Kapitalizm ve Küresel İmparatorluklar
1. Sosyolojik ve Tarihsel Güç Analizleri
Michael Mann'ın çalışmaları, eldeki kaynakların
en hacimli ve teorik kısmını oluşturmaktadır. Yazarın farklı eserleri,
toplumsal iktidar kaynaklarını, demokrasinin paradokslarını ve kapitalizmin
geleceğini irdelemektedir.
Toplumsal İktidarın Kaynakları ve Küresel
İmparatorluklar Michael Mann'ın İktidarın Tarihi: Küresel
İmparatorluklar ve Devrim 1890-1945 (The Sources of Social Power, Volume 3) adlı eseri, insan
toplumlarının dört temel iktidar kaynağı etrafında şekillendiğini savunur:
İdeolojik, Ekonomik, Askeri ve Siyasi iktidar. Mann, bu dönemde üç ana
küreselleşme sürecinin (kapitalizm, ulus devlet ve imparatorluklar) birbiriyle
etkileşime girdiğini ve birbirini dönüştürdüğünü belirtir. Eser, Birinci Dünya Savaşı'nın,
Rus Devrimi'nin ve Büyük Bunalım'ın kaçınılmaz olmadığını, aksine tarihsel
tesadüflerin ve belirli kararların birleşimiyle ortaya çıkan "yapısal
krizler" olduğunu öne sürer,. Mann, imparatorlukları "merkezin
çevreye hükmettiği, baskı ile edinilmiş ve korunmuş hiyerarşik bir yönetim
sistemi" olarak tanımlar ve modern çağda bile askeri iktidarın merkezi
rolünü vurgular,.
Demokrasi ve Etnik Temizlik İlişkisi Mann'ın Demokrasinin Karanlık Yüzü (The Dark Side of Democracy)
adlı kitabı, etnik temizliğin modern çağın ve demokrasinin bir sapması değil,
bizzat "karanlık yüzü" olduğu tezini işler. Mann'a göre,
"halk" (the people) kavramı iki farklı anlam taşır: demokrasinin
"demos"u (tüm vatandaşlar) ve etnik grubun "ethnos"u. Bu
iki kavram birbirine karıştırıldığında, çoğunluk yönetimi azınlıkları dışlama
ve temizleme eğilimi gösterebilir. Etnik temizlik, rakip etnik grupların aynı
topraklar üzerinde egemenlik iddia etmesi ve bu iddiaların meşru görülmesi
durumunda tehlikeli bir hal alır. Yazar, bu şiddetin "kadim
nefretlerden" değil, modern siyasi yapıların ve organik milliyetçiliğin
yükselişinden kaynaklandığını savunur,.
Savaşların Doğası Savaşlar
Üzerine (On Wars) adlı eserde Mann, savaşın evrensel olup olmadığını ve
nedenlerini sorgular. Savaşların nedenleri arasında ekonomik (zenginlik,
toprak), siyasi (iktidarın güçlendirilmesi), jeopolitik (statü, güvenlik) ve
ideolojik (milliyetçilik, din) güdüler yer alır. Tarihsel süreçte,
"akınlar" ve "imparatorluk fetihleri" gibi savaş türleri
azalırken, rejim değişikliği ve devlet inşası amaçlı savaşların devam ettiği
belirtilir.
Kapitalizmin Geleceği Mann,
Immanuel Wallerstein, Randall Collins ve diğerleriyle birlikte kaleme aldığı Kapitalizmin
Geleceği Var mı? (Does Capitalism Have a Future?) adlı eserde, kapitalizmin
orta vadede hayatta kalıp kalamayacağını tartışır. Yazarlar, kapitalizmin
sonsuz birikim döngüsünün artık yapısal sınırlara (ekolojik krizler, orta
sınıfın teknolojik işsizliği, jeopolitik kaos) dayandığını ve önümüzdeki on
yıllarda sistemik bir çöküş veya dönüşüm yaşanabileceğini öne sürerler,.
Örneğin Randall Collins, orta sınıf işlerinin teknolojik olarak yerinden
edilmesinin kapitalizmin sosyal tabanını yok ettiğini savunur.
2. Toplumsal Değişim ve Kalkınma Modelleri
Daniel C. Taylor ve Carl E. Taylor'ın Adil ve
Kalıcı Değişim (Just and Lasting Change) adlı eseri, toplumsal değişimin
dışarıdan dayatılan planlarla değil, toplulukların kendi enerjileri ve
kaynaklarıyla gerçekleşmesi gerektiğini savunur.
SEED-SCALE Modeli Bu model,
değişimi başlatmak için "SEED" (Etkili Karar Verme için
Öz-Değerlendirme / Self-Evaluation for Effective Decision-making) ve bu
değişimi yaymak için "SCALE" (Toplulukların Öğrenmeyi Uyarlaması ve
Genişletmesi Sistemi / Systems for Communities to Adapt Learning and Expand)
kavramlarını kullanır,. Temel prensipler şunlardır:
- Başarıdan Yola Çıkmak:
Problemlere değil, toplulukta halihazırda işleyen güçlü yönlere
odaklanmak.
- Üçlü Ortaklık:
"Aşağıdan yukarıya" (topluluk), "yukarıdan aşağıya"
(hükümet/yetkililer) ve "dışarıdan içeriye" (uzmanlar/fikirler)
iş birliği,.
- Kanıta Dayalı Karar Verme:
Görüşlere değil, yerel gerçekliğe dayalı verilere göre hareket etmek.
- Davranış Değişikliği: Hizmet
sunumundan ziyade, insanların davranışlarını değiştirmeye odaklanmak.
Kitap, Kerala (Hindistan), Ding Xian (Çin) ve
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Adirondack Parkı gibi örneklerle, yerel
halkın katılımının ve "insan enerjisi"nin (human energy) kalkınmanın
en önemli kaynağı olduğunu vurgular,.
3. Meslek Etiği ve Hukuk Sosyolojisi
Ann Daniel'in Bir Meslek İçin Günah Keçileri
(Scapegoats for a Profession) adlı eseri, tıp ve hukuk gibi profesyonel
toplulukların, kendi itibar ve bütünlüklerini korumak için kriz anlarında nasıl
bireyleri feda ettiğini inceler.
Günah Keçisi Mekanizması Yazar, meslek
gruplarını "kabileler" gibi ortak çıkarlar ve değerlerle birbirine
bağlı topluluklar olarak tanımlar. Bir skandal patlak verdiğinde (örneğin,
tıbbi ihmal veya fahiş avukatlık ücretleri), meslek grubu kendi kolektif
itibarını korumak için suçu belirli bireylere yıkarak onları "günah
keçisi" ilan eder ve ihraç eder,. Bu süreç, antik mitolojilerdeki (Oedipus
gibi) arınma ritüellerine benzetilir; amaç, kötülüğü bir kişiye yükleyip onu
göndererek topluluğu "temizlemektir",. Kitap, Avustralya'dan Dr.
William McBride (bilimsel sahtekarlık suçlaması) ve Harry Whelehan (İrlanda
Başsavcısı, siyasi kriz) gibi vaka analizlerini içerir,.
4. Biyografi ve Kurgu Eserler
Bu kategorideki eserler, bireysel hikayeler ve
kurgusal anlatılar üzerinden farklı temaları işler.
John Glenn Biyografisi Tom
Streissguth'un John Glenn biyografisi, ünlü Amerikalı astronot ve
senatör John Glenn'in hayatını anlatır. Kitap, Glenn'in İkinci Dünya Savaşı ve
Kore Savaşı'ndaki pilotluk kariyerini, NASA'nın Merkür projesine seçilen ilk
astronotlardan biri oluşunu ("Mercury Seven") ve Friendship 7
ile Dünya yörüngesinde dönen ilk Amerikalı oluşunu detaylandırır,. Ayrıca
Glenn'in daha sonra siyasete atılarak Amerika Birleşik Devletleri Senatosu'nda
görev yapması ve 77 yaşında Discovery mekiği ile tekrar uzaya gidişi de
anlatılır.
Kurgusal Eserler
- Belirsiz Zamanlar (Uncertain Times): Travis
Wright'ın bu romanı, Birleşmiş Milletler (BM) birliklerinin Amerika
Birleşik Devletleri'ni işgal ettiği ve anayasal hakların askıya alındığı
distopik bir hayatta kalma hikayesini anlatır. Jim Stanton ve
çevresindekiler, Alaska'da bir dağ evine sığınarak direniş başlatır ve
özgürlüklerini korumaya çalışırlar,.
- Tehlike Ağı / Karanlığın Müritleri (Web of
Danger / Acolytes of Darkness): Bu kitap, "Çifte Ajan" (Double
Agent) formatında, iki farklı casusluk hikayesini içeren bir kurgudur. Web
of Danger bölümünde Scott Beatty adlı karakterin cinayetle suçlanması
ve "The Web" adlı suç örgütüyle mücadelesi anlatılır. Acolytes
of Darkness ise Agent 13 karakterinin "Hand Sinister" adlı
kötü bir lider ve "Kardeşlik" (Brotherhood) örgütüyle olan
mistik ve tarihi mücadelesini konu alır,.
Çıkarılacak Dersler ve Günümüze Bakan Yüzü
İncelenen eserlerin ortak noktası, iktidarın
kullanımı, toplumsal krizlerin yönetimi ve birey-topluluk ilişkisidir.
- Mann'ın eserleri, demokrasilerin ve kapitalist sistemlerin kriz
anlarında otoriterleşme veya etnik çatışmaya kayma riskini hatırlatır; bu
da günümüzdeki mülteci krizleri ve yükselen milliyetçilik akımları
açısından uyarıcıdır.
- Taylor'ların SEED-SCALE modeli, sadece paraya dayalı kalkınmanın
sürdürülemez olduğunu, yerel halkın enerjisini ve bilgisini kullanmayan
projelerin başarısızlığa mahkum olduğunu öğretir. Günümüzde yerel
yönetimlerin ve sivil toplumun kriz yönetiminde (sel, salgın vb.) nasıl
daha etkin olabileceğine dair bir yol haritası sunar.
- Daniel'in çalışması, kurumların kendi hatalarını örtbas etmek için
bireyleri nasıl feda edebileceğini göstererek, kurumsal şeffaflığın ve
adil yargılamanın önemini vurgular.
İktidarın Kullanımı
Bu eserler, toplumsal yapıların hem koruyucu hem
de yıkıcı potansiyellere sahip olduğunu ve "adaletli" bir geleceğin
ancak bilinçli, katılımcı ve kanıta dayalı kararlarla inşa edilebileceğini
göstermektedir.
Şöyle bir soru sorulursa: "Michael Mann’ın
sosyolojik tarih perspektifinden bakıldığında, iktidarın kaynakları nasıl
örgütlenmekte, toplumsal krizler devletleri nasıl dönüştürmekte ve bu
süreçlerde sıradan birey toplulukla nasıl bir ilişki kurmaktadır?"; bu
konuyu eldeki kaynakların ışığında, bilhassa İktidarın Tarihi ve Demokrasinin Karanlık Yüzü adlı
eserlerin sunduğu teorik çerçeve üzerinden derinlemesine incelemek gerekir.
(Önceki yazılarımızda) değinilen eserlerin ortak paydasını oluşturan bu üç
sacayağı, modern dünyanın şekillenmesinde belirleyici olan mekanizmaları
anlamamızı sağlar.
1. İktidarın Kullanımı: Dört Kaynak ve Organik
Devlet
Michael Mann’ın tarihsel sosyolojisinin
merkezinde, toplumların tek bir bütün olmadığı, aksine örtüşen ve kesişen
iktidar ağlarından oluştuğu tezi yatar. İktidar, yekpare bir blok değil, dört
temel kaynaktan beslenen bir ilişkiler ağıdır: İdeolojik, Ekonomik, Askeri
ve Siyasi (İEAS modeli),.
İktidarın Örgütlenme Biçimleri İktidarın
kullanımı, tarihsel süreçte üç ana örgütlenme biçimi etrafında şekillenmiştir:
Kapitalizm, İmparatorluklar ve Ulus-Devletler.
- Kapitalizm: Ekonomik
iktidarın modern çağdaki ana örgütlenme biçimidir. Üretim araçlarını
metalaştırır ve sınıfsal bir yapı (kapitalistler, orta sınıflar, işçiler)
oluşturur. Ancak kapitalizm sadece bir ekonomik sistem değil, aynı zamanda
devletlerin ve imparatorlukların askeri güçlerini finanse eden bir
motordur,.
- İmparatorluklar: Siyasi
ve askeri iktidarın merkezden çevreye doğru yayıldığı, hiyerarşik yönetim
sistemleridir. Mann, imparatorlukları "doğrudan" (Roma gibi),
"dolaylı" (yerel seçkinler aracılığıyla) ve "gayri
resmi" (askeri tehdit veya ekonomik baskı ile) olmak üzere
sınıflandırır,,. Modern dönemde, özellikle İngiliz ve Amerikan
imparatorlukları, askeri işgalden ziyade ekonomik emperyalizm ve
"savaş gemisi diplomasisi" ile iktidarlarını kullanmışlardır.
- Ulus-Devlet: Siyasi
iktidarın "merkezi ve topraksal" olarak düzenlenmesidir. Devlet,
belirli bir coğrafyada kuralları dayatma yetkisine sahiptir. Mann,
devletin gücünü ikiye ayırır: Despotik İktidar (elitin topluma
danışmadan karar alabilmesi) ve Altyapısal İktidar (devletin
toplumun içine nüfuz edip kararlarını lojistik olarak uygulayabilme
kapasitesi). Modern devletler, altyapısal iktidarlarını (vergi toplama,
nüfus sayımı, gözetim) artırarak toplumu bir "kafes" içine almış
ve bireyleri "vatandaş" olarak tanımlamıştır.
Demokrasinin Karanlık Yüzü ve Organik İktidar İktidarın
kullanımında en kritik dönüşüm, demokrasinin yükselişiyle yaşanmıştır.
Demokrasi, "halkın egemenliği" (demos) anlamına gelirken, modern
dönemde halk kavramı etnik bir grup (ethnos) ile özdeşleşmiştir. İktidar,
"biz halk" (we, the people) adına kullanıldığında ve bu halk
"organik" bir bütün (tek dil, tek din, tek soy) olarak
tanımlandığında, azınlıklar bir tehdit olarak görülmeye başlanır,. Eğer devlet,
liberal ve çoğulcu bir yapı yerine, milleti "arındırmayı" hedefleyen
organik bir milliyetçiliğe yönelirse, iktidarın kullanımı etnik temizliğe ve
soykırıma dönüşebilir. Faşizm, bu organik devletçiliğin ve militarizmin en
aşırı biçimidir,.
2. Toplumsal Krizlerin Yönetimi: Reform veya
Felaket
Toplumlar, yapısal zayıflıkların beklenmedik
olaylarla birleştiği anlarda krizlere girerler. Mann, I. Dünya Savaşı, Büyük
Bunalım ve II. Dünya Savaşı gibi olayları, kaçınılmaz kaderler değil, farklı
nedensel zincirlerin talihsiz birleşimi (konjonktürel/rastlantısal) olarak
görür. Kriz anlarında devletlerin ve egemen sınıfların tepkisi, toplumun
geleceğini belirler.
Ekonomik Krizler ve Sınıf Mücadelesi Büyük Bunalım
gibi ekonomik krizlerde, devletler iki farklı yol izlemiştir:
- Reformist Yol (Liberal-Emekçi İttifakı): ABD'deki
"Yeni Düzen" (New Deal) ve İskandinav sosyal demokrasisi
örneğinde olduğu gibi, devletler kapitalizmi reforme ederek krizden
çıkmaya çalışmıştır. Bu modelde, işçi sınıfının talepleri sistem içine
dahil edilmiş, "toplumsal vatandaşlık" (refah devleti, eğitim,
sağlık) genişletilmiştir,,. Bu, sınıf çatışmasını yumuşatarak demokrasiyi
korumuştur.
- Radikal/Baskıcı Yol: Almanya
ve Japonya gibi ülkelerde ise kriz, militarizme ve faşizme yönelimi
artırmıştır. Bu rejimler, ekonomik zorlukları aşmak için "askeri
Keynesçilik" (silahlanma yoluyla istihdam yaratma) uygulamış ve iç
düşmanlar (Yahudiler, komünistler) yaratarak toplumu mobilize etmiştir,.
Jeopolitik Krizler ve Radikalleşme Etnik
temizlik ve soykırımlar, genellikle devletlerin jeopolitik krizler (savaş,
toprak kaybı, devrim) nedeniyle istikrarsızlaştığı anlarda meydana gelir (Tez
5).
- Osmanlı Örneği: Balkan Savaşları'ndaki
toprak kayıpları ve I. Dünya Savaşı'nın yarattığı varoluşsal tehdit
algısı, Jön Türk yönetimini radikalleştirmiştir. Ermenilerin Rusya ile
işbirliği yapabileceği korkusu (güvenlik ikilemi), "B planı"
olan tehcirden, "D planı" olan soykırıma geçişe yol açmıştır,.
- Nazi Örneği: Alman
radikalleşmesi de I. Dünya Savaşı yenilgisi, toprak kayıpları ve
"Yahudi-Bolşevik" tehdidi algısıyla beslenmiştir. Kriz anlarında
"makul" çözümler tükendiğinde, elitler nihai ve radikal
çözümlere (soykırım) yönelirler.
3. Birey ve Topluluk İlişkisi: Faillik ve Sosyal
Kafes
İktidarın ve krizlerin gölgesinde, bireyin
toplulukla ilişkisi "vatandaşlık", "sınıf bilinci" ve
"suç ortaklığı" ekseninde şekillenir.
Vatandaşlık ve Sınıf T.H.
Marshall’ın şemasını izleyen Mann, bireyin toplulukla ilişkisinin üç aşamada
geliştiğini belirtir:
- Sivil Vatandaşlık: Hukuk
önünde eşitlik ve mülkiyet hakları (18. yy).
- Siyasi Vatandaşlık: Seçme ve
seçilme hakkı (19. yy).
- Toplumsal Vatandaşlık: Refah,
eğitim ve ekonomik güvence hakkı (20. yy). Bu hakların gelişimi, bireyleri
ulus-devletin içine daha fazla çekmiş (kafeslemiş) ve sınıf çatışmasını
"ulusallaştırarak" yumuşatmıştır,. Ancak bu haklar her zaman
evrensel olmamış, kadınlar ve etnik azınlıklar (örneğin ABD'de siyahlar)
uzun süre dışlanmıştır.
Sıradan İnsanlar Neden Öldürür? Mann’ın
çalışmalarındaki en çarpıcı analizlerden biri, kitlesel şiddet olaylarında
bireylerin rolüdür. "Canavarlar" değil, "sıradan insanlar"
(ordinary people) bu suçları işlemektedir,. Bireyleri topluluğun suçlarına
ortak eden güdüler şunlardır:
- İdeolojik İnanç: Az
sayıda "gerçek inanan" (örneğin çekirdek Nazi kadrosu veya
radikal milliyetçiler), eylemlerini "tarihsel bir zorunluluk"
veya "kutsal bir görev" olarak görür.
- Kariyerizm ve Disiplin:
Bürokrasi içindeki bireyler, terfi etmek, işini kaybetmemek veya emir
komuta zincirine uymak için suç işlerler. "Masabaşı katilleri"
(Eichmann gibi) şiddeti doğrudan görmeden organize ederler,.
- Yoldaşlık (Camaraderie): Askeri
ve paramiliter gruplarda (örneğin Alman Polis Taburu 101 veya Sırp
çeteleri), bireyler arkadaşlarını yarı yolda bırakmamak veya
"korkak" görünmemek için öldürürler. Grup baskısı, bireysel
vicdanı bastırır,.
- Maddiyatçılık:
Kurbanların mallarını yağmalamak (örneğin Ermeni tehciri veya Kristal
Gece), sıradan insanları suça teşvik eden güçlü bir faktördür,.
İlginç Bir Konu: "Kötülüğün Sıradanlığı" ve Sosyal Yapı Hannah Arendt’in "kötülüğün sıradanlığı"
kavramına atıfla Mann, modern bürokrasinin ve işbölümünün vicdani sorumluluğu
nasıl parçaladığını anlatır. Ancak Mann, Arendt'ten farklı olarak, faillerin
sadece "düşüncesiz dişliler" olmadığını, çoğunun yaptıklarının
farkında olduğunu ve bunu "kendi gruplarını koruma" (meşru müdafaa)
algısıyla rasyonalize ettiğini vurgular. Örneğin, bir Nazi doktoru veya bir
Ruandalı Hutu, yaptıklarını "mikroplardan arınma" veya "öz
savunma" olarak görerek ahlaki bir zemine oturtur.
Sonuç olarak, iktidar
(özellikle devletin altyapısal gücü), toplumları dönüştürme kapasitesine
sahiptir. Krizler, bu kapasitenin yönünü (reform veya şiddet) belirleyen
kavşak noktalarıdır. Birey ise, bu devasa yapısal güçlerin içinde, kimi
zaman hak arayan bir vatandaş, kimi zaman ise sosyal baskılar, kariyer
kaygıları ve ideolojik korkularla "kötülüğe" sürüklenen bir fail
olarak var olur.
Cinai temizliğe götüren en yüksek ihtimal,
"Tehlike Bölgesi" (Danger Zone)
Şöyle bir soru sorulursa: "Toplumlarda cinai
etnik temizliğe yol açan en yüksek ihtimal veya en tehlikeli senaryo kurgusu
nedir?", elimizdeki kaynaklar ışığında Michael Mann'ın sosyolojik
analizleri bu durumu belirli yapısal ve siyasi koşulların talihsiz bir
birleşimi olarak açıklar. Mann'ın temel argümanı, etnik temizliğin sapkın bir
olaydan ziyade, modernleşme ve demokratikleşme süreçlerinin "karanlık
yüzü" olduğu yönündedir.
Cinai temizliğe götüren en yüksek ihtimal, "Tehlike
Bölgesi" (Danger Zone) olarak adlandırılan ve iki temel şartın
birleştiği bir siyasi atmosferde ortaya çıkar:
1. Rakip Egemenlik İddiaları ve "Tehlike
Bölgesi"
Cinai temizliğin en muhtemel tetikleyicisi,
kökleri çok eskiye dayanan nefretler değil, modern siyasi taleplerdir. Tehlike bölgesi, iki farklı
etnik grubun aynı toprak parçası üzerinde kendi devletini kurmak istemesi
ve her iki grubun da bu isteği hem ahlaken meşru hem de gerçekleştirilebilir
görmesiyle oluşur. Bu durum, (önceki yazılarımızda) değinilen
demokrasinin "demos" (bütün nüfus) ile "ethnos" (belirli
bir etnik grup) kavramlarının birbirine karıştırılması sonucunda daha da
ölümcül hale gelir. Eğer "halk" egemenliği etnik bir temele
oturtulursa, azınlıklar demokrasinin bir parçası değil, "organik"
ulusun bünyesindeki bir virüs gibi algılanmaya başlar.
Bu tehlike bölgesinde cinai temizliği tetikleyen
iki ana senaryo (4. Tez) şöyledir:
- Senaryo A (Zayıfın Direnişi): Gücü az olan taraf, boyun
eğmek yerine savaşma cüretini gösterir. Bu cüreti genellikle dışarıdan
(komşu devletten veya etnik anayurdundan) yardım alacağına inandığı için
bulur. Bu durum, çatışmayı tırmandırır ve hakim gücü daha radikal önlemler
almaya iter.
- Senaryo B (Güçlünün Fırsatçılığı): Güçlü
taraf, fiziksel veya ahlaki riskin düşük olduğunu düşündüğü bir anda,
kendi devletini "temizlemek" için harekete geçer. Bu, genellikle
gelecekteki bir tehdidi (azınlığın dış güçlerle birleşmesini) önlemek
amacıyla yapılan "önleyici" bir saldırıdır,.
2. Devletin Radikalleşmesi ve İstikrarsızlık
Sadece etnik rekabet tek başına cinai temizliğe
yol açmaz. En yüksek ihtimal, ihtilaflı topraklardaki egemen devletin
jeopolitik bir kriz (genellikle savaş) sırasında hizipleşmesi ve radikalleşmesi
durumunda gerçekleşir. İlginç bir detay olarak, istikrarlı otoriter rejimler,
"böl ve yönet" taktiğiyle farklı etnik grupları dengeledikleri için
genellikle cinai temizliğe daha az başvururlar. Ancak demokratikleşmeye yeni
başlamış veya otoritesi zayıflamış rejimler, çoğunluğun oyunu ve desteğini
almak için "bizden olmayanları" hedef göstermeye daha meyillidir. Mann'ın İktidarın Tarihi
eserinde de görüldüğü üzere, I. Dünya Savaşı gibi büyük krizler, Osmanlı
İmparatorluğu (Ermeni Tehciri) veya Nazi Almanyası örneklerinde olduğu gibi,
devletlerin içindeki radikal hiziplerin ılımlıları tasfiye etmesine ve
"organik" bir ulus yaratma hayaliyle şiddeti tırmandırmasına zemin
hazırlar,.
3. Yerleşimci Demokrasileri ve Emek İlişkisi
Farklı kitapların ortak yönlerini bulmak
gerekirse; hem Demokrasinin Karanlık Yüzü hem de İktidarın Tarihi,
"yerleşimci sömürgeciliği" (settler colonialism) kavramında birleşir.
Cinai temizliğe yol açan en yüksek ihtimallerden biri, yerleşimcilerin
toprağa ihtiyaç duyduğu ancak yerli halkın emeğine ihtiyaç duymadığı
durumlardır.
- Avrupalı yerleşimciler (örneğin ABD, Avustralya), yerli halkları
(Kızılderililer, Aborjinler) bir işgücü kaynağı olarak değil, toprak
üzerindeki bir engel olarak gördüklerinde, onları yok etme veya sürme
yoluna gitmişlerdir,.
- Bu tür rejimlerde demokrasi ne kadar gelişmişse, temizlik o kadar
şiddetli olmuştur. Çünkü yerleşimci "halk", yerlileri kendi
güvenliklerine ve mülkiyetlerine bir tehdit olarak görmüş ve onları
ortadan kaldırmak için devletten veya milis güçlerinden destek almıştır,.
4. Planlanmamış Tırmanış (A Planından D Planına)
Dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan
biri, cinai temizliğin nadiren en baştan planlanmış bir "niyet"
olmasıdır. Süreç genellikle şöyle işler:
- A Planı: Uzlaşma
veya kısmi baskı ile sorunu çözme girişimi.
- B Planı: Baskının
artırılması, yerel sürgünler.
- C Planı: Acil
durum ve kriz anında (savaş gibi) daha radikal çözümler, kitlesel tehcir.
- D Planı (Cinai Temizlik/Soykırım): Önceki
planlar başarısız olduğunda ve devlet radikalleştiğinde, hedef kitlenin
"varoluşsal bir tehdit" olarak algılanıp fiziksel olarak yok
edilmesi.
Özetle, cinai temizliğe yol açan en yüksek
ihtimal; demokratikleşme
sancıları çeken veya savaşla istikrarsızlaşmış bir devlette, iki farklı grubun
aynı toprak üzerinde hak iddia etmesi ve hakim grubun (özellikle yerleşimci
toplumlarda) diğer grubu bir emek gücü olarak değil, sadece bir engel veya
güvenlik tehdidi olarak görmesidir. Bu süreç, "kötü
niyetli" liderlerin planlarından ziyade, yapısal krizlerin ve karşılıklı
korkuların bir sonucudur.
"Demokrasi Her Zaman Barış, Huzur Ve Hoşgörü Mü
Getirir, Yoksa Kendi Doğasında Şiddeti Ve Dışlamayı Barındıran Karanlık Bir
Yüzü Mü Vardır?"
Michael Mann'ın eserleri üzerinden bu konuyu
derinlemesine irdelemek gerekmektedir. Elimizdeki kaynaklar, özellikle Demokrasinin
Karanlık Yüzü ve İktidarın Tarihi (III. Cilt), modernite, demokrasi
ve etnik temizlik arasındaki rahatsız edici ilişkiyi sosyolojik ve tarihsel bir
perspektifle ortaya koymaktadır.
Demokrasi ve Etnik Temizlik Paradoksu
Yaygın kanaatin aksine, etnik temizlik ve
soykırım, ilkel kavimlerin ya da "medenileşmemiş" toplumların
barbarca uygulamaları değildir. Mann'ın temel tezi, cinai etnik temizliğin
modern bir olgu olduğu ve bizzat demokrasinin "karanlık yüzü"nü
temsil ettiği yönündedir. Bu paradoks, demokrasinin temel dayanağı olan
"halk" (the people) kavramının iki farklı anlamının birbirine
karıştırılmasından doğar:
- Demos:
Yunanlıların kastettiği anlamda, sıradan insanlar, yani siyasi topluluğun
tamamını oluşturan yurttaşlar kitlesi.
- Ethnos: Ortak
bir kültürü, mirası ve soyu paylaşan bir etnik grup.
Demokrasi ideali "halkın egemenliği"ni
savunur. Ancak "halk" kavramı, kapsayıcı bir yurttaşlık (demos)
yerine, organik ve bütünleşmiş bir etnik grup (ethnos) olarak tanımlandığında
tehlike çanları çalmaya başlar. Eğer devlet "halkın" ise ve halk da
"etnik bir öz" ile tanımlanıyorsa, o etnik gruba dahil olmayan
azınlıklar (Yahudiler, Ermeniler, Tutsiler, Kürtler vb.) "halkın" bir
parçası sayılmazlar. Bu durumda, çoğunluk yönetimi, azınlıkları dışlama, sürme
veya yok etme hakkını kendinde görebilir. Dolayısıyla etnik temizlik, modern
demokrasinin sapkınlaşmış bir biçimidir,.
Organik Milliyetçilik ve Devlet
Bu sürecin merkezinde "organik
milliyetçilik" kavramı yatmaktadır. Kuzeybatı Avrupa'da (İngiltere, Fransa
gibi) demokrasi, farklı çıkar gruplarının ve sınıfların uzlaşmasına dayalı
"katmanlı" bir yapı olarak gelişmiştir. Buna karşın Orta ve Doğu
Avrupa'da (Almanya, Rusya, Osmanlı) demokrasi talepleri, "halkı" bir
ve bölünmez, organik bir bütün olarak gören anlayışlarla iç içe geçmiştir.
(Önceki yazılarımızda) bahsi geçen imparatorlukların çöküşü ve ulus-devletlerin
yükselişi, bu organik bütünlüğü tehdit ettiği düşünülen "yabancı"
unsurların temizlenmesi arzusunu tetiklemiştir.
Mann, bu süreci açıklamak için sekiz temel tez
öne sürer. Bunlardan en dikkat çekici olanı, etnik temizliğin planlı ve
programlı bir "nihai çözüm" olarak başlamadığı, aksine siyasi ve
jeopolitik krizlerin yönetilememesi sonucunda kademe kademe tırmandığıdır,.
1. Yerleşimci
Demokrasileri ve Sömürge Temizliği
Demokrasinin karanlık yüzünün en net görüldüğü
alanlardan biri, paradoksal olarak en demokratik kabul edilen toplumlardır:
Yerleşimci sömürgeleri (ABD, Avustralya). Mann, İktidarın Tarihi
kitabında da detaylandırdığı üzere, otoriter sömürge yönetimlerinin (İspanyol
veya İngiliz Krallığı gibi) yerli halklara karşı, yerleşimci demokrasilerine
kıyasla daha "koruyucu" olabildiğini belirtir. Çünkü krallıklar ve
imparatorluklar, yerlileri vergi verecek ve çalışacak tebaa olarak görürken;
demokratik haklarla donatılmış yerleşimciler (beyazlar), yerlilerin
topraklarını istemekte ancak emeklerine ihtiyaç duymamaktadır,,.
Örneğin, ABD'de ve Avustralya'da yerli halkların
maruz kaldığı kırım, "biz, halk" (we, the people) ifadesinin sadece
beyaz yerleşimcileri kapsaması ve yerlilerin bu dairenin dışında, hatta
insanlık dairesinin dışında tutulmasıyla meşrulaştırılmıştır. Thomas Jefferson
veya Andrew Jackson gibi demokrat liderlerin, yerlilerin imhasında veya
sürülmesinde oynadıkları rol, demokrasinin bu dışlayıcı doğasının kanıtıdır,.
2. Ermeni Tehciri ve Jön Türkler
Osmanlı
İmparatorluğu'nun son döneminde yaşananlar, çok kültürlü bir imparatorluktan
organik bir ulus-devlete geçişin sancılarını yansıtır. Mann, Jön Türklerin başlangıçta
Osmanlıcı ve liberal bir çizgide olduğunu, hatta Ermeni milliyetçileriyle
(Taşnaklar gibi) Abdülhamid istibdadına karşı iş birliği yaptıklarını
hatırlatır,. Ancak Balkan Savaşları'ndaki toprak kayıpları, Rusya'nın
Doğu Anadolu üzerindeki emelleri ve Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı
varoluşsal kriz ("beka sorunu"), İttihat ve Terakki yönetimini
radikal bir Türk milliyetçiliğine (ethnos temelli bir anlayışa) sürüklemiştir.
Burada "tehlike bölgesi" (danger zone)
kavramı devreye girer: İki farklı etnik grup (Türkler ve Ermeniler), aynı
topraklar üzerinde birbirine rakip ve meşru gördükleri egemenlik iddialarında
bulunmaktadır. Ermenilerin, Rus ordusuyla iş birliği yapma ihtimali (veya kısmi
iş birliği), devletin gözünde onları "iç düşman" statüsüne sokmuş ve
önceden planlanmamış olsa da, kriz anında alınan kararlar (B Planı, C Planı)
hızla radikalleşerek kitlesel ölümlere yol açan bir tehcire dönüşmüştür.
3. Nazizm ve
Radikalleşen Devlet
Mann, Nazi Almanyası örneğini incelerken, bunun
sadece "çılgın bir liderin" (Hitler) eseri olmadığını, Alman
toplumunun yapısında ve dönemin jeopolitik koşullarında kökleri olduğunu
vurgular. Birinci Dünya Savaşı yenilgisi, Versay Antlaşması'nın yarattığı
travma ve Büyük Bunalım, Alman orta sınıflarını ve elitlerini radikal çözümlere
itmiştir. Naziler, sınıf çatışmasını "ırk çatışması" ile ikame
ederek, Alman milletinin (Volk) organik birliğini bozan Yahudileri ve
Bolşevikleri hedef tahtasına oturtmuştur.
İktidarın Tarihi eserinde de
belirtildiği gibi, Nazi rejimi "topyekûn savaş" (total war) kavramını
benimsemiş ve devleti, militarizmi ve ırkçılığı birleştirerek benzeri
görülmemiş bir şiddet makinesi yaratmıştır. Yahudi Soykırımı (Holokost), sadece
bir nefret suçu değil, aynı zamanda modern bürokrasinin, teknolojinin ve
disiplinin, sapkın bir "bahçe temizliği" (arındırma) mantığıyla
kullanılmasıdır.
4. Komünist
Temizlik: Sınıfkırım
Demokrasinin sosyalist versiyonu da benzer bir
karanlık yüze sahiptir. Burada "halk", etnik bir grup yerine
"proletarya" (işçi sınıfı) ile özdeşleştirilir. Devrimci dönüşümün
önünde engel olarak görülen burjuvazi, toprak sahipleri (kulaklar) veya
"karşı devrimciler", halkın düşmanı ilan edilerek tasfiye edilir.
Mann buna "sınıfkırım" (classicide) adını verir,.
Stalin Rusyası'nda, Mao'nun Çin'inde ve Pol
Pot'un Kamboçya'sında yaşanan kitlesel ölümler, bir etnik grubu değil, bir
toplumsal sınıfı veya siyasi grubu hedef almıştır. Ancak mantık aynıdır:
Organik bir bütün olarak tasavvur edilen "halk"ı (bu sefer işçi-köylü
ittifakı) korumak ve saflaştırmak için, "yabancı" veya
"parazit" sayılan unsurların temizlenmesi,. Kamboçya örneğinde olduğu
gibi, bu temizlik bazen o kadar ileri gitmiştir ki, gözlük takmak veya yabancı
dil bilmek bile "burjuva" ve dolayısıyla "ölümü hak eden"
bir özellik sayılmıştır.
Suçlular Kimlerdir?
Mann, etnik temizliğin faillerini analiz ederken
"sıradan insanlar" tezine dikkat çeker. Katliamları yapanlar
genellikle psikopatlar veya doğuştan caniler değildir. Üç ana fail grubu
vardır:
- Radikal
Elitler:
Devleti veya partiyi yöneten, ideolojik çerçeveyi çizen liderler.
- Militanlar: Paramiliter grupları oluşturan, şiddete
eğilimli, genellikle genç erkeklerden oluşan çeteler.
- Yandaş
Tabanı:
Çoğunlukla mültecilerden, sınır bölgelerinde yaşayanlardan veya devletten
nemalananlardan oluşan, temizliğe destek veren halk kesimleri.
Bu insanlar, ideolojik inanç (dava), kariyerizm
(yükselme hırsı), maddi çıkar (yağma), korku (öldürülmemek için öldürme) ve
yoldaşlık baskısı gibi "alelade" insani güdülerle hareket ederler,.
Örneğin, Ruanda'da Hutuların Tutsileri katletmesi, sadece "kadim
nefretlerle" değil, aynı zamanda radyo yayınlarıyla kışkırtılan korku,
toprak kapma hırsı ve otoriteye itaat gibi modern mekanizmalarla
gerçekleşmiştir,.
Günümüze Bakan Yüzü ve Çıkarılacak Dersler
Bu tarihsel ve sosyolojik analiz, günümüz dünyası
için hayati uyarılar içermektedir. Mann'ın belirttiği gibi, etnik temizlik
Kuzey Yarımküre'de (Batı'da) büyük ölçüde tamamlanmış ve istikrarlı
ulus-devletler kurulmuştur. Ancak "Güney"de (gelişmekte olan
ülkelerde), demokratikleşme süreçleri, etnik ve dini kimliklerin
siyasallaşmasıyla birlikte hala büyük riskler taşımaktadır.
Çıkarılacak temel ders şudur: Sandıktan çıkan
çoğunluk iradesi (seçimsel demokrasi), tek başına azınlıkların haklarını
korumaya yetmez. Aksine, kurumsallaşmamış, denge ve denetleme mekanizmalarından
yoksun bir demokrasi, çoğunluğun tiranlığına dönüşerek etnik çatışmaları
körükleyebilir. Gerçek bir demokrasi, sadece demosun (seçmenlerin)
değil, tüm farklılıklarıyla birlikte toplumun tamamının anayasal güvence
altında olduğu, "organik" bütünlük masallarına kapılmayan çoğulcu bir
yapıyı gerektirir.
Mann'ın ifadesiyle: "Kötülük uygarlığımızın
dışından, 'ilkel' deme arzusu duyduğumuz ayrı bir alemden gelmez. Kötülüğü
yaratan uygarlığın ta kendisidir". Bu nedenle, modernite ve demokrasiyle
övünürken, onların gölgesinde pusuda bekleyen bu karanlık potansiyeli daima
akılda tutmak gerekir.
Kürtlerin Durumu
Şöyle bir soru sorulursa: "Michael Mann'ın Demokrasinin Karanlık
Yüzü eserinde ortaya koyduğu teorik çerçeve ve tarihsel veriler ışığında,
Ermeni meselesi ile günümüzdeki Kürt sorunu arasındaki yapısal benzerlikler,
farklar ve muhtemel sonuçlar nasıl analiz edilebilir?"; bu durumu
"tarihin tekerrürü" gibi kaderci bir yaklaşımdan ziyade, modern
ulus-devlet inşasının yarattığı sosyolojik krizler ve "rakip egemenlik
iddiaları" üzerinden okumak gerekmektedir.
Mann’ın analizleri, devletlerin etnik
çeşitlilikle başa çıkma yöntemlerinin (asimilasyon, baskı, tehcir, soykırım)
tarihsel koşullara, jeopolitik tehdit algısına ve grupların kimliklerine göre
nasıl değiştiğini gösterir.
1. Tarihsel Bağlam: Ermeniler ve Kürtler
Arasındaki Yapısal Farklar
Michael Mann, Osmanlı İmparatorluğu'nun son
döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda Ermenilere ve Kürtlere
uygulanan politikaların neden farklılaştığını, "biz ve öteki"
algısının inşası üzerinden açıklar.
- Dini ve Kültürel Farklılık: İttihat ve Terakki yönetimi
ve sonrasındaki kadrolar için Ermeniler, Hıristiyan olmaları ve Batılı
güçlerle (özellikle Rusya ile) kurdukları ilişkiler nedeniyle
"yabancı" ve "asimile edilemez" bir unsur olarak
görülmüştür. Bu durum, onları bir "iç düşman" kategorisine
sokmuş ve (önceki yazılarımızda) detaylandırıldığı üzere "D
Planı"na (soykırım) giden yolu açmıştır.
- Kürtlerin Konumu: Mann’a göre Kürtler,
Müslüman olmaları sebebiyle Ermenilerden farklı bir kategoride
değerlendirilmiştir. Türk milliyetçileri, Kürtleri "daha ilkel"
ve aşiret yapısına sahip, ancak din bağı sayesinde "rüşvetle, iknayla
veya zorla" Türklüğe asimile edilebilecek ve modernleştirilebilecek
bir grup olarak görmüştür. Bu nedenle Kürtlere yönelik ağırlıklı politika
"kitlesel imha" değil, "zorla asimilasyon"
(Türkleştirme) ve isyan durumlarında "kısmi tehcir" olmuştur.
Mann, 1916-1917 yıllarında bazı Kürt aşiretlerinin sürüldüğünü, ancak
bunların öldürülmekten ziyade Türk nüfusu içinde erimelerinin beklendiğini
belirtir.
2. Günümüzdeki Durum: Rakip Egemenlik İddiaları
Mann’ın 3. Tezi, etnik çatışmaların en tehlikeli
halini aldığı durumun "iki farklı grubun aynı topraklar üzerinde birbirine
rakip ve meşru gördükleri egemenlik iddialarında bulunması" olduğunu
belirtir. Kullanıcı sorusundaki "tarih tekerrürden ibarettir"
ifadesi, sosyolojik olarak bu yapısal çatışmanın devamlılığına işaret eder.
- Ulus-Devlet İdeali ve Küreselleşme: Mann,
modern dünyada "kendi kaderini tayin etme" (self-determination)
hakkının ve ulus-devlet idealinin küreselleştiğini vurgular. Eskiden
bastırılabilen veya yerel özerklikle idare edilebilen talepler, modern
iletişim ve siyasi bilinç sayesinde artık daha dirençli hale gelmiştir.
- Asimilasyonun İmkansızlığı: Mann’ın analizine göre,
Türkiye, İran ve Irak gibi devletlerin Kürt hareketlerini "asimile
etmesi" veya tamamen "bastırması" artık mümkün
görünmemektedir. Çünkü etnik bilinç, modernleşme süreciyle birlikte
(okullaşma, medya, diaspora etkisi) "nesneleşmiş" ve
katılaşmıştır. Eskiden "gözenekli" ve geçişken olan kimlikler
(Müslüman, komşu, köylü gibi), siyasi çatışmalarla birlikte katı etnik
kimliklere (sadece Türk veya sadece Kürt) dönüşmüştür.
3. Muhtemel Sonuçlar ve Gelecek Senaryoları
Michael Mann, Demokrasinin Karanlık Yüzü
eserinin sonuç bölümünde, bu tür çatışmaların (Kuzey İrlanda, Bask, Sri Lanka,
Kürt sorunu vb.) olası çözümlerini ve risklerini tartışır. "Sonuç ne
olabilir?" sorusuna Mann'ın perspektifinden verilecek cevaplar şunlardır:
A. Askeri Çözümün Sınırlılığı Mann,
devletlerin "bir sonraki askeri saldırının" sorunu nihai olarak
çözeceği rüyasından vazgeçmesi gerektiğini savunur. Askeri baskı, hareketleri
geçici olarak zayıflatsa da, modern dünyadaki ulus-devlet ideali ve küresel
silah ticareti (zayıfların silahı: Kalaşnikof ve terör) nedeniyle bu hareketler
yeniden ortaya çıkma eğilimindedir. Bastırma politikaları, genellikle karşı
tarafın direniş azmini artırır ve radikalleşmeyi besler (Tez 4a: Zayıf tarafın
dışarıdan yardım umarak direnmesi).
B. Siyasi Çözüm Modelleri Mann, cinai
temizlik veya sürekli çatışma dışında kalan çözüm yollarını şöyle sıralar:
- Kademeli Haklar ve Oydaşmacılık
(Consociationalism): Sadece bireysel hakların (liberal
demokrasi) tanınması, etnik çatışmaları çözmeye yetmeyebilir. Mann,
çoğunluk ve azınlık cemaatlerinin kurumsallaşmış iktidar paylaşımı
düzenlemelerine gitmesini önerir. Bu, İspanya (Katalonya), Belçika veya
İsviçre modellerinde olduğu gibi, bölgesel özerklik, kültürel haklar ve
yerel yönetimlerin güçlendirilmesini içerebilir.
- Bölgesel Özerklik: Mann, Kürtlerin Türkiye,
İran ve Irak'ta "belli bir bölgesel özerkliği" sağlama aldıktan
sonra, kendi ulus-devletlerini talep etme arzularının azalabileceğini veya
bu talebin daha "alelade" (bayrak, dil, spor takımı gibi)
konulara indirgenebileceğini öngörür. İskoçya veya Quebec örneklerinde olduğu gibi,
özerklik elde edildiğinde, bağımsızlık talebi hayati bir
"ölüm-kalım" meselesi olmaktan çıkıp, ekonomik ve bürokratik bir
tartışmaya dönüşebilir.
C. En Kötü Senaryo: Etnik Temizlik ve İç Savaş Eğer
devletler "organik milliyetçilikte" (devletin sadece tek bir etnik
gruba ait olduğu inancı) ısrar eder ve azınlık taleplerini "varoluşsal bir
tehdit" olarak algılamaya devam ederse, çatışma "Tehlike
Bölgesi"nde kalmaya devam eder. Bu durum, Yugoslavya örneğinde görüldüğü
gibi, devletin otoritesinin zayıfladığı veya jeopolitik bir krizin yaşandığı
anlarda, karşılıklı şiddetin tırmanmasına ve kitlesel sürgünlere (temizliğe)
yol açabilir.
Çıkarılacak Dersler ve Yorum
Mann'ın eserlerinden çıkarılacak ana fikir şudur:
Tarih, ancak siyasi yapılar ve zihniyetler değişmezse tekerrür eder.
- Organik Milliyetçilik Tuzağı: Devletin "tek dil, tek
din, tek soy" üzerine kurulu organik bir bütün olduğu ısrarı, modern
çok-etnili toplumlarda çatışmayı körükler. Demokrasinin sadece
"çoğunluğun oyu" değil, azınlıkların da korunduğu
"katmanlı" bir yapı olması gerekir.
- Baskının Ters Tepmesi: Tarihsel
örnekler (İrlanda, Cezayir, Sri Lanka), etnik taleplerin sadece askeri
güçle bastırılmaya çalışılmasının, sorunu çözmek yerine derinleştirdiğini
ve karşı milliyetçiliği güçlendirdiğini göstermektedir.
- Çözümün Yolu: Sonuç
olarak Mann, modern dünyada etnik çatışmaların çözümünün
"asimilasyon" veya "imha" değil, siyasi uzlaşı, güç
paylaşımı ve kültürel tanınma olduğunu savunur. Aksi takdirde,
"Güney" (gelişmekte olan ülkeler), "Kuzey"in
(Batı'nın) geçmişte yaşadığı acı verici etnik temizlik süreçlerini
tekrarlamak zorunda kalabilir.
Özetle, Kürt sorununun Ermeni meselesi gibi bir "imha"
ile sonuçlanması Mann'ın teorisine göre düşük bir ihtimaldir (dini ortaklık ve
konjonktür farkı nedeniyle), ancak siyasi bir çözüm (özerklik, yerel yönetim
reformu vb.) üretilmezse, çatışmanın düşük veya orta yoğunlukta uzun süre devam
etmesi en muhtemel "tekerrür" senaryosudur.
Devletler Ve Milletlerin Tek Bir Siyasi Çatı Altında,
Barış Ve Huzur İçinde Bir Araya Gelememesi
Şöyle bir soru sorulursa: "Devletler ve
milletlerin tek bir siyasi çatı altında, barış ve huzur içinde bir araya
gelememesinin kök nedenleri nelerdir ve Michael Mann'ın tarihsel sosyolojisi,
bu kronik soruna çözüm olarak hangi modelleri önermektedir?"; bu meseleyi
(önceki yazılarımızda) ele aldığımız Demokrasinin Karanlık Yüzü ve İktidarın
Tarihi (III. Cilt) eserlerindeki teorik çerçeve üzerinden, modernitenin
paradoksları ve çözüm arayışları ekseninde detaylandırmak gerekmektedir.
Michael Mann'a göre, devletlerin ve milletlerin
bir araya gelememesinin veya bu birlikteliğin kanlı bir şekilde sona ermesinin
temelinde "kötü niyetli insanlar" veya "kadim nefretler"
değil, modern ulus-devlet inşasının yapısal sorunları ve demokrasi idealinin
yanlış kurgulanması yatmaktadır.
1. Bir Araya Gelememenin Temel Nedenleri
Milletlerin ve devletlerin çatışmasının ve
birleşememesinin altında yatan dinamikler, sosyolojik olarak dört ana başlıkta
toplanabilir:
A. Demos ve Ethnos Karışıklığı Modern çağın
en büyük siyasi tuzağı, demokrasi kavramının merkezinde yer alan
"halk" (the people) tanımındaki belirsizliktir. Mann, bu kavramın iki
farklı Yunanca kökene dayandığını belirtir:
- Demos: Siyasi
bir topluluğun tüm vatandaşlarını kapsayan, sınıfsal veya bölgesel
farkları olan ama eşit haklara sahip kitle.
- Ethnos: Ortak
bir soy, dil ve kültür mirasına sahip olduğu varsayılan belirli bir etnik
grup.
Sorun,
devletin meşruiyet kaynağı olan "halkın egemenliği" ilkesinin, demos
yerine ethnos olarak yorumlanmasıyla başlar. Eğer devlet
"halkın" ise ve halk da "sadece bizden olanlar" (örneğin
sadece Almanlar, sadece Sırplar veya sadece Türkler) olarak tanımlanıyorsa, o
zaman o sınırlar içinde yaşayan diğer etnik gruplar (Yahudiler, Ermeniler,
Arnavutlar vb.) "halkın" bir parçası sayılmazlar. Bu dışlayıcı
anlayış, azınlıkları devletin bünyesindeki bir "yabancı cisim" veya
"virüs" olarak görerek onları temizleme veya dışlama arzusunu
doğurur.
B. Organik Milliyetçilik ve "Katmanlı"
Halk Mann, devletlerin milletleri bir arada tutup tutamayacağını belirleyen iki
farklı demokrasi anlayışını karşılaştırır:
- Liberal/Katmanlı Anlayış:
Kuzeybatı Avrupa'da (İngiltere, İsviçre) gelişen bu modelde,
"halk" tek parça değil, sınıflar ve çıkar grupları halinde
"katmanlı" (stratified) olarak görülür. Devletin görevi, bu
farklı çıkarları uzlaştırmaktır. Bu modelde farklılıklar bir tehdit değil,
yönetilmesi gereken bir çeşitliliktir.
- Organik Anlayış: Orta ve
Doğu Avrupa'da gelişen bu modelde ise millet, "bir ve bölünmez",
biyolojik veya ruhsal bir bütün (organik) olarak tasavvur edilir. Bu
bütünlüğü bozan her türlü sınıf çatışması veya etnik çeşitlilik, ulusun
sağlığına zararlı görülerek bastırılmaya çalışılır. Faşizm ve aşırı
milliyetçilik, bu organik bütünlük arzusunun en uç noktasıdır. Organik
milliyetçiliğin hakim olduğu yerde, farklı milletlerin bir çatı altında
yaşaması imkansızlaşır.
C. Rakip Egemenlik İddiaları ve "Tehlike
Bölgesi" Devletler ve milletlerin birleşememesinin en
somut nedeni, Mann'ın "Tehlike Bölgesi" (Danger Zone) olarak
adlandırdığı durumdur. Bu
durum, iki farklı etnik grubun aynı toprak parçası üzerinde, birbirini
dışlayan, ahlaken meşru gördükleri ve gerçekleştirilebilir olduğuna inandıkları
bir devlet kurma iddiasında bulunmalarıyla ortaya çıkar. Bir taraf
"burası bizim tarihi vatanımız" derken, diğer taraf "biz burada
çoğunluğuz ve kendi kaderimizi tayin hakkımız var" dediğinde, uzlaşma
zemini kaybolur ve çatışma kaçınılmaz hale gelir.
D. Sınıf Çatışmasının Etnisiteye Kanalize
Edilmesi İlginç bir konu olarak; Mann, etnik çatışmaların çoğu zaman maskelenmiş
sınıf çatışmaları olduğunu belirtir. Sosyalist ideallerin zayıfladığı yerlerde,
"sömürülen sınıf" söyleminin yerini "sömürülen millet"
(proleter ulus) söylemi alır. Yoksul bir etnik grup, zengin veya devlete hakim
olan diğer etnik grubu sadece "farklı" olduğu için değil, kendisini
sömürdüğü için (plütokratik/emperyalist ulus) düşman olarak görür. Bu ekonomik
hınç, etnik ayrışmayı derinleştirir ve bir arada yaşamayı zorlaştırır.
2. Çözüm Önerileri ve Modeller
Michael Mann, Demokrasinin Karanlık Yüzü
eserinin sonuç bölümünde ve İktidarın Tarihi serisinde, bu yapısal
sorunlara karşı geliştirilebilecek kurumsal çözümleri tartışır. Mann'a göre
çözüm, "baskı" veya "asimilasyon" değil, farklılıkların
kurumsallaştırılmasıdır.
A. Oydaşmacılık / "Consociationalism" Mann'ın en güçlü çözüm
önerilerinden biri, azınlıkların sadece bireysel haklarla değil, "grup
hakları" ile de korunduğu oydaşmacı demokrasi modelidir.
Liberal demokrasinin "bir kişi bir oy" prensibi (çoğunlukçu sistem),
etnik çatışmaların olduğu yerlerde "çoğunluğun diktatörlüğüne"
dönüşebilir. Buna karşılık oydaşmacılık şunları önerir:
- Grup Vetosu: Azınlık gruplarına,
kendilerini doğrudan ilgilendiren hayati konularda (eğitim, dil, din)
çoğunluğun kararlarını veto etme hakkı verilmesi.
- Orantılı Temsil: Devlet
kadrolarının, bütçenin ve meclis sandalyelerinin, nüfus oranına göre
gruplar arasında adil bir şekilde paylaştırılması.
- Büyük Koalisyon:
Hükümetin sadece çoğunluk partisinden değil, tüm büyük etnik grupların
liderlerinin katılımıyla oluşması.
- Örnekler: Belçika, İsviçre ve kısmen
Lübnan (iç savaştan önce ve sonra) bu modeli uygulayarak farklı milletleri
bir çatı altında tutmaya çalışmıştır.
B. Bölgesel Özerklik ve Federalizm Eğer etnik
gruplar belirli bir coğrafyada yoğunlaşmışsa, çözüm üniter devlet ısrarından
vazgeçip federalizm veya bölgesel özerklik tanımaktır. Mann, İspanya'nın
Katalonya ve Bask bölgelerine, Birleşik Krallık'ın İskoçya ve Galler'e tanıdığı
özerkliklerin, ayrılıkçı şiddeti azalttığını ve devleti bir arada tuttuğunu
belirtir. Yerel meclisler, kültürel haklar ve kendi polis gücüne sahip olma
gibi yetkiler, "kendi kaderini tayin etme" arzusunu tatmin ederek,
tam bağımsızlık talebini sönümlendirebilir.
C. Bireysel Hakların Ötesine Geçmek Mann,
özellikle ABD ve Avrupa Birliği'nin (Kuzey'in) dünyaya empoze ettiği
"sadece bireysel insan hakları yeterlidir" görüşünü eleştirir. Etnik
çatışmaların olduğu "Güney" ülkelerinde (Afrika, Asya, Ortadoğu),
insanlar kendilerini sadece "birey" olarak değil, bir cemaatin üyesi
olarak görürler. Bu nedenle çözüm, liberal bireycilik ile kolektif grup
haklarının bir sentezini gerektirir. Anayasalarda "biz halk"
tanımının etnik bir atıf (örneğin sadece Hırvatlar veya sadece Türkler) yerine,
o topraklarda yaşayan tüm vatandaşları kapsayan hukuki bir terimle (örneğin
vatandaşlar) değiştirilmesi hayati önem taşır.
D. En Kötü Durum Senaryosu: Ayrılma (Partition) Eğer karşılıklı güven tamamen
yok olmuşsa, örneğin bir soykırım veya kanlı bir iç savaş yaşanmışsa
(Ermeni-Türk, Hutu-Tutsi, Sırp-Hırvat çatışmaları gibi), "bir çatı
altında" yaşamak artık imkansız olabilir. Mann, bu tür uç
durumlarda, ayrılmanın (iki ayrı devlet kurmanın) "kötünün
iyisi" bir çözüm olabileceğini kabul eder. Ancak bunun da yeni azınlık
sorunları yaratma ve sınır çatışmalarını sürdürme riski vardır. Yine de,
Kuzey'in (Batı'nın) geçmişte yaptığı gibi, kanlı bir homojenleşme süreci
yerine, barışçıl nüfus mübadeleleri veya sınır değişiklikleri, sürekli iç
savaştan daha insani bir çözüm olabilir.
Sonuç olarak; Devletler ve milletlerin bir
araya gelememesinin temel nedeni, devletin "organik" bir etnik mülk
olarak görülmesi ve demokrasinin "çoğunluğun tahakkümü" olarak
uygulanmasıdır. Teklif edilebilecek çözüm; devletin etnik olarak "tarafsızlaşması",
egemenliğin katı ve merkeziyetçi yapısının esnetilerek oydaşmacı veya federal
modellerle paylaşılması ve "halk" kavramının etnik kökenden
arındırılıp, çok kültürlü bir vatandaşlık zeminine oturtulmasıdır. Mann'ın
ifadesiyle, "Kuzey" (gelişmiş ülkeler) bu süreçleri yüzyıllar süren
acı tecrübelerle (ve etnik temizliklerle) tamamlamıştır; "Güney"in bu
acıları tekrar etmemesi için, bu kurumsal, çoğulcu çözümlere (oydaşmacılık
gibi) kaynak ve destek ayrılması gerekmektedir.
Federasyon ve İmparatorluk Çatısı Çözüm Olabilir mi?
Şöyle bir soru sorulursa: "Farklı dil ve
dinlere mensup toplumların bir arada yaşaması zorlu bir süreçken, federasyon
veya imparatorluk modelleri bu sorunu çözebilir mi ve Rusya örneğinde görüldüğü
üzere, devlet yapısı değişse de dış siyasetteki ve güvenlik bürokrasisindeki
(KGB/FSB geleneği) süreklilik nasıl sağlanmaktadır?"; bu durumu Michael
Mann'ın İktidarın Tarihi ve Demokrasinin Karanlık Yüzü
eserlerindeki "imparatorlukların yönetimi", "parti-devlet
bütünleşmesi" ve "altyapısal iktidar" kavramları üzerinden
detaylandırmak gerekir.
1. Federasyon ve İmparatorluk Çatısı Çözüm
Olabilir mi?
Mann'ın analizlerine göre, modern ulus-devlet
ideali "organik" bir bütünlük (tek dil, tek din, tek etnisite) talep
ettiğinde, farklılıkların bir arada yaşaması imkansız hale gelmekte ve çatışma
doğmaktadır. Buna karşılık imparatorluklar ve federasyonlar, tarihsel olarak
farklı bir yönetim mantığı sundukları için bu sorunu çözme potansiyeline sahip
olmuşlardır, ancak modern çağda bu modellerin de ciddi zaafiyetleri ortaya
çıkmıştır.
A. İmparatorlukların "Dolaylı Yönetim"
Avantajı Mann, imparatorlukları "merkezin
çevreye hükmettiği ancak yerel çeşitliliği yok etmeden yönettiği
sistemler" olarak tanımlar. Klasik imparatorluklar (Osmanlı veya
Habsburg gibi), tebaalarını kültürel olarak homojenleştirmeye (benzeştirmeye)
çalışmamışlardır. Bunun yerine "dolaylı yönetim" (indirect
rule) ilkesini benimsemişlerdir. Bu sistemde merkez, yerel elitler (aşiret
reisleri, dini liderler) aracılığıyla vergi toplar ve düzeni sağlar, ancak
halkın diline veya dinine karışmazdı. Bu, farklı grupların bir çatı altında
çatışmasız yaşamasını sağlayan gevşek bir yapıydı,. Ancak demokrasi ve milliyetçilik çağı
başladığında, "halk"ın kim olduğu sorusu sorulmaya başlanmış ve bu
gevşek yapı, yerini "biz ve onlar" ayrımına bırakarak çökmüştür.
B. Federasyon ve "Oydaşmacılık"
(Consociationalism) Mann, farklılıkların bir arada yaşayabilmesi
için modern çağda önerilen en güçlü modelin, üniter ulus-devlet yerine "oydaşmacı
demokrasi" veya federasyon olduğunu belirtir. Bu modelde devlet, tek
bir etnik grubun mülkü değildir.
- İsviçre veya Belçika örneklerinde olduğu gibi, farklı dil ve din
grupları merkezi iktidarı paylaşır, birbirlerinin kararlarını veto etme
hakkına sahiptir ve yerel bölgelerinde özerktirler,.
- Ancak Mann, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya gibi "sosyalist
federasyonların" kağıt üzerinde federasyon olsalar da, pratikte
merkezi bir "parti-devlet" otoritesiyle yönetildikleri
için, bu birliği ancak baskı yoluyla sağlayabildiklerini ve merkezi
otorite zayıfladığında etnik çatışmaların (etnik temizliklerin) patlak
verdiğini vurgular. Sovyet sistemi, ulusal cumhuriyetler kurarak etnik
kimlikleri kurumsallaştırmış, ancak merkezi baskı kalkınca bu kurumlar
ayrılıkçılığın aracı haline gelmiştir,.
2. Rusya'da Devlet Geleneği ve Güvenlik
Bürokrasisinin Sürekliliği
Kullanıcının
"Rusya dağıldı görünse de dış siyasette aynı görüşleri taşıyor"
tespiti, Mann'ın Rus/Sovyet devlet yapısının "imparatorluk mirası" ve
"altyapısal iktidar" analiziyle birebir örtüşmektedir. Rejim değişse
de (Çarlık'tan Sovyetlere, oradan Federasyona), devletin jeopolitik
reflekslerinin ve güvenlik aygıtının (Çeka-NKVD-KGB-FSB) sürekliliği, belirli
sosyolojik mekanizmalarla sağlanmaktadır.
A. İmparatorluk Refleksi ve "Büyük Rus"
Şovenizmi Mann, Rusya'nın tarihsel olarak bir
"ulus-devlet" değil, bir "imparatorluk" olarak
şekillendiğini belirtir. Çarlık Rusyası, topraklarını genişleterek ve sınır
bölgelerindeki halkları (Çerkezler, Polonyalılar vb.) baskı altında tutarak
güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Bolşevik Devrimi (1917) enternasyonalist
(uluslararası) bir söylemle başlasa da, Stalin döneminde "tek ülkede sosyalizm" ve II.
Dünya Savaşı'ndaki "Büyük Vatanseverlik Savaşı" söylemleriyle
birlikte, rejim yeniden "Büyük Rus milliyetçiliğine" ve
imparatorluk reflekslerine dönmüştür.
- Mann'a göre, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra bile, Rusya'nın
dış politikası, "yakın çevre" (eski Sovyet cumhuriyetleri)
üzerindeki nüfuzunu koruma ve Batı'dan (NATO/AB) gelen tehditleri
sınırlarında karşılama stratejisi üzerine kuruludur. Bu, Çarlık döneminden
beri süregelen jeopolitik bir zorunluluk (veya algı) olarak kodlanmıştır.
B. Güvenlik Bürokrasisinin (KGB)
"Praetorian" Rolü Kullanıcının "her devletin başında KGB
elemanları olması" tespiti, Mann'ın "parti-devlet" ve "despotik
iktidar" analizinde yerini bulur. Mann, Sovyet sisteminde güvenlik
güçlerinin (NKVD/KGB) sıradan bir polis teşkilatı olmadığını, rejimin
"Muhafız Kıtası" (Praetorian Guard) gibi hareket ettiğini belirtir.
- Siyasi ve Askeri İktidarın Kaynaşması: Stalin,
orduya güvenmediği için güvenlik servisini (NKVD) güçlendirmiş ve onu hem
orduyu hem de partiyi denetleyen, devletin en organize ve disiplinli
aygıtı haline getirmiştir. Mann, bu yapının totaliter olmaktan ziyade,
rejimi ayakta tutan bir "böl ve yönet" aracı olduğunu savunur.
- Süreklilik Mekanizması:
Sovyetler Birliği çöktüğünde, Komünist Parti ideolojik meşruiyetini
yitirmiş, ancak devletin "altyapısal iktidarı"nı (istihbarat,
güvenlik, bürokrasi) elinde tutan kadrolar (nomenklatura) varlığını
sürdürmüştür. Bu
kadrolar, ideolojik kılıfı (komünizm) atıp, yerine "devletin
bekası" ve "Rus milliyetçiliği"ni koyarak iktidarlarını
devam ettirmişlerdir. Mann, bu tür rejimlerde liderlerin (Stalin
veya sonrası) kişisel karizmasından çok, bu güvenlik bürokrasisinin
kurumsal sadakatinin belirleyici olduğunu vurgular.
- Örgütlü Azınlığın Gücü: Mann'ın
sıkça vurguladığı gibi, kriz anlarında (örneğin SSCB'nin dağılması),
organize olmamış yığınlar (halk) değil, organize olmuş, silahlı ve
istihbarat ağına sahip küçük gruplar (güvenlik elitleri) sonucu belirler.
KGB kökenli yöneticilerin başarısı, bu "altyapısal iktidar"
ağlarına hakim olmalarından ve kaotik geçiş dönemlerinde düzeni
sağlayabilecek tek organize güç olarak kalmalarından kaynaklanmaktadır,.
Sonuç olarak,
federasyon veya imparatorluk benzeri çatılar, eğer "organik
milliyetçilik" (devletin sadece bir etnik gruba ait olduğu inancı)
baskın değilse ve iktidar adil paylaşılıyorsa çözüm olabilir. Ancak Rusya
örneğinde görüldüğü gibi, devletin güvenlik aygıtı (KGB geleneği), ideolojiler
değişse bile "devletin bekası" adına merkeziyetçi ve yayılmacı
refleksleri sürdüren, toplumun üzerinde özerk bir güç (despotik iktidar) olarak
kendini yeniden üretmeyi başarmaktadır.
"Tarihsel Süreçte Aynı Dini Ve Coğrafyayı
Paylaşan Türkler Ve Kürtler Arasında Modern Dönemde Ortaya Çıkan Ayrışma
Taleplerinin Sosyolojik Nedenleri Nelerdir Ve Bu Durum Sadece Dış Güçlerin
Müdahalesi İle Açıklanabilir Mi?";
Bu meseleyi Michael Mann'ın Demokrasinin
Karanlık Yüzü ve İktidarın Tarihi (III. Cilt) eserlerinde sunduğu
"organik milliyetçilik", "devletin radikalleşmesi" ve
"jeopolitik kışkırtma" teorileri üzerinden detaylıca tahlil etmek
gerekir.
Mann'ın teorisi, etnik çatışmaların "kadim
nefretlerden" değil, modern ulus-devlet inşasının yarattığı yapısal
krizlerden kaynaklandığını savunur.
1. Ortak Din ve Tarih Neden Ayrışmayı Önleyemedi?
(Önceki yazılarımızda) temas edildiği üzere,
Osmanlı İmparatorluğu gibi geleneksel imparatorluklar, tebaalarını
"dolaylı yönetim" / indirect rule ile idare ederdi. Bu
sistemde devlet, yerel halkın kültürüne, diline veya gündelik yaşamına doğrudan
müdahale etmez, vergisinı alır ve asayişi sağlardı. Bu yapı içinde Türkler ve Kürtler,
"Ümmet" çatısı altında ve İslam kardeşliği çerçevesinde yüzyıllarca
bir arada yaşamışlardır. Mann, Ermeni tehciri sırasında Kürtlerin,
Hıristiyan Ermenilere karşı devletin (Türklerin) yanında yer aldığını, çünkü
onları "bizden" (Müslüman) saydıklarını, Ermenileri ise
"yabancı" gördüklerini belirtir,,.
Ancak modernite ile birlikte bu yapı şu
nedenlerle bozulmuştur:
A. Ulus-Devletin "Organik" Tanımı İmparatorluktan ulus-devlete
geçişte, "halk" tanımı değişmiştir. Jön Türkler ve sonrasında
Cumhuriyet kadroları, devleti kurtarmak için "organik" bir bütünlük
(tek dil, tek kültür) aramışlardır. Mann'a göre, Türk milliyetçiliği
başlangıçta Kürtleri "asimile edilebilir" / assimilable bir
unsur olarak görmüştür. Kürtler, Müslüman oldukları için "Müstakbel Türkler" / Prospective
Turks olarak kodlanmış ve devlet, onları modernleştirerek (Türkleştirerek)
potada eritmeyi hedeflemiştir,. Ancak Kürtler, kendi dilleri ve kültürleri
baskı altına alınıp "Türklüğe" zorlandıkça, "Müslüman" üst
kimliği zayıflamış ve yerine tepkisel bir "Kürt" etnik kimliği
gelişmeye başlamıştır. Ortak din, modern ulus-devletin talep ettiği
"kültürel homojenliği" / cultural homogeneity sağlamaya
yetmemiştir.
B. Devletin Nüfuzu ve Kimliklerin Katılaşması Mann'a göre,
modern devletin "altyapısal iktidarı" / infrastructural power
(okul, vergi, nüfus sayımı, yol) arttıkça, devlet yerel kültürlerin üzerine
daha fazla gitmiştir. Eskiden "gözenekli" / porous ve geçişken
olan kimlikler (hem Müslüman, hem komşu, hem aşiret üyesi), devletin "Ya
Türksün ya değilsin" dayatmasıyla katılaşmış ve
"nesneleşmiştir". Kürtler, devletin bu baskısına karşı kendi etnik
milliyetçiliklerini geliştirerek yanıt vermişlerdir. Mann, bu süreci
"etnisitenin sınıfa ve dine baskın çıkması" olarak tanımlar,.
2. "Dış Mihraklar" ve Jeopolitik
Faktörler
Kullanıcının sorusundaki "dış mihrakların
emelleri" ifadesi, Mann'ın analizinde 4a Tezi ile karşılık bulur;
ancak bu, tek başına bir neden değil, çatışmayı tırmandıran bir
"katalizör" olarak değerlendirilir.
A. Zayıf Tarafın Direnci ve Dış Destek Mann'ın 4a
Tezi şöyledir: Etnik çatışmalarda gücü az olan taraf (burada Kürt hareketi),
devletin baskısına boyun eğmek yerine savaşma cüretini gösterir. Bu cüreti,
genellikle dışarıdan (komşu devletlerden veya büyük güçlerden) yardım alacağına
inandığı için bulur.
- Örnek: Soğuk
Savaş döneminde veya Körfez Savaşları sırasında, Kürt hareketleri bölgesel
rakiplerden (İran, Suriye) veya küresel güçlerden (ABD, SSCB) lojistik ve
siyasi destek görmüşlerdir. Mann, zayıf tarafın dışarıdan destek
almasının, çatışmayı uzattığını ve devletin "güvenlik ikilemi" /
security dilemma yaşayarak daha da sertleşmesine (radikalleşmesine)
yol açtığını belirtir,.
B. Emperyalizm ve "Böl ve Yönet" Michael Mann, İktidarın
Tarihi eserinde, İngiliz ve Fransız gibi emperyal güçlerin, sömürgelerinde
veya nüfuz alanlarında "böl ve yönet" / divide and rule
stratejisi izleyerek etnik ve dini ayrımları derinleştirdiğini anlatır.
Örneğin İngilizler, Irak'ta Sünni, Şii ve Kürt dengelerini kendi çıkarlarına
göre manipüle etmişlerdir. Ancak Mann, çatışmanın asıl sebebinin dış
güçler değil, içerideki "rakip egemenlik iddiaları" olduğunu
vurgular. Yani dış güçler var olan bir yarayı kaşır, ancak yarayı (etnik
farkındalığı ve devlet talebini) yoktan var etmezler. Kürt milliyetçiliği,
sadece dış kışkırtma ile değil, modern dünyadaki "kendi kaderini tayin
etme" / self-determination hakkının küresel bir norm haline
gelmesiyle de yükselmiştir,.
3. Neden Ayrılmak İstiyorlar? (Tehlike Bölgesi)
Bugünkü durumun temel nedeni, Mann'ın
"Tehlike Bölgesi" / Danger Zone olarak adlandırdığı yapısal
krizdir:
- Rakip Egemenlik İddiaları: İki
farklı grup (Türk devleti ve Kürt hareketi), aynı topraklar üzerinde
(Güneydoğu Anadolu) birbirine rakip ve kendi açılarından "meşru"
gördükleri bir egemenlik iddiasında bulunmaktadır. Devlet "vatanın
bölünmez bütünlüğü" derken, Kürt hareketi "kendi kimliğiyle yaşama veya
özyönetim" talep etmektedir.
- Demokrasinin Paradoksu: Mann'a
göre demokrasi, "halk"ın (demos) egemenliğidir. Ancak
"halk" etnik bir terimle (sadece Türkler) tanımlandığında,
Kürtler demokrasinin dışında kalmakta veya "ikinci sınıf"
hissetmektedir. Bu dışlanmışlık hissi, ekonomik geri kalmışlıkla (bölgesel
eşitsizlik) birleştiğinde, "sınıf çatışması" etnik bir kılığa
bürünerek ayrılıkçı talepleri güçlendirmektedir,.
Sonuç olarak; Kürtler ve Türklerin ayrışma noktasına gelmesi, sadece
"dış mihrakların" oyunu olarak açıklanamaz; bu, sorunu basite
indirgemek olur. Asıl
neden, modern ulus-devletin "tek tipçi" yapısının, farklı bir etnik
kimliği (Kürtleri) kapsayamaması ve bu kimliğin zamanla politize olarak rakip
bir egemenlik talebine dönüşmesidir. Dış güçler (mihraklar), Mann'ın analizine
göre, bu iç çatışmayı kendi çıkarları için kullanmış, zayıf tarafı (Kürtleri)
cesaretlendirerek devletin güvenlik kaygılarını artırmış ve şiddet sarmalını
beslemişlerdir,. Çözüm, Mann'ın önerisiyle, dış güçlerin etkisini
kıracak şekilde içeride "kapsayıcı" ve "çok katmanlı" bir
vatandaşlık anlayışının geliştirilmesidir.
Şöyle bir soru sorulursa: "Tarihsel süreçte
Ermenilerin ve Kürtlerin uzun ömürlü ve istikrarlı devlet tecrübelerinin
zayıflığı, bu toplumların ayrılmak yerine mevcut devlet yapıları içinde barışla
yaşamalarını sosyolojik olarak daha 'doğal' kılmaz mı; ayrıca Rusya'nın
Ermenistan'ı bir tampon bölge olarak kurgulaması ve Orta Asya'daki Türk
halklarını (Tatar, Özbek, Kazak) parçalayarak yönetmesi stratejisi Michael
Mann'ın iktidar teorileriyle nasıl açıklanabilir?", bu kapsamlı konuyu
eldeki Demokrasinin Karanlık Yüzü ve İktidarın Tarihi (III. Cilt)
eserlerinin sunduğu teorik çerçeveyle analiz etmek gerekmektedir.
1. Devlet Tecrübesi ve "Bir Arada Yaşama"nın Doğallığı
Michael Mann'ın analizlerine göre, bir milletin
tarihinde uzun ömürlü bir devletinin olup olmaması, modern dönemdeki
ayrılıkçılık veya bütünleşme tercihlerini belirleyen tek faktör değildir.
Soruda ima edilen "devlet tecrübesi yoksa birleşmek doğaldır"
mantığı, imparatorluklar çağı için geçerli olsa da, modern ulus-devlet çağında
"organik milliyetçilik" / organic nationalism akımı nedeniyle
geçerliliğini yitirmiştir.
- Ermenilerin Durumu: Mann,
Ermeni milliyetçilerinin 19. yüzyılda "Ortaçağ'daki Ermeni devletine
dair hatıraları ve mitleri canlandırdığını" belirtir. Yani tarihsel
bir devlet hafızası vardır, ancak bu devlet modern anlamda istikrarlı ve
sürekli olmamıştır. Ermeniler,
Osmanlı ve Rus imparatorlukları arasında dağılmış, "millet
sistemi" içinde dini/kültürel özerklikle yaşamışlardır.
- Kürtlerin Durumu: Mann'a
göre Kürtler, Ermenilerden farklı olarak daha aşiret yapısına sahip ve
yerel odaklı kalmışlardır. Modern öncesi dönemde bağımsız bir "Kürt
devleti"nden ziyade, imparatorlukların (Osmanlı ve Pers) kenarlarında
özerk aşiret konfederasyonları şeklinde yaşamışlardır. Türk milliyetçileri
onları "asimile edilebilir" / assimilable görmüş,
"Müstakbel Türkler" / Prospective Turks olarak
kodlamıştır.
Neden Ayrılmak İsteniyor? (Önceki
yazılarımızda) değinildiği üzere, imparatorluklar "dolaylı yönetim" /
indirect rule ile farklılıkları yönetebiliyordu. Ancak modern devlet, "halk"ı (demos)
etnik bir bütün (ethnos) olarak tanımladığında, devleti olmayan gruplar
(Ermeniler, Kürtler) kendilerini tehdit altında hissetmeye başlamıştır.
Mann'ın 3. Tezi uyarınca, "kendi devletini kurma" arzusu, tarihsel
tecrübeden ziyade, modern dünyada "kendi kaderini tayin hakkı"nın / self-determination
meşru ve gerçekleştirilebilir görülmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla, devlet
tecrübesinin azlığı, onları bütünleşmeye itmek yerine, modernitenin sunduğu
"kendi devletine sahip olma" idealine daha sıkı sarılmalarına neden
olmuştur.
2. Ermenistan: Rusya'nın Tampon Bölge ve Kama
Stratejisi
Kullanıcının sorusundaki "Ermenistan'ın
Rusya, Türkiye, İran ve Azerbaycan arasında bir tampon bölge olarak
kurgulandığı" tespiti, Mann'ın jeopolitik analizleriyle örtüşmektedir.
- Zayıfın Kışkırtılması (Tez 4a): Mann, Ermeni
milliyetçiliğinin yükselişinde Rusya'nın rolünü "dışarıdaki
yarı-anayurt" veya "hami devlet" olarak tanımlar. Rusya,
Osmanlı İmparatorluğu'nu zayıflatmak ve Doğu Anadolu üzerindeki nüfuzunu
artırmak için Ermeni hoşnutsuzluğunu stratejik bir araç olarak
kullanmıştır. 1878 Ayastefanos Antlaşması ile Rusya, Doğu
Anadolu'daki Ermenilerin "koruyucusu" rolünü üstlenmiştir. Bu
durum, Ermenileri Türklerin gözünde "iç düşman" ve "Rus
işbirlikçisi" konumuna düşürmüş, bir nevi kama görevi görmüştür,.
- Jeopolitik Çıkar: Rusya
için Ermenistan, sadece soydaşlık veya dindaşlık (Hıristiyanlık) nedeniyle
değil, Osmanlı ve Pers imparatorluklarına karşı stratejik bir üs ve tampon
bölge olduğu için değerliydi. Mann, Rusların Birinci Dünya Savaşı
sırasında ve sonrasında Ermenileri desteklerken asıl amaçlarının kendi
emperyal genişlemeleri olduğunu, Ermenilerin bağımsızlığının onlar için
ikincil (hatta bazen istenmeyen) bir durum olduğunu ima eder.
3. Rusya'nın Türk Halklarını Parçalama Stratejisi
(Böl ve Yönet)
Sorunun ikinci kısmı olan Rusya'nın (veya
Sovyetler Birliği'nin) Türk halklarını (Tatar, Özbek, Kazak vb.)
"Türkistan" gibi tek bir çatı altında birleşmekten alıkoyarak farklı
isimlerle parçalaması, Mann'ın İktidarın Tarihi (III. Cilt) eserinde
"örtük etno-federalizm" ve imparatorluk yönetimi bağlamında ele
alınır.
- Makro-Etnik Grupların Engellenmesi: Mann, imparatorlukların ve
hegemonik güçlerin, kendilerine karşı büyük bir direniş oluşturabilecek
"makro-etnik" kimliklerin (örneğin Pan-Türkizm veya
Pan-İslamizm) oluşmasını engellemek için "mikro-etnik"
kimlikleri teşvik ettiğini belirtir. Zimbabve örneğinde olduğu gibi,
rejimler farklı grupları tek bir kimlikte toplayarak veya var olan büyük
bir kimliği parçalayarak yönetirler.
- Sovyet Uluslar Politikası: Lenin ve
Stalin, "halkların kendi kaderini tayin hakkı"nı teorik olarak
savunurken, pratikte Sovyetler Birliği'nin bütünlüğünü korumak için
"biçimsel" ulus-devletler (Özbekistan, Kazakistan vb.)
yaratmışlardır. Mann'a göre bu politika, büyük bir "Türkistan"
veya "Müslüman birliği" yerine, Moskova'ya bağlı, birbirlerinden
dil ve tarih kurgusuyla ayrıştırılmış daha küçük ve yönetilebilir birimler
oluşturmayı amaçlıyordu. Bu, klasik "böl ve yönet" / divide
and rule stratejisinin modern ve sosyalist bir versiyonuydu.
- Sınır Dışı Etme ve Dağıtma: Mann,
İkinci Dünya Savaşı sırasında Stalin'in Kırım Tatarları, Çeçenler ve diğer
halkları "işbirlikçi" suçlamasıyla sürdüğünü detaylandırır. Bu
sürgünlerin amacı sadece cezalandırmak değil, aynı zamanda bu halkların
"kolektif topluluk hislerini yok etmek" ve onları Sovyet
coğrafyasında dağıtmaktı. Bu, potansiyel bir Türk-Müslüman bloklaşmasını
kırmak için yapılan bir "siyasi temizlik"ti.
Yorum ve Sonuç
Eldeki kaynaklar ışığında yapılacak yorum şudur:
- Doğallık Yanılgısı:
Ermeniler ve Kürtler için "birlikte yaşamanın daha doğal olduğu"
fikri, rasyonel ve ekonomik açıdan doğru görünse de (küçük devletlerin
hayatta kalma zorluğu), milliyetçiliğin "duygusal" ve
"ideolojik" gücü karşısında zayıf kalmıştır. Modernite,
insanlara "etnik onur" ve "kendi devletine sahip olma"
fikrini aşılamış, bu da istikrar ve refahın önüne geçmiştir.
- Rusya'nın Rolü: Rusya
(hem Çarlık hem Sovyet döneminde), güney sınırındaki halkları (Ermeniler
ve Türk halkları) kendi güvenliği için birer "satranç taşı" gibi
kullanmıştır. Ermenistan'ı
Türkiye ve İran'a karşı bir tampon ve baskı aracı olarak tutarken; Orta
Asya'daki Türk halklarını, birleşip büyük bir güç (Turan) olmamaları için
yapay sınırlar ve isimlerle (Özbek, Kazak, Kırgız) ayrıştırmıştır.
Mann'ın ifadesiyle, bu imparatorluklar "makro ve mikro etnik gruplar
arasında denge kurarak" egemenliklerini sürdürmüşlerdir.
Çıkarılacak Ders ve Günümüze Bakan Yüzü Bugün
Kafkasya ve Orta Asya'daki sınır sorunları ve etnik çatışmalar (örneğin Karabağ
sorunu veya Özbekistan-Kırgızistan gerilimleri), tarihsel olarak
"doğal" süreçlerin değil, büyük güçlerin (özellikle Rusya'nın)
imparatorluk yönetimi stratejilerinin bıraktığı mirasın bir sonucudur. Barış,
bu yapay ayrımların üzerine inşa edilen milliyetçiliklerin aşılmasıyla değil,
ancak bu farklılıkların tanındığı ve karşılıklı bağımlılığın (ekonomik
entegrasyon gibi) arttığı yeni bölgesel işbirlikleriyle mümkün olabilir.
İngiltere'nin Bölge Politikası ve Rusya Faktörü
Şöyle bir soru sorulursa: "Birinci Dünya
Savaşı ve sonrasındaki süreçte İngiltere'nin Kürtlere, Fransa'nın ise
Ermenilere yönelik politikaları, sadece yerel dinamiklerle mi ilgilidir, yoksa
bu hamleler Rusya'nın (veya Sovyetler Birliği'nin) güneyine set çekmek ve onu
dengelemek için kullanılan stratejik birer koz mudur?"; bu konuyu Michael
Mann'ın İktidarın Tarihi ve Demokrasinin Karanlık Yüzü
eserlerinde detaylandırdığı emperyal jeopolitik, "böl ve yönet" / divide
and rule stratejileri ve "şark meselesi" ekseninde analiz etmek
gerekir.
Mann'ın analizleri, büyük güçlerin (Düvel-i
Muazzama) azınlıkları koruma veya devlet kurdurma girişimlerinin, genellikle
insani kaygılardan ziyade, rakip imparatorlukların (özellikle Rusya'nın)
nüfuzunu kırma ve kendi stratejik çıkarlarını tahkim etme amacı taşıdığını
ortaya koyar.
1. İngiltere'nin Bölge Politikası ve Rusya
Faktörü
İngiltere'nin Ortadoğu'daki temel stratejisi,
Hindistan yolunu güvence altına almak ve 20. yüzyılın başından itibaren petrol
kaynaklarını kontrol etmekti. Rusya (önce Çarlık, sonra Sovyetler),
İngiltere'nin bu hedefleri önündeki en büyük rakiplerden biriydi.
Tampon Bölge ve Dolaylı Yönetim Mann,
İngilizlerin Ortadoğu'da doğrudan sömürge yönetimi yerine, yerel elitler
aracılığıyla "dolaylı yönetim" / indirect rule kurmayı tercih
ettiğini belirtir. Irak'ta
Haşimi Kralı Faysal'ı tahta geçirerek Sünni, Şii ve Kürt unsurları tek bir çatı
altında, ancak İngiliz denetiminde tutmaya çalışmışlardır.
- Kürtlerin Rolü: İngiltere'nin Kürtlere
yaklaşımı, onları Araplar içinde "kendine yakın bir devlet"
yapmaktan ziyade, Musul-Kerkük petrollerini güvenceye alacak ve Türkiye
ile Rusya/İran arasında bir tampon / buffer işlevi görecek bir
unsur olarak kullanmak üzerine kuruluydu. Mann'ın analizine göre,
emperyal güçler sınır bölgelerindeki azınlıkları, rakip imparatorlukların
genişlemesine karşı bir "set" olarak görürler. Kürt
aşiretlerinin desteklenmesi, Rusya'nın güneye inmesini veya (daha sonra)
Bolşevik devriminin etkilerinin yayılmasını engellemek için stratejik bir
koz olarak değerlendirilebilir. Ancak İngiltere, bölgede tam bağımsız bir Kürt devleti yerine,
Irak mandası içinde kendine bağımlı bir Kürt varlığını, Arapları ve
Türkleri dengelemek için daha kullanışlı bulmuştur.
2. Fransa, Ermeniler ve "Hami Devlet"
Rekabeti
Fransızların Ermenilere kucak açması meselesi,
Mann'ın eserlerinde daha karmaşık bir jeopolitik rekabetin parçası olarak
sunulur. Mann'a göre, Ermenilerin asıl tarihsel "hamisi" veya
"dışarıdaki yarı-anayurdu" Fransa değil, Rusya idi.
Rusya'nın Ermeni Kartı (Önceki
yazılarımızda) değinildiği üzere, Rusya 1878 Ayastefanos Antlaşması'ndan
itibaren Ermenileri Osmanlı'ya karşı bir koz olarak kullanmış ve Doğu Anadolu
üzerindeki nüfuzunu artırmak için Ermeni milliyetçiliğini teşvik etmiştir.
Mann, Ermeni milliyetçilerinin dış koruma için öncelikle "Hıristiyan
Amca" dedikleri Rusya'ya güvendiklerini belirtir.
Fransa'nın Hamlesi: Rusya'ya Karşı Nüfuz
Mücadelesi Fransızların Ermenilere kucak açması (özellikle Kilikya/Çukurova
bölgesinde ve Suriye/Lübnan mandasında), Rusya'ya karşı bir koz olmaktan çok,
Osmanlı mirasının paylaşılması sırasında Rusya'nın tekelini kırmak ve bölgedeki
Hıristiyan unsurlar üzerindeki "koruyucu" rolünü üstlenerek
Akdeniz'deki varlığını meşrulaştırmak amacı taşıyordu.
- Ancak 1917 Bolşevik Devrimi'nden sonra durum değişmiştir. Çarlık
Rusyası çöküp yerine Batı karşıtı Sovyet rejimi kurulunca, Fransa ve
İngiltere, Ermenileri ve diğer Hıristiyan azınlıkları, Sovyet etkisinin
güneye yayılmasını önleyecek bir "anti-Bolşevik" bariyer olarak
kullanmak istemişlerdir. Mann'ın belirttiği gibi, 1. Dünya Savaşı
sonrasında Batılı
güçler, "böl ve yönet" taktiğiyle oluşturdukları manda
yönetimlerinde (Suriye ve Lübnan), azınlıkları (Ermeniler, Maruniler)
çoğunluğa (Müslüman Araplar) karşı denge unsuru olarak kullanmışlardır.
3. "Şark Meselesi" ve Emperyalist
Kozlar
Sorudaki "Rusya'ya karşı bir koz olma"
ihtimali, Mann'ın genel emperyalizm teorisiyle uyumludur. Mann, emperyalist
güçlerin (İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya) "Şark Meselesi"nde / Eastern
Question birbirlerini dengelemek için sürekli olarak Osmanlı tebaası olan
azınlıkları (Ermeniler, Kürtler, Araplar) kullandıklarını vurgular.
- Rusya'nın Kozu: Rusya, Osmanlı'yı
parçalamak ve sıcak denizlere inmek için Ermenileri kullanmıştır.
- İngiltere'nin Kozu:
İngiltere, 19. yüzyılda Rusya'nın Akdeniz'e inmesini engellemek için
Osmanlı toprak bütünlüğünü savunmuş, ancak 20. yüzyılda Rusya ile (1907
Antlaşması) ve Fransa ile (Sykes-Picot) anlaşarak bölgeyi nüfuz alanlarına
bölmüştür. Bu yeni düzende İngiltere, Kürtleri ve Arapları, hem Türkiye'ye
hem de olası bir Rus/Sovyet tehdidine karşı stratejik bir
"tampon" olarak kurgulamıştır.
- Değişen İttifaklar: Mann,
emperyal güçlerin çıkarları değiştiğinde azınlıkları hızla
"sattığını" veya kaderine terk ettiğini hatırlatır. Örneğin
İngiltere ve Fransa, 1. Dünya Savaşı sırasında Ermenileri teşvik etmiş,
ancak savaş sonrasında Türkiye ile anlaşmak veya Sovyetlerle denge kurmak
adına Ermeni taleplerinden desteği çekmişlerdir.
Sonuç ve Günümüze Bakan Yüzü
Michael
Mann'ın perspektifinden bakıldığında, İngiltere'nin Kürtlere ve Fransa'nın
Ermenilere yaklaşımı, sadece "sempati" değil, soğuk kanlı bir
jeopolitik hesaptır. Bu politika, Rusya'nın (veya Sovyetlerin)
bölgedeki etkisini sınırlamak (çevreleme / containment), petrol
kaynaklarına giden yolları tutmak ve bölgedeki çoğunluk unsurları (Türkler veya
Araplar) dengelemek için "vekil güçler" / proxy forces yaratma
stratejisinin bir parçasıdır. Mann'ın ifadesiyle, bu "böl ve yönet"
politikaları, bölgede kalıcı barış yerine, dış güçlerin müdahalesine açık,
sürekli istikrarsızlık üreten "etno-milliyetçi kara delikler"
yaratmıştır. Günümüzde Ortadoğu'daki vekalet savaşları, bu tarihsel stratejinin
modern bir devamı niteliğindedir.
ABD'nin "ömrünün bitmemiş" mi?
Şöyle bir soru sorulursa: "Amerika Birleşik
Devletleri'nin (ABD), Sovyet Rusya veya önceki imparatorluklar gibi bir dağılma
sürecine girmemesinin ve varlığını küresel bir hegemon olarak sürdürmesinin
arkasındaki sosyolojik ve iktisadi mekanizmalar nelerdir?"; bu durumu
Michael Mann'ın İktidarın Tarihi ve Demokrasinin Karanlık Yüzü
eserlerindeki "gayri resmi imparatorluk" / informal empire,
"hegemonya" ve "ulus-devlet inşası" kavramları üzerinden
açıklamak mümkündür.
Mann'ın
analizlerine göre, ABD'nin "ömrünün bitmemiş" olmasının ve Rusya gibi
dağılmamasının temel nedenleri, imparatorluk kurma yöntemindeki yapısal
farklılıklar, küresel sermaye ile kurduğu "dolar diplomasisi" ve
içerideki etnik/sınıfsal gerilimleri yönetme biçimidir.
1. İmparatorluk Modeli Farkı: Topraksal Yükten
Kaçınma
Rusya (hem
Çarlık hem Sovyet döneminde) ve diğer Avrupa imparatorlukları, fethettikleri
toprakları doğrudan yöneten ve buraları merkeze bağlayan "doğrudan"
veya "dolaylı" imparatorluk modellerini benimsemişlerdi. Bu modeller,
geniş toprakların askeri ve idari yükünü merkezin sırtına bindirmekteydi.
(Önceki yazılarımızda) değinildiği üzere, bu tür imparatorluklar milliyetçilik
çağı başladığında içten gelen ayrılıkçı hareketlere karşı son derece kırılgan
hale gelmiştir.
Buna karşılık
ABD, 1898 sonrasında girdiği emperyalist süreçte, kısa süren Filipinler
macerası gibi istisnalar dışında, toprak işgaline dayalı sömürgecilikten hızla
vazgeçmiştir. Bunun yerine "gayri resmi imparatorluk" ve "hegemonya"
modellerini geliştirmiştir.
- Maliyet Etkinliği: ABD, diğer ülkeleri
(özellikle Latin Amerika'da) doğrudan yönetmek yerine, oradaki yerel
elitler (komprador burjuvazi) ve diktatörler aracılığıyla dolaylı bir
denetim kurmuştur. Bu, ABD'ye idari sorumluluk yüklemeden ekonomik ve
stratejik çıkarlarını koruma imkanı vermiştir.
- Vekillerle Yönetim: ABD,
"iyi komşuluk" veya "dolar diplomasisi" adı altında,
yerel rejimleri askeri ve ekonomik yardımlarla kendine bağlamış,
gerektiğinde kısa askeri müdahalelerle ("savaş gemisi
diplomasisi") düzeni sağlamış, ancak işgalci olarak kalmamıştır. Bu
esnek yapı, Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa veya Orta Asya'da kurduğu
katı ve maliyetli denetim mekanizmasına göre dağılmaya karşı çok daha
dirençlidir.
2. Küresel Sermaye ve Doların Gücü
Sorudaki "küresel sermayenin
hakimiyeti" tespiti, Mann'ın analizlerindeki ekonomik emperyalizm
ve senyoraj hakkı kavramlarıyla örtüşmektedir. ABD'nin ayakta kalmasının
en büyük sütunlarından biri, askeri gücünü küresel kapitalizmin koruyucusu
olarak konumlandırmasıdır.
- Doların Hegemonyası: Mann,
hegemonyayı "rutinleşmiş liderlik" olarak tanımlar. ABD, doları
dünyanın rezerv parası haline getirerek ekonomik bir "senyoraj"
/ seigniorage hakkı elde etmiştir. Diğer ülkeler, ticaret
yapabilmek için düşük faizle dolar satın almak zorunda kaldıklarında,
aslında ABD ekonomisini finanse etmiş olurlar. Bu, ABD'nin kendi
borçlarını ve askeri harcamalarını finanse etmesini kolaylaştıran, diğer imparatorlukların
sahip olmadığı muazzam bir avantajdır.
- Uluslararası Kurumlar: 1945
sonrasında kurulan Bretton Woods sistemi ve sonrasındaki neoliberal düzen
(IMF, Dünya Bankası), ABD'nin ulusal çıkarlarını "evrensel"
kurallar gibi sunarak küresel ekonomiyi yönetmesini sağlamıştır. ABD,
"açık kapı" politikasıyla pazarları kendi şirketlerine açmış,
ancak kendi pazarını koruyarak asimetrik bir avantaj sağlamıştır. Bu yapı,
küresel sermayenin ABD'ye bağımlı kalmasını ve sistemin çökmemesini
sağlamaktadır.
3. İç Yapı: "Temizlenmiş" Ulus-Devlet
ve Göçmen Entegrasyonu
ABD'nin Rusya gibi etnik bazda dağılmamasının en
önemli nedenlerinden biri, ulus-devlet inşası sürecini çok daha önce ve çok
daha kanlı bir şekilde tamamlamış olmasıdır.
- Etnik Temizliğin Erken Tamamlanması: Mann, Demokrasinin
Karanlık Yüzü eserinde, ABD'nin bir "yerleşimci demokrasisi"
olarak, yerli halkları (Kızılderilileri) çok erken bir dönemde neredeyse
tamamen yok ettiğini veya marjinalleştirdiğini belirtir. Bu sayede
ABD, Rusya'nın aksine, kendi toprakları üzerinde egemenlik iddia
edebilecek güçlü ve yoğunlaşmış etnik azınlık sorununu "mezarların
üzerine liberal bir demokrasi kurarak" çözmüştür.
- Göçmenlerin Niteliği:
Rusya/SSCB, kendi topraklarında tarihsel kökleri olan ve ayrılmak isteyen
milletlerden (Ukraynalılar, Baltık halkları, Çeçenler) oluşurken; ABD'ye
gelen göçmenler (İrlandalılar, İtalyanlar, Asyalılar vb.) kendi
devletlerini kurmak için değil, Amerikan sistemine (bireysel vatandaşlık
yoluyla) dahil olmak için gelmişlerdir. ABD'deki etnik gruplar
"siyasi" bir tehdit oluşturmaz, sistem içinde pay ararlar. Bu
nedenle ABD'de "ayrılıkçı" bir milliyetçilik zemini
oluşmamıştır.
4. Kapitalizmin Geleceği ve Dayanıklılık
Sorudaki "ömrü bitmiş durumda"
ifadesine karşılık, Mann Kapitalizmin Geleceği Var mı? (Does Capitalism
Have a Future?) adlı çalışmaya katkısında, ABD merkezli kapitalizmin ve
sistemin beklenenden daha dayanıklı olduğunu savunur.
- Uyum Yeteneği: Mann'a
göre kapitalizm ve Amerikan hegemonyası, krizler karşısında (Büyük Bunalım
veya Dünya Savaşları gibi) biçim değiştirerek hayatta kalmayı başarmıştır.
1930'larda "Yeni Düzen" / New Deal ile sosyal refahı
artırarak, 1980'lerde neoliberalizm ile sermayeyi özgürleştirerek kendini
yenilemiştir.
- Alternatifsizlik:
Sovyetler Birliği'nin çöküşü, ABD'nin karşısındaki en büyük ideolojik ve
askeri alternatifi ortadan kaldırmıştır. Mann'a göre, şu an için ABD'nin
askeri gücüne ve doların finansal gücüne meydan okuyabilecek organize bir
küresel alternatif (henüz) mevcut değildir.
Sonuç ve Çıkarılacak Ders
ABD'nin Rusya
gibi dağılmamasının nedeni, toprak işgaline dayalı hantal bir imparatorluk
yerine, dolar ve finansal ağlar üzerinden yürüyen esnek bir hegemonya kurması
ve içerideki potansiyel etnik ayrılıkçıları tarihsel süreçte (soykırım ve
asimilasyonla) etkisiz hale getirmiş olmasıdır. Ancak Mann, ABD'nin de sınırsız
bir güce sahip olmadığını; "tutarsız" / incoherent bir
imparatorluk olduğunu, askeri gücünün siyasi sonuç alma kapasitesinden çok daha
yüksek olduğunu ve bunun uzun vadede bir düzensizlik (kaos) yaratabileceğini
not düşer. Yani "küresel sermaye" onu ayakta tutsa da, bu yapı sonsuz
değildir; ekolojik krizler veya nükleer tehditler gibi yeni "yapısal
krizler" bu dengeyi gelecekte bozabilir.
"Vekiller Aracılığıyla Gayri Resmi
İmparatorluk"
Şöyle bir soru sorulursa: "Michael Mann'ın
analizlerine dayanarak, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) küresel hegemonya
modelini Türkiye üzerinde darbeler ve vekiller aracılığıyla uyguladığı
söylenebilir mi ve İsrail'in durumu bu modelin neresine düşmektedir?"; bu
konuyu İktidarın Tarihi (III. Cilt) ve Demokrasinin Karanlık Yüzü
eserlerindeki "gayri resmi imparatorluk", "vekalet
savaşları" ve "yerleşimci sömürgeciliği" kavramları üzerinden
ayrıştırarak incelemek gerekir.
ABD'nin küresel stratejisi ile İsrail'in kuruluş
mantığı arasında yapısal farklar bulunmakla birlikte, her ikisi de Mann'ın
modern iktidar analizinde farklı kategorilerde ele alınır.
1. ABD'nin Türkiye ve Benzeri Ülkelerdeki
Stratejisi: "Vekiller Aracılığıyla Gayri Resmi İmparatorluk"
Kullanıcının
tespit ettiği "darbelerde ABD parmağı" ve "finansal ağlar"
meselesi, Mann'ın ABD'nin 20. yüzyılda geliştirdiği "Gayri Resmi
İmparatorluk" (Informal Empire) modelinin tam karşılığıdır.
- Vekillerle Yönetim (Proxy Rule): Mann,
ABD'nin doğrudan toprak işgal etmek yerine, çıkarlarını yerel elitler
aracılığıyla koruduğunu belirtir. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, Latin
Amerika ve Asya örneklerinde görüldüğü üzere, ABD "demokrasi"
söylemine rağmen, komünizm tehdidi veya Amerikan şirketlerinin çıkarları
söz konusu olduğunda yerel orduları eğitmiş ve desteklemiştir. Bu
orduların içinden çıkan ve ABD tarafından himaye edilen diktatörler veya
askeri rejimler, düzeni sağlamakla görevlendirilmiştir. Mann, Roosevelt yönetiminin
"O bir o...
çocuğu olabilir ama bizim o... çocuğumuz" anlayışıyla yerel
diktatörleri (Nikaragua, Dominik Cumhuriyeti vb.) desteklediğini aktarır.
Türkiye'deki darbeler, Mann'ın eserlerinde doğrudan bir vaka analizi
olarak geçmese de, tanımladığı bu "vekaleten yürütülen gayri resmi
emperyalizm" şablonuna uymaktadır. Yerel askeri elitler,
küresel hegemonun (ABD) güvenlik şemsiyesi altında kendi konumlarını
korurken, hegemon da toprak işgal etme maliyetine girmeden o ülkeyi
yörüngesinde tutar,.
- Dolar Diplomasisi ve Borç: ABD'nin
bir diğer kontrol mekanizması, askeri güçten ziyade ekonomik baskıdır.
Mann, ABD'nin 20. yüzyılın başından itibaren "Dolar Diplomasisi"
ile ülkelerin mali yapılarını denetlediğini, borçlarını yeniden
yapılandırdığını ve onları Amerikan yatırımları için güvenli hale
getirmeye çalıştığını belirtir. Bu sistemde, borçlu ülkeler (Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkeler), IMF veya Dünya Bankası gibi kurumlar üzerinden
"yapısal uyum" programlarına zorlanarak küresel sisteme entegre
edilir. Bu, işgal gerektirmeyen, "hegemonya" (rutinleşmiş
liderlik) ve "ekonomik emperyalizm" karışımı esnek bir
modeldir,.
2. İsrail İçin Durum Farklıdır: "Yerleşimci
Sömürgeciliği ve Etnokrasi"
İsrail'in
durumu, ABD'nin Türkiye üzerinde uyguladığı "hegemonya" modelinden
ziyade, ABD'nin kendi kuruluşunda (Kızılderililere karşı) uyguladığı modele
benzemektedir. Mann, İsrail'i "Yerleşimci Demokrasisi"
(Settler Democracy) veya daha doğru bir tabirle "Etnokrasi"
(Ethnocracy) olarak sınıflandırır.
- Toprak ve Emek Ayrımı: (Önceki
yazılarımızda) belirtildiği üzere, ABD ve Avustralya gibi yerleşimci
toplumlarında temel dinamik, yerlilerin (Kızılderililerin) emeğine değil
toprağına ihtiyaç duyulmasıydı. Bu durum, yerlilerin temizlenmesine (etnik
temizlik/soykırım) yol açmıştı. Mann, İsrail'in de benzer bir mantıkla
kurulduğunu belirtir. Siyonist
yerleşimciler, Filistinlilerin emeğini sömürmekten ziyade, onları
topraklarından sürerek "sadece Yahudilere ait" bir devlet ve
ekonomi kurmayı hedeflemişlerdir. Bu, "sömürü"den ziyade
"dışlama" ve "temizleme" stratejisidir,.
- Demokrasinin Sınırları: İsrail,
kendi vatandaşları (Yahudiler) için demokratik haklar sunarken, işgal
altındaki topraklarda yaşayan veya mülksüzleştirilen Filistinliler için
askeri bir yönetim uygular. Mann, bu rejimi, "demos"un (halkın)
sadece "ethnos" (Yahudiler) ile sınırlandığı, diğerlerinin
dışlandığı bir yapı olarak tanımlar. Bu bakımdan İsrail, ABD'nin 19.
yüzyıldaki "Vahşi Batı"yı fethetme sürecinin modern bir
versiyonunu yaşamaktadır, ancak önemli bir farkla: ABD yerlileri neredeyse tamamen yok edip
marjinalize ederek "sorunu çözmüşken", İsrail bunu başaramamış
ve çatışma kalıcı hale gelmiştir,.
- ABD ile İlişki: İsrail, ABD'nin uyguladığı
hegemonya modelinin bir nesnesi (Türkiye gibi yönetilen bir ülke) değil,
bu hegemonyanın Orta Doğu'daki stratejik bir ortağı ve "ileri
karakolu" konumundadır. Mann, ABD'nin İsrail'e dünyadaki diğer tüm
ülkelerden daha fazla askeri ve ekonomik yardım sağladığını, BM'de onu
koruduğunu ve İsrail'in de ABD'nin bölgedeki jeopolitik çıkarlarıyla
(genellikle) uyumlu hareket ettiğini belirtir. Ancak bu ilişki, İsrail'in
ABD iç siyasetindeki (Yahudi lobisi ve Evanjelik Hıristiyanlar) etkisi
nedeniyle, klasik bir "kukla devlet" ilişkisinden çok daha
karmaşık ve karşılıklıdır,.
Sonuç
Dolayısıyla, Mann'ın perspektifinden
bakıldığında:
- Türkiye ve benzeri ülkeler, ABD'nin
**"Gayri Resmi İmparatorluğu"**nun bir parçası olarak, finansal
ağlar ve yerel askeri/siyasi "vekiller" (darbeler dahil)
aracılığıyla yönetilmeye/yönlendirilmeye çalışılan ülkeler
kategorisindedir. Burada amaç toprağı almak değil, rejimi sistem içinde
tutmaktır.
- İsrail ise,
ABD'nin kuruluş dönemindeki "Yerleşimci Sömürgeciliği"
modelini uygulayan, toprağı yerlilerden (Filistinlilerden) temizleyerek
etnik bir ulus-devlet kurmaya çalışan bir yapıdır. İsrail, ABD tarafından
yönetilmekten ziyade, ABD tarafından finanse edilen ve korunan, ancak
kendi etnik temizlik ajandasını yürüten özel bir müttefiktir.
ABD'nin
başarısı (veya dağılmaması), kendi içindeki etnik temizliği tamamlayıp
(Kızılderililer) istikrarlı bir ulus-devlet kurduktan sonra, dışarıda esnek bir
hegemonya (Türkiye modeli) uygulamasına dayanır. İsrail ise henüz
"içerideki" temizliği tamamlayamadığı için sürekli bir çatışma ve
meşruiyet krizi yaşamaktadır.
Şöyle bir soru sorulursa: "Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD)
küresel stratejisinde Vatikan ile olan ilişkisi ve Ortodoks dünyasına yönelik
politikaları, Michael Mann'ın iktidar teorileri çerçevesinde Rusya'ya vurulmuş
jeopolitik ve ideolojik bir darbe olarak nasıl okunabilir?"; bu
durumu İktidarın Tarihi (III. Cilt) ve Demokrasinin Karanlık Yüzü
eserlerinde işlenen "ideolojik iktidar", "medeniyetler
çatışması" ve "enformel / gayri resmi imparatorluk"
kavramları üzerinden analiz etmek gerekmektedir.
Mann'ın eserlerinde ABD ve Vatikan arasında
"gizli bir ortaklık" olduğuna dair spekülatif bir bilgi doğrudan yer
almasa da, Batı'nın (Kuzey'in) jeopolitik çıkarları, Katolik Kilisesi'nin
anti-komünist duruşu ve Ortodoks dünyasıyla olan tarihsel gerilimin (özellikle
Balkanlar'da) nasıl kesiştiği sosyolojik verilerle açıklanmaktadır.
1. İdeolojik İktidar ve Soğuk Savaş Mirası
Michael Mann'a göre ABD, II. Dünya Savaşı
sonrasında küresel bir hegemonya kurarken "askeri" ve
"ekonomik" gücünün yanına "ideolojik" gücünü de eklemiştir.
ABD'nin imparatorluk tarzı, toprak işgalinden ziyade "hegemonya"
(rutinleşmiş liderlik) ve "enformel imparatorluk" üzerine kuruludur,.
Bu modelde, yerel rejimler ve ideolojik aygıtlar (kiliseler, medya, sivil
toplum), ABD çıkarlarıyla uyumlu hale getirilir.
- Anti-Komünizm ve Kilise: Soğuk Savaş boyunca Vatikan
ve Katolik Kilisesi, "tanrısız" komünizme karşı Batı bloğunun en
doğal ideolojik müttefiki olmuştur. Mann, İspanya, İtalya ve Doğu
Avrupa örneklerinde Katolik Kilisesi'nin muhafazakar ve anti-komünist
rejimlere verdiği desteği detaylandırır,.
- Rusya'nın Çevrelenmesi: (Önceki
yazılarımızda) değinildiği üzere, ABD'nin stratejisi rakip güçleri
çevrelemek üzerine kuruludur. Komünizmin çöküşünden sonra Rusya, ideolojik
kılıfını (sosyalizm) kaybetmiş ancak "Büyük Rus" milliyetçiliği
ve Ortodoksluk üzerinden yeni bir kimlik inşasına gitmiştir. Batı'nın (ABD
ve Avrupa) bu yeni Rusya'yı çevreleme stratejisinde, Rusya'nın etki
alanındaki (özellikle Doğu Avrupa ve Balkanlar) Katolik ve Protestan
unsurların desteklenmesi, Mann'ın "jeopolitik fay hatları" analiziyle
örtüşmektedir.
2. Balkanlar Örneği: Katolik-Ortodoks Kırılması
ABD'nin ve Batı'nın Ortodokslara karşı
"güvensizlik" aşıladığı veya onları hedef aldığı tezi, Mann'ın Demokrasinin
Karanlık Yüzü eserinde en net şekilde Eski Yugoslavya örneğinde
görülmektedir.
- Tarihsel Arka Plan: Mann,
Hırvat milliyetçiliğinin (Ustaşa hareketi) Katoliklik ile derinden
örüldüğünü ve kendilerini "Doğulu ve Slav" olan Sırplara
(Ortodokslara) karşı "Avrupalı ve Gotik" olarak tanımladıklarını
belirtir. II. Dünya Savaşı sırasında Vatikan destekli Ustaşa rejimi, Ortodoks Sırplara
karşı kitlesel bir katliam ve zorla Katolikleştirme politikası
uygulamıştır. Ustaşa liderleri, Sırpların aslında "Ortodoksluğu kabul
etmiş Hırvatlar" olduğunu iddia ederek onları "Roma Katolik
hattına döndürmeyi" görev bilmişlerdir.
- 90'lar ve Batı Müdahalesi:
Yugoslavya'nın dağılması sırasında (1990'lar), Almanya ve Vatikan'ın
Hırvatistan'ın bağımsızlığını hızla tanıması ve ABD'nin daha sonra Hırvat
ve Boşnak (Müslüman) ittifakını Sırplara karşı desteklemesi, Rusya'nın
tarihsel müttefiki olan Ortodoks Sırpların bölgeden tasfiyesiyle
sonuçlanmıştır. Mann, Hırvatistan'ın Krajina bölgesindeki Sırpları etnik
temizliğe tabi tutarak (Fırtına Harekatı) bölgeyi
"temizlediğini" ve Batı'nın buna sessiz kalarak veya destek
vererek Sırpları (dolayısıyla Rus nüfuzunu) cezalandırdığını ima eder,.
3. "Medeniyetler Çatışması" ve Rusya'ya
Darbe
Mann, Samuel Huntington'ın "Medeniyetler
Çatışması" tezini eleştirse de, dinin (Katoliklik, Protestanlık,
Ortodoksluk, İslam) modern jeopolitikte bir "biz" ve
"onlar" ayrımı yaratmak için kullanıldığını kabul eder.
- Rusya'nın Yalnızlaşması:
Komünizmin çöküşünden sonra Rusya, ideolojik bir boşluğa düşmüştür. ABD ve
Vatikan (veya genel olarak Batı Hıristiyanlığı) arasındaki yakınlaşma,
Doğu Avrupa'nın (Polonya, Baltıklar, Ukrayna'nın batısı) Batı'ya entegre
edilmesini hızlandırmıştır. Bu durum, Ortodoks Rusya'yı Avrupa'nın
"ötekisi" konumuna itmiş ve jeopolitik bir kuşatma hissi
yaratmıştır. Mann'a göre, imparatorluklar ve ulus-devletler
"ideolojik iktidar" kaynaklarını kullanarak dost ve düşman
tanımları yaparlar. Batı'nın liberal/kapitalist değerleri ile
Katolik/Protestan kültürel kodlarının birleşimi, Ortodoks Rusya'yı
"Doğulu", "despotik" ve "güvenilmez" bir
alan olarak kodlamış olabilir,.
- En Büyük Darbe mi? Mann'ın
perspektifinden bakıldığında, Rusya'ya vurulan en büyük darbe, sadece
"dini" bir ittifak değil, Sovyet sanayi ve askeri
kompleksinin çöküşü ve Batı'nın ekonomik/siyasi kurumlarının (NATO,
AB) doğuya doğru genişlemesidir. Ancak, Vatikan ile olan ilişkiler ve Ortodokslara
karşı oluşturulan güvensizlik (özellikle Balkanlar'da), bu jeopolitik
kuşatmanın "kültürel ve ideolojik" meşruiyetini sağlamış,
Rusya'nın "yumuşak gücünü" (soft power) kırmış ve onu sınırlarına
hapsetmiştir.
Sonuç olarak; ABD'nin Vatikan ile (veya Katolik dünyasıyla) olan
ilişkisi, Mann'ın "İdeolojik İktidar" kavramı içinde, komünizm
sonrası dönemde Batı bloğunun sınırlarını Doğu'ya (Rusya'nın kapısına) kadar
genişleten stratejik bir hamle olarak görülebilir. Bu durum, Rusya için
sadece askeri bir kayıp değil, aynı zamanda tarihsel nüfuz alanı olan Ortodoks
dünyasındaki (Balkanlar, Ukrayna) etkisini kıran ağır bir jeopolitik darbe
niteliğindedir. Ancak Mann, bu süreci "gizli bir komplo"dan ziyade,
Batı'nın ekonomik ve askeri çıkarlarının ideolojik aygıtlarla (din, demokrasi
söylemi) desteklenmesi olarak açıklar.
Çin'in Yükselişi Ve Ekonomik Atılımlarıyla Bir Tehlike
Arz Etmesi
Şöyle bir soru sorulursa: "Çin'in yükselişi
ve ekonomik atılımlarıyla bir tehlike arz etmesi karşısında, Amerika Birleşik
Devletleri'nin (ABD) İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya'ya verdiği askeri ve
ekonomik destek, akabinde patlak veren Kore ve Vietnam savaşları, Uzak Doğu
üzerine kurgulanmış bir komplonun parçaları mıdır?"; bu durumu Michael
Mann'ın İktidarın Tarihi (III. Cilt) eserinde ele aldığı "küresel
imparatorlukların dönüşümü", "soğuk savaş jeopolitiği" ve
"gayri resmi imparatorluk" kavramları üzerinden, komplodan ziyade
yapısal bir hegemonya mücadelesi olarak okumak gerekmektedir.
Tarihsel
süreçte yaşananlar, bir "komplo"dan çok, ABD'nin Pasifik havzasındaki
"Açık Kapı" / Open Door politikasını sürdürme ve komünizmin
yayılmasını (Çevreleme / Containment) engelleme stratejisinin bir
sonucudur.
1. Japonya'nın Dönüşümü: Düşmandan "İleri
Karakol"a
(Önceki yazılarımızda) değinildiği üzere, ABD'nin
imparatorluk kurma biçimi, Avrupalıların toprak işgaline dayalı
sömürgeciliğinden farklı olarak, ticari pazarlara erişimi ve yerel rejimlerin ABD çıkarlarıyla
uyumlu olmasını hedefleyen "Gayri Resmi İmparatorluk" / Informal
Empire modeline dayanır.
İkinci Dünya
Savaşı'nın ardından ABD, Japonya'yı işgal etmiş ve başlangıçta onu tamamen
silahtan arındırıp (demilitarize edip) tarım toplumuna dönüştürmeyi
planlamıştır. Ancak 1949'da Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) Çin İç Savaşı'nı
kazanarak iktidara gelmesi, ABD'nin stratejisinde "Tersine Dönüş" / Reverse
Course olarak bilinen radikal bir değişikliğe yol açmıştır.
- Sanayi Üssü Olarak Japonya: Çin'in
"kaybedilmesi" (ABD perspektifinden) ve Sovyetler Birliği ile
ittifak kurma ihtimali, ABD'yi
Japonya'yı Asya'daki anti-komünist kaleye dönüştürmeye itmiştir.
Mann'ın belirttiği gibi, ABD, Japonya'nın ekonomik olarak yeniden ayağa
kalkmasına izin vermiş, hatta Kore Savaşı (1950-1953) sırasında Japon
sanayisini bir "tedarik üssü" olarak kullanarak Japon
ekonomisinin "mucizevi" toparlanışını finanse etmiştir. Japonya, ABD'nin Asya'daki
"batmaz uçak gemisi" haline getirilmiştir. Bu, bir komplo değil,
Çin ve Sovyetler Birliği'ne karşı geliştirilen soğuk savaş jeopolitiğinin
bir gereğidir.
2. Kore ve Vietnam: "Domino Teorisi" ve
Çevreleme
Kullanıcının sorusundaki "Kore ve Vietnam
savaşları" ile "Çin tehlikesi" arasındaki ilişki, Mann'ın
analizlerinde "Bölgesel Çatışmaların Küreselleşmesi"
bağlamında yer bulur.
- Kore Savaşı: 1950'de
Kuzey Kore'nin Güney'e saldırması, ABD tarafından yerel bir iç savaş
olarak değil, Sovyetler Birliği ve Çin'in Asya'daki yayılmacılığının ilk
adımı olarak görülmüştür. Mann, Çin'in Kore Savaşı'na müdahil olmasının,
ABD güçlerinin Çin sınırına (Yalu Nehri) kadar yaklaşması üzerine
"güvenlik kaygısıyla" gerçekleştiğini belirtir. ABD ise bunu
"komünist bloğun yekvücut saldırısı" olarak okumuş ve
Japonya'nın güvenliğini sağlamak için Kore'yi bir tampon bölge olarak
tutmak istemiştir. Bu savaş, Japonya'nın sanayileşmesini hızlandırırken,
Çin'in ABD ile olan düşmanlığını pekiştirmiştir.
- Vietnam Savaşı: Benzer şekilde Vietnam
Savaşı, ABD'nin "Domino Teorisi"ne (bir ülke komünist olursa
komşuları da devrilir) dayanmaktadır. ABD, Vietnam'da Ho Chi Minh
önderliğindeki komünist hareketin zaferinin, Çin'in Güneydoğu Asya'daki
etkisini artıracağından ve bölgedeki (özellikle Japonya ve Filipinler
gibi) Amerikan müttefiklerinin güvenliğini tehlikeye atacağından
korkmuştur. Mann, ABD'nin bu savaşlarda "devlet terörü"
uygulayan rejimleri (Güney Vietnam gibi) desteklediğini, çünkü asıl
amacının demokrasi değil, "komünist yayılmayı durdurmak"
olduğunu vurgular.
3. Çin'in Konumu ve "Komplo" İddiası
Sorudaki "Çin'in ekonomik atılımları ile
tehlike arz etmesi" tespiti, günümüz perspektifinden doğru olmakla
birlikte, Mann'ın
incelediği dönemde (1945-1980'ler) Çin'in tehlikesi "ekonomik" değil,
"ideolojik ve askeri" idi.
- Kendi Kendine Yeterlilik: Mann,
Mao dönemi Çin'inin, dünya ekonomisiyle bütünleşmek yerine "kendi
kendine yeterlilik" / autarky politikası izlediğini, bu
nedenle o dönemde Batı kapitalizmi için ekonomik bir rakip olmaktan çok,
siyasi bir model (Üçüncü Dünya devrimciliği) olarak tehdit oluşturduğunu
belirtir.
- Sovyet-Çin Ayrışması: Mann,
Batı'nın "tek parça komünist blok" algısının aksine, Çin ve
Sovyetler Birliği'nin ulusal çıkarlar nedeniyle 1960'larda çatıştığını
hatırlatır. ABD'nin (Nixon dönemi) 1970'lerde Çin ile yakınlaşması
(ping-pong diplomasisi), Sovyetler'i dengelemek için yapılan stratejik bir
hamleydi. Bu, ABD'nin Uzak Doğu'da "böl ve yönet" stratejisi
izlediğini, ancak bunun gizli bir komplodan ziyade açık bir güç dengesi
politikası olduğunu gösterir.
Sonuç: Yapısal Hegemonya Mücadelesi
Michael Mann'ın perspektifinden bakıldığında,
Uzak Doğu'daki gelişmeler bir "komplo"dan çok, ABD'nin küresel
hegemonyasını sürdürme refleksi ile Asya'daki ulusal kurtuluş
hareketlerinin (Çin, Vietnam) çarpışmasıdır.
- Japonya'ya Destek: ABD,
Çin'in komünist olmasıyla kaybettiği Asya pazarını ve stratejik üssünü,
Japonya'yı kalkındırarak ikame etmiştir. Japonya, ABD'nin Asya'daki
"vekili" ve kapitalist vitrini olmuştur.
- Savaşların Fonksiyonu: Kore ve
Vietnam savaşları, ABD'nin Asya'daki "Gayri Resmi
İmparatorluğu"nun sınırlarını korumak için girdiği, maliyeti yüksek
"polis operasyonları"dır. Amaç, Çin ve Sovyet etkisini
sınırlamak ve Pasifik Okyanusu'nu bir "Amerikan Gölü" olarak
tutmaktır.
- Ekonomik Tehdit: Çin'in
bugünkü ekonomik tehdidi, Mann'ın (önceki yazılarımızda) bahsettiği
"kapitalist gelişmenin eşitsizliği" ve "geç kalkınanların
avantajı" ilkesinin bir sonucudur. ABD'nin geçmişte Japonya'yı
destekleyerek kurduğu düzen, bugün ironik bir şekilde Çin'in küresel
sisteme entegre olup (ABD sermayesiyle büyüyerek) ABD'ye rakip olmasıyla
sonuçlanmıştır.
Özetle,
yaşananlar gizli bir üst aklın komplosu değil, devletlerin jeopolitik
çıkarları, kapitalizmin pazar arayışı ve soğuk savaş ideolojilerinin
şekillendirdiği tarihsel ve sosyolojik bir süreçtir.
Petrol ve Arap Dünyası
Şöyle bir soru sorulursa: "Arap Dünyası'nda
petrole dayalı ekonominin ani ve beklenmedik bir şekilde çökmesi ve petrolün
değersizleşmesi durumunda, Michael Mann'ın iktidar ağları teorisi (İEAS) ve
tarihsel sosyolojisi ışığında küresel ve bölgesel ölçekte ne tür jeopolitik,
ekonomik ve toplumsal dönüşümler yaşanır?"; bu senaryoyu, devletin
altyapısal gücü, gayri resmi imparatorlukların doğası ve etnik çatışma
dinamikleri üzerinden kapsamlı bir şekilde analiz etmek gerekir.
Michael Mann'ın İktidarın Tarihi ve Demokrasinin
Karanlık Yüzü eserlerindeki teorik çerçeve, petrolün değersizleşmesinin
sadece ekonomik bir kriz olmayacağını, aynı zamanda "siyasi" ve
"ideolojik" iktidar ağlarını da kökten sarsarak devletlerin çöküşüne
ve şiddet sarmalına yol açacağını öngörür.
1. "Rantiyer Devlet"in Çöküşü ve İç
Savaş Dinamikleri
(Önceki yazılarımızda) belirttiğimiz üzere,
modern devletin gücü "altyapısal iktidar" / infrastructural power
(topluma nüfuz etme ve lojistik kapasite) ile ölçülür. Körfez ülkeleri ve birçok Arap devleti,
vatandaşlarından vergi toplayarak değil, petrol gelirlerini dağıtarak meşruiyet
sağlayan "rantiyer devletler"dir. Mann'ın analizine göre,
vergi toplamayan devlet, vatandaşına karşı hesap verme sorumluluğu hissetmez,
ancak dağıtacak kaynağı kalmadığında otoritesi hızla buharlaşır.
- Devletin Hizipleşmesi ve Çöküşü: Petrol gelirlerinin
sıfırlanması, bu devletlerin memur maaşlarını, orduyu ve sosyal yardımları
finanse edememesi demektir. Mann'ın 5. Tezi uyarınca, bu ani ekonomik şok,
devleti "hizipleşmiş ve radikalleşmiş" bir yapıya dönüştürür.
Merkezi otorite zayıfladığında, ordu ve güvenlik güçleri maaşlarını
alamadıkları için yerel savaş ağalarına dönüşebilir veya etnik/mezhepsel
(Sünni-Şii, kabilevi) kimliklerine geri dönebilirler.
- Sınıf Çatışmasının Etnisiteye Kanalize
Olması: Mann'ın 2. Tezi, ekonomik krizlerin
yarattığı sınıfsal öfkenin, modern dönemde genellikle etnik veya dini
nefrete dönüştüğünü belirtir. Petrol zenginliğinin bitmesiyle ortaya çıkan kitlesel yoksulluk,
"yozlaşmış elitlere" veya "öteki mezhebe" karşı bir
"cihat" veya "temizlik" hareketine dönüşebilir.
Bu durum, bölgeyi Mann'ın "Tehlike Bölgesi" / Danger Zone
olarak tanımladığı, rakip egemenlik iddialarının çatıştığı bir kaosa
sürükler.
2. Küresel Jeopolitik: "Gayri Resmi
İmparatorluk"un Sonu
Michael Mann, İktidarın Tarihi (III. Cilt)
eserinde ABD'nin küresel gücünü "gayri resmi imparatorluk" / informal
empire olarak tanımlar. Bu sistemde ABD, toprak işgal etmek yerine, yerel
elitleri (örneğin Suudi Kraliyet Ailesi veya Körfez emirlikleri) askeri koruma
ve ekonomik işbirliği karşılığında kendine bağlar.
- Koruma Kalkanının Kalkması: Petrolün
değersizleşmesi, ABD'nin bölgedeki stratejik çıkarını (enerji güvenliği)
ortadan kaldırır. Mann'ın analizine göre, imparatorluklar maliyeti
getirisinden yüksek olan bölgeleri terk etme eğilimindedir. ABD'nin
bölgeden askeri ve siyasi desteğini çekmesi (veya azaltması), yerel
rejimleri korumasız bırakır. Bu durum, bölgede bir güç boşluğu yaratır ve
bu boşluğu doldurmak için İran, Türkiye veya Rusya gibi bölgesel güçler
arasında yeni ve sert bir rekabet başlayabilir.
- Dolar Hegemonyasının Sarsılması: Mann'a
göre ABD'nin gücü kısmen doların rezerv para olmasına dayanır (senyoraj
hakkı). Petrolün dolarla satılması (petro-dolar sistemi), bu gücün
sütunlarından biridir. Petrolün değersizleşmesi, dolara olan küresel
talebi azaltarak ABD ekonomisinde de sarsıntılara yol açabilir, ancak
Mann, ABD ekonomisinin esnekliğinin (yaratıcı yıkım) bu şoku
atlatabileceğini öngörür.
3. Küresel Göç ve "Kuzey"in Kapanması
Demokrasinin Karanlık Yüzü eserinde
Mann, etnik temizliklerin ve iç savaşların artık "Güney"de
(gelişmekte olan dünyada) yoğunlaştığını belirtir. Arap dünyasının ekonomik
çöküşü, tarihin gördüğü en büyük göç dalgalarından birini tetikleyecektir.
- Mülteci Krizi ve Batı'nın Tepkisi:
Milyonlarca insanın Avrupa'ya (Kuzey'e) yönelmesi, Avrupa demokrasilerini
test edecektir. Mann, liberal demokrasilerin bile "organik
milliyetçilik" refleksine sahip olduğunu hatırlatır. Bu kriz,
Avrupa'da aşırı sağın yükselişini, sınırların militarize edilmesini ve
mültecilere karşı sert (hatta ölümcül) önlemlerin alınmasını
tetikleyebilir. Mann'ın "demokrasinin karanlık yüzü" tezi,
burada "liberal" Batı'nın kendi refahını korumak için dışlayıcı
ve baskıcı politikalara dönebileceğini öngörür.
4. İdeolojik Dönüşüm: Radikal Teo-Demokrasi
Mann, İslamcı hareketlerin yükselişini, başarısız
olan laik/milliyetçi modernleşme projelerine ve emperyalizme karşı bir tepki
olarak okur. Petrol ekonomisinin çöküşü, bölgedeki mevcut rejimlerin (ister
monarşi ister cumhuriyet olsun) "Batı işbirlikçisi" ve
"beceriksiz" olarak damgalanmasına yol açacaktır.
- Yeni Bir Kurtuluş İdeolojisi: Ekonomik
çöküş ortamında, "maddi olmayan" değerlere dayanan kurtuluşçu
ideolojiler güç kazanır. Mann'ın "teo-demokrasi" (dini halk
egemenliği) kavramı, devletin çöküşüyle birlikte tek alternatif olarak
sunulabilir. Bu,
sadece Batı karşıtı değil, aynı zamanda çöken devletin elitlerine karşı da
"sınıfsal" bir intikamı dini bir dille (cihat) harmanlayan, daha
radikal ve sınır tanımayan hareketlerin (IŞİD benzeri yapıların)
güçlenmesine neden olabilir.
Sonuç ve Dünya İçin Olası Senaryo
Sonuç olarak,
Michael Mann'ın perspektifinden bakıldığında; petrolün değersizleşmesi sadece
bir piyasa dalgalanması değil, jeopolitik ve sosyolojik bir deprem
olacaktır.
- Bölgesel: Arap
dünyası, devletlerin "altyapısal iktidarını" kaybettiği,
sınırların anlamsızlaştığı ve etnik/mezhepsel milislerin hakim olduğu uzun
süreli bir "fetret devri"ne ve iç savaş sarmalına girer.
- Küresel: Dünya,
enerji kaynaklarının değişmesiyle (örneğin yenilenebilir enerjiye geçişin
tamamlanmasıyla) yeni bir ekonomik dengeye oturabilir; ancak bu geçiş
sürecinde "Güney"den "Kuzey"e yönelen devasa göç
dalgaları, Batı demokrasilerini daha otoriter, güvenlikçi ve dışlayıcı
(faşizme meyleden) bir çizgiye çekebilir.
Mann'ın eserlerinde vurguladığı gibi, kapitalizm
krizlerden "yaratıcı yıkım" yoluyla çıkarak kendini yenileyebilir;
ancak bu yenilenmenin bedelini, devlet yapıları çökmüş ve sosyal güvenlik
ağlarından yoksun "Güney" halkları en ağır şekilde ödeyecektir.
Kaynakça:
Mann, M. (2012). Demokrasinin Karanlık Yüzü.
İthaki Yayınları, s. 15-16. A.g.e., s. 56-58. Mann, M. (2017). İktidarın
Tarihi: Küresel İmparatorluklar ve Devrim 1890-1945. Phoenix Yayınevi, s.
825-829. A.g.e., s. 1019. A.g.e., s. 831. Wallerstein, I., Collins, R., Mann,
M., Derluguian, G., & Calhoun, C. (2013). Does Capitalism Have a Future?.
Oxford University Press, s. 769. Mann, M. (2012). Demokrasinin Karanlık Yüzü.
İthaki Yayınları, s. 7-9. A.g.e., s. 723. A.g.e., s. 736, 748. Mann, M. (2017).
İktidarın Tarihi: Küresel İmparatorluklar ve Devrim 1890-1945. Phoenix
Yayınevi, s. 805-806.
Şöyle bir soru sorulursa: "Küresel bir
petrol krizinin yaşanması durumunda, İsrail'in mevcut 'dayanılmaz' statüsünün
katılaşarak 'Arz-ı Mevud' (Vaat Edilmiş Topraklar) idealine ulaşması sosyolojik
ve jeopolitik açıdan nasıl bir zemine oturabilir?"; bu senaryoyu Michael
Mann'ın Demokrasinin Karanlık Yüzü ve İktidarın Tarihi (III.
Cilt) eserlerinde ele aldığı "yerleşimci sömürgeciliği",
"etnokrasi", "kaynak savaşları" ve "radikalleşme"
kavramları üzerinden analiz etmek gerekmektedir.
Michael Mann'ın teorik çerçevesi, İsrail'in
kuruluş mantığını ve kriz anlarında devletlerin nasıl radikalleştiğini
anlamamız için önemli ipuçları sunar. Bu bağlamda petrol krizi, sadece ekonomik
bir durgunluk değil, ideolojik ve askeri bir genişleme fırsatı (veya
zorunluluğu) olarak değerlendirilebilir.
1. Yerleşimci Demokrasisi ve
"Tamamlanmamış" Temizlik
Mann, İsrail'i (önceki yazılarımızda)
belirtildiği üzere klasik bir demokrasi olarak değil, bir "yerleşimci
demokrasisi" / settler democracy veya daha doğru bir tabirle "etnokrasi"
/ ethnocracy olarak tanımlar. Bu rejim türü, demokrasiyi sadece hakim
etnik grup (Yahudiler) için uygularken, yerli halkı (Filistinliler) dışlar veya
baskı altında tutar,.
- Yapısal Sorun: Mann,
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avustralya gibi yerleşimci
toplumlarının, yerli halkı (Kızılderililer, Aborjinler) büyük ölçüde yok
ederek veya marjinalize ederek "temizliği" tamamladıklarını ve
bu sayede istikrarlı bir demokrasi kurabildiklerini belirtir,. Ancak
İsrail, bu süreci tamamlayamamıştır. Filistin nüfusu varlığını korumakta
ve direnmektedir. Mann'a göre bu durum, İsrail için sürekli bir
"güvenlik ikilemi" ve meşruiyet krizi yaratır.
- Dayanılmaz Varlık: Sorudaki
"dayanılmaz varlık" ifadesi, Mann'ın analiziyle örtüşmektedir.
Yerleşimci devlet, yerlileri tamamen temizleyemediği sürece kendini
sürekli tehdit altında hisseder. Bu tehdit algısı, devleti ve toplumu
militarize eder ve en ufak bir krizde daha radikal çözümlere (etnik
temizlik veya toprak ilhakı) yönelme eğilimi yaratır.
2. Petrol Krizi ve "Tehlike Bölgesi"
Mann'ın İktidarın Tarihi (III. Cilt)
eserinde detaylandırdığı üzere, modern savaşların ve emperyal yayılmacılığın
arkasındaki en büyük motivasyonlardan biri stratejik kaynaklara (özellikle
petrole) erişimdir. II. Dünya Savaşı'nda Japonya'nın ve Almanya'nın
saldırganlaşmasının temelinde, petrol ve gıda gibi kaynaklara ulaşma arzusu
yatıyordu,.
- Jeopolitik Fırsat: Bir petrol krizi,
Ortadoğu'daki Arap devletlerini (Suudi Arabistan, Irak vb.) ekonomik ve
siyasi kaosa sürükleyebilir. Mann'ın 5. Tezi uyarınca, siyasi ve
jeopolitik istikrarsızlık, devletlerin radikalleşmesi için en uygun
zemindir. Arap devletlerinin zayıflaması veya çökmesi, İsrail için Mann'ın
"Tehlike Bölgesi" / Danger Zone dediği, rakip egemenlik
iddialarının çatıştığı alanı genişletme fırsatı doğurabilir.
- Önleyici Saldırı (Tez 4b): Mann,
güçlü tarafın (burada İsrail), zayıf tarafı (Filistinliler veya komşu Arap
devletleri) düşük bir maliyetle yenebileceğine inandığında "önleyici
saldırı" veya temizlik hareketine girişebileceğini belirtir. Petrol
kriziyle zayıflamış bir bölgede İsrail, "Arz-ı Mevud" idealini
gerçekleştirmek için askeri gücünü daha pervasızca kullanabilir ve bunu
"varoluşsal güvenlik" gerekçesiyle meşrulaştırabilir.
3. İdeolojik İktidar: "Arz-ı Mevud"un
İşlevi
Mann, ideolojik iktidarın, özellikle kriz
zamanlarında, araçsal akıldan (kar-zarar hesabı) ziyade "değer
akılcılığına" (bir amaca ne pahasına olursa olsun bağlılık) yol açtığını
vurgular,.
- Seküler Kurtuluşçuluk ve Din: Faşizm
veya Komünizm gibi "Arz-ı Mevud" ideali de, kriz anlarında
toplumu mobilize eden aşkın / transcendent bir ideoloji işlevi
görür. Mann'a göre, modern dönemde din, etnik milliyetçilikle
birleştiğinde (teo-demokrasi), toprak talepleri kutsal bir "tarihsel
zorunluluk" haline gelir,.
- Radikalleşme Süreci: Petrol
krizi gibi büyük bir şok, İsrail içindeki ılımlı sesleri bastırabilir ve
radikal, dindar milliyetçilerin tezlerini güçlendirebilir. Mann'ın Nazi
Almanyası örneğinde gösterdiği gibi, kriz derinleştikçe "A
Planı" (statüko) yerini "B Planı"na (sürgün) ve nihayetinde
"C Planı"na (topyekün imha veya ilhak) bırakabilir,. "Arz-ı
Mevud", bu radikal genişleme planının ideolojik meşruiyetini sağlar.
4. ABD Desteği ve Küresel Sermaye
İlginç bir konu olarak; Mann, İsrail'in ABD'den
dünyadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla yardım aldığını ve ABD'nin Ortadoğu
politikasının bir parçası olduğunu belirtir.
- Krizin İki Yüzü: Petrol krizi, ABD
ekonomisini de vuracaktır. Mann, Amerikan hegemonyasının kısmen dolara ve
petrole dayalı olduğuna işaret eder. Eğer kriz ABD'yi zayıflatır ve içe
kapanmaya zorlarsa, İsrail korumasız kalabilir. Ancak Mann,
imparatorlukların (ABD) stratejik çıkarlarını korumak için vekillerini
(İsrail) daha agresif kullanabileceğini de öngörür. Petrol krizi, ABD'nin
bölgedeki enerji kaynaklarını doğrudan veya vekili (İsrail) aracılığıyla
kontrol etme arzusunu artırabilir. Bu durumda, İsrail'in genişlemesi
("Arz-ı Mevud"), ABD'nin "enerji güvenliği"
stratejisiyle örtüşebilir.
Sonuç olarak; Mann'ın perspektifinden bakıldığında, bir petrol krizi
İsrail için "olağan" bir süreçten ziyade, radikal bir kırılma
noktası olacaktır. Bu kriz, bölgesel rakiplerin zayıflaması (altyapısal
iktidarın çöküşü) ve İsrail içindeki "organik milliyetçiliğin" (dini
Siyonizm) yükselmesiyle birleşirse, İsrail'in "tamamlanmamış"
yerleşimci projesini tamamlamak için harekete geçmesi sosyolojik olarak
muhtemeldir. Bu süreçte "Arz-ı Mevud", siyasi ve askeri
hedefleri (toprak ilhakı ve etnik temizlik) "kutsal" bir ambalajla
sunan ideolojik güç kaynağı olacaktır. Ancak Mann, bu tür radikal hamlelerin
(Hitler veya Japonya örneklerinde olduğu gibi) genellikle "kendi
kendini imha eden" / self-destructive bir kibre / hubris
yol açtığını ve aşırı genişlemenin devletlerin çöküşünü getirebileceğini de
hatırlatır,.
Şöyle bir soru sorulursa: "Petrol krizi dışında, Arap dünyasında
Michael Mann'ın tarihsel sosyolojisi ve iktidar ağları teorisi (İEAS)
çerçevesinde yüksek ihtimalle gerçekleşebilecek diğer yapısal kriz
nedir?"; bu durumu Demokrasinin Karanlık Yüzü ve İktidarın
Tarihi (III. Cilt) eserlerinde işlenen "demokrasinin paradoksu",
"devletin altyapısal güçsüzlüğü" ve "jeopolitik kara
delikler" kavramları üzerinden analiz etmek gerekir.
Mann'ın teorik merceğinden bakıldığında, petrolün
bitişi veya değersizleşmesi sadece bir tetikleyicidir; asıl yüksek ihtimalli
kriz, etnik ve mezhepsel "organik" temizlik (cleansing) ve devletlerin
"altyapısal" çöküşüdür.
1. "Demos" ile "Ethnos"un Karışması: Mezhepsel
Temizlik Krizi
(Önceki yazılarımızda) temas edildiği üzere,
Mann'ın en çarpıcı tezi, etnik veya mezhepsel temizliğin "ilkel" bir
nefretin sonucu değil, modern "demokrasi" idealinin karanlık bir yüzü
olduğudur. Arap dünyasındaki mevcut rejimler (krallıklar veya diktatörlükler)
baskıcıdır ancak istikrarlıdır. Ancak bu rejimler sarsıldığında ve "halkın
egemenliği" (demokrasi) talebi yükseldiğinde, büyük bir tehlike ortaya
çıkar:
- Halkın Tanımı: Mann'a
göre demokrasi "halk"ın (demos) yönetimidir. Ancak Arap
dünyasındaki pek çok ülkede (Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Bahreyn),
"halk" kavramı vatandaşlık üzerinden değil, organik bir kimlik
olan "ethnos" (veya burada "mezhep/aşiret")
üzerinden tanımlanmaktadır.
- Tehlike Bölgesi: Mann,
farklı grupların aynı topraklar üzerinde rakip egemenlik iddialarında
bulunduğu durumları "Tehlike Bölgesi" / Danger Zone
olarak adlandırır. Petrol gelirinin sağladığı rant dağıtım mekanizması
çökerse, devletin meşruiyeti kaybolur. Bu durumda Sünniler, Şiiler, Kürtler veya kabileler,
"devlet bizimdir, ötekiler yabancıdır veya işbirlikçidir"
diyerek birbirlerini "temizlemeye" (sürmeye veya yok etmeye)
yönelebilirler. Mann'ın belirttiği gibi, demokrasiye geçiş
süreçleri, istikrarlı otoriter rejimlere göre etnik/mezhepsel çatışma
riskini artırır. Arap dünyasını bekleyen en büyük kriz, demokrasinin
mezhepsel bir iç savaşa dönüşme ihtimalidir.
2. "Eşik Bekçisi Devlet"in (Gatekeeper
State) Çöküşü
Mann, İktidarın Tarihi eserinde,
sömürgecilik sonrası kurulan bazı devletlerin, özellikle Afrika ve Ortadoğu'da,
gerçek birer ulus-devlet olamadıklarını, sadece "eşik bekçisi
devletler" olduklarını belirtir.
- Altyapısal İktidar Eksikliği: Modern
devlet, toplumun içine nüfuz edebilen, vergi toplayan ve hizmet götüren
"altyapısal iktidar"a / infrastructural power sahip
olmalıdır. Ancak petrol zengini Arap devletleri veya dış yardımla (ABD,
Batı) ayakta duran rejimler (Mısır, Ürdün gibi), kendi toplumlarından
vergi toplamak ve onlarla bir "temsil-vergi" pazarlığına girmek
yerine, sadece sınırlardaki "eşikleri" tutarak dışarıdan gelen
geliri (petrol, yardım) içeriye dağıtırlar.
- Kriz Senaryosu: Petrol krizi veya dış
desteğin kesilmesi durumunda (ABD'nin bölgeden çekilmesi gibi), bu
"eşik bekçisi" devletlerin toplum üzerindeki otoritesi anında
buharlaşır. Devletin toplumla organik bir bağı (vergi ve temsil
ilişkisi) olmadığı için, devlet çöker. Mann'ın Endonezya örneğinde
anlattığı gibi, merkezi devlet zayıfladığında, yerel "savaş
ağaları", "dini milisler" veya "aşiret reisleri"
iktidarı ele geçirir. Arap dünyasını bekleyen kriz, Libya veya Yemen
örneklerinde görüldüğü gibi, devletin tamamen işlevsizleşip coğrafyanın "jeopolitik
kara deliklere" / geopolitical black holes dönüşmesidir.
3. İdeolojik Kriz: "Teo-Demokrasi" ve
Laikliğin Sonu
Mann, İslam dünyasında
"köktendinciliğin" / fundamentalism yükselişini, Batı
emperyalizmine ve yerel laik/milliyetçi rejimlerin başarısızlığına bir tepki
olarak okur.
- Alternatif Modernite: Mann'a
göre siyasal İslam veya cihatçı hareketler, "geri kalmış"
tepkiler değil, modernitenin sorunlarına (yozlaşma, eşitsizlik,
emperyalizm) üretilen "seküler kurtuluşçuluğun" yerini
alan dini bir cevaptır.
- Kutsal Halk: Mevcut
rejimler çöktüğünde, ortaya çıkacak en güçlü alternatif ideoloji, Mann'ın "Teo-Demokrasi"
/ Theo-democracy (dini demokrasi) olarak adlandırdığı yapıdır. Bu,
"biz dindar halkın" egemenliği iddiasıdır. Ancak bu model,
azınlıkları (Hıristiyanları, diğer mezhepleri) ve seküler kesimleri
"halkın" dışında, hatta "hastalık" veya "mikrop"
(Nazilerin Yahudilere bakışı gibi) olarak görebilir. Arap dünyasında
petrol sonrası dönem, Batı tipi bir demokrasiden ziyade, bu tür dışlayıcı
ve arındırıcı dini rejimlerin yükselişine ve bunun yaratacağı şiddetli iç
çatışmalara gebedir.
4. Çevresel Kriz ve "Malthusçu" Baskı
Mann'ın eserlerinde (örneğin Kapitalizmin
Geleceği Var mı?) ve İktidarın Tarihi'ndeki tarımsal analizlerinde,
nüfus artışı ile kaynak yetersizliği arasındaki gerilime (Malthusçu kriz)
dikkat çekilir.
- Su ve Gıda: Arap
dünyasının büyük kısmı kuraktır ve gıda ithalatına bağımlıdır. Petrol
gelirinin bitmesi, gıda ithalatını imkansız kılabilir. Mann, tarımsal
krizlerin ve kıtlıkların, 19. yüzyılda olduğu gibi modern dönemde de büyük
"holokostlara" (kitlesel ölümlere) yol açabileceğini hatırlatır.
Petrol kriziyle birleşen bir su ve gıda krizi, devletlerin
"altyapısal iktidarını" tamamen çökertecek ve insanları hayatta
kalmak için yerel, dini veya etnik cemaatlerine sığınmaya zorlayacaktır.
Bu da yukarıda bahsedilen çatışma dinamiklerini (etnik/mezhepsel temizlik)
hızlandıran en temel maddi faktör olacaktır.
Özetle; Petrol krizi dışında, Arap dünyasını bekleyen en yüksek ihtimalli kriz,
devletlerin çökerek yerini mezhepsel/kabilevi milislere bırakması ve "halk"
tanımının dini/mezhepsel temelde yapılarak "ötekilerin" şiddet
yoluyla temizlendiği uzun süreli bir iç savaş ve parçalanma sürecidir.
Mann'ın tabiriyle, bölge, küresel sistemden kopuk, içine kapalı ve şiddet
sarmalındaki "etno-milliyetçi (veya mezhepsel) kara deliklere"
dönüşme riski taşımaktadır.
'Eşik Bekçisi' nde
Kriz
Şöyle bir soru sorulursa: "Amerika Birleşik
Devletleri'nin (ABD) kendi içinde parçalanması durumunda, başta Arap Dünyası
olmak üzere küresel ölçekte 'eşik bekçisi' / gatekeeper işlevi gören
mekanizmaların yok olmasıyla mutlak bir savaş ortamının doğacağı öngörüsü,
Michael Mann'ın iktidar teorileriyle nasıl temellendirilebilir?"; bu
kıyamet senaryosunu İktidarın Tarihi (III. Cilt) ve Demokrasinin
Karanlık Yüzü eserlerindeki "hegemonik istikrar", "eşik
bekçisi devlet" ve "jeopolitik anarşi" kavramları üzerinden
analiz etmek gerekir.
Mann'ın
analizlerine göre, küresel bir hegemonun çöküşü, sadece o devletin sınırları
içinde değil, tüm dünyada güç boşlukları yaratarak "Leviathan'sız"
bir kaos ortamını tetikler.
1. "Eşik Bekçisi Devletler"in Çöküşü ve
Arap Dünyası
Kullanıcının isabetle belirttiği "eşik
bekçisi" / gatekeeper state kavramı, Mann'ın analizlerinde
özellikle sömürge sonrası devletler ve hammadde ihracatına bağımlı ekonomiler
(Ortadoğu ve Afrika) için kullanılır. Bu devletlerin temel özelliği, yönetici
elitlerin meşruiyetlerini ve gelirlerini kendi halklarından topladıkları
vergilerle değil, küresel ekonomiyle olan bağlantı noktalarını (eşikleri)
tutarak elde etmeleridir (gümrükler, dış yardımlar, petrol gelirleri, maden
ruhsatları gibi)[^1].
- Dış Desteğin Kesilmesi: Arap
Dünyası'ndaki pek çok rejim (Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün vb.), ABD'nin
sağladığı "küresel güvenlik şemsiyesi" ve ekonomik entegrasyon
sayesinde ayakta durmaktadır. Mann'a göre bu rejimler, içeride
"altyapısal iktidar"dan / infrastructural power (topluma
nüfuz etme yeteneği) yoksundur ve halkla organik bir bağ kuramamıştır[^2].
Eğer ABD parçalanırsa, bu "eşik bekçisi" elitleri koruyan dış
güç ortadan kalkar.
- İç Savaş Kaçınılmazlığı: (Önceki
yazılarımızda) belirtildiği üzere, dış desteği kesilen, halkına karşı
sorumluluk hissetmeyen ve sadece rant dağıtarak ayakta duran bir devlet,
Mann'ın "hizipleşmiş devlet" modeline dönüşür. Kaynaklar
kesildiğinde, ordu ve bürokrasi içindeki farklı etnik, dini veya aşiret
grupları, devleti ele geçirmek için birbirleriyle savaşa tutuşur. Bu, Arap Dünyası'nda sadece
devletlerarası değil, devletlerin kendi içinde de "herkesin herkese
karşı savaşı"na yol açar[3].
2. Hegemonik İstikrarın Sonu ve Küresel Anarşi
Michael Mann, iki savaş arası dönemde (1919-1939)
dünyanın yaşadığı kaosu ve Büyük Bunalım'ı, "hegemonik istikrarın
yokluğuna" bağlayan teorilere atıf yapar. O dönemde Britanya gücünü
yitirmiş, ABD ise henüz sorumluluk almamıştı. Bu "başsız" ortam,
korumacılığı, ekonomik milliyetçiliği ve nihayetinde II. Dünya Savaşı'nı
doğurmuştu[^4].
- Düzenleyici Gücün Yokluğu: Mann'a göre ABD, II. Dünya
Savaşı sonrasında "küresel şerif" rolünü üstlenmiş, doları
rezerv para yaparak ve askeri üslerle ticaret yollarını güvenceye alarak
bir "Amerikan Barışı" / Pax Americana tesis etmiştir[^5].
ABD'nin parçalanması, küresel ticaretin para biriminin (dolar) çökmesi ve
ticaret yollarının güvensiz hale gelmesi demektir. Bu durum, 1930'lardaki
Bunalım'dan çok daha şiddetli bir ekonomik çöküşe ve kaynak savaşlarına
neden olur.
- Güç Boşluğu ve Bölgesel Savaşlar: Mann'ın
analizine göre, imparatorluklar çekildiğinde geride bıraktıkları boşluğu
doldurmak için yerel güçler (Çin, Rusya, bölgesel aktörler) harekete
geçer. Ancak ABD gibi küresel bir hegemonun aniden çökmesi, bu geçişin
düzenli olmasını engeller. Mann, imparatorlukların çöküş dönemlerinde,
özellikle "etno-milliyetçi" / ethno-nationalist
taleplerin ve sınır anlaşmazlıklarının şiddetli çatışmalara dönüştüğünü
belirtir[^6]. "Eşik bekçisi" kalmadığında, her devlet kendi
güvenliğini sağlamak için komşusuna saldırma ("güvenlik
ikilemi") eğilimine girer.
3. ABD'nin İç Parçalanması: "Demokrasinin
Karanlık Yüzü"nün Zirvesi
Eğer ABD kendi içinde parçalanırsa, bu durum
Mann'ın Demokrasinin Karanlık Yüzü eserinde tarif ettiği en tehlikeli
senaryolardan birini, yani "demokratikleşen bir imparatorluğun
çöküşü"nü tetikler.
- Kuzey-Güney Ayrımı: Mann,
Amerikan İç Savaşı'ndan ve 1930'lardaki siyasi kutuplaşmalardan
bahsederken, ABD'nin homojen bir ulus olmadığını, bölgesel ve ırksal fay
hatlarına sahip olduğunu vurgular[^7]. ABD'nin parçalanması, bu devasa
askeri gücün (nükleer silahlar dahil) kontrolsüz hiziplerin eline geçmesi
demektir.
- Küresel Yansıma: Mann'a
göre, modern dünyada ideolojiler ve çatışma modelleri küresel olarak
yayılır. ABD'nin parçalanması, dünya genelinde "çok-kültürlü
demokrasi" idealinin sonu olarak yorumlanabilir ve her yerde (Avrupa
dahil) "saf" etnik veya dini devletler kurma arzusundaki radikal
hareketleri cesaretlendirebilir[^8].
Sonuç ve Değerlendirme
Mann'ın
perspektifinden bakıldığında, tespitiniz sosyolojik olarak son derece
tutarlıdır. ABD'nin parçalanması, sadece bir devletin sonu değil, küresel
kapitalizmin ve mevcut jeopolitik düzenin "sigortasının" atması
anlamına gelir.
- Arap Dünyası: Dış
desteğe bağımlı "eşik bekçisi" rejimler çöker, bölge etnik ve
mezhepsel iç savaşlara sürüklenir.
- Küresel Sistem:
Düzenleyici bir hegemonun yokluğunda, kaynaklara erişim ve ticaret
yollarının kontrolü için "Güçlü olanın hayatta kaldığı" bir
orman kanunu dönemi başlar. Mann'ın ifadesiyle, düzeni sağlayan "Leviathan"
öldüğünde, geriye sadece "bölünmüş ve radikalleşmiş" hiziplerin
savaşı kalır.
Dipnotlar: [^1]: Mann, M. (2017). İktidarın
Tarihi: Küresel İmparatorluklar ve Devrim 1890-1945. Phoenix Yayınevi, s.
1085. [^2]: A.g.e., s. 1108. [^3]: Mann, M. (2012). Demokrasinin Karanlık
Yüzü. İthaki Yayınları, s. 19, 54. [^4]: Mann, M. (2017). İktidarın
Tarihi: Küresel İmparatorluklar ve Devrim 1890-1945. Phoenix Yayınevi, s.
1444. [^5]: A.g.e., s. 1918, 1958. [^6]: Mann, M. (2012). Demokrasinin
Karanlık Yüzü. İthaki Yayınları, s. 620. [^7]: Mann, M. (2017). İktidarın
Tarihi: Küresel İmparatorluklar ve Devrim 1890-1945. Phoenix Yayınevi, s.
1142. [^8]: Mann, M. (2012). Demokrasinin Karanlık Yüzü. İthaki
Yayınları, s. 959.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder