Print Friendly and PDF

İktidarların Kendi Kendini Sabote Etme Karşısındaki Dayanma Periyodu...

Bunlarada Bakarsınız


"Elimizdeki kaynaklarda yer alan felsefi, psikolojik ve sosyolojik çalışmalar, bütüncül kader ve tarihsel tekerrür / yinelenme kavramlarını, basit tesadüfler zincirinden ziyade, derin yapısal gereklilikler ve bilinçdışı aktarımlar üzerinden ele almaktadır."

Bu karmaşık sorgulama üç ana eksende incelenebilir: yönetimsel sistemlerin kendi kendini sabote etme karşısındaki dayanma süresi, tarihin neden tekrar etmek zorunda kaldığı ve hataların bu döngüdeki kaçınılmaz rolü.

İktidarların Kendi Kendini Sabote Etme Karşısındaki Dayanma Periyodu

Kaynaklar, iktidar yapılarının, özellikle eşitsizliği ve adaletsizliği sürekli kılma yönündeki kararları almasına rağmen, şaşırtıcı bir biçimde uzun süreler boyunca ayakta kalabildiğini göstermektedir. Sistemlerin kendi kararlarıyla koyduğu temeli bozması, zorunlu olarak hızlı bir çöküşe yol açmaz; aksine, bu durum, sistemin eşitsizliği sürdürme kapasitesinin kanıtı olabilir.

1. Yapısal Rijitlik ve Öz-Sabotajın Sınırları

Kaynaklarda ele alınan Kritik Irk Teorisi (Critical Race Theory - CRT) analizleri, ırkçılık ve eğitim politikaları bağlamında, adaletsizliğin tesadüfi değil, kurumsal olarak planlanmış bir örüntü olduğunu ileri sürer. Yöneticiler veya kurumlar, her ne kadar görünüşte ilerlemeci bir dil kullansalar da (örneğin, "Gap Talk" / "Açık Kapatma Söylemi" ile başarı eşitsizliklerini küçümseme), tekrarlanan politikalar yoluyla eşitsiz sonuçları yeniden üretmeye devam ederler.

Bu durum, iktidarın kendi koyduğu eşitlik hedeflerini baltalamasına rağmen neden ayakta kaldığını açıklar:

  • Kilitlenmiş Eşitsizlik / Locked-in Inequality Kavramı: Tarihsel avantajlar ve ayrımcılık (örneğin eğitim, zenginlik ve konut erişiminde) o kadar kökleşmiştir ki, tüm açık engeller kaldırılsa bile eşitsizlikler kendi kendini sürdürür hâle gelir. Bu kilitlenme, sistemin çekirdek mekanizmasının bozulmadan kalmasını sağlar. Dolayısıyla, iktidar yapısı, adaletsizlik üretmeye devam etse bile, iç dengesini korur.
  • Çelişki Kapatan Vakalar / Contradiction-Closing Cases: Toplumsal eşitsizlik o kadar belirginleştiğinde (örneğin, Stephen Lawrence Vakası gibi) ki, mevcut durum sürdürülemez hâle geldiğinde, sistem yüzeyde reformlar yaparak, büyük bir taviz vermiş gibi görünür. Ancak bu "zaferler," aslında kamuoyu vicdanını yatıştırmak ve statükoyu daha pürüzsüz sürdürmek için bir kalkan görevi görür; bu sayede sistemin temel işleyişi değişmez.
  • Dayanma Süresi: Kaynaklar kesin bir maksimum yıl sayısı vermemekle birlikte, bu kilitlenmiş eşitsizlik durumunun onlarca yıl boyunca (örneğin, eğitimde ırkçılık politikalarında 50 yıl boyunca) devam edebileceğini ve hatta bireysel başarı açığının kapanmasının on yıllar sürebileceğini (bir hesaplamada 2054 yılına kadar süreceği öngörülmüştür) gösterir. Özetle, sistem, hata yapma lüksüne sahiptir çünkü esas dayanağı olan baskın grubun çıkarlarını korumayı sürdürür.

2. Uyumsuzluk / Dé-coïncidence Olarak Yaratım

Felsefi bir bakış açısıyla, uyumsuzluk (dé-coïncidence) ilkesi, yaratılışın ve özgürlüğün, durağanlıktan (mükemmel uyumdan) bir sapma veya bir kopuşla (fissuration) başladığını öne sürer. Eğer bir sistem kendini kusursuzca tatmin eden bir uyum içine kilitlerse, o sistem kısırlaşır ve ölür (sterilize olur). Bu bağlamda, iktidar yapılarının yaptığı hatalar, eğer yıkıcı değilse, aslında sistemin mutlak durağanlıktan kaçınmasını sağlayan dinamik koşullar olabilir; mutlak uyum ve mükemmeliyet durağanlığa yol açar.

Tarih Neden Tekrar Etmek Zorundadır?

Tarihin tekrarlanması, bireysel bilinçdışının kolektif düzeydeki tezahürleriyle yakından ilişkilidir ve kaynaklar bu tekerrürün iki ana kaynağını belirtir:

1. Kuşaklararası Görünmez Zorunluluklar

Atalar Sendromu (önceki yazılarımızda bahsedilmiştir) olarak bilinen bu mekanizma, bireyin eylemlerinin ve başına gelen olayların, atalarının çözülmemiş travmalarını veya sırlarını (kript / gizli bölme içindeki hayalet / phantom) yansıtan bilinçdışı bir sadakatten kaynaklandığını savunur.

  • Tekrarın Amacı: Birey, atalarının ödenmemiş borçlarını veya uğradığı haksızlıkları (adaletsizlik) deneyimleyerek veya bu olayları taklit ederek (tekrar zorunluluğu) bu sadakati öder. Bu durum, büyük toplumsal olaylar (savaş, soykırım) veya kişisel trajediler (kaza, hastalık, ölüm) aracılığıyla nesilden nesile aktarılır.
  • Yıldönümü Sendromu: Tekrarlar rastgele zamanlarda değil, travmatik olayın yaşandığı yaşta ya da yıldönümü tarihinde (gün/ay) ortaya çıkar. Örneğin, bir dedenin ölüm yaşı veya travma tarihi, torunun yaşamında kriz, kaza ya da hastalık olarak kendini gösterebilir. Bu durum, geçmişin, şimdiki zamanı akausal / nedensiz olarak "damgalaması" ve bireyi bilinçli seçimden mahrum bırakmasıdır.
  • Hikayenin Gücü: Bu tekrarlar, dile getirilmemiş sırlar ve zorlanmış unutuşlar (gaps in reality) nedeniyle devam eder. Bu tür olaylar kuşaklar arasında kript (gömülü sır) olarak aktarılır ve bireyin yaşamını bir vantrilok (ventriloquist) gibi yönlendirir. Bu döngüden kurtulmanın tek yolu, sırrı bilinçli olarak adlandırmak ve kaderi (edilgen yazgıyı) yazgıya (aktif destiny) dönüştürmektir.

2. Psikolojik Alışkanlıklar ve Örüntü Araması

İnsan zihni, temelde akausal / nedensiz (sebepsiz) olan olaylar arasında bile anlamlı bağlantılar kurmaya eğilimlidir (apofeni / apophenia). Bu eğilim, karmaşık olayların deterministik neden-sonuç zincirlerine oturtulmasına veya kehanetlere inanılmasına yol açar.

  • Eşzamanlılığın Çekiciliği: Toplumsal düzeyde, olaylar "büyük sayılar yasası" gereği kümelense bile (Seri Yasası), insanlar bu kümelenmeleri kozmik bir düzenin, yazgının veya ilahi bir müdahalenin kanıtı olarak görmeyi tercih eder. Bu psikolojik ihtiyaç, Tanrı'nın zar atmadığına dair deterministik inançlarla birleşerek, olayların rastgele değil, zorunlu bir örüntüyü takip etmesi gerektiği inancını besler.

Kader, Hataların Benzeşmesinden Dolayı Tekrardan Başka Seçenek Bırakmıyor mu?

Hayır, kaynaklar, kaderin (yazgının) hataların zorunlu tekrarından başka seçenek bırakmadığı fikrini kesin bir determinizm olarak kabul etmez; aksine, bu durumu bilinçli bir seçim fırsatı olarak sunar.

1. Kader (Fate) ve Yazgı (Destiny) Ayrımı

Kader (fate), bireyin pasif bir şekilde sürüklendiği, kontrol edemediği olaylar dizisidir. Yazgı (destiny) ise, bireyin bilinçli katılımı ve seçimiyle şekillenen, kendini gerçekleştirme yolculuğudur.

  • Bilinçdışı Tekrar: Hatalar (ve travmatik deneyimler) tekrar eder, çünkü birey bilinçdışı olarak geçmişin kalıplarını yeni ilişkilere ve durumlara aktarır (transfèrans/aktarım). Örneğin, bir kişi sürekli olarak aynı türde, kendine zarar veren bir ilişki modelini yeniden canlandırır. Bu durum, Jung'un dediği gibi, bireyin "gerçekdışı tarafından yenilgisi" veya çözülmemiş duygusal işlerini tamamlama zorunluluğudur.

2. Eşzamanlılığın Rehberliği (Seçenek Kapısı)

Ferdi hataların benzemesi sonucu oluşan tekrarlar, eşzamanlılık (synchronicity) aracılığıyla bir çıkış yolu sunar. Rastlantılar, kişiye, bilinçli katılımı ve uyanıklığı artırması için bir rehberlik, bir "evrenden gelen onay" / tick from the universe görevi görür.

  • Anlamlı Hata Tekrarı: Bireyin hatalarının tekrarlanması, artık göz ardı edilemeyecek kadar anlamlı bir örüntü oluşturduğunda, bu, ruhun (Self/Öz) ego'ya gönderdiği bir mesajdır: "İşte nerede çalışman gerekiyor." Hata tekrarı, kişiye, bu kez farklı bir seçim yapma ve döngüyü kırma şansını sunar.
  • Özgür İradeyi Geri Kazanma: Özgür iradenin kısıtlı kalması (daha az özgürlük), bireyin atalardan, toplumsal koşullanmalardan ve kendi nevrotik alışkanlıklarından gelen gerekirciliklere bilinçsizce boyun eğmesinden kaynaklanır. Bu döngüden kurtulmak için, hataların tekrarını sadece bir "talihsizlik" olarak görmek yerine, kaderi bilinçli olarak yazgıya dönüştürmek gerekir. Bu, kişinin kendi yolunu seçme sorumluluğunu alması ve artık atalarının hayatını değil, kendi özgün hayatını yaşamaya karar vermesiyle mümkündür.

Bu nedenle, kaynaklar, tekrarlayan hataların döngüsünü zorunlu bir ceza olarak değil, derin bir kişisel dönüşüm için bir uyandırma çağrısı olarak konumlandırır. (David Richo, The Power of Coincidence, 2010; Anne Ancelin Schützenberger, The Ancestor Syndrome, 1998; F. David Peat, Synchronicity - the bridge between matter and mind, 1987; David Gillborn, Racism and Education: Coincidence or Conspiracy?, 2008).

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar