Print Friendly and PDF

Yayınlar


Liderler...Manipülasyon, İllüzyon

Bunlarada Bakarsınız

 

Kaddafi: Manipülasyon, İllüzyon ve Libya Mirası

Muammar Kaddafi, 20. yüzyılın en karmaşık, en tartışmalı ve şüphesiz en büyük manipülatörlerinden biridir. Kaynaklar incelendiğinde, onun profilinin basit bir diktatörden ziyade, "Karanlık Üçlü" (narsisizm, makyavelizm, psikopati) özelliklerini siyasi bir satranç oyununa dönüştüren, hem kendi halkını hem de uluslararası toplumu on yıllarca parmağında oynatan bir "illüzyonist" olduğu görülmektedir. "Bedevi çadırından çıkan filozof" maskesi ardında, petrolü, terörü ve diplomatik şantajı kullanarak iktidarını 42 yıl boyunca korumuştur.

Aşağıda Kaddafi'nin manipülatif kişiliği, yönetim tarzı, Batı ile olan karmaşık ilişkisi ve Libya halkına mirası detaylandırılmıştır:

1. Büyük İllüzyonist: "Lider" Maskesi ve İmaj Manipülasyonu

Kaddafi'nin en büyük manipülasyonu, bizzat kendi statüsü ve unvanı üzerinedir. 1969 darbesinden sonra, kendisini bir devlet başkanı veya cumhurbaşkanı olarak değil, "Devrimin Rehberi" veya "Kardeş Lider" olarak konumlandırmıştır.

  • Sorumluluktan Kaçış: Kaynaklara göre Kaddafi, elçilerin güven mektuplarını kabul etmez, "Ben devlet başkanı değilim, ben devrim lideriyim" diyerek resmi protokolleri ve sorumlulukları reddederdi. Bu, herhangi bir başarısızlıkta "yetkim yok" diyebilmek, ancak perde arkasında mutlak gücü elinde tutmak için kurgulanmış bir tiyatroydu.
  • Bedevi İmajı: Batı başkentlerine (Paris, Roma, Brüksel) yaptığı ziyaretlerde, lüks oteller yerine yanında götürdüğü 135 metrekarelik devasa Bedevi çadırını kurdurması, develerini ve "Amazonlar" olarak bilinen kadın korumalarını yanında taşıması, sadece eksantrik bir davranış değil, hesaplı bir psikolojik baskı aracıydı. Bu sayede hem Batı medeniyetine "köklerine bağlı, bozulmamış Doğulu" mesajı veriyor hem de diplomatik protokolleri altüst ederek muhataplarını şaşkına çeviriyordu.
  • Kıyafet Diplomasisi: Kaddafi'nin giyimi de bir manipülasyon aracıydı. "Bedevi", "General" ve "Züppe" (Dandy) olarak tanımlanan üç farklı tarzı vardı. Afrika liderleriyle görüşürken kıtayı simgeleyen desenli gömlekler giyerek "Afrika'nın Krallarının Kralı" imajını pekiştiriyor; Batılı liderlerle görüşürken ise bazen İtalyan işgaline direnen Ömer Muhtar'ın fotoğrafını göğsüne takarak tarihsel suçluluk duygusunu tetiklemeye çalışıyordu.

2. "Cemahiriye" Yalanı ve İç Manipülasyon

Kaddafi, "Yeşil Kitap" (The Green Book) adlı eserinde ortaya koyduğu "Üçüncü Evrensel Teori" ile kapitalizm ve komünizme alternatif sunduğunu iddia etmiştir. Bu teoriye göre Libya, bir "Cemahiriye" (Kitlelerin Devleti) idi ve iktidar tamamen halka aitti.

  • Demokrasi Tiyatrosu: Kaddafi, parlamentoları ve partileri "demokrasinin sahtekarlığı" olarak nitelemiş ve yasaklamıştır. Bunun yerine "Halk Kongreleri" ve "Halk Komiteleri" kurmuştur. Ancak bu sistem, halkın yönetime katılması için değil, Kaddafi'nin orduyu ve bürokrasiyi baypas ederek toplumu doğrudan kontrol etmesi için tasarlanmış bir araçtı. Kaynaklarda belirtildiği gibi, "halkın kendi kendini yönettiği" iddiası, aslında Kaddafi'nin muhalifsiz bir ortamda tek başına hüküm sürmesini sağlayan bir kalkandı.
  • Ekonomik Bağımlılık: Petrol gelirlerini halka doğrudan dağıtmayıp, ücretsiz eğitim, sağlık ve sübvansiyonlu gıda gibi "lütuf" mekanizmalarıyla halkı devlete (ve dolayısıyla kendisine) bağımlı kılmıştır. Bu, halkın siyasi iradesini satın alma yöntemidir.

3. Batı'nın Kuklası mı, Baş Belası mı?

Kaddafi'nin Batı ile ilişkisi, "kullanışlı aptal"lıktan "baş düşmanlığa", oradan da "tövbekar müttefikliğe" evrilen zikzaklı bir süreçtir.

  • Erken Dönem ve Batı Desteği: 1969'da Kral İdris'i devirdiğinde, Kaddafi anti-komünist söylemleri nedeniyle ABD ve CIA tarafından, Sovyet etkisine karşı bir denge unsuru olarak başlangıçta tolere edilmiş, hatta bazı kaynaklara göre "korunmuştur".
  • Terör Finansörü: Zamanla Kaddafi, Batı'nın kontrolünden çıkarak "Karanlık Taraf"a geçmiştir. IRA, Kara Panterler, Kızıl Tugaylar, Ebu Nidal ve Çakal Carlos gibi terör örgütlerini finanse etmiş, eğitim kampları sağlamıştır. 1988'deki Lockerbie faciası (Pan Am uçağının patlatılması) ve Berlin'deki diskotek saldırısı gibi eylemlerle Batı'nın "Deli Köpek" (Mad Dog) ilan ettiği bir figüre dönüşmüştür.
  • Tövbekar ve İşbirlikçi (2000'ler): 2003 yılında, Saddam Hüseyin'in devrilmesinden korkan Kaddafi, büyük bir U-dönüşü yaparak kitle imha silahı programlarını sonlandırmış ve Lockerbie kurbanlarına milyarlarca dolar tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Bu dönemde Batılı liderler (Blair, Berlusconi, Sarkozy) Kaddafi'yi "rehabilite" etmiş, Libya petrollerine erişim karşılığında onu çadırında ziyaret etmişlerdir. Kaddafi, İtalyan bankası UniCredit ve futbol kulübü Juventus gibi kurumlara yatırım yaparak Batı ekonomisinin bir parçası haline gelmiştir.
  • Sonuç: Kaddafi tam anlamıyla bir kukla olmasa da, Batı ile karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı bir oyun oynamıştır. Batı, petrol ve göçmen kontrolü için onun diktatörlüğüne göz yummuş; o da iktidarını korumak için Batı'nın şartlarına zaman zaman boyun eğmiştir. Ancak 2011'de "Arap Baharı" patlak verdiğinde ve Kaddafi halkına karşı ağır silahlar kullandığında, Batı (özellikle Fransa ve İngiltere) onu bir yük olarak görüp hızla gözden çıkarmıştır.

4. Libya ve Arap Dünyası İçin "İyi" Tarafları Oldu mu?

Kaddafi'nin mirası tamamen karanlık değildir; belirli alanlarda ülkesine somut faydalar sağlamıştır, ancak bunlar sürdürülebilir bir sistemden ziyade petrol gelirlerinin anlık dağıtımıyla gerçekleşmiştir.

  • Ekonomik Refah: Kaddafi döneminde Libya, Afrika'nın en yüksek kişi başına düşen milli gelirine sahip ülkelerinden biri olmuştur. Eğitim ve sağlık hizmetleri ücretsiz hale getirilmiş, okuma-yazma oranları artırılmıştır.
  • Büyük İnsan Yapımı Nehir: Kaddafi'nin "Dünyanın Sekizinci Harikası" olarak adlandırdığı proje ile Sahra çölünün altındaki fosil suları borularla kıyı şehirlerine taşınmış, ülkenin su sorunu büyük ölçüde çözülmüştür.
  • Petrolün Millileştirilmesi: Kaddafi, Batılı petrol şirketlerine (özellikle "Yedi Kızkardeşler"e) kafa tutarak petrol fiyatlarını ve devletin payını artıran ilk liderlerden biri olmuştur. Bu hamlesi, diğer OPEC ülkelerine de örnek teşkil etmiş ve Arap dünyasının petrol gelirlerinin artmasını sağlamıştır.

Genel Değerlendirme

Sonuç olarak Muammar Kaddafi, ne tam anlamıyla bir kahraman ne de basit bir kukladır. O, narsistik bir manipülatördür.

  • Arap Dünyası İçin: Pan-Arabizm (Arapların birliği) hayalleri kurmuş, Mısır, Suriye ve Tunus ile birleşme denemeleri yapmış ancak dengesiz tavırları ve liderlik saplantısı yüzünden bu projelerin hepsi fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Arap liderlerini aşağılaması (eldivenle tokalaşmak, krallara hakaret etmek) onu bölgede yalnızlaştırmıştır.
  • Libya İçin: Halkına ekonomik refah sunmuş olsa da, siyasi kurumları yok ederek, kabileciliği manipüle ederek ve muhalefeti şiddetle ezerek (faili meçhuller, halka açık idamlar) ülkesini bir kurumsal boşluğa sürüklemiştir.

Kaddafi'nin trajik sonu, kendi manipülasyonlarının bir sonucudur. Batı ile kurduğu "dostluk", petrol ve para akışına dayalı sahte bir zemin üzerindeydi. Bu zemin kaydığında, kendi halkını koruyacak kurumlar inşa etmediği ve Batı'ya karşı kullanabileceği (nükleer silah gibi) caydırıcı güçlerini kendi eliyle teslim ettiği için, "ormanda yaralı bir aslan" gibi savunmasız kalmış ve linç edilerek öldürülmüştür. Onun düşüşü, diktatörlerin Batı ile flörtünün güvence sağlamadığının kanıtı olmuştur.

 

Saddam Hüseyin: Manipülatör ve Pragmatist Diktatör

Saddam Hüseyin'in siyasi kariyeri ve iktidar yürüyüşü, "acımasız bir pragmatizm" ve üstün bir manipülasyon yeteneği üzerine kuruludur. Elimizdeki kaynaklar, özellikle Efraim Karsh, Inari Rautsi ve Con Coughlin'in eserleri, Saddam'ın sadece kaba kuvvet kullanan bir diktatör olmadığını, aynı zamanda insan psikolojisini ve siyasi dengeleri kendi lehine çevirmekte usta bir satranç oyuncusu gibi hareket ettiğini ortaya koymaktadır.

Büyük Manipülatör: "Bay Yardımcı"dan Mutlak Liderliğe

Saddam Hüseyin'in en büyük manipülasyon başarısı, iktidarı ele geçirme sürecindeki sabrı ve stratejisidir. 1968'deki Baas darbesinden sonra, kuzeni ve akıl hocası olan Ahmed Hasan el-Bekr'in gölgesinde kalmayı tercih etmiştir.

  • Gölgedeki Güç: Saddam, yıllarca el-Bekr'in "sadık yardımcısı" rolünü oynamıştır. Kendisine "Bay Yardımcı" (Mr. Deputy) diye hitap edilmesini istemiş ve kamusal alanda el-Bekr'i "lider ve baba" olarak yüceltmiştir. Bu alçakgönüllülük maskesi altında, parti içindeki rakiplerini (Hardan al-Tikriti ve Salih Mahdi Ammash gibi) birbirine düşürerek veya el-Bekr'in güvenini kazanıp onları tasfiye ettirerek ortadan kaldırmıştır. Kaynaklar, el-Bekr'in aslında Saddam'ın kararlarını imzalayan bir figürana dönüştüğünü belirtmektedir.
  • 1979 Tasfiyesi ve Tiyatro: Saddam'ın manipülasyon yeteneğinin zirvesi, 1979'da el-Bekr'i istifaya zorlayıp başkanlığı devraldığı gündür. El-Bekr'i "sağlık sorunları" nedeniyle çekildiğine dair bir konuşma yapmaya ikna etmiş (veya zorlamış), ardından parti kongresinde sahte bir "Suriye komplosu" kurgulamıştır. Kürsüde oturup purosunu içerken, önceden işkenceyle itirafçı yapılmış bir parti üyesinin "hainlerin" ismini okumasını izlemiştir. Salondaki diğer üyeleri de bu "hainleri" infaz etmeye zorlayarak, herkesi suça ortak etmiş ve kendisine mutlak sadakatle bağlamıştır. Bu olay, "korku kuralı"nın (The Rule of Fear) kurumsallaşmasıdır.

Batı'nın Kuklası mı, Yoksa Fırsatçı Bir Ortak mı?

Saddam Hüseyin'in Batı ile ilişkisi, tek taraflı bir "kukla" ilişkisinden ziyade, karşılıklı çıkara dayalı, ancak Saddam'ın kendi bekası için her şeyi kullanabildiği karmaşık bir yapıdadır.

  • CIA Bağlantıları: Kaynaklar, Saddam'ın siyasi kariyerinin başında, özellikle 1959'da Kasım'a (Qassem) yapılan suikast girişimi ve 1963 darbesi sırasında CIA ile temasları olduğuna dair güçlü deliller sunmaktadır. Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı bir denge unsuru olarak görülmüştür. Ancak bu, Saddam'ın Batı'nın emirlerini koşulsuz uyguladığı anlamına gelmez; o, bu desteği kendi iktidarını sağlamlaştırmak için kullanmıştır.
  • İran-Irak Savaşı ve Batı Desteği: 1980-1988 savaşı sırasında Batı (ve Sovyetler), İran İslam Devrimi'nin yayılmasını engellemek için Saddam'ı desteklemiştir. Donald Rumsfeld'in 1983'teki Bağdat ziyareti ve ABD'nin istihbarat desteği bunun kanıtıdır. Ancak Saddam, bu desteği alırken bile anti-emperyalist ve anti-Siyonist söylemlerini sürdürmüş, Batı'yı sadece "geçici bir çıkar ortağı" olarak görmüştür.
  • Sonuç: Saddam tam anlamıyla bir kukla olmaktan ziyade, "acımasız bir pragmatist" (The Ruthless Pragmatist) olarak tanımlanabilir. İhtiyaç duyduğunda Sovyetlerle "Dostluk Anlaşması" imzalamış, işine gelmediğinde komünistleri katletmiştir. Aynı şekilde Batı ile işbirliği yapmış, ancak Kuveyt işgali gibi kendi çıkarlarına uygun gördüğü (fakat Batı'nın çıkarlarına ters) eylemlerde bulunmaktan çekinmemiştir.

Arap Dünyası ve Libya İçin "İyi" Bir Tarafı Oldu mu?

Saddam'ın Arap dünyası üzerindeki etkisi, kısa vadeli modernleşme başarıları ile uzun vadeli yıkıcı felaketler arasında gidip gelen bir sarkaca benzer.

  • Modernleşme ve Refah (1970'ler): Saddam'ın iktidarının erken dönemlerinde (henüz perde arkasındayken), Irak'ta büyük bir kalkınma hamlesi başlatılmıştır. Petrolün millileştirilmesi (nationalization) sayesinde elde edilen gelirle okullar, hastaneler ve altyapı inşa edilmiş, okuma-yazma oranları artırılmış ve kadın haklarında (kendi siyasi amaçlarına hizmet ettiği ölçüde) ilerlemeler sağlanmıştır. Bu dönemde Irak, Arap dünyasında bir model olarak görülmüştür.
  • Pan-Arabizm ve Liderlik Hırsı: Saddam, kendisini modern bir Selahaddin Eyyubi veya Nebukadnezar olarak sunarak Arap dünyasının liderliğine oynamıştır. Ancak bu hırs, Arap birliğini sağlamaktan ziyade bölünmelere yol açmıştır. Mısır ile liderlik yarışına girmiş, Suriye'deki Baas rejimiyle (Hafız Esad) kanlı bir rekabet yaşamıştır.
  • Libya ve Kaddafi ile İlişkiler: Saddam'ın Libya lideri Muammer Kaddafi ile ilişkisi de bu rekabetin bir parçasıdır. Her iki lider de Arap milliyetçiliğinin ve anti-emperyalist cephenin lideri olma iddiasındaydı. Kaynaklar, Saddam'ın Arap dünyasındaki diğer liderleri (Kaddafi dahil) genellikle kendi liderlik hedefleri önünde bir engel veya araç olarak gördüğünü ima eder. Kaddafi'nin Ebu Nidal gibi terörist figürleri barındırması veya desteklemesi, Saddam'ın bu figürleri kendi çıkarları için kullanıp sonra sınır dışı etmesiyle örtüşen, ancak rakip eksenlerde gelişen eylemlerdir.
  • Kötü Sonuçlar: Saddam'ın İran'ı işgali ve ardından Kuveyt'i ilhakı, Arap dünyasında onarılmaz yaralar açmıştır. Kuveyt işgali, "Arapların birbirine saldırmaması" ilkesini yerle bir etmiş, bölgeye Batılı askeri güçlerin kalıcı olarak yerleşmesine neden olmuş ve Irak'ın potansiyelini (ve Arap dünyasının kaynaklarını) yok etmiştir. Sonuçta, kendi kişisel bekasını "Arap davası" ile eş tutarak (L'Etat c'est moi / Devlet benim), tüm bölgeyi felakete sürüklemiştir.

İnsan Olarak Saddam: Canavar mı, İnsan mı?

Amerikan askerleri tarafından esir alındıktan sonraki döneme odaklanan kaynaklar (özellikle The Prisoner in His Palace), Saddam'ın manipülatör yönünün son ana kadar devam ettiğini, ancak aynı zamanda insani ve şaşırtıcı derecede nazik bir yüzü de olduğunu göstermektedir.

  • Gardiyanlarla İlişkisi: Kendisini sorgulayanlara ve nöbetçilere karşı bir "baba" figürü gibi davranmış, onlarla purosunu paylaşmış, ailelerini sormuş ve hatta onlara şiirler yazmıştır. Bu davranışları, onu bir "canavar" olarak bekleyen Amerikan askerlerinde bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) yaratmıştır. Bir asker, "Onu sevdiğimi söyleyemem ama bir insan olarak onunla oturmayı özleyeceğim" demiştir.
  • Son Manipülasyon: Mahkemede ve idam sehpasında sergilediği korkusuz ve dik duruş, onun son ve belki de en başarılı manipülasyonudur. Dağınık bir şekilde yakalandığı "örümcek deliği" imajını silmek ve tarihe "kahraman" olarak geçmek için ölümünü bir sahneye dönüştürmüştür.

Özetle, Saddam Hüseyin, iktidar için her yolu mübah sayan, dostlarını ve ailesini bile feda edebilen, ideolojileri (Baasçılık, İslamcılık) sadece bir araç olarak kullanan usta bir manipülatördür. Irak'ı kısa bir süre modernleştirmiş olsa da, megalomanisi ve yanlış hesapları hem ülkesini hem de Arap dünyasının istikrarını yıkıma uğratmış, Batı ile ilişkisini ise tamamen kendi koltuğunu koruma ekseninde şekillendirmiştir.

Karanlık Liderlik: Psikopati, İktidar ve Çatışma

İnsan psikolojisinin derinliklerine, özellikle de liderlik ve iktidar hırsının patolojik boyutlarına dair yaptığımız önceki incelemelerin devamı niteliğinde, bu sorgulamanız; "Karanlık Üçlü" (narsisizm, makyavelizm, psikopati) kavramlarının devlet yönetimi düzeyindeki tezahürlerini anlamak açısından hayati önem taşımaktadır. Elimizdeki kaynaklar, liderlerin neden tarihten ders almadıklarını, sürekli bir çatışma halini nasıl iktidar aracı olarak kullandıklarını ve çağdaş siyasetin (Trump örneğinde olduğu gibi) hangi psikolojik temellere oturduğunu detaylı bir şekilde açıklamaktadır.

İktidar Zehirlenmesi ve Tarihsel Körlük: Liderler Neden Ders Almaz?

İnsan psikolojisinde liderlerin mutlak güce ulaştıklarında gerçeklikten kopmaları ve kendilerinden önceki tiranların acı sonlarını görmezden gelmeleri, "Narsistik Sapkınlık" ve "Mutlak Erk" kavramlarıyla açıklanmaktadır.

1. "Mutlak Erk" Sahibi ve Dokunulmazlık Yanılsaması: Kaynaklarda belirtildiği üzere, "Mutlak Erk" sahibi ("The Absolute Power Holder") kişilik, dünyanın merkezi olduğuna inanır. Narsistik sapkın, başkalarından beslenmeye ihtiyaç duyarken, mutlak erk sahibi kendinden beslenir ve kendini dünyanın tüm tözüyle dolu hisseder. Bu kişiler için "öteki" (halk, rakipler, tarihsel örnekler) birer nesnedir. Saddam Hüseyin örneğinde görüldüğü gibi, bu liderler kendilerini sadece bir politikacı olarak değil, tarihin seçilmiş, kaderi önceden belirlenmiş "mesih"leri olarak görürler [Chapaux-Morelli & Couderc, 2011; Karsh & Rautsi, 2003].

2. Tarihsel Reenkarnasyon ve Seçilmişlik Sanrısı: Liderlerin seleflerinin akıbetini görmezden gelmelerinin temel nedeni, kendilerini onlardan "farklı" ve "üstün" görmeleridir.

  • Nebukadnezar ve Selahaddin Eyyubi Sendromu: Saddam Hüseyin, kendisini Babil Kralı Nebukadnezar'ın ve Kudüs'ü Haçlılardan kurtaran Selahaddin Eyyubi'nin modern reenkarnasyonu olarak görüyordu. Hatta Babil'i yeniden inşa ettirirken tuğlaların üzerine "Nebukadnezar'ın Babil'i, Saddam Hüseyin çağında yeniden inşa edildi" yazdırarak kendini tarihsel bir sürekliliğin, ilahi bir zincirin parçası olarak konumlandırmıştır. Bu psikolojiye göre, sıradan insanların (veya başarısız diktatörlerin) kuralları onlar için geçerli değildir; onlar "kaderin adamı"dır [Coughlin, 2002; Karsh & Rautsi, 2003].
  • Ders: Bu liderler için tarih, alınacak bir ders değil, kendi büyüklüklerini kanıtlayacakları bir sahnedir. Kaddafi'nin kendini "Afrika'nın Krallarının Kralı" ilan etmesi de benzer bir megalomaninin ürünüdür. Onlar, düşüşü bir ihtimal olarak değil, ancak bir "komplo" veya "ihanet" sonucu olabilecek, doğa dışı bir durum olarak algılarlar [Nauntofte, 2016].

Sürekli Savaş Hali ve Diktatör Travması:

Elimizdeki kaynaklar, liderlerin iktidarda kalmak için "sürekli savaş" veya "kuşatılmışlık" psikolojisini nasıl kullandıklarını Saddam Hüseyin ve diğer otokratlar üzerinden detaylandırmaktadır. Bu mekanizmaları İsrail'in durumuna uyarladığımızda şu sonuçlar çıkarılabilir:

1. "Kuşatılmış Kale" ve Dış Düşman İhtiyacı: Saddam Hüseyin, İran-Irak savaşı sırasında ve sonrasında, kendi iktidarını korumak için sürekli bir "dış tehdit" (İran, İsrail, ABD) algısına ihtiyaç duymuştur. Kaynaklarda belirtildiği üzere, bir lider iç meşruiyetini yitirdiğinde veya iktidarı tehlikeye girdiğinde, toplumu "beka sorunu" ile konsolide etmek için çatışmayı körükler. Eğer bir lider, ülkesini sürekli savaş halinde tutuyorsa, bu genellikle "diktatör travması"nın bir belirtisidir: Yani, barışın getireceği iç hesaplaşmadan korktuğu için savaşı sürdürmek zorundadır [Karsh & Rautsi, 2003; Coughlin, 2002].

2. Güvenlik Paranoyası ve "Önleyici Saldırı": Kaynaklar, Saddam'ın ve benzeri liderlerin, "bana saldırmadan ben onlara saldırmalıyım" mantığıyla (örneğin Kuveyt işgali veya İran'a saldırı) hareket ettiğini gösterir. Bu, patolojik bir güvensizlik hissinden kaynaklanır. Bir liderin sürekli savaş halinde olması, sadece dış düşmanlarla değil, kendi korkularıyla da savaştığını gösterir. İsrail bağlamında, kaynaklarda İsrail'in "stratejik tehdit" algısıyla hareket ettiği (örneğin Osirak nükleer reaktörünü bombalaması) belirtilmektedir. Ancak bir liderin bu durumu sürekli kılması, kendi siyasi bekasını savaşın devamına bağladığının (Machiavellianism) bir göstergesi olabilir [Karsh & Rautsi, 2003; Coughlin, 2002].

Trump ve Son Politikaları: "Hıristiyan Faşizmi" ve "Gaslighting"

Donald Trump'ın politikaları ve yöntemleri, kaynaklarımızda "Mega-Manipülasyon" ve "Karanlık Psikoloji" başlıkları altında, özellikle ideolojik ve taktiksel boyutlarıyla incelenmektedir.

1. İdeolojik Zemin: "Hıristiyan Faşizmi": Ullrich Mies'in analizine göre, Trump, arkasındaki "Hıristiyan Sağ" (Christian Right) desteğiyle hareket etmektedir. Bu yapı, kaynaklarda "Hıristiyan Faşistler" olarak tanımlanır. Trump, bu kesimin desteğini almak için onların ajandasını (kürtaj karşıtlığı, eğitimde dini değerler, İsrail'e koşulsuz destek vb.) uygulamaktadır. Trump'ın politikaları, bu kitlenin "kıyamet" ve "mesih" beklentileriyle örtüşen, Amerikan şovenizmini ve beyaz üstünlüğünü (White Supremacy) körükleyen bir yapıdadır. Trump, bu kesimi kullanarak, neoliberalizmin yarattığı çöküşü ve umutsuzluğu, dinsel bir "kurtuluş savaşı"na dönüştürmeyi hedeflemektedir [Mies, 2020].

2. Taktiksel Yöntem: "Gaslighting" ve Gerçekliğin Bükülmesi: Trump'ın iletişim stratejisi, kaynaklarda "Gaslighting" (sanrıya zorlama) örneği olarak sunulmaktadır.

  • Mekanizma: Trump, açıkça görülen gerçekleri inkar ederek (örneğin seçim sonuçları, kalabalık sayıları veya söylediği sözler), takipçilerinin gerçeklik algısını bozar. "Gördüğünüze değil, benim söylediğime inanın" stratejisi güder.
  • Amaç: Kaynaklara göre Trump, bu yöntemi kullanarak sadece politik bir taban oluşturmaz, aynı zamanda takipçilerini zihinsel olarak kendine bağımlı hale getirir. "Fake News" (Sahte Haber) söylemi, medyayı ve kurumsal gerçekliği itibarsızlaştırarak, tek bilgi kaynağı olarak kendisini konumlandırma çabasıdır. Bu, narsistik ve makyavelist bir manipülasyon taktiğidir [Dark Psychology, 2019; Mies, 2020].

3. Dış Politika ve "Düşman Yaratma": Trump'ın Çin ve Rusya politikaları, Amerikan hegemonyasını sürdürmek için "büyük güç rekabeti" doktrinine dayanır. Kaynaklar, Trump'ın Çin'i "baş düşman" olarak kodladığını ve bu sayede içerdeki ekonomik sorunların (de-industrialization) faturasını dışarıya kestiğini belirtir. Bu, kitleleri korku ve milliyetçilik üzerinden yönetme (Fear-and-Relief) stratejisinin bir parçasıdır [Mies, 2020].

Sonuç olarak, gerek Ortadoğu'daki liderler gerekse Batı'daki popülist figürler, "Karanlık Üçlü" özelliklerini sergileyerek, tarihsel körlük, sürekli çatışma ve gerçekliğin manipülasyonu yoluyla iktidarlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Hepsinin ortak noktası, kendi bekalarını ulusun bekasıyla eşitlemeleri ve bu uğurda her türlü bedeli ödemeye (ve ödetmeye) hazır olmalarıdır.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar