Print Friendly and PDF

Muhammed Burhâneddîn-İ Belhî Ve Farsça Dîvânı

 




Dîvânda Yer Alan Manzumelerinden

Burhâneddîn-i Belhî’nin, gazellerinde anlattığı ve işlediği konular arasında gurbetin ayrı bir yeri vardır. Gurbeti anlattığı beyitlerinde memleketi Belh’ten İstanbul’a sürüklendiğini içli bir söyleyişle dile getirir. Burhaneddîn Belhî, İstanbul’a geldiğinde 13 yaşlarında babası Süleyman Belhî’nin liderlik ettiği bir kafile eşliğinde ailesi ile birlikte Kunduz’dan, Belh’ten ve vatanından göç etmek durumunda kalmıştır. Bu durum unutulmayacak bir gurbet; doğduğu ve çocukluğunun geçtiği

topraklara karşı bir özlem duygusu olarak şairin yüreğinde hep yaşamış, duygularını beyitlere ve gazellerine yansıtmıştır:

Burhâneddîn-i Belhî, “hasret gecelerini ay yüzlü sevgilisinin hatıralarına terk ettikten sonra sevgilisinin siyah saçının kölesi olmuş ve bir daha da rahat yüzü görmemiştir. Sevgilisini görme ve ona kavuşma uğruna malını mülkünü, evini barkını terk etmiş onun aşkı uğruna gurbet mülkünün Edhem’i olmuştur. Şair, hayat şartları ve geçim derdinden dolayı Belh’ten ayrılmış, İstanbul’u gül bahçesinin bülbülü gibi kendisine yuva yapmıştır.

 

“Ey ay yüzlü! Sana hatırlatayım mı, hasret gecelerini?

Saçına köle oldum olalı rahat yüzü görmedim.

Senin mahallenin Kâbe ’si hasretiyle, sahip olduğum her şeyi terk ettim, senin aşkınla gurbet mülkünün Ethem’ine döndüm.

Hayat beni Belh’ten İstanbul’a getirdi de senin gül bahçenin bülbülü gibi orada bir yuva yaptım.”

Burhan, “Belh” redifli gazelinde, Belh’i ve Belh’in baharını sevgilinin gül yüzüne benzetir. Her bahar sevgilinin derdiyle akan gözyaşları, Belh’in ırmakları gibidir. Belh’in sabahları sevgilinin beyaz yüzü, akşamları ise siyah saçı gibidir. Burhan’a göre Anadolu toprağının rengârenk gülleri, hoştur, güzeldir ancak şair bunları Belh’in dikenine değişmez. Belh’in, Mezar-ı Şerifin toprağı mübarek zatlar yetiştiğinden kutsaldır. Şair de, Belh’in gül bahçelerinden ayrı düşen bülbül de feryad ve figan içerisinde inleyip durmaktadır: 

 

“Güzel sevgilinin yüzü gibidir

Belh diyarının kırmızı gülü

Onun güzelliği gibi neşeli ve sevinçlidir Belh’in Baharı

Her ilkbahar onun derdiyle çoğalır güller

Gözyaşları Belh’in ırmakları gibidir

Sevgilimin beyaz yüzü, siyah saçı

Belh’in aydın sabahına, kara gecesine benzer

Anadolu toprağının hoş renkli çiçeğinden daha güzel görünür

Benim gibi bahtı kara bir garibin gözüne Belh’in dikeni

Yazık ki güzel havasında başım çıplak

Oturdum Belh’in çamı, çınarı gölgesine

Ey gönül! İns ü canın da tavaf yeridir Belh

Yüce Kabe gibi şereflidir Belh

Mezar-ı Şerîf’in toprağı kutsaldır

Büyük, küçük herkesin sığınağıdır Belh

Ne güzel! Edhem gibi birçok Hak eri

Belh’in yanıbaşında bulmuşlardır feyiz 

Gülünden gül bahçesinden ayrılalı bir ömür olmuş

Burhan gibi feryâd ü figanla inler Belh’in bülbülü   

Dîvân’ın muhtelif manzumelerinde Burhâneddîn-i Belhî mezheb ve meşrebine değinir. 85. gazelde76 soyunun 32 nesil öncesinden Hz. Hasan’a dayandığını ifade eder, Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anhe muhabbetini dile getirir. Aşağıdaki beyitler şairin ehl-i beyt sevgisinin ifadeleridir:

 

“Binlerce şükür devletin emiriyim bugün

Şâh-ı Velâyet dergâhının dilencisiyim bugün

Dünya malından mülkünden nasibim yok amma

Muhabbet mülkünün sahibiyim bugün

Hiç servetim dirliğim olmasa da

Bana himmetimin olması yeter bugün

Otuz iki göbekten Hz. Hasan’a erişir nesebim

Bağlılığım kimedir bilsin halk bugün

Hz. Hüseyin’in temiz soy denizinin incisi benim

Kuyumcular bilsin kıymetimi bugün” 

102. gazel  yine şairin Hz. Ali’ye muhabbetini ortaya koyan manzumelerden biridir. Burhân, “Necef” redifli bu gazelin aşağıdaki beyitlerinde, Necef şahının kulu, gönlünün de Necef’teki Hz. Ali türbesinin kapıcısı olduğunu, Necef yolunun toprağını sürme gibi gözlerine sürdüğünü, yediği nimetlerin kendisine Neceften gönderildiğini söylemektedir:

“Ben kimim? Necef’teki şahın kuluyum.

Necef makamında iki âlemin şahı odur.

Gezegenlerin şahı tamamen aydınlandı

Necef’teki ayın parlaklığı ve feyzi ile

Murad üzere sürülen ömür ah ne güzeldir!

Necef’teki Dergâhın kapıcısı oldu gönlüm

Benim dünyayı gören gözümün sürmesi

Necef yolunun iksir gibi toprağıdır

Ben çeşit çeşit nimetler yiyorum her an

Necef’teki şahlar şahının sofrasından ”

Burhâneddîn-i Belhî, şiirlerinde tasavvufi konulara da yer vermiştir. Hz. Mevlâna ve Mevleviliğe muhabbeti ve bağlılığını bildiğimiz şair, 92. gazel’de  Hz. Mevlâna’dan, semadan ve Şems-i Tebrizî’den bahsetmiştir. Şair bu gazelinde, vücudunun her parçasının her gün Tebriz’de Şems’ü-l Hakk’a doğru gittiğini; gönlünün ney ve kudüm sesiyle sema‘a başlayarak semaya yükseldiğini, aşıklar kâbesinde ihram giyerek niyazlarda bulunacağını dile getirmiştir:

“Hergün Tebriz ’de Hakk ’ın güneşine doğru

Zerreler gibi gider vücudumun uzuvları, hoş

Mevlâna’nın kudüm ve ney sesinden gönlüm,

Raks ve semâ‘da göklere yükselir, hoş

Şems’in bu yörüngesi ve ayın bulunduğu menzillerde

Gönül gece gündüz oralarda varlığın peşinde dolaşır, hoş

Burhan, isterse âşıklar kâbesinde

ihram giyer, niyazlar eder, hoş”

Burhâneddîn-i Belhî’nin bir diğer gazeli de “semâ” rediflidir. Şair bu gazelinde79, semâzenlerin semâ meydanında can verdiklerini ve nefis cihadı ile meşgul olduklarını, mevlevîlerin semâ eyvanını gece gündüz tavaf etmek için büyük bir iştiyakla Dergâh’a koştuklarını tasvir etmiştir. Ney, Hz. Mevlâna ve Şemsi Tebrizî gibi tam bir huşu içinde akıl kulağı ile dinlenmelidir. Âsitân ve semâın manevî havası gönülleri ölülere İsa gibi ruh bağışlar. Allah erleri neyin sesiyle vecde gelirler:

 

“Sevgili yolunda can verir semazenler

Nefis cihadıyla meşguldürler semâ meydanında

Kutsiler, her gece gündüz şevkle koşarak gelirler

Semâ eyvanının toprağını tavaf etmek üzere, ah ne güzel!

Güzelce sema et ve bitti de deme ey oğul!

Eğlencene başla yeniden semâ ederken

Şems ve Mevlâna gibi akıl kulağınla dinle

Semâın güzel sesli neyinin göğüs yarığından

Ölü gönüllere Isa gibi ruh bağışlar

Semâ’ın ışık saçan mübarek âsitanı

Ney sesiyle vecde gelir Allah erleri

İddiayı ispat için budur semâın burhanı ”

Belhî’nin şiirlerinde, topluma kötü örnek olan olumsuz kişilerle de karşılaşmaktayız. Şairin genel olarak şiirleri incelendiğinde belirli kalıplar içerisinde hareket eden, yeni düşüncelere kapalı medrese çevresinden ve medreseler arasındaki rekabet ve aralarındaki kısır tartışmalardan pek hoşlanmadığı anlaşılmaktadır. Belhî, şiirlerinde bu kişileri eleştirmiştir.

Şair “i‘râz” (yüz çevirme) redifli 96. gazelinde80 medreselerin savaşından usandığını, riyakâr şeyhlerin hilelerinden yüz çevirdiğini ifade etmiştir. Belhî, halk nezdinde itibarı olmayan ancak şehirde ‘şeyh’ unvanıyla dolaşan liyâkatsiz şeyhleri “şeyhek” sıfatıyla vasfetmiştir. 

 

“Mahrem gönül medreseler savaşından da uzak durur

Manastırların hilelerinden de uzak durur

Bak o riyakâr ve cübbeli şeyh bozmasına

Gönle safa bağışlayan rintlerden hep uzak durur

Hem Allah erleri gibi dünyada dinden yana kaygı duy

Hem dünya kaygısından yiğitçe uzak dur”

Şair 108. Gazelinde yine medrese çevresini konu edinerek eleştirilerine devam etmiştir.

Belhî bu gazelinde medreselerden kaynaklanan fikrî tartışmaların dedikodu mesabesinde olduğu ve bu düşüncelerin laftan ibaret kaldıkları düşüncesindedir. Dünyada iyi bir insan olarak anılmak için tatlı dilli ve vefalı bir kişi olmak gerekmektedir.

“Medrese ehlinin kazancı dendiği gibi hep laftır

Aşk sözüdür anlamlı olan ve dostun gönlünü alan

Eğer dünyada insanların sevgilisi olmak istiyorsan

Dosta tatlı dilli, vefalı ve güzel huylu ol

Bu kısır ak saçlı ihtiyarın başına ayağının topuğuyla vur

Zalim olmak vefasızlıktır ve dostun dostunu öldürür” 

Burhâneddîn-i Belhî 51. gazelini82 eşi Sadberg Hanım hakkında söylemiş, bazen eşi Sadberg Hanım’a hayalî sevgili gibi hitap etmiştir. Divan’ında eşinin ölümünden sonra nazmettiği gazeller ise hüzünlüdür. Sadberg Hanım’ın vefatından duyduğu üzüntü ve hüznü içeren aşağıdaki gazelde eşine “Gülümün Sadbergi” diyerek hitap etmiş; yanında olmadığından iki gözünün yaşlı ve kalbinin yaslı olduğunu dile getirmektedir:

 “Sadberg’imin gülü yazık ki gözümün önünde değil,

Yazık, çok yazık!

Gümüş tenlim kucağımda değil artık

Onun ayrılık acısından ey dertsiz öğüt veren!

Yüreğimde kanım, iki gözümde kanlı yaşım yok zannetme artık

Kays gibi bir Leyla ’ya vuruldum vurulalı Dünyada onun aşkından başka işim yok artık

Her yolcunun bir rehberi vardır uzak yollara

Onun derdi yolunda onun aşkından başka kılavuzum yok artık

Onun aşkının yolunda gönül ateşiyle yürüdüm

Gözümün akan yaşlarından başka yoldaşım yok artık

Sevgilim dese ki “De bakalım ne hünerlerin var?”

Dedim “Sana âşık olmanın dışında hünerim yok artık” 

Şair, Dîvân’ın 116. gazelinde,83 hattını ve şiirdeki üslubunu beğenmektedir. Burhâneddîn Belhî, sevgilisine kanlı gözyaşıyla bir mektup yazmıştır. Ulaktan bu mektubu bir an önce gideceği yere ulaştırmasını İster. Çünkü sevgilisinin güzel yüzü hatırına mektupta yazılanları güzel hat ile yazmaya, aşkını dile getirmeye çalışmıştır:

 

“Gözyaşım kanıyla sevgiliye bir mektup yazdım

Ulaştır onu ey ulak! Onu ben güzel hattımla yazdım

Ne iyi ettim de gönderdim mektubu Yusuf’a

Çünkü ben onu Yakub’un gözyaşıyla yazdım

Senin güzel yüzünün hatırına ey ay yüzlülerin Sultanı!

Kâğıda her ne yazdıysam güzel yazdım

işte o büyük şair benim! Leylâ’nın aşk sözünü

Âmir kabilesinin meczup Kays’ı gibi gönül levhasına yazdım

Attar ’ın ve onun uzun saç gibi şiirlerine rağmen

Şair Burhân gibi bu üslupta yazdım”


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar