Devir Yapsak mı Yapmasak mı?
İslâm hukuk tarihinde tartışmalara sahne
olduğu gibi günümüzde de güncelliğini koruyan ve hâlen tartışmalara sebep olan
konulardan birisi ıskât-ı salât ve devir meselesidir.
İslâm hukukunda ölen kişinin namaz
borçları her namaz için ayrı ayrı hesaplanır ve bunların fidyeleri fakirlere
verilir. Namaz borçlarının bu şekilde düşürülmesi işlemine ıskât-ı salât
denilmektedir.
Iskât-ı salâtın caiz olduğundan bahseden
ne bir ayet ne de bir hadis vardır. Iskât-ı salâtın caiz olduğu yönündeki ilk
görüş hicri ikinci asrın sonlarında, Hanefîlerden İmam Muhammed’e aittir.
O
temenni (inşallah) ifadesini kullanarak Allah’tan böyle bir şey talep
edilebileceğini ifade etmektedir.
Ona göre ölenin namaz borcunun düşürülmesi
oruç borcuna benzetilerek (temenni ifadesi ile) mümkündür.
Bir
kısmı dışında Şâfiîlerin çoğunluğu, Mâlikîler ve Hanbelîler ıskât-ı salâtın
caiz olmadığı görüşündedirler.
HANEFÎ ÂLİMLER TARAFINDAN NAMAZ BORCU
FAZLA OLANLARIN ÖDEMELERİ GEREKEN AŞIRI FİDYE MİKTARINI DAHA AZA DÜŞÜRMENİN BİR
ÇARESİ (HİLE) BULUNMUŞTUR.
(Diyelim ki bir ölünün iskatı 25 000 lira
tuttu hepsi bir fakire verilse iskat yapılmış olur. Bu kadar parayı bulmak zor
olunca için devir hilesini uygulamışlardır. Bir
yerden bir 25 000 tl ödünç para alınır.
Bir fakirle 25 kere devir yapılır veya 25 fakir bulunur, bir kere vermekle
tamam olur.) (Güya yaptık oldu)
Adı
daha sonra devir olarak isimlendirilen bu işleme hicri beşinci asırdan itibaren
cevaz verilmektedir. Devir, bir miktar paranın fakire fidye olarak verilmesi,
fakirin bunu alıp kabul ettikten sonra parayı tekrar verene iade etmesi, aynı
paranın tekrar fakire fidye olarak verilmesi ve bu işlemin fidye meblağına
ulaşıncaya kadar devam etmesidir.
Osmanlı hukukunda ıskât-ı salât ve devir
özelinde Hanefî mezhebinin görüşlerinin mahkemelerde uygulandığını ve fidye
miktarını düşürme işlemini devir şeklinde isimlendirip kullanan ilk kişinin
-hali hazırda eldeki mevcut verilere göre- Osmanlı âlimlerinden Şihâbüddin
es-Sivâsî (ö. 856/1456) olduğunu söylemek mümkündür.
Namazların ıskatına gelince; bir kişinin namaz borçlarının fidye
ile ödenebileceğine dair Kur’ân ve sünnette ne bir delil ne bir işaret vardır.
Bu itibarla fidye ile namaz borçlarının düşeceği söylenemez. Ancak ihtiyaç
sahiplerine yapılacak yardımlar ölü adına yapılmış sadaka gibi olacağından
günahların bağışlanmasına ve Allah’ın affının tecellisine vesile olacağı
umulur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Şüphesiz, iyilikler kötülükleri giderir.”
(Hûd, 11/114) buyrulmuştur. Ancak belli bir miktar paranın fakire verilmesi ve
onun da güya hamiyetli davranarak aldığı parayı veren kişiye hibe etmesi ve
ödenmesi gereken meblağ tamamlanıncaya kadar bu kabul ve hibe işinin tekrar
ettirilmesi demek olan “devir” uygulamasının aklî ve naklî hiçbir mesnedi
yoktur.
(Hanefi Mezhebinde)İmkânlar dâhilinde fakirlere
sadaka vermek, hayır işleri yaptırmak, hayır kurumlarına yardımda bulunmak
geride kalanların ölüler için yapabilecekleri en uygun davranışlardır. Fakat
ölenin varisleri arasında fakirler, yetimler, ihtiyaç sahipleri, eş ve
çocukların bulunması hâlinde (ölenin vasiyeti dışında) bunların mallarından ıskat,
tasadduk ve devir yapılarak mağdur edilmeleri caiz değildir (İbn Nüceym,
el-Bahr, 4/117; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/240-241).
Şâfiî mezhebindeki ağırlıklı görüş, namaz veya
adanmış itikâf borcuyla ölen kimsenin yakınlarının ölen adına bu ibadetleri ifa
etmesinin de fidye vererek bu borçları düşürmesinin de sahih olmadığı
yönündedir (Nevevî, el-Mecmû’, 6/372).
Sonuç
itibariyle, Bakara sûresinin 184. âyetinde sadece oruç tutmaya gücü yetmeyen
sürekli mazeret sahiplerinin fidye vermeleri emredilmiş olup bunun dışındaki
ıskāt-ı savmın âyette yer almadığı, ıskāt-ı salât ve diğer ıskat çeşitleriyle devir işleminin ise Kur’an
veya Sünnet’ten herhangi bir delile veya fıkhî hüküm elde etmede kullanılan bir
usule dayanmadığı açıktır.
Esasen bedenî
ibadetler ruhun Allah’a yükselişini sembolize ettiği, kişinin kendini
geliştirip eğitmesine yardımcı olduğu ve tabii olarak mükellef açısından birçok
mânevî ve ahlâkî fayda taşıdığı için bunların sıradan bir borç-alacak ilişkisi
gibi görülmesi ve neticede ıskat usulünün ibadetlerin edâsına alternatif ifa olarak değerlendirilmesi bu
ibadetlerin ruhuna ve amacına aykırıdır.
Ancak vefat
eden kimsenin yakınlarının ölenin uhrevî mesuliyetini azaltacak bir şeyler
yapabilme yönündeki iyi niyeti ve gayreti, müteahhirînden bazı fakihlerin de
ihtiyat ve temenniden öte gitmeyen, fakat neticede fakirlere tasaddukta
bulunduğu için bazı olumlu sonuçlar da içeren ıskat işlemine sıcak bakmaları,
bu sürecin bir devamı olarak fakirler için de devir usulünün bulunması gibi
hususlar ıskat ve devrin İslâm toplumunda hızla yaygınlaşmasının temel âmili
olmuştur.
Buna ilâveten,
bu tür âmil ve yaklaşımların her dönemde -en azından ikili ilişkiler çerçevesinde-
varlığını korumuş olması aksi yönde yapılan eleştiri ve açıklamaları sonuçsuz
bırakmıştır.
Öte yandan
Kur’an’da, Sünnet’te veya sahâbenin ve müctehid imamların fetvalarında
mazeretsiz olarak tutulmayan ve kazâ edilmeyen oruçlar için ıskāt-ı savmın,
bütünüyle ıskāt-ı salâtın ve devrin cevazı yönünde hiçbir açıklama yer almadığı
halde ıskat ve devrin uygulamada giderek yaygınlaşmasının, insanların
sağlıklarında ibadetleri ifada tembellik etmesine veya ihmalkâr davranmasına,
bunun İslâm’ın öngördüğü veya cevaz verdiği bir usul olarak algılanmasına,
İslâm’ın bu âdet sebebiyle yanlış anlaşılmasına ve haksız ithamlara mâruz
kalmasına yol açtığı da bilinmektedir.
Bununla
birlikte ölen için bir şeyler yapıp Allah’ın rahmetini umma, dinî bir görevi
ifa etme, bu vesileyle ihtiyaç sahiplerine yardım etme gibi birçok farklı
niyetin iç içe olduğu, psikolojik ve ekonomik sebeplerin ve sosyal baskının ön
plana çıktığı bu işlemin sadece ilmî ve şeklî bir yaklaşımla bid‘at ve
yanlışlardan arındırılması da kolay görünmemektedir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar