Print Friendly and PDF

Şehriyâr- Heyder Babaya Selam Şiiri


 

Hazırlayan: Muhammet CENGİZ

Şehriyâr ve Heyderbaba’ya Selam

 

Şehriyâr ile ilgili birçok bilginin eksik olması ve bu bilgilerin birbirini tutmaması Şehriyâr ile ilgili araştırma yapanlar için şu ana kadar güç bir durum olmuştur. Şehriyâr’ın doğum tarihinin bile kesin olarak bilinememesi az önce söylenenin en büyük göstergesidir. Eksik bilgilerin tamamlanması ve yanlışlıkların ortadan kaldırılması için bilim insanlarının çok geniş bir araştırma yapması önem arz etmektedir. Başta Şehriyâr’ın doğup büyüdüğü topraklarda yetişmiş Güney Azerbaycanlı bilim adamlarına ve herkese büyük bir görev düşmektedir.

Yapılan araştırmalar ve eldeki kaynaklara göre Şehriyâr’ın tam adı Doktor Seyyid Mehemmed Hüseyin Behçet Tebrizi Şehriyâr’dır. Mehemmed(Muhammed) Hüseyin şairin küçük adı, Behcet Tebrizi soyadı, Seyyid(Peygamber soyundan geldiği için) lakabı, Doktor muhtemelen tıp fakültesinde okuduğundan dolayı söylenen bir hitap sözü, Behcet aynı zamanda ilk mahlası, Şehriyâr ise daha sonraki mahlasıdır. Şair dünyada, sonraki mahlası olan Şehriyâr adıyla tanınmaktadır (Gedikli, 1997).

Tebriz’in Bağmeşe mahallesinde dünyaya gözlerini açan Şehriyâr’ın doğum senesi kesin olarak bilinememektedir. Yavuz Akpınar 1906’yı, Ahmet Ateş 1906-1907 yıllarını, Hamid Memmedzade ve Gulam Hüseyin Begdilli’nin birlikte tertiplediği Aman Ayrılıg’ta 1906’yı, Ahmet Bican Ercilasun Yeni Türk Ansiklopedisi’nde 1904’ü Şehriyâr’ın doğum senesi olarak göstermiştir. Farklı kaynaklarda değişik yılların Şehriyâr’ın doğum senesi olarak gösterilmesi biz araştırmacılara büyük sorumluluklar yüklemektedir. Geniş çaplı araştırmalar neticesine esas senenin tespit edileceğini umuyoruz. Yusuf Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri kitabında geniş bir araştırmanın ürünü olarak Şehriyâr’ın değişik kaynaklarda belirtilen doğum senelerini vermekte ve bunlardan hareketle genel kabul olarak Şehriyâr’ın doğum senesi olarak 1906’yı belirtmektedir.

Şehriyâr’ın babası Tebriz’in birinci derece avukatlarından Hacı Mir Ağa Hoşginabi, annesi ise Kövkeb Hanım’dır. Hoş yüzlü, muhtaç durumda olanlara yardım eden, mazlumun hakkını karşılık beklemeden savunan, çok bilgili ve iyi yetişmiş, sofrası geniş, edebiyatla ilgili, Peygamber soyundan gelen ve saygın bir kişilik Hacı Mir Ağa Hoşginabi, tanınmış biridir. Hayatını bu özelliklere sahip olmakla yaşayan saygın şahsiyetin Kadir gecesi ölmek istediğini ve istediği gibi olduğunu Şehriyâr 1. Heyderbaba’ya Selam kitabının sonuna eklediği dipnotlarda paylaşmıştır. Hacı Mir Ağa Hoşginabi, 1934 yılı Ramazan ayının 23. gecesi ölmüştür. Arzu ettiği günde ebedi hayatına başlayan Mir Ağa Hoşginabi İran’ın dini açıdan eğitim merkezi olan Kum şehrinde toprağa verilmiştir. Babasının vefat ettiği tarihte Şehriyâr, Horasan’ın yayla köylerinden birinde bulunmaktaydı. 1935 yılında Tahran’a dönen Şehriyâr, babasının ölümünden büyük üzüntüler duymuş ve Atamın Mateminde şiirini yazmıştır.

Şehriyâr, Heyderbaba, Hoşginab, Şengülabad(Şengülava), Kayışkurşak, Karaçimen, Kıpçak, Kurugöl, Karagöl köy ve yörelerinde, yüce dağlar, yeşil ormanlar, billur bulaklar, elvan çiçekler arasında çocukluğunu geçirmiştir (Gedikli, 1997). Yemyeşil ağaçların gölgesinde, tertemiz akarsuların kenarında, atların, kuzuların, danaların, ferelerin, gazların, kekliklerin, baykuşların, tavşanların, turnaların, güvercinlerin, ördeklerin, ineklerin, koyunların, godukların, çepişlerin, bıldırcınların seslerinin yankılandığı bir doğada çocukluğunu geçirmek Şehriyâr için ileride yazacağı şiirlere feyiz kaynağı olmuştur. Şairin ününe ün katan ve okuyanlarda çocukluğa yolculuk ve özlem hissiyatı uyandıran Heyderbaba’ya Selam Şehriyâr’ın hayatının eserlerine yansıdığı önemli bir başyapıttır.

İlk tahsilini babasından alan Şehriyâr, okutulması herkes tarafından tercih edilen Sadi’nin Gülüstan’ı, Kur’an-ı Kerim ve Heyderbaba’ya Selam şiirinde andığı Molla İbrahim’den 6 yaşındayken bir müddet Gülüstan ve Hafız dersleri almıştır (Gedikli, 1997). Şehriyâr’ın ilk tahsil gördüğü yer olarak kesin ve doğru olmayan birçok bilgiden hareketle Tebriz’deki Medrese-yi Müttehide’yi gösterebiliriz. Şehriyâr yaz mevsimlerini de boş geçirmeyerek Molla İbrahim Halil’den dersler almıştır. Orta tahsilini Tebriz’de sürdüren Şehriyâr Füyuzât isimli mektepte okuduktan sonra orta dereceli bir mektep olan Medrese-i Talibiyye’den mezun olmuştur. Medrese-i Talibiyye’de Arapça ve Arap edebiyatı üzerine eğitim alan Şehriyâr, aynı zamanda Fransızca öğrenmeye de başlamıştır. Değişik dilleri öğrenmeye merak salan Şehriyâr, bu merakının meyvesi olarak Farsça, Arapça ve Fransızca’yı mükemmel derecede öğrenmiştir. Bu dilleri öğrenmesine karşılık olarak Şehriyâr, yazdığı eserlerde zengin kelime hazinesi ile okuyucularda ve araştırmacılarda hayranlık uyandırmıştır. Bunun en açık göstergesi eserleri üzerine yüzlerce araştırma yapılması ve çokça nazirelerin yazılmasıdır. Şairin bunlar dışında musiki ve hat sanatıyla ilgilenmesi onun entelektüel bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir.

Lise tahsiline Tahran’da bulunan Darü’l Fünun adlı okulda başlayan Şehriyâr, daha sonra 1924 yılında Tıp Fakültesi’ne kaydolmuştur. Tıp fakültesinin ilk yıllarında yazdığı eserler ile çevresince genç bir şair olarak tanıması Şehriyâr üzerinde yeni eserlerin ortaya çıkması gibi güzel sonuçlar doğurmuştur. Tıp Fakültesi’ni bitirmesine kısa bir süre kala Şehriyâr, fakülteden ayrılmak zorunda kalmıştır. Değişik kaynaklarda Şehriyâr’ın Tıp Fakültesi’ndeki eğitimini tamamlamadan fakülteden ayrılmasının nedeni olarak maddi sıkıntılar ve bahtsız bir aşk macerası gösterilmiştir. Bu konu üzerine çokça şeyin söylenmesi bu konuda da insanların kesin olarak bir bilgiye sahip olmadığını göstermektedir. Yakın bir zamanda ortaya çıkan bilgiler ışığında şairin fakülte yıllarında bir kızı sevmesi ve bunun neticesinde bazı kişilerin bundan rahatsız olması daha sonrasında Şehriyâr’a tehditler olarak dönmüştür. Bir dizi olaylar silsilesi, Şehriyâr’ın fakülteden ayrılma nedeni olarak gösterilmektedir. Kendisini tehdit eden şahsın önemli bir mevkide olmasından dolayı Şehriyâr, Tahran’ı terk etmek zorunda kalmıştır. Şehriyâr’ın Tahran’ı terk etme nedenlerini verdiği röportajlardan ve yazdığı Behcetabad Hatiresi şiirinden öğrenmekteyiz.

1932 yılında devlet memurluğuna başlayan şair ara verdiği tıbbiyeye yazılmış ve kısa bir süre sonra tekrar tıbbiyeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bir süre Meşhed’de çalışan şair, Tahran’a döndükten sonra Ziraat Bankası’nda memuriyetine devam etmiştir. Bu zamanlarda Şehriyâr hem sevdiği kıza kavuşamama hem tıbbiyeden ayrılmanın üzüntüsü hem de babasının vefatı ile buhranlı dönemler yaşamıştır.

1952 yılı Temmuz ayının 19’unda annesini kaybeden şair annesinin ölümünden duyduğu üzüntüyü Eyvay Anam şiiriyle ortaya koymuştur. ‘‘Sana büyük şair diyorlar, fakat sen nece yazıyorsun ki ben anlamıyorum.’’ diyen annesinin serzenişine kayıtsız kalmayan şair, daha sonraları çokça Türkçe şiir ortaya koymuştur. Şairin çokça Türkçe şiir yazmasında etkili olan bu serzeniş elbette önem arz etmektedir. Annesinin ölümünden sonra, birçok hatıraya mekân olan Tahran’dan ayrılarak ana yurda geri dönen şair Tebriz’deki Ziraat Bankası’nda çalışmış ve emekli olmuştur. Üzüntülerin yaşandığı Tahran’dan Tebriz’e dönen şair, Tebriz’deki eş dostlarının da desteği ile yaşadığı buhranlı günleri geride bırakmıştır. Tebriz’e döndükten sonra Azize adlı bir kızla evlenen şairin 2 kız ve 2 oğlan çocuğu olmuştur. Kızlarının ismi Şehrazad ve Meryem; oğullarının ismi Ebulhasan ve Hadi’dir.

En sevdiklerini memleketten uzaklarda tek tek kaybeden şair, memleketine döndüğünde en sevdikleri ile yaşamış olduğu mutlu günlere yani çocukluk yıllarına özlem duyarak Hayderbaba’ya Selam’ı yazmıştır. 1953’te 1. bölümü yazılan ve 1954’te bastırılan, okuyanlarda çocukluk yıllarına özlem hissiyatı uyandıran Heyderbaba’ya Selam şiiri Şehriyâr’ın bir nevi içini dökmesi ve aile büyükleri ile yaşadığı mutlu çocukluğa özlemdir. Annesinin serzenişi ve bazı üzüntüler neticesinde, mutlu oyunların oynandığı ve güzelliklerin yaşandığı çocukluk yıllarına özlem duyması ve özlem duyduğu çocukluk yıllarını da ana diliyle yaşaması Şehriyâr’a Heyderbaba’ya Selam şiirini öz dilinde yazdırmıştır. Baskıcı iktidarın Türkçe yasağı Şehriyâr’ın duygularını rahatça dile getirebileceği ana dilinde şiir yazmasına engel olamamıştır.

Heyderbaba’ya Selam şiirinin yazılması ile bütün Türk coğrafyasında büyük heyecanlar ortaya çıkmıştır. Bu heyecanla Şehriyâr’a mektuplar, tebrik mesajları ve nazireler yazılmıştır. Bu heyecanın coşkulu biçimde ortaya çıkmasında birçok sebep vardır. Klasik devirlerin Nevaî ve Fuzulî gibi büyük şairlerinden sonra Şehriyâr’ın geniş bir coğrafyada yankı bulan bir şair olmasında Heyderbaba’ya Selam şiirinin payı büyüktür. Heyderbaba’ya Selam şiirine de bu özelliği kazandıran tabii ki Şehriyâr' ın Türk milletinin milli, manevi duygularının yaşandığı bir coğrafyanın çocuğuna has anılarını Türkçe gücüyle dile getirmesidir.

Heyderbaba'ya Selam şiirinin geniş bir coğrafyada neşredilmesi, heyecan uyandırması ve ezberlerde yerini alması sonrasında Şehriyâr, 1964 yılında Hoşginab’a gitmiş ve 2. Heyderbaba’ya Selam şiirini yazarak neşretmiştir. Daha sonraları Tahran’a dönen şair burada eşi Azize’yi kaybetmiştir. Eşinin vefatı ile şairin Tahran’da hüzünlü hatıraları daha da artmıştır. Azize şiiri ile eşine sevgisini anlatan şair eşini Tahran’daki Zehra’nın cenneti manasında kutsal bir mezarlık olan Behişt-i Zehra’ya defnetmiştir.

Ortaya koyduğu eserler ile geniş bir coğrafyada tanınan şairin eserleri birçok araştırmacı tarafından neşredilmiştir. Çeşitli törenler ile şair ödüller almıştır. Daha sonraları rahatsızlanan Şehriyâr, 1987 yılında hastalanmış ve Tebriz’deki Humeyni hastanesinde belli bir süre tedavi görmüştür. Tedaviden sonra taburcu olan şair bir süre sonra tekrar hastaneye yatırılmıştır. Tebriz’den Tahran’a sevk edilen şair buradaki Mehr hastanesinde vefat etmiştir. Tahran’da birçok sevdiğini yitiren şair yaşamını da bu şehirde yitirmiştir. Arkasında çok geniş düşünce ve yaşanmışlıkla oluşan eserler bırakan şairin naşı Tebriz’e getirilerek burada bulunan Şairler Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.

Şehriyâr İran edebiyatındaki yeri dolayısıyla birinci dereceli Maarif nişanıyla taltif edilmiş Tebriz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin en büyük anfisine ve Tebriz’deki okullardan birine onun adı verilmiştir. Sağlığında 16 Mart Şehriyâr günü kabul edilmiş ve ölümünden sonra da evi müze haline getirilmiştir (Gedikli, 1997). Şair ve sevenleri için bütün bu gurur ve mutluluk verici şeylerin yaşanması ortaya çıkan güzelliklerin kıymetinin bilindiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Çokça eser ortaya koyan Şehriyâr’ın eserleri İran, Azerbaycan, Türkiye ve birçok ülkede birçok araştırmacı tarafından neşredilmiş, incelenmiş ve eserleri üzerine nazireler ve makaleler yazılmıştır. Şehriyâr’ın bu eserlerinin Türkçeye ve Türk dünyasına soluk aldıran girişimin bulak başı olduğunu söyleyebiliriz.

Bu çalışmada şairin bütün eserlerinden bahsetmemiz mümkün değildir. Ancak Şairin dört ciltten oluşan külliyatının dördüncü cildinde yer verdiği Türkçe şiirlerinden bazılarını burada söylemeden geçmenin de mümkün olmayacağını düşünüyoruz. Türk’ün Dili, Türkiye’ye Hayali Sefer, Behçetabad Hatırası, El Bülbülü, Döğünme- Söğünme, Tersa Balası, Sehendim, İmam Müşterisi, Kafkazlı Kardeşler ile Görüş, Gözün Aydın, Derya Eyledim, Naz Eylemisen, Ezize Can, Ezize adlı şiirler Şehriyâr’ın önemli Türkçe şiirlerinden bazılarıdır.

Şairin kendisi ve eserleri üzerinde araştırma yapacaklara ışık olması ümidiyle Yusuf Gedikli’ nin Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri adlı kitabı önerilebilir. Bu kitapta Şehriyar hakkında söylenenlerin ve yazılanların aktarılması kronolojik olarak gözler önüne serilmiştir. Şehriyâr hakkında yazılanları ve eser ortaya koyanları bir bir aktararak çok geniş bir araştırmanın ürünü olan bu eserde Şehriyâr ile ilgili birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. Yukarıda aktarılanlar Şehriyâr’ın hayatını kısaca gözler önüne sermekten başka bir şey değildir. Ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenler Gedikli’nin eserine başvurabilir.

Çalışmamızın ana konusu olan Heyderbaba’ya Selam şiiri üzerinde yukarıda bazı bilgiler paylaşılmıştır. 20.yüzyılda en çok söz edilen şiir olma özelliğine sahip Heyderbaba’ya Selam 1953’te yazılmış ve 1954’te yayımlanmıştır. Pehlevi Handanı’nın Türkçe okuyup yazmayı yasakladığı bir dönemde, çocukluk anılarını Heyderbaba Dağı’nın eteğinde yaşayan şairin Heyderbaba’ya Selam’ı yazmasında en önemli etkinin annesinin ‘‘ Sana büyük şair diyorlar, fakat sen nece yazıyorsun ki ben anlamıyorum ’’ demesi olduğunu daha önce de belirtmiştik. 76 beşlikten oluşan Heyderbaba’ya Selam’ın birinci kısmı Türkiye’de ilk defa 1954’te Azerbaycan dergisinde yayımlanmıştır. Şiir daha sonra Türk Yurdu dergisinde yayımlanmıştır.

Şehriyâr, Türk dünyasınca büyük ilgi gören Heyderbaba’ ya Selam şiirini yazdıktan sonra Heyderbaba ve Hoşginab’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaretler sırasında geçmişin gözler önünde canlanması Şehriyâr’ı çok duygulandırmıştır. Bu duygulanmada aziz babası ve annesi ile güzel hatıraların yaşandığı çocukluk yılarına özlem duymasının ve anne ve babasının vefat etmesi sonucunda ortaya çıkan üzüntünün payı mevcuttur. Bu duygular ile Şehriyâr, Heyderbaba’ya Selam’ın ikinci bölümünü 30 beşlik olarak kaleme almıştır.

Ahmet Ateş tarafından 1964 yılında yayımlanan 80 sayfalık Şehriyâr ve Haydar Baba’ya Selam adlı eser, Şehriyâr’ın hayatını ve şiirin aslını içinde açıklayıcı notlar ile barındırdığı için o yıllarda Türkiye’de ortaya konulan önemli bir çalışma olmuştur.

Muharrem Ergin tarafından 1965 yılında Türk Kültürü dergisinde 30 beşlikten ibaret olan 2. Heyderbaba’ya Selam şiiri yayımlanmıştır. 2. Heyderbaba’ya Selam 1966 yılında Şehriyâr’ın daha sonraları eklemeleri ile 49 beşlik olmuştur. 49 beşlikten oluşan son haliyle 2. Heyderbaba’ ya Selam, Saadet Çağatay tarafından 1970 yılında Azerbaycan dergisinde neşredilerek Türkiye’deki okuyuculara sunulmuştur.

Muharrem Ergin, 1971 yılında Heyderbaba’ ya Selam’ı ikinci bölümüyle birlikte Azeri Türkçesi adlı bir kitapta yayımlamıştır. Azerbaycan Türkçesi ile yazılmış metin ve şiirlerden oluşan bu kitap kelimeler ve sesler üzerinde bilimsel açıklamalar içermektedir. Heyderbaba’ ya Selam birçok ülkede ülkemizde olduğu gibi defalarca yayım konusu olmuştur. Böylelikle ilgiye layık bir şiir olduğunu göstermiştir. Farsça, Rusça, Gürcüce, İtalyanca ve Türk lehçeleri de dâhil 76 dile çevrildiği aktarılan Heyderbaba’ ya Selam geniş bir coğrafyada bir başyapıt olma özelliği taşımaktadır.

Yusuf Gedikli’ nin 1990 yılında geniş bir araştırmanın ürünü olarak yayımladığı Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri adlı eseri Şehriyâr’ın hayatı ve Türkçe şiirleri hakkında önemli bir eserdir. Bu eser araştırmacılar için kaynak kitap olma özelliği ile değerli bir çalışma niteliği taşımaktadır.

Selahattin Kılıç ve İlhan Şimşek’in Heyderbaba’ ya Selam şiirini üç farklı alfabe ile okuyuculara bir kitapta sunduğu Kültür Bakanlığı yayınlı eser, önemli çalışmalardan bir başkasıdır.

Şehriyâr ve Heyderbaba’ya Selam üzerine yukarıda belirtilen isimlerin dışında Türkiye’de Saadet Çağatay, Ahmet Bicin Ercilasun, Fethi Gedikli, Ahmet Caferoğlu, Yavuz Akpınar, Hüseyin Öztürk, Osman Fikri Sertkaya, Nâmık Açıkgöz, Mümtaz Sarıçiçek ve Hasan Almaz gibi birçok isimin çalışmaları bulunmaktadır. Yayımladıkları ile aydınlatıcı bilgiler sunan bu isimlerin yanında Kuzey ve Güney Azerbaycanlı birçok isim yüzlerce çalışma yayımlamıştır. Yer yer kitap olarak yayımlanan çalışmalarla birlikte Varlık, Azerbaycan, Ulduz, Kardaş Edebiyatlar, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı gibi birçok dergide makaleler yer almıştır. Bu çalışmamızda Şehriyâr ve eserleri üzerine özellikle Heyderbaba’ya Selam üzerine yapılan çalışmaları tek tek belirtmemiz durumunda onlarca sayfayı sadece bu çalışmaların başlıklarına ayırmak zorunda kalacağız. Heyderbaba’ya Selam şiirinin dil bilgisel incelemesi çalışma konumuz olması nedeniyle yukarıda kısaca bazı şeylere değinmiş bulunmaktayız. Bunlara ek olarak Heyderbaba’ya Selam şiiri neden dünyaca bir üne layık görüldü, neden her geçen gün okuyanlarda büyük bir heyecan uyandırmakta, neden ezberlerden düşmemekte gibi soruların cevaplarını çalışmamıza önemli katkı sunacağından dolayı aşağıda belirtme gereği duyduk. Yukarıdaki sorulara ayrıntılı ve tatmin edici cevapları sunan Yusuf Gedikli, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri adlı eserinin 119, 120, 121 ve 122. sayfalarında cevaplardan oluşan yedi maddeyi Heyderbaba’ ya Selam Neden Bu Kadar Sevilip Tutuldu? sorusu altında toplamıştır. Bu cevapları Yusuf Gedikli’ nin kitabından aynen aktarmak yerine aynı düşünceleri paylaşarak farklı yorumlar ile kısaca şöyle aktarabiliriz:

1.    İran’da 1925 yılında yönetimi gasp eden Fars asıllı Pehlevi hanedanının Türkçe konuşma ve yazmayı yasaklaması halkın ana dilinde rahatça yazmasını ve söz söylemesini güçleştirmiştir. Bu güçleşen durumda Türkçe eserlerin ortaya çıkması halkta büyük bir yankı bulmuştur. Bunun en önemli nedeni insanların kendi dillerinde yazılıp söylenen eserlere özlemdir. En önemli kültür aktarıcısı öz dilinde yazılıp söylenenler her zaman o insan üzerinde başka dillerde yazılan ve söylenenlere göre daha tesirli olmuştur. Kendisinin devamı için insanların Hederbaba’ ya Selam’a sarılması ve bu şiiri ezberlerden düşürmemesindeki en önemli etken bu şiirde kendinden izler bulmasıdır.

2.    Kendi topraklarının dışında sanayi kuruluşlarının kurulması ve sanayi araç gereçlerinin tarım toplumunun yaşam alanı olan vatanlarında yaygınlaşması insan iş gücüne ihtiyacı azaltmıştır. Bu neden ile insanlar zamanla vatanlarından göç etmiştir. Göç edip yerleştikleri topraklarda garip kalan insanlar zamanla kendi kültürlerine yabancılaşmaya başlamıştır.

Çocukluk anılarının yaşandığı köy yaşamını geride bırakan bu insanlar her zaman mutlu olduğu o günlere özlem ile nefes alıp vermiştir. Bu nefes alış veriş kapıdan gelecek ziyaretçiyi bekleyen hasta bir insanın yatağında alıp verdiği bir nefes olarak nitelendirilebilir. Ziyaretçinin gelmesiyle sevinen hastanın sevinci aynı yukarıda belirttiğimiz kendilerinden uzakta kalanların böyle bir şiiri işitip okudukları anda hissettikleri sevinçle özdeştir.

3.    İnsanlar çocukluk yıllarında genellikle dertsiz tasasız bir yaşam sürer. Çocukluğunda aşık oynayan, ağaca tırmanan, çimenlerde kuzuların dalından koşan, kalakların bulunduğu bahçelerde gizlenpaç oynayan, kapı kapı dolaşarak baca baca payını toplayan insanın her anı kaygısız ve eğlenceli bir mutlulukla doludur. Bu mutlu anılar ile dolu evrensel çocukluk yaşamının anlatıldığı Heyderbaba’ ya Selam çocukluk günlerindeki mutluluğu tekrar yaşamak isteyenler için bir zaman makinesi özelliği taşımaktadır. Bunun yanında, mutlu anıların yaşandığı çocukluk yıllarının esintileri ile dolu Heyderbaba’ya Selam, okuyanlarda büyük bir haz uyandırmaktadır. Bu hazzı hissetmek isteyenlerin sarıldığı bu şiirin bu nedenlerden dolayı da insanlarda geniş bir teveccüh bulduğu söylenebilir.

4.    Şiirin sevilmesine katkı sunan en önemli özelliklerden biri de şiirin sanat yönünün çok güçlü olmasıdır. Vezin, ahenk, duygu, söz sanatları ve betimleyici unsurlar ile şair okuyanlarda tesirleri olacak bir eseri ortaya koymuştur. Şiirin çok sevilmesinde önemli paya sahip yukarıdaki unsurların bir arada iyi bir biçimde kullanılmasının Heyderbaba’ya Selam’ın sevilme nedenlerinden biri olduğu söylenebilir.

5.    Şekil ve vezin bakımından geleneğe bağlı bir eser olan Heyderbaba’ya Selam, kolayca anlaşılabilirlik özelliğini taşıması nedeniyle okuma yazma bilmeyen, sözlü anlatılar ile jkültür eserlerinden yararlanan halkta sevilen bir şiir karşılığını görmüştür.

6.    Şiirin insanlar nezdinde önemli bir yere sahip olmasının en büyük nedenlerinden biri de şiirin somut unsurları içinde barındırmasıdır. Dağ-taş, çeşme, çay, ay, tendir, kuş, koyun, inek, mektep, yıldırımlar ve diğer birçok somut unsur şiirde çokça kullanılmıştır. Betimlemeler ve söz sanatlarında karşımıza çıkan doğadaki somut varlıklar okuyucuda çok derin manalara inmeden şiiri anlama hissiyatı uyandırmaktadır. Bu hissiyatla okuyucuların şiiri sıkıcı değil mutlu edici olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Hayliyle mutlu olan insanlar Heyderbaba’ya Selam ile tekrar tekrar mutlu olmak isteyecektir.

7.    Bir diğer sebep de Şehriyâr’ın Farsça yazdığı şiirler ile ün kazanmış olmasıdır. En meşhur şairlerden birinin dilinden süzülen Heyderbaba’ya Selam, şairinin ününe ün katmakla kalmamış şairinin ünüyle de ünlenmiş bir şiirdir.

Sonuç olarak halkın ana diline ve kültürüne olan bağlılığı, insanın kaygısız çocukluk günlerine ve köyüne olan özlemleri, edebi-bedii değeri, okuryazar olmayanlarca da anlaşılabilirliliği, somutluluğu Heyderbaba’ya Selam şiirini yüzyılımızın en meşhur, en yaygın ve hakkında en çok söz edilen anıt-şiir haline getirmiştir.

HEYDERBABA’YA SELAM

1. BÖLÜM

1

Heyderbaba, ildırımlar şahanda

Seller, sular şakgıldayıp ahanda

Gızlar ona sef bağlayıp bahanda

Salam olsun şövketüze, elüze

Menim de bir adım gelsin dilüze.

2

Heyderbaba, kehliklerin uçanda

Kol dibinnen dovşan galhıp gaçanda

Bahçaların çiçeklenip açanda

Bizden de bir mümkün olsa yâd eyle

Açılmıyan ürekleri şad eyle.

3

Bayram yeli çardagları yı handa

Novruzgülü, garçiçeyi çıhanda

Ağ bulutlar köyneklerin sıhanda

Bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun

Derdlerimiz goy dikkelsin dağ olsun.

4

Heyderbaba, gün dalıvı dağlasın

Üzün gülsün, bulagların ağlasın

Uşagların bir deste gül bağlasın

Yel gelende ver getirsin bu yana

Belke menim yatmış behtim oyana.

5

Heyderbaba, senin üzün ağ olsun

Dörd bir yanın bulağ olsun, bağ olsun

Bizden sonra senin başın sağ olsun

Dünya gazov-geder, ölüm-itimdir

Dünya boyu oğulsuzdur, yetimdir.

6

Heyderbaba, yolum senden kec oldu

Ömrüm keçdi, gelemmedim, gec oldu

Heç bilmedim gözellerin nec’oldu

Bilmez idim döngeler var, dönüm var

İtginlik var, ayrılıg var, ölüm var.

7

Heyderbaba, igid emek itirmez

Ömür keçer, efsus bere bitirmez

Namerd olan ömrü başa yetirmez

Biz de vallah unutmarıg sizleri

Göremmesek helal edin bizleri.

 

8

Heyderbaba, Mir Ejder seslenende

Kend içine sesden-küyden düşende

Aşıg Rüstem sazın dillendirende

Yâdındadır, ne hövlesek gaçardım?

Guşlar tekin ganad çalıp uçardım.

9

Şengülava yurdu, aşıg alması

Gâh da gedip orda gonag galması

Daş atması, alma, heyva salması

Galıp şirin yuhu kimi yâdımda

Eser goyup ruhumda, her zadımda.

10

Heyderbaba, Gurugöl’ün gazları

Gediklerin sazag çalan sazları

Ket-kövşenin payızları, yazları

Bir sinema perdesidir gözümde

Tek oturup, seyr ederem özümde.

11

Heyderbaba, Garaçimen cadası

Çovuşların geler sesi-sedası

Kerbela’ya gedenlerin gadası

Düşsün bu ac yolsuzların gözüne

Temeddünün uydug yalan sözüne.

12

Heyderbaba, şeytan bizi azdırıp

Mehebbeti üreklerden gazdırıp

Gara günün sernövüştün yazdırıp

Salıp halgı birbirinin canına

Barışığı beleşdirip ganına.

13

Göz yaşına bahan olsa gan ahmaz

İnsan olan hencer beline tahmaz

Amma heyif kör tutduğun burahmaz

Behiştimiz cehennem olmagdadır

Zilhiccemiz meherrem olmagdadır.

14

Hezan yeli yarpagları tökende

Bulut dağdan yenip kende çökende

Şeyhülislam gözel sesin çekende

Nisgilli söz üreklere deyerdi

Ağaclar da Allah’a baş eyerdi.

15

Daşlıbulag, daş-gumunan dolmasın

Bahçaları saralmasın, solmasın

Ordan keçen atlı susuz olmasın

Deyne bulag, heyrin olsun, aharsan

 

Üfüğlere humar humar baharsan.

16

Heyderbaba, dağın-daşın seresi

Kehlik ohur, dalısında feresi

Guzuların ağı, bozu, ğeresı

Bir gedeydim dağ-dereler uzunu

Ohuyaydım: “Çoban ğeyter guzunu!”

17

Heyderbaba, Suluyer’in düzünde

Bulag ğeyner çay-çemenin gözünde

Bulağotu üzer suyun üzünde

Gözel guşlar ordan gelip keçerler

Helvetleyip bulagdan su içeller.

18

Biçin üstü sünbül biçen oraglar

Eyle bil ki, zülfü darar daraglar

Şikârçılar bildirçini soraglar

Biçinçiler ayranların içerler

Bir huşlanıp sondan durup biçeller.

19

Heyderbaba, kendin günü batanda

Uşagların şamın yeyip yatanda

Ay bulutdan çıhıp gaş-göz atanda

Bizden de bir sen onlara ğisse de

Gissemizde çohlu ğem ü-ğüsse de.

20

Garı nene gece nağıl deyende

Külek galhıp gap-bacanı döyende

Gurd keçinin Şengül’üsün yeyende

Men gayıdıp bir de uşag olaydım

Bir gül açıp ondan sonra solaydım.

21

Emmecanın bal bellesin yeyerdim

Sondan durup üs donumu geyerdim

Bahçalarda tiringeni deyerdim

Ay özümü o ezdiren günlerim

Ağac minip at gezdiren günlerim

22

Heçi hala çayda paltar yuvardı

Memmed Sadıg damlarını suvardı

Heç bilmezdik; dağdı, daşdı, duvardı

Her yan gelip şıllag atıp aşardıg

Allah ne hoş, ğemsiz ğemsiz yaşardıg.

23

Şeyhülislam münacatı deyerdi

Meşed Rahim lebbadeni geyerdi

Meşdeceli bozbaşları yeyerdi

 

Biz hoş udug, heyrat olsun, toy olsun

Ferg elemez, her nolacag, goy olsun.

24

Melik Niyaz verendilin salardı

Atın çapıp gıygacıdan çalardı

Gırgı tekin gedik başın alardı

Dolayıya gızlar açıp pencere

Pencerelerde ne gözel menzere

25

Heyderbaba, kendin toyun tutanda

Gız-gelinler hena, pilte satanda

Bey geline damdan alma atanda

Menim de o gızlarında gözüm var

Aşıgların sazlarında sözüm var.

26

Heyderbaba, bulagların yarpızı

Bostanların gülbeseri, garpızı

Çerçilerin ağ nabatı, sakgızı

İndi de var damağımda dad verer

İtgin geden günlerimden yâd verer.

27

Bayram ıdı, gece guşu ohurdu

Adaglı gız bey corabın tohurdu

Her kes şalın bir bacadan sohurdu

Ay ne gözel gaydadır şal sallamag

Bey şalına bayramlığın bağlamag.

28

Şal istedim men de evde ağladım

Bir şal alıp tez belime bağladım

Gulamgile gaşdım şalı salladım

Fatma hala mene corab bağladı

Han nenemi yada salıb ağladı.

29

Heyderbaba, Mirzemmed’in bahçası

Bahçaların turşa, şirin alçası

Gelinlerin düzmeleri, tahçası

Hey düzülür gözlerimin refinde

Heyme vurar hatireler sefinde.

30

Bayram olup gızıl palçıg ezerler

Nakgış vurup, otagları bezerler

Tahçalara düzmeleri düzerler

Gız-gelinin fındıgcası, henası

Heveslener anası, gaynanası.

31

Bakiçinin sözü-sovu, kâğızı

İneklerin bulaması, ağızı,

 

Çerşenbenin girdekânı, mövizi

Gızlar deyer “Atıl-matıl çerşenbe,

Ayna tekin behtim açıl çerşenbe.”

32

Yumurtanı göyçek güllü boyardıg

Çakgışdırıp sınanların soyardıg

Oynamagdan birce meğer doyardıg?

Eli mene yaşıl aşıg vererdi

İrza mene novruzgülü dererdi.

33

Novruz Eli hermende vel sürerdi

Gâhdan yenip küleşlerin kürerdi

Dağdan da bir çoban iti hürerdi

Onda gördün ulag ayag sahladı

Dağa bahıp gulagların şahladı.

34

Ahşam başı nahır ılan gelende

Godugları çekip vurardıg bende

Nahır keçip gedip yetende kende

Heyvanları çılpag minip govardıg

Söz çıhsaydı sine gerip sovardıg.

35

Yaz gecesi çayda sular şarıldar

Daş-gayalar selde aşıp harıldar

Garanlıgda gurdun gözü parıldar

İtler, gördün, gurdu seçip ulaşdı

Gurd da gördün, galhıb gedikden aşdı.

36

Gış gecesi tövlelerin otağı

Ketlilerin oturağı, yatağı

Buharıda yanar odun yanağı

Şebçeresi, girdekânı, iydesi

Kende basar gülüp-danışmag sesi.

37

Şüca haloğlunun Baki sövğeti

Damda guran samavarı, söhbeti

Yâdımdadır, şesli ğeddi-gameti

Cünemmegin toyu döndü yas oldu

Nenegız’ın beht aynası kâs oldu.

38

Heyderbaba, Nenegız’ın gözleri

Rehşende’nin şirin şirin sözleri

Türki dedim, ohusunlar özleri

Bilsinler ki adam geder ad galar

Yahşı-pisden ağızda bir dad galar.

 

39

Yaz gabağı gün güneyi döyende

Kend uşağı gar güllesin sevende

Kürekçiler dağda kürek züvende

Menim ruhum eyle bilin ordadır

Kehlik kimi batıp galıp, gardadır.

40

Garı nene uzadanda işini

Gün bulutda eyirerdi teşini

Gurd gocalıp çekdirende dişini

Sürü galhıp dolayıdan aşardı

Baydaların sütü aşıp daşardı.

41

Hecce Sultan emme dişin gısardı

Molla Bağır emoğlu tez mısardı

Tendir yanıp tüssü övü basardı

Çaydanımız ersin üste gaynardı

Govurgamız sac içinde oynardı.

42

Bostan pozup getirirdik aşağı

Doldururdug övde tahta-tabağı

Tendirlerde pişirirdik gabağı

Özün yeyip tohumların çırtdardıg

Çoh yemekden lap az gala çatdardıg.

43

Verziğan’dan armut satan gelende

Uşagların sesi düşerdi kende

Biz de bu yandan eşidip bilende

Şıllag atıp bir gışgırıg salardıg

Buğda verip armutlardan alardıg.

44

Mirze Tağı’ynan gece getdik çaya

Men bahıram selde boğulmuş aya

Birden işıg düşdü o tay bahçaya

“Ey vay!” dedik “gurddur”, gayıtdıg gaçdıg

Heç bilmedik ne vaht küllükden aşdıg.

45

Heyderbaba, ağaçların ucaldı,

Amma heyif, cavanların gocaldı,

Tohluların arıglayıp acaldı,

Kölge döndü, gün batdı, gaş ğereldi,

Gurdun gözü garanlıgda bereldi.

46

Eşitmişem yanır Allah çırağı,

Dayir olup mescidizin bulağı,

Rahat olup kendin evi, uşağı,

 

Mensur Hanın eli-golu var olsun!

Harda galsa Allah ona yar olsun.

47

Heyderbaba, Mol’ İbrahim var, ya yoh?

Mekteb açar, ohur uşaglar, ya yoh?

Hermen üstü mektebi bağlar, ya yoh?

Menden ahunda yetirersen salam

Edebli bir salam-ı mâ lâ-kelâm.

48

Hecce Sultan emme gedib Tebriz’e

Amma ne Tebriz ki gelemmir bize

Balam, durun ğoyah gedeh evimize,

Ağa öldü, tufağımız dağıldı,

Goyun olan yâd gedüben sağıldı.

49

Heyderbaba, dünya yalan dünyadı,

Süleyman’nan, Nuh’dan galan dünyadı,

Oğul doğan, derde salan dünyadı,

Her kimseye her ne verip, alupdı,

Eflatun’dan bir guru ad galupdı.

50

Heyderbaba, yâr u yoldaş döndüler,

Bir bir meni çölde goyup, çöndüler,

Çeşmelerim, çırahlarım söndüler,

Yaman yerde gün döndi, ahşam oldu,

Dünya mene herâbe-i Şam oldu.

51

Emoğluynan geden gece Gıpçağ’a,

Ay ki, çıhdı, atlar geldi oynağa,

Dırmaşırdıg, dağdan aşırdıg dağa,

Meşmemi Han göy atını oynatdı,

Tüfengini aşırdı, şakgıldatdı.

52

Heyderbaba, Garagöl’ün deresi,

Hoşginab’ın yolu, bendi, beresi,

Orda düşer çil kehliyin feresi,

Ordan keçer yurdumuzun özüne,

Biz de keçek yurdumuzun sözüne.

53

Hoşginab’ı yaman güne kim salıb?

Seyyidlerden kim gırılıb, kim galıb?

Amir Gaffar dam-daşını kim alıb?

Bulag gene gelib gölü doldurur,

Ya guruyub, bahçaları soldurur?

54

Amir Gaffar seyyidlerin tacıydı,

Şahlar şikâr etmesi gıygacıydı,

 

Merde şirin, namerde çoh acıydı,

Mezlumların hakgı üste eserdi,

Zalimleri gılış tekin keserdi.

55

Mir Mustafa dayı, uca boy baba,

Heykelli-sakgallı Tolstoy baba,

Eylerdi yas meclisini toy, baba

Hoşginab’ın abırlısı, erdemi,

Mescidlerin, meclislerin görkemi.

56

Mecdüssadat gülerdi bağlar kimi,

Gûruldardı, bulutlu dağlar kimi,

Söz ağzında erirdi yağlar kimi,

Alnı açıg, yahşı, derin ganardı,

Yaşıl gözler çırag kimi yanardı.

57

Menim atam süfreli bir kişiydi,

El elinden tutmag onun işiydi,

Gözellerin ahire galmışıydı,

Ondan sora dönergeler dönüpler,

Mehebbetin çıragları sönüpler.

58

Mir Saleh’in delisovlug etmesi,

Mir Eziz’in şirin şahsey getmesi,

Mir Memmed’in gurulması, bitmesi,

İndi desek ehvalatdı, nağıldı,

Keçdi, getdi, itdi, batdı, dağıldı.

59

Mir Ebdül’ün aynada gaş yahması,

Cövcülerinden gaşının ahması,

Boylanması, dam-duvardan bahması,

Şah Abbas’ın dürbünü, yadeş beheyr!

Hoşginab’ın hoş günü, yadeş beheyr!

60

Sitar emme nezikleri yapardı

Mir Gadir de herden birin gapardı,

Gapıp yeyip dayça tekin çapardı,

Gülmeliydi onun nezik gappası,

Emmemin de ersininin şappası.

61

Heyderbaba, Amir Heyder neyniyür?

Yeğin gene samavarı ğeyniyür,

Day gocalıp, alt engiynen çeyniyür,

Gulah batıp, gözü girip yaşına,

Yazıg Emme hava gelip başına.

 

62

Hanım Emme Mir Ebdül’ün sözünü,

Eşidende eyer ağzı-gözünü,

Melkâmıda verer onun özünü,

Davaların şuhluğulan gatallar,

Eti yeyip başı atıp yatallar.

63

Fizze Hanım Hoşginab’ın gülüydü,

Amir Yahya emgızının guluydu,

Rühsare artist idi, sevgiliydi,

Seyyid Hüseyn Mir Saleh’i yansılar,

Amir Cefer geyretlidir, gan salar.

64

Seher tezden nahırçılar gelerdi,

Goyun-guzu dam-bacada melerdi,

Emmecan’ım körpelerin belerdi,

Tendirlerin gavzanardı tüssüsü,

Çöreklerin gözel iyi, issisi.

65

Göyerçinler deste galhıp uçallar,

Gün saçanda gızıl perde açallar,

Gızıl perde açıp, yığıp gaçallar,

Gün ucalıp, artar dağın celâlı,

Tebiet'in cavanlanar cemalı.

66

Heyderbaba, garlı dağlar aşanda,

Gece kervan yolun azıp çaşanda,

Men hardasam, Tehran’da, ya Kâşan’da,

Uzaglardan gözüm seçer onları,

Hıyal gelip, aşıp keçer onları.

67

Bir çıhaydım Damgaya’nın daşına,

Bir bahaydım geçmişine, yaşına,

Bir göreydim neler gelib başına,

Men de onun garlarıylan ağlardım,

Gış donduran ürekleri dağlardım.

68

Heyderbaba, gül-gonçesi hendandır

Amma heyif, ürek gezası gandır,

Zindegânlıg, bir garanlıg zindandır,

Bu zindanın deriçesin açan yoh,

Bu darlıgdan bir gurtulub gaçan yoh.

69

Heyderbaba, göyler bütün dumandı,

Günlerimiz birbirinden yamandı,

Birbirizden ayrılmayın, amandı,

Yahşılığı elimizden alıplar,

 

Yahşı bizi yaman güne salıplar.

70

Bir soruşun bu gargınmış felekden,

Ne istiyir bu gurduğu kelekden

Deyne, geçirt ulduzları elekden,

Goy tökülsün, bu yer yüzü dağılsın,

Bu şeytanlıh gurgusu bir yığılsın.

71

Bir uçaydım bu çırpınan yelinen,

Bağlaşaydım dağdan aşan selinen,

Ağlaşaydım uzag düşen elinen,

Bir göreydim ayrılığı kim saldı?

Ölkemizde kim gırıldı, kim galdı?

72

Men senin tek dağa saldım nefesi,

Sen de geyter, göylere sal bu sesi,

Bayguşun da dar olmasın gefesi,

Burda bir şir darda galıb, bağırır,

Mürüvvetsiz insanları çağırır.

73

Heyderbaba, geyret ganın gaynarken,

Garaguşlar senden gopup galharken,

O sıldırım daşlarınnan oynarken,

Govzan, menim himmetimi orda gör,

Ordan eyil, gâmetimi darda gör.

74

Heyderbaba, gece durna geçende,

Köroğlu’nun gözü gara seçende,

Gırat’ını minip, kesip-biçende,

Men de burdan tez metlebe çatmaram,

Eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.

75

Heyderbaba, merd oğullar doğginan,

Namerdlerin burunların ovginan,

Gediklerde gurdları dut boğginan,

Goy guzular ayın-şayın otlasın,

Goyunların guyrugların gatlasın.

76

Heyderbaba, senin göylün şad olsun,

Dünya varken ağzın dolu dad olsun,

Senden keçen tanış olsun, yad olsun,

Deyne menim şair oğlum Şehriyâr,

Bir ömürdür gem üstüne gem galar.

 

2. BÖLÜM

1

Heyderbaba, geldim seni yohlıyam,

Bir de yatam, gucağında yuhlıyam,

Ömrü govam, belke bunda hahlıyam,

Uşahlığa deyem, bize gelsin bir,

Aydın günler ağlar yüze gülsün bir.

2

Heyderbaba, çekdin meni getirdin,

Yurdumuza yuvamıza yetirdin,

Yusufuvu uşag iken itirdin,

Goca Ye'gub, itmişsem de tapıpsan,

Govalayıp gurd ağzından gapıpsan.

3

Gedenlerin yeri burda görünür,

Hanım Nene’m ağ kefenin bürünür,

Dalımcadır, hara gedem sürünür

Bala geldin? Niye bele gej geldin?

Sebrim sennen güleşdi, sen güj geldin.

4

Men gördüyüm kârvan çatıp köçüpdü,

Ayrılığın şerbetini içipdü,

Ömrümüzün köçü burdan keçüpdi,

Geçib gedip geder -gelmez yollara,

Tozu gonub bu daşlara, kollara.

5

Burda şirin hâtireler yatıplar,

Daşlarılan başı - başa çatıblar,

Aşnalığın daşın bizden atıplar,

Men bahanda gavzanıllar, bahıllar,

Bir de yatıp yandırıllar, yahıllar.

6

Gebilemiz burda gurub ocağı,

İndi olmuş gurd-guşların yatağı,

Gün batanda, söner bütün çırağı,

Ve beldetin leyse lehâ enîsu

İlle’l-ye’âfîre ve ille’l-îsu.

7

Zaman geçir, üfüğlerde toz galır,

Kârvan kimi uzaglarda toz salır,

Duman gelir, ürekleri çulgayır,

Ürek deyir: ‘‘Zaman, geçme, aman dur

Geçenlerde gözüm var, bir dayan, dur. ’’

8

Rüzigârın deyirmanı fırlanır,

Mehlug onun dişlerine tullanır,

Bah ki, beşer gene nece allanır,

 

Hemişelik şadlıh umur özüne,

Gebri görür, toz gondurmur üzüne.

9

Köhnelerin sür-sümüyü dartılup,

Gurtulanın çul - çuhası yırtılup,

Moll’ İbrahim lap eriyip, guryup

Şeyhülislam sehman galıp, gıbragdı,

Novruz Eli gaçag geçip, goçahdı.

10

Ahılların yetmiş kefen çürüdüp,

Cahılları dünya gemi kiridüp,

Gız-gelinler et-canları eridüp,

Rehşende’nin neve tutur elini,

Nenegız’ın kürekeni, gelini.

11

Çoh şükrü var, gene gelduh, görüşduh,

İtenlerden, bitenlerden soruşduh,

Küsmüşduh da Allah goysa, barışduh,

Bir de görüş gismet ola, olmıya,

Ömürlerde fürset ola, olmıya.

12

Burda hıyal meydanları genişdi,

Dağlar-daşlar bütün menle tanışdı,

Görcek meni Heyderbaba danışdı:

Bu ne sesdür, sen âleme salıpsan,

Gel bir görek özün harda galıpsan?

13

Kecâveyle bu çaydan çoh geçmişik,

Bu çeşmelerden serin sular içmişik,

Bu yoncalıhlarda kesip biçmişik,

Çepişleri gıdıhlıyan günlerim,

Çepiş kimi oynahlıyan günlerim.

14

Bu hermende ''aradan hır'' oynardıh,

Cumalaşıp garışga tek gaynardıh,

Yavaş yavaş bahçalara ağnardıh,

Ağaşlardan çeling ağac keserdik,

Goruhçunun gorhusundan eserdik.

15

Bu tövlede sarı inek doğardı,

Hanım Nenem inekleri sağardı,

Ana iysi dam-duvardan yağardı,

Men buzovu gucahlardım, gaşmasın,

Deyerdi: ‘‘Bah, bayda dolup, daşmasın.’’

16

Bu damlarda çohlu cızıg atmışam,

Uşahların aşıgların utmuşam,

 

Gurguşunlu sakga alıp satmışam,

Uşag nece heç zadınan şad olar?

İndi bizim gemi tutmur dünyalar.

17

Mekteb galır, uşaglar ders alıllar,

Hey yazıllar, hey pozullar, yalıllar,

Moll’ İbrahim özü, evi galıllar,

Amma bizim yoldaşlardan galan yoh,

Bunlardan bir bizi yâda salan yoh.

18

Bir vahtında bu mekteb pergâr idi

Bir Müseyyib, bir Memdesen var idi,

Biri helfe, biri verzişkâr idi,

Ahud bizle oynamağa gederdi,

Özü bize oynamag örgederdi.

19

Dedim balam, o Memdesen nolupdu?

Me'lum oldu tifil cevan ölübdü

Ne var, ne var, burnunnan gan gelüpdü,

Bir yel esir, bahırsan Memdesen yoh,

Bu ketde bir burun ganı kesen yoh.

20

Dedim, deyin Müseyyib’e ne geldi?

Gulam gördüm, ağlar göz ile güldü,

Dedi: O da bahalıg düşdü, öldü,

Dedim, yazıh bizle hasıl bölenler,

Bitmeyende aclarınnan ölenler.

21

Bu mektebde, şe'rin şehdin dadmışam,

Ahundun ağzından gapıp, udmuşam,

Gâhdan da bir ahundu aldadmışam,

Başım ağrır deyip, gaçıp getmişem,

Bahçalarda gedip gözden itmişem.

22

Azad olanda mektebden çıhardıg,

Hücum verip birbirin sıhardıg,

Yolda her ne geldi, vurup yıhardıg,

Uşag deme, ipin gırmış dana de,

Bir dana da deme, elli dana de.

23

Melik Niyaz, itgin gedip yoh olup,

Emir Aslan, sekte ile yıhılup,

Here gaçıp bir derede sıhılup,

Çörek gemi çıhıp halgın ayına,

Herkes galıp öz canının hayına.

 

24

Ketli yazıh çırah tapmır yandıra,

Görüm sizin bergiz galsın andıra,

Kim bu sözü erbablara gandıra,

Nedir ahır bu milletin günahı?

Dutsun sizi görüm mezlumlar ahı.

25

Her ne alır, baha verir giymeti,

Ucuz feget ekinçinin zehmeti,

Bitenden artıg biçenin ücreti,

Kend uşağı gedir yolda işliye,

Orda belke gendi tapıp, dişliye.

26

Ketli gelin kimi dünyanı bezer,

Öz övreti yamag yamağa düzer,

İyne bezer halgı, özü lüt gezer,

İndi de var çarşabları albagdı,

Uşagların gıc-paçası çılpahdı.

27

Bu bahçada aş teresi ekerdik,

Hey su açıp kerdiye göz tikerdik,

Çıhmah hemin derip, aşa tökerdik,

Fıngılışlar gaşıhlardan aslanır,

Yağlı desem, guru ağzın ıslanır.

28

Bu döşlerde, guzuları yayardıg

Ahmasınlar ulduz tekin, sayardıg,

Guşgovanı çekip daşa dayardıg,

Guşgovan da ele bil ki, gabandı

Gurd uzagdan deyir bes ki, çobandı.

29

Hanım Nenem nahoş olan il idi,

Gış var iken külek idi, yel idi,

Gış da çıhdı, yağış idi, sel idi,

Yük-yapını hey çatırduh ki, gedah,

Sel çımhırıp, mecbur iduh gayıdah.

30

Neysan düşdü, biz de düşdüh yağışa,

Kim bacara seller ile boğuşa?

Hey deyirdik belke yağış yığışa,

Balakişi faytonçumuz gelmişdi,

İmamiyye gehvesinde galmışdı.

31

Bu zemide gedip, gözden iterdik,

Tongal gurup, sütülleri üterdik,

Deyip gülmek muradına yeterdik,

 

El de gülsün, muradına yetişsin,

Yüreklerin yaraları bitişsin.

32

Halvarçılar burda halvar daşırdı,

Bu küllükden ulaglar dırmaşırdı,

Seller kimi, ne'met aşıp daşırdı,

Her iş deyeydin her kime, görerdi,

Can dermanı istiyeydin vererdi.

33

İndi beşer ac gurd tekin uduhup,

Çömbelenti göz gıcırdıp duruhup,

Bahıllar ki, görsünler kim sınıhup,

Tökülsünler onun leşin yırtsınlar,

Here bir diş ensesinden gırtsınlar.

34

Heyderbaba, sende defineler var,

Dağlar vedi’esi hezineler var,

Amma sene benzer de sineler var,

Bu sineler dağlar ile danuşur,

Dağlar kimi göyler ile gonuşur.

35

Gör hardan men sene saldım nefesi?

Dedim gaytar sal âleme bu sesi,

Sen de yahşı Simurg etdin megesi,

Sanki ganad verdin yele, nesime,

Her terefden ses verdiler sesime.

36

Heyderbaba, seni veten bilmişdim,

Veten deyip, baş götürüp gelmişdim,

Seni görüp göz yaşımı silmişdim,

Hâlbuki lap gemli gurbet sendeymiş,

Gara zindan, acı şerbet sendeymiş.

37

Kim galdı ki, bize buğun burmadı,

Atdan atdan bize kelek gurmadı,

Bir merd oğul bize havar durmadı,

Şeytanları gucaglayıp gezdiz siz,

İnsanları ayaglayıp, ezdiz siz.

38

Duvar ucaldı, gün bize düşmedi,

Zindan garaldı, göz gözü seşmedi,

Gündüz gözü menim lampam geşmedi,

Sel de basdı evmiz dolup göl oldu,

Çoh yazığın evi çönüp çöl oldu.

39

Evvel başı menden istigbal etdiz,

Sondan çönüp işimde ihlal etdiz,

 

Öz zennizce üstadı iğfal etdiz,

Eybi yohdur, geçer geder ömürdür,

Gış da çıhar, yüzü gara kömürdür.

40

Menim yolum mehebbet caddesiydi,

Son sözlerim Hakgın iradesiydi,

Mehebbetin risâlet ve'desiydi,

Yohsa mende bir kes ile ğerez yoh,

Siyâset adlı mende bir merez yoh.

41

Hag ne deyir? Küfre garşı getmeyiz,

Nurdan çıhıb, zülmet içre itmeyiz,

Fırıldağa fırfıra tek bitmeyiz,

Gördüz de ki, olmadı küfrün dibi,

Pul da verse, almağa tikmiş cibi.

42

Şeytan bizim ğiblemizi çönderip,

Allah deyen yoldan bizi dönderip,

İlanlı çeşmeye bizi gönderip,

Minnet goyur ki, arhıvız nehr olup,

Biz görürük sular bize zehr olup.

43

Heyderbaba, gileylihden ne çıhar?

Zülmün evin sebr ü tehemmül yıhar,

Derviş olan sebrin elin berk sıhar,

Gel gayıdag, çıhag Ağa Düzü’ne,

Geçek gene mehebbetin sözüne.

44

Deyne uşah birbiriyle saz olsun,

Belke bu gış bir de çönüp yaz olsun,

Çay çemenler ördek olsun, gaz olsun.

Biz de bahıp ferehlenip bir uçag,

Sınıg-salhag ganadları bir açag.

45

Bu bahçadan alçaları dererdik,

Gış adına çıhıp damda sererdik,

Hey de çıhıp yalannan çöndererdik,

Gış zumarın yayda yeyip doyardıg,

Bir küllü de minnet halga goyardıg.

46

Evler galır, ev sahibi yoh özü,

Ocahların ancah işıldır gözü,

Gedenlerin az çoh galıpdır sözü,

Bizden de bir söz galacah, ay aman!

Kimler bizden söz salacah, ay aman!

 

47

Bizden sonra kürsülerin tovunda,

Kendin nağıllarında, söz-sovunda,

Gar’nenenin çahmağında, govunda,

Heyderbaba özün gatar sözlere,

İçki kimi humar verer gözlere.

48

Aşıg deyer bir nazlı yar var imiş,

Eşginden odlanıp yanar var imiş,

Bir sazlı-sözlü Şehriyâr var imiş,

Odlar sönüp, onun odu sönmeyip,

Felek çönüp, onun çerhi çönmeyip.

49

Heyderbaba, alçahların köşg olsun,

Bizden sora galanlara eşg olsun,

Geçmişlerin, gelenlere meşg olsun,

Övladımız mezhebini danmasın,

Her içi boş sözlere aldanmasın.

 

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar