Print Friendly and PDF

Afgâni Cephesinden Müslümanlardaki Kırılmanın Nedenleri

 


Batının, doğu milletine aşırı fark atması nedeniyle bunalmış münevverlerin çıkmaz sokaklarında yanan cılız ışık bir kurtarıcı gibi gelmişti. Noksanlarına rağmen Afgâni bir değişimin öncüsü olmuştur. Hatalı görüşleri nedeniyle tenkit edilebilir. Yine de o zamanın şartlarındaki insanların görüşlerini dikkate almak gerekli. Bu arada 20 sene önce televizyon için deccal diyen bir gurupların kanallarda zamanın ihtiyacı var bahanesi ile   arz-ı endam etmeleri, bu fikri değişimin sebebini açıklamak imkansızdır. 

Allah Teâlâ dinini kendi himayesinde tuttuğundandır ki hangi rüzgar eserse essin, dinimiz hala arı ve duru kalacaktır. (İhramcızâde İsmail Hakkı)

Alıntı

Türkiye’deki Etkileri

Türkiye’de, Sultan Abdülhamid’i farklı bir İslam birliği, Şii-Sünni yakınlaşması, yönetim biçimi konularında en azından teorik veya fikri olarak etkilemiştir. Batıcı, Türkçü, İslamcı olarak farklı ideolojilere mensup birçok Osmanlı düşünürü, onun sohbet ve yazılarından, ya doğrudan yahut dolaylı olarak faydalanmış ve etkilenmiştir[1].

Milliyet aşkının yeni bir ruh olduğunu ve bu ruhun geliştirilmesi gerektiğini savunan Afgânî’nin, özellikle İstanbul’daki son dönem hayatı Türkçüler üzerinde derin etkiler bırakmıştır.[2] [3] Bu konuda etkilenen düşünürler, Yeni Osmanlı olarak da adlandırılan; Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp gibi Türkçüler, Mehmet Akif, A. Hamdi efendi, Said Nursi gibi İslamcılar, ve Seyyid bey, Şemseddin Günaltay gibi değişimci/yenilikçi (reformcu) şahıslar da Afgânî’den oldukça 112 etkilenmiştir.

Peygamberlik Müessesesi

Afgânî’nin peygamberlikle ilgili düşüncelerini, İstanbul’da fen ve sanatların ilerleyişi hakkında verdiği konferansında nübüvvete dair sözlerinden çıkarıyoruz. Afgânî’nin bu konudaki düşüncesini Alâeddin Yalçınkaya Afgânî’nin Türk Siyasi Hayatı Üzerindeki Tesirleri adlı eserinde Mehmed Akif Ersoy’dan nakleder. Akif şöyle anlatır: “1287 (1870-1871) yılında Darülfünun müdürü Tahsin Efendi, Afgânî’den fünun ve sanayiye teşvik yolunda bir nutuk istemiş idi. Afgânî Türkçesi’nin iyi olmadığını ileri sürerek mazur görülmesini istese de Tahsin Efendi’nin ısrarı üzerine bu isteği kabul etmiş; yazdığı nutku ülkenin ileri gelenlerine danışarak halka sunmaya hazırlanmıştı.[4] Bu arada şunu da zikretmek gerekir ki Afgânî’nin açık sözlü olması ve kısa sürede ünlülerden büyük ilgi görmesi Tahsin Efendi’yi rahatsız ediyordu. Farklı yolları deneyerek Afgânî’nin açığını yakalamak için can atmaktaydı. Sonunda amacına ulaşmıştı”.[5]

Mehmed Akife göre Afgânî’nin Darülfünun açılışındaki konuşması şöyle idi: “Her azanın bir sanatı vardır, ruhun sanatı da ya peygamberliktir yahut hikmet (felsefe)’dir. Lakin bunlar başka başka şeylerdir. Zira nübüvvet ilahî bir lütuftur, hediyedir ki, bu nimete çalışmakla ulaşılamaz. Allah onu kullarından dilediğine verir.[6] Allah peygamberliği kime vereceğini en iyi bilendir.[7] Hikmet ise kesbîdir; yani düşünmek ve çalışmakla elde edilir. Sonra nebî hatadan uzaktır; hâlbuki hakîm hataya düşebilir. Bir de batılın ne önünden ne de arkasından yanaşabildiği peygamberlerin hükümleri vardır ki onlar, ilahî ilim üzerine vârid olmuştur. İşte bu hükümlere inanıp onların gereğini yerine getirmek, imanın farzlarındandır, gereklerindendir. Hükemânın ârâsına [görüşlerine] gelince bunlara ittibâ mütahattem olmayıp ancak şer-i ilahîye muhalif olmama şartıyla akla muvafık geleni kabul edilebilir.

İşte Afgânî’nin nübüvvete ait olmak üzere söylediği sözler bundan ibarettir ki İslam âlimleri tarafından sabit olan hakikate tamamıyla mutabık olduğu halde şeyhülislam, Afgânî’den intikam almak için, “Afgânî peygamberlik bir sanattır” diyor propagandasını çıkardı, bunu teyit için de nübüvveti sanayi’e dair îrâd ettiği bir nutuk da zikretti dedi”.[8] Bize göre şeyhülislam gibileri Afgânî’nin konuşmalarını tam manasıyla çarpıtmıştır. Afgânî’nin bu konuşmasının yukarıda zikredilen isimlerin bazıları tarafından kasten ve bazıları tarafından ise hataen yanlış anlaşılması ve yorumlanması neticesinde, halk ve aydınlar arasında tartışmaya neden olmuştur. Bu yüzden Afgânî 1871 yılında İstanbul’dan ayrılmış ve tekrar Mısır’a dönmüştür.[9]

El-Urvetü’l-Vüskâ: Afgânî’nin Paris’te öğrencisi Abduh’la birlikte 1883­1884 yılların arasında 18 sayı olarak çıkardıkları dergidir ve daha sonra aynı adla kitaplaştırılarak, Beyrut ve Kahire’de birçok kez basılmıştır. Bazı bölümleri Urduca, İngilizce ve Fransızcaya da çevrilen bu eserin tamamı, bir bütün halinde İbrahim Aydın tarafından Türkçeye çevrilmiş, Seyyid Hadi Hüsrevşahî’nin bir takdimi ile İstanbul’da basılmıştır (1987). Dücane Cündioğlu’nun tespitine göre eserdeki makalelerin çoğu, daha önce Mehmed Akif (1873-1936) tarafından Türkçeye çevrilmiştir.[10]

Kaynak: Enamullah AHMADY, Cemaleddin Afgânî’nin Düşünce Dünyası -2012, Konya



[1]Rıza- Karaman, a.g.e., s. 44-45.

[2]    Mümtaz’er Türköne, Cemaleddin Afgânî, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1994, s. 108.

[3]    Rıza-Karaman, a.g.e., s. 44-45. Bu arada Ahmet Ağaoğlu, Afgânî’nin aslen Türk olduğunu iddia etmiştir. Türköne, a.g.e., s. 110.

[4]    Yalçınkaya, Cemaleddin Afgani ve Türk Siyasi Hayatı Üzerindeki Tesirleri, s. 58. Ayrıca bkz. Rıza - Karaman, Gerçek İslam ’da Birlik, s. 24-25.

[5]    Yalçınkaya, a.g.e., s. 58.

[6]    Bakara 2/105.

[7]    Enam 6/124.

[8]    Yalçınkaya, a.g.e., s. 58-59. Naklen, Sırat-ı Müstakim, Cilt 4, 24 Cemaziyelevvel 1328, Sayı: 91; Esen, a.g.e., s. 142. Yukarıda geçen metni Muhammed Abduh Afgânî’den dinlediğini ifade ederek doğrulamaktadır. Fakat Esen, Abduh’un aktardığı metinde Afgânî’nin nübüvvetle ilgili görüşlerinde nübüvvetin bir sanat olduğu” ibaresi geçtiğini haber vermektedir. Dolayısıyla Afgânî’nin “Nübüvvet bir sanattır” iddiası, Esen’e göre bilerek veya bilmeyerek birtakım çıkarımlara dayanmaktadır. Ancak ona göre Afgânî’nin Abduh’un metninde geçen nübüvvete dair sözlerinde onu küfre götürecek bir ibare yoktur.

[9]    Yalçınkaya, a.g.e., s. 59.

[10] Rıza - Karaman, a.g.e., s. 51.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar