Şehriyâr- Heyder Babaya Selam Şiiri
Şehriyâr ve Heyderbaba’ya Selam
Şehriyâr
ile ilgili birçok bilginin eksik olması ve bu bilgilerin birbirini tutmaması
Şehriyâr ile ilgili araştırma yapanlar için şu ana kadar güç bir durum
olmuştur. Şehriyâr’ın doğum tarihinin bile kesin olarak bilinememesi az önce
söylenenin en büyük göstergesidir. Eksik bilgilerin tamamlanması ve
yanlışlıkların ortadan kaldırılması için bilim insanlarının çok geniş bir
araştırma yapması önem arz etmektedir. Başta Şehriyâr’ın doğup büyüdüğü topraklarda
yetişmiş Güney Azerbaycanlı bilim adamlarına ve herkese büyük bir görev
düşmektedir.
Yapılan
araştırmalar ve eldeki kaynaklara göre Şehriyâr’ın tam adı Doktor Seyyid
Mehemmed Hüseyin Behçet Tebrizi Şehriyâr’dır. Mehemmed(Muhammed) Hüseyin şairin
küçük adı, Behcet Tebrizi soyadı, Seyyid(Peygamber soyundan geldiği için)
lakabı, Doktor muhtemelen tıp fakültesinde okuduğundan dolayı söylenen bir
hitap sözü, Behcet aynı zamanda ilk mahlası, Şehriyâr ise daha sonraki
mahlasıdır. Şair dünyada, sonraki mahlası olan Şehriyâr adıyla tanınmaktadır
(Gedikli, 1997).
Tebriz’in
Bağmeşe mahallesinde dünyaya gözlerini açan Şehriyâr’ın doğum senesi kesin
olarak bilinememektedir. Yavuz Akpınar 1906’yı, Ahmet Ateş 1906-1907 yıllarını,
Hamid Memmedzade ve Gulam Hüseyin Begdilli’nin birlikte tertiplediği Aman
Ayrılıg’ta 1906’yı, Ahmet Bican Ercilasun Yeni Türk Ansiklopedisi’nde 1904’ü
Şehriyâr’ın doğum senesi olarak göstermiştir. Farklı kaynaklarda değişik
yılların Şehriyâr’ın doğum senesi olarak gösterilmesi biz araştırmacılara büyük
sorumluluklar yüklemektedir. Geniş çaplı araştırmalar neticesine esas senenin
tespit edileceğini umuyoruz. Yusuf Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri
kitabında geniş bir araştırmanın ürünü olarak Şehriyâr’ın değişik kaynaklarda
belirtilen doğum senelerini vermekte ve bunlardan hareketle genel kabul olarak
Şehriyâr’ın doğum senesi olarak 1906’yı belirtmektedir.
Şehriyâr’ın
babası Tebriz’in birinci derece avukatlarından Hacı Mir Ağa Hoşginabi, annesi
ise Kövkeb Hanım’dır. Hoş yüzlü, muhtaç durumda olanlara yardım eden, mazlumun
hakkını karşılık beklemeden savunan, çok bilgili ve iyi yetişmiş, sofrası
geniş, edebiyatla ilgili, Peygamber soyundan gelen ve saygın bir kişilik Hacı
Mir Ağa Hoşginabi, tanınmış biridir. Hayatını bu özelliklere sahip olmakla
yaşayan saygın şahsiyetin Kadir gecesi ölmek istediğini ve istediği gibi
olduğunu Şehriyâr 1. Heyderbaba’ya Selam kitabının sonuna eklediği dipnotlarda
paylaşmıştır. Hacı Mir Ağa Hoşginabi, 1934 yılı Ramazan ayının 23. gecesi
ölmüştür. Arzu ettiği günde ebedi hayatına başlayan Mir Ağa Hoşginabi İran’ın
dini açıdan eğitim merkezi olan Kum şehrinde toprağa verilmiştir. Babasının
vefat ettiği tarihte Şehriyâr, Horasan’ın yayla köylerinden birinde
bulunmaktaydı. 1935 yılında Tahran’a dönen Şehriyâr, babasının ölümünden büyük
üzüntüler duymuş ve Atamın Mateminde şiirini yazmıştır.
Şehriyâr,
Heyderbaba, Hoşginab, Şengülabad(Şengülava), Kayışkurşak, Karaçimen, Kıpçak,
Kurugöl, Karagöl köy ve yörelerinde, yüce dağlar, yeşil ormanlar, billur
bulaklar, elvan çiçekler arasında çocukluğunu geçirmiştir (Gedikli, 1997).
Yemyeşil ağaçların gölgesinde, tertemiz akarsuların kenarında, atların,
kuzuların, danaların, ferelerin, gazların, kekliklerin, baykuşların,
tavşanların, turnaların, güvercinlerin, ördeklerin, ineklerin, koyunların,
godukların, çepişlerin, bıldırcınların seslerinin yankılandığı bir doğada
çocukluğunu geçirmek Şehriyâr için ileride yazacağı şiirlere feyiz kaynağı
olmuştur. Şairin ününe ün katan ve okuyanlarda çocukluğa yolculuk ve özlem
hissiyatı uyandıran Heyderbaba’ya Selam Şehriyâr’ın hayatının eserlerine
yansıdığı önemli bir başyapıttır.
İlk
tahsilini babasından alan Şehriyâr, okutulması herkes tarafından tercih edilen
Sadi’nin Gülüstan’ı, Kur’an-ı Kerim ve Heyderbaba’ya Selam şiirinde andığı
Molla İbrahim’den 6 yaşındayken bir müddet Gülüstan ve Hafız dersleri almıştır
(Gedikli, 1997). Şehriyâr’ın ilk tahsil gördüğü yer olarak kesin ve doğru
olmayan birçok bilgiden hareketle Tebriz’deki Medrese-yi Müttehide’yi
gösterebiliriz. Şehriyâr yaz mevsimlerini de boş geçirmeyerek Molla İbrahim
Halil’den dersler almıştır. Orta tahsilini Tebriz’de sürdüren Şehriyâr Füyuzât
isimli mektepte okuduktan sonra orta dereceli bir mektep olan Medrese-i
Talibiyye’den mezun olmuştur. Medrese-i Talibiyye’de Arapça ve Arap edebiyatı
üzerine eğitim alan Şehriyâr, aynı zamanda Fransızca öğrenmeye de başlamıştır.
Değişik dilleri öğrenmeye merak salan Şehriyâr, bu merakının meyvesi olarak
Farsça, Arapça ve Fransızca’yı mükemmel derecede öğrenmiştir. Bu dilleri
öğrenmesine karşılık olarak Şehriyâr, yazdığı eserlerde zengin kelime hazinesi
ile okuyucularda ve araştırmacılarda hayranlık uyandırmıştır. Bunun en açık
göstergesi eserleri üzerine yüzlerce araştırma yapılması ve çokça nazirelerin
yazılmasıdır. Şairin bunlar dışında musiki ve hat sanatıyla ilgilenmesi onun
entelektüel bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir.
Lise
tahsiline Tahran’da bulunan Darü’l Fünun adlı okulda başlayan Şehriyâr, daha
sonra 1924 yılında Tıp Fakültesi’ne kaydolmuştur. Tıp fakültesinin ilk yıllarında
yazdığı eserler ile çevresince genç bir şair olarak tanıması Şehriyâr üzerinde
yeni eserlerin ortaya çıkması gibi güzel sonuçlar doğurmuştur. Tıp Fakültesi’ni
bitirmesine kısa bir süre kala Şehriyâr, fakülteden ayrılmak zorunda kalmıştır.
Değişik kaynaklarda Şehriyâr’ın Tıp Fakültesi’ndeki eğitimini tamamlamadan
fakülteden ayrılmasının nedeni olarak maddi sıkıntılar ve bahtsız bir aşk
macerası gösterilmiştir. Bu konu üzerine çokça şeyin söylenmesi bu konuda da
insanların kesin olarak bir bilgiye sahip olmadığını göstermektedir. Yakın bir
zamanda ortaya çıkan bilgiler ışığında şairin fakülte yıllarında bir kızı
sevmesi ve bunun neticesinde bazı kişilerin bundan rahatsız olması daha
sonrasında Şehriyâr’a tehditler olarak dönmüştür. Bir dizi olaylar silsilesi,
Şehriyâr’ın fakülteden ayrılma nedeni olarak gösterilmektedir. Kendisini tehdit
eden şahsın önemli bir mevkide olmasından dolayı Şehriyâr, Tahran’ı terk etmek
zorunda kalmıştır. Şehriyâr’ın Tahran’ı terk etme nedenlerini verdiği
röportajlardan ve yazdığı Behcetabad Hatiresi şiirinden öğrenmekteyiz.
1932
yılında devlet memurluğuna başlayan şair ara verdiği tıbbiyeye yazılmış ve kısa
bir süre sonra tekrar tıbbiyeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bir süre Meşhed’de
çalışan şair, Tahran’a döndükten sonra Ziraat Bankası’nda memuriyetine devam
etmiştir. Bu zamanlarda Şehriyâr hem sevdiği kıza kavuşamama hem tıbbiyeden
ayrılmanın üzüntüsü hem de babasının vefatı ile buhranlı dönemler yaşamıştır.
1952
yılı Temmuz ayının 19’unda annesini kaybeden şair annesinin ölümünden duyduğu
üzüntüyü Eyvay Anam şiiriyle ortaya koymuştur. ‘‘Sana büyük şair diyorlar,
fakat sen nece yazıyorsun ki ben anlamıyorum.’’ diyen annesinin serzenişine
kayıtsız kalmayan şair, daha sonraları çokça Türkçe şiir ortaya koymuştur.
Şairin çokça Türkçe şiir yazmasında etkili olan bu serzeniş elbette önem arz
etmektedir. Annesinin ölümünden sonra, birçok hatıraya mekân olan Tahran’dan ayrılarak
ana yurda geri dönen şair Tebriz’deki Ziraat Bankası’nda çalışmış ve emekli
olmuştur. Üzüntülerin yaşandığı Tahran’dan Tebriz’e dönen şair, Tebriz’deki eş
dostlarının da desteği ile yaşadığı buhranlı günleri geride bırakmıştır.
Tebriz’e döndükten sonra Azize adlı bir kızla evlenen şairin 2 kız ve 2 oğlan
çocuğu olmuştur. Kızlarının ismi Şehrazad ve Meryem; oğullarının ismi Ebulhasan
ve Hadi’dir.
En
sevdiklerini memleketten uzaklarda tek tek kaybeden şair, memleketine
döndüğünde en sevdikleri ile yaşamış olduğu mutlu günlere yani çocukluk
yıllarına özlem duyarak Hayderbaba’ya Selam’ı yazmıştır. 1953’te 1. bölümü yazılan
ve 1954’te bastırılan, okuyanlarda çocukluk yıllarına özlem hissiyatı uyandıran
Heyderbaba’ya Selam şiiri Şehriyâr’ın bir nevi içini dökmesi ve aile büyükleri
ile yaşadığı mutlu çocukluğa özlemdir. Annesinin serzenişi ve bazı üzüntüler
neticesinde, mutlu oyunların oynandığı ve güzelliklerin yaşandığı çocukluk
yıllarına özlem duyması ve özlem duyduğu çocukluk yıllarını da ana diliyle
yaşaması Şehriyâr’a Heyderbaba’ya Selam şiirini öz dilinde yazdırmıştır.
Baskıcı iktidarın Türkçe yasağı Şehriyâr’ın duygularını rahatça dile
getirebileceği ana dilinde şiir yazmasına engel olamamıştır.
Heyderbaba’ya
Selam şiirinin yazılması ile bütün Türk coğrafyasında büyük heyecanlar ortaya
çıkmıştır. Bu heyecanla Şehriyâr’a mektuplar, tebrik mesajları ve nazireler yazılmıştır.
Bu heyecanın coşkulu biçimde ortaya çıkmasında birçok sebep vardır. Klasik
devirlerin Nevaî ve Fuzulî gibi büyük şairlerinden sonra Şehriyâr’ın geniş bir
coğrafyada yankı bulan bir şair olmasında Heyderbaba’ya Selam şiirinin payı
büyüktür. Heyderbaba’ya Selam şiirine de bu özelliği kazandıran tabii ki
Şehriyâr' ın Türk milletinin milli, manevi duygularının yaşandığı bir
coğrafyanın çocuğuna has anılarını Türkçe gücüyle dile getirmesidir.
Heyderbaba'ya
Selam şiirinin geniş bir coğrafyada neşredilmesi, heyecan uyandırması ve
ezberlerde yerini alması sonrasında Şehriyâr, 1964 yılında Hoşginab’a gitmiş ve
2. Heyderbaba’ya Selam şiirini yazarak neşretmiştir. Daha sonraları Tahran’a
dönen şair burada eşi Azize’yi kaybetmiştir. Eşinin vefatı ile şairin Tahran’da
hüzünlü hatıraları daha da artmıştır. Azize şiiri ile eşine sevgisini anlatan
şair eşini Tahran’daki Zehra’nın cenneti manasında kutsal bir mezarlık olan
Behişt-i Zehra’ya defnetmiştir.
Ortaya
koyduğu eserler ile geniş bir coğrafyada tanınan şairin eserleri birçok
araştırmacı tarafından neşredilmiştir. Çeşitli törenler ile şair ödüller
almıştır. Daha sonraları rahatsızlanan Şehriyâr, 1987 yılında hastalanmış ve
Tebriz’deki Humeyni hastanesinde belli bir süre tedavi görmüştür. Tedaviden
sonra taburcu olan şair bir süre sonra tekrar hastaneye yatırılmıştır.
Tebriz’den Tahran’a sevk edilen şair buradaki Mehr hastanesinde vefat etmiştir.
Tahran’da birçok sevdiğini yitiren şair yaşamını da bu şehirde yitirmiştir.
Arkasında çok geniş düşünce ve yaşanmışlıkla oluşan eserler bırakan şairin naşı
Tebriz’e getirilerek burada bulunan Şairler Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
Şehriyâr
İran edebiyatındaki yeri dolayısıyla birinci dereceli Maarif nişanıyla taltif
edilmiş Tebriz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin en büyük anfisine ve
Tebriz’deki okullardan birine onun adı verilmiştir. Sağlığında 16 Mart Şehriyâr
günü kabul edilmiş ve ölümünden sonra da evi müze haline getirilmiştir
(Gedikli, 1997). Şair ve sevenleri için bütün bu gurur ve mutluluk verici
şeylerin yaşanması ortaya çıkan güzelliklerin kıymetinin bilindiğini göstermesi
açısından önem arz etmektedir.
Çokça
eser ortaya koyan Şehriyâr’ın eserleri İran, Azerbaycan, Türkiye ve birçok
ülkede birçok araştırmacı tarafından neşredilmiş, incelenmiş ve eserleri üzerine
nazireler ve makaleler yazılmıştır. Şehriyâr’ın bu eserlerinin Türkçeye ve Türk
dünyasına soluk aldıran girişimin bulak başı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu
çalışmada şairin bütün eserlerinden bahsetmemiz mümkün değildir. Ancak Şairin
dört ciltten oluşan külliyatının dördüncü cildinde yer verdiği Türkçe
şiirlerinden bazılarını burada söylemeden geçmenin de mümkün olmayacağını
düşünüyoruz. Türk’ün Dili, Türkiye’ye Hayali Sefer, Behçetabad Hatırası, El
Bülbülü, Döğünme- Söğünme, Tersa Balası, Sehendim, İmam Müşterisi, Kafkazlı
Kardeşler ile Görüş, Gözün Aydın, Derya Eyledim, Naz Eylemisen, Ezize Can,
Ezize adlı şiirler Şehriyâr’ın önemli Türkçe şiirlerinden bazılarıdır.
Şairin
kendisi ve eserleri üzerinde araştırma yapacaklara ışık olması ümidiyle Yusuf
Gedikli’ nin Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri adlı kitabı önerilebilir. Bu
kitapta Şehriyar hakkında söylenenlerin ve yazılanların aktarılması kronolojik
olarak gözler önüne serilmiştir. Şehriyâr hakkında yazılanları ve eser ortaya
koyanları bir bir aktararak çok geniş bir araştırmanın ürünü olan bu eserde
Şehriyâr ile ilgili birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. Yukarıda aktarılanlar
Şehriyâr’ın hayatını kısaca gözler önüne sermekten başka bir şey değildir.
Ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenler Gedikli’nin eserine başvurabilir.
Çalışmamızın
ana konusu olan Heyderbaba’ya Selam şiiri üzerinde yukarıda bazı bilgiler
paylaşılmıştır. 20.yüzyılda en çok söz edilen şiir olma özelliğine sahip
Heyderbaba’ya Selam 1953’te yazılmış ve 1954’te yayımlanmıştır. Pehlevi
Handanı’nın Türkçe okuyup yazmayı yasakladığı bir dönemde, çocukluk anılarını
Heyderbaba Dağı’nın eteğinde yaşayan şairin Heyderbaba’ya Selam’ı yazmasında en
önemli etkinin annesinin ‘‘ Sana büyük şair diyorlar, fakat sen nece yazıyorsun
ki ben anlamıyorum ’’ demesi olduğunu daha önce de belirtmiştik. 76 beşlikten
oluşan Heyderbaba’ya Selam’ın birinci kısmı Türkiye’de ilk defa 1954’te
Azerbaycan dergisinde yayımlanmıştır. Şiir daha sonra Türk Yurdu dergisinde
yayımlanmıştır.
Şehriyâr,
Türk dünyasınca büyük ilgi gören Heyderbaba’ ya Selam şiirini yazdıktan sonra
Heyderbaba ve Hoşginab’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaretler sırasında geçmişin
gözler önünde canlanması Şehriyâr’ı çok duygulandırmıştır. Bu duygulanmada aziz
babası ve annesi ile güzel hatıraların yaşandığı çocukluk yılarına özlem
duymasının ve anne ve babasının vefat etmesi sonucunda ortaya çıkan üzüntünün
payı mevcuttur. Bu duygular ile Şehriyâr, Heyderbaba’ya Selam’ın ikinci
bölümünü 30 beşlik olarak kaleme almıştır.
Ahmet
Ateş tarafından 1964 yılında yayımlanan 80 sayfalık Şehriyâr ve Haydar Baba’ya
Selam adlı eser, Şehriyâr’ın hayatını ve şiirin aslını içinde açıklayıcı notlar
ile barındırdığı için o yıllarda Türkiye’de ortaya konulan önemli bir çalışma
olmuştur.
Muharrem
Ergin tarafından 1965 yılında Türk Kültürü dergisinde 30 beşlikten ibaret olan
2. Heyderbaba’ya Selam şiiri yayımlanmıştır. 2. Heyderbaba’ya Selam 1966 yılında
Şehriyâr’ın daha sonraları eklemeleri ile 49 beşlik olmuştur. 49 beşlikten
oluşan son haliyle 2. Heyderbaba’ ya Selam, Saadet Çağatay tarafından 1970
yılında Azerbaycan dergisinde neşredilerek Türkiye’deki okuyuculara
sunulmuştur.
Muharrem
Ergin, 1971 yılında Heyderbaba’ ya Selam’ı ikinci bölümüyle birlikte Azeri
Türkçesi adlı bir kitapta yayımlamıştır. Azerbaycan Türkçesi ile yazılmış metin
ve şiirlerden oluşan bu kitap kelimeler ve sesler üzerinde bilimsel açıklamalar
içermektedir. Heyderbaba’ ya Selam birçok ülkede ülkemizde olduğu gibi
defalarca yayım konusu olmuştur. Böylelikle ilgiye layık bir şiir olduğunu
göstermiştir. Farsça, Rusça, Gürcüce, İtalyanca ve Türk lehçeleri de dâhil 76
dile çevrildiği aktarılan Heyderbaba’ ya Selam geniş bir coğrafyada bir
başyapıt olma özelliği taşımaktadır.
Yusuf
Gedikli’ nin 1990 yılında geniş bir araştırmanın ürünü olarak yayımladığı
Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri adlı eseri Şehriyâr’ın hayatı ve Türkçe
şiirleri hakkında önemli bir eserdir. Bu eser araştırmacılar için kaynak kitap
olma özelliği ile değerli bir çalışma niteliği taşımaktadır.
Selahattin
Kılıç ve İlhan Şimşek’in Heyderbaba’ ya Selam şiirini üç farklı alfabe ile
okuyuculara bir kitapta sunduğu Kültür Bakanlığı yayınlı eser, önemli
çalışmalardan bir başkasıdır.
Şehriyâr
ve Heyderbaba’ya Selam üzerine yukarıda belirtilen isimlerin dışında Türkiye’de
Saadet Çağatay, Ahmet Bicin Ercilasun, Fethi Gedikli, Ahmet Caferoğlu, Yavuz
Akpınar, Hüseyin Öztürk, Osman Fikri Sertkaya, Nâmık Açıkgöz, Mümtaz Sarıçiçek
ve Hasan Almaz gibi birçok isimin çalışmaları bulunmaktadır. Yayımladıkları ile
aydınlatıcı bilgiler sunan bu isimlerin yanında Kuzey ve Güney Azerbaycanlı
birçok isim yüzlerce çalışma yayımlamıştır. Yer yer kitap olarak yayımlanan
çalışmalarla birlikte Varlık, Azerbaycan, Ulduz, Kardaş Edebiyatlar, Türk
Dünyası Araştırmaları, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı gibi birçok dergide
makaleler yer almıştır. Bu çalışmamızda Şehriyâr ve eserleri üzerine özellikle
Heyderbaba’ya Selam üzerine yapılan çalışmaları tek tek belirtmemiz durumunda
onlarca sayfayı sadece bu çalışmaların başlıklarına ayırmak zorunda kalacağız.
Heyderbaba’ya Selam şiirinin dil bilgisel incelemesi çalışma konumuz olması
nedeniyle yukarıda kısaca bazı şeylere değinmiş bulunmaktayız. Bunlara ek
olarak Heyderbaba’ya Selam şiiri neden dünyaca bir üne layık görüldü, neden her
geçen gün okuyanlarda büyük bir heyecan uyandırmakta, neden ezberlerden
düşmemekte gibi soruların cevaplarını çalışmamıza önemli katkı sunacağından
dolayı aşağıda belirtme gereği duyduk. Yukarıdaki sorulara ayrıntılı ve tatmin
edici cevapları sunan Yusuf Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri adlı
eserinin 119, 120, 121 ve 122. sayfalarında cevaplardan oluşan yedi maddeyi
Heyderbaba’ ya Selam Neden Bu Kadar Sevilip Tutuldu? sorusu altında
toplamıştır. Bu cevapları Yusuf Gedikli’ nin kitabından aynen aktarmak yerine
aynı düşünceleri paylaşarak farklı yorumlar ile kısaca şöyle aktarabiliriz:
1.
İran’da 1925 yılında
yönetimi gasp eden Fars asıllı Pehlevi hanedanının Türkçe konuşma ve yazmayı
yasaklaması halkın ana dilinde rahatça yazmasını ve söz söylemesini güçleştirmiştir.
Bu güçleşen durumda Türkçe eserlerin ortaya çıkması halkta büyük bir yankı
bulmuştur. Bunun en önemli nedeni insanların kendi dillerinde yazılıp söylenen
eserlere özlemdir. En önemli kültür aktarıcısı öz dilinde yazılıp söylenenler
her zaman o insan üzerinde başka dillerde yazılan ve söylenenlere göre daha
tesirli olmuştur. Kendisinin devamı için insanların Hederbaba’ ya Selam’a
sarılması ve bu şiiri ezberlerden düşürmemesindeki en önemli etken bu şiirde
kendinden izler bulmasıdır.
2.
Kendi topraklarının
dışında sanayi kuruluşlarının kurulması ve sanayi araç gereçlerinin tarım
toplumunun yaşam alanı olan vatanlarında yaygınlaşması insan iş gücüne ihtiyacı
azaltmıştır. Bu neden ile insanlar zamanla vatanlarından göç etmiştir. Göç edip
yerleştikleri topraklarda garip kalan insanlar zamanla kendi kültürlerine
yabancılaşmaya başlamıştır.
Çocukluk
anılarının yaşandığı köy yaşamını geride bırakan bu insanlar her zaman mutlu
olduğu o günlere özlem ile nefes alıp vermiştir. Bu nefes alış veriş kapıdan gelecek
ziyaretçiyi bekleyen hasta bir insanın yatağında alıp verdiği bir nefes olarak
nitelendirilebilir. Ziyaretçinin gelmesiyle sevinen hastanın sevinci aynı
yukarıda belirttiğimiz kendilerinden uzakta kalanların böyle bir şiiri işitip
okudukları anda hissettikleri sevinçle özdeştir.
3.
İnsanlar çocukluk
yıllarında genellikle dertsiz tasasız bir yaşam sürer. Çocukluğunda aşık
oynayan, ağaca tırmanan, çimenlerde kuzuların dalından koşan, kalakların
bulunduğu bahçelerde gizlenpaç oynayan, kapı kapı dolaşarak baca baca payını
toplayan insanın her anı kaygısız ve eğlenceli bir mutlulukla doludur. Bu mutlu
anılar ile dolu evrensel çocukluk yaşamının anlatıldığı Heyderbaba’ ya Selam
çocukluk günlerindeki mutluluğu tekrar yaşamak isteyenler için bir zaman
makinesi özelliği taşımaktadır. Bunun yanında, mutlu anıların yaşandığı
çocukluk yıllarının esintileri ile dolu Heyderbaba’ya Selam, okuyanlarda büyük
bir haz uyandırmaktadır. Bu hazzı hissetmek isteyenlerin sarıldığı bu şiirin bu
nedenlerden dolayı da insanlarda geniş bir teveccüh bulduğu söylenebilir.
4.
Şiirin sevilmesine
katkı sunan en önemli özelliklerden biri de şiirin sanat yönünün çok güçlü
olmasıdır. Vezin, ahenk, duygu, söz sanatları ve betimleyici unsurlar ile şair
okuyanlarda tesirleri olacak bir eseri ortaya koymuştur. Şiirin çok
sevilmesinde önemli paya sahip yukarıdaki unsurların bir arada iyi bir biçimde
kullanılmasının Heyderbaba’ya Selam’ın sevilme nedenlerinden biri olduğu
söylenebilir.
5.
Şekil ve vezin
bakımından geleneğe bağlı bir eser olan Heyderbaba’ya Selam, kolayca
anlaşılabilirlik özelliğini taşıması nedeniyle okuma yazma bilmeyen, sözlü
anlatılar ile jkültür eserlerinden yararlanan halkta sevilen bir şiir
karşılığını görmüştür.
6.
Şiirin insanlar
nezdinde önemli bir yere sahip olmasının en büyük nedenlerinden biri de şiirin
somut unsurları içinde barındırmasıdır. Dağ-taş, çeşme, çay, ay, tendir, kuş,
koyun, inek, mektep, yıldırımlar ve diğer birçok somut unsur şiirde çokça
kullanılmıştır. Betimlemeler ve söz sanatlarında karşımıza çıkan doğadaki somut
varlıklar okuyucuda çok derin manalara inmeden şiiri anlama hissiyatı
uyandırmaktadır. Bu hissiyatla okuyucuların şiiri sıkıcı değil mutlu edici
olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Hayliyle mutlu olan insanlar Heyderbaba’ya
Selam ile tekrar tekrar mutlu olmak isteyecektir.
7.
Bir diğer sebep de
Şehriyâr’ın Farsça yazdığı şiirler ile ün kazanmış olmasıdır. En meşhur
şairlerden birinin dilinden süzülen Heyderbaba’ya Selam, şairinin ününe ün
katmakla kalmamış şairinin ünüyle de ünlenmiş bir şiirdir.
Sonuç
olarak halkın ana diline ve kültürüne olan bağlılığı, insanın kaygısız çocukluk
günlerine ve köyüne olan özlemleri, edebi-bedii değeri, okuryazar olmayanlarca
da anlaşılabilirliliği, somutluluğu Heyderbaba’ya Selam şiirini yüzyılımızın en
meşhur, en yaygın ve hakkında en çok söz edilen anıt-şiir
haline getirmiştir.
HEYDERBABA’YA SELAM
1. BÖLÜM
Heyderbaba,
ildırımlar şahanda
Seller, sular şakgıldayıp
ahanda
Gızlar ona sef
bağlayıp bahanda
Salam olsun
şövketüze, elüze
Menim de bir
adım gelsin dilüze.
Heyderbaba,
kehliklerin uçanda
Kol dibinnen
dovşan galhıp gaçanda
Bahçaların
çiçeklenip açanda
Bizden de bir
mümkün olsa yâd eyle
Açılmıyan ürekleri
şad eyle.
Bayram yeli
çardagları yı handa
Novruzgülü,
garçiçeyi çıhanda
Ağ bulutlar
köyneklerin sıhanda
Bizden de bir
yâd eyleyen sağ olsun
Derdlerimiz goy
dikkelsin dağ olsun.
Heyderbaba, gün
dalıvı dağlasın
Üzün gülsün,
bulagların ağlasın
Uşagların bir
deste gül bağlasın
Yel gelende ver
getirsin bu yana
Belke menim
yatmış behtim oyana.
Heyderbaba,
senin üzün ağ olsun
Dörd bir yanın
bulağ olsun, bağ olsun
Bizden sonra
senin başın sağ olsun
Dünya
gazov-geder, ölüm-itimdir
Dünya boyu
oğulsuzdur, yetimdir.
Heyderbaba,
yolum senden kec oldu
Ömrüm keçdi,
gelemmedim, gec oldu
Heç bilmedim
gözellerin nec’oldu
Bilmez idim
döngeler var, dönüm var
İtginlik var,
ayrılıg var, ölüm var.
Heyderbaba, igid
emek itirmez
Ömür keçer,
efsus bere bitirmez
Namerd olan ömrü
başa yetirmez
Biz de vallah
unutmarıg sizleri
Göremmesek helal
edin bizleri.
Heyderbaba, Mir
Ejder seslenende
Kend içine
sesden-küyden düşende
Aşıg Rüstem
sazın dillendirende
Yâdındadır, ne
hövlesek gaçardım?
Guşlar tekin
ganad çalıp uçardım.
9
Şengülava yurdu,
aşıg alması
Gâh da gedip
orda gonag galması
Daş atması,
alma, heyva salması
Galıp şirin yuhu
kimi yâdımda
Eser goyup
ruhumda, her zadımda.
10
Heyderbaba,
Gurugöl’ün gazları
Gediklerin sazag
çalan sazları
Ket-kövşenin
payızları, yazları
Bir sinema
perdesidir gözümde
Tek oturup, seyr
ederem özümde.
11
Heyderbaba,
Garaçimen cadası
Çovuşların geler
sesi-sedası
Kerbela’ya
gedenlerin gadası
Düşsün bu ac
yolsuzların gözüne
Temeddünün uydug
yalan sözüne.
12
Heyderbaba,
şeytan bizi azdırıp
Mehebbeti
üreklerden gazdırıp
Gara günün
sernövüştün yazdırıp
Salıp halgı
birbirinin canına
Barışığı
beleşdirip ganına.
Göz yaşına bahan
olsa gan ahmaz
İnsan olan
hencer beline tahmaz
Amma heyif kör
tutduğun burahmaz
Behiştimiz
cehennem olmagdadır
Zilhiccemiz
meherrem olmagdadır.
14
Hezan yeli
yarpagları tökende
Bulut dağdan
yenip kende çökende
Şeyhülislam
gözel sesin çekende
Nisgilli söz
üreklere deyerdi
Ağaclar da
Allah’a baş eyerdi.
Daşlıbulag,
daş-gumunan dolmasın
Bahçaları
saralmasın, solmasın
Ordan keçen atlı
susuz olmasın
Deyne bulag,
heyrin olsun, aharsan
Üfüğlere humar
humar baharsan.
16
Heyderbaba,
dağın-daşın seresi
Kehlik ohur,
dalısında feresi
Guzuların ağı,
bozu, ğeresı
Bir gedeydim
dağ-dereler uzunu
Ohuyaydım:
“Çoban ğeyter guzunu!”
17
Heyderbaba,
Suluyer’in düzünde
Bulag ğeyner
çay-çemenin gözünde
Bulağotu üzer
suyun üzünde
Gözel guşlar
ordan gelip keçerler
Helvetleyip
bulagdan su içeller.
18
Biçin üstü
sünbül biçen oraglar
Eyle bil ki,
zülfü darar daraglar
Şikârçılar
bildirçini soraglar
Biçinçiler
ayranların içerler
Bir huşlanıp
sondan durup biçeller.
19
Heyderbaba,
kendin günü batanda
Uşagların şamın
yeyip yatanda
Ay bulutdan
çıhıp gaş-göz atanda
Bizden de bir
sen onlara ğisse de
Gissemizde çohlu
ğem ü-ğüsse de.
20
Garı nene gece
nağıl deyende
Külek galhıp
gap-bacanı döyende
Gurd keçinin
Şengül’üsün yeyende
Men gayıdıp bir
de uşag olaydım
Bir gül açıp
ondan sonra solaydım.
21
Emmecanın bal
bellesin yeyerdim
Sondan durup üs
donumu geyerdim
Bahçalarda
tiringeni deyerdim
Ay özümü o ezdiren
günlerim
Ağac minip at
gezdiren günlerim
22
Heçi hala çayda
paltar yuvardı
Memmed Sadıg
damlarını suvardı
Heç bilmezdik;
dağdı, daşdı, duvardı
Her yan gelip
şıllag atıp aşardıg
Allah ne hoş,
ğemsiz ğemsiz yaşardıg.
23
Şeyhülislam
münacatı deyerdi
Meşed Rahim
lebbadeni geyerdi
Meşdeceli
bozbaşları yeyerdi
Biz hoş udug,
heyrat olsun, toy olsun
Ferg elemez, her
nolacag, goy olsun.
24
Melik Niyaz
verendilin salardı
Atın çapıp
gıygacıdan çalardı
Gırgı tekin
gedik başın alardı
Dolayıya gızlar
açıp pencere
Pencerelerde ne
gözel menzere
25
Heyderbaba,
kendin toyun tutanda
Gız-gelinler
hena, pilte satanda
Bey geline
damdan alma atanda
Menim de o
gızlarında gözüm var
Aşıgların
sazlarında sözüm var.
26
Heyderbaba,
bulagların yarpızı
Bostanların
gülbeseri, garpızı
Çerçilerin ağ
nabatı, sakgızı
İndi de var
damağımda dad verer
İtgin geden
günlerimden yâd verer.
27
Bayram ıdı, gece
guşu ohurdu
Adaglı gız bey
corabın tohurdu
Her kes şalın
bir bacadan sohurdu
Ay ne gözel
gaydadır şal sallamag
Bey şalına
bayramlığın bağlamag.
28
Şal istedim men
de evde ağladım
Bir şal alıp tez
belime bağladım
Gulamgile gaşdım
şalı salladım
Fatma hala mene
corab bağladı
Han nenemi yada
salıb ağladı.
Heyderbaba,
Mirzemmed’in bahçası
Bahçaların
turşa, şirin alçası
Gelinlerin
düzmeleri, tahçası
Hey düzülür
gözlerimin refinde
Heyme vurar
hatireler sefinde.
Bayram olup
gızıl palçıg ezerler
Nakgış vurup,
otagları bezerler
Tahçalara
düzmeleri düzerler
Gız-gelinin
fındıgcası, henası
Heveslener
anası, gaynanası.
Bakiçinin
sözü-sovu, kâğızı
İneklerin
bulaması, ağızı,
Çerşenbenin
girdekânı, mövizi
Gızlar deyer
“Atıl-matıl çerşenbe,
Ayna tekin
behtim açıl çerşenbe.”
32
Yumurtanı göyçek
güllü boyardıg
Çakgışdırıp
sınanların soyardıg
Oynamagdan birce
meğer doyardıg?
Eli mene yaşıl
aşıg vererdi
İrza mene
novruzgülü dererdi.
Novruz Eli
hermende vel sürerdi
Gâhdan yenip
küleşlerin kürerdi
Dağdan da bir
çoban iti hürerdi
Onda gördün ulag
ayag sahladı
Dağa bahıp
gulagların şahladı.
34
Ahşam başı nahır
ılan gelende
Godugları çekip
vurardıg bende
Nahır keçip
gedip yetende kende
Heyvanları
çılpag minip govardıg
Söz çıhsaydı
sine gerip sovardıg.
35
Yaz gecesi çayda
sular şarıldar
Daş-gayalar
selde aşıp harıldar
Garanlıgda
gurdun gözü parıldar
İtler, gördün,
gurdu seçip ulaşdı
Gurd da gördün,
galhıb gedikden aşdı.
36
Gış gecesi
tövlelerin otağı
Ketlilerin
oturağı, yatağı
Buharıda yanar
odun yanağı
Şebçeresi,
girdekânı, iydesi
Kende basar
gülüp-danışmag sesi.
37
Şüca haloğlunun
Baki sövğeti
Damda guran
samavarı, söhbeti
Yâdımdadır,
şesli ğeddi-gameti
Cünemmegin toyu
döndü yas oldu
Nenegız’ın beht
aynası kâs oldu.
38
Heyderbaba,
Nenegız’ın gözleri
Rehşende’nin
şirin şirin sözleri
Türki dedim,
ohusunlar özleri
Bilsinler ki
adam geder ad galar
Yahşı-pisden
ağızda bir dad galar.
Yaz gabağı gün
güneyi döyende
Kend uşağı gar
güllesin sevende
Kürekçiler dağda
kürek züvende
Menim ruhum eyle
bilin ordadır
Kehlik kimi
batıp galıp, gardadır.
Garı nene
uzadanda işini
Gün bulutda
eyirerdi teşini
Gurd gocalıp
çekdirende dişini
Sürü galhıp
dolayıdan aşardı
Baydaların sütü
aşıp daşardı.
Hecce Sultan
emme dişin gısardı
Molla Bağır
emoğlu tez mısardı
Tendir yanıp
tüssü övü basardı
Çaydanımız ersin
üste gaynardı
Govurgamız sac
içinde oynardı.
42
Bostan pozup
getirirdik aşağı
Doldururdug övde
tahta-tabağı
Tendirlerde
pişirirdik gabağı
Özün yeyip
tohumların çırtdardıg
Çoh yemekden lap
az gala çatdardıg.
43
Verziğan’dan
armut satan gelende
Uşagların sesi
düşerdi kende
Biz de bu yandan
eşidip bilende
Şıllag atıp bir
gışgırıg salardıg
Buğda verip
armutlardan alardıg.
Mirze Tağı’ynan
gece getdik çaya
Men bahıram
selde boğulmuş aya
Birden işıg
düşdü o tay bahçaya
“Ey vay!” dedik
“gurddur”, gayıtdıg gaçdıg
Heç bilmedik ne
vaht küllükden aşdıg.
Heyderbaba,
ağaçların ucaldı,
Amma heyif,
cavanların gocaldı,
Tohluların arıglayıp
acaldı,
Kölge döndü, gün
batdı, gaş ğereldi,
Gurdun gözü
garanlıgda bereldi.
Eşitmişem yanır
Allah çırağı,
Dayir olup
mescidizin bulağı,
Rahat olup
kendin evi, uşağı,
Mensur Hanın
eli-golu var olsun!
Harda galsa
Allah ona yar olsun.
47
Heyderbaba, Mol’
İbrahim var, ya yoh?
Mekteb açar,
ohur uşaglar, ya yoh?
Hermen üstü
mektebi bağlar, ya yoh?
Menden ahunda
yetirersen salam
Edebli bir
salam-ı mâ lâ-kelâm.
Hecce Sultan
emme gedib Tebriz’e
Amma ne Tebriz
ki gelemmir bize
Balam, durun
ğoyah gedeh evimize,
Ağa öldü,
tufağımız dağıldı,
Goyun olan yâd
gedüben sağıldı.
Heyderbaba,
dünya yalan dünyadı,
Süleyman’nan,
Nuh’dan galan dünyadı,
Oğul doğan,
derde salan dünyadı,
Her kimseye her
ne verip, alupdı,
Eflatun’dan bir
guru ad galupdı.
Heyderbaba, yâr
u yoldaş döndüler,
Bir bir meni
çölde goyup, çöndüler,
Çeşmelerim,
çırahlarım söndüler,
Yaman yerde gün
döndi, ahşam oldu,
Dünya mene
herâbe-i Şam oldu.
Emoğluynan geden
gece Gıpçağ’a,
Ay ki, çıhdı,
atlar geldi oynağa,
Dırmaşırdıg,
dağdan aşırdıg dağa,
Meşmemi Han göy
atını oynatdı,
Tüfengini
aşırdı, şakgıldatdı.
Heyderbaba,
Garagöl’ün deresi,
Hoşginab’ın
yolu, bendi, beresi,
Orda düşer çil
kehliyin feresi,
Ordan keçer
yurdumuzun özüne,
Biz de keçek
yurdumuzun sözüne.
Hoşginab’ı yaman
güne kim salıb?
Seyyidlerden kim
gırılıb, kim galıb?
Amir Gaffar
dam-daşını kim alıb?
Bulag gene gelib
gölü doldurur,
Ya guruyub,
bahçaları soldurur?
Amir Gaffar
seyyidlerin tacıydı,
Şahlar şikâr
etmesi gıygacıydı,
Merde şirin,
namerde çoh acıydı,
Mezlumların
hakgı üste eserdi,
Zalimleri gılış
tekin keserdi.
55
Mir Mustafa
dayı, uca boy baba,
Heykelli-sakgallı
Tolstoy baba,
Eylerdi yas
meclisini toy, baba
Hoşginab’ın
abırlısı, erdemi,
Mescidlerin,
meclislerin görkemi.
56
Mecdüssadat gülerdi
bağlar kimi,
Gûruldardı,
bulutlu dağlar kimi,
Söz ağzında
erirdi yağlar kimi,
Alnı açıg,
yahşı, derin ganardı,
Yaşıl gözler
çırag kimi yanardı.
57
Menim atam
süfreli bir kişiydi,
El elinden
tutmag onun işiydi,
Gözellerin ahire
galmışıydı,
Ondan sora dönergeler
dönüpler,
Mehebbetin
çıragları sönüpler.
58
Mir Saleh’in
delisovlug etmesi,
Mir Eziz’in
şirin şahsey getmesi,
Mir Memmed’in
gurulması, bitmesi,
İndi desek
ehvalatdı, nağıldı,
Keçdi, getdi,
itdi, batdı, dağıldı.
Mir Ebdül’ün
aynada gaş yahması,
Cövcülerinden
gaşının ahması,
Boylanması,
dam-duvardan bahması,
Şah Abbas’ın
dürbünü, yadeş beheyr!
Hoşginab’ın hoş
günü, yadeş beheyr!
60
Sitar emme
nezikleri yapardı
Mir Gadir de
herden birin gapardı,
Gapıp yeyip
dayça tekin çapardı,
Gülmeliydi onun
nezik gappası,
Emmemin de
ersininin şappası.
Heyderbaba, Amir
Heyder neyniyür?
Yeğin gene
samavarı ğeyniyür,
Day gocalıp, alt
engiynen çeyniyür,
Gulah batıp,
gözü girip yaşına,
Yazıg Emme hava
gelip başına.
Hanım Emme Mir
Ebdül’ün sözünü,
Eşidende eyer
ağzı-gözünü,
Melkâmıda verer
onun özünü,
Davaların
şuhluğulan gatallar,
Eti yeyip başı
atıp yatallar.
Fizze Hanım
Hoşginab’ın gülüydü,
Amir Yahya
emgızının guluydu,
Rühsare artist
idi, sevgiliydi,
Seyyid Hüseyn
Mir Saleh’i yansılar,
Amir Cefer
geyretlidir, gan salar.
Seher tezden
nahırçılar gelerdi,
Goyun-guzu
dam-bacada melerdi,
Emmecan’ım
körpelerin belerdi,
Tendirlerin
gavzanardı tüssüsü,
Çöreklerin gözel
iyi, issisi.
Göyerçinler
deste galhıp uçallar,
Gün saçanda
gızıl perde açallar,
Gızıl perde
açıp, yığıp gaçallar,
Gün ucalıp,
artar dağın celâlı,
Tebiet'in
cavanlanar cemalı.
Heyderbaba,
garlı dağlar aşanda,
Gece kervan
yolun azıp çaşanda,
Men hardasam,
Tehran’da, ya Kâşan’da,
Uzaglardan gözüm
seçer onları,
Hıyal gelip,
aşıp keçer onları.
Bir çıhaydım
Damgaya’nın daşına,
Bir bahaydım
geçmişine, yaşına,
Bir göreydim
neler gelib başına,
Men de onun
garlarıylan ağlardım,
Gış donduran
ürekleri dağlardım.
Heyderbaba,
gül-gonçesi hendandır
Amma heyif, ürek
gezası gandır,
Zindegânlıg, bir
garanlıg zindandır,
Bu zindanın
deriçesin açan yoh,
Bu darlıgdan bir
gurtulub gaçan yoh.
Heyderbaba,
göyler bütün dumandı,
Günlerimiz
birbirinden yamandı,
Birbirizden
ayrılmayın, amandı,
Yahşılığı
elimizden alıplar,
Yahşı bizi yaman
güne salıplar.
Bir soruşun bu
gargınmış felekden,
Ne istiyir bu
gurduğu kelekden
Deyne, geçirt
ulduzları elekden,
Goy tökülsün, bu
yer yüzü dağılsın,
Bu şeytanlıh
gurgusu bir yığılsın.
71
Bir uçaydım bu
çırpınan yelinen,
Bağlaşaydım
dağdan aşan selinen,
Ağlaşaydım uzag
düşen elinen,
Bir göreydim
ayrılığı kim saldı?
Ölkemizde kim
gırıldı, kim galdı?
72
Men senin tek
dağa saldım nefesi,
Sen de geyter,
göylere sal bu sesi,
Bayguşun da dar
olmasın gefesi,
Burda bir şir
darda galıb, bağırır,
Mürüvvetsiz
insanları çağırır.
Heyderbaba,
geyret ganın gaynarken,
Garaguşlar
senden gopup galharken,
O sıldırım
daşlarınnan oynarken,
Govzan, menim
himmetimi orda gör,
Ordan eyil,
gâmetimi darda gör.
Heyderbaba, gece
durna geçende,
Köroğlu’nun gözü
gara seçende,
Gırat’ını minip,
kesip-biçende,
Men de burdan
tez metlebe çatmaram,
Eyvaz gelib
çatmayıncan yatmaram.
75
Heyderbaba, merd
oğullar doğginan,
Namerdlerin
burunların ovginan,
Gediklerde
gurdları dut boğginan,
Goy guzular
ayın-şayın otlasın,
Goyunların
guyrugların gatlasın.
Heyderbaba,
senin göylün şad olsun,
Dünya varken
ağzın dolu dad olsun,
Senden keçen
tanış olsun, yad olsun,
Deyne menim şair
oğlum Şehriyâr,
Bir ömürdür gem
üstüne gem galar.
2. BÖLÜM
Heyderbaba,
geldim seni yohlıyam,
Bir de yatam,
gucağında yuhlıyam,
Ömrü govam,
belke bunda hahlıyam,
Uşahlığa deyem,
bize gelsin bir,
Aydın günler
ağlar yüze gülsün bir.
Heyderbaba,
çekdin meni getirdin,
Yurdumuza
yuvamıza yetirdin,
Yusufuvu uşag
iken itirdin,
Goca Ye'gub,
itmişsem de tapıpsan,
Govalayıp gurd
ağzından gapıpsan.
Gedenlerin yeri
burda görünür,
Hanım Nene’m ağ
kefenin bürünür,
Dalımcadır, hara
gedem sürünür
Bala geldin?
Niye bele gej geldin?
Sebrim sennen
güleşdi, sen güj geldin.
Men gördüyüm
kârvan çatıp köçüpdü,
Ayrılığın
şerbetini içipdü,
Ömrümüzün köçü
burdan keçüpdi,
Geçib gedip
geder -gelmez yollara,
Tozu gonub bu
daşlara, kollara.
Burda şirin
hâtireler yatıplar,
Daşlarılan başı
- başa çatıblar,
Aşnalığın daşın
bizden atıplar,
Men bahanda
gavzanıllar, bahıllar,
Bir de yatıp
yandırıllar, yahıllar.
Gebilemiz burda
gurub ocağı,
İndi olmuş
gurd-guşların yatağı,
Gün batanda,
söner bütün çırağı,
Ve beldetin
leyse lehâ enîsu
İlle’l-ye’âfîre
ve ille’l-îsu.
Zaman geçir,
üfüğlerde toz galır,
Kârvan kimi
uzaglarda toz salır,
Duman gelir,
ürekleri çulgayır,
Ürek deyir:
‘‘Zaman, geçme, aman dur
Geçenlerde gözüm
var, bir dayan, dur. ’’
8
Rüzigârın
deyirmanı fırlanır,
Mehlug onun
dişlerine tullanır,
Bah ki, beşer
gene nece allanır,
Hemişelik şadlıh
umur özüne,
Gebri görür, toz
gondurmur üzüne.
Köhnelerin sür-sümüyü
dartılup,
Gurtulanın çul -
çuhası yırtılup,
Moll’ İbrahim
lap eriyip, guryup
Şeyhülislam
sehman galıp, gıbragdı,
Novruz Eli gaçag
geçip, goçahdı.
Ahılların yetmiş
kefen çürüdüp,
Cahılları dünya
gemi kiridüp,
Gız-gelinler
et-canları eridüp,
Rehşende’nin
neve tutur elini,
Nenegız’ın
kürekeni, gelini.
Çoh şükrü var,
gene gelduh, görüşduh,
İtenlerden,
bitenlerden soruşduh,
Küsmüşduh da
Allah goysa, barışduh,
Bir de görüş
gismet ola, olmıya,
Ömürlerde fürset
ola, olmıya.
Burda hıyal
meydanları genişdi,
Dağlar-daşlar
bütün menle tanışdı,
Görcek meni
Heyderbaba danışdı:
Bu ne sesdür,
sen âleme salıpsan,
Gel bir görek
özün harda galıpsan?
13
Kecâveyle bu
çaydan çoh geçmişik,
Bu çeşmelerden
serin sular içmişik,
Bu yoncalıhlarda
kesip biçmişik,
Çepişleri
gıdıhlıyan günlerim,
Çepiş kimi
oynahlıyan günlerim.
Bu hermende
''aradan hır'' oynardıh,
Cumalaşıp
garışga tek gaynardıh,
Yavaş yavaş
bahçalara ağnardıh,
Ağaşlardan
çeling ağac keserdik,
Goruhçunun
gorhusundan eserdik.
15
Bu tövlede sarı
inek doğardı,
Hanım Nenem
inekleri sağardı,
Ana iysi
dam-duvardan yağardı,
Men buzovu
gucahlardım, gaşmasın,
Deyerdi: ‘‘Bah,
bayda dolup, daşmasın.’’
16
Bu damlarda
çohlu cızıg atmışam,
Uşahların
aşıgların utmuşam,
Gurguşunlu sakga
alıp satmışam,
Uşag nece heç
zadınan şad olar?
İndi bizim gemi
tutmur dünyalar.
Mekteb galır,
uşaglar ders alıllar,
Hey yazıllar,
hey pozullar, yalıllar,
Moll’ İbrahim
özü, evi galıllar,
Amma bizim
yoldaşlardan galan yoh,
Bunlardan bir
bizi yâda salan yoh.
Bir vahtında bu
mekteb pergâr idi
Bir Müseyyib,
bir Memdesen var idi,
Biri helfe, biri
verzişkâr idi,
Ahud bizle
oynamağa gederdi,
Özü bize oynamag
örgederdi.
Dedim balam, o
Memdesen nolupdu?
Me'lum oldu
tifil cevan ölübdü
Ne var, ne var,
burnunnan gan gelüpdü,
Bir yel esir,
bahırsan Memdesen yoh,
Bu ketde bir
burun ganı kesen yoh.
Dedim, deyin
Müseyyib’e ne geldi?
Gulam gördüm,
ağlar göz ile güldü,
Dedi: O da
bahalıg düşdü, öldü,
Dedim, yazıh
bizle hasıl bölenler,
Bitmeyende
aclarınnan ölenler.
Bu mektebde,
şe'rin şehdin dadmışam,
Ahundun ağzından
gapıp, udmuşam,
Gâhdan da bir
ahundu aldadmışam,
Başım ağrır
deyip, gaçıp getmişem,
Bahçalarda gedip
gözden itmişem.
Azad olanda
mektebden çıhardıg,
Hücum verip
birbirin sıhardıg,
Yolda her ne
geldi, vurup yıhardıg,
Uşag deme, ipin
gırmış dana de,
Bir dana da
deme, elli dana de.
Melik Niyaz,
itgin gedip yoh olup,
Emir Aslan,
sekte ile yıhılup,
Here gaçıp bir
derede sıhılup,
Çörek gemi çıhıp
halgın ayına,
Herkes galıp öz
canının hayına.
Ketli yazıh
çırah tapmır yandıra,
Görüm sizin
bergiz galsın andıra,
Kim bu sözü
erbablara gandıra,
Nedir ahır bu
milletin günahı?
Dutsun sizi
görüm mezlumlar ahı.
Her ne alır,
baha verir giymeti,
Ucuz feget
ekinçinin zehmeti,
Bitenden artıg
biçenin ücreti,
Kend uşağı gedir
yolda işliye,
Orda belke gendi
tapıp, dişliye.
Ketli gelin kimi
dünyanı bezer,
Öz övreti yamag
yamağa düzer,
İyne bezer
halgı, özü lüt gezer,
İndi de var
çarşabları albagdı,
Uşagların
gıc-paçası çılpahdı.
Bu bahçada aş
teresi ekerdik,
Hey su açıp
kerdiye göz tikerdik,
Çıhmah hemin
derip, aşa tökerdik,
Fıngılışlar
gaşıhlardan aslanır,
Yağlı desem,
guru ağzın ıslanır.
28
Bu döşlerde,
guzuları yayardıg
Ahmasınlar ulduz
tekin, sayardıg,
Guşgovanı çekip
daşa dayardıg,
Guşgovan da ele
bil ki, gabandı
Gurd uzagdan
deyir bes ki, çobandı.
29
Hanım Nenem
nahoş olan il idi,
Gış var iken
külek idi, yel idi,
Gış da çıhdı,
yağış idi, sel idi,
Yük-yapını hey
çatırduh ki, gedah,
Sel çımhırıp,
mecbur iduh gayıdah.
30
Neysan düşdü,
biz de düşdüh yağışa,
Kim bacara
seller ile boğuşa?
Hey deyirdik
belke yağış yığışa,
Balakişi
faytonçumuz gelmişdi,
İmamiyye
gehvesinde galmışdı.
31
Bu zemide gedip,
gözden iterdik,
Tongal gurup,
sütülleri üterdik,
Deyip gülmek
muradına yeterdik,
El de gülsün,
muradına yetişsin,
Yüreklerin
yaraları bitişsin.
32
Halvarçılar
burda halvar daşırdı,
Bu küllükden
ulaglar dırmaşırdı,
Seller kimi,
ne'met aşıp daşırdı,
Her iş deyeydin
her kime, görerdi,
Can dermanı
istiyeydin vererdi.
İndi beşer ac
gurd tekin uduhup,
Çömbelenti göz
gıcırdıp duruhup,
Bahıllar ki,
görsünler kim sınıhup,
Tökülsünler onun
leşin yırtsınlar,
Here bir diş
ensesinden gırtsınlar.
34
Heyderbaba,
sende defineler var,
Dağlar vedi’esi
hezineler var,
Amma sene benzer
de sineler var,
Bu sineler
dağlar ile danuşur,
Dağlar kimi
göyler ile gonuşur.
35
Gör hardan men
sene saldım nefesi?
Dedim gaytar sal
âleme bu sesi,
Sen de yahşı
Simurg etdin megesi,
Sanki ganad
verdin yele, nesime,
Her terefden ses
verdiler sesime.
36
Heyderbaba, seni
veten bilmişdim,
Veten deyip, baş
götürüp gelmişdim,
Seni görüp göz
yaşımı silmişdim,
Hâlbuki lap
gemli gurbet sendeymiş,
Gara zindan, acı
şerbet sendeymiş.
37
Kim galdı ki,
bize buğun burmadı,
Atdan atdan bize
kelek gurmadı,
Bir merd oğul
bize havar durmadı,
Şeytanları
gucaglayıp gezdiz siz,
İnsanları ayaglayıp,
ezdiz siz.
Duvar ucaldı,
gün bize düşmedi,
Zindan garaldı,
göz gözü seşmedi,
Gündüz gözü
menim lampam geşmedi,
Sel de basdı
evmiz dolup göl oldu,
Çoh yazığın evi
çönüp çöl oldu.
Evvel başı
menden istigbal etdiz,
Sondan çönüp
işimde ihlal etdiz,
Öz zennizce
üstadı iğfal etdiz,
Eybi yohdur,
geçer geder ömürdür,
Gış da çıhar,
yüzü gara kömürdür.
40
Menim yolum
mehebbet caddesiydi,
Son sözlerim
Hakgın iradesiydi,
Mehebbetin
risâlet ve'desiydi,
Yohsa mende bir
kes ile ğerez yoh,
Siyâset adlı mende
bir merez yoh.
41
Hag ne deyir?
Küfre garşı getmeyiz,
Nurdan çıhıb,
zülmet içre itmeyiz,
Fırıldağa
fırfıra tek bitmeyiz,
Gördüz de ki,
olmadı küfrün dibi,
Pul da verse,
almağa tikmiş cibi.
Şeytan bizim
ğiblemizi çönderip,
Allah deyen
yoldan bizi dönderip,
İlanlı çeşmeye
bizi gönderip,
Minnet goyur ki,
arhıvız nehr olup,
Biz görürük
sular bize zehr olup.
43
Heyderbaba,
gileylihden ne çıhar?
Zülmün evin sebr
ü tehemmül yıhar,
Derviş olan
sebrin elin berk sıhar,
Gel gayıdag,
çıhag Ağa Düzü’ne,
Geçek gene
mehebbetin sözüne.
Deyne uşah
birbiriyle saz olsun,
Belke bu gış bir
de çönüp yaz olsun,
Çay çemenler
ördek olsun, gaz olsun.
Biz de bahıp
ferehlenip bir uçag,
Sınıg-salhag
ganadları bir açag.
Bu bahçadan
alçaları dererdik,
Gış adına çıhıp
damda sererdik,
Hey de çıhıp
yalannan çöndererdik,
Gış zumarın
yayda yeyip doyardıg,
Bir küllü de
minnet halga goyardıg.
46
Evler galır, ev
sahibi yoh özü,
Ocahların ancah
işıldır gözü,
Gedenlerin az
çoh galıpdır sözü,
Bizden de bir
söz galacah, ay aman!
Kimler bizden
söz salacah, ay aman!
Bizden sonra
kürsülerin tovunda,
Kendin
nağıllarında, söz-sovunda,
Gar’nenenin
çahmağında, govunda,
Heyderbaba özün
gatar sözlere,
İçki kimi humar
verer gözlere.
Aşıg deyer bir
nazlı yar var imiş,
Eşginden odlanıp
yanar var imiş,
Bir sazlı-sözlü
Şehriyâr var imiş,
Odlar sönüp,
onun odu sönmeyip,
Felek çönüp,
onun çerhi çönmeyip.
Heyderbaba,
alçahların köşg olsun,
Bizden sora
galanlara eşg olsun,
Geçmişlerin,
gelenlere meşg olsun,
Övladımız
mezhebini danmasın,
Her içi boş
sözlere aldanmasın.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar