Newton’un Kehanetleri
Newton Gerçeğini A. ALTINDAL çıkardı
Girard'ın okunmamış çalışmasından dört yıl sonra hiç beklenmedik bir yayın
yapıldı. 1985'te, Newton'un İncil'in şifrelerini çözmek amacıyla yazdığı
notlardan oluşan, Prophecies of Daniel and the Apocalypse of St John adlı
kitabı, ilk baskısından tam 212 yıl sonra Faksimile lüks bir
baskıyla yayınlandı.[1]
Tarafımdan yönetilen ve Zurich'de faaliyet gösteren Modus Vivendi yayınevinin ilk kitabı olan Newton'un bu İncil
analizleri, değişik bir şekilde yayına sokulduğu ve Üniversite izinlerine
takılmadığı için çok ilgi gördü. Dünya basınında yer aldı. İngiliz Times
gazetesinden tutun NZZ'ne[2]
kadar birçok ciddi gazete ve dergide övgüler yayınlandı. Böylece Newton'un bu
hiç bilinmeyen yönü, yaklaşık 220 yıl sonra entelektüel dünyanın dikkatine
sunulmuş oldu. Bu yayınlarda ilginç bir övgü yer almıştı:
"Newton'un hiç bilinmeyen bu yönünü bize Aytun Altindal tanıttı. Bize
kendi kültür-tarihimizi tanıttığı için ona teşekkür borçluyuz."[3]
Newton'un fizikçi ve matematikçi olduğundan daha fazla Simyacı olduğunu
söylediğim için Türkiye'de 1980'lerden başlayarak hakkımda yapılmadık tezvirat
kalmadı. Nevzuhur delikanlıların ellerine kalem tutuşturup "Yaz oğlum,
Altindal'ın kitaplarıyla ilgili bir fantezi de basalım" diyen
yayın yönetmenlerinden tutun da. Turfanda Çengelköy Liberalleri'ne kadar
Mason-Fason çetesine mensup akademisyenler tarafından adım neredeyse komplo
teorisyenine çıkartıldı. Uçuk-kaçık kitaplar yazan,
sansasyon meraklısı bir adammışım gibi tanıtıldım! Oysa tarafımdan yayınlanan
bu kitap Newton üzerindeki Akademik Ambargoyu yıkmıştı;
Avrupa'da bu kitaptan sonra son 25 yıl içinde Newton'un Gizli İlimlerle olan
bağını inceleyen 144 kitap ve inceleme yayınlandı -ABD ve diğer ülkeler
hariçtir. Merleau Ponty’den Stephen Hawking'e kadar pek çok felsefeci ve
fizikçi, Newton'un Simyacılığı ile ilgili eserler verdiler. Bu bölümün sonuna
1985 sonrasından on kitaplık bir liste ekledim (dileyen bakar).
1989'da Oxford Üniversitesi, John Fauve, Raymond Flood, Michael Shortland
ve Robin Wilson yönetiminde 13 felsefeci ve fizikçiden Newton'un Gizli
İlimlerle olan bağlantısını inceleyen çalışmalar yapmalarını istedi ve bu
makaleler Let Newton Be adlı bir kitap halinde yayınlandı. Bu
kitapta yer alan Piyo Rattansi yazısında,
"Newton'un Alşimi ile olan derin bağlantısından söz etmek
Üniversiteler için yüz kızartıcı sayılıyordu, şimdi durum değişti. Newton'un
Antik Gizli Hikmet (Wisdom) bilgileriyle olan bağlantısı şaşırtıcı bir şekilde
aydınlığa çıktı," diye durumu özetledi.
Sir Isaac Newton'un kütüphanesinde 1752 kitap kayıtlıydı. Bunlardan 170'i
doğrudan doğruya Okült, Simya ve Hermetizm'le bağlantılıydı. Kadim Kutsal
Metinler ve bunlarla ilgili kitaplar da bir o kadardı. Newton'un kütüphanesindeki
sadece 369 kitap Bilim kategorisindeydi.(s.72-73)
Newton'un Simyacılarla ve Gizli İlimler ile yakın ilişkileri olduğu Kral'a
ihbar edilmiş ama Kral, 1504'te çıkartılan ve Simyacıların İdamla cezalandırmalarını öngören
yasayı görmezlikten gelerek onu idam ettireceğine kendi Darphanesi'nin başına
geçirterek çok yüklü bir maaşa bağlamıştır. Nedir ki, bu terfide 1540Tarda
VIII. Henry döneminde bizzat Kral Henry'nin ve sonra da kızı Kraliçe I.
Elizabeth'in Alşimistleri koruma politikası rol oynamış olabilir. Tarihçilere
göre, VIII. Henry Hazine'de altın kalmayınca -ve borç batağına batınca- kendi
zamanının ünlü Alşimistlerini kendi koyduğu yasağı çiğneyerek gizlice Saray'a
sokmuş ve onlardan Yeşil Aslanı (Altın) üretmelerini istemişti.
Bu işleri o dönemde Ripley adlı Alşimist yönetmişti. Onun kızı I. Elizabeth de
gelmiş geçmiş en ünlü Alşimistler'den sayılan John Dee'yi kendisine başdanışman
yapmıştı. Newton'u en çok etkilenmiş olan Okült ustalarından biri de John Dee
olmuştu.[4]
Belirtmek gerekir ki, Newton Darphane'nin başına atandığında İngiltere
Hazinesi'nde altın kalmamıştı ve onun döneminde İngiltere Hazinesi nasıl
olduysa birdenbire hem borçları ödedi hem de altın stoklarıyla ünlendi.
Newton, eldeki belgelere göre, ikinci yüzyıldan kalma bir Simya elyazma-sında
anlatılan ve Simyacılar tarafından Kleopatra kod adıyla bilinen
formülün şifrelerini çözmüştü ve arsenik kullanarak baz metalleri altına
dönüştürebiliyordu. Bu dönemde Kral gibi Newton da olağanüstü bir zenginlik
elde etmişti ki, bu da çok manidardır.
Newton'un doğumu sırasında İngiltere'de İç Savaş vardı ve hangi taraf
kazanırsa yenilenin tüm taraftarlarını kadın, çocuk, yaşlı dinlemeden
öldürüyordu. Newton'un ailesi İngiltere'de Katolikliği yeniden yerleştirmek
isteyen Kral Charles'a karşı Parlamentarizmi savunan taraftaydılar. Bereket
Newton'un doğum yerinin yakınındaki Edgehill'de Kral Charles durduruldu ve
Newton'un köyü de katliamdan kurtuldu.[5] Bu
nedenle Newton tüm yaşamı boyunca Katolik Kilisesi'ne şiddetle karşı çıkmıştı
ve bu Kilise'nin en Kutsal Dogması olan Teslis'i asla kabul
etmemişti. Bu Dogma'yı Kilise'nin insanları aldatıp, sömürmek amacıyla
koyduğunu her fırsatta söylemiş ve yazmıştı.
Newton başta İmparator Konstantin olmak üzere İS. 325'te İznik'te toplanan
I. Ekümenik Konsil'de alman kararların özgün Hıristiyanlığı ortadan kaldırdığı
yerine Kilise'nin vahşi siyasetini koyduğu bir gelişme olarak görmüştü. Bu
Konsil sırasında mahkûm edilen Arianus'u övmüş ve Newton'un çok ayrıntılı bir
biyografisini yazan Michael VVhite'in 1997'de yayınlanan kitabı, The Last
Sorcerer’da yazdığına göre, ömrü boyunca da bir Arianist
olarak yaşamıştı. Arian, söz konusu Konsil'de İsa'nın Tanrı tarafından üstün
erdemlerle ve bilgilerle donatılarak yeryüzünde insanları aydınlatması
amacıyla gönderdiği bir Üstün İnsan (Theios Aner) olarak
tanımlamıştı. Arianus'a göre İsa,
Tanrı'nın Oğlu değildi, Tanrı'nın oğlu olsa zaten Tanrı olamazdı. Oğlu olan bir
Tanrı varsa bir de Tanrı'nın Gelini olması gerekiyordu. İsa, Arianus'a göre TAM
bir insandı, acı çekmiş ve öldürülmüştü.[6]
Newton'un kendi inanç dünyasında Arianus'un çizdiği bu İsa portresi, kendi
karakterine de çok uyduğu için daima ön planda olmuştu.
İlginçtir ki, Newton da İsa Mesih de kendi misyonlarına -insanları
aydınlatma- otuzlu yaşlarında başlamışlardı. Buna göre Newton'un ünlü tezleri
ilk kez 33 yaşındayken 1675'te yayınlanmış ve dar ama etkili Cambridge
çevresinde çok tartışılmıştı. İsa da o yaşlarda ilk vaazlarını vermeye
başlamıştı; Newton da ilk ciddi akademik tartışmalarını aynı yaşta başlatmıştı
ve tıpkı İsa gibi o da bu yıllarda ilk Hayranlarını ve Taraftarlarını
edinmişti. Newton'un bu dönemi Ann'ı Mirabilis diye
bilinir.
Yukarıda saydığım ve saymadığım gerekçelerle Newton kendisini, tıpkı İsa
Mesih gibi, Astral bir güç tarafından yeryüzüne gönderildiği inancıyla
yaşamıştı. Hatta 23 yaşındayken çıktığı geziler sırasında tanıştığı kişilerden
öğrendiği Alşimi çalışmalarını gözlerden gizlemek için tüm Simyacılar gibi o da
kendisine bir Anagram [7] yapmıştı.
Newton'un seçtiği anagram Jeova Sanctus Unus idi. Bunun açılımı
ise Latince, Isaacus Newtonuus idi ve One Holy God (Bir
Kutsal Tanrı) anlamına geliyordu. Bu denli iddialı bir Anagram yazmak o güne
kadar hiçbir Alşimist tarafından yapılmamıştı.
Newton tüm yaşamı boyunca gizliliğe çok düşkün olmuştu. Bu nedenle hiçbir
zaman dost ve sırdaş edinme-mişti fakat yine de onun sırdaşı sayılabilecek iki
unsurdan söz edilebilir. Bunlardan birincisi Clavis adını verdiği
bir anı defteriydi. Newton aynı anda dokuz defter tutuyordu. Kimisine gözlem ve
deneylerini, kimisine harcamaların -ki kuruşu kuruşuna yazmıştı- kimisine de
Simya formüllerini yazıyordu. İşte Clavis de onun bu Sır
defterlerinden biriydi. Newton'un niçin bu adı seçtiği belki de onun
Simyacılık yanını en iyi gösteren delildir. Çünkü CLAVİS,[8] LATİNCE
ANAHTAR DEMEKTİ AMA SADECE SİMYACILARIN KULLANDIKLARI ÖZEL BİR
DEYİMDİ. 16. yüzyılda Müslüman Simyacılar İbn Hayyam ve Cabir'in eserleri
Latinceye çevrilmişti ve bu eserlerden Arapça İlm-i-Miftah (Anahtar/Şifreler
İlmi) diye söz edilmişti. Bu ilim gizliydi ve sayılar ve harflerle bağlantılı
şifreleri çözmekte kullanılıyordu.
Newton da sayıların ve harflerin sırlarıyla çok uğraşmıştı. Hatta İncil'de
yer alan sayıların ve harflerin şifrelerini çözerek dünyayı bekleyen olayların
bir kronolojisini çıkartmıştı. Buna göre;
1889'da Yahudilere, Filistin
topraklarına "Geri Dönün" çağrısı yapılacaktı.
Newton'un bu hesabı doğru çıktı.
Siyonistler 1889'da dünya Yahudilerinin Filistin'e geri dönmeleri
gerektiği çağrısını yaptılar.
Yine Newton'a göre 1948'de İsa Yeniden doğacaktı. Sembolik
anlamda bu da gerçekleşti, yaklaşık 2000 yıldır ölü olan İsrael Devleti
yeniden canlandırıldı/ kuruldu (Yahudi olan İsa böylece yeniden doğdu).
Newton, 2370 yılına kadar da Hıristiyanlığın tamamen ortadan kalkacağını
ve yerine bir Barış Dininin kurulacağını öngörmüştü!
Newton tarafından yazılan Danyal'ın kehanetlerini yorumladığı
kitabında da 666 ve 1453 gibi sayıların çok ilginç şekilde şifreler olduklarını
öne sürmüştü.
Newton'un sırdaşı sayılabilecek bir kişi vardı: Bu adam John Wickins'dir.
Tam 30 yıl boyunca Newton'un gizli Simya laboratuarını o düzenlemiş ve
korumuştu. 1677'de bu laboratuar yandığında Wickins orada değildi.
Newton'un biyografisini yazan tüm araştırmacılara göre Wickins çok esrarengiz bir adamdı. Belki de gizli bir örgütün
üyesiydi ve Newton'u hem koruyordu hem de ona sadakatle hizmet ediyordu.
Newton'un karşılaştığı tüm zorlukları hep bu adam çözümlemişti. Newton'un
ölümünden kısa bir süre önce Wickins kayboldu. Daha sonra da hiç bulunamadı.
Wickins'in oğlu babasının çok büyük sırlarla ortadan kaybolduğunu
ve ellerinde Newton’la ilgili hiçbir belge bulunmadığını söyledi.
Newton takıntıları ve belki de Batıl diye nitelendirilebilecek inançları
olan bir adamdı. Newton'da kırmızı rengine yönelik bir takıntı
vardı. Eski bir Alşimist'in Boya ve Renk üretimi için yazdığı gizli formülleri
çözerek elliye yakın değişik tonlarda Kırmızı, daha doğrusu Al (Crimson)
boya üretmişti. Newton bu Alşimist'ten öğrendiği renkler ayrımını 1704'te yayınlanan ünlü
kitabı Opticks'te bolca kullanmıştı.[9]
Batıl'a olan takıntısı ise mitolojik PAN ile bağlantılıdır. Newton bu insan
başlı at benzeri mitolojik Tanrı'nın gerçekte Simyacıların PİRİ olduğuna
inanıyordu.
Ölümünden sonra yapılan anıt mezarının üstüne kendi seçtiği birçok şifre
ile birlikte PAN'ın da konmasını istemişti. İlginçtir ki, bu anıt-mezarda
Newton'un Hıristiyan olduğunu Hıristiyan olduğunu gösteren hiçbir işaret yoktur. Mezar taşı Simya
formülleriyle süslenmiştir. (s.78-82)
Türkiye'deki kavram kargaşası, sanıyorum, dünyada hiçbir ülkede yoktur.
Türkiye'de hemen her konuda, her kavram üzerinde aklına gelen konuşur,
tartışır. Dünyanın en kalabalık ve çok-dilli ülkelerinden Hindistan ve Çin'de
bile bizde olduğu kadar kavram kargaşası yoktur. Türkiye'de birbirlerine
karıştırılarak kullanılan kavramlardan ikisi Yobaz ve Cahildir.
Bu iki kelime çokça bir ve aynı sayılarak kullanılır Türkiye'de.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki her Cahil (kişi) mutlaka Yobaz
olmak zorunda değildir. Yobaz eğitimli de olabilir. Cahil eğitilebilir
ama Yobaz eğitilemez. Yobaz eğitimli olduğu halde bilgisiz ama keskin
kanaatlere (opinions) sahiptir. Hemen her konuda bu kanaatlerini dışa vurmak
ihtiyacını duyar ve kendi bilgisizliğini çoğunlukla yanlış kullandığı kelimelerle
açıkladığını sanır.
Ünlü Shelley'i anarak söylersek;
Yobaz,
Malapropizm (kavramları bozma) yaparak görüşlerini haklı çıkartmaya çalışır.
Cahil böyle değildir. Bilim ve Bilgi'ye ulaşmak ister, başarır veya
başaramaz bu ayndır ama içinde öğrenmek ve kendisini geliştirmek arzusu ve
hevesi vardır.
Yobaz,
Cahillerdeki bu isteği ve hevesi bildiği için bunu kullanmanın yollarını arar
ve çoğunlukla da bulur ve Cahil'i kullanır.
Yobaz
Radikal'dir. Hiçbir karşı-görüşü, anlatımı ve veriyi dikkate almaz, kendi ezberini
tekrarlar durur.
Yobaz demagog
ve mitomandır. Söylediği yalanları gerçek sanır. Eleştirileri dinlemez ve eleştirenleri
eline geçirdiği ilk fırsatta en gaddar yollardan cezalandırarak kendisinin ne
denli büyük olduğunu göstermeye çalışır. Başarılı olabilirse kendi bilgisizliğini
yaygınlaştırabilir ve her tarihsel, toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve
dinsel gerçeği çarpıtmaya başlar. Sonra ne mi olur?
Yobaz eğer
devletin tepesine sıçrayabilmiş birisiyse vatanın parçalanmasına ve ulusun
dağılmasına neden olur. Düşman ülkeler daima böyle Yobazların rakip devletin
başına gelmesini sağlarlar. Böylelikle de rakip sayılan ve güçlü olan
bir ülke kısa bir süre içinde paramparça edilebilir. Tüm gücünü yitirir.
Yobaz ise
derhal kulvar değiştirir ve ülkesini yıkan ve insanlarını köleleştirenlerin
emrinde olduğunu beyan eder ve bu kez de onların adına onlardan fazla Yobazlık
etmeye başlar.
Ne var ki YOBAZLIK, SANILDIĞI GİBİ SADECE DİNCİLİĞE MAHSUS BİR OLGU
DEĞİLDİR. Din adamı olup da Yobazlıkla mücadele etmiş pek çok âlim vardır.
Yobazlığın Dincilikle paralel giden bir boyutu vardır bu da İDEOLOJİK YOBAZLIKtır. Her İdeolojinin
kendisine özgü bir terminolojisi vardır. İdeolojik Yobaz bu terminolojiyi
bilmez ama yerli yersiz kullanır, bunun sayesinde kendisine yer açmaya
çalışır. BU ANLAMDA HİTLER, STALİN, MAO, ENVER HOXA VE KİM İL SUNG ÖRNEK
İDEOLOJİK YOBAZLARDIR.[10]
İdeolojik Yobaz İndirgemeci'dir (Reductionist). Her olayı
aynı veri tabanına göre değerlendirir ve açıklar. Dogmatik ve saplantılıdır,
kendine göre Gerçeklik olarak kabul ettiği şablonları her konuya uygular.
Örneğin borular patlayıp da kentin suları kesilmişse bunu mutlaka Emperyalistler
yapmıştır çünkü Kuzey Kore'de üretilen boru patlamaz. Veya üçkâğıtçı borsacılar
bir araya gelerek New York Borsası'nı batırmışlarsa bu mutlaka Komünist
ajanların işidir, çünkü Kapitalistler üçkâğıtçılık yapmazlar.
Yobaz'ın bir
toplumda gelebileceği en üst düzey Psikopatik Diktatörlük'tür. Hiçbir
Cahil diktatör olamaz.
Yobazlığın bir
alt ve üst sınırı yoktur ama Cahil için her konu sınırdır.
Yobaz her fırsatta
yalanı ve kurnazlığı Aklın önüne koyar ve inandırabildiği herkesten kesin itaat
bekler. Cahil'in birilerini kitlesel olarak ikna edebilmesi çok zordur çünkü
ağzı laf yapamaz. Dinci
YOBAZ'IN
PANZEHİRİ SANILDIĞI GİBİ BİLİMSELLİK DEĞİL, İDEOLOJİK YOBAZLIK'TIR. Hitler de
Stalin de Enver Hoxa da İdeolojik Yobazlardı ve bunların ilk işi de rakip
olarak gördükleri Dinsel Kurumları kısıtlamak ve ortadan kaldırmak olmuştu.
Örneğin Stalin, Sovyetler Birliği'nde yaklaşık 59.000
kiliseyi kapatıp papazları ya Sibirya'ya sürgüne yollamış ya da topluca
öldürmüştü. Yobazlıkta alt ve üst sınır olmadığı için Arnavut Enver de tüm
camileri ve Bektaşi dergâhlarını kapattı ve Anayasa'ya 'Bu Devlet
Ateisttir/ diye bir madde koydurdu. Stalin bile bunu yapmamıştı. Sovyet
Anayasası'nda 'Bu Devlet Ateisttir/ diye bir madde yoktu, 'Devlet
Ateizm'e olanak sağlar/ diye yuvarlak bir ibare vardı.
Cahil ve Yobaz arasındaki sayılan ve sayılmayan bunca farklılığa rağmen
Yobaz ve Cahil daima aynı kulvarlarda koşarlar ve çok ilginçtir ki,
birbirlerinden çok etkilenirler.
Yobaz,
Cahil'in kısıtlı folklorik dilinde kerametler arar, Cahil ise ağzı çok laf
yapan bu adamın beklediği Kurtarıcı -Mesih- olduğunu sanır (örnek, Hitler).
Yobaz daima Cahiller'in sırtına binerek yükselir (örnek, Şeyh,
Şıh, Hocaefendi, Ağa vs). Cahil ise
ilginçtir ki, sırtındaki Yobaz'ı taşıdıkça kendisinin de önemli olduğunu sanır.
Şimdi Dinci Yobazlık ile İdeolojik Yobazlığın Bilim üzerindeki baskılarını
gösteren az bilinen iki örnek olayı aktaracağım:
Örgütlü Dinin (Katolik Kilisesi), Bilimsel Düşünce ve Vicdan Özgürlüğü'ne
ne denli tahammülsüz olduğunu gösteren bir örnekle, İdeolojik Yobazlığın
Bilim'e karşı beslediği kin ve nefreti gösteren bir örnek. Hiç kuşkusuz bu
örnekleri yüzlerce çoğaltmak mümkündür ama bu iki örnek konuyla ilgili yeterli
bilgilendirmeyi yapacaklardır kanısındayım.
Johannes Kepler, fiziği bir bilim olarak Tanrı'nın Âlemlerine uygulayan
bilim adamı olarak tanınmıştır. Onun geliştirdiği yöntemlerle o günlere değin
hareketsiz ve sabit oldukları varsayılan gezegenlerin ve yıldızların gerçekte
daimi bir hareket halinde olduklarını insanlık onun sayesinde öğrenmiştir.
Katolik Kilisesi ise Dünya'nın tüm Evren'in merkezinde, hareketsiz ve sabit
olarak durduğunu ve güneşin ve yıldızların dünyaya bağlı olarak oldukları yerde
çakılı bulunduklarını öne sürüyordu (Çünkü Tanrı İsa Mesih dünyaya inmişti vs).
Kilise'nin bu Dogması'na karşı çıkanları bekleyen akıbet yakılmaktı. Ama önce Danimarkalı Tycho Brahe, Kilise'nin bu görüşünü
sarsacak bazı dolaylı açıklamalar yaptı sonra Galile ve Kepler sonra da Spinoza
ve Newton yavaş yavaş bu yanlış bilgiyi silmeye başladılar. (s.110-113)
Kaynakça:
ALTINDAL Aytunç [Kitap]. - Bir Türk Casusunun Mektupları Batı'da
Seküler Düşüncenin Gelişimine Katkı İstanbul-Alfa Yay. 1. Basım: Aralık 2010.
[1] İlk baskısı 1733 tarihliydi ve sadece 100 adet basılmıştı. Kitap,
Mason Locaları için hazırlanmıştı. Nevvton sağlığında bu kitabım yayınlamak
istememişti. Ölümünden altı yıl sonra bir akrabası tarafından Limited Edition olarak
bastırıldı. Aynı dönemde tahrifli iki baskısı daha yapıldı.
[2] Neue
Züercher Zeitung gazetesi.
[3] Bu
satırları niçin yazdım? Amaç kendime çiçek atmak değil. 1980'li yıllarda
Türkiye nerelerdeydi ve Aydın-Akademisyen geçinen çevreler nelerle meşguldürler
bir düşünün, lütfen!
[4] Diğerleri;
Robert Fludd, Michael Maier, Paracelsus ve Tyanalı Apollonius.
[5] İncil'e
göre İsa da benzer bir ölüm tehdidinin gölgesinde dünyaya gelmişti.
[6] Bugünkü Ortodoks ve
Katolik İman maddesine göre Meryem,
Tanrı'nın annesi ve Baba Tanrı'nın
Eşi Theotokos'tur. Protestanlar içinse sıradan bir kadın, hatta fahişedir.
[7] Anagram, harflerdeki
sayısal değerler ve sıralamalar dikkate alınarak hazırlanır ve çok karmaşık
hesaplarla oluşturabilir.
[8] Günümüzde
bazı bitkisel ilaçlarda bu kelime kullanılıyor.
[9]Günümüzdeki boya ve kozmetik sanayisinin ilk öncüleri de
Simyacılardır, geçerken belirtmiş olayım.
[10]Şimdi Maocu gençler kızacaklar ama Kültür Devrimi yapıyorum
diye beyin cerrahlarını maden ocaklarına, pirinç köylüsünü de Bilim
Akademilerinin başına geçiren Mao, düpedüz İdeolojik Yobaz'dır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar