Print Friendly and PDF

İlaç Güvenliği Ve Pazarlaması

Bunlarada Bakarsınız


"İlaç güvenliği ve pazarlaması, modern tıbbın en temel yapı taşları arasında yer alsa da, ne yazık ki bu alanlar ilaç şirketlerinin/imalatçıların kâr amaçlı güdülenmeleri ve düzenleyici/mevzuat otoritelerinin yetersizliği nedeniyle derinlemesine sorunludur. Hastaların/kullanıcıların ve kamunun, kendilerine uygulanan tedavilerin ardındaki gerçekleri tam olarak anlamaları durumunda büyük bir öfke duyacakları aşikârdır."

Bu giriş yazısı, ilaç güvenliği, ruhsatlandırma/lisanslandırma süreçlerindeki aksaklıklar ve ilaç şirketlerinin/imalatçıların doktorları/hekimleri ve kamuoyunu nasıl etkilediği/yönlendirdiği konularını ayrıntılı olarak incelemektedir. Tıbbın/hekimliğin "adil deneylerin/çalışmaların sonuçlarına dayandığı" yönündeki yaygın inanışın aksine, gerçeklik bu testlerin derin kusurlar içerdiğini, araştırmaların büyük bir kısmının ilaç şirketlerince/imalatçılarca gizlendiğini ve doktorların/hekimlerin eğitimlerinin büyük bir bölümünün sektör tarafından finanse edildiğini göstermektedir. Bu durum, kaçınılabilir acı, ıstırap ve ölümlere neden olmaktadır.

I. İlaç Güvenliğinde Sistemik Sorunlar ve Bilgi Gizleme

İlaç sektörünün mevcut durumu, bilimsel metodolojinin temel ilkelerini ihlal eden sistematik sorunlarla karakterizedir. İlaç güvenliği ve etkinliği hakkındaki kanıt tabanı/delil zemini, endüstriyel/sektörel çıkarlar doğrultusunda çarpıtılmıştır.

A. Endüstri Tarafından Finanse Edilen Çalışmaların/Deneylerin Yanlılığı

İlaç şirketleri/imalatçılar tarafından finanse edilen çalışmaların/deneylerin, sponsorun ilacını öven/olumlu sonuçlar üretme olasılığı bağımsız olarak finanse edilen çalışmalara/deneylere göre açıkça daha yüksektir. Örneğin, 2010 yılında beş büyük ilaç sınıfına yönelik 500'den fazla çalışmanın/deneyin incelendiği bir araştırmada, endüstri tarafından finanse edilen çalışmaların/deneylerin %85'inin olumlu sonuç verdiği, buna karşın devlet tarafından finanse edilen çalışmaların/deneylerin ise yalnızca %50'sinin olumlu sonuç verdiği tespit edilmiştir.

Bu çarpık sonuçların temel mekanizması, ilaç şirketlerinin/imalatçıların "göze hoş gelmeyen"/olumsuz ya da istenmeyen çalışma/deney verilerini hekimlerden/doktorlardan ve hastalardan/kullanıcılardan gizleme hakkına sahip olmalarıdır. Bir şirket/imalatçı yedi ayrı çalışma/deney yürütse bile, bunlardan sadece iki olumlu sonucu yayımlamakla mükelleftir ve bu davranış yaygın bir uygulamadır. Bu seçici yayın/neşir (selective publication) eğilimi (önceki yazılarımızda) "yayın yanlılığı" (publication bias) olarak adlandırılmaktadır.

B. Piyasaya Çıkarılan İlaçların/Tıbbi Ürünlerin Güvenlik Açıkları

İlaçlar/tıbbi ürünler genellikle piyasaya sürüldüklerinde öngörülemeyen yan etkilerle/ikincil etkilerle karşılaşırlar. Bunun nedeni, ruhsat/lisans onayı için kullanılan klinik çalışmaların/deneylerin genellikle 500 ila 3.000 kişi gibi küçük hasta/kullanıcı grupları üzerinde yapılmasıdır. Bu tür küçük ölçekli çalışmalar/deneyler, ancak her 166 kişiden birinde veya daha sık görülen yan etkileri tespit edebilirler; dolayısıyla daha nadir görülen ciddi yan etkiler (örneğin her 5.000 kişiden birinde görülen) gözden kaçabilir.

Bu nedenle, piyasaya çıktıktan sonra, doktorların/hekimlerin veya halk sağlığı uzmanlarının bir ilacın/tıbbi ürünün gerçek etkileri hakkında net bir fikri olması mümkün değildir. Doktorlar/hekimler, reçete ettikleri ilacın/tıbbi ürünün en iyi sonucu verip vermediğini ya da ellerindeki verilerin yarısının kasıtlı olarak gizlenip gizlenmediğini bilemezler.

Örneğin GlaxoSmithKline (GSK), popüler bir seçici serotonin geri alım inhibitörü (SSRI)/seçici seratonin yeniden emilim inhibitörü olan paroksetin (paroxetine) ile ilgili olarak, ilacın/tıbbi ürünün etkinliği ve zararlı yan etkileri hakkında hayati öneme sahip verileri, özellikle çocuklarda/gençlerde intihar riskiyle ilgili bilgileri kasten gizlemiştir. Bu durum, ilacın/tıbbi ürünün çocuklarda "ruhsatlı kullanım amacı dışında" (off-label) reçete edilmesi nedeniyle, GSK'nın düzenleyici kuruma/otoriteye bu verileri sunma konusunda yasal bir yükümlülüğünün bulunmamasından kaynaklanan bir yasal boşluk/açıktı.

II. Ruhsatlandırma/Lisanslandırma Süreçlerindeki Yetersizlikler

Düzenleyici kurumlar/otoriteler (örneğin ABD’deki FDA/Gıda ve İlaç İdaresi ve Avrupa’daki EMA/Avrupa İlaç Ajansı) hastaları/kullanıcıları koruma görevinde önemli ölçüde başarısız olmaktadır.

A. Ruhsat Onay Eşiğinin Düşüklüğü

İlaçların/tıbbi ürünlerin piyasaya sürülmesi için gereken onay eşiği çok düşüktür. Yeni bir ilacın/tıbbi ürünün ruhsatlandırılması/lisanslanması için, piyasada zaten mevcut olan en iyi tedaviye karşı üstünlüğünü kanıtlaması gerekmez; yalnızca bir kukla/yalancı ilaçtan/plasebo'dan daha iyi olduğunu kanıtlaması istenir. Bu durum, mevcut tedavilerden daha kötü olan ya da çok az fayda sağlayan ilaçların/tıbbi ürünlerin piyasaya sürülmesine neden olur.

Buna ek olarak, düzenleyici otoriteler/kurumlar, klinik çalışmalarda/deneylerde "gerçek dünya sonuçları" (real-world outcomes) yerine kan basıncı/tansiyon veya kolesterol düzeyleri gibi dolaylı sonuçlara/göstergelere (surrogate outcomes) bakarak etkinliği onaylamakta serbesttirler.

B. Düzenleyicilerin/Otoritelerin Gizliliği ve Çoklu Gözlerin Önemi

Düzenleyici kurumlar/otoriteler, ellerindeki hayati önem taşıyan güvenlik ve etkinlik verilerini hekimlerden/doktorlardan, hastalardan/kullanıcılardan ve hatta diğer kamu kurumlarından (örneğin NICE/Ulusal Sağlık ve Klinik Mükemmeliyet Enstitüsü gibi maliyet etkinliği/verimliliği değerlendiren kuruluşlardan) gizleme eğilimindedirler. EMA/Avrupa İlaç Ajansı, verileri yayımlamama gerekçesi olarak, ticari sırların/gizli bilgilerin korunmasını göstermiş ve ilaç şirketlerinin/imalatçıların çıkarlarını, hastaların/kullanıcıların refahının önüne koymuştur.

Ancak bu gizlilik politikası, güvenlik sorunlarının tespit edilmesini zorlaştırmaktadır. Kritik sorunların (örneğin Vioxx’un kalp krizi/infarktüs riskini artırması veya Rosiglitazon’un kalp yetmezliği sorunları) çoğu zaman düzenleyiciler/otoriteler tarafından değil, verilere erişim için mücadele etmek zorunda kalan bağımsız akademisyenler/üniversite öğretim üyeleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bu durum, "çoklu gözler" (many eyes) ilkesinin, tek bir kurumun/organizasyonun kapalı kapılar ardında vereceği kararlardan çok daha güvenilir ve güçlü olduğunu göstermektedir.

III. İlaç Pazarlaması: Kanıta Dayalı Hekimliğin Çarpıtılması

İlaç şirketlerinin/imalatçıların pazarlama faaliyetlerinin/hareketlerinin tek bir amacı vardır: doktorların/hekimlerin reçete kararlarını, kanıt/delil tabanlı uygulamalardan uzaklaştırarak çarpıtmak ve satışları artırmaktır.

A. Pazarlama Harcamalarının Boyutu

İlaç endüstrisi, araştırma ve geliştirmeye (Ar-Ge / R&D) harcadığının yaklaşık iki katı kadarını, pazarlama ve reklama (advertising) ayırmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde/ABD’de bu miktar yılda 60 milyar doları bulmaktadır. Bu devasa bütçeler, hastalar/kullanıcılar ve hükümetler/devletler tarafından ödenen paralarla finanse edilir; yani toplum/halk, kararlarını yanlış yönlendirecek faaliyetleri finanse etmektedir.

B. Pazarlama Taktikleri

  1. Hayalet Yazarlık/Gölge Yazarlık (Ghostwriting): Akademik makaleler/yazılar ve dergi/mecmua incelemeleri genellikle ilaç şirketleri/imalatçıları için çalışan profesyonel yazarlar tarafından hazırlanır. Bu makaleler/yazılar daha sonra, bilimsel objektivite/nesnellik izlenimi vermek amacıyla, şirketlerle/imalatçılarla iyi ilişkileri olan ve ödeme alan (genellikle açıklanmayan) saygın akademisyenlere/üniversite öğretim üyelerine atfedilir. Bu sayede, endüstri, kendi ticari çıkarlarını destekleyen çalışmaları, bilimsel literatüre/yazına sokar.
  2. Kilit Fikir Liderleri (Key Opinion Leaders / KOLs) ve Eğitim: Doktorların/hekimlerin sürekli mesleki eğitimi (CME/Continuing Medical Education), genellikle ilaç şirketleri/imalatçılar tarafından finanse edilir. Şirketler/imalatçılar, kendi ürünlerini tercih eden doktorları/hekimleri "KOL"/Kilit Fikir Lideri olarak belirler ve onlara konferanslarda/toplantılarda konuşmalar yapmaları için ödeme yapar. Bu konuşmalar, eğitim kisvesi altında, fiilen reklam/tanıtım işlevi görür ve doktorların/hekimlerin reçete yazma davranışlarını etkiler.
  3. Hastalık Pazarlaması (Disease Mongering)/Tıbbileştirme (Medicalisation): Şirketler/imalatçılar, normal insan deneyimlerini veya yaygın sosyal sorunları (örneğin cinsel işlev bozukluğu/Femal Sexual Dysfunction, sosyal anksiyete/kaygı, huzursuz bacak sendromu/restless legs sendromu) moleküler temelli hastalıklar olarak yeniden tanımlar/pazarlarlar. Bu "hastalık pazarlaması" (disease mongering) stratejisi, yeni ilaçlar/tıbbi ürünler için pazar/piyasa büyüklüğünü artırmayı hedefler.
  4. Hasta/Kullanıcı Gruplarının Finansmanı: Hasta/kullanıcı grupları, hastalara/kullanıcılara destek sağlamada hayati bir rol oynasa da, birçoğu ilaç şirketlerinden/imalatçılardan önemli miktarda fon/mali kaynak almaktadır. Bu finansman, şirketlerin/imalatçıların doğrudan reklam/tanıtım yapamadığı ortamlarda, ürünlerini destekleyen mesajları yaymalarına olanak tanır.

C. Sonuç: Tıbbi Uygulamaların Bozulması

Bütün bu etkenler bir araya geldiğinde, doktorların/hekimlerin ellerindeki kanıtlar çarpıtılır ve yetersiz hale gelir. Bu durum, etik bir doktorun/hekimin dahi verebileceği en iyi kararları engeller ve toplumun genelinde kaçınılmaz acı, ıstırap ve ölüme yol açar. Bu sistemin düzeltilmesi, ilaç şirketlerinin/imalatçıların finansal çıkarları ile hastaların/kullanıcıların güvenliği arasındaki dengeyi yeniden kuracak kapsamlı ve radikal düzenlemeler/mevzuatlar gerektirmektedir.

İlaç Pazarlamasının/Tanıtımının Doktorlar/Hekimler Üzerindeki Yanlış Yönlendirici Etkisi

"İlaç pazarlamasının/tanıtımının doktorlar/hekimler üzerindeki yanlış yönlendirici etkisi, modern tıbbın kanıt/delil tabanını sistematik olarak çarpıtan ve hastaların/kullanıcıların sağlığına zarar veren temel bir sorundur." Doktorlar/hekimler, mesleklerini icra ederken kanıta/delile dayalı uygulamalara güvendiklerini düşünseler de, gerçekte maruz kaldıkları bilginin büyük bir kısmı, ilaç şirketlerinin/imalatçıların ticari çıkarlarını desteklemek üzere tasarlanmış çarpıtılmış/saptırılmış verilerden oluşmaktadır.

Bu yanlış yönlendirme, ilaç şirketlerinin/imalatçıların araştırma, ruhsatlandırma/lisanslama ve pazarlama aşamalarında uyguladığı karmaşık stratejilerle gerçekleşmektedir.

I. Bilgilerin Seçici Sunumu ve Gizlenmesi Yoluyla Yanlış Yönlendirme

İlaç şirketleri/imalatçılar, araştırma sonuçlarını seçici olarak yayımlayarak ("yayın yanlılığı" / publication bias), doktorların/hekimlerin elindeki bilgileri kasıtlı olarak eksik bırakmaktadır. Bir ilacın/tıbbi ürünün gerçek yarar ve zarar dengesini gösteren verilerin tamamına erişilememesi, hekimleri/doktorları hatalı karar vermeye zorlamaktadır.

A. Olumsuz Sonuçların Gizlenmesi

İlaç şirketleri/imalatçılar, olumsuz sonuçlar veren veya istenmeyen/beklenmeyen yan etkileri gösteren klinik çalışmaların/deneylerin sonuçlarını yayımlamama hakkına sahiptirler ve bu durum yaygın bir uygulamadır. Bu nedenle, doktorlar/hekimler her zaman çarpıtılmış bir tablo görmektedirler.

  1. Reboxetine Örneği: Doktorlar/hekimler, reboxetine adlı bir antidepresan ilacını/tıbbi ürününü, yayımlanmış verilere dayanarak güvenli ve etkili olduğu inancıyla reçete etmişlerdir. Oysa, yayımlanmamış olumsuz veriler/bilgiler bu ilacın/tıbbi ürünün plasebo/kukla ilaçtan daha iyi olmadığını ve aksine daha fazla zarar verdiğini göstermiştir. Bu durum, doktorun/hekimin, elindeki tüm kanıtlara/delillere dayanarak hastasına/kullanıcısına zarar vermesine neden olmuştur, çünkü olumsuz veriler/bilgiler yayımlanmamıştır.
  2. Paroksetin (Paroxetine) ve Çocuklarda Kullanım: GlaxoSmithKline (GSK), paroksetin (paroxetine) adlı antidepresan ilacı/tıbbi ürünü ile ilgili olarak çocuklardaki intihar riskine dair hayati güvenlik verilerini ve etkinliğe dair olumsuz sonuçları düzenleyici kurumlardan/otoritelerden ve dolayısıyla hekimlerden/doktorlardan gizlemiştir. Şirket, ilacın/tıbbi ürünün çocuklarda "ruhsatlı kullanım amacı dışında" / off-label reçete edildiği için, bu verileri/bilgileri düzenleyici kuruma/otoriteye sunma konusunda yasal bir yükümlülüğünün bulunmamasını bir boşluk/açık olarak kullanmıştır. Şirket, çocuklarda ilacın/tıbbi ürünün etkisiz olduğunu gösteren deneme/çalışma verilerini/bilgilerini yayımlamamanın "ticari açıdan kabul edilemez" olacağını belirtmiştir.

II. Pazarlama Faaliyetleri Yoluyla Bilinçli Çarpıtma

İlaç şirketleri/imalatçılar, araştırma ve geliştirmeye (Ar-Ge) harcadıklarının yaklaşık iki katını pazarlama ve reklama harcayarak, doktorların/hekimlerin reçete kararlarını kanıta/delile dayalı uygulamalardan saptırmayı hedeflemektedir.

A. Gölge Yazarlık/Gölge Yazım (Ghostwriting) ve Akademik Makalelerin Manipülasyonu

Doktorların/hekimlerin güvenilir bulduğu bağımsız akademik literatür/yazın bile endüstri tarafından kirletilmektedir.

  1. Gizli Hazırlanmış Yayınlar: Akademik makaleler/yazılar, inceleme/değerlendirme yazıları ve hatta tıp ders/kaynak kitapları dahi, gizli/örtülü olarak ilaç şirketleri/imalatçıları için çalışan profesyonel yazarlar tarafından hazırlanmaktadır.
  2. Fikir Liderlerinin/Kanaat Önderlerinin Kullanımı: Bu covert / gizli yayınlar/neşirler daha sonra, şirketin/imalatçının ürünlerini destekleyen görüşlere sahip ve genellikle (açıklanmayan) ödeme alan saygın akademisyenlere/üniversite öğretim üyelerine atfedilir. Bu "misafir yazarlık" / guest authorship (konuk yazarlık) uygulaması, makaleye/yazıya bağımsızlık ve bilimsel kesinlik/objektiflik izlenimi vermekte, böylece doktorlar/hekimler endüstri çıkarlarını destekleyen bir akademik yayın/neşriyat okuduklarını bilmemektedirler.
  3. Olanzapin (Zyprexa) Örneği: Eli Lilly'nin/Lilly'nin ruhsatlı kullanım amacı dışında / off-label pazarlama stratejisi kapsamında, antipsikotik ilacı/tıbbi ürünü olanzapin (olanzapine) hakkında olumlu görüşler içeren makaleler/yazılar hayalet yazarlar/gölge yazarlar tarafından hazırlanmış ve ardından bağımsız akademisyenlerin/üniversite öğretim üyelerinin adıyla yayımlanmıştır.

B. Tohumlama Denemeleri/Çalışmaları (Seeding Trials)

Pazarlama, bazen klinik çalışma/deney kisvesi altında yürütülmektedir.

  1. Amacın Gizlenmesi: Tohumlama denemeleri/çalışmaları, öncelikli olarak bilimsel veri/bilgi toplamak yerine, mümkün olduğunca çok sayıda doktoru/hekimi yeni bir ilacı/tıbbi ürünü reçete etmeye alıştırmak için tasarlanmış viral pazarlama projeleridir.
  2. Vioxx (Rofecoxib) Örneği: Merck'in Vioxx ağrı kesicisi/analjeziği için yürüttüğü ADVANTAGE çalışması/deneyi, dahili/iç belgelerde bir pazarlama aracı/aygıtı olarak tanımlanmıştır. Çalışmanın/deneyin amacı, ilacın/tıbbi ürünün etkinliğini test etmek değil, aile hekimleri/doktorları gibi kritik müşterileri/tüketicileri hedeflemek, ilacın/tıbbi ürünün değerini göstermek ve doktorların/hekimlerin reçete yazma sayılarını izlemekti. Bu tür çalışmalar/deneyler, amaçları etik kurullardan/komitelerden ve katılımcı hastalardan/kullanıcılardan gizlenerek yürütülmüştür.

III. Sürekli Eğitim ve Kişisel Etkileşimler Yoluyla Etkileme

Doktorlar/hekimler, mezuniyetten sonraki mesleki hayatlarının büyük bir kısmında sektör tarafından finanse edilen kaynaklar aracılığıyla bilgilendirilmektedirler.

A. Endüstri Tarafından Finanse Edilen Sürekli Eğitim (CME)

Doktorların/hekimlerin sürekli mesleki eğitimi (CME), genellikle ilaç şirketleri/imalatçılar tarafından karşılanır, çünkü devletler bu masrafı üstlenmek istemezler.

  1. İçeriğin Yanlılığı: Bu eğitim programları/dizileri, doktorlara/hekimlere kamu parasıyla satın aldıkları ürünler hakkında önyargılı/taraflı bilgiler sunmaktadır. Yapılan araştırmalar/çalışmalar, sektör tarafından desteklenen CME içeriğinin sistematik olarak taraflı/önyargılı olduğunu ve sponsorun ilacını/tıbbi ürününü olumlu gösterdiğini kanıtlamıştır. Bu çarpıtılmış içerik, doktorların/hekimlerin reçete yazma davranışlarını etkilemektedir.
  2. Kilit Fikir Liderleri (KOLs) ve Etkinlikler: Şirketler/imalatçılar, ürünlerini destekleyen doktorları/hekimleri "KOL" olarak belirler ve onlara konferanslarda/toplantılarda konuşmaları için ödeme yapar. Bu konuşmalar/sunumlar, eğitim gibi görünse de, fiilen reklam/tanıtım işlevi görür; bu sayede endüstri, kendi ürünlerini tercih eden görüşlere platform/zemin sağlamış olur.

B. İlaç Mümessilleri/Temsilcileri (Drug Reps)

İlaç mümessillerinin/temsilcilerinin birebir ziyaretleri, doktorların/hekimlerin reçeteleme kararlarını etkileyen en büyük pazarlama harcamasıdır.

  1. Etkinin İnkarı: Doktorlar/hekimler, ilaç mümessillerinin/temsilcilerinin kendilerini etkilemediğine inanma eğilimindedirler, ancak sistematik araştırmalar/çalışmalar bu inancın "safça kibir" / naive arrogance olduğunu göstermektedir. Mümessiller/temsilcilerle görüşen doktorların/hekimlerin, tanıtılan ilacı/tıbbi ürünü reçete etme olasılıkları daha yüksektir ve daha yüksek reçeteleme maliyetlerine sahiptirler.
  2. Hedefleme ve İlişki Kurma: Mümessiller/temsilciler, doktorları/hekimleri hediyeler, ağırlamalar (misafir etme), öğle yemekleri ve gezilerle/seyahatlerle etkilemekte ve onlarla kişisel ilişkiler/bağlar kurmaktadırlar. Bu, doktorlarda/hekimlerde bilinçaltı bir yükümlülük/minnet duygusu yaratır.
  3. Kişisel Bilgilerin İzlenmesi: ABD'de, eczaneler/ecza depoları doktorların/hekimlerin reçete kayıtlarını/bilgilerini satmakta ve ilaç şirketleri/imalatçılar bu verileri/bilgileri kullanarak hangi doktorların/hekimlerin hangi ilaçları/tıbbi ürünleri reçete ettiğini görebilmektedir. Mümessiller/temsilciler bu bilgileri/verileri, doktorlara/hekimlere özel satış stratejileri/yaklaşımları geliştirmek ve vaat ettikleri reçeteleme hedeflerine uyup uymadıklarını kontrol etmek için kullanırlar. Bu sayede, doktorlar/hekimler, hastaların/kullanıcıların ödediği para ile finanse edilen pazarlama faaliyetleri/hareketleri aracılığıyla sürekli gözetim altında tutulmaktadır.
  4. Hekimlerin Yanlış Bilgilendirilmesi: İlaç mümessilleri/temsilcileri, destekledikleri ilacı/tıbbi ürünü öven akademik makale/yazı kopyalarını (reprintler) dağıtarak, doktorların/hekimlerin zihninde araştırmalar/çalışmalar hakkında çarpıtılmış bir tablo oluştururlar. Bu sayede, doktorlar/hekimler edindikleri bilginin/verinin kaynağını hatırlamakta zorlanmakta ve bu çarpık tabloya dayanarak karar vermektedirler.

  Kâr Odaklı Ve Etik Dışı Bir Şekilde Tasarlanmış, Uzun Vadeli Takip

"Meme kanseri gibi yaygın hastalıkların basit yöntemlerle tedavi edilebileceği yönündeki düşüncenin aksine, hastaların sıklıkla kâr odaklı ve etik dışı bir şekilde tasarlanmış, uzun vadeli takip ve pahalı ilaçların kullanımını içeren ağır ve hatalı tedavi süreçlerine maruz bırakıldığı, modern tıbbın en trajik çelişkilerinden birini teşkil etmektedir."

Hastalar ve kamuoyu, kendilerine uygulanan tedavilerin ardındaki kanıt tabanının/delil zemininin sistematik olarak çarpıtıldığını ve ticarî çıkarlar uğruna korku ve paniğin manipüle edildiğini tam olarak anladıklarında (önceki yazılarımızda) "büyük bir öfke" duyacaklardır. Zira bilimsel testler genellikle derin kusurlar içermekte, araştırmaların büyük bir kısmı ilaç şirketleri/imalatçılar tarafından gizlenmekte ve doktorların/hekimlerin dahi tam ve doğru bilgilere erişimi engellenmektedir.

I. Tedavinin Amaçtan Sapması: Kâr Odaklı Yaklaşımlar

Kanser araştırmaları ve tedavisi, her yıl milyarlarca doların/milyarlarca Türk lirası’nın döndüğü devasa bir ticarî alandır. Eğer kanser gibi yaygın hastalıkların çözümü doğada bolca ve ucuza bulunabilen basit bir vitamin veya beslenme faktöründe/öğesinde yatsaydı, bu devasa ticarî ve siyasî endüstri bir gecede yok olabilirdi. Bu durum, tedavinin temel motivasyonunun bilimsel ilerleme yerine finansal kâr üzerine kurulmasına yol açmaktadır.

A. Blokbuster İlaçlara Odaklanma ve Alternatiflerin İhmali

İlaç şirketleri/imalatçılar, Ar-Ge (Araştırma ve Geliştirme) bütçelerini öncelikle kronik hastalıkların tedavisine yönelik, "blokbuster" (çok satan) ilaçlar bulmaya odaklamaktadırlar. Kronik hastalıklar, özellikle yüksek alım gücüne sahip büyük hasta/kullanıcı gruplarını hedeflediği için ticarî açıdan en cazip alanı oluşturur; zira bu ilaçların yıllarca, hatta ömür boyu kullanılması gerekir.

Buna karşın, basit veya doğal çözümler (örneğin beslenme faktörleri) patentlenemez ve bu nedenle şirketler/imalatçılar için bir tehdit oluşturur. Örneğin, Hunza veya Eskimolar gibi geleneksel diyetleri nitrilosid/B17 vitamini açısından zengin olan topluluklar neredeyse kanserden tamamen ari bulunmuştur, ancak bu tür basit beslenme çözümleri resmî kurumlarca/otoritelerce "bilimsel olarak kanıtlanmamış" (unproven) etiketiyle yaftalanmış ve yasal olarak engellenmiştir.

B. Düşük Onay Eşiği ve Pazarlama Odaklı Deneyler

Klinik deneylerin/çalışmaların ezici çoğunluğu (%90) ilaç endüstrisi/sektörü tarafından finanse edilmektedir. Bu çalışmalar/deneyler, sponsorun ilacını öven/olumlu sonuçlar üretme olasılığı bağımsız olarak finanse edilen çalışmalara/deneylere göre daha yüksektir. Şirketler/imalatçılar, ürünlerini piyasaya sürmek için mevcut en iyi tedaviye karşı üstünlüklerini kanıtlamak zorunda değildirler; sadece bir plasebo/kukla ilaçtan daha iyi olduklarını kanıtlamaları istenir.

Bu durum, pazarlama faaliyetlerini destekleyen ve reçete edilmesini kolaylaştıran "me-too" (ben de) veya "me-again" (ben yeniden) gibi ilaçların piyasaya sürülmesine yol açar. Pazarlama ve reklama ayrılan bütçe, çoğu zaman araştırma ve geliştirmeye (Ar-Ge / R&D) harcanan miktarın iki katına ulaşarak, kanıt/delil tabanlı hekimlik uygulamalarını çarpıtmaktadır.

II. Geleneksel Kanser Tedavilerinin Hata ve Yan Etkileri

Kemoterapi, radyasyon ve ameliyat/cerrahi müdahale gibi "geleneksel" kabul edilen kanser tedavileri, hastalara/kullanıcılara büyük acılar ve korkular yaşatmakta, ancak istatistiksel olarak sağkalım/hayatta kalma üzerinde beklenen etkinin çok altında kalmaktadır.

A. Kemoterapinin/KT'nin Yüksek Toksisitesi/Zehirliliği

Kemoterapi/KT, kanser hücrelerini hedeflemekten ziyade, vücuttaki hızlı çoğalan hücreleri hedefleyen bir zehirleme/toksikasyon işlemidir. Bu nedenle, sağlıklı hücreler (saç kökleri, sindirim sistemi hücreleri, kan hücreleri) de zarar görmekte, bu da mide bulantısı, kusma, saç dökülmesi, kısırlık ve bağışıklık sistemi/immün sisteminin baskılanması gibi korkutucu yan etkilere neden olmaktadır. Bazı KT ajanlarının ise kendileri dahi kanserojen/kanser yapıcı olarak bilinmektedir.

Bu tedaviler genellikle "kür/tedavi" etmemekte, ancak hastanın/kullanıcının yaşamını birkaç ay (örneğin, metastatik akciğer kanserinde birkaç hafta veya kolon kanserinde 1.4 ay) uzatmaktadır.

B. Yanıltıcı Başarı Ölçütleri

Kanser tedavisindeki başarı ölçütü sıklıkla, hastanın/kullanıcının gerçekten daha uzun yaşayıp yaşamadığı gibi gerçek dünya sonuçları (real-world outcomes) yerine, tümör boyutundaki küçülme (tümör yanıtı) gibi dolaylı sonuçlara/göstergelere (surrogate outcomes) dayanmaktadır. Örneğin, yeni bir kanser ilacının/tıbbi ürününün onaylanması için tümörde %10'luk bir küçülme yeterli sayılabilir, ancak bu durum hastanın/kullanıcının sağkalım/hayatta kalma oranını veya yaşam kalitesini artırmadığı halde yüksek fiyat etiketlerini haklı çıkarmaktadır.

Yapılan araştırmalar/çalışmalar, Avrupa İlaç Ajansı/EMA tarafından onaylanan kanser ilaçlarının/tıbbi ürünlerinin çoğunun, piyasaya sürülmelerinden yıllar sonra bile sağkalım/hayatta kalma oranını uzattığına dair kanıt/delil sunamadığını göstermektedir.

III. Korku ve Paniğin Manipülasyonu

Popüler hastalıkların tedavisinde korku ve panik, ilaç şirketlerinin/imalatçıların ve düzenleyici kurumların/otoritelerin (çoğunlukla da farkında olmadan) ortak hareket etmesini sağlayan önemli bir itici güçtür.

A. Hastaların/Kullanıcıların Ticarî Baskı Aracı Olarak Kullanılması

Hekimler/doktorlar, tüm kanıtlar/deliller KT'nin yararsız olduğunu gösterse bile, hastayı/kullanıcıyı "yapılabilecek her şeyi yapmadığı" gerekçesiyle kaybetme korkusuyla hareket ederler. Bu, "uzlaşmacı hekimlik" (consensus medicine) olarak adlandırılan ve doktorun/hekimin kendi klinik yargısı yerine, mevcut, ancak yetersiz uygulamalara uyma zorunluluğunu ifade eden bir durumdur.

Düzenleyici kurumlar/otoriteler tarafından ilacın/tıbbi ürünün hızlı onaylanması/ruhsatlandırılması (hızlandırılmış onay) süreçleri de hastaların/kullanıcıların çaresizliğinden faydalanılarak yürütülmektedir. Örneğin Iressa adlı kanser ilacının/tıbbi ürününün hızlandırılmış onayı sırasında, ilacın/tıbbi ürünün etkinliğini destekleyen büyük ölçekli çalışmalar/deneyler bulunmamasına rağmen, ilacı/tıbbi ürünü ücretsiz alan çaresiz hastaların/kullanıcıların duygusal ve çarpıcı ifadeleri FDA Danışma Komitesi'nin kararını büyük ölçüde etkilemiştir. Bu, kanıt/delil temelli karar alma sürecinin duygusal manipülasyonla nasıl bozulduğunun açık bir göstergesidir.

B. Gizlenen Bilgiler ve Çarpıtılmış Sonuçlar

İlaç şirketleri/imalatçılar, ilaçların/tıbbi ürünlerin yan etkileri/ikincil etkileri ve uzun vadeli zararları hakkındaki olumsuz verileri/bilgileri, doktorlardan/hekimlerden ve hastalardan/kullanıcılardan sistematik olarak gizleme eğilimindedirler ("yayın yanlılığı"/publication bias). Bu gizlenen veriler/bilgiler nedeniyle, hekimler/doktorlar, reçete ettikleri ilacın/tıbbi ürünün gerçek fayda ve zarar dengesini asla tam olarak bilememektedirler. Örneğin, reboxetine adlı bir antidepresanın/antidepresan ilacının yayımlanmış verilerde/bilgilerde güvenli ve etkili olduğu görülürken, yayımlanmamış veriler/bilgiler plasebo/kukla ilaçtan daha kötü ve daha zararlı olduğunu göstermiştir.

Bu tür gizlenmiş veya çarpıtılmış kanıtlar/deliller, hekimlerin/doktorların yanıltılmasına, hastaların/kullanıcıların gereksiz acı, ıstırap ve ölüme maruz kalmasına yol açmaktadır.

Kanser Gibi Yaygın Ve Korkulan Hastalıkların Aslında Basit Çözümlere Açık Olabileceği Gerçeği Saklanıyor

"Kanser gibi yaygın ve korkulan hastalıkların aslında basit çözümlere açık olabileceği gerçeği, ne yazık ki, ticarî çıkarların öncülüğündeki sağlık pazarlama sektörünün sistematik çarpıtmalarıyla gizlenmektedir. Bu durum, hastaların/kullanıcıların tedavi seçimlerini bilimsel kanıtlardan uzaklaştırarak kâr maksimizasyonu / en yüksek kâr amacı gütme hedefine hizmet etmektedir."

Modern tıbbın en trajik çelişkilerinden biri, hastalıkların tedavisi konusunda mevcut olan geniş ve karmaşık bilgi birikiminin, ilaç şirketleri/imalatçılar tarafından ticarî motivasyonlarla nasıl çarpıtıldığıdır. Özellikle kanser, yüksek fiyat etiketleri ve hastaların/kullanıcıların çaresizliği nedeniyle, bu entrikaların/hilelerin en yoğun yaşandığı alandır. Zira bilimsel testler genellikle derin kusurlar içermekte, araştırmaların büyük bir kısmı kasten gizlenmekte ve sonuçlar sponsorun ilacını kayıracak şekilde çarpıtılmaktadır.

I. Kâr Odaklı Sistemin Temeli: Basit Çözümlerin İstenmemesi

Eğer kanser gibi yaygın ve ölümcül hastalıkların çözümü doğada bolca bulunan, kolayca erişilebilir ve patentlenemez (patentlenemeyen) bir vitamin veya beslenme faktöründe/öğesinde yatsaydı, on milyarlarca dolarlık/Türk lirası’lık devasa ticarî ve siyasî endüstri bir gecede yok olabilirdi.

A. Kronik Hastalıkların Cazibesi ve Patent Engeli

İlaç şirketleri/imalatçılar için en kârlı ürünler, kronik / süregelen hastalıkların tedavisine yönelik olan ve yıllarca, hatta ömür boyu kullanılması gereken "blokbuster" (çok satan) ilaçlardır. Bu ürünler sayesinde şirketler/imalatçılar adeta bir "rant" / "gelir sigortası" elde etmektedir.

  1. Patent Kısıtlaması: Doğal maddeler veya beslenme temelli yaklaşımlar (örneğin vitaminler) patent koruması/münhasır hak ile korunamaz. Bu nedenle, mevcut yasalar devam ettiği sürece, doğadan gelen ve etkili olan hiçbir madde, yasal olarak "onaylanmış" bir kanser tedavisi olarak sunulamaz. Aksi takdirde, serbestçe temin edilebilen bu tür çözümler, yasal olarak reçete edilmesi, tanıtılması ve hatta kullanılması yasaklanmış "kanıtlanmamış" (unproven) terapiler kategorisine düşer.
  2. R&D Odak Noktası: Şirketler/imalatçılar, araştırma ve geliştirme (Ar-Ge / R&D) bütçelerinin büyük bir kısmını, büyük pazar/piyasa potansiyeli olan (örneğin yıllık 500 milyon dolar ve üzeri satış hedefleyen) ürünlere odaklamaktadır. Bu strateji, kâr getirmeyen veya düşük kârlı çözümlerin araştırılmasını veya geliştirilmesini otomatik olarak dışlamaktadır.

II. Korkunun Pazarlanması ve Hastalığın Ticarileştirilmesi

Kanser, hastaların/kullanıcıların hayatî kararlar almak zorunda kaldığı ve genellikle panik/telaş içinde olduğu bir alandır. Bu korku, ilaç şirketleri/imalatçılar tarafından ticarî avantaj elde etmek için manipüle edilmektedir.

A. Tıbbileştirme / Hastalık Ticarileştirilmesi (Medicalisation / Disease Mongering)

İlaç sektörü, normal insan deneyimlerini moleküler temelli hastalıklar olarak yeniden tanımlama ve "hastalık ticarileştirilmesi" stratejisiyle, potansiyel müşteri tabanını genişletmeyi amaçlar.

  1. Bilinçaltı Teşhis: Hastalar/kullanıcılar, medyadan etkilenerek (önceki yazılarımızda) "endişeli sağlıklı" (worried well) olarak adlandırılan bir kitleye dönüşmekte ve kendileri için en iyi tedavinin ilâç olduğuna ikna edilmektedir. Hatta, doktorların/hekimlerin, hastaların/kullanıcıların taleplerine boyun eğerek, gereksiz reçeteler yazdığı gözlemlenmiştir.
  2. Duygusal Manipülasyon: İlaç ruhsatlandırma/lisanslandırma sürecinde bile, çaresiz hastaların/kullanıcıların kişisel tanıklıkları, rasyonel kanıtlar/deliller yerine komite/kurul kararlarını duygusal olarak etkilemektedir. Örneğin, umutsuz kanser hastalarının duygusal ve çarpıcı ifadeleri, büyük ve adil testlerin/çalışmaların olumsuz sonuçlarına rağmen, bir ilacın/tıbbi ürünün ruhsat/lisans almasını sağlamıştır. Bu durum, kanıt/delil tabanlı hekimlik/tıbbi uygulama karar mekanizmasını perverte etmektedir / bozmaktadır.

B. Yanıltıcı Başarı Kriterleri

Hastalığın korkutucu algılanmasını sağlamak için, tedavi başarısı ölçütleri kasten çarpıtılır. Kanser tedavisindeki başarı, hastanın/kullanıcının gerçekten daha uzun yaşayıp yaşamadığı gibi "gerçek dünya sonuçları" (real-world outcomes) yerine, tümör boyutundaki küçülme (tümör yanıtı) gibi dolaylı sonuçlara/göstergelere (surrogate outcomes) dayanır.

  • Örnekler: Bir kanser ilacının/tıbbi ürününün onaylanması için tümörde %10'luk bir küçülme yeterli sayılabilir, ancak bu küçülme sağkalımı/hayatta kalmayı uzatmadığı halde yüksek fiyatları haklı çıkarmaktadır. Yeni onaylanan kanser ilaçlarının/tıbbi ürünlerinin çoğunun, piyasaya sürülmelerinden yıllar sonra bile, sağkalım/hayatta kalma oranını uzattığına dair kanıt/delil sunamadığı tespit edilmiştir.

III. Hatalı ve Ağır Tedavilerin Normalize Edilmesi

Kemoterapi/KT, radyasyon ve cerrahi/ameliyat gibi konvansiyonel / geleneksel kabul edilen kanser tedavileri, hastaya/kullanıcıya büyük acılar vermekte ve hatta bizzat kanserojen/kanser yapıcı etkilere sahip olabilmektedir.

A. Toksisite/Zehirlilik ve Yan Etkiler

Kemoterapi/KT, kanser hücrelerini ayırt etmeksizin, vücuttaki hızlı çoğalan hücreleri hedef alan bir zehirleme/toksikasyon işlemidir. Bu durum, sağlıklı hücrelere de zarar vererek yüksek toksisiteye ve ciddi yan etkilere yol açar.

  1. İmmün Sistem Baskılanması: KT ajanları, bağışıklık sistemini/immün sistemi baskılayarak hastayı/kullanıcıyı enfeksiyonlara karşı savunmasız bırakır ve kanserin vücutta yayılma olasılığını (metastaz) artırır.
  2. Kanserojen Etki: Antikanser ilaçlarının/tıbbi ürünlerinin çoğu, kullanıldıkları dozlarda "yüksek oranda veya çeşitli şekillerde toksik, immünosupresif (bağışıklık sistemini baskılayıcı) ve genellikle yüksek derecede kanserojen/kanser yapıcıdır". Örneğin, alkilleyici ajanlar (alkylating agents) gibi bazı KT türlerinin, özellikle lösemi ve meme kanseri olmak üzere, ikincil/sonraki kanser riskini artırdığı kanıtlanmıştır.

B. Tedavi Başarısızlığının Geciktirilmesi

KT'nin başarı oranı, metastatik / yayılmış kanserlerde son derece düşüktür. Bir analiz, metastatik kanser hastalarında beş yıllık sağkalıma katkının Avustralya'da %2.3 ve ABD'de %2.1 olduğunu göstermiştir. Buna rağmen, doktorlar/hekimler genellikle hastayı/kullanıcıyı "yapılabilecek her şeyi yapmadığı" endişesiyle ağır tedavilere yönlendirirler; zira bu, kabul görmüş protokoldür.

IV. Gizlilik, Hile ve Bilginin Manipülasyonu

Kanserin basit bir çözümünün olduğu düşüncesinin tehlikeli olmasının temel nedeni, hastalığın algılanışının değil, ona dair bilginin endüstri tarafından kontrol edilmesidir.

A. Çalışma/Deney Verilerinin/Bilgilerinin Gizlenmesi

İlaç şirketleri/imalatçılar, ürünlerinin güvenliğini ve etkinliğini sorgulayan çalışmaları/deneyleri yayımlamama hakkına sahiptir ("yayın yanlılığı" / publication bias), böylece hekimlere/doktorlara ve kamuoyuna yalnızca çarpıtılmış bir tablo sunulmaktadır.

  1. Eli Lilly ve Olanzapin/Zyprexa: Eli Lilly, olanzapin (olanzapine) adlı antipsikotik ilacı/tıbbi ürünü ile ilgili olarak, ilacın/tıbbi ürünün kilo alımı/şişmanlık gibi yan etkileri hakkındaki olumsuz verileri/bilgileri ve etkinliğe dair olumlu sonuçları içeren makaleleri/yazıları hayalet yazarlar/gölge yazarlar (ghostwriters) aracılığıyla hazırlatmıştır. Bu, ilacın/tıbbi ürünün ruhsatlı kullanım amacı dışında / off-label olarak pazarlanması stratejisinin bir parçasıydı.
  2. Sahte Bilimsel Onay: Akademik makaleler/yazılar, inceleme/değerlendirme yazıları ve hatta tıp ders/kaynak kitapları dahi, gizli/örtülü olarak şirketler/imalatçılar için çalışan profesyonel yazarlar tarafından hazırlanıp, saygın akademisyenlere/üniversite öğretim üyelerine atfedilir. Bu, endüstrinin çıkarlarını destekleyen bilgiyi, bilimsel nesnellik/objektivite kisvesi altında yayarak doktorları/hekimleri yanlış yönlendirir.

B. Kanıt/Delil Kaynaklarına Erişimin Engellenmesi

Düzenleyici kurumlar/otoriteler (örneğin EMA/Avrupa İlaç Ajansı) ellerindeki hayati önem taşıyan güvenlik ve etkinlik verilerini ticari sırları/gizli bilgileri koruma gerekçesiyle hekimlerden/doktorlardan, hastalardan/kullanıcılardan ve hatta diğer kamu kurumlarından gizlemektedir. Bu gizlilik, ilaçların/tıbbi ürünlerin gerçek etkilerinin değerlendirilmesini imkânsız kılmaktadır. Örneğin, GSK/GlaxoSmithKline'ın çocuklarda intihar riskine dair verileri/bilgileri yasal boşlukları/açıkları kullanarak gizlemesi gibi durumlar, doktorların/hekimlerin reçete kararlarının kaçınılmaz olarak hatalı olmasına yol açmaktadır.

Bu sistemik çarpıtmaların ve gizliliğin nihai sonucu, hastaların/kullanıcıların yüksek maliyetli, toksik/zehirli ve çoğu zaman gereksiz tedavilere maruz kalmasıdır. Kanser korkusu, bu ticarî döngünün sürekliliğini sağlayan birincil psikolojik araç olarak kullanılmaktadır.

Kanser Hastasına Tanının Söylenip Söylenmemesi

"Kanser hastasına tanının söylenip söylenmemesi, tarihsel süreçte hekimin/doktorun rolü, hasta hakları ve ticarî kaygılar arasında sıkışıp kalmış, etik boyutu derin bir konudur. Tanı bilgisinin açıklanıp açıklanmaması, hastanın tedavi sürecine katılımını, psikolojik direncini ve nihayetinde tedavi sonuçlarını kökten değiştirmektedir."

Kanser tanısı konan bir hastanın, hastalığı hakkında tam ve doğru bilgiye sahip olup olmaması, tedavi sürecini, psikolojik durumunu ve nihai sağkalım / hayatta kalma başarısını etkileyen en kritik unsurlardan biridir. Tıbbın "adil deneylerin/çalışmaların sonuçlarına dayandığı" yönündeki yaygın inanışın aksine, hekimlerin elindeki bilgilerin birçoğu (gizlenen olumsuz veriler veya ticari kaygılar nedeniyle) çarpıtıldığı için, hastanın bilgilendirilme düzeyi, tedavinin etkinliğini ve maliyetini doğrudan etkilemektedir.

I. Tarihsel Perspektif: Gizlilik ve Ataerkillik

Geleneksel olarak, özellikle 20. yüzyılın ortalarına kadar, birçok hekim/doktor kötü haber vermekten kaçınmış, tanıyı ya hiç açıklamamış ya da yuvarlak ifadelerle aktarmıştır. Bu yaklaşım, hastanın rızası/onayı olmaksızın, hekimin/doktorun kendi kararına dayalı "ataerkil" / paternalistik bir modelin ürünüdür.

A. Tanı Gizlemenin Gerekçeleri ve Sonuçları

  1. Hekim Kaygıları ve Moral Koruma: Hekimler/doktorlar, hastalarına ölümcül bir teşhis koymanın hastanın moralini bozacağından, umudunu kıracağından ve hatta intiharı tetikleyeceğinden endişe etmişlerdir. Erken modern tıp döneminde, hekimlerin/doktorların, kendilerini "iyileştirici" olarak görme eğilimleri artmış, ancak (antibiyotik öncesi dönemde) kanser gibi hastalıklarda tedavi güçleri sınırlı olduğu için, tanıyı gizleyerek hastayı gereksiz korkudan kurtarmayı amaçlamışlardır.
  2. Yanlış Yönlendirilmiş Tedaviler: Tanının gizlenmesi durumunda, hasta, tedavi seçimi ve prosedürler hakkında tam bir ajans/özerklik sahibi olamamıştır. Hekimler/doktorlar bu durumda, hastanın psikolojik sorunlarının bedensel semptomlara dönüştüğü (psikosomatik) durumları bile organik hastalık zannedip, bazen yanlış tedavilere yönelmiştir. Örneğin, bazı jinekolojik cerrahi/ameliyat operasyonlarının ("histeri" gibi psikojenik/zihinsel kökenli sorunları "iyileştirmek" için uterus/rahim veya yumurtalıkların alınması) aslında yanlış bir teoriye dayansa da, hastayı "iyileşmeye ikna eden" cerrahi/ameliyat ile tedavi/kür sağlayan bir "telkin" / suggestion aracı olduğu görülmüştür. Bilgilendirilmemiş hasta, bu tür yanlış tedavi yollarına daha kolay sapabilir.
  3. Hekimin Kendini Koruması: Tanıyı gizleyen hekim/doktor, aynı zamanda kendi yetersizliğini de örtme eğiliminde olmuştur. Bir kanser hastasına tanıyı ve kötü prognozu açıklamak, hekimin/doktorun o anki tedavi seçeneklerinin sınırlılığını ve bilgi eksikliğini ortaya çıkarabilirdi.

B. Paternalizmin Hastaya Verdiği Zarar

Tanısı söylenmemiş hasta, durumu hakkında tam bilgiye sahip olmadığı için, çevresindeki karmaşık tıbbi süreçleri anlayamaz ve bu durum, korku ve endişeyi artırır. Gizlilik, hekimlerin/doktorların, hastalar ve hatta diğer kamu kurumlarından hayati önemdeki güvenlik ve etkinlik verilerini gizleme eğiliminde olduğu sistematik bir sorunun parçasıdır.

II. Modern Yaklaşım: Tam Bilgi ve Özerklik

Günümüzde etik standartlar, hastaların, uygulanacak her türlü prosedür ve ilaç hakkında tam olarak bilgilendirilmesini ve rıza/onayının alınmasını zorunlu kılmaktadır. Hastalar artık pasif alıcılar değil, kendi sağlıkları hakkında karar verme yetkisine sahip özerk tüketiciler/kullanıcılardır.

A. Tanı Alan Hastanın Bilinçli Kararları

Kanser tanısı açıkça konan ve prognozu bilinen hasta, tedavi sürecinde daha bilinçli ve etkin bir rol oynar ve bu durum, iyileşme sürecini olumlu etkileyebilir:

  1. Gerçekçi Beklentiler ve Tedavi Planı: Hasta, hastalığının ciddiyetini bildiği zaman, tedavi seçeneklerinin (kemoterapi, radyasyon, cerrahi/ameliyat) risklerini ve faydalarını daha gerçekçi bir şekilde değerlendirebilir. Hekimler/doktorlar, hastalarından aldıkları geri bildirimler doğrultusunda, tedavi planlarını hastanın yaşam kalitesi (QOL / Quality of Life) önceliklerine göre şekillendirebilirler.
  2. Azaltılmış Toksisite ve Uzamış Sağkalım: Metastatik akciğer kanseri hastaları üzerinde yapılan bir klinik çalışmada/deneyde, tanı sonrası hemen palyatif bakım (semptomları hafifletmeye odaklı bakım) hizmeti alan hastaların, sadece standart kanser bakımı alan hastalara göre ortalama 2.7 ay daha uzun yaşadığı bulunmuştur (11.6 aya karşı 8.9 ay). Bu hastalar, yaşam kaliteleri iyileştiği için, hayatlarının son dönemlerinde daha az agresif, daha az riskli ve daha az maliyetli kanser tedavileri almıştır. Bu bulgu, bilginin hastaya "daha az bakımın daha iyi sonuç verebileceği" yönünde bir özgürlük tanıdığını göstermektedir.
  3. İyileşme Odaklı Psikolojik Tepki: Hasta, tanıyı bildiğinde, hastalığına karşı mücadele etmek için psikolojik kaynaklarını harekete geçirebilir. Tedaviye katılmaya karar veren hastaların %90'ının topluma "büyük veya orta düzeyde bir katkı" sağladıklarına inandıkları ve %84'ünün bu katkıdan gurur duyduğu tespit edilmiştir. Bu algı, tedaviye katılımı (adherence) ve psikolojik sağlamlığı artırır.

B. Yetersiz Bilgilendirmenin Riski

Eğer hasta, aldığı tedavilerin etkinliği ve potansiyel yan etkileri/ikincil etkileri hakkında tam bilgiye sahip değilse, ağır ve toksik/zehirli tedavilere gereksiz yere maruz kalabilir.

  1. Kemoterapinin Gerçekçi Olmayan Algılanışı: Kemoterapi/KT (hücre zehirlemesi), kanser hücrelerini ayırt etmeksizin hızlı çoğalan hücreleri hedef aldığı için yüksek derecede toksiktir/zehirlidir. Piyasaya sürülen kanser ilaçlarının/tıbbi ürünlerinin çoğu, sağkalım/hayatta kalma süresini birkaç hafta veya ay uzatmakta, ancak yüksek fiyat etiketleriyle satılmaktadır. Tanı, sadece bir dolaylı sonuca/göstergeye (örneğin tümör boyutunda %10 azalma) dayansa bile onaylanabilmektedir. Eğer hasta, tedavinin sağkalım/hayatta kalım üzerindeki gerçek etkisinin minimum düzeyde olduğunu bilmezse, gereksiz acı, ıstırap ve ölüme maruz kalma riski artar.
  2. Yan Etkilerin Gizlenmesi: İlaç şirketleri/imalatçılar, olumsuz sonuçları veren veya ciddi yan etkileri gösteren çalışmaları/deneyleri yayımlamama eğilimindedirler. Bu nedenle, hekimler/doktorlar bile reçete ettikleri ilacın/tıbbi ürünün gerçek etkileri hakkında net bir fikir sahibi olamazlar. Tanısı söylenmeyen veya eksik bilgi verilen hastanın iyileşme süreci, bu sistematik bilgi çarpıtmasından olumsuz etkilenir.

III. İyileşme Süreçlerindeki Farklılıklar (Çıkarılacak Ders)

Hastaların iyileşme süreçleri sadece fiziksel duruma değil, aynı zamanda tedaviye dair beklentilerine ve inançlarına da bağlıdır (plasebo/kukla ilaç etkisi).

  1. Beklentinin Gücü: Hastanın aldığı ilacın/tıbbi ürünün işe yarayacağına dair duyduğu inanç, tedavi sonucunu güçlü bir şekilde etkiler. Hekimin/doktorun coşkulu iletişimi ve tedaviye dair iyimser bir çerçeve çizmesi (doğruyu saptırmadan), hastanın ağrı algısını ve fizyolojik tepkilerini (kortizol/adrenalin seviyelerinin düşmesi gibi) olumlu yönde etkileyebilir. Tanıyı bilen ve tedavi sürecine aktif katılan hasta, bu beklenti yönetimini daha iyi yapabilir.
  2. Gerçekçi Tercih: Tanısı açıklanan ve hastalığının (örneğin metastatik kanser) çaresizliğini bilen hasta, yaşamının geri kalan süresini toksik/zehirli tedavilerin yan etkileriyle mücadele ederek geçirmek yerine, yaşam kalitesini maksimize eden (palyatif) bir yol seçebilir. Bu, geleneksel tıbbın "daha fazla tedavi daha iyidir" yaklaşımına karşı bir duruştur.
  3. Hastalığın Özerkliği: Tedavi alan ancak tanısını bilmeyen hasta, hastalığın neden olduğu acıyı ve sıkıntıyı kişisel bir başarısızlık olarak görme riski taşır. Tanıyı bilen hasta, hastalığı dışsal bir düşman olarak kabul ederek (tıpkı Lupus’lu Morgan Amanda'nın yaptığı gibi), ona karşı mücadele edebilir, bu da iyileşme/kontrol sürecine psikolojik katkı sağlar.

Hikayeden Çıkarılacak Ders:

Tarihsel anekdotlar, "büyük bir sırrı" saklamanın (tanıyı gizlemenin), hekim/doktor için geçici bir rahatlama sağlasa da, hastayı/kullanıcıyı bilgisiz ve savunmasız bıraktığını göstermektedir. Bu durum, hastanın, tedaviye dair yanlış anlaşılmalar, gereksiz ve pahalı prosedürlere maruz kalma ve hatta hekimin/doktorun kendi kişisel önyargıları veya ticarî çıkarları doğrultusunda yanlış yönlendirilmesi riskini artırır.

Günümüze bakan yüzüyle, ilaç güvenliği ve etkinliği hakkındaki bilgilerin sistematik olarak çarpıtıldığı bir ortamda, hastanın/kullanıcının kendi sağlığını korumasının tek yolu, talepkâr, bilinçli ve özerk olmasıdır. Tanıyı tam olarak bilmek, hastaya, kendisine sunulan tıbbi müdahalenin ne kadar az fayda getireceğini ve ne kadar yüksek bir maliyet/toksisite taşıyacağını bilme gücü verir; bu da, en pahalı ve toksik tedavi yerine, yaşam kalitesini esas alan daha insancıl yolları seçme özgürlüğünü getirir.

Yayınların Hastalara Etkisi

 "Yayınlarda sürekli olarak yer alan 'şunları yapmalısınız' şeklindeki baskılara maruz kalmayan bireylerin daha az hastalanma eğilimi göstermesi, modern tıbbın temelini oluşturan bilgi sistemlerindeki derin ve sistematik çarpıklıkların ve ticari güdülenmenin doğurduğu sonuçların kaçınılmaz bir yansımasıdır."

Bu durum, sağlık sisteminin, kâr maksimizasyonu / en yüksek kâr elde etme hedefi doğrultusunda, normal insan deneyimlerini ve biyolojik süreçlerini bile hastalık olarak tanımlama ("tıbbileştirme" / medicalisation) eğiliminden kaynaklanmaktadır. Bu döngüye maruz kalmayan bireyler, büyük ölçüde gereksiz müdahalelerin ve bunlardan kaynaklanan zararların dışında kalmaktadır.

I. Tıbbileştirme ve Gereksiz Tedavilerden Kaçınma

Sağlık pazarlama sektörünün etkisiyle, normal insan tecrübelerinin veya yaygın sosyal sorunların moleküler temelli hastalıklar olarak yeniden tanımlandığı bir süreç yaşanmaktadır. Sürekli dış baskıya ve bilgi kirliliğine maruz kalmayan insanlar, bu "hastalık pazarlaması" (disease mongering) tuzağına düşmekten kurtulurlar.

A. Genişleyen Tanı Sınırları ve "Endişeli Sağlıklı" Kitle

İlaç şirketleri/imalatçılar, pazar/piyasa büyüklüğünü artırmak amacıyla tanı kategorilerinin sınırlarını genişletmektedirler. Bu süreçte, basit insan tecrübeleri (utangaçlık, yaşlanmaya bağlı unutkanlık, cinsel işlev sorunları) veya normal tepkiler (yas/keder) patolojikleştirmekte ve haplarla/ilaçlarla tedavi edilebilecek rahatsızlıklar olarak sunulmaktadır.

  • Zararlı Teşhisler: Bir kişinin normal deneyimleri (örneğin kötü bir olaydan sonra kendini kötü hissetmek) "uyum bozukluğu" / adjustment disorder veya depresyon olarak etiketlendiğinde, kişi gereksiz yere kendisine ilaç reçete edilmesini talep edebilmektedir. Sürekli olarak sağlık durumu takip edilen, test yapılan ve sonuçları yorumlanan bireyler, kendilerini "hasta" olarak görmeye başlarlar.
  • Aşırı Tanı ve Aşırı Tedavi: Düzenleyici otoriteler/kurumlar (FDA/Gıda ve İlaç İdaresi gibi) bile, hızlı onay süreçleri için onay eşiğini düşürerek, yeni ilaçların/tıbbi ürünlerin piyasaya sürülmesine izin vermektedirler. Yeni bir ilaç/tıbbi ürünün piyasada zaten bulunan en iyi tedaviye karşı üstünlüğünü kanıtlaması gerekmez; sadece bir plasebo/kukla ilaçtan daha iyi olduğunu göstermesi yeterlidir. Bu düşük eşik, çok az fayda sağlayan ya da hiç sağlamayan ilaçların, sürekli teşvik (reklam/tanıtım) altında, geniş kitlelere reçete edilmesine yol açar. Bu baskıya maruz kalmayanlar, doğal olarak bu gereksiz ve potansiyel olarak zararlı tedavilerden kaçınmış olurlar.

B. Sağlık Anksiyetesinin Azalması

Sağlık pazarlamasının ana hedeflerinden biri, insanları hastalıkları hakkında sürekli endişelendirmektir. Gazeteler ve reklamlar, en nadir görülen hastalıkları bile manşetlere taşıyarak ulusal panik/telaş yaratır.

  • Medyatik Korku Yayılımı: Bireyler, medyanın yarattığı korku hikayelerine maruz kalmadıklarında, vücutlarının gönderdiği normal sinyalleri (küçük ağrılar, yorgunluk, unutkanlık) hemen "hastalık" olarak yorumlama eğilimi göstermezler. Kansere, kalp krizine veya stroke/inme gibi ölümcül sonuçlara karşı sürekli tetikte olma zorunluluğu, kronik bir kaygı/anksiyete kaynağıdır. Bu baskıdan uzak kalanlar, ruh sağlığını olumsuz etkileyen bu tür stres faktörlerini bertaraf ederler.
  • Psikosomatik İyileşme: Doktorların/hekimlerin gördüğü semptomların önemli bir kısmı (%25 ila %33), organik/fiziksel bir nedeni olmayan, psikolojik kökenlidir. Bu semptomlar, stres ve kaygıdan kaynaklanır. Tıbbî sistemin sürekli gözetimi ve baskısı ("yapılacak daha çok şey var") bu semptomları şiddetlendirir. Baskıya maruz kalmayan bireyler, bu tür psikosomatik rahatsızlıkları daha az yaşayabilir veya daha kolay atlatabilirler.

II. Geleneksel Tedavilerin Sınırlılıkları ve İatrojenik Zararların Yokluğu

Sürekli olarak "tedavi edilmesi gereken bir durumunuz var" baskısıyla yaşamayan insanlar, modern tıbbi müdahalelerin yol açtığı sistemik kusurlardan ve zararlardan korunurlar.

A. Gizlenen Veriler ve Bilgi Kirliliği

Baskıya maruz kalmayanların edindiği en büyük avantaj, ilaç şirketlerinin/imalatçıların kâr amaçlı çarpıttığı bilgilere göre hareket eden hekimlerin/doktorların potansiyel hatalarından kaçınmalarıdır.

  1. Yayın Yanlılığı (Publication Bias): Endüstri tarafından finanse edilen çalışmaların/deneylerin, sponsorun ilacını öven olumlu sonuç verme olasılığı, bağımsız çalışmalara/deneylere göre çok daha yüksektir. Şirketler/imalatçılar, olumsuz sonuç veren verileri/bilgileri yayımlamama hakkına sahiptir ve bu yaygın bir uygulamadır. Bu nedenle, doktorlar/hekimler bir ilacın/tıbbi ürünün gerçek fayda ve zarar dengesini asla bilemezler.
  2. Güvenlik Açıklarının Göz ardı Edilmesi: Yeni ilaçlar/tıbbi ürünler küçük hasta/kullanıcı grupları üzerinde test edilir (500-3.000 kişi) ve nadir görülen ciddi yan etkiler (örneğin her 5.000 kişiden birini etkileyen) genellikle piyasaya çıkmadan önce tespit edilemez. İlaçlar piyasaya sürüldükten sonra bu tür risklere maruz kalınır. Bu sistematik bilgi eksikliğinden etkilenmeyen bireyler, potansiyel olarak ciddi iatrojenik/tıbbi kaynaklı zararlardan korunurlar.

B. Hatalı ve Yetersiz Tedavi Uygulamalarından Korunma

Sağlıklı bireylerin kendilerini hasta olarak görmemeleri, "tıbbi müdahale" adı altında uygulanan yüksek riskli prosedürlerin dışında kalmalarını sağlar.

  • Yan Etkiler ve Toksisite: İlaçların/tıbbi ürünlerin zararlı etkileri ("yan etkiler"/ikincil etkiler), doktorların/hekimlerin yanlış yönlendirilmiş kararları sonucunda gereksiz acı, ıstırap ve ölüme yol açabilir. Örneğin, reboxetine adlı bir antidepresanın/antidepresan ilacının, yayımlanmamış verilerde/bilgilerde plasebo/kukla ilaçtan daha kötü ve daha zararlı olduğu halde reçete edilmesi.
  • İstenmeyen Sonuçlar: Tıbbın bütününe bakıldığında, yaygın kullanılan tıbbi prosedürlerin çok az bir kısmının bilimsel olarak kanıtlanmış bir faydası olduğu tespit edilmiştir (önceki yazılarımızda %11 olarak belirtilmişti). Geri kalan büyük çoğunluk, etkinliği kanıtlanmamış veya yetersiz kanıtlanmış müdahalelerdir. Sürekli müdahaleye maruz kalma baskısı olmayan insanlar, bu büyük orandaki faydasız ya da riskli prosedürlerin dışında kalmış olurlar.

III. Geleneksel Yaşam Tarzları ve Psikolojik Özerklik

Sürekli dışarıdan dayatılan katı kurallar yerine, kendi doğal içgüdülerine ve geleneksel bilgeliğe dayanan yaşam tarzlarını benimseyen toplumlar, bu "aktivist yaklaşımın" getirdiği yükten muaftırlar.

  • Kültürel Özerklik ve Basit Çözümler: Kaynaklar, kanser gibi hastalıkların basit, doğal beslenme faktörleri veya geleneksel diyetlerle ilişkilendirilebileceğini öne sürmektedir (B17 vitamini, Hunza/Eskimo diyetleri). Bu tür doğal çözümlerin patentlenemez olması nedeniyle ticarî ilgi görmemesi ve resmî olarak "kanıtlanmamış" kabul edilmesi, bu çözümleri kullanan insanların da dış sistemin müdahalelerinden uzak kalmasını sağlamıştır.
  • Aşırı Müdahaleden Kaçınma: Tıbbi alandaki "aktivist yaklaşım" / activist approach, hayatın trajik olabileceği ve hayal kırıklıkları barındırabileceği gerçeğini kabul etmez ve her sorunu çözülmesi gereken bir tıbbi durum olarak görür. Bu sürekli "daha iyiden daha iyi olma" beklentisi ("better than well") bireyleri sürekli tedavi arayışına iter. Baskıya maruz kalmayan topluluklar veya bireyler, yaşamın zorluklarını patolojik hale getirmeden, daha az ilaç ve müdahale ile çözme yeteneği kazanırlar. Bu, bir hastalığı çözmekten ziyade, o hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştıran koşullardan uzak kalmak anlamına gelir.

Çıkarılacak Ders:

Kaynaklar, modern tıbbın sağladığı faydaları (antibiyotikler gibi) inkar etmemekle birlikte, bu baskı ve yönlendirmenin ardındaki temel motivasyonun ticari olduğunu göstermektedir. Sürekli gözetim ve "şunları yapmalısın" (shoulds) baskısına maruz kalmayan insanlar, öncelikle yanlış yönlendirilmiş tedavi kararlarının ve gizlenmiş tehlikeli verilerin yol açtığı iatrojenik/tıbbi kaynaklı zararlardan korunurlar. İyileşme süreçleri ise, bedenin doğal direnci (vis medicatrix naturae), bilinçli (ancak "bilimsel" olmayan) yaşam tarzı seçimleri ve psikolojik özerklik sayesinde daha başarılı olabilir.

Meme Kanseri Oranlarının Kırsal Kesimde Yaşayan Ve Geleneksel Beslenme Düzenini Sürdüren Kadınlarda Düşük

 "Meme kanseri oranlarının kırsal kesimde yaşayan ve geleneksel beslenme düzenini sürdüren kadınlarda düşük, buna karşın eğitimli ve kentli nüfusta yüksek olması, modern yaşam biçiminin getirdiği besinsel sapmaların, çevresel kirleticilere maruz kalmanın ve teşhis süreçlerindeki farklılıkların birleşimiyle ortaya çıkan karmaşık bir sorundur."

Hastalığın yaygınlaşmasının ardındaki temel sebep, ticarî çıkarlar doğrultusunda şekillenen modern tarım ve gıda endüstrisinin, geleneksel koruyucu besinleri diyetlerden çıkarması ve aynı zamanda tanı eşiğini düşürerek normal fizyolojik süreçleri dahi hastalık olarak damgalamasıdır (tıbbileştirme / medicalisation).

İşte bu sosyo-ekonomik ve çevresel farklılıkların meme kanseri oranları üzerindeki etkileri, kaynaklardaki bilgiler ışığında detaylı olarak incelenmiştir:

I. Geleneksel/Kırsal Beslenmenin Koruyucu Niteliği

Kırsal kesimde yaşayan ve geleneksel beslenme biçimlerini sürdüren topluluklar, modern kent yaşamının getirdiği riskli beslenme düzeninden nispeten daha az etkilenmektedirler. Tarihsel ve antropolojik gözlemler, kanserden neredeyse tamamen ari toplulukların, modern diyetlerden farklı ve koruyucu bir beslenme şekline sahip olduğunu göstermektedir.

A. Vitamin ve Fitokimyasallar Açısından Zengin Diyetler

Geleneksel beslenme biçimleri, işlenmemiş ve bütün gıdalara dayanır; bu, vücudu kronik hastalıklara karşı koruyan esansiyel/zorunlu besin maddeleri ve fitokimyasallar (phytonutrients) açısından zengin bir ortam sağlar.

  1. Nitrilosidler (Vitamin B17): Meme kanserinin, tıpkı iskorbüt (C vitamini eksikliği) gibi, modern insanın beslenme düzeninden çıkardığı temel bir gıda bileşeninin eksikliğinden kaynaklanan bir hastalık olduğu teorisi mevcuttur. Bu bileşikler (nitrilosidler), özellikle acı badem, kayısı çekirdeği, sorgum, darı ve bazı baklagiller gibi gıdalarda bolca bulunur. Hunza ve Eskimolar gibi geleneksel diyetleri sürdüren toplulukların kanser oranlarının sıfıra yakın olduğu, bu toplulukların günlük diyetlerinde ortalama bir Amerikalıdan iki yüz kat daha fazla nitrilosid tükettiği bildirilmiştir.
  2. Besin Değeri Kaybından Korunma: Sanayileşmiş/endüstriyel gıdaların işlenme süreçleri, boyalar, koruyucular ve tatlandırıcılar eklenirken, faydalı vitamin ve minerallerin kaybedilmesine yol açar (önceki yazılarımızda bahsi geçen "Tip B Malnütrisyon" / B Tipi Yetersiz Beslenme). Kırsal kesimde, yerel ve daha az işlenmiş gıdalara olan bağımlılığın devam etmesi, besin değerinin korunmasına yardımcı olur.

B. Sağlıklı Yaşam Süresi ve Kanser Oranları

Kentli ve eğitimli nüfusun ortalama yaşam süresi daha uzun olsa da, meme kanseri gibi hastalıklar genellikle yaşamın ileri dönemlerinde ortaya çıkar. Ancak, kaynaklar, modern diyetin sebep olduğu kanser ölüm oranlarındaki artışın, artan yaşam süresiyle açıklanamayacağını, zira uzun ömürlü olan Hunza gibi toplulukların kanser oranlarının daha düşük olduğunu göstermektedir. Kırsal yaşamın getirdiği fiziksel aktivite, düşük stres ve doğal besinlere erişim, genel sağlığı iyileştiren temel etkenlerdir.

II. Kentleşme ve Eğitimin Tetiklediği Risk Faktörleri

Eğitimli ve kentli kadınların yüksek kanser oranlarına maruz kalmasının ardında, hem modern yaşam tarzının getirdiği biyolojik risk faktörleri hem de bu nüfusun tıbbi hizmetleri daha yoğun kullanma şekli yatmaktadır.

A. Çevresel Toksinlere ve Hormonlara Maruziyet

Kentli ve sanayileşmiş toplumların gıda zinciri, kırsal kesimdeki geleneksel gıda kaynaklarına göre daha fazla tarımsal kimyasal ve toksin içermektedir.

  1. Pestisitler ve Kanser: Meme kanserinin de aralarında bulunduğu kronik hastalıkların artışının, 1950'lerden itibaren kimyasal tarım ve pestisit kullanımının artmasıyla doğrudan ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bir İsrail araştırması, sığırlarda kullanılan bazı ağır pestisitlerin (DDT ve BHC gibi) yasaklanmasından on yıl sonra, meme kanseri ölüm oranlarında %8'lik bir düşüş tespit etmiştir. Yine, kanserli kadınların kanında DDE (DDT'nin bir yıkım ürünü) seviyelerinin, sağlıklı kadınlara göre dört kat daha yüksek olduğu bulunmuştur. Bu kimyasallar, genellikle endüstriyel gıda üretim zincirlerinde yoğunlaşmaktadır.
  2. Estrojen ve Hormon Kullanımı: Yüksek eğitimli ve orta/üst gelirli kadınların doğum kontrol hapı kullanma oranları daha yüksek olabilir. Kaynaklar, estrojen içeren doğum kontrol haplarını kullanan kadınların, kullanmayanlara göre neredeyse üç kat daha fazla kanser riski taşıdığını belirtmektedir. Estrojenler, vücutta yara iyileşmesi sürecinde (trophoblast hücreleri aracılığıyla) kanserleşmeyi tetikleyebilen "organizer stimuli" / "organize edici uyaranlar" olarak işlev görürler.
  3. Yaşlanmayı Geciktirme Kaygısı: Kentli ve refah düzeyi yüksek kadınlar arasında, yaşlanma belirtilerini geciktirmek amacıyla Hormon Replasman Tedavisi (HRT) gibi estetik/kozmetik amaçlı tedavilere başvurma eğilimi mevcuttur. HRT'nin uzun süreli kullanımının, (gözlemsel verilere dayalı yanılgıların aksine) aslında kalp sorunları riskini artırdığı ve adil deneyler/çalışmalar (randomized trials) ile ortaya konmuştur.

B. Yüksek Tanı Oranları ve Tıbbileştirme Yanlılığı

Eğitimli ve kentli kadınlarda yüksek kanser insidansının bir kısmı, gerçek maruziyetten kaynaklanırken, bir kısmı da bu kitlenin sağlık sistemini kullanma biçiminden ve maruz kaldığı pazarlamadan kaynaklanmaktadır.

  1. "Endişeli Sağlıklı" Hastalar: Eğitim ve ekonomik refah düzeyi yüksek bireyler, normal vücut sinyallerini veya hafif semptomları bile hastalık olarak algılama eğilimindedirler (önceki yazılarımızda bahsi geçen "worried well" / "endişeli sağlıklı" kavramına işaret eder). Bu kitle, medyadan etkilenerek sürekli teşhis/tanı ve tedavi arayışına girer.
  2. Erken ve Aşırı Teşhis (Overdiagnosis): Kâr odaklı sağlık pazarlaması, tanı sınırlarını genişleterek ve tarama programlarını teşvik ederek (meme kanseri taraması gibi), potansiyel müşteri kitlesini artırmaktadır. Mamografi gibi tarama prosedürleri, kişide klinik belirti göstermeyecek veya başka bir hastalıktan ölmeden önce sorun yaratmayacak, önemsiz anormallikleri ("incidentomas") saptayabilir. Bu erken tespitler, kâğıt üzerinde kanser insidansını artırır ve gereksiz toksik tedavilere yol açar.
  3. Hekimlerin Yanıltılması: İlaç şirketleri/imalatçılar, kendi ürünlerini destekleyen (meme kanseri tedavisinde kullanılan Herceptin'in faydalarını abartan) akademik makaleleri/yazıları hayalet yazarlar/gölge yazarlar (ghostwriters) aracılığıyla hazırlatarak hekimleri/doktorları yanıltmakta ve böylece ürünlerinin daha fazla reçete edilmesini sağlamaktadır. Bu çarpıtılmış bilgi akışı, tedavi kararlarını etkileyerek kentli ve eğitimli nüfusta yanlış tedavi oranlarını yükseltir.

Özetle: Kentli ve eğitimli kadınlar, geleneksel koruyucu besin kaynaklarından uzaklaşmış, çevresel toksinlere maruz kalmış ve estrojen gibi hormon tedavilerine daha sık başvurmuşlardır. Aynı zamanda, bu kitle, sağlık bilincinin yüksek olması ve agresif pazarlama/tarama programlarına erişimi sayesinde, hastalığın erken aşamalarında veya klinik olarak önemsiz olduğu durumlarda bile teşhis edilerek istatistiklere daha fazla yansımaktadır. Bu iki faktör, bu demografik grupta kanser oranlarının yükselmesine neden olmaktadır.

 

İsrail de Kanser

"Kanser, modern kent yaşamının ve ticarî kaygılarla şekillenen endüstriyel gıda üretim zincirinin getirdiği çevresel ve besinsel risk faktörleriyle yakından ilişkili kronik bir hastalıktır. Bu bağlamda, İsrail'in meme kanseri oranlarındaki düşüşe dair sunduğu kanıtlar, tarım kimyasallarının/zirai ilaçların ve diğer çevresel toksinlerin halk sağlığı üzerindeki kritik rolünü açıkça göstermektedir."

İsrail'de meme kanseri/göğüs kanseri oranlarının azalmasının temel nedeni, küresel eğilimlerin aksine, tarım kimyasallarının/zirai ilaçların kullanımına getirilen radikal kısıtlamalardır. Bu durum, beslenme yoluyla vücuda giren kanserojen/kanser yapıcı maddelerin miktarındaki azalmanın doğrudan bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.

I. Pestisit (Zirai İlaç) Yasaklarının Kanser Oranlarına Etkisi

1990 yılında, Kudüs'teki/Yeruşalim'deki İbrani Üniversitesi Hadassah Tıp Fakültesi/Hebrew University Hadassah Medical School tarafından 28 ülkenin meme kanseri verilerinin incelendiği bir araştırma/çalışma, küresel çapta gözlemlenen eğilimlerin tersine, İsrail'in meme kanserinden ölümlerin azalma gösteren tek ülke olduğunu ortaya koymuştur.

  • Düşüşün Boyutu: Daha önce küresel ortalamalara paralel bir seyir izleyen İsrail'deki meme kanserinden ölüm oranları, incelenen dönemde %8 oranında genel bir düşüş sergilemiştir. Bu düşüş, özellikle genç hasta/kullanıcı grubunda daha çarpıcı olup, bu gruptaki düşüş oranı %34 olarak tespit edilmiştir. Bu sonuç, aynı dönemde küresel olarak beklenen %20'lik artış beklentisiyle karşılaştırıldığında, önemli ve dikkat çekici bir farklılığı temsil etmektedir.
  • Kanıtlanan Sebep: Araştırmacılar, bu olağanüstü düşüşü, 1978 yılında ülkede uygulanan ağır pestisit/zirai ilaç yasakları ile doğrudan ilişkilendirmiştir. Yasaklanan kimyasallar arasında DDT, alfa-BHC ve gamma-BHC (lindane) gibi güçlü pestisitler/zirai ilaçlar bulunmaktadır.
  • Mekanizma: Bu kimyasallar, yasaklanmadan önce sığır çiftliklerinde/hayvancılık işletmelerinde yaygın olarak kullanılıyordu ve süt ürünlerinde/süt mamullerinde (inek sütünde) yüksek konsantrasyonlarda bulundukları belirlenmişti. Yasaklar sonrasında, inek sütündeki bu pestisitlerin/zirai ilaçların konsantrasyonları çarpıcı bir şekilde azalmış ve meme kanserinden ölümlerin azalması bu düşüşle açıkça ilişkilendirilmiştir.

Bu durum, tarım kimyasallarının/zirai ilaçların gıda zinciri aracılığıyla insan vücuduna girerek kanser riskini artırdığına dair güçlü epidemiyolojik/hastalık bilimsel deliller sunmaktadır (önceki yazılarımızda) DDE (DDT'nin bir yıkım ürünü) seviyelerinin, kanserli kadınların kanında sağlıklı kadınlara göre dört kat daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.

II. Sağlık Politikalarının Önemi Üzerine Çıkarılacak Ders

İsrail örneği, kanser gibi kronik hastalıkların yaygınlaşmasında ticarî ve endüstriyel baskıların etkilediği çevresel faktörlerin ne kadar belirleyici olduğunu gözler önüne sermektedir.

  1. Kanıt/Delil Kaynaklı Karar Alma: İsrail'de bu pestisitlerin/zirai ilaçların yasaklanması, gıda ürünlerindeki yüksek konsantrasyonların tespit edilmesine dayanmıştır. Bu, doğru bilimsel verilerin/bilgilerin toplanması ve kullanılması durumunda, kâr amacı gütmeyen, halk sağlığına odaklı politikaların büyük bir başarı elde edebileceğini gösterir.
  2. Yanlış Yönlendirmenin Reddi: Modern sağlık pazarlaması/tanıtımı, sıklıkla normal biyolojik süreçleri patolojik hale getirerek ("tıbbileştirme" / medicalisation) veya yüksek maliyetli ve toksik/zehirli tedavileri öne çıkararak doktorları/hekimleri ve halkı yanlış yönlendirir. Oysa İsrail'deki vaka/durum, sorunun çözümünün pahalı "blokbuster" / çok satan ilaçlar geliştirmek yerine, hastalığın çevresel kökenlerini temizlemekte yatabileceğini işaret etmektedir.

 

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar