, biz onu (Kur’an’ı), senin dilinle
kolaylaştırdık.
(59) Öyleyse
sen gözleyip-bekle; gerçekten onlar da gözleyip-beklemekte olanlardır.
——————————————————————————–
CÂSİYE SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hâ, Mîm.
(2) Kitabın
indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah’tandır.
(3)
Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır.
(4) Sizin
yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda da kesin bilgiyle inanan bir
kavim için ayetler vardır.
(5) Gece ile
gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah’ın gökten rızık indirip
onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgârları (belli bir düzen
içinde) yöneltmesinde aklını kullanabilen bir kavim için ayetler vardır.
(6) İşte
bunlar, Allah’ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okumaktayız. Öyleyse
onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?
(7) Gerçeği
sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline.
(8)
Kendisine Allah’ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla
büyüklük taslayarak) sanki onları işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı
bir azabla müjdele.
(9)
Ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onu alay konusu edinir. İşte onlar için
aşağılatıcı bir azab vardır.
(10)
Arkalarından cehennem (onları izlemektedir) . Kazanmakta oldukları şeyler,
onlara hiç bir yarar sağlamaz; Allah’tan başka edinmekte oldukları veliler de.
Onlar için büyük bir azab vardır.
(11) İşte bu
(Kur’an) bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkâr edenler ise, onlar için,
(en) iğrenç olanından acı bir azab vardır.
(12) Allah;
kendi emriyle onda gemiler akıp gitsin ve O’nun fazlından ararsınız diye, sizin
için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.
(13)
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için
boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler
vardır.
(14) İman
edenlere de ki: Allah’ın, gelecek azab gününden korkmayanları (şimdilik)
bağışlasınlar ki Allah onların yaptıklarını cezalandırsın.
(15) Kim
salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim de kötülük yaparsa, artık o da
kendi aleyhinedir. Sonra siz Rabbinize döndürüleceksiniz.
(16)
Andolsun, biz İsrailoğullarına Kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları
temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık ve onları alemlere karşı üstün kıldık.
(17) Ve
onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten
sonra, yalnızca aralarındaki ‘hakka tecavüz ve azgınlıktan’ dolayı ihtilafa
düştüler. Şüphesiz senin Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet
günü aralarında hüküm verecektir.
(18) Sonra
seni de bu emirden bir şeriat üzerinde kıldık; öyleyse sen ona uy ve
bilmeyenlerin heva (istek ve tutku) larına uyma.
(19) Çünkü
onlar, Allah’tan (gelecek) hiç bir şeyi senden savamazlar. Hiç şüphesiz
zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir.
(20) Bu
(Kur’an), insanlar için basiret (nuruyla Allah’a yönelten ayet) lerdir, kesin
bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.
(21) Yoksa
kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde
bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri de bir mi
(olacak) ? Ne kötü hüküm veriyorlar.
(22) Allah,
gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazanmakta olduklarıyla
karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.
(23) Şimdi
sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini
saptırdığı, kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de bir perde
çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir?
Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?
(24) Dediler
ki: «(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve
diriliriz; bizi ‘kesintisi olmayan zaman’ (dehrin akışın) dan başkası yıkıma
(helake) uğratmıyor.» Oysa onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur;
onlar, yalnızca zannediyorlar.
(25) Onlara
açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, onların (sözde savunma)
delilleri: «Eğer doğru sözlüler iseniz, atalarımızı (diriltip) getirin»
demekten başkası değildir.
(26) De ki:
«Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra da kendisinde hiç bir kuşku
olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların
çoğu bilmezler.»
(27)
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (işte) o
gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır.
(28) O gün
sen, her ümmeti diz üstü çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet,
kendi kıtabına çağrılır. «Bugün yapmakta olduklarınızla karşılık göreceksiniz.»
(29) «Bu
bizim kitabımızdır; sizin aleyhinizde hak ile konuşuyor. Gerçekten biz, sizin
yapmakta olduklarınızı yazıyorduk.»
(30) Artık
iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; Rableri onları kendi rahmetine
sokar. İşte apaçık olan ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur.
(31) İnkâr
edenlere gelince; «Size karşı ayetlerim okunduğunda büyüklük taslayan (müstekbir
olan) lar ve suçlu-günahkâr bir kavim olanlar sizler değil miydiniz?»
(32)
«Gerçekten Allah’ın va’di haktır, kıyamet-saatinde hiç bir kuşku yoktur»
denildiği zaman, siz: «Kıyamet-saati de neymiş, biz bilmiyoruz; biz yalnızca
bir zan (ve tahmin) da bulunup zannediyoruz; biz, kesin bir bilgiyle inanmakta
olanlar değiliz» demiştiniz.
(33) Onların
yapmakta oldukları şeylerin kötülüğü kendileri için açığa çıktı ve kendisini
alay konusu edindikleri de onları sarıp-kuşattı.
(34) Denildi
ki: «Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, biz de sizi bugün unutuyoruz.
Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiç bir yardımcı yoktur.»
(35) «Bunun
nedeni de şudur: _ Çünkü siz Allah’ın ayetlerini alay konusu edindiniz; dünya
hayatı da sizi aldattı.» Böylece ne ordan (ateşten) çıkarılırlar, ne de
(Allah’tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilir.
(36) Şu
halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır.
(37)
Göklerde ve yerde büyüklük O’nundur. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet
sahibidir.
——————————————————————————–
AHKAF SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hâ, Mîm.
(2) Kitabın
indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah’tandır.
(3) Biz
gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı konulmuş bir ecel
(belli bir süre) olarak yarattık. Küfredenler ise, uyarılıp-korkutuldukları
şeyden yüz çevirmekte olanlardır.
(4) De ki:
«Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka tapmakta olduklarınız, yerden neyi
yaratmışlar, bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Eğer
doğru sözlüler iseniz, bundan önce bir kitap ya da ilim kalıntısı (veya bir
eser) varsa, bana getirin.»
(5) Allah’ı
bırakıp kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecek olan şeylere tapmakta
olandan daha sapık kimdir? Oysa onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.
(6) İnsanlar
(bir araya getirilip) haşrolunduğu zaman, (Allah’tan başka taptıkları) onlara
düşman kesilirler ve onların (kendilerine) ibadet etmelerini de tanımazlar.
(7) Onlara
açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, o küfredenler kendilerine
gelmiş olan hak için dediler ki: «Bu, apaçık bir büyüdür.»
(8) Yoksa:
«Kendisi onu uydurdu» mu diyorlar? De ki: «Eğer onu ben uydurdumsa, bu durumda
siz, Allah’tan bana (gelecek) olan hiç bir şeye (karşı) malik olamazsınız. Sizin
kendisi (Kur’an) hakkında, ne taşkınlıklar yapmakta olduğunuzu O daha iyi
bilendir. Benimle sizin aranızda şahid olarak O yeter. O, çok bağışlayandır,
çok esirgeyendir.»
(9) De ki:
«Ben peygamberlerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da
bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uymaktayım ve ben, apaçık
bir uyarıcı-korkutucudan başkası değilim.»
(10) De ki:
«Gördünüz mü-haber verin; eğer (bu Kur’an,) Allah katından ise, siz de ona
(karşı) küfretmişseniz ve İsrailoğullarından bir şahid de bunun bir benzerine
şahidlik edip iman etmişse ve siz de büyüklük taslamışsanız (bunun sonucu ne
olacak) ? Şüphesiz Allah, zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez.»
(11)
Küfretmekte olanlar, iman etmekte olanlar için dedi ki: «Eğer O (Kur’an veya
iman) hayırlı bir şey olsaydı, ona bizden önce koşup-yetişemezlerdi.» Oysa
onlar, onunla hidayete ermediklerinden: «Bu, eski bir yalandır» diyecekler.
(12) Bundan
önce de, bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa’nın kitabı var. Bu da,
zulmedenleri uyarıp-korkutmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere,
(kendinden önceki kitapları) doğrulayıcı ve Arapça bir dil ile olan bir
kitaptır.
(13)
Şüphesiz: «Bizim Rabbimiz Allah’tır» deyip sonra dosdoğru bir istikamet
tutturanlar (yok mu) ; artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da
olmayacaklardır.
(14) İşte
onlar, cennet halkıdır; yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi
olarak kalıcıdırlar.
(15) Biz
insana, ‘anne ve babasına’ iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu
güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten
kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın) a
ulaşınca, dedi ki: «Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve
senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için
soyumda da salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip sana yöneldim ve gerçekten ben
müslümanlardanım.»
(16) İşte
bunlar; yapmakta olduklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden
geçeriz; (bunlar) cennet halkı içindedirler. (İşte bu,) Onlara va’dolunan
dosdoğru bir vaaddir.
(17) O kimse
ki, anne ve babasına: «Öf size, benden önce nice kuşaklar gelip geçmişken, beni
(diriltilip) çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?» dedi. O ikisi (anne ve
babası) ise, Allah’a yakararak: «Yazıklar sana, iman et, hiç şüphesiz Allah’ın
va’di haktır.» (derler; fakat) O: «Bu, geçmişlerin masallarından başkası
değildir» der.
(18) İşte
bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler
içinde, (azab) sözü üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar, ziyana
uğrayanlardır.
(19) Her
biri için yapmakta olduklarından dolayı dereceler vardır; öyle ki amelleri
kendilerine eksiksizce ödensin ve onlar zulme de uğratılmazlar.
(20)
Küfredenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) «Siz dünya
hayatınızda bütün ‘güzellikleriniz ve zevklerinizi’ tüketip-yok ettiniz,
onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz
(istikbârınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile
cezalandırılacaksınız.»
(21) Âd’ın
kardeşini hatırla; onun önünden ve ardından nice uyarıcı-korkutucular gelip
geçmişti; hani o, Ahkaf’taki kavmini: «Allah’tan başkasına kulluk etmeyin,
gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım» diye
uyarıp-korkutmuştu.
(22) Dediler
ki: «Sen, bizi ilahlarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Şu halde eğer doğru
söylüyorsan, tehdit ettiğin şeyi, bize getir.»
(23) Dedi
ki: «İlim ancak Allah katındadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum;
ancak sizi cahillik etmekte olan bir kavim olarak görüyorum.
(24) Derken,
onu (azabı) vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri
zaman, «Bu bize yağmur yağdıracak olan bir buluttur» dediler. Hayır, o, kendisi
için acele ettiğiniz şeydir. Bir rüzgâr; onda acıklı bir azab vardır.
(25)
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eder. Böylece meskenlerinden başka, hiç bir
şey(leri) görünemez duruma düştüler. İşte biz, suçlu-günahkâr bir kavmi böyle
cezalandırırız.
(26)
Andolsun, biz onları, sizleri kendisinde yerleşik kılmadığımız yerlerde (size
vermediğimiz güç ve iktidar imkânlarıyla) yerleşik kıldık ve onlara işitme,
görme (duygularını) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme (duyuları) ve
ne gönülleri kendilerine herhangi bir şey sağlamadı; Çünkü onlar, Allah’ın
ayetlerini inkâr ediyorlardı. Alay konusu edindikleri şey, onları
sarıp-kuşattı.
(27)
Andolsun, biz çevrenizde bulunan şehirlerden (birçoğunu) yıkıma uğrattık ve
belki dönerler diye ayetleri çeşitli şekillerde açıkladık.
(28) Bu durumda,
Allah’ı bırakıp yakınlık (sağlamak) için edindikleri ilahlar, onlara yardım
etselerdi ya. Hayır, onlar, kendilerinden kaybolup gittiler. Bu (edindikleri
ilahlar ve onlara yükledikleri), onların yalanları ve uydurmakta olduklarıdır.
(29) Hani
cinlerden birkaçını, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun
huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: «Kulak verin;» sonra (dinleme işi)
bitirilince de kendi kavimlerine (birer) uyarıcı-korkutucular olarak döndüler.
(30) Dediler
ki: «Ey Kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri
de doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve dosdoğru olan yola
yöneltip-iletmektedir.»
(31) «Ey
Kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve ona iman edin; günahlarınızdan bir
kısmını bağışlasın ve sizi acıklı bir azabtan korusun.»
(32) «Kim
Allah’a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde (Allah’ı aciz bırakacak
değildir ve onun O’ndan başka) velileri de yoktur. İşte onlar, apaçık bir
sapıklık içindedirler.»
(33) Onlar
görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan
(Allah), ölüler de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O, her şeye güç
yetirendir.
(34)
Küfredenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) «Bu gerçek değil
miymiş?» Onlar: «Rabbimize and olsun, evet (öyledir) « derler. (Allah da:)
«Öyleyse küfretmekte olduklarınızdan dolayı azabı tadın» dedi.
(35) Artık
sen sabret; peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi, onlar için de
acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki
kendileri gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlar. (Bu,) Bir tebliğdir.
Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı?
——————————————————————————–
ZÂRİYÂT SURESİ
——————————————————————————–
(1) Tozu
dumana katıp savuran (rüzgâr) lara.
(2) Derken,
ağır yük taşıyan (bulut) lara.
(3) Sonra
kolaylıkla akıp gidenlere,
(4) Sonra
iş(ler) i taksim edenlere andolsun.
(5) Size
va’dedilmekte olan, hiç tartışmasız doğrudur.
(6) Şüphesiz
(din) hesap ve ceza da mutlaka gerçekleşecektir.
(7) ‘Özen
içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış’ göğe andolsun;
(8) Siz,
gerçekten birbirini tutmaz bir söz (çelişkili ve aykırı görüşler) içindesiniz.
(9) Ondan
çevrilen çevrilir,
(10)
Kahrolsun, o ‘zan ve tahminle yalan söyleyenler’;
(11) Ki
onlar, ‘bilgisizliğin kuşatması’ içinde habersizdirler.
(12) «Hesap
ve ceza (din) günü ne zaman?» diye sorarlar.
(13) O gün
onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler.
(14) «Tadın
fitnenizi. Bu, sizin pek acele isteyip durduğunuz şeydir.»
(15)
Şüphesiz muttaki olanlar, cennetlerde ve pınarlardadırlar;
(16)
Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar, bundan önce
ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı.
(17)
Gece-boyunca da pek az uyurlardı.
(18) Onlar,
seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.
(19) Onların
mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için
de bir hak vardı.
(20)
Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır.
(21) Ve
kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?
(22) Gökte
rızkınız vardır ve size va’dolunmakta olan da.
(23) İşte,
göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, hiç tartışmasız, o (size va’dedilen) sizin
(kendi aranızda) konuştuklarınız kadar, kuşkusu olmayan kesin bir gerçektir.
(24) (Ey
Nebi!) Sana İbrahim’in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi?
(25) Hani,
onun yanına girdiklerinde: «Selam» demişlerdi. O da: «Selam» demişti.
«(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk.»
(26) Hemen
(onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri)
geldi.
(27) Derken
onlara yaklaştırıp (önlerine sürdü) ; «Yemez misiniz?» dedi.
(28) (Onlar
yemeyince) Bunun üzerine onlardan içine bir tür korku düştü. «Korkma» dediler
ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesini verdiler.
(29) Böylece
karısı çığlıklar kopararak geldi ve yüzüne vurarak: «Kısır, yaşlı bir kadın (mı
doğum yapacakmış) ? dedi.
(30) Dediler
ki: «Öyle. (Bunu) Senin Rabbin buyurdu. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibi
olandır, bilendir.»
(31)
(İbrahim) Dedi ki: «Şu halde sizin asıl isteğiniz nedir, ey elçiler?»
(32) Dediler
ki: «Gerçek şu ki biz, suçlu-günahkâr bir kavme gönderildik.»
(33)
«Üzerlerine çamurdan (iyice sertleşip kaskatı kesilmiş) taşlar yağdırmak için.»
(34) «(Ki bu
taşların her biri,) Rabbinin katında ölçüyü taşıranlar için (herkese ayrı ayrı)
işaretlenmiştir.»
(35) Bu
arada, mü’minlerden orda kim varsa çıkardık.
(36) Ne var
ki, orda müslümanlardan olan bir evden başkasını da bulmadık.
(37) Ve
orada, acıklı bir azabdan korkanlar için bir ayet bıraktık.
(38) Musa
(olayın) da da (düşündürücü ayetler vardır) . Hani biz onu açık bir delille
Firavun’a göndermiştik;
(39) Fakat
o, ‘bütün kişisel ve askeri gücüyle’ yüz çevirdi ve: «(Bu,) Ya bir büyücü veya
bir delidir» dedi.
(40) Bunun
üzerine, biz onu ve ordularını yakalayıp denize attık; (ki o,) ‘kınanacak işler
yapıp-durmaktaydı’.
(41) Ad
(kavmin) de de (ayetler vardır) . Hani onların üzerine de köklerini kesen
(akîm) bir rüzgâr gönderdik.
(42)
Üzerinden geçtiği her şeyi (olduğu gibi) bırakmıyor, mutlaka onu çürütüp-kül
gibi dağıtıyordu.
(43) Semud
(kavmin) de de (ayetler vardır) . Hani onlara: «Belli bir süreye kadar
metalanıp-yararlanın» denmişti.
(44) Ancak
Rablerinin emrine baş kaldırdılar; böylece bakıp-dururlarken, onları yıldırım
çarpıp-yakaladı.
(45) Artık
ne ayağa kalkmaya güç yetirebildiler, ne de yardım bulabildiler.
(46) Bundan
önce Nuh kavmini de (yıkıma uğrattık) . Çünkü onlar, fasık olan bir kavim idi.
(47) Biz
göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz, (onu) genişletici
olanlarız.
(48) Yeri de
biz döşeyip-yaydık; ne güzel döşeyici olanlar(ız) .
(49) Ve biz,
her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.
(50)
Öyleyse, Allah’a doğru (yönelip, şirkten ve bozulmalardan) kaçın. Gerçekten ben
sizi, O’ndan yana açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.
(51) Allah
ile beraber başka bir ilah(ı ortak) kılmayın. Gerçekten ben sizi, O’ndan yana
açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.
(52) İşte
böyle; onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka
onlar da: «Büyücü veya cinlenmiş» demişlerdir.
(53) Onlar
bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, ‘azgın ve
taşkın (tağiy) ‘ bir kavimdirler.
(54) Öyleyse
sen, onlardan yüz çevir; artık sen, kınanacak değilsin.
(55) Sen
öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, mü’minlere yarar
sağlar.
(56) Ben,
cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.
(57) Ben,
onlardan bir rızık istemiyorum ve ben, onların beni doyurup-beslemelerini de
istemiyorum.
(58) Hiç
şüphesiz, rızık veren, O, metin kuvvet sahibi olan Allah’tır.
(59) Artık
gerçekten, zulmedenler için, (geçmişteki) arkadaşlarının günahlarına benzer bir
günah vardır. Şu halde acele etmesinler.
(60)
Kendilerine va’dedilen o (azab) günlerinden dolayı vay o küfretmekte olanlara.
——————————————————————————–
ĞÂŞİYE
SURESİ
——————————————————————————–
(1) (Her
yanı yaygın olarak kuşatacak olan) -Kıyametin haberi sana geldi mi?
(2) O gün,
öyle yüzler vardır ki, ‘zillet içinde aşağılanmıştır.’
(3)
Çalışmış, boşuna yorulmuştur.
(4) Kızgın
bir ateşe yollanırlar.
(5) Kaynar
bir kaynaktan içirilirler.
(6) Onlar
için (öldürücü ve zehirli olan) dan dikeninden başka bir yiyecek yoktur.
(7) Ne
doyurup-semirtir, ne de açlıktan korur.
(8) O gün,
öyle yüzler de vardır ki, nimette (engin bir mutluluk içinde) dirler.
(9)
Harcadığı-çabadan dolayı hoşnuttur.
(10) Yüksek
bir cennettedir.
(11) Orda
‘anlamsız ve saçma olan’ bir söz işitmez.
(12) Orda
‘durmaksızın akan’ bir kaynak vardır.
(13) Orda
«yükseklerde kurulmuş, tahtlar da vardır;
(14)
Konulmuş (içecek dolu) kaplar,
(15) Dizi
dizi yastıklar,
(16) Ve
serilmiş yaygılar.
(17)
Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı?
(18) Göğe;
nasıl yükseltildi?
(19)
Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu?
(20) Yere;
nasıl yayılıp-döşendi?
(21) Artık
sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.
(22) Onlara
‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin.
(23) Ancak
kim yüz çevirir ve küfre saparsa,
(24) Allah,
onu en büyük azab ile azablandırır.
(25) Hiç
şüphesiz onların dönüşleri bizedir.
(26) Sonra
onları hesaba çekmek de elbette bize aittir.
——————————————————————————–
KEHF SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hamd,
Kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiç bir çarpıklık kılmayan Allah’a aittir.
(2) Dosdoğru
(bir Kitaptır) ki, kendi katından şiddetli bir azabla uyarıp-korkutmak ve salih
amellerde bulunan mü’minlere müjde vermek için (onu indirdi) ; şüphesiz onlara
güzel bir ecir vardır.
(3) Onlar
orda ebedi olarak kalıcıdırlar.
(4) (Bu
Kur’an) «Allah çocuk edindi» diyenleri uyarıp korkutmaktadır.
(5) Bu
konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiç bir bilgisi yoktur. Ağızlarından
çıkan söz ne (kadar da) büyük. Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar.
(6) Şimdi
onlar bu söze (Kur’an’a) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşi sıra esef
ederek kendini kahredeceksin (öyle mi) ?
(7) Şüphesiz
biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha
güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.
(8) Biz
gerçekten (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru-çorak bir toprak yapabiliriz.
(9) Sen,
yoksa Kehf ve Rakim Ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
(10) O
gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: «Rabbimiz, katından bize
bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl) .
(11)
Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına (ağır bir uyku) vurduk.
(12) Sonra
iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için
onları uyandırdık.
(13) Biz
sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarmaktayız. Gerçekten
onlar. Rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz de onların hidayetlerini
arttırmıştık.
(14) Onların
kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam
ettiklerinde demişlerdi ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir; ilah
olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek
olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız.»
(15)
«Şunlar, bizim kavmimizdir; O’ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık
bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah’a karşı yalan
düzüp-uydurandan daha zalim kimdir?
(16)
(İçlerinden biri demişti ki:) «Madem ki siz onlardan ve Allah’tan başka
taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da
Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir
yarar kolaylaştırsın.»
(17) (Onlara
baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda onların mağaralarına sağ yandan
yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun
(mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah, kime
hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla
doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
(18) Sen
onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları
sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Onların köpekleri de iki kolunu
uzatmış-yatmaktaydı. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın,
onlardan içini korku kaplardı.
(19)
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık)
. İçlerinden bir sözcü dedi ki: «Ne kadar kaldınız?» Dediler ki: «Bir gün veya
günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.» Dediler ki: «Ne kadar kaldığınızı
Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi
yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın
ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.»
(20) «Çünkü
onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri
çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
(21) Böylece
onları (Şehir halkına) duyurduk ki, Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu ve
kıyametin mutlaka geleceğini, onda asla şüphe olmadığını bilsinler. (Fakat
onlar meseleyi böyle ele alacakları yerde) kendi aralarında onların (Mağarada
uyuyanlar) durumunu tartışıyorlardı. Bazıları: «Onların üzerine bir bina yapın.
Çünkü Rableri onları daha iyi bilendir,» dediler. Fakat onların işine galip
gelenler ise: «Mutlaka onların üstüne bir mescit yapacağız» dediler.
(22) (Sonra
gelen kuşaklar) Diyecekler ki: «Üç’tüler, onların dördüncüsü de köpekleridir.»
Ve: «Beştiler, onların altıncısı köpekleridir» diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene
(gayba) taş atmaktır. «Yedidirler, onların sekizincisi de köpekleridir»
diyecekler. De ki: «Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az
(insan) dışında da kimse bilemez.» Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir
tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey
sorma.
(23) Hiç bir
şey hakkında: «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme.
(24) Ancak:
«Allah dilerse» (yapacağım, de) . Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: «Umulur
ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir.»
(25) Onlar
mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar,
(26) Dedi
ki: «Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı
O’nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’nun dışında onların
bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.»
(27) Sana
Rabbinin Kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve
O’nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.
(28) Sen de
sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret.
Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma.
Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına
(hevasına) ‘ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.
(29) Ve de
ki: «Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen küfre sapsın.
Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini
çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri
kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir
destektir.
(30)
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; biz gerçekten en güzel
davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız.
(31) Onlar;
altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orda altın bileziklerle
süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler
ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel
destek.
(32) Onlara
iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini
hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik.
(33) İki bağ
da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiç bir şeyi noksan bırakmamış
ve aralarında da bir ırmak fışkırtmıştık.
(34)
(İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer) leri de vardı. Böylelikle onunla
konuşurken arkadaşına dedi ki: «Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan
sayısı bakımından da daha güçlüyüm.»
(35) Daha
sonra Cennet’ine girdi ve kendisine zulmederek: «Bunun hiç yok olacağını
sanmam.» dedi.
(36)
«Kıyamet-saati’nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek
olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.»
(37)
Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: «Seni topraktan, sonra bir
damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti
yerinde) bir adam kılan (Allah) ı inkâr mı ettin?»
(38) «Fakat,
O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.»
(39) «Bağına
girdiğin zaman, ‘Maşallah, Allah’tan başka kuvvet yoktur’ demen gerekmez miydi?
Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan.»
(40) «Belki
Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de
gökten ‘yakıp-yıkan bir afet’ gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.»
(41) «Veya
onun suyu dibe göçü verir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç
yetiremezsin.»
(42)
(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda
harcadıklarına karşı avuşlarını (esefle) evirip-çeviriyordu. O (bağın)
çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: «Keşke Rabbime hiç
kimseyi ortak koşmasaydım.»
(43)
Allah’ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım
edemedi.
(44) İşte
burda (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah’a aittir. O,
sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.
(45) Onlara,
dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla
yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgârların savurduğu çalı çırpı
oluverdi. Allah, her şeyin üzerinde güç yetirendir.
(46) Mal ve
çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan ‘salih davranışlar’ ise,
Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da
daha hayırlıdır.
(47) Dağları
yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada
toplamışız da, içlerinden hiç birini dışarda bırakmamışızdır.
(48) Onlar
senin Rabbine sıra sıra sunulmuşlardır. Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız
gibi bize gelmiş oldunuz. Hayır, siz, Bizim size bir kavuşma-zamanı tesbit
etmediğimizi sanmıştınız değil mi?
(49)
(Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı
dehşetle-korkuya kapıdıklarını görürsün. Derler ki: «Eyvahlar bize, bu kitaba
ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?» Yapıp-ettiklerini
(önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
(50) Hani
meleklere: «Adem’e secde edin» demiştik; İblis’in dışında (diğerleri) secde
etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu
durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar
sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih)
değiştirmedir.
(51)
Göklerin ve yerin yaratılışında da, kendi nefislerinin yaratılışında da Ben
onları şahid tutmadım. Ben, saptırıcıları yardımcı-güç de edinmedim.
(52) «Benim
ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın» (diye küfre sapanlara) diyeceği gün;
işte onları çağırmışlardır, ama onlar, kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz
onların aralarında bir uçurum koyduk.
(53)
Suçlu-günahkârlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de
anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış-yolu bulamamışlardır.
(54)
Andolsun, bu Kur’an’da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda
bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır.
(55)
Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden
bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin
kendilerine de gelmesi ya da azabın onları karşılarcasına kendilerine
gelmesi(ni beklemeleri) dir.
(56) Biz
peygamberleri, müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmak dışında (başka bir
amaçla) göndermemekteyiz. Küfre-sapanlar ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak
için mücadele etmektedirler. Onlar benim ayetlerimi ve uyarılıp-korkutuldukları
(azabı) alay-konusu edindiler.
(57)
Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle-hatırlatıldığı zaman, onlara sırt çeviren ve
ellerinin önden gönderdikleri (amelleri) ni unutandan daha zalim kimdir? Biz
gerçekten, onların kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir
perde (gerdik) kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan
bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
(58) Senin
Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazanmakta olduklarından dolayı
onları (azabla) yakalayıverseydi, şüphesiz onlara azabı (bir an önce)
çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma-zamanı vardır, onun dışında asla
başka bir sığınak bulamayacaklardır.
(59) İşte
ülkeler (ve onların halkları), zulme saptıkları zaman onları yıkıma uğrattık;
ve yıkımları için de bir buluşma-zamanı tesbit ettik.
(60) Hani
Musa genç-yardımcısına demişti: «İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar
gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.»
(61) Böylece
ikisi, iki (deniz) in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler;
(balık da) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu
tuttu.
(62)
(Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç-yardımcısına dedi ki:
«Yemeğimizi getir bize, andolsun, bu yaptığımız-yolculuktan gerçekten
yorulduk.»
(63)
(Genç-yardımcısı) Dedi ki: «Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı
unutmuş oldum. Onu hatırlamamı Şeytan’dan başkası bana unutturmadı; o da
şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu.»
(64) (Musa)
Dedi ki: «Bizim de aradığımız buydu.» Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye
doğru gittiler.
(65) Derken,
katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim
öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
(66) Musa
ona dedi ki: «Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana
tabi olabilir miyim?»
(67) Dedi
ki: «Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin.»
(68)
(Böyleyken) «Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?»
(69) (Musa:)
«İnşaallah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiç bir işte sana karşı
gelmeyeceğim» dedi.
(70) Dedi
ki: «Eğer bana uyacak olursan, hiç bir şey hakkında bana soru sorma, ben sana
öğütle-anlatıp söz edinceye kadar.»
(71) Böylece
ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi.
(Musa) Dedi ki: «İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen
şaşırtıcı bir iş yaptın.»
(72) Dedi
ki: «Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç
yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?»
(73) (Musa:)
«Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma»
dedi.
(74) Böylece
ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup
onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: «Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir
canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın.»
(75) Dedi
ki: «Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç
yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?»
(76) (Musa:)
«Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme.
Benden yana bir özre ulaşmış olursun» dedi.
(77) (Yine)
Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip onlardan yemek
istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada)
yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki:
«Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin.»
(78) Dedi
ki: «İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı) mız. Sana, üzerinde sabır
göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim.»
(79) «Gemi,
denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü)
ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı.»
(80) Çocuğa
gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine
azgınlık ve küfür zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk.»
(81)
Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı,
merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik.»
(82) «Duvar
ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları
salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi
definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi
işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin onlara karşı sabır göstermeye
güç yetiremediğin şeylerin yorumu.»
(83) Sana
(Ey Muhammed,) Zu’l Karneyn hakkında sorarlar. De ki: «Size, ondan da, ‘öğüt ve
hatırlatma olarak’ (bazı bilgiler) vereceğim.
(84)
Gerçekten, biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden
bir yol (sebep) verdik.
(85) O da,
bir yol tutmuş oldu.
(86) Sonunda
güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta
buldu, yanında da bir kavim gördü. Dedik ki: «Ey Zu’l-Karneyn, (istiyorsan
onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin.»
(87) Dedi
ki: «Kim zulme saparsa biz onu azablandıracağız, sonra da Rabbine döndürülür, O
da onu görülmemiş bir azabla azablandırıverir.»
(88) Kim de
iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır.
Ona buyruğumuzdan da kolay olanını söyleyeceğiz.»
(89) Sonra
(yine) bir yol tutmuş oldu.
(90) Sonunda
güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için ona karşı bir
siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.
(91) İşte
böyle, onun yanında «özü kapsayan bilgi olduğunu» (veya yanında olup-biten her
şeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.
(92) (92-93)
Sonra (yine) bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman orada hiç
söz anlamayan bir kavim buldu.
(93) (92-93)
Sonra (yine) bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman orada hiç
söz anlamayan bir kavim buldu.
(94) Dediler
ki: «Ey Zu’l-Karneyn, gerçekten Ye’cuc ve Me’cuc, yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmaktalar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi
verelim mi?»
(95) Dedi
ki: «Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet
ve imkân), daha hayırlıdır. Madem öyle, siz bana (insani) güçle yardım edin de,
sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.»
(96) «Bana
demir kütleleri getirin,» iki dağın arası eşit düzeye gelince, «Körükleyin»
dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: «Bana
getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»
(97)
Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne de onu delmeye güç yetirebildiler.
(98) Dedi
ki: «Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va’di geldiği zaman, O, bunu
dümdüz eder; Rabbimin va’di haktır.»
(99) Biz o
gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıvermişiz. Sur’a da
üfürülmüştür, artık onların tümünü bir arada toparlamışız.
(100) Ve o
gün, cehennemi, küfre sapanlara tam bir sunuşla sunmuşuz.
(101) Ki
onlar, beni zikretme (konusun) da gözleri bir perde içindeydi, (Kur’an’ı)
dinlemeye katlanamazlardı.
(102) Küfre
sapanlar, beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? Gerçekten
biz cehennemi kâfirler için bir durak olarak hazırlamışız.
(103) De ki:
«Davranış (tarzı olan ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları
size haber vereyim mi?»
(104)
«Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte
güzel iş yapmakta sanıyorlar.»
(105) İşte
onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların
yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı
tutmayacağız.
(106) İşte,
küfre sapmaları, ayetlerimi ve peygamberlerimi alay konusu edinmelerinden
dolayı onların cezası cehennemdir.
(107) İman
edip salih amellerde bulunanlar; Firdevs cennetleri onlar için bir ‘konaklama
yeridir.’
(108) Onda
ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler.
(109) De ki:
«Rabbimin sözleri (ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini
(bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz
tükeniverirdi.»
(110) De ki:
«Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin
ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa,
artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak
tutmasın.»
——————————————————————————–
NAHL SURESİ
——————————————————————————–
(1) Allah’ın
emri geldi, artık onda acele etmeyin. O (Allah), şirk koştukları şeylerden
münezzeh ve yücedir.
(2)
Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden
başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»
(3) Gökleri
ve yeri hak ile yarattı: O, şirk koştukları şeylerden yücedir.
(4) İnsanı
bir damla sudan yarattı, buna ramen o, apaçık bir düşmandır.
(5) Ve
hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır, ve
onlardan yemektesiniz.
(6)
Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır.
(7)
Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar,
ağırlıklarınızı da taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve
merhametlidir.
(8) Onlara
binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı) . Ve daha
sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?
(9) Yolu
doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dileseydi, sizin
tümünüzü elbette hidayete erdirirdi.
(10) Sizin
için gökten su indiren O’dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı
onda otlatmaktasınız.
(11) Onunla
sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden
bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır.
(12) Geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre
hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için
ayetler vardır.
(13) Yerde
sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi) .
Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayet vardır.
(14) Denizi
ve sizin emrinize veren O’dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan
süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini
görüyorsun. (Bütün bunlar) O’nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
(15) Sizi
sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da
(kıldı) . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.
(16) Ve
(başka) işaretler de (yarattı) ; onlar yıldız(lar) la da doğru yolu
bulabilirler.
(17)
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?
(18) Eğer
Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile
sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(19) Allah,
saklı tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı bilir.
(20)
Allah’tan başka yakardıkları hiç bir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp
durmaktadırlar.
(21)
Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerini şuuruna da varamazlar.
(22) Sizin
ilahınız tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkârcıdır ve
onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır.
(23)
Şüphesiz ki, Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir;
gerçekten O, müstekbirleri sevmez.
(24) Onlara
Rabbiniz ne indirdi?» dendiğinde, «Eskilerin masalları» dediler.
(25) Kıyamet
gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının
bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne kötü yük yükleniyorlar.
(26)
Onlardan öncekiler, hileli düzenler kurmuşlardı da, Allah(ın azab emri) onların
kurdukları yapıların temellerine geldi, böylece üstlerindeki tavan tepelerine
çöktü; azab onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti.
(27) Sonra
(Allah) kıyamet günü onları aşağılık kılacak ve diyecek ki: «Haklarında
(mü’minlere karşı) düşman kesildiğiniz ortaklarım hani nerede?» Kendilerine
ilim verilenler, dediler ki: «Bugün, gerçekten aşağılanma ve kötülük kâfirlerin
üstünedir.»
(28) Ki
melekler, kendi nefislerinin zalimleri olarak onların canlarını aldıklarında,
«Biz hiç bir kötülük yapmıyorduk» diye teslim olurlar. Hayır, şüphesiz Allah,
sizin neler yaptığınızı bilendir.
(29) Öyleyse
içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük
taslayanların konaklama yeri ne kötüdür.
(30)
(Allah’tan) Sakınanlara: «Rabbiniz ne indirdi?» denildiğinde, «Hayır» dediler.
Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise
daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.
(31) Adn
cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her
diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir.
(32) Ki
melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: «Selam size» derler.
«Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.»
(33) (Küfre
sapanlar) Kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden
başka bir şey mi gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara
zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
(34) Böylece
işledikleri kötülükleri kendilerine isabet etti ve alaya aldıkları şey,
kendilerini sarıp-kuşatıverdi.
(35) Şirk
koşmakta olanlar dediler ki: «Eğer Allah dileseydi, O’nun dışında hiç bir şeye
kulluk etmezdik, biz de, atalarımız da; ve O’nsuz hiç bir şeyi haram da
kılmazdık.» Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu halde peygamberlere düşen
apaçık bir tebliğden başkası mı?
(36)
Andolsun, biz her ümmete: «Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının» (diye
tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah
hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde
dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.
(37) Sen,
onların hidayet bulmalarını ne kadar tutkuyla istesen de, Allah, şüphesiz
saptırdığına hidayet vermez, onlar için yardım edecek yoktur.
(38) Olanca
yeminleriyle: «Öleni Allah diriltmez» diye yemin ettiler. Hayır; bu, O’nun
üzerinde hak olan bir vaidtir, ancak insanların çoğu bilmezler.
(39)
Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve küfre sapanların
kendilerinin yalancı olduklarını bilmesi için (diriltecektir)
(40) Onu
istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca «Ol» demekten
ibarettir; o da hemen oluverir.
(41) Zulme
uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir
biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı.
(42) Onlar
sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.
(43) Biz
senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler)
göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.
(44)
(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik) . Sana da zikri (Kur’an’ı)
indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice
düşünsünler, diye.
(45) Artık
‘kötülüğü örgütleyip düzenleyenler’, Allah’ın, kendilerini yerin dibine
geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden
emin midirler?
(46) Ya da
onlar, dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden (mi emindirler?) Ki
onlar (bu konuda Allah’ı) aciz bırakacak değildirler.
(47) Veya
onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler) ? Öyleyse Rabbin,
gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir.
(48)
Allah’ın herhangi bir şeyden yarattığına bakmıyorlar mı? Onun gölgeleri
bakmıyorlar mı? Onun gölgeleri küçülerek sağdan ve soldan Allah’a secde eder
vaziyette döner.
(49)
Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve
onlar büyüklük taslamazlar.
(50)
Üstlerinden (her an bir azab göndermeğe kadir olan) Rablerinden korkarlar ve
emrolundukları şeyi yaparlar.
(51) Allah
dedi ki: «İki ilah edinmeyin; O, ancak tek bir ilahtır. Öyleyse benden,
yalnızca benden korkun.»
(52)
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak
O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?
(53) Nimet
olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda
(yine) ancak O’na yalvarmaktasınız.
(54) Sonra
sizden zararı kaldırdığında, sizden bir grup (hemen) Rablerine şirk koşarlar;
(55)
Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için. Öyleyse yararlanın,
ilerde bileceksiniz.
(56)
Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, hiç bir şey bilmeyenlere paylar
ayırıyorlar. Andolsun Allah’a karşı düzmekte olduklarınızdan dolayı mutlaka
sorguya çekileceksiniz.
(57) Ve
Allah’a kızlar isnad ediyorlar, (haşa) O yücedir. Hoşlandıkları (erkek
çocuklar) da kendilerinindir.
(58) Onlardan
birine dişi (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah
kesilir.
(59)
Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu
aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne
kötüdür?
(60) Ahirete
inanmayanların kötü örnekleri vardır, en yüce örnekler ise Allah’a aittir. O,
güç sahibi olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(61) Eğer
Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstün
(yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir
süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat
ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
(62) Onlar,
Allah’a, hoşlarına gitmeyen şeyleri uygun görürler, dilleri de yalan olarak en
güzel olanın ‘kendilerinin olduğunu’ düzmektedir. Hiç şüphesiz ateş onlar
içindir ve hiç şüphesiz onlar, (cehennemde) öncülerdir.
(63)
Andolsun Allah’a, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, fakat
şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü-göstermiştir; bugün de onların velisi
odur ve onlar için acıklı bir azab vardır.
(64) Biz
Kitab’ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir
kavime rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik.
(65) Allah
gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir
topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.
(66) Sizin
için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers
(yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla
kayan dupduru bir süt içirmekteyiz.
(67)
Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem
sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını
kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır.
(68) Rabbin
bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda
kendine evler edin.
(69) Sonra
meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda
yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda
insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten
bunda bir ayet vardır.
(70) Allah
sizi yarattı, sonra sizi öldürüyor, sizden kimi de, bildikten sonra bir şey
bilmesin diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphe yok, Allah
bilendir, her şeye güç yetirendir.
(71) Allah
rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin
altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi
Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
(72) Allah
size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve size eşlerinizden de çocuklar ve
torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerden rızıklandırdı. Şimdi onlar, batıla mı
inanıyorlar ve Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
(73)
Allah’ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden hiç bir rızıka, hiç bir
şeye malik olmayan ve buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar?
(74) Artık
Allah’a benzerler aramağa kalkışmayın; çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
(75) Allah,
hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan
kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infak eden
kimseyi örnek olarak gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’ındır; fakat
onların çoğu bilmezler.
(76) Allah
şu örneği de verdir: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiç bir şeye gücü
yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse
bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde
bulunanla eşit olabilir mi?
(77)
Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca
(süratli) bir göz çarpması gibidir, veya daha yakındır. Şüphe yok, Allah her
şeye güç yetirendir.
(78) Allah
sizi annelerinizin karnından siz hiç bir şey bilmez halde iken çıkardı. Size,
şükredesiniz diye kulaklar, gözler ve gönüller (düşünen kafalar) verdi. Ta ki
şükredesiniz.
(79) Göğün
boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları
(böyle boşlukta) Allah’tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk
için bunda ayetler vardır.
(80) Allah,
size evlerinizi (içinde) «güvenlik ve huzur bulacağınız yerler» kıldı; ve size
hayvan derilerinden hem göç gününde, hem de yerleşme gününde kolaylıkla
taşıyabileceğiniz evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir zamana
kadar giyimlikler-döşemelikler ve (ticaret için) bir meta kıldı.
(81) Allah,
sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için
barınaklar-siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda
(zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki
nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz.
(82) Fakat
onlar yüz çevirirlerse, sana düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir.
(83) Onlar,
Allah’ın nimetini bilmektedirler, sonra da inkâr etmektedirler; onların çoğu
küfre sapanlardır.
(84) Her
ümmetten bir şahid göndereceğimiz gün; (artık ondan) sonra ne küfredenlere
(özür dilemeleri için) izin verilecek, ne de (Allah’tan) hoşnutluk dilekleri
kabul edilecek.
(85) O
zulmedenler, azabı gördüklerinde, ne (azab) onlara hafifletilecek, ne de onlara
süre tanınacak.
(86) O şirk
koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman: «Rabbimiz, seni bırakıp bizim
tapmakta olduğumuz ortaklarımız bunlardır» diyecekler. (Onlar da bunlara:) «Siz
gerçekten yalan söyleyenlersiniz» diye sözü (geri çevirip) fırlatacaklar.
(87) O gün
(artık) Allah’a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı ilahlar) da
onlardan çekilip-uzaklaşmıştır.
(88) Küfre
sapıp da Allah’ın yolundan alıkoyanlar; biz, işledikleri bozgunculuğa karşılık,
onlara azab üstüne azab ilâve ettik.
(89) Her
ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerine bir şahid getirdiğimiz gün,
seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin
açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak
indirdik.
(90) Şüphe
yok Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan
(fahşâdan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir,
umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.
(91)
Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra
yeminleri bozmayın; çünkü Allah’ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphe yok
Allah, yapmakta olduklarınızı bilir.
(92) Bir
ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha gelişkindir diye, yeminlerinizi
kendi aranızda bir bozuculuk unsuru yaparak, ipini kuvvetle eğirdikten sonra
bozup-çözen (kadın) gibi olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla imtihan
etmektedir. Kıyamet günü hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyi size muhakkak
açıklayacaktır.
(93) Eğer
Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır,
dilediğini hidayete erdirir. Yapmakta olduklarınızdan muhakkak sorulacaksınız.
(94)
Yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru edinmeyin; sonra sapasağlam
basan ayak kayar ve Allah’ın yolundan alıkoyduğunuz için kötülüğü tadarsınız.
(Ayrıca) Büyük azab da sizin içindir.
(95)
Allah’ın ahdini ucuz bir değere karşılık satmayın. Eğer bilirseniz, Allah
katında olan sizin için daha hayırlıdır.
(96) Sizin
yanınızda olan tükenir, Allah’ın katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin
karşılığını yaptıklarının en güzeliyle biz muhakkak vereceğiz.
(97) Erkek
olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç
şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının
en güzeliyle muhakkak veririz.
(98) Öyleyse
Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.
(99) Gerçek
şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiç bir
zorlayıcı-gücü yoktur.
(100) Onun
zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar
üzerindedir. «Sen yalnızca iftira edicisin» dediler. Hayır, onların çoğu
bilmezler.
(101) Biz
bir ayeti, bir (başka) ayetin yeriyle değiştirdiğimiz zaman, -Allah neyi
indirdiğini daha iyi bilmektedir-
(102) De ki:
«İnananları sağlamlaştırmak ve müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere
onu (Kur’an’ı) Ruh’ül Kudüs, Rabbinden hak gereğince indirdi.»
(103)
Andolsun ki biz, onların: «Bunu ancak kendisine bir beşer öğretmektedir»
dediklerini biliyoruz. Saparak kendisine yöneldikleri (kimse) nin dili
a’cemidir, bu ise açıkça Arapça olan bir dildir.
(104)
Allah’ın ayetlerine inanmayanları Allah hidayete ulaştırmaz ve onlar için
acıklı bir azab vardır.
(105)
Yalanı, yalnızca Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte yalancıların
asıl kendileri de onlardır. küfre göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’tan
bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır.
(106) Kim
imanından sonra Allah’a (karşı) küfre-sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş
olduğu halde baskı altında zorlanan hariç-
(107) Bu,
onların dünya hayatını ahirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz
Allah’ın da küfre sapan bir topluluğu hidayete ulaştırmaması nedeniyledir.
(108) Onlar,
Allah’ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil
olanlar da onların ta kendileridir.
(109) Hiç
şüphe yok, onlar ahirette ziyana uğrayanlardır.
(110) Sonra
gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından
cihad edip sabredenlerin (destekçisidir) . Hiç şüphesiz senin Rabbin, bundan
sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.
(111) O gün,
herkes kendi nefsi adına mücadele eder ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz
ödenir. Onlar zulme uğratılmazlar.
(112) Allah
bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden
bol bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah
yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.
(113)
Andolsun, onlara kendi içlerinden bir peygamber gelmişti, fakat onu yalanladılar;
böylece onlar, zulümlerine devam etmektelerken azab onları yakalayıverdi.
(114) O
halde, ey insanlar, Allah’ın size verdiği rızıktan helal (ve) hoş olarak yeyin
ve Allah’ın nimetine şükredin; eğer ona kulluk ediyorsanız.
(115) O,
size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan
(hayvan) ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı
taşmamak üzere (yiyebilir) . Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.
(116)
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla: «Şuna helal buna haram»
demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı
yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.
(117) (Bu
dünyada olup-biten) Pek az bir metadır. Onlara ise acıklı bir azab vardır.
(118) Yahudi
olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara
zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
(119) Sonra
gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe
eden ve ıslah olanlar (la beraberdir) . Şüphe yok, senin Rabbin bundan sonra
bağışlayandır, esirgeyendir.
(120) Gerçek
şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden
bir muvahhidti ve o müşriklerden değildi.
(121) O’nun
nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti.
(122) Ve biz
ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır.
(123) Sonra
sana vahyettik: «Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in dinine uy. O müşriklerden
değildi.»
(124)
Cumartesi, ancak onda ihtilafa düşenlere (farz) kılındı. Şüphesiz senin Rabbin,
onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında
hükmedecektir.
(125)
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde
mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni
de bilendir.
(126) Eğer
ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin ve eğer
sabrederseniz, andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
(127)
Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma
ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı da sıkıntıya düşme.
(128) Şüphe
yok Allah, korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.
——————————————————————————–
NÛH SURESİ
——————————————————————————–
(1) Hiç
şüphesiz, biz Nuh’u; «Kavmini, onlara acı bir azab gelmeden evvel
uyarıp-korkut» diye kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik.
(2) O da
dedi ki: «Ey Kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönderilmiş) apaçık bir
uyarıcı-korkutucuyum.»
(3) «Allah’a
kulluk edin, O’ndan korkup-sakının ve bana itaat edin.»
(4) «Ki
günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin.
Elbette Allah’ın eceli geldiği zaman, o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız.
(5) Dedi ki:
«Rabbim, gerçekten ben kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.»
(6) «Fakat
benim davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.»
(7) «Doğrusu
ben, senin onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını
kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça
büyüklük gösterip-direttiler.»
(8) «Sonra
ben onları açıktan açığa da davet ettim.»
(9) «Daha
sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla
yanaşmak istedim.»
(10) «Bundan
böyle» dedim. «Rabbinizden mağfiret isteyin çünkü gerçekten O, çok
bağışlayandır.
(11) «(Öyle
yapı ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın.»
(12) «Size
mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler
versin, ırmaklar da versin.»
(13) «Size
ne oluyor ki, Allah’tan bir vekarı ummuyorsunuz?»
(14) «Oysa
O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır.»
(15)
«Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde
yaratmıştır?»
(16) «Ve ayı
da bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil
yapmıştır.»
(17) «Allah,
sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi.»
(18) «Sonra
sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla
diriltip-çıkaracaktır.»
(19) «Allah,
yeri sizin için bir yaygı kıldı.»
(20) «Öyle
ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye.»
(21) Nuh:
«Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine
ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular.»
(22) «Ve
büyük büyük hileli-düzenler kurdular.»
(23) «Ve
dediler ki: -Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne
Yeğus’u, ne Ye’ûk’u ve ne de Nesr’i.»
(24)
«Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere
sapıklıktan başkasını arttırma.»
(25) Bunlar,
hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe sokuldular. O zaman da
Allah’ın dışında hiç bir yardımcı bulamadılar.
(26) Nuh
«Rabbim, yer yüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma.» dedi.
(27) «Çünkü
sen onları bırakacak olursan, senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar,
kötülükte sınırı aşan (facir’den) kafirden başkasını doğurmazlar.»
(28)
«Rabbim, beni, annemi-babamı, mü’min olarak evime gireni, iman eden erkekleri
ve iman eden kadınları bağışla. Zalim olanlara da yıkımdan başkasını arttırma»
——————————————————————————–
İBRÂHİM SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Râ. Bu bir Kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O
güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarmak için onu sana indirdik.
(2) O Allah
ki, göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Şiddetli azab dolayısıyla vay küfre
sapanlara.
(3) Onlar,
dünya hayatını ahirete tercih ederler, Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu
çarpıtmak isterler (veya onda çarpıklık ararlar) . İşte onlar, uzak bir
sapıklık içindedirler.
(4) Biz hiç
bir peygamberi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara
apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, dilediğini
hidayete yöneltip-iletir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(5) Andolsun
biz Musa’yı: «Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah’ın günlerini
hatırlat» diye ayetlerimizle göndermiştik. Şüphesiz bunda çokça sabreden ve
şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır.
(6) Hani
Musa kavmine şöyle demişti: «Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O
sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere
uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda
sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır.»
(7)
«Rabbiniz şöyle buyurmuştu: -Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size
arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek
şiddetlidir.»
(8) Musa
demişti ki: «Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü küfredecek olsanız bile
şüphesiz Allah hiç bir şeye muhtaç değildir övülmüştür.»
(9) Sizden
öncekilerin, Nuh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi
size gelmedi mi? Ki onları, Allah’tan başkası bilmez. Peygamberleri onlara
apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden
ısırdılar) ve dediler ki: «Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz
şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırmakta olduğunuz şeyden de gerçekten
kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.»
(10)
Peygamberleri dedi ki: «Allah hakkında mı şüphe (etmektesiniz) ? O, gökleri ve
yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi
adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir.» Dediler ki: «Siz, bizim
benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın
tapmakta olduklarından çevirip-engellemek istemektesiniz, öyleyse bize apaçık
olan ispatlayıcı bir delil getirin.»
(11)
Peygamberleri onlara dedi ki: «Doğrusu biz, sizin gibi yalnızca bir beşeriz,
ancak Allah kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah’ın izni olmaksızn
size bir delil getirmemiz bizim için olacak şey değil. Mü’minler, ancak Allah’a
tevekkül etmelidirler.»
(12) «Bize
ne oluyor ki, Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O
göstermişti. Ve elbette bize yapmakta olduğunuz işkencelere karşı sabredeceğiz.
Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etmelidirler.»
(13) Küfre
sapanlar, peygamberlerine dediler ki: «Hiç tartışmasız sizi kendi toprağımızdan
süreceğiz ya da dinimize geri döneceksiniz.» Böylelikle Rableri kendilerine
vahyetti ki: «Hiç şüphesiz biz, zulmedenleri helak edeceğiz,»
(14) «Ve
onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkana
tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır) .» gitti.
(15)
(Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok
oldu-
(16)
(Böylesinin) Önünde cehennem vardır ve (orada) irinli sudan içirilecektir.
(17)
Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan
ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak.
(18)
Rablerine küfredenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde
rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiç bir şeye güç
yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur.
(19)
Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz? Dilerse sizi
giderir-yok eder ve yeni bir halk getirir.
(20) Bu,
Allah’a göre güç değildir.
(21) Onların
tümü-toplanıp Allah’ın huzuruna (kıyamette) çıktılar da zayıflar (müstaz’aflar)
büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: «Şüphesiz, biz size tâbi idik;
şimdi siz, bizden Allah’ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?»
Dediler ki: «Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu
gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de farketmez, bizim için kaçacak hiç
bir yer yoktur.»
(22) İş
hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: «Doğrusu Allah, size gerçek olan va’di
va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size
karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet
ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak
değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak
koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acıklı bir azab vardır.»
(23) İman
edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinın izniyle altından ırmaklar akan,
içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orda birbirlerine olan
dirlik-temennileri: «Selam»dır.
(24)
Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç
gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.
(25) Rabbinin
izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki
onlar öğüt alır-düşünürler.
(26) Kötü
(murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış,
kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) kalmamıştır.
(27) Allah,
iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.
Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar.
(28)
Allah’ın nimetini küfre değiştirenleri ve kavimlerini ‘yıkım ve azab’ yurduna
konduranları görmedin mi?
(29) (Ki bu)
Cehennemdir. Ona yaslanırlar. Ne kötü bir karar (yeridir) o!…
(30) O’nun
yolundan saptırmak için Allah’a eşler koştular. De ki: «Yararlanın. Çünkü
elbette sizin varışınız ateşedir.»
(31) İman
etmiş kullarıma söyle: «Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden
evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
gizli ve açık infak etsinler.»
(32) Allah,
gökleri ve yeri yatan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü
ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre
amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır.
(33) Güneşi
ve ayı da hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de
emrinize amade kılandır.
(34) Ve size
her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu
sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek
nankördür.
(35) Hani
İbrahim şöyle demişti: «Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara
kulluk etmekten uzak tut.»
(36) «Rabbim,
gerçekten onlar insanlardan birçoğunu şaşırtıp-saptırdı. Bundan böyle kim bana
uyarsa, artık o bendendir, kim de bana isyan ederse kuşkusuz Sen,
bağışlayansın, esirgeyensin.»
(37)
«Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini
olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle
yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar
kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler.»
(38)
«Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da
bilmektesin. Yerde ve gökte hiç bir şey Allah’a gizli kalmaz.»
(39) «Hamd,
Allah’a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail’i ve İshak’ı armağan etti.
Şüphesiz benim Rabbim, gerçekten duayı işitendir.»
(40)
«Rabbim, beni namazı(nda) sürekli olan kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz,
duamı kabul buyur.»
(41)
«Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü’minleri bağışla.»
(42) (Ey
Muhammed,) Allah’ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma,
onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.
(43)
Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri de
(sanki) bomboştur.
(44) Azabın
kendilerine geleceği gün (ile) insanları uyarıp-korkut ki, (o gün) zulmedenler,
şöyle diyecekler: «Bizi yakın bir süreye kadar ertele ki, Senin çağrına cevap
verelim ve peygamberlere uyalım.» Oysa daha önce, kendiniz için hiç zeval
yoktur diye and içenler sizler değil miydiniz?
(45) Siz,
kendi nefislerine zulmedenlerin yerleştikleri yerlerde oturmuştunuz. Onlara ne
yaptığımız size açıklanmıştı ve size örnekler vermiştik.
(46) Gerçek
şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları
yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir
karşılık) vardır.
(47)
Allah’ı, sakın peygamberlerine verdiği sözden dönen sanma. Gerçekten Allah
azizdir, intikam sahibidir.
(48) Yerin
başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan,
kahhar olan Allah’ın huzuruna çıka(rıla) caklardır.
(49) O gün
suçlu-günahkârların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün.
(50)
Giyimleri katrandandır, yüzlerini de ateş bürümektedir.
(51) (Bu
azab,) Allah’ın her nefsi kendi kazandığıyla cezalandırması içindir. Hiç
şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.
(52) İşte bu
(Kur’an) uyarılıp-korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek ilah
olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir
bildirip-duyurma (bir belağ) dır.
——————————————————————————–
ENBİYÂ SURESİ
——————————————————————————–
(1)
İnsanların sorgulaması yakınlaştı, kendileri ise bir gaflet içinde yüz
çevirmektedirler.
(2)
Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, onlar bunu mutlaka
oyun konusu yaparak dinlemektedirler.
(3) Onların
kalpleri tutkuyla-oyalanmadadır. Zulme sapanlar, gizlice fısıldaştılar: «Bu
sizin benzeriniz olan bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre siz büyüye mi
geleceksiniz?»
(4) Dedi ki:
«Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen-sözü bilir; O, işitendir, bilendir.»
(5) «Hayır»
dediler. (Bunlar) Karmakarışık düşlerdir; hayır, onu kendisi düzüp-uydurmuştur;
hayır o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir
ayet (mucize) getirsin.»
(6)
Kendilerinden evvel yıkıma uğrattığımız hiç bir ülke (halkı) iman etmemişti;
şimdi bunlar mı iman edecek?
(7) Biz
senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında
peygamber-göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, şu halde zikir ehline sorun.
(8) Biz
onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz değillerdi.
(9) Sonra
onlara verdiğimiz söze sadık kaldık, böylece onları ve dilediklerimizi
kurtardık da ölçüsüz davrananları yıkıma uğrattık.
(10)
Andolsun, size, (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir
Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?
(11) Biz,
zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi
meydana getirdik.
(12) Bizim
zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla
uzaklaşıp-kaçıyorlardı.
(13)
«Uzaklaşıp-kaçmayın, içinde şımarıp-azdığınız refaha ve yurtlarınıza dönün;
çünkü sorguya çekileceksiniz.»
(14)
«Yazıklar bize» dediler. «Gerçekten biz, zalimmişiz.»
(15) Onların
bu yakınmaları, biz onları biçilmiş ekin, sönmüş ocak durumuna getirinceye kadar
son bulmadı.
(16) Biz,
bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında
bulunanları yaratmadık.
(17) Eğer
biz, bir ‘oyun ve oyalanma’ edinmek isteseydik, bunu, kendi katımızdan
edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık.
(18) Hayır,
biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de
bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden
dolayı eyvahlar size.
(19)
Göklerde ve yerde kim varsa O’nundur, O’nun yanında olanlar, O’na ibadet
etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve onlar yorgunluk da duymazlar.
(20) Gece ve
gündüz, hiç durmaksızın tesbih ederler.
(21) Yoksa
onlar, yerden birtakım ilahlar edindiler de, onlar mı (ölüleri) diriltecekler?
(22) Eğer
her ikisinde (gökte ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar olsaydı, hiç
tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların
nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir.
(23) O,
yaptıklarından sorulmaz, oysa onlar sorguya çekilirler.
(24) Yoksa
O’ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: «Kesin-kanıt (burhan) ınızı getirin.
İşte benimle birlikte olanların zikri (Kitabı) ve benden öncekilerin de zikri.»
Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çevirmektedirler.
(25) Senden
önce hiç bir peygamber göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: «Benden
başka ilah yoktur, öyleyse bana ibadet edin.»
(26) «Rahman
(olan Allah) çocuk edindi» dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar
(melekler) ikrama layık görülmüş kullardır.
(27) Onlar
sözle (bile olsa) O’nun önüne geçmezler ve onlar O’nun emriyle
yapıp-etmektedirler.
(28) O,
önlerindekini de, arkalarındakini de bilmektedir; onlar şefaat de etmezler;
(kendisinden) hoşnut olunandan başka. Ve onlar, O’nun haşmetinden içleri
titremekte olanlardır.
(29)
Onlardan her kim ki: «Gerçekten ben, O’nun dışında bir ilahım» diyecek olsa, bu
durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri biz böyle
cezalandırmaktayız.
(30) O küfre
sapanlar görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik
iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar
inanmayacaklar mı?
(31) Yer
onları sarsmasın diye onun üstünde dağlar yarattık. Ve orada iniş yolları
açtık. Ta ki (maksatlarına) ulaşabilsinler.
(32)
Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz
çevirmektedirler.
(33) Geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp
gitmektedirler.
(34) Senden
önce hiç bir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü
kalacaklar?
(35) Her
nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan
etmekteyiz ve siz bize döndürüleceksiniz.
(36) Küfre
sapanlar seni gördüklerinde, seni yalnızca alay-konusu edinmektedirler (ve:)
«Sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?» (derler.) Oysa Rahman (olan Allah)
ın sözünü (Kitabını) inkâr edenler kendileridir.
(37) İnsan
aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında göstereceğim.
Şimdi hemen acele etmeyin.
(38) «Eğer
doğruyu söylüyor iseniz, bu va’id (edilen günün sorgu ve azabı) ne zamandır?»
derler.
(39) O küfre
sapanlar, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi püskürtmeyecekleri ve hiç yardım
alamayacakları zamanı bir bilselerdi.
(40) Hayır,
onlara apansız gelecek de, böylece onları şaşkına çevirecek; artık ne onu geri
çevirmeye güçleri yetecek ve ne de onlara süre tanınacak.
(41)
Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edildi, fakat içlerinden küçük
düşürenleri, o alaya aldıkları sarıp-kuşatıverdi.
(42) De ki:
«Gece ve gündüz sizi Rahman (olan Allah) tan kim koruyabilir?» Hayır, onlar Rablerini
zikirden yüz çevirenlerdir.
(43) Yoksa
onların, bize karşı kendilerini, engellemeyle-koruyabilecek ilahları mı var?
Onların kendi nefislerine bile yardıma güçleri yetmez ve onlar bizden yakınlık
bulamazlar.
(44) Evet,
biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyleki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş
gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, bizim gerçekten yere gelip onu çevresinden
eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Şu halde, üstün gelenler onlar mı?
(45) De ki:
«Ben sizi yalnızca vahy ile uyarıp-korkutmaktayım. Ancak sağır olanlar,
uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler.»
(46)
Andolsun, onlara Rabbinin azabından ‘bir ufak esinti’ dokunacak olsa hiç
tartışmasız; «Eyvahlar bize, gerçekten bizler zulme sapanlarmışız» diyecekler.
(47) Biz
ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiç bir nefis hiç
bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye)
getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.
(48)
Andolsun, biz Musa’ya ve Harun’a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt
(zikir) olarak, hak ile batılı birbirinden ayıran (furkan) ı verdik.
(49) Onlar,
Rablerine karşı gayb ile (O’nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve
onlar, kıyamet saatinden ‘içleri titremekte olanlardır.’
(50) Bu,
bizim ona indirdiğimiz mübarek olan bir zikirdir. Şu halde onu inkâr edecek
olanlar siz misiniz?
(51)
Andolsun, bundan önce de İbrahim’e rüşdünü vermiştik ve biz onu (doğruyu seçme
yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.
(52) Hani
babasına ve kavmine demişti ki: «Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte
olduğunuz bu temsili heykeller nedir?»
(53) «Biz
atalarımızı bunlara tapıyor bulduk» dediler.
(54) Dedi
ki: «Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz.»
(55) «Sen
bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?»
(56) «Hayır»
dedi. «Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve
ben de buna şehadet edenlerdenim.»
(57)
«Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza
muhakkak bir tuzak kuracağım.»
(58) Böylece
o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça kıldı; belki ona
başvururlar diye.
(59) «Bizim
ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir» dediler.
(60)
«Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik»
dediler.
(61) Dediler
ki: «Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza
vereceğimize) şahid olsunlar.»
(62) Dediler
ki: «Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?»
(63) «Hayır»
dedi. «Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara
soruverin.»
(64) Bunun
üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da: «Gerçek şu ki, zalim olanlar
sizlersiniz» dediler.
(65) Sonra,
yine tepeleri üstüne ters döndüler: «Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen
de bilmektesin.»
(66) Dedi
ki: «O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan
şeylere mi tapmaktasınız?»
(67) «Yuh
size ve Allah’tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?»
(68) Dediler
ki: «Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun.»
(69) Biz de
dedik ki: «Ey ateş, İbrahim’e karşı soğuk ve esenlik ol.»
(70) Ona bir
düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar
kıldık.
(71) Onu ve
Lut’u kurtarıp içinde, alemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere
(ülkeye) çıkardık.
(72) Ona
İshak’ı armağan ettik, üstüne de Yakub’u; her birini salihler kıldık.
(73) Ve
onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı
kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet
edenlerdi.
(74) Lut’a
da bir hüküm ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan şehirden
kurtardık. Şüphesiz onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi.
(75) Onu
rahmetimize soktuk, çünkü o, salihlerdendi.
(76) Nuh da;
daha önce çağrıda bulunduğu zaman, biz onun çağrısına cevap verdik, onu ve
ailesini büyük bir üzüntüden kurtardık.
(77) Ve
ayetlerimizi yalanlayan kavimden ‘ona yardım edip-öcünü aldık.’ Şüphesiz onlar,
kötü bir kavimdi, biz de onların tümünü suya batırıp boğduk.
(78) Davud
ve Süleyman da; hani kavmin hayvanlarının içine girip-yayıldığı ekin-tarlaları
konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz onların hükmüne şahidler idik.
(79) Biz
bunu (hükmü) Süleymana kavrattık, her birine de hüküm ve ilim verdik. Davud ile
birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları)
Yapanlar biz idik.
(80) Ve
sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, ‘(madeni) giyim-sanatını’
öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz?
(81)
Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgâra (boyun eğdirdik) ki, kendi
emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi
bilenleriz.
(82) Onun
için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan
kimseleri de (emrine verdik) . Biz onların koruyucuları idik.
(83) Eyup
da; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: «Şüphe yok, bu dert (ve hastalık) beni
sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.»
(84) Böylece
onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir
rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla
birlikte bir katını daha verdik.
(85) İsmail,
İdris ve Zü’l-Kifl, hepsi sabredenlerdendi.
(86) Onları
rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar salih olanlardandı.
(87) Balık
sahibi (Zünnun yani Yunus’u da) ; hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki,
kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki)
Karanlıklar için de: «Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten de ben
zulmedenlerden oldum» diye çağrıda bulunmuştu.
(88) Bunun
üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte biz, iman
edenleri böyle kurtarırız.
(89)
Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: «Rabbim, beni yalnız başıma
bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın.»
(90) Onun
duasına icabet ettik, kendisine Yahya’yı armağan ettik, eşini de doğurmaya
elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak
bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi.
(91) Irzını
koruyan (Meryem) ; biz ona kendi ruhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa
bir ayet kıldık.
(92) Gerçek
şu ki, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse
bana ibadet ediniz.
(93) Onlar,
işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler
yaptılar) ; hepsi bize döneceklerdir.
(94) Artık
kim, bir mü’min olarak salih olan amellerde bulunursa, onun çabası için
(karşılık olarak nankörlük) küfran yoktur. Şüphesiz biz, onun yazıcılarıyız.
(95) Yıkıma
uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkânsız (haram) dır; hiç
şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.
(96) Yecuc
ve Mecuc(un sedleri) açıldığında, onlar her bir tepeden akın ederler;
(97) Gerçek
olan va’d yaklaşmıştır, işte o zaman, küfre sapanların gözleri yuvalarından
fırlayacak: «Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler
zulme sapmıştık» (diyecekler) .
(98)
Gerçekten siz de, Allah’ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz
ona varacaksınız.
(99) Eğer
onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, ona girmeyeceklerdi. Oysa onların tümü içinde
temelli kalıcıdırlar.
(100) Orda
kendileri için, ‘kemikleri çatırdatan inlemeler’ vardır. Onlar orda işitmezler
de.
(101) Ama
bizden kendilerine güzellik geçmiş bulunanlar; işte onlar, ondan
uzaklaştırılmış olanlardır.
(102) Onun
uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde
ebedi kalıcıdırlar.
(103)
Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: «İşte bu sizin gününüzdür, size
va’dedilmişti» diye melekler onları karşılayacaklardır.
(104) Bizim,
göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya
başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, bizim üzerimizde
bir vaidtir. Hiç tartışmasız, biz yapıcılarız.
(105)
Andolsun, biz Zikir’den sonra Zebur’da da: «Hiç şüphesiz Arz’a salih kullarım
varisçi olacaktır» diye yazdık.
(106) Gerçek
şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur’an’da) ‘açık bir mesaj’ (veya
gerçek bir çıkış yolu) vardır.
(107) Biz
seni alemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.
(108) De ki:
«Gerçekten bana: Sizin ilahınız yalnızca bir tek ilahtır» diye vahyolunuyor;
artık siz müslüman olacak mısınız?»
(109) Buna
rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: «Size eşitlik üzere açıklamada bulundum.
Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azab günü) yakın mı, uzak mı, bilemem.»
(110)
«Şüphesiz O, sözün açıkta söylenenenini de bilmekte, saklamakta olduklarınızı
da bilmektedir.»
(111)
«Bilemem; belki bu (sürenin açıklanmaması), sizin için bir (fitne) denemedir,
(belki de) belli bir vakte kadar yararlanma (meta) dır.»
(112)
(Resulullah) Dedi ki: «Rabbim, hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü
nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahman (olan Allah) dır.»
——————————————————————————–
MÜ’MİNÛN SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Mü’minler gerçekten felah bulmuştur;
(2) Onlar
namazlarında huşû içinde olanlardır,
(3) Onlar,
‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir,
(4) Onlar,
zekâta ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka) yerine getirenlerdir.
(5) Ve onlar
ırzlarını koruyanlardır;
(6) Ancak
eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda
onlar, kınanmış değillerdir.
(7) Fakat
kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.
(8) (Yine)
Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.
(9) Onlar,
namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır.
(10) İşte
(yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır.
(11) Ki
onlar Firdevs (cennetlerin) e varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak
kalıcıdırlar.
(12)
Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
(13) Sonra
onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
(14) Sonra o
su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre
topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını
kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka
yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.
(15) Sonra
bunun ardından siz gerçekten ölecek olanlarsınız.
(16) Sonra
siz gerçekten kıyamet günü diriltileceksiniz.
(17)
Andolsun, biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık; biz yaratmada gafiller
değiliz.
(18) Biz
gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz
biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz.
(19)
Böylelikle, bununla size hurmalıklardan, üzümlüklerden bahçeler-bağlar
geliştirdik, içlerinde çok sayıda yemişler vardır; sizler onlardan
yemektesiniz.
(20) Ve
(daha çok) Tur-i Sina’da çıkan bir ağaç (türü de yarattık) ; o yağlı ve
yiyenlere bir katık olarak bitmekte (ürün vermekte) dir.
(21)
Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının
içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar
var. Sizler onlardan yemektesiniz.
(22) Onların
üzerinde ve gemilerde taşınmaktasınız.
(23)
Andolsun, biz Nuh’u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik. Böylece kavmine
dedi ki: «Ey Kavmim, Allah’a kulluk edin. Onun dışında sizin başka ilahınız
yoktur, yine de korkup-sakınmayacak mısınız?»
(24) Bunun
üzerine, kavminden küfre sapmış önde gelenler dediler ki: «Bu, sizin benzeriniz
olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor.
Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem
biz geçmiş atalarınızdan da bunu işitmiş değiliz.»
(25) «O,
kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre
gözetleyin.»
(26)
«Rabbim» dedi (Nuh) . «Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et.»
(27)
Böylelikle biz ona: «Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim bizim
emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift
ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş (azab gerekmiş) onlar dışında olan
aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda bana muhatap olma, çünkü onlar
boğulacaklardır» diye vahyettik.
(28)
«Böylece sen, beraberinde olanlarla gemiye bindiğinde o zaman de ki: «Bizi o
zulmeden kavimden kurtaran Allah’a hamdolsun.»
(29) Ve de
ki: «Rabbim, beni kutlu bir konakta indir, sen konuklayanların en
hayırlısısın.»
(30) Hiç
şüphesiz bunda ayetler vardır ve biz gerçekten denemeden geçiririz.
(31) Sonra
onların ardından bir başka insan-kuşağı yaratıp-inşa ettik.
(32) Onlara
da kendi içlerinden: «Allah’a ibadet edin. O’nun dışında sizin başka ilahınız
yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?» (desin) diye içlerinden bir peygamber
gönderdik.
(33) Kendi
kavminden, küfredip de ahirete kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine, dünya
hayatında refah verdiğimiz önde gelenler dedi ki: «Bu, sizin benzeriniz olan
bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve
içtiklerinizden içmektedir.»
(34) «Eğer
sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, siz
gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz.»
(35) «O, siz
öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden
diriltilip) çıkarılacağınızı mı va’dediyor?»
(36)
«Heyhat, size va’dedilen şeye heyhat…»
(37) «O
(bütün gerçek), bizim yalnızca (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan
ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz.»
(38) «O ise,
yalnızca bir adam (insan) dır, Allah’a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de ona
inanacak değiliz.»
(39)
(Peygamber) Dedi ki: «Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.»
(40) (Allah)
Dedi ki: «Az bir süre (bekle) . Onlar gerçekten pişman olacaklar.»
(41) Derken,
hak (ettikleri cezaya karşılık) olmak üzere, o korkunç çığlık onları
yakalayıverdi. Böylece onları bir süprüntü kılıverdik. Zulmeden kavim için
yıkım olsun:
(42) Sonra
onların ardından başka kuşaklar yaratıp-inşa ettik.
(43)
Ümmetlerden hiç biri, kendisine tesbit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne de
erteleyebilir.
(44) Sonra
birbiri peşi sıra peygamberlerimizi gönderdik; her ümmete kendi peygamberi
geldiğinde, onu yalanladırlar. Böylece biz de onları (yıkıma uğratıp yok
etmede) bir kısmını bir kısmının izinde yürüttük ve onları (tarihin anlatıp
aktardığı) bir olay kıldık. İman etmeyen kavim için yıkım olsun.
(45) Sonra
Musa ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.
(46)
Firavun’a ve ileri gelen çevresine; fakat onlar büyüklendiler. Onlar,
‘büyüklenen-zorba’ bir topluluktu.
(47)
«Kavimleri bize ibadet (kölelik) ederken bizim gibi iki beşere mi inanalım?»
dediler.
(48) Böylece
onları yalanladılar ve yıkıma uğrayanlardan oldular.
(49)
Andolsun, biz Musa’ya kitabı verdik, belki onlar hidayete erer diye.
(50) Biz,
Meryem’in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve
akar suyu olan bir tepede yerleştirdik.
(51) Ey
Resul (peygamber) ler, güzel ve temiz olan şeylerden yiyin ve salih amellerde
bulunun; çünkü gerçekten ben yapmakta olduklarınızı biliyorum.
(52) İşte
sizin ümmetiniz bir tek olan ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim: öyleyse
benden korkup-sakının.
(53) Ancak
onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde
parçalayıp-bölündüler; her bir grup, kendi ellerindeki olanla
yetinip-sevinmektedir.
(54) Artık
sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.
(55) Onlar
sanıyorlar mı ki, kendilerine vermekte olduğumuz mal ve çocuklarla,
(56) Biz
onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz) Hayır, onlar şuurunda
değiller.
(57)
Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar.
(58)
Rablerinin ayetlerine iman edenler,
(59)
Rablerine ortak koşmayanlar,
(60) Ve
onlar gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kalpleri
ürpererek verenler;
(61) İşte
onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.
(62) Hiç
kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı söylemekte olan
bir kitap vardır ve onlar hiç bir haksızlığa uğratılmazlar.
(63) Hayır,
onların kalpleri bundan dolayı bir gaflet içindedir. Üstelik onların, bunun
dışında da yapmakta oldukları (birtakım şeyler) vardır; onlar bunun için
çalışmaktadırlar.
(64)
Nihayet, onların refahtan şımaran önde gelenlerini azab ile yakalayıverdiğimiz
zaman, onlar hemen feryadı basacaklar.
(65) Bugün
feryadı basmayın, çünkü siz bizden yardım göremezsiniz.
(66)
Gerçekten benim ayetlerim size okunmaktaydı, fakat siz topuklarınız üzerinde
geri dönüyordunuz;
(67) Buna
(ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak: gece vakti de hezeyanlar
sergiliyordunuz.
(68) Onlar,
yine de o sözü (Kur’an’ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki
atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
(69) Ya da
kendi peygamberlerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkâr etmektedirler?
(70) Yahut:
«Onda bir delilik var» mı demektedirler? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş
bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar.
(71) Eğer
hak, onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler,
yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) bozulmaya uğradı. Hayır, biz
onlara kendi şan ve şeref (zikir) lerini getirmiş bulunmaktayız, fakat onlar
kendi zikirlerinden yüz çevirmektedirler.
(72) Yoksa
sen onlardan haraç mı istiyorsun? İşte Rabbinin haracı (dünya ve ahiret
armağanı) daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırılısıdır.
(73)
Gerçekten sen onları dosdoğru olan bir yola çağırmaktasın.
(74) Ancak
ahirete inanmayanlar, şüphesiz yoldan sapmakta olanlardır.
(75) Eğer
onlara merhamet eder ve onlara dokunan zararı gideriverirsek, tuğyanları içinde
şaşkınca dolaşmalarını sürdürecekler.
(76)
Andolsun, biz onları azabla yakalayıverdik, fakat yine de Rablerine boyun
eğmediler ve yakarıp-yalvarmadılar.
(77)
Sonunda, üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun
içinde şaşkına dönüp umutlarını kaybettiler.
(78) O,
sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne kadar az
şükrediyorsunuz.
(79) O, sizi
yeryüzünde yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O’na (döndürülüp) toplanacaksınız.
(80) O,
yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da
O’nun (kanunu) dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?
(81) Hayır;
onlar, geçmiştekilerin söylediklerinin benzerini söylediler.
(82) Dediler
ki: «Öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik olduğumuz zaman, gerçekten biz mi
diriltilecek mişiz?»
(83)
«Andolsun, bu tehdit, bize de ve bizden önceki atalarımıza da yapılmıştı; bu,
geçmişlerin uydurma-masallarından başka bir şey değildir.»
(84) De ki:
«Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?»
(85)
«Allah’ındır» diyecekler. De ki: «Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?»
(86) De ki:
«Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?»
(87)
«Allah’ındır» diyecekler. De ki: «Yine de korkup sakınmayacak mısınız?»
(88) De ki:
«Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Her şeyin melekûtu (mülk ve yönetimi) kimin
elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor.»
(89)
«Allah’ındır» diyecekler. De ki: «Öyleyse nasıl oluyor da siz böyle
büyüleniyorsunuz?»
(90) Hayır,
biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar.
(91) Allah,
hiç bir çocuk edinmemiştir ve O’nunla birlikte hiç bir ilah yoktur; eğer
olsaydı, her bir ilah elbette kendi yarattığını götürüverirdi ve (ilahların)
bir kısmına karşı üstünlük sağlardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden
yücedir.
(92) Gaybı
da, müşahede edilebileni de bilendir; onların ortak koştuklarından yücedir.
(93) De ki:
«Rabbim, eğer onlara va’dolunan (azab) ı mutlaka bana göstereceksen,»
(94)
«Rabbim, bu durumda beni zulmeden kavmin içinde bırakma.»
(95) Gerçek
şu ki biz, onları tehdit ettiğimiz şeyi şüphesiz sana gösterme gücüne sahibiz.
(96)
Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; biz, onların nitelendiregeldiklerini en
iyi bileniz.
(97) Ve de
ki: «Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım.»
(98) «Ve
onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rabbim.»
(99)
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: «Rabbim, beni geri
çevirin.»
(100) «Ki,
geride bıraktığım (dünya) da salih amellerde bulunayım.» Asla, gerçekten bu,
yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde,
diriltilip-kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.
(101)
Böylece Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları)
yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını)
soruşturmazlar da.
(102) Artık
kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
(103) Kimin
de tartısı hafif gelirse, işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar,
cehennemde de ebedi olarak kalacak olanlardır.
(104) Ateş,
onların yüzlerini yalayarak-yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış
olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler.
(105)
Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz?
(106)
Dediler ki: «Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi; biz de sapan bir
topluluk imişiz.»
(107)
«Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar, eğer yine (küfre) dönersek, artık
gerçekten zalimler oluruz.»
(108) Der
ki: «Onun içine siniverin ve benimle söyleşmeyin.»
(109) «Çünkü
gerçekten benim kullarımdan bir grup: _ Rabbimiz, iman ettik, sen artık bizi
bağışla ve bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, derlerdi
de,»
(110) «Siz
onları alay konusu edinmiştiniz; öyle ki, size benim zikrimi unutturdular ve
siz onlara gülüp duruyordunuz.»
(111) «Bugün
ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar,
‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenlerdir.»
(112) Dedi
ki: «Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?»
(113)
Dediler ki: «Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.»
(114) Dedi
ki: «Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten siz bir bilseydiniz,»
(115)
«Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve sizin gerçekten bize
döndürülüp-getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?»
(116) Hak
melik olan Allah pek yücedir. Ondan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş’ın
Rabbidir.
(117) Kim
Allah ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (burhan) ı olmaksızın
başka bir ilaha taparsa, artık onun hesabı Rabbinin katındadır. Şüphesiz
küfredenler kurtuluşa eremezler.
(118) Ve de
ki: «Rabbim, bağışla ve merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.»
——————————————————————————–
SECDE SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm Mîm.
(2)
Kendisinde şüphe olmayan bu Kitabın indirilişi alemlerin Rabbi tarafındandır.
(3) Yoksa
onlar: «Bunu uydurdu» mu diyorlar? Hayır, o, Rabbinden olan bir haktır; senden
önce kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelmemiş olan bir kavmi uyarıp-korkutman
için (onu sana indirdik) . Umulur ki hidayet bulurlar.
(4) Allah;
gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra da arşa
istiva etti. Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçi olanınız yoktur.
Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?
(5) Gökten
yere her işi O evirip-düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin
yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.
(6) İşte
gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O’dur.
(7) Ki O,
yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya da bir çamurdan
başlayandır.
(8) Sonra
onun soyunu bir özden (sülale’den), basbayağı bir sudan yapmıştır.
(9) Sonra da
onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak,
gözler ve gönüller var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz?
(10) Dediler
ki: «Biz yer (toprağın için) de yok olup gittikten sonra, gerçekten biz mi yeni
bir yaratılışta bulacakmışız?» Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr
edenlerdir.
(11) De ki:
«Size vekil kılınan ölüm meleği, sizin hayatınıza son verecek, sonra da
Rabbinize döndürülmüş olacaksınız.»
(12)
Suçlu-günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: «Rabbimiz,
gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir
amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız» (diye
yalvaracakları zamanı) bir görsen.
(13) Eğer
biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat benden
çıkan şu söz gerçekleşecektir: «Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan
(küfre sapanlarla) tamamiyle dolduracağım».
(14) Öyleyse
bu (azab gününüzle karşılaşmayı) unutmanıza karşılık olarak azab tadın. Biz de
sizi gerçekten unuttuk; yapmakta olduklarınıza karşılık ebedi azabı tadın.
(15) Bizim
ayetlerimize, ancak onlarla kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar,
Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)
lar iman eder.
(16) Onların
yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku
ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak
ederler.
(17) Artık
hiç bir nefis, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, kendileri için gözler
aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez.
(18)
Öyleyse, iman eden kimse, fasık olan gibi olur mu? Bunlar eşit olmazlar.
(19) İman
eden ve salih amellerde bulunanlar ise, artık onlar için yaptıklarınıza
karşılık olmak üzere, bir ağırlanma konağı olarak barınma cennetleri vardır.
(20) Fasık
olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak
istediklerinde, oraya geri çevrilirler ve onlara: «Kendisini yalanlamakta
olduğunuz ateş azabını tadın» denir.
(21)
Andolsun, biz onlara belki (küfürden İslam’a) dönerler diye o büyük (uhrevi)
azabtan önce, yakın (dünyevi) azabtan da taddıracağız.
(22)
Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra, onlardan yüz çevirenden
zalim kimdir? Gerçekten biz, suçlu-günahkârlardan intikam alıcılarız.
(23)
Andolsun, biz Musa’ya kitabı vermiştik; böylece sen ona kavuşmaktan kuşku
içinde olma. Biz onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık.
(24) Ve
onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten
önderler kıldık; onlar bizim ayetlerimize kesin-bilgiyle inanıyorlardı.
(25) Hiç
şüphe yok, senin Rabbin, ihtilafa düştükleri şeyler konusunda kıyamet günü
aralarında ‘hükmünü verip ayıracaktır’.
(26)
Yurtlarında gezip dolaşmakta oldukları nice kuşakları kendilerinden evvel,
yıkıma uğratmış olmamız, hâlâ onları doğru yola iletip-yöneltmedi mi? Hiç şüphe
yok, bunda ayetler vardır; yine de işitmiyorlar mı?
(27)
Görmüyorlar mı; biz, suyu çorak toprağa sürüyoruz da onunla ekin bitiriyoruz;
ondan hayvanları da, kendileri de yemektedir? Yine de görmüyorlar mı?
(28) Derler
ki: «Eğer doğru söyleyenler iseniz, şu fetih ne zamanmış?»
(29) De ki:
«Fetih günü, küfre sapmakta olanlara (o gün) inanmaları bir yarar sağlamaz ve
onlara bir süre de tanınmaz.»
(30)
Öyleyse, sen onlardan yüz çevir ve bekleyedur; gerçekten onlar da
beklemektedirler.
——————————————————————————–
TÛR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Tûr’a
andolsun,
(2) Satır
(satır) dizili kitaba,
(3) Yayılmış
ince deri üzerine;
(4) Ma’mur
eve,
(5)
Yükseltilmiş tavana,
(6) Kabarıp,
tutuşan denize,
(7) Şüphesiz
senin Rabbinin azabı kesin olarak gerçekleşecek olandır;
(8) Onu
uzaklaştırıp-engel olacak yoktur.
(9) O gün
gök, sarsılıp çalkalanır.
(10) Ve
dağlar bir yürüyüş(le yerlerinden oynayıp) yürür.
(11) İşte o
gün, yalanlayanların vay haline.
(12) Ki
onlar, ‘daldıkları saçma bir uğraşı’ içinde oynayıp-oyalananlardır.
(13)
Cehennem ateşine, ‘küçültücü bir sürüklenme ile’ sürüklenecekleri gün;
(14) (Onlara
şöyle denir:) «İşte sizin yalanlamakta olduğunuz ateş budur.»
(15) «Bu da
bir büyü mü, yoksa siz mi görmüyorsunuz.»
(16) «Girin
ona; artık ister sabredip-dayanın, ister sabretmeyin. Sizin için birdir. Siz
ancak, yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz.»
(17) Hiç
şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler;
(18)
Rablerinin kendilerine verdikleriyle ‘sevinçli ve mutludurlar.’ Rableri,
kendilerini ‘çılgınca yanan cehennemin’ azabından korumuştur.
(19) «Yapmakta
olduklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için.»
(20) Özenle
dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Ve biz onları iri-ceylan
gözlü hurilerle evlendirmişiz.
(21) İman
edenler ve soyları da kendilerini imanda izleyenler (var ya) ; biz onların soylarını
da kendilerine katıp-eklemişiz. Onların amellerinden hiç bir şeyi eksiltmedik.
Her kişi, kendi kazanmakta olduğuna karşılık bir rehindir.
(22)
Onlarla, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten de bol bol verdik.
(23) Orada
bir kadeh kapışır-çekişirler ki, onda, ne ‘boş ve saçma bir söz’, ne de bir
günaha sokma yoktur.
(24)
Kendileri için (görevlendirilmiş hizmetçi) civanlar, etrafında dönüp
dolaşırlar; sanki (her biri) ‘sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl.’
(25) Kimi
kimine dönüp sorarlar;
(26) Dediler
ki: «Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe
edip-korkanlardık.»
(27) «Şimdi
Allah, bize lütufta bulundu ve bizi, ‘hücrelere kadar işleyen kavurucu’ azabdan
korudu.»
(28) «Hiç
şüphesiz, biz bundan önce O’na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol,
esirgemesi çok olanın ta kendisidir.»
(29) Şu
halde sen, öğüt verip-hatırlat; çünkü sen, Rabbinin nimetiyle ne bir kâhinsin,
ne de bir mecnun.
(30) Yoksa
onlar: «Bir şairdir, biz ona zamanın felâketlerini gözlüyoruz» mu diyorlar?
(31) De ki:
«Siz gözetleyip-durun; çünkü ben de sizinle birlikte gözetleyenlerdenim.»
(32) Yoksa
bunu kendilerine saçma-akılları mı emretmektedir? Yoksa kendileri azgın bir
kavim midir?
(33) Yoksa:
«Onu kendisi uydurup-söyledi» mi diyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar.
(34) Şu
halde, eğer doğru sözlüler iseler, onun benzeri bir söz getirsinler.
(35) Yoksa
onlar, hiç bir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi?
(36) Yoksa
gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır; onlar, kesin bir bilgiyle
inanmıyorlar.
(37) Yoksa
Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa üstün güç (her şeyin denetim
ve yönetim) sahipleri kendileri midir?
(38) Yoksa
onların bir merdivenleri mi var (ki) onunla (yükselip en yüce makamda konuşulanları)
dinliyorlar? Öyleyse, dinleyenleri açık bir delil getirsin.
(39) Yoksa
kızlar O’nundur da erkek-çocuklar sizin mi?
(40) Yoksa
sen onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, haksız bir borçtan dolayı onlar, ağır
bir yük altındadırlar?
(41) Yoksa
gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece onlar yazıp duruyorlar?
(42) Yoksa
hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat o küfretmekte olanlar, kendileri
hileli-düzene düşecek olanlardır.
(43) Yoksa
onların, Allah’ın dışında başka bir ilahları mı var? Allah, onların şirk
koşmakta olduklarından yücedir.
(44) Eğer
gökten bir parçanın düşmekte olduğunu görseler bile. «Üst üste
katlanıp-yığılmış bir buluttur.» derler.
(45) Öyleyse
sen onları kendisinde (en dayanılmaz azabla) çarpılacakları günlerine
kavuşuncaya kadar bırak.
(46) O gün,
ne hileli-düzenleri kendilerine herhangi bir şeyle yarar sağlayacak, ne de
kendileri yardım görecekler.
(47) Hiç
şüphe yok, zulmetmekte olanlara, bundan önce de bir azab vardır; ancak onların
çoğu bilmiyorlar.
(48) Artık
sen, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, bizim gözlerimizin
önündesin. Ve her kalkışında da Rabbini hamd ile tesbih et,
(49) Gecenin
bir bölümünde ve yıldızların batışının ardında da O’nu tesbih et.
——————————————————————————–
MÜLK SURESİ
——————————————————————————–
(1) En yüce
ve mübarek olan O’dur ki kâinatın saltanatı elindedir. O her şeye kadirdir.
(2) O, amel
(davranış ve eylem) bakımından hanginiz daha iyi (ve güzel) olacağını denemek
için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
(3) O, biri
diğeriyle ‘tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman
(olan Allah) ın yaratmasında hiç bir çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun?
(4) Sonra
gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu
kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
(5)
Andolsun, biz en yakın olan göğü (dünya göğünü) kandillerle süsleyip-donattık
ve bunları, şeytanlar için taşlama-birimleri (rücûm) kıldık. Onlar için
çılgınca yanan ateşin azabını hazırladık.
(6)
Rablerine (karşı) küfretmekte olanlar için cehennem azabı vardır. Ne kötü dönüş
yeridir o.
(7) İçine
atılıp-bırakıldıkları zaman, o kaynayıp-feveran ederken onun korkunç
homurtusunu işitirler.
(8)
Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine
atıldığında, bekçileri onlara sorar: «Size bir uyarıcı-korkutucu gelmedi mi?»
(9) Onlar:
«Evet» derler. «Bize gerçekten bir uyarıcı-korkutucu geldi. Fakat biz
yalanladık ve: -Allah hiç bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir şaşkınlık
(ve sapıklık) içindesiniz, dedik.»
(10) Ve
derler ki: «Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan
ateşin halkı arasında olmayacaktık.»
(11) Böylece
kendi günahlarını itiraf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına (Allah’ın
rahmetinden) uzaklık olsun.
(12) Gerçek
şu ki, Rablerinden gayb ile (O’nu görmedikleri halde) içleri
titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük
bir ecir vardır.
(13)
Sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun. Şüphesiz O, sinelerin özünde
saklı duranı bilendir.
(14) O,
yarattığını bilmez mi? O, Latif’tir; Habîr’dir.
(15) Sizin
için, yeryüzüne boyun eğdiren O’dur. Şu halde onun omuzlarında yürüyün ve O’nun
rızkından yiyin. Sonunda gidiş O’nadır.
(16) Gökte
olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? Bir bakmışsınız ki, o
(yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır.
(17) Yoksa
gökte olanın üzerinize ‘taş yağdıran (fırtınalı) bir rüzgâr göndermeyeceğinden
emin misiniz? Siz o takdirde benim uyarmam nasılmış bilip-öğreneceksiniz.
(18)
Andolsun, kendilerinden öncekiler de yalanladı. Fakat beni inkâr (etmelerine
karşılık verdiğim azab) nasılmış?
(19) Onlar,
üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları
Rahman (olan Allah’) tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi
hakkıyla görendir.
(20) Rahmana
karşı size yardım edecek olan kimmiş? Şu sizin ordunuz mu? Kâfirler yalnızca
bir gurur (kesin bir aldanış) içindedirler.
(21) Eğer O,
rızkını tutup-kesecek olsa, sizin rızkınızı verecek olan kimmiş? Hayır; onlar,
bir azgınlık ve nefret içinde inatla direnmektedirler.
(22) Şu
halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol
üzerinde dümdüz yürümekte olan mı?
(23) De ki:
«Sizi inşa edip-yaratan, size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne kadar
az şükrediyorsunuz?»
(24) De ki:
«Sizi yeryüzünde üretip-türeten O’dur. Siz O’na toplanıp götürüleceksiniz.»
(25) Derler
ki: «Eğer siz doğru sözlüler iseniz, şu tehdit (ettiğiniz azab) ne zamanmış?»
(26) De ki:
«(Bununla ilgili) Bilgi ancak Allah’ın katındadır. Ben ancak apaçık olan bir
uyarıcı-korkutucuyum.»
(27) Nihayet
onu pek yakında gördüklerinde, o küfretmekte olanların yüzleri kötüleşip-karardı.
Ve: «İşte bu, sizin (gerçekleşmeyecek diye) öne sürüp durduğunuz şeydir»
denildi.
(28) De ki:
«Haber verir misiniz; eğer Allah, beni ve benimle birlikte olanları yıkıma
uğratır ya da bizi esirgerse, (peki) bu durumda kâfirleri acıklı bir azabtan
kurtaracak olan kimdir?»
(29) De ki:
«O (Allah) Rahman olan (bizi esirgeyip koruyan) dır; biz O’na iman ettik ve
O’na tevekkül ettik. Artık siz kimin açıkça bir şaşkınlık (ve sapıklık) içinde
olduğunu pek yakında bilip-öğreneceksiniz.»
(30) De ki:
«Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine göçüverecek olursa, bu durumda kim size
bir akar su kaynağı getirebilir?
——————————————————————————–
HÂKKA SURESİ
——————————————————————————–
(1) ‘Elbette
gerçekleşecek olan’ (kıyamet),
(2) Nedir o
‘muhakkak gerçekleşecek olan?’
(3) O
gerçekleşecek olanı (kıyameti) sana bildiren nedir?
(4) Semûd ve
Ad (toplumları), ‘mutlaka patlak verecek kıyameti yalan saydılar.
(5) Bu
nedenle Semûd (halkı) korkunç bir sesle helak edildi.
(6) Ad
(halkın) a gelince; onlar da, uğultulu yüklü, azgın bir kasırga ile helak
edildiler.
(7) (Allah)
Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin onların üzerine musallat etti.
Öyle ki, o kavmi, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi onların çarpılıp
yere yıkıldığını görürsün.
(8) Şimdi
onlardan hiç arta kalan (bir şey) görüyor musun?
(9) Firavun
(kavmi), ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı da hep) o hata ile
(tarih sahnesine) geldiler.
(10) Böylece
Rablerinin elçisine isyan ettiler. Bu yüzden onları, şiddeti gittikçe artan bir
yakalayışla yakaladı.
(11) Gerçek
şu ki, su taştığı zaman, o gemide biz sizi taşıdık:
(12) Öyle
ki, onu sizlere bir ibret (hatırlatma ve öğüt) kılalım. ‘Gerçeği belleyip
kavrayabilen’ kullar da onu belleyip-kavrasın.
(13) Artık
sur’a tek bir üfürülüşle üfürüleceği,
(14) Yeryüzü
ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından da tek bir çarpma ile
birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman.
(15) İşte o
gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vuku bulmuş (gerçekleşmiş) tur.
(16) Gök de
yarılıp-çatlamıştır: artık o gün, ‘sarkmış-za’fa uğramıştır.’
(17)
Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da
üstünde sekiz (melek) taşır.
(18) Siz o
gün arzolunursunuz; sizden yana hiç bir gizli (şey), gizli kalmaz.
(19) Artık
kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: «Alın, kitabımı okuyun.»
(20) «Çünkü
ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış) tım.»
(21) Artık
o, hoşnut bir yaşama içindedir.
(22) Yüksek
bir cennette.
(23)
Devşirilecek (meyve ve eşsiz ürün) leri pek yakındır.
(24) «Geride
kalan günlerde, ‘peşin olarak sunduklarınıza karşılık olmak üzere,’ afiyetle
yiyin ve için.»
(25) Kitabı
sol eline verilen ise; o da, der ki: «Bana keşke kitabım verilmeseydi.»
(26)
«Hesabımı da hiç bilmeseydim.»
(27) «Keşke
o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi.
(28) «Malım
bana hiç bir yarar sağlayamadı.»
(29) «Güç ve
kudretim de yok olup gitti.»
(30) (Allah
buyruk verir:) «Onu tutuklayın, hemen bağlayıverin.»
(31) «Sonra
onu çılgın alevlerin içine atın.»
(32) «Daha
sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin.»
(33) «Çünkü,
o, büyük olan Allah’a iman etmiyordu.»
(34)
«Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı.»
(35) «Bundan
dolayı bugün, kendisine hiç bir sıcak dost yoktur.»
(36) «İrin
ve kan karışmadan başka bir yemek yoktur.»
(37) «Bunu
da, hata edenlerden başkası yemez.»
(38) Hayır;
gördüklerinize yemin ederim,
(39)
Görmediklerinize de.
(40) Hiç
şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
(41) O, bir
şairin sözü değildir. Ne kadar az inaniyorsunuz?
(42) Bir
kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
(43)
Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
(44) Eğer o,
bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı,
(45)
Muhakkak onun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
(46) Sonra
onun can damarını elbette keserdik.
(47) O
zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden
engelleyip-uzaklaştıramazdı.
(48) Çünkü o
(Kur’an, Allah’tan sakınan) muttakiler için bir öğüttür.
(49) Elbette
biz, içinizde yalanlayanların bulunduğunu biliyoruz.
(50) Gerçekten
o (Kur’an), kafirler için (kahırlı) bir hasrettir.
(51) Ve
şüphesiz o, kesin bir gerçektir (hakku’l-yakin).
(52)
Öyleyse, büyük Rabbini ismiyle tesbih et.
——————————————————————————–
MEÂRİC SURESİ
——————————————————————————–
(1) İstekte
bulunan biri, (muhakkak) gerçekleşecek olan bir azabı istedi.
(2) Kafirler
için olan, bu (azabı) geri çevirecek kimse yoktur.
(3) (Bu
azab) Yüce makamlar sahibi olan Allah’tandır.
(4) Melekler
ve ruh (Cebrail) O’nun huzuruna bir günde çıkarlar ki onun miktarı elli bin
yıldır.
(5) Şu
halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.
(6) Çünkü
gerçekten onlar, bunu uzak görmektedirler.
(7) Biz ise,
onu pek yakın görmekteyiz.
(8) (O azab
geleceği) O gün gök, erimiş gümüş gibi olur.
(9) Dağlar
da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak.
(10) (Böyle
bir günde) Hiç bir yakın dost bir yakın-dostu sormaz.
(11) Onlar
birbirlerine gösterirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabını karşılık olmak
üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;
(12) Kendi
eşini ve kardeşini,
(13) Ve onu
barındıran aşiretini (soyunun hepsini) de;
(14)
Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de) ; sonra bir kurtulsa.
(15) Hayır;
(böyle fidyeler kabul edilmez.) Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan
ateştir:
(16) Başın
derisini kavurup-soyar.
(17) Yüz çevirip
arkasını döneni çağırır-durur.
(18)
(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı.
(19) Gerçek
şu ki, insan, ‘bencil ve haris’ olarak yaratıldı.
(20)
Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.
(21) Ona bir
hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder) .
(22) Ancak
namaz kılanlar hariç;
(23) Ki
onlar, namazlarında süreklidirler.
(24) Ve
onların mallarında belirli bir hak vardır.
(25) Yoksul
ve yoksun olan(lar) için.
(26) Onlar,
din gününü de tasdik etmektedirler.
(27) Onlar,
Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar.
(28)
Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz.
(29) Ve
onlar, ırzlarını (ferç) korurlar:
(30) Ancak
kendi eşleri ya da sağ-ellerinin malik olduğu başka; çünkü onlar (bunlardan
dolayı) kınanmazlar.
(31) Fakat
bunun ötesini arayanlar, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.
(32) (Bir
de) Onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyyen) riayet
edenlerdir.
(33)
Şahidliklerinde de dosdoğru davrananlardır.
(34) Namazlarını
(titizlikle) koruyanlardır.
(35) İşte
onlar, cennetler içinde ağırlananlardır.
(36) Şimdi
küfretmekte olanlara ne oluyor ki, boyunlarını sana uzatıp koşuyorlar.
(37) Sağ
yandan ve sol yandan bölükler halinde.
(38)
Onlardan her biri, nimetlerle donatılmış cennete gireceğini mi umuyor (tamah
ediyor) ?
(39) Hayır,
doğrusu biz onları bildikleri şeyden yarattık.
(40) Artık,
doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; biz gerçekten güç yetirenleriz;
(41) Onların
yerine kendilerinden daha hayırlılarını getirip-değiştirmeğe. Üstelik bizim
önümüze geçilemez.
(42) Şu
halde sen, kendilerine vadedilen (azab) günlerine kavuşuncaya kadar onları
bırak; dalıp-oynasınlar, oyalansınlar.
(43)
Kabirlerinden koşarcasına çıkacakları gün, sanki onlar dikili birşeye yönelmişler
gibidirler.
(44) Gözleri
‘korkudan ve dehşetten düşük,’ yüzlerini de bir zillet sarıp-kaplamış; işte bu,
kendilerine vadedilmekte olan (kıyamet ve azab) günüdür.
——————————————————————————-
NEBE SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Birbirlerine hangi şeyi sorup duruyorlar?
(2) O büyük
haberi mi?
(3) Ki
kendileri hakkında anlaşmazlık içindedirler.
(4) Hayır,
yakında bileceklerdir.
(5) Yine
hayır; yakında bileceklerdir.
(6) Biz,
yeryüzünü bir döşek kılmadık mı?
(7) Dağları
da birer kazık?
(8) Sizi çift
çift yarattık.
(9) Uykunuzu
bir dinlenme yaptık.
(10) Geceyi
bir örtü yaptık.
(11) Gündüzü
bir geçim-vakti kıldık.
(12) Sizin
üstünüze de sapasağlam yedi-gök bina ettik.
(13)
Parıldadıkça parıldayan bir kandil (güneş) kıldık.
(14) Sıkıp
suyu çıkaran (bulut) lardan da ‘bardaktan boşanırcasına bir su’ indirdik.
(15) Bununla
taneler ve bitkiler bitirip-çıkaralım diye
(16) Ve
birbirine sarmaş-dolaş bahçeleri de.
(17)
Şüphesiz o hüküm (fasl) günü, belirlenmiş bir vakittir.
(18) Sur’a
üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz.
(19) O
sırada gök açılmış ve kapı kapı olmuştur.
(20) Dağlar
yürütülmüş, artık bir serab oluvermiştir.
(21)
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir.
(22)
Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir.
(23) Bütün
zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.
(24) Orada
ne serinlik tadacaklar, ne de bir içecek.
(25) Kaynar
sudan ve irinden başka.
(26)
(İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak,
(27) Doğrusu
onlar, hesaba-çekileceklerini ummuyorlardı.
(28) Bizim
ayetlerimizi de yalanlayabildikleri kadar yalanlıyorlardı.
(29) Oysa
biz, her şeyi yazıp saymışızdır.
(30) Şimdi
tadın. Size artık azabtan başkasını artırmayacağız;
(31) Gerçek
şu ki, muttakiler için ‘bir kurtuluş ve mutluluk’ vardır.
(32) Nice
bahçeler ve üzüm bağları.
(33) Göğüsleri
henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
(34) Dopdolu
kadehler.
(35) İçinde,
ne ‘boş ve saçma bir söz’ işitirler, ne bir yalan.
(36)
Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu) .
(37)
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Rahman olan (Allah) ; ona
hitap etmeye güç yetiremezler.
(38) Ruh ve
meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman’ın kendilerine izin
verdikleri dışında olanlar, konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu
söyleyecektir.
(39) İşte
bu, hak olan gündür. Şu halde dileyen Rabbine bir dönüş-yolu edinsin.
(40)
Gerçekten biz sizi yakın bir azab ile uyarıp-korkuttuk. Kişinin kendi ellerinin
önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan da; «Ah, keşke ben bir
toprak oluverseydim» diyecek.
——————————————————————————–
NÂZİÂT SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ta en
derinden acıyla sökerek çıkaranlara andolsun.
(2)
Yumuşacık çekip alanlara,
(3) Yüzdükçe
yüzerek gidenlere,
(4) Öncü
olarak yarışıp geçenlere,
(5) Derken
işi bir düzen içinde evirip çevirenlere.
(6) O
sarsıntının sarsacağı gün,
(7)
Arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek.
(8) O gün
yürekler (dehşet içinde) hoplayacak.
(9) Gözler
de zillet içinde düşecek.
(10)
Kendileri; derler ki: «Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip)
döndürüleceğiz?»
(11) «Biz
çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?»
(12) Dediler
ki: «Şu durumda, zararına bir dönüştür bu.»
(13) Oysa
bu, yalnızca tek bir haykırıştır.
(14) Bir de
bakarsın ki, onlar, yerin üstündedirler.
(15)
Musa’nın haberi sana geldi mi?
(16) Hani
Rabbi ona, kutsal vadi Tuva’da seslenmişti:
(17)
«Firavun’a git; çünkü o, azdı.»
(18) «Ona de
ki: -Temizlenme isteğin var mı?»
(19) «Seni
Rabbine yönelteyim, böylece (O’ndan) korkmuş olursun.»
(20) (Musa)
Ona büyük mucizeyi gösterdi.
(21) Fakat
o, yalanladı ve isyan etti.
(22) Sonra
da (karşıt olarak) çaba harcayıp sırtını döndü.
(23) Sonunda
(yardımcı güçlerini) topladı, seslendi;
(24) Dedi
ki: «Sizin en yüce Rabbiniz benim.»
(25)
Böylelikle Allah (c.c.) onu, ahiret ve dünya azabıyla yakaladı.
(26)
Gerçekten bundan, ‘içi titreyerek korkacak’ olan bir kimse için elbette bir
ibret (ders) vardır.
(27)
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina
etmiştir.
(28) Onun
boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
(29) Gecesini
kararttı, kuşluğunu açığa-çıkardı.
(30) Bundan
sonra yeryüzünü serip döşedi.
(31) Ondan
da suyunu ve otlağını çıkardı.
(32)
Dağlarını dikip-oturttu;
(33) Size ve
hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere.
(34) Ancak
o, ‘her şeyi batırıp gömen büyük-felâket (kıyamet) ‘ geldiği zaman.
(35) O gün,
insan, neye çaba harcadığını düşünüp-anlar?
(36)
Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir.
(37) Artık
kim taşkınlık edip-azarsa,
(38) Ve
dünya hayatını seçerse,
(39) Hiç
şüphesiz cehennem, (onun için) bir barınma yeridir.
(40) Kim de
Rabbinin makamından korkar ve nefsi de heva (istek ve tutkular) dan
sakındırırsa,
(41) Artık
şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.
(42) «O ne
zaman demir atacak?» diye, sana kıyamet-saatini soruyorlar.
(43) Onunla
ilgili bilgi vermekten yana, sende ne var ki…
(44) En
sonunda o (ve onunla ilgili bilgi), Rabbine aittir.
(45) Sen,
yalnızca ondan ‘içi titreyerek korkmakta’ olanlar için bir uyarıp-korkutansın.
(46)
Kendileri onu gördükleri gün, sanki onlar, bir akşam veya bir kuşluk-vaktinden
başkasını yaşamamış gibidirler.
——————————————————————————–
İNFİTÂR
SURESİ
——————————————————————————–
(1) Gök,
çatlayıp-yarıldığı zaman,
(2)
Yıldızlar, dağılıp-yayıldığı zaman,
(3)
Denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman,
(4) Ve
kabirlerin içi ‘deşilip dışa atıldığı’ zaman;
(5) (Artık
her) Nefis, önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir.
(6) Ey
insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir?
(7) Ki O,
seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim verdi’ ve seni itidal üzere kıldı.
(8) Dilediği
bir surette seni tertib etti.
(9) Asla,
Hayır; siz dini yalanlıyorsunuz;
(10) Oysa
gerçekten sizin üzerinizde koruyucular var,
(11)
‘Şerefli-üstün’ yazıcılar.
(12) Her
yapmakta olduğunuzu bilirler.
(13) Hiç
şüphesiz ebrar olanlar, elbette nimetler(le donatılmış cennetler) içindedirler.
(14) Ve hiç
şüphesiz facir (kötü) olanlar da, elbette çılgınca yanan ateşin içindedirler.
(15) Onlar,
din günü oraya yollanırlar.
(16) Ve
kendileri ondan ayrılıp-kaybolacaklar değildirler.
(17) Din
gününü sana bildiren şey nedir?
(18) Ve yine
din gününü sana bildiren şey nedir?
(19) Hiç bir
nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir
yalnızca Allah’ındır.
——————————————————————————–
İNŞIKAK SURESİ
——————————————————————————–
(1) Gök,
yarılıp-parçalandığı,
(2) Ve
‘kendi yaratılış gereğine uygun’ olarak Rabbine boyun eğdiği zaman;
(3) Yer,
düzlendiği,
(4) İçinde
olanları dışa atıp boşaldığı
(5) Ve
‘kendi yaratılış gereğine uygun’ olarak Rabbine boyun eğdiği zaman.
(6) Ey
insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp
durmaktasın; sonunda O’na varacaksın.
(7) Artık
kimin kitabı sağ yanından verilirse,
(8) O, kolay
bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek,
(9) Ve kendi
yakınlarına da sevinç içinde dönmüş olacaktır.
(10) Kimin
de kitabı ardından verilirse,
(11) O da,
helâk (yok olmay) ı çağıracak,
(12) Çılgın
alevli ateşe girecek.
(13) Çünkü
o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi.
(14) Doğrusu
o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı.
(15) Hayır;
gerçekten onun Rabbi, kendisini çok iyi görendi.
(16) Yoo,
şafak-vaktine yemin ederim,
(17) Geceye
ve toplayıp-taşıdığı şeylere,
(18)
Ondördüne girdiği zaman aya;
(19) Siz,
gerçekten tabakadan tabakaya bineceksiniz.
(20) Şu
halde onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar?
(21)
Kendilerine Kur’an okunduğunda secde etmiyorlar.
(22)
Tersine, o nankörler, yalanlıyorlar.
(23) Oysa
Allah, onların içlerinde saklı tutmakta olduklarını daha iyi bilendir.
(24) Bu
durumda sen, onlara acıklı bir azab ile müjde ver.
(25) Ancak
iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir
ecir (mükâfat) vardır.
——————————————————————————–
RÛM SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Mîm.
(2) Rum
(orduları) yenilgiye uğradı.
(3) Yakın
bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.
(4) Birkaç
yıl içinde. Bundan önce de, bundan sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün
mü’minler sevineceklerdir.
(5) Allah’ın
yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(6) (Bu,)
Allah’ın vâdidir; Allah vâdinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.
(7) Onlar,
dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil
olanlardır.
(8) Kendi
nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında
olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır.
Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
(9)
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir
sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün
idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar)
ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri
de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu, ancak
onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
(10) Sonra
kötülük yapanların uğradıkları son, Allah’ın ayetlerini yalan saymaları ve
onları alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü oldu.
(11) Allah,
yaratmayı başlatır, sonra onu iade eder, sonra da siz O’na döndürülürsünüz.
(12) Kıyamet
saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar umutsuzca yıkılırlar.
(13)
(Allah’a eş koştukları) Ortaklarından kendilerine şefaatçi olan yoktur; onlar,
ortaklarını da inkâr etmektedirler.
(14) Kıyamet
saatinin kopacağı gün, (mü’minlerle kâfirler birbirlerinden) ayrılırlar.
(15) Böylece
iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde’
‘sevinç içinde ağırlanırlar.’
(16) Ancak
küfre sapıp ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayanlar ise; artık onlar
da azab için hazır bulundurulurlar.
(17) Öyleyse
akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah’ı tesbih edip (yüceltin)
.
(18) Hamd
O’nundur; göklerde de, yerde de, günün sonunda da ve öğleye erdiğiniz vakit de.
(19) O
ölüden diriyi çıkarır ve diriden de ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri
diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.
(20) Sizi
topraktan yaratmış bulunması, O’nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her
yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.
(21) Onda
‘sükûn bulup-durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve
aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok
bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
(22)
Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve
değişik) olması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, alimler için
gerçekten ayetler vardır.
(23)
Geceleyin ve, gündüzün uyumanız ile O’nun lütfundan (geçiminizi temin için
rızkınızı) aramanız, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için
gerçekten ayetler vardır.
(24) Size
bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek
suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O’nun ayetlerindendir. Hiç
şüphe yok bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
(25) Göğün
ve yerin O’nun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde)
durması da, O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir
(kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki)
çıkarılmışsınız.
(26)
Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur; hepsi O’na ‘gönülden boyun eğmiş’
bulunmaktadırlar.
(27)
Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur; bu O’na göre pek
kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O’nundur. O, güçlü ve üstün olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir.
(28) Size
kendi nefislerinizden bir örnek verdi: Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde,
sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden
korktuğunuz gibi kendilerinden de korkmakta olduğunuz (veya çekinip saygı
duyduğunuz) ortaklar var mıdır? İşte biz, aklını kullanabilen bir kavim için
ayetleri böyle birer birer açıklarız.
(29) Hayır,
zulmetmekte olanlar, hiç bir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)
larına uymuşlardır. Allah’ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiç
bir yardımcıları yoktur.
(30) O halde
(ey Peygamber ve Peygamber’e uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine
çevir, Allah’ın fıtratına çevir ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.
Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu
bilmezler.
(31)
‘Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının,
dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın.
(32) (O
müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça
olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp-sevinç duymaktadır.
(33)
İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, ‘gönülden katıksız bağlılar’ olarak,
Rablerine dua ederler, sonra kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik
onlardan bir grup Rablerine şirk koşarlar.
(34)
Kendilerine (nimet olarak) verdiklerimize nankörlük etsinler diye. Öyleyse
metalanıp-yararlanın, artık yakında bileceksiniz.
(35) Yoksa
biz, onlara ispatlı bir delil indirdik de, o mu O’na ortak koşmalarını
söylüyor?
(36) Biz
insanlara bir rahmet taddırdığımız zaman, onunla sevinirler; kendi ellerinin
takdim ettiği dolayısıyla onlara bir kötülük isabet ettiğinde de, hemen
umutsuzluğa kapılıverirler.
(37) Onlar
görmüyorlar mı ki, Allah, dilediğine rızkı yayıp-genişletir ve kısar da. Hiç
şüphe yok bunda, iman etmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
(38) Öyleyse
yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da. Allah’ın yüzünü (rızasını)
istemekte olanlar için bu daha hayırlıdır ve felaha erenler de onlardır.
(39)
İnsanların mallarında artsın diye, vermekte olduğunuz faiz Allah katında
artmaz. Ama Allah’ın yüzünü (rızasını) isteyerek vermekte olduğunuz zekat ise,
işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır.
(40) Allah;
sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra da sizi öldürmekte, daha sonra da
sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı?
O, şirk koşmakta olduklarından münezzeh ve yücedir.
(41)
İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad
ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yapmakta olduklarının bir
kısmını kendilerine taddırmaktadır.
(42) De ki:
«Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıkarını
görün. Onların çoğu müşrik olanlardır.»
(43) Öyleyse
sen, Allah’tan (bir takdir olarak) geri çevrilmesi mümkün olmayan gün gelmeden
önce, yüzünü dimdik ayakta duran dine çevir. O gün onlar parça parça
bölünecekler.
(44) Kum
küfre saparsa, artık onun küfrü kendi aleyhinedir; kim de salih bir amelde
bulunursa, artık onlarda kendi lehlerine olarak (cennetteki yerlerini) döşeyip
hazırlamaktadırlar.
(45) (Bu,
Allah’ın) Kendi fazlından olarak iman edip salih amellerde bulunanları
ödüllendirmesi içindir. Hiç şüphe yok O, kâfirleri sevmez.
(46) Size
kendi rahmetinden taddırması, emriyle gemileri yürütmesi ve O’nun fazlından
(rızkınızı) aramanız ile umulur ki şükretmeniz için, rüzgârları müjde vericiler
olarak göndermesi, O’nun ayetlerindendir.
(47)
Andolsun, biz senden önce kendi kavimlerine peygamberler gönderdik de onlara
apaçık belgeler getirdiler; böylece biz de suçlu-günahkârlardan intikam aldık.
İman etmekte olanlara yardım etmek ise, bizim üzerimizde bir haktır.
(48) Allah,
rüzgârları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte
yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp
çıktığını görürsün. Sonunda kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince
kapılıverirler.
(49) Oysa
onlar, bundan önce (yağmurun) üzerlerine inmesinden evvel umutlarını
kesmişlerdi.
(50) Şimdi
Allah’ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl
diriltmektedir? Hiç şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye
güç yetirendir.
(51)
Andolsun, biz bir rüzgâr göndersek de onu(n ekinini) sararmış görseler, mutlaka
onun ardından nankörlük ederler.
(52) Şimdi
sen, ölülere (söz) duyuramazsın ve arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrıyı
duyuramazsın.
(53) Ve sen
kendi sapıklıkları içinde kör olanları da doğruya iletici değilsin. Sen
yalnızca, bizim ayetlerimize iman etmekte olanlara duyurabilirsin ki onlar
Müslümanlardır.
(54) Allah,
sizi bir za’ftan yarattı, sonra (bu) za’fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra da
bu kuvvetin ardından da bir za’f ve yaşlılık verdi. Dilediğini yaratmaktadır.
O, bilendir, güç yetirendir.
(55)
Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar, tek bir saatin dışında (dünya
hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.
(56)
Kendilerine ilim ve iman verilenler ise, dediler ki: «Andolsun, siz Allah’ın
Kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu da
dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz.»
(57) Artık o
gün, zulmetmekte olanların ne mazeretleri bir yarar sağlayacak ve ne de
(Allah’tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir.
(58)
Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her örneği gösterdik. Hiç tartışmasız,
sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o küfre sapanlar, mutlaka: «Siz ancak
muptil olanlardan başkası değilsiniz» derler.
(59) İşte
Allah, bilmeyenlerin kalblerini böyle damgalamaktadır.
(60) Öyleyse
sen sabret; hiç şüphesiz Allah’ın Va’di haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar da
sakın seni telâşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler.
——————————————————————————–
ANKEBÛT SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Mîm.
(2)
İnsanlar, (yalnızca) «İman ettik» diyerek, sınanmadan bırakılıverecekerini mi
sandılar?
(3)
Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik, Allah, gerçekten doğruları da
bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.
(4) Yoksa
kötülükleri yapanlar, bizi (aşıp) geçeceklerini mi sandılar? Ne kötü hükmediyorlar?
(5) Kim
Allah’a kavuşmayı umuyorsa hiç şüphesiz Allah’ın (tesbit ettiği) süresi
yaklaşarak-gelmektedir. O, işitendir, bilendir.
(6) Kim
cihad ederse, yalnızca kendi nefsi için cihad etmiş olur. Hiç şüphe yok Allah,
alemlerden müstağnidir.
(7) İman
edip salih amellerde bulunanlar ise; biz hiç şüphesiz onların kötülüklerini
örteceğiz ve hiç şüphesiz onlara yapmakta olduklarının en güzeliyle karşılık
vereceğiz.
(8) Biz
insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik.
Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle bana ortak koşman için sana karşı
çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır.
Artık yapmakta olduklarınızı size ben haber vereceğim.
(9) İman
edip salih amellerde bulunanlar ise; biz elbette onları salihlerin arasına
katacağız.
(10)
İnsanlardan öylesi vardır ki, «Allah’a iman ettik» der; fakat Allah uğruna
eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini
Allah’ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden ‘bir yardım ve zafer’ gelirse,
andolsun: «Biz gerçekten sizlerle birlikteydik» demektedirler. Oysa Allah,
âlemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?
(11) Allah
muhakkak iman edenleri de bilmekte ve muhakkak münafıkları da bilmektedir.
(12) Küfre
sapanlar, iman etmekte olanlara dedi ki: «Siz bizim yolumuzu izleyin, sizin
hatalarınızı biz yüklenelim.» Oysa kendileri, onların hatalarından hiç bir şeyi
yüklenecek değiller. Gerçekten onlar, elbette yalancılardır.
(13)
Şüphesiz onlar, hem kendi yüklerini, hem de kendi yükleriyle birlikte başka
yükleri de yüklenecekler ve kıyamet günü, düzüp uydurmakta olduklarına karşı
sorguya çekileceklerdir.
(14)
Andolsun, biz Nuh’u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik o da içlerinde
elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulmetmekte devam
ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.
(15) Böylece
biz onu da, gemi halkını da kurtardık ve bunu alemlere bir ayet (kendisinden
ders çıkarılacak bir olay) kılmış oldu.
(16) İbrahim
de; hani kavmine demişti ki: «Allah’a kulluk edin ve O’ndan korkup-sakının,
eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.»
(17) «Siz
yalnızca Allah’tan başka birtakım putlara topmakta ve birtakım yalanlar
uydurmaktasınız. Gerçek şu ki, sizin Allah’tan başka tapmakta olduklarınız, size
rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah’ın katında arayın, O’na
kulluk edin ve O’na şükredin. Siz O’na döndürüleceksiniz.»
(18) «Eğer
yalanlarsanız, sizden önceki ümmetler de (peygamberlerin çağrısını)
yalanlamışlardır. Peygambere düşen ise, yalnızca apaçık bir tebliğdir.»
(19) Onlar
görmediler mi ki, Allah yaratmaya nasıl başlıyor, sonra onu iade ediyor? Hiç
şüphe yok, bu Allah’a göre kolaydır.
(20) De ki:
«Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın,
sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip-yaratacaktır.
Hiç şüphe yok Allah, her şeye güç yetirendir.
(21)
Dilediğini azablandırır, dilediğine merhamet eder. O’na
çevrilip-götürüleceksiniz.
(22) Siz
yerde de, gökte de (Allah’ı) aciz bırakamazsınız. Sizin Allah’ın dışında
veliniz yoktur, yardım edeninizde yoktur.
(23)
Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı ‘yok sayıp küfre sapanlar’; işte onlar,
benim rahmetimden umut kesmişlerdir ve işte onlar, acıklı azab da onlarındır.
(24) Bunun
üzerine kendi kavminin (İbrahim’e) cevabı yalnızca: «Onu öldürün ya da yakın»
demek oldu. Böylece Allah da onu ateşten kurtardı. Şühesiz bunda, iman etmekte
olan bir kavim için ayetler vardır.
(25)
(İbrahim) Dedi ki: «Siz gerçekten, Allah’ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir
sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, bir kısmınız
bir kısmınızı inkâr edip-tanınmayacak ve bir kısmınız bir kısmınıza lanet
edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiç bir yardımcınız da yoktur.»
(26) Bunun üzerine
Lût ona iman etti ve dedi ki: «Gerçekten ben, Rabbime hicret edeceğim. Çünkü
şüphesiz O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.»
(27) Biz ona
İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik ve onun soyunda (seçtiklerimize) peygamberliği
ve kitabı (vahy ihsanı) kıldık; ecrini de dünyada verdik. Şüphesiz o, ahirette
salih olanlardandır.
(28) Lût da;
hani kavmine demişti: «Siz gerçekten, sizden önce alemlerden hiç kimsenin
yapmadığı ‘çirkin bir utanmazlığı’ getiriyorsunuz.»
(29) «Siz,
(yine de) erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve bir araya gelişlerinizde
çirkinlikler yapacak mısınız?» Bunun üzerine kendi kavminin cebabı yalnızca:
«Eğer doğru söylemekte olanlardan isen, bize Allah’ın azabını getir» demek
oldu.
(30) Dedi
ki: «Rabbim, fesat çıkarmakta olan (bu) kavme karşı bana yardım et.»
(31) Bizim
elçilerimiz İbrahim’e bir müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: «Gerçek şu
ki, biz bu ülkenin halkını yıkama uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim oldular.»
(32) Dedi
ki: «Onun içinde Lût da vardır.» Dediler ki: «Onun içinde kimin olduğunu biz
daha iyi bilmekteyiz. Kendi karısı dışında, onu da, ailesini de muhakkak
kurtaracağız. O (karısı) arkada kalacak olanlardandır.»
(33)
Elçilerimiz Lût’a geldikleri zaman, o, bunlar dolayısıyla kötüleşti ve bunlar
dolayısıyla içi daraldı. Dediler ki: «Korkuya düşme ve hüzne kapılma. Karın
dışında, seni de, aileni de muhakkak kurtaracağız. O ise, arkada kalacak
olanlardandır.»
(34)
«Şüphesiz biz, fasıklık yapmalarından dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten
iğrenç bir azab indireceğiz.»
(35)
Andolsun, biz akledebilecek bir kavim için oradan apaçık bir ayet
bırakmışızdır.
(36)
Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik) Böylece dedi ki: «Ey kavmim, Allah’a
kulluk edin ve ahiret gününü umud edir ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık
çıkarmayın.»
(37) Ancak
onu yalanladılar, bunun üzerine onları amansız bir sarsıntı yakalayıverdi,
böylelikle kendi yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar.
(38) Âd’ı ve
Semûd’u da (yıkıma uğrattık) . Gerçek şu ki, kendi oturdukları yerlerden size
(durumları) belli olmaktadır. Kendi yapmakta olduklarını şeytan onlara
süsleyip-çekici kıldı, böylece onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen
kimselerdi.
(39)
Karûn’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (yıkıma uğrattık) . Andolsun, Musa onlara
apaçık delillerle gelmişti, ancak onlar yeryüzünde büyüklendiler. Oysa onlar
(azabtan kurtulup) geçecek değillerdi.
(40) İşte
biz, onların her birini kendi günahıyla yakalayıverdik. Böylece onlardan
kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi,
kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmedici
değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
(41)
Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği,kendine ev edinen örümcek
örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir
bilselerdi.
(42) Allah,
kendi dışında hangi şeye tapmakta olduklarını şüphesiz bilmektedir. O, güçlü ve
üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(43) İşte bu
örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara
akıl erdirmez.
(44) Allah,
gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Hiç şüphe yok, bunda iman etmekte olanlar
için bir ayet vardır.
(45) Sana
Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin
utanmazlıklar (fahşa) dan ve kötülüklerden vazgeçirir. Allah’ı zikretmek ise
muhakkak en büyük (ibadet) tür. Allah, yapmakta olduklarınızı bilmektedir.
(46)
İçlerinde zulmetmekte olanları hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan
bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: «Bize indirilene ve, size
indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınızda birdir ve biz O’na
teslim olmuş olanlarız.»
(47) İşte
biz sana böyle bir Kitap indirdik. Bundan dolayı kendilerine Kitap
verdiklerimiz ona iman etmektedirler. Bunlar (putatapıcılar) dan da ona iman
edecek olanlar vardır. Küfre sapanlardan başkası bizim ayetlerimizi inkâr
etmez.
(48) Bundan
önce sen hiç bir kitap okuyan değildin ve onu sağ elinle de yazmıyordun. Böyle
olsaydı, batılda olanlar kuşkuya kapılırlardı.
(49) Hayır,
o, kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde apaçık olan ayetlerdir.
Zulmetmekte olanlardan başkası, bizim ayetlerimizi inkâr etmez.
(50) Dediler
ki: «Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?» De
ki: «Ayetler yalnızca Allah’ın katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir
uyarıcı-korkutucuyum.»
(51)
Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Hiç şüphe
yok, bunda iman etmekte olan bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt
(zikir) vardır.
(52) De ki:
«Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı
bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkâr edip-küfredenler ise, işte onlar hüsrana
uğrayanlardır.»
(53) Azab
konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel
(tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azab gelmiş olurdu. Fakat
kendileri şuurunda olmadan o, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir.
(54) Azab
konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Oysa cehennem, o küfre
sapanları gerçekten kuşatıp-durmaktadır.
(55) Azabın
onları kendi üstlerinden ve ayaklarının altından kaplayacağı gün (Allah) :
«Yapmakta olduklarınızı tadın» der.
(56) Ey iman
etmekte olan kullarım, hiç şüphesiz benim arzım geniştir; artık yalnızca bana
ibadet edin.
(57) Her
nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz.
(58) İman
edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedî kalıcılar olarak,
altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz.
(Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.
(59) Ki
onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.
(60) Kendi
rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki, onu da, sizi de Allah
rızıklandırmaktadır. O, işitendir, bilendir.
(61)
Andolsun, onlara: «Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amede
kıldı?» diye soracak olursan, şüphesiz: «Allah» diyecekler. Şu halde nasıl
oluyor da çevriliyorlar?
(62) Allah,
kullarından dilediğine rızkı yayıp-genişletir, onu kısar da. Hiç şüphe yok
Allah, her şeyi bilendir.
(63)
Andolsun onlara: «Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü dirilten
kimdir?» diye soracak olursan, şüphesiz: «Allah» diyecekler. De ki: «Hamd
Allah’ındır.» Hayır, onların çoğu akletmiyorlar.
(64) Bu
dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır.
Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.
(65) Onlar
gemiye bindikleri zaman, -dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’
olarak, Allah’a yalvarıp-yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca da,
hemen şirk koşarlar. metalansınlar diye. Ancak onlar yakında bileceklerdir.
(66)
Kendilerine verdiğimiz (nimetler) e nankörlük etsinler ve yararlanıp-
(67)
Görmediler mi ki, çevrelerinde insanlar kapılıp-yağma edilirken, biz Harem
(Mekke’y) i güvenilir (ve dokunulmaz) kıldık. Yine de onlar,batıla inanıp
Allah’ın nimetlerine nankörlük mü ediyorlar?
(68) Allah
hakkında yalan uydurup iftira edenlerden veya kendisine hak geldiği zaman onu
yalan sayandan daha zalim kimdir? Küfre sapanlara cehennem içinde bir konaklama
yeri mi yok?
(69) Bizim
uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz. Gerçek şu
ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.
——————————————————————————–
MUTAFFİFÎN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Eksik
ölçüp tartanların vay haline,
(2) Ki
onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar.
(3)
Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler.
(4) Yoksa
onlar, diriltileceklerini sanmıyor mu?
(5) Büyük
bir günde.
(6)
İnsanların, alemlerin Rabbi için kalacağı günde.
(7) Hayır,
facir olanların kitabı şüphesiz «Siccin» dedir.
(8)
«Siccin»in ne olduğunu sana öğreten nedir?
(9) Yazılı
bir kitaptır.
(10) O gün,
yalanlamakta olanların vay haline.
(11) Ki
onlar, din gününü yalanlamaktadırlar.
(12) Oysa
onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan,’ günahkâr olandan başkası yalanlamaz.
(13) Ona
ayetlerimiz okunduğu zaman: «Geçmişlerin masallarıdır» dedi.
(14) Asla,
hayır; onların kazanmakta oldukları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur.
(15) Hayır;
gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek-yoksun tutulmuşlardır.
(16) Sonra
onlar, kuşkusuz cehenneme yollanacaklardır.
(17) Sonra
onlara: «İşte sizin yalanlamakta olduğunuz budur» denir.
(18) Hayır;
ebrar olanların kitabı, «İlliyîn» dedir.
(19)
«İlliyîn»in ne olduğunu sana öğreten nedir?
(20) Yazılı
bir kitaptır.
(21) Ona
yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar şahid olurlar.
(22) Gerçek
şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler.
(23) Tahtlar
üzerinde bakıp-seyretmektedirler.
(24) Nimetin
parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanıyıverirsin.
(25) Onlara
mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir.
(26) Ki onun
misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar.
(27) Onun
karışımı «tesnim»dendir.
(28) Bir
kaynak ki, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar ondan içer.
(29)
Doğrusu, ‘suç ve günah işleyenler,’ kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi.
(30)
Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi.
(31) Kendi
yakınlarına döndükleri zaman da ‘sevinç ve neşeyle’ dönerlerdi.
(32) Onları
gördükleri zaman ise: «Bunlar kuşkusuz şaşkın-sapıklardır» derlerdi.
(33) Oysa
kendileri onların üzerine gözcü olarak gönderilmemişlerdi.
(34) Artık
bugün de, iman edenler, kâfir olanlara gülmektedirler;
(35) Tahtlar
üzerinde bakıp-seyretmek suretiyle.
(36) Nasıl,
kâfir olanlar, işlemekte olduklarının ‘feci karşılığını gördüler mi’?
——————————————————————————–
RA’D SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Mîm, Râ. Bunlar Kitab’ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır.
Ancak insanların çoğu iman etmezler.
(2) Allah
O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra
arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir
süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer
açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.
(3) Ve O,
yeri yayıp uzatan onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin
her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz
bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(4)
Yeryüzünde birbirine yakın-komşu olan kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler,
çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama
ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz.
Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
ateşin arkadaşları olanlardır.
(5) Eğer
şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: «Biz toprak
iken mi, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?» İşte onlar Rablerine karşı
küfre sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirenler ve işte
onlar -içinde ebedi kalacakları-
(6) Onlar,
iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmak istiyorlar; oysaki onlardan önce nice
örnekler gelip-geçmiştir. Ve şüphesiz, senin Rabbin, zulümlerine karşılık
insanlar için bağışlama sahibidir ve şüphesiz senin Rabbin, cezası çok şiddetli
olandır.
(7) Küfre
sapanlar derler ki: «Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya.» Sen,
yalnızca bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderisin.
(8) Allah,
her dişinin neyi yüklendiğini (neye hamile kaldığını) ve döl yataklarının neyi
eksiltip neyi eklediğini bilir. O’nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.
(9) O, gaybı
da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, yücedir.
(10) Sizden
sözü saklı tutan da, onu açığa vuran da, geceleyin gözlenen de ve gündüzün
ortalıkta gezen de (O’nun katında bilme bakımından) birdir.
(11) Onun
(insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah’ın emriyle
gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz) lerinde olanı
değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir
topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkân)
yoktur; onlar için O’ndan başka bir veli yoktur.
(12) O size
şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları
(inşa edip) ortaya çıkarandır.
(13) Gök
gürültüsü O’nu hamd ile, melekler de O’na olan korkularından tesbih ederler..
O, yıldırımları gönderip bununla dilediğine çarpar; onlar ise Allah hakkında
çekişip-tartışırlar. O, gücü (ve cezası) pek çetin olandır.
(14) Hak
olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O’na (olan) dır. Onların Allah’tan başka
çağırdıkları ise, onlara hiç bir şeyle cevap vermezler. (Onların durumu)
yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi)
gibidir. Oysa ona gelmez. Küfre sapanların duası, sapıklık içinde olmaktan
başkası değildir. isteyerek de olsa, istemiyerek de olsa- Allah’a secde eder.
Sabah akşam gölgeleri de (O’na secde eder) .
(15)
Göklerde ve yerde her ne varsa-
(16) De ki:
«Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah’tır.» De ki: «Öyleyse, O’nu
bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremiyen birtakım
veliler mi (tanrılar) edindiniz?» De ki: «Hiç görmeyen (a’ma) ile gören
(basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?»
Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma,
kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: «Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve
O, tektir, kahredici olandır.»
(17) (Allah)
Gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarınca çağlayıp aktı. Sel de yüze
vuran bir köpük yüklendi. Bir süs veya bir meta sağlamak için ateşte üzerine
yakıp-erittikleri şeyler (madenler) de de bunun gibi bir köpük (artık) vardır.
İşte Allah, hak ile batıla böyle örnekler verir. Köpüğe gelince, o atılır
gider, insanlara yarar sağlayacak şey ise, yeryüzünde kalır. İşte Allah
örnekleri böyle vermektedir.
(18)
Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler ise,
yeryüzündekileri tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka
(kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar
içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!..
(19) Peki,
sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a’ma)
gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler.
(20) Onlar
Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar.
(21) Ve
onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar, Rablerinden içleri
saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar.
(22) Ve
onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru
kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler
ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu
(ahiret mutluluğu) onlar içindir.
(23) Onlar,
Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından ‘salih
davranışlarda’ bulunanlar da (Adn cennetlerine girer) . Melekler onlara her bir
kapıdan girip (şöyle derler:)
(24)
«Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.»
(25) Allah’a
verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah’ın
ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk
çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar
içindir.
(26) Allah
dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına
sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici)
bir metâ’dan başkası değildir.
(27) Küfre
sapanlar: «Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!» derler. De ki:
«Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, kendisine katıksızca yöneleni de
dosdoğru yola yöneltip-iletir.»
(28) Bunlar,
iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun;
kalbleri yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.
(29) İman
edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı
(onlarındır) .
(30) Böylece
biz seni, kendisinden önce nice ümmetler gelip-geçmiş olan bir ümmete (bu yol
üzere peygamber olarak) gönderdik, sana vahyettiklerimizi onlara okursun diye.
Oysa onlar Rahman’ı tanımazlık etmektedirler. De ki: «O, benim Rabbimdir,
O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na tevekkül ettim ve son dönüş O’nadır.»
(31) Eğer
kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin
konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (yine bu Kur’an olurdu) . Hayır, emrin tümü
Allah’ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı,
insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. Küfre sapanlar, Allah’ın va’di
gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak
veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Veya
miadını şaşırmaz.)
(32) Andolsun,
senden önceki peygamberlerle de alay edildi, bunun üzerine ben de o küfre
sapanlara bir süre tanıdım, sonra onları (kıskıvrak) yakalayıverdim. İşte
nasıldı o sonuçlandırma?
(33) Her
nefsin bütün kazandıkları üzerinde gözetici olana mı (başkaldırılır?) Onlar
Allah’a ortaklar koştular. De ki: «Bunları adlandırın (bakalım) . Yoksa siz
yeryüzünde bilmeyeceği bir şeyi O’na haber mi veriyorsunuz? Yoksa sözün
zahirine (veya boş ve süslü olanına) mı (kanıyorsunuz) ? Hayır, küfre sapanlara
kendi hileli düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (doğru) yoldan
alıkonmuşlardır. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiç bir yol gösterici
yoktur.
(34) Dünya
hayatında onlar için bir azab vardır, ahiretin azabı ise daha zorludur. Onları
Allah’tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu da yoktur.
(35) Takva
sahiplerine vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve
gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, küfre
sapanların sonu ise ateştir.
(36)
Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilen dolayısıyla sevinirler; fakat
(müslümanların aleyhinde birleşen) gruplardan, onun bazısını inkâr edenler
vardır. De ki: «Ben, yalnızca Allah’a kulluk etmek ve O’na ortak koşmamakla
emrolundum. Ben ancak O’na davet ederim ve son dönüşüm O’nadır.»
(37) İşte
böylece biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana
gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olursan,
senin için Allah’tan ne bir yardımcı-dost, ne de bir koruyucu vardır.
(38)
Andolsun, senden önce de biz peygamberler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar
verdik. Allah’ın izni olmaksızın (hiç) bir peygambere herhangi bir ayeti
(mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tesbit edilmiş süre) için bir
kitab (yazı, hüküm, son) vardır.
(39) Allah,
dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası O’nun katındadır.
(40) Onlara
(azab olarak) va’dettiklerimizden bir kısmını sana göstersek de, senin hayatına
son versek de, sana düşen yalnızca tebliğdir ve hesap da bize aittir.
(41) Onlar
görmüyorlar mı ki, gerçekten biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz.
Allah hüküm verir. Onun hükmünün peşine düşecek de yoktur. Ve O, hesabı pek
çabuk görendir.
(42)
Onlardan öncekiler de hileli-düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun
(tedbirlerin, karşılık vermelerin) tümü Allah’a aittir. Her bir nefsin ne
kazandığını O bilir. Bu yurdun sonu kimindir, küfre sapanlar pek yakında
bileceklerdir.
(43) O küfre
sapanlar şöyle derler: «Sen gönderilmiş (Allah’ın bir elçisi) değilsin.» De ki:
«Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter ve yanlarında kitabın ilmi
bulunanlar da (bu gerçeği bilir) .»
——————————————————————————–
HAC SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey
insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük
bir şeydir.
(2) Onu
gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi
yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş
değillerdir. Ancak Allah’ın azabı pek şiddetlidir.
(3)
İnsanların kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır-durur ve her
azgın-kaypak şeytanının peşine düşer.
(4) Ona
yazılmıştır: «Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır
ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir.»
(5) Ey
insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, biz sizi
topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (Embriyo), sonra
yaratış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi)
açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde
tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına
erişmeniz için (sizi büyütüyoruz) . Sizden kiminizin hayatına son verilmekte,
kiminiz de, bildikten sonra hiç bir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en
aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi
görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve
her güzel çiftten (ürünler) bitirir.
(6) İşte
böyle; hiç şüphesiz Allah, hakkın kendisidir ve şüphesiz ölüleri diriltir ve
gerçekten her şeye güç yetirendir.
(7) Gerçek
şu ki, kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah
kabirlerde olanları diriltecektir.
(8)
İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı
olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur.
(9) Allah’ın
yolundan saptırmak amacıyla ‘gururla salınıp-kasılarak’ (bunu yapar) ; dünyada
onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona taddıracağız.
(10) (Ey
insan) Bu, senin ellerinin önden takdim ettikleridir. Şüphesiz Allah, kullar
için zulmedici değildir.
(11)
İnsanlardan kimi de, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır
dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek
olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu,
apaçık bir kayıptır.
(12)
Allah’tan başka, kendisine ne zararı dokunan, ne yararı olan şeylere yakarır.
İşte bu, en uzak bir sapıklıktır.
(13) (Ya da)
Zararı, yararından daha yakın olana tapar; ne kötü yardımcı ve ne kötü
yoldaştır.
(14)
Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan
cennetlere sokar. Gerçek şu ki, Allah, her istediğini yapar.
(15) Kim,
Allah’ın ona, dünyada ve ahirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa,
göğe bir araç uzatsın sonra kesiversin de bir bakıversin, kurduğu düzen, onun
öfkesini giderebilecek mi?
(16) İşte
biz onu (Kur’an’ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini
hidayete yöneltir.
(17)
Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapan (Sabii) lar, Hristiyanlar,
ateşe tapan (Mecusi) lar ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü
aralarını ayıracaktır. Doğrusu Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır.
(18)
Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, – güneş, ay, yıldızlar,
dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler.
Birçoğu üzerinde de azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun
için bir yüceltici yoktur. Hiç şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
(19) İşte
bunlar çekişen iki gruptur, Rableri konusunda çekiştiler. İşte o küfre
sapanlar, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar
su dökülür.
(20) Bununla
karınları içinde olanlar ve derileri eritilmiş olur.
(21) Onlar
için demirden kamçılar vardır.
(22) Ne
zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve
(onlara:) «Yakıcı azabı tadın» (denir) .
(23) Hiç
şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar
akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler;
ordaki elbiseleri de ipektir.
(24) Onlar,
sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir.
(25) Gerçek
şu ki, inkâr edip Allah yolundan ve yerlilerle dışarıdan gelenler için eşit
olarak (haram ve kıble) kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlara, orada
zulmederek adaletten ayrılanlara acı bir azab taddırırız.
(26) Hani
biz İbrahim’e Evin (Kâbe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle
emretmiştik:) «Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler,
rükûa ve sücuda varanlar için Evimi temiz tut.
(27)
«İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya gerekse uzak yollardan (derin
vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler.»
(28)
Kendileri için bir takım yararlara şahid olsunlar ve kendilerine rızık olarak
verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (kurban adarken) Allah’ın
adını ansınlar. Artık bunlardan yiyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun.
(29) Sonra
kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler, Beyt-i Atik’i tavaf
etsinler.
(30) İşte
böyle; kim Allah’ın haram kıldıklarını (gözetip hükümlerini) yüceltirse,
Rabbinin katında kendisi için hayırlıdır. Size (haklarında yasaklar) okunanlar
dışındaki hayvanlar helal kılındı. Öyleyse iğrenç bir pislik olan putlardan
kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının.
(31) Allah’ı
birleyen (Hanif) ler olarak, O’na (hiç bir) ortak koşmaksızın. Kim Allah’a
ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu
ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.
(32) İşte
böyle; kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalblerin
takvasındandır.
(33) Onlarda
sizin için adı konulmuş bir süreye kadar yararlar vardır. Sonra onların yerleri
Beyt-i atik’tir.
(34) Biz her
ümmet için bir «Mensek» kıldık, O’nun kendilerine rızık olarak verdiği
(kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah’ın adını ansınlar diye. İşte sizin ilahınız
bir tek ilahtır, artık yalnızca O’na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara
müjde ver.
(35) Onlar
ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; onlar, kendilerine isabet eden
musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak
verdiklerimizden infak edenlerdir.
(36) İri
cüsseli develeri de size Allah’ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda
bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşcasına ayakta
durup) boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da
onlardan yiyin, kanaatkara ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için
boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.
(37) Onların
etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır.
İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine
karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.
(38) Hiç
şüphe yok ki Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden
uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez.
(39)
Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere
savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir.
(40) Onlar,
yalnızca; «Rabbimiz Allah’tır» demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından
sürgün edilip çıkarıldılar. – Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla bir
kısmını defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler,
havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır
giderdi. Allah kendi (dini) ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder.
Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.
(41) Onlar
ki, yer yüzünde kendilerini yerleştirir iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru
namazı kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu emrederler, münkerden sakındırırlar.
Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.
(42) Eğer
seni yalanlıyorlarsa, onlardan önce Nuh, Âd, Semud kavmi de yalanlamıştı.
(43)
İbrahim’in kavmi ve Lut’un kavmi de:
(44) Medyen
halkı da (yalanlamıştı peygamberlerini) . Musa da yalanlanmıştı. Böylelikle
Ben, o küfre sapanlara bir süre tanıdım, sonra onları yakalayıverdim. Nasılmış
benim (her şeyi alt üst edip kökten değiştiren) inkilabım (veya inkârım) .
(45) (Halkı)
Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları
üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terkedilmiş
bulunmakta), yüksek sarayları (çın çın ötmektedir) .
(46) Yer
yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek
kalpleri ve kendisiyle işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü gerçek şu ki,
gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.
(47) Onlar
senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va’dine kesin olarak
muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün sizin saymakta
olduklarınızdan bin yıl gibidir.
(48) Nice
ülkeler vardır ki, (halkı) zulmediyorken ben ona bir süre tanıdım, sonra
yakalayıverdim; dönüş yalnızca banadır.
(49) De ki:
«Ey insanlar, gerçekten ben sizin için yalnızca bir uyarıcı-korkutucuyum.»
(50) Buna
göre, iman edip salih amellerde bulunanlar, onlar için bir bağışlanma
(mağfiret) ve üstün bir rızık vardır.
(51)
Ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar, onlar da alevli ateşin
halkıdır.
(52) Biz
senden önce hiç bir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte
bulunduğu zaman, şeytan, onun dileğine (bir kuşku veya sapma unsuru)
katıp-bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra
kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
(53)
Şeytanın (bu tür) katıp-bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri
(her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah’ın) bir deneme kılması
içindir. Hiç şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık
içindedirler.
(54) (Bir
de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur’an’ın) hiç tartışmasız
Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman
etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Hiç şüphe yok Allah,
iman edenleri dosdoğru yola yöneltip-iletmektedir.
(55) Küfre
sapanlar ise, kıyamet-saati onlara apansız gelinceye ya da kesintiye uğramış
(akîm, verimsiz) bir günün azabı onlara yetişinceye kadar ondan (Kur’an’dan)
yana şüphe içinde sür-git kalacaklardır.
(56) Mülk, o
gün yalnızca Allah’ındır. O, aralarında hükmedecektir. Artık iman edip salih
amellerde bulunanlar; nimetlerle donatılmış cennetler içindedirler.
(57) Küfre
sapıp ayetlerimizi yalanlayanlar; artık onlar için de aşağılatıcı bir azab
vardır.
(58) Allah
yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları
güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Hiç şüphe yok Allah, rızık verenlerin en
hayırlısıdır.
(59) Onları,
kendisinden gerçekten hoşnut kalacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah,
bilendir, halîmdir.
(60) İşte
böyle; her kim kendisine yapılan haksızlığın benzeriyle karşılık verir, sonra
aleyhine ‘azgınlık ve saldırıda’ bulunulursa, Allah, mutlaka ona yardım eder.
Hiç şüphe yok Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır.
(61) İşte
böyle; çünkü Allah, geceyi gündüze bağlayıp katar ve gündüzü de geceye
bağlayıp-katar. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
(62) İşte
böyle; çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışında onların kendilerine
tapmakta oldukları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Şüphesiz Allah,
yücedir, büyüktür.
(63)
Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı.
Şüphesiz Allah, lütfedicidir, her şeyden haberdardır.
(64)
Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı
olmayan (Gani) dır, övülmeye layık olandır.
(65)
Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp gitmekte olan
gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmaksızın, göğü yerin üstüne düşmekten
alıkoymaktadır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir.
(66) Sizi
diri tutan, sonra öldürecek, sonra da diriltecek olan O’dur. Gerçekten insan
pek nankördür.
(67) Biz her
ümmete bir ibadet-tarzı (Mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere ibadet
etmektedirler. Öyleyse, (din) iş(in) de seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine
çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidayet üzerindesin.
(68) Eğer
seninle mücadeleye girişirlerse, de ki: «Allah, yapmakta olduklarınızı daha iyi
bilir.»
(69) «Allah,
kıyamet günü, kendisinde ihtilafa düşmekte olduğunuz şey hakkında aranızda
hükmedecektir.»
(70)
Allah’ın, gökte ve yerde olanların hepsini bilmekte olduğunu bilmiyor musun?
Gerçekten bunlar bir kitaptır. Hiç şüphesiz bunlar(ı bilmek), Allah için pek
kolaydır.
(71) Onlar,
Allah’ı bırakıp da (Allah’ın) kendisine ispatlayıcı bir delil indirmediği ve
haklarında kendilerinin (hiç bir) bilgileri olmayan şeylere tapmaktadırlar.
Zulme sapanlar için hiç bir yardımcı yoktur.
(72) Onlara
karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o küfre sapanların
yüzlerindeki ‘red ve inkârı’ tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı
ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: «Size, bundan daha kötü
olanını haber vereyim mi? Ateş, Allah, onu küfre sapanlara va’detmiş
bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır.» gerçekten bir sinek bile yaratamazlar.
Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen
de güçsüz, istenen de.
(73) Ey
insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında
tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi-
(74) Onlar,
Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir,
azizdir.
(75) Allah,
meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir,
görendir.
(76) O,
önlerindekini de, arkalarındakini de bilmektedir. Bütün işler de Allah’a
döndürülür.
(77) Ey iman
edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin,
umulur ki kurtuluş bulursunuz.
(78) Allah
adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir
güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi) . O (Allah)
bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi ‘müslümanlar’ olarak
isimlendirdi; peygamber sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine
şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a
sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.
——————————————————————————–
RAHMÂN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Rahman
(olan Allah) .
(2) Kur’an’ı
öğretti.
(3) İnsanı
yarattı.
(4) Ona
beyanı öğretti.
(5) Güneş ve
ay (belli) bir hesap iledir.
(6) Bitki ve
ağaç (O’na) secde etmektedirler.
(7) Gök ise,
onu da yükseltti ve mizanı yerleştirip-koydu.
(8) Sakın
mizanda ‘haksızlık ve taşkınlık yapmayın.’
(9) Tartıyı
adaletle tutup-doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın.
(10) Yere
gelince; onu da (yaratılmış bütün) varlıklar için alçaltıp-koydu.
(11) Onda
meyveler ve salkımlı hurmalıklar vardır,
(12)
Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler.
(13) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(14) İnsanı,
ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.
(15) Cânn’ı
(cinni) da ‘yalın-dumansız bir ateşten’ yarattı.
(16) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(17) O, iki
doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir.
(18) Şu hade
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(19)
Birbirleriyle kavuşup-karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi.
(20) İkisi
arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.
(21) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(22)
İkisinden de inci ve mercan çıkar.
(23) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(24) Denizde
koca dağlar gibi yükselen gemiler de O’nundur.
(25) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(26) (Yer)
Üzerindeki her şey yok olucudur;
(27) Celal
ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (zatı) bakî kalacaktır.
(28) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(29)
Göklerde ve yerde olan ne varsa O’ndan ister. O, her gün bir iştedir.
(30) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(31) Ey
(yeryüzüne yükletilmiş) iki ağırlık (olan ins ve cin), yakında (ahirette
hesabınızı görmek üzere) sizin için de vakit bulacağız.
(32) Şu halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsizin?
(33) Ey cin
ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç
yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin; ancak ‘üstün bir güç (sultan) ‘ olmaksızın
aşıp-geçemezsiniz.
(34) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(35)
İkinizin de üzerine ateşten yalın bir alev ve (bakır gibi erimiş) kıpkızıl bir
duman salıverilir de ‘kurtulup-başaramazsınız.
(36) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(37) Sonra
gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman;
(38) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsizin?
(39) İşte o
gün, ne insana, ne de cinne günahından sorulmaz.
(40) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(41) (Çünkü
o gün) Suçlu-günahkârlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından
yakalanıverir.
(42) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(43) İşte
bu, suçlu-günahkârların kendisini yalanlamakta oldukları Cehennemdir.
(44) Onlar,
kendisiyle alabildiğine kaynar hale getirilmiş su arasında dönüp-dolaşırlar.
(45) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(46) Rabbin
makamından korkan kimse için ise iki Cennet vardır.
(47) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(48) Çeşit
çeşit ‘inceliklere ve güzelliklere’ (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler.
(49) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(50)
İkisinde de akmakta olan iki pınar vardır.
(51) Şu
halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(52)
İkisinde de her meyveden iki çift vardır.
(53) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(54)
Astarları, ağır işlenmiş atlastan olan yataklar üzerinde yaslanıp-dayanırlar.
İki Cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay) dır.
(55) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(56) Orada
bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş (öyle) kadınlar vardır ki, bunlardan
önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmamıştır.
(57) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(58) Sanki
onlar yakut ve mercan gibidirler.
(59) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(60) İhsanın
karşılığı ihsandan başkası mıdır?
(61) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(62)
Bu-ikisinin ötesinde iki Cennet daha var.
(63) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(64)
Alabildiğine yemyeşildirler.
(65) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(66)
İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır.
(67) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(68)
İçlerinde (her türden) meyveler, eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır.
(69) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(70) Orada
huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır.
(71) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(72) Otağlar
içinde korunmuş huri kadınlar.
(73) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(74)
Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmamıştır.
(75) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(76) Yeşil
yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere dayanıp-yaslanırlar.
(77) Şu
halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?
(78) Celal
ve ikram sahibi olan Rabbinin adı ne yücedir.
——————————————————————————–
İNSÂN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Gerçek
şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun
zamanlardan (dehr) bir süre (hîn) gelip-geçti.
(2) Hiç
şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu denemekteyiz.
Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.
(3) Biz ona
yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
(4) Doğrusu
biz kafirlere zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş
hazırladık.
(5) Şüphesiz
ki iyiler (ebrâr), karışımı kâfur olan bir kadehten içerler.
(6) Allah’ın
kullarının kendisinden içtikleri bir kaynak; onu fışkırttıkça fışkırtıp
akıtırlar.
(7)
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden
korkarlar.
(8)
Kendileri, ona karşı duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire
yedirirler.
(9) «Biz
size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yedirmekteyiz; sizden ne bir karşılık
istiyoruz, ne de bir teşekkür.
(10) «Çünkü
biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkmaktayız.»
(11) Artık
Allah da, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir
aydınlık ve bir sevinç vermiştir.
(12) Ve
onları sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir;
(13) Orada,
tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Onlar, orada ne (yakıcı) bir güneş ve
ne de dondurucu bir soğuk görürler.
(14)
(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve onların devşirilmeleri
kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış.
(15)
Çevrelerinde gümüşten billur kablar, kupalar dolaştırılır.
(16)
Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüye tesbit etmişlerdir.
(17) Orada
onlara bir kadeh içirilir ki, onun karışımı zencefildir.
(18) Bir
pınar ki orada «selsebil» olarak adlandırılır.
(19) Çevrelerinde
(gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları
gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın.
(20) Her
nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.
(21) Onların
üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlas olan yeşil elbiseler vardır.
Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir şarap
içirmiştir.
(22)
Şüphesiz, bu, sizin için bir mükafattır. Sizin çaba-harcamanız da şükre değer
(meşkur: makbul) görülmüştür.
(23) Gerçek
şu ki, Kur’an’ı senin üzerine ‘safhalar halinde bir indirme tarzıyla (tenzil) ‘
indiren biziz, biz.
(24)
Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkâr veya nankör olana
itaat etme.
(25) Ve
sabah, akşam Rabbinin adını zikret.
(26) Gecenin
bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin de uzun uzadıya O’nu tesbih et.
(27) Gerçek
şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay) ı sevmektedirler. Önlerinde
bulunan ağır bir günü bırakmaktadırlar.
(28) Onları
biz yarattık ve bağlarını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz zaman da onları benzerleriyle
değiştiriniz.
(29)
Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.
(30) Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet
sahibi olandır.
(31)
Dilediğini kendi rahmetine sokar. Zalimlere ise, onlar için acı bir azab
hazırlamıştır.
——————————————————————————–
ZİLZÂL SURESİ
——————————————————————————–
(1) Yer, o
şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı,
(2) Yer,
ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı,
(3) Ve
insan: «buna ne oluyor?» dediği zaman;
(4) O gün
(yer), haberlerini anlatacaktır.
(5) Çünkü
senin Rabbin, ona vahyetmiştir.
(6) O gün
insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar.
(7) Artık
kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onu görür;
(8) Kim de
zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, o da onu görür.
——————————————————————————–
BAKARA SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm Mîm,
(2) Bu,
kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için de kılavuz olan bir kitaptır.
(3) Ki
onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler.
(4) Ve
(yine) onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve
ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.
(5) İşte
bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de
bunlardır.
(6)
Şüphesiz, küfredenleri uyarıp-korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da, onlar
için farketmez; iman etmezler.
(7) Allah,
onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de
perdeler vardır. Ve büyük azab onlarındır.
(8)
İnsanlardan öyleleri vardır ki: «Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik.»
derler; oysa onlar inanmış değildirler.
(9) (Sözde)
Allah’ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini
aldatmaktadırlar da şuurunda değildirler.
(10) Kalplerinde
hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte
olduklarından dolayı, onlar için acıklı bir azab vardır.
(11)
Kendilerine: «Yeryüzünde fesat çıkarmayın» denildiğinde: «Biz yalnızca ıslah
edicileriz» derler.
(12)
Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda
değildirler.
(13) Ve
(yine) kendilerine: «İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin»
denildiğinde: «Düşük akıllılar (beyinsizler) ın iman ettiği gibi mi iman
edelim?» derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir: ama
bilmezler.
(14) İman
edenlerle karşılaştıkları zaman: «İman ettik» derler. Şeytanlarıyla başbaşa
kaldıklarında ise, derler ki: Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla)
yalnızca alay edicileriz.»
(15) Allah
da onlarla alay eder ve tuğyan (azgınca taşkınlık) ları içinde şaşkınca
dolaşmalarına (belli bir) süre verir.
(16) İşte
bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri
bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır.
(17)
Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini
aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde
karanlıklar içinde bırakıverir.
(18) (Onlar)
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.
(19) Ya da
(bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler) le yüklü, ‘gökten şiddetli
bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle;
ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Ama Allah kâfirleri
çepeçevre kuşatıcıdır.
(20) Çakan
şimşek, neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini her aydınlattığında (biraz)
yürürler, üzerlerine karanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi,
işitmelerini de görmelerini de gideriverirdi. Hiç şüphe yok Allah, herşeye güç
yetirendir.
(21) Ey
insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki
sakınasınız.
(22) O,
sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur
indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün
bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.
(23) Eğer
kulumuza indirdiğimiz (Kur’an) den şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun
benzeri olan bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüler iseniz, Allah’tan başka
şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.
(24) Ama
yapamazsanız -ki kesin olarak yapamıyacaksınız. bu durumda kâfirler için
hazırlanmış ve yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.
(25) (Ey
Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için
altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu
ürünlerden her yedirildiğinde: «Bu daha önce de rızıklandığımızdır» derler, bu
birbirinin benzeri olarak onlara sunulmuştur. Onda, onlar için tertemiz eşler
vardır ve onlar orada ebedi olarak kalıcıdırlar.
(26)
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanını olsun (herhangi bir
şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun
Rablerinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise, «Allah, bu örnekle neyi
amaçlamıştır?» derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da
hidayete ulaştırır. O bununla ancak fasıkları saptırır.
(27) Ki
(bunlar) Allah’ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar,
Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde
bozgunculuk (fesad) çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.
(28) Nasıl
oluyor da Allah’ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra yine
sizi öldürecek, yine diriltecektir ve sonra yalnızca O’na döndürüleceksiniz.
(29) Yerde
olanların tümünü sizin için yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de
onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. O, herşeyi bilendir.
(30) Hani
Rabbin, Meleklere: «Muhakkak ben, yer yüzünde bir halife var edeceğim» demişti.
Onlar da: «Biz seni övüp-yüceltir ve (sürekli) takdis edip dururken, orada
fesat çıkaracak ve orada kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?» dediler.
(Allah:) «Şüphesiz, sizin bilmediğinizi ben bilirim.» dedi.
(31) Ve
Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: «Eğer doğru
sözlüler iseniz, bunları bana isimleriyle haber verin» dedi.
(32) Dediler
ki: «Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yoktur.
Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.»
(33)
(Allah:) «Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver» dedi. O da, bunları
onlara isimleriyle haber verince, (Allah) dedi ki: «Size demedim mi, göklerin
ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı da, açığa
vurduklarınızı da ben bilirim.»
(34) Ve meleklere:
«Ademe secde edin» dedik de İblis’ten başka (diğerlerinin tümü) secde ettiler.
O ise, dayattı ve kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
(35) Ve
dedik ki: «Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden
dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden
olursunuz.»
(36) Fakat
Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları
durumdan çıkardı. Biz de: «Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için
yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır» dedik.
(37) Derken
Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. (Allah da) Bunun üzerine tevbesini
kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
(38) Dedik
ki: «Oradan tümünüz inin. Artık, ne zaman size benden bir hidayet gelir de, kim
benim hidayetime uyarsa, onlar için ne bir korku vardır, ne de mahzun
olacaklardır.»
(39)
«Küfredip de ayetlerimizi yalanlayanlar ise; onlar, ateşin halkıdırlar ve orada
süresiz kalacaklardır.»
(40) Ey
İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi anın ve ahdime bağlı kalın, ki ben
de ahdinize bağlı kalayım. Ve yalnızca benden korkun.
(41)
Yanınızda olan (Tevrat) ı, doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin;
onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın ve ayetlerimi az bir değer karşılığında değişmeyin.
Ve yalnızca benden korkun.
(42) Hakkı
batıl ile örtmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.
(43) Namazı
dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle siz de rükû edin.
(44) Siz,
insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı
okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?
(45) Sabır
ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, içi saygıyla ürperenlerin dışında
kalanlar için bir ağırlıktır.
(46) Onlar,
(mü’minler ise), hiç şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve (yine) hiç
şüphesiz, O’na döneceklerini bilirler.
(47) Ey
İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere üstün
kıldığımı anın.
(48) Ve hiç
kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden bir şefaatin
kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım
görülmeyeceği günden korkup-sakının.
(49) Sizi,
en dayanılmaz işkencelere uğrattıkarında, Firavun ailesinin elinden
kurtardığımızı anın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıyorlarken, erkek
çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan
vardı.
(50) Ve
sizden dolayı denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun’un adamlarını
-siz seyredip dururken- boğduğumuzu da hatırlayın.
(51) Hani
Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Ama sonra siz, onun arkasından buzağıyı
(tanrı) edinmiş ve (böylece) zalimler olmuştunuz.
(52) Bundan
sonra belki şükredersiniz diye sizi bağışladık.
(53) Ve
(yine) hidayete erersiniz diye Musa’ya Kitabı ve Furkanı verdik.
(54) Musa,
kavmine dedi: «Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize
zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah) ınıza tevbe edip
nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır.»
Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul
edendir, esirgeyendir.
(55) Ve
(şöyle de) demiştiniz: «Ey Musa, biz Allah’ı apaçık görünceye kadar sana
inanmayız.» Bunun üzerine siz bakınıp-dururken sizi yıldırım çarpmıştı.
(56) Sonra
(yine de) belki şükredersiniz diye, sizi ölümünüzden sonra dirilttik.
(57)
Bulutları üzerinize gölgelendirdik ve size kudret helvası ve bıldırcın
indirdik. Size rızık olarak verdiklerimizin iyisinden yiyin (dedik) . Onlar
bize zulmetmediler, ancak kendi nefislerine zulmettiler.
(58) Ve
(yine) hatırlayın, demiştik ki: «Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol
bol yiyin, yalnızca secde ederek kapısından girerken ‘dileğimiz bağışlamandır’
deyin; (biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini)
artıracağız.»
(59) Ama
zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o
zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerine gökten iğrenç bir azab
indirdik.
(60)
Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman biz ona: «Asanı taşa vur»
demiştik de ondan oniki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri
bilmişti. Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk
(fesad) yaparak karışıklık (ve kışkırtıcılık) çıkarmayın.
(61) Siz
(ise şöyle) demiştiniz: «Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine
yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan
çıkarsın.» (O zaman Musa da) «Hayırlı olanı, şu değersiz, şeyle mi değiştirmek
istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır’a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz
vardır.» demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve
Allah’tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah’ın ayetlerini
tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi: (yine) bu, isyan
etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.
(62) Şüphesiz
iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiî’ler(den kim) Allah’a ve
ahiret gününe iman eder, salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında
ecirleri vardır. Ve onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
(63) Sizden
kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik (ve demiştik ki:)
«Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın:
umulur ki sakınırsınız.»
(64) Siz
ise, bundan sonra da yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın üzerinizdeki fazlı (lutuf ve
ihsanı) ve rahmeti olmasaydı, siz gerçekten kayba uğrayanlardan olurdunuz.
(65)
Andolsun, sizden Cumartesi (günü) haddi aşanları elbette biliyorsunuz. İşte
biz, onlara: «Aşağılık maymunlar olunuz» dedik.
(66) Bunu,
hem çağdaşlarına, hem sonradan gelecek olanlara ‘ders verici bir ceza,’ takva
sahipleri için de bir öğüd kıldık.
(67) Hani
Musa kavmine: «Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor» demişti.
Onlar: «Bizi alaya mı alıyorsun?» demişlerdi. (O da) «Cahillerden olmaktan
Allah’a sığınırım» demişti.
(68)
«Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın» demişlerdi. (O da
Rabbine yalvardıktan sonra onlara) Demişti ki: «Şüphesiz Allah diyor ki: O ne
pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı) dır. Artık
emrolunduğunuz şeyi yerine getirin.»
(69)
Demişlerdi ki: «Rabbine adımıza (bir daha) yalvar da, bize rengini bildirsin.»
O da: «(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatacak sarı bir inektir»
demişti.
(70) (Onlar
yine:) «Rabbine (bir kere daha) adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini
açıklasın. Çünkü bize göre (birçok) sığır birbirinin benzeridir. İnşaallah
(Allah dilerse,) biz doğruya varırız» demişlerdi.
(71) (Bunun
üzerine Musa) Dedi ki «O (Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak
için boyunduruğa alınmayan, salma ve onda alaca olmayan bir inektir.» (O zaman)
: «Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu)
yapmayacaklardı.
(72) Hani
siz bir kişiyi öldürmüştünüz de bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah,
sizin gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.
(73) Bunun
için de: «Ona (ölü cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun» demiştik.
Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; belki
akıllanırsınız.
(74) Bundan
sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan
öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır,
ondan sular çıkar, öyleleri de vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah
yapmakta olduklarınızdan gafil (habersiz) değildir.
(75) Siz
(müslümanlar,) onların (Yahudilerin) size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa
onlardan bir bölümü, Allah’ın sözünü işitiyor, (iyice algılayıp) akıl
erdirdikten sonra, bile bile değiştiriyorlardı.
(76) İman
edenlerle karşılaştıklarında «iman ettik» derler; birbiriyle kendi başlarına
kaldıkları zaman ise, derler ki: «Allah’ın size açtık (açıkladık) larını,
Rabbiniz katında size karşı bir belge olsun diye mi onlarla söyleşiyorsunuz?
Hâlâ akıllanmayacak mısınız?»
(77) (Peki)
Onlar, Allah’ın gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bildiğini
bilmiyorlar mı?
(78)
Onlardan bir bölümü de ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız
şeylerden başka değil; bunlar yalnızca zannederler.
(79) Artık
vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında
satmak için: «Bu Allah katındandır» diyenlere. Artık vay, elleriyle
yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.
(80) Derler
ki: «Sayılı günlerin dışında, ateş bize değmeyecektir.» De ki: «Allah katından
bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla va’dinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı
bilmediğinizi mi söylüyorsunuz?»
(81) Hayır;
kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin
halkıdırlar, orada temelli kalıcıdırlar.
(82) İman
edip salih amellerde bulunanlar, onlar da cennet halkıdırlar, orada temelli
kalıcıdırlar.
(83) Hani
İsrailoğullarıdan, «Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya,
yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz
söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin» diye kesin söz almıştık. Sonra
siz, az bir bölümünüz dışında yüz çevirdiniz ve (hâlâ) çevirmektesiniz.
(84) Hani
sizden «Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın»
diye kesin söz almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hâlâ da (buna)
şahitlik etmektesiniz.
(85) Sonra
(yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp -çıkarıyor
ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak
geldiklerinde onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram
kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı
ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında aşağılık
olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır.
Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.
(86) İşte
bunlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı
azabları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez.
(87)
Andolsun, biz Musa’ya Kitap verdik ve ardından peşpeşe peygamberler gönderdik.
Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs’le teyid
ettik. Demek, size ne zaman bir peygamber nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle
gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu
öldürecek misiniz?
(88) Dediler
ki: «Bizim kalplerimiz örtülüdür.» Hayır; Allah, küfürlerinden dolayı onları
lanetlemiştir. Bundan dolayı onların pek azı iman eder.
(89) Allah
katından yanlarında olan (Tevrat) ı doğrulayıcı bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan
önce küfredenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu
inkâr ettiler. Artık Allah’ın laneti kâfirlerin üzerinedir.
(90)
Allah’ın kularından, dilediğine kendi fazlından (peygamberliği) indirmesini
‘kıskanarak ve hakka baş kaldırarak’ Allah’ın indirdiklerini tanımamakla,
nefislerini ne kötü şeye karşılık sattılar. Böylelikle gazab üstüne gazaba
uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azab vardır.
(91) Onlara:
«Allah’ın indirdiklerine iman edin» denildiğinde: «Biz, bize indirilene iman
ederiz» derler ve ondan sonra olan (Kur’an) ı inkâr ederler. Oysa o (Kur’an),
yanlarındaki (Kitabı) doğrulayan bir gerçektir. (Onlara) De ki: «Eğer inanıyor
idiyseniz, daha önce ne diye Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?»
(92)
Andolsun, Musa size apaçık belgelerle geldi. Sonra siz onun arkasından buzağıyı
(tanrı) edindiniz. İşte siz (böyle) zalimlersiniz.
(93) Hani
sizden kesin söz almış ve Tur’u üstünüze yükseltmiştik (ve) : «Size verdiğimize
(Kitaba) sımsıkı yapışın ve dinleyin» (demiştik) . Demişlerdi ki: «Dinledik ve
başkaldırdık.» Küfürleri yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De
ki: «İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emredip-önermektedir?»
(94) De ki:
«Eğer Allah katında ahiret yurdu, başka insanarın değil de, yalnızca sizin ise,
(ve bunda) doğru sözlüler iseniz, hemen ölümü dileyin (bakalım) .»
(95) Oysa
onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı onu (ölümü) hiç bir zaman
kesin olarak dilemiyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir.
(96)
Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile)
daha tutkun bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa onun
bunca yaşaması, onu azabtan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını
görendir.
(97) De ki:
«Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten o Kitabı, Allah’ın izniyle
kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici
olarak senin kalbine indiren O’dur.
(98) Her kim
Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık
şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.»
(99)
Andolsun (Ey Muhammed), biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasık
olanlardan başkası inkâr etmez.
(100) Onlar,
ne zaman bir ahidde bulunmuşlarsa, içlerinden bir bölümü onu atıp-bozmadı mı?
Hayır, onların çoğu iman etmezler.
(101) Ne
zaman onlara Allah katından yanlarındakini doğrulayan bir peygamber gelse,
kendilerine kitap verilenlerden bir takımı, sanki kendileri hiç bilmiyorlarmış
gibi Allah’ın Kitabını arkalarına attılar…
(102) Ve
onlar, Süleyman’ın mülkü (nübüvvet) aleyhinde şeytanların uyduklarına uydular.
Süleyman ise küfretmedi; ancak şeytanlar küfretti. Onlar, insanlara sihiri ve
Babil’deki iki meleğe Harut’a ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o
ikisi: «Biz, yalnızca bir fitne (denemeden geçiren kimse) yiz, sakın küfretme»
demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının
arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onunla hiç
kimseye zarar veremezlerdi. Onlar ise, kendilerine zarar verecek ve yarar
sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten
hiç bir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey
ne kadar kötü; bir bilselerdi.
(103)
Doğrusu eğer onlar, iman edip sakınsalardı, sevab(ları) Allah katında gerçekten
daha hayırlı olurdu; bir bilselerdi.
(104) Ey
iman edenler, «Raina-Bizi güt, bize bak» demeyin, «Unzurna-Bizi gözet» deyin ve
dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azab vardır.
(105) Kitap
Ehlinden olan kafirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın
indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah
büyük fazl sahibidir.
(106) Biz,
ondan daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiç bir ayeti
neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız (ya da geri
bıraktırmayız) . Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
(107) (Yine)
Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Ve sizin
Allah’tan başka veliniz de yardımcınız da yoktur.
(108) Yoksa
daha önce Musa’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya mı
çekmek istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, artık o, dosdoğru yolu sapıtmış
olur.
(109) Kitap
Ehlinden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra,
nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi küfre
döndürmek arzusunu duydular. Fakat, Allah’ın emri gelinceye kadar onları
bırakın ve (onlara) ilişmeyin. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
(110)
Dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi
takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Hiç şüphesiz Allah, yapmakta
olduklarınızı görendir.
(111)
Dediler ki: «Yahudi veya Hıristiyan olmadıkça, kimse kesin olarak cennete
giremez.» Bu, onların kendi kuruntularıdır (öngörüleridir) . De ki: «Eğer doğru
sözlüler iseniz, kesin-kanıt (burhan) ınızı getiriniz.»
(112) Hayır,
kim iyilik yapıcı olarak, yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, artık onun
Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
(113)
Yahudiler dedi ki: «Hıristiyanlar bir şey (herhangi bir temel) üzere
değillerdir. «; Hıristiyanlar da: «Yahudiler bir şey (herhangi bir temel) üzere
değillerdir» dedi. Oysa onlar, Kitabı okuyorlar. Bilmeyen (bilgisiz) ler de,
onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Artık Allah, kıyamet günü
anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir.
(114)
Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların
yıkılmasına çaba harcayanlardan daha zalim kimdir? Onların (durumu) içlerine
korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma,
ahirette de büyük bir azab vardır.
(115) Doğu
da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi)
orasıdır. Şüphe yok Allah, kuşatandır, bilendir.
(116)
Dediler ki: «Allah oğul edindi.» O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, göklerde
ve yerde her ne varsa O’nundur, tümü O’na gönülden boyun eğmişlerdir.
(117)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar
verirse, ona yalnızca «OL» der, o da hemen oluverir.
(118)
Bilgisizler, dediler ki: «Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli
değil miydi?» Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini
söylemişlerdi. Kalbleri birbirine benzeşti. Biz, kesin bir bilgiyle inanan bir
topluluğa ayetleri apaçık göstermişiz.
(119)
Şüphesiz biz seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hak (Kur’an) ile
gönderdik. Sen cehennemin halkından sorumlu tutulmayacaksın.
(120) Sen
onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut
olacak değillerdir. De ki: «Kuşkusuz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) dosdoğru
yoldur.» Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)
larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir
yardımcı.
(121)
Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler
bunlardır. Kim de onu inkâr ederse, artık onlar kayba uğrayanların ta
kendileridir.
(122) Ey
İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi (bir dönem) alemlere
muhakkak üstün kıldığımı anın.
(123) Ve hiç
kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden bir kurtuluş
karşılığı (fidye) alınmayacağı ve hiç kimseden bir şefaatin kabul edilmeyeceği
ve yardım görülmeyeceği bir günden korkun.
(124) Hani
Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle denemeden geçirmişti. O da bunları tam
olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e) : «Seni şüphesiz insanlara
imam kılacağım» demişti. (İbrahim) «Ya soyumdan olanlar?» deyince (Allah:)
«Zalimler benim ahdime erişemez» demişti.
(125) Hani
Evi (Kâ’beyi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kıldık. «İbrahim’in
makamını namaz yeri edinin», İbrahim ve İsmail’e de, «Evi’mi tavaf edenler,
itikafa çekilenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin» diye ahid verdik.
(126) Hani
İbrahim: «Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah’a ve ahiret
gününe inananları ürünlerle rızıklandır» demişti de (Allah:) «Küfredeni de az
bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir
dönüştür o» demişti.
(127)
İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Ka’benin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi
şöyle dua etmişti:) «Rabbimiz bizden (bunu) kabul et, şüphesiz, Sen işiten ve
bilensin»;
(128)
«Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan da sana
teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (kıl) . Bize ibadet yöntemlerini (yer veya
ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve
esirgeyensin.»
(129)
«Rabbimiz, içlerinden onlara bir peygamber gönder, onlara ayetlerini okusun,
kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün
olansın, hüküm ve hikmet sahibisin.»
(130) Kendi
nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun,
biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de o salihlerdendir.
(131) Rabbi
ona: «Teslim ol» deyince (o:) «Alemlerin Rabbine teslim oldum» demişti.
(132) Bunu
İbrahim, oğlullarına vasiyet etti, Yakup da: «Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere
bu dini seçti, siz de ancak müslüman olarak can verin» (diye benzer vasiyette
bulundu.)
(133) Yoksa
siz, Yakub’un ölüm anında, orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: «Benden
sonra kime ibadet edeceksiniz?» demişti de, onlar: «Senin ilahına ve babaların
İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler
ona teslim olmuşuz.» demişlerdi.
(134) Onlar
bir ümmetti; gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin
kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu
tutulmayacaksınız.
(135)
Dediler ki: «Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz.» De ki: «Hayır,
(biz) Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in dini (üzereyiz) ; o müşriklerden
değildi.»
(136) Deyin
ki: «Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına
indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman
ettik. Onlardan hiç birini diğerinden ayırdetmeyiz ve biz O’na teslim
olmuşlarız.»
(137) Şayet
onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır;
yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık
içindedirler. Sana ise, onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir.
(138)
Allah’ın boyası; Allah(ın boyasın) dan daha güzel boyası olan kim? Biz
(yalnızca) O’na kulluk edenleriz.
(139) De ki:
«O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde
kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de
amelleriniz sizindir. Biz, O’na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız.»
(140) Yoksa
siz, gerçekten İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve torunlarının Yahudi
veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: «Siz mi daha iyi
biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah’tan kendisinde olan bir şehadeti
gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil
olmayandır.
(141) Onlar,
bir ümmetti, gelip geçti; onların kazandıkları kendilerinin, sizin
kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu
tutulmayacaksınız.
(142)
İnsanlardan birtakım beyinsizler: «Onları daha önce üzerinde bulundukları
kıblelerinden çeviren nedir?» diyecekler. De ki: «Doğu da Allah’ındır, batı da.
Dilediğini dosdoğru yola yöneltip-iletir.»
(143)
Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet
kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü,
Kâ’be’yi) kıble yapmamız, peygambere uyanları, iki topuğu üzerinde gerisin geri
dönenlerden ayırdetmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete
ulaştırdıklarının dışında kalanlar için büyük (bir yük) tür. Allah, imanınızı
boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir,
esirgeyendir.
(144) Biz,
senin, yüzünü çok defa göğe doğru çevirip-durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette
seni hoşnud olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne
çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz,
kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak)
olduğunu elbette bilirler. Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil olmayandır.
(145)
Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti (delili) getirsen, yine de
onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. (Hatta)
Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine de uymaz. Andolsun, eğer sana gelen
bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olursan,
kuşkusuz, o zaman zalimlerden olursun.
(146)
Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi), çocuklarını tanır gibi
tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikeri halde mutlaka gerçeği
gizlerler.
(147) Gerçek
(hak) Rabbindendir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.
(148)
Herkesin (her toplumun) yüzünü kendisine doğru çevirdiği bir yön vardır.
Öyleyse hayırlarda birbirinizle yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri
bir araya getirecektir. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
(149) Her nereden
çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir
haktır. Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.
(150) Her
nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) her nerede
olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında
insanların, size karşı (kullanabilecekleri) delilleri olmasın. Onlardan
korkmayın, benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki
hidayete erersiniz.
(151) Öyleki
içinizde kendinizden size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap
ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir peygamber gönderdik.
(152)
Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) bana şükredin
ve (sakın) nankörlük etmeyin.
(153) Ey
iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle
beraberdir.
(154) Ve
sakın Allah yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyin; hayır onlar diridirler.
Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.
(155)
Andolsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve
ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.
(156) Onlara
bir musibet isabet ettiğinde, derler ki; «Biz Allah’a ait (kullar) ız ve
şüphesiz O’na dönücüleriz.»
(157)
Rablerinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve
hidayete erenler de bunlardır.
(158)
Şüphesiz, ‘Safa’ ile ‘Merve’ Allah’ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi
(Ka’be’yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi
için bir sakınca yoktur. Kim de gönülden bir hayır yaparsa (karşılığını alır) .
Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir.
(159)
Gerçek, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitapta
açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder,
hem de lanet ediciler lanet eder.
(160) Ancak
tevbe edenler, (kendilerini) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar (a
gelince) ; artık onarın tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim,
esirgeyenim.
(161)
Şüphesiz, küfredip kâfir olarak ölenler, Allah’ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti bunların üzerinedir;
(162) Onda
(lanette) temelli kalıcıdırlar, onlardan azab hafifletilmez ve onlar
gözetilmezler de.
(163) Sizin
ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka hiç bir ilah yoktur; O, bağışlayandır,
esirgeyendir.
(164) Gerçek
şu ki, göklerin ve yerin yaratılmasında gece ile gündüzün ard arda gelişinde,
insanara yararlı şeylerle denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve
kendisiyle ölümünden sonra yeryüzünü dirilttiği suda, her canlıyı orada
üretip-yaymasında, rüzgârları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş
bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten âyetler
vardır.
(165)
İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını «eş ve ortak» tutanlar vardır ki, onlar
(bu eş ve ortakları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan
sevgisi ise, daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, hiç
tartışmasız bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği
azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi.
(166) Öyle
ki (o gün) kendilerine uyulanlar, kendilerine uyanlardan
uzaklaşıp-kaçmışlardır. (Artık) Onlar azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bütün
bağlar (ve ilişkiler) de parçalanıp-kopmuştur.
(167) (O
zaman, yönetilip) Uyanlar derler ki: «Eğer bize bir kere (daha dünyaya dönme)
fırsatı verilse(ydi) muhakkak, onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de
onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü bırakır) dık.» Böylece Allah, onlara bütün
yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten de çıkacak
değildirler.
(168) Ey
insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın
adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır.
(169) O,
size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyi
söylemenizi emreder.
(170) Ne
zaman onlara: «Allah’ın indirdiklerine uyun» denilse, onlar: «Hayır, biz,
atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız» derler. (Peki) Ya
atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulmamış idiyseler?
(171) Küfre
sapanların örneği çağırma ve bağırmadan başka bir şeyi duymayan (duyduğu şeyin
anlamını bilmeyen hayvan) a haykıranın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar,
dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.
(172) Ey
iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve
yalnızca O’na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah’a şükredin.
(173) O,
size ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olan
(hayvan) ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç
kalırsa, taşkınlık (ve saldırı) yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek
oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.
(174)
Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri
az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası
değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar
için acıklı bir azab vardır.
(175) Onlar,
hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır.
Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar.
(176) Bu,
Allah’ın Kitabı şüphesiz hak olarak indirmesindendir. Kitap konusunda
anlaşmazlığa düşenler ise uzak bir ayrılık içindedirler.
(177)
Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik,
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; ona olan
sevgisine rağmen, malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda
kalmışa), isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı
dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler
ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler(in
tutum ve davranışıdır) . İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da
bunlardır.
(178) Ey
iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı) . Özgüre
karşı özgür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. Fakat kimin (hangi
katilin) lehinde, onun (maktulün) kardeşi (varisi veya velisi) tarafından
bağışlanırsa, artık (yapılması gereken) örfe uymak (ve) ona (maktulün varis
veya velisine) güzellikle (diyet) ödemektir. Bu, Rabbinizden (size) bir
hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim de bundan sonra tecavüzde bulunursa,
onun için elem verici bir azab vardır.
(179) Ey
temiz akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.
(180) Sizden
birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya,
babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması
-Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz
kılındı) .
(181) Bundan
böyle kim onu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse, günahı elbette onu
değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
(182) Bunun
yanında, kim, vasiyet edenin haksızlığa eğilim göstereceğinden ya da günaha
gireceğinden korkup da ikisinin (tarafların) arasını bulup-düzeltirse, artık
ona da günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(183) Ey
iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz
kılındı) . Umulur ki sakınırsınız.
(184) (Oruç)
Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı
günler sayısınca başka günlerde (tutsun) . Zor dayanabilenlerin üzerinde de bir
yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır) . Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da
kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha
hayırlıdır.
(185)
Ramazan ayı. İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı
birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir.
Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim de hasta ya da
yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah,
size kolaylık diler, size zorluk dilemez. (Bu kolaylığı) sayıyı tamamlamanız ve
sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız
içindir. Umulur ki şükredersiniz.
(186)
Kullarım beni sana soracak olursa, işte Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua
ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da benim çağrıma
cevab versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş)
olurlar.
(187) Oruç
gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz,
siz de onlara örtüsüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte
olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın
ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik
siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu
tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda da onlara (kadınlarınıza)
yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte
Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.
(188)
Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve siz, bile bile günahla insanların
malarından bir bölümünü, yemeniz için onları hakimlere aktarmayın.
(189) Sana,
hilalleri (doğuş halindeki ayları) sorarlar. De ki: «O, insanlar ve hacc için
belirlenmiş vakitlerdir. İyilik (birr), evlere arkalarından gelmeniz değildir,
ama iyilik sakınan(ın tutumudur) . Evlere kapılarından girin. Allah’tan
sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
(190)
Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin.
Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.
(191)
Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkalrı yerden siz de onları
çıkarın. Fitne, öldürmeden beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz,
Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla
savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir.
(192) Onlar,
(savaşa) son verirlerse (siz de son verin) : şüphesiz Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.
(193)
(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla
savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık
yoktur.
(194) Haram
ay, haram aya karşılıktır: hürmetler (de) karşılıklıdır. Öyleyse kim size
saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah’tan korkup-sakının
ve bilin ki muhakkak Allah, korkup-sakınanlarla beraberdir.
(195) Allah
yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik
edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.
(196) Haccı
da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve buna benzer
nedenlerle) kuşatılırsanız, artık size kolay gelen kurban(ı gönderin) . Kurban
yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Kim sizden hasta ise ya da
başından şikayeti varsa, onun ya oruç ya sadaka veya kurban olarak fidye
(vermesi gerekir) . Güvenliğe kavuşursanız, hacca kadar umre ile yararlanmak
isteyene, kolayına gelen bir kurban (ı kesmesi gerekir) . Bulamayana da,
hacc’da üç gün, döndüğünüzde yedi (gün) olmak üzere, bunlar, tamı tamına on
(gündür) oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i Haram’da olmayanlar içindir.
Allah’tan korkun ve bilin ki Allah, muhakkak cezası pek çetin olandır.
(197) Hac,
bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haccı farz eder, (yerine getirir) se,
(bilsin ki) hacda kadına yaklaşmak, fısk yapmak ve kavgaya girişmek yoktur.
Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, kuşkusuz, azığın
en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının.
(198)
Rabbinizden bir fazl istemenizde size sakınca yoktur. Arafat’tan hep birlikte
indiğinizde Allah’ı Meş’ar-ı Haram’da anın. O, sizi nasıl doğru yola
yöneltip-ilettiyse, siz de O’nu anın. Gerçek şu ki, siz bundan evvel sapık
olanlardandınız.
(199) Sonra
insanların (topluca) akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan
bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(200) (Hac)
ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız
gibi hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah’ı anın. İnsanlardan öylesi
vardır ki: «Rabbimiz, bize dünyada ver» der; onun ahirette nasibi yoktur.
(201)
Onlardan öylesi de vardır ki: «Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette
de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru.» der.
(202) İşte
bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri
görendir.
(203) Sayılı
günlerde Allah’ı anın. İki günde (Mina’dan dönmek için) elini çabuk tutana
günah yoktur, geri kalana da günah yoktur. (Bu) sakınan için(dir.) Allah’tan
korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O’na döndürülüp-toplanacaksınız.
(204)
insanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna
gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.
(205) O, iş
başına geçti mi (ya da sırtını çevrip gitti mi) yeryüzünde fesad çıkarmaya,
ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve
kışkırtıcılığı) sevmez.
(206) Ona:
«Allah’tan kork» denildiği zaman, onu büyüklük gururu günaha sürükleyerek
alıp-kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.
(207)
İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını ara(yıp kazan) mak amacıyla
nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.
(208) Ey
iman edenler, hepiniz topluca ‘barış ve güvenliğe (silm’e İslam’a) girin ve
şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
(209) Size,
apaçık belgeler (ayetler) geldikten sonra yine ayağınız kayarsa, bilin ki
Allah, gerçekten üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(210) Onlar,
bulut gölgeleri içinde Allah’ın (azabının) meleklerle onlara gelmesini ve işin
bitirilivermesini mi gözlüyorlar? Oysa bütün-işler Allah’a döner.
(211)
İsrailoğularına sor, onlara nice açık ayet(ler) verdik. Kendisine geldikten
sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası
pek şiddetli olandır.
(212) İnkâr
edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi) . Onlar, iman edenlerden
kimileriyle alay ederler. Oysa korkup-sakınanlar, kıyamet günü onların
üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
(213)
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcı-korkutucular olarak
peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri
şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa
kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı-olan ‘azgınlık
ve kıskançlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden
başkası değildir.’ Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri
gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya
yöneltip-iletir.
(214) Yoksa
sizden önce gelip-geçenlerin hali, başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
öylesine sarsıldılar ki, sonunda peygamber, beraberindeki mü’minlerle:
«Allah’ın yardımı ne zaman?» diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı
pek yakındır.
(215) Sana
neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: «Hayır olarak infak edeceğiniz şey,
anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yol oğluna (yolda kalmışa)
dır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu kuşkusuz bilir.»
(216) Savaş,
hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı) . Olur ki hoşunuza
gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin
için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.
(217) Sana
haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: «Onda savaşmak büyük (bir
günahtır) . Allah katında ise, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek,
Mescid,i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir
günahtır). Fitne ise, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden
geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden döner
ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün yapıp-etmeleri (amelleri) dünyada
da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda sürekli
kalacaklardır.
(218)
Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte
onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
(219) Sana
içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: «Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar
için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.» Ve
sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: «İhtiyaçtan artakalanı.» Böylece
Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;
(220) Hem
dünya (konusun) da, hem ahiret (konusunda) . Ve sana yetimleri sorarlar. De ki:
«Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer onları aranıza
katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgun (fesad) çıkaranı
ıslah ediciden bilir (ayırdeder) . Eğer Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı.
Şüphesiz Allah güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.»
(221) Müşrik
kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza
gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman
edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir
erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle
cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt
alıp-düşünürler.
(222) Sana
‘kadınların aybaşı halini’ sorarlar. De ki: «O, bir rahatsızlık (eza) dır.
Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.
Eğer temizlenirlerse, Allah’ın size emrettiği yerden onara gidin. Şüphesiz
Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.»
(223)
Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlanıza dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için
(geleceğe hazırlık olarak güzel davranışlar) takdim edin. Allah’tan
korkup-sakının ve bilin ki elbette O’na kavuşucusunuz. İman edenlere müjde ver.
(224) Bir de
yeminlerinizi bahane ederek iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını
düzeltmenize Allah’ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir.
(225) Allah
sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş sözler (lağv) ‘den
dolayı sorumlu tutmaz; fakat sizi kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu
tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır.
(226)
Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır.
Eğer (bu süre içinde) dönerlerse, şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(227) (Yok)
Eğer boşamada kararlı davranırsa (boşanırlar) . Şüphesiz Allah, işitendir,
bilendir.
(228)
Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ‘hayız ve temizlenme süresi’ beklerler.
Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah’ın rahimlerinde yarattığını
saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları, bu süre içinde barışmak isterlerse,
onları geri almada (herkesten) daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de,
aleyhlerindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için onlar
üzerinde bir derece (farkı) var. Allah Aziz olandır. Hakim olandır.
(229)
Boşanma iki defadır. (Sonra ise) Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle
bırakmadır. Onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi geri almanız sizin için
helal olmaz: Ancak ikisinin Allah’ın sınırlarını ayakta tutmayacaklarıdan korkmuş
olmaları (durumu başka) . Eğer ikisinin Allah’ın sınırlarını ayakta
tutamıyacaklarından korkarsanız, bu durumda (kadının) fidye vermesinde ikisi
için de günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır; onlara tecavüz
etmeyin. Kim Allah’ın sınırlarına tecavüz ederse, onlar zalimlerin ta
kendileridir.
(230) Yine
onu (kadını üçüncü defa) boşarsa, (kadın) onun dışında bir başka kocayla
nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Eğer (bu koca da) onu boşarsa, onlar (ilk koca
ile karısı) Allah’ın sınırlarını ayakta tutacaklarını sanıyorlarsa, tekrar
birbirlerine dönmelerinde ikisi için de günah yotur. İşte bunlar, Allah’ın
sınırlarıdır; bilen bir topluluk için bunları (böyle) açıklar.
(231)
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, onları ya güzellikle
tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için
onları (yanınızda) tutmayın. Kim böyle yaparsa artık o, kendi nefsine zulmetmiş
olur. Allah’ın ayetlerini oyun (konusu) edinmeyin ve Allah’ın size verdiği
nimeti ve size öğüt olsun diye size indirdiği Kitab’ı ve hikmeti anın.
Allah’tan da korkup-sakının ve bilin ki, Allah her şeyi bilendir.
(232)
Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle
maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini
kocalarına nikâhlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah’a ve ahiret
gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı
ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.
(233)
Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl
emzirirler. Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği bilinen (örf) e uygun
olarak, çocuk kendisinin olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin
dışında (yük ve sorumluluk) teklif edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan
baba da, çocuğu dolayısıyla zarara uğratılmasın; mirasçı üzerindeki (sorumluluk
ve görev) de bunun gibidir. Eğer (anne ve baba) aralarında rıza ile ve
danışarak (çocuğu iki yıl tamamlanmadan) sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için
de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek
isterseniz, örfe uygun vereceğinizi ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur.
Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yapmakta olduklarınızı görendir.
(234)
İçinizden ölenlerin (geride) bıraktığı eşler, kendi kendilerine dört ay on
(gün) beklerler. Bu bekleme süresi dolduğundan, artık onların kendi haklarında
maruf (meşru) bir şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah,
işlediklerinizden haberi olandır.
(235)
(İddeti bekleyen) Kadınları nikâhlamak istediğinizi (onlara) sezdirmenizde ya
da böyle bir isteği gönlünüzde saklamanızda sizin için bir sakınca yoktur.
Gerçekte Allah, sizin onları (kalbinizden geçirip) anacağınızı bilmiştir. Sakın
bilinen (meşru) sözler dışında onlarla gizlice vaadleşmeyin; bekleme süresi
tamamlanıncaya kadar nikâh bağını bağlamaya kesin karar vermeyin. Ve bilin ki,
elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan kaçının. Ve bilin ki,
şüphesiz Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak davranandır.
(236)
Kendilerine el sürmediğiniz, mehirlerini de tesbit etmediğiniz kadınları
boşamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Onları yararlandırın, zengin olan
kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir
şekilde yararlandırmalı. (Bu,) İyilik edenler üzerinde bir haktır.
(237) Eğer
onlara mehir tesbit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri ya
da nikâh bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tesbit ettiğiniz (mehr) in
yarısı onlarındır. sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha
yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) da unutmayın. Şüphesiz Allah,
yapmakta olduklarınızı görendir.
(238)
Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve
Allah’a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun.
(239) Eğer
korkarsanız, yaya veya binekte iken kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine
Allah’ı, size bilmediklerinizi nasıl öğrettiyse öyle anın.
(240)
İçinizde ölüp de (geride) eşler bırakmakta olanlar, (evlerinden) çıkarılmaksızın,
senesine kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet (bıraksınlar) . Ama onlar,
(kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların maruf (meşru) olarak kendileri
için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlü ve üstün
olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir.
(241)
Boşanmış (kadın) ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay) ları
vardır. Bu korkup-sakınanlar üzerinde bir haktır.
(242) İşte
Allah, size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki akıl erdirirsiniz.
(243)
Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktıklarını görmedin mi? Allah
onlara: «Ölün» dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı
fazl sahibidir. Ancak, insanların çoğunluğu şükretmez.
(244) Allah
yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
(245)
Allah’a karşılığını çok arttırma ile kat kat arttıracağı güzel bir borcu
verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na
döndürüleceksiniz.
(246)
Musa’dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani,
peygamberlerinden birine: «Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım»
demişlerdi, O: «Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız?»
demişti. «Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan
çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) « demişlerdi. Ama onlara savaş
yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler.
Allah zalimleri bilir.
(247) Onlara
peygamberleri dedi ki: «Allah size Talut’u (melik olarak) gönderdi.» Onlar:
«Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet)
bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun
olabilir?» demişlerdi. O (şöyle) demişti: «Doğrusu Allah size onu seçti ve onun
bilgi ve vücud gelişimini arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah
(rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.»
(248)
Peygamberi, onlara (şöyle) dedi: «Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un
gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa
ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer
inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.»
(249) Talut,
ordusuyla birlikte ayrıldığında dedi ki: «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla
imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle
bir avuç avuçlayanlar hariç- onu tadmazsa o bendendir. Onlardan az bir bölümü
dışında ondan içtiler. O, kendisiyle beraber iman edenlerle onu (ırmağı)
geçince onlar (geride kalanlar) : «Bugün bizim Calut’a ve ordusuna karşı
(koyacak) gücümüz yok.» dediler. (O zaman) Elbette Allah’a kavuşacaklarını
umanlar (şöyle) dediler: «Nice az bir topluluk, daha çok olan bir topluluğa
Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.»
(250) Onlar,
Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: «Rabbimiz,
üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler
topluluğuna karşı bize yardım et.»
(251)
Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Carut’u öldürdü.
Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah’ın,
insanların bir kısmı ile bir kısmını def’i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü
mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı büyük fazl (ve ihsan)
sahibidir.
(252) İşte
bunlar, Allah’ın ayetleridir; onları sana hak olarak okuyoruz. Sen de
gönderilen elçilerdensin.
(253) İşte
bu peygamberler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın
kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya
apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l-Kudûs’le destekledik. Şayet Allah
dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen
(ümmet) ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi
inandı, kimi de küfretti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah
dilediğini yapandır.
(254) Ey
iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin
olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.
Kâfirler, onlar zulmedenlerdir.
(255) Allah.
O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz.
Göklerde de, yerde de ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında
şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve, arkalarındakini bilir. Dilediği
kadarının dışında, O’nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. . O’nun
kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç
gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.
(256) Dinde
zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık
ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir
kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.
(257) Allah,
iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi) dir. Onları karanlıklardan nura
çıkarır; küfredenlerin velileri ise tağut’tur. Onları da nurdan karanlıklara
çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süreki olarak kalacaklardır.
(258) Allah,
kendisine mülk verdi, diye rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni
görmedin mi? Hani İbrahim: «Benim Rabbim diriltir ve öldürür» demişti; o da:
«Ben de öldürür ve diriltirim» demişti. (O zaman) İbrahim: «Şüphe yok, Allah
güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir» deyince, o küfre sapan
böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
(259) Ya da
altı üstüne gelmiş, ıpıssız duran bir şehre uğrayan gibisi (göremedin mi?)
Demişti ki: «Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?» Bunun
üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Demişti
ki: «Ne kadar kaldın?» O: «Bir gün veya bir günden az kaldım» demişti. (Allah
ona:) «Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz
bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi
kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da
onlara et giydiriyoruz?» demişti. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan
sonra demişti ki: «(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç
yetirendir.»
(260) Hani
İbrahim: «Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster» demişti. (Allah ona:)
«İnanmıyor musun?» deyince «Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması
için.» demişti. Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları
(parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır.
Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve
hikmet sahibidir.»
(261)
Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir
başakta yüz ‘tane’ bulunan bir tek ‘tane’nin örneği gibidir. Allah, dilediğine
kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.
(262)
Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden
başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rabbleri katındadır, onlar için
korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.
(263) Güzel
bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır.
Allah hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak davranandır.
(264) Ey
iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun
diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz
kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna
benzer; ona sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar
kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez) ler. Allah, kâfirler
topluluğuna hidayet vermez.
(265)
Yalnızca Allah’ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı
kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir
tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin
örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır) .
Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.
(266) Hangi
biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi
olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine
ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle
durumda iken), ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin.
İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki düşünürsünüz.
(267) Ey
iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden
bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamıyacağınız bayağı
şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı
olmayandır, övülmeye layık olandır.
(268)
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah
ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah
(rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
(269) Kime
dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır
da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
(270)
Nafakadan her ne infak eder veya adaktan her ne adarsanız, muhakkak Allah onu
bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.
(271)
Sadakaları açıkta verirseniz o ne iyi; fakat gizleyip de fakirlere verirseniz
bu, sizin için daha hayırlıdır. O, günahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah,
yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
(272)
Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (kesin bir yükümlülük) değildir. Ancak
Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz,
kendiniz içidir. Zaten siz, ancak Allah’ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir
amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme)
uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir.
(273)
(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar,
yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı cahil olan (kişi,)
onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek
insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu
bilir.
(274) Onlar
ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların
ecirleri Rableri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun
olmayacaklardır.
(275) Faiz
(riba) yiyenler, ancak kendisini şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış
olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: «Alım-satım da ancak faiz
gibidir» demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi ise haram
kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık
geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim de (faize) geri dönerse, artık
onlar ateşin halkıdır, orada onlar sürekli kalacaklardır.
(276) Allah,
faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkâr olan kâfirlerin hiç
birini sevmez.
(277)
Şüphesiz iman edip güzel amellerde bulunanlar, dosdoğru namazı kılanlar ve
zekâtı verenler; onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur,
onlar mahzun olmayacaklardır.
(278) Ey
iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve eğer inanmışsanız, faizden artakalanı
bırakın.
(279) Şayet
böyle yapmazsanız, Allah’a ve Rasulüne karşı savaş-açtığınızı bilin. Eğer tevbe
ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne
de zulme uğratılmış olursunuz.
(280) Eğer
(borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin) .
(Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer
bilirseniz.
(281)
Allah’a döneceğiniz günden korkun-sakının. Sonra herkese kazandığı eksiksizce
ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır.
(282) Ey
iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan
bir kâtip doğru olarak yazsın, kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi
yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi
olan Allah’tan korkup-sakınsın, ondan hiç bir şeyi eksiltmesin. Eğer üzerinde
hak olan (borçlu), düşük akıllı ya da za’f sahibi veya kendisi yazmaya güç
yetirmeyecekse, velisi dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden de iki şahid tutun;
eğer iki erkek yoksa, şahidlerden rıza göstereceğiniz bir erkek ve biri
unuttuğunda öbürü ona hatırlatacak iki kadın (da olur) . Şahidler
çağırıldıkları zaman kaçınmasınlar. Onu (borcu) az olsun, çok olsun, süresiyle
birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında en adil, şahitlik için en sağlam,
şüphelenmemeniz için de en yakın olandır. Ancak aranızda devredip durduğunuz ve
peşin olarak yaptığınız ticaret başka, bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca
yoktur. Alış-veriş ettiğinizde de şahid tutun. Yazana da, şahide de zarar
verilmesin. (Aksini) Yaparsanız, o, kendiniz için (bir zulüm ve günah) fısktır.
Allah’tan korkup-sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi bilendir.
(283) Eğer
yolculukta iseniz ve kâtip de bulamazsanız, bu durumda alınan rehin (yeter) .
Şu durumda eğer birbirinize güveniyorsanız, kendisine güven duyulan, Rabbi olan
Allah’tan korkup-sakınsın da emanetini ödesin. Şahidliği gizlemeyin. Kim onu
gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkârdır. Allah, yapmakta olduklarınızı
bilendir.
(284)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da,
gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar,
dilediğini azablandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.
(285)
Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü,
Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. «O’nun
peygamberleri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat
ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz) . Varış ancak Sana’dır» dediler.
(286) Allah,
hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı lehine,
kazandırdıkları da aleyhinedir. «Rabbimiz, unuttuklarımızdan ya da
yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere
yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç
yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla. Bizi esirge, Sen
bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.»
——————————————————————————–
ENFÂL SURESİ
——————————————————————————–
(1) Sana
savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: «Ganimetler Allah’ın ve Resulündür. Buna
göre, eğer mü’minlerseniz Allah’tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah’a
ve Resulü’ne itaat ediniz.»
(2)
Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, O’nun
ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül
ederler.
(3) Onlar,
namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak
ederler.
(4) İşte
gerçek mü’minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve
üstün bir rızık vardır.
(5) Rabbin
seni evinden hak uğrunda (savaşa) çıkardığında mü’minlerden bir grup
isteksizdi.
(6) (Herşey)
Açıkça ortaya çıktıktan sonra bile, sanki kendileri, göz göre göre ölüme
sürükleniyorlarmış gibi, seninle hak konusunda tartışıp duruyorlardı.
(7) Hani
Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını size vadetmişti; siz de
güçsüz olanın sizin olmasını istemekteydiniz. Oysa Allah, sözleriyle hakkın gerçekleşmesini
sağlamak ve küfre sapanların arkasını kesmek (kökünü kurutmak) istiyordu.
(8) O,
suçlu-günahkârlar istemese de, hakkı gerçekleştirmek ve batılı geçersiz kılmak
için (böyle istiyordu) .
(9) Siz
Rabbinizden yardım taleb ediyordunuz, O da: «Şüphesiz ben size birbiri ardınca
bin melek ile yardım ediciyim» diye cevap vermişti.
(10) Allah,
bunu, yalnızca bir müjde ve kalblerinizin tatmin bulması için yapmıştı; (yoksa)
Allah’ın katından başkasında nusret (zafer ve yardım) yoktur. Hiç şephesiz
Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(11) Hani
kendisinden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyordu. Sizi kendisiyle
tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalblerinizin üstünde
(güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz
üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu.
(12) Rabbin
meleklere vahyetmişti ki: «Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık
kâtın, küfre sapanların kalblerine amansız bir korku salacağım. Öyleyse (ey müslümanlar,)
vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına.»
(13) Bu,
tartışmasız, onların Allah’a ve Resulüne karşı baş kaldırmaları dolayısıyladır.
Kim Allah’a ve Resulüne karşı baş kaldırırsa, hiç şüphesiz Allah (ceza ile)
sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
(14) İşte
bu, sizin; tadın bunu. Küfre sapanlara bir de ateş azabı vardır.
(15) Ey iman
edenler, toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arka çevirmeyin
(savaştan kaçmayın) .
(16) Kim
onlara böyle bir günde-yine savaşmak için bir yana çekilen ya da bir başka
bölüğe katılmak için yer tutanın dışında -arkasını çevirirse, gerçekten o,
Allah’tan bir gazaba uğramıştır ve onun barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir
yataktır o.
(17) Onları
siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, ama
Allah attı. Mü’minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı)
. Hiç şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
(18) İşte
size böyle… Gerçekten Allah, kâfirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır.
(19) Eğer
fetih istiyorduysanız, (ey kafirler,) işte size fetih; ama eğer (küfürden ve
eski yaptıklarınızdan) vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yok, geri
dönerseniz biz de döneriz. Topluluğunuz çok da olsa, size bir şey sağlayamaz.
Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.
(20) Ey iman
edenler, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Siz de işitiyorken, ondan yüz
çevirmeyin.
(21) Ve:
«Biz işittik» dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın;
(22) Gerçek
şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez
olan sağırlar ve dilsizlerdir.
(23) Eğer
Allah, onlardan bir hayır görseydi muhakkak onlara işittirirdi. İşittirseydi
bile, arka çevirenler olarak (yine) yüz çevirirlerdi.
(24) Ey iman
edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resulüne
icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz
gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız.
(25) Ve
sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden
korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek
şiddetli olandır.
(26)
Hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız ve yeryüzünde zayıf bırakılmışlardınız,
insanların sizi kapıp-yakalayıvermelerinden korkuyordunuz. İşte O, sizi
(yerleşik kılıp) barındırandı, sizi yardımıyla destekledi ve size temiz
şeylerden rızıklar verdi. Umulur ki şükredersiniz.
(27) Ey iman
edenler, Allah’a ve Resulüne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet
etmeyin.
(28) Bilin
ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah
yanında ise büyük bir mükafaat vardır.
(29) Ey iman
edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur
ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük
fazl sahibidir.
(30) Hani o
küfre sapanlar, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla,
tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir
karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin)
hayırlısıdır.
(31) Ayetlerimiz
onlara okunduğu zaman: «İşittik» dediler. «İstesek, biz de bunun bir benzerini
söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir.»
(32) Bir de:
«Ey Allah’ımız, eğer bu (Kur’an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gök
yüzünden üstümüze taş yağdır veya acıklı bir azab getir (bakalım) .»
demişlerdi.
(33) Oysa
sen, içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azablandıracak değildir. Ve
onlar, bağışlanma dilemektelerken de, Allah onları azablandıracak değildir.
(34) Onlar,
Mescid-i Haram’dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve layık)
koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azablandırmasın? Onun (asıl)
koruyucuları yalnızca korkup-sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.
(35)
Onların, Beyt(-i Şerif) önündeki duaları, ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan
başkası değildir. Artık küfretmekte olduklarınız dolayısıyla tadın azabı.
(36) Gerçek
şu ki, küfre sapanlar, (insanları) Allah’ın yolundan engellemek için mallarını
harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı
olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır. Küfredenler sonunda cehenneme
sürülüp toplanacaklardır.
(37) Bu,
Allah’ın murdar olanı temizden ayırdetmesi; murdarı, bir kısmını bir kısmı
üzerinde kılıp tümünü biriktirerek cehenneme atması içindir. İşte bunlar
hüsrana uğrayanlardır.
(38) O küfre
sapanlara de ki: «Eğer vazgeçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler
bağışlanacaktır. Ama yine dönecek olurlarsa, önceki (toplumlara uygulanan)
sünnet, muhakkak (başlarından da) geçmiş olacaktır.»
(39) Fitne
kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet
vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir.
(40) Geri
dönerlerse, bilin ki gerçekten Allah, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâdır
ve ne güzel yardımcıdır.
(41) Bilin
ki, ‘ganimet olarak ele geçirdiğiniz’ şeylerin beşte biri, muhakkak Allah’ın,
Resulün, yakınların, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur. Eğer Allah’a, hak
ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği günde
(Bedir’de) kulumuza indirdiğimize iman ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün) .
Allah, her şeye güç yetirendir.
(42) Hani
siz vadinin yakın kenarında, onlar da uzak yamacındaydılar; kervan ise sizden
daha aşağıdaydı. Eğer sözleşseydiniz, kaçınılmaz olarak sözleşme yeri (veya
konusu) hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz; ancak Allah, olacağı olan işi
gerçekleştirmek için (böyle yaptı) . Böylece, helak olacak kişi apaçık bir
delilden sonra helak olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delilden sonra hayatta
kalsın. Şüphesiz Allah, gerçekten işitendir, bilendir.
(43) Hani
Allah, onları sana uykunda az gösteriyordu; eğer sana çok gösterseydi,
gerçekten yılgınlığa kapılacaktınız ve iş konusunda gerçekten çekişmeye
düşecektiniz. Ancak Allah esenlik (kurtuluş) bağışladı. Çünkü O, elbette sinelerin
özünde saklı duranı bilendir.
(44) Karşı
karşıya geldiğinizde, Allah, ‘olacağı olan işi gerçekleştirmek’ için, onları
gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün)
işler Allah’a döndürülür.
(45) Ey iman
edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve
Allah’ı çokça zikredin. Umulur ki kurtuluş (felah) bulursunuz.
(46) Allah’a
ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp
yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle
beraberdir.
(47) Bir de
yurtlarından refahtan şımarıp-azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve
(halkı) Allah’ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yapmakta
olduklarını çepeçevre kuşatandır.
(48) O zaman
şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: «Bugün sizi insanlardan
bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım» demişti. Ne zaman
ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri
döndü ve «Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi
görmekteyim, ben Allah’tan da korkmaktayım» dedi. Allah, (ceza ile)
sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
(49)
Munafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar şöyle diyorlardı: «Bunları
(müslümanları) dinleri aldattı.» Oysa kim Allah’a tevekkül ederse, hiç şüphesiz
Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(50)
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: «Yakıcı azabı tadın» diye o
küfredenlerin canlarını alırken görmelisin.
(51) Bu,
ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah
kullara zulmedici değildir.
(52) Firavun
ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş-tarzı gibi. Allah’ın ayetlerine
küfrettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi. Şüphesiz,
Allah, en büyük kuvvet sahibidir, sonuçlandırması da pek şiddetlidir.
(53) Nedeni
şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet
olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.
(54) Firavun
ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin
ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları yıkıma uğrattık,
Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulme sapanlardı.
(55) Allah
katında canlıların en kötüsü, şüphesiz küfre sapan olanlarıdır. Onlar artık
inanmazlar.
(56) Bunlar,
içlerinden antlaşma yaptığın kimselerdir ki, sonra her defasında ahidlerini
bozarlar. Onlar korkup-sakınmazlar.
(57) Bundan
dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından
gelecek olanlar(ı caydır) . Umulur ki ibret alırlar.
(58) Eğer
bir kavmin ihanet edeceğinden kesin olarak korkarsan, sen de açık ve adil bir
tutumla (onlarla olan anlaşma metnini ve diplomatik ilişkiyi yüzlerine) at.
Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez.
(59) Küfre
sapanlar, kaçıp-kurtulduklarını sanmasınlar; gerçek şu ki, onlar (bizi) aciz
bırakamazlar.
(60) Onlara
karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla,
Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip
Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne
infak ederseniz, size ‘eksiksiz olarak ödenir’ ve siz haksızlığa
uğratılmazsınız.
(61) Eğer
onlar barışa eğilim gösterirlerse, sen de ona eğilim göster ve Allah’a tevekkül
et. Çünkü O, işitendir, bilendir.
(62) Onlar,
seni aldatmak isterlerse, şüphesiz Allah sana yeter. O, seni yardımıyla ve
mü’minlerle destekledi.
(63) Ve
onların kalblerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile,
onların kalblerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları
uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(64) Ey
Peygamber, sana ve seni izleyen mü’minlere Allah yeter.
(65) Ey
Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden
yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden
yüz (sabırlı kişi) bulunursa, bunlar da kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar
(gerçeği) kavramayan bir topluluktur.
(66) Şimdi,
Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu da bildi. Sizden
yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden
bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah,
sabredenlerle beraberdir.
(67) Hiç bir
peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz.
Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti
istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(68) Eğer
Allah’ın geçmişte bir yazması (söz vermesi) olmasaydı, aldıklarınıza karşılık
size gerçekten büyük bir azab dokunurdu.
(69) Artık
ganimet olarak elde ettiklerinizden helal ve temiz olarak yiyin ve Allah’tan
korkup-sakının. Hiç şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir.»
(70) Ey
Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: «Eğer Allah, sizin kalblerinizde bir
hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir
ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.»
(71) Eğer
sana ihanet etmek isterlerse, onlar daha önce Allah’a da ihanet etmişlerdi;
böylece O da, onların ‘bozguna uğramaları (için) sana imkân vermişti.’ Allah,
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(72) Gerçek
şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla
cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte
birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar
hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din
konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak,
sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah,
yapmakta olduklarınızı görendir.
(73)
Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmzsanız (birbirinize
yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk
(fesat) olur.
(74) İman
edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ile (hicret edenleri)
barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü’min olanlar bunlardır. Onlar
için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.
(75) Bundan
sonra iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar da
sizdendir. Akrabalar (mirasta) Allah’ın Kitabına göre, birbirlerine (mirasta)
önceliklidir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.
——————————————————————————–
ÂLİ IMRÂN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Elif,
Lâm, Mim.
(2) Allah;
O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir.
(3) O, sana
Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat’ı ve
İncil’i de indirmişti.
(4) (Ki
onlar) Bundan önce insanlar için bir hidayetti. Doğruyu yanlıştan ayıran
(furkan) ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için
şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır.
(5)
Şüphesiz, yerde ve gökte Allah’a hiç bir şey gizli kalmaz.
(6) Döl
yataklarında size dilediği gibi sûret veren O’dur. O’ndan başka ilah yoktur;
üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(7) Sana
Kitabı indiren O’dur. Ondan, kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler
muhkem’dir; diğerleri de benzeşen (müteşabih) lerdir. Kalplerinde bir kayma
olanlar, fitne (ve karışıklık) çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için
ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun yorumunu Allah’tan başkası bilmez.
İlimde derinleşenler ise: «Biz ona inandık, onun tümü Rabbimizin katındandır.»
derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
(8)
«Rabbimiz, bizi hidayete eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve yanından
bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.»
(9)
«Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları muhakkak Sen
toplayacaksın. Doğrusu Allah, vâ’dinden cayıp-dönmez.»
(10)
Şüphesiz küfredenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah’tan
(gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.
(11) Tıpkı
Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Ayetlerimizi
yalanladılar, böylece Allah günahları nedeniyle onları yakalayıverdi. Allah,
(ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
(12)
Küfredenlere de ki: «Yakında yenilgiye uğratılacaksınız ve toplanıp cehenneme
sürüleceksiniz.» Ne kötü yataktır o.
(13) Karşı
karşıya gelen iki toplulukta, sizin için andolsun bir ayet (ibret) vardır. Bir
topluluk, Allah yolunda vuruşuyordu, diğeri ise kâfirdi ki göz görmesiyle
karşılarındakini kendilerinin iki katı görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini
yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir
ibret vardır.
(14)
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel
atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve
çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer
Allah katında olandır.
(15) De ki:
«Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Korkup-sakınanlar için
Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan
cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla
görendir.»
(16) Ki
onlar: «Rabbimiz şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve
bizi ateşin azabından koru» diyenler;
(17) Sabredenler,
doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve ‘seher vakitlerinde’
bağışlanma dileyenlerdir.
(18) Allah,
gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim
sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve
hakim olan O’ndan başka ilah yoktur.
(19) Hiç
şüphesiz din, Allah katında İslâm’dır. Kendilerine kitap verilenler, ancak
kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ‘kıskançlık ve hakka
başkaldırma’ (buğuz) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerine
küfrederse, gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.
(20) Eğer
seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: «Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi
Allah’a teslim ettim.» Ve kendilerine kitap verilenlerle ümmilere, de ki: «Siz
de teslim oldunuz mu?» Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir.
Fakat yüz çevirdilerse, artık yalnızca sana düşen duyurup-bildirme (tebliğ)
dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.
(21)
Allah’ın ayetlerine küfredenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve
insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı
müjdele.
(22) Onlar,
yaptıkları dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve onların yardımcıları
yoktur.
(23)
Kendilerine Kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? Aralarında Allah’ın
Kitabı hükmetsin diye çağrılıyorlar da, onlardan bir bölümü yüz çeviriyor.
Onlar, işte böyle arka dönenlerdir.
(24) Bu,
onların: «Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak»
demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya
düşürmüştür.
(25) Artık
onları, kendisinden şüphe olmayan bir gün topladığımızda ve her bir nefse
-kendileri haksızlığa uğratılmaksızın- kazandığı tam olarak ödendiğinde nasıl
olacak?
(26) De ki:
«Ey mülkün sahibi Allah’ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü
çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin
elindedir. Gerçekten Sen, her şeye güç yetirensin.»
(27) «Geceyi
gündüzü bağlayıp-katarsın, gündüzü de geceye bağlayıp-katarsın; diriyi ölüden
çıkarırsın, ölüyü de diriden çıkarırsın. Sen, dilediğine hesapsız rızık
verirsin.»
(28)
Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle
yaparsa, Allah’tan hiç bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma
gayesiyle sakınma(nız) başka. Allah, sizi kendisiyle sakındırır. Varış
Allah’adır.
(29) De ki:
«Sinelerinizde olanı gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Ve
göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, her şeye güç yetirendir.»
(30) Her bir
nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla
kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün) . Allah,
sizi kendisiyle sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.
(31) De ki:
«Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.»
(32) De ki:
«Allah’a ve Resulüne itaat edin.» Eğer yüz çeviririlerse şüphesiz Allah,
kâfirleri sevmez.
(33) Gerçek
şu ki, Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine
seçti;
(34) Onlar
birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.
(35) Hani
İmran’ın karısı: «Rabbim, karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan özgürlüğe
kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten, bilen
Sensin Sen.» demişti.
(36) Fakat
onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki:
«Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona
Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana
sığındırırım.»
(37) Bunun
üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi
yetiştirdi. Zekeriya’yı da ona sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman mihraba
girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: «Meryem, sana nerden bu?» deyince, «Bu,
Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir» dedi.
(38) Orada
Zekeriya Rabbine dua etti: «Rabbim bana katından tertemiz bir soy armağan et.
Doğrusu Sen, duaları işetensin» dedi.
(39) O
mihrapta namaz kılmakta iken, melekler ona seslendi: «Allah, sana Yahya’yı
müjdeler. O, Allah’tan olan kelimeyi (İsa’yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve
salihlerden bir peygamberdir.»
(40) Dedi
ki: «Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısır iken nasıl
benim bir oğlum olabilir?» «Böyledir» dedi, «Allah dilediğini yapar.»
(41)
(Zekeriya) Dedi ki: «Rabbim, bana bir alamet ver.» «Sana alamet, işaretleşme
dışınıda, insanlarla üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça zikret ve akşam sabah
onu tesbih et.» dedi.
(42) Hani
melekler de: «Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin
kadınlarına üstün kıldı.» demişti.
(43)
«Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rükû edenlerle birlikte
rükû et.»
(44) Bunlar,
gayb haberlerindendir; bunları sana vahy ediyoruz. Onlardan hangisi Meryem’i
sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur’a atarlarken sen yanlarında
değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.
(45) Hani
Melekler, dedi ki: «Meryem, doğrusu Allah, kendinden bir kelimeyi sana
müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. O, dünyada da, ahirette de
‘seçkin, onurlu, saygın’ ve (Allah’a) yakın kılınanlardandır.»
(46)
«Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve o salihlerdendir.»
(47)
«Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bana bir çocuk olabilir?» dedi.
Öyle (idi cevap) . (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar
verirse, yalnızca ona «ol» der, o da hemen oluverir.»
(48) «Ona
kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek.»
(49)
İsrailoğularına peygamber kılacak. (O da onlara şöyle diyecek:) «Gerçek şu, ben
size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey
oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ve
Allah’ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve
ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve stok ettiklerinizi size haber veririm.
Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır.»
(50) «(Ben,)
Benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak
üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim.. Artık Allah’tan korkup sakının ve
bana itaat edin.»
(51)
«Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet
edin. Dosdoğru olan yol işte budur.»
(52) Nitekim
İsa, onlardan küfrü sezince, dedi ki: «Allah için bana yardım edecekler
kimdir?» Havariler: «Allah’ın yardımcıları biziz; biz Allah’a inandık, bizim
gerçekten müslümanlar olduğumuza şahid ol» dedi.
(53)
«Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve peygambere uyduk. Böylece bizi şahidlerle
beraber yaz.»
(54) Onlar
ise bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu.» Allah, düzen
kurucuların en hayırlısıdır.
(55) Hani
Allah, İsa’ya demişti ki: «Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim,
seni kendime yükselteceğim, seni küfredenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları
kıyamete kadar küfre sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca
Bana’dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim.»
(56)
«Küfredenleri ise, dünyada ve ahirette şiddetli bir azabla azablandıracağım.
Onların hiç yardımcıları yoktur.»
(57) «İman
edip salih amellerde bulunanların ecirleri eksiksiz ödenecektir. Allah, zalim
olanları sevmez.»
(58) Bunları
biz sana ayetlerden ve hikmetli zikr’den (Kur’an’dan) okuyoruz.
(59) Şüphesiz,
Allah katında İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı,
sonra ona «ol» demesiyle o da hemen oluverdi.
(60) Gerçek,
Rabbindendir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma.
(61) Artık
sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle ‘çekişip-tartışmalara
girişirlerse’ de ki: «Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve
kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim
de Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.»
(62)
Şüphesiz bu, gerçek bir olayın haberidir. Allah’tan başka ilah yoktur. Ve
şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(63) Eğer
yüz çevirirlerse, elbette Allah, fesat çıkaranları bilir.
(64) De ki:
«Ey Kitap ehli, bizimle aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin. (Ki o da
şudur:) Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak
koşmayalım ve Allah’ı bırakıp kimimiz kimimizi Rabler edinmeyelim.» Eğer yine
yüz çevirirlerse, deyin ki: «Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız.»
(65) «Ey Kitap
ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip-tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de
ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz.»
(66) İşte
sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama
hakkında hiç bilginiz olmayan şey konusunda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa
Allah bilir, sizler bilmezsiniz.
(67)
İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak o, hanif (muvahhid) bir
müslümandı, müşriklerden de değildi.
(68)
Doğrusu, insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamberle
iman edenlerdir. Allah, mü’minlerin velisidir.
(69) Kitap
Ehlinden bir grup, sizi şaşırtıp-saptırmayı arzuladı; fakat onlar ancak kendi
nefislerini şaşırtıp-saptırırlar da şuuruna varmazlar.
(70) Ey
Kitap Ehli, siz şahid olup dururken, ne diye Allah’ın ayetlerini inkâr
ediyorsunuz?
(71) Ey
Kitap Ehli, neden hakkı bâtıl ile örtüyor ve siz de bildiğiniz halde hakkı
gizliyorsunuz?
(72) Kitap
Ehlinden bir bölümü, dedi ki: «İman edenlerin üzerine inene, gündüzün
başlangıcında inanın, bitiminde ise inkâr edin. Belki onlar da dönerler.»
(73) «Ve
sizin dininize uyanlardan başkalarına inanıp güvenmeyin.» De ki: «Hiç
tartışmasız doğru olan yol Allah’ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir
benzeri birine (İslâm peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar
(müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki:
«Şüphesiz ‘lutuf ve ihsan (fazl) ‘ Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir.
Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
(74) O, kime
dilerse rahmetini tahsis eder. Allah büyük ‘lutuf ve ihsan (fazl) ‘ sahibidir.
(75) Kitap
Ehlinden öylesi vardır ki, ona bir kantar emanet bıraksan onu sana öder;
onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine
dikilip-durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların «ümmiler (zayıf ve bilgisizler
veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur»
demiş olmalarındandır. Oysa onlar kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı
yalan söylemektedirler.
(76) Hayır;
kim ahdine vefa eder ve sakınırsa şüphesiz Allah da muttaki olanları sever.
(77)
Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar, işte onlar;
ahirette onlar için hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah, onlarla
konuşmaz, onları gözetlemez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acıklı bir azab
vardır.
(78)
Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu
okur göründüklerini) kitaptan sanırsınız diye. Oysa o kitaptan değildir. «Bu
Allah katındandır» derler. Oysa o, Allah katından değildir. Ve onlar, kendileri
de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler.
(79)
Beşerden hiç kimsenin, Allah kendisine Kitabı, hükmü ve peygamberliği versin
de, sonra o, insanlara: «Allah’ı bırakıp bana kulluk edin» deme (hakkı ve yetki)
si yoktur. Fakat o, «Öğretmekte olduğunuz ve ders alıp vermekte bulunduğunuz
Kitaba göre Rabbânî’ler olunuz (deme görevindedir.)»
(80) O,
melekleri ve peygamberleri sizin Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslümanlar
olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?
(81) Hani
Allah peygamberlerden ‘kesin bir söz (misak) ‘ almıştı: «Andolsun size Kitap ve
hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir peygamber
geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksanız.»
Demişti ki: «Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?» Onlar: «İkrar
ettik» demişlerdi de «Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid
olanlardanım» demişti.
(82) Artık
kim bundan sonra sırt çevirirse, onlar fasık olanlardır.
(83) Peki
onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her
ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na
döndürülmektedirler.
(84) De ki:
«Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına
indirilene, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman
ettik. Onlardan hiç biri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O’na teslim
olmuşlarız.»
(85) Kim
İslâm’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba
uğrayanlardandır.
(86)
Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve peygamberin hak olduğuna şahid oldukları
halde, imanlarından sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete erdirir?
Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez.
(87) İşte
bunların cezası, Allah’ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine
olmasıdır.
(88) İçinde
temelli kalıcıdırlar. Onların azabı hafifletilmez ve onlar gözetilmezler.
(89) Ancak
bundan sonra tevbe edenler. ‘salih olarak davrananlar’ başka. Çünkü Allah,
gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.
(90) Doğrusu,
imanlarından sonra küfredenler, sonra küfürlerini arttıranlar; bunların
tevbeleri kesinlikle kabul edilmez. İşte bunlar, sapıkların ta kendileridir.
(91)
Şüphesiz küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiç birisinden, yeryüzü dolusu
altın olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için
acıklı bir azab vardır ve onların yardımcıları yoktur.
(92)
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz. Her ne
infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.
(93) Tevrat
indirilmeden evvel, İsrail’in kendine haram kıldıklarından başka,
İsrailoğullarına bütün yiyecekler helal idi. De ki: «Şu halde eğer doğruysanız,
Tevrat’ı getirin de onu okuyun.»
(94) Artık
bundan sonra kim Allah’a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim
olanlardır.
(95) De ki:
«Allah doğru söyledi. Öyleyse Allah’ı bir tanıyan (Hanif) ler olarak İbrahim’in
dinine uyun. O, müşriklerden değildi.»
(96) Gerçek
şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün
insanlar (alemler) için hidayet olan (Kâbe) dir.
(97) Orda
apaçık ayetler (ve) İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse o
güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev’i haccetmesi Allah’ın
insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de küfre saparsa, kuşku yok, Allah alemlere
karşı muhtaç olmayandır.
(98) De ki:
«Ey Kitap Ehli, Allah yapmakta olduklarınıza şahid iken, ne diye Allah’ın
ayetlerine küfrediyorsunuz?»
(99) De ki:
«Ey Kitap Ehli, sizler şahidler olduğunuz halde, ne diye iman edenleri Allah
yolundan -onda bir çarpıklık bulmaya yeltenerek- çevirmeye çalışıyorsunuz?
Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.»
(100) Ey
iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun
eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.
(101) Allah’ın
ayetleri size okunuyorken ve O’nun Resulü içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr
ediyorsunuz? Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir
yola iletilmiştir.
(102) Ey
iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının
ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.
(103)
Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin
üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin
arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak
sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı.
Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.
(104)
Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden)
sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.
(105)
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa
düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük azab vardır.
(106) Bazı
yüzlerin ağaracağı, bazı yüzlerin de kararacağı gün… Yüzleri kapkara-kesilecek
olanlara: «İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyleyse inkâr etmenize
karşılık olarak azabı tadın» (denilir) .
(107)
Yüzleri ağaranlar ise, artık onlar Allah’ın rahmeti içindedirler, içinde de
temelli kalacaklardır.
(108) Bunlar
sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah’ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm
isteyen değildir.
(109)
Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah’ındır ve (bütün) işler Allah’a
döndürülür.
(110) Siz,
insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslâm’a uygun)
olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz. Kitap Ehli
de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman
edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.
(111) Onlar
size ezadan başka kesinlikle bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa
size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.
(112) Her
nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah’ın ipine ve insanların ipine (ahdine)
sığınanlar başka- onlara zilet (horluk damgası) vurulmuştur. Onlar, Allah’tan
bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah’ın
ayetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir.
(Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır.
(113)
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli’nden bir topluluk vardır ki, gece
vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.
(114)
Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan
sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.
(115) Onlar
hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah,
muttakileri bilendir.
(116)
Gerçekten küfredenlerin ise, ne malları, ne çocukları, onlara Allah’tan yana
bir şey sağlayamaz. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda temelli olarak
kalacaklardır.
(117)
Onların bu dünya hayatındaki harcamaları kendi nefislerine zulmetmiş olan bir
kavmin ekinine isabet eden kavurucu soğukluktaki bir rüzgâra benzer ki, onu
(ekini) helak etmiştir. Allah, onlara zulmetmedi, fakat kendi nefislerine
kendileri zulmetmektedirler.
(118) Ey
iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve
zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar.
Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli
tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl
erdirirsiniz.
(119)
Sizler, işte böylesiniz: onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz
Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında «inandık» derler,
kendi başlarına kaldıklarında ise, size karşı olan kin ve öfkelerinden dolayı
parmak uçlarını ısırırlar. De ki: «Kin ve öfkenizle ölün.» Şüphesiz Allah,
sinelerin özünde saklı duranı bilendir.
(120) Size
bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise
onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli
düzenleri’ size hiç bir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını
kuşatandır.
(121) Hani
sen, mü’minleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden
erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir.
(122) O
zaman sizden iki grup, neredeyse, ‘çözülüp geri çekilmek’ istemişti. Oysa Allah
onların (velisi) yardımcısıydı. Artık mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül
etmelidirler.
(123)
Andolsun, siz güçsüz iken Allah size Bedir’de yardımıyla zafer verdi. Şu halde
Allah’tan korkup-sakının, O’na şükredebilesiniz.
(124) Sen
mü’minlere: «Rabbinizin size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle
yardım-iletmesi size yetmez mi?» diyordun.
(125) Evet,
eğer sabrederseniz, korkup-sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze
çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım
ulaştıracaktır.
(126) Allah
bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun
diye yaptı. ‘Yardım ve zafer (nusret) ‘ ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet
sahibi olan Allah’ın katındandır.
(127) (Ki
bununla) Küfre sapanların ileri gelenlerini kessin (onları helak etsin) ya da
‘umutları suya düşmüşler olarak onları tepesi aşağı getirsin de geri dönüp
gitsinler.’
(128)
(Allah’ın) Onların tevbelerini kabul etmesi veya zalimler olduklarından dolayı
azablandırması işinden sana bir şey (sorumluluk ve görev) yoktur.
(129)
Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ındır. Kimi dilerse bağışlar, kimi
dilerse azablandırır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
(130) Ey
İman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah’tan
korkup-sakının, umulur ki, kurtulursunuz.
(131) Ve
kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının.
(132)
Allah’a ve Resulüne itaat edin, ki merhamet olunasınız.
(133)
Rabbinizden olan mağfirete ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak
için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.
(134) Onlar,
bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki
hakların) dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
(135) Ve
‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman,
Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir.
Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları üzerinde
bildikleri halde ısrarla durmayanlardır.
(136) İşte
bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları altından
ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir
var.)
(137) Gerçek
şu ki, sizden önce nice sünnetler gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde
gezip-dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün.
(138) Bu
(Kur’an), insanlar için bir beyan, sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür.
(139)
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan
sizlersiniz.
(140) Eğer
bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. O günleri; biz
onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah’ın iman edenleri
belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah,
zulmedenleri sevmez;
(141) (Yine
bu) Allah’ın, iman edenleri arındırması ve küfre sapanları yok etmesi içindir.
(142) Yoksa
siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de
belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
(143)
Andolsun, siz onunla karşılaşmadan önce ölümü temenni ediyordunuz. İşte onu
gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.
(144)
Muhammed, yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler
gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde
gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse,
Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında
ödüllendirecektir.
(145)
Allah’ın izni olmaksızın hiç bir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş
bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim de
ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında
ödüllendireceğiz.
(146) Nice
peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin) ler savaşa girdiler de, Allah
yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet) den dolayı ne gevşeklik
gösterdiler, ne de boyun eğdiler. Allah, sabır-gösterenleri sever.
(147)
Onların söyledikleri: «Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı
bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler
topluluğuna karşı yardım et.» demelerinden başka bir şey değildi.
(148)
Böylece Allah, dünya sevabını da, ahiret sevabının güzelliğini de onlara verdi.
Allah iyilikte bulunanları sever.
(149) Ey
iman edenler, eğer küfre sapanlara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde
gerisin-geri çevirirler, böylece büyük hüsrâna uğrayanlara dönersiniz.
(150) Hayır,
sizin mevlânız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.
(151)
Kendisi hakkında hiç bir ispatlı delil indirmediği şeyi Allah’a ortak
koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma
yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür.
(152)
Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı; siz O’nun izniyle onları
kırıp-geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz (zafer) i size gösterdikten sonra, siz
yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden
kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek
için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı. Allah mü’minlere karşı
fazl (ve ihsan) sahibi olandır.
(153) Siz o
zaman durmaksızın uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. Peygamber de
sürekli sizi arkadan çağırıyordu. (Allah) Elinizden kaçırdıklarınıza ve size
isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden kedere uğrattı. Allah, yaptıklarınızdan
haberi olandır.
(154) Sonra
kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, bir uyuklama ki,
içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da, canları derdine düşmüştü;
Allah’a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: «Bu işten bize
ne var ki?» diyorlardı. De ki: «Şüphesiz işin tümü Allah’ındır.» Onlar, sana
açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, «Bu işten bize bir şey
olsaydı, biz burada öldürülmezdik» diyorlar. De ki: «Eğer evlerinizde de
olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri
yerlere gidecekti. (Bunu) Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde
olanı arındırmak için (yaptı) . Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.
(155) İki
topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden geri dönenleri, kazandıkları
bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti. Ama
andolsun ki, Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, yumuşak
olandır.
(156) Ey
iman edenler, küfre sapanlar ile yer yüzünde gezip dolaşırken veya savaşta
bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: «Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi,
öldürülmezlerdi» diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz
bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yapmakta
olduklarınızı görendir.
(157)
Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah’tan olan bir
bağışlanma ve rahmet, onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.
(158)
Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de şüphesiz Allah’a (varıp) toplanacaksınız.
(159)
Allah’tan bir rahmet dolasıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın onar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla,
onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen
artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
(160) Eğer
Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi
‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek
kimdir? Öyleyse mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.
(161) Hiç
bir peygambere, emanete ihanet yaraşmaz. Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet
ettiğiyle gelir. Sonra her nefis ne kazandıysa, (ona) eksiksiz olarak ödenir.
Onlar haksızlığa uğratılmazlar.
(162)
Allah’ın rızasına uyan kişi, Alah’tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri
cehennem olan kişi gibi mi? Ne kötü barınaktır o?
(163) Allah
katında onlar derece derecedir. Allah yapmakta olduklarını görendir.
(164)
Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle
lutufta bulunmuştur. (Ki o) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve
onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık
içindeydiler.
(165)
Başınıza bir belâ gelince niçin: «Bu nereden?» diyorsunuz? Halbuki siz (Bedir’de)
onların (düşmanların) başlarına bunun iki katı belâ getirmiştiniz. Ey
Peygamber, onlara de ki: «Bu belâyı kendi başınıza siz getirdiniz.» Şüphesiz
Allah her şeye kâdirdir.
(166) İki
topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah’ın izniyle
idi. (Bu, Allah’ın) mü’minleri ayırdetmesi;
(167)
Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: «Gelin, Allah’ın yolunda
savaşın ya da savunma yapın» denildiğinde, «Biz savaşmayı bilseydik elbette
sizi izlerdik» dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar.
Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli
tuttuklarını daha iyi bilir.
(168) Onlar,
kendileri oturup kardeşleri için: «Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi»
diyenlerdir. De ki: «Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın
öyleyse.»
(169) Allah
yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında
diridirler, rızıklanmaktadırlar.
(170)
Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara
arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdeler vermektedirler ki onlara hiç bir
korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir.
(171) Onlar,
Allah’tan bir nimeti bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah’ın mü’minlerin
ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler.
(172) Kendilerine
yara isabet ettikten sonra, Allah ve Resulünün çağrısına icabet edenler,
içlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir ecir vardır.
(173) Onlar,
kendilerine insanlar: «Size karşı insanlar topla(n) dılar, artık onlardan
korkun» dedikleri halde, (buna rağmen) imanları artanlar ve: «Allah bize yeter,
O ne güzel vekildir» diyenlerdir.
(174) Bundan
dolayı, kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah’tan
bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl
(ve ihsan) sahibidir.
(175) İşte
bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer
mü’minlerseniz, Ben’den korkun.
(176)
Küfürde ‘büyük çaba harcayanlar’ seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiç bir
şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister.
Onlar için büyük bir azab vardır.
(177) Onlar,
imana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah’a hiç bir şeyle zarar
veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır.
(178) O
küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı
sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz.
Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır.
(179) Allah,
murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü’minleri, sizin kendisi üzerinde
bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali
kılacak da değildir. Ama Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz
de Allah’a ve Resulüne iman edin. Eğer iman eder ve korkup-sakınırsanız, sizin
için büyük bir ecir vardır.
(180)
Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun
kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir;
kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin
mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.
(181)
Andolsun; «Gerçek, Allah fakirdir, biz ise zenginleriz» diyenlerin sözlerini
Allah işitmiştir. Onların bu sözlerini ve Peygamberleri haksız yere
öldürmelerini yazacağız ve: «Yakıcı olan azabı tadın» diyeceğiz.
(182) Bu,
sizin ellerinizin önden sunduklarıdır. Allah, gerçekten kullara zulmedici
değildir.
(183) «Allah
bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamız
konusunda and verdi,» diyenlere, de ki: «Şüphesiz, benden önce nice
peygamberler, apaçık belgeler ve söylediklerinizle geldi; eğer, siz doğru
idiyseniz, şu halde onları ne diye öldürdünüz?»
(184) Eğer
seni yalanlarlarsa, senden önce apaçık belgeler, Zeburlar ve aydınlık kitapla
gelen peygamberleri de yalanlamışlardır.
(185) Her
nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir.
Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa
ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metâdan başka bir şey değildir.
(186)
Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet
verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız, (bu) emirlere
olan azimdendir.
(187) Hani
kendilerine kitap verilenlerden: «Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu
gizlemeyeceksiniz» diye kesin söz almıştı. Fakat onlar, bunu arkalarına attılar
ve ona karşılık az bir değeri satın aldılar. O aldıkları şey ne kötüdür.
(188)
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmeden hoşlananları
(kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acıklı bir
azab vardır.
(189)
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Allah, her şeye güç yetirendir.
(190)
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde
temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.
(191) Onlar,
ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin
yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) «Rabbimiz, sen bunu boşuna
yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.»
(192)
«Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’
kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.»
(193)
«Rabbimiz, biz: «Rabbinize iman edin» diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı
işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla,
kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.»
(194)
«Rabbimiz, peygamberlerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi
‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dine muhalefet etmeyensin.»
(195)
Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: «Şüphesiz Ben,
erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin
kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından
sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin,
mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere
sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap) tır. (O) Allah, karşılığın
(sevabın) en güzeli O’nun katındadır.»
(196) Küfre
sapanların ülke ülke dönüp-dolaşmaları seni aldatmasın.
(197) (Bu)
Az bir yarar(lanma) dır. Sonra bunların barınma yereri cehennemdir. Ne kötü bir
yataktır o.
(198) Ama
Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah katında -bir şölen olarak-
altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik
yapanlar için, Allah’ın katında olanlar daha hayırlıdır.
(199)
Şüphesiz, Kitap Ehlinden de, Allah’a size indirilene ve kendilerine indirilene
-Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar, Allah’ın
ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri
katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.
(200) Ey
iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın. (sınırlarda) nöbetleşin. Allah’tan
korkup-sakının. Umulur ki kurtuluşa varırsınız.
——————————————————————————-
HAŞR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Göklerde
ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir.
(2) Kitap
Ehlinden küfredenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Onların
çıkacaklarını siz sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini Allah’tan
koruyacağını sanmışlardı. Böylece Allah(‘ın azabı) da, onlara hesaba
katmadıkları bir yönden geldi, yüreklerine korku salıverdi; öyle ki evlerini
kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret
sahibleri ibret alın.
(3) Eğer
Allah, onlara sürgünü yazmamış olsaydı, muhakkak onları (yine) dünyada
azablandırırdı. Ahirette ise onlar için ateş azabı vardır.
(4) Bu,
onların Allah’a ve O’nun Resulüne karşı ‘başkaldırıp ayrılık çıkarmaları’
dolayısıyladır. Kim Allah’a karşı başkaldırıp-ayrılık çıkarırsa, muhakkak Allah
cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.
(5) Hurma
ağaçlarından her neyi kesmişseniz veya kökleri üzerinde dimdik neyi
bırakmışsanız, (bu) Allah’ın izniyledir ve fasık olanları alçaltması içindir.
(6) Onlardan
Allah’ın peygamberine verdiği «fey’e» gelince, ki siz buna karşı (bunu elde
etmek için) ne at, ne deve sürdünüz. Ancak Allah, kendi elçilerini
dilediklerinin üstüne musallat kılar. Allah, her şeye güç yetirendir.
(7) Allah’ın
o (fethedilen) şehir halkından peygamberine verdiği fey, Allah’a, peygambere,
(peygamberle) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda
kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında
dönüp-dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse artık onu alın,
sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan sakınıp-korkun.
Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.
(8) (Bundan
başka bu mallar,) Hicret eden fakirleredir ki, onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf
ve ihsan) arayıp, Allah’a ve O’nun Resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve
mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.
(9)
Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine)
yerleştirenler ise, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilen
şeylerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir
açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim
nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah
(kurtuluş) bulanlardır.
(10) Bir de
onlardan sonra geleNler, derler ki: «Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş
olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin
bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.»
(11)
Münafıklık etmekte olanları görmüyor musun ki, onlar, Kitap Ehlinden küfre
sapan kardeşlerine derler ki: «Andolsun, eğer siz (yurtlarınızdan)
sürülüp-çıkarılacak olursanız, biz de sizlerle birlikte mutlaka çıkarız ve size
karşı olan hiç kimseye, hiç bir zaman itaat etmeyiz.» Eğer size karşı
savaşılırsa elbette size yardım ederiz.» Oysa Allah, şahidlik etmektedir ki
onlar, gerçekten yalancıdırlar.
(12)
Andolsun, onlar sürülüp çıkarılacak olurlarsa, kendileri onlarla birlikte
çıkmazlar. Onlara karşı savaşılırsa da kendilerine yardımda bulunmazlar; yardım
etseler bile (arkalarına) dönüp-kaçarlar. Sonra kendilerine yardım edilmez.
(13)
Herhalde onların içlerinde ‘dehşet ve yılgınlık bakımından’ siz, Allah’tan
(O’na karşı duydukları dehşetten) daha çetinsiniz. Bu, gerçekten onların ‘derin
bir kavrayışa sahip olmamaları’ dolayısıyla böyledir.
(14) Onlar,
iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir
halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen
onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, gerçekten onların akletmeyen
bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.
(15)
Kendilerinden önce yakın geçmişte olanların durumu gibi; onlar, yaptıklarının
sonucunu tadmışlardır. Onlar için acı bir azab vardır.
(16)
Şeytanın da durumu gibi; çünkü insana «Küfret» dedi, o da küfre sapınca:
«Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan
korkarım» dedi.
(17) Sonunda
onların akibetleri, şüphesiz ateşin içinde ikisinin de ebedi olarak kalıcı
olmalarıdır. İşte zalim olanların cezası budur.
(18) Ey iman
edenler, Allah’tan korkup-sakının. Herkes yarın için neyi takdim
edip-gönderdiğine baksın. Allah’tan korkup-sakının. Hiç şüphesiz Allah,
yapmakta olduklarınızdan haberdar olandır.
(19) Ve
kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş
olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.
(20) Ateş
halkı ile cennet halkı bir olmaz. Cennet halkı ‘umduklarına kavuşup mutluluk
içinde olanlardır.’
(21) Şayet
biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah
korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte biz, belki
düşünürler diye, insanlara örnekleri böyle vermekteyiz.
(22) O Allah
ki, O’ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir.
Rahman, Rahim olan O’dur.
(23) O Allah
ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir (bütün mülkün sahibidir) . Kuddûs’tur;
Selam’dır; Mü’min’dir; Müheymin’dir; Aziz’dir; Cebbar’dır; Mütekebbir’dir.
Allah, (müşriklerin) şirk koşmakta olduklarından çok yücedir.
(24) O Allah
ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’
verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu
tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.
——————————————————————————–
CUMUA SURESİ
——————————————————————————–
(1) Göklerde
ve yerde olanların tümü, Melik; Kuddüs; Aziz; Hakim olan Allah’ı tesbih
etmektedir.
(2) O,
ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları
arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamberi
gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde
idiler.
(3) Ve
onlardan henüz kendilerine ulaşıp-katılmamış bulunan diğerlerine de (peygamber
gönderilmiştir) ; O (Allah), üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(4) Bu,
Allah’ın dilediğine verdiği fazl (lütuf ve ihsan) dır. Allah, büyük fazl
sahibidir.
(5)
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve
hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü
taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalan saymakta olan kavmin
durumu ne kadar kötüdür. Allah, zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez.
(6) De ki:
«Ey Yahudi olanlar, eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin
gerçekten Allah’ın velileri (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne
sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz (bunu
çekinmeden yapın) .»
(7) Oysa
onlar, ellerinin öne takdim ettikleri dolayısıyla bunu hiç bir zaman temenni
edemezler. Allah, zalimleri bilendir.
(8) De ki:
«Hiç tartışmasız sizin kendisinden kaçmakta bulunduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle
karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)
a döndürüleceksiniz; O da size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.»
(9) Ey iman
edenler, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeğe
koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
(10) Artık
namazı kılınca, yeryüzünde dağılın, Allah’ın fazlını isteyip-arayın ve Allah’ı
çokça zikredin, umulur ki felaha (kurtuluşa ve umduklarınıza) kavuşmuş
olursunuz.
(11) Oysa
onlar (kendilerini tümüyle Allah’a ve İslâm’a teslim etmeyenler) bir ticaret ya
da ‘bir eğlence konusu ve fırsatı’ gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler
ve seni ayakta bıraktılar. De ki: «Allah’ın katında bulunan, eğlenceden de,
ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.»
——————————————————————————–
AHZÂB SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey
Peygamber, Allah’tan sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz
Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(2) Ve sana
Rabbinden vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı haber alandır.
(3) Allah’a
tevekkül et; vekil olarak Allah yeter.
(4) Allah,
bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini
annelerinize benzeterek yemin konusu yaptınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi
de sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız
saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve
(doğru olana) yola yöneltip-iletir.
(5) Onları
(evlat edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında
daha adildir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, artık onlar, dinde sizin
kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata olarak yaptıklarınız da ise, sizin için
bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden)
yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(6)
Peygamber, mü’minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de
onların anneleridir. Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allah’ın Kitabında
birbirlerine öteki mü’minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak
dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka; bunlar Kitapta yazılmış
bulunmaktadır.
(7) Hani biz
peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh’tan, İbrahim’den,
Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan. Biz onlardan sapasağlam bir söz almıştık.
(8) Doğru
olanlara doğruluk (ve bağlılık) larını (Allah’ın) sorması için. Kâfirlere ise
acıklı bir azab hazırlamıştır.
(9) Ey iman
edenler; Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular
gelmişti; böylece biz de onların üzerine, bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz
ordular göndermiştik. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.
(10) Hani
onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler de kaymış,
yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında da (birtakım)
zanlarda bulunuyordunuz.
(11) İşte
orada, iman edenler, denemeden geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıyla
sarsıntıya uğratılmışlardı.
(12) Hani,
münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: «Allah ve Resulü, bize boş
bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi» diyorlardı.
(13)
Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: «Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin
için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün.» Onlardan bir topluluk da:
«Gerçekten evlerimiz açıktır» diye peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın
evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı.
(14) Eğer
onlara (şehrin her) yanından girilseydi sonra da kendilerinden fitne (karışıklık
çıkarmaları) istenmiş olsaydı, hiç şüphesiz buna yanaşır ve bunda pek az
(zaman) dışında (kararsız) kalmazlardı.
(15) Oysa
andolsun onlar, daha önce ‘arkalarını dönüp-kaçmayacaklarına’ dair Allah’a söz
vermişlerdi; Allah’a verilen söz (ahid) ise, (ağır bir) sorumluluktur.
(16) De ki:
«Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir
yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında
metalanıp-yararlandırılmazsınız.»
(17) De ki:
«Size bir kötülük isteyecek olsa, sizi Allah’tan koruyacak veya size bir rahmet
isteyecek olsa (buna engel olacak) kimdir?» Onlar, kendileri için Allah’ın
dışında ne bir veli, ne de bir yardımcı bulamazlar.
(18)
Gerçekten Allah, içinizden alıkoyanları ve kardeşlerine: «Bize gelin» diyenleri
bilmektedir. Bunlar, pek azı dışında zorlu-savaşlara gelmezler.
(19)
(Geldiklerinde de) Size karşı ‘cimri ve bencildirler.’ Şayet korku gelecek
olsa, ölümden dolayı üstüne baygınlık çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek
onların sana bakmakta olduklarını görürsün. Korku gidince de, hayra karşı
oldukça düşkünlük göstererek sizi keskin dilleriyle (eleştirip incilterek)
karşılaşırlar. İşte onlar iman etmemişlerdir; böylece Allah onların yapmakta
olduklarını boşa çıkarmıştır. Bu ise Allah’a göre pek kolaydır.
(20) Onlar
(münafıklar, düşman) birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer (askeri)
birlikler gelecek olsa, çölde bedevi-Araplar arasında olup sizin haberlerinizi
(ordan) sormayı cidden arzu ediyorlardı. Fakat içinizde olsalardı ancak pek az
savaşırlardı.
(21) Andolsun,
sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için
Allah’ın Resulünde güzel bir örnek vardır.
(22)
Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan)
dediler ki: «Bu, Allah’ın ve Resulü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü
doğru söylemiştir.» Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini
arttırdı.
(23)
Mü’minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki, Allah ile yaptıkları ahide sadakat
gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi de
beklemektedir. Onlar, hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.
(24) Çünkü
Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı
mükâfatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip
tevbe) lerini kabul edecektir. Hiç şüphe yok Allah, çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir.
(25) Allah,
küfredenleri kin ve öfkeleriyle geri çevirdi, onlar hiç bir hayra varamadılar.
Savaşta Allah, (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü’minlere yetti. Allah
çok güçlüdür, üstün ve galib olandır.
(26) Kitab
ehlinden onlara arka çıkanları da kalelerinden indirdi ve onların kalplerine
korku düşürdü. Siz (onlardan) bir kısmını öldürüyordunuz, bir kısmını ise esir
alıyordunuz.
(27) Ve sizi
onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve daha ayak basmadığınız bir yere
mirasçı kıldı. Allah, her şeye güç yetirendir.
(28) Ey
peygamber eşlerine söyle: «Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini
istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım ve güzel bir salma tarzıyla sizi
salıvereyim.»
(29) «Eğer
siz Allah’ı, Resulü’nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, artık hiç şüphe yok
Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır.»
(30) Ey
Peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun
azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah’a göre pek kolaydır.
(31) Ama
sizden kim de Allah’a ve Resulü’ne gönülden-itaat eder ve salih bir amelde
bulunursa, ona da ecrini iki kat veririz. Ve biz ona üstün bir rızık da
hazırlamışızdır.
(32) Ey peygamberin
kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer
sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık
bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin.
(33)
Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargah edinin), ilk cahiliye
(kadınları) nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa
vurmayın, dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a Resulü’ne itaat edin. Ey
Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi
tertemiz kılmak ister.
(34)
Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Hiç şüphe
yok Allah, latiftir, haberdar olandır.
(35) Hiç
şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min olan erkekler ve
mü’min olan kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden
(Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar,
sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve
saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren
kadınlar, oruç tutan erkekler, kadınlar ve ırzlarını koruyan erkekler ve
(ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı
çokça) zikreden kadınlar, (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir
ecir hazırlamıştır.
(36) Allah
ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min olan bir erkek ve mü’min olan bir
kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve
Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır.
(37) Hani
sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin
kişiye: «Eşini yanında tut ve Allah’tan sakın» diyordun; insanlardan da
çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa
Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini
kesince, biz onu seninle evlendirmiş olduk; ki böylelikle evlatlıklarının
kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla
evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine
getirilmiştir.
(38)
Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme) de peygamber üzerine
hiç bir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet) lerde de olan
Allah’ın sünnetidir. Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.
(39) Ki
onlar (o peygamberler) Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri
titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap
görücü olarak Allah yeter.
(40)
Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah’ın
Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
(41) Ey iman
edenler, çokça zikretmek suretiyle Allah’ı zikredin.
(42) Ve O’nu
sabah ve akşam tesbih edin.
(43) O’dur
ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekten; melekleri de
(size dua etmektedir) . O, mü’minleri çok esirgeyicidir.
(44) O’na
kavuşacakları gün, onların dirlik temennileri: «Selam»dır. Ve O, onlara üstün
bir ecir hazırlamıştır.
(45) Ey
Peygamber, gerçekten biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı
-korkutucu olarak gönderdik.
(46) Ve
kendi izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir çerağ olarak (gönderdik) .
(47)
Mü’minlere müjde ver; gerçekten onlar için Allah’tan büyük bir fazl vardır.
(48)
Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, eziyetlerine de aldırma ve Allah’a
tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.
(49) Ey iman
edenler, mü’min kadınları nikâhlayıp sonra onlara dokunmadan boşarsanız, bu
durumda sizin için üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur. Artık (hemen)
onları yararlandırın (onlara yetecek bir miktar verin) ve güzel bir salma
tarzıyla onları salıverin.
(50) Ey
Peygamber! gerçekten biz sana ücretlerini (mehirlerini) verdiğin eşlerini ve
Allah’ın sana ganimet olarak verdikleri (savaş esirleri) nden elinin altında
bulunan cariyeleri, amcanın, halalarının ve teyzelerinin seninle beraber hicret
eden kızlarını, bir de Peygamber’e kendisini hibe eden ve Peygamberin de
kendisini almak istediği inanmış kadınları sana helâl kıldık. Bu diğer
müminlere değil, sadece sana mahsus bir ayrıcalıktır. Biz eşleri ve ellerinin
altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere ne farz kıldığımızı biliyoruz.
(Seni bu hususta istisna ettik) Ki senin için hiçbir darlık olmasın, Allah çok
bağışlayan, çok merhamet edendir.
(51)
Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alıp-barındırabilirsin;
ayrıldıklarından, istek duyduklarına (dönmende) senin için bir sakınca yoktur.
Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle
hepsinin hoşnut olmalarına en yakın (en uygun) olan budur. Allah, kalplerinizde
olanı bilmektedir. Allah bilendir, halimdir. sana helal olmaz. ancak sağ elinin
malik olduğu (cariyeler) başka Allah, her şeyi gözetleyip-denetleyendir.
(52) Bundan
sonra (başka) kadınlar ve bunları başka eşlerle değiştirmek -güzellikleri senin
hoşuna gitse bile-
(53) Ey iman
edenler (rasgele) peygamberlerin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için
girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman
girin, yemeği yeyince dağılın ve (uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere
eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak (kı açıklamak) tan
utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde
arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de
daha temizdir. Allah’ın Resulü’ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini
nikâhlamanız size ebedî olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah
katında çok büyük (bir günah) tır.
(54) Bir
şeyi açığa vursanız da, saklı tutsanız da; hiç şüphe yok Allah, her şeyi bilici
olandır. .
(55) Onlar
için babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız
kardeşlerinin oğulları, kadınları ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri)
hakkında bir sakınca yoktur. (Ey Müslüman kadınlar) Allah’tan sakının. Hiç
şüphe yok Allah, her şeye şahid olandır.
(56) Hiç
şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler,
siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.
(57) Gerçek
şu ki, Allah’a ve Resulü’ne eziyet edenler; Allah, onlara dünyada da, ahirette
de lanet etmiş ve onlar için aşağılatıcı bir azab hazırlanmıştır.
(58) Mü’min
erkeklere ve mü’min kadınlara irtikâb etmedikleri (bir suç) sebebiyle eziyet
edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık günah yüklenmişlerdir.
(59) Ey
Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden
(cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli)
tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir.
(60)
Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde
kışkırtıcı yapan (yalan haber yayan) lar (bu tutumlarına) bir son vermeyecek
olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir
süre) komşu kalabilirler.
(61) Lanete
uğratılmışlar olarak; nerede ele geçirilseler yakalanırlar ve öldürüldükçe
(sürekli) öldürülürler.
(62) (Bu,)
Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın
sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.
(63)
İnsanlar, sana kıyamet-saatini sorarlar; de ki: «Onun bilgisi yalnızca Allah’ın
katındadır.» Ne bilirsin; belki kıyamet-saati pek yakın da olabilir.
(64)
Gerçekten Allah, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’
hazırlamıştır.
(65) Orda
ebedi olarak kalıcıdırlar. Onlar ne bir veli, ne de bir yardımcı
bulamayacaklardır.
(66) Onların
yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: «Eyvahlar bize, keşke
Allah’a itaat etseydik ve peygambere itaat etseydik.»
(67) Ve
dediler ki: «Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat
ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular.»
(68)
«Rabbimiz, onlara azabtan iki katını ver ve onlara büyük bir lanet ile lanet
et.»
(69) Ey iman
edenler, Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte
olduklarından temize çıkardı. O, Allah katında vecihti.
(70) Ey iman
edenler, Allah’tan korkup-sakının ve sözü doğru olarak söyleyin.
(71) Ki O
(Allah), amellerinizi islah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve
Resulü’ne itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur.
(72) Gerçek
şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu
yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü
o, çok zalim, çok cahildir.
(73) Şundan
ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik
kadınları azablandıracak; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların da tevbesini
kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
——————————————————————————–
NİSA SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey
insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve her
ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup-sakının. Ve
(yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’tan ve akrabalık
(bağlarını koparmak) tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.
(2)
Yetimlere mallarını verin ve murdar olana karşı temiz olanı değiştirmeyin.
Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur.
(3) Eğer
yetim(kız) lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu
durumda, size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere
nikâhlayın. Şayet (yine de) adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız, o zaman bir
(eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin.) Bu sapmamanıza
daha yakındır.
(4)
Kadınlara mehirlerini gönülden isteyerek (ve bir hak olarak) verin, fakat
onlar, gönül hoşluğuyla size ondan bir şeyi bağışlarlarsa, onu da afiyetle, iç
huzuruyla yiyin.
(5) Allah’ın
sizin için (kendileriyle hayatınızı) kaim (geçiminizi sağlamaya destekleyici
bir araç) kıldığı mallarınızı düşük akıllılara vermeyin; bunlarla onları
rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin.
(6)
Yetimleri, nikâha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir
(rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye
israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da
artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine
verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah
yeter.
(7) Anne ve
baba ile akrabaların bıraktıklarından erkekler için bir pay vardır; anne ve
baba ile akrabanın bıraktıklarından kadınlar için de bir pay vardır. Bunun azından
ve çoğundan farz kılınmış bir pay vardır.
(8) (Mirası)
Bölüşme sırasında yakınlar; yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan
rızıklandırın ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin.
(9)
Arkalarında bıraktıkları zayıf çocuklardan dolayı korku duyanlar, (vasiyetleri
altında olanlar için de) içleri ürpertiyle titresin. Allah’tan sakınsınlar ve
onlara doğru söz söylesinler.
(10) Gerçek
şu ki, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş yemiş
olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir.
(11)
Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder.
Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi
onlarındır. Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur. (Ölenin)
Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda
bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçı ise, bu durumda annesi için
üçte bir vardır. Onun kardeşleri varsa o zaman da annesi için altıda bir’dir.
(Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden
sonradır. Babalarınız, oğullarınız, siz onların hangilerinin yarar bakımından
size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah’tan bir farzdır. Şüphesiz
Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
(12)
Eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, geride bıraktıklarının yarısı sizindir.
Şayet çocukları varsa, -onunla yapacakları vasiyetten ya da (ayıracakları)
borçtan sonra- bu durumda bıraktıklarının dörtte bir sizindir. Sizin çocuğunuz
yoksa, geriye bıraktıklarınızdan dörtte biri onların (kadınlarınızın) dır. Eğer
sizin çocuğunuz varsa geriye bıraktıklarınızdan sekizde biri onların
(kadınlarınızın) dır. (Yine bu hükümler,) Edeceğiniz vasiyet veya (varsa)
borcun düşülmesinden sonradır. Mirası aranan erkek ya da kadın, çocuğu ve
babası olmayan bir kimse olup da onun erkek veya kız kardeşi bulunursa onlardan
her biri için altıda bir vardır. Eğer bundan fazla iseler, bu durumda
-kendisiyle yapılan vasiyetten ya da (varsa) borçtan sonra- üçte bir’de -zarara
uğratılmaksızın- onlar ortaktırlar. (Bu size) Allah’tan bir vasiyettir. Allah,
bilendir, (kullara) yumuşak olandır.
(13) Bunlar,
Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, onu altından
ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş
ve mutluluk budur.
(14) Kim
Allah’a ve Resulüne isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi
kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır.
(15)
Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara aleyhlerinde olmak üzere içinizden dört şahid
tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara
bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun.
(16)
Sizlerden fuhuş yapanlardan, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de
ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz, Allah, tevbeleri kabul
edendir, esirgeyendir.
(17)
Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük
yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir) . İşte Allah, böylelerinin
tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
(18) Tevbe,
ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: «Ben şimdi gerçekten
tevbe ettim» diyenler, ne de kendileri kâfirler olarak ölenler için değil.
Böyleleri için acıklı bir azab hazırlamışızdır.
(19) Ey iman
edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkışmanız size helal değildir. Apaçık
olan ‘çirkin bir hayasızlık’ yapmadıkları sürece, onlara verdiklerinizin bir
kısmını gidermeniz (kendinize almanız) için onlara baskı yapmanız da (helal
değildir.) Onlarla güzellikle geçinin. Şayet onlardan hoşlanmadınızsa, belki,
bir şey hoşunuza gitmez, ama Allah onda çok hayır kılar.
(20) Bir eşi
bırakıp yerine bir başka eşi almak isterseniz, onlardan birine (öncekine)
yüklerle (mal ve para) vermişseniz bile ondan hiç bir şey almayın. Ona iftira
ederek ve apaçık bir günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?
(21) Onu
nasıl alırsınız ki, birbirinize katılmış (birleşerek içli-dışlı olmuş) tınız.
Onlar sizden kesin bir güvence (kuvvetli bir ahid) de almışlardı.
(22)
Kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak (cahiliyede)
geçen geçmiştir. Çünkü bu, ‘çirkin bir hayasızlık’ ve ‘öfke duyulan bir
iğrençliktir’. Ne kötü bir yoldu o!…
(23) Sizlere
anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek
kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz,
süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe)
girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız
-onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sülbünüzden
olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik)
haram kılındı. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(24) Sağ
ellerinizin malik olduğu (cariyeler) dışında kadınlardan ‘evli ve özgür’
olanlarla da (evlenmeniz haramdır.) Bunlar, Allah’ın üzerinize yazdığıdır.
Bunların dışında kalanı iffeti koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla
(mehir vererek) evliliği veya evlenecek kadın aramanız (veya istemeniz) size
helal kılındı. Öyleyse onlardan hangi şeyle (veya ne kadar) yararlandıysanız,
onlara ücret (mehir) lerini, tesbit edildiği miktarıyla ödeyin. Miktarın
tesbitinden sonra, karşılıklı hoşnud olduğunuz bir şey konusunda üstünüze bir
sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
(25)
İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse ellerinizde
bulunan müslüman cariyelerden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir.
Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyle ise, iffetli yaşamaları, zina etmemek ve gizli
dost da tutmamaları şartıyla, velilerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini
de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onara hür kadınlara
verilen cezanın yarısı verilir. Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden
evlenmediği takdirde ahlâkî sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz
ise sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, esirgeyendir.
(26) Allah,
size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek ve
tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(27) Allah,
tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük
bir sapma ile sapmanızı isterler.
(28) Allah
(ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak
yaratılmıştır.
(29) Ey iman
edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka
haksız ‘nedenler ve yollarla (batılca) ‘ yemeyin. Ve kendi nefislerinizi
öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir.
(30) Kim haddi
aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, biz onu ateşe göndeririz. Bu Allah için pek
kolaydır.
(31) Size
yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi
‘onurlu-üstün’ bir makama sokarız.
(32)
Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin.
Erkeklere kazandıklarından bir pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından
bir pay vardır. Allah’tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah,
her şeyi bilendir.
(33)
Anne-babanın ve yakınların geride bıraktıklarından her birine mirasçılar
kıldık. Yeminlerinizin (akid ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin.
Şüphesiz, Allah, her şeye şahid olandır.
(34)
Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından
harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde ‘sorumlu-yöneticilerdir.’ İyi
kadınlar gönülden (Allah’a) itaat edenler, -Allah, (onları ve haklarını) nasıl
koruduysa- görünmeyeni koruyanlardır. Başkaldırıp-diretmelerinden korktuğunuz
kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse
hafifçe) döğün. Size itaat ederlerse, aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu
Allah yücedir, büyüktür.
(35) (Kadın
ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden
bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı)
düzeltmek isterlerse, Allah da aralarında başarı sağlar. Şüphesiz, Allah,
bilendir, haberdar olandır.
(36) Allah’a
ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya,
yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda
kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah,
her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.
(37) Onlar,
cimrilikte bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir) ler ve Allah’ın
fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kâfirlere aşağılatıcı bir
azab hazırlamışızdır.
(38) Ve
onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah’a ve ahiret
gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır
o.
(39) Allah’a
ve ahiret gününe inanarak Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan infak
etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir.
(40) Gerçek
şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik
olursa, onu kat kat kılar ve kendi yanından pek büyük bir ecir verir.
(41) Her
ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların da üzerine seni şahid olarak
getirdiğimiz zaman nasıl olacak?
(42) O gün,
küfre sapıp da peygambere isyan edenler, yerle bir olmayı
‘severek-isteyecekler.’ Oysa Allah’tan hiç bir sözü gizleyemezler.
(43) Ey iman
edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta
olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya
yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahud
kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla
teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(44)
Kendilerine kitaptan bir pay verilenlerin sapıklığı satın aldıklarını ve sizin
de yolu sapıtmanızı istediklerini görmedin mi?
(45) Allah,
sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak
Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter.
(46) Kimi
yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden’ saptırırlar ve dillerini de eğip
bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: «Dinledik ve karşı geldik. İşit,
-işitmez olası- ve ‘Raina’ bizi güt, bize bak» derler. Eğer onlar: «İşittik ve
itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet’» deselerdi, elbette kendileri için
daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla
lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.
(47) Ey
kitap verilenler, yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimiz Kitab’a inanın.
Bazı yüzleri silip arkalarına döndürmeden ya da cumartesi adamlarını
lanetlediğimiz gibi onları da lânetlemeden önce buna inanın. Hatırlayın ki
Allah’ın emri daima yapılagelmiştir.
(48)
Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı
ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla
iftira etmiş olur.
(49)
Kendilerini (Övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini
temizleyip yüceltir. Onlar, ‘bir hurma çekirdiğindeki ipince iplik kadar’ bile
haksızlığa uğratılmazlar.
(50) Allah’a
karşı nasıl yalan düzüp-uyduruyorlar, bir bak. Bu, apaçık bir günah olarak
yeter.
(51)
Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar cibt ve tağuta
inanıyorlar ve inkâr edenlere: «Bunlar inananlardan daha doğru yoldadır»
diyorlar.
(52) İşte
bunlar Allah’ın kendilerini lanetlediğidir. Allah’ın kendisini lanetlediğine
hiç bir yardımcı bulamazsın.
(53) Yoksa
onların mülk’ten bir payları mı var? Eğer böyle olsaydı, insanlara ‘çekirdeğin
sırtındaki küçücük bir tomurcuğu’ bile vermezlerdi.
(54) Yoksa
onlar, Allah’ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?
Doğrusu biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk
de verdik.
(55)
Böylece, onlardan kimi ona inandı, kimi ona sırt çevirdi. Çılgın ateş olarak
cehennem yeter.
(56)
Ayetlerimize karşı küfre sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp
döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten,
Allah, güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir.
(57) İman
edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi
kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler
vardır. Ve onları, ‘ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe’ sokacağız.
(58) Hiç
şüphe yok Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve
insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla
Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.
(59) Ey iman
edenler, Allah’a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir
sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve
Resulüne döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı
ve sonuç bakımından daha güzeldir.
(60) Sana
indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri
görmedin mi? Bunlar, tağut’un önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa
onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla
sapıtmak ister.
(61) Onlara:
«Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin» denildiğinde, o münafıkların senden
kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün.
(62)
Öyleyse, nasıl olur da, kendi ellerinin sundukları sonucu, onlara bir musibet
isabet eder, sonra sana gelerek: «Kuşkusuz, biz iyilikten ve uzlaştırmaktan
başka bir şey istemedik» diyen Allah’a yemin ederler?
(63) İşte
bunların, Allah kalplerinde olanı bilmektedir. O halde sen, onlardan yüz çevir,
onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.
(64) Biz
peygamberlerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden
başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet
sana gelip Allah’tan bağışlama dileselerdi ve peygamber de onlar için bağışlama
dileseydi, elbette Allah’ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.
(65) Hayır
öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp
sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı bulmaksızın, tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.
(66) Eğer
gerçekten biz, onlara: «Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın» diye
yazmış olsaydık, onlardan az bir bölümü dışında, bunu yapmazlardı. Onlar,
kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için hayırlı
ve daha sağlam olurdu.
(67) Biz de
onlara, o zaman yanımızdan büyük bir ecir verirdik.
(68) Ve
onları mutlaka dosdoğru yola yöneltip-iletirdik.
(69) Allah’a
ve Resul’e kim itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği
peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir.
Ne iyi arkadaştır onlar?
(70) Bu fazl
(bol ihsan), Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.
(71) Ey iman
edenler, (düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi alın da savaşa bölük bölük çıkın ya
da topluca çıkın.
(72)
Şüphesiz sizden ağır davrananlar vardır. Şayet, size bir musibet isabet edecek
olsa: «Doğrusu Allah, bana nimet verdi, çünkü onlarla birlikte olmadım» der.
(73) Eğer
size Allah’tan bir fazl (zafer) isabet ederse, o zaman da, sanki onunla
aranızda hiç bir yakınlık yokmuş gibi kuşkusuz şöyle der: «Keşke onlarla
birlikte olsaydım, böylece ben de büyük ‘kurtuluş ve mutluluğa’ erseydim.»
(74)
Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda
savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür ya da galip gelirse ona
büyük bir ecir vereceğiz.
(75) Size ne
oluyor ki, Allah yolunda ve: «Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar,
bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım-eden
yolla» diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına
savaşmıyorsunuz?
(76) İman
edenler, Allah yolunda savaşırlar, küfredenler de tağutun yolunda savaşırlar;
öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek
zayıftır.
(77)
Kendilerine; «Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin» denenleri
görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan
Allah’tan korkar gibi- hata daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar
ve: «Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana
ertelemeli değil miydin?» dediler. De ki: «Dünyanın metaı azdır, ahiret ise
muttakiler için daha hıyırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir
iplik kadar’ bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.»
(78) Her
nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda
olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: «Bu Allah’tandır» derler; onlara bir
kötülük dokunsa: «Bu sendendir» derler. De ki: «Tümü Allah’tandır.» Fakat, ne
oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamağa çalışmıyorlar?
(79) Sana
iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da
kendindendir. Biz seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik; şahid olarak
Allah yeter.
(80) Kim
peygambere itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse,
Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.
(81)
«Tamam-kabul» derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup,
karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda
kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil
olarak Allah yeter.
(82) Onlar
halâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından
olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilâflar)
bulacaklardı.
(83)
Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa
bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı,
onlardan sonuç-çıkarabilenler, onu bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve
rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz.
(84) Artık
sen Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü tutulmayacaksın.
Mü’minleri de hazırlayıp-teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin
ağır-baskılarını geri püskürtür. Allah, ‘kahredici baskısıyla’ daha zorlu, acı
sonuçlandırmasıyla da daha zorludur.
(85) Kim,
güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine de bir
hisse vardır: kim de kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine,
bir pay vardır. Allah her şeyin üzerinde koruyucudur.
(86) Bir
selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla
karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır.
(87) Allah;
O’ndan başka ilah yoktur. Kendisinde hiç bir şüphe olmayan kıyamet gününde
sizleri muhakkak toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?
(88) Şu
halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onları
kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir. Allah’ın saptırdığını hidayete
eriştirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak
bir yol bulamazsın.
(89) Onlar,
kendilerinin küfre sapmaları gibi, sizin de küfre sapmanızı istediler.
Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar
onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları
tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost)
edinin, ne de bir yardımcı.
(90) Ancak
sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle,
hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun) dan göğüslerini sıkıntı basıp
size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları da üstünüze saldırtır,
böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle
savaşmaz ve barış (şartların) ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için
onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.
(91)
Diğerlerinin de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor
bulacaksınız. (Ama) Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı (balıklama)
dalarlar. Şayet sizden uzak durmaz, barış (şartların) ı size bırakmaz ve
ellerini çekmezlerse, artık onları her nerede bulursanız tutun ve onları
öldürün. İşte size, onların aleyhinde apaçık olan ‘destekleyici bir delil’
kıldık.
(92) Bir
mü’mine, -hata sonucu olması dışında bir başka mü’mini öldürmesi yakışmaz. Kim
bir mü’mini ‘hata sonucu’ öldürürse, mü’min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması
ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka
olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü’min olduğu halde size düşman olan bir
topluluktan ise, bu durumda da mü’min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması
gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu
durumda da ailesine bir diyet ödemek ve bir mü’min köleyi özgürlüğe kavuşturmak
gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkânı) Bulamayan ise,
kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah’tan bir tevbedir. Allah
bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
(93) Kim bir
mü’mini de kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse onun da cezası, içinde ebedi
kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazaplanmış, onu lanetlemiş ve ona büyük
bir azab hazırlamıştır.
(94) Ey iman
edenler, Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktığınız) zaman gerekli
araştırmayı yapın ve size (islam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının
geçiciliğine istekli çıkarak: «Sen mü’min değilsin» demeyin. Asıl çok ganimet,
Allah katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu.
Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan
haberi olandır.
(95)
Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah, yolunda mallarıyla ve
canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği
(cenneti) va’detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir
ecirle üstün kılmıştır.
(96)
(Onlara) Kendinden dereceler, bağışlanma ve rahmet (vermiştir.) Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(97)
Melekler kendi kendilerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman, derler
ki: «Neyde idiniz?» Onlar: «Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar)
idik.» derler. (Melekler de:) «Onda hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş
değil miydi?» derler. İşte onların barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü
yataktır o.
(98) Ancak
erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan müstaz’aflar olup hiç bir çareye güç
yetiremeyenler ve bir yol (çıkış) da bulamıyanlar başka.
(99) Umulur
ki Allah bunları affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır.
(100) Allah
yolunda hicret eden, yer yüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve
bolluk) da. Allah’a ve Resulüne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra
kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah,
bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.
(101)
Yeryüzünde sefere çıktığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), namazı
kısaltmanızda size bir günah yoktur. (Özellikle de) İnkâr edenlerin size bir
kötülük yapmalarından korkarsanız. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır.
(102)
İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte
dursun ve silahlarını da (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde,
arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup da gelip seninle namaz
kılsınlar, onlar da ‘korunma araçlarını’ ve silahlarını alsınlar. Küfredenler,
size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız
(erzak ve mühimmatınız) dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir
güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir
sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah, kâfirler için
aşağılatıcı bir azab hazırlamıştır.
(103) Namazı
bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken de, otururken de ve yan yatarken de
zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz,
mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.
(104)
(Düşmanınız olan) Topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı
çekiyorsanız, şüphesiz onlar da, sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Oysa
siz, onların umud etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz. Allah, bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir.
(105)
Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz
sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.
(106) Ve
Allah’tan bağışlanma dile, Gerçekten Allah, bağışlayandır esirgeyendir.
(107) Kendi
nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme. Hiç şüphesiz Allah,
ihanette ilerlemiş günahkârı sevmez.
(108) Onlar,
insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan
olarak) hoşnut olmayacağı şeyi ‘geceleri düzenleyip kurarlarken,’ onlarla
beraberdir. Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.
(109) İşte
siz böylesiniz; dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz. Peki kıyamet
günü onlardan yanaAllah’la mücadele edecek kimdir? Ya da onlara vekil olacak
kimdir?
(110) Kim
kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ı
bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.
(111) Kim
bir günah kazanırsa, o ancak kendi nefsi aleyhinde onu kazanmıştır. Allah,
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(112) Kim
bir hata ya da günah kazanır da sonra bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o,
böyle bir yalan (bühtan) ı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir.
(113) Eğer
Allah’ın fazlı ve rahmeti senin üzerinde olmasaydı, onlardan bir grup, seni de
saptırmak için tasarı kurmuştu. Oysa onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar
ve sana hiç bir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi
ve sana bilmediklerini öğretti. Allah’ın üzerindeki fazlı çok büyüktür.
(114)
Onların ‘gizlice söyleşmelerinin’ çoğunda hayır yok. Ancak bir sadaka vermeyi
veya iyilikte bulunmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki
başka. Kim Allah’ın rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir
vereceğiz.
(115) Kim de
kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet
ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde
bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..
(116) Hiç
şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar
ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, elbette o uzak bir
sapıklıkla sapmıştır.
(117) Onlar,
O’nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar, o her türlü hayırla
ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.
(118) Allah,
onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: «Andolsun, kularından ‘miktarları tesbit
edilmiş bir grubu’ (kendime uşak) edineceğim.
(119) Onları
-ne olursa olsun şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve
onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın
yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim.» Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı
dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.
(120)
(Şeytan) Onlara vaidler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa
şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez.
(121)
Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer de
bulamayacaklardır.
(122) İman
edip de salih amellerde bulunanlar, biz onları altından ırmaklar akan, içinde
ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah’ın gerçek olan va’didir.
Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?
(123) Ne
sizin kuruntularınızla, ne de Kitap Ehlinin kuruntularıyla değil. Kim kötülük
yaparsa, onunla ceza görür; o, Allah’tan başka bir veli (dost) ve bir yardımcı
bulamaz.
(124) Erkek
olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar,
cennete girecek ve onlar, bir ‘çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar’ bile haksızlığa
uğramayacaklardır.
(125) İyilik
yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim’in dinine
uyandan daha güzel din’li kimdir? Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.
(126)
Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.
(127)
Kadınlar konusunda senden fetva isterler. De ki: «Onlara ilişkin fetvayı size
Allah veriyor. Bunun yanısıra size bu kitapta okunmakta olan emirleri, yani
kendilerine yazılan (hakları veya mirası) ı vermediğiniz ve kendilerini
nikahlamayı istediğiniz yetim kadınlar ve zayıf çocuklar (hakkında) ile
yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız konsunda size Kitap’ta okunmakta
olanlardır. Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.
(128) Eğer
bir kadın, kocasının zulüm ile eziyet etmesinden veya ondan yüz çevirip
uzaklaşmasından korkarsa, barış ile aralarını bulup düzeltmekte ikisi için de
sakınca yoktur. Barış daha hayırlıdır. Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil
tutkulara’ hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz,
Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
(129)
Kadınlar arasında adaleti sağlamaya -ne kadar özen gösterseniz de- güç
yetiremezsiniz. Öyleyse, büsbütün (birine) eğilim (sevgi ve ilgi) gösterip de
öbürünü askıdaymış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve sakınırsanız,
şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(130) Eğer
ikisi ayrılacak olurlarsa, Allah her birine ‘genişlik (rızık ve ihsan)
kaynaklarından’ kazandırır (ihtiyaçlardan korur.) Allah, (rahmetiyle) geniş
olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(131)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Andolsun, biz sizden önce kitap
verilenlere ve sizlere: «Allah’tan korkup-sakının» diye tavsiye ettik. Eğer
küfre saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah, hiç
bir şeye ihtiyacı olmayan, hamd’e layık olandır.
(132)
Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.
(133) Eğer
dilerse, ey insanlar, sizi giderir (yok eder) ve başkalarını getirir. Allah,
buna güç yetirendir.
(134) Kim
dünya savab (yarar) ını isterse, dünyanın da, ahiretin de sevabı Allah
katındadır. Allah işitendir, görendir.
(135) Ey
iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, Allah
için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister
fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva
(tutkuları) nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz
çevirirseniz, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
(136) Ey
iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce
indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla
sapıtmıştır.
(137) Gerçek
şu, iman edip sonra küfre sapanlar, sonra yine iman edip sonra küfre sapanlar
sonra da küfürleri artanlar… Allah onları bağışlayacak değildir, onları
doğruyola da iletecek değildir.
(138)
Münafıklara müjde ver: Onlar için gerçekten acıklı bir azab vardır.
(139) Onlar,
mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru
(izzeti) ‘ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur,’
Allah’ındır.
(140) O,
size Kitapta: «Allah’ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini
işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp-geçinceye kadar, onlarla oturmayın,
yoksa siz de onlar gibi olursunuz» diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların
da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacak olandır.
(141) Onlar
sizi gözetleyip-durmaktalar. Size Allah’tan bir fetih (zafer ve ganimet)
gelirse: «Sizinle birlikte değil miydik?» derler. Ama kâfirlere bir pay
düşerse: «Size üstünlük sağlamadık mı, mü’minlerden size (gelecek tehlikeleri)
önlemedik mi?» derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah,
kâfirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez..
(142) Gerçek
şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır.
Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve
Allah’ı ancak çok az anarlar.
(143) Arada
bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla. Allah kimi saptırırsa, artık sen
ona yol bulamazsın.
(144) Ey
iman edenler, mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi
aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?
(145)
Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı da
bulamazsın.
(146) Ancak
tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız
olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü’minlerle beraberdirler.
Allah, mü’minlere büyük bir ecir verecektir.
(147) Eğer
şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün
karşılığını verendir, bilendir.
(148) Allah,
zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah
işitendir, bilendir.
(149) Bir
hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz
Allah, affedicidir, güç yetiricidir.
(150)
Allah’ı ve peygamberlerini (tanımayıp) küfre sapan, Allah ile peygamberlerinin
arasını ayırmak isteyen, ve «Bazısına inanırız, bazısını tanımayız» diyen ve bu
ikisi arasında bir yol tutturmak isteyenler;
(151) İşte
onlar, gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere aşağılatıcı bir azab
hazırlamışızdır.
(152)
Allah’a ve peygamberine inananlar ve onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayanlar,
işte onlara ecirleri verilecektir. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(153) Kitap
Ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Musa’dan bundan
daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: «Bize Allah’ı açıkça göster.»
Böylece zulümlerinden dolayı onlara yıldırım çarpmıştı. Ardından kendilerine
apaçık belgeler geldikten sonra, buzağıyı (ilah) edinmişlerdi. Yine bundan
dolayı da onları affettik ve Musa’ya apaçık olan ispatlayıcı bir delil verdik.
(154) Kesin
söz vermeleri dolayısıyla Tur’u üstlerine yükselttik ve onlara: «Bu kapıdan
secde ederek girin» dedik ve onlara: «Cumartesinde haddi aşmayın» da dedik. Ve
onlardan kesin bir söz aldık.
(155)
Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerine karşı küfre sapmaları,
peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: «Kalplerimiz örtülüdür» demeleri
nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, küfürleri dolayısıyla ona
(kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar.
(156) (Bir
de) Küfre sapmaları ve Meryem’in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri.
(157) Ve:
«Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük» demeleri
nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu
asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında
anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan
başka buna ilişkin hiç bir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
(158) Hayır;
Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir.
(159)
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet
günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır.
(160)
(Kısaca) Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan
alıkoymaları nedeniyle (önceleri) kendilerine helal kılınmış güzel şeyleri
onlara haram kıldık.
(161) Ondan
nehyedildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere
yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azab
hazırlamışızdır.
(162) Ancak
onlardan ilimde derinleşenler ile mü’minler, sana indirilene ve senden önce
indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve
ahiret gününe inananlar; işte onlar, Biz onlara büyük bir ecir vereceğiz.
(163) Nuh’a
ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik.
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a,
Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur verdik.
(164) Ve
sana daha önceden gerçekten haberlerini aktarıp-verdiğimiz peygamberler ile sana
haberlerini aktarıp vermediğimiz peygamberlere de (vahyettik) . Allah, Musa ile
de konuştu.
(165)
Peygamberler; müjdeciler ve uyarıcı-korkutucular olarak (gönderildi) . Öyleki
peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı (savunacak) delilleri olmasın.
Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir.
(166) Fakat
Allah, sana indirdiğiyle şahidlik eder ki, O, bunu kendi ilmiyle indirmiştir.
Melekler de şahittirler. Şahid olarak Allah yeter.
(167)
Şüphesiz, küfredenler ve Allah yolundan alıkoyanlar, gerçekten uzak bir
sapıklıkla sapıtmışlardır.
(168) Gerçek
şu ki, küfredenler ve zulmedenler, Allah onları bağışlayacak değildir, onları
bir yola da iletecek değildir;
(169) Ancak,
onda ebedi kalmaları için cehennem yoluna (iletecektir.) Bu da Allah’a pek
kolaydır.
(170) Ey
insanlar, şüphesiz peygamber size Rabbinizden hakla geldi. Öyleyse iman edin,
sizin için hayırlıdır. Eğer küfüre sayarsanız, şüphesiz göklerde olanların ve
yerde olanların tümü Allah’ındır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(171) Ey
Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan
başkasını söylemeyin. Meryemoğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın peygamberi ve
kelimesidir. Onu (OL’ kelimesini) Meryem’e yöneltmiştir ve O’ndan bir ruhtur.
Öyleyse Allah’a ve peygamberine inanınız; «üçtür» demeyiniz. (Bundan) kaçının,
sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan
yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.
(172) Mesih
de, yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler de, Allah’a kul olmaktan
kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O’na ibadet etmeğe ‘karşı çekimser’
davranırsa ve büyklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda
toplayacaktır.
(173) Ama
iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek
ve onlara kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve
büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için
Allah’tan başka bir (veli) koruyucu-dost ve yardımcı da bulamıyacaklardır.
(174) Ey
insanlar, Rabbinizden size ‘kesin bir kanıt (burhan) ‘ geldi ve size apaçık bir
nur (Kur’an) indirdik.
(175) İşte
Allah’a iman edenler ve O’na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin
ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları Kendisine varan dosdoğru bir
yola yöneltip-iletecektir.
(176) Senden
fetva isterler. De ki: «Allah, ‘çocuksuz ve babasız olanın (kelâlenin) ‘
mirasına ilişkin hükmü açıklar: Ölen kişinin çocuğu yok da kız kardeşi varsa,
geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir. Ama (ölen) kız kardeşinin
çocuğu yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur. Eğer kız kardeşi iki
ise, geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır. Ama (mirasçılar) erkekler ve
kız kardeşler ise, bu durumda erkek için dişinin iki payı vardır. Allah,
-şaşırıp sapmayasınız diye- açıklar. Allah, her şeyi bilendir.
——————————————————————————–
MUHAMMED SURESİ
——————————————————————————–
(1) Onlar ki
küfrettiler ve Allah’ın yolundan alıkoydular, (işte Allah da) onların
amellerini giderip-boşa çıkarmıştır.
(2) İman
edip salih amellerde bulunan ve Muhammed’e indirilen (Kur’an) a _ki o
Rablerinden olan bir haktır _ iman edenlerin (Allah), kötülüklerini örtüp
-bağışlamış, durumlarını düzeltip-ıslah etmiştir.
(3) İşte
böyle; hiç şüphesiz, küfredenler batıl olana uymuşlar; ve hiç şüphesiz, iman
edenler de Rablerinden olan hakka uymuşlardır. İşte Allah, insanlara kendi
örneklerini böyle verip-göstermektedir.
(4) Öyleyse,
küfredenlerle karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda
onları iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı
sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) ya da bir
fidye (karşılığı salıverin) . Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin)
. İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı.
Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda
öldürülenler ise; (Allah,) kesin olarak onların amellerini giderip-boşa
çıkarmaz.
(5) Onları
hidayete erdirecek ve onların durumlarını düzeltip-ıslah edecektir.
(6) Ve
onları, kendilerine tarif edip-tanıttığı cennete sokacaktır.
(7) Ey iman
edenler, eğer siz Allah’a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım
ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.
(8) İnkâr
edenler ise, yüzükoyun-düşüş, onlara olsun; (Allah,) onların amellerini
giderip-boşa çıkarmıştır.
(9) İşte
böyle; çünkü onlar, Allah’ın indirdiğini çirkin (kerih) gördüler; bundan
dolayı, O da, onların amellerini boşa çıkardı.
(10) Onlar,
yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona
uğradıklarını görsünler. Allah, onları yerle bir etti. O kâfirler için de bunun
bir benzeri vardır.
(11) İşte
böyle; çünkü Allah, iman etmekte olanların velisidir; kâfirlerin ise, onların
velisi yoktur.
(12)
Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan
cennetlere sokar. İnkâr edenler ise, metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi
yerler; ateş, onlar için bir konaklama yeridir.
(13) Seni
sürüp-çıkaran memleketinden, kuvvet bakımından daha üstün nice memleketler
vardır ki, biz onları yıkıma uğrattık da kendileri için hiç bir yardımcı yoktu.
(14) Şimdi
Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü
ve çekici gösterilmiş’ ve kendi heva (istek ve tutku) larına uyan kimseler gibi
midir?
(15) Takva
sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur) : İçinde bozulmayan sudan
ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan
ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır; ve orda onlar için meyvelerin her
türlüsünden ve Rabblerinden bir mağfiret de vardır. Hiç (böyle mükâfatlanan bir
kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’
kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?
(16)
Onlardan kimi gelip seni dinler. Nitekim yanından çıkıp-gittikleri zaman,
kendilerine ilim verilenlere derler ki: «O biraz önce ne söyledi?» İşte onlar;
Allah, onların kalplerini damgalamıştır ve onlar kendi heva (istek ve tutku)
larına uymuşlardır.
(17)
Hidayeti bulmuş olanlara gelince; (Allah,) onların hidayetlerini arttırmış ve
onlara takvalarını vermiştir.
(18) Artık
onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı
gözlüyorlar? İşte onun işaretleri gelmiştir. Fakat kendilerine geldikten sonra
öğüt alıp-düşünmeleri onlara neyi sağlar? dolaşacağınız yeri de bilir,
konaklama yerinizi de.
(19) Şu
halde bil; gerçek şu ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem
mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp –
(20) İman
etmekte olanlar, derler ki: «(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil
miydi?» Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sûre indirildiği
zaman, kalplerinde hastalık bulunanların üzerine ölüm baygınlığı çökmüş
olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün. Oysa onlara evla:
(21) İtaat
ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman,
şayet onlar Allah’a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı
olurdu.
(22) Demek,
‘iş başına gelip yönetimi ele alırsanız’ hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk)
çıkaracak ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?
(23) İşte
bunlar; Allah onları lanetlemiş, böylece (kulaklarını) sağırlaştırmış ve
basiret (göz) lerini de kör etmiştir.
(24) Öyle
olmasa, Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerine
kilitler mi vurulmuş?
(25)
Şüphesiz, kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra, gerisin geri (küfre)
irtidat eden (dönen) leri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır.
(26) İşte
böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah’ın indirdiğini çirkin karşılayanlara
dediler ki: «Size bazı işlerde itaat edeceğiz.» Oysa Allah, onların saklamakta
olduklarını (sır olarak konuştuklarını) biliyor.
(27) Öyleyse
melekler, onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman
nasıl olacak?
(28) İşte
böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah’ı gazablandıran şeye uydular ve O’nu razı
edecek şeyleri çirkin karşıladılar, bundan dolayı (Allah,) onların amellerini
boşa çıkardı.
(29) Yoksa
kalplerinde hastalık bulunanlar, kendi kinlerini Allah’ın hiç çıkarmayacağını
mı sandılar?
(30) Eğer
biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle sen onları
simalarından tanımış olursun. Andolsun, sen onları, sözlerinin
anlatım-biçiminden de tanırsın. Allah, amellerinizi bilir.
(31)
Andolsun, biz, sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye (belli edip
ortaya çıkarıncaya) kadar, sizi deneyeceğiz ve haberlerinizi de sınayacağız
(açıklayacağız) .
(32)
Şüphesiz inkâr edenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet
açıkça belli olduktan sonra ‘peygambere karşı gelip zorluk çıkaranlar’, kesin
olarak Allah’a hiç birşeyle zarar veremezler. (Allah,) Onların amellerini boşa
çıkaracaktır.
(33) Ey iman
edenler, Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve kendi amellerinizi
geçersiz kılmayın.
(34) Hiç
şüphesiz, inkâr edenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlar, sonra kendileri
kâfirler iken ölenler; işte Allah, onlara kesinlikle mağfiret etmeyecektir.
(35)
Öyleyse, siz üstün (bir durumda) iken, barışa çağırmak suretiyle gevşekliğe
düşmeyin. Allah, sizinle beraberdir; O, sizin amellerinizi asla eksiltmez.
(36)
Gerçekten dünya hayatı, ancak bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Eğer iman
ederseniz ve sakınıp-korkarsanız, O, size ecirlerinizi verir ve mallarınızı da
istemez.
(37) Eğer
sizden onları(n tümünü) isteyip sizi çıplak bırakacak olursa, cimrilik
edersiniz ve sizin kinlerinizi de ortaya çıkarmış olur.
(38) İşte
sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeğe çağrılıyorsunuz; buna rağmen
sizden kimi cimrilik etmektedir. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi
nefsine cimrilik etmektedir. Allah ise, Ganiy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan)
dır; fakir olanlar ise, sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden
başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzerleriniz de
olmazlar.
——————————————————————————–
TALÂK SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey
peygamber, kadınları boşadığınız zaman, iddetli süresinde (temizlendiklerinde)
boşayın ve iddetli sayın. Rabbiniz olan Allah’tan korkup-sakının. Onları evlerinden
çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; ancak açık ‘çirkin bir hayasızlık’
göstermeleri durumu başka. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın
sınırlarını çiğnerse, gerçekten o, kendi nefsine zulmetmiş demektir. Sen
bilmezsin; olabilir ki Allah, bunun arkasından bir iş (durum) oluşturabilir.
(2) Sonra
(üç iddet bekleme) sürelerine ulaştıkları zaman, artık onları maruf (bilinen
güzel bir tarz) üzere tutun, ya da maruf üzere onlardan ayrılın. İçinizden
adalet sahibi iki kişiyi de şahid yapın. Şahidliği Allah için dosdoğru yerine
getirin. İşte bununla, Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilir. Kim
Allah’tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir;
(3) Ve onu
hesaba katmadığı bir yönden de rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse,
O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir.
Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.
(4)
(Yaşlılıklarından dolayı) hayızdan kesilmiş kadınlarınızdan şüphe ederseniz,
bilin ki onların bekleme süresi üç aydır. Henüz hayız görmeyenler de böyledir.
Hamile olan kadınların bekleme süresi doğurmaları ile son bulur. Kim Allah’tan
korkarsa (Allah) onun işine kolaylık verir.
(5) Bu,
Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, Allah, onun
kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür.
(6)
(Boşandığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir
yanında oturtun, onları ‘darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla’ kendilerine
zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını
yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse,
onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf
(güzellikle ve İslâm’a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine
girerseniz, bu durumda ‘(çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir.
(7)
Genişlik-imkânları olan, nafakayı geniş-imkânlarına göre yapsın. Rızkı
kendisine kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiği kadarıyla
versin. Allah, hiç bir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz.
Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir.
(8)
Ülkelerden niceleri vardır ki, Rablerinin ve O’nun peygamberinin emrine karşı
gelip azmışlar, böylece biz de onları çetin bir hesaba çekmişiz ve onları
benzeri görülmedik bir azabla azablandırmışız.
(9) Artık o
(ülkelerin halkı), yaptığı kötülüğü taddı ve işinin sonucu da bir hüsran oldu.
(10) Allah,
onlar için şiddetli bir azab hazırlamıştır; öyleyse ey iman etmekte olan temiz
akıl sahipleri, Allah’tan korkup-sakının, Doğrusu Allah, sizin için bir zikir
(uyarıp-hatırlatan ve öğüt veren Kur’an) indirmiştir.
(11) İman
edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah’ın
apaçık ayetlerine size okuyan bir peygamber de (gönderdik) . Kim iman edip
salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde ebedi kalıcılar olmak üzere
altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir
rızık vermiştir.
(12) Allah,
yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında
durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten
Allah’ın ilmiyle her şeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için.
——————————————————————————–
BEYYİNE SURESİ
——————————————————————————–
(1) Kitap
ehlinden ve müşriklerden küfre sapanlar kendilerine apaçık bir delil gelinceye
kadar, (bulundukları durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi.
(2) (O delil
de) Allah’tan gönderilmiş-bir elçi (ki,) tertemiz sahifeleri okumaktadır;
(3) Onların
içinde dosdoğru ‘yazılı-hükümler’ vardır.
(4) Kitap
ehlinden olanlar, ancak kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra fırkalara
ayrıldılar.
(5) Oysa
onlar, dini yalnızca O’na halis kılan hanifiler (Allah’ı birleyenler) olarak
sadece Allah’a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten
başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam olan) din budur.
(6) Hiç
şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden küfre sapanlar, içinde sürekli
kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en
kötüleridir.
(7) İman
edip salih amellerde bulunanlar ise; işte onlar da, yaratılmışların en
hayırlılarıdır.
(8) Rableri
katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar
akan Adn cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O’ndan razı
(hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden ‘içi titreyerek korku duyan
kimse’ içindir.
——————————————————————————–
NÛR SURESİ
——————————————————————————–
(1) (Bu,)
İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir; içinde umulur ki,
öğüt alıp-düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.
(2) Zina
eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve
ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah’ın dini(ni uygulama) konusunda
sizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan cezaya mü’minlerden bir grup da şahit
bulunsun.
(3) Zina
eden erkek, zina eden ya da müşrik olan bir kadından başkasını nikâhlayamaz;
zina eden kadını da, zina eden ya da müşrik olan bir erkekten başkası
nikâhlayamaz. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.
(4) Korunan
(iffetli) kadınlara (zina suçu) atan, sonra dört şahid getirmeyenlere de seksen
değnek vurun ve onların şahidliklerini ebedi olarak kabul etmeyin. Onlar fasık
olanlardır.
(5) Ancak
bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. Çünkü gerçekten Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(6) Kendi
eşlerine (zina suçu) atan ve kendileri dışında şahidleri bulunmayanlar ise,
onlardan da her birinin şahidliği, Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin
hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmektedir.
(7) Beşinci
(yemini) ise, eğer yalan söyleyenlerdense, Allah’ın lanetinin muhakkak kendi
üzerinde olması(nı kabul etmesi) dır.
(8) Onun
(kadının) da dört kere Allah adına (yeminle) onun (kocasının) hiç şüphesiz
yalan söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmesi kendisinden cezayı uzaklaştırır.
(9) Beşinci
(yemini) ise, eğer o (kocası) doğruyu söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının
muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi) dır.
(10) Eğer
Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri
kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız) ?
(11)
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir
topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir
hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır.
Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azab vardır.
(12) Onu
işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına
hayırlı bir zanda bulunup: «Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür» demeleri
gerekmez miydi?
(13) Ona
karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre,
artık onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.
(14) Eğer
Allah’ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine
daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azab dokunurdu.
(15) O
durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan
şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu da kolay sandınız; oysa o Allah katında
çok büyük (bir suç) tür.
(16) Onu
işittiğiniz zaman: «Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah’ım) Sen
yücesin; bu, büyük bir iftiradır» demeniz gerekmez miydi?
(17) Eğer
iman edenlerden iseniz, bunun gibisine bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt
vermektedir.
(18) Allah
size ayetleri açıklıyor; Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(19) İman
edenler içinde, çirkin utanmazlıkların (fuhşun) yaygınlaşmasından hoşlananlara,
dünyada da, ahirette de acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz ise
bilmiyorsunuz.
(20) Eğer
Allah’ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf
(şefkat eden ve ) Rahim olmasaydı (ne yapardınız) ?
(21) Ey iman
edenler, şeytanın adımlarına uymayın, kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin
ki) gerçekten o, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın
üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç biri ebedi olarak temize
çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir.
(22) Sizden,
fazileti ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksuklara ve Allah yolunda hicret
edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın
sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.20
(23) Namus
sahibi, bir şeyden habersiz, mü’min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve
ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azab vardır.
(24) O gün,
kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte
bulunacaklardır.
(25) O gün,
Allah onlara hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah’ın hiç
şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir.
(26) Kötü
kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi ve temiz kadınlar,
iyi ve temiz erkeklere; iyi ve temiz erkekler, iyi ve temiz kadınlara (yaraşır)
. Bunlar, onların demekte olduklarından uzaktırlar. Bunlar için bir bağışlanma
ve kerim (üstün) bir rızık vardır.
(27) Ey iman
edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev
halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt
alıp-düşünürsünüz.
(28) Eğer
orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar artık oraya girmeyin;
ve eğer size «Dönün» denirse, siz de dönün, bu sizin için daha temizdir. Allah
yapmakta olduklarınızı bilendir.
(29) İçinde
oturulmayan ve sizin için orda bir meta (yarar) bulunan evlere girmenizde size
bir sakınca yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, saklamakta olduklarınızı da
bilmektedir.
(30)
Mü’minlere söyle: «Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını
korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yapmakta
olduklarından haberi olandır.
(31) Mü’min
kadınlara da söyle: «Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını
korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiğilinden görüneni hariç.
Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini,
kendi kocalarından ya da babalarından ya da kocalarının babalarından ya da
oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da
kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi
kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı
olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem
yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri
bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah’a tevbe edin ey
mü’minler, umulur ki felah bulursunuz.»
(32)
İçinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları
evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah
geniş (nimet sahibi) dir, bilendir.
(33) Nikâh
(imkânı) bulamayanlar, Allah onları kendi fazlından zenginleştirinceye kadar
iffetli davransınlar. Sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden)
mükatebe isteyenlere -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız -mükatebe yapın. Ve
Allah’ın size verdiği malından da onlara verin. Dünya hayatının geçici metaını
elde etmek için -ırzlarını korumak istiyorsa -cariyelerinizi fuhşa zorlamayın.
Kim onları (fuhşa) zorlarsa, hiç şüphe yok, onların (fuhşa) zorlanmalarında
sonra Allah (onları) bağışlayandır, esirgeyendir.
(34)
Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve
takva sahipleri için de bir öğüt indirdik.
(35) Allah,
göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir
kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir
yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından
yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir.
(Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip-iletir.
Allah insanlar için örnekler vermektedir. Allah, her şeyi bilendir.
(36) (Bu
nur,) Allah’ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği
evlerdedir; onların içinde sabah akşam O’nu tesbih ederler.
(37) (Öyle)
Adamlar ki, ne ticaret, ne de alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru
namazı kılmaktan ve zekâtı vermeten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar
kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı)
günden korkarlar.
(38) Çünkü
Allah, onlara yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara kendi
fazlından arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız olarak rızıklandırmaktadır.
(39) Küfre
sapanlar ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu
bir su sanır. Nihayet ona yetişip-geldiğinde, onu bir şey olarak bulmayıverir
ve kendi yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir.
Allah, hesabı çok seri görendir.
(40) Ya da
(küfredenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü
bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir
kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile
neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur.
(41)
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçmakta olan kuşlar,
gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini hiç
şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.
(42)
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır ve dönüş yalnızca O’nadır.
(43)
Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra
da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından
akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar)
indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir;
şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.
(44) Allah,
gece ile gündüzü evirip çevirir. Hiç şüphesiz, bunda basiret sahipleri için
birer ibret vardır.
(45) Allah,
her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte,
kimileri iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde
yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphe yok Allah, her şeye güç
yetirendir.
(46)
Andolsun biz, açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola
yöneltip-iletir.
(47) Onlar
derler ki: «Allah’a ve Resule iman ettik ve itaat ettik» sonra da bunun
ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler.
(48)
Aralarında hükmetmesi için onlar Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman,
onlardan bir grup yüzçevirir.
(49) Eğer
hak onların lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.
(50)
Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa
Allah’ın ve Resulünün kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı
korkmaktadırlar? Hayır, onlar zalim olanlardır.
(51)
Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman mü’min
olanların sözü: «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte felaha kavuşanlar
bunlardır.
(52) Kim
Allah’a ve Resulüne itaat ederse ve Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa, işte
‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.
(53)
Yeminlerinin olanca gücüyle Allah’a and içtiler; eğer sen onlara emredersen
(savaşa) çıkacaklar diye. De ki: «And içmeyin, bu bilinen (örf üzere) bir
itaattır. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.»
(54) De ki:
«Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yine de yüz çevirirseniz,
artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yükletilen, sizin de
sorumluluğunuz size yükletilendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş
olursunuz. Peygambere düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.»
(55) Allah,
içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç
şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da
yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği
dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç
bir şeyi ortak koşmazlar. Kim ki bundan sonra küfre saparsa, işte onlar fasık
olandır.
(56)
Dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve peygambere itaat edin. Umulur ki,
rahmete kavuşturulmuş olursunuz.
(57) Küfre
sapanların, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacaklarını sanma. Onların son
barınma yerleri ateştir. Ne kötü bir dönüştür o.
(58) Ey iman
edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup de henüz erginlik çağına
ermemiş olan (çocuk) lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin
istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı
namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri) dir. Bunların dışında
size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler,
birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size ayetleri böyle
açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(59) Sizden
olan çocuklar, erginlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin
istediği gibi, bundan böyle izin istesinler. İşte Allah, ayetlerini size böyle
açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(60)
Kadınlardan evliliği ummayıp da oturmakta olanlar, süslerini açığa vurmaksızın
(dış) elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir sakınca yoktur. Yine de
iffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah, işitendir,
bilendir.
(61) Kör
olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur;
sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden,
annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin
evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın
evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduklarınız
(yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin) den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep
bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz
vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam
verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklamaktadır, umulur ki aklınızı
kullanırsınız.
(62)
Mü’minler o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman edenler, onunla birlikte
toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, ondan izin alıncaya kadar
bırakıp-gitmeyenlerdir. Gerçekten, senden izin alanlar, işte onlar Allah’a ve
Resulüne iman edenlerdir. Böylelikle, senden, kendi bazı işleri için izin
istedikleri zaman, onlardan dilediklerine izin ver ve onlar için Allah’tan
bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(63)
Peygamberin çağırmasını, kendi aranızda bir kısmınızın bir kısmını çağırması
gibi saymayın. Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten
bilir. Böylece onun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet
etmesinden veya onlara acıklı bir azabın çarpmasından sakınsınlar.
(64)
Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. O, sizin üzerinde
bulunduğunuz şeyi kuşkusuz bilmektedir. Ve O’na döndürülecekleri gün, yapmakta
oldukalarını kendilerine haber verecektir. Allah, her şeyi bilendir.
——————————————————————————–
MÜNÂFİKÛN SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Münafıklar sana geldikleri zaman: «Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin
olarak Allah’ın elçisisin» dediler. Allah da bilmektedir ki sen elbette O’nun
elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylemekte olduklarına şahidlik
etmektedir.
(2) Onlar,
yeminlerini bir siper edinip Allah’ın yolundan alıkoydular. Doğrusu şu ki
onlar, ne kötü şey yapmaktadırlar.
(3) Bu,
onların iman etmeleri sonra küfretmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece
kalplerinin üzerine damga vurulmuştur, artık onlar kavrayamazlar.
(4) Sen
onları gördüğün zaman cüsseli-yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları
zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar, (sütun gibi) dayandırılmış
ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı
kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan
kaçınıp-sakın. Allah onları kahretsin nasıl da çevriliyorlar.
(5) Onlara:
«Gelin Allah’ın Resulü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin,» denildiği
zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz
çevirmekte olduklarını görürsün.
(6) Senin
onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah,
onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık olan bir kavme
hidayet vermez.
(7) Onlar
ki: «Allah’ın Resulü yanında bulunanlara hiç bir infak (harcama) da bulunmayın,
sonunda dağılıp gitsinler.» derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri
Allah’ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar.
(8) Derler
ki: «Andolsun, Medine’ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve
zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır.» Oysa izzet (güç, onur ve
üstünlük) Allah’ın, O’nun Resulü’nün ve mü’minlerindir. Ancak münafıklar
bilmiyorlar.
(9) Ey iman
edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten ‘tutkuya
kaptırıp-alıkoymasın’; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta
kendileridir.
(10) Sizden
birinize ölüm gelip de: «Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen
ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam» demezden önce, size rızık
olarak verdiklerimizden infak edin.
(11) Oysa
Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiç bir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah,
yapmakta olduklarınızdan haberdar olandır.
——————————————————————————–
MÜCÂDİLE SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Gerçekten Allah, eşi konusunda seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan
(kadın) ın sözünü işitti. Allah, aranızda geçen konuşmaları işitiyordu.
Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.
(2) Sizden
kadınlarına «zıhar»da bulunanlar (eşlerini annelerinin sırtına benzetenler
bilsinler ki kadınları) onların anneleri değildir. Anneleri, yalnızca
kendilerini doğuranlardır. Şüphesiz onlar, çirkin ve yalan söylemektedirler.
Gerçekten Allah, çok affeden, çok bağışlayandır.
(3)
Kadınlarına «zıhar»da bulunanlar, sonra da söylediklerinden geri dönenlerin,
birbirleriyle temas etmeden önce bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaları gerekir.
İşte size bununla öğüt verilmektedir. Allah, yapmakta olduklarınızı haber
alandır.
(4) Ancak
buna (imkân) bulamayanlar (için de) birbirleriyle temas etmeden önce,
kesintisiz iki ay oruç (yüklenmiştir) ; buna da güç yetiremeyenler altmış
yoksulu doyursun. Bu (kolaylık), Allah’a O’nun Resulüne iman etmeniz
dolayısıyladır. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kâfirler içinse acı bir azab
vardır.
(5)
Gerçekten Allah’a ve Resulüne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp
kendileri sınır koymağa kalkışmakla) başkaldıranlar, kendilerinden öncekilerin
alçaltılması gibi alçaltılmışlardır. Oysa biz apaçık ayetler indirdik. Kafirler
için küçültücü bir azab vardır.
(6) Allah,
onların hepsini dirilteceği gün, onlara neler yapmakta olduklarını haber
verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır, onlar ise onu
unutmuşlardır. Allah, her şeye şahid olandır.
(7) Allah’ın
göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun?
(Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç-kişiden
dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya
çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra
yapmakta olduklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Hiç şüphe yok
Allah, her şeyi bilendir.
(8) ‘Gizli
toplantıların (kulis) fısıldaşmaları’ndan men edilip sonra men’ edildikleri
şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve peygambere karşı isyanı (aralarında)
fısıldaşmak olanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah’ın
selâmlamadığı biçimde selâmlıyorlar. Ve kendi kendilerine: «Söylemekte olduklarımız
dolayısıyla Allah bize azab etse ya.» derler. Onlara cehennem yeter, oraya
gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir.
(9) Ey iman
edenler, kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman, bundan böyle
günah, düşmanlık ve peygambere karşı isyanı fısıldaşıp-konuşmayın; birr
(iyiliği) ve takvayı konuşun ve kendi huzurunda toplanacağınız Allah’tan
sakınıp-korkun.
(10)
Şüphesiz ‘gizli toplantıların (kulis) fısıldaşmaları,’ iman etmekte olanları
üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler) dandır. Oysa Allah’ın
izni olmaksızın o, onlara hiç bir şeyle zarar verecek değildir. Şu halde
mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.
(11) Ey iman
edenler, size meclislerde «Yer açın» dendiği zaman, siz de yer açın; Allah da
size genişlik versin. Size: «Kalkın» denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden
iman etmekte olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.
Allah, yapmakta olduklarınızı haber alandır.
(12) Ey iman
edenler, peygambere gizli bir şey arzedeceğiniz zaman, gizli konuşmanızdan önce
bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (buna
imkân) bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
(13) Gizli
konuşmanızdan önce sadaka vermenizden ürküntü mü duydunuz? Çünkü yapmadınız,
Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. Şu halde namazı dosdoğru kılın, zekâtı
verin ve Allah’a ve O’nun Resulüne itaat edin Allah, yapmakta oldularınızdan
haberdar olandır.
(14)
Allah’ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik)
edinmekte olanları görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne de onlardan.
Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin
etmektedirler.
(15) Allah,
onlara şiddetli bir azab hazırlamıştır. Doğrusu onların yapmakta oldukları ne kötüdür.
(16) Onlar,
yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah’ın yolundan alıkoydular. Artık
onlar için alçaltıcı bir azab vardır.
(17) Ne
malları, ne çocukları onlara Allah’a karşı hiç bir şeyle bir yarar sağlayamaz.
Onlar, ateşin halkıdır, içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.
(18) Onların
tümünü Allah’ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O’na da yemin
edeceklerdir ve kendilerinden bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. Dikkat
edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir.
(19) Şeytan
onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle de onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur.
İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası,
hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
(20) Hiç
şüphesiz Allah’a ve Resulüne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp
kendiler sınır koymağa kalkışmakta) başkaldıranlar; işte onlar, en çok zillete
düşenler arasında olanlardır.
(21) Allah,
yazmıştır: «Andolsun, ben galip geleceğim ve peygamberlerim de.» Gerçekten
Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.
(22) Allah’a
ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, onlar
Allah’a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselere bir sevgi (ve dostluk) bağı
kurmuş olsunlar; bunlar, isterse babaları, ister çocukları, ister kardeşleri,
isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah)
onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.
Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda ebedi olarak
kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır.
İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası
olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
——————————————————————————–
HUCURÂT SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey iman
edenler, Allah’ın Rasulü’nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan
korkup-sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
(2) Ey iman
edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize
bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken,
amelleriniz boşa çıkar-gider.
(3)
Şüphesiz, peygamberin yanında seslerini alçak tutmakta olanlar; işte onlar (var
ya), Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir
mağfiret ve büyük bir ecir vardır.
(4)
Şüphesiz, hücrelerin ardından sana seslenenler de (var ya), onların çoğu aklını
kullanmıyorlar.
(5) Eğer
gerçekten onlar, yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde (bu,)
kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
(6) Ey iman
edenler, eğer bir fasık, size bir haberle gelirse, onu ‘etraflıca araştırın.’
Yoksa cehalet-sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra
işlediklerinize pişman olursunuz.
(7) Ve bilin
ki Allah’ın Rasulü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette
sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah, size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde
süsleyip-çekici kıldı ve size küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte
onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır.
(8)
Allah’tan bir fazl (bir ihsan ve lütuf) ve bir nimet olarak. Allah, bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
(9)
Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet
biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık,
haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer
sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını
bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.
(10)
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve
Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.
(11) Ey iman
edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha
hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha
hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük
düşürmeyin ve birbirinizi ‘en olmadık-kötü lakablarla’ çağırmayın. İmandan
sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim
olanların ta kendileridir.
(12) Ey iman
edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin
(birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın) . Kiminiz de kiminizin gıybetini
yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi
sever mi? İşte, bundan iğrenip-tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Hiç
şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.
(13) Ey
insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle
tanışmanız için siz halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah
katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Hiç
şüphe yok Allah, bilendir, haber alandır.
(14)
Bedeviler, dedi ki: «İman ettik.» De ki: «Siz iman etmediniz; ancak «İslâm
(müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir.
Eğer Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederseniz, O, sizin amelerinizden hiç bir şeyi
eksiltmez. Hiç şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.»
(15) Mü’min
olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Rasulü’ne iman ettiler,
sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.
(16) De ki:
«Siz Allah’a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları
bilir. Allah, her şeyi bilendir.»
(17)
Müslümanlar oldular diye, sana minnet etmektedirler. De ki: «Müslümanlığınızı
bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yöneltip-ilettiği
için Allah size minnet etmektedir. Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu böyle
kabullenmeniz gerekir.)»
(18) Hiç
şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yapmakta olduklarınızı
görmekte olandır.
——————————————————————————–
TAHRÎM SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey
Peygamber! Allah’ın helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? (Şunun
için ki) sen hanımlarının rızasını kazanmak istiyorsun. Allah gafûr ve
rahimdir.
(2) Allah,
yeminlerinizin (keffaretle) çözülmesini size farz (veya meşrû kıldı. Allah,
sizin mevlânız (sahibiniz, yardımcınız) dır. O, bilendir, hüküm ve hikmet
sahibi olandır.
(3) Hani
Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden
biri), bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, o da (Peygamber) bir
kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda ona kendisi
haberi verince (eşi) demişti ki «Bunu sana kim haber verdi?» O da «Bana bilen,
(herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi» demişti.»
(4) Eğer
sizler (Peygamberin iki eşi) Allah’a tevbe ederseniz (ne güzel) ; çünkü
kalbleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmağa
kalkışırsanız, artık Allah, Onun mevlâsıdır; Cibril de ve mü’minlerin salih
olan(lar) ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler. ona
sizin yerinize sizlerden daha hayırlı Müslüman, Mü’min, gönülden itaat eden,
tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verir.
(5) Belki
onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa-
(6) Ey iman
edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve
taşlardır, üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi
emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.
(7) Ey
küfretmekte olanlar, bugün özür beyan etmeyin. Siz ancak yapmakta
olduklarınızla cezalandırılıyorsunuz.
(8) Ey iman
edenler, Allah’a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah,
sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün
Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman etmekte olanları küçük düşürmeyecektir.
Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşup-parıldar. Derler ki: «Rabbimiz
nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz sen, her şeye güç yetirensin.»
(9) Ey
Peygamber, kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı ‘sert ve
caydırıcı’ davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir
o.
(10) Allah,
küfretmekte olanlara, Nuh’un eşini ve Lut’un eşini örnek olarak verdi. İkisi
de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikâhları-altındaydı; ancak onlara
ihanet ettiler. Bundan dolayı, onlara (kocaları) kendilerine Allah’tan gelen
hiç bir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: «Ateşe diğer girenlerle birlikte
girin» denildi.
(11) Allah,
iman etmekte olanlara da Firavun’un karısını örnek olarak verdi. Hani demişti
ki; «Rabbim bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun
yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.»
(12)
İmran’ın kızı Meryem’i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece biz de ona
kendi ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik
etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.
——————————————————————————–
TEĞÂBÜN SURESİ
——————————————————————————–
(1) Göklerde
ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmektedir. Mülk de O’nundur, hamd
(övgü) de O’nundur. O, her şeye güç yetirendir.
(2) Sizi
yaratan O’dur; buna rağmen sizden kiminiz kâfirdir, kiminiz ise mü’min. Allah,
yapmakta olduklarınızı görendir.
(3) Gökleri
ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (suret) verdi;
suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O’nadır.
(4) Göklerde
ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tutmakta olduklarınızı da, açığa
vurduklarınızı da bilir. Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.
(5) Bundan
önce küfre sapmış bulunanların haberi size gelmedi mi? İşte onlar, işlerinin
vebalini taddılar. Onlar için acı bir azab vardır.
(6) Bu,
kendilerine apaçık belgelerle peygamberler geldiği halde onların «bizi bir
beşer mi hidayete ulaştıracak?» demeleri ve bu yüzden küfre saparak yüz
çevirmeleri nedeniyledir. Allah da (onlara karşı) müstağni olduğunu (hiç bir
şeye ihtiyacı olmadığını) gösterdi. Allah Ğaniy’dir, Hamid’dir.
(7) Küfre
sapmış bulunanlar, kendilerinin kesin olarak diriltmeyeceklerini öne sürdüler.
De ki: «Hayır, Rabbim adına andolsun, siz, muhakkak diriltileceksiniz, sonra
mutlaka yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu da Allah’a göre oldukça
kolaydır.
(8) «Şu
halde Allah’a, O’nun Resulüne ve indirdiğimiz nur (Kur’an) a iman edin. Allah,
yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.»
(9) Sizi
toplanma günü için bir arada toplayacağı gün; Kim Allah’a iman edip salih bir
amelde bulunursa, (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar
olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük ‘mutluluk ve
kurtuluş (fevz) ‘ budur.
(10) Küfredip
ayetlerimizi yalan sayanlara gelince; onlar da içinde sürekli kalıcılar olmak
üzere, ateşin halkıdırlar. Ne kötü bir dönüş yeridir O.
(11)
Allah’ın izni olmaksızın hiç bir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim
Allah’a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, her şeyi bilendir.
(12) Allah’a
itaat edin ve Resulü de itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız, artık
elçimiz üzerine düşen (yalnızca) apaçık olan bir tebliğ (gerçeği en yalın
biçimde size iletme) dir.
(13) Allah,
O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse mü’minler (yalnızca) Allah’a tevekkül
etsinler.
(14) Ey iman
edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler
için (birer) düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş
görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(15)
Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme) dir. Allah
ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O’nun katında olandır.
(16) Öyleyse
güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin.
Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim
nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar,
felah (kurtuluş) bulanlardır.
(17) Eğer
Allah’a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artttırır ve
sizi bağışlar, Allah Şekûr’dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim’dir
(cezayı vermekte acele etmeyendir) .
(18) Gaybı
da, müşahede edilebileni de bilen, Aziz (üstün ve güçlü), Hakim (hüküm ve
hikmet sahibi) olandır.
——————————————————————————–
SAFF SURESİ
——————————————————————————–
(1) Göklerde
ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir.
(2) Ey iman
edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?
(3)
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması)
bakımından (büyüdükçe) büyüdü (büyük bir suç teşkil etti) .
(4) Hiç
şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf
bağlayarak çarpışanları sever.
(5) Hani
Musa, kendi kavmine demişti ki: «Ey kavmim, gerçekten benim sizin için
Allah’tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde, niçin bana eziyet
ediyorsunuz?» İşte onlar eğrilip-sapınca Allah da onların kalplerini eğriltip
saptırmış oldu. Allah, fasık olan bir kavmi hidayete erdirmez.
(6) Bir
zamanlar Meryem oğlu İsa da: «ey İsrail Oğulları, ben size gönderilmiş Allah
elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed
adında bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim» demişti. Fakat onlara apaçık
deliller gelince: «Bu apaçık bir kandırmacadır» dediler.
(7) Allah’a
iftira edenden daha zalim kim olabilir? Ki o İslam’a (Allah’a itaat etmeye)
davet olunmuştu. Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez.
(8) Onlar,
Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu
tamamlayıcıdır; kâfirler hoş görmese bile.
(9)
Peygamberlerini hidayet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din
olan İslâm’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile.
(10) Ey iman
edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti size haber vereyim mi?
(11) Allah’a
ve O’nun Resulüne iman ederseniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda
cihad ederseniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.
(12) O da
sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn
cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’
budur.
(13) Ve
seveceğiniz bir başka (nimet) daha var; Allah’tan ‘yardım ve zafer (nusret) ‘
ve yakın bir fetih. Mü’minleri müjdele.
(14) Ey iman
edenler, Allah’ın yardımcıları olun; Meryem oğlu İsa’nın havarilere: «Allah’a
(yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?» demesi gibi. Havariler de
demişlerdi ki: «Allah’ın yardımcıları bizleriz.» Böylece İsrailoğullarından bir
topluluk iman etmiş, bir topluluk da küfretmişti. Sonunda biz de iman edenleri
düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler.
——————————————————————————–
FETİH SURESİ
——————————————————————————–
(1)
Şüphesiz, biz sana apaçık bir fetih verdik.
(2) Öyle ki
Allah, senin geçmiş ve gelecek (her) günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini
tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yöneltip-iletsin.
(3) Ve
Allah, sana ‘üstün ve onurlu’ bir zaferle yardım etsin.
(4)
Mü’minlerin kalplerine sükünet indirdi ki imanlarına iman katsınlar. Göklerin
ve yerin orduları O’nundur. O Allah her şeyi bilendir. Ve hikmet sahibidir.
(5) (Bütün
bunlar,) Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, içinde ebedi kalıcılar olmak
üzere, altından ırmaklar akan cennetlere sokması ve onların kötülüklerini
örtüp-bağışlaması içindir. İşte bu, Allah katında ‘büyük kurtuluş ve
mutluluktur.
(6) Bir de;
kötü bir zan ile zanda bulunmakta olan münafık erkeklerle münafık kadınları ve
müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi,
tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara
cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür.
(7) Göklerin
ve yerin orduları, Allah’ındır. Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet
sahibidir.
(8)
Şüphesiz, biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı-korkutucu olarak
gönderdik.
(9) Ki
Allah’a ve Resulüne iman etmeniz, onu savunup-desteklemeniz, onu en içten bir
saygıyla-yüceltmeniz ve sabah-akşam O’nu (Allah’ı) tesbih etmeniz için.
(10)
Şüphesiz, sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli,
onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak
kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah’a karşı verdiği ahdine vefa
gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.
(11)
Bedevilerden geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: «Bizi mallarımız ve
ailelerimiz meşgul etti. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile.» Onlar,
kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: «Şimdi Allah, size bir
zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah’a karşı kim
herhangi bir şeyle güç yetirebilir? Hayır, Allah, yapmakta olduklarınızı haber
alandır.»
(12) Hayır,
siz peygamberin ve mü’minlerin, ailelerine ebedi olarak bir daha
dönmeyeceklerini zannettiniz; bu, sizin kalplerinizde çekici kılındı ve kötü
bir zan ile zanda bulundunuz da, yıkıma uğramış bir kavim oldunuz.
(13) Kim
Allah’a ve Rasulüne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten biz, kâfirler için
çılgınca yanan bir ateş hazırlamışızdır.
(14)
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; dilediğine mağfiret eder, dilediğini
azablandırır. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
(15) Geride
bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki: «Bizi
bırakın da sizi izleyelim.» Onlar, Allah’ın kelâmını değiştirmek istiyorlar. De
ki: «Siz, kesin olarak bizim izimizden gelmezsiniz. Allah, daha evvel böyle
buyurdu.» Bunun üzerine: «Hayır, bizi kıskanıyorsunuz» diyecekler. Hayır, onlar
pek az anlayanlardır.
(16)
Bedevilerden geride bırakılanlara de ki: «Siz yakında zorlu savaşçı olan bir
kavme çağrılacaksınız; onlarla (ya) savaşırsınız ya da (onlar) müslüman
olurlar. Bu durumda eğer itaat ederseniz, Allah, size güzel bir ecir verir;
eğer bundan önce sırt çevirdiğiniz gibi (yine) sırt çevirirseniz, sizi acı bir
azab ile azablandırır.»
(17) Kör
olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da
güçlük yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, (Allah) onu, altından
ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de sırt çevirirse, onu acıklı bir azab ile
azablandırır.
(18)
Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü’minlerden razı
olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine ‘güven duygusu ve
huzur’ indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılığı) olarak
vermiştir;
(19) Ve
alacakları birçok ganimetleri de. Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve
hikmet sahibidir.
(20) Allah,
alacağınız daha birçok ganimetleri de size va’detti, bunu size hemencecik verdi
ve insanların ellerini sizden çekti ki, (bu,) mü’minler için bir ayet olsun ve
sizi dosdoğru bir yola yöneltip-iletsin.
(21) Ve
(daha) başka (nice nimetler de, ki,) siz henüz onlara güç yetirmiş değilsiniz;
(ama) gerçekten Allah, onları sarıp-kuşatmıştır. Allah, her şeye karşı güç
yetirendir.
(22) Kâfir
olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir
veli (koruyucu dost), ne de bir yardımcı bulamazlardı.
(23) (Bu,)
Allah’ın öteden beri sürüp gitmekte olan sünnetidir. Sen Allah’ın sünnetinde
kesinlikle hiç bir değişiklik bulamazsın.
(24) Onlara
karşı size zafer verdikten sonra, Mekke’nin göbeğinde onların ellerini sizden
ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O’dur. Allah, yapmakta olduklarınızı
hakkıyla görmekte olandır.
(25) Ki
onlar, küfrettiler, sizi Mescid-i Haram’dan ve durdurulmakta (bekletilmekte)
olan hediyeleri (kurbanları), yerlerine varmaktan alıkoydular. Eğer kendilerini
bilmediğiniz mü’min erkekler ve mü’min kadınları, bilgisizlik dolayısıyla
onları darmadağın edip de bu yüzden size ‘dayanılmaz bir sıkıntı’ dokunmayacak
olsaydı (o zaman durum farklı olurdu.) (Durumun böyle olması,) Allah’ın
dilediğini rahmetine sokması içindir. Eğer (karışık yaşayan mü’minler), seçilip
ayrılmış olsalardı, muhakkak içlerinden küfretmekte olanları acıklı bir azab
ile azablandırırdık.
(26) Hani o
küfretmekte olanlar, kendi kalpleri içinde, ‘öfkeli soy-koruyuculuğunu,
(hamiyet), cahiliyenin ‘öfkeli soy koruyuculuğunu’ kılıp-kışkırttıkları zaman,
hemen Allah Rasulünün ve mü’minlerin üzerine ‘(kalbi teskin eden) güven ve
yatışma duygusunu’ indirdi ve onları «takva sözü» üzerinde ‘kararlılıkla ayakta
tuttu.’Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, her şeyi hakkıyla
bilendir.
(27)
Andolsun ki Allah Peygamberine o rüyayı doğru ve hak olarak gösterdi. İnşallah
Kabe’ye emniyet ve güven içinde, korkmadan (mutlaka) gireceksiniz, başlarınızı
da traş etmiş ve kısaltmış olarak. Allah sizin bilmediğiniz şeyleri bildiği
için (Mekke’nin fethinden) önce daha yakın bir fetih (Hayber’in fethini) nasip
etti.
(28) Ki O,
kendi peygamberlerini hidayetle ve hak olan din ile, diğer bütün dinlere karşı
üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter.
(29)
Muhammed, Allah’ın Rasulü’dür. Ve onunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı
zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rükû edenler, secde
edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve
hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte
onların Tevrat’taki vasıfları budur; İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir ekin;
filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken semizleyip-kalınlaşmış,
sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin de hoşuna gider.
(Bu örnek,) Onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip
salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.
——————————————————————————–
MÂİDE SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey iman
edenler! Akitleri titizlikle yerine getirin. Size dört ayaklı tüm otlayan
hayvanlar helâl kılındı, ancak size okunanlar ve ihramlıyken avlanmayı helâl
kılmamamız başka. Şüphesiz Allah dilediği hükmü koyar.
(2) Ey iman
edenler, Allah’ın şiarlarına, haram olan ay’a, kurbanlık hayvanlara,
(onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i
Haram’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık
avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir
topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva
konsunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan
korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli
olandır.
(3) Ölü eti,
kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir
yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz
canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan
(hayvanlar), ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar
fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün küfre sapanlar, sizin dininizden (dininizi
yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Ben’den korkun. Bugün
size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din
olarak İslâm’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir
ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram
saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
(4) Sana,
kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: «Bütün temiz şeler size
helal kılındı.» Allah’ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı
hayvanlarının yakalayıverdiklerinden de -üzerlerine Allah’ın adını anarak-
yiyin. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
(5) Bugün
size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) kitap verilenlerin yemeği
size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldır. Mü’minlerden özgür ve iffetli
kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli
kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak
-onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.)
Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O
ahirette hüsrana uğrayanlardandır.
(6) Ey iman
edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi
yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da
(yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin) ; eğer hasta veya yolculukta
iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara
dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm
edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük
çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister.
Umulur ki şükredersiniz.
(7) Allah’ın
üzerinizdeki nimetini ve: «İşittik ve itaat ettik» dediğinizde sizi, kendisiyle
bağladığı sözünü (misakını) anın. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah,
sinelerin özünde olanı bilendir.
(8) Ey iman
edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa
olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha
yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan
haberi olandır.
(9) Allah,
iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir, onlar için bir
bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.
(10) Küfre
sapanlar ve ayetlerimizi yalanlayanlar ise, onlar da, alevli ateşin
halkıdırlar.
(11) Ey iman
edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani bir topluluk, size
ellerini uzatmaya yeltenmişti de, (Allah,) onların ellerini sizlerden geri
püskürtmüştü. Allah’tan korkup-sakının. Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül
etmelidirler.
(12)
Andolsun, Allah İsrailoğullarından kesin-söz almıştı. Onlardan oniki
güvenilir-gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: «Gerçekten ben sizinle
birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, Peygamberlerime inanır, onları
savunup-desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz, herhalde sizin
kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere
sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, cidden dümdüz bir yoldan
sapmıştır.»
(13)
Sözlerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık.
Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine
hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı
dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış
etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.
(14) Ve:
«Biz hıristiyanlarız» diyenlerden kesin söz almıştık. Sonunda onlar kendilerine
hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. Böylece biz de, kıyamete
kadar aralarında kin ve düşmanlık saldık. Allah, yapageldikleri şeyi onlara
haber verecektir.
(15) Ey
Kitap Ehli, Kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir
çoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap da
geldi.
(16) Allah,
rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştır ve onları kendi izniyle
karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir.
(17)
Andolsun, «Gerçek şu ki, Allah Meryem oğlu Mesih’tir» diyenler küfretmiştir. De
ki: «O, eğer Meryem oğlu Mesih’i, onun annesini ve yer yüzündekilerin tümünü
helak (yok) etmek isterse, Allah’tan (bunu önlemeğe) kim birşeye malik
olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır;
dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir.
(18) Yahudi
ve Hıristiyanlar: «Biz Allah’ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz» dedi. De ki:
«Peki, ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azablandırıyor? Hayır, siz O’nun
yaratığından birer beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır.
Göklerin,yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah’ındır. Son varış
O’nadır.»
(19) Ey
Kitap Ehli, peygamberlerin arası kesildiği dönemde: «Bize müjdeci de bir
uyarıcı da gelmedi» demenize (fırsat kalmasın) diye size apaçık anlatan
peygamber geldi. Böylece müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah her şeye
güç yetirendir.
(20) Hani,
Musa kavmine (şöyle) demişti: «Ey kavmim, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın;
içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç
kimseye vermediğini size verdi.»
(21) «Ey
kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza
dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.»
(22) Dediler
ki: «Ey Musa, orda zorba bir kavim vardır, onlar ordan çıkmadıkları sürece biz
oraya kesinlikle girmeyiz. Şayet ordan çıkarlarsa, biz de muhakkak gireriz.»
(23)
Korkanlar arasında olup da Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki kişi:
«Onların üzerine kapıdan girin Ona girerseniz, şüphesiz sizler galibsiniz. Eğer
mü’minlerdenseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin. «dedi.
(24) Dediler
ki: «Ey Musa, biz, orda onlar durduğu sürece hiç bir zaman oraya girmeyeceğiz.
Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burda duracağız.»
(25) (Musa:)
«Rabbim, gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum. Öyleyse
bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır.» dedi.
(26) (Allah)
Dedi: «Artık orası kendilerine kırk yıl haram kılınmıştır. Onlar yeryüzünde
‘şaşkınca dönüp-dolaşıp duracaklar.’ Sen de o fasıklar topluluğuna karşı
üzülme.»
(27) Onlara
Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak
birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerinki kabul
edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: «Seni mutlaka öldüreceğim.»
(Öbürü de:) «Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.»
(28) «Eğer
sen beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için
elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan
korkarım.»
(29)
«Şüphesiz, senin kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle
ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.»
(30) Sonunda
nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı;
böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.
(31) Derken,
Allah, ona, yeri eşiyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir
karga gönderdi. «Bana yazıklar olsun» dedi. «Şu kadar olup da kardeşimin cesedini
gömmekten aciz miyim?» Artık o, pişmanlık duyanlardan olmuştu.
(32) Bu
nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yer
yüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün
insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak)
diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, peygamberlerimiz
onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu
yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.
(33) Allah’a
ve Resulüne karşı savaş açanların ve yer yüzünde bozgunculuğa çaba
harcayanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle
ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (o) yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için
dünyadaki aşağılanmadır, ahirette de onlar için büyük bir azab vardır.
(34) Ancak,
sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Biliniz ki, şüphesiz
Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
(35) Ey iman
edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın;
O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.
(36) Gerçek
şu ki, küfre sapanlar, yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı
daha onların olsa, bununla da kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) fidye
vermeye kalkışsalar, yine onlardan kabul edilmez. Onlar için acıklı bir azab
vardır.
(37) (Orda)
Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir
azab vardır.
(38) Hırsız
erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’tan da,
‘tekrarı önleyen kesin bir ceza’ olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve
güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(39) Ancak
kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz
Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(40)
Göklerin de, yerin de mülkünün Allah’a ait olduğunu bilmiyor musun? O, kimi
dilerse azablandırır, kimi dilerse bağışlar. Allah, her şeye güç yetirendir.
(41) Ey
Peygamber, kalpleri inandığı halde ağızlarıyla «inandık» diyenlerle
Yahudiler’den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak
tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)
dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, «Size bu
verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının» – derler. Allah, kimin fitne(ye
düşme) sini isterse, artık onun için sen Allah’tan hiç bir şeye malik
olamazsın. İşte onlar, Allah’ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada
onlar için bir aşağılanma, ahirette de onlar için büyük bir azab vardır.
(42) Onlar,
yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet
ya da onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir
şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen de adaletle hükmet.
Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.
(43)
Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında olduğu halde, seni nasıl hakem
kılıyorlar ve sonra bunun peşinden yüz çeviriyorlar? İşte onlar, inanmış
olanlar değildir.
(44) Gerçek
şu ki, biz Tevratı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş
peygamberler, Yahudilere onunla hümederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyyun)
ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah’ın kitabını korumakla görevli
kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.)
Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere
karşılık satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfir
olanlardır.
(45) Biz
onda, onların üzerine yazdık: Can’a can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak,
dişe diş ve (bütün) yaralara (karşılık da) kısas vardır. Ama kim bunu sadaka
olarak bağışlarsa o kendisi için bir keffarettir. Kim Allah’ın indirdiğiyle
hükmetsezse, işte onlar, zalim olanlardır.
(46) Onların
(Peygamberlerin) ardından yanlarındaki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu
İsa’yı gönderdik ve ona içinde ve hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı
doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil’i verdik.
(47) İncil
sahipleri Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiğiyle
hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır.
(48) Sana da
(Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici’
olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indiridğiyle
hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku) larına uyma.
Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah
dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) size verdikleriyle sizi
denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır.
Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. –
(49)
Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma, Allah’ın
sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmasınlar diye onlardan sakın.
Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir
musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır.
(50) Onlar
hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için
hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?
(51) Ey iman
edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar
birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz
onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.
(52) İşte
kalplerinde hastalık olanların: «Zamanın, felâketleriyle aleyhimize dönüp bize
çarpmasından korkuyoruz» diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün.
Umulur ki Allah, bir fetih ya da katından bir emir getirecek de, onlar,
nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır.
(53) İman
edenler de: «Olanca yeminleriyle elbette sizlerle birlik olduklarına ilişkin
Allah’a yemin edenler bunlar mıdır? Onların bütün yapıp-ettikleri boşa
çıkmıştır, böylece hüsrana uğrayanlar olmuşlardır.» derler.
(54) Ey iman
edenler, içinizden kim dininden geri döner(irtidat eder) se, Allah (yerine),
kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak
gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,’ Allah yolunda cihad eden ve
kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir
fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
(55) Sizin
dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun Resulü, rükû’ ediciler olarak namaz
kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.
(56) Kim Allah’ı,
O’nun Resulünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galib
gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.
(57) Ey iman
edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun
(konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyiniz. Ve eğer
inanıyorsanız, Allah’tan korkup-sakının.
(58) Onlar,
siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu,
gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır.
(59) De ki:
«Ey Kitap Ehli, yalnızca Allah’a, bize indirilene ve önceden indirilene
inanmamız ve sizin çoğunuzun fasıklar olmanız nedeniyle mi bizden
hoşlanmıyorsunuz?»
(60) De ki:
«Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber
vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan
maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha
kötü ve dümdüz yoldan da daha çok sapmışlardır.»
(61) Size
geldiklerinde: «İnandık» derler. Oysa onlar küfürle girmişlerdir ve yine onunla
çıkmışlardır. Allah, gizli tutmakta olduklarını daha iyi bilir.
(62)
Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta ve haram yiyicilikte çabalarına hız
kattıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kötüdür.
(63)
Bilgin-yöneticileri (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginleri (Ahbar), onları, günah
söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakındırmalı değil miydi? Yapmakta
oldukları (bu tür sanat çabaları) ne kötüdür.
(64)
Yahudiler: «Allah’ın eli sıkıdır» dediler. Onların elleri bağlandı ve
söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O’nun iki eli açıktır, nasıl
dilerse infak eder. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun
tuğyanlarını ve küfürlerini artıracaktır. Biz de onların arasına kıyamet gününe
kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir
ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yer yüzünde bozgunculuğa çaba
harcarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.
(65) Eğer,
Kitap Ehli iman edip sakınsalardı, elbette onların kötülüklerini örter ve
onları ‘nimetlerle donatılmış’ cennetlere sokardık.
(66) Ve eğer
onlar Tevrat’ı, İncil’i ve kendilerine Rabblerinden indirileni (Kur’an’ı)
ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (sayısız nimeti)
yiyeceklerdi. İçlerinde aşırı olmayan (mutedil) bir ümmet vardır. Onlardan
çoğunun yapmakta oldukları ise ne kötüdür!.
(67) Ey
Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak
olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.
(68) De ki:
«Ey kitap Ehli, Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabbinizden indirileni ayakta
tutmadıkça hiç bir şey üzerinde değilsiniz.» Andolsun, Rabbinden sana
indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve küfürlerini arttıracaktır. Sen de
kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.
(69) Gerçek
şu ki, iman edenlerle Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a, ahiret
gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar
mahzun da olacak değildirler.
(70)
Andolsun, biz İsrailoğullarından kesin söz almış ve onlara peygamberler
göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir
peygamber geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler.
(71) Bir
fitne olmayacak sandılar, körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah, tevbelerini
kabul etti, (yine) onlardan çoğunluğu körleştiler, sağırlaştılar. Allah
yapmakta olduklarını görendir.
(72)
Andolsun, «Gerçekten Allah, Meryem oğlu Mesih’tir» diyenler küfre saptı. Oysa
Mesih’in dediği (şudur:) «Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan Allah’a ibadet edin. Çünkü O, kendisine şirk koşana şüphesiz cenneti haram
kılmıştır, onun barınma yeri ateştir, zulmedenlere yardımcı yoktur.»
(73)
Andolsun, «Allah üçün üçüncüsüdür» diyenler küfre sapmışlardır. Oysa tek bir
ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse,
onlardan küfredenlere mutlaka acıklı bir azab dokunacaktır.
(74) Yine de
Allah’a tevbe edip bağışlanma istemiyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
(75) Meryem
oğlu Mesih, yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçti.
Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri
nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar?
(76) De ki:
«Size yarara da, zarara da güç yetirmeyen Allah’tan başka şeylere mi
tapıyorsunuz? Oysa Allah, işitendir, bilendir.»
(77) De ki:
«Ey Kitap Ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce
sapmış, bir çoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek
ve tutku) larına uymayın.»
(78)
İsrailoğullarından küfredenlere, Davud ve Meryem Oğlu İsa diliyle lanet
edilmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir.
(79)
Yapmakta oldukları münker (çirkin iş) lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı.
Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!.
(80)
Onlardan çoğunun küfre sapanlarla dostluklar kurduklarını görürsün. Kendileri
için nefislerinin takdim ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara gazablandı ve
onlar azabda ebedi kalacaklardır.
(81) Eğer
Allah’a, peygambere ve ona indirilene iman etselerdi, onları dostlar
edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasık olanlardır.
(82)
Andolsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudiler ve
müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın
olanların da: «Hıristiyanlarız» diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım)
papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları
nedeniyledir.
(83)
Peygambere indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin
yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz inandık; öyleyse bizi
şahidlerle birlikte yaz.»
(84) «Hem
Rabbimizin bizi salihler topluluğuna katmasını umarken ne diye Allah’a ve bize
haktan gelene inanmayalım?»
(85)
Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları altından
ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır.
(86) Küfre
sapanlar ve ayetlerimizi yalanlayanlar; işte onlar, çılgın ateşin
arkadaşlarıdırlar.
(87) Ey iman
edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve
haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.
(88)
Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin.
Kendisine inanmakta olduğunuz Allah’tan da korkup-sakının.
(89) Allah
sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden’ dolayı
sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağlandığınız sözlerden dolayı sizi
sorumlu tutar. Onun (yeminin) keffareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin
ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi
özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkân) Bulamıyan (için) üç gün oruç
(vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin keffaretidir.
Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki
şükredersiniz.
(90) Ey iman
edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden
olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar) dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
(91)
Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi,
Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi?
(92) Allah’a
itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin
ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğidir.
(93) İman
edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup-sakındıkları, iman ettikleri
ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup-sakındıkları ve iman ettikleri ve
sonra (yine) korkup-sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde
(yasaklanmadan önce) dedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik
yapanları sever.
(94) Ey iman
edenler, Allah görünmezlikte (gaybte) kendisinden kimin korktuğunu ortaya
çıkarmak için ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği avdan bir şeyle andolsun
sizi deneyecektir. Artık kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için acıklı bir
azab vardır.
(95) Ey iman
edenler, siz ihramlıyken avı öldürmeyin. Sizden kim onu kasıtlı olarak
(taammüden) öldürürse, cezası, hayvandan öldürdüğünün bir benzeridir. Buna da,
Kâbe’ye ulaşmış bir kurbanlık olarak içinizden adalet sahibi iki kişi
hükmedecektir. Veya yoksulları doyurmak ya da onun dengi oruç tutmak olan bir
keffaret vardır. Böylelikle işlediğinin vebalini tadmış olsun. Allah geçmişte
olanı bağışladı. Ama kim tekrarlarsa, Allah ondan öc alacaktır. Allah üstün ve
güçlü olandır, öç sahibidir.
(96) Deniz
avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir yarar olarak helal
kılındı. İhramlı olduğunuz sürece kara avı ise size haram kılınmıştır. O’na
(götürülüp) toplanacağınız Allah’tan korkup-sakının.
(97) Allah,
Beyt-i Haram (olan) Kâbe’yi insanlar için bir ayaklanma (kıyam evi) kıldı;
Haram Ay’ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu, Allah’ın göklerde ve
yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah’ın gerçekten her şeyi bilen olduğunu
bilmeniz içindir.
(98) Bilin
ki, Allah gerçekten cezası pek şiddetli olandır. Ve Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
(99)
Peygambere tebliğden başka (yükümlülüğü) yoktur. Allah açığa vurduklarınızı da,
gizli tuttuklarınızı da bilir.
(100) De ki:
«Murdar ile temiz-murdar’ın çokluğu hoşuna gitse de- bir olmaz. Ey temiz akıl
sahipleri, Allah’tan korkup-sakının. Umulur ki kurtulaşa erersiniz.
(101) Ey
iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur’an
indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah
bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır.
(102) Sizden
önce bir topluluk onu sormuştu da sonra kâfirler olmuşlardı.
(103) Allah
Bahiyre’den Saibe’den Vasiyle’den ve Hâm’dan hiç birini (meşru) kılmamıştır.
Ancak küfredenler, Allah’a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. Onların çoğu akıl
erdirmez.
(104)
Onlara: «Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin» denildiğinde, «Atalarımızı
üzerinde bulduğumuz şey bize yeter» derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor
ve hidayete ermiyor idilerse?.
(105) Ey iman
edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola
erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. O, size
yapmakta olduklarınızı haber verecektir.
(106) Ey
iman edenler, sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, vasiyet hazırlanışında,
aranızda içinizden adaletli iki kişiyi (şahid tutun.) Veya yolculukta olup size
ölüm musibeti gelip çatarsa, sizden olmayan başka iki kişiyi (şahid tutun.
İkisini) Şayet kuşkulanacak olursanız namazdan sonra alıkoyarsınız, onlar da
(size) : «Akraba dahi olsa onu (yeminimizi) hiç bir değere değiştirmeyeceğiz ve
Allah’ın şahidliğini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz elbette günahkârlardan
oluruz.» diye Allah adına yemin etsinler.
(107) Eğer o
ikisi aleyhinde kesin olarak günahı hak ettiklerine ilişkin bilgi sahibi
olunursa, bu durumda haksızlığa uğrayanlardan iki kişi -ki bunlar buna daha hak
sahibidirler- öbürlerinin yerine geçerler ve: «Bizim şehadetimiz o ikisinin
şehadetinden şüphesiz daha doğrudur. Biz haddi aşmadık, yoksa gerçekten
zulmedenlerden oluruz» diye Allah’a yemin ederler.
(108) Bu,
gerektiği gibi şahidliği yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin
reddedilmesinden korkmalarına daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının ve
dinleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.
(109) Allah,
peygamberleri toplayacağı gün, şöyle diyecek: «Size verilen cevap nedir?» Onlar
da: «Bizim bilgimiz yoktur; şüphesiz görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen’sin
Sen.»
(110) Allah
şöyle diyecek: «Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben
seni Ruhu’l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla
konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. İznimle
çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde
bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun,
(yine) benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğullarına apaçık
belgelerle geldiğinde onlardan küfre sapanlar, «Şüphesiz bu apaçık bir
sihirdir» demişlerdi (de) İsrailoğullarını senden geri püşkürtmüştüm.»
(111) Hani
Havarilere: «Bana ve peygamberime iman edin» diye vahy (ilham) etmiştim; onlar
da: «İman ettik, gerçekten müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol» demişlerdi.
(112)
Havariler: «Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?»
demişlerdi. O da: «Eğer inanmışlarsanız Allah’tan korkup-sakının» demişti.
(113) (Bu
sefer Havariler:) «Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de
gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidler olalım» demişlerdi.
(114) Meryem
oğlu İsa da: «Allah’ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve
sonramız için bir bayram ve Sen’den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen
rızık vericilerin en hayırlısısın» demişti.
(115) Allah
demişti ki: «Şüphesiz ben bunu size indireceğim. Artık sonra sizden kim küfre
saparsa, ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azablandırmayacağım bir
azabla azablandıracağım.»
(116) Allah:
«Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah’ı bırakarak iki ilah edinin,
diye sen mi söyledin?» dediğinde: «Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü
söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka sen onu bilmişsindir. Sen
bende olanı bilirsin, ama ben Sen’de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri
(gaybleri) bilen Sen’sin Sen.»
(117) «Ben
onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:)
‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’ Onların içinde
kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son
verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen’din. Sen her şeyin üzerine şahid
olansın.»
(118) Eğer
onları azablandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları
bağışlarsan, şüphesiz aziz olan, hakîm olan da Sen’sin Sen.»
(119) Allah
dedi ki: «Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar
için içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah
onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve
mutluluk’ budur.»
(120)
Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah’ındır. O, her şeye
güç yetirendir.
——————————————————————————–
MÜMTEHİNE SURESİ
——————————————————————————–
(1) Ey iman
edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz
onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size gelene küfretmişler,
Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı peygamberi de, sizi de
(yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, benim yolumda cihad etmek ve
benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi
gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlemekte olduklarınızı da, açığa vurduklarınızı da
bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından
şaşırıp-sapmış olur.
(2) Eğer
onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve
dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin küfre sapmanızı içten arzu
etmişlerdir.
(3) Ne yakın
akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah)
Sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.
(4) İbrahim
ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar
kendi kavimlerine demişlerdi ki: «Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında tapmakta
olduklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle
aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir
kin baş göstermiştir.» Ancak İbrahim’in babasına: «Sana bağışlanma dileyeceğim,
ama Allah’tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez.» demesi
hariç. «Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve ‘içten sana yöneldik.’ Dönüş
sanadır.»
(5)
«Rabbimiz, küfretmekte olanlar için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi
bağışla Rabbimiz. Şüphesiz sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin.»
(6)
Andolsun, onlarda sizler için, Allah’ı ve ahiret gününü umud etmekte olanlar
için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek olursa, artık şüphesiz Allah,
ganiy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan) . Hamid (övülmeye layık olan) dır.
(7) Belki
Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduklarınız
arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah, güç yetirendir. Allah, çok bağışlayandır,
çok esirgeyendir.
(8) Allah,
sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara
iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü
Allah, adalet yapanları sever.
(9) Allah,
ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları
ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim
onları dost edinirse, artık onlar zalim olanların ta kendileridir.
(10) Ey iman
edenler, mü’min kadınlar hicret etmişler olarak size geldikleri zaman, onları
imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet onların
(gerçekten) mü’min kadınlar olduklarını bilip-öğrenirseniz, artık sakın onları
kâfirlere geri çevirmeyin. (Çünkü) Ne bunlar onlara helaldir, ne onlar bunlara
helaldir. Onlara (kâfir kocalarına kendileri için) harcadıklarını verin. Onlara
(hicret) eden mü’min kadınlara) ücretlerini (mehirlerini) verdiğiniz takdirde
onların nikâhlamanızda sizin için bir güçlük yoktur. Kâfir (kadın) ların
ismetlerini (nikâhlarını) tutmayın ve (onlar için) harcadıklarınızı isteyin.
Onlar da (mü’min kadınlara) harcadıklarını istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür.
Sizin aranızda hükmeder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(11) Ve eğer
eşlerinizden (kâfirlere kaçmalarından dolayı) herhangi bir şey kâfirlere geçer,
böylece siz de (savaşta onları yenip) ganimete kavuşursanız, eşleri (kaçıp)
gidenlere (mehir olarak) harcama yaptıklarının bir mislini verin. Kendisine
iman etmekte olduğunuz Allah’tan korkup-sakının.
(12) Ey
Peygamber! İnanmış kadınlar biat için gelirlerse, sana; Allah’a hiçbir şeyi
ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri,
elleriyle ayakları arasında iftira uydurup getirmemeleri, marufta sana karşı
gelmemeleri hususunda biat etsinler. Sen de onların biatlarını al. Ve onlar
için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
(13) Ey iman
edenler, Allah’ın kendilerine karşı gazablandığı gibi kavmi veli (dost ve
müttefik) edinmeyin; ki onlar, kâfir olanların mezar halkından umut kesmeleri
gibi ahiretten umut kesmişlerdir.
——————————————————————————–
HADÎD SURESİ
——————————————————————————–
(1) Göklerde
ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz)
olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(2) Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir.
(3) O,
Evveldir Ahirdir, Zahirdir, Bâtındır. O, her şeyi bilendir.
(4) Gökleri
ve yeri altı günde yaratan, sonra da arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan
çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Siz, her nerede iseniz, O sizinle
beraberdir. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.
(5) Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur. (Sonunda bütün) işler Allah’a döndürülür.
(6) Geceyi
gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar. O, göğüslerin özünde
(saklı) olanı bilendir.
(7) Allah’a
ve Rasulü’ne iman edin. Size harcama yetkisi verdiği şeylerden infak edin ki
sizi onların üzerinde halifeler kıldı. Artık sizden kim iman edip infak ederse,
onlar için büyük bir ecir vardır.
(8) Size ne
oluyor ki, Rasul sizi Rabbinize iman etmeye çağırıp-dururken Allah’a iman
etmiyorsunuz? Oysa O, sizden kesin bir söz almıştı. Eğer mü’min iseniz (inanıp
sözünüzü gerçekleştirin) .
(9) Sizi
karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur.
Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir.
(10) Size ne
oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası
Allah’ındır. İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir
olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha
büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va’detmiştir. Allah, yapmakta
olduklarınızı haber alandır.
(11) Allah’a
güzel bir borç verecek olan kimdir? Artık Allah, bunu kendisi için kat kat
arttırır. Onun için ‘oldukça üstün ve onurlu (kerim) ‘ bir ecir vardır.
(12) O gün,
mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşar
iken görürsünüz. «Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar olarak altından
ırmaklar akan Cennetlerdir.» İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.
(13) O gün,
münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman etmekte olanlara derler ki: «(Ne
olur) Bize bir göz atın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım.» Onlara:
«Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmağa çalışın» denilir. Derken
aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında
da o yönden azab vardır.
(14)
(Münafıklar) Onlara seslenirler: «Biz sizlerle birlikte değil miydik?» Derler
ki: «Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve
yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz; (Allah’a ve İslâm’a karşı) kuşkulara
kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah’ın emri (olan
ölüm) geliverdi; ve o aldatıcı da sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak,
hatta masumca bizden görünerek) aldatmış oldu.»
(15) Artık
bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve küfretmekte olanlardan da. Barınma
yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş
yeridir.
(16) İman
etmekte olanların, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin
‘saygı dolu bir korku ile yumuşaması zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce
kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece
kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu da fasık
olanlardı.
(17) Bilin
ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat vermektedir. Şüphesiz biz,
umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.
(18) Gerçek
şu ki, sadaka veren erkekleri ile sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir
borç verenler; onlar için kat kat arttırılır ve ‘üstün ve onurlu (kerim) ‘ olan
ecir de onlarındır.
(19) Allah’a
ve O’nun Resulüne iman edenler; İşte onlar Rableri katında sıddîklar ve
şehidler (veya şahid) lerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. Küfredip de
ayetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da Cehennem halkıdır.
(20) Bilin
ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir
süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin
(veya kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki
sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir
azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnudluk (rıza) da vardır. Dünya hayatı,
aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.
(21)
Rabbinizden olan bir mağfirete (erişmek) ve Cennete (kavuşmak için) ‘çaba
gösterip-yarışın,’ ki (o Cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup
Allah’a ve O’nun Resulüne iman etmekte olanlar için hazırlanmıştır. İşte bu,
Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir.
(22)
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet
yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılmış) olmasın. Şüphesiz
bu, Allah’a göre pek kolaydır.
(23) Öyle
ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah’ın) verdikleri
dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni
sevmez.
(24) Ki
onlar, cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emreder (önerir) ler. Her kim
yüz çevirirse, artık şüphesiz Allah, ganiy (hiç bir şeye muhtaç olmayan), Hamîd
(övülmeye layık olan) O’dur.
(25)
Andolsun, biz peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti
ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve
kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri
de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve peygamberlerine gayb ile (görmedikleri
halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın) . Şüphesiz Allah,
büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.
(26)
Andolsun, biz Nuh’u ve İbrahim’i (elçi olarak) gönderdik, peygamberliği ve
kitabı onların soylarında kıldık. Öyle iken, içlerinde hidayeti kabul edenler
vardır, onlardan birçoğu da fasık olanlardır.
(27) Sonra
onların izleri üzerinde peygamberlerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem
oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; ona İncil’i verdik ve onu izleyenlerin
kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid’at olarak) Türettikleri
ruhbanlığı ise, biz onlara (uyulması gerekli bir yaşama biçimi) yazmadık. Ancak
Allah’ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi
uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan
birçoğu da fasık olanlardır.
(28) Ey iman
edenler, Allah’tan sakınıp-korkun ve O’nun Resulüne iman edin, size kendi
rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir
nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
(29) Öyle
ki, Kitab Ehli (Yahudi ve Hıristiyanlar) Allah’ın fazlından hiç bir şeye ‘güç
yetirip-sahip olmadıklarını’ ve fazlın muhakkak Allah’ın elinde olduğunu, onu
dilediğine verdiğini bilip-öğrensin. Allah, büyük fazl (üstün lütuf ve ihsan)
sahibidir.
——————————————————————————–
TEVBE SURESİ
——————————————————————————–
(1) (Bu,)
Müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınıza Allah’tan ve Resulünden
kesin bir uyarıdır.
(2) Bundan
böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki
Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, küfre sapanları hor ve
aşağılık kılıcıdır.
(3) Ve büyük
Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah’tan ve Resulünden insanlara bir duyuru: Kesin
olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O’nun Resulü de… Eğer tevbe ederseniz bu
sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah’ı elbette
aciz bırakacak değilsiniz. Küfre sapanları acıklı bir azabla müjdele.
(4) Ancak
müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi
eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını,
süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.
(5) Haram
aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz
yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini
kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekâtı verirlerse yollarını
açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(6) Eğer
müşriklerden biri, senden ‘aman isterse’, ona aman ver; öyle ki Allah’ın sözünü
dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır’. Bu, onların
elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.
(7) Mescid-i
Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah katında
ve Resulünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar),
size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum
takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.
(8) Nasıl
olabilir ki!… Eğer size karşı galip gelirlerse, size karşı ne ‘akrabalık
bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla
hoşnut kılarlar, kalbleri ise karşı koyar. Onların çoğu fıska sapanlardır.
(9) Allah’ın
ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar, böylece O’nun yolunu
engellediler. Onların yapmakta oldukları gerçekten ne kötüdür.
(10) Onlar
(hiç) bir mü’mine karşı ne ‘akrabalık bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’
gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır.
(11) Eğer
onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin
dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer
açıklarız.
(12) Ve eğer
antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç
besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle çarpışın. Çünkü onlar,
yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar.
(13)
Yeminlerini bozan, peygamberi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa
(savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan?
Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır.
(14) Onlarla
çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık
kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya
kavuştursun.
(15) Ve
kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
(16) Yoksa
siz, içinizden cihad edenleri ve Allah’tan ve Resulünden ve mü’minlerden başka
sır-dostu edinmeyenleri Allah ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bırakılıvereceğinizi
mi sandınız? Allah yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.
(17) Şirk
koşanların, kendi küfürlerine bizzat kendileri şahidler iken, Allah’ın
mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları
boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte temelli kalacak da olanlardır.
(18)
Allah’ın mescidlerini, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı
dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar onarabilir.
İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.
(19)
Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe
iman eden ve Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar)
Allah katında bir olmazlar. Allah zulme sapan bir topluluğa hidayet vermez.
(20) İman
edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin
Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler
bunlardır.
(21) Rableri
onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli
bir nimet bulunan cennetleri müjdeler.
(22) Onda
ebedi kalıcıdırlar. Hiç şüphesiz Allah, büyük mükâfat katında olandır.
(23) Ey iman
edenler, eğer imana karşı küfrü sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte zulme
sapanlar bunlardır.
(24) De ki:
«Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,
kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza
giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resulünden ve O’nun yolunda cihd etmekten
daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah,
fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
(25)
Andolsun, Allah birçok yerlerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok
sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip gururlandırmıştı, fakat size bir şey de
sağlıyamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonra
arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz.
(26)
(Bundan) Sonra Allah, Resulü ile mü’minlerin üzerine ‘güven duygusu ve huzur’
indirdi, sizin görmediğiniz orduları da indirdi ve küfre sapmış olanları
azablandırdı. Bu, küfre sapanların cezasıdır.
(27) Sonra
bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(28) Ey iman
edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık
Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız,
Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Hiç şüphesiz Allah, bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
(29)
Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın
ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslâm’ı) din
edinmeyenlerle, küçük düşürülmüşler olarak cizyeyi kendi elleriyle verinceye
kadar savaşın.
(30)
Yahudiler: «Üzeyir Allah’ın oğludur» dediler; Hıristiyanlar da: «Mesih Allah’ın
oğludur» dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki
küfredenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da
çevriliyorlar?
(31) ve
Meryem oğlu Mesih’i de… Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibadet etmekten
başkasıyla emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koşmakta
oldukları şeylerden yücedir.
(32)
Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de
Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
(33)
Müşrikler istemese de O dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için
peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur.
(34) Ey iman
edenler, gerçek şu ki, (Yahudi) bilginlerinden ve (Hıristiyan) rahiplerinden
çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.
Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar ise, onlara da
acıklı bir azabı müjdele.
(35)
Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları,
böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) «işte bu, kendileriniz için
yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın» (denilecek) .
(36) Gerçek
şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri
Allah’ın kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru
olan hesab (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların
sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki
Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
(37) (Haram
ayları) Ertelemek ancak küfürde bir artıştır. Bununla kâfirler şaşırtılıp-saptırılır.
Allah’ın haram kıldığına sayı bakımından uymak için, onu bir yıl helal, bir yıl
haram kılıyorlar. Böylelikle Allah’ın haram kıldığını helal kılmış oluyorlar.
Yaptıklarının kötülüğü kendilerine ‘çekici ve süslü’ gösterilmiştir. Allah, küfre
sapan bir topluluğa hidayet vermez.
(38) Ey iman
edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman,
yer(iniz) de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp da) dünya hayatına mı razı
oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.
(39) Eğer
savaşa kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acıklı bir azabla azablandıracak ve
yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O’na hiç bir şeyle
zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.
(40) Siz ona
(peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden
biri olarak onu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında
arkadaşına şöyle diyordu: «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.»
Böylece Allah ona ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, onu sizin
görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (küfür
çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi ise, yüce olandır. Allah üstün
ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
(41) Hafif
ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla
cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizler için daha hayırlıdır.
(42) Eğer
yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama
zorluk onlara uzak geldi. «Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte
(savaşa) çıkardık» diye sana Allah adına yemin de edecekler. Kendi nefislerini
helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylemekte olduklarını
bilmektedir.
(43) Allah
seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da
öğreninceye kadar niye onlara izin verdin?
(44) Allah’a
ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten
(kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir.
(45) Senden,
yalnızca Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri kuşkuya kapılıp da
kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister.
(46) Eğer
(savaşa) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah,
(savaşa) gönderilmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı ve: «(Onlara) Siz
de oturanlarla birlikte oturun» denildi.
(47) Sizinle
birlikte çıksalardı, size ‘kötülük ve zarardan’ başka bir şey ilave etmez ve
aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara
‘haber taşıyanlar’ vardır. Allah, zulme sapanları bilir.
(48)
Andolsun, daha önce onlar fitne aramışlardı. Ve sana karşı birtakım işler
çevirmişlerdi. Sonunda onlar, istemedikleri halde hak geldi ve Allah’ın emri
ortaya çıkıp-üstünlük sağladı.
(49)
Onlardan bir kısmı: «Bana izin ver ve beni fitneye katma» der. Haberin olsun,
onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir. Hiç şüphesiz cehennem, o küfre
sapanları mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır.
(50) Sana
iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, sana bir musibet isabet edince ise:
«Biz önceden tedbirimizi almıştık» derler ve sevinç içinde dönüp giderler.
(51) De ki:
«Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet
etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül
etmelidirler.»
(52) De ki:
«Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında
başkasını mı beklemektesiniz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya
bizim elimizle size bir azab dokunduracağını beklemekteyiz. Öyleyse siz
bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.»
(53) De ki:
«İsteyerek ya da istemiyerek infak edin; sizden kesin olarak kabul
edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu oldunuz.»
(54) İnfak
ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah’ı ve Resulünü
tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak
etmeleridir.
(55) Şu
halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak
onları dünya hayatında azablandırmak ve canlarının onlar küfür içindeyken
zorlukla çıkmasını ister.
(56)
Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden
değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur.
(57) Eğer
onlar bir sığınak ya da (kalacak) mağaralar veya girebilecekleri bir yer
bulsalardı, hızla oraya yönelip koşarlardı.
(58)
Onlardan sadakalar konusunda seni yadırgayacaklar vardır. Ondan kendilerine
verilirse hoşlanırlar, ondan kendilerine verilmediği zaman da bu sefer
gazablanırlar.
(59) Eğer
onlar, Allah’ın ve Resulünün verdiklerine hoşnut olsalardı ve: «Bize Allah
yeter; Allah pek yakında bize fazlından verecek, O’nun Resulü de. Biz gerçekten
ancak Allah’a rağbet edenleriz» deselerdi (ya) !..
(60)
Sadakalar, -Allah’tan bir farz olarak -yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât)
işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah
yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
(61)
İçlerinden peygamberi incitenler ve: «O (her sözü dinleyen) bir kulaktır»
diyenler vardır. De ki: «O sizin için bir hayrın kulağıdır. Allah’a iman eder,
müminlere inanıp-güvenir ve sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah’ın
Resulüne eziyet edenler, onlar için acıklı bir azab vardır.»
(62) Sizi
hoşnut kılmak için Allah’a yemin ederler; oysa mü’min iseler, hoşnut kılınmaya
Allah ve Resulü daha layıktır.
(63)
Bilmiyorlar mı, kim Allah’a ve Resulüne karşı koymaya çalışırsa, gerçekten onun
için, onda ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır? İşte en büyük aşağılanma
budur.
(64)
Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin
aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: «Alay edin. Şüphesiz, Allah,
kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır.»
(65) Onlara
sorarsan, andolsun: «Biz dalmış, oyalanıyorduk» derler. De ki: «Allah ile,
O’nun ayetleriyle ve Resulüyle mi alay etmekteydiniz?
(66) Özür
belirtmeyiniz. Siz, imanınızdan sonra küfre saptınız. Sizden bir topluluğu
bağışlasak da, bir topluluğunuzu gerçekten suçlu-günahkâr olmaları nedeniyle
azablandıracağız.
(67) Münafık
erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler,
iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular, O da
onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.
(68) Allah,
erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kâfirlere, içinde ebedi
kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları
lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır.
(69) Sizden
önceki (münafıklar ve kâfirler) gibi. Onlar sizden kuvvet bakımından daha
güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar kendi paylarıyla
yararlanmaya baktılar; siz de, sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlanmaya
kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız ve siz de (dünya ve
zevke) dalanlar gibi daldınız. İşte onların dünyada ahirette bütün
yapıp-ettikleri (amelleri) boşa çıkmıştır ve işte onlar kayba uğrayanlardır.
(70) Onlara,
kendilerinden öncekilerin Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen
ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara peygamberleri
apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama
onlar kendi nefislerine zulmetmektelerdi.
(71) Mü’min
erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder,
kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a
ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(72) Allah,
mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar
akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan
olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.
(73) Ey
Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve
caydırıcı davran. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır
o!..
(74) Allah’a
and içiyorlar ki (o küfür sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar küfür
sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra küfre sapmışlardır ve
erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının,
kendilerini Allah’ın ve Resulünün bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir
nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz
çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azabla azablandırır.
Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur.
(75)
Onlardan kimi de: «Andolsun, eğer bize bol ihsanından verirse gerçekten sadaka
vereceğiz ve salihlerden olacağız» diye Allah’a ahdetmişti.
(76) Onlara
kendi bol ihsanından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler;
onlar böyle sırt dönenlerdir.
(77) Böylece
O da, Allah’a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle,
kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı (sonuçta köklü bir
duygu olarak) yerleşik kıldı.
(78) Onlar
bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da,
fısıldaştıklarını da biliyor. Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır.
(79)
Sadakalar konusunda, mü’minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden)
başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları
alay konusu kılmıştır ve onlar için de acıklı bir azab vardır.
(80) Sen,
ister onlar için bağışlanma dile ya da istersen onlar için bağışlanma dileme.
Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle
bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah’a ve Resulüne (karşı) nankörlük
etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
(81)
Allah’ın Resulüne muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına
sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin
görerek: «Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşinin
sıcaklığı daha şiddetlidir.» Bir kavrayıp-anlasalardı.
(82) Öyleyse
kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.
(83) Bundan
böyle, Allah seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de, (yine savaşa)
çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: «Kesin olarak benimle hiç bir zaman
(savaşa) çıkamazsınız ve kesin olarak benimle bir düşmana karşı savaşamazsınız.
Çünkü siz oturmayı ilk defa hoş gördünüz; öyleyse geride kalanlarla birlikte
oturun.»
(84)
Onlardan ölen birinin namazını hiç bir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü
onlar, Allah’a ve Resulüne (karşı) küfre saptılar ve fasıklar olarak öldüler.
(85) Onların
malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada
azablandırmak ve canlarının onlar küfür içindeyken zorluk içinde çıkmasını
istiyor.
(86)
«Allah’a iman edin, O’nun Resulü ile cihada çıkın» diye bir sure indirildiği
zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: «Bizi bırakıver,
oturanlarla birlikte olalım» dediler.
(87)
(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalbleri
mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar.
(88) Ama
peygamber ve onunla birlikte olan mü’minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad
ettiler; işte bütün hayırlar onlarındır ve kurtuluşa erenler onlardır.
(89) Allah
onlar için, temelli kalacakları altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte
büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.
(90)
Bedevilerden özür belirtenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler.
Allah’a ve Resulüne yalan söyleyenler de oturup kaldı. Onlardan küfre sapanlara
pek acıklı bir azab isabet edecektir.
(91) Allah’a
ve Resulüne karşı ‘içten bağlı kalıp hayra çağıranlar’ oldukları sürece,
güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için birşey bulamayanlara bir
sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(92) Bir de
kendilerini bindirmen için sana her gelişlerinde onlara: «Sizi bindirecek bir
şey bulamıyorum» dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı
gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur.
(93) Yol,
ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için)
senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler.
Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler.
(94) Onlara
geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: «Özür belirtmeyiniz, size kesin
olarak inanmıyoruz. Allah bize, sizin durumunuzu haber vermiştir.
Yaptıklarınızı Allah görecektir,O’nun Resulü de. Sonra gaybı da, müşahede
edilebileni de Bilen’e döndürüleceksiniz ve O, yapmakta olduklarınızı size
haber verecektir.»
(95) Onlara
geri döndüğünüzde kendilerinden vazgeçmeniz için Allah’a and içecekler. Artık
siz onlara sırt çevirin. Onlar gerçekten pistirler. Kazanmakta olduklarının bir
cezası olarak, onların barınma yerleri cehennemdir.
(96)
Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan hoşnut
olsanız bile şüphesiz Allah, fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz.
(97)
Bedeviler, küfür ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah’ın Resulüne
indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha ‘yatkın ve elverişlidir.’ Allah
bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
(98)
Bedevilerden öyleleri vardır ki, infak ettiğini bir cereme sayar ve sizi
felâketlerin sarıvermesini bekler. Kötü felâket onları sarıversin. Allah
işitendir, bilendir.
(99)
Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve
infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve peygamberin dua ve bağışlama
dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir
yakınlaşmadır. Allah da onları kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
(100) Öne
geçen Muhacirler ve Ensar ile olanlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan
hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde
ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük
‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.
(101)
Çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar vardır ve Medine halkından da nifakı
alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, biz onları biliriz.
Biz onları iki kere azablandıracağız, sonra onlar büyük bir azaba
döndürülecekler.
(102)
Diğerleri de günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka
kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(103)
Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun.
Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için ‘bir sükûnet ve huzurdur.’ Allah
işitendir, bilendir.
(104) Onlar
bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve
sadakaları da alacak olan O’dur. Şüphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen
O’dur.
(105) De ki:
«Yapıp-edin. Allah sizin yapıp-ettiklerinizi (amellerinizi) görecektir, O’nun
Resulü ve mü’minler de. Yakında gaybı da, müşahede edilebileni de Bilen’e
döndürüleceksiniz ve O, size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.»
(106) Diğer
bir kısmı da, Allah’ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya
azablandıracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
(107) Zarar
vermek, küfrü (pekiştirmek), mü’minlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a
ve Resulüne karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: «Biz iyilikten
başka bir şey istemedik» diye yemin edenler (varya,) Allah onların şüphesiz
yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.
(108) Sen
bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden takva
temelli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana
daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları
sever.
(109)
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi
hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla
birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulme
sapan bir topluluğa hidayet vermez.
(110)
Onların kalbleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalblerinde bir şüphe olarak
sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
(111) Hiç
şüphesiz Allah, mü’minlerden-karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere –
canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun
üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan
kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte
‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.
(112) Tevbe
edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû
edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve
Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü’minleri müjdele.
(113)
Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan
sonra-yakınları dahi olsa-müşrikler için bağışlanma dilemeleri peygambere ve
iman edenlere yaraşmaz.
(114)
İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, ona yalnızca verdiği bir söz
dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah’a düşman olduğu açıklanınca
ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.
(115) Bir
topluluğa, Allah, hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri
kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değildir.
Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir.
(116) Gerçek
şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; diriltir ve öldürür. Sizin
Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.
(117)
Andolsun Allah, peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti.
Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken – ona güçlük
saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara
(karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir.
(118)
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı) . Öyleki, bütün
genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar
(sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak
olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul
etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
(119) Ey
iman edenler, Allah’tan sakının ve doğru (sadık) olanlarla birlikte olun.
(120) Medine
halkına ve çevresindeki bedevilere, peygamberden geri kalmaları, kendi
nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz. Bu, gerçekten onların Allah
yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, ‘dayanılmaz bir açlık’ (çekmeleri),
kâfirleri ‘kin ve öfkeyle ayaklandıracak’ bir yere ayak basmaları ve düşmana
karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir
amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini
kaybetmez.
(121) Küçük,
büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka
Allah’ın yapmakta olduklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için,
(bunlar) onlar adına yazılmıştır.
(122)
Mü’minlerin tümünün öne fırlayıp çıkmaları gerekmez. Öyleyse onlardan her bir
topluluktan bir grup, çıktığında (bir grup da), dinde derin bir kavrayış
edinmek (tafakkuhta bulunmak) ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları
uyarıp-korkutmak için (geride kalabilir) . Umulur ki onlar da kaçınıp-sakınırlar.
(123) Ey
iman edenler, küfre sapanlardan size en yakın olanlarla savaşın; sizde ‘bir güç
ve caydırıcılık’ görsünler. Ve bilin ki gerçekten Allah takva sahipleriyle
beraberdir.
(124) Bir
sure indirildiğinde onlardan bazısı: «Bu, hanginizin imanını arttırdı?» der.
Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar
müjdeleşmektedirler.
(125)
Kalblerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık)
ekleyip-arttırmış ve onlar kâfirler olarak ölmüşlerdir.
(126)
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya
çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp)
düşünmüyorlar.
(127) Bir
sure indirildiğinde, bazısı bazısına bakar (ve) : «Sizi bir kimse görüyor mu?»
(der.) Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk
olmaları dolayısıyla, Allah onların kalblerini çevirmiştir.
(128)
Andolsun, size içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün,
mü’minlere de şefkatli ve esirgeyici olan bir peygamber gelmiştir.
(129) Eğer
onlar yüz çevirirlerse, de ki: «Bana Allah yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben
O’na tevekkül ettim ve büyük arşın Rabbi O’dur.»
——————————————————————————–
NASR SURESİ
——————————————————————————–
(1) Allah’ın
yardımı ve fetih geldiği zaman,
(2) Ve
insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde,
(3) Hemen
Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok
kabul edendir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar