Print Friendly and PDF

İnan Haluk; Ezelî Bir Şifadır Aldanmak



 


İma C. Özkan  |  08 Ocak 2013  |  Kategori : Deneme   |  Okunma:3.027



 

İma C. Özkan, tehlikeli müzik yapan bir sanatçıyı, Koresh Kosen’i anlattı.

Her zamanki İma derinliğinde…

***

Aşağı yukarı bir yıldır televizyonu hiç açmadım. Tek istisna, yaz aylarında sabaha karşı izlediğim“Sazlık” filmiydi yanılmıyorsam. Televizyon seyrederken aldanmanın kolay olduğunu söylüyorlar. Halbuki, seyretmezken de aldanmanın kendine mahsus kolaylıkları var. Dünyadan, hatta yaşadığın kente sınır şehirden bîhaber olmanın getirdiği kolaylıklar mesela. Selmiş, zelzeleymiş, savaşmış; uzağında oluyor her biri. Bir süre sonra gözden ırak’ın akıbeti giriyor yürürlüğe: Yok hükmüne irca ediyor uzak’ta olan. Gönül işleri müfredat değiştiriyor. “İyi böyle” diyorsun; “Böyle çok iyi!” Günler gelip geçiyorlar. Kederi bir şiirden, kahkahayı vasati bir hikâyeden tanımaya başlıyorsun. Emniyetli ve konforlu oluyor bir elinde kahve fincanı varken camdan dışarı bakmak ve yinelemek şiirin kederli dizesini. Mutedil hüzünler, suratın orta yerine fütursuzca yayılmayıp haddini bilen tebessümler, “günler yeniden uzamaya başladı” bilgisi ve takvim değişikliğine binaen maaş farkları. “Vardı evet; bir yerlerde savaş vardı. Birileri birbirlerini yiyorlardı. Bazan yalnızca bir taraf doyuyordu, bazan doymakla bile doymuyor; artanları bir kenara koyuyordu. Olsundu! Hatta kimi zaman oh olsundu! Uslu uslu otursunlardı!” Huzurlu bir“aldan dur” mantığı. Gel gör ki, ‘aldanmak’ fiili sinsi sinsi akraba bir fiili daha takıyordu kuyruğuna. Bu defa mantık “oh dear!” nasıl da genişliyordu: “Aldan dur, aldat dur!”

Eee ne oldu şimdi? Aldanmanın o tatlı eczasına bulanmışken, uyandım mı birden? Ya da uyanmak mı istiyorum? Hiç zannetmem. Hem uyanmak isteği bile bir uyanıklık gerektiriyorken bu nasıl mümkün olsun? Ama işte hesapta olmayan gedikleri var aldanmanın bile. O mel’un şifanın yan etkileri belki. “Gerçek mermiler kullanıyor hayat gerçekten sıkı”**Kuru da değil üstelik. İşte böyle bir gedik ânında; tamamen rastlantı eseri denk geldiğim bir videoya takılıp kaldım. Bir şarkı ve hiç tanımadığım bir adamdı karşımdaki. Ama içimde bir yerlere yakındı. Tınılar da en az ezgi kadar aşinaydı; nasıl oluyorsa tarifi zor bir hüznü, yüksek bir coşma haliyle aynı anda yerleştirdi ruhuma. Derken merak edip, düştüm peşine. Koresh Kosen’di bu Uygur Türk’ü, Doğu Türkistanlı sanatçı. “Atlanduk” diyordu.

Çince “Yeni-Topraklar” anlamına gelen “Xinjiang/Sincan”ın yani Doğu Türkistan’ın başkentiUrumçi’de, 1959 yılında doğar Koresh Kosen. İyi bir müzik eğitimi aldıktan sonra, yirmibir yaşında müzik öğretmeni olarak çalışma hayatına adım atar. 1987 itibariyle çeşitli turnelerde, müziğini icra eder defalarca. Zaman içerisinde, onun müziğini bilen ve dinleyenlerin sayısı milyonlarla ifade edilmeye başlar. 1992-1995 yılları arasında, Sincan Yazarlar Birliği tarafından çıkarılan derginin editörlüğünü yapar. Kuraş Sultan olarak da tanınan Koresh Kosen; başta Çin ve Doğu Türkistan olmak üzere, yakın coğrafyada onlarca kez özellikle “Hasret” ve “Hüzün”adlı albümlerden ötürü ödüllendirilir. 1993 yılında, müziği tehlikeli(?) bir şekilde geniş kitlelere ulaştığında “bu biçim müzik yapma”yı bırakması doğrultusunda uyarılar alır Sincan Özerk Yönetimi yetkililerinden. Sanat eserlerini takip ve tasnif eden kurum ile de başı derde girip, durum hürriyetini kaybedeceği noktaya geldiğinde, 1996’da Türkiye’ye kaçar.

Türkiye’de müzik çalışmalarını dört albüm çıkararak sürdürür. Eski coğrafyasında da ilginin beklenenden fazla olması üzerine, tanıtım amacıyla Kırgızistan’a gider. Gitmesiyle, güçlü Çin diplomasisinin baskılarına direnemeyen Kırgız kolluk kuvvetleri tarafından tutuklanması bir olur. Yıl 1998 olmuştur. Dokuz aylık hapis hayatı, Birleşmiş Milletler diplomasisi ile son bulur ve aynı teşkilatın yardımıyla siyasal mülteci olarak İsveç’e yerleşir. Epey bir süre, Dünya Uygur Gençlik Kongresi’nin başkanlığını yürütür. İsveç’te yaşadığı kentin belediyesine bağlı kültür biriminde müzik bilgini olarak çalışmaya başlar. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler yardımı da almaya devam ederek yaşamını sürdürür. Cebr-i coğrafya ile garbî coğrafyaya intikal tamamlanır.

Avrupa çapında onlarca festivale davet edilen Koresh Kosen, özellikle 2002’de çıkardığı‘Uyghur Folk Songs’ (Uygur Halk şarkıları) ve alt başlığı “Freedom Songs/Özgürlük Şarkıları olan 2004’teki ‘Wake Up Turkistan 5’ (Uyan Türkistan) ile dünya ölçeğinde bir ozan oldu. Doğduğu topraklarda şarkıları yasaklanan bu şair, besteci, müzik adamı; 2006 yılında henüz kırkyedi yaşındayken kalp krizinden vefat etti.

İyi de “ne biçim” şarkılar yapıyordu Koresh Kosen? Neden bu denli tehlikeli addediliyordu şarkıları?  “Hangi eşikte, hangi akşamda ayrıldı; yan yana yürüyen gölgelerimiz?” Ben bile görece uzak bir coğrafyadan ‘Atlanduk’u dinlerken, Tanpınar’ın bu sözlerini anımsadığıma göre, varın ötesini siz düşünün. Kendilerinin Farsçadan mülhem “Torkistan-e şarkî” dedikleri ve 1949’dan beri tastamam 63 yıldır Çin Halk Cumhuriyeti’nin politik ve ekonomik kontrolü altındaki Doğu Türkistan; “Ay-Yultuzluk Kök Bayrak” altında değil. Ki bu bayrak fon renginin mavi olması dışında, Türk bayrağı ile neredeyse aynıdır.

Asya Kıtası’nın tam ortasında; hiç değilse fonetik bakımdan hayli çekici bulup arada yinelediğimiz Karakoram, Tanrı Dağları, Tarbagatay, Altay Sıradağları ve Taklamakan Çölü ile kaplı bu Uygur yurdu. Hani bize bin yıl önce yazdığı Divanü Lügati’t-Türk’ü armağan edenHüseyin oğlu Mahmud; nâm-ı diger Kaşgarlı Mahmud’un yurdu. Burada halen yaklaşık elli milyon Türkçe konuşan insan yaşıyor. Altmış küsur yıldır bu insanlar, kendi dil ve kültürlerini özgürce kullanabilmenin mücadelesini veriyor. İşte Koresh Kosen de bunun tercümanı idi bir bakıma.

Bütün bunları yazan biri olarak Atlanduk şarkısı tarzında müzikleri düzenli ve arzulu dinleyenlerden biri olmadığımı inkâr edecek değilim. Fakat bu tevafuk bana bir dünyaya kulak kesilmişken, diğerine sağır olmamak gerektiğini hatırlattı hiç değilse bir an. Mademki ikisi farklı istikametlere açılmış iki ayrı kulak sahibiyiz, sağırlığın özrü olmazdı herhalde. Dahası bunun için kavmiyetçi olmaya da lüzum yok; enternasyonel ruhu zedelediğini vehmetmeye de. 1917’de Adına ‘çamur cehennemi’/ ‘the quagmire hell’ de denen Passchendaele Savaşı’nda İngiliz askerlerinin bellerine kadar çamur içinde, Alman askerleriyle mücadele etmekten çok hayatta kalmaya uğraştıklarından da haberdar olalım.  Bu savaşta 250 bin’i İngiliz, 280 bin’i Alman olmak üzere 530 bin askerin çamur içinde öldüğünü de bilelim. Iron Maiden‘ın “Dance of Death”albümündeki o şarkıyı; Paschendale’i tüyleri ürpermeden dinleyebilen biri, bana kalırsa Koresh Kosen’in çoşkulu özgürlük şarkılarını da aynı his yoksunluğuyla dinleyecektir. “Her ikisinden de bana ne!” diyorsak, başlıktaki cümleyi tâdilata uğratmaktan başka ne gelir elimizden: İnan Haluk;  ebedî bir cezadır aldanmak!



 *Tevfik Fikret

**Furkan Çalışkan “Kabahatler kanunu”

Erişim: http://www.edebifikir.com/kategori/deneme




Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar