GÜL DIŞINDAKİ ÇİÇEKLERLE İLGİLİ RİVAYETLERİN TAHLİL VE TENKİDİ
Sabri ÇAP*
Mevzûât literatüründe gülle ilgili uydurma rivayetlerle birlikte Ehl-i
sünnet ve Şîa kaynaklarında diğer bazı çiçekler hakkında da uydurma rivayetler
mevcuttur. Bunların bir kısmı ise müşterek veya benzer özelliktedir. Bazı
çiçeklerle Resûlul- lah ve Ehl-i beyt arasında ilişki kurulmuştur. Tıbb-ı
nebevi eserlerinin bu tür rivayetlere oldukça çok yer vermeleri de dikkat
çekmektedir. Söz konusu çiçeklerin isimlerinin daha ziyade Farsçadan Arapçaya
geçmiş oldukları anlaşılmaktadır. Gülle ilgili rivayetlerin daha iyi
anlaşılması maksadıyla diğer çiçekler hak- kındaki rivayetlerin de
değerlendirilmesi ve mukayesesi gerekli görülmüştür. Bu rivayetlerin Şîa
eserlerinde daha yoğun yer alması da bu hususta etkili olmuştur. Gül gibi diğer
çiçekler de tasavvuf ve edebiyatta sembolik bazı anlamlar yüklenerek
kullanılmıştır. Bu makalede gülle Hz. Peygamber arasında münasebetten söz eden
rivayetlerin daha iyi anlaşılması için bir kısım çiçekler hakkında Ehl-i sünnet
ve Şîa kaynaklarında yer alan rivayetler muhteva ve mahiyet açısından karşılaştırılarak
ele alınmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Çiçek, Gül, Uydurma Hadis,
Şîa, Hz. Peygamber.
Gülün
yaratılışı ve Hz. Peygamber’le ilişkisi hakkında bazı hadisler uydurulmuş ve
bu rivayetler yeni yorumlarla etkileri günümüze kadar devam eden bazı tasavvur
ve düşüncelere yol açmıştır.[1]
Bu konudaki uydurma hadisler yoğun olarak İran, Irak ve Suriye
bölgelerinde doğmuş ve yaygınlaşmıştır. Şîa ve Ehl-i sünnet kaynaklarında yer
alan rivayetlerin bazı ortak noktaları bulunmakla birlikte Şîa eserlerinin bu
hususta bir üstünlüğü olduğu görülmektedir. Bu durum, gül hakkındaki bütün
rivayetlerin Şiî râviler tarafından uydurulduğunu açıkça göstermese de,
isnadlarda yer alan bazı şahıslar ve haklarındaki cerh-tadil değerlendirmeleri
bu rivayetlerin bazılarının Şîa kaynaklı olduğu ihtimalini güçlendirmektedir.
Diğer
taraftan gül dışında birçok çiçek hakkında da uydurma haberlerin bulunduğu
görülmektedir. Bu rivayetlerin bir kısmı doğrudan Ehl-i beyt’le ilgilidir.
Yine diğer çiçekler hakkındaki rivayetlerin Ehl-i sünnet kaynaklarına göre Şîa
kaynaklarında hem çeşitlilik ve hem de miktar olarak üstünlüğü göze
çarpmaktadır. Dikkat çekici diğer bir husus ise rivayetlerde adı geçen
çiçeklerin birçoğunun isminin Arapçalaşmış kelimelerden ibaret olmasıdır. Gülle
Hz. Peygamber arasında ilişki kuran rivayetlerin daha iyi anlaşılması için bu
tablo da dikkate alınarak gül dışında diğer çiçekler hakkındaki uydurma
rivayetlerin de genişçe ele alınmasında fayda görülmüştür. Nitekim sonraki
dönemlerde gülle birlikte diğer çiçekler de tasavvuf, edebiyat ve sanatta
birçok maddî-manevî varlık ve mefhumların sembolü olarak kullanılmıştır.
1.
Gül dışındaki diğer bazı çiçeklerin fazileti hakkındaki rivayetler
Gülün
yaratılışı ve Hz. Peygamber’le ilişkisi bağlamındaki uydurma rivayetlerle
diğer çiçekler hakkındaki mevzû hadisler arasında mahiyet benzerliği söz
konusudur. Gül etrafında oluşan uydurma haberlerin anlaşılması ve yorumlanması
açısından diğer çiçekler hakkında benzer nitelikteki rivayetlerin muhtevaları
ve bilhassa Ehl-i sünnet ve Şîa kaynaklarındaki durumlarının mukayeselerinin
yapılması ehemmiyet arzetmektedir.
Ehl-i sünnet
mevzûât literatüründe ve Tıbb-ı nebevî eserleriyle birlikte Şîa kaynaklarında
birçok çiçek hakkında farklı bağlamlarda haberler yer almaktadır. Meselâ
Îbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201), Mevzuatında “Güzel Koku” bölümünde beş bâbta
“nergis”, “gül”, “mercanköşk”, “menekşe” ve “bân/moringa”nm faziletine
yer vermiştir.[2]
Ali el-Kârî (ö. 1014/1605) de çiçeklerin faziletleri hakkındaki hadislerin
mevzû olduğuna dair genel hüküm vermiş ve bu konuya örnek olarak
Îbnü’l-Cevzî’nin sözünü ettiği çiçek adlarını zikretmek- - le yetinmiştir.[3]
Sonraki musannifler de birkaç ilave ile birlikte bun- 1 lan
tekrarlamışlardır. Şiî musanniflerden Küleynî (ö. 329/941) de Şîa’nın en önemli
eserlerinden biri olan el-Kâfi’de menekşe, hîrî/şebboy, bân/moringa,
zambak, susam/simsim/ cülcülân ve reyhan gibi çiçekler hakkındaki rivayetleri
zikretmiştir.[4]
Ehl-i sünnet
kaynaklarında gülden başka sadece beş civarında çiçeğin fazileti hakkında
uydurma rivayetler bulunmakla beraber Şîa kaynaklarında daha çok sayıda çiçeğin
adından söz edilmektedir. Bir kısım rivayetler ise ortaktır. Şîa kaynaklarında
en çok rivayetin ise menekşe hakkında olduğu görülmektedir. Şîa’ya ait rivayetlerin
bir kısmı Resûlullah’a nispet edilirken bazıları imamlardan nakledilmektedir.
Ehl-i sünnet ve Şîa rivayetlerinde zikredilen çiçeklerin başında mercanköşk,
menekşe, nergis, moringa, zambak, susam, reyhan ve kınaçiçeği gelmektedir.
Dikkat çekici bir husus
sonraki dönem
Ehl-i sünnet tıbb-ı nebevi kaynaklarında bazı çiçekler hakkında mevzûât
eserlerinde bulunmayan bir kısım uydurma rivayetlerin yer almasıdır. Ehl-i
sünnet ve Şîa kaynaklarında haklarında rivayetler bulunan çiçeklerden bazıları
şunlardır:
Hakkında
uydurma rivayet bulunan çiçeklerden biri merzencûş, merzecûş, merzengûş ve
merdekûş olarak isimlendirilen mercanköşktür. Ehl-i sünnet mevzûât
literatüründe îbn Abbas (ö. 68/687) ve Enes’ten (ö. 93/711) bu çiçek hakkında
iki rivayet bulunmaktadır. Ukaylî (ö. 322/934), İbn Abbas’tan “Resûlullah
oturuyorken elinde reyhan demeti olan bir adam geldi. Resûlullah ona dokunmadı.
Sonra elinde mercanköşk demeti olan diğer bir adam geldi ve onu elleriyle
sundu. Resûlullah ellerini uzatarak onu aldı ve kokladı. Sonra da ‘ne güzel
reyhan! Arşın altında bitiyor. O göz için şifâdır’ buyurdu” rivayetini
nakletmekte[5]
sonraki musannifler de rivayeti ondan aktarmaktadır.[6]
Hatîb
el-Bağdâdî (ö. 463/1071) ise Enes’ten “Resûlullah’a birçok çeşit reyhan
hediye edildi. Resûlullah mercanköşkü tercih etti ve diğerlerini ise reddetti.
Ben dedim ki: Yâ Resûlellah! Diğer reyhanları reddettiniz, fakat mercanköşkü
tercih ettiniz. Resûlullah buyurdu ki: Semâya mi‘raca çıkarıldığımda
mercanköşkün Arşın altında bittiğini gördüm” rivayetini nakletmektedir.[7]
Enes
rivayetini Humeyd b. er-Rebî‘in tercemesinde nakleden Hatîb el-Bağdâdî haber
için “metni ve isnadı mevzûdur. (Senedde yer
alan)
Humeyd b. er-Rebî‘ mechûldür, ez-Zürrâ‘ ise gayr-ı sikadır” demektedir.[8]
îbn Abbas ve Enes rivayetlerini zikreden Îbnü’l-Cevzî ise her iki hadisin de
mevzû olduğunu söyleyerek Ukaylî ile Hatîb el-Bağdâdî’nin değerlendirmelerini
aktarmakta ve Humeyd’in Enes’ten merfû olarak naklettiği “Cennette
mercanköşk diye bir bitki vardır” hadisinin de aslı olmadığını
söylemektedir.[9]
Mercanköşkle ilgili mechûl bir isnadla “Cennette tavanı mercanköşkten olan
bir ev vardır” şeklinde uydurma bir hadis daha vardır.[10] Yine “Size mercanköşkü
tavsiye ederim. Onu koklayınız! Çünkü o nezle için çok iyidir” şeklinde
bir rivayet bilhassa Tıbb-ı nebevî kaynaklarında yer almaktadır.[11]
Şîa
kaynaklarında da küçük lafız farklılıklarıyla birlikte bu rivayetler
mevcuttur. Meselâ Tabersî (ö. 548/1154) Enes’ten merfû olarak “Size
mercanköşkü tavsiye ederim. Onu koklayınız! Çünkü o nezle için çok iyidir”[12] ve “Resûlullah’a
reyhan verilince onu koklar ve geri verirdi, ancak mercanköşk hariç. Resûlullah
onu geri vermezdi”[13]
hadislerini
nakleder. Tabersî îbn Abbas rivayetini ise Resûlullah’tan muhtasar olarak
nakletmiştir.[14]
Bu
rivayetlerin Ehl-i sünnet ve Şîa kaynaklarında aynı sahâbe- den rivayet
edilmesi nadir rastlanan bir durumdur. Gülün yaratılışı hakkında Şîa ve Ehl-i
sünnet kaynaklarındaki rivayetler çok benzemezken diğer çiçekler hakkındaki
rivayetler daha çok ortak niteliktedir. Bu noktanın önemli olduğunu
vurgulamalıyız. Eğer gül ve diğer çiçekler hakkındaki bazı rivayetler Şia’dan
alınmış ise bu rivayetlerin bir kısmı aynen, bir kısmı ise değiştirilerek
nakledilmiştir.
Mercanköşk
hakkında Ehl-i sünnet ve Şîa hadis literatüründe bir miktar rivayet bulunmasına
rağmen Türk-îslâm edebiyatında diğerlerine nispetle bu çiçeğe neredeyse hiç yer
verilmemiştir. İran edebiyatındaki durumu ise ayrıca araştırmayı
gerektirmektedir. Türkçe divanlar hakkında yapılan bir araştırmaya göre yüz bin
civarındaki beytin sadece birinde mercanköşke yer verilmiş, şeklinden dolayı
teşbih çeken bir şahıs gibi tasavvur edilmiştir.[15]
Mercanköşk,
Şîa kaynakları da dahil olmak üzere daha çok Farsça “merdekûş”un Arapçalaşmış
şekli olan “merzencûş” şeklinde yer almaktadır. Kelimenin aslının Arapçada
bulunmaması, rivayetin Şîa kaynaklı olma ihtimalini güçlendirmektedir.
“Benefsec”
şeklinde isimlendirilen menekşe, Şîa ve Ehl-i sünnet hadis literatüründe
hakkında en fazla uydurma rivayet bulunan çiçeklerden biridir. Îbnü’l-Cevzî,
Hz. Ali (ö. 40/661), Ebû Hüreyre (ö. 58/678), Hz. Hüseyin (ö. 61/680) ve Ebû
Saîd el-Hudrî’den (ö. 74/693-94) menekşe hakkında beş-altı kadar rivayete yer
verir. Bunlardan Hz. Ali rivayetinin isnadı Hibetullah b. Ahmed el-Cerîrî >
İbrâhim b. Ömer el-Bermekî > Muhammed b. Abdullah b. Bu- hayt > Abdullah
b. Ahmed b. Amir > Ahmed b. Amir > Mûsa b. Ca‘fer > Ca‘fer b. Muhammed
şeklinde olup o şöyle demiştir: “Muhammed b. Ali yağlanmam için bir yağ
söyledi ve bana ‘(bununla) yağlan’ dedi. Ben de ‘önceden yağlandım’ dedim. Bana
‘fakat bu menekşe’ dedi. Ben de: ‘Menekşenin fazileti ne’ dedim. O da ‘bana
babam Ali b. Hüseyin, ona babası Hüseyin b. Ali ve ona da babası Ali b. Ebû
Tâlib
Resûlullah’ın ‘menekşe yağının diğer yağlara üstünlüğü İslâm’ın diğer dinlere
üstünlüğü gibidir’ buyurduğunu rivayet etti dedi.”[16] İbnü’l-Cevzî iki farklı
isnadla Hz. Hüseyin’den de merfû olarak mezkûr hadisin son kısmını
nakletmiştir.[17]
İbnü’l-Cevzî
bu hadislerin Resûlullah adına uydurulmuş olduğunu belirtir ve Hz. Ali
rivayetinde Ahmed b. Amir ve oğlu Abdullah b. Ahmed b. Amir’in hadisi
uydurmaktan sorumlu olduğunu söyler. Zira onların ikisi, çoğu “Ehl-i beyt’ten
nakledilen bir nüsha- dan/sahîfeden” olmak üzere birçok münker hadis rivayet
etmişlerdir ve bu nüshada sahih olan hiçbir şey yoktur. Hz. Hüseyin’den
nakledilen rivayetin birinci tarîkinde Ömer b. Hafs, ikinci tarîkinde ise
Muhammed b. Yunus el-Küdeymî vardır. İbnü’l-Cevzî bu şahısların hadis
uydurmakla itham edildiğini ve tenkid edildiklerini belirtir.[18]
İbnü’l-Cevzî, Hz. Ali rivayetini Muhammed b. Muhammed el- Eş‘as el-Kûfî’nin
Mûsâ b. İsmail > babası İsmail b. Mûsâ vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşan bir
isnadla “Resûlullah ‘Allah, menekşenin diğer kokulara üstünlüğü gibi, biz
Ehl-i beyt’i de diğer insanlardan üstün kıldı’ buyurdu” şeklinde
naklettiğini ve İbn Adî’nin (ö. 365/976) bu hadisin uydurulmasından Muhammed b.
Muhammed el-Kûfî’nin sorumlu olduğunu söylediğini belirtmektedir.[19]
Bu rivayetler
Şîa kaynaklarında da bulunmaktadır. Hatta İb- nü’l-Cevzî’nin Hz. Ali ve Hz.
Hüseyin’den naklettiği rivayetlerin isnadında yer alan Ca‘fer b. Muhammed, Şîa
kaynaklarındaki isnad- larda da yer alan ortak bir râvidir ve bu,
görebildiğimiz kadarıyla Ehl-i sünnet ve Şîa kaynaklarında konuyla ilgili
müşterek olarak yer alan metinlerin isnadında çok nadir karşılaşılan bir
durumdur. Şîa kaynaklarında Hz. Ali rivayeti küçük lafız farklılığıyla yer
aldığı gibi[20],
Hz. Hüseyin’den nakledilen rivayet de aynen nakledilmekte-
dir.[21]
Benzer bir metin Resûlullah’a nisbet edilmeksizin ayrıca Ali b. Hüseyin’in sözü
olarak da rivayet edilmiştir.[22]
Îbnü’l-Cevzî’nin
naklettiği bu rivayetler Şîa kaynaklarında da benzer isnadlarla bulunmasına
rağmen onun, râvilerden hiç birini Şiîlikle itham etmemesi ve rivayetlerin Şîa
kaynaklı olabileceği hususunda beyanda bulunmaması hem bu hem de diğer
rivayetler açısından dikkat çekicidir. Yine onun “Ahmed b. Âmir ve oğlunun
rivayet ettiği münker hadislerin çoğunun Ehl-i beyt’ten nakledilen bir
nüshadan/sahîfeden olduğu ve bu nüshada aslı olan/sahih hiçbir şeyin
bulunmadığı” şeklindeki değerlendirmesi, sanki Şîa’dan aktarılan
rivayetleri işaret etmektedir. Fakat onun bu ifadeyle hangi eseri veya eserleri
kasdettiği açık değildir. Bu nedenle sözkonusu rivayette olduğu gibi, en
azından konu itibariyle Şiî râviler tarafından uydurulmuş olması güçlü ihtimal
taşıyan rivayetlerin müstakil çalışmalarla araştırılması gerekmektedir.
Diğer
taraftan sadece birkaç çiçek hakkında rivayete yer veren îbn Adî, menekşe
hakkında Muhammed b. Muhammed b. el-Eş‘as el-Kûfî’nin tercemesinde ondan Mûsâ
b. İsmail > İsmail b. Mûsâ > Mûsâ b. Ca‘fer > Ca‘fer b. Muhammed >
Ali b. Hüseyin > Hüseyin b. Ali > Hz. Ali isnadıyla merfû olarak “Allah,
menekşenin diğer kokulara üstünlüğü gibi, biz Ehl-i beyt’i de diğer insanlardan
üstün kıldı” şeklinde bir haber nakletmektedir.[23] îbn Adî, Muhammed b. Muhammed
b. el-Eş‘as’ın aynı isnadla naklettiği diğer bazı rivayetleri de zikretmekte,
bu rivayetlerin ondan yazdığı ve bin kadar hadis ihtiva eden bir
sahîfeden/nüshadan aldığını söylemekte ve bu rivayetlerin münker olduğunu
vurgulamaktadır.[24]
îbn Adî, ayrıca onun “Şîa’ya aşırı meylinden dolayı” mezkûr isnadla Hz. Ali ve
Resûlullah’a ulaşan bin kadar hadis ihtiva eden nüshasından da söz eder.[25]
Îbnü’l-Cevzî, mezkûr rivayeti, kaynak zikretmeksizin îbn Adî’den nakletmesine
ve îbn Adî’nin bu rivayetin uydurulmasından Muhammed b. Muhammed’i sorumlu
tuttuğunu belirtmesine rağ-
men onun bu
şahıs hakkındaki “Şiîliğe temayülü” değerlendirmesinden hiç bahsetmemiştir.[26]
Şîa kaynaklı
olduğu belirtilmeyen rivayetlere bariz bir örnek de Resûlullah’ın mi‘rac
gecesinde cennette yediği meyvenin kokusunu arzuladığında Hz. Fâtıma’yı
öptüğüne dair uydurma rivayettir. Şîa kaynaklarında şöyle bir rivayet yer
almaktadır: “Resûlullah Hz. Fâtıma’yı çok öperdi. Hz. Aişe bunu hoş
karşılamadı. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: Ey Aişe! Ben müracta
semâya çıktığımda cennete girdim ve Cebrâil beni Tuba ağacına yaklaştırdı ve
onun meyvesinden bana verdi ve ben de ondan yedim. Allah onu benim sırtımda
suya dönüştürdü. Yeryüzüne indiğimde Hz. Hatice ile birlikte oldum ve Hatice
Fâtıma’ya hamile kaldı. Ne zaman Hz. Fâtıma’yı öptümse mutlaka onda Tuba
ağacının kokusunu buldum.”[27] Bu haber muhtevayı
değiştirmeyecek lafız farklılıklarıyla birkaç tarîkle Ehl-i sünnet
kaynaklarında da mevzû olarak yer almaktadır.[28] Îbnü’l-Cevzî rivayetin birkaç
tarîkini ele almış ve her birinde bir râviyi hadis uydurmakla itham etmiştir.
Hâlbuki o kişiler kanaatimizce hadisi uyduran değil, nakleden kişiler olup
muhtemelen rivayeti Şîa’dan almışlardır. Görebildiğimiz kadarıyla Ehl-i sünnet
kaynaklarındaki isnadlar Şîa kaynaklarındaki isnaddan farklıdır.[29]
Şîa’dan alınan rivayetlerin isnadının değiştirilmiş olması ve râvilerin bu
bilgileri alıp uydurdukları isnadlarla nakletmeleri kuvvetli bir ihtimaldir.
Ehl-i sünnet kaynaklarındaki rivayetler çoğunlukla îbn Ömer, Hz. Aişe ve îbn
Abbas’a dayanmaktadır. Metinde ise ortak noktalar olmakla birlikte farklılıklar
da sözkonusudur. Şîa ve Ehl-i sünnet kaynaklarının veya bazı konulardaki
hadislerin karşılaştırmalı olarak ele alınması
mevzû
hadislerle ilgili yapılması gereken çalışmaların başında yer almaktadır.
Menekşe
hakkında Ebû Saîd el-Hudrî’den ise merfû olarak “Menekşe yağının diğer
yağlara üstünlüğü benim diğer yaratılmışlara üstünlüğüm gibidir. Menekşe yazın
serin, kışın sıcaktır”[30] uydurma hadisi
nakledilmektedir. Hadisi Osman b. Abdullah’ın tercemesinde zikreden îbn Hibbân,
bu rivayetin çoğu mevzû veya maklûb rivayetlerden oluşan bir
nüshadan/sahîfeden rivayet edildiğini ve sika şahıslardan bunun benzeri
haberleri nakledenlerin rivayetlerinin kabul edilemeyeceğini söylemektedir.[31]
Ebû Hüreyre’den merfû olarak nakledilen “Menekşenin diğer yağlara üstünlüğü
benim diğer dinlere üstünlüğüm gibidir”[32]
rivayetinin de Ebû Saîd rivayetinin hatalı bir nakli olduğunu söyleyebiliriz.
Enes b. Mâlik’ten ise Resûlullah’a nisbet edilerek “Menekşenin diğer yağlara
üstünlüğü benim diğer insanlara üstünlüğüm gibidir” hadisi
nakledilmektedir.[33]
Îbnü’l-Cevzî, Hz. Ali’den menekşenin faziletiyle birlikte Resûlul- lah’ın
menekşe yağıyla yağlandığını ve onu ilaç olarak burnuna çektiğini de
nakletmektedir.[34]
[35]
Şîa
kaynaklarında ise bunlara benzer Resûlullah’tan “Menekşe yağı sürününüz.
Çünkü o yazın serin, kışın ise sıcaktır’05, “Menekşe yağının diğer
kokulara üstünlüğü benim diğer yaratılmışlara üstünlüğüm gibidir”[36] ve “Size menekşe
kokusunu tavsiye ediyorum! Çünkü menekşenin diğer kokulara üstünlüğü Ehl-i
beyt’in diğer insanlara üstünlüğü gibidir”[37]
dediği, Ca‘fer es-Sâdık’tan (ö. 148/765) ise “Kokular arasında menekşenin
misâli, mü’minin (diğer) insanlar arasındaki misâli gibidir. Çünkü o kışın
sıcak, yazın serindir. Diğer kokularda bu özellik yoktur”[38]
sözü nakledilmektedir. Şîa kaynakla-
rında
bunlardan başka Resûlullah’tan[39]
ve Ca‘fer es-Sâdık’tan[40]
nakledilen daha birçok rivayet mevcuttur.
Bu
rivayetlerden hareketle şunu söylemek mümkündür: Şîa ve Ehl-i sünnet
kaynaklarında tamamen farklı isnadlarla hemen hemen aynı metinler
nakledilmiştir. Bu isnadların her birinde birbirinden farklı bir veya birkaç
kişi hakkında değerlendirme yapılmış ve bunlar cerhedilmişlerdir. Bu
şahısların aynı metni uydurmaları imkân dışı gözükmektedir. Öyleyse bu
rivayetler başkaları tarafından uydurulmuş, muhtemelen anonim olarak
söylenegelmiş, daha sonra hadis uydurmakla da itham edilen bazı şahıslar
tarafından uydurma isnadlar oluşturularak hadis diye rivayet edilmişlerdir.
Yoksa uydurma bir metnin farklı kişiler ve isnadlarla nakledilmesini izah
etmek mümkün olmayacaktır. Bu hadisleri uyduranları tespit ise âdeta
imkânsızdır. Müttehem râviler hadisi uyduran kişiler değil, nakleden
şahıslardır. Hadisleri uyduran şahısların ise Şiî olması muhtemel
gözükmektedir.
Görüldüğü
üzere Şîa kaynaklarında menekşe hakkında diğer çiçeklere nazaran oldukça fazla
rivayet mevcuttur. Ehl-i sünnet kaynaklarına ise bu rivayetler muhtemelen
Şîa’dan geçmiştir. Mezkûr haberler Şîa kaynaklarında Hz. Peygamber ve
imamlardan nakledilirken, Ehl-i sünnet kaynaklarında bunlara sahâbîlere dayanan
isnadlar eklenerek Resûlullah’tan nakledilmiştir.
Aşağıda genişçe ele alınacağı üzere Menekşe de Arapçalaşmış
kelimelerden biri olup “benefsec şeklinde
rivayetlerde yer
almakta ve
edebiyatta da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Arapçalaşmış
kelimelerden biri olan ve metinlerde “nercis şeklinde zikredilen nergis
hakkında da bazı hadisler uydurulmuştur. İbnü’l-Cevzî Mevzûât’mda Hz.
Ali’den “Günde bir defa, ayda bir defa, senede bir defa ve ömürde bir defa
da olsa nergis koklayınız. Çünkü kalbde cinnetten, cüzzamdan ve baras/deri
hastalığından bir çekirdek/habbe vardır ve onu ancak nergis koklamak giderir” şeklinde
merfû bir rivayet nakleder. İbnü’l-Cevzî bu rivayetin isna-
dında yer
alan Muhammed b. Mesleme ve Hennâd’ın zayıf, hadisin de mevzû olduğunu söyler.[41]
Mezkûr
rivayeti bazı Şiî musannifler de nakletmektedir.[42] Şiî âlim Tabersî ise Mekârimü’l-ahlâk’ta
bu bâbta merfû olarak sadece şu rivayete yer vermiştir: “Nergisin
koklanmasında ve koku olarak sürünmesinde birçok faziletler vardır. Ateş
İbrahim (a.s.) için yandığında ve Allah onu serin ve güvenli kıldığında Allah
o ateş içinde nergisi bitirdi. Nergisin aslı Allah’ın o zamanda bitirdiğine
dayanmaktadır.”[43] Diğer bir Şîa
kaynağında ise Hz. Hüseyin’den, Hz. İbrahim ateşe atılınca Cebrail’in gümüşten
bir gömlekle ona geldiği ve bu gömleği Hz. İbrahim’e giydirdiği, ateşin ondan
uzaklaştığı ve Hz. İbrahim’in etrafında nergisin bittiği nakledilmektedir.[44]
Türk-İslâm edebiyatında ise tespit edebildiğimiz herhangi bir rivayet bulunmamasına
rağmen ve tefsirlerde de yer almamakla birlikte Hz. İbrahim’in ateşe
atıldığında etrafında gül bahçesi oluştuğundan söz edilmektedir. Bu hususun
ayrıca araştırılması gerekmektedir.
Aynı zamanda
kokulu bütün çiçeklerin ortak adı olarak da kullanılan reyhan, Ehl-i sünnet
kaynaklarında sahih hadislerde de geçen çiçeklerden biridir. Ebû Hüreyre’den
nakledilen bir rivayete göre Resûlullah “Kime reyhan verilirse almamazlık
etmesin. Zira o, kokusu hoş külfetsiz/taşıması kolay bir ikramdır”
buyurmuştur.[45]
Resûlullah
Kur’an okuyan münafığı ise “kokusu güzel ve tadı acı olan reyhana”
benzetmiştir.[46]
Hz. Peygamber Hz. Haşan ve Hüseyin’i reyhan olarak nitelendirmiş ve “onlar
benim dünyada iki reyhanım- dır” buyurmuştur.[47]
Resûlullah’tan
nakledilen bir hadiste ise reyhanın cennetten olduğu ifade edilmiş ve “Sizden
birinize reyhan verilirse onu reddetmesin. Çünkü o cennettendir”
buyurulmuştur.[48]
Şîa kaynaklarında da bunun benzeri bir rivayet Resûlullah’tan[49]
ve Ca‘fer es-Sâdık’tan “Sizden birinize bir reyhan verilirse onu koklasın ve
gözünün üstüne koysun. Çünkü o cennettendir” şeklinde nakledilmektedir.[50]
Ca‘fer es-Sâdık’tan ayrıca reyhan koklayınca Resûlullah’a salavât getirilmesini
isteyen bir haber daha aktarılmaktadır. Buna göre Mâlik el- Cühenî şöyle
demiştir: “Ebû Abdullah (Cafer es-Sâdık)’a bir miktar reyhan verdim. Onu
aldı, kokladı ve iki gözü üzerine koydu. Sonra da şöyle dedi: “Kim bir reyhan
alır, onu koklar ve iki gözü üzerine koyar
ve sonra
‘Allahümme salli alâ Muhammed ve âl-i Muhammed’ derse reyhan yere düşmeden
günahları mağfiret olunur.”[51] İbn Ebî Şeybe (ö.
235/849) ise Abdurrahman b. Esved’in “Ben reyhan kokluyorum ve onunla
cenneti hatırlıyorum” dediğini nakleder.[52]
Ehl-i sünnet
kaynaklarında uydurma hadislerde “reyhan” ifadesi yukarıda mercanköşk
hakkında Hz. Peygamber’in söylediği iddia edilen “ne güzel reyhan! Arşın
altında bitiyor. O göz için şifâdır”[53]
rivayeti sözkonusudur. İbn Ömer’den ise merfû olarak Allah’ın cenneti
yarattığında onu reyhanla kuşattığına dair mevzû bir rivayetten daha söz
edilmektedir.[54]
Reyhan, Ehl-i sünnet kaynaklarında daha çok sahih rivayetlerde yer almaktadır.
Hakkında çok
fazla rivayet bulunmayan çiçeklerden biri olan sünbül hakkında Ebû Nuaym (ö.
430/1038) İbn Abbas’tan mevkûf olarak “Âdem (a.s.) cennetten yeryüzüne indirildiğinde
üç şeyle indi: Bunlar dünya reyhanının efendisi olan âs (mersin otu), dünya
yiyeceğinin efendisi olan sünbül ve dünya meyvelerinin efendisi olan acve-
dir” rivayetini aktarmaktadır.[55]
Şiî
âlimlerden Şeyh Sadûk (ö. 381/991) ise Hz. Ali’nin Hz. Fâtıma ile evliliği
hakkında naklettiği uzun bir rivayette Resûlullah’tan Cebrâil’in kendisine
elinde cennet sünbülü ve cennet karanfili ile geldiğini ve bunları kendisine
verdiğini söylediğini belirtmektedir.[56] Bu rivayette aynı zamanda
karanfilden de bahsedilmiştir, îbn Ebî Şeybe (ö. 235/849) de Hz. Ali’nin ümmü
veled olan cariye-
sinden onun
Hz. Ali’nin elinde bir karanfil gördüğünü, bunu kızına kolye olarak Hz. Ali’den
istediğine dair bir rivayete yermektedir.[57] Aynı rivayeti Şiî
musannif Meclisî (ö. 1110/1699) de zikretmektedir.[58] îbn Başkuvâl (ö. 578/1182) ise
Vehb b. Münebbih’ten Âdem (a.s.)’ın yeryüzüne indiğinde Serendib’te kırk yıl
kaldığını, ağlamasından kaynaklanan gözyaşlarının bir vadiyi doldurduğunu ve
Allah’ın onun gözyaşlarından karanfil, zencefil ve tarçını yarattığına dair
bir haber nakletmektedir.[59]
Tıbb-ı nebevî
kaynaklarında daha fazla yer verilen mersin otu hakkında Ebû Nuaym el-îsfahânî
(ö. 430/1038) ve Abdüllatif Bağdâdî (ö. 629/1232), îbn Abbas’tan mevkûf olarak
yukarıda sümbülden bahsederken zikrettiğimiz Âdem (a.s.)’ın cennetten dünyaya
üç şeyle indiğini ve bunlardan birinin de mersin otu olduğunu bildiren rivayeti
naklederler.[60]
Ebû Nuaym, îbn Abbas’tan ayrıca Nuh (a.s.)’ın gemisiyle karaya çıktığında ilk
diktiği fidanın da mersin otu olduğunu nakletmektedir.[61]
îbn Başkuvâl
(ö. 578/1182) ise mersin otunu gülle birlikte zikretmekte (Mâ câe fi’l-verd
ve’l-âs) ve Hz. Hasan’dan “Resûlullah beni iki elinde gül olduğu halde
karşıladı/selâmladı ve ben onu burnuma yaklaştırdığımda; ‘dikkat et! Gül,
mersin otundan sonra cennet çiçeklerinin efendisidir’” dediğini
nakletmektedir.[62]
Süyûtî de mersin otuna ayırdığı başlık altında zikredilen bazı rivayetlere yer
vermekte ve Yunanlıların bu çiçeğe “mersin” dediklerini, halkın da genel olarak
bunu “mersin” şeklinde isimlendirdiklerini nakletmektedir.[63] Ali b. Muhammed el-Kettânî (ö.
1422/2009) ise Abdülkebîr b. Hâşim el- Kettânî’ye ait olan ve
el-Mektebetü’l-Kettâniyye’de yazma olarak bulunan “Zehru’l-âs fi büyütâti
ehli’l-Fâs” adını taşıyan bir eserden bahsetmektedir.[64]
Râzıkî ve kîs
olarak da zikredilen zambak, Ehl-i sünnet literatüründe yer almadığı halde
sadece Şîa kaynaklarında geçen bir çiçektir. Resûlullah’a nispet edilen “Vücud
için zambak yâni râzıkî yağından daha hayırlı bir şey yoktur”[65] ve “Vücud için
yağlardan zambak yağı kadar faydalı olanı yoktur. Şüphesiz onda birçok fayda ve
yetmiş hastalığa şifa vardır”[66] rivayetleri
bunlardandır. Ca‘fer es-Sâdık ise şöyle demiştir: “Size kîsi/zambağı tavsiye
ederim. Onunla kokulanınız. Çünkü onda yetmiş derde deva vardır. ‘Ey
Resûlullah’ın oğlu! Kîs nedir?’ dedik. ‘Zambak yâni râzıkîdir’ dedi.”[67] Ehl-i sünnet kaynaklarında
rastlayamadığımız zambak, edebiyatta da kullanılmıştır.
Bu çiçek
hakkında bazı kaynaklarda Hz. Ali’den merfû olarak “Bân (Moringa) ile
yağlanınız. Çünkü o sizi hanımlarınız nezdinde daha câzip yapar” şeklinde
uydurma bir rivayet nakledilmiştir.[68] Îbnü’l-Cevzî de
Moringa için müstakil bir bâb ayırmış ve mezkûr rivayet hakkında îbn Adî’nin “bu
Ehl-i beyt adına uydurulmuş bir hadistir” dediğini de aktarmış ve isnadda
yer alan Ebû Saîd el- Adevî’nin ise hadis uydurduğunu söylemiştir.[69]
Bu metin gülün yaratılışı hakkındaki rivayetlerden birinin sonunda da yer
almaktadır.[70]
Şiî
musanniflerden Küleynî ise bu çiçekle ilgili Ca‘fer es- Sâdık’tan “Bân/moringa
yağı ne güzeldir” dediğini ve bunun tedavide kullanılmasıyla alâkalı onun
birkaç sözünü nakletmektedir.[71]
Hur el-Âmilî ise Hz. Peygamber’den “Kim bân yağıyla yağlanır ve sonra
da bir sultanın huzuruna çıkarsa Allah’ın izniyle ona zarar
veremez” dediğini ve Hz. Ali’den
de “Bân yağı ne güzeldir, o bütün belâlardan koruyucu ve kurtarıcıdır.
Onunla yağlanınız, çünkü peygamberler onu kullanıyordu” dediğini
nakletmektedir.[72]
Ehl-i sünnet
kaynaklarında rastlayamadığımız susam hakkında Küleynî’nin merfû bir rivayetine
göre “Resûlullah başı ağrıdığında burnuna susam yağı (cülcülân/simsim)
çekerdi” denilmiştir.[73]
j. Kına
Çiçeği/Fâğiye
Ehl-i sünnet
kaynaklarında Resûlullah’ın kına çiçeğini sevdiği, hatta onun en sevdiği
reyhanın/çiçeğin kına çiçeği olduğu nakledilmektedir.[74] Diğer bir rivayette ise dünya
ve ahirette reyhanların efendisinin kına çiçeği olduğu belirtilmektedir.[75]
Şîa kaynaklarında ise bu çiçek hakkında herhangi bir rivayet tespit edemedik.
k. Lübân
(Kündür)
Şîa
kaynaklarında lübân hakkında bazı merfû rivayetler mevcuttur. Tabersî Deylemî’den
Resûlullah’ın “Hamile kadınlarınıza lübân/kündür yediriniz. Çünkü o çocuğun
aklını artırır” dediğini nakletmektedir.[76] Hz. Ali de “Lübân çiğnemek
dişleri güçlendirir, balgamı yok eder, ağız kokusunu giderir” demiştir.[77]
Benzer rivayetler Ehl-i sünnet kaynaklarında da yer almaktadır. Abdüllatif el-
Bağdâdî’nin nakline göre, Resûlullah unutkanlıktan şikâyet eden
birine “sana
lübânı tavsiye ederim. O kalbi cesaretlendirir, unutkanlığı giderir”
demiştir.[78]
Hakkında
uydurma rivayetler bulunan çiçekler bunlardan ibaret değildir. Bilhassa tıbla
irtibat kurularak kaynaklarda yer verilen başka çiçekler de vardır. Ehl-i
sünnet kaynaklarında çiçeklerle ilgili rivayetleri İbnü’l-Cevzî’nin büyük
ölçüde bir araya getirdiği, daha sonraki musanniflerin bunlara çok az ilâvede
bulunduğu görülmektedir. Çiçekler hakkındaki uydurma rivayetler mevzûât
literatürüyle birlikte Tıbb-ı nebevi ile ilgili eserlerde de yer almaktadır.
Hatta Sünnî musanniflere ait Tıbb-ı nebevi literatüründe, Ehl-i sünnet mevzûât
kaynaklarında bulunmayıp Şia’ya ait eserlerde bulunan konuyla ilgili bir kısım
uydurma rivayetlere de rastlanmaktadır. Şîa kaynaklarında ise Ehl-i sünnet
literatüründe adı geçmeyen diğer birçok çiçekten daha bahsedilmektedir.
Çiçeklerle ilgili dikkat çekici bir husus da Ebû Bekir er-Râzî’nin (ö. 313/925)
el-Hâvî fi’t-tıb, îbn Sînâ’nm (ö. 428/1037) el-Kanun fi’tt-tıb ve
İbnü’n-Nefîs’in (ö. 687/1288) eş-$âmil fi’s-sanâ‘ati’t-tıbbiyye gibi
eserlerinde gül ve çiçeklerden oldukça sık bahsedilmesine rağmen bunlar
hakkındaki rivayetlere yer verilmemiş olmasıdır.
Diğer
taraftan başta Îbnü’l-Cevzî olmak üzere mevzûât literatürü musanniflerinin en
önemli kaynakları arasında yer alan îbn Hibbân, el-Mecrûhîn’de
çiçeklerden sadece menekşe hakkında bir rivayete yer vermiş, mercanköşk,
nergis, moringa, kına çiçeği, reyhan, sünbül, mersin otu, zambak gibi
çiçeklerle ilgili uydurma haberleri zikretmemiştir. Aynı şekilde îbn Adî de el-Kâmil’de
gülle birlikte sadece menekşe ve moringa gibi birkaç çiçek hakkında rivayet
nakletmiş, moringa, nergis, mercanköşk, reyhan, kına çiçeği, sünbül, mersin
otu, zambak gibi çiçeklerden söz etmemiştir. Dey- lemî ise el-Firdevs’te
neredeyse gülle ilgili bütün uydurma rivayetlere yer verdiği gibi, kına
çiçeği, nergis, menekşe ve reyhan hakkında uydurma haberleri de nakletmiştir.
Fakat o mercanköşk, moringa ve mersin otu hakkında bir rivayet zikretmemiştir.
Çiçeklerle
ilgili rivayetlerin birkaçı müstesna Şîa kaynaklı olma ihtimali kuvvetli
gözükmektedir. Bu rivayetlerin Şîa asıllı oldukları
hususunda
önemli delillerden biri de söz konusu çiçek isimlerinin (reyhan vb. hariç)
Arapça hiçbir hadis kaynağında geçmiyor olmasıdır. Sözkonusu çiçek isimleri
kaynaklarda Arapçalaşmış isimler olarak yer almaktadır. Bunların bir kısmının
Farsçadan geçtiği anlaşılmaktadır. Meselâ, Süyûtî el-Müzhir adlı
eserinde Arapçalaşmış kelimeler arasında çiçek adllarıyla ilgili bir hayli
örnek zikretmektedir. O “Arapçalaşmış Kelimelere Örnekler” başlığı
altında; Farslıla- rın kullandıkları, Arapların ise Arapçalaştırdıkları veya
olduğu gibi kullandıkları isimler bağlamında bir hayli isim nakleder. Bunlar
arasında çiçeklerden nergis, benefsec=menekşe, nesrin, hîrî=şebboy,
sevsen=süsen, lâle, zambak, merzencûş=mercanköşk, yasemin ve cülnâr=narçiçeği
yer alır.[79]
Süyûtî, Arapların başka dillerden ve Farsçadan aldıkları ve kullanarak kendi
dillerine kazandırdıkları bazı kelimelere de örnekler nakleder. Bunlar arasında
zambak, başak ve küllüşân’m Arapçalaşmış şekli olup gül
anlamındaki cüllüsân da vardır.[80]
Gülün
yaratılışı hakkındaki bir rivayette[81] geçen “lasaf’ ve “ke-
ber” kelimeleri de buna bir örnektir. Nehrevânî hadisi “lasaf’ ifadesiyle
aktarmış, bu kelimeyi rivayetten sonra açıklamış, hadisi ondan nakleden başta
Îbnü’l-Cevzî olmak üzere sonraki muhaddisler de onun bu sözüne “Ebü’l-Ferec,
‘lasaf “keber” demektir’ dedi” şeklinde mutlaka yer vermişlerdir. Hadisi
nakleden Nehrevânî rivayette geçen kelimenin bilinmediğini düşünmektedir ki,
hadisi naklettikten sonra “lasaf’ hakkında açıklama yapma ihtiyacı
hissetmiştir.[82]
Süyûtî ise “Batı dillerinde isim olan Arapçalaşmış kelimeler”
başlığı altında Dîvanü’l-Edeb’ten naklen “Keber Farsçadır ve Arapçada
ona lasaf denilir” ifadesine yer verir ve devamla Halil b. Ahmed’in Kita-
bü’l-ayn’mdan naklen Yâsemin’e de Arapça’da semsak de
nildiğini
aktarır.[83]
Îbnü’l-Cevzî ise hadiste geçen “yeryüzü lasaf bitirdi” ifadesi için
Ferrâ’nın “lasaf, keber’in kökünde biten hıyar gibi bir şeydir” dediğini
aktarır.[84]
Mütercim Asım
Efendi ise “lasaf’ için şöyle demektedir: “Esaf manasınadır ki, kebere
dedikleri nebattır, alâ kavlin o nebatın diplerinde biter bir nesnedir yâhud
üzünü’l-erneb dedikleri nebattır ki, yapışkan bir ottur, onun için “huznî
ma’ak” ve “lesîkî” dahî derler, Türkîde tavşan kulağı ve dul avret yaprağı
ta’bir olunur; yaprağı lisânü’l-hamel yaprağına şebîh ve ondan edakk ve ahsen
ve çiçeği beyaza mail gökçül ve şubeli kökleri olur, kökünün gasûlünü tılâ vechi
muhammir ve muhassindir.”[85]
Zebîdî lasafı
açıklarken şöyle der: “Lasaf, Asafın bir şivesi- dir/lehçesidir. O bir otun
meyvesidir ve onun yemeği tatlılaştıran ve boya yapılan bir suyu vardır. Ebû
Ziyâd ise onu İraklıların Keber diye isimlendirdiklerini söylemiştir. Yine ona
tavşankulağı da denilir ve yaprağı kuzudili yaprağı gibidir. Zarif ve güzeldir,
çiçeği ise içinde beyaz bulunan mavidir... ”[86]
Geberotu da
denilen bu bitki için “Lasaf, keber, kübâr, gubâr” gibi isimler
kullanılmakta ve lügatlerde görüldüğü üzere birçok yönüyle tartışılmaktadır. Lasaf
ve kebeFle ilgili bilhassa tıbb-ı nebevî kaynaklarında başka mevzû
rivayetler de vardır.[87]
Dil açısından
açıklama ihtiyacı duyulan diğer bir çiçek de “âs- mersin otu”dur.
Süyûtî, Arapça mı yoksa Arapçalaşmış mı olduğu
şüpheli olan
isimlere “âs”ı örnek vermiştir. O Cemhere’den naklen “Kokulu
olan âs’ın yabancı (kelimelerden) olduğunu fakat Arapların onu kullandıklarını
zannediyorum. Bir topluluk da Araplardan bazısının buna “semsak” dediklerini
iddia ediyorlar. Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum” demektedir.[88]
Abdüllatif el-Bağdâdî ise “âs” başlığı altında “Arab âs’a reyhan der”
demekte ve akabinde Hz. Peygamberden “Sizden birinize reyhan verilirse onu
reddetmesin. Çünkü o cennettendir” hadisini ve îbn Abbas’ın yukarıda
zikrettiğimiz âs hakkındaki iki sözünü nakleder.[89] Ebû Nuaym’ın naklettiğine göre
ise Hz. Aişe reyhanla âs’ı kasdetmektedir.[90] İbn Kayyim reyhandan bahseden
âyet ve hadisleri naklettikten sonra “Reyhan, güzel kokulu bütün
bitkilerdir. Her bölge halkı reyhanı bu çiçeklerden birine tahsis eder.
Batılılar âs’a reyhan derler, Arapların reyhan dediği de budur. Irak ve
Samlılar ise fesleğene (habak) reyhan derler” açıklamasını yapmaktadır.[91]
Uydurma rivayetlerde Arapça ve Farsça birçok şekilde ifade
edilen çiçeklerden biri de mercanköşkdür. İbnü’l-Hanbelî’nin bildirdiğine göre
“merdekûş “merzencûş için kulla
nılmakta olup
gerçekte kâf harfiyledir ve “mürdekûş (J>£ =-A0”un muarrebidir. Bunu
mîmin fethasıyla ve kefin de kâfa kalbiyle ve hâ’yi de hazfetmeden sadece
yazıda kalmak suretiyle Arapçalaştırmalardır.[92] Narçiçeği için kullanılan “cüllünâr
(jlüşJI)” kelimesi de “gülnâr ()” kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir.[93]
Burada göz
ardı edilmemesi gereken bir nokta ise başta gül ve zikredilen çiçeklerle
birlikte zikredilmeyen diğer birçok çiçeğin Sünnî hâkimiyetinde bulunmuş olan
geniş bir coğrafyada çok eski zamanlardan beri biliniyor olmasıdır. Nitekim
gülün İslâm öncesinde Irak, Mısır, Mezopotamya, İran ve Hindistan’da bilindiği
belirtilmektedir.[94]
Bu rivayetlerin Sünnî şahıslar tarafından uydurulup Şîa kaynaklarında yer almış
olması da muhtemeldir.
Gülün İslâmî
edebiyatta pek çok sembolik anlamı olduğu gibi, diğer çiçekler de müşterek veya
farklı birçok maddî-manevî nesne ve mefhumu sembolize etmek için
kullanılmıştır. Hakkında uydurma rivayetler bulunan çiçeklerin edebiyatta
kullanım yoğunluklarının birbiriyle örtüşmediği görülmektedir. Hakkında mevzû
hadis bulunan bir kısım çiçeklerin edebiyatta neredeyse hiç kullanılmadığı
görüldüğü gibi, hiçbir uydurma rivayete konu olmayan bazı çiçeklerin ise
kendisine oldukça yoğun bir yer bulduğuna şahid olu- nabilmektedir. Gülle
birlikte diğer çiçeklerin edebiyatta taşıdığı sembolik anlamlar hakkında Yavuz
Bayram tarafından yapılan bir çalışma bu hususta bazı fikirler vermektedir.
Bayram, aralarında Bâkî, Fuzûlî, Şeyh Gâlip gibi şairlerin bulunduğu 15. - 18.
yüzyıl arasında yaşamış olan 26 divan şairinin Türkçe divanlarında yer alan
100.000’e yakın beyti taramıştır.[95]
O bu divanlarda yer alan şu çiçeklerin sembolik anlamları ve kullanımlarını
tespit etmeye çalışmıştır: gül, nesrîn, nesteren, lâle, şâkâyık,
şakâyıku‘n-nu‘mân, sün- bül, nergis, zerrîn, zerrîn-kadeh, nevruz, menekşe,
yâsemîn, süsen, nilüfer, çadır çiçeği, reyhân, fesleğen, karanfil, za‘ferân,
şebbû (şebbûy), zambak, buhûr-ı Meryem, leylâk, merzengûş (mercân- köşk), sedâb
ve lisânü‘s-sevr.[96]
Bayram’ın verdiği bilgiye göre 26 divanda bu çiçeklerden gül: 6206; şakâyık:
13; lâle: 1019; sünbül: 709; nergis: 487; yâsemin: 348; menekşe: 286; reyhan:
161; süsen: 105; erguvan: 93; nesrîn: 55; karanfil: 43; nilüfer: 39; şebboy:
38; za’feran: 33; zambak: 24; nesteren: 11; buhûr-ı Meryem: 8; leylâk 3; mercanköşk,
sedâb ve lisânüs-sevr ise birer defa geçmektedir. Bunların toplamı ise
9684’dür.[97]
Bu sayının yaklaşık üçte ikisini ise sadece gül oluşturmaktadır.
Buna göre,
lâle ve yâsemin gibi rivayetlerde hiç zikredilmeyen bazı çiçekler, edebiyatta
yoğun bir şekilde yer alırken, hakkında
uydurma haber
bulunan mercanköşk sadece bir defa zikredilmiştir. Menekşe hakkında çiçekler
arasında en fazla uydurma rivayet söz konusu iken edebiyatta aynı oranda
kullanılmadığı görülmektedir. Reyhan ve zaTeran hakkında birçok sahih hadis
bulunmasına rağmen bu ikisi de divanlarda aynı oranda yer bulamayan çiçekler
olarak durmaktadır. Dikkat çekici diğer bir husus ise, bu çiçekler hakkındaki
uydurma rivayetlerde sözü edilen hususlardan edebiyatta neredeyse hiç
bahsedilmemiş olmasıdır.
Gül hakkında
hiç bir sahih hadis bulunmazken, reyhan ve zaTeran gibi bazı çiçeklerle ilgili
sahih ve uydurma rivayetler bulunmaktadır. Diğer çiçekler hakkında ise hem
Ehl-i sünnet hem de Şîa kaynaklarında birçok rivayet yer almaktadır. Bu
haberlerin bir kısmı müşterek olmakla birlikte Şîa’ya ait kaynaklarda daha
fazla çiçek adı ve daha çok rivayet mevcuttur. Şîa’ya ait eserlerde bulunan
bazı rivayetler aynı zamanda doğrudan Ehl-i beyt’le de irtibat- landırılmıştır.
Ehl-i sünnet
mevzûât literatüründe az sayıda çiçek adından söz edilirken Tıbb-ı nebevî
kaynaklarında ilave bir kısım çiçeklerle ilgili rivayetlere daha
rastlanmaktadır. Bunların en erken kaynakları Tıbb-ı nebevî kitaplarıdır. Bu
rivayetlerin Şîa’ya ait eserlerden alınmış olma ihtimali güçlüdür. Zira
bazıları Şîa literatürdeki rivayetlerle tamamen örtüşmektedir. İbn Sînâ gibi
bazı şahısların kaleme aldıkları tıbbî eserlerde ise bu çiçeklerden oldukça
yoğun söz edildiği halde haklarında uydurulmuş olan rivayetlere yer verilmemiştir.
Çiçekler
hakkında uydurulan rivayetlerin birkaçı hariç, genelde sadece tek isnadı
mevcuttur. Şîa’ya ait literatür ve Ehl-i sünnet’e ait Tıbb-ı nebevî eserlerinde
aynı isnadla nakledilen nadir haberlere de rastlanmaktadır. Dikkat çekici
bulduğumuz bir sonuç ise hem gül hem de muhtelif çiçekler hakkındaki rivayetler
Ehl-i sünnet temel hadis kaynaklarında yer almazken, bu rivayetlerin Şîa temel
hadis literatüründe yer almış olmasıdır. Şîa’nın en önemli hadis musan-
nefâtından olan Küleynî’nin el-Kâfi’sinde bu haberlerin birçoğunu görmek
mümkündür.
Tamamı için
aynı şeyi söylemek mümkün olmamakla birlikte gülde olduğu gibi diğer çiçeklerle
ilgili rivayetlerin de Şiî şahıslar tarafından uydurulmuş olması güçlü bir
ihtimal olarak durmakta-
dır. Bu
rivayetlerin birkaçı hariç, Şîa asıllı oldukları hususunda önemli delillerden
biri, çiçeklerin isimlerinin (reyhan vb. hariç) Arapça hiçbir temel hadis
kaynağında geçmiyor olmasıdır. Sözko- nusu çiçek isimleri, kaynaklarda
Arapçalaşmış isimler olarak tanıtılmaktadır. Bunların bir kısmının Farsçadan
geçtiği görülmektedir. Bu nedenle Ehl-i sünnet mevzûât literatürü ile Şîa
kaynaklarının karşılaştırmalı tahlillerinin yapılmasına ihtiyaç olduğunu
belirtmeliyiz.
Gerek gül
gerekse diğer çiçekler hakkında mevzûât literatüründe yer almayan fakat diğer
kaynaklarda meselâ Tıbb-ı nebevî ile ilgili eserlerde mevcut olan bazı
rivayetlere rastlanmaktadır. Bu durum, uydurma hadisleri bir araya toplamayı
hedefleyen musanniflerin konulu veya alfabetik musannefâtının sınırlı sayıda
mevzû hadisleri ihtiva ettiğini göstermektedir. Fıkıh, tefsir, siyer vb. alanlardaki
birçok uydurma rivayetin de mevzûât eserlerinde bulunmadığı görülecektir.
Dolayısıyla, mevzûât alanında daha kapsamlı eserlerin hazırlanmasına ihtiyaç
vardır.
Gülle ilgili
uydurma rivayetlerle diğer çiçekler hakkındaki mevzû hadisler arasında muhteva
ve uydurma maksadı açısından ortak yönler görülmekle birlikte birbirinden
bağımsız olarak uydurulduğunu söylemek mümkündür. Bunların farklı kişiler
tarafından uydurulduğu belirtilmektedir. Fakat söz konusu rivayetleri uydurduğu
ileri sürülen kişiler kanaatimizce bunları uyduran şahıslar değil, sadece
nakleden kişilerdir. Kimlerin uydurduğunu tespit etmek ise artık adeta
imkânsızdır.
Aclûnî, Ismâîl b. Muhammed (ö. 1162/1748),
Kesfü’l-hafâ ve müzîlül-übâs amma’stehere minel-ehâdîs alâ elsineti’n-nâs
(I-II), Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 2. Baskı, Beyrut 1351/1932.
Ali el-Kârî, Ebü’l-Hasan Ali b. Sultan
Muhammed el-Herevî (ö. 1014/1605), el-Esrâru’l- merfîıa fi’l-ahbâril-mevzüa,
thk.: Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl, Dârü’l- kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı,
Beyrut 1405/1985.
Asım Efendi, Kâmûsu’l-muhît Tercümesi
(I-VI), Editör: Mustafa Koç, Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı, İstanbul 2013.
Bağdâdî, Muvaffakuddin Abdüllatif (ö.
629/1232), et-Tıbbü’n-nebevî, thk.: Yusuf Ali Bedîvî, Dâru îbn Kesîr,
Beyrut 1410/1990.
Bayram, Yavuz, “Burdur’un ve Divanların
Gülü”, I. Burdur Sempozyumu, 16-19 Kasım 2005, Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Burdur 2007, ss. 368-386.
Bayram, Yavuz, “Çiçeklerle Diğer
Bitkilerin Divan Şiirine Yansıma Biçimleri ve Anlam Çerçeveleri”, Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Samsun, 2001.
Bayram, Yavuz, “Klasik Türk Şiirinde
Duyguların Dili: Çiçekler”, Turkish Studies International Periodical For
the Languages, Literatüre and History of Turkish or Turkic, Volüme 2/4,
Fail: 2007, ss. 209-219.
Çap, Sabri, “Gülün Yaratılışı ve Hz.
Peygamberle İlişkisi Özelinde Uydurma Rivayet Algısı”, Dinbilinıleri
Akademik Araştırma Dergisi, 18/1 (2018): 259-297.
Deylemî, Ebû Şüca‘ Şîreveyh b. Şehrdâr
el-Hemedânî (ö. 509/1115), el-Firdevs bi me’süril-hitâb (I-V), thk.:
Said b. Besyûnî Zağlûl, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1406/1986.
Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah el-İsfahânî
(ö. 430/1038), et-Tıbbü’n-nebevî (I-II), thk.: Mustafa Hızır Dönmez, 1.
Baskı, Dârü İbn Hazm, yy. 2006.
Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b.
Sâbit (ö. 463/1071), Târihu Bağdâd (I-XVI), thk.: Beşşâr Avvâd Ma’rûf,
Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 1. Baskı, Beyrut 1422/2002.
Heysemî, Ali b. Ebî Bekr (ö. 807/1404), Mecmeu’z-zevâid
ve menbeul-fevâid (I-X), Dârü’l- kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1408/1988.
Hur el-Amilî, eş-Şeyh Muhammed b. Haşan
(ö. 1104/1693), Tafsîlü vesâili’s-Sîa ilâ tahsili mesâili’s-serîa
(I-IX?), thk.: Müessesetü âli’l-beyt li ihyâi’t-türâs, 2. Baskı, Kum 1414/1994.
İbn Adî, Ebû Ahmed Abdullah b. Abdullah
el-Cürcânî (ö. 365/975), el-Kâmilfî dıTafâi'r- ricâl (I-VIII), thk.:
Süheyl Zekkâr, Yahya Muhtar Gazzâvî, Dârü’l-fıkr, 3. Baskı, Beyrut 1409/1988.
İbn Arrâk, Nûreddin Ali b. Muhammed
el-Kenânî, (ö. 963/1556), Tenzüıü’s-serîati’l- merfüa
ani’l-ahbâri’s-senîati’l-nıevzûa (I-II), thk.: Abdülvehhâb Abdüllatif,
Abdullah Muhammed Sıddık el-Gumârî, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut
1399/1979.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Haşan b.
Hibetullah (ö. 571/1176), Târîhu Dımesk (I- LXXX), thk.: Amr b. Garâme
el-Amravî, Dârü’l-fikr, Beyrut 1415/1995.
İbn Başkuvâl, Ebü’l-Kâsım Halef b.
Abdülmelik el-Hazrecî el-Endelûsî (ö. 578/1182), el-
Asâru’l-merviyyefi’l-et’imeti’s-seriyye, thk.: Muhammed Yâsir eş-Şe‘îrî,
Advâü’s- selef, 1. Baskı, Riyad 2004.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b.
Muhammed el-Kûfî (ö. 235/849), Kitâbü’l-musannef fi’l-ehâdîs ve’l-âsâr
(I-VII), thk.: Kemal Yûsuf el-Hût, Mektebetü’r-rüşd, 1. Baskı, Riyad 1409/1989.
İbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şehâbeddîn Ahmed b.
Ali el-Askalânî (ö. 852/1449), Lisânü’l-mîzân (I-X), thk.: Abdülfettah
Ebû Gudde, Dârü’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 1. Baskı, y.y. 2002.
İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Ahmed
et-Temîmî el-Büstî (ö. 354/965), Kitâbü’l- Mecrühîn mine’l-muhaddisîn
ve’d-du‘afâ ve’l-nıetrûkîn (I-III), thk.: Mahmûd İbrâhîm Zâyid,
Dârü’l-va‘y, 1. Baskı, Haleb 1396/1976.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdillâh
Muhammed b. Ebî Bekr el-Hanbelî (ö. 751/1350), et-Tıbbü’n-nebevî, thk.:
Abdülmu’tî Emin Kal’acî, Dârü’t-Türâs, 2. Baskı, Kahire 1402/1982.
İbn Kayyim, Zâdü’l-nıe‘âd fî hedyi
hayri’l-ıbâd (I-V), thk.: Şuayb el-Arnavut, Abdülkâdir el-Arnavut,
Müessesetü’r-risâle, 27. Baskı, Beyrut 1415/1994.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahmân b.
Ali b. Muhammed et-Temîmî el-Kureşî (ö.
597/1200), Garîbü’l-hadîs (I-II),
thk.: Abdülmu’tî Emin Kal’acî, Dârü’l-kütübi’l- ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut
1405/1985.
İbnü’l-Cevzî, Kitâbü’l-Mevzüât
(I-III), thk.: Abdurrahmân Muhammed Osmân, el- Mektebetü’s-selefiyye, 1. Baskı,
Medine 1386-1388/1966-1968.
İbnü’l-Hanbelî, Muhammed b. İbrahim
el-Halebî (ö. 971/1563), Sehmü’l-elhâz fî vehnıi’l- elfâz, thk.: Hâtem
Salih ed-Dâmin, Âlemü’l-kütüb, 1. Baskı, Beyrut 1407/1987.
Kasta Hâni, Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed
(ö. 923/1517), el-Mevâhıbül-ledünniyye Çilli),
el-Mektebetü’t-tevfikiyye, Kahire tsz.
Kettânî, Ali b. Muhammed (ö. 1422/2002) İnbiâsü’l-İslâm
fi’l-Endülüs, Dârü’l-Kütübi’l- ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1426/2005.
Kummî, Şeyh Abbas (ö. 1359/1941), Sefînetü’l-bihâr
ve nıedînetül-hikem ve’l-âsâr (I-IV), thk.: Mecmeu’l-buhûsi’l-islâmiyye,
Takdim: Ali Ekber âl-i Horasânî, 3. Baskı, Meşhed 1430/2009.
Küleynî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Ya'kûb
er-Râzî (ö. 329/941), el-Kâfî Menşûrâtü’l-fecr, Beyrut 1428/2007.
Kütüb-i Tis‘a
(Concordance’a uyumlu baskılar esas alınmıştır).
Meclisî, Muhammed Bâkır b. Muhammed (ö.
1110/1699), Bihâru’l-envâr el-Câmia li- düreri ahbâri’l-eiınıneli’l-allıâr
(I-CX), Müessesetü’l-Vefâ, 4. Baskı, Beyrut 1404/1984.
Muhaddis en-Nûrî, el-Hâc el-Mirzâ Hüseyin
(ö. 1320/1902), Müstedrakül-vesâil ve müs- tenbetu’l-mesâil (I-XVIII),
Müessesetü âli’l-beyt li ihyâi’t-türâs, 1. Baskı, Kum 1408/1988.
Müstağfirî, Ebü’l-Abbas Ca'fer b. Muhammed
(ö. 432/1041), Tıbbü’n-nebî. el- Mektebetü’l-haydariyye, Necef
1385/1966.
Nehrevânî, Ebü’l-Ferec el-Muâfâ b.
Zekeriyyâ b. Yahyâ el-Cerîrî (ö. 390/1000), el- Celîsü’s-sâlihu’l-kâfî
ve’l-enîsü’n-nâsüıu’s-sâfî thk.: Abdülkerim Sâmî el-Cündî,
Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1426/2005.
Nemâzî, Haşan b. Ali (ö. 1405/1985), Müstedrakü
Sefîneti’l-bihâr (I-X), thk. ve Tash.: Haşan b. Ali en-Nemâzî,
Müessesetü’n-neşr el-islâmî, Kum 1419/1998.
Sehâvî, Muhammed b. Abdurrahmân (ö.
902/1496). el-Mekâsıdü’l-hasenefîbeyâni kesîrüı
ıniııe’l-elıâdîsi’l-ınüslelıira, thk.: Muhammed Osman el-Haşt, Dârü’l-
kütübi’l-Arabî, 1. Baskı, Beyrut 1405/1985.
Süyûtî, Celâlüddîn Ebü’l-Fazl Abdurrahmân
b. Ebî Bekr (ö. 911/1505), Hnsnü’l- muhâdarafî târihi Mısra ve’l-Kâhira
(I-II), thk.: Muhammed Ebü’l-Fazl İbrahim, Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye, 1.
Baskı, Mısır 1387/1967.
Süyûtî, el-Le’âli’ü’l-masnüafi’l-ehâdîsi’l-mevzüa
(I-II), thk.: Salah b. Muhammed b. Uvay- da, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı,
Beyrut 1417/1996.
Süyûtî, el-Müzhir fî ulümil-lüga ve
envâhhâ (I-II), thk.: Fuad Ali Mansur, Dârü’l-kütübi’l- ilmiyye, 1. Baskı,
Beyrut 1418/1998.
Şeyh Sadûk, Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali b.
Bâbeveyh el-Kummî (ö. 381/991), Uyünıı Ahbârı’r-Rızâ (Uyünu’l-ahbâr)
(I-II), Intişârâtü’ş-şerîf er-Rızâ, 1. Baskı, Kum 1378/1958.
Taberânî, Ebü’l-Kâsım Süleymân b. Ahmed b.
Eyyûb (ö. 360/971), el-Mıı'cemü’l-kebir (I- XXV), thk.: Hamdî Abdülmecîd
es-Silefi, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 2. Baskı, y.y. 1404/1983.
Taberânî, el-Mu‘cenıü’l-evsat
(I-X), thk.: Târik b. Ivazullah-Abdülmuhsin b. İbrâhîm el- Hüseynî,
Dârü’l-harameyn, Kahire 1415/1995.
Tabersî, Raziyyüddin el-Hasan b. el-Fazl
(ö. 548/1154), Mekârimü’l-ahlâk, Mektebetü’l- elfeyn, Kuveyt 1407/1987.
Tirmizî, Ebû Isâ Muhammed b. Isâ b. Sevre
(ö. 279/892), es-Semâilü’l-Muhammediyye ve’l-hasâilü’l-Mııstafaviyye,
thk.: Seyyid b. Abbas el-Celemî, Müessesetü’l-kütübi’s- sekâfıyye, 1. Baskı,
Beyrut 1412/1992.
Ukaylî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ
el-Mekkî (ö. 323/935), Kitâbü’d-du‘afâ’i’1- kebîr (I-IV), thk.:
Abdülmu'tî Emîn Kal'acî, Dârü’l-kütübi’l-'ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1404/1984.
Zebîdî, Muhammed b. Muhammed Murtezâ
el-Hüseynî (ö. 1205/1790), Tâcü’l-arûs müı cevahiril-Kâmüs (I-XXXX),
Dârü’l-hidâye, yy. tsz.
Zehebî, Ebû Abdillâh Şemseddîn Muhammed b.
Ahmed b. Osman (ö. 748/1347), Telhîsu kitâbi’l-Mevzîıât, thk.: Yâsir b.
İbrahim b. Muhammed, Mektebetü’r-rüşd, 1. Baskı, Riyad 1419/1998.
82 Nehrevânî, el-Celîsü’s-sâlih, s.707.
Onun yaptığı bu açıklamaya yer veren kaynaklar için bkz. Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-hasene,
s. 216, No: 261; Aclûnî, Kesfü’l-hafâ, c. I, ss. 258-259, No: 798.
Aclûnî ayrıca es-Sıhâh’tan “Râ” bâbında el-Keber, el-Lasaftır dediğini,
Fâ bâbında ise el-Lasaf: Keber’üı köklerinde biten ve hıyara benzeyen bir
şeydir. O aynı zamanda bir hurma cinsidir” dediğini aktarır. Aclûnî, Kesfü’l-hafâ,
c. I, s. 259, No:
[1] Gülün Hz. Peygamberin terinden
yaratıldığı ve gül kokusuyla Hz. Peygamberin kokusu arasında ilişki kuran
rivayetler ve gül koklayınca Resûlullah’a salavât getirilmesi hakkındaki
rivayetler hakkında geniş bilgi için bkz. Sabri Çap, “Gülün Yaratılışı ve Hz.
Peygamberle İlişkisi Özelinde Uydurma Rivayet Algısı”, Dinbilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, yıl: 2018, cilt: 18, sayı: 1, s. 259-297. Adı geçen
makalede gülle ilgili rivayetler genişçe ele alınmış, ancak gül dışındaki
çiçekler hakkındaki uydurma rivayetlerle bazı benzerlikler göstermeleri ve
konunun daha iyi anlaşılması düşüncesiyle diğer çiçekler hakkındaki
rivayetlerin ayrıca ele alınması uygun görülmüştür.
[2] Îbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec
Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed et-Temîmî el-Kureşî, Kitâbü’l-Mevzûât
(I-III), thk.: Abdurrahmân Muhammed Osmân, el-Mektebetü’s- selefiyye, 1. Baskı,
Medine 1386-1388/1966-1968, c. III, ss. 63-67.
[3] Bkz. Ali el-Kârî, Ebü’l-Hasan Ali b. Sultan Muhammed
el-Herevî, el-Esrâru’l-merfûa fil- ahbâri’l-mevzûa, thk.: Muhammed Saîd
b. Besyûnî Zağlûl, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1405/1985, s. 350.
[4] Küleynî, Ebû Ca'fer Muhammed b.
Ya'kûb er-Râzî, el-Kâfi. Menşûrâtü’l-fecr, Beyrut 1428/2007, e. VI, ss.
327-330.
[5] Ukaylî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ el-Mekkî, Kitâbü’d-du‘afâ’i’l-kebîr
(I- IV), thk.: Abdülmu'tî Emîn Kal'acî, Dârü’l-kütübi’l-'ilmiyye, 1. Baskı,
Beyrut 1404/1984, c. IV, s. 416, No: 2041. Ukaylî rivayet için “aslıyoktur,
bâtıldır” demiştir.
[6] Bkz. İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, ss. 63-64;
Süyûtî, el-Le’âli’ül-masnûa fi’l-ehâdîsil- mevzûa (I-II), thk.: Salah b.
Muhammed b. Uvayda, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1417/1996, c. II,
ss. 234-235; İbn Arrâk, Nûreddin Ali b. Muhammed el- Kenânî, Tenzîhû’s-serîati’l-merfûa
ani’l-ahbâri’s-senîati’l-mevzûa (I-II), thk.: Abdül- vehhâb Abdüllatif,
Abdullah Muhammed Sıddık el-Gumârî, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut
1399/1979, c. II, ss. 270-271, No: 18; Ukaylî, ed-Duafâ, c. IV, s. 416,
No: 2041. Hadisi muhaddisler Ukaylî’den nakletmelerine rağmen, Ukaylî’nin matbû
eserinde rivayette “mercanköşk” yerine her iki defasında da yine “reyhan”
kelimesi geçmektedir. Bu istinsah veya tahkik hatası olmalıdır. Ancak Süyutî de
rivayeti Ukaylî’den “mercanköşk” ifadesi olmaksızın nakletmektedir. Bkz.
Süyûtî, el-Leâli’ül- masnûa, c. II, s. 234. Ukaylî rivayet için “aslıyoktur,
bâtıldır” demiştir.
[7] Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sâbit, Târîhu
Bağdâd (I-XVI), thk.: Beşşâr Avvâd Ma'rûf, Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 1. Baskı,
Beyrut 1422/2002, c. IX, s. 32, No: 4223; İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III,
ss. 63-64; Süyûtî, el-Leâli’ül-masnûa, c. II, s. 235.
[8] Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd,
c. IX, s. 32, No: 4223; Süyûtî, el-Leâli’ü’l-masnûa, c. II, ss. 234-235;
Îbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c. II, ss. 270-271, No: 19.
[9] Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, s. 63. Hadisi
Ukaylî’den aynı isnadla Süyûtî de aktarmakta ve onun yaptığı değerlendirmeyi
aktarmaktadır (Süyûtî, el-Leâli’ü’l-masnûa, c. II, ss. 234-235). Ayrıca
bkz. îbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c. II, ss. 270-271, No: 18.
[10] îbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c. II, ss. 270-271, No:
19. Ayrıca bkz. Süyûtî, el-Leâli’ü’l- masnûa, c. II, s. 235.
[11] Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah el-İsfahânî, et-Tıbbü’n-nebevî
(I-II), thk.: Mustafa Hızır Dönmez, 1. Baskı, Dârü îbn Hazm, yy. 2006, c. II,
s. 629, No: 673; Bağdâdî, Muvaffakuddin Abdüllatif, et-Tıbbü’n-nebevî,
thk.: Yusuf Ali Bedîvî, Dâru îbn Kesîr, Beyrut 1410/1990, s. 161; îbn Kayyim
el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Bekr el-Hanbelî, et-Tıbbü’n-nebevî,
thk.: Abdülmu’tî Emin Kal’acî, Dârü’t-Türâs, 2. Baskı, Kahire 1402/1982, s.
438; îbn Başkuvâl, Ebü’l-Kâsım Halef b. Abdülmelik el- Hazrecî el-Endelûsî, el-Asâru’l-merviyye
fi’l-et‘inıeti’s-seriyye, thk.: Ebû Ammâr Muhammed Yâsir eş-Şe‘îrî,
Advâü’s-selef, 1. Baskı, Riyad 2004, s. 328, No: 145. Ayrıca bkz. Deylemî, Ebû
Şüca‘ Şîreveyh b. Şehrdâr el-Hemedânî, el-Firdevs bi me’sûri’l-hitâb (I-V),
thk.: Said b. Besyûnî Zağlûl, Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut
1406/1986, c. III, s. 25, No: 4050; îbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c. II,
ss. 270-271, No: 19; îbn Hacer, Ebü’l-Fazl Şehâbeddîn Ahmed b. Ali el-Askalânî,
Lisânü’l-nıîzân (I-X), thk.: Abdülfettah Ebû Gudde,
Dârü’l-Beşâiri’l-îslâmiyye, 1. Baskı, y.y. 2002, c. V, s. 27, No: 4489.
[12] Tabersî, Raziyyüddin Ebû Nasr el-Hasan b. el-Fazl, Mekârimü’l-ahlâk,
Mektebetü’l- elfeyn, Kuveyt 1407/1987, s. 55; Kummî, Şeyh Abbas, Sefînetü’l-bihâr
ve medînetül- hikem ve’l-âsâr (I-IV), thk.: Mecmeu’l-buhûsi’l-islâmiyye,
Takdim: Ali Ekber âl-i Ho- rasânî, 3. Baskı, Meşhed 1430/2009, c. IV, s. 363.
Bu rivayeti Enes’ten merfû olarak Ebû Nuaym da nakletmektedir. Bkz. Ebû Nuaym,
et-Tıbbü’n-nebevî, c. II, s. 604, No: 673.
[13] Tabersî, Mekârimü’l-ahlâk, s.
55; Kummî, Sefînetü’l-bihâr, c. IV, s. 363.
[14] Tabersî, Mekârimül-ahlâk, s.
55; Kummî, Sefînetü’l-bihâr, c. IV, s. 363.
[15] Yavuz Bayram, “Burdurun ve Divanların Gülü”, I. Burdur
Sempozyumu, 16-19 Kasım 2005, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörlüğü
Yayınları, Burdur 2007, ss. 368- 386, s. 216.
[16] İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, s. 64.
İbnü’l-Cevzî’nin Hz. Ali’den benzer bir isnadla naklettiği diğer bir rivayet
için bkz. Mevzûât, II, 300. Ayrıca bkz. Müstağfirî, Ebü’l- Abbas Ca'fer
b. Muhammed, Tıbbü’n-nebî, el-Mektebetü’l-haydariyye, Necef 1385/1966,
s. 30; İbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c. II, ss. 270-271, No: 20.
[17] İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III,
ss. 64-65.
[18] İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III,
s. 66; İbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c. II, ss. 270-271, No: 20.
[19] İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III,
s. 66.
[20] Hur el-Amilî, eş-Şeyh Muhammed b. Haşan, TafsUü
vesâili’s-Sîa ilâ tahsili mesâili’s- serîa (I-IX), thk.: Müessesetü
âli’l-beyt li ihyâi’t-türâs, 2. Baskı, Kum 1414/1994, c. II, s. 162, No: 1818.
[21] Bkz. Şeyh Sadûk, Ebû Ca'fer Muhammed b. Ali b. Bâbeveyh
el-Kummî, Uyîınu Ahbârı’r-Rızâ (Uyîmu’l-ahbâr) (I II).
Intişârâtü’ş-şerîf er-Rızâ, 1. Baskı, Kum 1378/1958, c. II, ss. 45-46.
[22] Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 163, No:
1819.
[23] îbn Adî, el-Kâmil, e. VI, ss.
301-302.
[24] îbn Adî, el-Kânıil, c. VI, s.
303.
[25] îbn Adî, el-Kâmil, c. VI, s.
301.
[26] Îbnü’l-Cevzî hâlbuki başka bazı
râvilerin şiîliği hakkında değerlendirmelerde bulun-
muştur. Bkz. Mevzûât, c. I, s. 346, 375, 396, 422, c. II, s. 5, 10, 11,
26; c. III, s. 278.
[27] Meclisî, Muhammed Bâkır b. Muhammed, Büıârul-envâr
el-Câmia li-düreri ahbâril- eimmeti’l-athâr (I-CX), Müessesetü’l-Vefâ, 4.
Baskı, Beyrut 1404/1984, c. IV, s. 4; e. VIII, s. 119, 120, 189, 190; c. XVIII,
s. 315, 351, 364.
[28] Taberânî, Ebü’l-Kâsım Süleymân b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu‘cenıü’l-kebîr
(I-XXV), thk.: Hamdî Abdülmecîd es-Silefî, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 2.
Baskı, y.y. 1404/1983, c. XXII, ss. 400-401, No: 1000; îbn Hibbân, Ebû Hâtim
Muhammed b. Ahmed et-Temîmî el-Büstî, Kitâbül-Mecrûhîn mine’l-muhaddisîn
ve’d-du‘afâ vel-metrûkîn (I-III), thk.: Mahmûd Îbrâhîm Zâyid, Dârü’l-va‘y,
1. Baskı, Haleb 1396/1976, c. II, ss. 29-30, No: 560; Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât,
c. I, ss. 412-413; Heysemî, Nûreddin Ali b. Ebî Bekr, Mecmeu’z-zevâid ve
menbeu’l-fevâid (I-X), Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1408/1988, c. IX, s.
202; Süyûtî, el-Leâli’ü’l-masnûa, c. I, s. 360.
[29] Rivayetler için bkz. Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr,
c. XXII, ss. 400-401, No: 1000; îbn Hibbân, Mecrûhîn, c. II, ss. 29-30,
No: 560; Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. I, ss. 411-415; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid,
c. IX, s. 202; îbn Hacer, Lisân, c. VII, s. 125, No: 6791; Süyûtî, el-Leâli’ü’l-masnûa,
c. I, s. 360.
[30] îbn Hibbân, Mecrûhîn, c. II,
s. 103; Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, s. 65.
[31] îbn Hibbân, Mecrûhîn, c. II, s. 103. îbn Adî onun
uydurduğu mevzû hadisler bulunduğunu, Dârekutnî ise metrûk olduğunu
söylemiştir. Bkz. Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, s. 65.
[32] Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III,
s. 65.
[33] Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, s. 66.
Îbnü’l-Cevzî’nin çiçekler hakkındaki rivayetlerin çoğunda herhangi bir kaynak
zikretmemesi de dikkat çekicidir.
[34] Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. II,
s. 300.
[35] Hur el-Amilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 162, No:
1817. Tabersî aynı metni Hz. Ali’nin sözü olarak nakleder. Bkz. Tabersî, Mekârimü’l-ahlâk,
s. 58. Ca'fer es-Sâdık’tan da benzer bir rivayet mevcuttur. Bkz. Küleynî, el-Kâfî,
c. VI, s. 328, No: 6. Küleynî menekşe hakkında onbir rivayete yer vermiştir.
Bkz. el-Kâfî, c. VI, ss. 327-328.
[36] Tabersî, Mekârinıüî-ahlâk, s.
58.
[37] Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 163, No:
1823.
[38] Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 163, No:
1822.
[39] Küleynî, el-Kâfî, c. VI, s. 328, No: 7; Meclisi, Bihâru’l-envâr,
c. XXIII, s. 115; c. LIX, s. 221.
[40] Küleynî, el-Kâfî, c. VI, s. 328, No: 3, 4; Hur
el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, ss. 160-163, No: 1808, 1810, 1812, 1815,
1820, 1821.
[41] Îbnü’l-Cevzî, Mevzuat, c. III, s. 61. Ayrıca bkz.
Müstağfırî, Tıbbü’n-nebî, s. 30; Deylemî, el-Firdevs, c. II, s.
354, No: 3588; îbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Haşan b. Hibetullah, Târîhu D
unes k (I-LXXX), thk.: Amr b. Garâme el-Amravî, Dârü’l-fıkr, Beyrut
1415/1995, c. XIV, s. 36, No: 1512; Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 164;
Zehebî, Şem- seddîn Muhammed b. Ahmed b. Osman, Telhîsu kitâbi’l-Mevzûât,
thk.: Yâsir b. İbrahim b. Muhammed, Mektebetü’r-rüşd, 1. Baskı, Riyad
1419/1998, s. 269, No: 716. îbn Kayyim de “Nergis” başlığı altında “Nergis
hakkında sahih olmayan bir hadis vardır” diyerek mezkûr rivayeti nakleder.
îbn Kayyim, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 441; a.mlf., Zâdü’l-me‘âd fî hedyi
hayril-ıbâd (I-V), thk.: Şuayb el-Arnavut, Abdülkâdir el-Arnavut,
Müessesetü’r-risâle, 27. Baskı, Beyrut 1415/1994, c. IV, s. 366. Tıbb-ı nebevî’ye
dair eserlerde benzer bir rivayetten daha söz edilmektedir. Bkz. Müstağfırî, Tıbbü’n-nebî,
s. 30; Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 164.
[42] Bkz. Muhaddis en-Nûrî, el-Hâc el-Mirzâ Hüseyin, Müstedrakü’l-vesâil
ve milstenbetul- mesâil (I-XVIII), Müessesetü âli’l-beyt li ihyâi’t-türâs,
1. Baskı, Kum 1408/1988, c. I, s. 445, No: 1121; Meclisî, liihârıı’l-eıv.’âr.
c. LIX, s. 299.
[43] Tabersî, Mekârimül-ahlâk, s.
55; Meclisî, liihârıı’Ten'.'âr. c. LXXIII, s. 147.
[44] Meclisî, Büıâru’l-envâr, c.
XII, s. 43.
[45] Müslim, Elfâz mine’l-edeb, 20; Ebû Dâvûd, Teraccül,
6; Nesâî, Zînet, 74; Ahmed b. Hanbel, c. II, s. 320. Hadisin bazı
rivayetlerinde ise “reyhan” yerine “tîb- güzel koku” ifadesi yer
almaktadır.
[46] Buhârî, Fezâilü’l-Kur’an, 17, 36; Et'ime,
30; Tevhîd, 57; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 243; Ebû Dâvûd, Edeb,
16; Tirmizî, Emsal, 79; Nesâî, İmân, 32; îbn Mâce, Mukaddime,
16; Ahmed b. Hanbel, c. IV, s. 397, 404, 408. Bilindiği gibi “Reyhan”
kelimesi Kufan’da da yer almaktadır. Kelime Türkçe meallerde genelde “güzel
rızık” şeklinde tercüme edilmiştir. “Ona rahatlık, ‘güzel rızık’ ve Naîm
cenneti vardır” (Vâkıa, 56/89). Rahmân sûresinde ise aynı kelime “hos
kokulu bitkiler” şeklinde çevirilmiştir. “Yapraklı taneler, ‘hos kokulu
bitkiler’ vardır” (Rahmân, 55/12). Mücâhid ise her iki âyette “reyhân”
kelimesini “rızık” olarak tefsir etmiştir. (Bkz. Buhârî, Tefsir Sûre
55; Tefsir Sûre 56).
[47] Buhârî, Edeb, 18; Fezâilü’s-sahâbe,
22; Tirmizî, Menâkıb, 30.
[48] Tirmizî, Edeb, 37; a.mlf., es-Semâilü’l-Muhammediyye
ve’l-lıasâilü’TMuslafaviyye, thk.: Ebû Abdullah Seyyid b. Abbas el-Celemî,
Müessesetü’l-kütübi’s-sekâfıyye, I. Bskı, Beyrut 1412/1992, s. 181, No: 222;
Ahmed b. Hanbel, s. II, s. 320; Ukaylî, ed-Duafâ, c.
III,
s. 47, No: 1006; îbn Kayyim, Zâdü’l-meâd,
c. I, ss. 170-171. îbn Kayyim her türlü güzel kokan çiçeğe reyhan denildiğini,
her bölgenin bu kelimeyi farklı bir çiçek için kullandıklarını, meselâ
batıkların mersin otuna (âs) reyhan dediklerini, Arabın da reyhanla bunu
kasdettiklerini, Irak ve Suriyelilerin ise fesleğene (habak) reyhan dediklerini
ve Ebû Dâvûd rivayetini dikkate alarak hadiste kastedilenin bütün güzel kokular
olmasının muhtemel olduğunu belirtmektedir. Bkz. îbn Kayyim, Zâdü’l-meâd,
c.
IV,
ss. 288-289. Abdüllatîf
el-Bağdâdî de Arabın “âs”a reyhan dediğini ve Resûlul- lah’ın da “Sizden
birinize reyhan verilirse onu reddetmesin. Çünkü o cennettendir” buyurduğunu
nakleder. Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 79. Buna ilave olarak o Ebû Nu-
aym’dan îbn Abbas’ın Hz. Adem’in cennetten âs, sünbül ve acveyi getirdiğine
dair rivayetini nakleder. Onun reyhanın cennetten gelmesini hakîkî manasında
anladığı görülmektedir. Süyûtî de “mâ verede fi’r-reyhân ve hüve
habak-Reyhan yani fesleğen hak- kındaki rivayetler” diyerek reyhanın Irak
bölgesindeki fesleğen anlamını tercih etmiştir. Bkz. Süyûtî, Celâlüddîn
Ebü’l-Fazl Abdurrahmân b. Ebî Bekr, Husnü’l-muhâdara fî târihi Mısra
ve’l-Kâhira (I-II), thk.: Muhammed Ebü’l-Fazl İbrahim, Dâru ihyâi’l-
kütübi’l-Arabiyye, 1. Baskı, Mısır 1387/1967, c. II, s. 419.
[49] Küleynî, el-Kâfî, c. VI, s.
330, No: 1; Tabersî, Mekârimü’l-ahlâk, s. 51.
[50] Küleynî, el-Kâfî, c. VI, s.
330, No: 2; Tabersî, Mekârimü’l-ahlâk, s. 51.
[51] Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 171, No:
1849; Tabersî, Mekârimü’l-ahlâk, s. 51; Kummî, Sefînetül-bihâr,
c. IV, s. 640; Nemâzî, Haşan b. Ali, Müstedrakü Sefînetil- bihâr (I-X),
thk. ve Tash.: Haşan b. Ali en-Nemâzî, Müessesetü’n-neşr el-islâmî, Kum
1419/1998, c. X, ss. 279-280. Ca'fer es-Sadık’tan ise “Reyhan 21 çeşittir.
Onların efendisi ise âs (mersin otu)dur” dediği rivayet edilmiştir.
Küleynî, el-Kâfî, c. VI, s. 330, No: 3.
[52] İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed el-Kûfi, Kitâbü’l-nıusannef
fi’l-ehâdîs ve’l-âsâr (I-VII), thk.: Kemal Yûsuf el-Hût, Mektebetü’r-rüşd,
1. Baskı, Riyad 1409/1989, c. VII, s. 239, No: 35667.
[53] İbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III,
ss. 63-64; Süyûtî, el-Leâli’ül-masnûa, c. II, ss. 234-235; İbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa,
c. II, ss. 270-271, No: 18.
[54] Bkz. Deylemî, el-Firdevs, c. III, s. 423, No: 5297;
İbn Hacer Lisânü’l-mîzân, c. IX, s. 144, No: 9028; Süyûtî, el-Leâli’ü’l-masnûa,
c. II, s. 230.
[55] Ebû Nuaym, et-Tıbbü’n-nebevî, c. II, s. 604, No:
642. Ayrıca bkz. Bağdâdî, et-Tıbbü’n- nebevî, s. 79.
[56] Şeyh Sadûk, Uyûnıı’l-ahbâr, c. I, ss. 201-202;
Meclisî, Bihârıı’l-envâr, c. XXXXIII, s. 102.
[57] îbn Ebî Şeybe, Musannef, c. VI, s. 458, No: 32901; c. VII,
s. 102, No: 34512.
[58] Bkz. Meclisî, Bihâru’l-envâr,
c. XXXXI, s. 115.
[59] îbn Başkuvâl, el-Asâru’l-merviyye, s.
326.
[60] Ebû Nuaym, et-Tıbbü’n-nebevî,
c. II, s. 604, No: 642; Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 79.
[61] Ebû Nuaym, et-Tıbbü’n-nebevî,
c. II, s. 605, No: 643.
[62] îbn Başkuvâl, el-Asâru’l-merviyye
fi’l-et‘inıeti’s-seriyye, s. 309, No: 128.
[63] Süyûtî, Husnül-muhâdara, c.
II, s. 417.
[64] Kettânî, Ali b. Muhammed, İnbiâsü’l-İslâm fi’l-Endülüs,
Dârü’l-Kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1426/2005, s. 421.
[65] Küleynî, el-Kâfî. c. VI, s. 329, No: 1 (bâbü
dühni’z-zanbak); Hur el-Amilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 167, No: 1836.
Aynı ifade es-Sâdık’ın sözü olarak da nakledilmektedir. Bkz. Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa,
c. II, s. 168, No: 1839. Küleynî el-Kâfî’de “Kitabü’z-zî ve’t- tecemnıül
ve’l-nıürûeh” bölümünde konuya geniş yer vermektedir. Bkz. el-Kâfî,
c. VI, ss. 321-330.
[66] Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa,
c. II, s. 168, No: 1840.
[67] Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa,
c. II, s. 168, No: 1841.
[68] İbn Adî, el-Kâmil, c. II, s. 342; Deylemî, el-Firdevs,
c. I, s. 91, No: 295; Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, s. 67; İbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa,
c. II, s. 70, 79, No: 15, 46.
[69] Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III,
s. 67. Ayrıca bkz. İbn Adî, el-Kâmil, c. II, s. 342; Deylemî,
el-Firdevs, c. I, s. 91, No: 295; İbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c.
II, s. 70, 79, No: 15, 46.
[70] Bkz. Süyûtî, el-Leâli’ü’l-masnûa,
c. II, ss. 233-234.
[71] Küleynî, el-Kâfî, c. VI, s. 329, No: 1-3. Ayrıca
bkz. Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 166, No: 1830-1833.
[72] Hur el-Âmilî, Vesâilü’s-Sîa, c. II, s. 167, No:
1834-1835.
[73] Küleynî, el-Kâfî, c. VI, s. 330, No: 1-2. Küleynî
hadisi isnadıyla zikretmiştir. Diğer bir rivayette ise “Resûlullah burnuna
susam kokusu çekmekten hoslanırdı” denilmektedir. Bkz. A.y.
[74] Bkz. Ahmed b. Hanbel, c. III, s. 153; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr,
c. I, s. 254, No: 734; Ukaylî, ed-Duafâ, c. III, s. 47, No: 1006;
Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 137; İbn Hacer, Lisânü’l-mîzân, c.
III, s. 75, No: 4578.
[75] Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat (I-X), thk.: Târik b.
Ivazullah-Abdülmuhsin b. İbrâhîm el- Hüseynî, Dârü’l-harameyn, Kahire
1415/1995, c. VII, s. 271, No: 7477; Deylemî, el- Firdevs, c. II, s.
325, No: 3482; Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 137. İbn Kayyim her iki
rivayeti naklettikten sonra “Bu iki hadisin durumunu en iyi Allah bilir. Biz
sıhhatini bilmediğimiz bir şeyin Resûlullah’a ait olduğuna şahitlik etmeyiz”
der. İbn Kayyim, et- Tıbbü’n-nebevî, s. 395.
[76] Tabersî, Mekârimü’l-ahlâk, s. 249; Deylemî, el-Firdevs,
c. I, s. 101, No: 331. Ayrıca bkz. Ebû Nuaym, et-Tıbbü’n-nebevî, c. II,
s. 609, No: 649; Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 148; İbn Asâkir, Târîhu
Dımesk, c. XXXXXIV, s. 229; İbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa, c. II, s.
361, No: 32.
[77] Tabersî, Mekârimü’l-ahlâk, s. 249. Diğer bazı
rivayetler için bkz. Tabersî, Mekârimü’l- ahlâk, s. 238, 249; Hur
el-Âmilî, Vesâilü’s-sîa, c. II, s. 9, No: 1316; Meclisî, Büıâru’l-
envâr, c. LXIII, s. 443; c. LXXIV, s. 46, 55.
[78] Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s.
147. Enes b. Mâlik de “Evlerinizde lübân ve kekik tütsüleyiniz”
demiştir. Bkz. a.g.e., s. 148. îbn Kayyim ise bunun sahih olmadığını
söyler ve devamla Hz. Ali, îbn Abbas ve Enes’in lübân hakkında üç sözüne yer verir.
îbn Kayyim, et-Tıbbü’n-nebevî, s. 429-430.
[79] Süyûtî, el-Müzhir fî ulümil-lüga
ve envâ’ihâ (I-II), thk.: Fuad Ali Mansur, Dârü’l- kütübi’l-ilmiyye, 1.
Baskı, Beyrut 1418/1998, c. I, s. 219.
[80] Süyûtî, el-Müzhir, c. I, s.
224.
[81] Bkz. Nehrevânî, Ebü’l-Ferec el-Muâfî b. Zekeriyyâ b. Yahyâ
el-Cerîrî, el-Celîsü’s- sâlihu’Tkâfî ve’l-enîsü’n-nâsihu’s-sâfî, thk.:
Abdülkerim Sâmî el-Cündî, Dârü’l-kütübi’l- İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1426/2005,
s. 707; Deylemî, el-Firdevs, c. III, ss. 429-430, No: 5317;
Îbnü’l-Cevzî, Mevzûât, c. III, ss. 62-63; Zehebî, Telhis, s.
269-270, No: 718; Sehâvî, Muhammed b. Abdurrahmân, el-Mekâsıdül-hasene fî
beyâni kesîrüı müıe’l- ehâdîsi’l-nıüstehira, thk.: Muhammed Osman el-Haşt,
Dârü’l-kütübi’l-Arabî, 1. Baskı, Beyrut 1405/1985, c. I, ss. 216-217, No: 261;
Süyûtî, el-Leâli’ül-masnüa, c. II, ss. 233-234; îbn Arrâk, Tenzîhü’s-serîa,
c. II, ss. 270-271, No: 16; Aclûnî, İsmâîl b. Muhammed, Kesfü’l-hafâ ve
nıüzîlü’l-übâs amma’stehere nıine’l-ehâdîs alâ elsineti’n-nâs (I- II), Dâru
ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, 2. Baskı, Beyrut 1351/1932, c. I, ss. 258-259, No: 798.
[83] Süyûtî, el-Müzhir, c. I, s.
226.
[84] Îbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed
el-Kureşî, Garîbü’l-hadîs (I-II), thk.: Abdülmu'tî Emin Kal'acî,
Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1405/1985, c. II, s. 322.
[85] Asım Efendi, Kâmûsu’l-muhît Tercümesi (I-VI), Ed:
Mustafa Koç, Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı, İstanbul 2013, c. IV, ss.
3854-3855. Asım Efendi “Esaf’ için ise “Keber ismidir ki “kebere” tabir
olunan nebattır” der. Asım Efendi, Kâmûsu’l-muhît Tercümesi, c. IV,
s. 3627.
[86] Zebîdî, Muhammed b. Muhammed Murtezâ el-Hüseynî, Tâcü’l-arûs
min cevâhiril- Kâmûs (I-XXXX), Dârü’l-hidâye, yy. tsz, c. XXIV, s. 361.
[87] Bkz. Ebû Nuaym, et-Tıbbü’n-nebevî,
c. II, s. 482, 619, No: 462, 666.
[88] Süyûtî, el-Müzhir. c. I, s.
227.
[89] Bağdâdî, et-Tıbbü’n-nebevî, s.
79.
[90] Ebû Nuaym, et-Tıbbü’n-nebevî,
c. II, s. 462, No: 435.
[91] İbn Kayyim, et-Tıbbü’n-nebevî,
s. 361-362. O, Fesleğeni/habak reyhan-ı Fârisî olarak isimlendirir. A.g.e.,
s. 363.
[92] İbnü’l-Hanbelî, Muhammed b. İbrahim el-Halebî, Sehnıül-elhâz
fî vehnıi’l-elfâz, thk.: Hâtem Salih ed-Dâmin, Âlemü’l-kütüb, 1. Baskı,
Beyrut 1407/1987, s. 27.
[93] İbnü’l-Hanbelî, Sehnıül-elhâz fî
vehnıi’l-elfâz, s. 41.
[94] Bu hususta geniş bilgi için bkz. Yavuz Bayram, “Burdur’un
ve Divanların Gülü”, s. 368.
[95] Yavuz Bayram, “Çiçeklerle Diğer Bitkilerin Divan Şiirine
Yansıma Biçimleri ve Anlam Çerçeveleri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Samsun, 2001.
[96] Yavuz Bayram, “Klasik Türk Şiirinde Duyguların Dili:
Çiçekler”, Turkish Studies International Periodical For the Languages,
Literatüre and History of Turkish or Turkic, Volüme 2/4, Fail: 2007, ss.
209-219, s. 217. Bayram, burada 28 çiçek ismi verirken, tezinde 26 çiçek ismi
zikretmiştir (Bkz. Bayram, a.g.t., s. 787). Tezde merzengûş ve mercanköşk iki
ayrı çiçek olarak belirtilirken, mezkûr makalede ise buhûr-ı Meryem ile bahûr-ı
Meryem ayrı zikredilmiştir.
[97] Bkz. Bayram, “Klasik Türk Şiirinde Duyguların Dili:
Çiçekler”, s. 217; a.mlf., “Çiçeklerle Diğer Bitkilerin Divan Şiirine Yansıma
Biçimleri ve Anlam Çerçeveleri”, s. 788. Bayram’ın tezle makalede verdiği
rakamlar birbirinden farklılık göstermektedir. Biz makalede verdiği rakamları
esas aldık.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar