EPİKTETOS DÜŞÜNCELER ve SOHBETLER (Konu Başlıklı Düzenleme)
EPİKTETOS’UN HAYATI, ESERLERİ ve FELSEFİ GÖRÜŞLERİ
Hayatı:
Milattan sonra 55 yılında Phrygia
(Frigya)’da Hierapolis’te (Şimdiki Pamukkale yakınları) doğduğu rivayet edilen
bir Yunan filozofudur.
Çocukken Roma’da İmparator Neron’un
azatlısı Epaphroditos’a satılmış bir köle idi. Asıl adı bilinmediği için
Yunanca “satın alınmış adam-köle uşak” anlamına gelen
“Epiktetos” olarak adlandırılmıştır.
Epiktetos, Roma’da felsefe okuma imkânını
bulmuş, kölelikten kurtulunca felsefe öğretmenliği yapmış, 90–94 yıllarında
Roma imparatoru Domitianus bütün filozofları yurdundan kovunca, Nikopolis’e
gitmiş orada Stoik felsefe (stoacılık, stoik felsefe, acılara göğüs
germe, metin olma) ilkelerini öğretmeğe başlamıştır. Yokopolis’te
yokluk içinde yaşamış ve burada ölmüştür.
Eserleri:
Hiçbir yazılı eser bırakmamış, fakat büyük
bir etki yapmıştır. Kendisini seven birçok öğrencileri olmuş, bunlardan İzmitli
Finvius Arrianus, Epiktetos’un öğrettiklerini “Düşünceler-Epiktetos
Elkitabı” adıyla sonradan kitap halinde toplamış ve böylece felsefesi
hakkında bilgi edinmek mümkün olmuştur.[1] Gerçekte Epiktetos’un eseri sekiz kitaptan
oluşmasına karşın günümüze kadar ancak dört kitabı ulaşmıştır. Epiktetos’un, bu
eseri daha çok ahlaki öğütlere ayrılmış bir söyleşi türündedir. Cynic
(Kinik) Okulu[2] mensuplarının uyguladığı türde kurmaca
bir muhatapla diyaloglar biçiminde, kendisini tutkuların kölesi olmaktan
kurtarıp doğaya uygun biçimde yaşamakla yetinerek bilgece esenliğe ulaşmak için
öğrencilere yöneltilen konuşma metodunu kullanmıştır.
Felsefi Görüşleri:
Epiktetos’un felsefesinin ana hatları
kısaca şöyledir: Tanrı’ya güvenmek, vicdanın sesini dinlemek ve insanların
kardeşçe yaşamaları esasına dayanmaktadır. Kendisine, bilge kişi olarak
Sokrates ile Diogenes’i örnek alan Epiktetos, temelde ahlak ile ilgilenmiş ve
gerçek eğitimin, tümüyle bireye ait olan tek şeyin bireyin iradesi ya da amacı
olduğunu kavramaktan başka bir şey olmadığını iddia etmiştir. Ona göre insan,
iradeden bağımsız olan iyi ya da kötü hiçbir şey bulunmadığını öğrenmeli ve
olayları öngörmeye veya yönlendirmeye kalkışmayıp sadece onları anlama çabası
göstermelidir. Epiktetos’a göre insana kendisinden başka birisi zarar vermez.
Epiktetos’un mesajı yönetici sınıfa değil daha çok orta sınıfadır. O, insanı,
Tanrı’dan başka insanları da içeren büyük bir sistemin üyesi olarak görmüştür.
Ona göre insanlar akıllı yanlarıyla Tanrı’nın çocuklarıdırlar ve kendilerinde
tanrısal öğeler taşırlar. Epiktetos’un ahlak felsefesinin temelinde genel
olarak şu iki kural dikkat çekmektedir:
a-İradenin dışında, iyi ya da kötü olan
hiçbir şey bulunmadığını kabul etmemiz gerekir.
b-Olayları öngörüp yönlendirmeye çalışmak
yerine, onları sadece bilgelikle kabul etmeliyiz. [3]
Önemli Not
Hazırlanan kitap rahmetli Burhan Toprak
Hocamızın milletimize kazandırdığı tercümeden hazırlanmıştır.[4] Düzenlemede daha faydalı olur
düşüncesiyle dağınık fikirler, eş-benzer metinler olarak peşpeşe konularak konu
başlıkları altında toplanılmıştır. Bu şekilde olunca asıl tercüme ile
bağlantı sadece paragraf şeklinde kalmıştır.
Ayrıca kitaptaki İslâmî literatüre
uygunluk sağlanmıştır. Çünkü Epiktetos’un eseri hakikat ve hikmet üzere tertip
edildiği halde içinde çok az miktarda olsa da Roma döneminin baskıcı tutumu
yüzünden olan tahrifat ve daha sonraki dönemlerde Hristiyanlar tarafından
yapılan itikadi sapmalar kararınca düzeltilmiştir. Bu şekilde okuyucunun
hikmetlere karşı inanç ve sevgisi sağlanması düşünülmüştür.
Epiktetos’u rahmet ve iyilikle anıyoruz.
İhramcızâde İsmail Hakkı
DÜŞÜNCELER ve SOHBETLER
AHLAK
Şimdiden sonra kendine yalnızken de olsa,
başkalarıyla birlikte iken de olsa, asla değişmeyecek bir seciye ve her vakit
itaat edeceğin ahlâk kanunları bul.
*İnsanın gerçek asaleti faziletten gelir,
doğuştan değil.*
*Pek çok zahiresi olduğu halde yiyemediği
için zayıf, cılız kalan kimselere benzeriz. Güzel ahlâk kaidelerimiz
vardır. Fakat bunlar lâf etmek içindir, tatbik etmek için
değildir. Hareketlerimiz sözlerimizi yalanlar. Henüz adam değiliz.
Filozof rolü oynamak isteriz. Yük bizim için çok ağırdır. Bu hal tıpkı ski
kiloluk yükü taşıyacak kuvveti olmayan bir adamın Aias'ın taşını yüklenmeğe
girişmesi gibidir.
Sende her biri yapılması lâzım gelen
vazifeleri gerektiren birtakım meziyetler vardır. Sen bir insansın; bir dünya
vatandaşısın, Allah’ın kulusun ve bütün insanların kardeşisin. Bunlardan başka
bir Senatörsün yahut daha başka bir makama sahipsin. Genç yahut ihtiyarsın. Ya
oğul yahut babasın, nihayet bir kadının kocasısın. Bütün bu unvanların seni
nelere bağladıklarını düşün ve hiçbirini lekelememeğe çalış.
Servetinin bir parçasını kaybettin. Bunu
avunamayacağın bir kayıp sayıyorsun. Fakat vefayı, saffeti, alçak gönüllülüğü
bıraktığın vakit bir şey kaybettiğini sanmıyorsun. Hâlbuki serveti kaybettiren
irademizin elinde olmayan yabancı bir kuvvettir. Onlara sahip olmamak veya
kaybetmek utanılacak bir şey değildir. İç servetimize gelince onu ancak kendi
yanlışımız yüzünden kaybederiz. Ona sahip olmamak ayıp ve acı bir şey olduğu
gibi sahip olduktan sonra kaybetmek de çok ayıp ve çok acıdır.*
*İnsanlara boyun eğen, ilkönce eşyaya
boyun eğmiştir.*
*Senin için bayram günleri, bir azgın
isteği yendiğin, kibri, yersiz atılışı, hainliği, dedikoduculuğu, aç
gözlülüğü, kötü konuşmayı, israfı yahut seni ezen başka kötü huyları kendinden
uzaklaştırdığın yahut hiç olmazsa onların kuvvetini azalttığın günlerdir. Bu
günler bir konsüllük yahut bir ordu kumandanlığı aldığın zamanlardan çok
kurban kesmene değer.*
*Saffet ruh için ne ise temizlik de vücut
için odur. Tabiat bile sana temizliği öğretiyor. Yemek yediğin vakit
dişlerinin arasında bir şey kalmaması imkânsız olduğu için, sana suyu vermiş,
bir maymun veya bir domuz olmayıp, bir insan olman için sana ağzını yıkamayı
emretmiştir. Derimize musallat olan kire karşı sana yıkanmayı,
yağlarla uğunmayı, çamaşırı, kaşağıyı sağlamıştır. Eğer bunlardan
faydalanmazsan sen artık bir insan değilsin. Tımar ettirdiğin atına,
yıkattığın, tarattığın köpeğine candan bakmıyor musun? Bunun için kendi bedenine;
atma ve köpeğine ettiğin muameleden daha kötü muamele etme! Senden kimsenin
uzaklaşmaması için, onu yıka ve temizle. Zira pis ve fena kokan bir insandan
kim kaçmaz? Fakat pis ve kokmuş olmak niyetinde isen: hiç olmazsa yalnız
pis ve kokmuş cl ve pislikle yalnız başına kal! Şehirden
uzaklaş, göle git, komşularınla dostlarını zehirleme. Sen sadece çirkefsin, böyle
iken tükürmenin ve sümkürmenin yasak olduğu mabetlere bizimle gelmeğe mi
cesaret ediyorsun?
Kirli, kılığı zindandan çıkan bir katil
gibi düşkün ve iğrenç olan bir filozof güzel vecizelerini bana
satmağa kalkarsa, beni nasıl kendisine çeker? Bir adamı bu halde bırakan
felsefeyi bana nasıl sevdirebilir? Onu dinlemeğe bile cesaret edemem ve her
ne bahasına olursa olsun ona bağlanamam. Onun için temiz ve edepli olalım. Aynı
şeyleri talebelerim hakkında da söylüyorum. Ben kendisini felsefeye vermek
isteyen bir delikanlının pis, saçları yağlı ve taranmamış olarak karşıma
çıkmasına tertemiz, efendice giyinmiş olarak gelmesini tercih ederim. Zira
bundan; onun güzellik hakkında bir fikri olduğunu, edepli ve efendice şeylere
bağlı olduğunu anlamış olurum. Böylece bildiği güzelliğe saygı duyduğu ve
dolayısıyla ona öğretilecek güzelliğe de saygı besleyeceği sezilir. O iç
güzelliği ki yalnız kendi aklını kullanmaktan ibarettir ve onun yanında beden
güzelliği sadece çirkinliktir. Fakat iğrenç, korkunç, kir ve pislik içinde,
saçları taranmamış, karmakarışık bir halde ve sakalı göbeğine kadar uzamış
olarak karşıma bir insan çıkarsa, hiçbir düşüncesi olmadığı güzellik hakkında
ona ne söyleyebilirim? O en güzel çeşmeye kendi süprüntülüğünü üstün tutacak
bir domuz yavrusudur.
Bir süre mânevi âlemde ilerlemeni
bırakıyorsun ve yolunu bulunca buna yine başlayacağını söyleyerek kendini avutuyorsun,
aldanıyorsun! Bugün göz yumulan küçük bir kusur, yarın seni daha büyüğüne yuvarlayacak
ve tekrarlanan bu ihmal, senin asla düzeltemeyeceğin bir alışkanlık meydana
getirecektir.*
AKIL
*Deliler yola gelmez. Darbımeselin dediği
gibi bir deliyi yola getirmektense parça parça etmek daha kolaydır.*
ALDANMAMAK İÇİN
Bir kimsenin şan ve şeref içinde olduğunu,
büyük bir mevkie yükseldiğini yahut son derece bolluk içinde olduğunu
görerek, hayalinin tesiri altında kalıp onu bu nasibinden dolayı mutlu saymağa
kalkma. Zira gerçek özü elimizde olan şeylerde ne açgözlülüğe, ne imrenmeye, ne
de kıskanmaya yer kalmaz ve sen de general, senatör, konsül olmak istemez,
belki yalnız hür olmak istersin. İmdi bu amaca giden tek bir yol vardır: elimizde
olmayan şeyleri küçük görmek!
*Bir hükümdarın yahut büyük bir Beyin
himayesi bizi huzur içinde ve her türlü tehlikeden uzak tutmağa yeter. Hâlbuki
koruyucu, vasi ve velimiz olarak Allah’ımız var. Niye bu korunma;
kaygılarımızı, korkularımızı atmak için yetmiyor?*
*Caesar'ın ordusuna yazılan askerler
alışılmış yemini ederler. Bu yemin nedir? İmparatorun esenliğini her şeyin
üstünde tutacaklarını, ona her konuda boyun eğeceklerini ve onun için ölümü
göze alacaklarını söylemekten ibarettir. Sen ki doğuşunla, Allah’tan aldığın
birçok armağanlarla ülûhiyete bağlısın ve onun safları arasında doğdun, bu
yemini yapmayacak mısın? Bu yemini yaptıktan sonra ona vefalı kalmayacak mısın?
Bu iki yemin arasında ne büyük fark var! Asker, imparatorun esenliğini her
şeyin üstünde tutacağına yemin ediyor, sen ise her şeye kendi selâmetini üstün
tuttuğuna yemin ediyorsun.*
*Her aldatmaya karşı kendine de ki: «İşte
büyük bir savaş, ilâhî olan bir iş.» Burada bahse konu olan hâkimiyet;
hürriyet, saadet ve temizliktir. Allah’ı hatırla, onu yardımına çağır, o senin
için yardım göndeecektir. Denizde bir fırtına, koptuğu vakit elbette Castor ile
Pollux'ü imdada çağırırsın. Oysaki istek senin için daha tehlikeli bir
fırtınadır.
* Niçin Stoisyen oluyorsun? Hareketlerinin
gerektirdiği adı al, sana uygun olmayan ve lekeleyeceğin adı alma.
Stoisyen'lerin prensiplerini, ileri sürmekle geçinen birçok insanlar
görüyorum. Fakat Stoisyen görmüyorum. Bana bir Stoisyen göster.Bir tane
istiyorum. Stoisyen yani hasta iken mesut, tehlike içinde mesut, can verirken
mesut! Bu tam Stoisyen'i bana gösteremezsen hiç olmazsa yola girmiş bir Stoisyen'i
bana göster. Bu büyük gösteriden henüz zevk duyamadığımı söylemeğe mecbur olan
benim gibi bir ihtiyarı bundan mahrum etme. Bana Allah’ın iradesine uymak
istiyen, Tanrıdan ve İnsanlardan şikâyet etmeyen, asla arzularında mahrum
olduğunu görmeyen, hiçbir şeyle yaralanmayan, ne tamahı, ne öfkesi, ne
kıskançlığı olan bu geçici bedende Allah’la gizli bir alış verişi sürdüren ve
insan kılığından soyunarak Allah olmak isteyen adamı bana göster.*
*Bir nota, bir keman ve bir yay satın
alınca insan kendisini müzisyen sanır mı? Fakat sen kendini uzun bir sakalın,
bir heyben, bir değneğin ve bir çulun olduğu için filozof sanıyorsun. Dostum
elbise mesleğe uygundur. Fakat adı veren elbise değil sanattır.
Euphrates'in uzun zaman kendisinin filozof
olduğunu saklamakla çok rahat ettiğine dair söylediklerini hatırla. Çünkü bu
davranışı ile insanlara gösteriş olsun diye bir şey yapmadığına ve her şeyi
Allah için ve kişiliği için yaptığına vicdanını inandırmakla beraber yalnız
başına savaştığı için yalnız şahsını tehlikeye atmanın; ne soydaşını, ne de
kendisinin istemiyerek yapabileceği yanlışlıklar yüzünden felsefeyi tehlikeye
koymamanın tesellisini elde etmenin ve nihayet elbisesinden çok hareketleriyle
filozof tanınmanın gizli zevkini tatmıştır.
Öyle kör insanlar vardır ki Vulcauus'u
bile bir külahı olmasaydı iyi bir demirci saymayacaklardı. Bu yüzden o kadar
aptal bir hâkim olan ve insanları ancak işaretleri, ayırıcı alâmetleri ile
seçen kalabalık tarafından anlaşılamamaktan şikâyet etmek ne büyük aptallık! Sokrates
bu yüzden insanların çoğuna meçhul kalmıştır. Ona giderler ve kendilerini bir
filozofa götürmesini rica ederlerdi, o da götürürdü. Onu bir filozof
saymamalarından asla şikâyet etmiş midir? Hayır, onun alâmeti yoktu ve filozof
görünmeden filozof olmakla bahtiyardı. Ondan daha filozof kim gelmiştir? Sen
de öyle ol: felsefe; sende ancak hareketlerinle görünsün.*
ALLAH TEÂLÂ’YI BULMAK
*Caesar'ın gladiotorları arasında
dövüşmediği için ümitsizliğe düşen, bu aylaklıktan kurtulmak için Allah’a adak
götüren ve halkın önüne çıkmayı en büyük şeref sayan kimselere her gün
rastlanır. Hâlbuki aramızda Allah’a olan sevgisini göstermek için
fırsat arayan kimse bulunmaz.
Allah seni şahit olarak çağırır ve sana
sorar: «İradeden başka bir yerde iyilik ve kötülük olmadığı doğru mudur? Bir
kimseye zararım oldu mu? Herkese faydalı olacak şeyleri herkesin iktidarına
vermedim mi?» Buna sen ne cevap verirsin?
«Rabbim, şüpheli bir durumdayım. İstırap
ve felâket içindeyim. Kimse bana bakmıyor. Kimse bana yardım etmiyor. Herkes
beni yeriyor, herkes bana küfrediyor ve ben insanların kusmuğu bir
varlığım.»
Kendisinin büyüklüğünü tasdik etmek üzere
seni şahitliğe çağırmak şerefine böyle mi mukabele ediyorsun? O kendi
iyiliğinin, hakikatinin, adaletinin bir şahidini arıyordu. Hâlbuki sen onu
suçlandıran adam oldun.
Hayatta aşağı yukarı hepimiz evden kaçmış
esirlerin tiyatrodaki durumundayız. Bu esirler oynanan piyeslerin zenginliğini
görmekle büyük zevk duyarlar. Seyrettikleri trajedinin aktörlerine
hayrandırlar. Fakat daima telâş içindedirler. Sağa sola bakarlar ve
efendilerinin adı söylendiğini duyar duymaz dehşet içinde kalırlar, hemen kaçıp
giderler. Biz de böyleyiz. Tabiatın harikalarına hayran oluruz, bu manzara
bizi büyüler. Ama her ân üzüntü içinde yaşarız. Ve eğer efendimizin adını
söylerlerse mahvolmuş bir insan durumuna düşeriz.
O halde efendi nedir?
Bu bir adam değildir. Zira insan
insanın efendisi olamaz. Bu ölüm, hayat, şehvet, ıstırap, fakirlik
yahut servettir. Caesar bile üzerime bunlarla yürümesin, o zaman dayanmamı
görürsün! Fakat gürleyerek, aydınlatarak, tehdid ederek bu peyklerle gelirse ve
ben korkarsam efendisini tanıyıp kaçan esir de değil miyim? Ama eğer korkmazsam
tam hürüm ve kendimden başka efendim yoktur.
Sultanların ve büyüklerin huzuruna
girdiğin vakit daha yükseklerde seni gören, seni duyan ve senin daha çok
borçlu olduğun daha büyük bir sultanın var olduğunu hatırla.*
Bellenmesi lâzım gelen ilk bilgi ilâhî
lütufları ile her şeyi idare eden bir Allah’ın varlığı, yalnız hareketlerimizin
değil fakat duygularımızın ve düşüncelerimizin de ondan, saklanmayacağıdır.
Bundan sonra onun mahiyetini çözmek gerekir. Mahiyeti iyice bilindiği için ona
kendini beğendirmek ve itaat etmek isteyenler bütün gayretlerini zarurî olarak
ona benzemeğe sarf etmeli yani hür, vefalı, hayırsever, merhametli ve efendi
olmalıdırlar. Bunun için senin de bütün düşüncelerin, sözlerin, işlerin
Allah’ı taklit eden, ona benzemek isteyen adamın işleri, sözleri ve düşünceleri
olmalıdır.
Hiçbir şey bilmedikleri; en basit
anlamlardan bile haberleri olmadıkları halde büyük mevki sahiplerinin her şeyi
bildiklerini ileri sürmeleri her zaman rast gelinen bir olaydır. Servet içinde
yüzdüklerinden, muhtaç olmadıklarından, her hangi bir şeyden yoksun oldukları
akıllarına gelmez. Bu cins insanların en büyüklerinden birine şunu söylüyordum:
«İmparator sizi seviyor. En yüksek mevkilere sahip birçok dostunuz ve büyük
makamlarla münasebetleriniz var. Bu imkânlarla dostlarınıza iyilik edebilir ve
düşmanlarınızı ezebilirsiniz! O da bana «Benim yoksun olduğum, her hangi bir
şey var mı?» dedi. «Gerçek saadet için lâzım olan en önemli unsurdan mahrumsunuz.
Bu âna kadar size lâzım ve lâyık olan tarzdan başka türlü hareket ettiniz.
İşte en köklü mesele: Ne Allah’ın ne olduğunu, ne de insanın ne
olduğunu biliyorsunuz. İyiliğin ve kötülüğün mahiyetinden haberiniz
yok, bütün bunlardan çok sizi şaşırtacak olan da, kendi kendinizi
bilmemenizdir. Ah... kaçıyorsunuz ve sizinle bu kadar açıkça konuştuğum için
öfkeleniyorsunuz! Size ne kötülük ettim? Sadece kendinizi olduğunuz gibi
gösteren aynayı karşınıza getirdim.»*
ALLAH GERÇEKTEN VARDIR
*Allah Teâlâ, bütün
insanları mesut olmaları için yaratmıştır; kara bahtlı oluyorlarsa kendi
yanlışları yüzünden oluyorlar.*
*Büyük şeyler değil, hattâ bir üzüm
tanesi, bir incir bile bir anda olgunlaşmaz. Eğer bana: «Hemen şimdi bir incir
istiyorum.» dersen sana «Dostum, bunun için zaman lâzımdır. Bekle de tane
olsun, sonra büyüsün ve nihayet olgunlaşsın!» diye cevap veririm. Oysaki sen
ruhların bir atılışta meyvelerini tam olgunlaştırmalarını istiyorsun. Bu doğru
mudur?*
*O kadar nankörüz ki, Allah’ın bize ihsan
ettiği hârikalar bile bahse konu olsa, bunun için şükretmek şöyle dursun, onu
suçlandırır ve ondan şikâyet ederiz. Bununla beraber bir parçacık olsun duygulu
ve minnet nedir bilen bir yüreğimiz olsa, tabiatın her hangi bir parçası, hattâ
en basiti bile, ilâhî kudreti ve üzerimizdeki lütuflarını duymamıza yetecektir.
*Eğer biraz duygumuz olsaydı yalnızken
veya kalabalık içindeyken, bütün hayatımızda, Allaha bize bahşettiği Te
ömrümüzün her ânında faydalandığımız nimetler için şükretmekten başka bir şey
yapmazdık. Evet, çapa çapalarken, tarla sürerken, yerken, gezerken, kalkar ve
yatarken kısacası her hareketimizle haykıracaktık: «Allah ne büyüktür!» Her
şey bu ilâhı haykırışla titreyecekti : «Allah ne büyüktür! »Fakat siz kör ne nankörsünüz.
Bunun için ihtiyar, topal, fakir ve sakat olmakla beraber bunu biteviye sizin
için ben söylemeliyim: «Allah ne büyüktür!»*
*Bülbül yahut kuğu kuşu olsaydım, onların
yaptıklarını yapacaktım. Hâlbuki ben bir insanım ve aklım var. O halde ne
yapmalıyım? Allah’ı övmeliyim. İşte bütün hayatımda yapacağım şey! Bu iş için
bütün insanları da bana katılmağa çağırıyorum.*
*Her şeyi yoluna koyacak olan akıl
sapıtırsa onu yoluna kim koyacak?*
*Belli bir gerçeğe inanmaktan seni kim
alıkoyabilir ve yanlışı doğrulamaktan alakoyabilir? Seni kim zorlayabilir?
Anlıyorsun ki senin kimsenin elinden alamayacağı iraden vardır. Eğer senin
hürriyetin elinden alınabilseydi, Allah iyi bir "babanın sana göstereceği
ilgiyi göstermemiş olurdu.
Hiçbir kuvvetin hakkından gelemeyeceği
adam kimdir? O; tasarılarında sebatlı ve elimizde olmayan her hangi bir şeyin
kendisini sarmasına müsaade etmeyen adamdır. O bana göre bir atlettir.
Birinci savaşa dayandı. Bir ikincisine dayanabilecek midir? Paraya dayandı.
Güzel bir kadına karşı koyabilecek midir? Gündüz halk arasında isteklerine
dayandı, geceleyin ve yalnızken dayanabilecek mi? Şan ve şerefe, yerilemeye, övgülere,
ölüme dayanabilecek mi? Bütün rahatsızlıklara, her türlü kedere katlanabilecek
mi? Bir kelime ile rüyasında bile muzaffer olabilecek mi? İşte benim aradığım
atlet!
*Her hangi bir adam başkalarından fazla
bir şey olursa veya olduğunu sanırsa ve eğer filozof değilse tabiatiyle gurur
ile göğsü kabaracak ve böylelikle kötü yola sapmaktan, kurtulamayacaktır.
Bir müstebit (zorba) bana dedi ki
: «Ben mutlak hâkimim ve her şeyi yapabilirim!
Peki elinden ne gelir? Kendi kendine iyi
bir ruh verebilir misin? Benim hürriyetimi elimden alabilir misin? O halde
gücün neye yeter? Arabanın içinde iken arabacıya bağlı değil misin?
Herkes bana dalkavukluk ediyor.
Fakat bunu sana bir insana yaptıkları gibi
mi yapıyorlar? Bana; sana benzemek isteyen, Sokrates'in izlerinde yürümek istedikleri
gibi yürümek dileyen ve seni böyle kabul eden bir kimseyi göster!
Ben senin kafanı kesebilirim!
Hakkın var, zararlı Allah’a yaptıkları
gibi sana da dalkavukluk etmek ve cin çarpmasına karşı yaptıkları gibi sana da
kurbanlar adamak lâzım geldiğini unutmuştum. Onun Roma'da bir sunağı yok mudur?
Sen ondan çok bu saygıya yaraşırsın, Çünkü sen daha zararlısın. Fakat senin
emrindekiler ve senin bütün gücün ayaktakımını şaşırtıp korkutabilir. Beni asla
şaşırtamazsın. Ben ancak kendim sebep olursam meyus olabilirim. Beni boş yere
tehdit ediyorsun, sana hür olduğumu söylüyorum!
Sen mi hürsün? Nasıl?
Beni hür yaratan,
kurtaran Allah’tır. Allah’ın kulunu senin iktidarına bırakacağını sanıyor
musun? Sen benim gövdemin hâkimisin, istersen onu al. Fakat benim üzerimde hiçbir
hükmün yoktur.»*
*Felsefe uzun ve zahmetli bir yoldur, deniliyor.
Aldanıyorsun dostum. Bu o kadar uzun değildir. Felsefe sana ne öğretmek
istiyor? Allah’ın yolunda gitmek, isteklerini düzene koymak, düşüncelerini iyi
kullanmak
Bana; Allah’ın, isteklerinin,
inançlarının ne olduğunu söyle, işte uzun olan bunlardır. Fakat sana şehveti
öğreten filozofların yolu daha mı kısadır? Epikuros sana ne diyor? İnsanın
iyiliği bedenindedir. Bana ruhun, vücudun ve baş unsurumuzun ne olduğunu
söyle, o zaman göreceksin ki bu, ondan daha az uzun değildir.*
*Filozoflar insanın hür olduğunu
söylerler. Demek ki imparatorun otoritesini küçük görmeyi öğretiyorlar.
Hayır. Hiçbir filozof halkı devlet
başkanına karşı isyan ettirmeği veyahut iktidarı altında bulunan her hangi bir
şeyin onun elinden alınmasını istemez. Buyurun iste Dedenim, iste servetim
işte. şöhretim, işte ailem hepsini size veriyorum, alınız ve eğer size rağmen
her hangi bir kimseye bunları ellerinden bırakmamasını öğretiyorsam ben;
öldürünüz, ben bir âsiyim. Benim insanlara öğrettiğim bunlar değildir. Ben
onlara yalnız inançlarında hürriyeti korumalarını öğretiyorum ve Allah da
yalnız bunlara hâkim olmaları için onları yaratmıştır.
Ülühiyetin en doğru, en kuvvetli, en çok
ayaklar atına alınamayacak kanunu daima zayıfın kuvvetliye boyun eğmesi ve
akılla onu yenmesidir.*
*Allah’ın mahiyeti nedir?
Zekâ, bilgi, düzen ve akıldır. Ancak onda
gerçek iyiliğinin ne olduğunu böylelikle öğrenebileceksin!
Asil bir aileden doğmuş isen, o kadar
asaletin ile doluşundur ki bundan bahsetmekten bıkmazsın, herkesi serseme
döndürürsün. Fakat Allah yaratandır ve o senin içindedir. Bu asaleti
unutursun, nereden geldiğini ve içinde ne taşındığını bilmezsin. Halbuki
hayatının bütün hareketlerinde hatırlaman lâzım gelen budur. Her an kendi
kendine de ki: «Beni yaratan Allah’tır ve Allah benim içimdedir, onu
her gittiğim yere götürüyorum. Onu niçin utandırıcı düşüncelerle
bayağı hareketlerle ve alçakça isteklerle kirleteyim?»
Allah’ın varlığı veya
kudreti karşısında ahlâksızca bir hareket yapmamağa dikkat edersin; o seni
görür ve duyar. Öyle ise huzurunda onu üzecek
hayâsızca şeyleri düşünmekten utanmıyor musun?
Ey Allah’ın düşmanı!
Ey kendi mahiyetini unutmuş alçak!
Fidyas’ın bir heykeli meselâ Minerva’sı
yahut Jüpiter'i olsaydın ve biraz da duygun olsaydı seni yaratan ustayı
hatırlayarak ona ve sana yaraşmayan bir şeyi yapmamağa, her ne bahasına olursa
olsun kendi güzelliğini lekeleyecek olan çirkin bir kılıkta görünmemeğe çok
dikkat ederdin. Allah’ın huzuruna ne halde çıktığına önem vermemekle
seni yaratana leke sürüyorsun. Oysaki ustadan ustaya, eserden esere
ne büyük fark var!
Tanrı vasilik etmek üzere sana bir yetim
verselerdi, ona itina eder ve bu kadar değerli bir emanetin bozulmasına meydan
vermezdin. Hâlbuki vasilik etmek üzere seni sana verdiler. Dediler ki:
Seni daha sadık, daha şefkatli bir velinin
ellerine veremezdik. Bu çocuğu tabiatı gereği nasılsalar öylece koru. Onu bütün
temizliği ile vefası ile asâletiyle, her türlü ihtiras ve bulanıklıktan uzak
bulundurarak yetiştir!» Hâlbuki sen kendine boş veriyorsun.
Ne vefasızlık, ne cinayet!
Şu küçük filozofa, bu ağırbaşlılık şu
gururlu bakış nereden geliyor?
Biraz bekle dostum, çok geçmeden ben daha
vakarlı olacağım. Öğrendiğim ve benimsediğim prensiplerin gösterdikleri yolda
henüz sağlam değilim. Kuvvetsizliğimden korkuyorum. Biraz kuvvetleneyim, o
zaman büsbütün başka bir ağırbaşlılık göreceksin. Hayat henüz bitmedi. Allah
son düzeltmelerini yapmadı (Kıyamete kadar yaratma devam ediyor). Biter
bitmez göreceksin. Fakat bunun gururdan gelen bir ağırbaşlılık olacağını
sanma. O gerçeğe inanmaktan gelmektedir. Şu Jüpiter başında gördüğün zannınca
gurur mudur? Hayır. O sağlamlıktır ve sebattır. Sana şu. tarzda seslenen Allah
böyle olmalıdır: «Varlığımın bir işaretiyle tasdik ettiğim şey yalan
olamaz, kesindir ve mutlaka gerçekleşir.» Bu büyük örneği taklite
çalışacağım. Ve sen beni; vefalı, sâf, son derece cesur olarak ve müthiş diye
vasıflandırılan kazaların, belâların sebep olduğu heyecanların, perişanlıkların
uzanamayacağı bir halde bulacaksın. Fakat seni ölmez, hastalıklardan ve
ihtiyarlıktan kurtulmuş görebilecek miyim?
Hayır, ama ölmesini, ihtiyar ve hasta
olmasını bildiğimi göreceksin. Bir filozofun sinirlerini, son derecede rahat
sinirlerini göreceksin.
Hangi sinirleri?
Asla yoksunluk bilmeyen istekler;
her türlü kötülüğü önleyen yerli yerinde korkular, ölçülü ve uygun hareketler,
düşünce mahsulü tasarılar ve asla arkasından pişmanlık gelmeyen katlanmalar.*
*Ey insanoğlu!
Allah’ın sana verdiği nimetlere karşı
nankör olma, sana bahşettiği büyük iyilikleri unutma. Sana verdiği duymak,
görmek kabiliyetleri için durmadan şükret.
Ne diyorum?
Sana verdikleri hayat için ve onu devam
ettirmek üzere şarap gibi, zeytinyağı gibi, arzın bütün meyvaları için şükret.
Hususuyla bunlardan daha kıymetli olan her şeyi kullanmak, denemek ve her şeye
değerini vermek iktidarını hediye ettikleri için onlara şükret. *
*Vaktin hükümdarı yeryüzünde barışı
sağladı. Artık ne savaş, ne haydutluk, ne de korsanlık var. Her hangi bir
zamanda her hangi bir saatte yapayalnız, korkmadan, her yere serbestçe
gidilebilir. Lâkin hükümdar hastalıklara, kazalara, yangınlara, yer
sarsıntılarına, yıldırıma karşı bizi emniyete alabilir mi? Bu huzur ve sükûnu,
ihtiraslarımıza, aşka, üzüntüye, pintiliğe, açgözlülüğe karşı koruyabilir mi?
Ah! Bu huzur ve sükûnu hükümdarlar veremezler, onu ancak Allah
verebilir ve onun yol göstericisi de akıldır. Bu huzura sahip olan bütün
hayatınca yalnız kalabilir.*
*Allah’ı suçlandırdığın zaman, kendi içine
in, ona hak vereceksin. Kötü insan hangi işte senden daha iyi muamele
görmüştür? Zengin olduğu için mi? Fakat onum iç âlemini incele,
sürdüğü hayata bak, onun gibi olmak seni üzecektir. Philostorgos'un refah
ve saadetine isyan etmekte olan bir delikanlıya onu söylüyordum:
Peki ama Sura ile yatmak ister mi
idin?
Allah göstermesin!" dedi,
ölmesini tercih ederim.
Şu halde Philostorgos Sura'ya
sattığına karşılık olarak bir şeyler alırsa neye kızıyorsun? Ve nefret ettiğin
şeylere sahib olduğu için neden onu mesut sayıyorsun? Sana mevcudunun en
iyisini veren Allah, sana hangi işte kötü muamele etmiştir? Hikmet
paradan daha değerli değil midir? Onun için asla şikâyet etme. Çünkü en değerli
şeye sahip bulunuyorsun?*
*Seni sürgüne gönderecekler!
Dünyanın ötesinde beni gönderecekleri bir ülke var mı? Gittiğim her yerde gökleri,
güneşi, ayı, yıldızları bulamayacak mıyım? Rüyalarım ve bir talihim olmayacak
mı? Allah ile sohbete imkân bulamayacak mıyım?*
*Bir küstah bir gün Diogenes'e sordu :
«Sen Allah’ın mevcut olmadığına inanan Diogenes misin?» «Ben Diogenes'im.» diye
cevap Verdi, «ve ben Allah’ın var olduğuna o kadar inanırım ki, onun senden
nefret ettiğine son derece eminim.»*
ATLATMA
Biri çıkar da bir kimsenin seni yerdiğini
söylerse ileri sürüleni reddetmeğe kalkma. Yalnız şu cevabı ver: «Bunu söyleyen
hiç şüphesiz başka kusurlarımı bilmiyormuş. Bilseydi sadece bunu söylemekle
kalmazdı!»
*Benim de yaptığım gibi insanlar
işledikleri suçlara kolayca özür bulurlar. Rufus bir gün beni bir suç yüzünden
azarlarken ona «Peki Efendim, Capitolium'u mu yaktım? diye itiraz ettim. O da
bana «Alçak esir! Bu durumda yapılacak yanlışın hepsini yapmış olmak
Capitolium'u yakmak demektir!» diye cevap verdi.*
CİNSİ MÜNASEBET-ŞEHVET
Mümkün olursa evlenmeden önce cinsî
münasebet zevklerine karşı perhizli ol. Eğer bu zevkleri tadarsan hiç olmazsa
meşru hareket et. Bununla birlikte bu zevklerden faydalananlara karşı sert
olma, biteviye perhizinle öğünme.
Hayalin gözlerinin önünde her hangi bir
şehveti canlandırırsa, hemen her zaman yapacağın gibi seni sürüklemesi için
uyanık bulun. Ta ki, bu şehvet biraz geciksin ve sen kendinden bir mühlet
isteyebilesin. Ondan sonra zevk anIyle arkasından gelecek pişmanlık ânını ve
kendinden edeceğin şikâyetleri ve bu şehvetten duyacağın hazla ona dayandığın
vakit duyacağın övünmeyi karşılaştır. Eğer bu zevki tatmanın senin içim tam
zamanı olduğunu sanıyorsan, onun tuzaklarıyla cazibesinin seni aldatmasına
karşı tedbir al ve ona daha büyük bir zevki olan yenmiş olma hazzını karşı koy.
*İnsanlar arasında tabii hiçbir toplum
yoktur. Allah insanların iradelerine karışmaz. Zevk ve şehvetten başka dünya
yüzünde hiçbir ilgi çekici yönü yoktur.*
DAVRANIŞ ve ANLAYIŞ
TARZI
Şu düşünceler asla seni üzmesin: «Küçük
düşeceğim. Yeryüzünde bir hiç olarak kalacağım.» Çünkü küçük düşmek ve yoksul
olmak bir fenalıksa, başkasının eliyle felâkete çarpılamayacağın gibi kötü
alışkanlıklara da düşmezsin. En büyük mevkilere geçmek veya bir eğlenceye
çağırılmak senin elinde mildir? Elbette hayır! Nasıl olur da bu senin için bir
küçük düşme veya şerefsizlik olabilir? Ancak sana bağlıda bir şey olan sen
nasıl dünya yüzünde bir hiç sayılırsın? «Ama o zaman dostlarıma hiçbir
yardımım dokunmaz.» Hiçbir yardımım dokunmaz ne demek? Onlara para mı
veremeyeceksin? Onları Roma hemşerisi mi yapamayacaksın? Bu işlerin bizim elimizde
bulunan şeylerden olduğunu ve başkalarına değil bize ait olduğunu sana kim
söyledi? Kendisinde olmayan bir şeyi kim başkasına verebilir? Biri çıkıp da
«Servet edinmeğe çalış, biz de faydalanalım» diyebilir.
Utanmayı, alçak gönüllülüğü, haysiyet ve asaleti
koruyarak servet edinebilirsem, zengin olmak için tutulacak yolu göster, zengin
olurum. Sizin kalp nimetler kazanmanız için gerçek servetimi kaybetmemi
istiyorsanız, teraziyi nasıl doğru tutmadığınıza ve ne dereceye kadar nankör ve
düşüncesiz olduğunuza dikkat ediniz! Neyi üstün tutarsınız? Parayı mı yahut olgun
ve sâdık bir dostu mu? Ah! daha doğrusu bu faziletleri elde etmek için bana
yardım ediniz ve bunları bana kaybettirecek işleri yapmamı istemeyiniz!
Her hangi bir kimse ile konuşmağa,
hususuyla memleketin en önemli kişilerinden biriyle buluşmaya mecbur olursan,
bu görüşmede Sokrates ile Zenon'un nasıl hareket edebileceklerini kendi
kendine sor. Böylelikle ödevini yapmada güçlük çekmez ve karşına çıkan
fırsatlardan faydalanmış olursun.
Mevki sahibi büyük bir adama saygılarını
sunacağın vakit, onu evinde bulamayacağını, evde ise yok dedirtebileceğini
yahut sana kapısını açtırmağa tenezzül etmeyeceğini yahut müracaatını
kayıtsızlıkla karşılayacağını önceden düşün. Eğer bütün bunlara rağmen ödevin
seni zorluyorsa başına gelene katlan ve asla «zahmete değmezdi.» demeyi aklına
getirme. Zira bu sözler bayağı bir adamın; dış eşyanın, ruhundan başka olan
şeylerin çok büyük tesiri altında kalan bir adamın sözlerindir.
*Ben topalım. Niye topal olmalı idim?
Alçak adam! Bir ayak için İlâhî hikmeti suçlandırmak mı lâzım? Allah’ın senin
ayağına mı yoksa ayağının mı Allaha uyması daha doğrudur?*
*Bir taşa küfret, neye yarar? O seni
duymaz. Onun için taşı taklit et ve sana söylenen küfürleri duyma!*
*Körlere, topallara acıyorsun. Niçin
kötü İnsanlara acımıyorsun? Onlar da başkalarının topal ve kör olmaları gibi
kötüdürler.*
*Homeros'un eserinde, Eumaios'un kendisini
tanımadığı halde gösterilen iyi muameleden hoşnut kaldığını anlatan pasajı
hatırla. «Yabancı! Senin düştüğün halden daha kötü ve daha sefil bir durumda
bile evime gelen bir yabancıya kötü davranmağa hakkım yoktur. Zira
yabancılarla, fakirleri Allah gönderir.» Sen de kardeşine, babana, soydaşına
yine onu söyle. «Şimdikinden daha kötü olsanız da, size iyilikten başka
"bir şey yapamam! Çünkü Allah göndermiştir.»
Dindarlığınız ve isteyerek katlandığınız
mahrumiyetler, beden egzersizlerimiz ne olağan üstü, ne de inanılmayacak
derecelere varmalı ve öğünme, gösteriş için de yapılmamalıdır. Aksi takdirde
biz filozof değil hokkabaz ve soytarı oluruz.*
*Ben senden değerliyim. Babam konsül idi
Ben de hâkimim, sen ise hiçbir şey değilsin.
Azizim eğer ikimiz de at olsaydık ve sen
bana : «Babam zamanının bütün atlarından çevikti. Benim ise pek çok dostum,
arpam ve fevkalâde bir eğerim var.» deseydin sana şöyle cevap verirdim :
«Pekâlâ. O halde koşalım!...» Ata göre koşu ne ise insanda da kendisine has vasıfları
onunla anlaşılacak, kıymeti onunla ölçülecek bir şey yok mudur? O şey saffet,
vefa, adalet değil midir? Bu anlamda beni aştığın tarafı göster. Adam olarak
benden daha değerli olduğunu ispat et. Eğer bana «Ben zarar verebilirim, tekme
atabilirim.» dersen, sana şöyle cevap verebilirim: «Sen insana değil, eşeğe
ve ata mahsus bir vasıfla öğünüyorsun.»*
*Bir jimnastik hocası boynumu,
omuzlarımı, kollarımı yuğurarak, yapılması zor idmanları emrederek beni spora
alıştırır. «Şu gülleyi iki elinle tutup iyice kaldır!» der ve gülle ağır
olduğu nispette sinirlerimi kuvvetlendirir. Bana kötü muamele eden ve
küfreden bir adam da böyledir. Beni beden idmanlarından büsbütün başka
türlü faydası olan idmanlara; sabra, tatlılığa, merhamete alıştırır.*
*Bir insan sana bir sırrını emanet etti ve
sen de ona bir sırrını emanet etmenin namusluca, doğru ve nazik, bir hareket
olduğunu sanıyorsun. Sen bir hoppa ve bir aptalsın. Ekseriya tatbik edildiğini
gördüğün şeyi hatırla. Sivil elbise giymiş bir asker vatandaşın yanına oturur
ve şuradan buradan konuştuktan sonra, Caesar'ın aleyhinde bulunmağa başlar. Bu
açık yüreklilik karşısında yumuşayan vatandaş askerin emanet ettiği bu sırrı,
samimiliğine delil sayarak ona gönlünü açar, hükümdardan şikâyet eder ve
nihayet asker kendisinin ne olduğunu açığa vurarak, onu zindana sürükler. İşte
bu, her gün rastlanan bir olaydır. Sana sırrını söyleyen ekseriya namuslu bir
adamın maskesini ve elbisesini taşır. Zaten bu güvenlik değildir. Bu,
boşboğazlıktır. Senin kulağına söylediği şeyi rast geldiğine söyler. O,
delinmiş bir fıçı gibidir. Kendi sırrını saklayamadığı gibi senin sırrını da
saklayamayacaktır.
Saffetin, sadakatin, vefan olduğunu ve
delik bir fıçı olmadığını bana göster. Senin bana bir sır vermeni beklemem ve
benim sırrımı dinlemeni rica ederim. Zira bu kadar tertemiz, bu kadar emin bir
gemiyi bulmakla kim sevinmez. İyiliğimizi isteyen ve sadık olan bir danışmanı
kim itebilir? Kim bizim zayıflığımızı mazur gören ve bize yükümüzü taşımak
üzere yardım eden iyi sırdaşı büyük bir hazla aramaz ve ona sarılmaz?
Meraklı, gözetleyici ve elimizde olmayan
şeylere düşkün bir adam görüyorsun. Onun bir geveze olduğundan ve senin
sırrını asla saklayamayacağından emin ol. Onu kızgın zifte veyahut insanın
organlarını kıran çarka yaklaştırmağa lüzum yoktur. Bir kızın bir göz
kırpması, bir orospunun okşayıvermesi, en küçük bir mevki ve makam ümidi, bir
vasiyetnamede bir mirası ele geçirme ihtirası, buna benzer binlerce şey kolayca,
senin sırrını açığa vurmasına yeter.*
DUA
*Hepimiz bedenin ölümünden korkuyoruz.
Fakat ruhun ölümünden korkan kimdir?*
*Dünyada her şey îlâhî kuvvetin övgüsü ile
meşguldür. Bana zeki yahut doğruyu teslim eden bir adam göster., Bunu
anlayacaktır.*
* İnsan bu dünyada Allah’ın mahiyetinin ve
yarattığı eserlerin seyircisi, onun tefsircisi ve övücüsü olmalıdır Sen ise en
bahtı kara hayvanların başladığı yerde başlıyor Ve bitiyorsun, duymadan sadece
görüyorsun. Hiç olmazsa ülûhiyetin sende bittiği yerde bit. Bu kudret sende;
sana kendisini anlayacak kabiliyette zeki bir ruh vermekle bitmiştir. Onu
kullanmasını bil. Bu harikulade gösteriden (hayattan, dünyadan yalnız şöyle
görmüş olarak çıkıp gitme. Gör, tanı, öv ve kutla *
*Geceleyin kapılar kapanıp da lâmbalar
söndüğü vakit odanda yalnız kaldığını söylememeğe dikkat et. Zira yalnız
değilsin.*
Bütün teşebbüslerine ve hareketlerine şu
dua ile başla:
«Ey büyük Allah ve sen ey güçlü Talih!
Gitmemi uygun gördüğünüz yere beni götürünüz! Sizi bütün gönlümle, tereddütsüz
takib edeceğim. Sizin emirlerinize karşı gelmek istesem bile suçlu ve hain
olmakla beraber, ister istemez sizi takib etmem gerekecektir.»
Bundan sonra şunu söyle : «Zarurete
iyice uymasını bilen, ilâhi meselelerin anlaşılması hususunda hâkim ve
ariftir.»
Nihayet üçüncü dilek olarak şunları söyle
: «Kriton cesaretle bu geçitten yürüyelim. Zira Tanrı bizi oraya götürüyor ve
oraya çağırıyorlar. Anytos ile Meletos beni öldürebilirler fakat
bana zarar veremezler!»
*Dostum artık memeden kesilmek ve sütü
bırakarak, daha zengin bir gıda olan etle beslenmek istemiyor musun? Hâlâ
daha sütananın memesi ve seni uyutmak için söylediği ninniler, masallar için
ağlamak, haykırmak niyetinde misin?
Dünyayı kötü ruhlardan temizlemek için ne
bir Herakles, ne de bir Theseus olabilirsin. Fakat içindeki kötü ihtirasları
ortadan kaldırmakla onları taklit edebilirsin. Senin içinde yaban domuzu,
aslan ve ejder vardır, bunlara hâkim ol. Prokrustes ile Skiron'u yeneceğine,
İstıraba, korkuya, tamaha, hırsa, kötülüğe, cimriliğe, hovardalığa, azgınlığa
hâkim ol. Bu ejderhaları ezmek için tek yol yalnız Allah’ı düşünmek,
ona bağlanmak ve yalnız onun emirlerine boyun eğmektir
Artık boyunduruğu at ve esirlikten
kurtulduktan sonra başını gökyüzüne kaldır ve Allah’a de ki: «Şimdiden
sonra bana ne istersen onu yap. Bana yapacağın her şeye razıyım. Ve senin bana
yaptırdıklarının doğru olduğuna bütün insanları inandıracağım.»*
DÜNYA HAYATI
Eğer bir deniz yolculuğunda bindiğin gemi
bir limana uğrar da seni kıyıya su almak için yollarlarsa, yolda midye kabuğu
veya mantar bulursan bunları toplayabilirsin. Fakat aklın daima gemide olmalıdır.
Sık sık başını gemiye çevirerek kaptanın seni çağırıp çağırmadığını
araştırmalısın. Eğer kaptan çağırırsa seni eli ayağı bağlı bir hayvan gibi
gemiye atmalarına meydan vermemek için, elindekilerinin hepsini atıp hızla
geriye dönmelisin. Hayat yolculuğunda da durum aynıdır. Bir midye kabuğu veya
bir mantar yerine bir kadın veya bir çocuk nasibin olursa, bunları benimsersin.
Fakat kaptan seni çağırınca arkana bakmadan her şeyi bırakıp gitmen lâzımdır.
Eğer yaşlı isen yetişememek korkusuyla, gemiden pek uzaklaşmamalısın.
Hatırla ki, hayatta bir misafirlikte
imisin gibi hareket etmelisin. Yemek sana kadar geldi mi, elini kibarca uzatarak
bir parça al. Tabağı önünden kaldırıyorlar mı? Alıkoymaya çalışma. Yemek henüz
önüne gelmedi mi? İstemeğe kalkma, sıranı bekle! Çocuklarına, kadınlara, mevki
ve ikbale, paraya karşı da böyle davran! O zaman Allah’ın bile
sofrasına kabul edilmeğe lâyık olursun. Sana verileni almazsan ve
küçük görürsen, o zaman yalnız Allah’ın davetlisi ve misafiri değil fakat eşiti
olur ve onlarla birlikte hükmedersin. İşte böylece hareket ederek Oiogenes,
Herakleito ve daha bazı kimseler gerçekten lâyık oldukları gibi ilâhî insan
diye anılmışlardır
*Amfiteatrda senatörlerin yerlerine
oturmak istiyorum.
Kendini bir hayli zahmete
sokacaksın, çok da acele etmen lâzım gelecek.
Ama böyle olmayınca oyunları rahatça
seyredemem
Seyr etmeyiver. Oyunları seyr etmeğe
ne mecburiyetin var? Eğer seni oralarda oturmak hırsı kışkırtıyorsa, halkın
çıkmasını bekle, oyun bittiği vakit o kadar istediğin yere oturacak ve
keyfinde, rahatında olacaksın!*
*Yalnız kalınca çocuklar ne yaparlar?
Eğlenirler, çakıl taşı ve kum toplayarak küçük kuleler yaparlar ve biraz sonra
da onları yıkarlar. Böylece her zaman eğlence eksik olmaz. Onların çocukluk
veyahut delilik yüzünden yaptıklarını kültür ve akıl ile yapamaz mısın? Her
taraf çakıl ve kum dolu. Aslında içimizde inşa edecek ve yıkacak o kadar çok
şey var ki! Yalnızlıktan hiç şikâyet etmeyelim.
Ancak başkalarıyla birlikte iken
başkalarına uyarak şarkı söyleyebilen kötü bir müzisyen olmak ister misin?
İnsanların ruhlarından söküp atacakları
yalnız iki şey vardır: Bencilik ve imansızlık.*
DÜNYA İŞLERİ
Dünyada olup biten şeylerin bir kısmı
elimizdedir. Bir kısmı da elimizde değildir. Elimizde olanlar düşüncelerimiz,
yaşayışımız, isteklerimiz, eğilimlerimiz, iğrenmelerimiz; bir kelimeyle bütün
hareketlerimizdir.
O halde hatırla ki tabiatları dolayısıyla
esir olanları hür ve başkasına bağlı olan şeyleri sana ayrılmış sanıyorsan her
adımda engellere rastlayacak, kırılacak, üzülecek ve Allahtan da insanlardan da
şikâyet edeceksin. Buna karşılık senin olanı benimser ve başkasının olanı da
başkasının iradesinde sayarsan; o zaman kimse sana istemediğini yaptıramadığı
gibi, istediğini de yapmana engel olamaz. Dolayısıyla kimseden şikâyet etmez,
kimseyi suçlandırmaz ve istemeden hiçbir hareketi yapmağa zorlanmazsın. Kimse
sana bir fenalık edemez, düşmanın olamaz ve başına kötü, zararlı bir şey de
gelmez.
Bir gaye, erişilmemek için belirtilmediği
gibi kötülüğün hamuru da bu sebepten dünya yüzünde yoktur.
* İnsanlar daha az iptidai ve daha az kaba
olan bir yemeği icadettiği için Triptolemos'a mabetler ve sunaklar yaptılar.
İçimizden hangimiz gönlünden; gerçeği bulanları, yolumuzu aydınlatanları ve
ruhlarımızdan bilgisizlikle saptırmanın karanlıklarını kovanları kutlamıştır? *
*Uşaklarına kızıyor, evini alt üst ediyor
ve komşularını rahatsız edip şaşırtıyor, ondan sonra da olgun bir insanın
tavırlarını takınarak bir filozofu dinlemeğe gidiyor, insanın vazifeleri ve
faziletlerin niteliği üzerinde tartışmalara girişiyorsun.
Dostum bütün bu kaideler ve formüller sana
hiç fayda vermez. Zira sen onları dinlemek için gereken ruh haline sahip
olarak gelmediğin için onları dinledikten sonra yine geldiğin gibi gideceksin.
Dostluğu anlamağa yalnız
filozof olan elverişlidir. İyi veya kötünün ne olduğunu
ayıramayan nasıl sevebilir?
Şu küçük köpeklerin
oynaştıklarını görüyorsun. Birbirlerini okşuyorlar, birbirlerine sarılıyorlar,
sevişiyorlar ve sana gerçekten iyi arkadaş gibi görünüyorlar. Küçük bir kemik
at, o zaman hakikati göreceksin. Kardeşlerin, babaların ve çocukların
dostlukları işte böyledir. Ele geçirilmesi lâzım gelen servet, bir tarla, bir
metres ortaya çıksın ne baba, ne kardeş, ne çocuk kalır.
Dünyada her hayvanın kendi çıkarına
bağlandığı kadar sarılabileceği bir şey yoktur. Ona, faydalı olandan kendisini
mahrum ettiğini duyunca baba, kardeş, oğul, dost ne olursa olsun tahammül
edilmez bir yük olur. Çünkü o; baba„ kardeş, oğul, dost, akraba, vatan,
hattâ Allah yerine geçen çıkarını sever.
Sevmek için faydayı, ermişliği, namusu,
vatanı, akrabayı, dostları hattâ adaleti bir araya getirmek gerekir. Bütün
bunları birbirinden ayırırlarsa artık dostluk kalmaz. Çünkü ben ile
benim'in bulunduğu yerde hayvan ortaya çıkar. Ben namus ile adaletin
bulunduğu tarafta ise ben iyi dost, iyi baba, iyi oğul, iyi kocayım. Fakat ben
ile benim bir tarafta namus ile adalet başka tarafta olursa dostluğa elveda!
En kutlu, en zorlayıcı ödevlere elveda!*
DÜŞÜNCELİ HAREKET ETMEK
Bir iş yapacağın zaman yapacağın işin ne
olduğunu iyice düşün. Hamama gideceksin, hamamlardaki âdetleri; insanların
birbirlerini ıslattıklarını, itip kaktıklarını, küfür ettiklerini ve bu
çevrede hırsızlığın tabiî bir hal olduğunu düşün. Eğer önceden kendi
kendine «Yıkanacağım, fakat aynı zamanda varlığımın gerçek nimeti olan
hürriyetimi, bağımsızlığımı koruyacağım!» dersen o zaman yapmak
istediğini daha güvenle yaparsın. Başına gelecek her iş için bu böyledir. Zira
bu usul ile yıkanmana her hangi bir şey engel olursa cevabın hazırdır: «Ben
sadece yıkanmak istemiyordum. Fakat aynı zamanda hürriyetimi de korumak
niyetindeyim. Eğer kızmış olsaydım onları koruyamazdım.» diyebilirsin.
Yapacağın her işte, girişmeden önce ne
olacağını ve arkasından ne çıkacağını iyice düşün, ondan sonra teşebbüse
kalk. Bu yolu tutmazsan yapacağın her harekette başlangıçta zevk duyarsın.
Zira arkasından ne çıkacağını tasarlamış değilsindir. Fakat sonunda rezalet
kendini gösterince utanç içinde kalırsın.
*Sana ait olanı iyice koru ve başkasına
ait olana tamah etme, böylece hakaret edersen hiçbir aksilik saadetine engel
olamaz.*
*Eğer bedenimi seversem, servete bağlı
isem, ben mahvolmuşumdur, artık esirim demektir. Böylelikle nereden ilde
edilebileceğimi, vurulacağımı belli etmişimdir.*
Sana bir ihtiras musallat olduğu vakit
onunla savaşı yarına bırakırsan, yarın gelecek ve savaşmayacaksın. Böylece
yarından yarına bırakınca, sadece yenilmeyecek fakat öyle bir duygusuzluğa
saplanacaksın ki, günah işlediğinin bile farkına varman mümkün olmayacaktır.
Dolayısıyla kesin olarak kendinde Hesiodos'un şu mısraındaki gerçeği
duyacaksın: «Bugün yapılması (gerekeni) yarına bırakan her vakit
yıkımlarla karşılaşır.»*
*Kalabalığa incir ve fındık atarlar. Çocuklar
kapışmak için birbirlerine girerler. Fakat yaşlı insanlar hiç aldırış
etmezler.
Valilikler dağıtılır, işte çocuklara has
olan bir şey. Mahkeme reislikleri, konsüllükler, onlar da çocuklara hastır.
Bunlar benim için incir ve fındıktan ibarettir. Rastgele elbisemin üzerine
düşerse alır ve yerim. Bunların değeri işte bu kadardır. Ama onları yerden
almak için eğilmem ve hiç kimseyi itmem.
Sadece saraylarda oturmayı, sana hizmet
edecek bir sürü subayı, şık ve zengince giyinmeyi, avlanma tertiplerini,
müzisyenleri ve tiyatrocuları, aktörleri istiyorsun. Bütün bunlardan hiçbirini
sende görüp tamah ediyor muyum? Fakat buna karşılık sen hiç aklını geliştirmeyi
düşündün mü? Doğru düşünceler edinmek için gayret gösterdin mi? Gerçeğe bağlandın
mı? Senin boş verdiğin bir işte senden ileri gidersem buna niye canın
sıkılıyor?
Fakat o çok büyük ve çok değerlidir.
Bunu duyman iyi. Öyle ise bu yola
girmene engel nedir? Bu avcılar, müzisyenler, hanendeler, aktörler yerine
yanma olgun insanları al. Senden çok imkân ve rahata, senden çok kitaba ve
üstada kim sahip olabilir? Başla, zamanının küçük bir parçasını aklına sarf
et. Bir kelime ile seç! Eğer bunlara kendini vermeğe devam edersen hiç
şüphesiz daha nadir ve başkalarındakinden daha değerli, eşyaya sahip olacaksın.
Fakat boş verdiğin zavallı aklın son derece sınırlı ve iğrenç kalacaktır.*
FELSEFE YAPMAK
*Bir filozof nedir? O, eğer dinlemek
istersen seni bütün Roma valilerinden daha çok hür yapabilecek adamdır.*
Filozof mu olmak istiyorsun? Hemen alaya
alınmaya hazırlan ve inan ki halk yuha diye bağıracak ve «Bu adam hır gecede
filozof oldu. Bu küstahça bakış ona nereden geliyor?» diyecek. Sende küstahça
bakış olmasın. Sana iyi ve güzel görünen düşüncelere kuvvetle bağlan. Ve
unutma ki metin olursan önceleri seninle alay edenler bile ileride sana
imreneceklerdir. Hâlbuki onların alaylarına önem verirsen iki kat gülünç
olursun.
Eğer birine yaranmak için dış eşyaya
bağlanırsan bil ki derecenden düşmüşsündür. Bu sebeple her işte ve her durumda
filozof olmak sana kâfi gelsin. Ve eğer filozof olduğunu göstermek istersen
kendi kendine görünmeği tercih et. Bu sana yeter.
*Gerçekten felsefeyi seviyorsak irademizi
hâdiselere göre düzenleyelim ki olan şeylerden ve olması icabederken olmayan
şeyler yüzünden daima mesut bir halde kalalım. Bundan çok büyük bir faydamız
olacaktır. İstediğimizden asla mahrum kalmaz ve korkularımızın sebebi olan
hale de asla düşmeyiz. Böylece üzüntüsüz soydaşlarımızla yaşayıp gider, tabii
veya sonradan doğmuş bütün bağlarımızı koruruz. Yani baba, oğul, kardeş,
vatandaş, koca, komşu, ortak, hâkim veya uyruk olarak bütün görevlerimizi iyice
yapmış oluruz.*
Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen,
ruhu ilgilendirmeyen işlerde ahmak görünmekten korkma.
Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen, şu
kaygılan kafandan çıkarıp at: «İşlerime önem vermezsem, az zaman sonra iflâs
ederim ve yiyip içecek bir şey bulamam. Kölemi cezalandırmazsam, gittikçe
küstah olur.»
Felsefenin en önemli bölümü kaidelerin
tatbikinden bahseden bölümdür. Meselâ: Asla yalan söylememelidir. İkinci
bölümü bunun ispatını gösterendir: neden yalan
söylememeli? Üçüncüsü, ise bu ispatların delillerini
vererek, bir ispatın ne olduğunu ve onun gerçekliğini ve kesinliğini gösteren
bölümdür ki delil, netice, tezat, tenakuz, hakikat, çürüklük gibi türlü
terimleri tarif ve izah eder.
Üçüncü bölüm, ikincisi
için ve ikinci birincisi için zaruridir. Fakat hepsi için
zaruri olan birinci kısımdır ve orada durmak lâzımdır. Umumiyetle bu düzeni
tersine çevirir ve sadece üçüncüye önem veririz. Bütün gayretimiz, bütün
incelemelerimiz üçüncüsü için yani delil ve ispat için olur. Ve birinciyi yani
tatbikattan ibaret olan bölümü unuturuz. Bunun neticesi olarak gerekince yalan
söylemekten çekinmeyiz. Buna karşılık yalan söylememek gerektiğini her zaman
iyice ispata hazırız.
*Yumuşak peynirin olta iğnesinde
kullanılacak bir yem olmaması gibi, ılık ve gevşek adamlar da felsefe
gerçeklerine uyamazlar.*
*Dostum niye bir baston yutmuş gibi
yürüyorsun?
Sokakta rastladıklarımın hepsi
tarafından imrenilmek ve sağdan soldan : «İşte büyük bir filozof!» sözünün sarf
edilmesini duymak için böyle hareket ediyorum.
Hayranlığını istediğin kimlerdir?
Onlar senin deli dediğin kimseler değiller mi? Delilerin sana hayran mı
olmasını istiyorsun? Ah! Ey koca deli!*
Felsefe; ne olursa olsun yapmağa
zorlandığımız vazifelerde cılızlığımızı ve bilgisizliğimizi anlamak ile başlar.
İyilik ve kötülük, namuslu veya namussuz,
doğru veya yanlış, saadet ve bedbahtlık üzerinde yapılmış veyahut atlatılmış
ödevler konusunda tabii olarak şöyle böyle bir fikre sahip olmayan insan
yoktur. Nasıl oluyor da bu konularda şahsî olayları muhakeme ederken o kadar
sık aldanılıyor? Bu, önce söylediğim gibi müşterek anlamlarımızı kötü tatbik
ettiğimizden ve iyi çözülmemiş peşin düşüncelerle muhakeme etmemizden ileri
geliyor. Güzel, iyi, fena, doğru, yanlış anlamları, incelikle ve ölçü ile
tatbik etmesini öğrenmeden önce, herkesin rastgele kullandığı terimlerdir.
Kavgalar, çatışmalar ve savaşlar hep bundan doğar. Ben «Bu doğrudur» derim..
Başka biri «Doğru değildir» der. Nasıl anlaşmalı?
İyice muhakeme etmek için elimizde hangi
kaide var? Acaba inanç mı?
Fakat iste iki kişiyiz ve ikimizin de
birbirine zıt iki inancımız var. Zaten inanç nasıl güvenilecek bir hâkim
olabilir? Delilerin de kendilerine mahsus inançları yok mu? Bununla beraber
gerçeği öğrenebilmek için sarsılmaz bir kaide olması gerekir. Zira Allah’ın
insanları kendilerini idare etmek için bilmeleri lâzım gelen işlerde tam bir
bilgisizlik içinde bırakması kabil değildir. O halde yanlışlarımızı önleyecek
ve inançların delice cüretlerinden bizi kurtaracak olan kuralı arayalım... Bu
kural cinste görülen özellikleri nev'e tatbik etmektir. Böylece herkes
tarafından tasdik ve kabul edilen karakterler her özel olay karşısında geri
fikirlerimizi doğru yola getirecektir. Meselâ iyilik fikrimiz var. Şehvetin
biri iyilik olup olmadığını anlamak istersek, şehveti bu fikre göre çözelim ve
bu terazide onu tartalım. Şehveti benim tartı aletim olan hayrın bu
özellikleri ile tartarım. Neticede onu hafif bulur ve iterim. Zira iyilik
sağlam bir şeydir ve terazide çok ağır basar.*
*Senin düşüncelerin yanlış, bunları yoluna
koymama izin ver. İşte bir filozofla konuşmak, bu demektir. Böyle yapacağın
yerde beni ziyaret eder, boşuna zahmete katlanır söylenerek geri dönersin:
«Epiktetos da bir şey değilmiş. Ne kaba konuşuyor, kendi dilini bile bilmiyor.»
Hakikatta bahse konu olan bu mu idi? İşte insanların mahiyeti! İyi konuşanları
ararlar, birbirlerini tanımadan, birbirlerini çözmeden ve daha iyi olmağa
çalışmadan her gün heykeller gibi birlikte bulunurlar. Eğlence yahut merak
bütün ilişiklerimizin ve eğilimlerimizin temelidir.*
*Hekimlik sürekli hastalığı olanlara hava
değiştirmeyi sağlık verdiği gibi, felsefe de böylece kökleşmiş alışkanlıkları
olanlara yer değiştirmelerini sağlık verir. Çünkü bu alışkanlıklarının
kuruluşunu sağlayan hava onları kuvvetlendirmekten başka bir şey yapmaz.*
*«Cynique» lerin felsefesine az çok merakı
olan talebelerimden biri bir gün bana bu felsefenin ne olduğunu ve bu alanda
başarılı olmak için ne yapmak lâzım geldiğini sordu.
Ona, dostum diye cevap verdim. Topu
topu sana söyleyebileceğim şey, Allah’ın daveti olmadan bu kadar büyük bir işe
kalkışan kimse bir saraya efendi olmak için giren yahut Agamemnoon rolünü
oynamak isteyen Thersites kadar delidir.
Ama ben bir çula, yamalı bir hırkaya
alışabilirim, yerde yatarım, bir torba ve bir asâ alırım ve herkese
küfredebilirim.
Dostum.; sen eğer bu felsefeyi
bundan ibaret sanıyorsan, onu hiç anlamamışsın demektir. Cynique filozof
baştan aşağı temizlik olan ve kendisini biteviye insanların gözü önüne
koymaktan korkmayan bir adamdır. Çünkü utanılacak hiçbir şey yapmamıştır. O,
Allah tarafından insanları yola getirmek için ve kendi verdiği örnekle onlara;
çıplak, parasız, göklerden başka yorganı ve topraktan başka yatağı olmadan
saadete kavuşmak kabil olduğunu öğretmek üzere gönderilmiş bir adamdır. O ne
kadar büyük olursa olsun, kötü huylara kapılmış olanları esir sayan, fena
muamele gördüğü, dövüldüğü zaman kendisine fena muamele edenleri ve kendisini
dövenleri seven ve takdis eden, her insanı kendi çocuğu sayan, onlar için
uyanık duran, bir baba gibi ve bir kardeş gibi ve Allah’ın davetçisi gibi
onları iyilikle, şefkatle yola getirmeğe çalışan ve perişan kılığına rağmen kendisine
karşı krallarla prenslerin hürmet duymadan bakamadıkları bir adamdır. Büyük
İskender Diogenes'i işte böyle karşılamıştır.*
*Gerçek filozofun büyük görüşlerini ve
ruhunun ışığını iyice incelersen, onu son derece uyanık bulacaksın, onun
yanında bütün gözleriyle Argos bile sana bir kör görünecektir.*
GAYE-HEDEF
Kalp (sahte) bir insanın alâmeti uzun
müddet sporla uğraşmak, uzun müddet içmek, uzun müddet yemek yemek, bunlardan
başka geriye kalan maddî ihtiyaçlara uzun zaman sarf etmek, kısacası biteviye
vücuduyla uğraşmaktır. Bunlar hayatımızın esası değil, teferruatı olmalı ve
bunları âdeta ayaküstünde bir çırpıda yapıvermelidir. Bütün itinamız ve bütün
dikkatimiz yalnız ruhumuz için olmalıdır.
Ne zamana kadar şahsını en büyük şeylere
lâyık saymak ve sağduyuyu baltalamak hususunda kendi kendine süre vereceksin?
Razı olacağın kaideleri öğrendin ve onlara rızanı verdin. Kendini
ıslah için hangi üstadın, mürşidin gelmesini bekliyorsun? Artık sen
bir çocuk değilsin, olgun bir adamsın. Kendini ihmal ederek ve öğrenmekle vakit
geçirerek karar üstüne karar verirsen, kendini düzeltmen için her gün başka
bir mühlet ayırırsan, haberin olmadan hiç ilerlemediğini, hayatında olduğu
gibi ölümünden sonra da cehalet içinde kalacağını bir gün gelecek anlayacaksın.
Şu halde bugünden başlayarak bir insan gibi yaşamağa ve marifet işinde ilerlemiş
bir adam gibi yaşamağa lâyık olduğunu kabul et. Şana çok güzel, çok iyi
görünen şeyler hiç çiğnenmeyecek birer mukaddes gibi görünsün. Zahmetli yahut
zevkli, şerefli yahut utanılacak bir şey karşına çıkarsa, hatırla ki artık
savaş günü gelmiştir. Olimpiyad oyunları başlamış ve mühlet zamanı geçmiştir.
İlerlemen veya mahvolman bir âna, bir cesaret veya korkaklık hareketine
bağlıdır. Her şeyi ve her olayı kendi yükselmesine hizmet ettirerek ve sadece
akla uyarak Sokrates olgunluğa erişmiştir. Sana gelince: henüz Sokrates
olmamakla beraber Sokrates olmak isteyen bir adam gibi yaşamalısın.
*Başaklar niye sürer? Yetişmek ve sonra
yetişince biçilmek için değil mi? Çünkü onları kutlu şeylermiş gibi sapları
üzerinde bırakmazlar. Eğer başakların duyguları olsaydı biçilmemek dileğinde
bulunacaklarını sanıyor musun? Şüphesiz hayır. Aksine biçilmemeği bir felâket
sayacaklardı. İnsanlar için de bu böyledir. Ölmemek insanlar için bir
felâkettir. Başak için sararıp olgunlaşmamak ve biçilmemek ne ise Âdemoğlu için
de ölmemek odur.*
*Bütün komşu memleket halkının gittiği bir
panayırı görmedin mi? Bu insanların bir bölüğü satmak, bir bölüğü de almak için
oraya giderler. Oraya, merak yüzünden, yalnız panayırı görmek, kimin bu
panayırı kurduğuna ver için açtığını öğrenmek için giden azdır. Dünya için de
bu böyledir. Dünyaya gelen insanların bir kısmı satmak, bir kısmı da satın
almak için gelmişlerdir. Bunların içinde bu muhteşem gösteriyi seyretmek, onun
ne olduğunu anlamak, kimin yaptığını, niçin yaptığını ve nasıl idare ettiğini
öğrenmek kaygısını taşıyanlar pek azdır. Zira dünyanın bir kuvvet tarafından
yaratılmış olmaması ve biri tarafından idare edilmemesi kabil değildir. Bir
şehir; bir ev, bir işçi olmayınca var olamaz ve biri döndürmezse devam edemez.
Bu kadar muazzam ve bu kadar harikulade bir makine nasıl olur da bir tesadüfle
var olur ve sürer? Bu imkânsızdır. Dolayısıyla onu yaratan ve döndüren bir
kuvvet vardır. O kimdir ve nasıl onu idare eder? Ya; onun eseri olan biz kimiz,
niçin varız? Bunları düşünen, esere imrendikten ve yaratanı kutladıktan sonra
mutlu çekilip giden pek az kimse vardır. Bu soruları kendilerine soranlar çıkarsa
tıpkı panayırda tüccarların alık diyerek eğlendikleri gibi öbürlerinin alay
konusu olurlar.* *Eğer öküzlerle domuzlar konuşabilselerdi yemden başka
şey düşünenlerle böyle alay edeceklerdi.*
*Kötü bir komşum, kötü bir babam
var. Onlar yalnız kendilerine karşı kötü, bana karşı çok iyidirler. Zira
onlar benim soğukkanlılığımı, hakseverliğimi, sabrımı kuvvetlendiriyorlar.
İşte Mercurius'un sopası. Onunla dokunacağın her şey altına dönmeyecektir. Zira
bu, çok büyük bir iş değildir. Fakat fena sanılan her belâyı, hastalığı,
fakirliği, sürünmeyi hattâ ölümü iyiliğe çevirecektir.*
*Ne Olympia yarışlarında kazanılan
zaferler, ne savaşlarda elde edilen yenmeler insanı mesud edemez. Onu mesud
edecek başarılar, kendi üzerinde kazandıklarıdır. Zevkin tuzaklarına karşı
savunmalarınız gerçek savaşlardır. Bir kere, iki kere, birçok kere yenildin.
Yine döğüş. Sonunda her vakit yenmiş bir insan gibi bütün hayatında mesut
olursun.
Yaşadıkça vazifem, halk
arasında veya yalnızken her işte Allaha şükretmek, onu her fırsatta övmek ve
ölünceye kadar kutlamaktır.*
*Ne zavallıyım! Okuyup inceleyecek vaktim
yok!
Dostum niye okuyup yazıyorsun? Boş
bir merak için değil mi? Eğer bu doğru ise sen bayağı bir adamsın. Okuyup yazma
iyi bir hayata hazırlık içindir. Şu halde bugünden başlayarak daha iyi yaşa_
Her yerde kendi ödevini yapabilirsin ve olaylar seni kitaplardan çok
aydınlatabilirler.
Şu prensipleri göz önünde tut:
«Benim olan nedir? Benim
olmayan nedir? Bana verilen nedir? Allah’ın yapmamı istediği nedir? Yapmamamı istediği nedir? Allah, bu zamana kadar sana büyük bir
rahatsızlık verdi. Sana kendinle sohbet etmek, okumak, düşünmek ve büyük
meseleler hakkında yazmak ve hazırlanmak zamanını verdi. Bu zaman sana yetmeli
idi. Sana şöyle diyorlar:
«Gel, savaş! Elde ettiğin cevheri göster,
bize mükâfatı kazanmağa değer bir atlet misin yoksa bütün dünyayı dolaşan ve
her yerde yenilen serseri atletlerden misin, bunu göster?»*
*Romada, Atina’da
yaşamakla mesud olunacağını iddia ediyorsan sen mahvolmuşsundur. Zira ya oraya dönmemek yüzünden kendini zavallı sayacaksın yahut
oraya dönersen senin için sonu feci bir sevince kapılacaksın. Bu yüzden şu hayranlıklardan
kendini kurtar: «Roma ne güzel bir şehirdir! Atina ne eşsiz bir şehirdir!»
Evet, ama saadet daha güzel bir şeydir. Roma’da o kadar yorgunluk vardır ve o
kadar çok insana dalkavukluk etmek lâzımdır ki! Bu kadar yorgunlukla, bu kadar
sıkıntıyı saadetle değiştirmiş olmandan sevinmemeli misin?
Sanıyor musun ki bütün
gecelerini okuyup yazmakla, çalışmakla ve incelemekle geçirirsen sana gayretli
diyeceğim. Hiç şüphesiz hayır. Her şeyden önce
bu incelemeleri ve çalışmaları ne için yaptığını öğrenmek isterim. Bütün
gece sevgilisini görebilmek için uyanık kalan adama gayretli demem, âşık
derim. Şöhret için uyanık kalırsan sana haris derim. Eğer para için
uyanık kalırsan, sana çıkarına düşkün cimri derim, fakat aklını geliştirmek,
olgunlaştırmak, tabiata uymaya alışmak ve ödevlerini yerine getirmek için
uyanık kalırsan ancak o zaman sana gayretli derim. Çünkü insana yaraşır tek
gayret işte budur.*
*Filozof kötü insanlardan, yaptıklarından
daha çok fenalık bekler. Biri bana küfretti. Ona beni dövmediği için teşekkür
ederim. Beni dövdü ise yaralamadığı için teşekkür ederim. Beni yaraladı ise
öldürmediği için teşekkür ederim.
*At şarkı söyleyemediği için talihsiz
midir? Hayır, ama koşamazsa talihsiz olur. Köpek uçamadığı için talihsiz midir?
Hayır, fakat koku alamazsa talihsiz olur. İnsan aslanları boğamadığı ve
olağanüstü işler yapamadığı için bedbaht mıdır? Hayır, o bunun için yaratılmış
değildir. Ama temizliği, iyiliği, vefayı, adaleti, kaybettiği vakit ve ruhuna
Allah'ın işlediği ilâhî değerler silindiği vakit bedbahttır.*
*O kadar büyük iktidar sahibi olan falan
kimseye sokulmuyorsun
İstediği kadar iktidar sahibi olsun, bu benimle
ilgili bir mesele mi ve ben ona dalkavukluk etmek için mi doğdum? Benim
yaranacağım, itaat edeceğim, boyun eğeceğim kimsem yok mu? Elbette var, Allah
ve onunla olanlar!.
İyiliğimiz ve kötülüğümüz yalnız irademizdedir.
Kültürsüzlüğü ve kültürsüzleri küçük
görmeyen sanat ve ilim yoktur. Felsefe bu ilim topluluğu arasında bir ayrılık
kurup, onların tenkitleri ile kalp düşüncelerine önem verebilir mi?
Yanlış yapmamaya imkân yoktur. Ama bu
yanlışı yapmamak için sürekli ve ince bir dikkatin olması mümkündür. Bu arkası
kesilmeyen dikkatin yapabileceğin yanlışların sayısını azaltması ve bir
parçasını ortadan kaldırması da büyük bir iştir.
Yarın kendimi yola sokacağım dediğin vakit
iyi bil ki bugün saygısız, sefih, alçak, azgın, açgözlü, halktan uzak, çıkarına
düşkün ve hain olmak istiyorsun. Bak, kendine ne kadar kötülük için izin
veriyorsun.
Ama yarın başka türlü bir adam olacağım.
Niye bu günden başlamıyorsun? Bugün yarın
için hazırlanmağa koyul, başka türlü hareket edersen yine yarına bırakacaksın.*
GELECEĞİ GÖRME
Kâhine danışmağa gittiğin vakit, başına
gelecek şeyin ne olduğunu bilmediğini ve öğrenmek için ona gitmiş olduğunu
hatırla. Eğer filozofsan kâhine kaderini öğrenmek üzere başvurduğun vakit,
başına gelecek şeyin cinsini bilmediğini ve öğrenmek için ona gittiğini düşün.
Zira başına gelecek hâdise bize tâbi olmayan bir şey ise bu muhakkak ki, senin
için ne bir iyilik, ne de bir kötülüktür. Şu halde kâhine giderken dünyanın
her hangi bir nimeti için ne temayülün, ne de nefretin olsun, aksi takdirde
daima titreyeceksin. Yalnız şuna inan ki, başına gelecek her hangi hâdise sana
yabancıdır ve seninle ilgisi yoktur. Kimse sana engel olamayacağı için
özelliği, niteliği ne olursa olsun onu faydalı bir hale getirmek senin elindedir.
Bunun için sana yol göstermek tenezzülünde
bulunan Allah’ın önüne çıkar gibi emniyetle git. Nihayet sana bazı tavsiyelerde
bulundukları vakit başvurduğun zatın kim olduğunu ve itaat etmezsen
emirlerini hakîr görmüş olacağını unutma. Lâkin kâhinlere Sokrates'in
lüzum gördüğü hallerde müracaat et. Yâni yalnız olaylarla öğrenilebilecek ve
önceden akılla veyahut her hangi bir sanatın usulleriyle, kaideleriyle
keşfedilemeyecek meseleler için git. Bu yüzden bir dost için veyahut vatan için
büyük tehlikelere göğüs germen icabedince, bunu yapayım mı yahut yapmayayım mı
diye kâhine sorma. Zira kâhin eğer kurban barsaklarının kötü olduğunu
söylerse, bu işaret senin için ya ölüm, ya vurulma yahut sürgün manasınadır.
Fakat sağduyu bütün bunlara rağmen, dosta «yardım etmeyi ve vatan için tehlikelere
göğüs germeyi emreder. Bu yüzden oyuna başvurduğun kâhinden daha büyük bir
kâhine, öldürülmek üzere olduğunu gördüğün bir dostuna yardıma koşmayan adamı
mabedinden kovmuş olan Apollon Phthios'a uymağa çalış.
*İbadetlerimizin belli olduğu meselelerde
kâhinin düşüncesini almağa ne lüzum var? Dostum için her hangi bir tehlikeye
göğüs germek veya onun için ölmek bahis konusu ise kâhine ne ihtiyacım var?
Bana iyiliğin ve kötülüğün mahiyetini ve bunları tanıyabileceğim bütün
alâmetleri öğrenmiş olan, içimde inanılır ve asla yanılmaz bir kâhinim yok mu?*
*İnsanın kâhinlere ihtiyacı korkusundan
gelir. Olaylardan korkar. İşte bunun için kâhinlere son derece düşkündür.
Onları bütün işlerinin hâkimi yapar. Varını yoğunu onlara emânet eder. Eğer
iyiliğini söylerlerse sanki ona bunu hediye ediyorlarmış gibi teşekkür eder. Ne
körlük! Eğer hikmet nedir bilseydik, yolculukta yolumuzu sağa mı sola mı sapmak
lâzım geldiğini sorduğumuz gibi, hiç ehemmiyet vermeden kâhinlerin fikrini
alırdık. Zira hâkimlere danışmak ne demektir? Bu Tanrının iradesini
öğrenmek ve yapmaktan başka bir şey değildir. Şu halde gözlerimizi
nasıl ve niçin kullanıyorsak kâhinlerden de bu maksatlarla faydalanmalıyız.
Gözlerimize filân veyahut falan şeyi bize göstermeleri için rica etmiyoruz,
fakat bize ne gösterirlerse onu görüyoruz. Kâhinlere karşı da böylece hareket
etmeliyiz. Onlara dalkavukluk yapmamalıyız ve yalvarmamalıyız. Yalnız bize
emrettiklerini yapmalıyız.*
*Kâhinlerden falımızı sorarken titrer ve
ateşli dualar ederiz: «Allah’ım bana acı, filân veya falan işten kolayca
sıyrılmama müsaade et!» Hey alçak esir! Senin için en doğru olandan başka bir
şey mi istiyorsun? Senin için en doğru olan, Allah’ın senin hakkında uygun
gördüğünü yapmak değil midir? Senin hâkimin ve hakemin olanı niçin elinden
geldiği kadar lekelemek ve kirletmek istiyorsun?*
*Saati gelince öleceğim.
Lâkin kendisine verileni geri veren bir adam gibi öleceğim.*
*Felicio hiç kimsenin konuşmağa tenezzül
etmediği bir budala idi. Hükümdar ona kâhyalığını verdi. Felicio birdenbire
önemli ve aydın bir adam oldu. Birçokları şöyle diyorlardı: Felicio bugün bir
melek gibi konuştu. «Ey benim dostum biraz bekleyin, Prens onu sadece
kâhyalıktan çıkarsın, o yine birdenbire budala olacaktır.»*
*Romalı bir hanımefendi Domitianus'un
sürgüne gönderdiği dostlarından bir hanımefendiye büyük bir para yollamak
istiyordu. Biri ona Domitianus'un bu paraya el koyacağını söyledi. «Ne önemi
var, diye cevap verdi. Ona bu parayı göndermemektense Domitianus'un el
koymasını tercih ederim.»
GERÇEĞİ GÖRME SANATI
*Belli bir gerçek yoktur diyenler bu
yalancı iddiayı sözde bir gerçekle yalanlamaktadırlar. Çünkü söyledikleri ya
doğru ya yanlıştır: Demek bu bilinen bir gerçektir.*
*Bir hekim bir hastaya gider ve ona şunu
söyler : «Sıtmanız var. Bugün hiçbir şey demeyiniz, yalnız su içiniz.» Hasta
ona inanır, teşekkür eder ve ücretini verir. Filozof da bir kültürsüze şöyle
der: «Azgın isteklerinizin sonu yok, Kaygılarınız bayağıdır. İnançlarınız
sahtedir, yanlıştır.» Kültürsüz öfkelenerek çıkıp gider ve tahkir edildiğini
söyler. Bu ayrılık nereden geliyor? Çünkü hasta ağrısını duyar, ama
cahil bu acıyı duymaz*
*Eğer Allah sadece renkleri yaratmış ve
onları ayırt edecek, görecek gözleri yaratmamış olsaydı bu renkler neye
yarayacaktı? Renkleri ve gözleri yaratıp da ışığı yaratmasaydı renkler ve
gözler niye yarayacaktı? Bu üç şeyi birbiri için yaratmış olan kimdir? Bu
harikulade birliğin yaratıcısı, kimdir? Allah’tır. Demek ki İlâhî bir kuvvet
vardır.*
Sana senden gelmemiş olan özelliklerle
asla öğünme. Bir at, gururla: «Ben güzelim!» dese buna tahammül edilebilir.
Fakat sen böbürlenerek «Güzel bir atım var!» dersen bil ki güzel bir ata sahip
olmakla öğünüyorsun. Bunda sana ait olan nedir? Muhayyileni kullanman! Bunun
için muhayyileni kullanırken tabiatı kolla. İşte o zaman kendindeki meziyetle
öğünebilirsin.
Eğer yenmesi senin elinde olmayan bir
savaşa, girmezsen yenilemezsin.
Bir kimsenin pek erkenden yıkandığını
görürsen çok erkenden yıkanmış olmakla fena ettiğini söyleme. Sadece zamanından
önce yıkandığını söyle. Başka birinin çok fazla şarap içtiğini
görürsen çok içmekle fena ettiğini söyleme, sadece çok içtiğini söyle. Zira
onu böyle hareket ettiren sebebi iyice bilmeden fena ettiğini nasıl
bileceksin. İşte bu yolda muhakeme ettiğin vakit, daima gözünle bir şeyi
görüyor ve başka bir şey hakkında hüküm vermiş oluyorsun.
Bir kimse Khrysippos'un eserlerini anlamak
ve açıklamakla öğünürse kendi kendine der ki; Eğer Khrysippos biraz
kapalı yazmamış olsaydı, bu adamın öğünebileceği hiçbir şey yoktu. Bana
gelince, ben ne istiyorum? Tabiatı bilmek ve ona uymak. O halde bu işi en iyi
açıklayanı ararım. Diyorlar ki en iyi anlatan Khrysippos tur. Onu bana
anlatacak birini sorarım. Buraya kadar olağan üstü bir şey yok. İyi bir
tefsirci bulunca geriye, onun bana anlattığı kaideleri kullanarak tatbik
etmekten başka bir şey kalmaz. İşte sayılacak tek şey budur. Zira sadece bu
filozofu inceleyerek söylediklerine hayran olmakla yetinirsem ben neyim? Halis
bir gramerciyim ve filozof değilim. Şu farkla ki Homeros'u çözeceğim yerde
Khrysippos'u inceliyorum. Biri çıkar da bana «Khrysippos'u anlat!» derse ve
benim onun felsefesine uygun hareketim olmazsa, o zaman anlatamamaktan da çok
utanç ve şaşkınlık duyarım.
*Kendisine götürülen parayı yoklamak için
sarraf neler yapmaz? Bütün duyularını kullanır: göz, el burun ve kulak. Bir
altını bir iki defa tıngırdatmakla kalmaz. Sesleri dinliye dinliye âdeta bir
müzisyen kesilir. Bize ait olduğunu sandığımız şeylerde hepimiz sarrafız.
Aldanmamak için sarf ettiğimiz dikkat ve titizlik sonsuzdur. Aldatılmak
korkusuyla aklimizi, fikrimizi yoklamak lâzım geldiği vakit ise sanki bunlar
bize ait değilmişler gibi, ihmalci ve tembeliz. Çünkü bunların bize verdikleri
zararları bilmeyiz.*
* Eğer vaktin padişahı seni evlâd edinirse
herkese karşı tahammül edilmez bir gururun olur ve o kadar borçlu olduğun
Allah'ı unutursun.*
*Ben sana fazilet alanında yaptığın
ilerlemeyi soruyorum. Ve sen bana Khrysippos'u iyi anladığını öğünerek
söylediğin bir kitabını gösteriyorsun. Bu tıpkı, kuvvetini öğrenmek istediğim
bir atletin bana sinirli kollarını ve geniş omuzlarını göstereceği yerde sadece
eldivenlerini göstermesi gibi bir şeydir. Ey alçak esir! Bir atletin
eldivenleri ile ne yaptığını öğrenmek istediğim gibi Khrysippos'un kitabının
da senin ne işine yaradığını öğrenmek isterim. İsteklerini ve korkularını
yerli yerine kullandın mı? Yalnız eserle ilerleme kendini gösterir.
Şimdi ruhun daha yüksek, daha hür, dahi vefalı ve daha çok iffetle dolu mudur?
Ruhun hiçbir şeyim, engel olamayacağı ve bulandıramayacağı bir halde midir?
Bütün hayatından iniltileri, şikâyetleri ve mânâsız haykırışlara kovabildin
mi?*
*Hemen şimdi bütün duygularını incele ve
güvenle her zorluğa, denenmeye hazırlan: silâhların tamdır ve en korkunç
kazalardan yeni bir süs çıkaracak haldesin.*
*Sizden tavsiye mektubu istemiyorum,
onları alçak ve korkaklar için saklayınız. İşte bu tavsiye mektuplarından birinin
örneği : «Size bu cesedi, bu henüz donmamış olan kan tulumunu takdim ediyorum.»
İşte kendisini kırmanın başkasının elinde olmadığını anlamak inceliğini
göstermeyen bir adamı böyle takdim etmelidir.*
*Çok büyük mevki sahibi bir adam, (bugün
iaşe vekili) sürgünden gelip Romaya giderken bana uğradı. Bana saray hayatının
korkunç bir tasvirini yaptı. Bundan iğrendiğine beni kandırmağa çalıştı ve her
ne pahasına olursa olsun bu çevreye artık girmeyeceğini, yılları sayılı olan
ömrünün son günlerini huzur içinde, işlerin telâşından ve gürültüsünden uzakta
geçirmek istediğini söyledi. Ben ona bunların hiçbirini yapmayacağını, Roma’ya
ayağını basar basmaz bütün bu güzel kararları unutacağını ve hükümdara
yakınlaşmanın kolayını bulur bulmaz bundan faydalanacağını anlattım. O, bana
veda ederken «Epiktetos ayağımı saraya attığımı duyarsan dünyanın en büyük
bir alçağı olduğumu söyle!» dedi. Netice: Romaya varmadan Caesar'ın
mektubunu aldı ve ânında saraya her zamankinden daha yakın oldu ve tahminim
böylece doğru çıktı. Biri bana «Ne yapmasını düşünüyordunuz? Hayatının
gerisini avarelik ve tembellikle mi geçirmesini istiyordunuz?» dedi. Hey
dostum, bir filozofun, kendi ruhuna itina etmek isteyen bir adamın; bir saray
mensubundan daha tembel olacağını zannediyor musun? Onun daha önemli ve daha
ciddî işleri vardır.*
*Bir adam hâkim olur, evine döner,
yuvasını şenlik içinde bulur. Herkes onu tebrike gider. Hemen Capitolium'a çıkar,
adaklar adar ve Allah’a şükreder. İçimizden hangimiz doğru inançlara, kanuna ve
tabiata uygun isteklerimiz olduğu için Allah’a şükrederiz?
Bir adam Nicopolis'de Augustus
rahiplerinin tarikatına girmek için oyumu almağa geldi. Ona «Peki dostum maksadın
ne? Bu boş bir masraftır.» dedim.
Ama adım ebediyete kalacak, Çünkü
kayıtlara geçecek!
Adını bir taşa kazdır daha uzun
zaman kalır. Seni Nicopolis surlarının ötesinde kim bilecek?
Ama altın yaldızlı bir tacım olacak!
Eğer ihtirasın bu işe taç taca eştir,
gülden bir taç giy, sana daha az ağır gelecek ve daha çok yakışacak.»*
*Yunanlıların Troia'ya girdikleri vakit
her şeyi kana ve ateşe boğmaları, bütün Priamos ailesini öldürmeleri ve
kadınlarını esir olarak alıp götürmeleri Paris için çok büyük bir felaket
olduğu söyleniyor.
Aldanıyorsun dostum! Paris'in büyük
felâketi saffeti, sadakati, tevazuu kaybettiği ve misafirperverliği çiğnediği
vakit olmuştur. Öylece Akhilteus'un felâketi de Patroklos öldüğü vakit olmuş
değil; fakat öfkeye tutulduğu., Briseis'e ağlamağa başladığı, bu savaşa
metreslere sahip olmak için değil, bir kadını kocasına geri vermek için
katıldığını unuttuğu vakit başlanmıştır.*
*Euristheus tarafından imtihana çekilen
Herakles kendisini talihsiz saymıyor ve bu zâlimin emirlerini yerine getiriyordu.
Allah tarafından, seni yaratan Allah tarafından imtihana çekilen sen
bağırıyor; şikâyet ediyor, kendini talihsiz sayıyorsun! Ne alçaklık! Ne
kancıklık!*
*Dostum, oğlun kaçtı, seni bıraktı ve sen
ağlıyorsun. İnsanın bir yolcu olduğunu bilmiyor mu idin? Sen çılgınlığının
cezasını, azabını çekiyorsun. Senin ferahını sağlayan şeylerin her zaman
yanında olacağını ve daima sana hoş gelen yerlerden ve ilişiklerden zevk
duyacağını mı ümid ediyorsun. Bunu sana kim
vadetti?
Bu kadar güzel bir
yerden ayrılmak seni üzüyor; titriyor ve ağlıyorsun. Şu halde sen
kargalardan, kuzgunlardan zavallısın. Çünkü onlar inlemeden ve bıraktıklarına
acımadan iklim değiştirirler, denizleri aşarlar!
Ama onlar şuuru olmayan hayvanlardır.
Allah sana şuuru
kendi kendini alçaltmak için mi verdi? İnsanların ağaçlar
gibi köklerine yapışık olduklarını ve yer değiştirmeyeceklerini mi sanıyorsun?
Ama dostlarımı kaybediyorum!
Eh, ne yapalım! Bütün dünya dost ile
doludur. Çünkü senin dostun olan ve seni koruyan Allah onu dost ile
doldurmaktadır ve yeryüzü tabiatın seni bağladığı insanlarla doludur. O kadar
yolculuk eden Odysseus dost bulmadı mı? Yeryüzünü baştanbaşa gezip dolaşan
Herakles dost bulamadı mı?
Herakles, çocuklarını yetim bırakmaktan
ıstırap çekmiyordu. Zira yeryüzünde hiçbir kimsenin yetim olmadığını, bütün
insanların her yerde kendilerine bakacak ve kendilerini asla terk etmeyecek bir
babaları olduğunu biliyordu*
HAKİKAT -HİKMET
*Hikmetli ve kültürlü insan hayatını feda ederek, onu
kazanır.*
*Bir karga, ötüşü ile sana fena bir haber
verdiği vakit, sana bir karganın değil, Allah’ın seslendiğini sanıyorsun. Seni
hâkim ve arif bir kimse uyandırdığı vakit de, bir filozofun, değil Allah’ın
uyandırdığına inan.*
*Bir tüccarın, ayarı düzgün bir parayı
çevirmemesi gibi ruh da gerçek nimetleri itmez. Böyle iken ekseriya kalp
olanları da alır. Çünkü şekil onu aldatmıştır ve o kalpı, kalp olmayandan ayırdedecek
bilgiye sahip değildir.*
*Ruh su ile dolu bir havuz gibidir. Onun
kanatları bu havuzu aydınlatan ışıktır. Havuzun suyu dalgalandıkça ışığın da
dalgalandığı sanılır. Hâlbuki ışık olduğu gibidir. İnsan için de bu böyledir. O
bulanık ve üzüntülü iken, faziletleri bulanık ve perişan değildir. Onun
özündeki kuvvetler harekete gelmiştir. Bu kuvvetler durgunlaşınca her şey
durgunlaşacaktır.*
*Epikuros'cu bir ilâhî hikmet var mıdır?
Durmadan burnumdan sümük akıyor! Der. Sen bir esirsin! Ellerin ne güne duruyor?
Burnunu sümek için değil mi? Epikuros'cu buna cevap verir: «Dünyada hiç balgam
veya sümük olmaması daha iyi değil mi?» Burnunu silmek İlâhî hikmeti
suçlamaktan daha iyi değil midir?*
*Vücutlarından yeryüzünü temizlediği
aslanlar, kaplanlar, yaban domuzları, haydutlar, kısacası bütün bu canavarlar
olmasaydı, Herakles olur muydu? Yine bu canavarlar olmasaydı asabî kollan,
kuvveti, cesareti, yenilmez sabrı ve bütün geri kalan faziletleri niye
yarayacaktı?*
*Zarar verebilecek olanlara karşı
gösterilen saygı Romanın ortasında sıtmaya dikilen sunak gibidir. Bu kuvvete,
korkulduğu için kulluk edilir.*
*Bir insanın en gerçek nimeti her vakit,
hayvanlardan kendisini ayıran yönündedir. Bu bölümün çok, pek çok
kuvvetlendirilmiş olması ve faziletlerin düşmanı kovmak için iyice uyanık
bulunmaları onun selâmette olması ve hiçbir şeyden korkmaması için yeter.*
*Bizi öldüren, bir kılıç, bir tekerlek,
bir deniz, bir kiremit veyahut bir müstebittir. Seni Ahirete götürecek yolun
ne önemi var? Hepsi birbirine eşittir. Bu yolların en kısalarından biri seni
bir müstebidin Ahirete gönderdiği yoldur. Asla bir müstebid bir insanı altı
ayda öldüremez. Halbuki bir hastalık yıllarca sürebilir.*
*Filozofun mektebi hekimin eczanesi
gibidir. Oraya zevk duymak için gidilmez, fakat kurtaran bir ıstırabı çekmek
için gidilir. Birinin çıkık bir omuzu, ötekinin bir yarası vardır. Berikinin
bir fistülü, ötekinin başında bir sancısı vardır. Zevk, onları iyi edebilir
mi?*
*Allah beni fakirliğe, sürünmeğe ve
esirliğe terkediyor. Bu bana düşmanlığı yüzünden değildir. Çünkü sâdık bir hizmetçisinden
nefret eden bir efendi var mıdır? Yine bu bir ihmal yüzünden de değildir.
Allah en küçük şeyleri bile gözden kaçırmaz. Fakat Allah beni deniyor,
benden iyilik için cesur bir asker, namuslu bir vatandaş çıkıp çıkmayacağını
anlamak diliyor ve nihayet hareketimle insanlar arasında onun varlığına
şahitlik etmemi istiyor.
Vatanında iken sahip, fakat şimdi mahrum
olduğun bütün zevklerin acısını çekerken, Allaha itaat ve teslimiyet
göstermekte olduğunu, hikmetli bir insanın ibadetlerini yaptığını düşünerek
avun!! Kendi kendine şunu söyleyebilmek ne büyük bir şeref: «Şu anda filozoflar
mekteplerinde büyük meseleleri ele almışlardır. İyi bir adamın bütün
vazifelerini anlatıyorlar. Hâlbuki ben o ibadetleri yapıyorum. Onlar benim
faziletlerimi çözüyor, açıklıyorlar. Bilmeden beni övüyorlar. Zira bert
onların Överek öğrettiklerini yapıyorum!»
*Şimdi yapılmamasında fayda olan bir şeyin
bırakılmasında daha büyük fayda vardır.
Dikkat her şeyde, zevklerde bile elzemdir.
Hayatta yarına bırakmanın bizi daha çok başarıya götürdüğü olaylar gördün mü?*
HAYAL ve GERÇEK
Her korkunç hayalin karşısında «Sen
bir hayalsin ve asla göründüğün gibi değilsin!» demeğe hazır ol. Sonra
onu iyice incele. Ve bu inceleme için öğrendiğin usullerden hususuyla
birincisini, yani sana azap veren şeyin elimizde olup olmadığını bildiren usulü
göz önünde bulundur. Eğer bu bizim elimizde olmayan şeylerden ise kendi kendine
duraksamadan de ki : «Bu, benimle ilgili değildir!»
Bir kimsenin matemli olduğu yahut çocuğu
gurbette bulunduğu veya mal ve mülkünü kaybettiği için ağladığını görürsen,
muhayyilenin coşmasına ve bu dış şeyler için; bu adamın gerçekten talihsiz
olduğuna seni kandırmasına meydan verme! Kendi kendine içinden şöyle düşün: Onu
dertli eden şey basma gelen felâkettir. Zira ondan başkası üzüntü duymuyor. Onu
kederlendiren şey bu işteki inancıdır. Böyle iken gerekirse onunla birlikte
ağlamaktan ve sözlerinle onu teselliden kaçınma. Lâkin gerçekten üzülmemeğe
dikkat et.
*En çok göze çarpan gerçeklere teslim
olmayanlarla tartışma neye yarar? Bunlar insan değil taştırlar.*
* Olimpia'ya gidip atlet oyunları görmek
için uzun: bir yolculuğa katlanırsınız. Fidyas'ın güzel bir heykelini görmek
için de daha uzun bir yolculuğa çıkarsınız ve onları görme zevkini tatmadan
ölmeyi büyük bir felâket sayarsınız. Fakat Fidyas'ın heykellerinden çok üstün
olan ve bulup görmek için pek uzağa gitmeğe lüzum olmayan, ne o kadar zahmete
ne de o kadar yorgunluğa mal olmayan, her yerde karşılaşılan eserleri görme
isteğini asla duymayacak mısın? Acaba aklınıza kim olduğunuzu ve niçin doğmuş
olduğunuzu düşünme kaygısı gelmeyecek mi? Allah'ın bilmeniz ve
tanımanız için gözünüzün önüne yaydığı, kâinatın o kadar imrenmeye lâyık
manzaralarına hiç dikkat etmeden mi öleceksiniz? *
*Çocuğun son derece hasta olduğu vakit onu
bırakıp gider ve çok sevdiğin için onu bu halde görecek cesaretin olmadığını
söylersin. Dostluk eğer bu ise, onu bütün sevenlerin, anasının, sütanasının,
kardeşlerinin, kızkardeşlerinin, mürşidinin de terk etmesi ve zavallının
kendisini sevmeyenlerin elleri arasında kalması gerekir. Ne şaşkınlık, ne
haksızlık, ne vahşet! Doğrusu, hasta iken, seni bu kadar şefkatle seven
dostlara sahip olmak ister misin?*
*İşte sana dalkavuklar hakkında doğru
fikir verecek buna benzer başka bir örnek. Nero'nun muhafız alayındaki subaylardan
olan Epaphroditos'un zanaatı kunduracılık olan bir esiri vardı. Fakat bu esir o
kadar aptal ve beceriksizdi ki, hiçbir işte kullanmadığı için onu sattı.
Nero'nun uşaklarından biri onu satın aldı ve tesadüfle bu esir sultanın
ayakkabıcısı ve sonunda gözdesi oldu. Epaphroditos hemen ertesi günden itibaren
ona dalkavukluğa başladı. Artık Epaphroditos ortalıklarda, görünmüyordu. İşe
yaramadığı için sattığı bu adamla en önemli işleri konuşmak için günlerce
kapanıyor hiçbir yere çıkmıyordu.»*
*İnsan sıfatının (haysiyetinin)
vadettiğini yapabilmek pek kolay bir iş değildir. İnsan akla sahip geçici bir
hayvandır ve ancak akıl ile hayvanlardan ayrılır. O, akıldan uzaklaştığı,
akılsız hareket ettiği zaman insan kaybolur ve hayvan ortaya çıkar.*
*Ah, Atina'yı, Akropolis'i ne vakit
göreceğim? Dostum göklerden, bu güneşten, bu aydan, bu yıldızlardan, bu
dünyadan ve bu denizden daha güzel şey görebilir misin? Atina'yı görmekten
mahrum olduğun için üzüntülü isen güneşi ebediyen görmekten mahrum olmak
zamanı gelince ne yapacaksın?*
*Hayalin seni şehvet ve eğlence rüyaları
ile aldattığı vakit sürüklenme ve o ânda de ki : «Ey hayalim dur, ilkönce
biraz senin ne olduğunu, bana sunduğunu göreyim ve çözeyim.» Onun daha
ilerilere gitmesine ve sana daha çekici gösteriler hazırlamasına izin verme.
Yumuşarsan bitmişsin demektir. Seni sürükleyecektir. Bu iğrenç resimler yerine
onun sana daha uygun, daha güzel, daha asıl hayaller göstermesine çalış.
Kurtulmanın çaresi budur.*
HEDEF ve ÇALIŞMAK
Olimpiyad yarışlarında birincilik
kazanmayı elbette istersin. Doğrusu bunu ben de isterim. Çünkü çok şerefli bir
şeydir. Fakat ilkin böyle bir teşebbüsün önünde, sonunda olup bitenleri iyice
düşün. Bu incelemeden sonra teşebbüse girişebilirsin. Önce bir düzene girmek,
zorla yemek yemek, zevki okşayan her şeyden uzaklaşmak, sıcak olsun, soğuk
olsun belli saatlerde idman yapmak, soğuk suyu ve şarabı gayet ölçülü içmek,
bir kelime ile kayıtsız şartsız idman hocasına tıpkı bir doktora olduğu gibi
teslim olmak, ondan sonra da yarışlara girmek lâzımdır. Orada yaralanabilirsin,
ayağın kırılabilir, pek çok toz yutabilirsin, bazen kamçılanır ve nihayet
yenilebilirsin de. Bütün bunları iyice düşünüp taşındıktan sonra gönlün dilerse
git ve atlet ol. Bu tedbirleri almazsan bazen pehlivanları, bazen gladiatorları
taklit eden, biraz önce boru çalarken biraz sonra trajedileri temsile kalkarak
oyun oynayan çocuklar gibi saçma şeylerle uğraşmış olacaksın. Bazen atlet,
bazen gladiator, bazen hatip ve bütün bunlardan sonra da filozof olmağa
kalkacak ve hiçbir şey olmayacaksın. Bir maymun gibi yapıldığını gördüğün her
şeyi taklit edeceksin. Her şey sırası ile hoşuna gidecek. Zira ne yapmak
istediğini önceden düşünmedin, korkusuzca ve ileriyi görmeden, sadece hırsının
ve hevesinin önderliği ile bu işlere atıldın. Böylece birçok kimseler bir
filozofu görerek veyahut Euphrotes'in hatip olduğunu duyarak (onun gibi kim söz
söyleyebilir) hemen filozof olmak isterler.
Dostum evvelâ yapacağın işin mahiyetini
anlamağa çalış. Sonra bu yükü taşıyacak kadar kuvvetli olup olmadığını anlamak
için kendi karakterini incele. Pentathlo mu yahut gladiator mu olmak
istiyorsun? Kollarına, bacaklarına, beline bak. Zira hepimiz aynı şey için
doğmuş değiliz. Filozof mu olmak istiyorsun? Düşün ki bu mesleğe girmekle
başkaları gibi yemekle beraber, ancak filozoflar kadar içebilir, onlar gibi
bütün zevklere veda edebilir misin? Geceleri uyanık kalıp, çalışmağa, filenden
ve dostlarından uzak kalmağa, bir esirin oyuncağı olmağa, şeref, mevki yolunda,
hulâsa her yerde geride durmağa razı olmak icabeder. Bütün bunları gözünün
önüne getir ve sükûnu, hürriyeti, hakikati bu ücret karşılığında satın alıp
alamayacağını düşün. Eğer mümkün değilse, başka yola gir ve çocuklar gibi hareket
etme. Bu gün filozof, yarın tefeci sonra hatip ve nihayet kayserin vekilharcı
olma. Bu işler birbirine uymaz. Tek bir adam olman lâzım. İyi veya kötü bir
adam. Ya ruhuna ait şeylerle yahut bedenine ait şeylerle uğraşmalısın. Hulâsa
ya iç âleminin servetini yahut dış âleminin servetini elde etmeğe çalışmalısın.
Yani ya bir filozofun karakterini yahut alelade bir adamın karakterini
seçmelisin.
*Birçok güzel parçalar elde ettin. Birçok
altın ve gümüş, vazoların var. Zenginsin. Ama sebattan, vefadan, Allah’ın
emirlerine boyun eğmeden, huzurdan; kaygı ve korkudan kurtulmak gibi en güzel
nimetlerden mahrumsun.. Bana gelince, son derecede fakir olmakla
beraber senden daha zenginim. Sarayda beni koruyacak bir kimseyi
düşünmek aklımdan geçmez, benim için hükümdara söylenecek olanlara önem vermem
ve kimseye dalkavukluk yapmam. İşte benim gözümde her türlü servetin yerini
tutan bunlardır. Senin altın ve gümüş, vazoların var. Fakat bütün düşüncelerin,
bütün isteklerin, bütün eğilimlerin, bütün hareketlerin madde içindir ve yere
bağlıdır.*
*Dostum uzun zaman azgın isteklere karşı
savaş. Bütün hareketlerini incele ve bunların bir hastanın yersiz intihaları
yahut isterik bir kadının çırpınmaları olup olmadığını anla. Uzun zaman
gizli kalmağa çalış. Yalnız felsefe ile uğraş. Meyveler böylece
olgunlaşır. Tohum uzun zaman toprakta gömülü olarak gizli kalır. Olgunlaşmak
için yavaş yavaş büyür. Fakat gövdesi iyice gelişmeden başak verirse o,
kusurludur ve sadece Adonis bahçesinin bir otudur. Boş bir şan ve şeref isteği
seni zamanından önce ortaya çıkarıverdi, soğuk yahut sıcak seni öldürdü. Yaşar
gibi görünüyorsun, Çünkü henüz başında birkaç çiçek açıyor, oysaki sen
ölmüşsün, kökünden kurumuşsun.
Bir hastanın susaması
sağlam bir adamın susamasından başkadır. Sağlam adam suyu
içer içmez kanar, susaması geçmiştir. Ama öbürü bir ân zevk duyduktan sonra
mide ağrıları başlar. Su onda safraya döner ve ondan sonra kusmaya başlar.
Bağırsak sancıları gelir, susaması gittikçe çoğalır. Tamahla, hırsla servet
sahibi olan, mevki ve makamına dört el ile sarılmış olan ve güzel bir kadını
ihtirasla seven için de bu böyledir. İşte sıtmalının susuzluğu. Kıskançlıklar,
korkular, iğrenç lâflar, kirli istekler ve utanılacak hareketler hep buradan
doğar. Dostum önceleri ne uslu idin ve ne kadar saffetle dolu idin! Bu hikmet
ve o saffet ne oldu? Khrysippos ile Zenon'un eserlerini okuyacağına, iğrenç
kitaplara dalıyorsun, Aristeides'in Euenos'un kitaplarını okuyorsun.
Sokrates'e, Diogenes'e hayran olacağın ve onların verdikleri örneği güdeceğin
yerde; kadınları baştan çıkarmasını, aldatmasını bilenlere hayran oluyor ve
onları taklit ediyorsun. Güzel olmak istiyorsun, süsleniyorsun, daha ileri
giderek güzel olayım diye boyanıyorsun. Muhteşem elbiselerin var, güzel
kokularla, esanslara büyük paralar sarf ediyorsun. Kendine gel, kendinle savaş.
Saffetini, haysiyetini, hürriyetini yine ele geçir, bir kelime ile yine adam
ol! Önceleri eğer sana «falanca, Epiktetos’a zina işletecek, ona şu elbiseleri
giydirecek ve onu lavantalar sürünerek halk arasına çıkmağa mecbur edecek»
deselerdi, hemen benim yardımıma koşar ve sanırım ki o adamı öldürürdün. Burada
bir insanı öldürmek bahse konu değildir. Yalnız kendi içine girmen ve kendi kendinle
konuşman yeter. Sen kendi kendini kandırmaya herkesten fazla kabiliyetli değil
misin? Yaptıklarını çirkin bulmakla işe başla. Fakat seller gelmeden tez
davran.*
HİKMET ve MARİFET SAHİBİ
Aklını kullanan bir adama akıllıca olmayan
şey kadar katlanılmayacak bir dert yoktur.
Cahilin hali ve seciyesi: iyiliğini ve
kötülüğünü asla kendisinden beklemez, daima başkalarından bekler. Filozofun
hali ve seciyesi başına gelecek bütün iyiliği ve bütün fenalığı kendisinden
bekler.
Hikmet ve marifet öğreniminde bir adamın
ilerlediğine gerçek alâmetler; kimseyi yermez, kimseyi övmez, kimseden
şikâyet etmez, kimseyi suçlandırmaz, bir şahsiyetmiş yahut bir şeyler bilirmiş
gibi kendisinden asla bahsetmez. Elde etmek istediği şeyin eline geçmesine bir
engel yahut her hangi şekilde zorluklar çıkarsa yalnız kendisini sorumlu sayar.
Şayet bir kimse kendisini överse, onunla gizlice alay eder; eğer itham edilirse
haklı çıkmağa çalışmaz. Fakat iyileşme halinde bulunan hastalar gibi, sıhhati
iyice yerine gelmeden, yeni başlayan şifayı her hangi bir şey geciktirmesin
diye kendisini yoklar ve inceler. O, bütün isteklerini kökünden kesip
atmıştır. Bütün tiksinmelerini yalnız bizim elimizde olanlara
yöneltmiştir. Hiçbir şeye karşı taşkın ve coşkun hareketi yoktur. Onu
aptal ve cahil yerine koyarlarsa aldırmaz. Bir kelimeyle, sanki en tehlikeli
düşmanı olan ve kendisine biteviye tuzak kuran bir adama karşı imiş gibi
kendisine karşı uyanıktır.
*Yalnızken çölde kaldığını söylersin.
Büyük, kibar muhitlerde de haydutların, hırsızların, hilekârların arasında
bulunduğunu söylersin. Akrabandan, karından, çocuklarından, dostlarından ve
komşularından şikâyet edersin. Eğer, akıllı bir adam olsaydın yalnız kaldığın
zaman dinlenmekte olduğunu, serbest yaşadığını, kendi kendinden zevk aldığını
ve Tanrılara benzediğini söylerdin. Kalabalık içinde iken de sıkılacağına ve
buna boş bir gürültü diyeceğine bayram, şenlik, umumî eğlence derdin ve böylece
her zaman mesud olurdun.*
HİZMETTEKİ SINIR
«Fakat memleketim benden hiç bir hizmet
görmeyecek!» diyebilirsiniz.
Ne hizmeti?
Memleketin senin tarafından yaptırılmış
revaklara, hamamlara sahip olmayacak mı? Bunlar nedir?. Tabiatıyla bir
demircinin pabuçlarına yahut bir kunduracının silâhlarına da sahip olmayacak.
Hakikatte herkesin kendi mesleğiyle uğraşması ve işini yapması yeter. Fakat
eğer şahsını örnek göstererek memlekete akıllı, hikmetli, alçak gönüllü, vefalı
bir vatandaş kazandırırsan ona hiç hizmet etmemiş mi olursun? Şüphesiz o zaman
bir hizmet ve çok büyük bir hizmet etmiş ve böylece faydasız olmamış olursun.
«O halde memlekette hangi derecede
yer almış olacağım?» Sadık ve alçak gönüllü kalmakla yükseleceğin seviyede!
Ama hizmet edeyim derken bu faziletleri kaybedersen, utanmaz ve saygısız
olursan memleketin senden ne hayır görür?
*Başıma geleni her şeye tercih ederim.
Çünkü Allah’ın hakkımda istediği şeyin benim istediğimden daha iyi olduğuna
inanıyorum. Dolayısıyla ona bağlanıyorum, onun ardı sıra gidiyorum,
isteklerimi, hareketlerimi, irademi, korkularımı ona bağlıyorum. Bir kelime
ile Allah ne isterse onu istiyorum.*
Bir zâlimi korkunç yapan nedir? Onun
çavuşları kılıçla, mızrakla silâhlanmış adamlarıdır. Fakat bunlara sokulan bir
çocuk korkmaz. Bu nereden geliyor? Çünkü çocuk tehlikeyi bilmez. Sen ise
tehlikeyi bilmeli ve küçük görmelisin.
Bir kimsenin hükümdarın gözdesi olduğunu
ve bahtiyar olduğunu duyarsam ilkin bu halin ona ne irat getirdiğini sorarım.
Bir vilâyetin valiliğini almıştır.
İyi ama bu vilâyeti iyi idare etmek
için gereken şeylerin hepsini de almış mıdır?
En büyük mahkemenin reisliğini
almıştır
Fakat bu vazifeyi yapmak için
gereken her şeyi var mıdır? İnsanı mesud eden makam, mevki değil, o mevkii
doldurmak ve o yere yaraşmaktır.*
HÜRRİYET-ADALET
*Bir deli; mademki hür adam,
başına gelen her şey istediği şekilde olandır, diyordu, ben de başıma
gelen her şeyin istediğim gibi olmasını bekliyorum. Dostum hürriyetle delilik
asla birlikte bulunmazlar.
Hürriyet sadece güzel
değil aynı zamanda akla uygun bir şeydir.
Başımıza gelenlerin tasarladığımız gibi
olmasını dilemek kadar budalalık, körlük yoktur. Dion kelimesini yazmağa niyet
edersem istediğim gibi değil bir harfini değiştirmeden bile olduğu gibi yazmak
zorundayım. Bütün sanatlarda ve bütün fenlerde de bu böyledir. Sen ise her
şeyin en büyüğü ve önemlisi olan bir konuda yani hürriyette hevesle fantezinin
hüküm sürmesini istiyorsun. Hayır dostum! Hürriyet olayların senin hoşuna
gittiği şekilde gelmesinde değil, fakat olduğu şekilde gelmesin dedir.*
*Komşusunun karısı arkasından koşan bir
insanın hali nedir? Temizliği, sadakati ayaklar altına almıştır.
Komşuluğu, dostluğu cemiyeti, en mukaddes kanunları kirletir. Artık ona ne
dost, ne komşu, ne de vatandaş gözüyle bakılmaz. Hattâ esir sayılmağa bile
lâyık değildir. Hiçbir işe yaramayan atılacak bir kab gibidir.
*Her hâdisede elimizde olanı yapmalı
gerişi için metin ve sakin olmalıdır? Deniz yolculuğuna çıkmak zorundayım. O
halde ne yapmalıyım? Gemiyi, kaptanı, tayfaları, mevsimi, günü, rüzgârı iyi
seçmek, işte elimde olanlar. Denize açılır açılmaz müthiş bir fırtına kopar,
bu benim düşüneceğim bir iş değildir, kaptanın vazifesidir. Gemi batıyor, ne
yapmalıyım? Elimde olanı yaparım, bağırıp çağırmam, kendimi yemem. Biliyorum
ki her doğan ölür, bu bilinen kanundur. O halde ölmem lâzımdır. Ben ebediyet
değilim. Ben bir insanım; saat günün bir parçası olduğu gibi, ben de bütünün
bir parçasıyım. Saat gelir ve geçer. Ben de gelir ve geçerim. Geçip gitme şekli
önemli değildir. İster sıtma ile, ister su ile olsun hepsi eşittir.*
*İşte Epikuros'un bize öğrettiklerine bir
baksana, Hey şaşkın! Bu güzel kitapları yazmak, birçok geceler uykusuz kalmağa
değer mi idi? Sıcak yatağında yatmak ve bir solucanın hayatını yaşamak daha iyi
değil mi idi? Çünkü senin yaşanmağa değer bulduğun biricik hayat budur. Sana
göre dindarlık, şefkat, merhamet; küstah ve safsatacı insanların icadından
başka bir şey değildir. Adalet zayıflıktır ve temizlik deliliktir. Ne baba, ne
oğul, ne kardeş, ne vatandaş vardır. Ey hayâsızlık! Ey küfür! Kapkara
Furia'ların baştan çıkardığı Orestes senden daha bunak değildir. Allaha
yaranmak istiyorsun. Onun kirlilik ile zulüm kadar iğrendiği bir şey mevcut
olmadığını unutma.*
*Amfiteatra gidersin ve hemen bir tarafı
tutarsın. Şu aktörün veya şu atletin mükâfatı kazanmasını istersin. Elbette,
başkaları da, zaferi başka birinin kazanmasını isterler. Bu aksilik seni üzer.
Çünkü sen büyük mevki sahibi bir hâkimsin ve herkesin sana boyun eğmesini
dilersin. Ama başkalarının da bu konuda dilekleri ve inançları yok mudur?
Onların da, kendilerine doğru görünene
senin karşı koymandan kızmaya hakları yok mudur? Eğer rahat etmek niyetinde
isen ve sana asla aksilik çıkarılmasını istemiyorsan, ancak yenmiş sayılacak
olanın yenmesini iste. Yahut bu mükâfatı hoşuna gidene vermek istiyorsan, bu
yarışları kendi çiftliğinde hazırla. O zaman istediğin gibi ilân edebilirsin:
«Falanca Nemea, Pytho, Isthmos, Olympia oyunlarında galip gelmiştir!» Fakat
halk arasında, senin olmayan bir hakkı benimsemeğe kalkma ve kimsenin
seçme hürriyetine engel olma.*
*İnsanın kendisine yanlış görünene rızâ
göstermesi ve kendisine gerçek görüneni itmesi elinde olmadığı gibi, iyi
görüneni de atıvermesi elinde değildir Hırsızlık kötü değildir. Fakat
yakalanmak kötüdür. Diyen Epikuros'cu görülmeden
çalabilirse elbette çalacaktır.*
*Epikuros'un prensiplerine göre idare
edilen bir şehir tasarlayın. Orada her şey altüst olacak ve şehir hayatı
kurulamayacaktır. Evlilik olmayacak, mahkeme olmayacak, mektep,
medrese kalmayacak, polis olmadığı gibi edep ve terbiye de olmayacak. O
kasabadan dindarlık, namus, adalet ve saffet kovulacaktır. Burada
yalnız kötü inançlar; şehre zararlı inançlar; en bayağı kadınların bile
savunmağa cesaret edemeyecekleri inançlar hüküm sürecektir. Halbuki
aklın emrettiği prensiplerle idare edilen bir şehirde; düzenin, edep ve
hayânın hüküm sürdüğü görülür. Böyle bir şehirde en doğru inançlar ele
alınacak ve her türlü fazilet baş üstünde yer bulacaktır. Orda adalet nur
saçacaktır, güvenlik iyi düzenlenecek, herkesin çoluğu çocuğu olacak ve bu
çocuklar iyi terbiye edilerek yetiştirilecek, herkes imanla Allah’a kulluk
edecektir. Koca karısından hoşnut olacak ve komşusunun karısına göz koymayacak,
kendi servetinden memnun olacak başkasının servetini kıskanmayacak, bir kelime
ile bütün ödevler yapılacak, bütün bağlar iyice korunacaktır.*
*Allah bana zenginlik vermedi. Benim
bolluk içinde olup, zevk ve saf ada yaşamamı istemedi. Fakat bundan ne diye
şikâyet edeyim? Kendi oğlu Herakles'e de böyle davrandı. Halbuki o ne evlâttı!
İsteklerini ve korkularını ortadan kaldır.
Artık senin için hiçbir zâlim kalmaz.
Diogenes pek haklı olarak: «Bir
insanın hürriyetini korumasının tek çaresi, hiç üzülmeden ölmeğe hazır olmaktır.» demiştir.
Diogenes İran padişahına yazmıştı:
«Balıkları esir etmek kabil olmadığı gibi, senin de Atinalıları esir etmen
elinde değildir. Bir balık bir Atinalının esaret altında yaşayacağı zamandan
çok, su dışında yaşıyabilir.»*
*İsteyerek; cinayet, haksızlık, kuruntu,
kaygı, sıkıntı içinde haris, her zaman mahrum ve korkularına esir olarak kim
yaşamak ister? Hiç kimse. Şu halde bütün istemediklerini yapan kötü bir adam
mevcut olmadığı gibi hür olan kötü bir adam da yoktur.
Kendisinin hür ve bağımsız olduğunu sanan
büyük: bir adam bana: «Ne? Çelimsiz filozof, bütün dedeleri hür olan bana esir
demeğe cesaret mi ediyorsun? Senatör, önceleri konsül ve şimdi de hükümdarın
gözdesi olan bana? *
Büyük senatör bana dedelerinizin sizin
gibi aynı esaret içinde yaşamadığım ispat ediniz. Dilerim ki onlar yüce gönüllü
olmuş olsunlar. Hâlbuki siz, alçak, çıkarına düşkün ve utanılacak haldesiniz,
onlar belki kanaatkâr idiler, siz ise delice zevk içinde yaşıyorsunuz. Bununla
hürriyetin ne ilgisi var?
Fakat ben ne istersem yaparım ve her
şeyin hâkimi olan ve aynı zamanda benim efendim olan imparatordan başka kimse
buna engel olamaz.
Büyük konsül ağzınızdan sizi zorlayarak
bir efendiniz olduğu itirafını elde etmiş bulunuyoruz. Onun bütün dünyaya hâkim
olması, size büyük bir âlemde ve milyonlarca başka esir arasında esir bulunmak
gibi acı bir teselliden başka bir şey bırakmıyor..*
İNSANLARIN İŞLERİ
Elimizde olmayanlar; eşya, mal, şöhret,
mevki bir kelime ile hareketlerimiz arasında olmayan şeylerdir.
Elimizde olanlar tabiatları dolayısıyla
hürdürler. Hiçbir şey onları durduramadığı gibi onlara engel de olamaz. Elimizde
olmayanlar ise güçsüz, esir, boyunduruk altında, binlerce engel ve terslik
içinde olup bütün bütün bize aykırıdırlar.
Bu kadar büyük nimetler dileyince unutma
ki onları elde etmek için şöyle böyle çalışmak yetmeyecek ve varlığından başka
şeylerin bir parçasından tamamıyla vazgeçmen, bir parçasını başka bir zamana
bırakman lâzım gelecektir. Zira bu gerçek nimetlerle birlikte para, yer ve
unvan da istersen, bu son istediklerini belki elde edemezsin. Fakat buna
karşılık Hürriyetini, saadetini sağlayacak nimetlerden kesin olarak yoksun
kalırsın.
* İnsanlar kendilerine ya çok pahalı veya
çok ucuz kıymet biçerler. Herkes kendine ne kıymet biçerse pahası odur. Bunun
için istersen kendine, hür, istersen esir olarak kıymet biç Bu, senin
elindedir.
Gömleğinin bir teli nasıl bütün öteki
tellere benziyorsa öylece sen de bayağı insanlara benzemek istiyorsun! Ben,
sadece parlak olduğundan değil, fakat nerede kullanılırsa kullanılsın, orasını
güzelleştirdiği için beğenilen al renkte bir kuşak olmak isterim. Niçin bana
başkaları gibi olmamı tavsiye ediyorsun? O zaman sadece iplik olacağım, kadife
olmayacağım. *
*İnsanlar ne yaparlar? Korktukları şeyden
titreyerek yerlerinde dururlar ve çektikleri ıstıraptan inleyip şikâyet
ederler. Bu zayıflıktan ne çıkar, ne elde edilir?
Şikâyet ve küfür.*
*Epikuros çocuk beslememek ve
yetiştirmemek fikrini savunur. Çünkü şehvete bağladığı en büyük hayra bundan
daha zararlı bir şey yoktur. Zavallı Epikuros'um; yavrularını asla bırakmayan
en vahşi hayvanlardan daha aşağı mı düşmemizi istiyorsun? Babaların çocuklarına
olan şefkati o kadar tabiidir ki annen ile baban bir kâhinden bu kadar
münasebetsiz bir fikri ileri süreceğini haber alsalardı, senin doğmana meydan
vermezlerdi.
* Bütün insanların benimsedikleri anlamlar
vardır. Kavgalar, karışıklıklar, savaşlar nereden çıkıyor? Bu ortaklaşa
anlamların özel olaylara tatbikinden. Adalet ve saffet şüphesiz her varlıktan
üstündür. Fakat falan iş doğru ve temiz midir? İşte üzerindeki çekişmelerde
insanların birbirini boğazladıkları nokta. Bu bilgisizliği atalım ve bu
anlamları her özel hale tatbik etmesini öğrenelim. Artık çekişme, savaş kalmaz
ve Akhilleus ile Agamemnon anlaşırlar.*
*Hayatta çabucak telâşa düşmemeli.
Olup biteni öğrenmek için bir adam yollarız. Fakat casusumuzu iyi
seçmemişizdir. Zira duyduğu en ufak bir gürültü ile gölgesinden korkarak
dehşet için yanımıza gelir: «İşte ölüm, sürgün, iftira, fakirlik geliyor!»
der.*
*Dostum durumu iyice öğrenebilmek
kaygısıyla yolladığımız adamı bu kadar fena seçtiğimiz için aptalız. Bu işleri
senden çok önce araştırmış olan Diogenes bize t aşka türlü yol gösterir. O bize
der ki: utandırıcı olmayınca ölüm korkunç, fena bir şey değildir. İftira ise
bazı sersemlerin gürültüsünden ibarettir. Fakat Diogenes çalışma, ıstırap ve
fakirlik hakkında ne söylemiştir?
O, çıplaklığın bütün atlas
esvaplardan daha iyi olduğunu söyledi. Bir kelime ile «Hiçbir düşmanım yoktur,
her şey yolunda. İşte bana bakın. Beni döğdüler mi? Yaralandım mı? Korkudan
kaçtım mı?» İşte bu meseleleri araştırmaya gönderilecek adam! Bu cinsten insanlar
hep bize kendimizden başka korkulacak bir şey olmadığını söyleyeceklerdir.*
*Hatırla ki bütün facialara konu
hazırlayan zenginler, müstebitler ve krallardır: Tiyatro sahnelerinde fakirler
görünmez yahut görünürlerse şarkı söyleyenlerle dans edenlerin arasında
bulunurlar. Piyesin başlangıcında bahtiyar olan krallardır: Her şey onlara
gülümser, onlara boyun eğilir, saygı ve itibar gösterilir, anıtlar yapılır,
sarayları çelenklerle süslenir ve üçüncü yahut dördüncü perdenin sonunda
krallar Odipus ile birlikte haykırırlar: Ey Kytheron, beni niye bu hale
getirdin?*
İNANÇ
*İnançlarımızın ölçü ve kanunu
hareketlerimizdir Euripides'ın Atreus'u nereden geliyor? İnançtan. Onun
Medeia'sı, Hippolitos'u? İnançtan. Sophokles'in Oidipus'u İnançtan.*
*Paris'in Helene'yi kaçırması ve
Helene'nin Paris'in arkasından gitmesi kendilerine güzel görünüyor, Menelaos'a
da aldatan bir kadından vazgeçmek güzel ve kolay gelseydi ne olacaktı? İlias’ı
ve Odysseia'yı kaybetmiş olacaktık. Ötesinin hiç kıymeti yoktur.*
*Ergeç bir gün öleceğiz. Ölüm bize ne ile
oyalanırken baskın verecektir?
Çiftçi tarla işleriyle,
bahçıvan bahçesiyle, tüccar ticaretiyle uğraşırken ölüm gelecektir.
O zaman sen hangi işe
dalmış bulunacaksın? Ben, bütün yüreğimle bu son anda
ölümün beni irademi bilerken bulmasını dilerim. Ta ki üzülmeden, özürsüz,
baskısız hür bir adam gibi bu son hareketi yerine getireyim ve Allah’a şunları
söyleyeyim:
«Emirlerinize isyan ettim mi? Bana
verdiğiniz meziyetleri size bağlamadım mı? Sizden hiç şikâyet ettim mi? İlâhî
hikmetinizi hiç suçlandırdım mı?
Hasta idim, Çünkü siz böyle istemiştiniz,
ben de öyle istedim. Fakirdim, Çünkü siz böyle istemiştiniz ve ben
fakirliğimden memnundum. Sefalet içindeydim, Çünkü siz böyle istemiştiniz ve
ben asla bu sefaletten kurtulmak istemedim. Benim halimden hiç mahzun olduğumu
gördünüz mü? Beni kırılmış, sızlanır gördünüz mü? Gene de hakkımda vereceğiniz
hoşunuza gidecek her hükmü kabule hazırım. Sizin tarafınızdan verilecek en
küçük işaret benim için kesin bir emirdir. Bu muhteşem gösteriden çıkıp
gitmemi mi istiyorsunuz? Çıkıyorum ve bütün eserlerinizi göstermek ve kâinatı
idare ettiğiniz harikulade düzeni gözlerimin önüne yaymak için beni buraya
kabule tenezzülünüzden dolayı size bin kere şükrediyorum.»*
*Roma’ya gidiyorsun. Bu yolculuğu kendi
vatanında elde ettiğin mevkiden daha büyüğünü ele geçirmek üzere yapıyorsun.
Daha iyi duygulara ve daha iyi düşüncelere sahip olmak için ne vakit yola
çıktın? Fena bir huyunu düzeltmek gayretiyle kimin reyine başvurdun? Ne vakit
ve hangi yaşta inançlarını çözmeyi düşündün? Hayatının bütün yıllarını incele.
Bugün yaptığını her zaman yapmış olduğunu anlayacaksın!.
Yolun rastgele bu şehre düştü. Bir kayıkçı
ile pazarlık ederken içinden «Haydi gidelim, Epiktetos'u dinleyelim, bakalım
neler söylüyor.» dersin. Gelirsin, beni görürsün. İşte o kadar. Bir insanla
konuşmak ne demektir? Bir insanla konuşmak ona düşünce ve inançlarını
sormak ve ona kendi inançlarımızı söylemek değil midir?
Benim kötü bir inancım
var, onu benden sök çıkar.*
*Nasıl yanlış muhakeme etmeyelim.
Çocukluğumuzdan beri bize öğretilen bundan başka bir şey değildir. Bizi
yürümeğe alıştıran dadımız, bir taşa çarparak ağlamağa başladığımız vakit,
bizi azarlayacağı yerde taşı dövmeğe koyulur.
Hey Allah’ım!
Bu taşın kabahati nedir?
Çarpacağımızı keşfetmek ve yer değiştirmek
taşın ödevi mi? Büyüyünce; hamamdan dönüşümüzde yemeği hazır bulmazsak kızar,
gürültü ederiz ve lalamız bu taşkınlığı önleyeceği yerde, o da ayrıca bağırıp
çağırmağa ve aşçıyı dövmeğe kalkar.
Dostum seni aşçının lalası diye mi, yoksa
çocuğun lalası diye mi aldılar? O halde taşkınlıkları önle ve talebenin
sabırsızlığını yola koy! Yaşlanıp mevki sahibi olduğumuz vakit her gün
gözlerimizin önünde aynı misaller vardır. İşte çocuk yaşayıp çocuk öldüğümüzün
sırrı buradadır. Çocuk olmak nedir?
Musikide, edebiyatda bilmeyene yahut az
bilene çocuk denildiği gibi, böylece hayatta da yaşamasını bilmeyene veyahut
doğru inançlara sahip olmayana çocuk denir.*
*Sokrates çocuklarını seviyordu. Fakat hür
bir adam gibi, Allah’ı her şeyden fazla sevmek lazım geldiğini bilen bir adam
gibi seviyordu. İşte bunun için ne hâkimler önünde kendini savunurken, ne
kendini ölüme mahkûm ederlerken, ne senatör olduğu vakit, ne savaşta iken iyi
bir adama lâyık olmayan hareketi yapmadı ve sözü söylemedi. Hâlbuki bize
gelince bir oğul, bir ana, bir kardeş kısacası her şey bize bayağılık ve
alçaklık, için fırsattır. Bununla beraber hiçbir kimse için üzülmemek gerekir.
Aksine her varlığı ve bizi bahtiyar olmak için yaratmış olan Allah’ı saadetimize
yararlı olmak üzere inanmalıyız.*
*Ölüm kelimesini sanki uğursuz bir
kelime imiş gibi kullanmak istemiyorsun. Sadece tabiatın bir işini
belirten şeylerde uğursuz bir yön yoktur. Fakat tembellik, utanç, alçaklık,
küstahlık ve bütün öbür kötü huylar işte uğursuz olan bunlardır ve nihayet
olayı önledikten sonra kelimeyi kullanmaktan korkmamalıdır.
Hayrı seven insan, gerçek uslu; kendisinin
nereden geldiğini, kendisini kimin yarattığını hatırlayarak her zaman durumunu
korur ve Allaha şöylece seslenerek, sadece teslimiyetini göstermeğe
çalışır. «Burada kalmamı mı istiyorsunuz? Kalıyorum. Buradan çıkıp
gitmemi mi istiyorsunuz? Çıkıp gidiyorum. Zira burada yalnız sizin için
bulunduğum gibi; yine sadece sizin için buradan çıkıp gidiyorum. Ve her zaman
gözümün önünde emirleriniz ve yasaklarınız vardır.»*
İSTEK
Hayatında olup biten şeylerin, dilediğin
şekilde olmasını isteme: Nasıl oluyorlarsa, öyle olmalarını iste. Böylece her
zaman mutlu olursun.
Ölüm, sürgün ve bunlara benzeyen korkunç
görünen şeyler, hususuyla ölüm her vakit gözünün önünde olsun. O zaman asla
bayağı kaygılara düşmezsin ve hiçbir şeyi coşkunlukla istemezsin.
Unutma ki arzularının amacı istediklerini
elde etmektir. Ve korkularının sonu da korktuklarını önlemektir. İstediğini
ele geçiremeyen zavallıdır. Korktuğu çukura düşen de alçaktır. Gerçek yararına
uygun olmayan şeye karşı yalnız tiksinmen varsa ve o şey senin elinde
ise korktuğun çukura hiç düşmezsin. Fakat ölümden, hastalıktan,
fakirlikten korkarsan sefil olursun. O halde korkularının yerini değiştir ve
elimizde olmayan şeyleri elimizde olan şeylere kaydır. İsteklerine
gelince onları şimdilik tamamıyla ortadan kaldır. Zira elinde
olmayan şeylerden birini istersen zarurî olarak bedbaht olursun. Elimizde olan
şeylere gelince henüz bunların arasında hangilerinin istenmeğe yaraşır olduğunu
bilecek halde değilsin. Bu hale gelmek için uzaklaşman veyahut araman lâzım
gelen şeyleri aramakla veya onlardan uzaklaşmakla yetin. Fakat bu hareketlerin
her vakit ihtiyatlı olmalı ve acele ile yapılmamalıdır.
Eğer çocuklarının, karının, dostlarının
ebediyen yaşamasını istiyorsan, sen delisin. Zira elinde olmayan şeylerin sana
bağlı olmasını ve başkasına bağlı bulunan şeylerin sana bağlı bulunmasını
istiyorsun. Nitekim esirinin hiç kusur etmemesini diliyorsan; yine delisin.
Zira kötülüğün kötülükten başka bir şey olmasını istiyorsun. Arzularından
mahrum olmamak niyetinde misin? Bu mümkündür: ancak senin elinde olanları iste!
*Ne nankör ve ne akılsızsın! Yalnız
kendine bağlı olabilirken seni gerçek saadetinden uzaklaştıran, sana yabancı,
bir milyon şeyin boyunduruğuna girmek istiyorsun! *
*Denize açılmak niyetinde isek açılmak
için, iyi bir rüzgâr isteriz. Bu rüzgârı üzüntü içinde beklerken ekseriya havanın
nasıl olduğunu soruştururuz. «Ah, gene kuzey rüzgârı! İşimize hiç yaramayan bu
kuzey rüzgârını ne yapmalı? Ne vakit batı rüzgârı esecek?» Dostum bati rüzgârı
ne vakit isterse o vakit esecek, daha doğrusu ona hüküm yürüten ne vakit isterse!
Sen yani bir Aiolos gibi rüzgârları düzenleyen kuvvet misin. Biz ancak elimizde
olana hâkimiz ve bütün başka şeyleri karşımıza çıktıkları gibi almağa
mecburuz.
Lateranus'un cesaretini hatırla. Nero,
serbest bıraktığı kölesini, Epaphroditos'u göndererek onu katıldığı bir suikast
içinde sorguya çekmek istemişti. Lateranus ona dedi ki :
«Söylenecek sözüm varsa onu senin efendine
söylerim.»
“Zindana gideceksin!”
“Zindana gideceksem göz yaşıyla mi
gitmeliyim?”
“Sürgüne gideceksin!”
“Sürgüne neşe ile, ümitle ve kendimden
memnun olarak gitmekten beni alıkoyan ne olabilir?”
“Ölüme mahkûm olacaksın!”
“Homurdanarak, inleyerek mi ölmeliyim?”
“Sırrını bana söyle!”
“Onu sana söyleyemem. Zira bu bana ait bir
şeydir.”
“Zincire vurun!”
“Dostum ne diyorsun? Zincire vurmakla mı
beni tehdid ediyorsun? Bunu yapamazsın! Yalnız bacaklarımı zincire vurabilirsin.
İrademe gelince, o her vakit hür kalacaktır. Jüpiter bile onun hürriyetine
engel olamaz.”
“Hemen şimdi boynumu vurduracağım!”
“Ben ne vakit boynumun vurulmamak imtiyazı
olduğunu söyledim?”
Olaylar bu cesur sözlere uygun çıktı.
Lateranus ceza meydanına götürüldü. Cellâdın ilk vuruşu başını koparacak kadar
kuvvetli olmadığından, bir an için kafasını geri çekti, sonra daha çok metanet
ve cesaretle gene ileriye uzattı.*
*Dostum sen bir kadın mı yahut bir erkek
misin? Eğer bir erkeksen bir erkek gibi süslen, bir maskara veya sapıtmış bir
adam gibi ortaca çıkma. Sokrates Alkibiades'e daha güzel görünmesini tavsiye
ettiği vakit, ne demek istiyordu? Ondan bedenin güzelliğini öne almadan, ruhun
güzelliğini sağlamağa çalışmasını istiyordu. O halde pis ve iğrenç mi
olmalıyım? Hayır! Ama temizliğinin erkekçe ve erkeğe yaraşır olması gerektiğini
bilmelisin.*
*Bir çocuk; ağzı dar, içinde fındık incir
bulunan bir kaba elini sokar, avucunu alabildiği kadar doldurur ve bu kadar,
şişince, elini dışarıya çıkaramayarak ağlamağa başlar. Yavrum onun yansını
bırak. Elini yine oldukça dolu dışarıya çıkarabilirsin... Sen işte
bu çocuksun. Çok istiyorsun ve hepsini elde edemiyorsun. Daha az
iste, o zaman istediğin senin olur.*
*Bu madalyayı kim verdi? Trianus mu? Onu
alır ve saklarım. Nero mu? O Madalyayı atar ve ondan iğrenirim. Bütün iyi işler
ve kötü şeyler için böyle hareket et! Şu adam nasıldı? O tatlı, cana yakın,
iyiliksever, sabırlı dost bir adamdır. Onu benimser, onu hemşerim, dostum,
yoldaşım, misafirim sayarım. Ya şu adam nasıldır? Bu adamın Nero'ya benzeyen
tarafları vardır. Atılgan, hain, azgın; utanma bilmeyen bir adamdır. Onu
iterim. Onun bana niye bir insan olduğunu söyledin? Atılgan, kinci, öfkeli bir
insan; bal mumundan bir elma olamayacağı gibi o da bir insan değildir. Onda
insanın yalnız sureti ve rengi vardır.
Güzel sözler yazarız. Fakat bu sözler bize
işlemiş midir ve onları tatbik ediyor muyuz? Lakedaimon'lulara söylenilen şey
yani kendi yurtlarında aslan, Ephessos'ta ise maymun olduklarını söyleyen
atalar sözü, biz filozofların «münevverlerin, aydınların» çoğumuza uygun
düşmez mi? Özel sohbetlerimizde aslan ve halk arasında ise maymunuz.
Bir şeye bütün varlığını verenin başarılı
olması ve kendini vermeyenden çok ilerlemiş olması tabiidir ve doğrudur.
Falan bütün ömrünce para
kazanmağa ve mevki edinmeğe çalışır: yataktan kalkar kalkmaz hükümdarın bir
uşağına veya sevdiği bir kapatmasına nasıl yaranacağını düşünür. Onların önünde yerlere yatar, dalkavukluk eder, onlara
hediyeler verir. Allah’a ibadet ederken ve kurbanlar adarken, yalnız bu uşaklara
yaranabilmeyi diler. Her akşam vicdan hesaplaşmasını yapar: «Acaba ne kusur
işledim? Ne yaptım? Yapmam gereken şeylerden hangisini unuttum? Acaba efendimin
hoşuna gidecek olan şu dalkavukluğu yapmakta kusur mu ettim? Acaba onun hoşuna
gitmeyecek her hangi hakikati dikkatsizlikle ağzımdan kaçırdım mı? Onun
kusurlarını, yaptığı falan haksızlığı ve falan kötü hareketi alkışlamayı
unuttum mu?» Eğer ahlâklı ve hür bir adama yaraşır bir söz ağzından kaçarsa
kendi kendini hırpalar, bunun azabını çeker ve kendisini mahvolmuş
sayar. İşte böylece çıkarına çalışır ve servet toplamağa uğraşır.
Sen ise hiç kimseye sırnaşmazsın hiç kimseye dalkavukluk yapmazsın, ruhunu
yükseltmeğe, doğru inançlar elde etmeğe çalışırsın. Senin vicdan muhaseben
onunkinden büsbütün başkadır. Kendi kendine sorarsın: «Saadetin ele geçmesine
yardım eden ve Allah’ın hoşuna giden şeylerden hiçbirini ihmal ettim
mi? Dostluğa, cemiyete; adalete karşı bir suç işledim mi? Ahlâklı
bir adamın yapması gereken şeylerden birini unuttum mu?» Bu kadar aykırı
arzularla, bu kadar zıt duygularla ve bu kadar değişik işlerle şu adamın
servetine denk bir refaha erişmemiş olmaktan niye üzülüyorsun? Ona aç gözlerle
bakman neden ileri geliyor? Her halde o seni kıskanmaz. Bunun sebebi bahsi
geçen adamın cehalete batmış, gerçek nimetlerden faydalandığına kuvvetle
inanmış olmasında ve senin ise bütün saadetin senin tarafında olduğunu görecek
ve duyacak kadar aydın ve prensiplerinde sağlam olmadığındadır.*
KADIN HAKLARI
Kadınlar genç iken kocaları tarafından
metres sayılırlar. Bu kadınlar kocalarının; yalnız sağladıkları zevk için
kendilerine değer verdiklerine bakarak, sadece hoşa gitmek için süslenmeyi
düşünürler ve bütün ümitlerini, güvenlerini süse bağlarlar. Bu yüzden onlara
yalnız taşıdıkları kültür, namus, alçak gönüllülük nispetinde saygı
göreceklerini anlatmağa çalışmak kadar hiçbir şey faydalı değildir.
*Zina halinde yakalanmış olan bir sefih,
Diogenes'e «Kadınlar orta malıdır. Bu tabiatın kanunudur diyordu. «Sofraya
konan etler de önce ortaklaşadır. Fakat tabaklara dağıtıldıktan sonra komşunun
hissesine düşeni tabağından almağa kalkarsan bütün temizliğini, utanmanı
kaybetmiş olursun.
Tiyatro da bütün vatandaşlar için
ortaklaşadır. Fakat yerler tutulduktan sonra o tomak için komşunu ne yerinden
kaldırmağa teşebbüs eder, ne de kaldırabilirsin. Kadınlar da böyledir. Fakat
kanunu yapan onları dağıttıktan ve her biri kocaya gittikten sonra, kendi
karını bırakıp komşunun karısını almağa kalkman meşru mudur? Eğer bunu
yaparsan sen bir adam değil bir maymunsun yahut bir canavarsın!*
*Bana kendisini vermeğe hazır güzel bir
kadına, mukavemet edersem kendime şunları söylerim: «Epiktetos çok iyi
davrandım Bu en ince safsatayı yere vurmaktan: daha mükemmel bir şeydir. Onun
açık kapılarına karşı kendimi savunduktan sonra okşamalarını itersem, en
çapraşık istidlalleri yere vurmaktan daha çok öğünme duyarım.. Ama bu kadar
zorlayıcı bir büyüye nasıl dayanmalı? Bunun için kendime hoş görünmeyi ve
Allah’ın gözünde güzel olmayı istemem, lâzımdır. Daha doğrusu bedenin ve ruhun
temizliğini istemem, gerekir.*
KAZA VE KADER
Hatırla ki, uzun veya kısa bir piyeste
rejisörün, sana verdiği rolü oynayacak bir aktörsün. Eğer senin bir dilenci
rolü oynamanı uygun görmüşse, elinden geldiği kadar iyi oynaman lâzımdır. Eğer
bir topalın yahut bir prensin veyahut ayaktakımından birinin rolünü oynamanı
uygun görürse, yine başka türlü hareket edecek değilsin. Zira verilen
rolü iyi oynamak sana düşer. Lâkin bu rolü seçmek başkasının elindedir.
Hastalık beden için bir engeldir. Fakat
irade zayıf olmadıkça irade için engel değildir. «Ben topalım!» Bu, beden için
bir zayıflıktır. Fakat iradem için asla zaaf değildir. Başına gelecek her kaza
için aynı şeyi düşün. O zaman bunların başka bir şeye engel olduklarını fakat
sana asla engel olmadıklarını anlayacaksın.
Karga uğursuz sesi ile öttüğü vakit,
hayalin sarsılmasın. Hemen kendine gel ve de ki : «Bu uğursuz sesin haber
verdiği felâketlerin hiçbir kıymeti olamaz. Çünkü bu felâketler ya benim zayıf
vücudumu, ya küçücük servetimi, ya zavallı şöhretimi yahut çocuklarımı veya
karımı ilgilendirir. Bana gelince, benim için saadet müjdecisi olmayan hiçbir
şey yoktur. Zira ne olursa olsun ondan saadet çıkarabilmek benim elimdedir.»
Tabiatın gayesini üzerinde iyice
anlaştığımız konulardan çıkarabiliriz. Meselâ komşunun kölesi bir
bardak veya başka bir şey kırmış olsa onu yatıştırmak için bunun bayağı bir
kaza olduğunu söylersin. O halde senin bardağını kırdıkları vakit de
komşunun bardağı kırıldığı zamanki kadar sakin olmalısın. Bu prensibi en
önemli meselelere tatbik et.. Başkasının oğlu veya karısı öldüğü vakit hiçbir
insan yoktur ki bunun insanlığın kaderi olduğunu söylemesin. Fakat bu sözü
söyleyen adamın oğlu veya karısı ölünce yalnız hıçkırık, haykırış ve inleme
duyulur: «Ne kadar talihsizim! Mahvoldum!» Böyle hallerde aynı kazaların
başkalarının başına geldiği vakit duyduklarımızı hatırlamalıyız.
KENDİNİ TANIMA
*Ruhun büyüklüğü enginliğiyle değil,
inançlardaki kesinlik ve gerçeklikle ölçülür.*
*Ben niye böyle bir ana ile böyle bir
babadan doğdum? Ey benim zavallı dostum, doğmadan evvel «Ben filancanın
filânca ile evlenmesini ve benim onlardan doğmamı istiyorum» demek elinde mi
idi. Eğer doğuşun uğursuz oldu ise bunu fazilet ile düzeltmek senin elinde
değil midir?*
* Yüksek bir makamda bulunuyorsun. İşte
hemen soydaşının müstebidi ve zâlimi oluverdin. Artık kim olduğunu ve kimlere
hükmettiğini hatırlamayacak mısın? Akrabana ve kardeşlerine hükmediyorsun.
«İyi ama ben yerimi satın aldım. Benim imtiyazlarım ve haklarım var!» Ey
zavallı, senin bütün kaygıların balçık ve çamurdur; yalnız geçicilerin kanunu
olan beşeri kanunları düşünüyorsun ve gözlerini ilâhî kanunlara açmıyorsun.*
*Esirini serbest bıraktın. Fakat seni hür
yapan kimdir? Sen hür müsün? Paranın, bir kadının, bir kızın, bir müstebidin
yahut müstebidin en âdi uşağının esir değil misin?*
Güvenlik ile ihtiyat birbirleriyle
barıştırılamaz diyorsun. Bu bir yanlıştır ve sen onları birleştirebilirsin.
İhtiyatı yalnız senin elinde olan şeylere ve güveni de elinde olmayan şeylere
tatbik et. Böylece hem ihtiyatlı hem de emin olursun. Zira gerçek kötülükleri
(felâketleri) ihtiyatla uzaklaştırarak, tehdidi altında bulunduğun sahte
felâketlere cesaretle karşı koyacaksın.
İnsanların felâketi daima ihtiyatlarını,
güvenlerini kötü ve yanlış kullanmaktan gelir. Hepsi, üzerlerine saldıran
kuştan kurtulmak ve gizlenmenin çaresini bulmak için kendilerinin
yakalanmalarına tuzak olan ağın içine düşen geyikler gibidirler.*
*Güzel konuşmalar yazıyorum ve mükemmel
kitaplar telif ediyorum. Dostum daha iyisini istersen bana ihtiraslarına hâkim
olduğunu, isteklerini düzene soktuğunu ve inançların da gerçeğin yolundan
gittiğini göster. Ne zindandan, ne sür gulden, ne ıstıraptan, ne fakirlikten,
ne de ölümden korkmadığına beni inandır. Bunlar olmayınca ne kadar güzel
kitaplar meydana getirirsen getir, şuna inan ki sen henüz bir toysun.
Diogenes bir gün tavsiye mektubu isteyen
birine, şu cevabı verdi : «Dostum, kendisine mektup yazmamı istediğin kişi, ben
söylemeden önce senin bir adam olduğunu görecektir. Eğer ayırd etmeyi bilirse
senin iyi veya fena olduğunu da görecektir. Eğer ayırt edemiyorsa yüz mektup
da yazsam seni daha iyi tanıyıp bilemeyecektir. Senin için yapılacak şey halis
altın ile karışık altını anlayabilecek bir adama kendi kendini bildiren sâf bir
atın gibi olmaktır.»*
*Appollon, Laios'un, kendi kâhinliğine
boyun eğmiyeceğini biliyordu. Bu hal, Laios'a başında dolaşan tehlikeleri
söylemesine engel olmadı. Allah’ın iyiliği insanları uyandırmaktan
bıkmaz. Gerçek kaynağı biteviye akar, ama insanlar daima imansız,
itaatsiz ve âsidirler.*
*Küçük ve büyük esirler vardır.
Küçükler küçük şeyler için, bir yemek, bir
ev, ufak tefek yardımlar için esir olanlardır.
Büyükler ise konsüllük, valilik gibi
şeyler için esir olanlardır. Vilâyet makamının sembolü olan baltaların ve okların
kimin önünde taşındığını görüyorsun, o vali öbür esirlerden daha esirdir.
Bir insanın hür olup olmadığını anlamak
için mevkiine bakma. İş tersinedir. Makam yükseldikçe, o makamın sahibi daha
çok esirdir.
Fakat bunların arasında
istediklerini yapanları görüyorum diyeceksin. Kabul. Önce sana haber vereyim
ki o, bayramda efendisinin yokluğundan faydalanan bir esirdir. Bayram bitip de
efendisinin geri dönmesini bekle, göreceksin.
Onun efendisi kinidir?
Ondan istediğini elinden alabilen veyahut
istediğini kendisine hediye edebilendir.
Bir hükümdara sırf şahsına olan sevgiden
dolayı milletinin bağlanması için, o hükümdarın olağanüstü meziyetleri olması
lâzım gelir.*
KİBİR
Bir ziyafette, bir toplantıda veyahut bir
ziyarette birisi sana üstün tutulsa, eğer bu bir mutluluk ise soydaşına nasip
olan bu halden sevinmelisin. Yok, bunlar sevinilecek şeyler değilse,
kurtulduğun için üzülme. Fakat hatırla ki elimizde olmayan şeyleri elde etmek
için biz hiçbir şey yapmazken ve başkaları birçok girişmeler yaparken, senin
de onlar kadar hisse alman veyahut eşit karşılanma görmen olamaz. Zira büyük
bir kişinin kapısına hiç uğramayan kimse, nasıl olur da, oraya her gün giden
kadar veyahut sokağa çıktığı vakit yanında bulunmayan, bulunan kadar,
dalkavukluk etmeyen, övmeyen biteviye dalkavukluk edip, öven kadar
iyi muamele görür? Bu lütufları satın almak için verilen şeyleri vermeden,
onları bedava elde etmeğe kalkarsan, sen haksız ve aç gözlü bir adamsın
demektir.
Çarşıda marulları kaça satarlar?
Bir akçeye. Eğer komşun bir akçe vererek
marulunu alıp götürürse ve sen bir akçe vermediğin için çarşıdan marulsuz
dönersen, komşundan daha aza sahip olduğunu zannetme. Zira onun marulu varsa,
senin de sarf etmediğinden cebinde kalan paran vardır. İş burada da böyledir.
Bir ziyafete davetli değildin. Çünkü ziyafet sahibine bu ziyafeti sattığı
bahayı ödemedin. Bu baha ya bir övme, ya bir ziyaret, ya bir dalkavukluk,
yahut bağlılık ve teslim olmadır. İş eğer hoşuna gidiyorsa o halde bahasını
öde! Lâkin bahasını vermeden o nesneye sahip olmak istersen haksız ve
açgözlüsün demektir. Gitmediğin ziyafetin yerine koyacağın hiçbir şeyin yok
mu? Şüphesiz o ziyafetten daha güzel bir şeyin vardır: O da methetmek
istemediğini methetmiş olmaman ve ziyafet sahibinin kapısında gururuna ve
küstahlığına katlanmış olmamandır.
KONUŞMA-SOHBET SANATI
Olabildiği kadar sus yahut elzem sözleri
söyle ve az kelimeyle söyle. Ara sıra konuşman lâzım gelir. Bu durumda asla
bayağı konulardan söz açma. Gladiator dövüşlerinden, at koşularından,
atletlerden bahse kalkma ve yemekten, içmekte» de söz açma. Hususuyla yerme,
övme ve karşılaştırma için tanıdığın insanları ele alma.
Becerebilirsen dostlarının konuşmalarını
sözleri ile düzelt ve ahlâka uygun konulara çevir. Eğer yabancılar arasında
isen hiç ağzını açma.
Uzun zaman, sık sık ve kahkahalarla gülme.
Mecbur olmazsan hiçbir zaman, hiçbir şey
için yemin etme. Mecbur olursan olabildiği kadar az yemin et.
Bazı kimselerin hikâyelerini dinleme ve
eserlerini dinlemeğe de gitme. Hiç olmazsa mecbur olmayınca gitme. Lâkin
zorlanırsan, ağırbaşlılığını, vakarını, hiçbir sıkıntı aksettirmeyen huzurunu
korumağa çalış.
Düpedüz konuşmalarda damdan düşer gibi ve
uzun uzadıya; katıldığın savaşlardan ve karşılaştığın tehlikelerden
bahsetme. Sen bunları anlatmakla çok zevk duyuyorsan, başkaları
dinlemekten pek o kadar zevk, duymazlar.
Tuhaflık yapmamağa çok dikkat et. Bu yolla
filozof olmayanların kılığına girilmiş olur ve aynı zamanda başkalarının
senin hakkında saygı ve itibarı azalır.
Edebe aykırı lâkırdılara kendini
bırakıp koyuvermek: çok tehlikelidir. Böyle konuşmalara şahit olursan, fırsat
düşünce konuşanı azarlamaktan çekinme. Olmazsa sus ve yüzünün kızarmasıyla
bakışlarının ciddiyetiyle bu lâkırdıların hoşuna gitmediğini belli et.
Kendine asla filozof deme. Cahillerin
önünde güzel vecizeleri sayıp dökme. En iyisi bu vecizelerin emrettikleri
şeyleri yap. Meselâ bir ziyafette nasıl yemek yendiğini anlatma. Fakat nasıl
yenmesi lazımsa öyle ye. Ve hatırla ki, her şeyde ve her yerde
Sokrates böylece her gösterişten kaçınmıştır. Bazı gençler ondan kendilerini
başka filozoflara tanıtmasını rica ederlerdi. Ve o kendisine önem
verilmemesine, şikâyetsiz katlanarak onların isteklerini yerine getirirdi.
Kültürsüzlerin
önünde derin ve önemli meseleler açılırsa sus. Zira henüz sindirmediğini çıkartmada büyük tehlike vardır. Bir gün
bir kimse çıkar da senin hiçbir şey bilmediğini ileri sürerse ve sen bu iddia
karşısında öfkelenmezsen o zaman filozof olmağa başladığını anla. Zira koyunlar
ne kadar yem yemiş olduklarını çobanlarına gidip göstermezler, fakat yedikleri
yemi iyice hazmettikten sonra süt ve yün yaparlar. Sen de cahillere
güzel vecizeler sayıp dökme, iyice hazmetmişsen bunları hareketlerinle göster.
* Bir gün Florus. Agrippinus'a soruyordu:
Nero ile tiyatroya gideyim ve onunla dans edeyim mi? Agrippinus ona: Git!
dedi. Florus: Sen niye gitmiyorsun? deyince Agrippinus : Bunu henüz düşünmedim!
diye cevap verdi.
Şu büyük vecize Priseus Helvidius'un
yüreğine iyice işlemişti ve onu asaletle tatbik ediyordu. Vespasianus bir gün
ona Senatoya gelmemesi için haber yolladı. Helvidius ona :
Beni vazifemden atmak elindedir. Fakat
senatör oldukça Senatoya gideceğim!» diye cevap verdi Hükümdar ona:
Eğer gelirseniz sadece susmak için
geliniz! dedi. Helvidius :
«Düşüncemi sormayınız,
susarım!» diye cevap verdi. Hükümdar :
Eğer siz orada hazır bulunursanız
fikrinizi almak zorundayım! dedi.
Helvidius :
Ben de doğru bulduğumu söylemek zorundayım!
diye cevap verdi.
Eğer fikrinizi söylerseniz sizi idam
ettiririm.
Helvidius buna da :
Size ölmez olduğumu ne vakit söyledim?
İkimiz de elimizde olan şeyi yapacağız. Sen beni öldüreceksin ve ben hiç
şikayetsiz ölüme katlanacağım!
İmparatora karşı yalnız olduğu için bu
hareketi ile Helvidius ne kazanmış oldu? Fakat ben de sana soranın. Bir manto
üzerindeki şeref alâmeti olan erguvan rengi yalnız olmakla ne kazanmış olur?
Onu süsler, güzelleştirir ve öyle bir mantoya sahip olmak arzusunu verir.*
*Bir güzel söz söyleme
sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı
vardır.*
*Güzel yazmak veya güzel söylemek
iktidarını küçük görmüyorum. Ama bazı insanların bu meziyetlere en büyük yeri
vermelerini istemiyorum. Çünkü bunlardan daha köklü bir şey vardır.
Hain ve kötü bir kimseye istemediğini
yaptığını ve istediğini yapmadığını ispat edersen onu yola getirmiş olursun.
Ama bunu ispat edemezsen, ondan şikâyet etme. Kendinden şikâyet et.*
KORKU
*Ne fakirlikten, ne sürgünden, ne
zindandan ne de ölümden korkmamalıdır. Fakat korkudan korkmalıdır.*
*Deniz yolculuğuna çıktığım ve yalnız
gökle denizi gördüğüm vakit, etrafı saran bu geniş su alanı beni korkutur.
Sanki bir kaza olursa bütün bu suyu yutacağımı sanırım. Üç kulaç suyun beni
boğmaya yettiğini düşünmem. Yine böyle bir yer sarsıntısında bütün şehrin
başıma yıkılacağını sanırım ve tek bir kiremitin kafatasımı parçalamağa
yeteceğini aklıma getirmem. Yanlış düşüncenin talihsiz kölesi!*
*Hiçbir şeyden korkma; hiçbir şey isteme.
O zaman bir atın bir ata, bir arının bir arıya karşı korkunç ve ezici bir
silâhı olmadığı gibi, hiç kimsenin de sana karşı korkunç ve ezici bir silâhı
olamaz. İsteklerinin ve korkularının seni esir etmek için efendilerinin tıpkı
bir kalede olduğu gibi senin gönlünde besledikleri silâhlı bir ordu olduğunun
farkında değil misin? Bu askeri kov! Kalene hükmet, hemen hür olacaksın!*
*İhtiyatlı yolcular geçecekleri yolun
hırsızlarla, yol kesenlerle dolu olduğunu haber alırlarsa ne yaparlar? Yollarına
yalnız olarak devam etmemeğe; fakat bir sefirin, bir questor'un yahut bir
proconsül'ün kafilesi arkasından gidebilmek için beklemeyi tercih ederler. Ve
bu tedbirle yolculuklarını rahatça geçirirler. Hâkim de bu dünyada böylece
hareket eder. Her yer haydutlukla, zulümle, sefaletle, felâketle doludur. Bu
geçitten mahvolmadan nasıl yalnız başına geçip gidebilir? İyi ama kimi
bekleyecek? Bir Praetor (muhafız) mu?
Onlar en korkulacak düşmanlardandır.
Bunun için emin, sâdık, baskına uğramayacak bir yoldaşı bekler. Bu yoldaş ise
Allah’tır. Bunun için Allaha sokulur, onunla yürür ve bu hayatın bütün sarp
kayalıklarından rahatça geçip gider.*
KURALLARA UYMA
Bütün bu prensiplerin tatbikinde sebat et.
Ve alçaklığa razı olmadan aşamayacağın kanunlara itaat ettiğin gibi bunlara da
itaat et. Hakkında söylenecek şeylere önem verme. Çünkü bunlar senin elinde
olan şeylerden değildir.
*Nöbetçiler yanlarına sokulanlara parolayı
sorarlar. Sen de öyle yap. Muhayyilene gelen her şeye parolayı sor. Asla
baskına uğramazsın.*
MUHAKEME
*Bir kimse Epiktetos'a dedi ki: Hiçbirini
atlamadan Allah’ın bütün hareketlerimi görmüş olduğuna beni nasıl inandırabilirler?
Epiktetos ona şu cevabı verdi: Bütün dünyadaki eşya ve olayların aralarında
bağları olduğuna inanmıyor musun?
Evet
Dünyada olup bitenlerin gök kuvvetleri
tarafından idare edildiğine emin değil misin?
Evet
Nitekim her şeyin zamanında olup bittiğini
ve her mevsimin zamanında başladığını görüyorsun. Güneşin yakınlaşması veya
uzaklaşması ile ayın dolgunlaşması veya hilâle dönmesiyle bütün tabiatın yüzü
değişiyor. Bundan sonra, yeryüzündeki her şeyin vücutlarımızın «bütün» ile o
kadar birleşik olduğunu gördükten sonra, bu kâinattan daha ilâhî olan
ruhumuzun ondan ayrı olduğunu ve Onu yaratan Allah’ın ayrı ve bağımsız
olabileceğini nasıl kabul edebilirsin?
Fakat o, birbirinden çok değişik, uzak
olan şeyleri nasıl görebilir?
Zavallı kör! Senin o kadar sınırlı olan
aklın ne kadar çok birbirinden başka işler yapıyor; ilâhî ve insanî olayları
kavrıyor, muhakeme ediyor, taksim ediyor, hükmediyor, razı oluyor ve inkâr
ediyor. Onda ne kadar çok birbirine benzemeyen hayaller ve hattâ birbirine zıt
düşünceler vardır? Güneş aynı zamanda dünyanın en büyük parçasını aydınlatıyor.
Yalnız arzın gölgesinin düştüğü yerler onun ışıklarından mahrum kalıyor.
Güneşi yaratan ne kadar büyük olursa olsun ki bu sonsuz kâinatın bir
noktasıdır. Bu dünyayı baştanbaşa aydınlatamaz mı?
Ama benim zekâm muhakemelelerini
yalnız birer birer yapar ve eşyayı teker teker göz önüne getirebilir.
Hey dostum senin anlayışının Tanrılık kadar
engin olduğunu sana kim söyledi? Fakat ey cılız solucan! Bu kadar küçük olan
gözün ile birçok şeyi birden nasıl kavradığını düşün! Ufukta görünen her şey
senin gözünün önündedir. Gözü yaratanın gözünden bazı şeylerin kaçıp
kaçamayacağını sen düşün.*
*Sağduyu nedir?
Bütün insanlarda ortaklaşa ve umumî olan
bir duyma kabiliyeti vardır ki, bununla, işittikleri bütün sesleri duyarlar ve
söylenilen her sözü anlarlar. Bundan başka yapma olan bir duyma kabiliyeti daha
vardır ki, tonları sezer ve ayırdedebilir. Gene bütün insanlarda tabiî
bir duygu vardır ki, ruhlarında esaslı bir kusur olmayınca, kendilerine
söylenilen her şeyi anlarlar. Bu kabiliyet bütün insanlarda eşittir. İşte
sağduyu denilen budur.*
*Galba öldürülünce, biri Rufus'a : «Şimdi
artık Allah dünyaya karışmağa başlıyor, dedi. Rusuf ona zavallı!» diye cevap
verdi. «Bir Galba'nın Allah’ı dünyayı idare etmekten alıkoyacağını sanıyor
musun? Seni Allahtan şüphe ettiren şey, üzerinde iyice izini bırakmış!»
Sık sık düşüp
kalktığımız kimselerin üzerimizdeki tesiri az değildir. Biteviye bir sefih ile düşüp kalkarsan, çok kuvvetli bir şahsiyetin
yoksa senin onu yola getireceğini ümîdî etmekten çok onun seni bozmasından
korkmalıdır. Mademki kültürsüzlerle temasta bu kadar tehlike vardır,
onlarla ancak: büyük bir ihtiyat ile ve anlayışla düşüp kalkmalıdır.
Harp çalan bir müzisyen, harpını eline
alır almaz, hangi tellerin bozuk olduğunu gönür ve kolayca akortlarını
düzeltir. İnsanlar arasında emniyetle yaşayabilmek için, hâkim harpı çalan
müzisyenin yaptığını insanlara tatbik etmek sanatına sahib olmalı, ahenksiz
olanlarını görmeli, notaları yola sokmalı, ahenkli bir hale getirmelidir.
Sokrates bu sanatın ustası idi.
Nasıl oluyor da tartışmalarda ve
kavgalarda kültürsüzler sizden daha kuvvetli oluyarlar ve sizi susmağa mecbur
ediyorlar? Çünkü onlar yanlış prensiplerine kuvvetle inanmışlardır. Siz ise
kendi prensiplerinizin gerçekliğine zayıf bir ilişik ile bağlısınız. Sizin
gerçekleriniz yürekten gelmiyor, dudaklarda doğuyor. İşte bunun için cılız ve
ölüdürler. Bu prensipleriniz bahsettiğiniz o sefil imtiyazı halkın kahkahasına
uğratıyor ve kendileri de güneşte bal mumu gibi eriyorlar. Bunun için bal
mumundan inançlara sahip olduğunuz müddetçe güneşten uzaklasınız.*
*Bazı felsefe prensiplerini yuttun, hemen
onları öğretmeğe kalkıyorsun. Bu hareketin, hazmedemediği için yenilen etleri
kusan bozuk bir mide gibi; hazmetmediğini kusmaktan başka nedir?
Önce sindir dostum ve senin esaslı bir
yerindeki değişikliği göster.
Fakat falanca bir mektep açtı, ben de bir
mektep açmak istiyorum.
Hey alçak! Bir heves veya bir
tesadüfle mi bir mektep açılır?
Olgun bir yaşa gelmek, belli bir hayat
sürmek ve Allah’ın davetine erişmek lâzımdır. Böyle olmayınca sen bir yalancı
ve bir kâfirsin. Bir eczane açıyorsun, ilâçların var. Fakat onları hazırlamasını
ve kullanacağın yeri bilmiyorsun.*
OYUN ve EĞLENCE
Tiyatroya veya umumî eğlencelere sık sık
etmeğe lüzum yoktur. Bu yerlere gidersen, hiçbir partiyi tutma, bütün
partizanlığın kendinde kalsın! Netice nasıl çıkarsa memnun olmağa çalış.
Zaferin yenene ait olmasından memnun ol. Böylece asla ne kızar, ne de
üzülürsün! Hele alkıştan, kahkahadan ve taşkın hareketlerden çekin. Bu
yerlerden kendi evine döndüğün zaman, gördüklerinden uzun uzadıya lâf açma.
Çünkü bunlar ne senin huylarını düzeltmeğe, ne de seni daha ahlâklı bir adam
haline getirmeğe yarar. Bu sonsuz tartışmalar ve konuşmalar yalnız senin
gördüğün sahnelere hayran olduğunu ortaya kor.
ÖTELEME
Bir kimse sana haksızlık
eder yahut aleyhinde söylerse onun bunu yapmağa kendisini mecbur saydığına inanmağa
çalış. Zira o, hakikatte senin düşünceni değil, kendi
fikrini güder. Neticede kötü muhakeme ederse yalnız kendisi aldandığı gibi
yine yalnız kendisini yaralamış olur. Nitekim bir kimse çok doğru ve çok
benimsenmiş bir kaziyeyi bâtıl sanırsa, "bundan zarar görecek kaziye
değil, onu yanlış muhakeme ederek, aldanandır. Bu kaideyi iyi kullanırsan
aleyhinde söyleyenlere sabırla katlanırsın. Zira her küfredene «Kendini
haklı zannediyor!» diyebilirsin.
ÖZGÜRLÜK
Her birimizin gerçek efendisi istediğimizi
bize veren ve istemediğimizi yolumuzdan uzaklaştırandır. Şu halde hür olmak
isteyen her insan, ne başkalarının elinde olan şeyleri istemeli, ne de
onlardan kaçmalıdır. Eğer bunu yapmazsa zaruri olarak esirdir.
*Sende sana hediye edilmeyen, benim
diyebileceğin hiçbir şey yoktur. Sana her şeyi veren senden bir şeyi geri mi
alıyor? Ona karşı koymakla yalnız deli değil, aynı zamanda nankör ve
haksızsın!
Bir konsüllük elde ettin ve bir il'e vali
oldun. Kimin gölgesinde? Felicio'nun gölgesinde mi? Bana gelince Felicio'nun
gölgesinde yaşamak ve onun kibrine, esirlere has küstahlığına uğramaktan ise
ölmeyi tercih ederim. Zira kendisini mutlu sanan ve servetiyle gözü kör olan
bir esirin ne olduğunu bilirim. Fakat sen hiç olmazsa sandığın kadar hür müsün?
diyeceksin. Hayır, hür olmağa çalışıyorum. Henüz buna ermedim.
Efendilerime karşı korkusuz gözlerle
bakamıyorum. Henüz bedenime bağlıyım; sakat olduğu halde onu korumak
istiyorum. Zayıflığımı itiraf ediyorum. Fakat sana tam hür olan bir adamı
göstermemi ister misin? O, Diogenes'dir.
Onun bu kadar hür olması nereden
geliyor?
Zira o esirliğin ruhundaki bütün
köprübaşlarını koparıp atmıştı. Her şeyden sıyrılmış ve hiçbir şeye değer
vermemişti. Ondan servetini isterdiniz, verirdi. Ayağını isterdiniz, verirdi.
Bütün vücudunu isterdiniz, verirdi. Fakat mânevi varlığıyla Allaha bağlı idi.
Mutlak hâkime olan teslimiyetinde, saygısında, bağlılığında kimseden geri
kalmazdı. Onun hürriyeti işte buradan geliyordu. Fakat kendisini hayata
bağlayacak hiçbir şeyi olmayan ve dünyada tek başına kalmış bir inşam örnek
olarak gösteriyorsun mu diyeceksin? Sokrates'in karısı, çocukları vardı ve
Diogenes'den daha az hür değildi. Çünkü Diogenes her şeyi kanuna ve kanuna
borçlu olduğumuz boyun eğmeğe, teslim olmaya bağlamıştı.*
*Eğer Sokrates kurtulmuş olsaydı, hayatta
insanlara, daha da faydası olurdu mu? diyorsun. Dostum, Sokrates'in kendisini
kurtarmaktan vazgeçerek ve adalet uğrunda ölerek söylediği ve yaptığı;
kurtulduktan sonra söyleyeceği ve yapacağı işlerden çok daha faydalıdır.
Sahte bir hürriyeti
kazanmak için insanlar en büyük tehlikelere göğüs gererler. Denize atılırlar, en yüksek kulelerden kendilerini fırlatırlar.
Baştan başa birçok şehirlerin ahalisi tarafından yakıldığı görülmüştür. Sen ise
gerçek, güvenli, hiçbir kuvvetin elinden alamayacağı hürriyeti kazanmak için
hiçbir tedbir almayacak mısın? En ufak bir zahmete girmeyecek misin?
İstediğini elde eder etmez mesut olacağını
sanıyorsun. Aldanıyorsun. Onu elde eder etmez aynı kaygılar, kederler, tiksinmeler,
korkular, istekler baş gösterecek. Saadet elde etmekte ve zevk duymakta değil,
fakat istememektedir. Çünkü saadet hür olmaktadır.*
*Allah bana hürriyet vermiştir ve ben
de onun emirlerini tanıyorum. Bu durumda hiç kimse beni esirliğe götüremez.
Zira beni koruyacak kurtarıcıya ve bana lâzım olan hâkime sahibim.*
SABIR
* Ülûhiyet sana en acı felâketlere
dayanman için silâhlar ihsan etmiştir. Sana ruh büyüklüğü, kuvvet, sabır,
sebat vermiştir. Bunlardan faydalanman lâzımdır. Eğer şikâyet edersen hiç
olmazsa sana verdiği silâhları yere atmış olduğunu itiraf et. *
Önüne çıkan şer'ler karşısında, kendi
içine çekilerek o şeylerden iyice faydalanmak için mutlaka bir faziletin olacağını
hatırla. Eğer güzel bir çocuk veya güzel bir kız görürsen, bunlara karşı
kendinde perhiz denilen meziyeti bulacaksın. Eğer karşına zahmet; zorluklar
çıkarsa cesareti bulacaksın. Şayet küfürle, hakaretle karşılaşırsan rıza ile
sabrı bulacaksın. Böylece onları yenmek için, sana tabiatın verdiği iyi
huylarla karşı koymak âdetini kazanırsan boş korkuların asla seni sürükleyip
götürmeyecektir.
Aza razı bir ömür sürmeğe ve bedenini sert
kullanmaya alışmışsan, bundan gurur duyma. Eğer sade su içiyorsan, her
fırsatta yalnız su içtiğini söylemeğe kalkma. Sabra tahammüle alışmak
istiyorsan, bunları kendin için yap, başkaları için değil. Heykelleri
kucaklamağa kalkma.. En çok susadığın zaman ağzına bir yudum su al, sonra
tükür ve bunu kimseye söyleme.
* Thraseas yarın sürgüne gönderilmekten
ise bu gün öldürülmeyi tercih ettiğini söyledi. Bir gün Rufus ona şu cevabı
verdi: «Ölümü daha zor sanıyorsan ne aldanış! Eğer ölümü sürgünden daha tatlı
sanıyorsan sana seçme hakkını kim verdi?»
Bu da Agrippinus'un güzel bir sözüdür:
«Kendi kendime asla engel olmayacağım!»
Her şeyden memnun olan ve her şeyin
gelmesi gerektiği gibi gelmesini isteyen bir adam görmek ister misin? Bu adam
Agrippinus'tur. Senato'nun kendisini muhakeme etmek üzere olduğunu ona haber
verdiler.
«Hele şükür! dedi. Ben de âdetim olduğu
üzere banyoya gireceğim!»
Banyodan henüz çıkmıştı ki mahkûm olduğunu
haber verdiler.
Ölüme mi, sürgüne mi?»
Sürgüne!
Malım hacz edilecek mi?
Hayır!
O halde hemen Aricia'da akşam yemeğini
yemeğe gidelim. Orada da, Roma'da olduğu kadar iyi yemek yiyebiliriz.*
* Yiyecek bir şeyin olmadığını ve bana;
bunu sağlamak için en iğrenç işlere, efendinin oturağını tutmağa kadar düşüp
düşmemek mi lâzım geldiğini soruyorsun? Bu işte ne söyleyebilirim? Bazı
insanlar oturak dökmeyi açlıktan ölmeğe üstün tutarlar. Bazıları oturak tutmağa
katlanamazlar. Bu meselede reyi alınacak ben değilim, sensin. Kendi değerini
tart ve karar ver.*
*Candan bir şeyden mahrum olmadan ve adamakıllı
zarar görmeden kimse hain veya alçak olamaz.*
*Öç almam ve bana yapılan fenalığa karşı
koymam icabetmez mi?
Dostum sana fenalık yapılmamıştır.
Çünkü iyi ve kötü senin iradene bağlıdır. Zaten her hangi bir kimse sana karşı
haksızlık yaparak kendini yaralamış ise, bu fenalığı ona geri çevirerek neden
sen de kendi kendini yaralamak istiyorsun?*
SAVUNMA
Başına gelen belâlar yüzünden başkasını
suçlamak bilgisizin yapacağı iştir. Yalnız kendini sorumlu saymak, bu, gözü
açılmak üzere olan bir adamın işidir. Ne kendini ne de başkalarını
suçlandırmamaksa uyanık bir kimseye yakışan davranıştır.
Vazifeler ekseriya bulunduğumuz durumla
ilgili olarak ölçülür. Bahse konu olan baban mıdır? Ona bakmağa, her şeyde
itaate, azarlamalarına, kötü muamelelerine katlanmağa, mecbursun.
Fakat benim babam kötü bir baba!
İyi ama dostum, tabiat sana mutlaka iyi
bir baba mı bahşedecek? Hayır, sadece sana bir baba verecektir. Kardeşin sana
karşı haksızlık mı ediyor? Onun yine kardeşi olarak kal ve yaptığına önem
verme. Her şeyden önce yapmağa mecbur olduğuna, hürriyetinin nerede bulunduğuna
ve tabiatın senden yapmış olmanı istemediği şeyi yapıp yapmadığına dikkat et.
Zira başkaları (sen kendini bilirsen) seni asla tahkir edemezler, kıramazlar.
Sen ancak kırıldığını sandığın vakit kırılabilirsin. Böylece, eğer bu
münasebetleri göz önünde tutmayı âdet edinirsen komşundan, hemşerinden,
âmirinden her vakit hoşnut olursun.
SEVİNEBİLME ARZUSU
*Gerçekten sevinmeğe değer, kendilerine
şeref veren ve faydalı olan bir konu olduğu vakit, insanlar arasında sevinmeli
ve yalnız o zaman kendilerini kutlamalıdır.
Zindanda olsaydık ölüm cezası verilecek
bir suç ile muhakeme edileceğimiz vakitten bir gün önce, bize gelip de
«Yazdığım şiirleri okumamı ister misiniz?» diyen bir adama tahammül edebilir
miydik?
Dostum beni niye bu kadar yersiz
rahatsız ediyorsun? Buna gelinceye kadar bir sürü işim var. Bilmiyor musun ki
yarın öldürüleceğim?
Sokrates zindanda idi ve
öldürüleceği günün arifesinde ilâhiler yazıyordu.*
*Sıtmam var, okuyup çalışamıyorum diye
sızlanıyorsun. Pekâlâ, niçin okuyup çalışacaksın? Sabırlı, dayanıklı, sağlam
olmak için değil mi? Sıtma varken sabini, dayanıklı ol,
her şeyi biliyorsun demektir. Sıtma da gezinti, yolculuk gibi hayatı ören
unsurlardandır, onlardan bile faydalıdır. Çünkü olgun adamı imtihana çeker,
kendisine elde ettiği ilerlemeyi gösterir.
Sıtmam var. Bu hastalığı gerektiği gibi
geçiriyorsan sıtmalı iken olabileceğin en iyi durumdasın demektir. Sıtmayı
gerektiği gibi geçirmek ne demektir? Bu; ne Allahtan, ne insanlardan
sızlanmamak; görünür tehlikeden telâşa düşmemektir. Çünkü her şey yolunda
gidecektir. Ölümü cesaretle beklemek, hekimin iyileşmekte olduğunu
söylemesiyle çılgınca sevinmemek, daha kötü olduğunu söylediği vakit de
üzülmemek. Çünkü fenalaşmak ne demektir? Bu; ruhun bedenden ayrılacağı âna
yakınlaşmaktır. Bu ayrılışa fenalık diye mi bakıyorsun? Bu ayrılış saati bu
gün gelmezse yarın gelmeyecek midir? Sen öldüğün vakit dünya yıkılacak mı?
Bunun için sağlamken olduğu gibi hastalıkta da sakin ol.*
*Hiç cesaretin kırılmasın. Bir delikanlıya
güreşte yere yatırılınca hemen ayağa kalkmasını ve yine dövüşmesini emreden
jimnastik hocalarını örnek al. Sen de ruhuna öyle seslen. İnsan ruhu kadar
idaresi kolay bir şey yoktur. Sadece istemek lâzım. O zaman her şey olur.
Fakat kendini bırakırsan her şey mahvolmuştur. Bütün hayatında artık
kalkınamazsın. Yok olman da, kurtulman da senin elindedir.
Ne ile uğraşırken Ölümün sana baskın
vermesini istersin? Ben; ölümün bana insana yaraşır büyük, asıl, halka faydalı
bir iş yaparken gelmesini isterdim. Yahut daha doğrusu kendimi yola kor iken,
bütün ödevlerime karşı dikkatli bir haldeyken gelmesini isterdim. Ta ki o ânda
göklere temiz ellerimi kaldırayım ve Allah’a şunları söyleyebileyim: «İlâhî
yardımınızı tanıyabilmek, ona tam ve kesin olarak bağlanmak için bana verdiğiniz
bütün fakültelerin hiçbirini körletmedim. Elimden geldiği kadar, size
saygısızlık etmemeğe çalıştım. Duygularımı ve düşüncemi işte buna bağladım.
Sizden asla şikâyet etmedim. Alnıma yazdığınız şeyler başıma geldiği vakit
hiçbirinden ıstırap duymadım. Onları değiştirmek bile istemezdim. Bana verdiğiniz
dostlukların hiçbirini kirletmedim. Beni yaratmış olduğunuz için size
şükrederim. Sizin bana verdiğiniz nimetlerden bana müsaade ettiğiniz sürede
faydalandım. Şimdi onları geri almak istiyorsanız, onları size geri veriyorum.
O nimetler sizindir, onları nasıl isterseniz öylece kullanınız. Ben de kendimi
ellerinizin arasına bırakıyorum!»*
SIKINTI ÇEKMEMEK İÇİN
Kaygıyla, ıstırapla varlık ve bolluk
içinde yaşamaktansa; korkuları ve sıkıntıları kovup, açlık içinde ölmek daha
iyidir. Senin sefil olmaktansa, uşağının küstah ve hain olması daha iyidir.
Bunun için, küçük şeylerle işe başlayarak, yola gir. Yağını mı döktüler?
Şarabını mı çaldılar? Kendi kendine de ki:
«Huzurun bahası budur. Hürriyetin bahası
budur. Bedavaya hiçbir şey alınmaz.» Esirini çağırdığın vakit, düşün ki seni
duymayabilir yahut duysa bile, emrettiğin şeyi yapmayabilir. «Sabrım esirimi
azdırabilir ve sonunda yola gelmez olur» diyeceksin. Bunun böyle olması senin
için daha iyidir. Çünkü böylelikle kendini sıkıntılardan uzaklaştırmanın
çaresini bulmuş olursun.
İktidarını aşan rolü üzerine alırsan, bu
rolü iyi oynayamadığın gibi yapabileceğin rolü de bırakmış olursun.
ŞİKÂYET
Neden şikâyete ediyorsun? Allah sana
zatında bulunan en büyük, en asıl, en şahane, en ilâhî şeyi; düşüncelerini iyice
kullanma kabiliyetini ve en gerçek nimetleri kendinde bulma iktidarını verdi.
Daha fazla ne istiyorsun? Bunun için sevin, bu kadar iyi bir babaya teşekkür et
ve biteviye duadan geri kalma.
*Hapsin, sürgünün ve zehrin ne olduğunu
iyice biliyor musun? Her hangi durumda; «bu geçitten geçelim, Çünkü Allah bizi
bu yoldan çağırıyor!» diyebilir misin?*
Bil ki, dinin esası ve temeli Allah
Teâlâ’nın hakkında doğru ve sağlam düşüncelere sahip olmak, onun var olduğuna
ve ilâhî lütuflarını her şeyin üzerine yaydığına, âlemi hikmet ve adaletle
idare ettiğine ve senin ancak onlara itaat için ve başına gelenleri, çok hâkim
ve çok iyi olan ilâhi hikmetten gelen şeylermiş gibi, tabiî olarak ve bütün
gönlünle benimsemek ve onlara rıza göstermek için dünyaya geldiğine inanmaktan
ibarettir. Bu usulle Tanrıdan asla şikâyet etmez ve sana ihtimam
göstermediler diye onları suçlandırmazsın. Fakat bu duygulara ancak
elinde olmayan şeylerden vaz geçmekle ve bütün saadetini ve felâketini yalnız
elinde olan şeylere bağlamakla sahip olabilirsin. Zira sana yabancı olan bu
şeylerden birini iyi veya kötü diye alırsan, istediğinden mahrum olduğun vakit
yahut korktuğunla karşılaştığın vakit felâketine sebep olandan şikâyet etmen
veyahut ondan nefret etmen zaruridir. Zira her hayvan kendisine fena
görünenden, muzır olup zarara sebep olandan nefret ederek, kaçmak ve kendisine
faydalı olanı, iyi görüneni ve iyiliğe sebep olanı sevmek, aramak için doğmuştur.
Bu yüzden; vurulmuş olduğunu zannedenin kendisini araladığını sandığı şeyden
haz duyması imkânsızdır. Bunun neticesi olarak hiç kimse felâketinden zevk
duyup memnun olamaz. Bir baba nimet, servet diye geçen şeylerden oğluna hisse
vermezse oğlun babasına küfretmesi işte buradan gelir. Eteokles ile
Polyneikes'i ebedî düşman yapan da budur. Onlar kral olmayı büyük bir saadet
sanıyorlardı. Çiftçinin, gemicinin ve tüccarın Allah’a lanet etmelerindeki
sebep bundan ibaret olduğu gibi karısını veya çocuklarını kaybedenlerin
şikâyetlerindeki sebep de budur. Zira fayda nerede ise şefkat, sevgi ve merhamet
oradadır. Böylece bir kimse isteklerini ve nefretlerini kanunu yaratanın
tespit ettiği kaidelere göre düzenlerse, dindarlığını, şefkatini
kuvvetlendirmiş olur. Tanrı’ya hürmet için dökülen şarap törenlerinde, kesilen
kurbanlarda ve verilen adaklarda herkes memleketinin âdetine uymağa mecburdur.
Bu törenleri saffetle, ihmalsiz, saygıda kusur etmeyerek yapmalı, âdi bir pintiliğe
düşmemekle beraber, kendi iktidarının üstünde harcamaya da kaçmamalıdır.
ÜZÜLMEMEK İÇİN
Hatırla ki ne sana söven, ne seni döven,
ne de sana hakaret eden vardır. Fakat bu işleri yapanların sana hakaret
ettiklerine inancın onları sana böyle göstermektedir. Şu halde ne zaman biri
seni kırar veya kızdırırsa, bil ki seni kızdıran o adam değil, senin
inancındır.
İnsanları kederlendiren eşya ve olaylar
değil, fakat bunlar hakkında edindikleri düşüncelerdir. Meselâ ölüm bir felâket
değildir. Eğer bir felâket olsaydı, Sokrates'e de böyle görünecekti. Fakat
ölümün bir felâket ve (kötülük) olduğuna inancımız, işte asıl yıkım budur.
Bunun içindir ki kederli, üzüntülü, bahtı kara olduğumuz zaman kendimizden
başkasını, yani düşünce ve inançlarımızdan başkasını suçlandırmamalıyız.
Seni eğlendiren, ihtiyaçlarını doyuran,
bir kelime ile sevdiğin her şey karşısında, kendi kendine, onun ne olduğunu
sormayı unutma. İlkönce en küçüklerinden başla. Bir çömleği seviyorsan,
topraktan yapılmış bir çömleği sevdiğini bil Eğer kırılırsa üzülmezsin.
Çocuğunu veya karını seviyorsan kendi kendine geçici bir varlığı seviyorum de.
Eğer ölüverirlerse ıztırap çekmezsin.
Her ne hakkında olursa olsun: «Onu
kaybettim!» deme. Fakat «Onu geri verdim!» de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin.
Karın mı öldü? Onu da geri verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir
geri verme. Lâkin onu elimden alan kötü bir adamdı!
Onu sana verenin falan veya filân yolu ile
geri almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı sürede, yolcuların otellerden
faydalandıkları gibi, âdeta sana ait bir şey değilmiş gibi ondan faydalan.
*Filozofların kararlarında kesin ve
dayanıklı olmak lâzım geldiğini söylediklerini duymuş ve bu yüzden yanlış
düşüncelerine, sapıtmalarına, deliliklerine sarılmışsın. Fakat dostum en
zarurî olan şey kararların iyi olması yani bu kararların ihtiyatla, gerçeğe ve
akla uyarak alınmasıdır. Sana bir insanın sinirleri olması lâzımdır, diyorum.
Fakat bu sinirler sağlam bedenin, kuvvetli ve dinç bir atletin sinirleri olması
lâzımdır. Sen ise bana isterik bir insanın perişan sinirlerini gösteriyorsun.
Bunlar sinirli değil, sinir hastalığını belli ediyorlar.*
*Sana kötü bir haber getirdikleri vakit,
bu haberin sana ait olmadığını düşün. Zira o senin elinde olan şeylerin
hiçbirini ilgilendirmez.
Bana en büyük suçu yüklüyorlar, bana
dinsizlik isnad ediyorlar.
İyi ama Sokrates'i de bununla
suçlandırmadılar mı?
Fakat beni ölüme mahkûm edebilirler.
Sokrates de böylece mahkûm olmadı mı?
Kafana iyice yerleştir ki ceza suçun bulunduğu yerdedir. Bu iki şeyin
birbirinden ayrılması kabil değildir. Bunun için kendini talihsiz sanma. Sana
göre Sokrates mi yahut onu mahkûm edenler mi daha zavallıdırlar? Dolayısıyla
senin için hiçbir tehlike yoktur. Tehlike hâkimler içindir. Zira sen suçlu
olarak ölemezsin, onlar ise bir suçsuzu öldürebilirler.*
TEDBİRLİ OLMAK
Şayet bir kimse senin bedenini karşına ilk
çıkanın keyfine teslim ederse, şüphesiz buna çok canın sıkılır. Hakaret
ettiği vakit müteessir olsun, bulansın diye sen kendi ruhunu önüne ilk çıkan
adama bıraktığın vakit utanmaz, kızarmaz mısın?
Yürürken bir çiviye basmamağa, ayağının
burkulmamasına itina ettiğin gibi, varlığının en esaslı tarafının yani seni
idare eden aklın da çarpılmamasına dikkat et. Hayatımızın her hareketinde bu
kaideye riayet edersek her şeyi daha emniyetle yapmış oluruz.
Ayak, pabucun ölçüsü
olduğu gibi herkes için servetin ölçüsü de bedendir. Bu kaideye bağlanırsan daima doğru yoldan yürürsün. Buna önem
vermezsen mahvolursun. Bir uçurumda yuvarlanıyormuşsun gibi artık hiçbir şey
seni tutamaz. Pabuç için de böyledir. Ayağının ölçüsünü bir defa aştın mı
ilkönce yaldızlı ayakkabıların sonra erguvan renginde kumaştan ayakkabıların
olur ve nihayet nakışlı ayakkabı istemeğe kalkarsın. Zira bir kere sınırı aşan
için artık sınır yoktur.
*Bir hükümdarı yahut büyük bir kişiyi
görmeğe gittiğin vakit sararır, titrer ve şaşırırsın.
Acaba beni nasıl kabul edecek? Bana
nasıl muamele edecek?
Alçak esir! O ânda nasıl isterse
öyle kabul edecek ve öyle muamele edecek. Hikmetli bir insanı kötü kabul
ederse kendisi bilir, bunun ıstırabını yalnız başına çeker. Başkasının yaptığı
suçtan dolayı sen ıstırap çekebilir misin?
Fakat onunla nasıl konuşacağım?
Nasıl istersen öyle konuşursun.
Şaşırmaktan korkuyorum.
Nasıl? Ölçü ile, ihtiyatla, edepli
bir hürriyetle konuşmasını bilmiyor musun? Ne diye bir insandan korkuyorsun?
Zenon Antigone'dan korkmazdı, fakat Antigone Zenon'dan korkardı. Sokrates zalimlere
ve mahkemede hâkimlerine cevap verirken, hiç şaşkınlık alâmeti göstermiş
miydi? Diogenes büyük İskender'e, Philippos'a, haydutlara, kendisini satın alan
efendisine hitabettiği vakit her hangi bir çekingenlik gösteriyor muydu?*
*Kaptanın en ufak bir dalgınlığı, bir
gemiyi mahvettiği gibi yapacağımız en küçük ihmal, en küçük bir dikkatsizlik
de hikmet öğreniminde bütün ilerlemeyi yok edebilir. O halde uyanık
olalım. Koruyacağımız şey altın yüklü bir gemiden daha değerlidir. Bu;
temizlik, vefa; sebat, Allah’ın emirlerine itaat, İstıraptan,
kaygıdan, korkudan kurtulma, bir kelime ile gerçek hürriyettir.
Biri hâkimliği, başka biri ordu
kumandanlığını ister. Bana gelince saffet ile alçak gönüllülüğü isterim. Zira
ben hürüm. Allah’ın dostuyum ve ona bütün yüreğimle itaat ederim. Şu halde ne
bedene, ne servete, ne mevkie, ne şöhrete ve ne de her hangi bir şeye önem
vermemem lâzımdır. Allah bunları önemli saymamayı ister. Eğer Allah dilese idi
bütün bunların benim için bir nimet olmasını sağlardı. Mademki bunu yapmadı,
bunlar nimet değildirler. Benim ise onun emirlerine boyun eğmem lâzımdır.
Hatırla ki sadece şan ve şeref, mevki,
servet arzusu bizi boyunduruğa sokmaz. Rahatlık, gezmek, okuyup yazma istekleri
de bizi esirliğe götürürler. Bir kelime ile ne olursa olsun, bize yabancı her
şey, değer verdiğimiz takdirde bizi esirliğe götürebilir.
Gerçek saadetin karakteri devam etmek ve
hiçbir engele çarpmamaktadır. Bu iki karakteri olmayan saadet gerçek değildir.
İnsanların ne dediklerini, ne
yaptıklarını, tenkit veya küçük görme için değil, fakat kendi kendime şunları
söyleyip yapmak için çözüyorum: «Aynı suçları işliyor muyum? Bunlardan ne
vakit vazgeçeceğim? Kendimi ne vakit yola sokacağım? Pek az zaman önce bu
insanlar gibi hareket ediyordum. Allaha şükür artık onlar gibi günah
işlemiyorum.»*
VAZİFE ŞUURU
Bir işe girişirken, bu işi yapmanın senin
ödevin olduğunu bildikten sonra, halk ne kadar fena düşünecek olursa olsun
yaparken görülmüş olmaktan korkma. Eğer bu hareket fena ise onu hiç yapma. Yok,
iyi bir hareketse, o halde seni sebepsiz ve yersiz mahkûm edecek olanlardan
niye korkuyorsun?
*Ben Yunanistan’da hâkimlik ediyorum.
Sen hâkim misin? Sen hükmetmesini
bilir misin? Bu ilmi nereden öğrendin?
Caesar'dan fermanım var!
Eğer Caesar musikiden hiç
anlamadığın halde, musiki üzerinde hüküm yürütmen için sana ferman gönderse
idi ne yapardın? Bu ferman senin ne işine yarardı? Haydi, bu noktada ısrar
etmeyeyim. Sana yalnız, hangi vasıtalarla bu mevkii elde ettiğini soruyorum.
Bu mevkii sana sağlayan kimdir?
Kimin elini öptün?
Kimin kapısında yerlere yattın?
Kime rüşvet verdin?
Bu yeri hangi bayağılıklarla, hangi
haysiyetsizlikle, hangi sahtekârlıkla satın aldın?*
*Bütün olaylardan faydalanmak senin
elindedir. Artık bana «Başıma ne gelecek?» deme. Ne olursa olsun sana göre ne
önemi var? Çünkü sen onu iyi idare ederek, ondan faydalanabilirsin ve her kaza,
belâ da ne olursa olsun büyük bir saadete dönebilir. Herakles: «Büyük
bir aslan, müthiş bir yaban domuzu, asla karşıma çıkmasın, korkunç ve canavar
gibi insanlarla döğüşmiyeyim» dedi mi? Ne diye zahmete giriyorsun?
Müthiş bir yaban domuzu karşına çıkarsa, savaş daha büyük ve daha şerefli
olacaktır. Yolunun üzerinde acayip, hakkından gelinmez insanlar bulursan,
dünyayı bunlardan. temizlemekle daha büyük yararlık göstermiş olacaksın!
Ama ölürsem?
Pekâlâ! Bir kahramana yakışan
hareketi yaparak öleceksin, daha ne istersin?
Yeryüzünde hiçbir şey
bedava değildir. Konsül mü olmak istiyorsun? Rüşvet vermen; dolaplar çevirmen,
yalvarman kayırıcı bulman, şunun bunun elini öpmen, kapısında beklemen, bin
bayağılık, bin haysiyetsizlik yapman ve her gün yeni hediyeler göndermen lâzım
gelecektir.
Konsül olmak nedir?
On iki değnekten ibaret bir demetle,
ortasında bir balta bulunan kuvvet ve kudret alâmetini gittiği yerde kendi
önünde taşıtmak, üç dört büyük mahkemede hazır bulunmak, halka ziyafetler
vermek ve oyunlar tertip etmek, işte bu kadar! İhtiraslardan ve kaygılardan
kurtulmak, vefaya, uyurken uyumak, gözü açık iken uyanık bulunmak ve hiçbir
üzüntü ve korku ile ezilmemek için hiçbir şey vermemek, hiçbir zahmete
katlanmamak mı istiyorsun? Haklı olup olmadığına sen karar ver!*
YALAN-CILIK
Bilgiç geçinmekten sakın. Bazı kimselerin
gözünde bir şahsiyet gibi görünürsen, kendinden şüphe et. Bil ki hem tabiata ve
hem dış eşyaya iradeni uydurmak kolay değildir. Fakat her şeye rağmen
bunlardan birine bağlanarak ötekini ihmal etmek zorundasın.
*Bizi mahveden şey, felsefeyi
dudaklarımızın ucu ile tadar tatmaz hemen hâkim rolü oynamağa çıkmak,
başkalarına faydalı olmayı düşünmek ve dünyayı yeniden düzeltmek
isteyişimizdir. Hey dostum!
İlk önce kendini düzelt. Ondan sonra
insanlara, felsefenin yola koyduğu bir adam göster. Soydaşına yer, içerken,
onlarla gezip dolaşırken kendi örneğinle onları aydınlat. Hepsine teslim ol,
hepsini kendine üstün tut ve hepsine birden katlan. İşte böylece onlara faideli
olursun.*
*İhtiyar bir zengine dalkavukluk edeceğine
bir hakime yaranmağa çalış. Bu görüşme senin yüzünü kızartmaz ve sen de asla
onun yanından elin boş olarak çıkmazsın. Bana inanmak istemiyorsan, dene. Bu
deneme utanılacak bir şey değildir.
Dostlarının tenkitleri ve alayları senin
hayatını değiştirmeğe engel olmasın. Rezalet içinde olup, onlara yaranmayı mı
yahut faziletli olarak onların gözünden düşmeyi mi üstün tutarsın?*
YEME-İÇME
Evinden dışarıda yemek yeme ve bütün
ziyafetlerden kaçmağa çalış. Lâkin olağanüstü bir sebep seni zorlarsa,
ayaktakımı gibi hareket etmemek için, bütün dikkatini kendi özerinde topla. Bil
ki, davetlilerden biri temiz ve namuslu denilse onun yanında oturan ve onun
gibi hareket eden, özünde ne kadar temizlik olursa olsun gene kirlenir.
Bedene lâzım olan şeyleri meselâ
yeme içmeyi, elbiseyi, «evi, hizmetçileri v. s. ruhun ihtiyaçları ne kadar ve
nasıl gerektiriyorsa o kadar iste.
ZITLARI BİRLEŞTİRME
Şu iki görüş «Şimdi gündüzdür, yahut şimdi
gecedir.» ayrı oldukları ve iki cüz halinde bulundukları vakit doğrudurlar,
ikisi karıştırıldığı veya iki cüz birleştirildiği vakit de yanlıştırlar. Tıpkı
bunun gibi, ziyafetlerde başkalarını düşünmeden her şeyin bize ait olmasını
istemek kadar akılsızca bir şey olamaz. Bir yemeğe davet edildiğinde, seni
çağıranın meziyetlerini ve ona borçlu olduğun saygıyı düşündüğün kadar, önüne
Konacak ve iştihanı açacak yemeklerin lezzetini düşünme.
Her şeyin iki kulpu vardır: biri onu
taşımağa elverişli olan kulp, öteki taşmağa elverişli olmayan kulptur. Şu
halde kardeşin sana bir kötülük ederse, onu sana kötülük yaptığı yandan alma.
Bu onu götürüp gitmeğe elverişli olmayan kulptur. Fakat öbür yandan yani senin
kardeşin olduğu taraftan al. Bu suretle onu sana, tahammül edilebilir gösteren
sağlam taraftan tutmuş olacaksın.
Şöyle düşünmek doğru muhakeme etmek
değildir: «Ben sizden zenginim, demek ki sizden iyiyim. Ben sizden daha güzel
konuşuyorum. Sizden daha kıymetliyim.» Doğru muhakeme etmek için şöyle
düşünmelidir: «Ben sizden zenginim, yani servetim sizinkinden çoktur. Ben
sizden daha güzel konuşuyorum. O halde benim sözlerim sizinkilerden daha
değerlidir.» Çünkü sen ne söz ne de servetsin.
* Biz birbirinden çok farklı iki tabiattan
kuruluyuz: Hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir beden ve Allah ile
ortaklaşa sahip olduğumuz bir ruh. Bazıları deyim yerinde ise, kötü ve geçici
olan birinci akrabalığa düşkündürler. Bazıları da sonuncusuna; bu güzel ve
ilâhi akrabalığa sokulurlar. Bu yüzden bir takım insanların düşünceleri
asildir, sayısı çok olan öbürlerinin de düşünceleri sadece âdidir. Bana gelince
ben neyim? Zavallı, küçücük bir adam; bedenimi meydana getiren bu pazılar ise
hakikatta son derece cılız ve sefildirler.
Fakat sende bu kemiklerden, etlerden
çok daha asıl şeyler vardır. O halde niçin o kadar yüksek olan bu prensipten
uzaklaşarak pazılara ve kemiklere bağlanıyorsun? İşte aşağı yukarı bütün
insanların ayaklarının kaydığı yer. Ve yine işte bunun için onların arasında bu
kadar canavar, kurt, aslan, kaplan ve domuz vardır. Kendine dikkat et ve bu
canavarların sayısını kabartmamağa çalış.*
*Kötü huylara, kötü ihtiraslara düşkün
kimselerin ruhu asla doymaz. Daima kararsız, sebatsız akımlarına uyarak sürüklenip
durur. Bunlar dost olamazlar.
Şu iki adamın dost olup olmadıklarını
bilmek ister misin? Kardeş midirler, birlikte mi yetişmişlerdir, aynı hocalarda
mı okumuşturlar, bunları sorma, sadece (iyilik ve kötülük) dediklerinin ne
olduğunu öğrenmeğe çalış. Eğer iyilik dedikleri elimizde olmayan bir şey ise,
onların dost olduklarını söylemekten çekin. Vefalı, hakikatli ve hür
olmadıkları gibi dost da değillerdir. Fakat iyilik dedikleri şey irademiz
altında olan ve sağduyulara bağlı bir şey ise, onların baba, oğul, kardeş olup
olmadıklarını, uzun zamandan beri tanışıp tanışmadıklarını düşünme ve dost
olduklarını söylemekten çekinme. Dostluk; saffetin, vefanın ve bütün güzel,
temiz olan şeylerde kaynaşmanın bulunduğu yerden başka bir yerde olabilir mi?
Amphiaraos uzun zaman karısı Eriphyle ile
yaşamıştı. Bir sürü çocukları olmuştu. Bu kadar mutlu bir aile hiçbir yerde
görülmemişti. Bu kadına bahalı bir gerdanlık sunuldu. Ne kadın, ne ana
kaldı.
Güzellik ile çirkinlik
arasında hiçbir fark olmadığını iddia etmek nankör ve toy olmaktır.
Nasıl?
Thersites, Akhillcus kadar hoş ve çekici
olabilir mi? Şu çirkin kadın Helene'yi görmek kadar zevk verebilir mi? Bu inanç
bayağıdır ve küfürdür. Bu, eşyanın mahiyetini bilmeyen ve aradaki farkı duyarlarsa
sürüklenip mahvolacaklarını sanan kimselerin düşüncesidir. Güzelliği
inkâr ederek ondan kurtulmak mümkün değildir. Onu bilmek ve ona
dayanmak gerektir.*
*Alışkanlıklara zıt alışkanlıklarla
hâkim olunur. Şehvete mi düşkünsün, ona mahrum olmak ıstırabıyla
hâkim ol. Tembel misin? Çalışmağa sarıl. Şaraba mı düşkünsün, sade su iç. Bütün
kötü alışkanlıklara karşı böyle davran; boşuna uğraşmadığını göreceksin. Yalnız
iyice kendine güvenmeden kötü alışkanlıklarla üstünkörü de olsa savaşma. Çünkü
savaş için henüz iki kuvvet denk değildir. Seni yenmiş olan yine yenebilir.
Yalnızlıktan şikâyet ediyorsun. Yalnız
olmak ne demektir. Acaba insanlarla düşüp kalkmaktan uzak olmak mıdır yahut her
türlü yardımdan mahrum kalmak mıdır? İyi ama düşün ki Romanın ortasında, aile
içinde, dostlar, komşular ve bir sürü esir arasında da insan ekseriya yalnız
olduğu zamankinden daha az yalnız sayılamaz. Yalnızlığı ortadan kaldıran her
hangi bir insanla buluşmak değildir. Belki faziletli, vefalı, yardımsever bir
insanla görüşmektir. Yalnızsan düşün ki Allah da yalnızdır ve kendisinden
memnundur, her şeyi de kendisinde bulur. Ona benzemeğe çalış. Bu, senin
elindedir. Kendi kendinle sohbet et, kendine söyleyeceğin ve soracağın o kadar
çok şey var ki! Başkalarına ne ihtiyacın olabilir? Her türlü yardımdan
mahrumsun. Ne baban, ne kardeşin, ne çocukların, ne dostların var. Hepsini
kaybettin. Lâkin sana bakmakta kusur etmeyecek ve sana mutlaka lâzım olan her
yardımı yapacak ölmez bir Rabbın yok mu? *
*Sağlık bir iyilik, hastalık bir
kötülüktür.
Yanlış düşünce. Sıhhati yerinde
kullanmak bir iyilik kullanmamak bir kötülüktür. Hastalığı akıllıca idare
etmek bir iyilik, idare etmemek bir kötülüktür. İyiliği her şeyden, ölümden
bile sızdırmak kabildir. Kreon'un oğlu Menoikeus vatanı için öldüğü vakit bundan
büyük bir iyilik görmedi mi? Böylece dindarlığını, yüksekliğini, sadakatini ve
cesaretini ispat etmiş oldu. Eğer hayata bağlı olsaydı bütün bunları kaybedecek
ve bunların zıddı olan suçları işlemiş olacaktı: nankörlük, dinsizlik,
korkaklık, sadakatsizlik, cesaretsizlik. O halde çamurdan Tanrıdan korkunuz ve
hür olmak için gerçeğe gözlerinizi açınız.*
*Mutluluk ile istek birlikte
olamazlar.İhtiyarlamak istiyorsun ve sevdiklerinden hiçbirinin öldüğünü görmek
istemiyorsun. Bu; bütün dostlarının ölmez cumasını ummak ve yalnız senin için
Allah’ın kanunlarını ve dünyanın düzenini değiştirmesini istemektir. Bu, doğru
mudur ve sen haklı mısın?
Roma’dan haber alıyorsun, birden üzüntüye
ve mateme düşüyorsun. Senden iki yüz fersah mesafede olup bitenin seni kırmasına
imkân var mıdır? Yalvarırım, bana söyle, senin bulunmadığın yerden sana ne
zarar gelebilir?
Nasıl bir hayat sürüyorsun? İyice
uyuduktan sonra, ne vakit istersen o vakit kalkıyorsun, esniyorsun, oyalanıyorsun,
yüzünü yıkıyorsun, ondan sonra vaktini öldürmek için ya eline kötü bir kitap
alıyorsun veyahut etrafında ilgi uyandırmak için saçma bir şeyler kaleme
alıyorsun. Sonra çıkıyor; misafirliğe gidiyor, geziyor, dolaşıyorsun. Eve
dönüyorsun, banyoya giriyorsun, yemek yiyorsun, yatıyorsun. Sürdüğün bu
karanlık hayatın sırlarını sana açacak değilim, onları keşfetmek çok kolay.
Bir Epikuros'cunun yahut bir hovardanın yapabileceği bu hareketlerle birlikte
Zenon gibi Sokrates gibi konuşuyorsun. Dostum; ya huylarını değiştir yahut
konuştuğun dili. Sahte olarak Roma hemşerisi adını kullanan ağır ceza görür.
Filozofluğun büyük unvanını lâyık olmadan kullanan ceza görmeden kullanabilir
mi? Bu, olamaz. Çünkü cezaların cinayetlerle denk olmasını isteyen Allah’ın
sarsılmaz kanununa uygun düşmez.*
[1] (trc. Burhan Toprak), İnkılap ve Aka
Kitabevleri, İstanbul–1962
[2] Cynic: i. alaycı tip, toplumsal
değerleri küçümseyen kimse, kinik, hayatın güzelliklerine karşı çıkan
felsefeci, kötümser, (köpekleşme tarzı)
[3] -Epicteto’s Life, His Works and
Philosophical İdeas-
Dr. Enver DEMİRPOLAT (Fırat Ü. İlahiyat
Fakültesi-İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı)
[4] Epiktetos- Düşünceler ve Sohbetler,
İstanbul-1962
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar