printfriendly-pdf-button-nobg-md

İnsan ve Sembolleri C. G. Jung...Çeviri: Ali Nahit Babaoğlu... okuyan us




 

Bu kitabın ortaya çıkış öyküsü öylesine sıradışıdır ki ilgiyi hak etmektedir. Anlamı ve içeriğiyle de doğrudan ilintili olduğu için kitabın nasıl oluştuğunu kısaca anlatacağım.

1959 ilkbaharında British Broadcasting Corporation (BBC) benden İngiliz televizyonu için Dr. Carl Gustav Jung ile bir görüşme yapmamı istedi. Bu görüşmenin biraz "derinlere" inmesi isteniyordu. O sıralarda henüz Jung ve çalışmaları üzerine oldukça az bilgim vardı. Kendisiyle tanışmak için onu Zürih Gölü kenarındaki güzel evinde ziyaret ettim. Bu karşılaşma benim için çok anlamı olan, Jung'un da yaşamının son yıllarında hoşuna gittiğini umduğum bir dostluğun başlangıcı oldu. Bu yazıda o televizyon konuşmasmdan uzun uzun söz edilmeyecek; ama o görüşme çok verimli olmuştu. Bu kitap, koşulların ilginç bir zincirlenişiyle o zamanki konuşmamn bir son ürünüdür.

Jung'u ekranda görenlerden biri de Aldus Books'un yöneticisi Wolf- gang Foges'di. Foges, Viyana'da Freud ailesinin yakınlarında geçirdiği gençliğinden beri psikolojinin gelişimine ilgi duymuştu. Jung'u yaşamı, çalışmaları ve düşünceleri üzerine konuşmaları dinlediğinde, Freud'un çalışmaları bütün Batı dünyasında okuyucuya az çok da olsa tamdık geldiği halde, Jung'un daha geniş bir kitleye ulaşma şansım hiç bulamayışının, genel okur açısından hep zor anlaşılabilir olarak kalmış olmasının çok büyük bir kayıp olduğunu düşündü.

Foges "İnsan ve Sembolleri"nin asıl başlatıcısıdır. Televizyon yayınında Jung'la benim aramda iyi bir ilişki olduğunu fark etmişti. O yüzden bana, acaba temel düşüncelerinden bir kısmını, uzmanlaşmamış olan okuyucu için de anlaşılır ve ilginç olacak şekilde, konuşma biçiminde anlatmaya Jung'u ikna edebilir miyim diye sordu. Bu düşünceyi hemen kabul ettim. Jung'u böyle bir çalışmanın değerine, önemine inandırabileceğim inancıyla Zürih'e gittim. Jung beni bahçesinde, hemen hiç kesmeden neredeyse iki saat dinledi ve "olmaz" dedi. Bunu en kibar tarzda ama çok da kesin olarak söylemişti. Çalışmalarını popüler hale getirmeye hiç girişmemişti ve böyle bir girişimin başarılı olacağına da inanmıyordu. Ayrıca kendisini, böyle bir girişim için çok yaşlı, dahası yorgun hissediyordu.

Bütün dostları, Jung'un kararlarında çok isabetli olduğunu onaylayacaklardır. Önemli soruları dikkatle, acele etmeden düşünüyordu. Sonunda yanıtını verdiğinde ise bu yamt çoğu zaman kesin oluyordu. Bu yüzden, Jung'un olumsuz yanıtının son sözü olduğunu düşünerek büyük düş kırıklığı içinde Londra'ya döndüm. Eğer o sırada hesaplayamadığım iki etken işe karışmasaydı, bu böyle de kalırdı.

Bunlardan biri Foges'un inatçılığıydı; Foges yenilgiyi kabullenmeden önce bir kez daha ısrar etmemizi istemişti. Öbürü ise üzerinde düşündükçe şaşırdığım bir olgu oldu. Televizyon programı, dediğim gibi, başarılı olmuştu. Jung birçok insandan yığınla mektup almıştı. Bunların çoğu tıbbi ya da psikolojik hiçbir bilgisi olmamasına rağmen, bu gerçekten büyük insanın ikna edici kişiliğinden, mütevazı tavrından, mizah gücünden, zarafetinden etkilenmiş, onun yaşama ve insanlara bakışında, kendi kişisel sorunlarını çözmelerine yardımcı olabilecek bir şeyler keşfetmiş olan sıradan insanlardı. Jung bundan çok hoşnuttu. Memnuniyetinin nedeni yalnızca mektuplar değildi -zaten her zaman çok mektup alırdı-; daha çok, bu mektupları normalde kendisiyle hiç temas etmeyecek olan kimselerin yazmış olmasıydı.

Bu sırada kendisi için son derece büyük anlam taşıyan bir de düş görmüştü. (Bu kitabı okurken düşlerin ne kadar önemli olduğu görülecektir.) Jung düşünde kendisini, çalışma odasında oturup dünyanın her yerinden gelmiş önemli hekimlerle, psikiyatristlerle söyleşirken değil, kamuya açık bir alanda soluk almadan onu dinleyen ve anlayan büyük bir kalabalığa konuşurken görmüştü.

Bir iki hafta sonra bu kez Foges, klinikler ya da filozofların çalışma odaları için değil de geniş kamu kesimi için bir kitap yazmasını rica etmek için geldiğinde, Jung ikna oluverdi. Ama iki koşulu vardı: Birincisi kitap yalnız kendisi tarafından değil, en yakın çalışma arkadaşlarının da katılımıyla yazılmalıydı; ikincisi de çalışmayı koordine etmeyi ve yazarlarla yayımcı arasında olabilecek bütün sorunlarla uğraşmayı ben üstlenmeliydim.

Bu giriş yazısının çok kibirli olmaması için hemen şunu belirtmeliyim ki bu ikinci koşuldan ancak bir parça hoşnut olabildim. Çünkü Jung'un beni, çok fazla değil de yalnızca bir parça zeki bulduğu, ciddiye alınacak bir psikoloji bilgim olmadığını çok iyi bildiği için seçtiğini hemen öğrenecektim. Bu şekilde ben tam da onun istediği "ortalama okur" oluyordum. Benim anlayabildiğimi, bütün okurlar anlayabüir, bana zor gelenler ise büyük olasılıkla başkalarına da zor gelirdi. Rolümün böyle değerlendiril-


mesiyle kendimi pek de şımartılmış gibi hissetmesem de -bazen yazarları çok öfkelendirmeme rağmen- son derece dürüst davranıp her paragrafın çok açık ve anlaşılır olmasında, gerektiğinde "bu kitap gerçekten geniş bir okuyucu kitlesi için yazılmış, kısmen karmaşık olan konular düşünülebilecek en basit tarzda ele alınmıştır" diye ikna olana kadar yeniden yazılmasında ısrar ettim.

Uzun tartışmalardan sonra insan ve sembollerinin kitabın ana teması olmasına karar verildi.

Jung bu yapıttaki çabşma arkadaşlarını kendisi seçti: Zürih'ten Jung'un en yakın, güvenilir yardımcısı Dr. Marie-Louise von Franz; Amerika'nın en önde gelen Jung yönelimli analisti, San Fransisko'dan Dr. Jo- seph L. Henderson; Zürih'ten yalnız deneyimli bir analist olmakla kalmayıp, aynı zamanda Jung'un özel sekreteri ve biyografisinin yazan olan Bayan Aniela Jaffe, son olarak da Jung'a göre Zürihli Jung takipçileri arasında en deneyimli yazar olan Dr. Jolande Jacobi. Bu dört psikolog hem alanlarmda büyük deneyime, beceriye sahip oldukları için hem de Jung onların hiç bencillik etmeksizin, onun yönergelerine göre bir takımın üyeleri olarak çalışacaklarını bildiği için seçilmişlerdir. Jung bütün kitabın inşasından sorumluydu ve arkadaşlarının çalışmalarım yönetecekti. Ayrıca temel bölümü, "Bilinçdışına Giriş"i de yazacaktı.

Yaşamının son yılım neredeyse tamamen bu kitaba adadı. 1961 haziranında öldüğünde kendi yazdığı bölüm tamamlanmıştı. (Bu bölümü, hastalığından on gün kadar önce bitirmişti.) Arkadaşlarının bölümlerini de taslak halindeyken incelemişti. Jung'un ölümünden sonra Dr. von Franz, kitabın onun vurgulayarak belirtmiş olduğu yönergelere uygun olarak tamamlanması yönündeki sorumluluğu üstlendi. Böylece, "İnsan ve Sembollerinin biçim ve içeriği en ince ayrıntılarına dek tamamen Jung'un kendisi tarafmdan kurgulanıp düzenlenmiş, kısmen de yazılmış oldu. Adım taşıyan bölüm -okurun anlamasını kolaylaştırmak için yapılan çok az genişletmeyi saymazsak- kendi yapıtıdır. İngilizce olarak yazılmıştır. Geri kalan bölümler çeşitli yazarlar tarafından Jung'un yönetimi, denetimi altında kaleme alınmıştır. Jung'un ölümünden sonra Dr. von Franz büyük bir sabır, anlayış ve inançla çalışarak bu kitabm yayınlanmasını sağlamıştır; bu nedenle yayınevi ve ben kendisine şükran duymaktayız.


Kitabın içeriğine gelince:

Jung'un düşünceleri modern psikolojiyi, insanın yüzeysel bir bilgiyle fark edebileceğinden çok daha fazla etkilemiştir. Örneğin "dışadönük (ekstravert)", "içedönük (intravert)", "arketip" gibi çok yaygın ve çoğu zaman da yanlış olarak kullanılan bir dizi kavram, Jungiyen kavramlardır. Ama Jung'un psikolojik düşünceye en önemli katkısı, -Freud'un "bilinçaltı" kavramı gibi- yalnızca bastırılmış arzuların bir tür saklanma yeri olarak değil de bireysel yaşamın, egonun bilinçli, düşünen dünyası gibi gerçek ve belli başlı bir parçası olarak gördüğü sonsuz kapsamlı ve zengin "bilinçdışı" kavramıdır. Bilinçdışının dili ve "kişileri", düşlerimizin bizimle bağlantı kurduğu sembollerdir.

O halde insanların ve onların semboUerinin araştırılması, aslında insanın kendi bilinçdışıyla iüşkisinin araştırılması demektir. Jung'un modeline göre bilinçdışı, bilincin büyük yardımcısı, dostu ve akıl hocasıdır. Bilinçdışıyla bağlantıyı temel olarak düşlerimiz aracılığıyla kurduğumuz için, bu kitapta, özellikle de Jung'un kendi bölümünde, düşlerin önemi öne çıkar.

Jung'un yapıtım yorumlamaya kalkışmak benim için çok iddialı olurdu. Birçok okur muhtemelen bunu benden çok daha iyi yapabilecek durumdadır. Benim rolüm, dediğim gibi, bir yorumcu değil yalmzca bir "anlaşılabilirlik süzgeci" olmaktı. Bununla birlikte, bana amatör olarak önemli görünen, belki uzman olmayan diğer okurlara da yararlı olabilecek iki noktaya işaret etmeyi gerekli görüyorum. Bunlardan birincisi düşlerle ilgilidir. Jungiyenler için düş, sembollerin anlamlarının bir katalog yardımıyla çözülebileceği bir tür şifreli yazı değildir; daha çok bireysel bi- linçdışının çok önemli kişisel dışavurumudur. O da insanın temasa geçtiği her şey gibi "gerçek"tir. Düş gören birinin kişisel bilinçdışı, kişiyle bu yolla bağlantı kurar ve kendisinden başka kimse için bir anlamı olmayan simgeleri seçer. Jungiyen psikologlar için düş yorumu, ister analiz eden ister düşü görenin kendisi tarafından yapılsın, asla birkaç ilkeye dayandırılmayacak olan - bazen de ancak bir deneme olarak yapılabilen ve çok uzun zaman gerektiren- tamamen kişiye özel, bireysel bir konudur.

Buna karşılık bilinçdışının bildirimleri düşü gören için çok büyük önem taşır, bu da elbette çok doğaldır; çünkü bilinçdışı onun varlığının bir bölümüdür ve kendisine, başka hiçbir kaynaktan alamayacağı öneri-


ler ve yönergeler verir. O halde Jung'un kalabalıklara konuştuğu düşü anlattığım zaman bir büyüden söz etmiş ya da Jung'un falcılıkla uğraştığını söylemeyi amaçlamış değilim. Yalnızca Jung'un bilinçdışının nasıl bilinçli aklıyla yaptığı bir yanlış kararı yeniden düşünmesi için "salık vermiş" olduğunu anlatmaya çalışıyordum.

Bunun sonucu olarak; Jungiyen psikologlar için düş görmek sadece bir şans işi değildir. Tam tersine her insan için kendi bilinçdışıyla temas kurmak mümkündür ve bu nedenle Jungiyenler düşleri algüamaya açık olmayı düzenli olarak kendilerine -aklıma daha iyi bir ifade gelmiyor- "öğretirler". Jung'un kendisi de bu kitabı yazıp yazmamak sorusu ile karşı karşıya kaldığında, karar vermek için bilinçli düşünmenin yanında, bi- linçdışı yardım kaynaklarım da fikir almaya çağırabilirdi. Bu kitapta düş, hep düşü görene doğrudan, kişisel ve önemli bir haber olarak ele alınacaktır; insanlığın genelinin tamdığı sembollerin ancak bireysel birer anahtar olarak kullanılabileceği, tümüyle kişisel bir haber.

İşaret etmek istediğim ikinci nokta, bu kitabın bütün yazarlarının, belki de bütün Jungiyenlerin özelliği olan karakteristik kanıt getirme yöntemidir. Kendini yalnız bilinç dünyasında yaşamak ve bilinçdışıyla her türlü teması yadsımak üzere kısıtlayan kimse, bilinçli yasanım yasalarına tabidir. Bir matematik denkleminin yanılmaz -ama çoğunlukla da anlamsız- mantığıyla, varsayılan ölçütlere göre mükemmel olan sonuçlara ulaşılır. Jung ve arkadaşlarının bu kamtlama yöntemini sınırlı oluşundan dolayı, -bilerek ya da bilmeyerek- reddettikleri görülüyor. Mantığı asla görmezden gelmiyorlar ama bilinçli olarım yanında daima bilinçdışı olam da hesaba katıyorlar. Onların diyalektik yöntemi simgeseldir ve çoğu zaman sapmalara açıktır. Görüşlerini akılcılığın sınırladığı dar bir alanda ortaya koymak yerine, olgunun çevresinde dolaşmayı, aynı nesnenin her seferinde az da olsa öncekinden farklı bir açıdan alınmış görünümünü yinelemeyi tercih ederler. Ta ki o ana dek tek bir somut kamt bulamamış olduğunu düşünen okur birden daha büyük bir gerçeğin çevresinde dolaştığını ve onu algıladığım fark edene kadar.

Jung ve arkadaşlarının kanıtları, konuları üzerinde, bir kuşun ağacın üzerinde dolaşması gibi, spiral tarzda yukarı doğru ilerler. Önce yere yalandır, yalnızca dallar ve yapraklar yığını görünür. Ama yukarıya doğru çıktıkça ağacm yinelenen farklı görünümleri bir bütün oluşturur ve çev-


resiyle de bağlantılanır. Kimi okuyucular bu "helezonik" kanıtlama yöntemini önce biraz karışık bulacaklardır ama bunun uzun süreceğini sanmıyorum. Bu Jung için karakteristiktir. Okur da kısa zamanda, nasıl ikna edilerek sürece katıldığım saptayacaktır.

Kitabın farklı bölümleri kendilerini zaten anlatıyor ve pek bir giriş gerektirmiyor. Jung'un kendi bölümü okuyucuya bilinçdışını, onun kullandığı arketipleri, sembolleri ve mesaj verdiği düşleri tamtıyor. Ardından gelen bölümde Dr. Henderson mitolojideki, halk masallarındaki ve ilkel törelerdeki çeşitli arketipsel figürü ve birleşmelerim gösteriyor. Dr. von Franz "Bireyleşme Süreci" bölümünde, tek insanda bilinç ve bilin çdışımn yavaş yavaş nasıl tanıştıklarını, birbirlerini sayıp bütünlediklerini anlatıyor. Bir bakıma bu bölüm bütün kitabm yalnız en önemli bölümü olmakla kalmıyor, Jungiyen yaşam felsefesinin özünü; insanın ancak bireyleşme süreci kapandıktan, bilinç ve bilinçdışı birbirleriyle barış içinde bir arada yaşamayı, birbirlerini karşılıklı bütünlemeyi öğrendikten sonra bir bütün, kendi içinde sakin, üretici ve mutlu olacağmı da anlatıyor. Bayan Jaffe ve Dr. Henderson, insanın bilinçdışımn sembolleri karşısında her zaman hayranlık duyduğunu gösteriyorlar. Bu sembollerin insan için çok derin anlamı, açıkça yaşamsal önemi olan içsel bir çekim gücü vardır. İster Dr. Henderson'un irdelediği mit ve masallarda ister Bayan Jaffe'nin gösterdiği gibi sanat yapıtlarında ortaya çıksınlar, bu semboller bilinçdı- şımızı sürekü uyararak doyuma ve sevince neden olurlar.

Sonunda Dr. Jacobi'nin bölümü üzerine de kısa birkaç söz söylemeliyim. Bu bölüm, ilginç ve başarılı bir analizin kısaltılmış raporu olarak öbürlerinden ayrılmaktadır. Bu tür bir kitapta böyle bir bölümün değeri apaçıktır; buna rağmen iki açıklama zorunludur. Birincisi; öğretici, tipik bir Jungiyen analiz yoktur çünkü her düş özel, bireysel bir mesajdır ve bi- linçdışı simgelerinin aynı şekilde kullanıldığı iki düş olmaz. Bu yüzden de her Jungiyen analiz kendi türünde biriciktir ve Dr. Jacobi'nin -ya da bir başkasmm- muayenehanesinden gelen bu düşü "temsil eden" ya da "tipik" olarak değerlendirmek yanlış olur. Henry'ye ve kısmen garip olan düşlerine dair söyleyebileceğimiz, yalnızca bununla Jungiyen analizin özgün bir olguda nasıl uygulandığına iyi bir örnek olduğudur. İkincisi ise tam olarak ele almak istersek, oldukça basit bir olgunun öyküsüyle bütün bir kitabı doldurabileceğimizdir. Henry'nin analizine dair rapor zorunlu


olarak çok kısaltılmıştır. Bu yüzden de örneğin I Ching üzerine yorumlar bir parça karanlıkta kalmıştır. Buna rağmen Henry'nin analizinin derinlemesine anlatımının, insani ilgiden öte kitabı da çok zenginleştirdiğini düşünüyoruz. Ben okurların da bu görüşü paylaşacağından enıinim.

Önsözüme Jung'un "İnsan ve Sembolleri"ni yazmaya giriştiğini anlatmakla başlamıştım. Bu önsözü, bu kitabın nasıl önemli bir yayın olduğunu okuyucuya bir kez daha belirterek kapatıyorum. Carl Gustav Jung bütün zamanların en büyük hekimlerinden ve bu yüzyılın en büyük düşünürlerinden biriydi. Ereği insanlara kendilerini tanımada yardımcı olmaktı; bu bilgiler ve bunların uygulanmasıyla doygun, mutlu bir yaşam sürmeliydiler. Tanıdığım başka hiç kimsenin sürmediği kadar doygun ve mutlu geçen kendi yaşamının sonunda Jung, kalan gücünü, mesajım şimdiye kadar ulaştırmaya çalıştıklarından daha büyük bir kitleye ulaştırmak için kullanmaya karar verdi. Yapıtım ve yaşamım aynı ay içinde tamamladı. Bu kitap onun geniş okur kitlesine vasiyetidir.


Çeviriye önsöz: Ali Nahit Babaoğlu

Bu kitabı ilk olarak çeyrek yüzyıl kadar önce elime almıştım. Ama Jung'u ve okulunu oldukça iyi bildiğimi sanmama, kitabın hayranlık uyandıran baskı ve içeriğine rağmen, onu pratiğimde kullanabilecek kadar iyi anlayıp kavradığımı ileri süremem. Lisenin birinci sınıfından beri eğilimim klasik bağlamda psikanalitik yönde olmuştu. Psikiyatri eğitimimde de hep psikanaliz temelinden ayrılmadan yürümüştüm. Ancak bu kitapla tanışmamla hemen aynı zamanda, bir yönetilmiş düşleme yöntemi olan, Leuner'in "Katatimik Görüntü Yaşantısı" yönteminin eğitimini almaya ve Prof. Prokop'un bir çalıştayı aracüığıyla da Jung'un kişiliği ve kavramlarını yakından tanımaya başladım. Leuner yöntemini uygulama aşamasına geldikten sonra Türkiye'ye döndüm. Gerek muayenehanede gerekse eğitici görevimde o yöntemi bolca kullanma fırsatı oldu. Yöntemin önümde açtığı ufukla sembollerin ne denli evrensel olduğunu gördüm. Bunun yanında, ülkemiz insanının iç dünyasmın da bütün tarihi kucaklar boyutta zengin olduğunu fark ettikçe, hastalarımın olağan gece düşlerini de ele almaya başladım. Giderek hastalarımla aramızda, o zengin bilinçdışı dünyaya daha kolay girebileceğim bir köprü, bir tür özgün dil oluştu. Düşlerini, düşlemelerini doğru yorumladığımdan emin olmadığımda bile hastalarımın sübjektif olarak duydukları mutluluk ve durmadan yeni düşler getirmeleri, düşleme seansları için ısrar etmeleri çok dikkat çekiciydi. Elbette onlara az çok yardımcı olabilmek için Jung'a başvuruşum da gittikçe artmaktaydı. Böylece onun yazılarının pek çoğunu okudum. Bu kitabın Jung tarafından yazılmış olan ilk makalesini de çevirmiştim. Jung'u anlatan bir bölümle birlikte, o zamanki Triumph marka daktilomla yazdıklarımın fotokopilerini asistanlarıma dağıtıyordum. Son dört, beş yü- dan beri de İsviçre Jung Enstitüsü önceki başkanı Barz'm geliştirdiği yöntemle Jungiyen Psikodrama'da eğitim alıyorum.

Sevgili Cem Mumcu'dan bu kitabm Okuyan Us Yayın tarafından yayınlanacağını öğrenince de çevirmek için heyecanla öne atıldım. O sırada "Psikiyatri Tarihi" kitabımın son bölümleri üzerinde çalışıyordum. Onu bitirir bitirmez bu çeviriye sarıldım. Ancak çeviri ilk anda sandığımdan biraz daha zor oldu. Bunun nedeni her şeyden önce kitabm beş ayrı yazarın elinden çıkmış olmasıydı. Her birinin ayrı stili olan yazarlarm, stü- lerine az çok uygun şekilde çevrilmesi, çeviriyi aynı kişi yapıyorsa pek kolay değildir. İkinci ve daha da önemli olan bir nokta, kitabm ana dilleri Almanca olan yazarlar tarafından bizzat İngilizce yazılmış olması ve gene bizzat kendileri tarafından Almanca'ya kazandırılmış olmasıydı. Yazarlar bu çeviride basit bir doğrudan çeviriyle yetinmemişler, yazdıklarını yeniden yazmışlardı. Bu yüzden de İngilizce ve Almanca baskılar arasında belirgin farklar bulunuyordu. Özellikle de çeşitli yazar ve sanatçılara referans verdiklerinde, bir halk tarafından tamnan yapıtları kısa geçerken, o halkın tanıma olasılığı az olanları ise daha ayrıntılı olarak anlatmışlardı. Türk okuru için ise her iki metnin karşılaştırılarak daha ayrıntılı olanın verilmesi yolunu tutmak daha uygun görünüyordu. Bu durum hemen her paragrafı her iki metinden de okuyarak aralarından seçim yapmayı gerektiriyor, bu da işi uzatıyordu. Kitabın resimli olarak, aslına olabildiğince sadık yayınlanmasına karar vermiştik. Resimler olmadan metin çok yoksul kalacaktı. Elbette bu, resim altı yazıların da teker teker çevrilmesini gerektiriyordu. Bir de görüleceği gibi kitapta dip notlar kullanılmamış, verilmesi gereken açıklama notları kitabın sonuna eklenmiştir. Açıklayıcüık bakımından çok önemli olan bu notların da sadakatla çevrilmesi gerekiyordu.

Kitapta birçok yerde Kuran ve Kutsal Kitap'tan alıntılar bulunmaktadır. Bu alıntılarda bulunan özel adların birçoğu bizim inançlarımıza yerleşmiş olan, dolayısıyla bizim dilimizde de karşılığı bulunan adlardı. Ben de metinde kullanılan Almanca ya da İngilizce adları değil, bize tamdık olan o Türkçe adları yeğledim. Metne giren Kutsal Kitap söylemlerini de yeniden çevirmek yerine Kitab-ı Mukaddes Şirketi yayım olan çeviriden olduğu gibi aldım. Kimi yerlerde ise, İslama ilişkin olarak yazarların bilgilerini çeşitli dolaylı çevirilerden almış olmalarından kaynaklanan hata sayılabilecek noktalar bulunuyordu. O tip durumlarda da kendi notumu (çn.) [çevirenin notu] işaretiyle dip not olarak yazmak en iyi yoldu.

Bütün zorluklarına rağmen, mesleki gelişimimde en büyük etkileri yapmış olan kişinin, C. G. Jung'un son yapıtım dilimize kazandırmak işlevini yüklendiğimden ötürü çok mutluyum. Onun görüşlerinin Türkiye'nin zengin ve renkli kültürünü aydmlatmada çok faydalı olacağma inancım tamdır. Bu kitap renkli, resimli ve oldukça kolay anlaşılabilir olması sayesinde daha geniş bir okur kitlesinde ilgi ve merak uyandırabilirse, ateşleyeceği yeni araştırmalar kültürümüze olduğu kadar dünya kültürüne de taze bir ışık serpecektir. O zaman, kitabın önsözünde de belirtilen "Jung'un kitlelere vasiyeti" en verimli sonucunu verecektir. Carl Gustav Jung gerçekten bütün zamanların en büyük hekimlerinden biriydi. Anısının önünde saygıyla eğiliyorum.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar