EVVELİ ŞAM- AHİRİ ŞAM
Kaynak olarak baş vurduğumuz “Uluslararası Mevlâna
Günleri :::23 - 27 Mart 2007 Halep/ Suriye, ” isimli eserden gözümüze
takılan bazı hususların “Şam” veya eski deyimle “Şâm-ı Şerif” in
kutsiyetini ve tarihteki yeri görünce, “Arap Baharı” diye adlandırılan
emperyalist oyunun son perdesine gelindiği anlaşılmaktadır.
“Şam tarih boyunca doğuşların ve batışların merkezi
olmuştur.” Bu minval üzere Türkiye’nin “Şam” ve dış siyasetinde
daha dikkatli olması gerektiğini fehmediyoruz.
Şam bir kuyu gibidir, iyi ve kötü demeden
birçok insan ve milletleri yutmuştur.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sevgili
damadı olan Hz. Ali kerremallâhü veche Efendimiz dahi buradaki valinin
entrikaları ile tarihe veda etmiştir. Hz. Hüseyin aleyhisselâm yine Şam
entrikaları ile ümmetin ve kendisinin acı günlerini yaşamıştır.
Haçlı zihniyeti, Romanın Ortadoğu’ya veda edişi,
Osmanlının Veda ettiği yer…. vb şeyler Şam topraklarında gerçekleşmiştir.
Şam yok edici bir merkez gibi olduğu kadar doğuşların
da yeri olmuş, Hristiyanlığın yeşerdiği yer olduğu gibi kıyametin Ak Minaresine
sahip bir mekân olunca, “Şam” herkesin
atını rastgele süreceği bir yer olmadığı ve yanlışa düşülecek bir yer
olarak kendini muhafaza etmektedir.
Eski kelâm olan “EVVELİ
ŞAM- AHİRİ ŞAM” boşuna söylenmiş değildir.
Ledünnî boyutta ise “Şam”ın Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi ilk bilen
yer (Rahip Bahira Hadisesi) olduğunu düşünürsek, Türkiye’nin bazı
hususlarda fevri davranmaması ve ihtiyatı elden bırakmaması gerektiğini “yurtta
sulh cihanda sulh” periyoduna acilen geçmesi gerektiğini söylemek
zorundayız. Bahse konu 2008 yılındaki bu kitaptaki şu anekdot birçok şeyin
habercisi olduğu halde, gözden kaçırılması ve dikkate alınmaması bizlerin
hatası olsa gerekir.
[“Diğer yandan Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Türkiye Başbakanı R.
Tayip Erdoğan arasında varılan mutabakatla Hatay meselesi resmî gündemden
çıkartılmış olmasına karşılık, halen birçok haritada ve Suriye Turizm Bakanlığının
yayınladığı tanıtım broşürlerinde “LİVA EL- ÎSKENDERÛN” adıyla Dörtyol’a
kadar sahil şeridinin Suriye toprakları içinde gösterilmesi ve bu dokümanların
Şam’da heyetimize dağıtılmak istenmesi; son yıllarda iki ülke arasında esen
bahar rüzgârlarına rağmen, Türkiye Suriye ilişkilerinin henüz kontrollü
iyimserlikten öteye geçemediğini göstermektedir.
Kardeşler arasında cereyan eden takım/sınır mızıkçılığına benzeyen bu ve
benzeri kimi tatsızlıklara rağmen, Arap devletleri arasında Suriye her bakımdan
bize en yakın ülkedir. Sınırlar, menfaatler, tehlikeler ve duygular ortaktır.
Şamlıların ifadesiyle “eskiden bir ailenin fertleriydik; şimdi yan yana
yaşayan komşularız”
Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Suriye’yi yakacak ateşin dumanı,
kesinlikle İstanbul’da tütecektir; Türkiye’de alevlenen ateşin
kıvılcımı ise, Suriye’yi yakacaktır. Akıllı olmak bir olmak ve diri olmak
mecburiyetindeyiz.
Yabancıların çizdiği yapay sınırlara rağmen halklar arasında hiçbir zaman
eksilmeyen iyi niyet ve muhabbetin; son senelerde aydınlar ve devlet
yöneticileri arasında da gerçekleştiğini görmek, yarınlara umutla bakmamızı
sağlamaktadır. Unutmayalım ki, tarihe not düşenler, plan ve program sahibi
akıllı insanlardır.] Sh.117
Aşağıda aktaracağım kısmî bilgilerin sizlere ışık
tutacağını tahmin ediyorum.
İhramcızâde
İsmail Hakkı
“Uluslararası Mevlâna Günleri :::23 - 27 Mart 2007
Halep/ Suriye, Ankara 2008 ”
Anadolu
insanının gönlünde Şamın özel bir değeri var. Onaltı hadisi şerifte Şam
zikredilir.
Hayatının
büyük kısmını Konya’da yaşayan ve bu şehirde eserler veren, Selçuklu
sultanlarının hocası, Sadreddin Konevi’nin manevi babası Şeyhul ekber Muhyiddin
İbnu’l-Arabî’nin Dağ mahallesindeki türbesini ziyaret ediyoruz.
Muhyiddin Arabî, 1165 yılında Endülüs’te doğdu.
Seyahatlere başladı. Bir eser yazacak kadar Mekke’de kaldı. Konya’da yaşadı ve
yine Konya’da eserler kaleme aldı. Şam’da 1240 yılında ve 75 yaşında Allah’ın dinini
paraya tahvil edenler tarafından öldürüldü.
….
Cami, türbe ve zaviyesiyle birlikte bu tarihi eser,
Yavuz Selimin bir âlime hürmetinin belgesi. Aynı salonda Emir Abdulkadir
Cezairi de medfun.
Abdülkadir
Cezayiri, tam adı Abdülkadir İbn Muhyiddin İbn Mustafa El Hasani
El Cezayiri (6 Eylül 1808 - 26 Mayıs 1883), 19. yüzyılda Cezayir halkının
Fransız boyundurluğuna karşı mücadelesine (1840-1846) önderlik eden ve Cezayir
Devleti'nin temelini atan din adamı ve asker. 1832'de Maskura emiri olmuştur.
Abdülkadir, 1871 Cezayir ayaklanması sırasında Konstantin'in güneyindeki
kabileleri ayaklandırmaya çalışan oğullarından birini evlatlıktan reddetti.
1883'de Şam'da öldü. Günümüzde Cezayirliler kendisini en büyük halk
kahramanlarından biri olarak görmektedirler.
İbni Arab’inin üst taraflarında Türklerin ikamet
ettiği Mahalleler yükseliyor. Hatay anavatana katıldığında Türkiye’de İstiklal
mahkemeleriyle de bastırılan inanç ve ibadet hürriyetini Allah Teâlâ’nın
emrettiği gibi yaşamak arzusunda olan üç köy halkı, Amanos dağlarının iki
yamacındaki ( Hacılar, Ceylanlı ve Abacı köylüleri) evlerini ve mallarını
bırakıp sınırı geçmiş ve önce Haleb’e sonra da Şama gelip dağ mahallesine
yerleşmişler. Malları canları ve imanlarıyla imtihan olmuşlar. Dilerim
cihatları makbul olsun!
Şehrin panoramik görüntüsünü izlemek için çıktığımız Cebel
Kasiyon, Âdem babanın oğullarından Habil ile Kabil arasındaki ilk cinayetin
işlendiği mekândır.
Şam şehrine hayat veren Nehrul Barid-Barade
çayı kenarını takip ederek Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin
sevgili torunu Sitti Zeynebin mescidine uğruyoruz. İran’dan gelen Şii
Müslüman kardeşlerimiz büyük bir kalabalıkla ellerinde siyah bayrakla ve
ilahiler söyleyerek geliyorlar. Aynı rağbet Sitti Rukayye için de geçerli.
Farsça ve Azeri Türkçesiyle ağıtlar söyleniyor, ağlıyorlar.
[Bugün Aşure günü. Muharremin onuncu günü]
Dinler tarihine göre; Adem aleyhisselâm Safıyullah’ın
tövbe günü. Nuhun tufandan kurtulduğu gün. İbrahim peygamberin Nemrudun
ateşinden, Musa aleyhiselam’ın Firavunun zulmünden kurtulduğu gün. Urfa’da Eyüp
peygamber ölümcül hastalıktan bugün kurtulmuş. Ve fakat Hz. Hüseyin
aleyhisselâm Efendimiz 55 yaşındayken Kerbela’da Dicle nehri kıyısında
katledilmiş. İran’dan gelenlerle neredeyse Şam otellerinde yer kalmamış.
Mevlana
Halid-i Bağdadi, diğer isimleriyle Nakşibendî yahut Kürdi, dağa yakın bir
bahçede medfun. Özel vasıtalar kiralayarak huzuruna çıkıyoruz. Kendilerini
Müslümanların birliğine adayan İmam Şazeli’nin Kuzey Afrikadan İstanbul’a
gelmesi gibi Mevlana Halid de Bağdat’tan Şama görevli olarak gelmiş.
Arkeolojik
müzenin karşısında Süleymaniye külliyesi. Kanuni Sultan Süleyman’ın Şam halkına
hediyesi. Ancak caminin bahçesi askeri müzeye dönüştürülmüş. Top, tank, jet
uçağı, Ömer Muhtar filminde kullanılan İtalyan zırhlı araçları sırayla
yerleştirilmiş. Selimiye tam bir külliye. Ancak Türkiye’de benzerlerine çok
rastladığımız gibi hepsi de turistik amaçlı kullanılıyor.
Süleymaniye
külliyesinin arka bahçesinde Sultan 6. Mehmet Vahideddin Han, eşi, çocukları ve
yakınları ilahi adaletin tecellisi için sabırla mahşeri bekliyorlar.
Vasiyeti
üzere cenazesi 1926’da sürgündeki İtalya’nın Manolya şehrinden Türkiye’ye
getirilmesi yasaklandığı için Bir İslam diyarı olan Şam’a getirildi. Sürgünde
ölen son Osmanlı sultanını Şam halkı büyük kitleler halinde sanki
hayattaymış gibi saygıyla karşıladılar. Süleymaniye camiinin emekli imamı Arap
Mervan yıllardır Vahdeddin Hanın türbedarlığını yapıyor.
Şehri
temizleyen, bağ ve bahçelere hayat dağıtan Barada Nehri kıyısında
Cumhurbaşkanı sarayı. Kadim Şam’ın merkezi Osmanlı eserleriyle müzeyyen. Sanki
Üsküdar, Babussağıre taşınmış. Kemerler, revaklar, somaki sütunlar, kurşun
kubbeler perçinli pencereleriyle bizleri selamlıyor.
Bir devrin
kapanışını sembolize eden sürgündeki sultanın içinde Mesnevinin de okunduğu
binlerce el yazması kitabıyla Hikmet Kütüphanesi, sorgulamayı bekleyen bir
dönemin canlı şahitleri.
Osmanlıdan kalan Derviş Paşa camiinin yanında
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin emri üzere Kabe’nin damına çıkıp ezan
okuyan Bilal Habeşi radiyallâhü anh, karşısında Hz. Ömer radiyallâhü anhın kızı
ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin eşleri; Hz. Hafsa, Ebu
Süfyanın kızı Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme.
1863 yılında Osmanlı
Padişahlarından Sultan Abdülhamid Han tarafından yaptırılmıştır. Yapı olarak
İstanbul'daki kapalı çarşıyı andıran Hamidiye çarşısı, yerli ve yabancıların en
çok rağbet ettikleri mekânlardan birisidir. Genel olarak ipek kumaş, kadın
giysileri, çeyizlik ve turistik eşyaların satılmakta olduğu çarşı yaklaşık bir
kilometre uzunluğundadır.
Muhteşem
Hamidiye Çarşısı’ndan geçerek ulaştığımız büyük kumandan, Kudüs Fatihi Selahaddîn-i
Eyyûbi’nin kabri... 1914’te ilk deneme uçuşunda düşerek şehid olan Osmanlı
pilotlarının kabirleri... Cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da
şehit edilmesinin ardından Yezid’in emri ile Emeviliğin merkezi Şam’a getirilen
başının konduğu bölüm ve üç bin yıllık Jüpiter tapınağı iken Emevi
Halifesi Velid bin Abdülmelik tarafından satın alınarak camiye çevrilen ve
içinde de Hz. Yahya aleyhisselâmın kabrinin bulunduğu Şam Emeviye Camii...
Müslümanlar tarafından
kıyamete yakın Hz.İsa aleyhisselâmın yeryüzüne ineceği rivayet edilen "AK
MİNARE" bu camiye aittir.
Bu
ziyarette insanı kahreden mekânlar o kadar çok ki... İslâm tarihinde önemli bir
kırılma noktası olan Hz. Hüseyin’in Kerbelâ çölünde şehit edilerek başının
kesilip saltanat merkezi Şam’a getirilmesi canlılığını muhafaza ediyor.
Caminin ilginç
yönlerinden birisi de, dört farklı mezhebi temsilen dört ayrı mihrap yapılmış
olmasıdır.
Ünlü İslâm
alimi İmam-ı Gazali Hz.'leri meşhur eseri İhya-u Ulumid-din'i bu camide kaleme
almıştır. Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi Hz.'leri ünlü Şam Hutbesi'ni (Hutbe-i
Şamiye) 1911 yılında bu camide irad etmiştir.
Şama kırk
kilometre kala bakımlı bir yoldan yokuş yukarı dağlara doğru tırmanmaya
başlıyoruz. Arapçanın yaşayan iki versiyonundan biri İbranice. Yahudiler bu
dili yazıyor ve konuşuyor. Diğer versiyonu Aramice. Hz. İsa aleyhisselâm
efendimizin konuştuğu dil. Yani iki bin yıl önce Kudüs’te Yahudileri konuştuğu
dil Aramiceydi.
Rivayete
göre Hz. İsa aleyhisselâm efendimiz Yahudilerin ihbarı ve baskısıyla Romalılar
tarafından yakalanıp çarmıha gerildikten sonra annesi Hz. Meryem, diğer
inananlarla birlikte kaçıp bu dağlar arasındaki kuytu ve geniş kaya oyuğuna
gelip sığınmışlar.
Dış
dünyayla ilgilerini kesip asırlar boyu yaptıkları manastırda münzevi
yaşamışlar. Şimdi Ma’lulede, Aramice denilen bu dilin kaybolmaması için devlet
destekli okullar açılmış. Avrupa Birliği, Vatikan ve Suriye Maarif nezaretinin
özel desteğiyle bu dil kurs ve okullarla ihya ediliyor. Uzak tepelere Haçlar
dikilmiş, dağa taşa Haçlar çizilmiş. Misyonerler sokaklarında cirit atıyor.
Acaba
bugün Ma’lule mü’minleri Kıbrıslı Barnabanın İncilinde zikrettiği, Aramice
Paraklitus’un, yani övülen Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
geleceğini müjdeleyen Hz. İsa’ya inanıyorlar mı?
Şam’dan
dönüşü uğradığımız Malula kasabası; Hz. İsa’ya aleyhisselâm Yahudilerce uygulanan düşmanca tavırdan Hz.
Meryem annemizin kaçarak sığındığı ve taşların arasından kutsal suyun aktığına
inanılan dağ kovuğuna inşa edilen kiliseye ev sahipliği yapıyor. Bu
kasabada İncil’in orijinal dili olan Aramice konuşuluyor ve kurslarda
öğretiliyor. Kasabada bir cami ve onlarca kilise var.
Malula’dan
sonraki durağımız Hama şehri... Beş bin yıllık dev değirmenler dikkat çekiyor.
Hama’da Ebul Fida Camii olduğu için buraya Medinetül Fida da deniyormuş. Yola
devam ederken İmam Zeynel Abidin’in dağın tepesindeki makamını müşahede
ediyoruz. Bir süre sonra da Emevilerin adil Halifesi 5. Raşid, Halife kabul
edilen Ömer bin Abdülaziz’in (ra) ve hanımının Maarra köyündeki kabrine fatiha
okumak nasip oluyor. Allah cümlesine ve cümlemize Rahmet Eylesin...
Suriyelilerin bize benzeyen yönlerinden biri de her
tarafın resim ve heykellerle donatılmış olması... Suriye de bizim gibi
gelişmekte olan ya da gelişememiş ülkelerin özelliklerini taşıyor. Nusayri
azınlığa mensup Hafız Esad’ın ardından oğlu Beşşar’ın yetkilendirilmesiyle,
dikta rejiminin son bulduğu ve demokratik açılımların yaşandığı söylense de bu
hususta daha mesafe kat edilmesinin gerekliliği anlaşılıyor. Gümrük kapısı
üzerine asılan büyükçe bir Beşşar resminin altına “Esad'ın Suriyesine hoş geldiniz' yazıyor. “Halkın” değil de, “Esad’ın Suriyesi” ibaresi hemen
dikkatimizi çekiyor.
Öğlen yemeğinin ardından Halep’in dört
yıldızlılarından Planet Otele varıp, bildik oda taksimi telaşından ve
yerleşmeden sonra ilk gezi programı başlıyor. Türkiye’deki kırık hava burada da
aynen devam ediyor. Paltolarını yanına almayanlar Halep’in akşam soğuğundan
nasipleniyor ve gezinin sonuna kadar da bu hatırayı taşımak durumunda kalıyor.
Halepteki Emeviyye Camii’nde; Yahudiler tarafından hızarla bir ağacın kovuğunda
katledilerek Rabbine kavuşan Hz. Zekeriya aleyhisselâmın kabrini ziyaret ediyor
ve meşhur Helep çarşısında tur atıyor, vakit bir hayli uzadığı için de
istirahate çekilmek üzere otelimizin yolunu tutuyoruz.
Türkiye
Yazarlar Birliği-Mevlâna Araştırmaları Derneği ile Halep Üniversitesinin
Mevlâna Yılı dolayısıyla 23-27 Mart 2007 tarihleri arasında Halep’te
düzenlediği “Uluslararası Mevlâna Günleri” etkinlikleri çerçevesinde,
beş yıl aradan sonra Suriye’yi ikinci kez ziyaret etme imkânı buldum.
Birinci
geziyi Hâfız Esad’ın vefatı ve yerine oğlu Beşar Esad’in Devlet Başkanlığına
getirilmesi üzerine, yıllarca iki komşu ve dost ülke arasında uygulanan
gerginlik politikalarından vazgeçildiği sinyallerinin verildiği 2-5 Haziran
2001 yılında, Türkiye Yazarlar Birliği’nin koordinatörlüğünde
gerçekleştirmiştik. Bu geziye yazar, gazeteci, yayıncı, bilim adamı ve
politikacılardan meydana gelen kırk beş kişilik aydınlar grubu katılmıştı.
Sınırdan
adımımızı atar atmaz bizleri yılların hasretiyle kucaklayan halkın sıcak
ilgisine karşılık; başımızı çevirdiğiniz her yerde Baas Partisi’nin soğuk yüzü
ile karşılaşıyorduk. Halktan bu çelişkiyi sorduğumuzda, uhenüz baba
Esad’in adamları görev başında, zamanla bu vaziyet değişecek. Avrupa’da eğitim
görmüş, demokrasiye açık, her şeyden önce genç olan yeni Devlet Başkanımızdan
umutvarız Her geçen gün durum daha da düzelecek”.
tarzında
iyimser cevaplar alıyorduk. Ülkeler arasındaki dostluğun önce kültür
adamlarının bir araya gelmesi, arkasından halkların kaynaşması ve daha sonra da
iki ülke yöneticilerinin bir araya geleceği ilkesinden hareketle bütün iyi
niyetimizle geldiğimiz Suriye’de, Halep ve Şam sokaklarına hâkim olan bu
iyimser havaya rağmen görüşmek için bir muhatap bulamamıştık. Heyetimizin,
Suriye Edipler Birliği, üniversite ve basın mensubu meslektaşlarımızla
görüşmesi mümkün olmamıştı. İlk adımı biz atmıştık ama henüz birbirimizi
yeterince tanımıyorduk ve öyle anlaşılıyor ki, iyi bir ön hazırlık da
yapamamıştık.
ABD’nin
Irak’ı işgalinden sonra Suriye’ye tehditler savurduğu ve bu ülkeye ambargo
uygulanmasını gündeminin birinci sırasına aldığı o sıkıntılı günlerde, Suriye
Sana Haber Ajansı, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı sıfatıyla bizimle bir
mülakat yapmıştı. Benim, “Haçlı seferlerini anımsatan bu emperyalist
yaklaşımların kabul edilemeyeceğini” ifade den sözlerimden sonra, ajansın
Türkiye temsilcisi bayanın, “şimdi bizi Türkiye Yazarlar birliğini ve
sizleri daha yakından tanıdık. Ne zaman Suriye'ye gelmek ve kiminle görüşmek
isterseniz bu konudaki randevularınızı ben hazırlayacağım”
demiş ve bana kartını vermişti.
……
Mevlânâ
Celâleddin-i Rûmî
kaddesellâhü sırrahu’l azîz
kaddesellâhü sırrahu’l azîz
1. Biz Şam'ın âşığıyız, sevdasıyla başımız dönmüş, delisi
divanesi olmuşuz. Şam’ın sevdasına can vermişiz, gönül bağlamışız.
2. O yandan doğup parlayan o kutluluk sabahı yok mu? Her akşam,
her seher çağı, Şam’ın seherlerine sarhoş kesilmişiz.
3. Sevgiliden ayrıldığımız için Bab’a geldik uça uça; o âşıklar
camiinden Şam’ın yeşilliklerine daldık.
4. Bunuvâs çeşmesinden su içmedin mi hiç? İşte biz o Şam
sakasının bileğine âşığız.
5. Osman’ın mushafına el basayım da and içerek söyleyeyim ki o
güzelin inci gibi dişleri yüzünden Şam’a lâlâ olmuşuz biz.
6. Sen Ferec kapısından da uzaksın Feradis kapısından da; biz
Şam’da nasıl bir seyirde seyrandayız nereden binileceksin?
7. Mademki Mesih’in beşiğindeyiz Rebve’ye çıkalım, sarhoş keşiş
gibi Şam’ın kızıl şarabıyla sarhoşuz biz.
8. Neyreb’de padişahçasına yükselmiş bir ağaç gördük; onun
gölgesinde oturduk da şaşırdık kaldık Şam’a.
9. Şam ovasındayız, meydan
yeşermiş, çevgene benzeyen saçlarla top gibi meydanda yuvarlanalım gitsin.
10. Ne zamana kadar tatsız tuzsuz kalacağız, binelim eğere, Şam’ın
ortasındaki kara noktanın doğu kapısıyız biz.
11. Şam, buluşmak görüşmek için dünyanın cennetiymiş, biz de Şam
güzelini görmek için beklemedeyiz.
12. Şam’ın geceye benzeyen o güzelim siyah saçları yüzünden, Rum
ülkesinden kalkalım da üçüncü kez Şam’a doğru at sürelim.
13. Tebrizli Hak güneşi oradaysa, onu orada bulursak, Şam’a kul köle
oluruz biz... Ama ne kul, ama ne köle...
Kaynak:
“Uluslararası Mevlâna Günleri” 23 - 27 Mart
2007 Halep/ Suriye, Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları, Yayınlayan: İbrahim
Ulvi Yavuz, Ankara, 2008 [www.tyb.org.tr]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar