İslâm Hukukunda Iskât-ı Salât ve Devir
Kilitbahir 21 (Eylül / September
2022): 67-90 | DOI: 10.5281/zenodo.7058414
İslâm Hukukunda Iskât-ı
Salât ve Devir: Osmanlı Uygulaması Örneği
Reduce the Prayer Debt
and Turnover in Islamic Law: Ottoman Practice Example
Mehmet KOÇ[*] Öz
İslâm hukuk tarihinde tartışmalara sahne olduğu gibi günümüzde de
güncelliğini koruyan ve hâlen tartışmalara sebep olan konulardan birisi ıskât-ı
salât ve devir meselesidir. İslâm hukukunda ölen kişinin namaz borçları her
namaz için ayrı ayrı hesaplanır ve bunların fidyeleri fakirlere verilir. Namaz
borçlarının bu şekilde düşürülmesi işlemine ıskât-ı salât denilmektedir.
Iskât-ı salâtın caiz olduğundan bahseden ne bir ayet ne de bir hadis vardır.
Iskât-ı salâtın caiz olduğu yönündeki ilk görüş hicri ikinci asrın sonlarında,
Hanefîlerden İmam Muhammed’e aittir. O temenni (inşallah) ifadesini kullanarak
Allah’tan böyle bir şey talep edilebileceğini ifade etmektedir. Ona göre ölenin
namaz borcunun düşürülmesi oruç borcuna benzetilerek (temenni ifadesi ile)
mümkündür. Bir kısmı dışında Şâfiîlerin çoğunluğu, Mâlikîler ve Hanbelîler
ıskât-ı salâtın caiz olmadığı görüşündedirler. Hanefî âlimler tarafından namaz
borcu fazla olanların ödemeleri gereken aşırı fidye miktarını daha aza
düşürmenin bir çaresi (hile) bulunmuştur. Adı daha sonra devir olarak
isimlendirilen bu işleme hicri beşinci asırdan itibaren cevaz verilmektedir.
Devir, bir miktar paranın fakire fidye olarak verilmesi, fakirin bunu alıp
kabul ettikten sonra parayı tekrar verene iade etmesi, aynı paranın tekrar
fakire fidye olarak verilmesi ve bu işlemin fidye meblağına ulaşıncaya kadar
devam etmesidir. Bu çalışmada ıskât-ı salât ve devir konuları Osmanlı hukuku
özelinde ele alınacaktır. Çalışmada fetva mecmuaları, ıskât-ı salât risâleleri
ve mahkeme kararlarından istifade edilecektir. Osmanlı Devleti mahkemelerin
verdiği kararlarda hukuk birliğini sağlamak için Hanefî mezhebini resmi mezhep
olarak benimsemektedir. Çalışmanın amacı, ıskât-ı salât ve devir özelinde
Osmanlı hukukunda Hanefî mezhebinin görüşlerinin tatbik edilip edilmediğini ve
fidye miktarını düşürme işleminin İslâm hukuk tarihinin hangi döneminde devir
şeklinde isimlendirildiğini tespit etmeye yönelik olacaktır. Araştırmanın
neticesinde Osmanlı hukukunda ıskât-ı salât ve devir özelinde Hanefî mezhebinin
görüşlerinin mahkemelerde uygulandığını ve fidye miktarını düşürme işlemini
devir şeklinde isimlendirip kullanan ilk kişinin -hali hazırda eldeki mevcut
verilere göre- Osmanlı âlimlerinden Şihâbüddin es-Sivâsî (ö. 856/1456) olduğunu
söylemek mümkündür.
Anahtar Kelimler: İslâm Hukuku, Osmanlı Hukuku, Iskât-ı Salât,
Fetva, Mahkeme.
As it has been the scene of debates in the history of Islamic law,
one of the issues that is still up to date and still causes controversy is the
issue of reduce the prayer debt (ıskât-ı salât) and turnover (devir). In
Islamic law, the deceased person’s debts for prayers are calculated separately
for each prayer and their ransom is given to the poor. The process of reducing
the debts of prayers in this way is called ıskât-ı salât. There is neither a
verse nor a hadith mentioning the permissibility of ıskât-ı salât. The first
opinion that ıskât-ı salât is permissible belongs to Imam Muhammad, one of the
Hanafis, at the end of the second century of hijri. By using the expression
wish (hopefully), he states that such a thing can be demanded from Allah.
According to him, it is possible (with the expression of wish) to reduce the
prayer debt of the deceased by comparing it to the debt of fasting. Except for
some, the majority of Shafiis, Malikis and Hanbalis are of the opinion that
ıskât-ı salât is not permissible. A remedy (cheat) has been found by Hanafi
scholars to reduce the excessive amount of ransom payable by those who owe a
lot of prayer. The process, which was later named as the devir, has been
permissible since the fifth century of the hijri. The devir is the giving of
some money to the poor as a ransom, the poor accepting it, returning the money
to the giver, giving the same money back to the poor as a ransom, and this
process continues until the ransom amount is reached. In this study, the issues
of ıskât-ı salât and devir will be discussed in the Ottoman law. In the study,
fatwa journals, ıskât-ı salât treatises and court decisions will be used. The
Ottoman State adopts the Hanafi sect as the official sect in order to ensure
the unity of law in the decisions made by the courts. The aim of the study will
be to determine whether the views of the Hanafi sect were applied in Ottoman
law, in particular about ıskât-ı salât and the devir, and in which period of
Islamic law history the process of reducing the amount of ransom was called the
devir. As a result of the research, it can be said that the views of the Hanafi
sect were applied in the courts in Ottoman law in terms of ıskât-ı salât and
the devir, and that the first person to use the process of reducing the ransom
amount as devir-according to the currently available data- ıt is possible to
say he is Şihâbüddin es-Sivâsî (d. 856/1456).
Keywords: Islamic law, Ottoman law, Iskât-ı Salât, Fatwa, Court.
Kur’ân-ı
Kerîm’in birçok ayetinde[2]
ve Hz. Peygamber’in birçok hadislerinde[3] namazın farziyeti ve öneminden
bahsedilmektedir. Namaz sırf bedenî bir ibadet olduğu için bu ibadeti kişinin
bizzat kendisinin ifa etmesi gerekir. İslâm hukukunda hastalık ve yolculuk gibi
olağan dışı durumlarda bile namazın terkedilmesine izin verilmemekte ancak eda
edilmesi hususunda bazı ruhsatlar/kolaylıklar sağlanmaktadır.[4]
Bir başkasının yerine namaz kılmak câiz değildir.[5] Ancak kişinin
kılmadığı namazların ölümünden sonra her bir namazına karşılık fidye verilmesi
ile namaz sorumluluğunun düşüp düşmeyeceği konusunda ileride ayrıntısından
bahsedileceği üzere mezhepler arasında görüş farklılıkları vardır. Bu mesele
ile alakalı görüşler ıskât, fidye, hibe, vasiyet, hile-i şer‘iyye ve devir
terimleri kullanılarak ele alınmaktadır.
Iskât
kelimesi, sözlükte “düşmek” manasına gelen sukût masdarından türemiş olup
“düşürmek, atmak, izâle etmek”[6]
anlamlarına gelir. Istılah olarak ise bir hak veya sorumluluğu düşürmeyi ifade
eder.[7]
Fıkıh ıstılahında ise ıskât kelimesi diğer kullanım alanlarının yanı sıra daha
ziyade, anne karnındaki ceninin düşürülmesi anlamına gelen “ıskât-ı cenin” ile
bir kimsenin sağlığında ifa edemediği namaz ve oruç ibadetleriyle alakalı
sorumluluğunun vefatından sonra fidye ödenerek düşürülmesi anlamında kullanılan
“ıskât-ı salât” ve “ıskât-ı savm” terimlerini ifade etmede kullanılmaktadır.[8]
Fidye
kelimesi sözlükte “bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen
bedel” anlamına gelir.[9]
Istılah olarak ise “düşmanın esaretinden kurtulmak için ödenen bedeli veya bazı
ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi
halinde ödenen dinî-malî yükümlülüğü” ifade eder.[10]
Hibe sözlükte
“karşılıksız vermek, bağışlamak” anlamına[11] gelir. Fıkıh ıstılahında ise
“(temlikü’l-ayn bilâ ivaz) bir malı herhangi bir karşılık olmaksızın başkasına
vermek onun mülkü haline (temlik) getirmek” anlamında kullanılmaktadır.[12]
Hibe akdinin rükünleri îcab ve kabuldür. Kabz (tesellüm) ile akid tamam olur.[13]
Îcab, bir tarafın “şu malımı sana hibe ettim” demesi, kabul ise diğer tarafın
îcaba olumlu cevap vererek “kabul ettim” demesidir.[14] Kabz, hibe konusu
malın hibe edilen kişinin mülkiyetine geçtiğini gösterir.[15] Kabul ifadesi olmasa da kabz
etme ile kabul yerine gelmiş olur.[16]
Vasiyet
sözlükte “bitiştirmek, bağlamak; önermek” anlamlarına gelmektedir.[17]
Fıkıh ıstılahında ise “bir şahsın, malını ölümü sonrasında gerçekleşmesi için
bir şahsa veya hayır yoluna teberru yoluyla temlik etmesini ifade eder.”[18]
Hile sözlükte
“çare, maharet, kurnazlık” gibi anlamlara gelir.[19] Fıkıh ıstılahında ise “bir
kimseyi istenen yönde bir irade beyanında bulundurmak için onda yanlış bir
kanaat uyandırarak veya mevcut bulunan hatalı fikrin devamını sağlayarak
yanıltmak” olarak ifade edilir.[20]
Hile-i şer‘iyye kelime olarak şer‘î/fıkhî çare, çıkış yolu anlamına gelir.
İslâm hukuku terimi olarak ise “meşru sonuçlara ulaştıran meşru araçlar”
anlamında kullanılmaktadır.[21]
Devir
kelimesi sözlükte, “döndürmek, çevirmek” anlamına gelmektedir.[22]
Istılah olarak ise “ıskât için ayrılan paranın yetmemesi durumunda, bir miktar
paranın fakire fidye olarak verilmesi, fakirin bunu alıp kabul ettikten sonra
tekrar parayı verene iade etmesi, aynı paranın tekrar fakire fidye olarak
verilmesi ve bu işlemin fidye meblağına ulaşıncaya kadar devam etmesi” anlamına
gelir.[23]
Bu çalışmada
ıskât-ı salât ve devir meseleleri İslâm hukukunun Osmanlı tatbikatı
çerçevesinde ele alınacaktır. Iskât-ı salât ve daha sonra adı devir
olarak isimlendirilen fidye miktarını düşürme işlemleri hakkında Hanefî mezhebi
ve diğer üç mezhebin görüşleri de dikkate alınarak kısaca bilgi verilecektir.
Çalışmanın amacı, ıskât-ı salât ve devir özelinde Osmanlı hukukunda Hanefî
mezhebinin görüşlerinin tatbik edilip edilmediğini ve fidye miktarını düşürme
işleminin İslâm hukuk tarihinin hangi döneminde devir şeklinde
isimlendirildiğini tespit etmeye yönelik olacaktır. Zikredilen amaca ulaşmak
için araştırmada veri kaynağı olarak Osmanlı’nın hem Klasik hem de Tanzimat
Dönemi’ne ait mahkeme defterleri, fetva mecmuaları ve ıskât-ı salâtla alakalı
risâleler ile ülkemizde Osmanlı arşivleri hususunda yapılan çalışmalar
kullanılacaktır.
Ülkemizde
İslâm hukuku açısından ıskât-ı salât ve devir konularının işlendiği bazı
çalışmalar bulunmaktadır.[24]
Ancak tespit edebildiğimiz kadarıyla Osmanlı fetva mecmuaları, ıskât-ı salât
risâleleri ve mahkeme kararlarından istifade edilerek ve spesifik olarak bu
konuda ele alınan bir çalışma mevcut değildir.
1.
İslâm Hukukunda
Iskât-ı Salât ve Devir
Doğrudan
ıskât-ı salâtın caiz olduğundan bahseden ne bir ayet ne bir hadis vardır ne de
sahabe, tâbiîn ve etbâu’t-tâbiîn devirlerinde bir uygulama vardır. Iskât-ı
salâtın caiz olduğu yönündeki ilk görüş hicri ikinci asır sonlarında
Hanefîlerden İmam Muhammed’e (ö. 189/805) aittir. Daha sonra adı devir olarak
isimlendirilen uygulamaya ise hicri beşinci asra kadar cevaz veren bir fakîh
bulunmamaktadır.[25]
Iskât-ı
salâtın caiz olduğu yönündeki görüşün temelinde oruç tutmaya güç
yetiremeyenlerin bunun yerine fidye ödemelerini emreden şu âyet yatmaktadır: “Oruç
sayılı günlerdir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler
sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu
fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi
fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız
sizin için daha hayırlıdır.”[26] Bu âyette geçen, “Oruca
gücü yetmeyenler” ifadesi ile bir sonraki ayetteki “içinizden kim bu aya
ulaşırsa onu oruçlu geçirsin”[27] şeklindeki emir
bildiren ayet beraberce ele alınarak, aşırı ihtiyarlık ve iyileşme ihtimalinin
bulunmadığı ağır/devamlı hastalık gerekçeleriyle oruç tutamayan kişilerin daha
sonra orucu kazâ yapmalarının da mümkün olmamasından dolayı onların
tutamadıkları gün sayısınca fidye ödemeleri gerektiği konusunda mezhepler
ittifak etmektedir.[28]
Hanefî usûlcüler, orucunu tutamayanın daha sonra onu kazâ etmesini aklın
kavrayacağı bir durum (ma‘kûlu’l-mana) olarak değerlendirirler. Çünkü
bedenî bir ibadetin kazâsı yine bedenî olarak yerine getirilmektedir. Kazâ etme
imkanı olmayanın fidye ödeyerek oruç sorumluluğundan kurtulmasını ise aklın
manasını idrak edemeyeceği (gayr-i ma‘kûlu’l-mana) bir durum olarak kabul
ederler. Çünkü bedenî ibadet yükümlülüğü bedenen değil maddî bedel/fidye
ödemeyle düşmektedir.[29]
Zikri geçen
iki grubun tutamadıkları oruçların fidyesini hayatta iken kendilerinin
ödemeleri veya fidyenin ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Vasiyet etmelerinin
akabinde geride bıraktıkları terekenin üçte birinin vasiyete yeterli olması
durumunda mirasçıların bu fidyeyi ödemeleri gerekir. Onların böyle bir vasiyeti
yoksa veya terekenin üçte biri vasiyeti karşılamak için yetersiz ise mirasçılar
kendi mallarından (teberru) bu fidyeyi ödeyebilirler.[30]
Aşırı
yaşlılık veya devamlı hastalık dışında kalan hastalık, yolculuk, hamilelik, süt
emzirme, ileri düzeydeki açlık ve meşakkat gibi durumlar ise fidye ödenmesini
caiz hale getirmez. Zikri geçen mazeret durumları ortadan kalkınca tutulamayan
oruçların kazâ edilmesi gerekir.[31]
Bazı fakîhler ise aşırı yaşlılık veya devamlı hastalık dışında zikri geçen
mazeretler sebebiyle oruçlarını tutamayıp kazâsını da yapamadan ölen kişilerin
mirasçılarının bu oruçların da fidyesini vermelerinin caiz olduğunu
düşünmektedirler.[32]
Bununla
beraber fidye yerine önceki görüşünde İmam Şâfiî (ö. 204/820) ve bazı Şâfiî
fakîhleri[33]
ise Hz. Peygamber’in, “Bir kimse öldüğünde üzerinde oruç borcu bulunuyorsa
velisi onun adına tutar” şeklindeki hadis-i şerifini[34] gerekçe göstererek ve hac
borcuyla ölen kişinin adına velisinin haccedebilmesine kıyas yaparak ölen
kişinin yakınlarının onun adına oruç tutabileceği kanaatindedirler.[35]
Sonraki görüşünde İmam Şâfiî ve fakîhlerin çoğunluğu, ölen kişi adına fidye
ödenmesini emreden hadisi[36]
ve hiç kimsenin bir başkası adına namaz kılamayacağını, oruç tutamayacağını
bildiren yukarıda zikri geçen hadisteki “yerine oruç tutma” ifadesiyle oruç
yerine geçecek şey ile fidye vermenin kastedildiğini, namaz ve oruç gibi
ibadetlerde kişi hayatta iken de ölümünden sonra da vekaletin geçersiz
olduğunu, bundan dolayı ölen adına yakınlarının veya üçüncü kişilerin oruç
tutmasının, namaz kılmasının caiz olmadığını söylerler.[37]
Ölen kişiler
adına her namaz için fidye verilerek namaz borcunun düşürülmesi (ıskât-ı salât)
ile alakalı İmam Muhammed dışındaki ilk Hanefî müctehidlerinin olumlu bir
görüşü bulunmamaktadır. İmam Muhammed’den sonraki Hanefî kaynaklarda onun, ez-Ziyâdât
isimli eserinde “Bir kimse namaz borcu için fidye verilmesini vasiyet etse
Allah dilerse (inşallah) yeterli olur” diyerek temenni şeklindeki beyanı
aktarılır.[38]
İmam Serahsî (ö. 483/1090) de ıskât-ı salâtı caiz görmekle beraber verilen
fidyenin namazı ıskât edeceği yönünde bir kesinlik olmadığını, yükümlülükten
kurtulmanın Allah’ın lütfuna bağlı olduğunu ifade etmektedir.[39]
İmam
Muhammed, ayrıca ölen kişinin ıskât-ı salât hakkında vasiyet etmemesi durumunda
mirasçılarının onun adına teberruan ıskât-ı salât yapmalarının yine temenni
ifadesi ile (inşallah) caiz olduğu kanaatindedir. Bu görüşünün kökeninde ise
İmam Muhammed’in “vasiyet etmese de ölenin oruç borcu için mirasçılarının fidye
ödemesi Allah dilerse yeterli olur” şeklindeki içtihadı yatmaktadır.[40]
Böylece İmam Muhammed’in, vasiyetsiz ıskât-ı salâtın caiz olması görüşünü,
vasiyetsiz oruç fidyesinin caiz olması görüşüne dayandırdığı varsayılmaktadır.[41]
Hanefî
fakîhlerin ıskât-ı salâtın cevazı yönünde görüş bildirmelerinin[42]
kökeninde namaz ve oruç borçlusu olarak ölen kişi açısından artık her iki
ibadetin de ifa edilemez olma durumu vardır. Oruç, fidye ödenerek
düşürülebiliyorsa ondan daha önemli olan namaz ibadetini de oruca katmanın
(ilhak) mümkün olmasının caiz olacağı ancak fidye vermenin namaz borcunu
düşürmesinin bir temenni olacağı ifade edilir.[43] Hanefî usûlcüler ıskât-ı
salâtın caiz olmasını usûlen gerekçelendirirlerken gayr-i ma‘kûlurl-mana
ifadesini kullanarak “tıpkı bedeni ibadet olan oruç yükümlülüğü fidye ile
düşüyorsa ondan daha önemli olan bedeni bir ibadet olan namaz da fidye ile
düşer” demektedirler.[44]
Ayrıca ıskât-ı salâtın ıskât-ı savma benzetilmesini “mezhebin meşâyihlerinin
istihsanı” olarak değerlendirmektedirler.[45]
Şâfiî
mezhebinde ağırlıklı görüş, namaz borcuyla ölen kişinin yakınlarının fidye
vererek o namazların ıskât edilmesinin caiz olmadığı yönündedir.[46]
Nevevî (ö. 676/1277) ve Sübkî (ö. 773/1372) gibi bazı Şâfiîler ise ıskât-ı
salâtın caiz olduğu görüşündedirler.[47] Mâlikî ve Hanbelîler ise fıkıh
kitaplarının ıskât-ı savm meselelerinin işlendiği bölümlerde sadece ıskât- ı
savmdan bahsetmektedirler. İlgili yerlerde -ıskât-ı salât caiz değildir-
şeklinde herhangi bir ifadeleri bulunmamaktadır. Bu fakîhlerin ıskât-ı salâttan
bahsetmemeleri, ıskât-ı savm ile ıskât-ı salât arasında herhangi bir kıyas
yapmamaları onların ıskât-ı salâta cevaz vermediklerine işaret etmektedir.[48]
Hanefî
kaynaklarda îfa edilmeyen kurban, adak, kefâret, zekât gibi malî ibadetlerin
mükellefin vasiyeti[49]
veya mirasçılar tarafından gönüllü bir şekilde ıskâtının caiz olduğu da ifade
edilir.[50]
Mezhepler
arasında görüş birliği olmayan ıskât-ı salât meselesi daha sonra “devir”
tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. “Iskât-ı savm ve ıskât-ı salât için
ödenen fidye miktarları doğal olarak zengin ve fakir arasında bir ayırıma yol
açmaktadır. Sadece malî gücü iyi olan aileler ve mirasçılar vefat eden
yakınlarının yüksek meblağlar tutan fidye borcunu ödeme imkânı bulmaktaydı. Bu
ayırımın yol açtığı sıkıntı, hicri IV. yüzyılın sonlarından itibaren “devir”
işleminin bulunması ve câiz görülmesiyle giderilmeye çalışıldı.”[51]
Her ne kadar “devir” adı zikredilmese de fidye miktarını düşürme işlemine dair
bilgiler Hanefî kaynaklarda şöyle geçmektedir. Abdulaziz el-Buhârî (ö.
730/1330) Keşfü’l-esrârfîşerhi Uşûli’l- Pezdevî, isimli eserinde meşhur
Hanefî âlimlerinden Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin (ö. 373/983) en-Nevâzil
isimli eserinden nakille onun bir fetvasında şöyle dediğini aktarmaktadır:
“Ölü, terekesinde ıskât için gerekli bir mal/para bırakmamışsa bir miktar
mal/para ödünç alınır, bir fakire -filan kişiye vekaleten bu meblağı onun şu kadar
namazının fidyesi olarak sana veriyorum- denilir ve ona verilir o da parayı
aldıktan sonra -bunu ona vekaleten sana bağışlıyorum- der, bu verme ve alma işi
ıskât bitinceye kadar devam eder.”[52] İleride açıklanacağı üzere
muhtemelen Osmanlı döneminde ilk defa adı “devir” olarak
isimlendirilen/terimleştirilen fidye miktarını düşürme işleminin Hanefî
kaynaklarda ilk defa yer alması bu şekildedir.
“Devir
işlemine fakîhlerin cevaz vermesi fakirlerin de bundan yararlanmasının önünün
açılması devir işleminin caiz görülmesinde önemli bir amil olmuştur. Bununla
birlikte ne kadar iyimser düşünülürse düşünülsün devir usûlünün -şekil yönüyle
hukuka uygunluğu tartışması bir yana- mahiyeti itibariyle bir aldatmacadan
ibaret olduğu, İslâm’ın ruhuna uygun düşmediği, bundan dolayı ilk ortaya
çıktığı dönemlerden itibaren İslâm âlimlerinin sert eleştirilerine ve bidat
nitelendirmelerine konu olduğu görülür.”[53]
2.
Osmanlı Hukukunda
Iskât-ı Salât ve Devir
Çalışmamızın
bu bölümünde Osmanlı hukukundaki ıskât-ı salât ve devir meseleleri üç alt
başlıkta ele alınacaktır. Öncelikle ıskât-ı salât ve devrin fetvalarda nasıl
yer bulduğuna değinilecektir. Daha sonra meselenin ıskât-ı salât risâlelerinde
nasıl işlendiğine yer verilecektir. Son olarak ıskât-ı salât ve devir ile
alakalı mahkeme kararları ele alınacaktır.
2.1
Fetvalarda Iskât-ı Salât ve Devir
Osmanlı
döneminde ıskât-ı salâtla alakalı verilen ilk fetvalar bizim ulaşabildiğimiz
kaynaklara göre Şeyhülislam Ebüssuûd Efendi (ö. 982/1574) dönemindedir.
Ebüssuûd Efendi’nin ilgili fetvası şöyledir: “Iskât-ı salâtın farz ve sünnet
olmadığını söyleyerek ıskât-ı salât uygulamasını inkâr eden kişinin dinden
çıkıp çıkmadığı” sorusuna şu şekilde cevap vermektedir: “o kişinin kafir
olmayacağı onun bu sözleri söylemesinin altında yatan gerekçenin ıskât-ı salât
akçesi/fidyesine ulaşmak için gayret gösteren/tamah eden kişilere kızgınlığı
olarak anlaşılmalıdır. Ne o kötü niyetli/tamahkâr kişiler ıskât-ı salâttan
gelecek paralara göz diksinler ne de cahil biri bu sözü söylesin.”[54]
Ebüssuûd
Efendi bu fetvası ile ıskât-ı salâtın dinen caiz olmasının kökeninde ayet ve
hadis nasları olmadığını belirtmektedir. Ayrıca o ıskât-ı salâtın caizliğinin
kökeninde İmam Muhammed’in ismini zikretmeksizin müctehidlerin ictihadının
olduğuna vurgu yapmaktadır. Ayrıca fetva metninden o günün toplumunun ıskât-ı
salâta bakış açısını görmek de mümkündür. Günümüzdeki bazı kişilerin veya
grupların ıskât-ı salât meselelerindeki tavırlarının benzerinin yaklaşık bundan
beş yüz yıl önceki Osmanlı toplumunda da mevcut olduğunu göstermektedir. O
dönemde ıskât-ı salât fidyesine tamah göstererek insanlara ölen yakınlarının
ıskât-ı salâtını yapmaları yönünde mahalle baskısı yapıldığını söylemek
mümkündür. Ebüssuûd Efendi de soruya verdiği cevapta hem ıskât-ı salâtın
caizliğinin kökeninde müctehid görüşünün bulunduğunu ve cahil kişilerin
ictihadla ulaşılan bir mesele ile alakalı böyle ileri geri konuşmalarının
onların cahilliğini gösterdiğine değinmekte hem de ıskât-ı salât fidyesine
tenezzül edip mahalle baskısı kuran kişilerin habis yani değersiz/kötü niyetli
kişiler olduğunu ve onların cîfe-i dünyaya yani değersiz/geçici dünya malına
hırs gösteren kişiler olduklarına vurgu yapmaktadır.
Ebüssuûd
Efendi ıskât-ı salât ve devirle ilgili diğer bir fetvasında şöyle demektedir:
“Ölen kişinin on yıllık çocukluk dönemi çıkarıldıktan sonra fakirlerin bir
araya getirilerek bir yıllık namaz borcu için buğdayın kıymeti ölçü ve ağırlık
birimlerine göre akçe hesabı yapılarak her bir fakire bir miktar akçe verilmesi
ve bu akçenin fakirler arasında devrinin yapılması ve akabinde her bir fakire
bir miktar akçe bölüştürülmesi ile ölen kişinin namaz borcunun düştüğüne dair
müctehidlerden bir nakil olup olmadığı” şeklindeki soruya şu şekilde cevap
vermektedir: “Her namaz için yarım sa‘ (yaklaşık 1.459 gr) buğday karşılığı
paranın ölenin vasîsi tarafından fakirlere verilmesi ve onlarında daha sonra
gönül hoşluğu ile tekrar ölen adına vasîye geri vermeleri ve her nöbette
(devir) işlemin bu şekilde yapılması ile ölenin namaz borcunu Allah u Teâlâ’nın
affedeceği umulur bu hükme müctehidlerin istihsanı ile ulaşılmıştır.”[55]
Ebüssuûd Efendi’nin verdiği bu fetvada ıskât-ı salâtla alakalı iki nokta öne
çıkmaktadır. Birincisi ıskât-ı salât ve devir işlemine cevaz verilmesinin
kökeninde müctehidlerin ictihadının bulunduğuna dikkat çekilmesidir. Diğer
nokta ise fidyenin fakirler arasında alıp verme şeklinde döndürülmesi işlemi
için “devir” isminin kullanılması ve “devir” lafzının terimleşmeye
başlamasıdır.
Iskât-ı salât
ve devirle alakalı fetva veren şeyhülislamlardan birisi de Şeyhülislâm
Çatalcalı Ali Efendi’dir (ö. 1103/1692). O da “ölen kişinin bir yıllık namaz
borcunun fidyesinin, ölenin terekesinden ayrılmasının ve fakirlerin bir araya
getirilip devir yapılmak suretiyle ölenin beş yıllık ıskât-ı salâtının yapılmasının
caiz olacağını” ifade etmektedir.[56]
2.2
Risâlelerde Iskât-ı Salât ve Devir
Iskât-ı salât
ve devirle alakalı fetvaların yanı sıra Osmanlı döneminde bu konularla alakalı
risâleler de kaleme alınmıştır. Bunlardan en erken tarihli risâle Osmanlı’nın
on beşinci yüzyıl âlimlerinden olan Şihâbüddin es-Sivâsî’ye (ö. 856/1456)
aittir. O, Hanefî fakîhi Muhammed b. Muhammed es-Secâvendî’nin (ö. 596/1200)
İslâm miras hukukuna dair “el- Ferâ^izü’s-Sirâciyye” isimli eserini “Şerh
ale’l-Ferâ}izi’s-Sirâciyye” adını vererek şerh etmiştir.[57]
Eserinin sonuna eklediği “Sûr‘at-u Iskâti’s-salâti min Meyyit”
isimli risâlesini önce Arapça akabinde Osmanlıca olarak kaleme almıştır. Her
ikisinde de ıskât-ı salâtla alakalı bilgiler vermiştir. Şihâbüddîn es-Sivâsî,
Osmanlı döneminde ıskât-ı salâttaki devir ifadesini kullanan ilk kişidir. Devir
ismi daha sonraları müteahhir Hanefî âlimlerden İbn Âbidîn (ö. 1252/1836)
tarafından da kullanılmaktadır.[58]
Şihâbüddîn
es-Sivâsî, risâlesinde klasik Hanefî metinlerinde yer alan ıskât-ı salâtla
alakalı bilgileri Arapça olarak zikrettikten[59] sonra devir meselesiyle
alakalı bilgileri Osmanlıca olarak ayrıntıya inmek suretiyle şöyle
aktarmaktadır:
“Iskât-ı
salâtın şartları vardır. Birinci şart oldur ki, fakîr devir eylemek gerek amma
fakîr oldur ki “men lâ yemliku miete dirhemin”[60] yani zaruri giyeceğinden ve
evinden ve damından ve bağlarından ve davarlarından artık olan ve gayri dahi ne
varsa zekât nisabından aşağı ve havâic-i zaruretten yukarı olan nesnenin
kıymeti sekiz yüz akçe[61]
(gümüş) olsa caiz olmaz. Iskâtı devir etmek haramdır zira o ganîdir. Allah u
Teâlâ’nın şu ayetinde olduğu üzere “Sadaka (zekât) ancak fakîrlere ve
miskinlere verilir” eğer helal derse kafir olur. Ve bir şart dahi oldur ki,
devir eden kimesne meyyitin vasîsi velîsi veya bu ikisinden vekil olmak gerek
ve fakîr dahi nefsi içün alıp ve meyyit içün vermek gerek ve eğer bu niyetlere
izin olmasa caiz olmaz zira meyyitin tasarrufundan çıkar. Ve bir şart dahi
oldur ki, verilen nesnenin miktarını bilmek gerek ki kaç vakit içindir ya kaç gün
içindir ya kaç ay içindir.”[62]
Iskât-ı salât
ve devirle alakalı kaleme alınan bir sayfalık risâlelerden biri de 1699 yılında
Müderris Kara Mustafa Paşa tarafından “Iskât-ı Salât Sureti Beyanıdır”
şeklinde isimlendirilen risâledir. Risâlede otuz yaşında vefat eden kişinin on
sekiz yıllık ıskât-ı salâtı buğdayın kıymeti o günün rayicine göre hesaplanarak
kaç devir dönüleceğinden bahsedilmektedir. Ayrıca devire katılan kişilerin
nisap miktarı malı olmayan kişilerden oluşması gerektiği ile alakalı bilgiler
bulunmaktadır.[63]
Iskât-ı salât
ve devir ile alakalı en kapsamlı ve ayrıntılı bilgi veren ve on sayfadan oluşan
risâlelerden birisi de 1865’li yıllarda Konya müftülüğü yapmış olan Kafalızâde
Muhammed Said Efendi (ö. 1291/1874)[64] tarafından kaleme alınmıştır.
Kafalızâde
risâlesinin[65]
başında hamdele ve salveleden sonra risâleyi yazma gerekçesini, şehir ve
köylerdeki imamların vefat eden kişilerin hukukunu bilmedikleri onlara ve diğer
insanlara faydası olsun diye Türk lisanıyla bu meseleleri anlaşılır şekilde
açıklamak istediği ve bu meseleleri fıkıh kitaplarından topladığı şeklinde
ifade etmektedir.[66]
Kafalızâde
risâlesinin başında vefat eden kişi ıskât-ı salâtı vasiyet ettiyse onun yerine
getirilmesi gerektiğini, vasiyet etmemişse varislerin ya kendi mallarından,
malları yoksa borç alıp ıskât-ı salâtı devr-i şer‘î (hile-i şer‘iyye) ile
yapabileceklerini söylemektedir.[67]
Kafalızâde
daha sonra devir yapacak kişilerin taşıması gereken şartlardan bahsederek
sayının birkaç kişiyle hatta tek kişi ile olabileceğini, onların fakir olması
gerektiğini ve bulûğa ermiş olması (gayr-i mümeyyiz küçüklerin hibesinin
geçersiz olmasından dolayı)[68]
gerekir demektedir. Ayrıca devir edilen miktarın nisap miktarından aşağı olması
gerektiğini de belirtmektedir.[69]
Kafalızâde,
kefâret ve fidye arasındaki farklardan bahsederek oruç, zıhar, yemin, adam
öldürme kefâretlerinde hile-i şer‘iyye ile devir yapılmasının caiz olmadığını
beyan etmektedir.[70]
Iskât-ı salât devri bittikten sonra ölenin oruç, zekât ve üzerine vacip olup
yerine getiremediği diğer yükümlülükleri için ihtiyaten birkaç devir
yapılabileceğini ifade eder.[71]
Kafalızâde,
aşırı yaşlı erkek ve kadınların ayakta, oturarak ve îma ile namazlarını
kılamadıklarında orucun aksine namaz fidyelerini vermelerinin gerekmediğini
söylemektedir.[72]
Kafalızâde, vasiyet etmeden ölen kişinin beş yıllık namaz borcunun fidyesini
buğdayın rayiç bedelinin dikkate alınarak hesaplanacağını ifade eder. Daha
sonra devir işleminin nasıl olacağı hakkında bilgi verir. Birden fazla fakirin
devir yapması işlemini halaka devri[73]
şeklinde isimlendirmektedir. Fakirlerin yaptıkları işlemi -aldım, kabul ettim
ve tekrar hibe ettim- kelimelerini kullanarak devir işlemini ayrıntısı ile
anlatmaktadır. Ayrıca fakirler arasında dolaştırılan paranın bir kısmının halaka
devri bittikten sonra fakirlere verilmesi gerektiğinden bahseder.[74]
Kafalızâde,
risâlesinin son kısmında devr-i kebîr olarak isimlendirdiği doksan
yaşındaki birinin bulûğ çağından önceki yaşlarını çıkarıp geriye kalan yetmiş
sekiz yıllık bütün ömrünün tedbiren ıskâtının bazı fukahâ tarafından ihtiyaten
yapılmasının muhtar görüş olduğunu zikretmektedir. Yetmiş sekiz yıllık ıskât-ı
salât için dokuz yüz otuz altı devir yapılacağını ve daha fazla devir olmaması
için devredilen fidyenin nisap miktarına ulaşmayan altın veya kumaş gibi
değerli şeylerden olabileceğini belirtir.[75]
Kafalızâde
diğer risâlelere oranla ıskât-ı salât ve devirle alakalı daha ayrıntılı
bilgiler veren risâlesinde devr-i şer‘î, halaka devri ve devr-i kebir
olarak isimlendirdiği üç tabir kullanmaktadır. Halaka Devri tabiri on
dokuzuncu yüzyıl Osmanlı Konya’sında kullanılan yöresel isimlendirmelerden olsa
gerektir.
2.3
Mahkeme Kararlarında Iskât-ı Salât
Fetvalar ve
risâlelere yansıyan ıskât-ı salât ile alakalı meselelerin Osmanlı’nın hem
Klasik Dönemi hem de Tanzimat Dönemi mahkeme kararlarına yansıdığını; ıskât-ı
salât yanında devir ve devr-i şer‘î lafızlarının ise sadece
Tanzimat Dönemi mahkeme kararlarına yansıdığı görülmektedir.
On altıncı
yüzyıl mahkeme kayıtlarında ıskât-ı salât vasiyetleri bulunmaktadır. Bazı
vasiyet örneklerinde mûsî, vasiyet miktarını belirtmektedir. Örneğin 1510
tarihli Üsküdar Mahkemesi’nde bulunan bir kayıtta ölmeden önce malının üçte
birinden beş yüz akçesinin ıskât-ı salât ve oruç borçlarının ödenmesini vasiyet
eden Hüseyin isimli kişinin vasiyetinin doğru olduğunu mirasçıları kabul
etmektedir.[76]
1578 tarihli Galata Mahkemesi’nde bulunan başka bir kayıtta ise üç yüz akçe
ıskât-ı salât için vasiyet edilmektedir.[77] Bazı kayıtlardaki vasiyet ise
vasiyet miktarı belirtilmeksizin genel olarak “malımın üçte birinden ıskât-ı
salâtın verilmesi” şeklinde olmaktadır. Örneğin 1520 tarihli Üsküdar
Mahkemesi’nde bulunan başka bir kayıtta da böyle bir vasiyet bulunmaktadır.[78]
1563 tarihli Üsküdar Mahkemesi’nde bulunan başka bir kayıtta ise bir kadının
ıskât-ı salât vasiyeti bulunmaktadır.[79]
On yedinci,[80]
on sekizinci[81]
ve on dokuzuncu[82]
yüzyıl ıskât-ı salât vasiyet örneklerinde de on altıncı yüzyıl vasiyetlerinde
olduğu gibi hem miktar belirtilerek hem de miktar belirtilmeden yapılan
vasiyetler bulunmaktadır.
Iskât-ı
salâtın vasiyet ile ve vasiyet olmaksızın ölenin mirasçıları tarafından
teberruan yapılması konusunda tereke defterleri önemli bilgiler sunmaktadır.
Iskât-ı salâtın hem vasiyetle hem de vasiyetsiz yapıldığına dair birçok örneğin
bulunduğu defterlerden birisi 1741-1742 tarihli 315 numaralı Diyarbakır Sicil
(tereke) Defteri’dir. Bu defterde ölenin miras dağılımını gösteren 144 adet
hüküm bulunmaktadır. 89-92-96-98-132-135-136-139-142-143 numaralı 10 adet
hükümde[83]
ölenin vasiyeti olmamasına rağmen mirasçılar gönüllü olarak onun ıskât-ı salâtı
için terekeden hisse ayırmaktadırlar. 111-116-133 numaralı 3 adet hükümde[84]
ise ölen kişinin ıskât-ı salâtı vasiyet ettiği görülmektedir. 144 adet hükümden
geriye kalan 133 adet tereke kaydında ise ne ölen kişi ıskât-ı salât için
vasiyet etmekte ne de onun mirasçıları teberruan onun adına ıskât-ı salât
yapmaktadırlar. Farklı şehirlere ait birçok mahkeme defterinde de vasiyet
olmaksızın ölenin mirasçıları tarafından ölen adına teberruan yapılan ıskât-ı
salât örnekleri bulunmaktadır.[85]
2.4
Mahkeme Kararlarında Devir/Devr-i Şer‘î
Zikri geçen
fetvaların ve ıskât-ı salâtla alakalı risâlelerde ele alınan devir meselesiyle
alakalı bilgilerin mahkeme kayıtlarına da yansıdığı görülmektedir. Bizim tespit
edebildiğimiz kadarıyla mahkemelere yansıyan ıskât-ı salâtın devir/devr-i
şer‘î ile yapılmasının ilk defa vasiyet edilme örneği 1827 tarihli Halep
Mahkeme Defteri’nde bulunmaktadır. İlgili karar şöyledir: Halep şehrinde bir
handa misafir iken ölmeden on gün önce ıskât-ı salâtı, oruç ve yemin
kefâretlerinin devr-i şer‘î ile yapılması için Hasan Ağa, Mehmed Ağa’yı vasî
olarak tayin etmektedir. Hasan Ağa vefat edince geride mirasçıları olmadığı
için terekesi beytülmale intikal etmektedir. Vasî, beytülmalden ölenin ıskât-ı
salât, oruç ve yemin kefâretlerinin devri şer‘î ile yapılması vasiyetini
yerine getirmek için geriye bıraktığı malları talep etmektedir.[86]
Bu kayıtta dikkatleri çeken ifade devr-i şer‘î tabiridir. Devir
esnasında fakirlerin fidye parasını birbirlerine hibe edip tekrar almalarının
görünürde şer‘î/hukukî (hile-i şer‘iyye) bir işlem olduğuna vurgu
yapılmaktadır.
Devrin
yapılmasının vasiyet edilmesi ile alakalı ikinci örnek 1860 tarihinden önceki
birkaç yıla ait olduğu düşünülen Mehmet Aziz Çavuşzâde’nin (ö. 1277/1860) Dürrü’s-Sukûk
isimli sak[87]
mecmuasında yer alan mahkeme kararıdır. İstanbul’da meydana gelen davada
Süleyman Ağa isimli kişinin öldüğünde terekesinin üçte birinden ıskât-ı salâtı,
oruç ve yemin kefâretlerinin yanı sıra yerine getiremediği adakları için devir
yapılmasını ve fakirlere paranın dağıtılmasını vasiyet etmektedir. Vasî olan
kişi de ölenin terekesini elinde bulunduran hanımı ve amcaoğlundan vasiyeti
yerine getirmek için sülüs malı talep etmektedir.[88] Benzer diğer örnekler 1878
tarihli Kütahya,[89]
1911 tarihli Lice[90]
ve 1916 tarihli Adıyaman[91]
mahkemelerinde de bulunmaktadır.
Araştırmamızda
İslam hukuk tarihinin bazı dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de canlılığını
koruyan ve toplumda tartışmalara, mahalle baskısına ve suiistimallere de açık konulardan
bir tanesi olan ıskât-ı salât ve devir meselesi; İslâm hukukunun Osmanlı
uygulamasında fetva mecmuaları, ıskât-ı salât risâleleri ve mahkeme
kararlarından istifade edilerek ele alınmıştır.
Osmanlı
hukukundaki ıskât-ı salât ve devirle alakalı meselelerin iftâ ve kazâ boyutu
ayrı ayrı ele alınarak değerlendirildiğinde şu bulgulara ulaşmak mümkündür:
İncelenen
fetva mecmuaları çerçevesinde tespit edebildiğimiz kadarıyla Osmanlı
şeyhülislamları arasında ıskât-ı salâtın caiz olması noktasında herhangi bir
tartışma bulunmamaktadır. İmam Muhammed’in ıskât-ı salâtın caiz olması
yönündeki görüşünün verilen fetvalarda müftabih görüş olarak aktarıldığı
görülmektedir. Fetvalarda ıskât-ı salâtın caizliğine vurgu yapılırken aynı
fetvanın içinde/devamında devir meselesinin ayrıntısına inilerek bu işlemin de
caiz olduğu ifade edilmektedir.
Iskât-ı
salâtın caiz olması noktasında Osmanlı fakîhleri arasında olmayan tartışmalar
Osmanlı toplumunun bir kısmının gündeminde yer almaktadır. Böyle bir
tartışmanın varlığını bu konuda verilen fetvalar gün yüzüne çıkararak onların
ıskât-ı salâta bakış açısını göstermektedir. Bu bakış açısını yansıtması
açısından şeyhülislam Ebüssuûd Efendi’ye sorulan fetva önemli bir veridir.
“Iskât-ı salâtın farz ve sünnet olmadığını söyleyerek ıskât-ı salât
uygulamasını inkâr eden kişinin dinden çıkıp çıkmadığı” şeklindeki soruya;
Ebüssuûd Efendi, “o kişinin kafir olmayacağı onun bu sözleri söylemesinin
altında yatan gerekçenin ıskât-ı salât akçesine/fidyesine ulaşmak için gayret
gösteren/tamah eden kişilere kızgınlığının olabileceği” şeklinde cevap
vermektedir. Ayrıca “Ne o kötü niyetli/tamahkâr kişiler ıskât-ı salâttan
gelecek paralara göz diksinler ne de cahil biri bu sözü söylesin.” cümlesini de
verdiği cevaba eklemektedir.
Verilen bu
fetvada iki husus öne çıkmaktadır: Birincisi ıskât-ı salâtın dinen caiz
olmasının delilinin (kaynak), ayet ve hadis nasları değil İmam Muhammed’in ismi
zikredilmeksizin müctehid görüşü olduğuna vurgu yapılmasıdır. İkincisi ise
ıskât-ı salâtla alakalı günümüzde bazı kişi veya grupların ıskât-ı salâtı bir
kazanç kapısı olarak görmeleri ve ölenin yakınlarına mahalle baskısı
uygulayarak onların acılarından istifade etmeleri ve bunu paraya çevirmelerinin
aslında yeni bir şey olmadığını bu tavırların bundan yaklaşık beş yüz yıl önce
de Osmanlı toplumunda mevcut olduğunu göstermesidir.
Osmanlı
döneminde ıskât-ı salât risalelerini kaleme alan müelliflerin fakîh, müftü ve
müderris olmaları, risalelerin içeriğinin de iftâ kapsamında
değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır. Risalelerin formatı, fetva mecmualarına
benzemekle beraber onlardan ayrıldıkları yön ise risalelerde devir işlemlerinin
daha ayrıntılı bir şekilde anlatılması ve devir işlemiyle alakalı birisi (halaka
devri) yöresel bazda olsa da devr-i kebîr, devr-i şer‘î gibi
tabirlerin/terimlerin kullanılmakta olmasıdır.
Iskât-ı salât
ve devir ile alakalı mahkeme kararları üzerinden ise şunları söylemek
mümkündür: On altıncı yüzyıldan itibaren yirminci yüzyıl başlarına kadar
kişilerin ölmeden önce ıskât-ı salât vasiyetinde bulundukları görülmektedir.
Bazı mahkeme kayıtlarında ise ölen kişi vasiyet etmese de onun yakınlarının
ölen yakınları adına teberruan ıskât-ı salât yaptırdıkları görülmektedir.
Bunların yanı sıra ıskât-ı salâtın devr/devr-i şer‘î ile yapılması
vasiyetlerinin 1827 yılından itibaren mahkeme kayıtlarına yansıdığı da müşahede
edilmektedir. Çalışmamızda veri kaynağı olarak yaklaşık dört yüz elli civarında
mahkeme defteri incelendi. Bu defterler üzerinden bir oranlama yapmak gerekirse
tereke/miras dağılımı dava kayıtlarına göre ıskât-ı salât davalarının oranı
yüzde bir civarında kalmaktadır. Bu oran ise bize şunu göstermektedir. Ya
ıskât-ı salât işlemlerinin hepsi mahkeme kayıtlarına girmemiştir ya da
vasiyetli ve vasiyetsiz ıskât-ı salât işlemleri Osmanlı toplumunda yaygın bir
işlem değildir.
Çalışmada
ulaşılan bulgulardan birisi de bizim toplumumuzda/örfümüzde sıkça kullanılan
devir adının (araştırılan mevcut kaynaklara göre) terimleşme sürecinin
başlangıcı ile alakalı ilk yazılı verinin tespit edilmesidir. Ulaşılan
kaynaklarda devir terimini kullanan ilk kişinin Osmanlı’nın on beşinci yüzyıl
âlimlerinden olan Şihâbüddin es-Sivâsî olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra
Ebüssuûd Efendi ve diğer şeyhülislamlar da devir adını sıkça kullanmaktadırlar.
Hatta Osmanlı coğrafyasında yaşayan müteahhir Hanefî âlimlerinden olan İbn.
Âbidin de eserlerinde devir adını kullanmaktadır. Osmanlı coğrafyası dışındaki
Hanefî âlimlerin devir adını kullanmadıklarını söylemek mümkündür.
Fetvalar,
risâleler ve mahkeme kararları ışığında ıskât-ı salât ve devir özelinde ele
alınan bu çalışmanın neticesinde şöyle demek mümkündür: Osmanlı
âlimlerinin/kadılarının devir, halaka devri, devr-i şer‘î ve devr-i
kebîr gibi tabirleri/terimleri de kullanarak çözüm buldukları ıskât-ı salât
meselesinde İmam Muhammed’in görüşüne mutabık kaldıkları görülmektedir.
Ahterî, Muslihuddin Mustafa. Ahterî-i Kebîr. İstanbul:
Dâru’t-tabâatü'l-Âmire, 1293/1876.
Akyıldırım, Taylan. 259
Şer‘iyye Sicili Defterine Göre Galata. İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Arı, Abdüsselam.
“Vasiyet”. TDV İslâm Ansiklopedisi. 42/552-555. (İstanbul: Türkiye
Diyanet Vakfı, 2012.
Aynî, Mahmud b. Ahmed b.
Musa. el-Binâye fî şerhil-Hidâye. 12 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2.
Basım, 1410/1990.
Aynî, Mahmud b. Ahmed b.
Musa. Umdetu’l-Kârî, thk. Abdullah Mahmud. 25 Cilt. Beyrut: Dâru’l-
Kütübü’l-İlmiyye, 1421/2001.
Avcı, Abdulhamit. 590
Numaralı Karahisâr-ı Sâhib Şer‘iyye Sicili Transkripsiyon ve Değerlendirmesi. Afyonkarahisar:
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
2010.
Aydoğmuş, Abdullah. 75 Numaralı
Konya Şer‘iyye Sicilinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi. Konya:
Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2012.
Bâcî, Ebü’l-Velid. el-Müntekâ.
thk. Muhammed Abdulkadir Ahmed Atâ. 9 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l- İlmiyye,
1420/1999.
Bardakoğlu, Ali. “Iskât”. TDV İslâm
Ansiklopedisi. 19/137-143. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1999.
Baydaş, Mehmet. 236
Numaralı Hısn-ı Mansur (Adıyaman) Kadı Sicilinin 20-96 Sahifelerinin
Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi. Kahramanmaraş: Kahramanmaraş Sütçü
İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008.
Bilmen, Ömer Nasuhi. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhâtı Fıkhiyye
Kâmusu. İstanbul: Bilmen Yayınevi, 1976.
Buhârî, Abdülaziz b.
Ahmed b. Muhammed. Keşfü’l-esrâr fî şerhi Uşûli’l-Pezdevî. 4 Cilt.
Beyrut: Daru’l- Kütübü’l-İlmiyye, 1418/1997.
Buhârî, Ebû Abdillah
Muhammed b. İsmail. el-Camiu’s-Sahih. nşr. Muhammed Züheyr b. Nasr. 8
Cilt. b.y.y: Dâru Tavki’n-Necât, 1422/2001.
Buhûtî, Mansur b. Yunus
b. İdris. Keşşâfü’l-kınâ‘ an metni’l-İknâ‘. thk. Muhammed Emîn
ed-Dinnâvî. 5 Cilt. Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1418/1997.
Çavdaroğlu, Mustafa. 61
Numaralı Ayntab Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi H.
1124- 1125/M. 1712-1713. Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2013.
Çavuşzâde, Mehmet Aziz. Dürrü’s-Sukûk İstanbul: y.y.,
1277/1861.
Çınar, Hüseyin. 1020-1021
Tarihli 13 Numaralı Ankara Şer‘iyye Sicili Transkripsiyon ve Değerlendirme. Ankara:
Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1993.
Çorlulu Sinan Efendi, Kitabu’l-Fetava
li-Ebussuûd ve İbn Kemal Paşa. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Kütüphanesi, demirbaş no. 003407,1b-338a.
Duman, Soner. Günümüz Fıkıh Problemleri. İstanbul: Beta
Yayınları, 2019.
Galata Mahkemesi 7 Numaralı Sicil (H.985/986/M.1577-1578).
haz. Mehmet Akman-Fethi Gedikli.
İstanbul: İSAM Yayınları, 2011. http://www.kadisicilleri.org/index.php
Göksal, Hüseyin. Kütahya’nın 52 Nolu Şer‘iyye Sicili.
Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
2001.
Güngören, Ayşe. 12 Numaralı Konya Şer‘iyye Sicili
(1074-1075/1663-1664) Değerlendirme ve Transkripsiyon. Konya: Selçuk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020.
Halebî, İbrahim b. Muhammed b. İbrahim. Mülteka’l-ebhur.
thk. Vehbî Süleyman el-Ulbânî. 2 Cilt. b.y.: y.y., 1406/1986.
Halîlî, Muhammed b. Şerefüddin. Fetâva’l-Halîlî
ale’l-Mezhebi’ş-Şâfliyyi. 2 Cilt. Kahire: y.y., ts.
İbn Abdülber, Yusuf b. Abdullah b. Muhammed. el-İstizkâr,
thk. Abdulmutî Emin Kalacî. 30 Cilt. Kahire: Dâru’l-Küteybe, 1414/1993.
İbn Âbidîn, Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz. Reddü’l-muhtâr
ale’d-dürri’l-muhtâr. 6 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr,1386/1966.
İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem. Lisanü’l-Arab. nşr.
Abdullah Ali el-Kebîr. 6 Cilt. Kahire: Dâru’l- Maârif, ts.
İbn Nüceym, Zeynüddîn b. İbrahim el-Mısrî. el-Bahrü’r-râikşerhuKenzi’d-dekâik.
8 Cilt. b.y.: Matba‘atü’l- İlmiyye, 1417/1997.
Kara Mustafa Paşa, Iskât-ı Salât Sureti. Ankara: Diyanet
İşleri Başkanlığı Kütüphanesi, demirbaş no. 005424, 1a-196b.
Karaman, Hayreddin. İslâmın Işığında Günün
Meseleleri. İstanbul: İz Yayıncılık, 2001.
Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekir b. Mesûd. Bedâi‘u’s-sanâi‘ fi
tertîbi’ş-şerâi‘. 7 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l- İlmiyye, 1407/1986.
Kaya, Süleyman. “Sak”. TDV İslâm
Ansiklopedisi. 35/586-587. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2008.
Köse, Saffet. “Hile”. TDV İslâm Ansiklopedisi.
18/28-29. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1998.
Köse, Saffet. “Hiyel”. TDV İslâm
Ansiklopedisi. 18/170-178. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1998.
Köse, Saffet. İslâm Hukuku Açısından Kanuna Karşı Hile ve
Hile-i Şer‘iyye. İstanbul: Hikmetevi Yayınları, 2020.
Kudûrî, Muhammed b. Ahmed b. Cafer. el-Muhtasar. thk. Kamil
Muhammed Uveyda, Beyrut: Dâru’l- Kütübü’l-İlmiyye, 1417/1997.
Kur’ân-ı Kerîm Meâli. çev. Halil Altuntaş-Muzaffer Şahin. Ankara:
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 10. Basım, 2009.
Merğînânî, Ebü'l-Hasan Burhânüddîn b. Abdilcelil. el-Hidâye
şerhu Bidâyeti’l-mübtedî. thk. Muhammed Adnan Derviş. 2 Cilt. Beyrut:
Dâru’l-Erkâm, ts.
Müzenî, İbrâhim İsmâil b. Yahya b. İsmâil. Muhtasaru’l-Müzenî
fi Furûi’ş-Şâfliyyi. Beyrut: Dâru’l- Kütübü’l-İlmiyye, 1419/1998.
Molla Hüsrev. Dürerü’l-hükkâm fî şerhi Gureri’l-ahkâm. 2
Cilt. İstanbul: Mir Muhammed Kütüphanesi, 1307/1890.
Narinç, Ökkeş. 64
Numaralı Gaziantep Şer‘iyye Sicilinin Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi
H.1123- 1124/M. 1711-1712). Kilis: Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ
Yahyâ b. Şeref b. Mürî. Kitâbu’l-Mecmû şerhül-Mühezzeb li’ş-Şîrâzî. thk.
Muhammed Necib Mutî. 23 Cilt. Cidde: Mektebetü’l-İrşâd, ts.
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ
Yahyâ b. Şeref b. Mürî. Ravdatu’t-tâlibîn. thk. Ali Muhammed Muavvid. 8
Cilt. Beyrut: Dâru Âlemü’l-Kütüb, 1423/2003.
Nükerî, Ahmed. Câmiu’l-Ulûm fîIstılâhâti’l-Fünûn. 4 Cilt.
Lübnan: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2000.
Önder, Mehmet. Konya Maarifi Tarihi. Konya: Ülkü Basımevi,
1952.
Özcoşar, İbrahim. 315
Numaralı Hicri 1154-1155 (M.1741/1742) Tarihli Diyarbakır Şer‘iyye Sicilinin
Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2000.
Paçacı, İbrahim. “Fidye”. Dini Kavramlar
Sözlüğü. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2010.
Pehlevan, Arzu. 1495 Numaralı
Konya Şer‘iyye Sicili Defterine Göre Rize’nin Ekonomik ve Sosyal Hayatı. İstanbul:
Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008.
Pezdevî, Ebü’l-Hasen Ebü’l-Usr Hüseyin b. Abdilkerîm. el-Usûl.
b.y.: Mektebetü Mişkâti’l-İslâmiyye, ts.
Remlî, Şemseddîn Muhammed
b. Ahmed b. Hamza el-Ensârî. Nihâyetü’l-muhtâc ilâ şerhi’l-Minhâc. 8
Cilt. Beyrut: Dâru’l -Kütübü’l-İlmiyye, 1422/2002.
Serahsî, Ebû Bekr
Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed. Usûlü’s-Serahsî, thk.
Ebu’l-Vefâ el- Afgânî, 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1993.
Sivâsî, Şihâbüddîn. Şerhul-Farâiz
el Müsemma bi Şîhâbüddîn. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesi,
demirbaş no. 002199. 1a-67b.
Söğüt, Sâlim. “Fidye”. TDV İslâm Ansiklopedisi. 13/55-57.
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1996.
Suğdî, Ebü’l-Hasen b. Muhammed. en-Nütef fi’l-fetâvâ. 2
Cilt. Lübnan: Daru’l-Furkan, 1984.
“Sukût”, el-Mevsuatu’l-fıkhiyye. 25/81-88. Kuveyt:
Vizâretü’l-Evkaf ve’ş-Şuûni’l İslâmiyye, 1412/1992.
Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi. Fetâvâ-yı Ali Efendi.
Ankara: TBMM Kütüphanesi, 1927/841.
Şeyhülislâm Ebüssuûd
Efendi, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa el-İmâdî. Mecmaü’l-Fetâvâ.
Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesi, demirbaş no. 006292.1a-412b.
Şürünbülâlî, Hasen b. Ammâr b. Alî. Nûru’l-Îzâh
ve Necâtü’l-Ervâh. b.y.: el-Mektebetü’l-Asriyye, 2005.
Tahtâvî, Ahmed b.
Muhammed b. İsmâîl ed-Dûkâtî. Hâşiyetü’t-Tahtâvî alâ Merâkı’l-Felâh Şerh-u
Nûri’l- Îzâh, thk. Muhammed Abdulaziz el-Hâlidî. Lübnan:
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1997.
Tanriseven, Ruken. 12
Nolu Antalya Şer‘iyye Sicili Defterine Göre 1862-1864 Yılları Arasında Antalya
Şehrinin İdari ve Sosyo-Ekonomik Durumu. Antalya: Akdeniz Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed
b. İsa b. Sevre es-Sülemi. Sünenü’t-Tirmizî. thk. Ahmed Muhammed Şakir.
Kahire: Mustafa el-Babi el-Harabi, 1978.
Üsküdar Mahkemesi 1
Numaralı Sicil (H.919/927/M. 1513-1521). haz. Bilgin Aydın-Ekrem Tak. İstanbul: İSAM
Yayınları, 2008. http://www.kadisicilleri.org/index.php
Üsküdar Mahkemesi 2 Numaralı Sicil (H.924/927/M.1518-1521). haz. Rıfat
Günalan-Vildan Kemal- Özlem Altıntop-Hatice Ayyıldız Bahadır.
İstanbul: İSAM Yayınları,
2010.
http://www.kadisicilleri.org/index. php
Üsküdar Mahkemesi 26
Numaralı Sicil (H.970/971/M.1562-1563). haz. Rıfat Günalan. İstanbul: İSAM Yayınları,
2010. http://www.kadisicilleri.org/index.php
“Vasiyyet”, el-Mevsuatu’l-fıkhiyye.
43/221-301. Kuveyt: Vizâretü’l-Evkaf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1425/2005.
Vilgenoğlu, Hacer. 209
Numaralı Haleb Şer‘iyye Sicili (H. 1242/M.1827) Transkripsiyon ve
Değerlendirme. Şanlıurfa: Harran Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Yalçınkaya, Nurullah. 408
Numaralı Lice Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi.
Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
2013.
Yıldırım, M. Zahit. 30
Numaralı Adana Şer‘iyye Sicil Defteri 1115/1703-1171/1757. Malatya: İnönü
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1996.
Yılmazer, Ömer Faruk. 98/1
Numaralı Gaziantep Şer‘iyye Sicili (H. 1155/M. 1742-1743) Transkripsiyon ve
Değerlendirme. Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Yüksek, Alpaslan. Galata
Mahkemesine Ait 141 Nolu Şer‘iyye Sicilinin (H. 1098-1099) Transkripsiyonu ve
Değerlendirilmesi. Nevşehir: Nevşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2012.
Zebîdî, Ebu Bekir b. Ali. el-Cevheretü’n-neyyire şerhu
Muhtasari’l-Kudûrî. b.y.: y.y., ts.
Zeyla’î, Fahruddin Osman
b. Ali b. Mihcen. Tebyînü’l-hakâik şerhu Kenzi’d-dekâik. 6 Cilt.
Bulak: Matba‘atü’l-Kübrâ el-Emîriyye, 1313/1896.
[*] Dr. Öğr. Üyesi, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, İslami İlimler
Fakültesi, İslam Hukuku Anabilim Dalı, mehkoc06@hotmail.com, orcid.org/0000-0001-8881-9261, Research
Article/Araştırma Makalesi, Received/Geliş Tarihi: 15.07.2022, Accepted/Kabul
Tarihi: 02.09.2022, Published/Yayım Tarihi: 18.09.2022.
[2] el-Bakara 2/83; el-En‘âm 6/92; et-Tevbe
9/18; en-Nûr 24/56; el-Mü’minûn 23/9; el-Meâric 70/22-35.
[3] Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâîl
el-Buhârî, el-Câmi'u’s-sahîh, nşr. Muhammed Züheyr b. Nasr (b.y.: Dâru
Tavki’n-Necât, 1422/2001), “Îmân”, 1, 2; Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre
es-Sülemi et-Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, thk. Ahmed Muhammed Şakir (Kahire: Mustafa
el-Babi el-Harabi, 1978), “Îmân”, 3.
[4] Mahmud b. Ahmed b. Musa el-Aynî, el-Binâye fi şerhi'l-Hidâye (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1410/1990), 3/4-7; Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm fi şerhi Gureri’l-ahkâm (İstanbul: Mir Muhammed Kütüphanesi,
1307/1890), 1/128.
[5] Aynî, Umdetu’l-Kârî, thk. Abdullah Mahmud (Beyrut:
Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1421/2001), 11/84.
[6] Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânüî-Arab, nşr. Abdullah Ali el-Kebîr (Kahire: Dâru’l-Maârif, ts.), “skt”,
3/2037; Muslihuddin Mustafa Ahterî, Ahterî-i
Kebîr, (İstanbul:
Dâru’t-tabâatü'l-Âmire, 1293/1876), “skt”, 500.
[7] Ali Bardakoğlu, “Iskât”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1999), 19/137.
[8] Bardakoğlu, “Iskât”, 19/137.
[9] İbn Manzûr, “fdy”, 5/3366; Ahterî, “fdy”,
702.
[10] Ebü’l-Hasen b. Muhammed es-Suğdî, en-Nütef fi’l-fetâvâ (Lübnan: Daru’l-Furkan, 1984), 2/728, Alâüddîn Ebû Bekir b.
Mesûd el-Kâsânî, Bedâi‘u’s-sanâi‘ fi
tertîbi’ş-şerâi‘ (Beyrut:
Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1407/1986), 2/76; Sâlim Söğüt, “Fidye”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1996), 13/55; İbrahim
Paçacı, “Fidye”, Dini Kavramlar Sözlüğü (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, 2010), 187.
[11] İbn Manzûr, “vhb”, 6/4854; Ahterî, “vhb”,
1142.
[12] Fahruddin Osman b. Ali b. Mihcen
ez-Zeyla’î, Tebymü’l-hakâik şerhu
Kenzi’d-dekâik (Bulak:
Matba‘atü’l- Kübrâ el-Emîriyye, 1313/1896), 5/91; İbrahim b. Muhammed b.
İbrahim el-Halebî, Mülteka’l-Ebhur, thk. Vehbî Süleyman el-Ulbânî (b.y.:
y.y., 1406/1986), 2/150.
[13] Zeyla’î, Tebymü’l-hakâik, 5/91; Ebû’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed b.
Ahmed b. Cafer el-Kudûrî, el- Muhtasar, thk. Kamil Muhammed Uveyda (Beyrut:
Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1417/1997), 124.
[14] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhâtı Fıkhiyye Kâmusu (İstanbul: Bilmen Yayınevi, 1976),
4/226.
[15] Aynî, el-Binâye, 9/198.
[16] Aynî, el-Binâye, 9/202; Ebu Bekir b. Ali ez-Zebîdî, el-Cevheretü’n-Neyyira şerhu Muhtasari’l-Kudûrî (b.y.: y.y., ts.), 570.
[17] İbn Manzûr, “vsy”, 6/4929; Ahterî, “vsy”,
1191.
[18] Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm, 2/427; “Vasiyyet”, el-Mevsuatu’l-fıkhiyye (Kuveyt: Vizâretü’l-Evkaf ve’ş-
Şuûni’l-İslâmiyye, 1425/2005), 43/221; Abdüsselam Arı, “Vasiyet”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2012), 42/552.
[19] İbn Manzûr, “hyl”, 6/4839; Ahterî, “hyl”,
702.
[20] Saffet Köse, “Hile”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1998), 18/28.
[21] Köse, İslâm
Hukuku Açısından Kanuna Karşı Hile ve Hile-i Şer‘iyye (İstanbul: Hikmetevi Yayınları, 2020),
106; Köse, “Hiyel”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1998),
18/171.
[22] İbn Manzûr, “dvr”, 2/1451; Ahterî, “dvr”,
392.
[23] Şürünbülâlî (ö. 1069/1659) devir ismini
kullanmaksızın devir işlemini eserinde açıklamaktadır. Hasen b. Ammâr b. Alî
eş-Şürünbülâlî, Nûru’l-Îzâh ve Necâtü’l-Ervâh, (b.y.:el-Mektebetü’l-Asriyye, 2005), 91;
Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr
ale’d-dürri’l-muhtâr
(Beyrut: Dâru’l-Fikr,1386/1966), 2/72; Ahmed b. Muhammed b. İsmâîl ed-Dûkâtî
et-Tahtâvî, Hâşiyetü’t-Tahtâvî alâ Merâkı’l-Felâh
Şerh-u Nûri’l-Îzâh, thk.
Muhammed Abdulaziz el-Hâlidî (Lübnan: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1997), 439;
Ahmed Nükerî, Câmiu’l-Ulûm fi
Istılâhâti’l-Fünûn (Lübnan:
Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2000), 1/64; Köse, İslâm
Hukuku Açısından Kanuna Karşı Hile ve Hile-i Şer‘iyye, 344.
[24] Hayreddin Karaman İslâmın Işığında Günün Meseleleri isimli kitabının bir bölümünde ıskât-ı
salât konusunu işlemektedir. Ali Bardakoğlu TDV
İslâm Ansiklopedisi “Iskât”
maddesinde meseleyi etraflıca ele almaktadır. Soner Duman Günümüz Fıkıh Problemleri isimli kitabında ıskât-ı salât konusunu işlemektedir.
Zikredilen üç eserde de ıskât-ı salâtın Osmanlı uygulamasından
bahsedilmemektedir.
[25] Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri (İstanbul: İz Yayıncılık, 2001), 84;
Soner Duman, Günümüz Fıkıh Problemleri (İstanbul: Beta Yayınları, 2019), 85.
[26] Kur’ân-ı Kerîm Meâli, çev. Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin (Ankara: Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, 2009), el-Bakara 2/184.
[27] Kur’ân-ı Kerîm Meâli, çev. Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin, el-Bakara 2/185.
[28] Kudûrî, el-Muhtasar, 64; Molla Hüsrev, Dürerül-hükkâm 1/208; Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Hamza el-Ensârî er-Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc ilâ şerhi’l-Minhâc (Beyrut: Dâru’l -Kütübü’l-İlmiyye,
1422/2002), 3/189; Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî en-Nevevî, Kitâbul-Mecmû şerhül-Mühezzeb li’ş-ŞîrâZî, thk. Muhammed Necib Mutî (Cidde:
Mektebetü’l-İrşâd, ts.), 1/326; Ebü’l-Velid el-Bâcî, el-Müntekâ,
thk. Muhammed Abdulkadir Ahmed Atâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
1420/1999), 3/80; Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdülber, el-İstizkâr, thk. Abdulmutî Emin Kalacî (Kahire: Dâru’l-Küteybe, 1414/1993),
10/212.
[29] Abdülaziz b. Ahmed b. Muhammed el-Buhârî,
Keşfül-esrâr fi şerhi Usûlil-Pezdevî (Beyrut: Daru’l-Kütübü’l- İlmiyye,
1418/1997), 1/226.
[30] Kudûrî, el-Muhtasar, 64; Molla Hüsrev, Dürerül-hükkâm 1/208; İbrâhim İsmâil b. Yahya b. İsmâil el- Müzenî, Muhtasaru’l-Müzenî fi Furûi’ş-Şâfiiyyi (Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
1419/1998), 87; Mansur b. Yunus b. İdris el-Buhûtî, Keşşâjül-kınâ‘ an metni’l-İknâ‘, thk. Muhammed Emîn ed-Dinnâvî (Beyrut:
Âlemü’l-Kütüb, 1418/1997), 2/133; İbn Abdülber, el-İstizkâr, 10/218.
[31] Kudûrî, el-Muhtasar, 64; Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkâm 1/208; Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/189; Nevevî, Kitâbu’l-Mecmû, 1/328; Müzenî, Muhtasaru’l-Müzenî, 86; Buhûtî, Ke.şşâfü’l-kınâ‘, 2/133; İbn Abdülberr, el-İstizkâr, 10/218.
[32] Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/190; Nevevî, Kitâbu’l-Mecmû, 1/343; İbn Abdülber, el-İstizkâr, 10/167.
[33] Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/190; Nevevî, Ravdatu’t-tâlibîn, thk. Ali Muhammed Muavvid (Beyrut: Dâru Âlemü’l-Kütüb,
1423/2003), 2/247.
[34] Buhârî, “Şavm”, 42.
[35] Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/190.
[36] Tirmizi, “Sıyam”, 23.
[37] Remlî, Nihâyetü’l-muhtâc, 3/189-192; Nevevî, Ravdatu’t-tâlibîn, 2/246-248; Bu konuda dört mezhebin görüşünden bahseder. Bk.
İbn Abdülber, el-İstizkâr, 10/167.
[38] Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî
Sehl Ahmed es-Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, thk. Ebu’l-Vefâ el- Afgânî (Beyrut:
Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1993), 1/51; Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, 1/230; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/72.
[39] Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, 1/51.
[40] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, 1/230; Tahtâvî, Hâşiyetü’t-Tahtâvî, 437; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/72.
[41] Bardakoğlu, “Iskât”, 19/141.
[42] Zeynüddîn b. İbrahim el-Mısrî İbn Nüceym,
el-Bahrü’r-râik şerhu Kenzi’d-dekâik (b.y.: Matba‘atü’l-İlmiyye, 1417/1997),
2/308; Aynî, el-Binâye, 3/298; Zebîdî, el-Cevheretü’n-neyyire, 256; Tahtâvî, Hâşiyetü’t-Tahtâvî, 437; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/72.
[43] Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, 1/51; Tahtâvî, Hâşiyetü’t-Tahtâvî, 437; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/72.
[44] Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, 1/51; Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, 1/230.
[45] Aynî, el-Binâye, 3/298; Şürünbülâlî, Nûru’l-Îzâh, 169.
[46] Remlî, Nihâyetül-muhtâc, 3/189; “Sukût”, el-Mevsuatu’l-fıkhiyye (Kuveyt: Vizâretü’l-Evkaf ve’ş-Şuûni’l- İslâmiyye,
1412/1992), 25/83.
[47] Nevevî, Ravdatu’t-tâlibîn, 2/247; Muhammed b. Şerefüddin el-Halîlî,
Fetâva’l-Halîlî ale’l-Mezhebi’ş-Şâfiiyyi (Kahire: y.y., ts.), 2/18.
[48] Buhûtî, Keşşâfül-kmâ‘, 2/133; “Sukût”, 25/83; İbn Abdülber, el-İstizkâr, 10/166-175.
[49] İbn Nüceym, el-Bahrü’r-râik, 2/306.
[50] Şürünbülâlî, Nûru’l-Îzâh, 169; Tahtâvî, Hâşiyetü’t-Tahtâvî, 437.
[51] Bardakoğlu, “Iskât”, 19/142.
[52] Abdülaziz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr,
1/230; Karaman, İslâmın Işığında Günün
Meseleleri, 85.
[53] Bardakoğlu, “Iskât”, 19/142.
[54] “Iskât-ı
salât kütüb-ü mu‘teberâtta mestur olup Zeyd “ne farz ne sünnettir” deyu inkâr
eylese, şer‘an Zeyd’e ne lazım olur? el-Cevab: Kafir olmaz, ıskât-ı salât
akçesine mütehâlik (kendini tehlikeye atacak kadar aceleci olan) olan
mühmelâtın (değersiz, kıymetsiz) hırsları mukabelesinde söylemek anlanır. Ne ol
habisler (değersiz, kötü niyetli) cîfe-i (leş, artık) dünyaya hırs göstersin ne
bir cahil böyle desin.”
Şeyhülislâm Muhammed b. Muhammed b. Mustafa el- İmâdî Ebüssuûd, Mecmaü’l-Fetâvâ (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesi, demirbaş no. 006292),
25a.
[55] “Zeyd fevt oldukta müddet-i ömrünün on yılı ifrâz (ayırmak)
olunup bakisi adedince fukara ihzar olunup Zeyd’in bir yıllık fevt olmuş namazı
içün fukaradan her birine yirmi vukiyye (ağırlık birimi) olan kile (ölçek) ile
yüz kırk sekiz kile ve sekiz vukiyye buğdayın kıymetini Amr tasadduk edüp her
biri meblağ-ı merkumu devr ettirüp Amr-ı mezburdan bedel her birine birer
miktar akçe vermekle şer‘an Zeyd’in ol miktarı yıllık namazı sâkıt olur deyü
ulemâ-i müctehidinden nakl var mıdır? Cevâb: Her salât mukabelesinde nısf-ı sa‘
(1 sa‘=2.917 gr) buğday hesabı üzere vasî fukaraya verüp onlar dahi tamam-ı
tatyîbi nefsle (gönlü hoş etme) mûsînin (vasiyet eden) hakkı olmak üzerine
vasîye verüp her nöbette bu vech üzerine edecek mercudur ki Hakkı sübhane ve
teâlâ hazreti afv buyura meşâyih istihsânı ile olmuş hükümdür. ” Çorlulu Sinan Efendi, Kitabu’l-Fetava li-Ebussuûd ve İbn Kemal Paşa (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Kütüphanesi, demirbaş no. 003407), 26b.
[56] “Zeyd-i müteveffanın veresesi Zeyd’in beş yıllık namazının
fidyesini vermek murad ettikde vereseden Amr sairlerin izniyle her namaz için
buğdaydan nısf-ı sa‘ kıymeti hesabı üzere bir yıllık namazların fidyesine vâfî
(yeterli) olan şu kadar akçeyi terekeden ifrâz ve bir kaç fakîri cem edüp ibn-i
fülanın bir yıllık namazlarının ıskâtı içün şunu sana verdim deyüp meblağ-ı
mezburu ol fakîrlerin birine verüp ol dahi kabul ettim deyü alıp mülkü olduğunu
bildikten sonra rızasıyla Amr’a sana hibe ettim deyü verip Amr dahi alup sair
fakîrlerin herbiri yine minval-i meşruh üzere verüp beş yıllık namazların
fidyesi tamam oluncaya dek devr ettikten sonra ol akçeyi ol fakîrlere taksim
eylese caiz olur mu? el-Cevab: Olur.” Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi, Fetâvâ-yı Ali Efendi (Ankara: TBMM Kütüphanesi, 1927/841), 1/10.
[57] Yazma nüshada eserin ismi Şerhu’l-Farâiz el Müsemma bi Şihâbüddîn olarak yazılmıştır.
[58] İbn Âbidîn, Reddül-muhtâr, 2/73.
[59] Şihâbüddîn es-Sivâsî, Şerhu’l-Farâiz el Müsemma bi Şîhâbüddîn (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Kütüphanesi, demirbaş no. 002199-II), 67a.
[60] “Altındaki zekât nisap miktarı yirmi miskaldir. Gümüşün
nisabı ise iki yüz dirhemdir.”
Bk. Ebü'l-Hasan Burhânüddîn b. Abdilcelil el-Merğînânî, el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî, thk. Muhammed Adnan Derviş (Beyrut:
Dâru’l-Erkâm, ts.), 1/125-126; Halebî, Mülteka’l-ebhur, 1/178.
[61] Şihâbüddîn es-Sivâsî’nin döneminde sekiz
yüz akçenin, gümüşün zekât nisabı olan iki yüz dirheme denk geldiği
anlaşılmaktadır.
[62] Sivâsî, Şerhu’l-Farâiz
el Müsemma bi Şîhâbüddîn,
67b.
[63] “Evvela bir gün altı vakit salâttır vitir dahi hesap olur.
İmam-ı azam hazretlerine göre böyle olacak. Bir aylık namazımız yüz seksen
vakit eder. Meselan bir kimesne fevt olsa otuz yaşında olsa on iki senesini
çıkardık on sekiz sene kaldı. Bu kimesnenin ıskât-ı salâtı içün altı kuruşu var
balada zikrolunduğu üzere bir şehrimiz yüz seksen vakit eder. Dört yüz dirhem
buğday kıymeti bu vakitte bir para olduğu surette yüz seksen vaktimiz yüz
seksen para eder (...)” Kara
Mustafa Paşa, Iskât-ı Salât Sureti (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı
Kütüphanesi, demirbaş no. 002199-II), 196b.
[64] Mehmet Önder, Konya Maarifi Tarihi (Konya: Ülkü Basımevi, 1952), 50.
[65] Taşbaskı olarak mevcut olan risâlenin
yayın yeri, yayınevi ve yayın yılı bulunmamaktadır.
[66] Kafalızâde Muhammed Said, Risâle-i Iskât-ı Salât, (y.y.: y.y. ts.),1.
[67] “Eğer meyyit mükellef ve mükellefe olup malları dahi olup
vasiyet dahi ettiklerinde eğer sülüs malları mukteza- yı sinnlerine (yaş)
buğdaydan nısf-ı sa‘ yani beş yüz yirmi dirhem eder ve eda olunduğu vakitte
kıymetine baliğ ise lazım gelen fidye-i salâtlarına vefa ederse hemen ayn-ı
buğday yahud kıymeti meselan iki kuruş eda olunur. Hile-i şer‘iyye ile devre
hacet yoktur. Bıraktığı malları fidye-i salâtlarına vefa etmez ise ol vakit
şer‘an beyan olunacak hile-i şer‘iyye ile devr olunur. Eğer meyyit vasiyet
etmeden fevt olursa vereseleri kendi hisselerinden teberruan hile-i şer‘iyye
ile devr ettirip eda ederler ise sahih olur. Allâh-u Teâlâ’dan af reca olunur.
Ve yine meyyitin hiç malı olmaz ise vereseleri bir miktar şey istikraz (borç
alma) edüp fidye-i salâtın devr ettirüp verirler ise yine Allâh-u Teâlâ’dan af
reca olunur. ” Kafalızâde, Risâle- i Iskât-ı Salât, 2.
[68] Ebü’l-Hasen Ebü’l-Usr Hüseyin b.
Abdilkerîm el-Pezdevî, el-Usûl, (b.y.: Mektebetü Mişkâti’l-İslâmiyyet,
ts.), 1/47.
[69] Kafalızâde, Risâle-i Iskât-ı Salât, 2.
[70] Kafalızâde, Risâle-i Iskât-ı Salât, 3.
[71] “Ve dahi malum ola ki, ıskât-ı salât devri tekmil olundukta
birkaç devir fidye-i savm için hesap olunup kaç günlük savm kalmış ise her bir
günün savmı için buğdaydan yarım sa‘ ve arpadan ve hurmadan bir sa‘ hesap
olunup devr olunan akçenin haline göre kaç günlük fidye-i savm ıskât eder ise
ihtiyaten devr olunur. Ve birkaç devr dahi kalmış zekâtı için hesap olunup ne
miktar zekât ıskât eder ise ol miktar devr olunur. Ziyade olur ise zarar vermez.
Ve birkaç devr dahi sair vecebe aleyhi için ihtiyaten devr olunur. ” Kafalızâde, Risâle-i Iskât-ı Salât, 5.
[72] “Pîr-i fâni
ve fâniye olan kimesneler kâimen yahut kâiden edâ-i salâta kadir ve kadire
olmayıp ve başlarıyla dahi îmaya muktedir olmazlar ise onlar için fidye-i salât
vermek lazım gelmez. Hayatta iken orucun hilafına namaz fidyesi verilmez. ” Kafalızâde, Risâle-i Iskât-ı Salât, 5.
[73] Halaka devri, birden fazla fakirin bir
araya gelerek devir işlemini beraber yapmalarıdır. Bir fakir ile de ıskât-ı
salâtın yapılması mümkündür. Halaka devri isimlendirmesi Kafalızâde’ye aittir.
İncelenen mahkeme kararlarında halaka devri ifadesine rastlanmamıştır. Muhtemelen
Konya yöresinde birden fazla fakir tarafından yapılan devir işlemine yöresel
kullanımda halaka devri denilmektedir. Kafalızâde de yöresel
kullanımdaki bu ifadeyi risalesine taşımaktadır.
[74] “Ve dahi malum ola ki vasiyet etmeden fevt olan Zeyd-i
müteveffanın veresesi Zeyd’in beş yıllık namazının fidyesini vermek murad
eylediklerinde Zeyd’in beş yıllık namazı salât-ı vitir dahi dahil olarak bir
günde altı vakit itibar ederek yüz seksen vakit eder. Ve her günde altı
vakitten otuz günde yüz seksen vakit namaz eder. Bu miktar vakitte namazlarının
fidyesini vâfî olan şu kadar akçe ifraz ve ihrac olunup yani her bir vakit
namaza altmış paradan. Mesela tasadduk eylediği sene buğdayın kıymeti ehven
(düşük) olur ise dahi noksandan hesap olunur. Yani yirmi paradan ve yahut otuz
paradan. Ve dahi ğâlî (yüksek)olur ise mesela iki kuruştan yahut üç kuruştan itibar
olunur. Hâsıl-ı kelam Zeyd’in fidye-i salâtı edâ olunduğu günde beş yüz yirmi
dirhem buğdayın kıymeti itibariyledir. Zeyd’in vefatı günündeki kıymeti
itibariyle değildir. Zira bazı vakit vefatı gününde buğdayın kıymeti ğâli ve
pahalı olur. Salât edâ olunduğu günde ehven olur ve bazı vakitte emr-i bi’l-aks
olur hasılı muttarid (düzenli) olmaz. Mesela her vakit namaza altmış paradan
bir aylık namaz iki yüz yetmiş kuruş eder. Ol miktar mezburu tereke-i meyyitten
ihrac ettikten sonra halaka devri denilen birkaç fakîr-i müslim âkıl bâliğ cem‘
edüp ben sana fülan oğlu fülanın bir aylık geçmiş salâtının fidyesi için şu iki
yüz yetmiş kuruşu verdim deyüp meblağ-ı mezburu ol fakîrlerin yedlerine verüp
ol fakîr dahi kabul ettim deyü alıp kendi mülkü olduğunu bildikten sonra
rızasıyla verese-i Amr’a yahut verese-i vekil olan mahalle imamına sana hibe
ettim deyü verüp birkaç defa rızasıyla bu minval üzere alıp verüp ol fakîrin
hissesine isabet eden tekmil olduktan sonra vereseden Amr-ı fakîrin rızasıyla
alıp sair fakîrlerin her birerlerine de bu minval üzere verüp alıp beş yıllık
namazların fidyesi tekmil oldukta meselan beş yıllık ıskât-ı salât devri tekmil
oldukta ol iki yüz yetmiş kuruş merhumun fidye-i salâtına ve keffâreti yeminine
taksim edüp otuz kuruş fidye-i salât kendilere devr olunan fakîrlere verilüp
onları tatyîb-i hatır (gönül hoşnutluğu) edüp ve bakiden doksan kuruş verüp
(....)” Kafalızâde, Risâle-i Iskât-ı Salât, 7.
[75] “Ve dahi malum ola ki hakîrâne risâle-i merğûbenin
ibtidasında icmalen beyan ve iş‘âr olunan hile-i şer‘iyye ile fidye-i salâtın
devrinin tafsîlen beyanıdır. Eğer mevta zükûr olur ise on iki yaşını
tarh(eksiltme) ve ihraç edüp ve eğer nisâ ise dokuz yaşını sabavetleri
(çocukluk) için tarh ve ihrac edüp bakisini devr edeler devr-i kebîr tabir
olunur. Bu kavl bazı fukahânın muhtar ve ihtiyatı ile olan kavl budur. Mesela
bir racül fevt olsa ve sinni dahi doksana bâliğ olsa on iki sene sabâvetine
ihrac olunur baki yetmiş sekiz kalır birer aydan devrini farz ettiğimiz
takdirce her bir senede on ikişerden yetmiş sekiz sene darb ile dokuz yüz otuz
altı devr eder ve ıskât-ı salât devr olunan fukaralara bir aylık salâtın
fidyesini vâfî ve kâfi olan meta‘ gerek altun ve gerek kumaş her ne ise dokuz
yüz atuz altı kere verüp alalar ve yanlarında kimesne olmasa evla olur. ” Kafalızâde, Risâle-i Iskât-ı Salât, 10.
[76] “Bu sahih şer‘î bir hüccet ve açık geçerli bir belgedir.
İçeriğinde Ali b. Hızır isimli şahsın kendisinden asaleten ve kardeşi İbrahim
b. Hızır’dan vekaleten ikrar ve kabul ettiği hususlar dile getirilmektedir.
Aşağıdaki dava için ikrar ve tecviz etme hususunda kardeşine vekaleti sabit
olmuştur. Bunun zikri o ikisinin (Ali ve İbrahim) mûrisin nesebi asabesi
olmaları itibarıyle vefat etmiş bulunan Silahdar Hüseyin b. Abdullah’ın
vârisleri oldukları Hasan b. Ali ve Yusuf b (...)’nın şehadetleriyle sabittir.
Zikri geçen muris Hüseyin b. Abdullah hastalığı esnasında bütün malının üçte
birini vasiyet etmişti. Bu miktar maldan 500 akçenin ıskât-ı salât ve savma
harcanmasını (...) Her ikisi bu zikredilen vasiyeti sahih ve şer‘î bir şekilde
kabul ve tecviz etmişlerdir. (...) İş bu şekilde neticelenince, delil getirmek
gerektiğinde bir hüccet olarak bulunması için bu belge yazıldı ve zikri geçen
vasîye verildi.1510” Üsküdar Mahkemesi 1 Numaralı Sicil (H.919/927/M.1513-
1521), haz. Bilgin
Aydın-Ekrem Tak (İstanbul: İSAM Yayınları, 2008), 292.
[77] “Ali b. Veli meclis-i şer‘de vasiyet edip fevt olduğum gün
techiz ve tekfinimden sonra üç yüz akçe ıskât-ı salâtıma verile (,..)ve
zimmetimde asla borcum yoktur.1578” Galata Mahkemesi 7 Numaralı Sicil
(H.985/986/M.1577-1578), haz.
Mehmet Akman-Fethi Gedikli (İstanbul: İSAM Yayınları, 2011), 108.
[78] “Nefs-i Üsküdar’da mahalle-i Selman Ağa’da bir yaya kocası
fevt olup Yusuf nam kimsenin evinde vaki olup üzerime ne varsa techizden ve
kefenden artık olanı vasiyetim olsun ıskât-ı salât edin(...) deyu vasiyetine
ikrarı mesmû olup sebt-i sicil olundu.1520” Üsküdar Mahkemesi 2 Numaralı Sicil
(H.924/927/M.1518-1521),
haz. Rıfat Günalan- Vildan Kemal-Özlem Altıntop-Hatice Ayyıldız Bahadır
(İstanbul: İSAM Yayınları, 2010), 386.
[79] “Davud Paşa mahallesinden Şirin bt. Abdullah meclis-i
şer‘de bi-tav‘ihî ikrar ve itiraf edip dedi ki vakf ettiğim evden gayrı mülküm
nem var ise sülüsün vasiyet ettim mütevelli olan Şahkulu b. Mustafa ıskât-ı
salâtıma ve defnime ve techiz ve tekfinime ve’l-hasıl ne var görürse anı ede
dediği itirafı gıbbe’t-taleb kayd-ı sicil olundu. 1563” Üsküdar Mahkemesi 26
Numaralı Sicil (H.970/971/M.1562-1563), haz. Rıfat Günalan. (İstanbul: İSAM Yayınları, 2010), 200.
[80] Mahkeme karar metinleri için bk. Hüseyin
Çınar, 1020-1021 Tarihli 13 Numaralı Ankara
Şer‘iyye Sicili Transkripsiyon ve Değerlendirme (Ankara: Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, 1993), 382; Ayşe Güngören, 12
Numaralı Konya Şer‘iyye Sicili (1074-1075/1663-1664) Değerlendirme ve
Transkripsiyon (Konya:
Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2020), 244;
Alpaslan Yüksek, Galata Mahkemesine Ait 141
Nolu Şer‘iyye Sicilinin (H. 1098-1099) Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi (Nevşehir: Nevşehir Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2012), 304.
[81] Mahkeme karar metinleri için bk. Taylan
Akyıldırım, 259 Şer‘iyye Sicili Defterine Göre
Galata (İstanbul: Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, 2010), 131; M. Zahit Yıldırım, 30
Numaralı Adana Şer‘iyye Sicil Defteri 1115/1703-1171/1757 (Malatya: İnönü Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 1996), 162; Mustafa Çavdaroğlu, 61 Numaralı Ayntab Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve
Değerlendirilmesi H. 1124-1125/M. 1712-1713 (Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2013), 116.
[82] Mahkeme karar metinleri için bk. Abdullah
Aydoğmuş, 75 Numaralı Konya Şer‘iyye Sicilinin
Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi (Konya: Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, 2012), 315; Arzu Pehlevan, 1495 Numaralı
Konya Şer‘iyye Sicili Defterine Göre Rize’nin Ekonomik ve Sosyal Hayatı (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008), 286; Abdulhamit Avcı, 590 Numaralı Karahisâr-ı Sâhib Şer‘iyye Sicili
Transkripsiyon ve Değerlendirmesi (Afyonkarahisar: Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010), 280.
[83] İbrahim Özcoşar, 315 Numaralı Hicri 1154-1155 (M.1741/1742) Tarihli
Diyarbakır Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi (Diyarbakır: Dicle Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2000), 132-230.
[84] Özcoşar, 315
Numaralı Diyarbakır Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi, 159-189.
[85] Üsküdar Mahkemesi 2 Numaralı Sicil, 396; Çavdaroğlu, 61 Numaralı Ayntab Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve
Değerlendirilmesi, 48; Aydoğmuş,
75 Numaralı Konya Şer‘iyye Sicilinin
Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi, 42; Ruken Tanriseven, 12 Nolu
Antalya Şer‘iyye Sicili Defterine Göre 1862-1864 Yılları Arasında Antalya
Şehrinin İdari ve Sosyo-Ekonomik Durumu (Antalya: Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, 2007), 118; Ökkeş Narinç, 64
Numaralı Gaziantep Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirmesi
(H.1123-1124/M. 1711-1712)
(Kilis: Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, 2010), 214; Ömer Faruk Yılmazer, 98/1
Numaralı Gaziantep Şer‘iyye Sicili (H. 1155/M. 1742-1743) Transkripsiyon ve
Değerlendirme (Kayseri:
Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010),
156.
[86] “Fî’l-asl Arabkir Kasabası ahalisinden olup medine-i
Halebü’ş-şehbâ’da Hacı Musa Hanı’nda müsafiren sakin iken bundan akdem vefat
eden Hasan Ağa b. Hüseyin’in zâhirde vâris-i ma‘rûfu olmayıp bi’l-cümle
terekesi cânib-i beytülmâla aid ve râci oldukdan sonra müteveffâ-yı mezburun bir
vasî-i muhtârı olduğunu iddia eden Mehmed Ağa b. Osman nam kimesne meclis-i
şer‘-i şerîf-i enverde medîne-i mezbure muhassılı ve emîn-i beytü’l-mâl olup bu
misillû bîlâ vâris-i ma‘rûf fevt olanların terekelerini bâ fermân-ı âlî kabza
memûr olan Mehmed Şakir Ağa b. İbrahim muvâcehesinde üzerine dava ve takrîr-i
kelâm edip müteveffâ-yı mezbur hayatında fevtinden dört gün mukaddem tarih-i
defninden on gün mukaddem şöyle vasiyet eyledi ki ben bi-emrillahi teâlâ vefat
eylediğimde mezbur Mehmed Ağa bi’l-cümle terekemi ahz u kabz edip emvâlî-i
mevcûdemden bir sim kaplama kılıç ve bir simlû en‘âm-ı şerîf kesesi semen-i
misilleriyle âhara furûht (satma) re‘slerinin kadr-i ma‘rûfu ile techîz ve
tekfîn ve levâzım-ı defnimin umurunu ru’yet ve mâ adâsı ıskât-ı salât ve
keffâret-i savm ve yeminim için bade’d-devri’ş-şer‘î fukarâ-yı müslimîne
tasadduk oluna (,..)1827”
Hacer Vilgenoğlu, 209 Numaralı Haleb Şer‘iyye
Sicili (H. 1242/M.1827) Transkripsiyon ve Değerlendirme (Şanlıurfa: Harran Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010), 96.
[87] “Sak, hâkim tarafından dava konusu olan
meseleye ve bu meseledeki kararına dair hazırlanan belgedir.” Süleyman Kaya,
“Sak”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2008),
35/586.
[88] “Mahmiye-i İstanbul’da Hoca Paşa kurbunda fülan
mahallesinde sakin iken bundan akdem vefat eden attar esnafından Süleyman Ağa
b. Fülan b. Fülan’ın veresesi zevce-i menkûhâ-i metrukesi Rukiye Hatun bt.
Fülan ile sulbî sağîr oğlu Mahmud’a münhasıra olduğu inde’ş-şer‘ zahir ve
mütehakkık olduktan sonra müteveffâ-yı mezburun terekesine bi’l- verese vaz-ı
yedi mütehakkık olup zâtı tarif-i şer‘î ile muarrafe olan zevce-i mezbure
Rukiye Hatun mahzarında üzerine dava ve takrir-i kelam edüp müteveffâ-yı mezbur
Süleyman Ağa b. Fülan hayatında vefatından yirmi gün mukaddem - ben
bi-emrillâhi teâlâ vefat eylediğimde cemî-i terekem ve zimem-i nâsta olan
hukukum ahz ve kabz olunup sünnet-i seniyye üzere levâzım-ı techiz ve tekfinim
görülüp duyûn-u müsbetem zuhur eder ise badeİ-edâ bâki kalan terekemin sülüsü
ifraz ve sülüs-ü mezkurdan şu kadar kuruşu ıskât-ı salât ve keffâreti savm ve
yemin ve nüzûrât-ı sairem için bade’d- devr fukarâ-i müslimine verile (...) o
kimesneler li-ecli’ş-şehade meclis-i şer‘de hazırân olup eserüİ-istişhâd (...)
bizim huzurumuzda vasiyet ve tenfizine işbu müddeî-i mezbur Ali Ağa’yı vasiyy-i
muhtar nasb ve tayin eyledikten sonra ol dahi vesayet-i mezkureyi badei-kabul
(...)” Mehmet Aziz
Çavuşzâde, Dürrü’s-Sukûk (İstanbul: y.y., 1277/1861), 348.
[89] “Ali Beşe hayatında vefatından on gün mukaddem ben
bi-emrillâhi teâlâ vefat eylediğimde cemî-i terekem ve zimem-i nâsda olan
hukukum ahz ve kabz ve sünnet-i seniyye üzere levâzım-ı techiz ve tekfin
görülüp duyûn-u müsbetem zuhur eder ise bade’l-edâ bâki kalan terekemin sülüsü
ifraz ve sülüs-ü mezkurdan iki bin kuruş ıskât-ı salât ve keffâret-i savm ve
yemin için bade’d-devr fukarâ-i müslimîne verile deyip vasiyet etmesi (...)
1878” Hüseyin Göksal, Kütahya’nın 52 Nolu Şer‘iyye Sicili (Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2001), 253.
[90] “(...) kalan terekemin sülüsünü ifrâz ve süüs-i mezkûrdan
iki yüz guruşu ıskât-ı salât ve keffâret-i savm ve yemînim için ba‘de'd devr
fukarâ-yı müslimîne verile (...) 1911” Nurullah Yalçınkaya, 408
Numaralı Lice Şer‘iyye Sicili’nin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi (Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 22013), 78.
[91] “(...) müteveffâ-yı mezbure vefatından on gün mudaddem
bi-emrillahi teâla vefat eylediğimde cemî-i terekem ve zimem-i nâsta olan
hukukum ahz ve kabz olunup sünnet-i seniyye üzere levâzım-ı techiz ve tekfinim
görülüp duyûn-u müsbetem zuhûr eder ise ba’del-edâ bâki kalan terekemin sülüsü
ifrâz ve sülüs-ü mezkûrden üç yüz guruş iskât-ı salât ve keffâret-i savm ve
yeminim için bade’d-devr fukarâ-yı müslimîne verile (...) 1916” Mehmet Baydaş, 236 Numaralı Hısn- ı Mansur (Adıyaman) Kadı Sicilinin 20-96
Sahifelerinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi (Kahramanmaraş: Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008), 30.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar