BÜYÜK İHANET ALBERT KAHN
Türkçesi:MEHMET H. DOĞAN
Hükümete ihanet, insanlara ihanetten daha hafif bir suçtur.
Binbir yolu vardır, halka ihanet etmenin: halk, şiddet, dehşet ve işkence
yolu ile baskı altına atmabilir. Milyonlarca kadın ve erkek sömürülebilir,
özgürlüğü alınabilir, yoksulluğa düşürülebilir; zorba yasalar çıkar tılabilir,
mahkemeler baskı aracı haline getirilebilir; yalan bir propaganda, ortada hiç
neden yokken, toplumun iki kesimini birbiri karşısına dikebilir; savaş yapılabilir
ve bir zamanların acayip simyacıları gibi insan kanından altın çıkarılabilir.
îşte halka böyle ihanet edilir.
İhanet edenler hep aynı kişilerdir; bunlar, ne pahasına olursa olsun
iktidarı ellerinde tutmağa ve büyük çoğunluğun fedakârlığı pahasına kendi
yararlarım arttırmıya kararlı küçük bir ayrıcalıklı azınlıktır.
Bu ihanet, dünya tarihinde yeni bir olay da değildir. Tarih, bu
kara iplikle dokunmuştur. Ama çağımızda halk, daha önce elinde olmayan birtakım
güçler elde etmiştir artık, daha iyi hayat koşulları istemektedir; buna
karşılık, kütleye boyun eğdirmek için bazılarının aldığı tedbirler de gitgide
daha kaba ve umutsuz olmaktadır. Faşizm, bu kabalıktan ve umutsuzluktan doğmuştur.
Nazi rejimine karşı yılmadan savaşan Alman yurttaşı hain değildi, açık
yürekli bir yurtseverdi. Oysa nazi hükümeti vatana ihanet ediyordu.
Bu kitap, Amerikan halkına nasıl ihanet edildiğinin hikâyesidir. Yazarın
anlattığı suçlar, çevrilen dolaplar, okuyucuyu eğlendirmek için seçilmiş
değildir; birçok yerleri, orta sınıfdan Amerikalı yurtdaşı şaşkına
döndürecektir belki de. Ne var ki, Amerikalıların, geçmişte kendilerine karşı
kullanılmış ihanet yöntemlerini tanımlamaları kaçınılmaz bir şeydir, çünkü
bugün aynı şeylerin yeniden hortlamasını görmek tehlikesi ile karşı kar-
şıyadtrlar. Amerika'da demokrasiyi, dünyada barışı koruyabilmek için bunları
anlamak zorundadırlar.
Bu kitabı, Amerikalılar, ülkelerini tehdit eden tehlikenin hergün biraz daha
büyüdüğünü görsünler de, ona bu yolu tıkasınlar umuduyla yazdım.
YARGIÇLARA SON SÖZÜM
Yeter,
kendimden bahsettiğimi az daha Saeco'yu unutuyordum.
Sacco da benim gibi fşçi,
kendini bildi bileli idinin âşığı,
İşinin ehli,
kazancı yerinde, îşİ yolunda, bankada
hesabı da var,
karısı akçapakça, kendi halinde bir
hatun,
İki
de gül gibi çocuğu var, kutu gibi bir evi, bîr yanında bir çay akar, öbür yanı
orman.
Sacco duygulu, namustu, inanır adam,
İnsan adam Sacco,
tabiata vurgun, insanlığa âşık, erkek
adam Sacco;
insanlık aşkına, hürlük uğruna
varından yoğundan vazgeçmiş,
para dememiş, rahat dememiş, bırakmış
hepsini,
canı gibi sevdiği karısını,
çocuklarını,
ve canını hiçe saymış Sacco.
Hırsızlık
etmek Sacco'nun aklından bile geçmemiştir, ti erde adam öldürmek!
Ne o ne ben, aklımız ereliberl,
alın
t erimizle kazandığımızdan gayrısına el sürmemişiz, haram lokma geçmemiş
gırtlağımızdan, değil hırsızlık etmek!
Ne diyorlardı? ben daha hinoğlu
hinmişim;
doğru, ağzım daha iyi lâf yapıyor ama
bilin ki, o arınmış inancı haykıran o
erkekçe sesi dinlerken,
Sacco ayağa kalkıp; konuşmağa başladı
mıydı,
hatırlıyorum da nelere göğüs
gerdiğini, nelerden vazgeçtiğini
onun yanında bir hiç olduğumu
anlıyorum,
yaşarıverİyor birden gözlerim,
bir şey tıkanıyor şuracığıma,
beni ağlarken görmesin diye
bilseniz, kendimi nasıl zoruna
tutuyorum;
İşte
bu adama hırsız dediniz, kaatil dediniz, mahkûm ettiniz. Sacco unutulmayacak
ama.
Katzmann'ın
kemikleri, sizin kemikleriniz hep un ufak olduktan sonra,
Katzmann'ın adı, sizin adınız,
kanunlarınız nizamlarınız ve o
sahte Tanrınız
ve
insan İnsanın kurdudur diyen bu uğursuz çağ, hepsi hepsi geçmişe karıştıktan,
silinip gittikten sonra bile halkın gönlünde yaşayacak Sacco.
Bunlar
gelmese başıma, siz çıkmasaydınız karşıma, ona buna dert anlatacağım diye köşe
başlarında harcar giderdim ömrümü,
silik, belirsiz, yenilmiş titretir
giderdim kuyruğu.
Ama şimdi öyle mi ya!
Bizim başarımız bu ölüm, bizim
zaferimiz bu.
Dünyada aklımıza gelmezdi böyle
yararlı olacağımız,
insanlık için, adalet İçin, hürlük
için
eskaza gördüğümüz bu hizmeti
bir kerre değil, on kerre yaşaşak
yapamazdık.
Dediklerimiz, hayatımız, çektiklerimiz hiç kalır bunun yanında hiç kalır
yanında idamımız - bir kunduracıyla bir işportacı parçasının İdamı
Yaşayacağımız o son anı elimizden
atamazsınız ya!
O bizim İşte, o bizim zaferimiz.
Bartolomeo VANZETTİ Türkçe söyleyen: Can YÜCEL
Sacco ile Vanzetti dâvası, Harding ve Coolidge hükümetleri dönemi
boyunca sürdü. 5 Mayıs 1920 de iki İtalyan işçisinin tutuklanması ile başladı,
yedi yıl üç ay onsekiz gün sonra, 23 Ağustos 1927 de iki insanın İdamı ile sona
erdi.
Harward Üniversitesi profesörlerinden Felix Frank- furter’in bu konuda
söyledikleri, dâvanın «basit bir hırsızlık ve adam öldürme olayı» olmadığım ve
«iki insanın hayatından daha çok şey» ifade ettiğini ortaya koyuyordu.
Bu dâva bir facia haline dönmeden önce, savaştan sonraki sert mücadele
içinde yer alan toplumsal unsurların, canlı ve sönük renklerini yansıtan bir
prizma olmuştu.
Nicola Sacco, tutuklandığı zaman, işinin ehli bir kunduracı, ailesine çok
bağlı, tabiata karşı duyduğu derin aşkla avunan yirmibeş yaşında bir İtalyan
göçmeniydi. Sacco'nun çalıştığı fabrikanın sahibi Mİchael Kel- ley onu,
«sabahın dördünde kalkıp bahçesinde çalışan,
saat yedide
fabrikaya gelen, akşam yemeğinden sonra yeniden, gecenin dokuzuna yada onuna
kadar bahçede sulama işlerile uğraşan bir adam» olarak tasvir etti. «Kendisine
gerekenden fazla sebze eker, fazlasını» yoksullara dağıtmanı için bana getirirdi.»
diyor.
Bartolomeo Vanzetti, otuziki yaşında bir gezgin satıcı, sokaklarda
dolaşarak balık satan bir İtalyan göçmeniydi. Kendi kendini yetiştirmişti;
edebiyatta, tarihte ve felsefede çok kültürlü idi. Diğerleri arasında en
sevdiği yazarlar, Kropotkin, Gorki, Marx, Renan, Dar- wüı, Zola, Tolstoy’du,
Bu iki insan, anarşist felsefeye inanıyordu, ikisi de grevlerde ve diğer
işçi mücadelelerinde faaliyet göstermişti, Çok sıkı dosttular.
Palmer’in polis baskınlarının en azgın olduğu bir sırada tutuklandıkları
zaman Vanzetti iki, Sacco ise bir suça katılmış olmakla suçlandırıldı,
Vanzetti, Bridge- vvater'deki (Massachusetts) L. Q. White Shoe Company’- nin
işçilerine ait ücretleri çalmak teşebbüsünde yer almış olmakla; yine o ve
Sacco, güney Bramtree'deki Slater and Norrill Shoe Factory'de olan benzeri
hırsızlık suçuna katılmış olmakla suçlandırıldılar; bu hırsızlık sırasında
hırsızlar, ücretleri dağıtan memur Frederic Parmenter'i ve muhafız Alessandro
Berardelli'yi öldürmüşlerdi.
Adalet Bakanlığı ta başından bu dâva ile ilgilendi. Sacco ile Vanzetti,
J. Edgar Hoover’in emirleri ile Araştırma Bürosunun genel istihbarat
dairesince düzenlenen «tehlikeli İhtilâlciler» listesinde sadece isimleri olmakla
kalmıyorlardı. Fakat asıl önemli taraf, bu iki adamın, Adalet Bakanlığı
tarafından yasaya aykırı bir şekilde tutuklanan ve tam sekiz hafta New-York'ta
Park Row Building'te işkence edilen ve nihayet 3 Mayıs 192O gecesi dördüncü
katın bir penceresinden kendini atan anarşist Italyan matbaa işçisi Andrea Salcedo'nun
ölümüne uygunsuz bir merak göstermiş olmalarıydı.
Bu dâvaya memur edilen federal ajanlardan biri olan Fred J. Vveygand daha
sonra, yemin üzerine, Sacco ile Vanzetti'nin kaderine Adalet Bakanlığının
oynadığı esas rolü anlattı:
«Samimiyetle inanmıştım, daima da öyleydim ve hâlen de inanıyorum... ki,
meseleyi pek az bilen Adalet Bakanlığının Boston ajanlarının fikri de
böyleydi: bu adamlar (Sacco île Vanzetti) Brantree'nin katilleri ile kesin
olarak birlikte değillerdi. Sanıyorum ki onların mahkumiyeti, Adalet
Bakanlığının Boston ajanları ile Bölge Savcısı arasında kararlaştırılmış bir
anlaşma sonucuydu,»
Felix Frankfurter, Sacco ile Vanzetti olayı hakkın- daki bir
açıklamasında şöyle yazıyordu: «Dâva sırasında reddedilmeyen olaylar
kanıtlanmıştır ki, Sacco ile Vanzetti’nin öldürme suçu ile suçlandırıl malan,
yıkıcı eylemlerinden Ötürü memleketi bu ftalyaniardan temizlemek için Adalet Bakanlığı
ajanlarının ve savcının düzenledikleri darbenin bir kısmıydı.»
22 Haziran 1920: Vanzetti, önceden tasarlanmış hırsızlıktan, önceden
tasarlanmış adam öldürmeden ve teşebbüs halinde kalan Bridgewater soygununa
iştirakten sanık olarak Plymouth (Massachusetts) Yüksek Mahkemesi önüne çıktı.
Mahkeme Başkanımn adı, Thayer idi. WorcesterJli katı yürekli, ihtiyar
bir yargıçtı bu, îddia makamında Frederick G, Katzman bulunuyordu.
Suçun işlendiği sırada sanığın, Bridgewater'den yüzlerce kilometre uzakta
bulunduğunu ifade eden yirmiye yakın kişinin tanıklığına rağmen, her iki
olayda Vanzetti nin suçu sabit görüldü ve yargıç Thayer oniki yıldan başlıyan
hapis cezasına mahkûm etti onu.
Felix Frankfurter, Vanzetti'nin mahkûm edilmesine esas teşkil eden
delilleri şöyle değerlendiriyor:
«Brindgewater dâvasında Vanzetti'nin kimliğini saptamakta kullanılan
ölçüler ba- zan çok gülünç idi. Tanıklık etmeğe gelen küçük bir gazete
satıcısı, tabancalar atılırken bir telefon kabinesinin arkasına sığındığını,
katili farkettiğini, «koşuş tarzından onun bir yabancı olduğunu derhal anladığını»
söyleyince bu ölçü artık ölçü olmaktan çıkmıştı. Vanzetti de bir yabancıydı,
öyleyse bu, olsa olsa Vanzettiydi!»
Yargıç Thayer, jüriye dönerek şöyle dedi: «Bu adam itham edildiği suçları
işlememiş olsa bile, ahlâkça suçludur, çünkü bizim kurulu düzenimizin düşmanıdır.»
Dâvadan bir süre sonra bu taraf tutan yargının tam metni bir türlü bulunamaz
oldu, çünkü onbeş sayfalık tutanak nasıl olduğu bilinmez bir şekilde kaybolmuştu
ve hiç bir zaman da bulunamadı (’).
Devletin adalet cihazı, sanıklardan birinin suçlu olduğunu ispat etmeyi
başardıktan sonra, Sacco ile Van- zetti’yi Güney Braintree’deki soygun
sırasında Ales- sandro Braııdelli’yi ve Frederic Parmenter'i öldürmüş olmakla
suçlamak daha kolay oldu.
31 Mayıs 1921 de Sacco
ile Vanzetti, yargıç Thayer’-
(1)
1928 yazında, eski kürek
mahkûmu Frank Silva, Brodgevvater soygununun, kendisi ve birçok gangsfer
tarafından düzenlendiğini iriraf etti. 31 Ekim 1928 de OUTLOOK and INDE-
PENDENT dergisi diğer kesin delillerle birlikte Silva'nın ifi- rafını
yayınladı.
in başkanlık
ettiği bir mahkeme önüne yeniden çıktılar. tddia makamında savcı Katzman
bulunuyordu.
Dâva, Dedham'da (Massachusetts) Norfolk Yüksek Mahkemesinde görüldü.
Burası, Boston un en tuzu-kuru kimselerinin yaşadığı bir eğlence banliyösüydü.
Memleketin öbür tarafları gibi Dedham da henüz savaş sonrası kızıl düşmanlığı
hiddeti içindeydi. Dedham adliye sarayı, polis tarafından sıkı bir şekilde
korunuyordu. Silâh taşımadıklarından emin olmak için, girişte, gazetecilerin
bile üstleri arandı.
Edmund M. Morgan ile Louis Joughin, dâva hakkında yazdıkları, «Sacco ile
Vanzetti'nin Vasiyetnamesi» adlı değerli incelemelerinde şöyle diyorlar:
«Sanıklar hakkında hüküm verecek olan jüri üyeleri, insanlık bilinçleri,
kendi hudutsuz ihtiraslarına dokunan bir sorunu çözmek yeteneğinde olmayan insanlar
arasından seçilmişti. Bu jüriden ancak böylesine aşağılık bir hüküm
beklenebilirdi, kaçınılamazdı bundan. Çürük bir toplumun kararları da çürük
olur elbet.»
Dâvanın başlangıcında, Jüri Başkanı Harry H. Rıp- ley’in bir dostu ona,
iki adamın, içlerinden birinin çalıştığı fabrikaya güpe gündüz hücum
etmelerinin, kendisine pek de akla yakın gelmediğini söyle-di. Jüri Başkanı
«Yazık, ama ne yapalım,» diye cevap verdi. «Ne olursa olsun asılmaları
gerekiyor.»
Sacco ile Vanzetti'yi haydutların arabası içinde kaçarken görmüş
olduklarım ifade etmeğe gelen başlıca «görgü tanıkları» arasında, Carlos E.
Goödridge adlı biri de vardı. Aslında bu isim takmaydı. Tanık «Goodrid- ge»
eski bir pranga mahkumu, dolandırıcının biri ve hırsızlıktan iki yıl hapiste
yatmış tam bir yalancı tanıktı;
bir sigorta
şirketine pahalıya malolmuş bir yangın çıkarma işine karışmıştı ve tanıklık
etmeğe geldiği zaman da hırsızlıktan sanık bulunduğu New-York eyaletinden
kaçmağa mecbur olmuştu. Savunma avukatı, adlî sicilinin kısa bir tarihçesini
elde etmek için onu sorguya çekerek, «Goodridge»in dürüstlüğünden şüphe uyandırmağa
teşebbüs edince, savcı Katzman itiraz etti. Yargıç Thayer acele itirazı
destekledi.
Mahkeme tercümanı, Joseph Ross adlı biriydi, Bu adam, Yargıç Thayer gibi
savcı Katzman'ın da çok iyi dostuydu, hattâ yargıç dostunu pek sevdiğinden
oğluna VVebster Thayer Ross adını vermişti. Vanzetti, bütün duruşma boyunca,
Rossun savcılığın isteğine uygun tercümelerine itiraz etti. Yargıç Thayer
merhametsizce Vanzetti’nin itirazlarım reddetti. Dâvadan az bir süre sonra
Ross, başka bir dâva sırasında yargıca rüşvet teklif etmek
suçundan hapse mahkûm edildi.
Adalet Bakanlığının, Sacco ile Vanzetti dâvası hak- kmdaki soruşturmayı
yöneten ve suçlamaya yarayıcı bilgiler sağlayan ajanları arasmda Shaughnessy
adında biri de bulunuyordu. Bu adam, daha sonra soygunculuk suçu ile
tutuklanmış ve on iki yıl hapse mahkûm edilmiştir, Bu dâvaya ismi kansan
başlıca devlet memurlarından biri, dâvayı izleyen dinleyicilere göre resmî görüşü
temsil eden ve vali Ailen T. Fuller iljs sıkı temaslarda bulunan Baş Savcı
Arthur K. Readıng idi. Rea- ding, 192S de, izlemekle görevli bulunduğu birine,
kendisine 25 bin dolar kazandıracak bir şantaj yapmak suçu ile tutuklandı.
Massachusetts Temsilciler Odası'nm hücumuna uğradı. İstifa etmeğe mecbur oldu
ve nihayet Barodan çıkarıldı.
Daha ilk günden dâvada açıkça taraf tutulduğu görülüyordu. Sanıkların
lehine tanıklık etmek için duruşmaya çıkan İtalyan asıllı Amerikalılar, kaba
alaylara ve
14
tahkirlere maruz
kaldılar, İngilizceyi kötü konuşmaları alay konusu oldu. Aynı durum Sacco ile
Vanzetti'nin de başına geldi. Müdafaa avukatı tarafından bu gibi hareketlere
yapılan itirazlar yargıç Thayer tarafından gözden kaçmıyacak şekilde
tarafsızlıkla reddedildiler. Felix Frankfurter şöyle anlatıyor:
«Savcı, sanıkların başka kandan oluşlarım, noksan îngilizce bilgilerini,
halkın ho~ şuna gitmeyen siyasî inançlarını ve savaş aleyhtarlıklarını sistemli
bir şekilde sömürdü; böylece onlara karşı bir siyaset ve vatanseverlik
dalgası yükseltmiş oldu; yargıca gelince o, bu meselede suç ortağı oldu ve
hattâ onlarla işbirliği yaptı diyebilirim,»
Adalet Sarayının dışında da, sanıklara karşı duyduğu düşmanlığı,
içerdekinden daha fazla gizlemeğe çalışmadı. Sacco ile Vanzetti'ye apaçık bir
aşağılama ile davrandı. Ve savunma avukatlarını güç duruma düşürmek
için elinden geleni yaptı.
Yargıç Thayer'in çok kere bu dâvayı tartışmak fırsatını, bulduğu, Boston
Üniversite kulübündeki bir ta- tamdığı, George U. Crooker daha sonra şunları
anlattı:
«Sözleri ve davranışları, bana açıkça şu izlenimi vermişti: bu adamları
«kızıl» oldukları için mahkûm etmekle görevliydi. Yargıç Thayer'in bana, sonuç
olarak, «Kızıllarca ve anarşistlere karşı kendimizi korumak için birlik halinde
bulunmak zorunda olduğumu- su söylediğim hatırlıyorum.»
14 Temmuz 1921 : Yargıç Thayer'in inkâr edilmez bir şekilde tesiri
altında kalan jüri, Sacco ve Vanzetti- yi, adam öldürme’den suçlu bulunduğunu
ilân etti, Sacco ile Vanzetti'nin tutuklanmalarından beri geçen yıl boyunca,
Birleşik Devletlerde gittikçe büyüyen bir kısım ilerici ve işçi hareketi, iki
İtalyan emekçisinin savunması etrafında toplanmıştı, iki insanın kurtuluşu için
millet çapında canlı bir mücadele başladı: Kampanya, Sacco ile Vanzettİ’yi
Savunma Komitesi tarafından yürütüldü. Art Shield gibi çok değerli sol
gazeteciler, olayın gerçek yüzünü anlattılar. Elizabeth Gurley Flynn, Ella
Reeve Bloor, Carlo Tresca, Fred Biedenkapp gibi, özgürlüğün ateşli savunucuları
her eyalette söz alıp konuştular.
Suçlu olduklarına dair hükmün öğrenildiği o günlerde Sacco ile
Vanzetti’nin dâvası, milletlerarası «ünlü bir dâva» olmağa doğru gidiyordu.
Ondan sonraki aylar boyunca, bütün Avrupa’da, büyük protesto mitingleri
düzenlendi. Onbinlerce kişi Amerikan elçiliği önünde gösteri yaptı. Bütün
kıtalardan ünlü yazar ve bilginler, devlet adamları ve filozoflar, hukukçular
ve sendika liderleri, Sacco ile Vanzetti'nin hayatını kurtarmak için açılan bu
dünya çapındaki kampanyaya katıldılar.
New-York Times
gazetesi alaylı bir dille : «Baştanbaşa bütün Avrupa'da aynı toptan kesme
birçok Bolşevik, bir adaletsizlik iddiası ile ulumaya koyulacak gibimize
geliyor...» diye yazıyordu.
1920 Temmuzundan 1924 Ekimine kadar, Sacco ile Vanzetti'yi Savunma
Komitesi, Yargıç Thayer'e, yeni delillerin ortaya çıkması üzerine tanıklarla
iddia makamının yüzleştirilmesi, kamu tanıklarına tanıklıklarının bozulmuş
olduğunu itiraf ettirebilmek esasına dayanan ve dâvanın yeni baştan görülmesini
isteyen bir sıra dilekçe gönderdi. Bu dilekçelere, ciltler dolusu belge, Sacco
ile Vanzetti'nin suçsuzluklarını ortaya koyan yüzlerce sayfa yeminli tanık
ifadesi eklenmişti.
1 Ekim 1924 te yargıç Thayer bütün bu dilekçeleri reddetti.
Ondan sonraki ay, yargıç Thayer, Darmouth Kolejinden profösör James P.
Richardson'a gururla diyordu ki: «Bu namussuz anarşistlere geçenlerde ne
yaptığımı gördünüz! öyle zannediyorum ki bu, bir zaman için yeter onlara...
Yüksek Mahkemeye başvursunlar, ordan ne elde edeceklerini hepimiz iyice
göreceğiz!»
Massachusetts Yüksek Adalet Divam «Yeniden muhakeme isteği
reddedilmiştir. Hüküm onaylanmıştır.» kararını verdi.
18 Kasım 1925 te ortaya, yeni bir duygusal öge çıktı. O gün; Sacco’ya,
Dedhanı hapisanesiııdeki mahkumlardan Celestino F. Madeiros'un imzalı bir
pusulasını verdiler.
Bu, bir banka soygunu sırasında veznedarı Öldürmek suçundan ölüme mahkûm
edilen Portekizli genç bir suçlu idi. Madeiros: «Bu mektupta, Güney Braintree
Shie Company cinayetine katıldığımı ve Sacco ile Vanzetti'nin bu cinayetle
ilgileri olmadığını açıklıyorum» diye yazıyordu.
Bu itirafı yapmadan az önce Calestino Madeiros mahkemeye çağırılmış ve
idamdan kurtulmak için kendisine bazı şanslar verilmişti. Buna rağmen
Madeiros, Güney Braintree cinayetine katıldığım itiraf ediyordu. Madeiros:
«Sacco’nun karısını yavrulan ile buraya gelirken gördüm, çocuklara içim acıdı»
diye açıkladı.
Sacco, Madeiros’un itiraf mektubunu, Boston’un meşhur savcısı William G.
Thompson'a ulaştırdı: bu savcı, 1924 sonbaharının bitiminden beri, kendilerine
Fred Moore gibi işçi davalarını pek iyi bilen bir avukat sağlamakla, Sacco ile
Vanzetti'nin savunmasını destekliyordu, Thompson hemen, Maderios’un itiraft
ile ilgili olayların doğruluğunu incelemek için sıkı bir araştırma teşebbüsünde
bulundu. Thompson, Güney Braintree soygununu Madeiros'un ve Providence'm
(Rhode İsland) ünlü Morelli soyguncu çetesinin baş adamının yaptıklarını ve
cinayetleri de onların işlediklerini doğrulayan birçok delil buldu.
26 Mayıs 1926 da Thompson, dâvasının yeni baştan görülmesini isteyen bir
dilekçeyle birlikte araştırmasının sonuçlarını yargıç Thayer’e gönderdi.
Beş ay sonra yargıç Thayer ellibeş sayfalık bir açıklama ile yeniden
muhakemeye taraftar olmadığını bildirdi. Profesör Frankfurter, yargıç Thayer’in
bitmez tükenmez açıklamasına dair şöyle yazıyordu :
«Şunu, derin bir esefle fakat yalanlanacağından en ufak bir şüphe
duymaksızın söylüyorum ki, yargıç Thayer tarafından beyan edilen fikir bu
raporun bizde uyandırdığı düşünce ile halkın düşünce ve oy'unun bizde
uyandırdığı düşünce arasındaki uyuşmazlıklar bakımından yeni zamanların eşine
bir daha rastlanmayan - ne mutluluktur - bir olayı olarak kalıyor. Bu 25.000
kelimelik belge sahte alıntılara, sahte gözlemlere, atlanmış veya tahrif edilmiş
metinlere sadık kalınmaktan başka türlü kaleme alınmış olamazdı.»
Yüksek Adalet Divanı, yargıç Thayer'în tarafını tuttu.
Yedi yıllık hapisten sonra, 7 Nisan 1927 de Sacco ile Vanzetti,
haklarında verilen hükmü dinlemek için yargıç Tlıayer’in önüne çıktılar.
Zabıt kâtibi: «Ölüme mahkûm edildiniz, buna karşı söyleyecek şeyiniz var
mı?» diye sordu.
Sacco: «Evet, bayım.»
diye cevap verdi, «Böyle za- lirn bir mahkeme heyetini ne gördüm, ne işittim,
ne de tarihte okudum.»
Vanzetti konuştu: «Yedi yıldır çektiğimiz acıyı insan dili ifade
edcııez, buna rağmen ben yine öııünüzde- yivıi görüyorsunuz, titremiyorum,
rengim değişmiyor, gözlerinize dosdoğru bakıyorum, yüzüm kızarmıyor,
utanmıyorum, korkmuyorum!»
Vanzetti sonuç olarak şöyle dedi: «Dediğim şu: Ne bir kopek ne bir yılan,
hattâ yeryüzünün en aşağılık ve en kötü herhangi bir yaratığı haksız yere bana
yüklenen suçlar yüzünden çektiğim acılan çekmesin, dilemem! Bir İtalyan olduğum
için acı çektim, İtalyan olduğum da gerçektir; kendimden daha çok ailem ve
sevdiğim kimseler için acı çektim, fakat haklı olduğuma o kadar inancım var ki,
eğer beni iki defa idam edebilseniz ve ben iki defa yeniden doğabilsem, yine bu
gün yaptığım şeyleri yapmak için yaşamak isterdim. Söyleyeceklerim ’ou kadar,
teşekkür ederim.»
Yargıç Thayer, Sacco ile Vanzetti’yi, 10 Temmuz 1927'de elektrikli
sandalyede ölüme mahkûm etti.
Thayer acele ile mahkeme salonunu terkederken bir gazeteci grubu ile
karşılaştı. «Ne haber çocuklar, nasıl oldu?); diye sordu. Gazeteciler cevap
vermediler. Yargıç, «Size karşı çok kere nazik davrandım, değil mi çocuklar?»
dedi. «Şimdiyse bakm siz bana nasıl davranıyorsunuz.»
İki insanın idamının önce 10 Ağustos’a, daha sonra 21 Ağustos,a
bırakılması ile geçen dört buçuk ay boyunca Adalet Bakanlığına ve Massachusetts
eyaletinin başkentine, hükme karşı itirazlar ve dâvanın yeniden görülmesini
isteyen dilekçeler yağdı. Paris'te, Madrid ve Mexico’da, Londra ve Havana'd a,
Bâle ve Buenos-Aires'- te ve ülkenin yirmi kadar şehrinde büyük kütle gösterileri
oldu. Danimarka’da, Avusturalya’da, Güney Afrika’da, Orta Amerika’da ve Güney
Amerika'da işçiler protesto grevleri yaptılar. Romanı Rolland, Albert Einste'-
in, Martin Anderson Nexo, George Bernard Shaw, John Galsworthy ve çok tanınmış
kişilerin sesleri bu merhamet dileyen kütlelerin seslerine katıldı.
Fakat, Boston Heraîd’ın ve Boston Traveller'm milyoner
patronu Robert Lincoln O’Brien’in bizzat yayınladığı ve «Sacco ve Vanzetti ile
Kişisel ilişkilerim» adını verdiği broşürde açıkladığı gibi: «Yerleşik düzenin
kuralları» Sacco ile Vanzetti'nin idamını zorunlu kılıyordu.
Bir Boston’Iu gazeteci,
ağustos ayının başında Daily Worker’in
muhabiri yazar Michael Gold’a şöyle diyordu: «Eğer güneyde olsaydı, erdemli
insanlar iki İtalyan işçisini linç etmek için Charleston hapisanesine hücum
ederdi.»
3 Ağustosta vali Fuller, Vanzetti’nin affı için yapılan
başvurmayı reddetti. Valinin, dâvayı incelemek için toplantıya çağırdığı
danışma kurulu, dört gün sonra Sacco ile Vanzetti dâvasının «kanunlara uygun ve
doğru görülmüş» olduğunu ve son dinlenen tanıkların ifadelerinin yeni bir
dâva açılmasını gerektirmediğini düşündüğünü açıkladı; çünkü bu jüri «Sacco
ile Vanzetti'nin adam öldürmek suçunu işlediklerine, en ufak bir ikircik
duymaksızın, inanıyordu.» ([1])
Kararlaştırılan ölüm günü yaklaşırken halktaki gerginlik dayanılmaz bir
hal alıyordu. Yer yer yapılan protesto gösterileri bir uçdan bir uca ülkeyi
sardı, hemen hemen her eyalette grevler patladı. Sacco ile Vanzetti’nin
kapatılmış bulundukları ceza evinin birçok yerine makineli tüfekler
yerleştirilmişti. Tamamen silâhlı 700' den fazto şehir ve eyalet polisi gece
gündüz nöbet bekliyordu. Eyalet polisleri, herhangi bir olay halinde «önce
ateş açmak, sonra sorguya çekmek» emri ile federal binaların kapısını tutmuşlardı.
Washingtoıı D.C.’de askeri kıtalar, «Başkenti korumak» için yıldırım hızı ile
harekete geçirildiler.
Vanzetti, idamı için kararlaştırılan talihten az bîr süre Önce Amerikan New$paper Alliance'tan
Philip Duffield Strong’a şunları söyledi: «Eğer bu iş başımıza gelmeseydi,
belki de hayatımı beni aşağı göıen insanlar arasında geçirecektim -belki hiç
kimsenin tanımadığı meçhul bir insan - başarıya ulaşamamış bir sanatçı olarak
ölecektim. Bizim işimiz-giicümüz ve zaferimiz bu- dur. Karşılıklı hoşgörü, adalet
ve insanlar arasında karşılıklı anlayış yolunda bugün rastgele yaptığımız şeyi
yapacağımız asla aklımıza gelmezdi.
Sözlerimiz - hayatımız - çektiğimiz acılar - bütün bunlar bir hiçtir!
Fakat hayatımızın elimizden alınması
kümlerinden biri olan Yahudi düşmanlığı, kendi
belgelerini yayınladıkları şu sırada yeni taraftarlar da kazanmaktadır.*
Joughîn ve Morgan, Frankfurter'İn elde ettiği belgeleri incelemek zorunda
kaldrğı zaman bu peşin hükmün Lovvetl'i etkilemiş olabileceğini İma ediyorlar.
Ne olursa olsun, Lawell zaten kurulun bütün üyeleri gibi, Sacco ile Vanzetti'ye
karşı gittikçe artan bir düşmanlıktan başka bir şey duymuyordu. Ve işte onun
etkisi yüzünden de kurulun hareket tarzı başından sonuna kadar, hiç de uygun
düşmeyen bir tarafgirliğin izini taşıdı, -iyi
bir kunduracının ve fakir bir seyyar balık satıcısının hayatının - işte bütün
sorun bu!
Bu son an bizimdir, bu en son can çekişme ânı bizim zaferimizdir!»
Plymouth (Massachusetts) de Avrupalılann zaptet- dikleri ilk sömürge olan
Ne w England’da göçmenlerin yerleştiği yerde başlayan dâva, Amerikan
ihtilâlinin ilk çarpışmasının olduğu Eunker Hill yakınındaki Charles- town ceza
evinde, 23 Ağustos 1927’de sona erdi. Nicola Sacco ile Bartolomeo Vanzetti
elektrikli sandalye üzerinde can verdiği sırada, hapisanenin ışıkları gece
yarısından birkaç dakika sonra titredi ve sönükleşti.
Sacco ile Vanzetti'nin öldüğü memlekete yayılınca, son bir tecil haberi
daha ümid ederek bütün şehirlerde, meydanlarda toplanmış olan kadınlı erkekli
kalabalığın ağzından ölüm hıçkırıkları koptu. Büyük’ bir kalabalığın
toplandığı UNtON SQUARE’da olanları New-York
World şöyle anlatıyor:
«ölüm haberi üzerine kalabalıktan dev bir hıçkırık yükseldi. On beş yirmi
yerde, kadınlar bayıldılar. Diğerleri, kendilerini tuta- mıyarak kaldırıma
yığıldılar ve başlarını avuçlarına gömdüler. Erkekler, birbirinin omuzlarına
yaslanarak ağladılar. Union Squ- are’ın doğusunda, sokakta birden bir hareket
oldu, kadınlar acılarından üstlerini başlarım yırtarken, adamlar elbiselerini
parça- lıyarak hasır şapkalarını ayaklan altında ezerek dört bir tarafa
koşuşmaya koyuldular.
Fransa'da idamdan birkaç saat sonra, ünlü romancı Romain Rolland:
«Amerikalı değilim, fakat Amerika'yı severim. Bu adlî cinayeti işleyerek onun
iyi şöhretini kirleten insanları Amerika'ya karşı büyük ihanette bulunmakla
itham ediyorum!» diye yazıyordu.
Dört gün sonra 27 Ağustos 1927'de Boston
Herald: «İşlerimizin başma ve günlük dertlerimize dönelim, ve
kanun adamlarımızın görevlerini hakseverlikle ve adaletle yerine getirdiklerine
inanalım... Devletimizin bugünkü şeklini ve kurmuş olduğumuz toplumsal düzeni
devam ettirmek için günlük sorumluluklarımızı daha büyük bir cesaretle yerine
getirelim» diye yazıyordu. Başyazı, «Günlük Hayata Dönüş» adım taşıyordu.
«En büyük gurur kaynaklarımızdan biri, Amerikan işçi sunfuıın her
haliyle, dünyadaki herhangi bir işçi sınıfından daha üstün hayat düzeyine
erişmiş olmasıdır. Emekçilerimiz bu duruma nasıl ulaştılar? Mücadele ile. Sert
bir muhalefete karşı, Özellikte, örgütlenmiş emekçiler tarafından yürütülen
amansız bir mücadele ite.»
(Rockwell Kent’in Eylül 1948’deki bir söylevinden)
«Devrimcilere,
grevcilere ve siyahlara karşı şiddet kullananların yakasına yapışılmaz. On beş
yıldır bir tek mahkûmiyet, bir tek dâva görülmemiştir bu konuda. Ama öte
yandan boyuna şiddetten söz edenler de hep gericiler olmuştur. Şurası açıktır
ki, peşin hükümleri ve çoğunluğun mülkiyet haklarını savunanlar, şiddete başvurulmasını
savunmakla kalmayıp, kovuşturulma korkusu duymaksızın, düşmanlarına karşı
şiddet kullanmaktadırlar sırastnda.»
(Amerikan Medenî Özgürlükler Birliği’nin raporundan)
«Yanlış anlamadıysam, perşembe günkü kargaşalıklar
sırasında altmış, yada yetmiş beş el ateş edilmiş. Eğer doğruysa, otuz beş
mermi hedefine varmış. Bu durumda polislerin çok keskin nişancı olduklarım
kabul etmek gerek. Eğer bir gün bir ordu kurarsam, benim hesabıma çalışmaya
gelebilirler hiç çekinmeden. Büyük Savaş sırasında asker başına düşen bomba
miktarının beş tondan fazla olduğunu okumuştum bir yerde. Burada ise, bu kadar
ölü için harcanan kurşun beş libreden az. İyi bir nisbet bu.»
(Marion Manufactııring Company'nin müdürü R. W. Baldwin'in, kendi
fabrikasında 1 Ekim 1929'da, polisler tarafından altı silâhsız grevcinin
Öldürülmesinden ve on sekizinin de yaralanmasından sonra «Ashville Citizen»de
yayınlanan açıklaması)
1935 Ocağında Fortune
dergisi, bir Amerikan milyonerinin dikkate değer meslek hayatını anJatan bir
yazı yayınladı. Yazarlara göre, bu milyoner, servetini, «Birleşik Amerika’dan
başka bir yerde anlaşılması güç bir iş» kurarak elde etmişti.
Bu milyonerin adı Pearl L. Bergoff’du. Mesleği, profesyonel grev
kırıcılıktı.
Yazının giriş cümleleri okuyucunun Önüne şu güç sorunu koyuyordu:
«Müdürsünüz. Yazıhanenizin kapısında Öyle yazılı. Geçen hafta işçileriniz
- sizin, dostça, «delikanlılar» dedikleriniz - ücretlerini 4 dolardan 4 buçuk
dolara çıkarmanız için size tam yedi gün kaldığını haber verdiler. Kabul etmek
gerek, yoksa... verilen süre on iki saat sonra bitiyor... dört gün dört gecedir
düşünmekten kafanız çatlıyor.
Ne kadar istiyordu o adam? 50.000 dolara size, grevi kesin olarak kırmak,
sendikayı yok etmek ve size lâmı
cimi yok
fabrikanızın sahibi olmak garantisini veriyordu. Elli bin dolar ve o kaoar
kırılmış kafatası?»
Yazı devam ediyordu:
«Bu, normal bir fabrika müdürünün, korkunç bir grev tehdidi ile
karşıkarşıya geldiği zaman aklından geçenlere dair bir fikir verecektir...
Eğer en sonunda çatışmaya ve meseleyi çözmeye karar verdiyse, büyük ihtimalle
telefonunu açacak ve New York'taki Bergoff Bürosundan Mr. Pearl L. Bergoff diye
birini arayacaktır. Çünkü Mr. Bergoff grevleri kırmayı iş edinmiş olanların
en eskisi, en tecrübelisi, en kaşarlanmışıdır. Mr. Bergoff'd a hiç bir şey
tesadüfe kalmaz.»
Yirmi yıldan fazîa bir zaman boyunca Pearl Bergoff böyle millî bir
şöhret taşımıştı. Amerika’nın bütün günlük gazeteleri tanıdık bir eda ile bu
kızıl saçlı grev kırıcısından «Kırmızı şeytan» diye bahsederlerdi. Binlerce,
meslekten katil ve dolandırıcı onu saygıyla «General» diye çağırırdı.
Bergoff'un ise en beğendiği, kendi kendine verdiği unvan «Grev kırıcılar
kralı» idi.
Pearl Bergoff’tan önce de başka grev kırıcılar gelip geçmişti; çağdaşları
içinde de birçok yeteneklileri vardı. Fakat en Önemli grevleri merhametsizce
kırmak, etrafa dehşet salmak ve kan dökmek, müşterilerini seçmeyi iyi bilmek
söz konusu olunca, Amerika’da, 1930 yıllarının başlangıcında hiç kimse Bergoff'un
ustalığına erişeceğini iddia edemezdi. Birleşik Amerika’da grev kırıcılık
mesleğini, büyük üretimin modem temeli üzerinde ortaya çıkaran Pearl
Bergoff’tur.
Tıknaz, canlı ve kaba saba bir genç olan Bergoff, bir polis hafiyesi
bürosu açmak ve New York'lu zengiri- lere şahsî muhafızlık etmek için yüzyılın
başında Ncw York'a geldiği zaman, «Para, benim tek hedef imdir» diyordu,
1907'de, kendi deyimiyle, «sanayide daha çok para olduğunda» karar kıldı.
«Sanayide çalışmak» Bergoff için grevleri kırmak anlamına geliyordu.
Memleket bir buhran devresine, işçi haklarının alınması için şiddetli
mücadelelerin yapıldığı bir doneme giriyordu. Bergoffun polis hafiye bürosunun
«sınai hizmetleri» tam zamanında, büyük bir işleme cevap verecekti, demek. Fortune dergisinin
deyimiyle: «Önünde son derece kazançlı on yıllık bir dönem aç 111 yordu...»
Yıllar gittikçe, grev kırıcısı olarak ünlü, gitgide daha sağlamlaşıyor,
bürosunda, alamıyacağı kadar iş yığılıyordu; Bergoff hangisini seçeceğini
bilemivoyrdıu. [Sazan herhangi önemli bir şirkete hizmet etmek için, hatırı
sayılır bir ücret karşılığında küçuk bir grevi kırmak görevini kabul ettiği
olurdu. Fakat genel olarak Bergoffun uğraştığı işler, büyük şirketler deki en
önemli grevlerdi. «Başkaları, düğme kesicileri grevini kırabilir» diyordu. «Ama
maden sanayiinde grev oldu oldu mu ilk akla gelecek adam benimdir.»
1907 ile 1935 arasında Bergoffu yardıma çağıran sayısız Amerikan
şirketinden birkaç ı:
Pressed Steel Car
Company (Otomobil)
Holland-Amerikan Line
(Denizyolu)
Post-Telegraph-Cable
Conıp. (PTT)
Standart Oil of New York
(Petrol)
Standart Oil of New
Jersey (Petrol)
Trenton Street Railway
(Deniz yolu)
Morgan Steamship Line
(Denizyolu)
Wilson Steamship Line
(Denizyolu)
Havana-American
Steamship I.ine (D eni zyolu)
American Smelting and
Refining Company (Rafine -ri)
Bergoffun aldığı ücretler, nı ü ş terinin iş alanındaki önemine göreydi.
1925'e doğru, Bergoffl Şirketinin net kazancı
10.0.
000 dolara yükseliyordu.
Şirket geliri, ücret olarak o zaman yılda 100.000 dolar idi. Bundan başka
yüzlerce bin dolar yüzde ve primleri vardı. O zaman şahsî serveti 4.000.000
dolar tahmin ediliyordu (').
Bergoff, 1934'te bir gazeteciye şöyle dedi: «Bir grevi kırmak için
yaptığım hazırlıklar, savaş gününde bir ordunun seferberliğine benzerdi.»
Grev kırıcılar ordusunu sayıca kuvvetlendirmek ve savaş alanında harekâtı
idare etmek için Bergoff, bir sürü silâhlı haydutu özel yardımcı olarak
tutardı. Bunların çoğu adlî sicili dolu kimselerdi; yumruklarını,
tabancalarını, bıçaklarını ve sopalarını kullanmayı iyi bilirlerdi. Bergoff bu
yardımcılara «asiller» derdi.
Kendi söylediği gibi, «yedek ordu» olarak Bergoff, serserilere, hayatta
bir baltaya sap olamamışlara, adî
(1)
1925'de, işlerinde şiddetli
ve beklenmedik bir çöküşten sonra Pearl Bergoff birdenbire işi bıraktı. Daha
sonra bu olayı şöyle anlattı: «Büromu kapadım, Florida'ya gittim... Gayrimenkul
işleri ile uğraşmaya başladım.»
Florida'da gayrimenkul spekülâsyonunda 2.000.000 dolar
kaybettikten sonra Bergoff, New York'a döndü ve grev kırıcılar işletmesini
Bergoff Service Bureau adı altında yeniden kurdu.
Bergoffun yeni karargâhı, 551 Fift Avenue'deki Fred F.
French Building'in on dördüncü katında bir dairenin dört odasını kaplıyordu.
İyi döşenmemış bir giriş yerinin duvarında «gürültü ve küfür edilmez»
kelimelerini taşıyan bir levha asılıydı. Ziyaretçiler, iç büroya kabul
edilmeden önce kafesli bir delikten adamakıllı incelenirlerdi. Bergoffun özel
bürosu, gazetelerden kesilip çerçeveletilmiş, kendi başarılarını anlatan
yazılar ve en büyük şirketlerin müdürlerinin teşekkür mektupları ile
süslenmişti.
1929 buhranından sonra, bütün öbür büyük işler gibi,
Bergoffun bürosu da güç bir dönem yaşadı. Bergoff şöyle dedi: «İşler öyle
bozulmuştu ki, silâh depolarımızı satmak zorunda kaldık. Koşullar. Mr. Hoover'ı
kınamıyorum, anlıyorsunuz ya.»
suçlulara ve
meslekten grev kıncılara güvenirdi. Hiç olmazsa fabrikanın bacasını tüttürerek,
ona, çalışıyor görünüşü vermeğe bile uğraşmayan bu adamların işi,, grevde olan
işçilerin işini yapmaktı. Bunlar, Bergoffun «hempa»lan idiler.
Bergoffun hempalarının günde aldıkları birkaç dolar, onların tam
ücretleri değildi anlaşılan. Bu ücret, iş süresince yürütebildikleri cins cins
âlet, makine, elbise ve başka cins mallarla tamamlanıyordu. Edward Lewin-son, «I break strikes!! The technique of
Pearl L. Ber-goff» (2) adlı kitabında: «Bergoffun
hempaları, sıhhî cihazlardan 50.000 dolarlık kürklere varıncaya kadar her şeyi
çaldılar» diye yazıyordu.
Bergoff, yıllardan beri grev k ı r m ak la kullandığı «hempa»lardan ve
asillerden koskoca bir lisle meydana getirmiş, onları «çalışmalarına ve
tecrübelerine» göre ayırmıştı. «Bu liste benim en k ıymetli servetim, iş imin
temelidir.» derdi. «Yeni baştan kurulmaz., yapılmaz. Çünkü o, uzun bir zamanın,
uzun uğraşmaların ve zengin bir tecrübenin sonucudur.»
İşte, Bergoffun «asiller»inin en tipiklerinden bazılarının adları ve
kimlikleri:
, James Francis O’Donnel, takma
adıyla çifte taban-cali Jim O’Donnnel: 1917'de New York'ta planlı
h ı rsı zlı ktan Blackwell adasına sürgün edilmi ş, 1926'da Dumont da (N. J.)
adam öldürmekten New Jersey hapishanesinde sekiz yıl hapse mahkûm olmuştur.
James Wiler, takma adıyla İspanyol
Joe: 1916'da New York'ta adam öldürmekten Dannemora hapishane-sinde yatmış;
1925'de New York'ta sald ı r ı dan, 1934 plânlı saldırıdan yargılanmış, beraat
etmiştir.2
John B. Baron, takma adıyla Jesse
Mandel: 1903'te New York'ta hırsızlıktan, 1909'da yine New
York'ta adi hırsızlıktan hapsi boylamış; 1909'da New York'ta plânlı
hırsızlıktan Elmira hapisanesine gönderilmiş, 1910'da aynı suçtan 5 yıl Sing
Sing'te yatmağa mahkûm edilmiştir.
Joseph Cohen, öteki adıyla Joe
Pullman: 1924'de Cleveland'da yasak silâh taşımakla
suçlandırılmış, beraat etmiş; 1931'de uyuşturucu maddeler hakkındaki Harrison
Anlaşma'smı çiğnemekten altmış gün tutuklu kalmış, delil bulunamamış; 1932'de
Saint Louis'de aynı suçtan yine delil bulunamamış; 1934'de ersey City'de
caddede arbede çıkarmakla suçlandırılmış, yirmi dört gün tevkifhanede
yatmıştır.
Bergoff: «Bir Grev sırasında nöbetçi koyarken, ahlâkı düzgün birisini
bulmak gerekiyordu. Ama dindar bir profesör de tutamazdık.» diyordu.
Bergoffun işlerinde şiddet ve kan daima beraber yürürdü. Fortune dergisi,
«Ciddi ve öldürücü yaralar, hiç umursamadığı şeylerdi onun. Amacı, daha çok,
psikolojikti.» diye anlatıyor.
Polis, Bergoffu kiralayan kudretli şirketlerle işbirliği yapalı beri,
Bergoffun «asiller»i en ufak bir tehlikeyle karşılaşmaksızın sayısız suç
işleyebiliyorlardı. Sabıkalılardan ve katillerden meydana gelen kuvvetleri,
Ortaçağ'm, halkı soyarak, kırıp geçirerek geride, kanlı izleri üzerinde her gün
daha fazla yaralı ve ölü bırakan para ile tutulmuş haydut güruhu gibi,
şehirlere saldırırdı.
Maksatlı kışkırtma, Bergoffun işleyen usullerinden biriydi. «Frenchy»
Joe, Bergoffun katillerinden biri, bir grev sahasında Colliers’ dergisinden
gazeteci John Crai-ge'e şöyle açıkladı:
«Yirmibeş tane silâhlı ve sopalı iyi muhafızım olsaydı, onları bir
arabaya bindirir, kalabalığın içine birkaç hafiye sokup arabaya ateş
ettirirdim; böylece bize, bu saldırıya cevap vermek fırsatı düşerdi; o zaman şehir
halkının içine dalmak ve onları itaat altına almak için bir gün yeterdi. Onları
öyle alıştırırdık ki, bir sür'at katarı görünce kaçmağa veya diz çökerek hemen
son dualarına başlarlardı. îş iyi giderse, şehirden toplayacaklarımızı bir
düşünün.»
Edward Levinsoıı, Bergoff'un biyografisinde, «Mesleğe yeni giren,
acemiler için Bergoff’un iki delisi vardı; Francis W. Magstadt ile Joe
Schnctz; birisi tımarhane kaçkını, öbürü oraya girmek üzere. Bunların hiç bir
şeyden kuşkulanmayan bir grup grevcinin ortasına salınınca hiç sebepsiz,
kalabalığa ateş açacaklarına güvenebilirdi.» ([2])
24 ve 25 Ekim 1934'de New
York Post tarafından yayınlanan «Grev kırıyorum» başlıklı ve
imzalı iki yazıda Bergoff, işlerinde tam başarıya ulaşmış, kendi kendini
yetiştirmiş bir insan gururu ile grev kırıcılıktaki tecrübelerini gözden
geçiriyordu.
Bergoff: «Grevleri kırmak: işte benim işim-güciim bu.» diyordu. «30
yıldan fazla bir zamandır hemen hemen hiç ara vermeksizin bu işi yapıyorum.
Birkaç saat içinde küçük orduları harekete geçirdim ve yirmi kadar demiryolu,
otomobil ve demir şirketinin çağırışını karşıladım...»
Bergoff'a göre bu işin tekniği, kendisini mesleğe girdiğinden beri bile
pek az değişmişti. Ama mesele, daima grevcilerin moralini yıkmak ve onları,
dâvalarının ümitsiz olduğuna «inandırmak» idi. İnandırma araçlarında bazı
ilerlemelerin olduğu da gerçekti:
«Eskiden, bir silâh deposu tutuyorduk
elimizde,
sanız sizi İyice dövdükten sonra arabadan dışarı
fırlatırlar, direnirseniz, büyük İhtimalle öldürülürdünüz. Kucağında çocuğunu
taşıyan bir kadının manzarasını hiç unutamayacağım. .. Bu muhafızlardan
birinden kötü muamele görmüş, ayakta sallanıyordu. Açıktaki üç yarasından kan
fışkırıyordu.»
Philadephia polisi, Bergoff'un adamlarının bu suçları
işlemelerine engel olmak İçin kılını kıpırdatmıyordu.
Philadephia Rapid Transit'in grevini kırmak için İki
aylık bîr zaman gerekti Bergoff'a; bu süre içinde on altı erkek, kadın ve çocuk
öldürüldü.
Bergoff'un işleri çok kere ölümle sonuçlanırdı.
Örneğin, 1919'da Pennsylvania'dakî Pressed Car Stell Works grevini kırmaya
giriştiği zaman - ki bu marifeti, Bergoff'a millî bir ün sağlamıştır - yirmi
iki ölüyle çıktı işin İçinden. Ölüler arasında Bergoff'un iki katili de vardı.
Bergoff daha sonra: «Öldürülen her adam için 4-5 bin dolar ödedik,» diye açıkladı,
«Fakat aldığımız para o kadar Önemli idi
ki, bu hiç bir şeyi değiştirmedi.»
2 500 tüfeğimiz
ve pek çok cephanemiz vardı. Elimizin altında daima binlerce kalın sopa
bulunurdu. Bugün daha yeni ihtiyaçlara cevap veriyoruz. Son olarak Geor-
gia’daki bir tekstil grevi sırasında göz yaşartıcı gaz kullandık.»
Herhangi bir işte, gerçekleştirilmiş net kazanç, başarısının en güzel
delili olduğu için Bergoff bu konuda: «Grev kırarak çok önemli miktarlarda para
kazandım.» diyordu. Fakat başarı, şüphesiz yalnızca malî bakımdan ölçülemezdi.
Tatmin olunmak için başka sebepler de vardı:
«Örgütümün ticarete ve sanayie yaptığı hizmetlerin, doktorların hastalara
yaptıkları cinsten temel hizmetler olduğunu düşünmeye başladım. «Siyasî
iktisat doktoru» gibi, bir üniversite veya akademi diploması olduğunu
sanırım; fakat hiç de haksızlık etmeksizin kendimin, «Tatbikî İktisat
Doktoru> unvanına lâyık olduğumu iddia ediyorum.»
Amerika’da, Bergoff'un kendisi gibi onun Amerikan yurttaşı olarak rolünü
taktir eden başka kimseler de vardı. 1930 yılının başına doğru bazı gazeteler
«san» milyonerin iç ve dış siyasete ait düşüncelerini geçiriyorlardı
sayfalarına. Maliye gazeteleri Bergoff'un Hizmet Bürosu'nun yarattığı olayların
sonuçlarını inceliyorlardı. Bergoff’un «sarı» faaliyetlerinin doğurduğu
gürültüleri incelemekle görevli bir jüri, ona «şehri felâketten kurtardığı
için» minnet duyan bir önergeyi kabul etti.
Bergoff'un dostları ve kibarlar dünyasından tanıdıkları arasında gözde
politikacılar vc önemli iş adamları vardı. Bergoff, sık sık gidilen klüplerde
golf oynuyor, hayır İşlerine hatırı sayılır paralar veriyordu; dinini
değiştirerek katolik olınuşLu. Ailesile beraber yerleştiği Bayonnc (New
Jersey)’tlc HergoiT, cephesine gotik harflerle «P.L.B.» işlenmiş bürolar
inşaatına para yatırıyordu.
Aralık 1934 de, yirmi yıl, cinayet orduları İİe ülkeyi bir boydan bir
boya geçtikten, bütün şehirlere korku saldıktan, bir sürü kimsenin ölümüne
sebep olduktan sonra Bergoff, nihayet adaletin karşısına çıktı. Onu suçlandıran,
ne eyalet polisi ne de federal polis idi; bir grup ağır ceza mahkûmu ve
profesyonel grev kırıcıydı. Onu, kendilerini bir grevi kırmaya yardım için
tutup da çalışmaları karşılığı paralarını « ödeme mek»le suçla ndı- rıyorlardı.
Kendilerine borçlu olduğu ücret karşılığı zarar ziyan Ödetilmesini ve
kiraladıkları yerden buı*aya kadar yol masraflarını istiyorlardı.
Dâvaya, New York şehri mahkemesinde Yargıç Ke- yes Winter idaresinde
bakıldı.
Bergoff'un avukatı müvekkilinin eski adamlarım kötü duruma düşürmeye ve
tanıklıklarının değeri hakkında şüphe yaratmağa uğraştı. Harry Borak adındaki,
ayağı tozluklu, şüpheli tavırlı genç adama: «Hiç cinayetten mahkûm oldunuz
mu?» diye sordu.
Borak, kızgın bir halde yargıç Winter’e döndü. «Hâkim bey, kötü bir adam
değilim ben» dedi. «Genç bir kızla dolaşıyordum. Benimle evlenmek istemiyordu,
ben de öldürdüm onu. Gençtim ve âşıktım, hâkim bey!»
Bennie Mann adlı öteki şikâyetçi parmaklığın önüne gelince yargıç Winter
ileri doğru eğildi ve gözlerini adamın
şişkin cebine dikti. Yargıç, Mann'a sordu:
— Tabanca mı taşıyorsun?
— Tabiî, dedi Mann.
— Niçin mahkemeye tabanca ile geliyorsun, diye sordu yargıç.
Mann:
— Bu sabah işe gidileceğini sanıyordum, diye karşılık verdi.
Bergoff ifade vermeye
gelince Öğünerek konuştu:
«Amerikan sanayiine, kuzeyde, güneyde, doğuda ve batıda büyük hizmetler
ettim. Otuz yıldır Amerikan sanayiine çalışıyorum. Küba'ya, Kanada’ya ordular
gönderdim. Zamanımda, demiryolcuların, dok işçilerinin, tekstil işçilerinin
grevlerini kırdım; hâlâ da benim yardımımı isterler bu gibi işlerde...»
Bergoff, kendisini suçlandıranlara hiddetli gözlerle bakarak, kendisine
karşı yapılan suçlamaların baştan aşağı yalan olduğunu söyledi, kuru bir sesle,
en önemli iş adamlarının kendisinin meslekteki ustalığına saygı duyduklarım
söyledi. Yargıç’a: «Demiryol şirketlerinin müdürleri meselâ» dedi. «Onların
hepsini tanırım ve hepsi de bana başvurmuşlardır zamanında. Bu meslekte
bulunduğum sürece kimsenin meteleğini çalmadım. Ben, memleketin en meşhur grev
kırıcı siyim.»
Bergoff'un bu parlak savunmasına rağmen jürinin kararı, onun aleyhine
oldu. Yargıç Winter, Bergoff'un, «sarı»Iarına ücretlerini ödemek ve yol
masraflarını vermek zorunda olduğunu açıkladı.
Bergoff’un şerefine indirilen darbe, hükmün ifade tarzı ile hafifletilmiş
oldu. Gerçekten de yargıç, Ber'- gofftan, «mesleğinde çalışkan bir dehâ» olarak
bahsediyor ve onun «sınai hizmetlerindeki idareci şöhretine... büyük
şirketlerin hizmetindeki parlak çalışmalarına...» okşayıcı dokunuşlar
yapıyordu.
Her şeye rağmen Bergoff’un «parlak çalışmaları» sonuna yaklaşıyordu.
Sendika hareketinin kuvvetlenmesi, işçilerle işverenler arasındaki
ilişkiler konusunda Federal Kanunun çıkması ve grev kırıcılarının bir eyalet
sınırından Öbürüne geçmelerini yasak eden kanun ik- I Ut no İT un mesleğinin parlak
günleri geçmişti.
1936'da, Pearl Bergoff, grev kırıcılar kralı, bürosunu kapadı ve kesin
olarak ortalardan çekildi ([3])..
2. KARA MUHAFIZLAR ve KARA LİSTELER
Michigan Fabrikalar Birliği'nin delege tayin ettiği bir savcı, 1937'de
Madeni özgürlükler Senato Komisyonu üyeleri önünde «Polis haf iyeler i
kullanılmasına karşı diyecek hiç bir şeyimiz yok» diyordu. «Polis hafiyesı ve
espiyon kelimeleri çok kere kötü anlamda kullanılan iki kelimedir, fakat
espiyonlar bile savaş zamanında faydalı bir rol oynarlar.»
Amerika'da, sendikacılığa karşı açılmış olan savaşta espiyonlar uzun
zaman, büyük işletmelerce çok önemli bir sınıf sayılmışlardır. Yarım yüzyıldan
fazla bir zaman boyunca gizli espiyon, polis hafiyesi, kışkırtıcı ajan ve
profesyonel gammaz birlikleri, işçi hareketine karşı bir yeraltı mücadelesi
sürdürmüşlerdir. Fakat, New Deal'ın başlayışı ve Bergoff zamanında ortaya çıkan
kaba usullerin şiddetlenmesi ile espiyonculuk çalışmaları, işçi hareketinde
son haddine varmıştır.
1936'da Birleşik Amerika'da, devlet hizmetinde 200’- den fazla
espiyonculuk bürosu vardı.
Bunlardan, bir sürü şehirde şubeleri olan en önemli ve en faal üç tanesi
(Pinkerton’s National Detective Agency) (Railway and Inspection Company) ve
(Corpo- rations Auxiliary Company) idi.
1934 ile 1936 arasında Corporations Auxiliary Company'ye baş vuran 500
müşteri içinde şunlar da vardı: Chrysler Corp. (23 fabrika)
Firestone Tire and
Rubber Co.
General Motors Corp. (13
fabrika)
Kelvinator Corp.
New York Edison Co,
Radio Corp of America.
Standart Oil Co.
Pinkerton Agency'nin iş yaptığı şirketlerden bir kısmı ise şunlardı:
Montgomery
Ward and Co. '
Pennsylvania R, R. Co.
Shell Petroleum Corp,
Aşağıda adları yazılı şirketler, Raihvay Audit and Inspection Company’nin
müşterilerden bir kısımdır: Borden Milk Co.
Frigidaire Corp.
Pennsylvania Greyhound
Bus Co.
Western Electric and Mig
Co.
Söz hürriyetine ve işçi sınıfının lukhrma yapılan saldırıları incelemekle
görevlendirilen l;oleMe Komisyonu, 1937’dc «Bu büroların
cspiyoııculıık Inzıııclterine başvuran iş yerlerinin bilinen sayısı 2 Cİ0()
civarmda- dır. Bu liste, bütünü ile, aşağı yukarı Amerikan sanayiinin
tamamıdır.» diye açıklıyor,
1934 Ocağından 1936 Temmuzuna kadar General Motors’un, espiyonculuk
için harcadığı para 1.000.000 dolara yakındı.
İşçilerle işverenler arasındaki anlaşmazlıklarda hakemlik eden Federal
Komisyonun sanayi iktisatçısı Haber Blankenhorn'un 1936'da yaptığı
istatistiklere göre ispiyonculuk bürolarının gelir listesi, yalnız o yıl Birleşik
Amerika'da 80.000.000 dolara varıyordu.
Leo Huberman, «The Labor Spy Racket»
(Sanayide Casus Ağı) adlı kitabında, «Sanayide ispiyonculuğun başlıca hedefi
sendikaları dağıtmak ve ortadan kaldırmaktır.» diyor.
Bu hedefe varmak için ispiyonculuk bürolarının işi, daha çok, sendikalar arastnda sistemli olarak
uyuşmaz- hk ve anlaşmazlık tohumlan ekmek oluyordu... îşte bu
niyetledir ki, komünist düşmanı geniş bir kampanya açıldı. Alabildiğine sendika
düşmanı bir propaganda hemen hemen her yerde yayıldı. Sendika üyelerinin ve
sempatizanlarının adlarını taşıyan uzun kara listeler yapıldı. Industrial and
Detective Bureau Foster’den Ro- bert J. Foster, şubesinin yapabileceği
hizmetleri, bizzat kendisi şöyle övüyordu:
«Eğer işçiler bir sendika veya herhangi başka bir örgüt kurmadan önce
bizimle anlaşırsanız, ne grev, ne de karşılık göreceksiniz. Bu, sendika hiç
kurulmayacak demek değildir. Müşterilerimiz bizi serbest bırakmak
şartı ite sendikanın çalışmalarını kontrol edeceğiz ve hareketlerini,
girişimlerini biz yöneteceğiz, demektir.»
«Eğer Sendika daha
önce kurulmuşsa...
Bu durumda
yukartdakinden ayrı şartlar içinde olmamıza rağmen hizipler ve fizik ayrılıkları
yaratıp, bazı yöneticileri istifa ettirip, bu yolla sendikaya kayıtlı üye sayısını
azaltmak, sendikayı zayıflatmak gayesi ile bir entrika çevirebiliriz -sanırım
başarı ile yaparız bunu. -»
Corporation Auxiliary Company’nin müşteri toplamakta daha ihtiyatlı bir
usulü vardı:
«Biz, işe daima, ajanlarımızı küçük bir grup insan içinde iyice tanıtmak
yolu ile başlarız. Bu grup gittikçe genişler, etkisi de yayılır...
Sistemimizi uygulamak fırsatını bulduğumuz her defasında... müşterimizin
arzusuna uygun olarak sendikanın mevcudu artmamıştır. Birkaç yerel sendika
dağıldı. Elebaşıyı ve kurucuyu hiç güçlüksüz veya az bir zahmetle rahatça saf
dışı ederiz.»
Railway Audit and Inspection Company’nin, gizli ajanlarından birine
gönderdiği aşağıdaki emirler, bir gammazın Ödevlerinden bazılarını gösteriyor
bize:
«Güvenlerini kazanmak için işçilerle o kadar iyi anlaşmalısınız ki, size
güvenmeliler ve ne yaptıklarım, ne ettiklerini söylemeliler.
Her gün, karşılaşacağınız durumları bütün ayrıntıları ile anki tan bîr
rapor yazmalı ve duyduğunuz, siz i şakırı an konuşmaları tam olarak an lal
malısınız.
Sendikanın bir ha re kel
yaratıp yaratmadığını vb... bildirin. Pazarları vı-ya l'abrika- da çalışmadığınız günler bir rapor hazırlamalısınız.
Görevinizi yapmanız ve müşterimizin günlük olayları öğrenmesi için bazı
işçilerle bağlar kurmanız, meselâ onlara arasıra gidip gelmeniz, çok Önemli ve
gereklidir. Böy- lece, bazı işçiler hakkında, başka türlü edinilmesi imkânsız
olan bilgiler toplayabilirsiniz. Müşteri için değerli bilgiler çok kere böyle
elde edilir.»
İspiyonlar yoluyla toplanmış bilgiler arasında en önemlileri faal
sendikacıların hüviyetlerini gösterenlerdi. Uzun listeler, sanayide çalışan
ispiyonculuk büroları tarafından yeniden gözden geçirilir, tamamlanır ve
müşterilere sunulurdu. Adı bu listelere geçen işçilere lıe men yol verilir ve
adları gizli kara listelere eklenirdi, işverenle işçiler arasındaki
anlaşmazlıklarda hakemlik eden Federal Komisyonun üyesi Edwin S. Smith, bu kara
listelerin kullanıldığı tipik bir olay anlatıyor.
«Bir ispiyonun kurbanları olarak, Frue- hof Trailer Co.’nin yol verdiği
işçilerin hikâyesinden daha acıklı bir Amerikan düşmanı olay duymadım bugüne
kadar. Daha hayatlarının baharında olan bu adamlar, namuslulukları ve
cesaretleri apaçık belli bu adamlar, sendikaya katıldıkları için nasıl dövüldüklerini
bir bir anlattılar. Evli ve çoluk çocuk sahibi bu adamlar artık işsizdiler ve
dediklerine göre Detroit şehrinde bundan böyle iş bulmaları imkânsızdı.
Bunların bütün suçları, özgürlüğü seçmiş ve iş şartlarını iyileştirmeye
çalışmak için örgütlenmiş olmaları idi.1 Kendilerinin en değerli
şeylerini,
emeklerini
patronlarına vermiş olan bu işçilere, eski demir parçaları gibi hurdalığa atılmak
üzere en adî caniler gibi gammazların ellerine teslim edilerek teşekkür
ediliyordu.»
ispiyonculuk büroları aynı zamanda «sarı» sendikalar kurmakla da
uğraşıyorlardı, İşçilerin, namuslu sendikalara kaydolmalarını önlemek gayesi
ile yaratılmış, bizzat patronlar tarafından gizlice kontrol edilen ve paraca
desteklenen bu «sarı» sendikaların başında çok kere profesyonel ispiyonlar
bulunurdu.
Butîcr Sanayi Kontrol Ağı’nın yayınladığı broşürde: «Ne zaman bir sarı
sendika kurulması istenilir ise işi iyi bir sona götürmek için, bu fikri
işçilere aşılamakla başlardık her defasında. Bugüne kadar bu cinsten yüzlerce
teşkilât kuruldu.» diyor.
Fund de La Tvveııtieth Century’ye göre, 1935'e doğru, 2.500.000 Amerikan
işçisi san sendikalara kayıtlıydı.
Bundan başka, işletmenin ispiyonculuk hizmetleri örgütü, kendi ajanlarını
namuslu sendikaların idareci mevkilerine yerleştirebilmek için özel bir çaba
harcadılar.
Kendilerini gerçek sendikacılar olarak tanıtan ve «atelye arkadaşları»
arasında şöhretlerini haincesine yayan yirmi kadar ispiyon, C.I.O., A.F.L, ve
Demiryolcular Birliği içinde önemli görevler elde etmeyi başardı.
Bir kere yerlerini almaya görsünler, çeşitli yollardan sendikaları
kökünden yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.
Hartford da (Connccticut'da) yazı makineleri imalâtçılarının A.F.L.
sendikası sekreterliğine kendini seçtirmek için 1935’te işten ayrılan bir
Corporation Auxili- ary ajanı, o kadar iyi çalıştı, öyle başarıya ulaştı ki, bu
sendika bölümünün üye adedi bir yıldan daha az bir zamanda 2.500'den 75'e
düştü. Michigan'da, Flint’de, başında ispiyonların bulunduğu bir başka sendika
örgütünün Üye sayısı 935'te 26.000 iken,- 1936’da 122’ye düştü.
Michigan'da, Fisher Body'de Lansing fabrikasında General Motors adına
yürütülen ispiyonculuk kampanyası konusunda Piııkerton Lawrence Baker'in bir
ajanı, «Sonuçlar mükemmel, diyordu. Eskiden Lansing Fis- her’de işçiler yüzde
yüz örgütlüydü. Çok. şükür şimdi beş idareciden başka kimse kalmadı.»
Söz hürriyetine ve işçi sınıfının haklarına yapılan saldırıları
incelemekle görevli Follette Komisyonu, Senatoya sunduğu 8 Şubat 1937 tarihli
raporunda şöyle açıklıyordu:
«İspiyonculuğun, artık Amerikan idareciliğinin bir kısmı olduğu açık bir
gerçektir. İşçilerin kanunî olarak örgütlenme haklan olmadıkça, söz hürriyeti
ile sendikalaşma hürriyetinin hiç bir anlamı olmayacaktır. İnsanlar, haklarını
istemek üzere serbestçe tartışmak için toplanamamakta ve hayat şartlarını
İyileştirmek amacıyla örgüt kuramamak- tadırlar; ve hattâ, bir ispiyon ağı
onları, günlük yaşayışları içinde kıskıvrak bağladığı için, siyasî veya dinî
fikirlerini bile söyleyeni e mekt ed i r ler.»
Rapor şöyle devam
ediyordu:
«Fertlerin veya özel işletmelerin bir si- ■ lâh deposuna sahip olmalarına izin verilmiş
olması, hayretle
karşılanacak bir şeydir. Sanayiin, kanunu temsil ettiğini ileri süren birtakım
pervasız kimseleri, kendi parası ile silâhlandırdığım öğrenmek üzücü ve
korkutucudur. Ve yasal bir hükümetin her gerçek
savunucusu,
sinesinde, işverenlerin kendi haklarını korumak için örgütlenmek gibi yasal
haklarını kullanan adamlara saldırmak için profesyonel ispiyonlarla birlikte
çalışan dev gibi bir ticarî işletmenin varlığına göz yumulduğunu öğrenmekle,
beyninden vurulmuşa dönecektir.»
Pittsburgh (Pennsylvania) Federal Laboratories Inc. Başkan Yardımcısı
Earker H. Bailey, 1934 baharında, şirketin ticarî temsilcilerinden birine
yolladığı mektubunda: «Her yerde güçlükler ortaya çıkıyor. Elinde birkaç
fabrika tutan bir kimse, güvenlik
âletleri konusunda kendilerine sunduğumuz kaçırılmaz fırsatlarla
mutlaka ilgilenmek sorundadır» diye yazıyordu.
Başkan Yardımcısının sözünü ettiği «güvenlik âletleri»: makineli
tüfekler, hafif makineli tüfekler, tabancalar, otomatik tabancalar, zırhlı
arabalar, alev makineleri, ışıldaklar, cephane, koruyucu elbiseler, göz yaşartıcı
ve boğucu gazlar, gaz maskeleri ve bu cinsten başka şeyleri içine alıyordu.
Federal Laboratories Inc., Birleşik Amerika'nın en önemli şirketlerinden
biriydi ve Amerika'nın hayrına ol- mıyan bir işle uğraşıyordu artık: özel
işletmelerle, grev kırıcılara, profesyonel ispiyonlara, yerel polis örgütlerine
ve belediyelere silâh, cephane ve buna benzer askerî malzeme satıyordu (s).
Federal Laboratories'in yüzlerce müşterisi arasında şu şirketler de
vardı:
Bethleem Steel Co.
Carnegie Steel Co.
Chevrolet Motor Co.
Chicago Tribüne
General Motors Corp.
Goodyear Tire and Rubber Co.
Standart Oil Inc.
Pontiac Motor Car, Co.
İşletmenin uğraştığı işler biraz kanun dışı olduğu için, temsilcileri,
daima sıkı ağızlardan ve gözaçıklardan olurdu.
1934’te San Fransisco’daki genel grev sırasında Federal Laboratories’in
idare ettiği bazı ticarî görüşmeler bu olaya tamamen ışık tutuyor.
Federal Laboratories Inc.’in bir temsilcisi, San Francisco polis şefinden
13.000 dolarlık gaz ve gaz gereçleri siparişi almıştı. Ne var ki Federal
Laboratories’in Başkan Yardımcısı Baİley H. Barker'in daha sonra açıkladığına
göre, bu siparişin yerine getirilmesinde bazı güçlükler ortaya çıktı: çünkü
«şehrin bazı memurları, polis şefinin siparişini onaylamayı reddettiler.»
Bizzat Barker bu işi düzeltmek için derhal San Francisco ya gitti.
ve gaz gereçleri satışından kazandıkları para,
104,062.114 dolara yükseliyordu. Bu rakama, makineli tüfekler, tabancalar,
cephane ve buna benzer şeylerin satışından elde edilen ve yekûnu, daha birkaç
milyon dolar kabartan gelirler dahil değildi. Şurası da bilinmelidir ki,
Federal Laboratories İne, adı ticarî bir ünvandan başka bir şey değildir ve bu
şirketin hükümetle resmî bağları yoktur.
Batıdaki şirketlerin temsilcileri ile birçok görüşmelerden sonra Barker,
Amerika Bankası'na bir mektup yazdı. Bu mektupta şöyle diyordu:
Amerika Bankası N.T. ve
S.A.
New Montgomery Market
Bürosu
San Francisco (Calif)
Baylar,
ilişikte, size ödenecek olan 1.380.912 dolar karşılığında sahibine
teslim etmenizi rica ettiğimiz kapalı bir zarf gönderiyoruz.
Bu meblâğı, aldığınızda Federal Laboratories Inc. 185-51 inci cadde,
Pittsburgh (Penn.) adresindeki şubemize yollayınız.
Saygılarımla,
Federal Laboratories Inc. adına
B. H. Barker, Başkan Yardımcısı
Barker'm Amerikan Bankasına yolladığı «kapalı zarf»m içinde. San
Francisco polis şefinin sipariş ettiği gaz ve gaz gereçlerinin karşılığı
Federal Laboratories'in faturası vardı. Barker, buna karşılık bankadan
1.380.912 dolarlık bir çek aldı. Adı hiç bir zaman açıklanmayan kimseler
tarafından parası ödenen gaz gereçleri San Francisco Polis Müdürlüğü’ne
gönderildi.
Barker, Pİttsburg'a dönüşünde, American Havvaian Steamship Company'den
Ashfield Stow’a yazdığı övgü dolu mektubunda: «Sizi temin ederim ki, içinde
bulunduğumuz durumun nazikliğini asla unutmayacağız» diyordu. «Birçok şeyler
aklımdan çıksa bile sizin, yol göstermekten hoşlanmadığınız halde, bizimle
işleri olan kimselerin faaliyetlerini korumaya tamamen hazır oluşunuzu daima
hatırlayacağım.»
Aynı yıl içinde, Federal Laboratories Inc'in başkanı John W. Young,
şirketin şubelerine, şirketin son aylardaki çalışmalarını özetleyen bir
muhtıra yolladı. Yo- ung’m muhtırası şöyle başlıyordu:
«Baylar, yalnızca şirketimiz için değil, aynı zamanda memleketimizin
gelecegi içiıı, bir sürü olaylarla dolu, tarihî günler atlattık. Sınıf
kavgası, daha açık ve daha şiddetli şekilde kendini gösterdi. Yılın ilk ayından
başlayarak satışımız, bir milyon doları aştı.»
Şirketinin milletlerarası yaygınlığına işaret etmek için Young, şöyl&
devam ediyordu:
«Küba’ya, iki parti gaz ile birlikte tamamen Federal Laboratories
tarafından yapılmış yirmi iki zırhlı polis arabası gönderildi. Polis, bu
araçları nasıl kullanacağını öğrendi, bundan sonra her hafta gaz isteği alınacaktır.»
Fakat işler Birleşik Amerika’da da daha iyiye gidiyordu:
«Toledo’dakİ durumu yatıştırabilmek için oraya 75.000 dolara yakın gaz
gönderildi. Youngstown'a 2.00.000 dolar, Pittsburgh’a
2
milyon 500 bin dolar,
Seattle’e 50.000 dolar değerinde mal gönderildi.»
Federal Laboratories Başkanı sonuç olarak:
«Göz yaşartıcı gaz kullanmanın çoğu kez iyi sonuçlar verdiğini
gazetelerde okumuşsunuzdur şüphesiz. Gerçekten de polis onu nasıl
kullanacağını öğrenmeye başlıyor. Onu her gün biraz daha çok kullanıyor ve
öğrendiğimize göre birçok durumlarda gaz’dan «Federal» diye bahsediyorlar
artık. Özet olarak Baxter'i, Roush’ı, Baum'u, Grieg’i, Fis- her’i,
Richardson'ı ve hizmetleri geçmiş, bu gereçleri kullanmakta kritik zamanlarda
polise yardım etmiş olan bütün çocukları kutlamak isterim.»
Başkan Young’ın mektubunda adı ayrı olarak geçen ajanlardan biri olan
Joseph M. Roush 1934 başında, Pittsburgh bürosundan Kaliforniya'ya
gönderilmiştir. İşçilerin mücadeleleri, doğuda adamakıllı kızışmıştı; Federal
Laboratories'in müdürleri en usta ajanları meydana salmak istiyorlardı.
Roush’a güvenmekle aldanmıyorlardı...
Kaliforniya'daki durumu ilk ağızda şöyle bir inceledikten sonra Roush,
Federal Laboratories Inc. Başkan Yardımcısı Bailey H. Barker'e durumu, «iş'e»
son derece uygun bulduğunu bildirdi,
«Bu eyalette epey yaygın bir fikre göre bu yıl, memleketimizin tarihinde
en ciddî grevlerin ve başkaldırmaların patladığını göreceğiz... Gelecek ay,
iyi bir ay olacak, Imperial Valley’de bir başka grev bekleniyor...» diye
yazıyordu Roush,
Roush'ın eklediğine göre, daha birkaç «iştah açıcı güzel» grev, patlamak
üzereydi. Çok yakın bir gelecekte Kaliforniya'nın, makineli tüfek ve diğer
ateşli silâhlardan; özel olarak göz yaşartıcı gaz bombasından «büyük
siparişler» vereceğini şimdiden söylemek için sebepler vardı ortada.
Daha sonraki raporlarında Roush, amirlerine, şirketin yeni mallarından
birinin satışını arttırmak için Özel bir çaba harcadığını bildiriyordu. İlmî
olarak «Diphenylaminechlorarsine (DM) diye tamnan, daha ba- sitçesi boğucu gaz
olan bu mal, Federal Laboratories in reklâm broşürlerinde şöyle tarif
ediliyordu:
«Bu kimyasal sıvı, bol gözyaşı getirir. Bulantı yapar, kusturur ve
şiddetli baş ağrısı yapar. Birazcık fazla dozu bir kimseyi altı ilâ sekiz saat
saf dışı eder. Kapalı yerde bu gaz zehirli sayılır fakat iyice bilinmelidir ki
açık havada ölüme sebep olmaz.»
Mektuplarından birinde
Roush:
«Kızılların, Los Angelos'ta boğucu gazdan hoşlanmalarını dilerim», diye
yazıyordu. «Bunun için elimden geleni yapacağım...»
Ticarî temsilcilerin çoğu gibi Roush da satışı canlandırmak için,
yolculuk çantasında reklâm olarak her gazdan birkaç örnek taşıyordu. Bir iş
yakaladığı zaman genel olarak üzerinde, komünist düşmanı bir yazar olan, daha
sonra Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti’ne karşı Nazi Almanyası ile
işbirliği yapmakla suçlandırılmış olan Elizabeth Dilling’in (*) «The red
net-work» ([4]) adlı kitabı bulunurdu.
Roush, Dilling'in kitabını müşterilere «kızıl ajanların» Amerikan toplumuna ne
için geldiklerini, Federal Laboratories’in kendilerine sunduğu teçhizatın
nasıl bir «korunma» aracı olacağım göstermekte kullanıyordu, Roush aynı
zamanda elinin altında «The red line of erime and civil disorder» (s)
adlı bir broşür bulundurur ve sözü geçen alıcılarına ve gedikli müşterilerine
dağıtırdı.
Yazm ilk aylarında Roush, göz yaşartıcı gaz stokunun satımında
beklenilmeyen güçlüklerle karşılaştı.
Önemli
müşteriler eksik olmuyordu fakat, Roush'un, Bailey H. Barker'e haber verdiği
gibi bazı eyaletlerde yürürlükte olan kanunlar bazan ciddi engeller çıkarıyordu
karşısına:
«Göz yaşartıcı gazm kullanılmasına karşı olan kanun, çalışmama gerçekten
engel oluyor... Et grevi sırasında izin alabilmek için karşılaşmış olduğumuz
güçlükleri hatırlarsınız; şehir, bundan böyle özel şirketlere için verilmesini
kesin olarak reddediyor! Ne dersiniz buna?»
Roush’un karşılaştığı güçlükleri iyi anlayan Barker, ona: «Eğer orada hiç
bir şey yapılamıyorsa, öyle sanıyorum ki, burada bize, başka işlerde başarı
kazanacağımız ümidi ile bu başarısızlığı sineye çekmekten başka yapacak şey
kalmıyor artık...» diyordu.
Buna rağmen, sipariş edilen gaz bombası üzerinden komisyon alan Roush, bu
işi elden kaçırmamakta kesin kararlıydı. Eyalet Suç Araştırma ve Teşhis Bölümü
şefi Clarence Morril’le yakınlık kurmağa çalıştı. Morril, Kaliforniya'da gaz ve
makineli tüfekler satışına izin verecek veya reddedecek kimse olarak iyi
seçilmişti.
Bir gün Roush, Pittsburgh’a, Barker’e telefon etti. «Barker, Alaska'da
Federal Laboratories’in satışlarım yalnızca Morril’e vermeğe razı mıydı?»
Barker derhal «evet»
cevabım verdi.
Ondan sonra, Kaliforniya'da gaz ve makineli tüfek satışı izni almakta hiç
bir zaman güçlükle karşılaşılmadı artık.
San Francisco genel grevinin bitiminden iki gün sonra, 22 Temmuz 1934'te
Roush, Barker’e gönderdiği uzun bir mektupta işlerini nasıl «yeniden
kalkındırdığım» heyecanla anlatıyordu:
«2 Temmuz akşamı Başçavuş Mclnerney ile subay Myron Gernea... ertesi sabah,
(Genel Kurmay'a ait bir araba ile benim gaz teçhizatından bir kısmım denemek
için) kendi- lerile gelmek isteyip istemediğini sordular. Büyük sokak kavgaları
ümit ettiklerini ve gaz bombalarını atmak için benim ustalığıma ihtiyaçları
olacağım söylüyorlardı... Kavga, gazla ve iki karabina ile başladı. Bekleme
uzun sürmedi, ilk dalaşma kör şafakta başladı. Kısa menzilli mermilerle ve el
bombalan ile derhal karşılık verdik.»
«Elebaşılar» -San Francisco yakası boyunca rahat rahat dolaşan grev nöbetçileri
(dok işçileri) - boğucu gaz bombalarını yerden toplayıp tekrar polislere atmaya
koyulunca Roush, onlara, daha çok «uzun menzilli mermiler» kullanmalarını
salık verdi. «Sizi temin ederim ki, diyordu, işi iyi kıvırdılar. Ondan sonra
her kavga bize bir zafer kaydediyordu... Öğretici olduğu kadar, ilgi çekiciydi
de bu.»
Roush, gaz obüslerinin «öyle dikkate değer sonuçlar» verdiğini
söylüyordu ki. San Francisco Polis Mü* dürlüğü’nden sonra birçok müşteri
Federal Laboratories’e büyük siparişler verdi:
«İşlerimiz iyi gitmiyordu. Fakat San Francisco olayından sonra derhal
büyük komşu bölgelerden gaz ve tüfek siparişleri aldık. Tabii uçuyordum ben...
Malzememizi bir depoda bırakmak doğru olmadığı için onları San Francisco
Polis Müdürlüğü’nün bodrumuna taşıdım... Berkeley Polis Müdürlüğü'nün, Oakland
Polis Müdürlüğü’nün, San Francisco Savcılığı’nın ve Polis Müdürlüğü’nün bana
gösterdikleri ağırlamadan daha fazlası olamazdı doğrusu. Şirket ve ben,
şüphesiz, onlara büyük minnet borçluyuz... Berkeley Müdürlüğü bize, bir
yazıhane, bir telefon hattı ve şehirde bulmamız imkânsız olduğu zaman benzin
buldu.»
Roush, «kavgalar» sırasında çekilmiş resimlerden ele geçirdiğini ve
onları büroya gönderdiğini haber veriyordu. «Bu kavgalardan birinde bir grup
adama nasıl ateş ettiğimi anlatmak isterim.» diye ekliyordu, «tsabet alan bir
adamın kafatası parçalandı, hemen öldü. Bir komünist olduğu için hiç de
dokunmadı bana bu; hattâ onlardan, daha fazla öldüremediğime yanıyorum.»
Roush'un mektubu şöyle
bitiyordu:
«Şimdi, bana sunduğunuz eşşiz işbirliği için size bütün kalbimle teşekkür
etmeliyim. Kelimeler, duygularımı anlatmaz... Bizim bu işi gerçekleştirmemizi
sağlayan şirket üyelerine teşekkürlerimi iletmek lûtfunu esirgemeyiniz.
Bundan sonraki işlerde başarıya ulaşmakta hiç bir şey, arkamda fabrikanın ve
onun bütün personelinin desteğini hissetmekten daha çok yardımcı" olamaz
bana...
Karargâhımı San Francisco'd a kurmayı düşünüyorum... Burayı Öyle rahat ve
öyle hoş buluyorum ki burada kalmağa karar verdim. En iyi dileklerimle...»
Joseph M. Roush
6.0.
000 üyeli C.Î.O., Amerikan
toplumunun ayrılmaz canlı bir parçası olduğu için, daha sonraları, hemen
bütün dünyaca tanınacaktı. Fakat C.Î.O.'yu kurma işine girişmiş olan bu kadınlı
erkekli çalışkan insanlara Î930 yıllarına doğru çok zaman adî suçlular gibi
davranıldı. «Komünist kundakçıları» ve vatan haini muamelesi görüyor, olur
olmaz sebeplerle hapse tıkılıyorlardı; bütün şehirler teker teker kapılarını onlara
kapatıyor, adları bütün büyük sanayi merkezlerinde kara listelere geçiyordu.
1935 ile 1937 arasında Amerika’da 47.000 den fazla işçi, haklarını
elde etmek için savaşa katılmış olduklarından tutuklanmıştı...
Sendika yöneticileri çok kere hayatları pahasına grev yapıyorlardı. Zaman
zaman, katiller ve sivil mulıa* fız teşkilâtları üyeleri tarafından
kaçırılıyor, acımadan dövülüyorlar, kendilerine işkence ediliyordu. Birçoğu
soğukkanlılıkla öldürüldü.
28 Ağustos 1935'te New Republîc
gazetesi, bu adamların başlarına gelenleri, olaylan bizzat yaşayan birinin
dilinden açıkladı. Yazıyı, Alabama'da Birmingham’daki Madencilik Sanayii
Sendikası’nın yöneticilerinden biri olan Blaine Owen yazmıştı.
Blaine Owen’in
anlattıkları şöyleydi:
«Birmingham adından hemen sonra, parantez içinde bazı adlar gelir akla:
T.C.I., Republic Steel, Schloss - Sheffield... gibi. Aralarında en önemlisi
T.C.I.’dir. Yani, Tennessee Coal and Iron (Tennesse Eyaleti Kömür ve Demir
Şirketi)... Bir de United States Steel vardır, Mor- gaıı'm şirketi...
Şirketin bahçeli evlerinde oturan işçilerin, mısır, ya da buna benzer,
insan boyunu aşan hiç bir bitki ekemi- yeceklerine dair bir karar vardır.
Evleri birbirinden ayıran boşluklarda bütün gece ışıklar yanar. Saat dokuz
buçuktan önce herkes içeri girmiş olmalıdır. Bununla beraber, her şeye rağmen
toplantılar olur, şiddet ve yıldırma, toplantılara engel olamaz. Hapis ve
işkence demek olan broşürler, gökten iner gibi kapıların altından kaydırılır,
halkı örgütlenmeye ve mücadeleye çağırır.
Önde iki resmî elbiseli adamın oturduğu polis arabası ağır ağır bana
yaklaştığı sırada evime dönüyordum. Biri araba kullanıyor, öbürü ışıldağı
üzerine çeviriyordu. Sokağın öbür ucunda karanlıkta bir otomobil ve önünde
ağzında sigarasile bir adam duruyordu. Köşeyi döndüm. Kapılan açık olan Ford
bizi geçerken onlar da yaklaşıyordu...
Araban^ arkasında, onların arasında dimdik duruyordum. Kırmızı sinyal
ışığını yakmış, iki sıra rahat evlerin arasından geçiyorduk. Hiç kimse tek
kelime söylemiyordu, Pencereler sımsıkı kapalıydı; havasızlıktan terlemeye
başladık, boğuşmaktan nefes nefese idik...
Pat! Beklediğim halde, bu darbe yine de ânî oldu, beni şaşırttı. Dudağım
uyuşmuştu, derin nefes alıyor ve ikinci darbeyi savuşturmaya uğraşıyordum. Bu
defa darbe, yanağıma indi...
Koyu kanın tuzlu tadını duydum, nefes alırken yuttum, Sivri bir diz
karnıma geçti ve kollarımı kurtarmağa çalışırken nefesim kesildi. Bana öyle
geliyordu ki, ezilmiş, parçalanmış akciğerlerime artık hava girmiyordu. Sonra,
yüzümü hiç koruyamaz oldum. Dizlerime mi kapamıştım yüzümü, yoksa onlardan
birinin dizine mi? Ne olursa olsun, benben bir parça değildi artık o... Birden,
yumruk - sille yağmuru durdu. Şaşırttı bu beni, gözlerimi açmaya çalıştım ama
yalnız sağ gözüm açıldı.
Karanlıkta ayakta duran uzun boylu zayıf herif, düzensiz, kesik - kesik,
kısa sorular sordu bana. Elinde tuttuğu tabancası, ince bir ışık halinde
parlıyordu. Dümdüz ve siyah kaşlı, çarpık ağızlı gencin, yüzümün ortasına bir
yumruk indirebilmesi için, düzgün aralarla so- rularmı kesiyordu.
«Konuşmayacak.» diyordu. Pat! «Tınmadı bile;.» Pat!... Durmadan kendi kendime
tekrarlıyordum. «Ağzını açma, ağzmı açma! Nasıl olsa işini bitirecekler senin;
bir şey söylersen daha sözünü bitirmeden haklayacaklar seni.»
Sarışın, kısa boylusu, «Nehire atm onu» dedi. Birisi bir ip getirdi...
İp, keskin bir ıslıkla omuzlarıma indi. Birtakım ellerin, vücudumda kanın
kuruduğu yerleri tekrar kanatarak, gömleğimi parça parça söküp aldığını
duyuyordum. Birisi, bir bıçakla pantolonumu yırtıyordu...
Kırbaç durdu, kaburga kemiklerime bir çizme darbesi yedim, öyle
yıkıldım. Kısa bir an sonra yeniden başladı aynı çizme darbeleri...
Bunun ne zaman dindiğini bilemiyorum artık. Yalnız şunu biliyordum ki,
ağzımı açmamak ve elden geldiği kadar sessiz durmak son derece önemli idi,
bunu düşünebiliyordum. Karanlıktan gelen bazı sorular hatırlıyorum...
Belli belirsiz, bu işin artık bittiğim anladım. Arabanın kapısının
çarpıldığını duydum ve arabanın lâstiklerinin tozda hışırdadığını... arabanın
uzaklaştığım duyunca başımı kaldırmağa çalıştım...
Başım önüne düştü, toprağa yapıştım; uyuya kalmak istemiyordum, nasıl
olursa olsun Birmingham'a dönmek, oradaki işçileri bulmak istiyordum.
Silâhlı işçiler, yatağımın başında nöbet tuttular. Daha birkaç yıl önce
bir Klan üyesi olan bir maden işçisi sekiz yaşındaki küçük oğlunu getirdi
yanıma. Benden, oturmamı rica etti; çocuğa göstermek için bütün vücudumu
kaplayan kesikleri, yırtıkları, yaraları açtı.
«iyi bak oğlum,» dedi. «İşte şirket bu. Nefret etmesini ve savaşmasını
öğrenmen gereken şey, bu!»
Milyonlarca işçi, hükümetin Wagner çalışma kanunu ile kendisine verdiği
haklardan faydalanmaya çalışırken ve sendika hareketi memlekette önem
kazanırken, sendika idarecileri her gün daha vahşi bir bastırma hareketinin
kurbanları olacaklardı.
İşte, 1935 ile 1938 arasında işçi aleyhtarı şiddetin tipik birkaç
örneği:
Alabama: Ağustos
1935'te Lowndes ili pamuk toplayıcıları greve başladılar. Şerif, memleketi kol
gezen bir sivil örgüt kurdu. Bu adamlar grevcilerin evlerini basıyorlar,
grevcileri kaçırıp onlara korkunç işkenceler yapıyorlardı. 22 Ağustosta,
«uyanık muhafızlar», James Merriweather adlı bir grevciyi kaçırmış ve Öldürmüşlerdi.
Bn. Merriweather şöyle anlatıyor:
«Köy meydanında, insanların ellerini kırbaçlayan bir linç çetesinden söz
edildiğini duymuştuk... Onların yarısı, bulunduğum eve doğru ilerlediler...
Broşür bulmak için ortalığı altüst ettiler. Bir şilte altında buldular
onları... O sırada işte olduğum için mitingte bulunmadığımı söyledim... Vaughn
Ryles, elindeki ipi tehditle sallayarak bana bütün elbiselerimi çıkarmamı
söyledi. «Şu sedirin üzerine uzan» dedi, «bu sabah çıplak et istiyor canım.»
Sedirin üzerine boylu boyunca uzandım, Ryles döverken, Ralph McQuire başımı
tuttu... Kalçalarıma vuruyordu önce, sonra başıma vurdu. «Şimdi», dediler,
«görelim bakalım ne söyleyeceksin.» Küfrediyorlardı... Ryles, ipe bir düğüm
attı... İpi direklerden birine astı... İki ayağımı yerden kaldırdı...
Yakınlarda bir yerde ateş edildiğini duydum... Kocamın öldürüldüğünü
söylediler... linç etmişlerdi...»
Arkansas: Güney
Çiftçileri Sendikası'nın bir idarecisi olan Howard Kester, bu eyalette yapılan
şiddet hareketlerini açıklamak için 10 Ocak 1936’da Ne w-York Post'ta şöyle
yazıyordu:
«Geceleri, şerifler ve maskeli adamlar, yoliarı tarıyorlar, gizli sendika toplantılarını basmak için fırsat
kolluyorlardı... Canları çekince adam dövüyorlar, çok kere öldürüyorlardı...
Mülk sahipleri de faşist bir hareket örgütlendirmişlerdi: Bu örgütün adamları
yeşil gömlek giyiyor, gömleklerine gamalı haç işletiyorlardı. Örgütümüzün
yüzlerce üyesi kötü muamele görmüş, yirmi kadar aile tehdit edilmiş,
evlerinden kaçırılmıştı... Sendikamızdan en aşağı on kişiyi öldürdüler.
Daha birkaç hafta önce Arkansas'ta Earle’de silâhlı adamlar, bir toplantı
sırasında zenci kiliselerine girdiler ve iki kişi öldürdüler... Ertesi gün,
Methodist'Ierin bir kilisesinde, ben, siyah ve beyaz 450 sendika üyesi önünde
konuşurken yirmi kadar silâhlı çiftlik sahibi beraberlerinde hükümet adamları
olduğu halde toplantı salonuna girdiler.
Diğerleri, kadın-erkek, çoluk çocuk gözetmeksizin sendika üyelerine
saldırırken bu adamlardan üçü beni kürsüden aldılar ve arabanın içine attılar.
Kilisenin içi p.Ilak bullak olmuştu.»
Michigan: Amerikan
Lejyonundan ve Millî Muhafızlar teşkilâtlarının üyelerinden meydana gelmiş bir
grup adam, Newton çelik şirketi önünde gösteri yapan grevciler üzerine göz
yaşartıcı ve kusturucu gaz bombası atmak üzere 10 Haziran 1937'de geceleyin,
Binbaşı Daniel Knagge kumandası altında Monroe’ya geldiler. Beyzbol sopaları
ile grevcileri iyice hırpaladıktan sonra «kanun ve nizamı koruyucuları» dövmek
için sempatizan aramaya daldılar evlerin içine. Grevcilere karargâh ödevi
gören çadırı ateşe verdiler ve işçilere ait bir düzine arabayı yaktılar,
parçaladılar.
Teksas: 1937 sonuna
doğru, bir ceviz toplayıcıları grevi sırasında 700 den fazla işçi San
Antonio'da, grev müfrezesi kurmak istedikleri için tutuklandılar. Adamlar ve
kadınlar dövüldü, coplandı ve hırpalandı. Göstericileri (kadınlar, çocuklar,
kollarında bebekleri analar) polis sıraya dizdi ve aniden göz yaşartıcı bomba
attı üzerlerine. Hiç bir şeyle suçlanmaksızın, yirmi kadar kadın hapse atıldı.
Kaliforniya: 1938
başlangıcında Maden, Çelik ve Yüksek Fırın İşçileri Milletlerarası Sendikasının
238'inci yerel teşkilâtı, Nevada İli altın madencilerinin grevinde başa
geçti. Oranın şerifi ve Kaliforniya Eyaleti polisleri tarafından idare edilen
bir grup sivil muhafız, 20 Ocakta Murchie madeni grevcilerine saldırdılar.
Ayrıca, tabanca ve copla silâhlanmış 300 kişilik bir çete 60 kişiye saldırdı.
Ertesi akşam, gösteri yapan 12 kişi hastaneye gönderildi ve sendikanın bütün
yerleri de darmadağın edildi. Sendika idarecileri linçle korkutuldu. 100 den
fazla madenci ve ailesi ilden atıldı.
Mississipi: 15 Nisan
1938Jde, Tupelo'da C.I.O.'nun bir idarecisi olan 27 yaşındaki
Charles F. Cox u, bir sürü adam bir arabaya sürükledi. 30 kilometre kadar açıldıktan
sonra ve orada tamamen soyduktan sonra 11 adam kayışla dövmeye başladı, Cos,
ondan sonra, ya- rıyarıya şuurunu kaybetmiş bir halde sürüne sürüne şehre
ulaşabildi, Cox, 1937 yerel grevinden sonra, fabrika sahipleri ve işçiler
arasındaki anlaşmazlıkların en önemli tanıklarından biriydi. Bu işi incelemekle
görevlendirilmiş olan örgütler, Cox'un örgüt aleyhine tanıklık etmesine engel
olmak için kaçırılmış olduğunu açıkladılar.
Fakat ne şirketlerin millî ölçüde giriştikleri şiddet ve korkutma
kampanyaları, ne «uyanık muhafızlar»ın
58
saldıkları
dehşet, ne de grevleri kırmak için gönderilen Millî Muhafızlar ve yerel polis,
gayelerine erişebildi.
Buhran yıllarının güçlükleri ve sefaleti ile, New De- al’in işçi - lehine
siyaseti ile ve Batı kıyısındaki denizciler ve madenciler sendikalarının, daha
bazı sanayi sendikasının kazandıkları zaferlerle harekete gelen Amerikan
işçileri, kitle halinde sendikalara girmeye ve daha iyi çalışma şartlarının
yanında daha yüksek ücretler elde etmek için mücadeleye katılmaya devam ettiler.
1936 başlangıcında C.I.O, idarecileri bir «savaş-fonu» topladılar;
kauçuk otomobil, çelik, alüminyum, radyo ve daha bazı ana sanayi işçilerinin
örgütlenmelerine yardım için güçlerini bir araya getirdiler. Gazeteciler,
kimyacılar, teknisyenler, satıcılar ve memurlar, kâtipler, oduncular,
denizciler, ayakkabıcılar, kürkçüler ve makinistler, sayısı bugün biraz daha
artan örgütlü işçiler ordusuna katıldılar.
1936 Şubatında, Akron'daki Goodyear lâstik sanayiinin, kauçuk
işçilerini C.1,0.'ya sokmak isteyen 10.000 işçisi, Goodyear fabrikasının
binalarını tuttular ve Amerika'da ilk defa olmak üzere «işyerini
terketmeksizin grev» yaptılar. Dört hafta dayandıktan sonra şirket, işçilerin
isteklerine boyun eğdi.
1936 Kasımında Otomobil İşçileri Sendikası memleketin en önemli
işletmesi olan General Motors'd a grev ilân etti. Greve 125.000 işçi katıldı;
General Motors’ım yirmi kadar şehirdeki bütün fabrikalarını durdurdular. Üç
aylık diş dişe bir savaştan sonra şirket, sendika ile bir anlaşma imzaladı, iki
ay sonra Chrysler, Otomobil işçileri Sendikası üyelerince seçilen delegeyi
kabul etti.
Fakat en önemli mücadeleyi, madencilik sanayii sürdürüyordu. 13 Haziran
1936'da Business Weeks'de «Eğer
Lewis, maden sanayiinde kazanırsa, bütün sanayi kollan tehdit edilmiş
olacaktır.,.» diye yazılıyordu. Yı-
lın sonuna
doğru, PIıil Murray, Madencilik Sanayii işçileri Sendikası'na 100.000 işçi
kaydettirmişti. 2 Mart 1937’de B.A. Çelik sanayi ve şubeleri yeni madencilik
sanayii sendikasına katıldılar. Bu, C.I.O.’nun yerel plânda kazandığı en büyük
zafer oldu.
Şimdi anlatacağımız olay, 30 Mart 1937'de, savaş meydanlarında can veren
Amerikan askerlerinin anıldığı millî bir bayram gününde Chicago'da, Republic
Steel fabrikasına yakın geniş bir arsada geçti.
İkindiye doğru, arsanın bir ucunda bine yakın adam, kadın ve çocuk
toplanmıştı. Bunlar, grevde olan Republic Steel'in işçileri ve onların
aileleri, öbür sanayi kollarından işçiler, dostlar ve sempatizanlardı.
Şirketin işçi düşmanı tutumunu protesto etmek için, Republic Steel
fabrikasının yanında gösteriye gelmişlerdi.
Republic Steel'in kaba, iri yarı Başkam Tom Gird- ler: «C.I.O. gibi kötü
tanınmış bir komünist örgütle ne yazılı, ne de sözlü bir anlaşma yapmak
niyetinde değilim» demişti.
Republic Steel, C.I.O.'nun henüz içine giremediği tek maden işletmesiydi,
Güzel bir pazar günüydü. Hava sıcaktı. Gösteri yapanlar keyifli bir hava
içindeydiler. Kadınlar hafif yazlıkları içinde, adamların çoğu ceketsiz;
topluluğun hareket etmesini beklerken küçük öbekler halinde toplanmış, canlı
canlı tartışıyor, gülüyor, şarkı söylüyorlardı. Kalabalığın ortasında iki
Amerikan bayrağı rüzgârda hafif hafif dalgalanıyordu.
Ne olursa olsun
bu görünümün insana dokunan, batan bir yanı vardı. Arsanın öbür ucunda,
fabrika ile gösteri yapanların arasında yarı yolda elleri sopalı yüzlerce
polis duruyordu. Hemen bütün polisler, arsayı boydan boya geçen çamurlu bir
yolun öbür ucuna kadar uzanan dağınık sıralar halinde dizilmişlerdi. Bu polislerin
arkasında destek grupları ve birkaç polis arabası vardı...
Üç yüze yakın gösterici çamurlu yola doğru akmaya başladığı anda, saat
dördü yeni vurmuştu. Amerikan bayrağını taşıyan iki adamın gerisinde uzun bir
sıra halinde yürüyorlardı. Üzerine basa basa, birtakım parolan haykırarak
yürüyorlar, üzerlerinde «C.I.O.'ya katılın», «Republic halka ihanet etti»,
«Republic Steel çalışma kanununu çiğnedi» gibi yazılar okunan levhalan havaya
kaldırıyorlardı.
Arsanın ortasına doğru polis, gösteri yapanlara yolu kapadı. Kalabalık,
yavaşlamak ve durmak zorunda kaldı, iki bayrak taşıyıcı arasında duran genç bir
adam polislere, kalabalığın geçmesine engel olmamalarım söyledi. Göstericiler
saflarını sıklaştırdılar, hırsla konuşmasını dinledikleri genç adamın
etrafında sımsıkı bir topluluk oldular.
Kimi, idarenin gösteriye izin verdiğini, kimi de polisin, yürüyüşü
durdurmaya hiç bir hakkı olmadığım söylüyordu.
Polisler, sinirli olduklarmı gizleyemiyor, yerlerinde duramıyor,
tabancalarını kılıflarmdan çıkarıyor, sopaları ile oynuyorlardı.
Arsada kötü şeyler
olacağı seziliyordu.
Birdenbire, hiç beklenmeksizin, sanki önceden verilmiş bir işaretle
harekete gelmiş gibi birkaç polis kolunu kaldırdı ve kalabalığın ortasına göz
yaşartıcı gaz bombası fırlattı. Aynı anda âni olduğu kadar korkunç bir ateşe
başladı tabancalar.
Öndeki kadınlar ve erkekler yerlere attılar kendilerini. Kalabalığın
gerisi korkudan şaşırmış, çılgına dönmüş bir halde bütün hızı ile kaçmaya
başladı. Emir üzerine polisler, kaçanlara yüklendiler, hayvana vurur gibi
sopalarla dövmeye başladılar.
Tabanca sesleri ve yaralananların bağırışları arasında gösteri yapanlar,
dayaktan bitkin halde birer birer yere yıkıldılar. Polis grupları, yaralıların
yanından ayrılmıyor, sopalarla onlara vurmakta devam ediyorlardı. Erkekler ve
kadınlar, yüzleri gözleri kan içinde, umutsuzca, sopa darbelerinden sakınmaya
çalışarak sendeliyor, ayakta sallanıyorlardı.
îşte Ölüler Günü
katliâmı böyle başladı.
Medenî hürriyetlerin çiğnenmesi konusu üzerinde bir araştırma yapan bir
grup Chicago’lu rahip adına gösteriye gelen ve yanında bir de fotoğraf
makinesi olan Charles B. Fishe adında bir rahip daha sonra olayı şöyle
anlattı:
«Fotoğraf makinesini gözlerime yaklaştırdım ve gözyaşartıcı bombaların
patladığı yeri gördüm. Topluluğun başında bulunan insanların çöktüklerini
gördüm. Düzinelerle, yığın yığın yere yıkılıyorlardı.
Sol gözümün köşesinden, 9 -10 metre gerimde bir adam dikkatimi çekiyordu.
Bir zaman hareketsiz kaldı, sonra yıkıldı. Böylece yüzükoyun resmini aldım
onun. Ölmüş olmalıydı, çünkü sırtında, gömleğinin üzerinde kan lekeleri
vardı...
Hemen yakınımda, 30 metre kadar ilerimde bir delikanlı gördüm. Bütün
gücüyle koşarken, geriye arkasından koşan iki polise bağırıyordu: «Gidiyorum,
gidiyorum işte. Emrettiğiniz gibi... Elimden geldiği kadar hızla koşuyorum».
Delikanlının ayağı takıldı, düştü ve polisler, ikisi birden üzerine
çullandılar. Sürükleyerek bir çalılığın arkasına götürdüler, bir zaman orada
dövdüler. Hemen yanlarında, onların filmini çektim: delikanlı yıkıldığı yerde
şuurunu kaybetmişe benzediği halde polisler kalın sopalan ile dövmeye devam
ediyorlardı..,»
Chicago Hull Cemiyeti'nde çalışan Mme. Lupe Mar- shall adındaki sosyal
hemşire de Ölüler Günü Katliâmına şahit oldu. Polisin gösteri yapanlara
saldırdığı o kargaşalıkta, o da yakalanmış, bir hayli dayak yemiş ve bir polis
arabasına atılmıştı.
Şöyle anlatıyor Mme.
Marshall:
«Olayların başladığı sırada bulunduğum noktaya yakın yerde polisler,
vurulup yere düşmüş adamları toplamaya koyuldular; onları, ayaklarından yada
kollarından sürükleyerek taşıyorlardı. Arabada bulunanların hiçbirinin
oturacak gücü kalmamıştı. Polisler birbiri üstüne yığdılar onları. Bazılarının
başı, başka vücutların altında kalmıştı. Bazılarının kolları ters dönmüş, bacakları
eklem yerlerinden çıkmıştı...»
Mme. Marshall, hastaneye kadar o kâbuslu yolculuğu şöyle anlatıyor:
«Sanki oraya hiç varamıyacakmı- şız gibi geldi bana; her sarsılışta bu adamlar
havaya fırlıyor ve sonra yine birbirinin üzerine düşüyorlardı. Arabada her
şey korkunç bir şekilde altalta üstüsteydi. inlemeler, bağırışmalar geliyordu
vücutlardan...
Araba hastanenin önüne gelince polisler, yaralı ve bayılmış insanları
arabalardan çekerek, ayaklarından, ellerinden sürükleyerek içeriye aldılar ve
hoyratça yere attılar. Birdenbire bir dedektif belirdi ortalıkta, yerde yatan
vücutları göstererek kızgın bir sesle bağırdı polislere: «Hangi şeytan verdi bu
lânet ateş emrini?». Polislerden biri cevap verdi: «Kapat çeneni!» Ve Mme.
Marshall'a dönerek ekledi: «Tamamen ölmüş değiller henüz.»
Fakat bütün geçen şeyleri füme almış olan Para- mount film şirketinin
günlük haberler filmi, şüphesiz, Ölüler Günü Katliâmı hakkında daha korkunç
şekilde tanıklık edebilirdi. Ne var ki film, çoğaltılıp sinemalara dağıtılmadı,
Paramount idarecileri, film halka gösterilirse «kızılca kıyametin kopacağını»
düşünüyorlardı.
Filmin banyosu yapıldıktan sonra özel şekilde gösterildi. Senatör Robert
M. La Follette Jr., Senatör Elbert
D. Thomas ve La Follette Medenî Hürriyetler Komisyo- nu'nun en
yetkili üyelerinden birkaçı hazır bulundular bu gösterilişte.
Saİnt - Louis Post Dİspatçh
gazetesi daha sonra bu filmin özel gösterilişini, özel şaşırtıcı bir şekilde
anlatıyordu, Post Dispatch'te çıkan yazıdan bazı kısımları aşağıya alıyorum:
. «Birdenbire belirli bir işaret verilmeden, tabancaların korkunç
patlama sesleri duyulur ve gösterici grubunun ilk sıraları, biçilen otlar gibi
yıkılırlar... Polis derhal göstericilere saldırır ve havada, sopaların
işlediği görülür.»
Polisler, sanki normal bir iş yapıyorlarmış gibi adamları dövmek için
ayrı ayrı yerlere sürüklerler. Defalarca, iki veya dört polisin bir tek adamı
dövdükleri görülür. Biri, beyzbol sopası gibi tuttuğu sopayla adamın yüzünün
ortasına vururken, Öbürü elile kafasına vurur, bir diğeri sırtına sırtına indirir...
«C.I.O. idarecileri, gömü işi ile uğraşan cenaze şirketinin,
kurbanlardan birinin, darbelerin etkisi ile kafatasının kırıldığını ve beynin
tamamen ezildiğini söylediğini açıkladılar...» ‘
Yazı devam ediyordu:
«Sırtını delip geçen kurşun yemiş bir adamın bütün vücudu tutmaz oldu,
iki polis, polis arabasına atmak için onu ayağa kaldırmaya çalıştılar; onlar
bırakır bırakmaz adamın bacakları büküldü ve hemen arabanın basamağının
dibine, çamura yüzükoyun yığıldı. Başını ve kollarını oynatıyordu, fakat
bacakları tamamen duygusuzdu. Bir kaplumbağa gibi başını kaldırıyor ve toprağı
kanırıyordu....
Post Dispatch'in yazısı
şöyle bitiyordu:
«Kamera, sahnenin ortasına gelir tekrar. Şurada burada ölümün o korkunç
kayıtsızlığını hatırlatan cesetler yatmaktadır yerde upuzun... Saçı başı
dağılmış, paltosunun önü açık, yüzü gözü şişmiş bir polis, kameranın önünde
duran bir başka polise yaklaşır. Kan ter içindedir, yorgundur. Anlaşılmaz bir
şeyler söyler. Birdenbire ağzı kulaklarına varmışçasına sırıtır, ellerini
oğuştura oğuştura uzaklaşır. Film biter.»
Ölüler Günü katliâmında on kişi öldürülmüş, yirmi kadarı da ciddî
şekilde yaralanmıştı.
Katliâm, maden işçileri gösterisinin, Republic Steel fabrikasını işgal
etmek ve içeride kimi bulurlarsa öldürmek için hazırlanmış bir «komünist
komplosu» olduğunu söyleyen Chicago polis şefleri tarafından kapatıldı.
Polisin bu temsilcilerine göre «iki veya üç yüz kişinin hayatı», «polisin
hazırlıklı ve tertipli hareketi» sayesinde kurtarılmış oldu,
30 Haziran 1937'de La Flotte komisyonu Önünde ifade vermeye gelen
Chicago polisinden, yüzbaşı James L. Mooney'in tanıklığından birkaç parçayı
aşağıya alıyoruz:
Senatör Thomas — Demek ki, size göre ayın 30'un- daki olay polisle
komünistler arasında bir kavgaydı öyle mi?
Yüzbaşı Mooney — Bu, kızıl kışkırtıcıların suçudur... Onların asıl
maksatları fabrikaya girmekti. Orada birçok kimseyi öldüreceklerdi.
Senatör Thomas — Sizin komünist dediğiniz bütün bu kimseler, adam
öldürmek mi isterler hep, onların gayelerinden biri de bu mudur, acaba?
Yüzbaşı Mooney — Hepsi değil, fakat rastlamadıklarımın hepsi.
İfadesi sırasında Yüzbaşı Mooney sordu: «Senato Konıisyonu'nun işini
kolaylaştıracak bir teklifte bulunabilir miyim?»
Senatör Thomas, «Evet»
dedi.
Yüzbaşı Mooney: «Bütün bu komünistleri ve kızılları atın memleketten,
her şey düzelecek o zaman.»
Senatör Thomas: «Nereye gönderirdiniz onları?» diye sordu.
«Rusya’ya, Lenin'in
yanma.»
«Gerçekte bunların, Rusya’nın paralı ajanları olduklarını mı
samyorsunuz?»
«Bunu düşünmeme sebep, memlekette en aşağı elli komünistin emir almak
için Rusya’ya gitmiş olmasıdır.»
«Onların, Rusya'nın neresine gittiklerini biliyor musunuz?
«Başkente gittiler.»
«Başkent nerede?»
Yüzbaşı bir an durakladı, sonra karşılık verdi: «Tabiî, Lenin neredeyse orada.»
New Deal’in güç durumda bulunduğu sırada, son derece sözü geçen Amerikan
milyonerlerinden küçük bir grup, yılda bir kere, en sıkı bir gizlilik içinde
New York'taki Rockefeller Plaz’da 3115 numaralı odada toplanırlardı. Bu grup,
«Özel Görüşme Komisyonu» adım taşıyordu.
30 Rockofeîler Plaza’daki 3115 numaralı odanın kapısında, «Edward S,
Cowdrick, Sanayi İşleri Uzmanı» yazılı bir levha bulunurdu, fakat bu, «özel
Görüşme Ko- misyonu»ımn bu büroda neler görüştüğünü tamamen açıklayanı azdı.
Telefon rehberinde Komisyonun adı yoktu; başlıklı kâğıdı yoktu; bütün kayıtlan
ve raporları «son derece gizli» idi.
Özel Görüşme Komisyonu sekreteri Edward S. Cowdrick, komisyondan olmayan
kimselerle konuşurken komisyonun adını hiç geçirmezdi; örgütten, «ortaklarım»
veya «bana işveren grup» diye söz ediyordu.
Özel Görüşme Komisyonu, adları, bütün dünya sanayici ve maliyeci
çevrelerinde efsanevî şekilde geçen insanlardan meydana gelmişti.
Aşağıda, diğerleri arasında, Komisyonun toplantılarına veya onun genel
faaliyetine katılan bazı kimselerin adlarını bulacaksınız:
Lammot du Pont, Du Pont de Nemours E. 1. şirketi başkanı.
Alfred S. Sloan Jr. General Motors Corporation başkam.
Harr W. Anderson: General Motors Corporation dış işler müdürü.
Owen D. Young: General Electric Com- pany'nin idare kurulu başkanı.
Edgar S. Bloom: Western Electric Com- pany başkanı.
Eugene G. Grace: Bethlehem Steel Com- pany başkanı.
Frank A. Merrick: Westinghouse Electric and Manufacturing Company başkam.
Harry E. Ward: Irving Trust Company başkanı.
E.
J, Thomas: Goodyear Tire
and Rubber Company personel şefi.
Özel Görüşme Komisyonu’nda temsil edilen tröstler şöyle gruplanmış 1
ardı:
Morgan Grubu: United
States Steel Corporations (Amerika'nın en büyük sınaî şirketi) General Electric
Company; American Telephone and Telegraph Company.
Da Pont Grubu:
General Motors Corporation (Amerika'nın üçüncü büyük sınaî şirketi); E. I. du
Pont de Nemours Company (Amerika'nın dördüncü büyük sınai şirketi); United
States Rubber Company.
Rockefeller Grubu:
New Jersey Standart Oil Company (Amerika'nın ikinci büyük sınaî şirketi).
Mellon Grubu:
Westinghouse Electric and Manifac- turing Company.
Chicago Grubu: International
Harvester Company.
Cîeveland Grubu:
Goodyear Tire and Rubber Company.
özel Görüşme Komisyonu, 1930 yılları sırasında, stratejik plânlar çizen,
kullanılacak taktiği gösteren ve teşkilâtlı işçilerle, New Deal politikasına
karşı açılmış olan savaşın bütün dönemlerini idare eden büyük Amerikan
kapitalistlerinin gizli genel karargâhı idi. O
(9)
Özel Görüşme Komisyonu 1919
da, işçi sınıfının Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen hak İsteme mücadelelerinin
kızıştığı dönemde kurulmuştu. Ama Komisyon, ancak New Deal politikası iyice
başarı kazandıktan sonradır kİ, ciddî ve sistemli olarak işlemeye başladı.
özel Görüşme Komisyonu'nun idareci üyeleri ancak yılda bir kere
toplanıyorlardı, fakat onların temsilcileri ve daha küçük memurları sayısız
toplantılar yapıyorlardı. Sekreter Cowdrick ise, Komisyon’un en önemli
üyelerini, devamlı olarak, sanayi alanında geçen ilgi çekici şeylerden
haberdar ediyor, onlara durmadan kayıtlar ve raporlar gönderiyordu.
New Deal’in ilk yılı Komisyon için özellikle yüklü bir yıl oldu,
Bethlehem Steel Company'nin ikinci başkanı ve Özel Görüşme Komisyonu Başkanı
J. M. Larkin, 1934 başında şöyle açıkladı: «1933 yılı, kurulan birliklerin
sayısı, tartışılan konuların çeşitliliği ve önemi, sanayi şirketlerince
Komisyon üyelerine sorulan soruların çeşitliliği bakımından yarış dışı bir
rekor kırdı,»
Bu zor devre boyunca çalışmaları İçin Komisyona minnetini bildirmek
isteyen Larkin: «Özel Görüşme Komisyonu ile ilgili ve onu destekleyen
şirketler Öyle durumlara düştüler ki, toplumsal çatışmaları ve kalkınma
programının ortaya çıkardığı her gün biraz daha artan güçlükleri çözmek için
Komisyonun tecrübe ve öğütlerine ihtiyaç duydular,» diyordu,
Larkin, «Bununla birlikte, yine de çözülmesi gereken bazı karışık
sorunlar kalıyordu,» diye ekliyordu. «En önemlilerinden biri, bugün serbest
rekabete karşı girişilen bir savaşta dövüşmek zorunda kalışımızdır...»
Roosevelt hükümetinin ilk günlerinde, hükümete yakın yüksek çevrelerle
ilişkilerini kullanmasını iyi bilen Özel Görüşme Komisyonu, iç işlerde hükümet
politikasına uygun hareket etti. 1933 Ağustosunda, Ticaret Bakanı, ticarî
plânlama ve yönetme için bir Danışma Konseyi kurduğu zaman General Electric
Başkam Ge- rard Swope ile New Jersey Standart Oil Başkam Walter C, Teagle (bu
iki şirket de özel Görüşme Komisyonu'nda üye idiler) bu konsey başkanlığına ve
sınaî ilişkiler bü-
rosu
başkanlığına getirildiler. Swope ile Teagle de, Özel Görüşme Komisyonu’nun
önemli üyelerini Sınaî İlişkiler bürosuna ve Edward Cowdrick'i de sekreterlik
vazifesine getirdiler.
Cowdrick, American Telephone and Telegraph Com- pany'nin başkanı W. A.
Griffin'e yazdığı gizli bir mektupta, özel Görüşme Komisyonu üyelerinin bu
hükümet örgütü içinde oynayacakları rolü açıklıyordu:
«Her üye şahsen çağırıldı, şirketini temsilen değil; özel Görüşme
Komisyonu’nun adı hiç geçmeyecek... Bu yeni komisyonun (sınaî ilişkiler bürosu)
işi bizim komisyonun işini tamamlayacak ve genişletecektir. Komisyonun
çalışmasının genel gidişi, normal toplantılar sırasında çizileceği için
olağanüstü toplantılar yapmak gerekmeyecek şüphesiz.»
Fakat, New Deal'in işçi lehine siyaseti yavaş yavaş beliriyor. Roosevelt
hükümeti ile büyük sermaye arasında çatışmalar başlıyor ve özel Görüşme
Komisyonu üyeleri, bundan böyle hükümet içinde gerçek bir etki yaparak hareket
etmelerinin imkânsız olduğunu anlıyorlardı. Komisyona göre, şimdi en âcil şey,
aynı zamanda Roosevelt’e ve sendikalara karşı geniş bir kampanya açmaktı...
Halk işleri uzmanları ve sanayi sorunları uzmanları, fikir danışmak için
çağırıldı. Cowdrick’in kontrolü altında, Geçici tşçi Taraftan Kanununun ince
bir analizi yapıldı ve adamakıllı inceleyebilmeleri için bütün komisyon
üyelerine dağıtıldı. United States Rubber'den Cyrus Ching’in önerisi üzerine
komisyona bir «Haberal- ma örgütü eklendi. (,0)
(10)
7 Ağustos 1947 de Başkan
Truman, Cyrus Chİng'î Federal Arabuluculuk ve Uzlaşfjrma Hizmeti Başkanlığına
getirdi. İşçilerle patronlar arasındaki uyuşmazlıklarda hakemlik yayacaktı.
Daima el altında olan ve bazı şirketlerin sundukları
avantajlardan faydalanan komisyon, sendikalara karşı ve serbest rekabetin
savunulması için geniş bir propaganda kampanyası açtı. Cowdrick bu kampanyanın
örgütlenmesi için komisyona yapılan yardım konusuna şöyle değiniyordu:
«Bazı kimselerle ve Millî Fabrikatörler Ortaklığı, Birleşik Amerika
Ticaret Odası, Millî Otomobil Ticaret Odası ve özel Görüşme Komisyonu’na bağlı
bazı şirketlerin Washington'daki büroları gibi bazı örgütlerle çok faydalı
bağlar kurdum. Genel olarak hükümet memurları ile yüzyüze gelmekten çok, bu
bağlar aracılığı ile hareket ettim. Çok düşündüm ki, üzerime çok dikkat
çekmekten veya onlara üzerlerine etki yapıyorum inancını vermekten kaçınmak
daha iyi olacaktı.»
Millî Fabrikatörler Ortaklığı ve B. Amerika Ticaret Odası'nın «son derece
anlayışlı ve uysal olduklarım» belirtiyordu raporunda Cowdrick. «Özel Görüşme
Komisyonu’na bağlı şirketlerin çoğu bu iki örgütün üyesi olduklarından, bunda
şaşılacak bir şey yoktu.» Komisyonun çabalarına rağmen, işverenler ve işçiler
arasındaki ilişkilere dair Federal Kanun yayınlanınca bu durum, komisyonun
karşısına yeni sorunlar çıkardı. Komisyonun 1936'da çıkan yıllık raporu,
1919'daki kuruluşundan beri komisyonun çalışmalarını inceledikten sonra şöyle
diyordu:
«Bu geçen on sekiz yılın hiç biri 1936 kadar zor olmadı... Çalışmanın
tüzüklerle düzenlenmesi güçlükleri, kanunlar ve sendika idarecilerince yapılan
şiddetli baskı ile daha da arttırıldı... özel Görüşme Komisyonu, 1936'da
kısmen etkili olmuştu...»
Baştanbaşa değişmiş olan durum, işçi düşmanı yeni taktikler
kullanılmasını gerektiriyordu. Bu taktiklerden biri, bazı «dinî cemaatlar»ı ve
sivil savunma gruplarını büyük işletmeler ve serbest rekabet yolu ile desteklemekti,
Goodyear Rubber Company, Akron'da bir grev sırasında bu tekniği kullanmıştı;
Cowdrick, raporunda bu konu üzerinde şöyle yazıyordu:
«Pazar günü öğleden sonra, Akron’un eski belediye başkanı C. Nelson
Sparks, kanun ve düzeni koruma birliklerinden birinin idaresini almayı kabul
etti... Radyoda verdiği bir nutukta, kışkırtıcılara şehri terketmele- rini
önerdi. Bir ara, düzeni devam ettirmek için kuvvet göndermeye kandırmak
amacıyle valiye baskı yapıldı.»
Özel Görüşme Komisyonu aynı zamanda, grevleri kırmak ve başka türlü işçi
düşmanı işleri başarmak için başvurulabilecek çeşitli Amerikan faşist örgütler
hakkında derin bir inceleme ile uğraşıyordu. Anayasa ve Eğitim Birliği,
Haçlılar, Cumhuriyet Bekçileri ve Amerikan insanları adlı birlikler vardı
bunların arasında. 1 Haziran 1936'da Cowdrick, yahudi düşmanı ve nazi dostu
olan Cumhuriyet Bekçileri Örgütü hakkında ne düşündüğünü sormak için General
Motors’un idarecilerinden biri olan Anderson’a bir mektup yazdı. Anderson
birkaç gün sonra cevap verdi:
«1 Haziran tarihli mektubunuza cevap olarak, Cumhuriyet Bekçileri adlı
örgütten söz edildiğini duymadığımı söylemek zorundayım. Bizim burada güzel,
küçük bir örgüt var: Kara Lejyon. Belki de odur...» ")
U. S. Steel Corp. Başkan Yardımcısı A. H. Young’un teklifi ile,
Cowdrick'in kaleme aldığı bir rapor komisyonun, faşist sindirme yöntemlerine
ne kadar ilgi duy-
(11)
Kara Lejyon: 1930'a doğru
Ohio'da, illinois'de, Indiana’da, şiddetle hüküm i üren bîr gizli tethişçîlik
örgütü. Lejyon, yangın çıkarma, kundak sokma, işkence etme ve öldürme gibi
tepeleme usulleri kullanırdı. Daha fazla bilgî İçin bak: «Tehlikeli
Amerikalılar» bölümü.
duklarmı açıkça
belirtiyordu. Rapor, komisyon üyelerinin incelemelerine sunulan garip bir iş
kanunu taslağının ayrıntılı bir analizini de içine alıyordu. Söz konusu olan
kanunda aşağıdaki madde de vardı:
«işletmenin müdürü, işletmeyi ilgilendiren sorunları, memurlar ve
işçiler adına çözer... Memurların ve İşçilerin refahından sorumludur...
Memurlar ve işçiler, fabrika birliğinin «hayırhah» kurallarına saygılı davranarak
müdüre sadakat borçludurlar.»
A. H. Young, Cowdrick'e yazdığı bir mektupta bu hukukî parçayı «Alman
hükümetinin bir üyesinden» aldığını söylüyordu.
Bu kanun, Adolf Hitler'in «Millî Çalışma örgütü Kanunu» idi.
Ama ne özel Görüşme Komisyonu’nun üzerinde çalıştığı projeler, ne
onların yüksek derecedeki ilişkileri, ne sonsuz kaynakları, Amerika’da büyük
küçük bütün fabrikaları, maden ocaklarını kaplayan sendikacılık dalgasının
önüne geçebildi.
1937 Martı ile Eylülü arasında, altı ay içinde C.I.O. nun üye sayısı
1.804.000’den 3.718.000’e çıktı. 1938'e doğru Amerika’da toplam sendikalı işçi
sayısı, eşi görülmemiş bir rakama, 7.700.000'e varmıştı,
C.I.O.’lu gazeteci Len de Caux, 1938 başında, sendika bülteninde: «Daha
önce örgütsüz diğer büyük üretim sanayilerinde olduğu gibi, maden sanayiinde,
otomobil sanayiinde, kauçuk sanayiinde sendikanın kollarını kurmayı başaran
C.I.O., günlük ücretlerde 1.000.000.000 dolara yakın bir artış elde etti;
diğer sanayiilerde elde edilen dolaylı kazançlar bunun içinde değil» diyordu.
Amerika'da, işçileri sendikalaşmamış bir tek büyük sanayi şirketi
kalıyordu geriye. Bu da Ford Motor Company idi.
«... ve Tanrı
belki şöyle buyurdu: Haklan olacak kullarımın haklan ve özgürlükleri sıradağlar
gibi sağlam.
Bir araya gelecekler - söz misali -
-
söz misali - hak
arayacaklar hesap soracaklar yüce katlardan barış içinde
ve (korku) taşımadan yüreklerinde.»
«... ve Tanrı
belki şöyle buyurdu: Nerede isterlerse orada neyi isterlerse onu haykıracaklar
ağız dolusu.»
Yalan,
piskoposça bir yalan bu.
Sökmez Ford İmparatorluğu'nda Tanrı’nın
buyruğu.
Deneyin
deneyin hele bir
işbaşı yapmayı ve işi paydos etmeyi Ford’un fedaîileri önünde Ford'a şükürler
etmeden.
Deneyin
deneyin hele bir ■
çevrenizdeki
güllere başka gözle bakmayı Ford’un baktığı gözden.
Deneyin
deneyin de görün
nasıl da iner silleler nasıl da iner
tekmeler
boşboğürlerinize
birden.
Archİbatâ Mac
Leİsh'in «özgürlük Üîkesi»rtden...
Diğer bütün otomobil fabrikalarının müdürleri sendika ile bir anlaşma
yaptıkları sırada Henry Ford, «Biz asla, ne Otomobil işçileri Sendikası'nı ne
de başka bir sendikayı tanıyacağız.» diyordu. «Sendikalar, yeryüzünde şimdiye
kadar varolan şeylerin en kötüsüdür.»
Başka hiç bir fabrikatör, sendikalara karşı açılan savaşa, Henry Ford
kadar azgınlıkla katılmamıştı; ve yeni çalışma kanununa rağmen, işçilerinin
örgütlenmemiş kalması kararmda daha az kesin değildi. O zamana kadar Ford,
kendisinin kanunlardan önce geldiğini zannediyordu.
Ford’un, Detroit’te ahırdan bozma bir yerde, gerisine bir motor takılmış
bir çocuk arabasına benzeyen bir âletin deneylerini yaptığı günden bu yana otuz
beş yıl geçmişti; ve o günlerin tanınmayan makine mucidi, dünyanın en zengin ve
en kudretli insanlarından biri olmuştu bugün.
Ford'un geniş şahsî imparatorluğu, altı kıtayı kaplıyordu.
Çin’de, Mısır'da, Arjantin'de, Meksika’da, Ma' 76 caristan’da,
Japonya'da, Almanya’da ve daha bir sürü memlekette fabrikaları, şubeleri vardı.
Arazisi, Kaliforniya'da petrol kuyularını; Kentucky’de, Batı Virgina'da, Kuzey
Michigan’da bir acre’a ([5]) yakın genişlikte yüzlerce kömür ocağı
ve ormanları, aynı şekilde Brezilya'da, Para’da 2.225.000 acre’lık kauçuk
çiftliklerini içine alıyordu. A.B.D.'de cam üretiminin hemen dörtte biri, onun
kontrolü altındaydı. Elinde bankalar, demiryolları, havayolları ve atlantik
ötesi denizyolları vardı. Ford fabrikaları, diğer şeylerle birlikte arabalar,
kamyonlar, traktörler, elektrikli lokomotifler, uçaklar, buhar türbinleri,
dinamolar, çelik, çimento, kumaş ve kâğıt çıkarıyordu. «Milletlerarası
bankerlerse çok kere ateş püsküren Ford'un, Avrupa'da ve Asya'da kauçuk,
çelik, mühimmat ve kimyasal maddeler imâl eden kartellerle sıkısı kıya bağlı
işletmeleri vardı.
Michigan'da Dearbom'daki River Rouge fabrikası, Ford İmparatorluğu'nun
merkezi idi. Dünyanın en büyük sanayi sitesi olan ve bin acre’dan daha fazla
bir alanı kaplayan River Rouge fabrikası, tastamam bir şehirdi. Yüz elli
kilometreden fazla uzunlukta bir demiryolu ağı, parke döşeli güzel yollar,
geniş kanallarla kaplı idi bu alan, iki kilometre uzunluğundaki limanına
atlantik aşan gemiler yanaşabilirdi. Sayısız binalarda yazıhaneler, dökümhaneler,
çelik imalâthaneleri, baskı atelyeleri, ınakina fabrikaları, bir kâğıt
fabrikası, otomobil lâstiği fabrikaları, cam ve çimento fabrikaları yerleşmişti.
Fabrika tam randımanla çalıştığı zaman 85.000 işçi kullanıyordu,
1940'da Ford Motor Company
30.000.000’dan fazla araba çıkarmıştı. Fabrikanın günlük kazancı, yaklaşık
olarak bir milyon dolara yükseliyordu.
Eğer, olukla para akıttığı yaym ajanlarının Henry Ford adı etrafında
yaydıkları efsaneye inanılırsa, meşhur otomobil fabrikatörü, büyük bir insancıl,
bir bilge, genel olarak insanlığı ilerletmek, özel olarak da işçilerinin hayat
şartlarını yükseltmek arzusu ile hareket eden akıllı bir insandı. Gerçekte ise,
bu büyük, zayıf ve kamburumsu mülti-milyonerin mekanik aklı, tam bir
entellektüel kısırlık, son derece yobazlıkla, toplumsal ilerleme karşısında
duyduğu şiddetli korku ile doluydu.
Ford'un yeryüzündeki fabrikalarında en son sınaî tekniğin kullanılışı,
mekanik malzemenin teminine gösterilen titizlik derecesindeki dikkat,
personele karşı gösterilen geri ve kaba davranış tarzı ile göze batar şekilde
çelişiyordu.
Bu çelişki, hiç bir yerde, Ford'un Dearbom'daki Ri- ver Rouge
fabrikasındaki kadar suçlanmamıştır.
Bir işçi, River Rouge’un sıkısıkıya korunan demir parmaklıklı kapısından
içeri girer girmez sanki Amerika’nın göbeğinde bağımsız bir faşist devletin
sınırlarını geçmiş gibi olurdu - Öyle bir devlet ki - işçiler ve işverenler
arasındaki Federal Hakem Komisyonu'na göre, işçiler için «bir korku ve dehşet
rejimi» kurmuştu.
Bu devletin diktatörü Henry Ford ise, korkunç şefi ve gizli polisin
kadir*i mutlakı da Harry Herbert Ben- nett idi.
Ford'un masalımsı meslek hayatı boyunca, siyasetini
tâyinde ve emirlerinin yerine getirilmesinde, acaip ve çok kere de tehlikeli
birtakım maceraperestler esaslı bir rol oynamışlardı. Etrafı daimi olarak bir
insan zinciri ile çevriliydi. Bu zincirin halkaları: Sionistlere kar. 78
şı ırkçı yalanlarla dolu, utanılacak bir milletlerarası yayım
paraca desteklemesi için Ford’u ikna eden azılı bir yahudi aleyhtarı ve çarın
eski bir subayı olan general kont Z. Cherep - Spirodovitch; A.B.D, askerî
casusluk servisinin eski bir üyesi olan ve 1920 başlangıcında Ford'un hafiye
örgütünü yöneten, liberal Amerikalıların en tanınmışlarının faaliyetleri
hakkında gizliden gizliye dosyalar hazırlayan Dr. Harris Houghton; Ford şirketinde
sorumlu bir görevi olmadığı halde her zaman Ford’un yazıhanesinde boy gösteren
ve bir zaman kendisine fabrikanın ikinci müdürü gözüyle bakılan esrarengiz
Alman âşıkı Emest Gustav Liebold; ilk plânda Ford'un gazetesi Dearborn
Independant'ın idarecisi, sonra, bütün Amerika’da yahudi aleyhtarı propaganda
kampanyaları düzenlemekle ünlü antidemokratik Anglosakson Federasyonunun
müdürü olan William J. Came- ron gibi kimselerdi.
Fakat, Ford’un bütün yardımcılarının, müşavirlerinin ve ortaklarının en
şaşırtıcısı ve en korkuncu Harry Herbert Bennett idi. Bennett, Ford Motor
Company’nin personel müdürü resmî Unvanını taşıyordu. Fakat ona asıl görevinin
ne olduğu sorulduğunda Bennett: «Ben mİ? Mr. Ford’un şahsî hizmetindeyim»
cevabım vermekten hoşlanırdı. 1935'e doğru, sayısız kimselerin de görünüşünü
paylaştığı Look
dergisine göre Bennett «Şirketin gerçek patronu idi.»
Saint * Louis Post - Dispatch'de yazdığı bir
makalede Spencer R. McColloch, «Bennett’in bir hareketi, bir insanın Ford împa
ra torluğu'nda başarısını veya sonunu ifade edebilirdi.» diye yazıyordu.
«Onunla zıtlaşan yüksek derceli memurlar bazan (istifa etmeyi) daha tercih
edilir bulmak zorunda kalıyorlardı. Bennett’in disiplinine karşı gelmekle
işledikleri hatanın cezasını çekmek için aylarca, görevlerinden uzaklaştırılmış
bir halde o binadan bu binaya başıboş dolaşmak zorunda kalan kimseler çok
görülmüştür.»
Hattâ, Ford'a göre Harry Bennett, Ford Motor Com- pany’den daha önemli
bir işletmeyi bile idare edebilirdi. Ford, «Harry Bennett A.B.D. Başkanı
olmalıydı.» derdi.
Bennett’in emrindekiler ona «Küçük Adam» diyorlardı. 1916’da Ford'un
yanına girmeden önce birçok yıllar Amerika Deniz Kuvvetleri'nde bulunan, bir
zaman da «Marin Reese» adı altında tüy siklet boksörlük yapan Bennett, ince
dudaklı, şık, küçük bir adamdı; kravatına sarılıp az kalsın kendisini boğacak
olan bir adamın elinden yakayı kurtardığı günden beri hep papyon takardı.
Sert, oynak zekâlı, becerikli olan Bennett, Ford'un yanında çabuk
yükseldi. Ford’un çocuklarını kaçırılma tehlikesine karşı onların korunmasını
sağlamakla görevlendirilince Bennett bu işi o kadar iyi becerdi ki, otomobil
kralının şahsî takdirini kazandı. 1926'da, otuz dört yaşındaki Bennett, Ford'u
Koruma Servisi şefliğine atandı.
Görünüşte bu servis, hırsızlara karşı şirketin mallarını korumak içindi.
Fakat aslında herkes iyi biliyordu ki, aslolan, Henry Ford’un korunması idi;
hem hırsızlığa karşı değil de işçilerinin sendikaya girmelerinin ortaya
çıkardığı tehlikeye karşı... Koruma Servisi, Ford Motor Company’nin casus
şebekesinin sendika aleyhtarı şubesi idi.
Koruma Servisi, Bennett'in idaresinde, birçok dalları Ford Fabrikasının
sınırlarından ötelere uzanan çok geniş bir örgüt oldu. 1930’a doğru bu ağ,
yalnız Dear- born ve Detroit şehirlerini değil, bütün memleketi kuşatıyor,
özel işlere olduğu kadar genel dâvalara da burnunu sokuyordu. Emrindeki acaip
ajanlar ve gizli adamlar arasında, hafiyeler, gangsterler, katiller ve eski
pranga mahkûmları; polis hafiyeleri, polis müdürleri ve hâkimler, avukatlar,
profesörler, basımevi sahipleri ve tüccarlar, belediye memurları, federal
memurlar ve eyalet memurları vardı.
Malcolm M. Bingay, Koruma Servisi'nin büyük etkisini, «Detroİt Free Press»te
şöyle anlatıyordu:
«Vali, belediye reisi, senatör adayları; kongre, şehir meclisi, baro,
«Bennett çetesinin kendilerinden yana mı, yoksa kendilerine karşı mı olacağı
korkusu içinde titrerlerdi. Hattâ, Michigan Üniversitesi rektörleri bile, bu eski
kurumun idaresi için onun fikrini alırlardı.»
Bazı çok güvenilir kaynaklara göre, 1937'ye doğru, Koruma Servisi'nin
River Rouge'da kullandığı ajanla- nn sayısı 3.000’den fazlaydı. Aralarında
birçoğu, âdi işçi, kapıcı, meydancı ve pencere silicisi görünüşü altında gizli
hafiyelerdi. Servisin en önemli ajanlarından biri, Ralph Rimar, Koruma
Servisi’nin fabrika çalışmalarını, sonraları şöyle anlatıyordu:
«Bizim ispiyon ağımız bütün Dearborn'u ve Detroit'i kaplıyordu, işçilerin
evlerine, şehrin ve hükümetin en yüksek memurlarının özel yazıhanelerine kadar
nüfuz ediyordu. Hafiyelik yılları Şirkete, Ford fabrikasında çalışanların
faaliyetleri hakkında uzun haber listeleri sağlamıştı. Şirketle ilgili olabilecek
hükümet üyelerinin, valilerin, memurların özel ve genel yaşayışları ile ilgili
kataloglar yapmıştık...
Ajanlarım bana bakkal dükkânlarında, kasap dükkânlarında, lokantalarda,
oyun sa- tonlarında, birahanelerde, hayır kurulularında, gençlik kulüplerinde
ve hatta kiliselerde geçmiş konuşmaları iletirlerdi. Pazarda, kadınlar
sıralarını beklerken, bazan, işten yahut kocalarının çalışmalarından
konuşurlardı; onlar konuşurlarken neler söylemek istediklerini derhal
anlardım. Çocuklar babalarının sürdürdükleri hayattan konuşurlardı...
Adamlarımızdan biri olan Nick Torres, Dearborn'da bir gençlik kulübünde boks antrenörü
idi. Getirdiği haberler birçok işçiyi işinden çıkartmama yaradı.»
Rimar, sendikalı ve sendikaya yakınlık duyan işçilerin
uzun isim listelerini hiç aksamadan Koruma Servisi merkezine getiriyordu.
Rimar çok sonraları, işçiler ve işverenler arasındaki Federal Hakem Komisyonu
üyeleri önünde, yeminle, şöyle anlattı: ^
«1937'den ve CJ.O.’nun kuvvetlenmesinden önce işten
çıkarılmasına sebep olduğum İnsanların sayısı 1500 civarındadır sanıyorum.
1940 yılı içinde 1.000 sempatizanın daha ismini, haklarında edindiğim
bilgilerle beraber verdim. Bu adamların hepsi de işten atıldılar.» ,
Ford Koruma Servisi, ayak takımı suçlularla sıkı bir beraberlik içinde
çalışıyordu. Detroit haydut çetesinin reisi Chet La Mare’ın River Rouge
fabrikası işçilerine yemek hazırlayan ve dağıtan bir ticarethane ile ilgisi
vardı. Bir Brooklyn çetesinin ünlü reisi Joe Ado- nis, Ford fabrikasının
yaptığı bütün arabaların nakliyat imtiyazını tek başına elinde tutuyordu.
Kırmızı Çe- te’nin. Kanlı Çete’nin ve Detroit’in, Dearbom'un diğer çetelerinin
adamları sık sık çeşitli hediyeler aldıkları River Rouge fabrikasına
uğrarlardı.
Gangsterler, buna karşılık, Ford’un siyasî adaylarını desteklemek için
taraftar toplarlardı; Koruma Ser- visi'ne, sendikacı militanlara işkence eden,
onlara rahat vermeyen kendileri gibi adamlar arasından seçilmiş destek
kuvvetleri sağlarlardı. Dearborn’da, birçok sendika idarecisi sırtından bir
kurşun yemiş halde ölü bulundu.
Bennett, bu câni elebaşılarla olan samimî bağlarını hiç gizlemiyordu.
Bennett’le bir görüşme yapmış olan Spencer Mc- Colloch, Saint-Louis Post Dispatch’de:
«Birçok kere, Al Capone’Ia yaptığı dostça konuşmaları ima etti.» diye
yazıyordu.
Milletlerarası Basın servisinden J, Killgallen, River Rouge fabrikasına
yaptığı ziyaretten sonra şöyle yazıyordu:
«Bennett, serseri takımı ile ilişiği olduğunu kabul ediyordu.
Gangsterleri ve katilleri, şahsen tanımayı çok önemli bulduğunu söylüyordu.»
Bir gün Bennett’e kızan bir gangster tabancasını âniden Ford’un personel
şefinin üzerine boşalttı ve karnından yaraladı. Aradan çok geçmeden,
Bennett’e, gangsterin cesedinin resmi geldi. Resmin üzerinde imzasız bir yazı
vardı: «Artık senin canım sıkmayacak, Harry»
Bennett, gazeteci Spencer McColloch’a: «Hiç bir şeyden korkmuyorum»,
diyordu. «Öldürülürsem, kötü bir şey bu benim için ama, hepsi o kadar işte!»
Bununla beraber Bennett hayatını hiç bir şey için tehlikeye atmıyordu.
Beraberinde daima sıkı bir koruma birliği bulunurdu. Koruma Servisi’nin
güvenilir adamları River Rouge fabrikası idare binasının zemin katındaki,
Bennett'in yazıhanesinin yakınında nöbet tutarlardı; yazıhanenin kapışma
içeriden bir düğme ile kumanda edilirdi. Bennett'in, Huron gölüne hâkim bir
yerdeki şahane malikânesi «ŞATO»yu gece gündüz silâhlı nöbetçiler bekler ve
karanlık basınca ev, bir projektör tesisatı ile aydmlatıhrdı.
Ne kadar garip görünürse görünsün, River Rouge fabrikasının o hummalı
çalışması içinde, daima, çalışmayan birkaç adam bulunurdu, tri, pazıları
kuvvetli, kırık burunlu, kepçe kulaklı ve yaralı yüzlü bu herifler, otomatik
tezgâhlarda önlerine gelen işle uğraşan işçilerin arasında gezinir,
atelyelerin kapılarında bekler, fabrikanın giriş kapısının yakınlarında
dolaşırlardı. Bunlar, Koruma Servisi’nin darbe ekibinin adamlarıydı. Ford’- un
işçileri onlara «Bennett’in gözbebekleri» adını takmışlardı.
Bu darbe ekibi, daha çok, eski boks şampiyonlarından, işten atılmış
polislerden, eski mahkûmlardan, gangsterlerden ve katillerden kurulmuştu,
örneğin, Bennet’in gözdelerinden biri, karısını öldürdükten sonra San Quentin
hapishanesinde yatmış eski bir boks şampiyonu olan Kid McCoy idi...
Bennett, Ford Koruma Servisi’ne yeni suçlular bulacak adamın ta kendisiydi.
Serseri takımı arasında sayısız tanıdığı olması bir yana, Michigan Af
Kurulu’nun üyesiydi de...
işte Michigan hapishanelerinden salıverilen ve sonra Ford Motor Company
tarafından para ile tutulan suçlulardan birkaçı:
IRZA GEÇMEKTEN: Anthony Cevette, Joseph La- born.
KATİLDEN: Tom Kaschuk,
Samuel S. Smith.
TAAMMÜDEN TECAVÜZDEN: Melvin Campbell, Georges King, Geo Mald, namı diğer
Mallo, Leo Pim- pinalli.
TAAMMÜDEN HIRSIZLIKTAN: Arthur Fedov Chas. Foster,
KALÎFİYE HIRSIZLIKTAN:
Ramon Cotter.
ADİ HIRSIZLIKTAN: Frank, Ditzek, Archie For- gach.
SİLÂHLI HIRSIZLIKTAN: Willard Cleary, Robert Cook, Dennis Coughlin,
Gilbert Cunnigham, John Doe (Frank Korvcinski), Stanley M. Edwards, Gerald
Fahn- drick.
SOYGUNCULUKTAN: Ray
Camey.
EV YAKMAKTAN: Walter Hatbowy, Harold R. Harrison, Jefferson D. Haskins.
SAHTEKÂRLIKTAN: Louis F. RandalI, Emest Martin, Leo Mazzarello.
SUİİSTİMALDEN: Roy. D.
Jones.
BEYAZ ZEHİR
TİCARETİNDEN: Lorenzo Sachez.
BANKA SOYMAKTAN: Floyd
E. Drennan.
Bir gün Bennett, River Rouge fabrikasını görmeye gelen bir gazeteciye:
«Ford’un fabrikasında, ne sabıkalılara, ne de ne idiğü belirsiz heriflere göz
yumacağız», dedi. Ve Bennett, yakınlarında bulunan. Koruma Servisinden bir
grup insan azmanı göstererek ekledi: «Ya şu delikanlılar, diyeceksiniz. Hırsız
- uğursuz takımından mı? Yok canım, öyle şey olur mu? Onların hepsinin
Detroit’te asil aileleri ve güzel evleri vardır.»
Bununla beraber bu güzel sıfatlar darbe ekibinin becerdikleri işlerde hiç
kendini göstermiyordu.
26 Mart 1937’de, darbe ekibi, başvurduğu yolların neler olduğunu genel
olarak ortaya koydu. Dearborn belediye makamlarından izin almış olan Otomobil
işçileri Sendikası’nm adamları bir gün, River Rouge fabrikasının kapısına
sendikanın bildirisini dağıtmaya geldiler. Fabrikanın içine götüren küçük bir
geçide çıkan merdivenin üstünde sendikanın adamları, Koruma Servisi - nin bir
grup adamı tarafından yakalandı.
Bu adamlardan biri: «Burada Ford’un fabrikasın- dasmız», dedi. «Sizi
dışarı atmamı İstemezsiniz ümid- ederiml»
Ve işçiler geri dönerlerken Ford’un ajanları aniden arkalarından
saldırdılar.
Medenî Hakları Savunma Kongresi'nde gözlemci olarak hazır bulunan
Chicago’lu papaz, saygıdeğer Ray- mond P. Sanford Ford fabrikası Otomobil
İşçileri Sendikası kurucu heyet başkanı Richard Frankesteen’in uğradığı
saldırıyı bir süre sonra şöyle anlattı:
«Dört kişi onu bacaklarından ve kollarından tuttular ve dört bir yana
çekmeye başladılar. Onun kıvranıp duran vücudu soluma düştü. Sonra başka
herifler onu tekmelemeye koyuldular, yüzünü, böğürlerini, başını ezdiler,
karnını ve baldırlarım çiğnediler.»
Geçidin yakınmda, Ford’un malikânesinden dışarıda, birkaç Dearborn
polisinin gözleri önünde bildiri dağıtan sendikalı işçiler aynı hayvanca
saldırıya uğradılar. Otomobil İşçileri Sendikası’nın bir üyesi olan Wil- liam,
Merriweather, «Öldürün onu... yapıştırın ağzına... kafasını patlatın...» diye
bağıran Koruma Servisi'nin adamları tarafından ucu demir topuzlu sopalarla öldüresiye
dövüldü, ayaklar altında çiğnendi. Daha sonra Merriweather’i muayene eden
doktorlar belkemiğinin kırılmış olduğunu söylediler.
Sendikanın beyannamelerini dağıtan kadınlar da ucu topuzlu sopalardan
kurtulamadılar. Koruma Servi- si’nin adamları onları yakalayarak, ellerindeki
bildirileri bıraksınlar diye kollarım bükmeye başladılar, sonra tartakladılar.
Saygıdeğer Sanford daha sonra şöyle anlatıyordu:
«Genç kızların, ne yapacaklarını bilmeyen bir halleri vardı, sonra
onlardan biri karnına bir darbe yedi ve aşağıda, basamakların hemen başında
ayaklarımın dibine kustu. O zaman, oradakilerden, evvelce konuştuğum bir ajana
yalvaran bakışlarla baktım; parmaklığa kadar koştu ve daha çok yalvaran bir
sesle: «Kadınlara vurmayalım... Kadınlara vurmayalım...» dedi. Sanki bu işte
kendi payı yokmuş gibi konuşuyordu; bu kadınlara kötülük yapılmaması için
yalvaran bir hali vardı.»
Ertesi gün Harry Bennett, basına, bir açıklama yaptı.
Ford Motor Company’nin, olanlardan hiç sorumlu olmadığını söylüyordu.
«Sendika üyeleri, Ford fabrikasının aklı başında işçileri tarafından
dövülmüştür», diye ekliyordu. «Ford fabrikası işçileri, burada huzur içinde
çalışabilmeleri için, C.I.O. liderlerinin kendilerini rahat bırakmalarını
istiyorlar...»
1937 baharında Harry Bennett, gizli ajanlarından birinden, Amerika Otomobil
İşçileri Sendikası Milletlerarası Birliği'nin, Teksas'ta, Dallas Ford
fabrikasında büyük bir üye yazma kampanyası açmaya hazırlandığını bildiren bir
rapor aldı.
Dallas fabrikası A.B.D.'deki, Ford'un on altı montaj fabrikasından
biriydi ('). Bu fabrikalardan bir tek işçi bile sendikaya girecek olursa bu,
öbürlerine örnek olacaktı. Bennett, en denenmiş yardımcılardan biri olan Warren
Worley adında bir adamı, sendikanın açacağı kampanyayı kösteklemek göreviyle
Dallas'a gönderdi.
Worley, Dallas'a varır varmaz, Dallas fabrikası idare müdürü ve aynı
zamanda Koruma Servisi şefi Ru- dolph F. Rutland, Bennett'in yolladığı adamla
durumu görüşmek için en güvenilir adamlarını yazıhanesinde topladı. Worley ile
Rutland, Otomobil İşçileri Sendikasının kurucularına karşı izlenecek hareket
plânım çizdiler. Rutland: «Bu çaylakları fabrikada istemiyoruz.» dedi.
120 kilo ağırlığında eski bir pehlivan olan «Fats» Perry adında bir adam
azmam, darbe ekibini kurmakla
(1)
Motorlar, römorklar,
karoseri ve diğer parçalar Dearboın'dan bu montaj fabrikasına gönderildi.
görevlendirildi.
Eski boksör «Denizci» Barto Hill iie eski kürek mahkûmu, sert ve işkenceden
hoşlanan bir herif olan «Buster» Bebill'i kendine baş yardımcı olarak seçti.
Ekip bütün olarak, kırk kadar meslekten suçlu, katil ve hırsızdan kurulmuştu.
Darbe ekibinin emrinde, ucu topuzlu sopalardan, kırbaçlardan, muştalardan
meydana gelmiş basbayağı bir silâh deposu vardı. «Fats» Perry daha sonra şöyle
demişti: «Çocukların hepsinin kendi silâhları vardı; topuzlu sopalan makine
servisi yapmıştı.»
Ayrıca Perry’nin elinin altında daima, ucunda kauçukla kaplanmış kurşun
bulunan demir çubuklardan bir yedek depo bulunuyordu; bunlar «ikna
araçlarıydılar. Fazla inanmış sendikalı işçiler içindi. Perry'nin sözlerine
bakılırsa: «Onlar copla dillendiriliyorlardı.» Perry'nin idaresi altında,
Sendikanın Dallas'ta yapabilmesi mümkün bütün hareketleri meydana çıkarmak ve
otobüs duraklarım, istasyonları, şehirde sendika idarecilerinin gidebilecekleri
otelleri göz altında bulundurmakla görevli devriye kollan kuruldu. Bu göz
hapsi çabucak Fort Worth'a, Hustan’a, ve bütün diğer komşu şehirlere yayıldı.
«Buster» Bevill daha sonra, «iyice biliyorduk ki onlar bu şehirlerden birine
gelirlerse, çok geçmeden Dallas’ta olacaklardı, bunun için onları da
arıyorduk.» diye açıkladı.
Devriye kolları bir sendika Üyesinin izini bulur bulmaz «Fats» Perry'ye
haber veriyorlardı. Sonra darbe ekibi işe başlıyordu...
13 Haziran 1937’de, Otomobil İşçileri Sendikası’nm resmî temsilcisi Baron
de Louis, Kansas City bölgesi sendika yönetim kurulu üyesi Leonard
Guempelheim’le beraber Dallas'a geldi. Daha onlar New - Dallas otelinin
defterine isimlerini yazmadan «Fats» Perry, onların şehirde bulunduklarım
haber almıştı.
Aynı gün biraz sonra Perry ve adamları onların üzerine saldırdıkları
zaman iki sendika idarecisi bir san- döviççide öğle yemeği yiyordu.
Perry, De Louis'e; «Sendika idarecisisiniz değil mi?» diye sordu.
De Louis; «Eğer uygun görürseniz,» cevabını verdi. «Bizim delikanlılara
biraz yol göstermeye çalışıyorum da...»
Perry ansızın De Louis'nin yüzüne bir yumruk attı ve kafasını çinko
tezgâhına vurmaya başladı. Aynı anda öbür herifler muştalarla ve ucu topuzlu
sopalarla iki idareciye hücum ettiler. De Louis bir ara kurtulabildi ve kaçtı. Guempeİheim
daha şanssız çıktı. Onu yakınındaki bir okulun avlusuna kadar sürüklediler;
orada bu ayı gibi herifler, muştalarla, tekmelerle öldüresiye dövdüler; ayağa
kaldırıyorlar, sonra yeniden bir tekme veya yumrukla yere seriyorlardı.
Nihayet durdular.
Perry, Guempeİheim'e «Haydi, şimdi sen ve o C.I.O. namussuzu çekin
arabanızı burdan,» dedi. «Bir daha da şehre sakın adımınızı atmayın.»
Guempeİheim, birçok yeri kırılmış, yüzü kan içinde sendeleyerek yürüdü
ve zorla New Dallas oteline varabildi.
Oradan gelip geçenlerin birçoğunun gözleriyle gördüğü bu hayvanca
saldırış derhal Dallas polis müdürlüğüne bildirildi, feir tek tutuklanma bile
olmadı...
Bir iş bulabilmek için Dallas fabrikasına baş vurmuş olan bütün işçiler,
sendikacıların fabrikaya sızmalarını önlemek için inceden inceye sorguya
çekiktirler. «Sendikaya meyilli» olduklarından şüphe edilenler, darbe ekibine
teslim edildiler. Çok sonraları Perry, «Onlardan kimini muştalarla, kimini de
topuzlu sopalarla veya coplarla dövüyorduk» diye açıkladı.
Bazan işçilerden kimisi öyle tehlikeli şekilde yaralanmış oluyordu ki,
yerel makamlar soruşturma yapmak zorunda kalıyorlardı; o zaman darbe
taburundan birkaç kişi bir zaman için Dallas'ı terkediyordu. Perry'- nin dediği
gibi: «Çocuklar için durum zorlaşınca, bir zaman ortadan kayboluyorlardı.» Bu
alelacele yapılan yolculuklar için gerekli parayı genel olarak Ford’un büroları
ödüyordu.
Masraflar gittikçe artıyordu: Zaman zaman ajanların cezalarım, avukat
ücretlerini de ödemek gerektiği için Dallas Koruma Servisi şefi Rudolf Rutland,
fabrika işçilerinin de masraflara katılacaklarını söyledi, ödeme günü,
işçilerin, paralarnm aldıktan sonra önünden geçecekleri yüksekçe bir yere cam
bir vazo kondu. Darbe ekibinin adamları kabın yanında duruyorlar ve işçilere:
«Vazoyu ununtmayın!» diyorlardı. Her ödeme günü, para toplandıktan sonra Perry
kabı, fabrikanın personel şefi W. A. Abbot’un yazıhanesine götürüyordu. Para,
Ab- bot'un kâtibi Leon Armstrong’a teslim ediliyordu; Arm- strong, Dallas'ın
Grand Avenue State Bank'da kendi adına, «mücadele fonu» yararına bir hesap
açtırmıştı...
7 Ağustos 1937 günü Rutland'da, Dallas Polis Mü- dürlüğü'nden
telefon edildi: Şapka, İç çamaşırı ve Moda İşçileri Sendikaları Milletlerarası
Birliği'nin George Baer adlı bir temsilcisi, bu meslekten işçileri teşkilâtlandırmak
için Dallas’a gelmişti. Polis müfettişi «Perry’- nin çocuklarına onunla meşgul
olmalarını sağlık veriyordu.»
îki gün sonra Baer, «Fats» Perry'nin adamları tarafından kaçırıldı; onu
şehrin banliyösündeki Spor la torlum Stadyumuna götürdüler.
Biraz sonra Ford’un uşağı herifler, staddan «Fats» Perry'ye telefon
ettiler: «Baer'i görmek lûtfunda bulunacak mısınız?» dediler. «Hiç böyle
berbat olmamıştır ömrünce.»
Perry, «Buster» BevilI'le beraber stada gitti. Baer'- in ve onu
kaçıranların bulundukları araba stadın dibine çekilmişti. Baer, arabanın
içinde, yerde yatıyordu. Şeklini kaybetmiş yüzü kan içinde idi. Burnu
kırılmıştı, dişlerinin yarısı yoktu. Gözlerinden biri göz çukurundan dışarı
sarkıyordu.
Perry; «Tamam, dedi. Şimdi onu başımızdan atsak iyi olacak. Bir yere
bıraksak onu, iyi olacak.»
«Buster» Bevill, Baer'i arabadan dışarı çekti, yere düşürdü. «Bu orospu
çocuğunu götürmekten başka çare yok» dedi. «Nehre atmalı.»
Adamlar Baer’i tekrar arabaya yüklediler, birkaç kilometre gittikten
sonra bir tarlaya attılar.
Sonra darbe ekibi Dallas'a doğru yola düzüldü. Bevill: «Onu aramaya
çıkmaları için McKamy Campbell cenaze alayına telefon etmek gerekecek.» dedi.
Fakat, o kadar korkunç bir şekilde dövülmesine rağmen Baer ölmedi. Yarı
baygın hale yola kadar süründü, yoldan geçen bir motosikletli onu alıp hastaneye
götürdü. On gün sonra Baer, hastaneden çıkacak kadar iyileşmişti. Fakat bir
gözü kör kalmıştı.
Bennett'in yardımcısı Warren Worley’in Dallas fabrikasına gelişinden
sonra geçen altı ay içinde, elliye yakın sendikalı, «şüpheli» ve sendika
idarecisi işçi, Dallas sokaklarında «Pats» Perry darbe ekibinin adamlarının
hücumuna uğramışlar veya kırbaçlanmak, dövülmek, katrana bulandıktan sonra
orasına burasına tüyler sokulmak, işkence edilmek üzere kaçırılıp banliyölere
götürülmüşlerdi. Fabrikada bir güvensizlik ve dehşet ha- vasi hüküm sürüyordu,
ispiyonları bir türlü tanıyama- yan işçiler, «sendika» kelimesini ağızlarına
almaktan bile korkuyorlardı. Otomobil İşçileri Sendikası'nın Dallas
fabrikasını örgütleme çabaları boşa gitmek üzereydi.
Noel arifesi, 24 Aralık 1937'de, W. A. Abbot’un «Fats» Perry'ye
gönderdiği mektup, sendikaya karşı alınan önleyici tedbirlerin ne derece
başarı kazanacağını gösteriyor, işte mektup:
Sevgili «Fats»
«KAHROLSUN ESKİ YIL, YAŞASIN YENİ YIL»
Bu cümlenin demek istediği çok şey vardır; örneğin, geçen 25 Aralık’tan
beri aştığınız sayısız basamakları da söylemek ister.
Şirket adına ve kendi adıma, beraber ça- ' lıştığmız
kimseler arasında daha sıkı bir işbirliği ve en güzel bir anlayış kurabilmek
uğrundaki çabalarınız ve fabrikadaki olağanüstü örgüt dolayısıyla size içten
övgülerimizi gönderirim.
Birçok kereler, altından kalkılması güç görünen sorunlarla
karşılaştığınızı ve fakat başardığınızı biliyorum. Belki siz farkında
değilsiniz, fakat çabalarınız ve ustalığınız Dallas fabrikasına yeni bir
menzili aşmak ve üzeri «Aralıksız üretim» yazısı ite süslü bayrağı daha
yükseğe çıkarmak imkânı verdi. Bu da çok şey demektir.
Şirkete olan içten bağlılığınız, düzeni ve üretimi ayakta tutabilmek için
bizzat sizin
başardığınız iş için teşekkür
ederim... Çeşit
li
yollardan, Dallas
fabrikastm bu yıl da en ileri duruma getirmeyi bildiniz. BÖYLECE DEVAM EDELİM.
En güzel hatıralart ve en içten dilekleriyle size
gönülden bağlı olan
W. A.
Abbot Personel Şefi
1940 başlangıcında,, ilk soruşturma aylarından ve büyük güçlükle yeter
sayıda delil toplandıktan sonra Federal Hakem Komisyonu, Ford Motor Company’yi,
Dallas fabrikasında Wagner çalışma kanununa aykırı hareket etmekle suçlandırdı.
Dallas fabrikasında, idare tarafından açılmış olan sendika aleyhtarı
kampanyanın bütün korkunç hikâyesi, 26 Şubat ile 28 Mart 1940 tarihleri
arasında komisyon tarafından Dallas’ta açılan olağanüstü celsede açıklandı,
tfade vermek ve Ford'un ispiyon örgütünün dalâverele- riyle Perry'nin darbe
taburunun, korkunç faaliyetleri hakkında bildiklerini söylemek için gereken
birçok tanık arasında, Ford un adamları tarafından dövülmüş ve işkence edilmiş
sendika idarecileri ve «şüpheli»ler olduğu gibi eski ispiyonlar, darbe
ekibinin eski üyeleri de vardı. Tanıkların ifadelerinin tamamı 4.258 daktilo
sayfası tutuyordu,
En ikna edici ve Ford şirketi için en ezici ifade bizzat «Fats»
Perry'ninki oldu. Tanık olarak duruşmaya çıkan «Fats» Perry darbe ekibinin
başında yaptığı işleri bütün ayrıntıları ile anlattı, «Şüphelileri nasıl
gezmeye götürdüklerini» anlatan aşağıdaki parça, Perry Yi in ifadesinden
alınmıştır:
94
Soru — O zaman ne
yapıyordunuz?
Cevap — İşte böyle, yapılan ilk şey, üzerlerinde nereden geldiklerini,
nerede bulunduklarım gösteren kâğıt veya herhangi bir sendika kartı bulunup
bulunmadığını anla- mak için aramak oluyordu. Sonra bir güzel ıslatılıyordu;
sendikaya girdiğinden şüphelenilenler veya sendika kartı üzerinde olanlarla
ayrıca uğraşılıyordu.
S, — Onlarla ayrıca uğraşılıyordu, demekle ne kastediyorsunuz?
C, — Kırbaçlanıyor;
dövülüyorlardı.
S. — Ne ile?
C, — Dedikleri gibi, onlara Tanrıya hürmet etmesi Öğretiliyordu.
S. — Onları ne ile
dövüyordunuz?
C. — Bazan yumruklarımızla, bazan ucu topuzlu sopalarla,
S. — Daha başka?
C.
— Onlardan bir veya ikisi
lâstik kayışlardan yapılmış hakiki kırbaçlarla, diğerleri -yani buna
dayanabilenler - ise dallarla, kaim ağaç dallariyle dövüldü,
Perry dâva sonunda, Ford'un adamlarının, otuz beş kişiyi sakatladıklarmı,
daha düzinelerle kişinin bir veya birkaç organını kestiklerini, aralarında bir
tanesinin de bir gözünü çıkardıklarım itiraf etti.
Dallas'ta yangın söndürme âletleri satan ve sendika taraftarı fikirleri
yüzünden Koruma Servisi üyeleriyle başı belâya giren Lewis'in tanıklığı davanın
en gürültülü kısımlarından biri oldu. Lewis, bu adamların, kendi
sanarak, ikiz
kardeşine nasıl hücum ettiklerini, ucu topuzlu sopalarla nasıl başına
vurduklarını, karnını tekmelediklerini anlattı. Ondan sonra kardeşi aylarca
yarı canlı - yarı ölü bir durumda yaşamıştı. Ölümünden az evvel Archie Lewis'e
«Beni, senin yerine öldürdüklerini biliyorsun» demişti,
Ford'un avukatlarının savunması ise çok garipti. Öyle tanıklar getirdiler
ki, bunlar Ford’un işçilerinin, Dallas fabrikasını sendika idarecilerile dolmuş
görmekten «korktuklarım» ve «kendilerini savunmak» için örgütlenmiş
olduklarını, çok tumturaklı bir ifade ile anlattılar,
Ford'un danışma avukatı, Neth L. Leachman: «Bu adamların savundukları
şey, kendi ekmek paraları idi ve iyi hayat şartlarının bulandırılmasını
istemiyorlardı.» diyerek bu durumu özetledi.
Ford'un aleyhindeki
deliller ezici idi.
Bu davayı incelemekle görevlendirilmiş olan Robert Denham «Bu komisyon,
kuruldu kurulalı buna benzer bir olayla asla karşılaşmamıştı» dedi. «Elde
edilen karşı gelinmez ve gerçeğin ta kendisi deliller gösteriyor ki patron bu
işte kararlı bir şekilde, sopalar, kırbaçlar ve başka işkence araçları ile
işleyen bir plân kurmuş ve onu uygulama devresine geçirmiştir.»
Komisyon, Ford Motor Company'yi çalışma yasasına açıkça karşı gelmekten
suçlu ilân etti; bu çeşit usullerin ortadan kaldırılmasını ve sendikadaki
faaliyetleri yüzünden .yol verilmiş olan işçilerin yeniden işe alınmalarım
emretti.
Bu, Federal Hakem Komisyonu'nun, Ford Motor Company’ye aynı şeyleri on
birinci söyleyişi idi.
Ford, hiç bir ceza yemeksizin çalışma kanununa karşı gelmeye devam
ediyordu; fakat otomobil kralının fabrikalarındaki işçiler üzerindeki zorba
idaresi ciddî şekilde tehdit altında bulunuyordu. Bu tehdit Otomobil İşçileri
Sendikası'ndan geliyordu.
1937’nin başarılı grevlerinden sonra sendika, görülmemiş bir hızla
kuvvetlenmişti. Birkaç ay içinde, 400.000’e yakın işçi, C.I.O. sendikalarının
üç numaralısı haline gelmiş olan Otomobil İşçileri Sendikası saflarına
katılmıştı.
Örgütlü fabrikalarda sendika yoluyla elde edilmiş daha iyi hayat
şartlarını ve ücret yükseltmelerini gören Ford'un işçileri gittikçe
durumlarından hoşlanmamaya başlıyorlardı...
Harry Bennett, durumun ciddiyetini çok çabuk kavradı. Birdenbire
gelişmiş Otomobil İşçileri Sendikası kadar tehlikeli bir düşmanı itaat altına
alabilmek konusu ortaya çıkınca Bennett’in eski usulleri, artık tamamen
kullanışsız olduklarını ortaya koyuyordu. Zor, şiddet ve korku, zamanlarım
geçirmişti. Ve gelecekte bunların değeri son derece sınırlı olacağa
benziyordu.
Sendika, yaşayacağa benziyordu, ilerde Ford işçileri arasında da örgütleneceğine
hiç şüphe yoktu; Bennett, durumu, usullerini temelden değiştirmek zorunda kalacak
kadar iyi anlıyordu. Bennett River Rouge’da sadece sendikanın kurulmasına izin
vermek değil, onu teşvik etmeye de karar verdi; fakat bir şartla: Sendika idarecileri
Bennett'in Koruma Servisi'nin gizli ajanlarından olacaktı ve bizzat sendika
tamamen kendi hâkimiyeti altında bulunacaktı...
Bennett, eğer bir sendikanın kurulmasını açıkça teşvik ederse bunun
işçilerin ona katılmalarına engel
olacak en iyi
çare olduğunu biliyordu; bunun için de bu iş için biçilmiş kaftan olan eski
dostlarından birini yanına çağırttı. Bu dost, Baba Charles E. Coughliıı2)
idi.
(2)
Harry Bennett'le Baba
Coughlin arasındaki bu dostluk, Ford Motor Company ile, yalnız A.B.D.'de değil,
bütün dünyadaki faşist unsurlar arasında yıllardan beri varolagelen sıkı bağın
sadece bir tek örneği idi.
Birinci Dünya Savaşı'ndan biraz sonra, Henry Ford'un
adı, Avrupa'da çabucak yayılan Nazi hareketine karışmış bulunuyordu. New-York
Times'in 8 Şubat 1923 tarihli sayısına göre, Bavyera Parlâmentosu
İkinci Başkanı Auer, açıkça şöyle demişti: «Bavyera Parlâmentosu, Hitlerci
hareketin, Amerikalı yahudi aleyhtarı şefi Henry Ford tarafından para bakımından
kısmen desteklendiğini öğreneli uzun zaman oldu... Herr Hİtler, Ford
tarafından desteklenmiş olmaktan açıkça gurur duyuyor ve Mr. Ford'un şahsında
yalnız büyük bir ferdiyetçi değil, aynı zamanda büyük bir Yahudi düşmanı
görüyor.»
1923 Martında Hitler: «Biz, Heînrîch Ford'u Amerika'daki
faşist hareketin idarecisi olarak görüyoruz. Bavyeralı faşistler, onun Yahudi
aleyhtarı usullerine bilhassa hayran oluyoruz. Onun Yahudi aleyhtarı
makalelerini dilimize çevirdik ve yayınladık. Kitabı, Almanya'da milyonlarca
basıldı» diye açıkladı.
1920 ile 1930 yılları arasında Amerika'ya, Birleşik
Devletlerde bir beşinci nazî kolu kurmak için gelen Alman ajanları Ford Motor
Company İle doğrudan doğruya İlişki halindeydiler. Yeni Almanya Dostları
Cemiyeti'ni kuran nazi ajanı Heinz Spank Noebel ile Al man-Ameri kan Birli
ği'ni kuran Frİtz Kuhn, Ford Motor Company'd en para atıyorlardı; oysa o sırada
bunların nazi siyasî faaliyetleri açıkça devam ediyordu.
İkinci Dünya Savaşı'nın ilânına kadar, hattâ ondan da
sonra, Ford'un Almanya'da, Avusturya'da ve Macaristan'daki fabrikaları Nazi
partisi İle sıkı İşbirliği İçindeydi. Ford'un Paris'teki ticarî temsilcisi
Gaston Bergery, Fransa’daki en gözde nazi ajanlarından bîriydi; 11 Ağustos
1939 tarihli New - York Times ondan, Hİtler'İn Fransa'yı nazi (eştirmek için kul-
lanmayı haya) ettiği, «geleceğin adamı» olarak bahsetti.
Ford Motor Company'nİn Mexico Cİty'deki Genel Müdürü Joliot Brunet, nazilerin
adamı ve Sarı Gömlekliler faşist hareketinin kurucusu olan, 1936'da Cardenas
hükümetini devirmeyi denemiş olan general Nicholas Rodriguez'İn yardımcısı İdi,
1934'e kadar Almanya'daki A. G. Fordwerke fabrikasını kontrol eden, Ford Motor
Company'nİn İngiltere'deki Müdürü Lord Perry, tanınmış nazi örgütü Lînk'in
üyeler! ile dostluğu bir hayli ileri bir kimseydi.
1933 Ağustosunda Nazi Almanya'sını, Alman kartalının
gamalı haçını tanıyan ilk Amerikalı Henry Ford oldu.
Birleşik Amerika'daki bazı faşist kimselerin ve
toplulukların Ford Motor Company ile temasta bulundukları şüphesizdi.
Harry Bennett'İn, Ford'un River Rouge fabrikasındaki
yakın yardımcısı John Koos, genel karargâhını Berlin'de kurmuş bir faşist
örgüt olan Ukrayna'lı Hetman Cemiyeti'nin Amerika şubesinin resmî sözcüsü idi.
30 Eylül 1938'de Koos, bazı azınlıkların hakları meselesini, «tarihî önemde
çabaları sayesinde» başarmış olmasından ötürü Adolph Hitler'i kutlayan bir
telgraf gönderdi.
Nazi casusu Fred Thomas'ın para bakımından kısmen
desteklediği, Detroit’teki faşist hareket için İşçiler Milli Bir- liği'nin
idarecisi Parker Sage, Dearborn'da toplantılar yapıyordu, aynı zamanda Rtver
Rouge fabrikası içinde hareketine taraftar toplamak iznini almıştı. O, Henry
Ford'u, «Bizi savaşa sürükleyenlerin yahudiler olduğunu anlayan, devrimizin en
büyük Amerikalısı» olarak kabul ederdi.
Michîgan Ku Klux Klan örgütü şefi Charles E. Spare,
Ford fabrikası Koruma Servisi'ne ispiyon bulmakla uğraşan bîr dedektif
örgütünde çalışıyordu.
Harry Bennett, Chemises d'Argent hareketinin 3223 numaralı
eski üyesi ve «Once Amerika» adlı faşist örgütün şefi Gerald L. K. Smith'e düzenli
olarak hatırı sayılır paralar veriyordu. Smİth'İn şahsî danışmanı William E.
Novvel, Ford'un bir adamıydı...
1943 sonuna doğru, bu kitabın yazarı bu olay lan ve
Ford Motor Company ile Birleşik Devletler'deki beşinci kol arasında varolan
bağlar hakkında buna benzer bazı olayları açıklayan bir makale yazdt. Yazar, bu
konuda toplamış oldu-
1937 sonuna doğru, Sosyal Adalet İçin İşçiler Konseyi’nin kuruluşu
ilân edildi; bu, Ford işçilerini «birleştirmek» ve «onların isteklerini yerine
getirmek» için kurulmuş özgür bir kuruluştu. Coughlin’in «Sosyal Adalet»
gazetesinde Ford işçilerini konseye katılmaya çağıran yazılar açıklamaya
başladı. Fabrika ustabaşıları ve Koruma Servisinin ajanları River Rouge
fabrikası içinde sıkı bir propagandaya giriştiler. Koruma Servisi'nin bir ajanı
olan Ralph Rimar daha sonra, «Bennett bu gazeteden, fabrika için, haftada
30.000 adet satın alıyordu» diye açıklayacaktır. «Bir bakıma bu, Coughlin'c
para bakımından yapılmış bir yardımdı da.»
Buna rağmen Konseye
sadece bir avuç işçi girdi. Ford işçilerinin büyük çoğunluğu ise, içine
Coughlin'in adı karışmış bir hareketten konuşulduğunu işitmek bile
istemiyorlardı.
River Rouge işçilerini
şirket tarafmdan kurulmuş bir sendikaya sokma çabaları iki defa boşa çıkınca
Ben- nett, sendikacılık alanında, haris olduğu kadar cüretkâr bir teşebbüse
girişti. Otomobil İşçileri Sendikasının idaresini ele geçirmek gibi hayalî bir
proje kuruyordu.
Otomobil Sanayi
Sendikası Başkanı Homer Martin genç, bencil bir insandı; kolejde otomobil
yarışı şampiyonuydu, sonra gitmiş papaz olmuştu. Rönesans sa
ğu
vesikaları Başsavcıya gönderdi. Bu olayların doğruluğunun anlaşılması İçin
Adalet Bakanlığından bir memurun Harry Bennett'le mülâkat yapmaya
gönderilmesini Önerdi. F.B.I.'nİn Mişİgan Bölgesi müdürü John S. Bugas, River
Rouge fabrikasına geldi - fakat yazarın önerdiği niyetle değil. Bugas,
F.B.I.'deki görevinden çekildi ve Harry Bennelt'in yardımcısı görevi ile
Ford'un fabrikası hizmetine girdi. 1946'- da Bugas, Ford fabrikası Başkan
Yardımcılığına afandı.
natının büyük
heveskârı Martin, grevlerin o karmakarışık devresi içinde adamakıllı
tanınmıştı. Kendisi tepeden inme kararlarının tartışılmasına tahammül edemez
ve onu tenkit etmeye cüret edenlerin topunu birden, yerini almak için herşeyi
yapabilecek «Kızıllar» olarak düşünürdü. Bennett, Homer Martin'le gizli bir
konuşma yaptı. Sendika liderine, Henry Ford’un, artık, işçilerinin sendikaya
girmesine razı olduğunu fakat önemli bir şart ileri sürdüğünü açıkladı: Ford
bütün «Komünistlerin» idareci görevleri bırakmalarını istiyordu...
O andan sonra
Ford'un Koruma Servisi şefi ile Otomobil İşçileri Sendikası başkanı gittikçe
daha sık buluştular. Koruma Servisi ajam Ralph Rimar, bu görüşmeleri daha
sonra şöyle anlatacaktır:
...Bennett, Martin’i elde edecek tedbirler aldı. Martin o sırada sendika
içinde büyük güçlüklerle karşı karşıya idi. Muhalefet gittikçe
kuvvetleniyordu. Mangize ihtiyacı vardı. Bennett, «sendika yararına» ona sevinerek
yardım edeceğini söyledi, Homer hileyi yuttu. Aslında bu para bir borçtu.
Martin, sendika dertlerini düzene kor komaz ödeyecekti... Yekûn olarak ne
kadar aldığını bilmiyorum fakat, New-York bankalarından birinde Martin adına
bir hesap açılmış olduğunu ve biri 10,000, diğeri 15.000 dolarlık iki çek
bozdurmakla işe başladığını duydum...
Bu sırada Bennett, ajanlarına, sendika üyeleri arasına anlaşmazlık
sokmak için sendika idaresindeki ikilikten faydalanmaları emrini vermişti,
Ralph Rimar daha sonra, «Bize, sendikayı iki gruba bölmemiz söylenmişti.»
diye açıkladı. «Aynı zamanda, Martin'e muhalif olan grubun kızıllardan meydana
gelmiş olduğu söylentisini yazmamız da söylenmişti...»
1938 sonbaharına doğru, Otomobil İşçileri Sendikası, kindar iç
kavgaları ile parçalanmış bulunuyordu. Sendikanın gazeteleri, hücumlar ve
iğneleyici karşıt hücumlarla dolup taşıyordu. Şimdi, hemen hemen bütün sendika
toplantıları çok kere kavgayla biten şiddetli tartışmalar yüzünden yarıda
kesiliyordu.
Bennett, Koruma
Servisi'ndeki yardımcılarından birine bir gün muzaffer bir eda ile: «Görüyorsun,
dedi, Ford'un fabrikasında bir sendika kurmaktan dem vuran bu delikanlılar
birbirlerine düştüler; Bu, o baş belâsı sendikanın artık çöküşü demektir! Hiç
de fena değil, değil mi?»
Fakat Bennett çok çabuk
sevinmişti. Otomobil İşçileri Sendikası'nın üyeleri, Martin’in zorba hükümlerine
başkaldırmaya başlayalı çok olmuştu. Martin, Sendika yönetim kurulundan beş
üyeye keyfî olarak işten el çektirince sendika içinde öyle bir öfke uyandı ki,
sözünü geri almak zorunda kaldı. Çok geçmeden Martin, yönetim kurulunun on beş
üyesine işten el çektirdi. Yönetim kurulunun çoğunluğu demek olan on beş üye,
on beş sendika temsilcisi, derhal bir rapor yazdılar; Raporda, Martin'in
sendika başkanlığı görevinden düştüğünü, zira artık kendisini seçmiş olanları
temsil etmediğini açıkladılar...
Olayların aldığı
beklenilmeyen gidişle aklı başına gelen Bennett çarçabuk, Ford şirketinin
Martin’le görüşmeler yapmayı deneyeceğini bildiren bir basın toplantısı
yaptı. Bennett - Martin konuşması etrafında yaygaralar koparan basın, Ford
Motor Company ile «Otomobil İşçileri Sendikası başkanı Hommer Martinsin tam
bir anlaşmaya vardıklarını haber verdi.
Fakat bu ani anlaşmanın
etkisi altında kalmaktan uzak olan sendika üyelerinin çoğu, onda, Martin'le Koruma
Servisi’nin şefi arasında varolan gizli uyuşmanın reddedilmez delilini
gördüler. Her taraftan, Martin'in sendikadan atılması isteniyordu.
1939 Ocağında Martin, sendika yönetim kurulu üyeleri tarafından
Otomobil İşçileri Sendika sı’ndan atıldı.
Homer Martin'in kısa ve gürültülü sendika başkanlığı hayatı da böylece
bitti. Az sonra sabık sendika başkanı karargâhım River Rouge fabrikasına
taşıdı,
Homer Martin'in uğursuz etkisinden kurtulmuş olan Otomobil İşçileri
Sendikası, şimdi başında R. J. Thomas olduğu halde, River Rouge fabrikasında
geniş bir üye yazma kampanyası açmak için hızlı bir hazırlığa koyuldu. Ford
fabrikasının örgütlendirilmesi için özel bir komisyon kuruldu. C.I.O.'nun
yönetim kurulları ve Otomobil İşçileri Sendikası yönetim kurulu, kampanyayı
desteklemek için ellişer bin dolar verdiler.
1940 sonbaharında kampanya tam yol ilerliyordu.
Ford'un işçileri kampanyayı öyle çoşkunlukla karşıladılar ki Bennett
bile bir röportajda, eğer River Rouge'da işverenlerle işçiler arasında bir
Federal hakem komisyonu seçilirse Otomobil işçileri Sendikasının belki de
zaferi kazanacağını kabul etmek zorunda kaldı. İş buraya kadar varınca Bennett
sendika delegelerini kabul edeceğini, «onlarla istenildiği kadar tartışılacağım»
ekliyordu. «Fakat ne olursa olsun, sendika ile uyuşmayı hesaba katmıyor, akima
getirmiyordu.»
Ne bahasına olursa olsun bir Fedral Hakem Komisyonu seçilmesinin önüne
geçmek için Bennett, Otomobil İşçileri Sendikası'na üye olmuş olanların
sistemli bir şekilde işten atılmalarını emretti. Fakat bu tedbir Ford
fabrikasındaki işçiler arasında hüküm süren ayaklanma duygusunu kızıştırmaktan
başka şeye yaramadı...
i Nisan 1941'de Ford imparatorluğundaki için için kaynayış son
noktasına vardı. Akşama doğru, River Rouge fabrikasından 10.000 işçi, birçok
sendika delegesine yol verilmesini protesto etmek için makinelerini
terkettiler. Fabrikanın maden tabaklama a telvelerin de, Martin fırınlarında,
makine atelyelerinde çalışan diğer işçiler haberi öğrenir öğrenmez, akın akın
işlerini ter- ketmeye başladılar. On binlerce işçinin meydana getirdiği gerçek
bir insan seli fabrikanın demir kapısından dışarı aktı. Gece yarısı, River
Rouge'un bütün bölümleri işi bırakmıştı.
Şafak sökerken, olağanüstü bir manzara görüldü. Fabrikaya giden bütün
yollar grevciler tarafından tutulmuştu; grev müfrezeleri arabalardan meydana
getirilmiş barikatlar gerisine çekilmişlerdi. Henüz grevden haberdar olmayan,
sabah postasından binlerce işçi otokar, otobüs ve araba ile grev yerine
varıyorlardı. Kilometrelerce yol sık bir araba dizisi ile tıkanmıştı.
Birkaç saat içinde, koskoca fabrika bitmez tükenmez bir grevci zinciri
ile çevrilmişti. Dörder - dörder, aceleye gelmiş afişleri ellerinde sallayarak
yürüyorlar, şarkı söylüyorlar, parolalar bağırıyorlardı ve derhal 10.000 kişiden
fazla oldular.
Otuz beş yıldır ilk defa, Ford Motor Company grevdeydi.
Harry Bennett, ne kendinin, ne de Ford fabrikaları idarecilerinden hiç
birinin Otomobil işçileri Sendikası delegeleriyle bir anlaşma yapmaya niyetleri
olmadığını bildirmek için basına bir açıklama yaptı. «Bunların hepsi ihtilâle
uygun koşullar yaratmak ve komünistlerin proleterya diktatörlüğü kurmalarını
sağlamak için yapılmış bir komünist taktiğidir» dedi.
Ondan sonraki yirmi dört saat içinde Harry Bennett grevi kırmak gibi imkânsız
bir denemeye girişti. Irkçı kavgalar tutuşturmak ve halkın gözünde grevi küçük
düşürmek maksadı ile Bennett, River Rouge fabrikasına zenci grev kırıcılar
soktu. Onlara, fabrikanın atelyelerinde bıçaklar ve başka tehlikeli silâhlar
yapmaları tavsiye edildi. Sonra da Koruma Servisi ajanları, grev kırıcıları,
beyaz işçiler üzerine hücuma kışkırtmaya başladılar.
Sendika idaresinin ve Detroit’in zenci topluluğunun derhal açtıkları
güçlü kampanya sayesinde feci bir kargaşalık önlenebildi. Bütün grevciler,
kışkırtı İsal ar bile kavgaya tutuşmamak emrini aldılar. Sözü geçer zenci
kişiler River Rouge’a geldiler ve Sendikanın mikrofonunda grev kırıcıları
fabrikayı terke çağırdılar. Binlerce zenci grevci, sıra ile mikrofonun önünden
geçerek kardeşlerini kendi saflarına katılmaya çağırdı...
Grev kırıcılar, yavaş yavaş dağıldılar, ortadan kayboldular.
River Rouge fabrikası terkedilmiş bir şehre benziyordu. Koskoca binalar
sessiz ve ıssızdı. Kilometrelerce demiryolu üzerinde bir tek vagon bile
görünmüyordu. Ford’un gemileri, rıhtımda bağlı, yatıyordu.
River Rouge fabrikasının etrafını çeviren dev insan zinciri saat be saat
uzuyordu. General Motor, Chrysler ve Detroit bölgesinin diğer otomobil
fabrikalarının işçileri, işten çıktıktan sonra grev müfrezelerinde nöbetlerini
devralmaya geldiler. Grevin üçüncü gününde, üç ekip halinde örgütlenmiş,
kadın-erkek 35.000 işçi fabrikanın çevresinde nöbet tutuyordu.
4 Nisanda Ford şirketi, River Rouge fabrikasındaki grevden sonra
memleketin on altı montaj fabrikasının
parça yokluğu yüzünden kapanmak zorunda kalacaklarını bildirdi. Aynı anda
Ford’un on sekiz fabrikası daha işi bıraktı. '
8 Nisanda, grevi kırma ümidini tamamen kaybeden Harry Bennett,
C.I.O. başkanı Philip Murray ve Otomobil İşçileri Sendikası liderlerile görüşmelere
başladı.
Ford temsilcileriyle sendika delegeleri arasmda üç gün süren bitmez
tükenmez görüşmelerden sonra Ford Motor Conıpany,ücretleri diğer büyük otomobil
fabrikalarındaki seviyeye çıkarmayı, Otomobil İşçileri Sendikasının
delegelerini tanımayı ve işverenlerle işçiler arasındaki anlaşmazlıkları
halledecek bir Federal Komisyon seçimine izin vermeyi kabul etti.
21 Haziranda Sendika, River Rouge fabrikasındaki Federal Komisyon
seçimlerinde göz kamaştırıcı bir zafer kazandı ve Ford Motor Company, Otomobil
İşçileri Sendikası ile bir anlaşma imzaladı.
Amerika'nın en büyük savaş fabrikasını bu kadar uzun zaman sarsmış olan
anlaşmazlık, bundan başka bir zamanda düzelmezdi.
(1) Bu
prim, Amerika İçinde üslenmiş askerlere verilen günde bir dolar iie yurt
dışında üslenmiş olan askerlere verilen 1 dolar 25 sentlik yekûna ek olarak
verilecek bir para İdi. Bu prim, 1945'te ödenmek üzere, kongre'ce, 1923'te
kabul edilmişti. 1930'da eski muharipler, prim tutarlarının yarısını % 4,5
faizle çekebilmişlerdi. Göstericiler, paralarının kalan kısmını bu süreyi
beklemeksizin çekme hakkını elde etmek İstiyorlardı. |
1932 Mayısının ikinci haftası boyunca Portland’lı, Oregon’lu (iki yüz)
işsiz eski muharip, pilisini pırtısını toplayıp, başkent Washington a doğru,
5.000 km. lik bir yürüyüşe geçti. Kongre’den, «eski muharip ödeneklerinin
derhal ödenmesi»ni isteyeceklerdi. Yola çıkışları, bütün Amerika tarihinde en
olağanüstü halk gösterilerinden birine başlangıç işareti vermiş oluyordu: Eski
Muhariplerin Washington’a Yürüyüşü, diye adlandırılacaktı bu olay ilerde...
Amerika'nın eski muhariplerinin için için kaynayan hoşnutsuzlukları, iki
buçuk yıllık yoksulluk ve işsizlikten sonra millî bir hareket haline dönmüştü.
Kongre'- den bir kanun çıkartmak ve bu yolla, hakları olan primleri derhal
elde etmek istiyorlardı ’)•
Korügre'nin normal tatiline birkaç hafta kaldığı bir sırada eski
muharipler, «dilekçelerini gerekli yerlere» teslim etmek için Waslıington'a akmaya
başladılar.
Bazıları yalnız geldi, diğerleri ise küçük gruplar halinde ya da
çoluk-çocuk yüzlerce kişiden meydana gelmiş kervanlar halinde. Trenleri
durduruyor, kondüktörleri, kendilerini bedava trene almaya zorluyorlardı. Otostop
yapıyorlar; külüstür arabalar, kamyonlar, önlerine ne gelirse biniyorlardı.
Alaska'dan, küçük bir grup, bü~ tün kıt'ayı, yani 6.000 km.'den fazla bir yolu
at araba lan ile geçti. Uç eski muharip, Havai'deıı gelen bir gemide kaçaıı
yolculuk etmişti.
Eski muharipler, o sıcak yaz günlerinde gece demeden, gündüz demeden
yollara döküldüler, çöllere, ovalara, dağlara, şehirlere, köylere dağıldılar
başkente varmak için. Aradan çok geçmeden basın, yeni heyetlerin yola
çıktıklarını haber veriyordu: Chicago'dan 900, New- Orlean'dan 600, Ohio'dan
1.000, Philadelphia ve Cam- den'den 700, Johnson City’den Ordu Dinlenme Evi
hastalarının seçtiği 200 delege yola çıkmıştı...
Federal makamlarla, mahallî makamlar ve demiryolları idarecileri «Prim
Yürüyüşçüleri»ni durdurmaya ve evlerine dönmeye zorlamaya çalıştılar boş vere,
Polis, önce bazı şehirlere girmelerini yasak etti. Savaş Bakanı Patrick J.
Hurley, WashingtonJa vardıklarında eski muhariplere uyku tulumları
dağıtılmayacağım ilân etti, Washington Emniyet müdürü, General Pelham Glassford
korku içinde, valiliklere yazı üstüne yazı gön- deriyor, eski muharipleri
püskürtme emri veriyordu. Baltimore ve Ohio demiryolu şirketinin başkan yardımcılarından
biri, «yakında kopacak savaşta demiryolları’ nm menfaatlerini korumaya kararlı
okluğunu» ilân etti.
Ama eski muharipler
gelmekte devam ediyorlardı,
ifik
Geçtikleri şehirlerde on binlerce iyiliksever Amerikalı onları büyük
gösterilerle karşıladı, uzun yürüyüşlerine devam edebilmeleri için onlara
elbiseler, yiyecekler verdi, yatacak yer gösterdi...
Haziranda, 20.000'den fazla «Prim Yürüyüşçüsü» Washington’a varmış
bulunuyordu.
On üç yıl Önce, Avrupa'daki savaş alanlarından terhis edilip memlekete
döndüklerinde birer kahraman olarak karşılanıp alkışlananlar, şimdi
hükümetlerinden bambaşka bir davranış görüyorlardı. Kongre üyeleri, eski
muhariplerin delegelerini kabul ediyorlar, gülümse- yeıek kanun tasarılarını
destekleyeceklerini söylüyorlar fakat hiç bir şey yapamıyarlardı. Başkan
Hoover, «Yürüyüşçülerdin temsilcileriyle görüşmeyi, soğuk bir şekilde
reddetti. Silâhlı nöbetçiler. Beyaz Saray’ın etrafında kol gezmeye başladı.
Eski muharipler, şimdi kendi kendilerine verdikleri adla: «Prim
Kuvvetleri» üyeleri, boş alanlara, ya da YVashington’ım Devlet binalarına
yerleştiler. Fakat birçoğu, Potomak nehrinin başkente karşı kıyısındaki yarmada
tozlu topraklı bir alanda kurulan Anacostia Flats kampına sürüldüler. Orada,
yakıcı güneşe ve toprağı bir bataklık haline çeviren şiddetli yağmurlara
terkedilmiş, çadırlardan, kulübelerden, kaba-saba barakalardan, nehrin
oyuklarında kurulmuş sığmaklardan oluşan bir şehir, balta girmemiş ormandakine
benzer bir şehir yükseldi.
En ilkel sağlık şartlarından yoksun olan ve Was- hington makamlarından
yetersiz bir yiyecek yardımından başka bir şey alamayan eski muharipleri ve
ailelerini hastalık yere sermekte gecikmedi. Kısa bir süre sonra birçok çocuk,
kötü beslenme şartlarından meydana gelen bağırsak hastalıklarından öldüler.
m
«Prim Yürüyüşçüleri»ni gözden düşürmek, gayretlerini kırıp onları
Washington'u terke zorlamak için elden gelen bütün yollar denendi. Gazeteler,
«Prim ordusunun içinde, «Sovyetleri başkente sokma» yollarını arayan bozguncu
«komünist ajanları» bulunduğunu haber verdi. Polis müdürü Glassford, başkenti
terk emrini vereceğini söyleyerek onları tehdit etti; eski muharipler, Kongre,
istediklerini kendilerine vermedikçe buradan ayrılmayacaklarım söyleyince, eski
muhariplerin yiyecek ve içeceklerinden sorumlu olan Glassford, «yiyeceklerin
azaldığım» ilân ederek, zaten yetersiz olan yiyecek miktarlarını, hiç acımadan,
daha da düşürdü.
«Prinı Kuvvetlerimin içine, federal ajanlar, hafiye- ler, parayla
tutulmuş curnalcılar ve kışkırtıcılar salındı. «Prim Kuvvetleri »nin otoriter,
yakışıklı üniformalı ve atak «komutanı» W.-W. waters, general Glassford'- la
bizzat ilişki halindeydi ve polis müdürünün emirlerine tıpatıp uyuyordu.
Bizzat Glassford'a göre, Waters- ın, eski muharipler arasında «düzeni devam
ettirmek» için kurmuş olduğu askerî polis birliği Glassford’un emrindeki şehir
polisi ile elete çalışıyordu[6]).
Waters, Washington polisine, «Kalabalık içinde kızıl terörcü bulursak biz
icabına bakarız onun» diyordu.
«Komutan», Anacostia Flats’a yeni gelenleri, işten Çıkarılmış işçiler
Birliği'nin «kızıl faaliyetlerine» karşı uyarıyor onları, komünist
olmadıklarına dair yemin etmeye zorluyordu. Eski muhariplerin sol
unsurlarından kurulmuş olan bu Birlik, Washington Yürüyüşü’nün örgütlenmesinde
esaslı bir rol oynamıştı. Birliğin birkaç yöneticisi kaçırıldı, vahşice dövüldükten
sonra Washing- ton’dan dışarı atıldı. Komünistlikten sanık iki eski muharibin
parça parça edilmiş cesetleri Potomak nehrinde bulundu.
Fakat onları korkutmak ve sayılarım azaltmak için harcanan bütün çabalara
rağmen eski muhariplerin büyük çoğunluğu, oldukları yerden kımıldamamakta inat
ettiler ve primlerinin ödenmesini istemekten vazgeçmediler.
17 Temmuz sabahı, Kongre, gürültülü bir toplantıdan sonra, kanun
konusunda hiç bir teşebbüste bulunmadan dağıldı. O günün sonuna doğru
senatörlerin ve milletvekillerinin
çoğu Washington'dan ayrılmış bulunuyordu.
General Pelham Glassford, daha sonraları, hükümetin, durum ciddileştiği
takdirde alınmasını öngördüğü ciddî tedbirlerin neler olduğunu şöyle anlattı:
«Hazirandan başlayarak, askerler talime başlamışlardı... Washington
yakınında konaklamış bulunan subaylar ve askerler, çıkacak her türlü olaya
hazırlıklı durumda bulunacaklardı; uzun bir süre izinler kaldırılmıştı... bu
birlikler, göz yaşartıcı gaz kullanmayı ve kalabalıkları dağıtmayı öğrenmek
için özel bir eğitim görüyorlardı.»
Durum, daha sonra «kanlı perşembe» adını almış olan 28 Temmuz günü had
safhaya ulaştı. 0 sabah, önemli sayıda polis, yüzlerce eski muharibi Üçüncü Cadde
ve Pansilvanya Avenü’deki iki Devlet binasından çıkarmayı denedi. Eski
muhariplerin binalardan çıkmaza dıklannı görünce polisler binalara
saldırdılar ve içer- dekilerin üzerine gaz bombaları fırlatmaya başladılar.
Eski muharipler kendilerini savunuyorlardı, öfkeden kudurmuş olan polis ateş
etmeye başladı. Eski muhariplerden birçoğu yerlere serildi, İki tanesi, aldığı
yaralardan öldü...
Başkan Hoover, derhal Ordu Kurmay Başkanı general Douglas A.
MacArthur’a, «Prim Kuvvetleri»nin şehirden dışarı çıkarılması işini ele alması
ve «bu ayaklanmaya, hükümet kuvvetlerine karşı bu kışkırtmaya» son vermek için
askerî birlikler çağırması emrini verdi.
Askerî birlikler, Öğleden sonra saat dörde doğru geldiler...
Bundan sonraki olayları New York Times
şöyle anlatıyor:
«Askerler, Pansilvanya Avenii'den geldiler... süvariler
başta, onların arkasında tanklar, makineli tüfekler ve piyadeler...
Subayların ve polisin anlaşmaları için bir yarım saat kadar
geçti; sonra «Prim Yürüyüşçüleri» onları kışkırtmaya başladılar. Hareket
istiyorlardı, birazdan hareketi göreceklerdi.
Yirmi tane, demir miğferli asker, diğer 200 askerin «Prim
Kalesi» karşısında yerlerini alabilmeleri için, tabancalar elde hücum ederek
bir gedik açtılar. Tam bu sırada süvariler de yetiştiler. Ellerinde kılıçları,
yoldan aşağı at üstünde inerken, yolları üstüne çıkan herkese kılıçlarının
tersiyle vurarak bir geçit açıyorlardı.
Davranışları, askerlik bakımından doğruydu belki, askerî
kurallara uygundu belki, ama gelip geçenlerin gözüne hiç de güzel bir manzara
değildi. Askerlere karşı direnenler, kendilerini savunanlar ve atlarla
saldıranlar görülüyordu...
Dünya savaşı sırasında bazı şehirlerin yağma edilişlerini
hatırlatan sahnelerden sonra federal birlikler... prim kuvvetlerini, derme
çatma kulübelerden meydana gelmiş köylerinden kovdular ve Pansilvanya Avenü
yakınlarına sürdüler.»
Bundan sonra askerler, eski muhariplerin kulübelerini ateşe
verdiler.
Bu harekâtın bütün ayrıntıları, general MacArthur tarafından
inceden inceye gözden geçirilmişti; itfaiye arabaları, yangım söndürmek için
hazır durumda bekliyordu.
Gaz maskeleri takmış piyade askerleri, karılarını ve
çocuklarını ümitsizce korumaya çalışarak kaçan adamlar üzerine göz yaşartıcı
gaz bombaları atmaya başladılar. Yirmi kadar yalın kılıç süvari, saldırıya
katıldı. Yoldan geçenler gazlandı, yerlerde sürüklendi ve atların ayakları
altında çiğnendi...
General MacArthur, eski muharipler konusunda, «Bu güruhun
gidişi gidiş değildi.» dedi. «İhtilâl belirtileri gösteriyorlardı. Kendilerine
karşı gözetilen nezaketi ve saygıyı zayıflık sandılar.»
O gece, MacArthur'un birlikleri,
Anacostia Kampını işgal ettiler. Koca koca ışıldakların aydınlığında askerler,
göz yaşartıcı bombalar atarak, harap kulübeleri ve çadırları ateşe vererek,
rastladıkları eski muharipleri ve ailelerini darmadağın ederek ilerliyorlardı.
Gece yarısına doğru Washington gökleri, sanki dev bir orman yanıyor muş gibi
kıpkızıldı. Adamlar, kadınlar ve çocuklar, atılan gazların yayılmasıyla
hastalandı. Bir bebek gazdan öldü.
Şafak vakti, hükümet kesin olarak duruma hâkim olmuştu. Anacostia
Flats kampı, üzerinde dumanlar tüten bir yıkıntı halindeydi. Oradan
kilometrelerce uzakta, Virginia ve Maryland yollan boyunca binlerce eski
muharip ve ailesi, kimisi korku ve gözyaşı içinde, kimisi suskun ve taşlaşmış,
başkentten kaçıyordu...
Başkan Hoover, basma, «Birleşik Devletler otoritesine karşı
bu meydan okuma, hızla ve sert bir şekilde cevaplandırılmıştır,» diye
açıklıyordu. «Aylarca süren bir hoşgörü ve sabırdan sonra hükümet, kanunların
apaçık çiğnenmesine karşı bundan böyle örnek olabilecek bir tarzda cevap
vermesini bilmiştir. Benim ilk görevim. Anayasa'yı ve kanunları kuvvetle
savunmak ve desteklemektir. Daima da böyle hareket edeceğim.»
Fakat Amerikan halkının, Büyük Hümanist [Başkan Hoover’a
verilen ad] konusunda hâlâ bazı hayalleri kalmışsa, onlar da, Anacostia
Flats'taki zavallı kulübe- cikleri yerle bir eden alevler arasında kaybolup
gitti. Çok geçmeden millet, kendisine. Beyaz Saray'da yeni bir temsilci
seçecekti.
Sonbaharda, başkanlık seçimi kampanyası hazırlıkları sırasında,
New York Graphic
editörü Emile Gauv- reau, Demokrat Parti başkan adayı Vali Franklin D.
Roosevelt ile sansasyonel bir röportaj yaptı.
Valinin bürosunda, Roosevelt ile Gavreau, yandaki küçük odada
beraberce öğle yemeği yerlerken, telefon boyuna işledi. Memleketin her
köşesinden, kampanyanın açılışına dair haberler geliyordu. İki adamın konuşmaları,
zaman zaman, özellikle önemli şehirler arası konuşmalarla kesiliyordu.
Roosevelt iyimserdi. Yapılacak seçimlerde başkan olacağından
kesin olarak emindi. Ve Vali, tasarılarından bazılanm açtı Gavreau'ya.
«Halkla, doğrudan doğruya ilişki kurmalıyız» dedi.
«Yardımlaşma zamanı geldi artık... Eee, nasıl, benim «unutulmuş insan» üzerine
söylevimi beğendiniz mi? Bizdeki binlerce insanı anlattım orda. Ve o unutulmuş
insan, kendi eline bakan, beslediği ailesinden dört kişiyi temsil etmektedir.
Eğer un dört milyon işsiz varsa, yoksulların gerçek sayısını anlamak için bu
sayıyı dörtle çarpmak gerekir. Bir şeyler yapmak gerekecek... İnsanları mutlu
kılmak mı istiyorsun, iş sağlayın onlara, hepsi bu.»
Vali sigarasından bir nefes çekti ve kalın bir duman çıkardı.
«Bugün Rusya’da...» diye başladı, ve devam etmeden önce bir an düşündü.
«Rusya’yı tanıyacağım. Rusların ne yaptıklarını görmeye adamlar yollayacağım
oraya...» Bu konu, özellikle dikkatim çekiyora benziyordu. «Rusya... Rusya
yabancı bir ülke, düşünceleri de yabancı görülebilir onlann; Rusya'yı
incelemek için adamlar yollayacağım oraya.»
Birden Roosevelt iskemlesinden kalktı. «Yapacak çok iş var,»
dedi. «Halkımızı tekrar ayakları üzerine kaldırmak gerek.»
Telefon yeniden çaldı. Roosevelt bir an dinledi telefondaki
sesi, sonra kahkahalarla gülmeye başladı, «Aferin!!» dedi. «Üç Eyalet daha ha!
Bravo, Jim!»
Roosevelt tekrar editörle konuşmasına döndü ve Gavreau’ya,
«Halka yardım edeceğiz,» dedi. Bir an yüzü karardı. «Acele etmek gerek.
Sabırsızlanıyorlar. Geçen hafta doğudan dönerken, büyük bir demiryolu şirketini
yöneten eski bir dostumla görüştüm. Sordum ona: «Fred, buralarda nelerden
konuşuluyor?» dedim. Verdiği cevabı hâlâ duyar gibi oluyorum. «Frank, dedi
bana, sana üzülerek itiraf edeyim ki, buralarda ihtilâlden konuşuluyor.»
8 Kasım 1932 de, kırk iki eyalet tarafından desteklenen
Franklin Delano Roosevelt, yedi milyondan fazla bir oy çoğunluğu ile Birleşik
Amerika Başkanı seçildi.
«Aralarında çok yüksek seviyede kimseler de bulunan birçok Amerikan
yurttaşı, çok kere bil- miyerek, Mihver ajanı olarak çalışıyor.»
Başkan Franklin D. Roosevelt.
29
Eylül
1940
«Birleşik Amerika’da hemşerilerimiz bize karşı çoğunlukta, iyi duygular
beslemektedirler; Amerikan çevrelerinde çok dostumuz var. Aralarında birçoğu
siyasî ve ekonomik hayatta önemli yerler işgal etmektedirler.»
Alman
Devlet Bakanı R. Walter Darre’nin 1940'da Berlin'de verdiği bir söylevden.
7 Aralık 1941’de Japon’ların Pearl Harbour'a saldırışı,
Mihver'in Amerika’ya karşı açtığı savaşın başlangıcı değildir. O sabah
başlayan olaylar. Alman, Japon ve Italyan genel kurmayının, on yıldan fazla bir
zamandır Birleşik Amerika’ya karşı ilân ettiği gizli savaşın en üst noktasını
gösterirler. En ciddî muharebeler, bizzat Amerika'da ve savaş ilân
edilmeksizin verilmiştir.
1930’dan başlayarak faşist örgütlerden, nazi hayranı
propaganda çevrelerinden, askerî haber alma ve ırkçı terör hücrelerinden kurulu
çok geniş bir ispiyoncu ağı, Amerikan hayatının bütün alanlarını sardı.
1 Eylül 1939’da, Hitler’in motörlü birlikleri, İkinci Dünya
Savaşı’m açarak Polonya’ya girdiği sırada, Birleşik Amerika’da, faaliyette
olan 700'den fazla faşist Örgüt vardı.
Açıkça nazi taraftan olan örgütler ile, 1933- 1941 arasında
Birleşik Amerika'da mücadele yürüten faşist Amerikan hareketlerinden bazıları
şunlardır:
— Beyaz Amerikalı Muhafızlar
— Ausland Organization der N.S.D.A.P, (Dıştaki Nazi Partisi)
— A. V. Jugendschaft (Hitlerci Gençlik)
— Kara Gömlekliler
— Falanjistler
— Alman - Amerikan Birliği
— Kara Lejyon
— Italyan Faşist Klüpleri
— Ku Kluks Klan
— Cumhuriyet Yurtseverleri
— Japon imparatorluğu Dostluk Derneği
— Japon Askerleri Birliği
— Millî ve ihtilâlci Rus Faşist Partisi
Doğrudan
doğruya, Mihver Devletleri Propaganda
Bakanları
ve Haberalma Hizmetleri bürolarınca denetlenen ya da onlarla işbirliği yapan
bu örgütler, Amerika'da, demokrasi ve işçi düşmanı yayınlar dağıtıyor, ırk çatışmalarını
açıkça kışkırtıyor, Roosevelt hükümetini suçluyor ve Amerika’da faşist bir
rejimin kuruluşunu destekliyordu. Beşinci kol, sanayi merkezlerinde ve küçük
şehirlerde, fabrikalarda, çiftliklerde, okullarda, kiliselerde ve askerî
eğitim merkezlerinde radyo ve posta ile olduğu kadar mitingler ve gizli
toplantılar yoluyla da Amerikan milletine karşı düşmanca hareketlerde bulunuyordu.
Beşinci kolun başlıca hedefleri şunlardı: Amerikan halkım
bölmek ve birliğini bozmak; halk kütlelerinin Roosevelt’e karşı duydukları
güveni yıkmak; Amerikalıları, kendilerini faşizmin değil de komünizmin tehdit
ettiğine inandırmak; Birleşik Amerika'nın millî savunma hazırlıklarını
baltalamak; ve Amerika'yı, Atlantiğin öbür yakasındaki faşist düşmanı
müttefiklerden ayırmak.
Ne kadar şaşırtıcı görünürse görünsün, bu beşinci 119
kol
ajanları, ne Adalet Bakanlığından ne de F.B.I.'dan en küçük bir müdahele
görmeksizin bu Amerikan düşmanı faaliyetlerini rahatça yürütebilmişlerdir.
Ve başlangıçtan beri, beşinci kolun faaliyetleri, Birleşik
Amerika'nın en zengin ve en kudretli kişilerince doğrudan doğruya
desteklenmiştir.
İçişleri Bakanı Harold L. Ickes, 1935 de Altoona
(Pensilvanya)da verdiği bir söylevde: «Kanunlara aykırı bir hareketin,
ülkemizde, Özgür kurumlanmızm yerine iğrenç bir faşist sistem koymaya
çalıştığı, her gün biraz daha açıkça görünüyor» diyordu. «Bu topluluk,
Amerika'nın sadece tabiî kaynaklarım değil, fakat aynı zamanda erkek - kadın -
çocuk, insan kaynağım da sömürerek muazzam bir servet ve güç elde etmiş olan
kimselerden kurulmuştur ya da en azından aktif bir destek görmektedirler.
Ellerinde tuttuklan servetleri kazanmalarına hiç bir şey engel olmamıştı ve bu
zenginliği korumalarına ve arttırmalarına hiç bir şey engel olamayacaktır.»
Bakan
Ickes şöyle ekliyordu:
«Bizi, ülkemizi bir komünist ayaklanmasının tehdit ettiğine
inandırarak yurtseverlik duygularımızı kışkırtmaya çalışan bu aristokrasi, bir
faşist hükümet darbesi yapabilmek için desteğimizi sağlamaya çalışmaktadır.»
Ickes'in sözünü ettiği harekette ilk rolü, büyük Amerikan
sanayicilerinin ve finans çevrelerinin yönetimindeki bir Örgüt oynuyordu. Bu
örgüt, şüphesiz aldatıcı bir ad olan, Amerikan Özgürlük Birliği, adını taşıyordu.
Amerikan özgürlük Birliği, 1934 Ağustosunda, açıklandığı
üzere, «ihtilâlci hareketlerle savaşmak» ve «Birleşik Amerika Anayasası'ııı
savunmak ve desteklemek» niyetiyle resmen kurulmuştu.
Du Pont-Morgan tröstlerinin, Özgürlük Birliği üzerinde hâkim
bir etkileri vardı. Birliğin Millî Yürütme Komisyonu ile Danışma Konseyi’nde,
EL du Pont de Nemours şirketinin, sırasıyla Yönetim Kurulu başkanı, başkan
yardımcısı ve şirket başkan yardımcısı olan Pierre S. du Pont, irence du Pont
ve John J. Raskop bulunuyordu.
Yürütme Komisyonu'nun ve Danışma Konseyi'nin diğer üyeleri
arasında şu kimseler de vardı:
John W. Dav is,
eski başkan adayı, Morgan’ın danışmam, Morgan Gııaranty Trust Company'nin,
yine Morgan’ın yönetimindeki Telephone and Telegraph Company'nin müdürü.
Alfred P. Sloan,
General Motors Corp'm Yönetim Kurulu Başkanı,
WİİHam S. Knudsen,
General Motors Corp.'ııı başkanı.
Cornetİus F. Ketîey,
Anaconda Copper Company'nin başkanı.
Alvan Macauley,
Packard Motor Car Company'nin başkanı.
He.rbe.rt L, Pratt,
Socony - Vacuum C.'nm Yönetim Kurulu Başkam.
Özgürlük Birliği, paraca kuvvetle desteklenen bir kampanya
ile, kendisini Amerikan halkına, «Amerikan yurttaşının haklarını» savunmak
azminde bir demek olarak tanıttı. United Press’in bir haberi, Birliğin orta
Amerikalının yararlarının ne derece temsil ettiğini çok güzel gösteriyordu:
«Millî Hükümetin içindeki «ihtilâlci» eğilimlerle mücadele
için kurulmuş politika dışı bir dernek olan Amerikan Özgürlük Birliği, halen
37 milyardan fazla sermayeli bazı sınaî ve malî şirketlerin temsilcilerinden
oluşan bir grubun denetimi altında bulunduğunu açıklamıştır.
Birliğin yöneticileri, United States Stell Corp., General
Motors, Standart Oil Co., Chase National Bank, Goodyear Tire and Rubber Co.,
Baltimore and Ohio Railroad Co., Mutual Life Insurance Co. ve daha bunun gibi
birçok şirketle ilişki halindedirler.»
Amerikan Özgürlük Birliği'nin gerçek amaçlan üzerinde, yazar
Herbert Harris şunları söyleyecektir:
«Birliğin savunduğu tek özgürlük, hisse senetleri çıkartmak,
Borsada sahte dalgalanmalar yaratmak, hisse senetleri ile oynamak ve büyük
şirketleri göklere yükseltme özgürlüğüdür. Kafaları bulandırmak, dokuma fabrikalarında
ve yarıcı çiftliklerinde çocukları sakatlamak, kavruk bırakmak özgürlüğüdür.
Din adamlarının ve basının fikirlerini satın alma özgürlüğüdür, ölüme götüren
bir özgürlük yâni.»
Birlik yöneticileri her yerde, bir yandan «Birliğin tek
endişesi, milletin huzurudur» diye ilân ederlerken, öet yandan, Roosevelt
hükümetini gözden düşürmek. Yeni Yol'un sosyal reformlarına saldırmak ve sendika
hareketine karşı düşmanlığı kışkırtmak için büyük paralar harcıyordu. Birlik
üyeleri bu hedeflere varmak için başka anti-demokratik örgütler de kurdular ya
da paraca desteklediler bu tip örgütleri. Bunların bazıları şunlardı:
Amerikan Kamu Hizmetleri Aksiyoner- ler Federasyonu,
Amerikan
Vergi Mükellefleri Birliği, Haçlılar,
Çiftçiler
Bağımsızlık Konseyi,
Sanayi Haklarını Savunma Birliği, Günümüzdeki «Kadın - Erkek
Gönüllüler Birliği»,
Millî
Ekonomi Birliği,
New
York Eyaleti Ekonomi Konseyi, Cumhuriyet Bekçileri,
Anayasayı Destekleme Güney Komisyonu,
Amerikan
Kadın Aksiyonerler Birliği,
18 Nisan 1936'da Afew
York Post şöyle yazıyordu:
«Özgürlük Birliği, Yeni Yol düşmanı bir örgüt ağı doğurdu;
onlar da sırası gelince faşizmi doğuracaklar.»
Özgürlük Birliği'nin kurduğu ilk faşist örgütlerden biri.
Anayasayı Destekleme Güney Komisyonu’dur. Bu Komisyonu paraca destekleyen
birlik üyeleri arasında yine du Pont, General Motors şirketlerinin başkan ve
başkan yardımcıları vardı.
Güney Komisyonu'nun izlediği iki ana hedef vardı: güneydeki
demokratlarla Roosevelt aleyhinde oy verdirtmek ve siyahlarla beyazların aynı
sendikalara katılmalarını önlemek için ırkçı duyguları kışkırtmak. Baltimore
Sun gazetesi. Güney Komisyonu konusunda, «Bu, Kuzeyin paraca
desteklediği fakat Ku Klus Klan'ın güneye dair peşin hükümleri üzerinde
oynayan melez bir dernektir.» diye yazıyordu. «Bir roman-katolik olan Mr.
Raskob 5.000 dolar bağışta bulunduğunda, kendisine, bu
paranın
Ku Kluks Klan'm canlanmasına hizmet ettikten sonra Mrs. Roosevelt’e karşı
yürütülen sert hücumu da destekleyeceği bildirilmiştir.»
Güney Komisyonu’nun Başkanı, Fabrikatörler Millî Birliği
eski başkanı, Teksas’lı büyük petrolcü ve Amerika’nın en zengin ormanlarım
elinde tutan John Henry Kirby'di. Kirby’nin, Komisyonda sağ kolu ise Vance Mu-
se adında, The Christian America’mn
editörü ve «hıristiyan»,
«Komünist düşmanı» örgütler kurinakta uzman biri idi. Vance Muse, Yeni Yol’un
sosyal reformları konusunda konuşurken, «Bundan böyle siyahlarla beyazların
örgütlerin içerisinde birbirine karışmaları, beyazların, işlerini kaybetmek
korkusu ile Afrika'nın siyah maymunlarına «kardeş» demeleri gerekecektir...»
diyordu.
Cumhuriyet Bekçileri örgütü. Özgürlük Birliği üyelerinin
paraca desteklediği bir diğer faşist hareketti. Cumhuriyet Bekçiteri'nin Millî
Başkanı, Pitcairn Com- pany’nin başkanı Raymond Pitcairn idi; Pitcairn ailesinin
bu örgüte yaptığı para yardımı 100.000 doları aşıyordu. ’) Atwater Kent
Manufacturing Company'nin müdürü Atwater Kent; Sun Oil Company'nin müdürü J.
Howard Pew; Morgan’ın ortağı banker Horatio Lloyd; yiyecek sanayii krallarından
banker Bernard Kroger aynı şekilde önemli miktarlarda para yardımı
yapmışlardı.
Tıpkı resmî nazi propagandası gibi Cumhuriyet Bekçilerinin
yürüttüğü edebiyat da Yeni Yol'un «Yahudi-Komünist» tehlikesi taşıdığı
üzerinde kurulmuştu. 1936'da bazı bozguncu girişimleri araştırmakla görevli
(1)
Geçici Federal Ekonomi Komisyonu'nun 1941'de yaptığı araştırmalara göre
Pitcairn ailesinin serveti, çeşitli sanayi şirketlerine yatırılmış 65.576.000
dolan buluyor ve Pîtcaîrn'îer, Amerika'nın en zengin on aifesi içinde yer
alıyordu.
Back
Senato Komisyonu, Cumhuriyet Bekçileri'nin arşivlerinde bulunmuş çok
inandırıcı mektuplar yayınladı. Bunlar, Boston Yatırım Bankası Müdürü ve Bekçiler’in
başkam Alexander Lincoln ile Ne w Jersey'de W. Cleveland Runyon arasındaki
mektuplaşmalardı. Run- yon'un Lincoln'a gönderdiği ilk mektupta, «Roosevelt’in
VVashington’a getirttiği yahudi tugayı»na hücum ediliyordu;
«Batı hıristiyan medeniyetini savunma savaşı, düşmanın,
enternasyonal ve yahudi menşeli olduğunu kabul etmekle kazamlabi- lir. Bize
para lâzım, hepsi bu... aZman geçiyor. Bir şeyler yapabileceğinizi sanıyor musunuz?»
Bekçiler'in başkanı Lincoln ise şu cevabı veriyordu:
«Bekçiler’in başkanı olarak elimden gelen her şeyi
yapıyorum. Ben de sizin gibi, bir yahudi tehlikesinin varlığına inanıyorum.
Bütün güvenim, gelecek sonbahardaki seçimlerde; ve sanıyorum kİ Roosevelt’in
yenilişi bizim şansımız olacak.»
Runyon
şöyle cevap veriyordu:
«Halk, şeflerini arıyor ama ortalıkta şef yok.
Yöneticilerimiz uyuyor. Bekçiler, hareketin başına geçmek zorunda kalacaklar.
Yıllık geliri 1.000 doları aşmayan yaşlı Amerikalıların istediği, Hitler gibi
birisidir.»
Amerikalı bir diktatör düşüncesi yeni değildir. Daha
1932'de, Current History
dergisi şöyle yazıyordu: «Bazı kudretli kişiler, uzun zamandır, çıkmazdan
kurtulmanın yolunun, bir çeşit ekonomik ve politik diktatörlük kurmak olduğunu
ileri sürüyor. Önemli kimse-
lerin,
nabızlarım yoklamak ve imkânları tartışmak için New York'ta ve Chicago'da
toplandıkları bilinmektedir,»
General Motors Başkam William S. Knudsen, 1933’ te, Avrupa
dönüşü New York Times'in bir
muhabirine, Hitîer Almanyası’nın «XX. yüzyılın mucizesi» olduğunu söylüyordu.
Almanya'da böyle bir mucize olurdu da neden Amerika'da
olmazdı?
1930 başlarında, Amerikan Führerl rolünü oynayabilecek gibi
görünen kimselerden biri, Birleşik Amerika Deniz Piyadeleri generallerinden Smedley
Butler idi.
İki defa Kongre şeref madalyasını almış olan Tümgeneral
Smedley Butler, asık suratlı, esmer bir askerdi; açıksüzlülüğü yüzünden
milletlerarası bir olaya adı karışıp istifa etmek zorunda kalıncaya kadar
deniz kuvvetlerine otuz üç yıl hizmet etmişti. General Butler, 193 l'de
Filadelfiya'da verdiği bir söylevde, Beni t o Mus- solini'yi, «Avrupa'yı
ısıracak kuduz bir köpek» olarak tarif etmişti. Aynı zamanda, Duce'nin, bir gün
bir İtalyan şehrinden arabayla geçerken nasıl bir İtalyan çocuğunu ezdiğim
fakat hiç durmadan yoluna devam etti* ğini ve kendisiyle beraber olan bir
Amerikalı gazeteci* ye: «Asla geriye bak manialı insan. Devlet işlerinde bir
insan bayatının ne değeri var ki?» dediğini anlatmıştı, İtalyan elçisi,
Butler’in söylediklerini şiddetle protesto etti; Başkan Hoover, Deniz
Kuvvetleri Başkanı aracılığı ile generale, sözlerini geri alması yoksa askeri
mahkemeye verileceğini emretti, fakat general hiç bir şey dinlemedi. Bir süre
olayın büyümesinden ve yayılma-
126
sından
korkan İtalyan hükümeti olayın kapanması isteğinde bulundu. General Butler,
askerî mahkemeye verilmedi fakat faal görevden çekildi.
Bu hikâye, general Butlep’in ününü tehlikeye atmak şöyle
dursun Amerika'da, «beyaz atlı adam rolünü» oynayabilecek adayların arandığı
çevrelerde, heyecanlı hayranlarının sayısını artırmıştı...
General Butler, 1933 Temmuzunda Pennsylvaııia’da Newton
Square'deki evinde Amerikan Lejyonu'nun iki önemli üyesi olan Gerald McGuire
ile William Doyle’m ziyaretlerini kabul etti. Butler'e, Ekim ayında Chicago'da
toplanacak kongrede Amerikan Lejyonu Millî Komutanlığına adaylığım koymasını
teklif etmeye gelmişlerdi. McGuire, generalin, bir askerler hareketini yönetecek
ve Lejyonun otokrat idaresini yerinden atacak bir insaıı olduğunu söylüyordu.
«Kraliyet ailesini tahttan kovmak» fikri, generalin de hoşuna
gitmişti, çünkü «yıllardır, basit askerlerin daima Lejyon’dan
uzaklaştırıldıklarını» söylüyordu kendisi de. Fakat bu adaylığını, askerlerce
nasıl desteklenebileceğim anlayamıyordu. Eski muharipler arasında Chicago
Kongresine kim gidebilirdi ki?
McGuire elini cebine attı ve bir çek defteri çıkardı. Biri
42.000 dolarlık, diğeri 64.000 dolarlık iki çek imzaladı.
«Ülkenin bütün bölgelerinden asker delegeler kongreye
gideceklerdir» dedi McGuire.,.
O zamana kadar General Butler, kendisine yapılan teklifte
garip bir taraf buluyordu. Şimdi tamamile emindi artık. Daha sonra, «Böyle
paralar, askerler için değildir» dedi.
General, şüphelerini sezdirmemeye karar verdi. Kendi
sözlerile söylersek, «Bu meselede, onları korkutmak- sızın sonuna kadar gitmek
istiyordu.»
General Butler, iki adama, kendisine, düşünmek için zaman
bırakmaları gerektiğini söyledi. Yakın bir gelecekte onlarla tekrar buluşmayı
teklif etti...
ikinci karşılaşmada McGuire ve Doyle, general But- ler'a
kongrede vermesini teklif ettikleri söylevin dakti
lo edilmiş bir «müsvedde»sini verdiler. Bu
nutukta, başka şeylerle birlikte, kongreye, Birleşik Amerikada altın esasına
dönüş kararı alması teklif ediliyordu. McGuire, «Primlerinin, altın olarak
Ödenmesini istiyoruz askerlere» diyordu. «Askerlere kâğıt para verilmesini
istemiyoruz.»
General, dobra dobra, kendi seçim kampanyası için gerekli
parayı kimin vereceğini sordu; McGuire, çok zengin dokuz kişinin gerekli
fonları sağladıklarım söyledi. Onlardan biri, Wall Street’in ünlü
simsarlarından albay Grayson M. P. Murphy idi. McGuire, «Ben onun yanında
çalışıyorum» dedi, «onun bürosunda»...
General Butler konuşmalara devam etmeden önce, para veren
«başlıca» kişilerle karşılaşmak istediğini söyledi. McGuire, hiç bir sakınca
olmadığını ifade etti.
Kısa bir süre sonra, Robert Sterling Clark adında bir Wall
Street simsarı, general Butler’i görmek için evine geldi. Butler’a söylediğine
göre kendisi, generalin Lejyon’un idaresini almasını isteyen birisi idi.
Konuşma sırasında general Butler, McGuire ile Doy- le'ın
kendisine verdikleri söylev «müsvedde»sinden söz açtı, «iyi yazmışlar
söylevlerini» dedi Butler.
Clark:
— Bu herifler söylevi kendilerinin mi yazdıklarını söylediler?
diye sordu.
— Evet, bana söylenen bu.
Simsar hafiften güldü. «Bu söylev, çok paraya mal- oldu dedi.
General Butler, altm esasına dönüş isteyen karar- 128
dan
bahsetti. «Bana öyle geliyor ki, bu söylev, bir iş adamının vereceği bir
söylev. Garip bir şey var bu söylevde, Mr. Clark» dedi.
Clark, generale, rahatlıkla «Otuz milyon dolarım var» dedi.
«Kaybetmek istemem. Bu paranın yarısını kurtarabilmek için öteki yansını seve
seve harcarım. Eğer siz, Chicago'da bu söylevi vermeye razı olursanız ve eğer
askerler sizinle beraberseler, bu kararın uygulanacağından ve altm esasına
dönüş için ilk adımın böyle atılmış olacağmdan eminim...»
General, böyle bir tasanya karışmış olmak istemediği
cevabını verince Clark, kibarca, telefonunu kullanıp kullanamayacağını sordu.
Simsar, McGuire’ı çağırdı ve Butler'in kongreye gitmeyeceğini bildirdi ona,
«45.000 dolar var elimizde» dedi McGuire'a. «Buna göre durumu ayarlayın.»
Sonra
general Butler'a veda etti.
Ekim ayında, Chicago'da Lejyon’un kongresinde altın esasına
dönüş karan alındı.
İ934 baharında Gerald McGuire Avrupa’ya gitti. Görünüşte bir
«iş yolculuğu» idi bu. Aslında McGuire, eski muhariplerin Almanya'da Nazi
Partisinde, İtalya'da Faşist Partisinde ve Fransa'da Ateşten Haç hareketinde
oynadıktan rolü incelemek görevile gitmişti oraya.
Yazın, Amerika’ya dönüşünde McGuire, «âmirlerine» Avrupa
kıtasında görebildiği şeylerin hesabını ver di.
Kısa bir süre sonra McGuire, general Butler'in evine yine
geldi. McGuire'in generale getirdiği teklif, birincisinden çok daha şaşırtıcı
idi. McGuire'in Butler'a söylediğine göre, milleti «komünist tehdidı»nden kurtarmak
için hükümetin toptan değişmesi gerekliydi Amerika'da. Böyle bir değişiklik
Birleşik Amerika’da bir hükümet darbesi hazırlayabilecek, meselâ Fransa'nın
McGuİre:
— Evet, diye cevap verdi. Siz yalnız dikkatli bulunun. iki üç
hafta içinde gazetelerde bundan söz edilmeye başlanacak. Önemli kişiler
karışacak bu işe. Şu anda zemin hazırlanıyor.
McGuire, bahsettiği manevranın özel mahiyetini açmadı
generale ve konuşmayı, generalden bütün dikkatini bu işe vermesini rica ederek
bitirdi.
On beş gün sonra Amerikan Özgürlük Birliği’nin kuruluşu ilân
edildi, özgürlük Birliğİ'nin para babası, McGuire’in patronu, Wall Street
simsarı Grayson M. P. Murpyh idi.
Kendisine açılmış olan plânın cüretinden şaşkına uğramış olan
general Butler, derhal Philadelphİa Recird gazetesinden
iyi tanıdığı biri olan Paul Comly French’Ie temasa geçti. General, gazeteciyi,
komplonun bütün ayrıntılarını öğrenmek için kendisine yardıma çağırdı. Daha
sonra Butler, «Bu işte tümden ihanet kokusu vardı» diyecektir.
13 Eylül 1934’te Paul Frenclı, New York'ta bir simsar
yazıhanesi olan M. P. Murphy şirketinde çalışan Mc Guire'ın bürosuna gitti.
Frenclı, McGuire'm general But- ler'a yapmış olduğu teklife büyük ilgi
gösteriyormuş gibi yaparak McGuire'm güvenini kazanmayı başardı.
French'in daha sonra anlattıklarına göre McGuire ona
«generale anlattıklarına çok benzer bir hikâye» anlatmıştı.
«Tamamen yurtseverce bir hareket bu» diyordu Mc Guire. «Çünkü
askerler, Faşizm sayesinde memleketi kurtaramazlarsa, komünistler onu bir
harabeye çevireceklerdir. General, örgütün kuruluşunu bir ilân etse ve üyelik
aidatının yılda bir dolar olduğunu söyleseydi, hiç şüphe etmesin, bir milyon
kişi toplardı etrafına.»
Ateşten
Haç’ma benzer, eski muhariplerden meydana gelmiş faal bir örgüt yoluyla
gerçekleştirilebilirdi, diye ekledi, McGuire. Para meselesi halledilmişti.
«Şimdilik üç milyon dolarımız var, dedi. Gerekirse üç milyon cfa- ha
alabileceğiz.» Ve McGuire, üzerine basa basa. General Butler’in, bu «yurtsever
militanlar» örgütünü yönetecek ve «Washington'a yürüyüş »ü hazırlayacak ideal
kimse olduğunu söyledi.
General Butler daha sonra şöyle
nakletti:
«Mr. McGuire’a haksızlık etmiş olmayayım; bunları söylerken hiç de öyle
kan isteyen bir havası yoktu. Zannediyordu ki, böyle bir kuvvet gösterisi,
hükümeti sessiz sedasız devirebilecekii. «Hattâ Roosevelt, yerinde
bırakılabilir bile; tıpkı Mussolİni’nin İtalya kralına yaptığı gibi.» diyordu.
Mr. McGuire, Dışişleri Bakanı'nin ve başkan yardımcısının, gerekirse
kuvvet kullanılarak istifaya zorlanmalarım öngörüyordu. Tabiî Başkan
Roosevelt, o zaman yeni bir dışişleri bakam atama işini McGııire’in grubuna verecekti.
Sonra, eğer Başkan Roosevelt «işine gelirse» Başkan olarak kalabilecekti. Fakat
nazi rejimine karşı çıkarsa İstifa etmek zorunda bırakılacaktı ve sonra Anayasa'ya
göre Dışişleri Bakam Başkan’ın yerine Beyaz Saray’a yerleşecekti.
Lejyon üyelerinin ve Amerika dışında savaşmış askerlerin yarısının beni
destekleyeceklerini sandığım söyledi bana.»
General Butler, McGuire’a:
Daha önceden bazı hazırlayıcı şeyler yapmak gerekmez mi?
diye sordu.
Bununla birlikte, para yardımı başka kaynaklardan gelecekti.
French daha sonra şöyle anlattı:
«McGuire, bana, istediği şeyi (para desteğini) elde etmek
İçin gerekirse National City Bank’ta John W. Davis’e ya da Perkins e ve daha
birçok kimselere başvurabileceğini söyledi...
Daha sonra silâh ve teçhizat meselesini konuştuk; o, bunları,
du Pont’un aracılığı ile Remington silâh şirketinden satın almayı teklif etti.
Onun bu yolla, du Pont'larla Özgürlük Birliği arasındaki ilişkiyi söylemiş olduğunu
sanmıyorum, takat birbirlerinin arkasında gizlendiklerini anlatmaya çalıştı.»
McGuire, French'e, eski muharip gruplarının desteğini
sağlamak için daha önce yapılmış şeyleri göstermek gayesiyle bir mektup uzattı.
«Amerikan Lejyonu eski millî komutanı Louis Johnson'dan» dedi.
Daha
sonra French'in anlattığına göre:
«McGuire, bana, daha önce bu meseleyi onunla (Johnson'la)
şimdi bizim konuştuğumuz gibi konuşmuş olduğunu söyledi. O zaman anladım ki
bu faşist teklifini daha önce Johnson’la incelemişler ve Johnson da onunla
aynı düşüncededir.»2)
General Butler ve Paul French, bu faşist hükümet darbesi
teşebbüsüne dair bir hükümet araştırması açtıracak yeterli delile sahip
olduklarına inanmışlardı artık. Butler, Amerika'da nazi propagandası üzerinde
araş-
(2)
28 Mart 1949'da Louis Johnson, Başkan Truman tarafından Savunma
Bakanlığı'na getirildi,
tırma
yapmakla görevli Kongre'nin McCormack - Dicks- tein Komisyonu ile temasa geçti
ve oturumlardan birinde gelip tanıklıkta bulunmayı istedi.
20 Kasımda, McCormack - Dickstein Komisyonu’nun özel bir
oturumunda general Butler, kendisinin nasıl. Birleşik Amerika hükümetine karşı
faşist bir «darbe»yi yönetmesi istendiğine dair ayrıntılı bir rapor verdi. Sonuç
olarak Butler eğer komisyon, meselenin aslını öğrenmek istiyorsa Grayson M. P.
Murphy'yi, general Douglas McArthur'u, Amerikan Lejyonu eski komutanı Hanford
McNider’i ve Amerikan Hürriyet Birliği'nin daha başka birçok üyelerini sorguya
çekmesi gerektiğini söyledi[7]).
Komisyonda ifade vermeye gelenler arasında, Denizaşırı Eski
Muharipler Komutanı olan ve bütün komplodan haberli olduğunu itiraf eden ve
general Butler'in söylediklerini kabul eden James Van Zandt da vardı. Gerald
McGuire ise, general Butler’la birçok defa karşılaşıp konuştuklarını, fakat
generalin kendisini «yanlış anladığını» ifade etti.
Philadelphİa RecordjNew York Post ile
New Jersey'- in diğer iki gazetesi, Paul French'in kaleminden, general
Butler’in McCormack - Dickstein Komisyonu önündeki ifadesini heyecan yaratıcı
bir şekilde yayınladı.
General Butler'm hikâyesi, ülkede derhal büyük heyecan yarattı.
Fakat General Butler’in ve Paul French'in inanılmaz
ifşaatları beklenilen hedefe varamadı. Birkaç liberal ve İlerici gazete dışında
bütün ülke basım, komploya karışan büyük menfaat gruplarının savunmasını
üzerine aldı ve general Butler’in ifadesinin en can alıcı yerlerini atlayarak
bütün hikâyeyi gülünç bir duruma soktu. New
York Times, «Wall Street kodamanlarının sözde
komplosunun Öyle korkulacak ölçülere varmadığını» yazıyordu. Times meselesi
alaycı bir tarzda «Komplocusu olmayan komplo» diye tarif ediliyordu.
Simsar Grayson M. P. Murphy'riin, basma, komplonun varlığını
inkâr eden ve general Butler’m anlattıklarını «masal», «reklâm» diye
nitelendiren bildirisi hemen bütün gazetelerde, generalin yaptığı suçlamalardan
çok daha büyük önemle ele almdı.
Gazeteler, bunun hemen arkasından bu sansasyonel meseleyi
kestiler, bir tek söz bile etmediler ondan.
Hükümet
soruşturma açmadı.
McCormack - Dickstein Komisyonu, general Butler'- in admı
verdiği önemli kişileri hiç bir zaman ifade vermeye çağırmadı; ve komisyon en
sonunda generalin ifadesini yayınladığında, en can alıcı suçlamalar ve bu arada
Wall Street kodamanlarının adlan. Amerikan Özgürlük Birliği’ni ima eden bütün
şeyler, tutanakta yer almamıştı.
Komisyon
raporu, yine de şöyle diyordu:
«Şurası muhakkaktır ki, bu girişim (faşist darbe girişimi)
düşünülmüş, plânlanmıştır; ve onu destekleyen malî çevreler gerekli görselerdi
gerçekleştirilebilirdi de...
... Komisyonumuz, general Butler’in, bir faşist örgüt kurma
tasarısı dışında, açıkladığı bütün şeylerin doğruluğunu teyid eder. Bununla
beraber bu olay, McGuire ile onun direktörü Robert Sterling Clark arasında, Mc
Guire yurt dışındaki faşist temayüllü eski muharip örgütlerini incelediği
sırada geçen mektuplardan anlaşılmaktadır...»
Komisyonun raporunun yayınlanmasından sonra Medenî
Özgürlükler Birliği Başkanı Roger Baldwin şunları söyledi:
«Amerikan düşmanı faaliyetler hakkında araştırma yapmakla
görevli komisyon, hükümeti devirmek gayesini güden faşist komplosunun...
varlığının teyid edildiğini açıkladı. Fakat bu komploya katılanların hiç biri,
federal kanunun, hükümete karşı gizli fesat suçu hakkındaki apaçık hükümlerine
uygun bir kovuşturmaya uğramayacak. Böyle bir komplo, komünistler arasında
ortaya çıkartılsaydı, sonucunun ne olacağını düşünmeyi size bırakıyoruz.
Bu olay, açıkça, bütün zenginlikleri ellerinde tutanların
menfaatlarım temsil eden bir hükümetin mahiyetini doğrular sadece. Zor kullanma
ve hükümetin devrilmesi bile, yüce niyetleri, kapitalist sistemi korumak olan
kimselerin yanında affedilir suçlardandır...»
1930 sıralarında Birleşik Amerika’da kıvıl kıvıl kaynayan
sayısız faşist örgütlerden hiç biri. Kara Lejyon kadar azgın olmamış, ondan
daha canavarca cinayetler işlememiştir. Kukuletalı üyeleri üzeri ölü kafaları
ile süslü uzun kara elbiseler giyen Kara Lejyon, 1932 ile 1936 arasında
Michigan, Ohio ve diğer bazı komşu eyaletlerde bir terör havası estirdi.
Lejyon, arkasında, yakılmış evlerden, basılmış, altı üstüne getirilmiş toplantılardan,
korku içindeki kasabalardan, öldürülmüş ve yaralanmış, sakat bırakılmış
insanlardan bir iz bırakıyordu,
A, B. Magil ve Henry Stevens, «Faşizm Tehlikesi» adlı
kitaplarında şöyle yazıyorlardı: «Kara Lejyon'u bu kadar önemli yapan şey,
faaliyetlerinin özellikle azgm karakteri ve üyelerinin Adalet Bakanlığına
sızmış olmaları, şehirlerin, vilâyetlerin ve eyaletlerin idaresinde yüksek
görevler işgal etmiş olmaları, Cumhuriyetçi Parti ile ilişki kurmuş olmaları
vakıası ile bu örgütün, ispiyon şebekleri ve otomobil sanayimdeki sarı
sendikalar ile sıkı ilişki içinde olmasıydı.»
Kara Lejyon'un çıkardığı olaylar askerlik prensiplerine
uygun olarak hazırlanmış oluyordu. Çoğunluğunun elinde ateşli silâhlar
bulunması gereken üyeler, «albayların» ve «yüzbaşıların» emri altında hareket
eden «tümenler» halinde toplanmışlardı. Sendika toplantılarım dağıtmak,
binaları yıkmak, ateşe vermek, sendikalara saldırmak, sendikacıları öldürmek
gibi görevleri yerine getirmek için özel müfrezeler vardı: «Komünist düşmanı
müfrezeler,» «yangın müfrezeleri,» «kundakçı müfrezeleri,» «ceza müfrezeleri»
ve «Ölüm müfrezeleri» gibi. Üyeler, gözü kapalı bir itaat ve tam bir ağız sıkılığı
ile hizmet görüyorlardı. Baş kaldıranlar ve görevlerinde başarısızlık
gösterenler, bunu işkence yada ölümle ödüyorlardı.
Lejyona katılma merasimleri, geceleyin, yarı karanlık bir
mağaranın ya da ıssız ve sık bir ormanın ürküntü verici havası içinde
yapılıyordu. Yeni katılanlar, siyah elbiseler giymiş lejyonlulardan bir
dairenin ortasında diz çökerlerdi. Sonra, dolu bir tabancayı göğüslerine
dayayarak Kara Lejyon'un sadakat yeminini ederlerdi. Ancak o zaman, yeni
katılanlara. Kara Lejyonun bazı «sırları» açıklanırdı. Örneğin:
«Biz Kara Lejyonlular, yahudileri, zencileri ve aynı şekilde
ırkların eşitliğini öven, yabancı bir kuvvetten, ilham alan dinleri ve
inançları kendimize ve memleketimize düşman sayarız.»
Bu dersten sonra örgüte katılan yeni üyelere 38 kalibrelik
bir mermi verildi. Aynı zamanda, Lejyon’un sırrına ihanet edecek olurlarsa bir
«ikinci mermiyi» hak- etmiş olacakları söylenirdi onlara.
Kara Lejyon'un kalesi, bunalım yılları süresince işsizler
yüzdesinin memleketin geri kalan kısmından fazla olduğu ve bütün sanayi
merkezlerinde sosyal kaynaşmaların başladığı Michigan'da bulunuyordu. 1935'de
Lejyon'un Michigan'daki üyelerinin sayısı on binleri bulmuştu ve yeraltı ağı,
eyaletin siyasî ve sınai hayatında görünmez bir kanser gibi gelişiyordu.
Kara Lejyon’un, fabrikalardaki terör hücrelerinin sayısı
gittikçe artıyordu. Kara Lejyon'un üst kademelerini, il meclisi üyeleri,
eyalet memurları, yargıçlar, polis müdürleri, önemli iş adamları, şerifler,
belediye baş- kanları ve Millî Muhafız subayları dolduruyordu.
New York Times'tan
Will Lİssner’in daha sonraları dediği gibi:
«Şehirlerin kalburüstü kimseleri, Örgüt üyelerinin Önemli bir
kısmını teşkil ediyordu, Detroit'in en az iki kilisesinde toplantılar
sırasında para toplanırdı. Yirmi kadar politikacı, seçimlerde oy toplamak
ümidiyle, harekete katılmıştı.»
özellikle siyasî alanda bazı gayelere varmak için Lejyon,
çeşitli örgüt maskeleri arkasında gizleniyordu.
Bunların
arasında, Carcajou’lar Cumhuriyetçi Birliği de vardı. Yöneticileri, bütünüyle
Kara Lejyon’un üyesi olaıı bu birlik, resmî görevlere adaylıklarını koyan
Lejyon üyelerine oy sağlamak işiyle uğraşıyordu.
Carcajou'lar Cumhuriyetçi Birliği'nin genel karargâhı,
Detroit’teki Union Guadrian Building’in 2120 numaralı odasıydı. Bu oda aynı
zamanda, cumhuriyetçi dâva vekili Harry Z. Marx’a ve Detroit emniyet müdürü
danışmam Heinrich Pickert'e büro ödevini görüyordu. Marx, ayrıca, Carcajou’lar
Cumhuriyetçi Birliği’nin yöneticilerinden biri ve delegeler komisyonu
başkamydı.
Cumhuriyetçi Birliğin siyasî etkisini göstermek için,
1936'da, eski vali Wilbur M. Brucker'in Birleşik Amerika Senatosu'na
adaylığını koyduğu zaman, seçim kampanyasını açış söylevini, Birliğin
hazırladığı bir miting- te verdiğini söyleyebiliriz.
Eski Vali Brucker’in söylevinin gecesi, aynı zamanda Kara
Lejyon’un üyelerinden olan, Carcajou’lar Cumhuriyetçi Birliği'nin beş
yöneticisi, Charles Poole adında bir komünist işçinin öldürülmesine
katıldılar.
Amerikadaki öbür faşist örgütler gibi Kara Lejyon da, işçi
düşmanı terörcü faaliyetlerini genellikle, «komünizm tehlikesi»ne karşı
mücadele adı altında yürütüyordu.
Lejyon yöneticileri, «Kızıllara» ve «Partinin sempatizanlarına»
ait «ölüm listeleri» düzenliyorlardı.
Lejyon'un ölüm listelerindeki adların arasında, 1935
ilkbaharında yargıçlık görevine adaylığını koymuş, işçi dâvalarının ünlü
avukatı Maurice Sugar’ın da adı vardı. Dayton Dean adlı bir Kara Lejyon üyesi,
Sugar’ın evini havaya uçurmaya teşebbüsten mahkemeye verildi. Dean, bu
maksatla, Sugar’m oturduğu apartmanın bir dairesini kiralamış fakat görevini
bir türlü yerine getiremem mişti.
Daha sonra Dean şöyle dedi; «Korkuyordum, çünkü çok insan ölecekti.»
Fakat çoğunlukla bu cins pürüzler, «terör taburlarının işini
aksatmıyordu. Kara Lejyon’un adamları, şehirlerde sendikacıların evlerini
birbiri arkasından havaya uçuruyor ya da yakıyorlardı. Motor Products Company
grevi sırasında Lejyonlular, sendika lokalini ve birçok sendika yöneticisinin
evlerini havaya uçurmuşlardı. Başka vesilelerle de Detroit Lejyonluları,
Ukran- y alıl ar Pedagoji Derneği'nin toplantı salonuna, işçi kütüphanesine ve
Komünist Partisi'nin merkezlerine bombalar yerleştirmişlerdi.
işte, Kara Lejyon’un, dükkânım sendika üyelerine toplantı
yeri olarak veren bir küçük esnafa gönderdiği haber: .
«Bir daha bu dükkânda Komünist Parti toplantısı olursa, dükkânını
yok bil. Bir daha iş yüzü göremezsin.»
Bu
cins tehditler çok kere bir öldürmeyle bitiyordu.
Kara Lejyon’un ilk kurbanlarından biri, Wayne îli'- nde
(Michigan) Lincoln Park’ta Otomobil İşçileri Sen- dikası'nm sekreteri olan
George Marchuk adlı bir komünist oldu. Marchuk, Kara Lejyon’dan, Ford fabrikasının
işçileri arasındaki «kızıl» faaliyetlerini kesmesini, yoksa «bunun doğuracağı
sonuçlardan» korkması gerektiğini öğütleyen birçok uyarılar almıştı, Marchuk
bunlara aldırmayıp, sendikadaki çalışmasına devam edince, bir gün, Lejyon’dan
Isaac ya da «Aksak İsaac» White adlı eski bir polis olan tek bacaklı birisi
tarafından ziyaret edilmişti. 22 Aralık 1933’te Marchuk, boş bir arazide,
başından bir mermi yemiş olarak ölü bulundu.
Birkaç hafta sonra, 15 Mart 1934’te, A.F.L.’nİn (Amerikan
İşçi Federasyonu) Hudson fabrikasındaki idareci?
çilerinden
biri olan John Bielak’ın vücudu, Mıchigan’da Monroe dolaylarında ıssız bir yol
kenarında kurşunlarla delik deşik bir halde bulundu, Marchuk gibi Bielak da
ölümünden kısa bir süre önce Lejyoıılu «Aksak» White tarafından ziyaret
edilmişti.
Kara Lejyon üyelerinin, sadece «zevk» için adam öldürdükleri
de olurdu, Lejyon'lu Dayton Dean, 1935 mayısında yapılan bir suikasti daha
sonra şöyle anlatmıştır:
«...Bir gün Harvey Davis (Lejyon’un yöneticilerinden biri)
geldi ve konuşma sırasın. da kendisine bir zenci bulup bulamayacağımı
sordu...
Göl kenarında bir eğlence düzenlemişler, bir parça eğlenmek
istiyorlarmış. Bir zenciye ihtiyaçları varmış - nereli olursa olsun- yalnız
rengi siyah olsun, yetermiş. Öldürmek için beraberlerinde götüreceklerdi onu.
Albay Davis, bir zenciyi öldürmenin nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyordu.
O zaman,
ben de Charlie Rouse’a baş vurdum; Charlie, tam istendiği gibi bir herif
tanıdığını söyledi: yanında çalışan bir zenciydi bu. Ondan sonra Charlie’yle
anlaştık ve...»
Tam istenilen herif sayılan zenci, 42 yaşında, Silas Coleman
adlı bir eski muharipti. Patronu, eski bir borcunu vereceğini vâdederek
Coleman’ı, Harvey Davis'in ve Öbür Lejyon üyelerinin, karılarile birlikte bir
bira partisi düzenledikleri Detroit yakınlarındaki bir eve çağırdı. Coleman,
hiç bir şeyden habersiz, güven içinde eve gelince Lejyonlular bir bataklığın
kenarına götürdüler onu, arabalarını durdurup indiler. Daha sonra ne olduğunu,
Dayton'un kendi ağzından dinleyelim:
«...Zenci, ne yapıldığını görmek için merakla arabanın
gerisinden yaklaştı; tam bizim karşımıza gelince Davis 38’liğini çıkardı ve
ilk atışı yaptı, sonra öbürleri ateş etmeye başladılar. Zenci bir şeyler söylemek
istedi ama mermi, akciğerlerini ya da başka bir tarafını parçalamış olmalı ki
konuşamadan, «ah-h-h» diye bir ses veya buna benzer bir hınltı çıkardı.
Bir geyik gibi koşmaya başladı; o kaçarken öbürleri
arkasından fırladılar. Hem ateş ediyor hem bağırıyorlardı: «Kaçırmayın» diye.
Arabalara geri dönüldü ve hep beraber eve geldik. Bize,
Charlie ile bana bir bardak içki ve bir şişe bira verdiler; sonra, onlar orada
kalıp eğlenmeye devam ederken biz Detroit'e döndük.»
Silas Coleman’m cesedi, daha sonra, kurşunlardan delik deşik
bir halde ormanda bulundu.
Kara Lejyon’un işlediği cinayetlerden bazıları da şunlardır:
«Paul Avery, Kara Lejyon üyeleri tara* fmdan
öldüresiye dövüldükten bir süre sonra 14 Nisan 1935’te öldü.
Oîtver Hurkett, 25
Nisan 1935 günü kendi arabasında Ölü olarak bulundu. Kendisinin de Kara
Lejyon'la bir ilişiği vardı; «disiplin sebebile» öldürüldüğü söylendi.
Rudolph Anderson, 16
Aralık 1935'te Det- roit’te bir sokakta, göğsünden yediği uzun menzilli bir
tüfek mermisi ile ölmüş bulundu.
Charles A. Pooler, 13
Mayıs 1936 günü, Detroit yakınlarında bir yol üzerinde, bir çukurda, tabanca
ile öldürülmüş olarak bulundu. '
Roy V. Pidcock, 26
Mayıs 1936'da, Detroit nehri üzerindeki Fighting Island’da (Kavga Adası) asılı
bulundu. Bu faal sendika militanı daha önce de Kara Lejyon üyeleri tarafından
öldüresiye dövülmüştü.»
Ama, gizli bir terör cemiyeti olan Kara Lejyon, hiç bir
zaman, işlediği cinayetlerden ötürü resmen suçlanmadı. Polis raporlarına göre
bu öldürmelerin failleri «meçhul» kalıyordu. Michigan Eyaleti emniyet müdürlerinden
yüzbaşı Ira H. Marmon'un tanıklığına göre, 1933 ile 1936 arasında Michigan'da
karşılaşılmış ve görünür sebebi olmayan en az elli intihar olayı, Kara Lejyon'un
çalışmalarının sonucu idi...
1936 yazmda, Kara Lejyon'un işlediği bir sürü azgın ve kanh
suçlardan sonra halk oyu, il makamlarını ve Michigan Eyalet makamlarını Kara
Lejyon’un faaliyetleri üzerinde bir soruşturma açmaya mecbur etti,
Charles Poole’u öldürmekle suçlandırılan 11 Lejyon- lu
tutuklandı ve müebbet hapse mahkûm edildiler. Kara Lejyon'un elli kadar üyesi,
yine öldürme, kaçırma, yangın çıkarma ve daha başka suçlardan tutuklandılar ve
mahkûm oldular.
Sendikalar, medeni hak dernekleri ve diğer sosyal topluluklar
Adalet Bakanlığı'ndan, Kara Lejyon'un Orta Batı'daki faaliyetleri üzerine bir
soruşturma açılmasını istediler. Bir grup Michigan'Iı yurttaş, Adalet Bakanlığına
sundukları bir raporda, «Sadece bir tek Federal Soruşturma Bürosu, bütün bu
bölgelerdeki bu şaşırtıcı olayları bir araya toplayabilir» diyorlardı. «Çünkü,
yerel makamlar, tanıklardan korkmaktadır... Detroit gazeteleri. Kara Lejyon'un
en yüksek resmî makamlara kadar sızabildiklerini göstermiştir.»
Washington'da, Minnesota senatörü Elmer A. Ben- son, Kara
Lejyon'la ilgili bir federal soruşturma açılması için bir karar alınmasını
teklif etti,
20 Mayıs 1936'da genel savcı Homer C. Cummings, Adalet
Bakanlığı’nın, Kara Lejyon'un varlığından bir yıla yakındır haberi olduğunu
fakat ortada «federal kanunların çiğnenmesi» diye bir şey olmadığı için Bakanlığın
hiç bir şey yapamadığını açıkladı.
Yerel soruşturmalarda birçok olaylar kapatıldı, gizlendi.
Tek başına yargıç E. Chenot'nun toplamış bulunduğu jürinin
oturduğu salonun duvarları dışına, içerde yapılan ifşaatlardan pek azı sızabildi.
Yargıç Chenot, dâvanın açılış oturumunda, «Bu mahkemedeki duruşmaları idare
eden benim. Jüri’nin gizliliğine ihanet edecek olan, kim olursa olsun, hapsi
boylıyacaktır.» dedi.
Detroit'li, Duncan MacCrea adında bir savcı, Kara Lejyon'un
Wayne elindeki faaliyetleri ile ilgili soruşturmayı yürütmekle görevliydi. Bu
soruşturmanın başladığı gün, Detroit Times gazetesinde Duncan McCrea'nın Kara
Lejyon'a katıldığı haberi yayınlandı. McCrea, bunun doğru olduğunu, çünkü ne
de olsa kendisinin de bütün diğer politikacılar gibi «hareketi dikkatle
izlediğini» söyledi.
Pennsylvania valisi George H. Earle, Kara Lejyon'- un bu
öldürme ve terör faaliyetleri hakkında o zamanlar şöyle bir açıklamada
bulundu:
«Bu örgütün, Büyük Delaware dük ve düşesinin, du Pont'ların
ve Amerikan özgürlük Birliği silâh krallarının paraca destekle-
diği
yıkıcı propaganda kampanyasının dolaysız bir sonucu olduğunu iddia ediyorum.
1933-34'te Avusturya'da Birleşik Amerika elçisi idim.
Faşizmin ve nazizmin nasıl, Kara Lejyon gibi örgütler yoluyla geliştiklerini,
nasıl karanlıkta el altından kurulduklarını kendi gözlerimle gördüm... Hükümet
memurlarının ve Cumhuriyetçi Partiyi destekleyen büyük sanayicilerin bugün,
kendi sorumluluklarını inkâr edemeyeceklerini söylüyorum ben... Kara Lejyon,
onların faşizm lehine kampanyalarının ilk meyvasıdır.»
Savaş zamanında ulusu korumak görevinde olan savaş gücü -askerî durum ve
şartlar artık onun kullanılmasını gerektirmezken - artırıldı. Geçmişin örnek
olaylarını göz önünde tutarak bu zamana kadar şu cumhuriyeti yönetmiş olan Anayasa
hükümetinin, bir başka büyük savaşa, zaferle sonuçlansa bite, katıp
kalamayacağını kendi kendimize sormak hakkımızdır.
Charles
Evans Hughes'in Hanvard Hukuk Fakültesinde verdiği bir nutuktan.
21
Haziran
1920
Bugün, Amerika'daki gerçek hainler... gerçeğe saldıran, toplumsal
ilerlemelere yolu tıkayan, namuslu aydınlara açık bir tribünü reddeden ve
gökyüzünde fırtına bulutları dolaşırken, Amerika'nın cana yakın bir barış ve
mutluluk güvercini, bir cennet kuşu, yoksulluk ve korku. İçindeki bir dünyaya mutluluğu haber
vermeye gelen bir peygamber olduğunu ileri sürenlerdir.
Samuel
D. Schmalhausen.in 1931 de çıkmış «İşte Amerika» kitabının önsözünden.
15 Haziran 1947. Başkan Truman, Kanada’ya yaptığı bir resmî
geziden dönüşte, ünlü Niyagara çağlayanını seyretmek için durdu.
Bir an düşünceye dalmış olan Truman, birkaç dakika kendini
dev çağlayanın gürültüsüne bıraktı. Sonra, düşünceli, düşünceli: «Bu şekilde yuvarlanıp
gitmeyi hiç istemezdim.» dedi.
O sırada
Amerikan halkı başka sorunlarla karşt karşıya idi. -
Savaşın bitiminden beri hayat pahalılığı, ücret artışları
ile orantısız bir şekilde artmaya devam etmişti. Çalışma Bakanlığı'nca yapılan
istatistiklere göre fiyatlar 1947 Haziranında, 1946 Haziranına kıyasla % 18 bir
artış göstermişti. New York Hastanesinden Dr. Bernec- ker, «Fiyatlar şimdiki
gibi artmaya devam ederse halkın büyük bir kısmının sağlığının tehlikeye
düşmesinden korkulur.» dedi. Eğer gıda maddelerinin fiyatları daha da
yükselirse «yetersiz bir beslenme yüzünden zayıf düşmüş bir toplulukta,
hastalıkların yüzdesinde kesin bir artış» olacaktı.
Senatör Robert A. Taft ise, gıda maddeleri fiyatlarındaki
devamlı yükseliş için, «halkın, masraflarını kısmak ve acayipliklerinden
vazgeçmek zorunda olduğunu, insanların az yemeleri gerektiği» konusunda Herbert
Hoover'la aynı düşüncede olduğunu açıkladı.
Konut sıkıntısı tehlikeli bir döneme varmıştı. Üç milyona
yakm Amerikan ailesi, evlerinin bir bölüğünü satmak zorunda kalmıştı; yüz
binlerce insan, umutsuzca, başlarım sokacak bir yer arıyordu; yirmi milyondan
fazla kimse pis kulübelerde, viranelerde, sağlığa zararlı yerlerde yaşıyordu;
Amerikan ailelerinin üçte biri de en ilkel rahatlıktan yoksun evlerde
oturuyorlardı.
Ve, Amerikan halkının hayat şartlan günden güne kötüleşirken,
milletin siyasî ve ekonomik haklarına karşı yönetilmiş gürültülü programlar,
hiç şaşmadan ilerliyordu,
Kongre’ye, iki yüzden fazla işçi düşmanı kanun tasarısı
sunulmuştu; birbiri arkasından eyaletler, sendika hareketinin gücünü kırma
ereğini güden kanımlar uyguluyorlar dı.
Nebraska’da, Güney Dakota'da ve Arizona'da fiyat
sınırlandırması (narh) yasak edildi. Georgia’da, Kuzey Carolina'da, Virgina’da,
Tennessee'de, Arkansas'ta, Flo- rida'da ve Alabama'da işçi düşmanı kanunlar
veya başka bir deyişle «Çalışma Hakkına Dair Kanunlar» yayınlandı. Texas’ta
çıkarılan sekiz işçi-düşmanı kanunla ilgili olarak bu eyaletin Sanayiciler
Sendikası, sevinçle: «Mahkemelerce yürütülen hareket, Örgütümüzün gayelerini
gerçekleştirdi...» diyordu.
23 Haziran 1947'de, Birleşik Amerika Kongresi, bir kanun
onayladı. Amerika Medenî Özgürlükler Birliği’nin deyişine göre bu kanun,
«emekçilerin ekonomik ve sıyası kudretini bir el hareketiyle devirerek, on
yıldan fazla bir zamandır uğrunda savaştıkları, bin güçlükle elde edilmiş
hakların üzerine kanunî bir deli gömleği geçirdi.
Resmî adı, 1947 tarihli «İşçilerle İşverenler Arasındaki
İlişkiler Kanunu» olan, fakat daha çok «Taft-Hart- ley Kanunu» olarak tanınan
bu kanun, ünlü «İşverenlerle İşçiler Arasında Hakemlik Kanunu»nu ortadan
kaldırmış oluyordu. Fiyat sınırlandırmasını, sanayide toplu sözleşme
imzalanmasını, yargıçların ve memurların grev yapmalarını yasak ediyor;
patronlara, grevleri kırmak için adalete baş vurma hakkım veriyor; sendikaların
siyasî gayelere paraca yardımını yasaklıyordu. Yöneticileri Komünist Partisine
girmemeye çağıran bir bildiriyi imzalamayan sendikalar, bütün haklarından
yoksun bırakıldı.
Kanunun baş hazırlayıcısı senatör Robert A. Taft, kendi kanun
tasarısı üzerinde Senato’da yer alan tartışma sırasında «Bu kanun, önemsiz bir
kanun değildir,» diyordu. «İşverenlerin önümüze koyduğu nazik meselelerin
dörtte üçüne cevap veriyor.»
Fabrikatörler Millî Birliği'nin Başkanı Earl Bun- ting'e göre
yeni kanun «faydalarla dolu» idi; «herkes için daha iyi yarınlara» yol
açacaktı.
New
Repubîic şöyle yazıyordu:
«İşçi düşmanı korporasyonlarca göklere çıkarılan ve işçi
düşmanı bir hükümetçe tamamen desteklenen Taft-Hartley kanunu, Amerika'da
sendikacılığı öldürebilir.» (’).
(1)
Kanun tasarısı Kongre'ce onaylandıktan sonra Beyaz Saraya gönderilince
Truman, buna karsı vetosunu kullandı ve 5.500 kelimelik bîr bildiride bu
tasarıyı, «demokrat toptumumuzun sağlam ilerleyişine karşı yöneltmiş bîr tehdit»
olarak gösterdi, Fakat yaygın bir görüşe göre Truman, 1948 seçimlerini göz
önüne alarak düpedüz siyasî bir Jest yapmıştı. Truman'ın
Kongre'nin birinci oturumunda yapılan çalışmaları Özetlemek
için Cumhuriyetçi Parti Millî Komitesince
1947 Ağustosunda «Cumhuriyetçi Parti Kongresi’nin açıklaması» adı
altında yayınlanan yirmi üç sayfalık bir broşürde: «New Deal'in uğursuz tutumu,
Yirmi dördüncü Kongre'den sonra toptan bir değişikliğe uğradı,» deniliyordu.
Bu Kongre, kötü New-Deal Demokrat hükümetinin on dört yıllık uzun devresinden
arta kalan şeyleri temizlemek için çok olgun bir program yaptı...»
Cumhuriyetçi Parti Millî Komite İcra Direktörü Gali Sullivan
alaycı bir eda ile, «Cumhuriyetçi Parti, büyük sermaye’ye hitap etti» diyordu
«Wall Street’in isteklerini yerine getirdi.»
Fakat şurası da açıktır ki, Sullivan, Trunıan Doktrinini
doğuran soğuk savaş siyasetini rejime bağlılık programı adına yürütülen
engizisyonu. Amerikan Düşmanı Faaliyetler Komitesİ’nin artan itibarını,
Taft-Hartley kanununu ve VIII, kongre tarafından New Deal'in son izlerini
silmek amacıyla alınan bütün tedbirleri desteklemek için Demokrat ve
Cumhuriyetçi Parti milletvekillerinin nasıl anlaştıklarını söylemiyordu.
1947 Ağustosunda Amerikan Medenî Özgürlükler Birliği, «Amerikan
özgürlükleri »ni ilgilendiren ve son on iki aylık olayları bu yönden özetleyen
bir rapor yayınladı:
vetosunun açıklandığı 20 Haziran günü.
Ne w York Times muhabiri Williams S. White, VVashîngton'dan gönderdiği bir haberde,
Başkan'ın o sabaha kadar, kanun tasarısına karşı gelinmesi için kendi
partisinin ileri gelenleri üzerinde baskı yaptığına dair hiç İpucu
bulunmadığını yazıyordu.
«Milliyetçiliğe, militarizme ve statükonun savunmasına doğru
genel bir gerileyiş gittikçe daha açık olarak yurdu sardı. Çılgınlığa yaklaşan
bir heyecan, komünizmi ilgilendiren her şeye karşı kendi damgasını vurdu. Bu,
artık açıkça itiraf edildiği gibi, Sovyet etkisinin genişlemesini durdurmayı
hedef edinen dış siyaset ile de şiddetlenmiş oldu:
«Böyle militan bir muhafazakârlık içinde, gelişme âşığı
hemen bütün kuvvetlerin baskı altına alınması ve yerleşmiş özgürlüklerin bile
saldırıya uğrayışı kaçınılmaz bir şeydi... Hemen bütün ifade alanlarında özgürlükçü
kuvvetler, savunmaya çekilmek zorunda kaldılar.»
Amerika’nın geleneksel özgürlükleri hiç bir zaman, hattâ
Palamer’in polis baskınları ve Birinci Dünya Sa- vaşı’ndan hemen sonra başlayan
çılgın komünist düşmanlığı kampanyası devrinde bile 1947 yazındaki kadar
şiddetli saldırıya uğramamıştı. Memleketin bir ucundan öbür ucuna «Komünizm»
üzerine araştırmalar yapılıyor, «Kızıllar» ele veriliyor, izleniyor,
temizleniyordu. Her yerde, federal ajanlar, ispiyonlar, resmî araştırma memurları
ve özel poüsler, Amerikalı yurttaşların işlerine karışıyor, «ihtilâl
kışkırtıcılarından», «komünist sempatizanlarından» uzun kara listeler
hazırlıyor, faşist düşmanı ve özgürlükçü «yoldaşları» ilgilendiren ayrıntılı
raporlar dolduruyorlardı.
J. Edgar Hoover, bir çeyrek yüzyıllık hizmetten sonra
nihayet gerçekten işini bulmuştu. Jan Hasbrouck, 15 Aralık 1947'de New
Republic’te şöyle yazıyordu: «Federal Araştırma Bürosu şefi J. Edgar Hoover,
Washing- ton’un en sözü geçen altı kişisinden biridir.» Amerikan yaşayışının,
Hoover'in gizli ajanlarının girmedikleri tek alanı kalmamıştı. Hoover'in
parayla tutulmuş ispiyonlar, ve gammazlar ağı, sendikalara ve siyasî
partilere, gazetelere ve üniversitelere, özel teşebbüslere ve kurum- lara,
polis örgütlerine, hükümet hizmetlerine ve Silâhlı Kuvvetlere, her yere
yayılıyordu. Bil Davidson'un Coro-
nct dergisindeki bir yazıda çok doğru olarak söylediği gibi J.
Edgar Hoover, «bir av köpeği sürüsü» yönetiyordu. f
Tıpkı Hoover'in eski şefi A. Mitchell Palmer gibi Başsavcı
Tom Clark da, yabancı «ihtilâlcileri» sınır dışı edebilmek için başıboş bir
kampanya sürdürüyordu. Bununla beraber, Max Lemer'in P. M. deki başyazısına göre:
«Tom Clark, Palmer'in bilmediği iki veya üç şey öğrendi. Bir
ay içinde, sınır dışı etmek üzere binlerce kişiyi yakalamıyor... Sol
sendikalarda stratejik durumları olan yabancı ihtilâlci liderleri yakalamakla
yetiniyor. Bu yakalamaları teker teker yapıyor. Yakalama emirleri elinde
olduğu halde İdarî garantilere hiç bir değer vermiyor... Şurasını kabul etmek
zorundayız ki. Adalet Bakanlığı, Mitchell Palmer devrinde kullanılan ilkel
usulleri çok geride bıraktı...»
Bazı eyaletlerde. Amerikan Düşmanı Faaliyetler Komisyonları
kuruluyordu. Parlâmentolar, boyuna temellerini bu komisyonlarda yapılan
açıklamalardan alan baskı kanunları çıkartıyorlardı. 11 Ağustos 1957'de New
Reptıblic, «Medeni Hürriyetlerin durumu üzerine
bir anket» adı altında bir sıra belge yayınladı; memleketin dört bucağından
gelen bu belgeler, antidemokratik kampanyanın menzilini ve şiddetini
gösteriyordu. New Republic'in
muhabiri, Mİchigan'dan şöyle yazıyordu: «Medeni özgürlükler, Palmer’in polis
baskınları devrinden beri tanınagelen saldırıların en şiddetlisine uğradı.»
Kaliforniya'da, medenî özgürlüklere karşı her zamanki saldırılar, memurlar,
öğretmenler arasında, «Fikirlerin kontrolü» girişimleri ile; azınlıklar
üzerinde gittikçe artan bir İktisadî baskı ile; sözüm ona şüpheli diye okul
kitaplarını toplatmak yolları ile belirdi» diye yazıyordu. Robert Kincaid.
Gould Beach: «Güneyde, gericiler, sendikalara, zencilere ve komünistlere saldırmak
için daha çekici yeni yollar bulmaya zorluyorlardı kendilerini...» diye
bildiriyordu.
Üniversitelerde ve bilim enstitülerinde, fabrikalarda ve
kuramlarda, sendikalarda ve eski muharip örgütlerinde, federal, beledî
hizmetlerde ve her eyaletin kendi idare organlarında, «rejime bağlılık»
üzerine anketler açılıyor; Amerikalılar, kendi toplumsal ve ekonomik görüşlerini
belirtmeye zorlanıyordu...
26 Kasım 1947'de Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesinin yirmi
iki üyesi, Birleşik Amerika Başkanma, Bakanlara, Temsilciler Meclisi Başkanına
hitap eden bir mektupta, savaşın bitiminden beri Amerikan demokrasisini
tehlikeye atmış olan durumun bir sergilemesini yaptılar. işte o mektuptan bir
parça:
«Bugün, Federal hükümetin daha yüksek
basamaklarında temizleme yolları açılıyor, Geçen baharda Başkanın ilân ettiği «Rejime Bağlılık Kararnamesi» Adalet Bakanlt- ğı’nın son «Emniyet
Kuralları Bildirisi» ve Temsilciler Meclisi Amerikan Düşmanı Faaliyetler
Komisyonu’nun birtakım işleri, du-
■
rumun
en tehlikeli bazı görünüşleridir.
Parlâmento dokunulmazlığı veya kamu oyu perdesi altında hükümetten,
yüksek kişiler, Amerikan geleneği olan medenî özgürlüklere ihanet ediyorlar,
onlarla alay ediyor ve bizim meslekî anlayışımıza göre Birleşik Amerika
Anayasast’nt bozuyorlar,»
Hukuk fakültesinin üyeleri şöyle devam ediyorlardı:
«.Bazı tehlike işaretlen bize, eğer önü alınmazsa, baskının, düşünce
alanında, tarihimizin en karanlık günlerinde bile benzeri olmayan nisbetlere
yükseleceğini gösteriyor. Buna paralel olarak, eğer durdurulmazsa, dinci ve ırkçı bir akımın, bir yobaz
akımın, demokratik bir toplumun vazgeçemiyeceği mednî özgürlükleri hiçe
indirebilecek bir müsamahasızlık dalgası getirmesi beklenmelidir.»
Lawyers Guild Jievİeıv'da çıkmış olan bir yazıda
Chicago Üniversitesinde Hukuk profesörü yardımcısı olan Richard F. Watt şöyle
yazıyordu: «Faşizm ruhu Amerika’ya ayak bastı. Dört Özgürlük hayalini doğuran
ruh artık uzaktır ve bundan böyle bizzat bizim özgürlüklerimiz tehdit
altındadır... Faşizm ruhu, faşist düşmanlarımızı atlantik ötesi savaş
alanlarında yenmemizden sadece iki yıl sonra, burada yerleşti.»
Amerikan halkı, şimdi, iki yıllık bir barıştan sonra duyduğu
korkuyu ve kuşkuyu, ikinci Dünya Savaşı'mn karanlık günlerinde bile duymamıştı.
Korkudan bir kefen: «komünist beşinci kol» korkusu, bir
üçüncü dünya savaşı korkusu, atom ve mikrop silâhlan korkusu, yeni bir bunalım
korkusu, «rejime ihanet» suçu ile «temizlenmek» korkusu, «kızıl» davranışı
görmek korkusu... hayatın bütün bölümlerini karartarak ulusun üzerine
çöküyordu.
Eleanor
Roosevelt: «Düşündüklerini söylemekten korkan insanlar, konulara dokunmaktan
korkan insanlar, bâzı kimselerle konuşurken yakalanmaktan korkan insanlar,
okuduklarının bilinmesinden korkan insanlar; bütün bunlar, hatalı olduklarından
değil, hareketlerinin sonuçlarından korktukları için korkuyorlardı.» diye yazıyordu.
Savaş Haberleri Bürosu eski müdürü ünlü başyazar Elmer Davis American
Broadcasting Company'nin bir yayınında: «Washington’u ve
bütün memleketi bir nöbet sardı,» diyordu.
Eski bir gazeteci, yazar ve In
Fact gazetesinin yayıncısı George Seldes şöyle yazıyordu:
«Washington'da yalnızca memurlar arasında değil, aynı
ölçüde, New Deal’in bazı izlerini devam ettirmeye çalışan liberaller ve
demokratlar arasında da dehşet hüküm sürüyor. Hollywood’da dehşet hüküm sürüyor...
Yayınevleri üzerinde dehşet hüküm sürüyor. Yazarlar, bilginler, profesörler,
hür düşünceliler üzerinde; gerici hareketin içinde olmayan herkesin üzerinde
dehşet hüküm sürüyor.»
P. M. gazetesi, «Amerika'da bir dehşet devri yaşıyoruz» diye
yazıyordu.
Başkan Franklin Delano Roosevelt'in açış nutkunda:
«Şu derin inancımı söylemek isterim ki, bizi korkutması
gereken şey bizzat korkunun kendisidir.» diyen sözlerinden on beş yıl sonra
memleketin havası böyle idi 0.
(2)
Anî Ölümler ve sayısız intiharlar, savaş sonu Amerikası'nda hüküm süren
gergin ve rahatsız havanın belli bir İşareti İdi.
3. DARBE BİRLİKLERİNİN STRATEJİSİ
1 Kasım 1947 günü, fırtınalı bir öğle sonu, iki bin kadar
insan, Amerika’nın İlerici Yurttaşları nm hazırladığı bir toplantıda bulunmak
için Filadelfiya'da, In- dependence Hail Square’de toplandılar. Toplantının
amacı, Amerikan Düşmanı Faaliyetler Komisyonu’nun antidemokratik tutumunu
protesto etmekti.
Hatipler kürsüye çıkarlarken, bir sürü serseri, ellerinde
Amerikan Lejyonu’nun ve Katolik Eski Muhariplerin işaretlerini taşıyarak
dinleyiciler arasına dağıldılar ve bağırmaya, ıslık çalmaya, küfretmeye,
hatipleri tehdit etmeye başladılar. Toplantı başkam mikrofona yaklaşınca hemen
bir köşeden «İnsan bozuntuları, Rusya’ya!», «Kamp kaçkınlan, pis
komünistler!», «Ghetto’- ya dön!» bağırtılan yükseldi. Alarm düdüğünün sesi ve
3 Kasım 1947, New Deal'in büyük
taraftarı ve eski İngiltere büyükelçisi John Gilbert Wİnant, Concord’daki (New
Hamps- hire) evinde kendini Öldürdü. 4 Haziran 1943, Dışişleri Bakanlığı eski
memurlarından olan ve sözde bir Sovyet ajanı İle temasa geçmeye çalışmakla
suçlandırılan Morton E. Kent gırtlağını kesti, iki ay sonra, 16 Ağustos, eski
Dışişleri Bakam mâlî yardımcısı Harry Dexter White, Amerikan Düşmanı
Faaliyetler Komisyonunun korkunç bir sorgusundan çıktıktan sonra bîr kalb
sektesinden öldü. 20 Aralık 1948, Dışişleri Bakanlığı'nın eski bir memuru,
komünist olmakla suçlandırılmış olan Laurence Duggan, New York'ta bir binanın
penceresinden kendini attı. 24 Aralık 1948, sözde «komünist» faaliyetleri, bir
soruşturma konusu olan New York lu İlkokul Öğretmeni Mrs. Mİnnie Gutrlde
kendini öldürdü. 14 Şubat 1950, Burlington'lu Mrs. Emily Anderson, hidrojen
bombalı bir devirde yaşamak İstemediğini açıklayarak kendini bir trenin altına
attı. 1 Nisan 1950 Harvvard Üniversitesi profesörü ve İlerici Parti
yöneticilerinden F. O. Matthİesen, bir otelin penceresinden kendini attı. Üç
gün sonra, Washîngton lu liberal gazeteci N. W. Robertson kendini öldürdü.
yakınlara
bir yere yerleştirilmiş Amerikan Lejyonuna ait bir otomobilin tiz korna sesi
paniği artırdı.
Hatiplerin
sesi artan gürültü içinde boğuldu.
Kalabalığın içinden bir kadın «Bırakın da hatipler konuşsun!»
diyecek oldu, fakat bir sürü insan üzerine çullanarak öldüresiye dövdüler,
ayaklar altında çiğnediler. Her köşede kavga-gürültü başlıyordu.
Verilen bir işaretle serseriler kürsüye hücum ettiler. Fakat
polis memurları engel oldu çıkmalarına oraya; o zaman grup grup toplandılar ve
kollarını faşist usulü havaya kaldırarak yüksek sesle hatiplere küfretmeye,
hakaret etmeye koyuldular.
1920'de Palmerin polis baskınlarını protesto etmek için
Birleşik Amerika Baş savcı lığı’ndan istifa etmiş, çalışmaları ile ödül almış
ünlü hukukçu Francis Fisher Kane kürsüdeydi. Kane mikrofona yaklaştı ve susmalarını
söyledi. Seksen bir yaşındaki yaşlı avukat: «Eğer söz özgürlüğü garanti altında
değilse, artık özgürlük yok demektir... Bir zamanlar uğrunda dövüştüğümüz şeylerin
hiç biri yok demektir artık.» dedi. Sözleri, gürültü- patırtı içinde kayboldu.
Üzerine bozuk paralar, taşlar fırlatıldı. Birisi gözlüklerini kırdı. Kürsü,
çürük meyva yağmuruna tutuldu.
Hatipler bir saat boş yere seslerini duyurmaya çalıştılar.
En sonra başkan toplantının bittiğini haber verdi.
Toplantıda yüzlerce sivil ve resmî polis bulunuyordu.
Yalnızca bir kişiyi yakaladılar. O yakaladıkları genç de Amerikan tlerici
Yurttaşlarının bir üyesi idi.
York'da (Pennsylvania) Gazeîte
and Daily’nin yazan H. F. Sharkey «Günün birinde
olacaktı bu...» diye yazıyordu. «Güruh, Kongrenin emirlerine uyarak, «rejime
bağlılığı» elle tutulur gerçek durumuna soktu...’ Eğer Amerikalıları bu yeni
rejime bağlamak için yeni
patırtılar
ve kırılmış kafalar gerekirse bir sürü gönüllü daha çıkacaktır ortaya...»
Üç hafta sonra, kıt’amn öbür ucunda. La Crescenta Demokrat
Klüb'ü Los Angelos yakınlarında bir evde toplantı yaparken, âniden, Amerikan
Lejyonu miğferi takmış bir grup insan eve girdi. Çete başı, herkesin şaşkınlığı
arasında, klüp üyeleri içinden kendine yol açtı, klüp sekreterini kovup onun
yerine geçerek, «Amerika'nın ilerici yurttaşları» diye başlayan bir bildiri
okumaya başladı.
Hugh Hardyman adlı eski bir çiftçi olan ev sahibi,
Lejyonluya, yanlış yere geldiğini söyledi. Lejyonlu, Har- dyman’ı dinlemeksizin
kuru bir sesle adamlarına emir verdi: «Hazırlanan plânı uygulayın!»
Toplantıya katılan, Montrose
Ledger’m yazarı Don Carpenter daha sonra şöyle anlattı: «Tıpkı
Gestapo’yu hatırlatıyordu. Şef, bu örgütü tanıdıklarını, bir zamandır izlediklerini
ve hattâ birçok toplantısına katıldıklarını söyleyen bildirîmsi bir şey okudu.
Eğer işi kendilerine bırakmak istemiyorsak on dakika içinde dağılmamızı
söylediler.»
Kaliforniya temsilcisi Chet Holifield Kongre’de, bu baskının,
memleketin üzerine çöken «dehşet, şüphe ve isteri dalgasının» bir kısmı
olduğunu açıkladı. Elebaşıların resimlerini yayınlamış olan gazeteleri
göstefen temsilci Holifield:
«Montrose’deki, bir demokrat topluluktu... gelecek defa bu,
bir katolik, bir yahudi, bir cumhuriyetçi, bir zenci topluluğu veya bir sendika
toplantısı olabilecektir...» diyordu.
Holifield: «Amerika'da, dehşet verici olaylar arifesinde
miyiz?» diye soruyordu.
Temsilci konuştuğu sırada sorusuna hemen hemen aynı anda bir
cevap veriliyordu. Trenton'da, Newark'ta, Philadelphia'da, New York’ta,
Detroit'te, Chicago'da, New Orleans'da; Amerikan Lejyonundan, Ktı Kluks Klan’d
an, Katolik Eski Muhariplerden, Hristiyan Cephesi ve AIınan-Amerikan Bund’unun
eski üyelerinden kurulu çeteler genel ve özel toplantıları basıyor, kendi
halinde, sessiz Amerikalı yurttaşlara saldırıyor, «komünist örgütler» diye
adlandırdıkları örgütlere kanun dışı şiddet hareketlerine girişiyorlardı.
Demiryolcular Birliği’nin haftalık dergisi Labor,
«Wûshington>dan Los AngeIosJa kadar
bütün toplantılar, kafasına, Lejyon baskını geçirmiş adamlar tarafından
rahatsız edilmektedir» diye yazıyordu. <rBahaneleri şudur: «Dinleyiciler
(kızıl) veya (yoldaş)tır.», Mussolini İtalya'da, Hitler de Almanya'da böyle işe
başlamıştı...»
Tıpkı faşizm boyunduruğu altında Avrupa'da olduğu gibi
Amerika'da da solcular dayanılması güç davranışlar karşısında kaldılar.
30 Mart 1948 gecesi, Columbos'ta (Ohio) yüzlerce kişilik bir
kalabalık, oranın komünist partisi sekreteri Frank Hashmall'ın evine yürüdü.
Komployu daha önceden haber alıp ailesini dostlarının evine götürebilmiş olan
HashmaH'ı evde bulamayan adamlar evin altını üstüne getirdiler, kitapları
yırttılar, mobilyaları parçaladılar, camları kırdılar. Durumu önceden bilen
polisler, bu yıkıcılarla şakalaşarak elleri bağlı durdular, sonra da çekilip
gittiler.
Bu yıkıma katılmış olanlardan hiç Jbiri yakalanamadı.
Komplo hakkında görüşü sorulan Ohio Valisi Thomas J,
Herbert, «Bazı aklını yitirmişlerin yaptığı...» bir olaydan söz etti. «Bu,
örgütlenmiş bir çete değildir. De-
158
lıller
bulunmadıkça bu işe karışmam ben.» dedi. Vali şöyle devam ediyordu;
«HashmalI Rusya'ya gitse iyi ederdi... Komünistleri
sevmiyoruz biz; Ohio’da gereği de yok onların. Eyaletimiz Öyle bir eyalet
değil.»
Altı hafta sonra komünist - düşmanı kampanya ilk öldürme
olayı ile zafer kazandı, Kurban, Denizciler Millî Senelik ası'nın liman ajanı
ve Wallace'i Başkanlığa Seçme Komitesı’nîn Charleston Başkanı, yirmi sekiz yaşındaki
denizci Robert New idi.
New'in katili Rudolplıo Serreo, Denizciler Millî Sendikasının,
sendika başkanı Joseph Curran tarafından idare edilen komünist düşmanı
grubundandı. Azgın bir serseri olan Serreo bir zamanlar, kendi tayfasından birini
öldürmekten mahkemeye düşmüş, fakat meşru müdafaa durumunda olduğu
bildirilerek serbest bırakılmıştı. «Pis zencilerin dostu, Wallace'in dalkavuğu
New1- ın işini becermesi» için birçok defa kesin emir almıştı.
7 Mayıs 1948, öğleden sonra Serreo, Charleston Emniyet
Amirliğine telefon etti ve polise, New’in «pis komünist propagandasına» ve
«zenci taraftarlığına» son vermeyi düşündüğünü haber verdi, «Bir hasta arabası
getirirseniz iyi edersiniz» dedir «Kavgaya biraz kan lekesi
bulaşacak galiba, yaralılar olabilir».
Çok geçmeden Serreo, Sendika salonunda Nevv'İn üzerine
atıldı. Elindeki kasap bıçağını defalarca Nev/İn vücuduna sapladı, sonra da
boğazım kesti.
Yakalanıp hapse atılan Serreo, yargılanmayı beklerken, büyük
bir yakınlık ve sevgi gördü. Hapishane gardiyanı «Serreo için elimden gelen her şeyi yaparım»
dedi.
Charleston'un eski belediye reisi ve şehrin en önemli hukuk
cemiyetinin müdürü olan P. Stoney, Serreo’-
nun
savunmasını aldı, Stoney’e göre, asıl suçlu öldüren değil, öldürülendi. Eski
belediye reisi, «Bu dâva süresince Bob Nevv’i, güneydeki kara derilileri
ayaklanmaya kışkırtmakla suçlandıracağım. Onu aynı zamanda Wallace Komitesi
Başkanı olarak ve komünist olarak suçlandıracağım,» dedi.
Serreo'ya gelince o, New’i öldürmekle yurtsever olarak büyük
bir ödev başardığına inandırmıştı. Denizciler Sendikası Başkanı Joseph
Curran’a yazdığı bir mektupta Serreo: «işte böyle Joe, sendikayı
komünistlerden kurtarmak için elimden gelen her şeyi yaptım ve daha fazla şey
yapamadığıma da çok üzülüyorum» diyordu.
Serreo dâvası eylülde başladı. Serreo, öldürmekten suçlu
bulundu. Kararı bildirirken Yargıç J. Frank Eaton, «düşünmeden hareket ettiği»
ve böylece kendi kendini mahkûm ettiği için Serreo’ya kızdı. Katil, üç yıl
hapse mahkûm edildi...
22 Eylül 1948’de, New York Eyaleti Komünist Partisi sekreteri
Robert Thompson, gecenin geç saatinde sopalı iki kişinin saldırısına uğradı.
Savaş sırasında gösterdiği kahramanlığa karşılık Üstün Başarı Haçı madalyası
almış olan otuz üç yaşındaki güçlü kuvvetli Thompson, şiddetle savundu
kendini; fakat saldırıcılardan biri bir bıçak çekti, üç defa Thompson'un
karnına daldırdı, iki kişi, kendilerini bekleyen arabaya atladıkları gibi gözden
kayboldular.
Nerdeyse bayılacak olan parti idarecisi, yaralarından kan
aka aka kendini zorla bir arkadaşının evine atabildi. Kendisini muayene eden
doktor, Thompson’un belkemiğinde bir ezilme ve beyninde bir sarsılma olduğunu,
eğer bir santimetre daha yukarıdan vurulmuş olsaydı yarasının Öldürücü
olabileceğini açıkladı...
New
York'un komünist belediye danışmanı Benja- mine J. Davis başkanlığında bir
heyet, Özel bir kovuşturma açılmasını istemek için Belediye reisi William
0'Dwyer’e gitti. Belediye reisi heyeti kabul etmedi. Gazeteler, saldırının,
«halkın sevgisini» çekmek için bizzat komünistler tarafından yapılmış olduğunu
yazdılar. New York Polis Müdürlüğü kısa,
göstermelik bir araştırma yaptı. Hiç kimse
yakalanmadı...
Bu saldırıdan iki ay sonra 20 Kasım akşamı Thompson ve
karısı sinamadalarken, Özel polis hafiyesi ve sanayide çalışmış eski bir
ispiyon olan Robert J. Burke, Thompson’un evine girdi. Burke, Thompson’un çocuklarına
bakan Mrs. Mildred Cheney ile Harry Rainey'e polis hafiyesi kimliğini
göstererek, silâhlı olduğunu, ses çıkarmamalarını söyledi. Burke, Thompson’un
sekiz yaşındaki kızının odasına daldı, hayasız bir kılıkta kızın karşısına
çıktı; sonra çok korkmuş olan çocuğu banyoya götürdü ve kapıyı içerden
kilitledi.
Mrs. Cheney ile Rainey kapıyı zorlayarak kırdılar. Çocuğu
Burke'ün elinden çekip aldılar. O, kaçtı.
Yakalanıp, mesken dokunulmazlığını ihlâlden, âdaba aykırı
hareket ve çocuk iğfal etmeye teşebbüsten yargılanan Burke, komünistleri
sevmediğini ve Thomp- son'a «kötülük yapmak» istediğini söyleyerek kendini
savundu. Mesken dokunulmazlığını ihlâl suçu sabit görülmedi, fakat âdaba
aykırı iki suçtan mahkûm oldu.
Bununla beraber yargıç’m kararı bozuldu; çünkü, dâvanın ilk
soruşturmasını bizzat yapmış olan Savcı Yardımcısı Irving Shapiro, Burke'ün
daktilo edilmiş itirafında teknik bir «hatâ» keşfetti.
Dâva ikinci defa görüldü. Bu sefer Burke beraat etti ve
serbest bırakıldı.
4.
GERÇEKTEN AMERİKA’DA MIYIZ?
Protestant dergisinin Aralık 1947 tarihli
sayısında Abraham Pomerantz, «Ezelî hedef olan komünistlere karşı isterik bir
kampanya açılmıştır» diye yazıyordu. «Daha yakından bakılınca, bu saldırıların,
gerçekte, gelişmekte olan gericilik ve savaş hareketine karşı her türlü
direnmeyi bastırmak gayesini güttüğü kolayca görülebilir.»
Pomerantz
daha ilerde şöyle yazıyordu:
«Nazilerden devralınmış olan taktik şöyle idi:
Basın ve radyo hemen Kızıl Tehlike'ye karşı aşılmaz bir baraj
kurar. Hiç bir belgeye dayanmayan gazete başlıkları, atom casuslarından,
hükümete karşı komplolardan, casusluktan, vatana ihanetlerden ve bunun gibi
birtakım kanlı suçlardan bahsederler.
Artık ikinci aşamaya hazırızdır; Hiç bir ayırım gözetilmeden
her türlü muhalefet hareketine (kızıl) damgası vurulacaktır.»
1948’de hükümetin iç ve dış politikasına k^rşı en güçlü
muhalefet, eski başkan yardımcısı Henıy A. Wallace'in yönettiği İlerici
Parti’den (Parti Progressite) geliyordu.
20 Ocak 1948’de, ilerici hareketin savaşçılarından biri olan
eski Minnesota valisi Elmer Benson’un gayret- lerile Wallece’i Başkanlığa Seçme
Millî Komitesi kurulmuştu. Komitenin öbür yöneticileri, ünlü heykeltraş Joe
Davidson, tanınmış şarkıcı ve aktör Paul Robenson, «Yeni Yol» (New Deal)’in en
gözde taraftan ve eski Porto - Rico valisi Rexford Guy Tugwell idiler. Genel
sekreter, Tarım Fon’u eski direktörü C. B. Baldwin'di.
Wallace’i Başkanlığa Seçme Millî Komitesİ'nin 1948 Nisanında
Chicago'da toplanan ilk kurultayını açış konuşmasında eski vali Benson, «yeni
bir parti kurmanın kaçınılmaz hale gelişinin» nedenlerini anlattı. Şöyle diyordu:
«Yarın değil öbür gün, Franklin Delano Roosevelt öleli üç yıl
oluyor. Bu kısacık süre içinde memleketimiz derin ve endişe verici
değişikliklere uğradı.
Roosevelt’in Başkanlık ettiği on üç yıl süresince
memleketimiz sağlam ve iyi bir yaşama düzenine doğru güvenli adımlarla yürümüştü...»
Benson, Roosevelt’in ölümünden sonra, Birleşik Amerika
Hükümeti, «Roosevelt'in, ekonominin kralları diye adlandırdığı çok güçlü ufak
bir grubun ellerine düştü» diye ekliyordu. îki büyük partiyi yöneten bu grup,
«memleketimizi yeni bir savaşın kucağına atmak bahasına da olsa... dünya
pazarlarına hâkim olmayı ve onları kontrol etmeyi tasarlıyor. «Komünizme karşı
mücadele adına» yürütülen bu kampanya, «Amerikan yurttaşlarının medenî ve
siyasî haklarına karşı bir saldırı» ile elele yürüyordu.
Benson, «Bir hükümet, halkı temsil edemez duruma geldi mi»
diye devam ediyordu, «iktidarı ellerinde tutan İnsanlar, birkaç imtiyazlının
kölesi haline girdi mi, hükümetin kuruluş tarzım değiştirmenin zamanı gelmiş
demektir. Ve bu zaman gelmiştir artık!»
Şubatın ilk haftasına doğru, on iki eyalette, Walla- ce'i
Başkanlığa Seçme Komiteleri kurulmuş, on dört Komite daha kurulmak üzereydi, 18
Şubatta, Bronx (New York)ta Amerikan İşçi Partisi adayı Leo Issacson, Wallace’in
listesinden. Temsilciler Meclisine ezici bir çoğunlukla seçildi. İlkbahar ve
yaz süresinde New York'ta, Philadelphia'da Detroit'te, Los Angelos ve diğer
başka şehirlerde büyük mitingler yapıldı.
48 eyaletten gelen 3240 delegenin katıldığı ilerici Parti
Kurucu Kurultayı 22 ile 25 Temmuz arasında Phi- ladelphia’da toplandı. Henry
Wallace, yeni partinin Başkan adaylığına, senatör Glen H. Taylor ise başkan
yardımcılığı adaylığına seçildiler.
Wallace hareketi, daha başlangıçtan itibaren, en kalleşçesine
darbelere, en iğrenç yalanlara dayanmak zorunda kalmıştır. Ülkenin radyosu ve
basını İlerici Par- ti'ye, «Moskova'nın emrinde» bir grubun yönettiği bir
«komünist örgüt» davranışı gösterdi. Wallace, «Stalinin Amerika'daki sözcüsü»
haline gelmiş «aşırı bir hayalperest» olarak tanımlandı. İlerici Parti’nin
üyelerine ise, «Kremlin'in maşaları», «Rus ajanları» ve «Amerikan Hükümetine
ihanet edenler» gibi adlar veriliyordu.
Kongre’de her iki Meclis'in üyeleri, İlerici Parti hakkında
federal bir soruşturma açılmasını istediler. Illinois senatörü Scott W. Lucas,
«Henry Wallace’a verilecek bir oy, Kremlin'e verilmiş demektir» diyordu.
Başkan Truman, Beyaz Saray’da bir basın konferansında şöyle
soruyordu: «Wallace niçin Rusya’ya dönmüyor?»
Wallace karşısındaki propaganda sertleştikçe, daha kışkırtıcı
oldukça İlerici Parti’ye karşı da baskı artıyordu.
Giderek, İlerici Parti'nİn halka açık salonlarda toplanması,
sokak başlarında topluluklar meydana getirerek seçim propagandası yayınlarım
dağıtması yasaklanır oldu. Konuşmacıların, grup başlarının, sözcülerin ve
hattâ adayların tutuklanması, bütün ülkede günlük olaylardan olmaya başladı.
Sayısız gazete, İlerici Parti'nin paralı propagandasını basmayı reddederken,
Pittsburgh,
Birmingham,
Danbury ve başka birçok şehrin basını, Wallace lehine dilekçelere imza atmış
olan kimselerin adlarını yayınlıyordu. İlerici Parti’yi açıkça desteklemiş
olan küçük esnaf, düzenli olarak boykot edildi, birçok kadın ve erkek
Wallace'in seçim işaretini taşıdıkları için işlerinden oldular.
Birçok profesör, Wallace lehine fikirleri ve faaliyetleri
yüzünden görevlerinden ahııdı. İşte bunlardan bazıları:
Dr. Clarence A. Athern:
Pennsylvania Lycoming Koleji’nde felsefe ve sosyoloji profesörü. Kolej
idaresi, İlerici Parti’nin Lyo- coming başkanlığından ayrılmasını istedi
kendisinden, sonra da kolejdeki görevine son verildi.
Dr. George Parker:
Indiana, Evansville Koleji’nde dinbilim ve felsefe profesörü, Wallace için
yapılan bir mitinge başkanlık ettikten iki gün sonra görevinden alındı.
Prof. Luîher C. Mac. Nair:
Vermont, Lydon Eyalet Öğretmen Koleji dekanı, Wal- lace’i desteklediği için
yerel basında şiddetle saldırıya uğradıktan ve Burlington Times’ta çıkan «Mac
Nair Gitmelidir» başlıklı bir yazıdan hemen sonra görevinden çekilmek zorunda
kaldı.
Prof. Clyde Miller:
Analitik uzmanı. Bir Wallace'i destekleme milli komitesinin, sayıları 700'ü
bulan üyelerinin isim listesi içinde adı görüldüğü İçin Columbia Üniversitesinden
ayrılmak zorunda kaldı.
Leonard Chosen, Charles G. Davis ve Da- niet A. Askhenes. Miami Üniversitesi profesörleri. ilerici Parti
içindeki faaliyetlerinden dolayı görevlerinden alındılar.
North - XV
es t eni Üniversitesi profesörlerinden Curtis D. Mac Dougell’e,
idarece, senatör seçimlerinde ilerici Parti adayı olarak görünmekte diretirse
üniversiteden ayrılmak zorunda kalacağı haber verildi. Aynı üniversiteden
diğer yirmi beş profesöre Wallace'i destekleyici faaliyetlerinden
vazgeçmedikleri takdirde görevlerine son verileceği duyuruldu.
Detroit
emniyet müdürü Harry S. Toy, halk Önünde, kendisine göre, ilerici
Parti’lilerin «Amerikan düşmanı» olduklarını ve böyle olunca da «bu Amerikan
düşmanı kimselerin kurşunlanmayı, kovulmayı ya da hapsedilmeyi ha ket t i kİ
er ini» söyledi. ([8])
Birbiri arkasından bütün eyaletlerde İlerici Parti listeleri
ortadan yok edilmeye çalışıldı.
4 Haziranda, Ohio Eyalet Sekreteri Edward Hum- mel, F.B.L’ın,
kendisine, Wallace taraftarlarının Birleşik Amerika Hükümeti’ni «zorla ve
şiddetle» devirmeyi düşündüklerini ispatlayan «güvenilir bilgiler» verdiği
için yeni partinin bu eyalette aday gösteremiyeceğini bildirdi. Nebraska ve
Oklahoma eyaletlerinde ilerici Parti, birtakım teknik sebeplerle elendi. Aynı
şekilde ilerici Parti adayları da Wyoming, Arkan s as, Missouri ve Florida'da
elendiler.
İlerici Parti, İllinois'de 100.000 taraftar imza toplamasına
rağmen, gerekli şartlan yerine getirmediği bahanesiyle sadece Cook vilâyetinde
liste çıkarabildi. (“*)
1948 yazında, Birmingham örgütü, İlerici Parti'nin New York’taki
merkezine yazdığı mektupta şöyle diyordu: «Elinizdeki mektup elle yazıldı,
çünkü birkaç gün önce lokalimize saldırıldı ve bütün büro gereçlerimiz tahrip
edildi. Saldırıcılar arşivlerimizle birlikte bütün kitaplarımızı götürdüler.»
Hiç de, tek bir olay değildi bu, Wallace’in partisine karşı
şiddet ve yıkma hareketleri artık günlük olaylardan olmuştu. Boston’da,
Cleveland’da Philadelphia’da, Detroit’te ve daha birçok başka şehirde İlerici
Parti'nin idare binalarının camları kırıldı, parti toplantıları kabadayılar
tarafından yarıda kesildi ve açık hava toplantılarına katılanlar taşa tutuldu
ve tartaklandı...
6 Nisanda Evansville (İndiana) kapalı salonunda düzenlenen
Wallace taraftan bir toplantı sırasında bir kalabalık bağıra çağıra binaya
saldırdı ve Wallace’in ko-
{4) Sonuç olarak, İlerici Parti, uzun
tartışmalardan sonra ve halkın baskısı ile 45 eyalette aday gösterebildi.
Nebraska, Oklahoma ve İllinois'de (Cook vilâyeti hariç) parti elendi.
nuşmakta
olduğu salona kadar kendisine yol açmaya çalıştı. VVallace’in seçim
kampanyasının düzenleyicisi C.
B. Baldvvin'e ve Wallace’in yardımcılarından birçoğuna
saldırıldığı sert bir dalaşmadan sonra saldırganlar dışarı atılabildi.
tlerici Parti’nin Augusta (Georgıa) örgütünden bir grup
militanın başına gelenler, New York Star gazetesinde yayınlanan bir yazıda,
bunlardan biri olan Rhoda Gaye Ascher tarafından çok canlı bir şekilde
anlatılmıştır. Bayan Ascher, «tüfekler, tabancalarla» silâhlanmış bir sürü
adamın, Wallace'in seçim kampanyasının düzenleyicilerinin bulunduğu eve bir
akşam nasıl girdiklerini anlatıyor:
«...Adamlardan biri tabancasının namlusundan tutarak
Forbes'in (militanlardan biri) kafasına kafasına vurmaya başladı... Forbes,
alnından iki yara alarak kan içinde yere yuvarlandı. Atlanta'lı bir militan
olan Annie Mae Leathers mutfaktan bağırarak fırladı dışarı. Boyuna «Kimsiniz?»
diye soruyordu bu adamlara.
Heriflerden biri saçlarından yakaladı kadını ve ağzına
vurdu. «Kapa çeneni New Yorklu pis komünist soyu» dedi.
Camları kırdıktan ve evdeki eşyaları parçaladıktan sonra
adamlar bayan Ascherle arkadaşlarım dışarda bekleyen arabalara soktular. Şehrin
dışında, daha önce, düzinelerle başka arabanın parkettiği, kalabalık bir
topluluğun beklediği bîr tarlaya götürdüler onları. Her yandan bağırtılar
geliyordu: «Bağlav:n onları». Herifin biri bir ip çıkardı, Bir başkası:
«Şefleri burada yok. Bırak gitsinler.»
Tutuklulara
şöyle dendi: «Klan'ı dînlerseniz sıvışın ve bir daha da ortalarda görünmeyin.
Komünistlerin buraya gelip zencileri kışkırtmalarını istemiyoruz.»
Sonra
hepsi arabalarına binmişler ve gitmişler.,.
Bayan Ascher ve arkadaşları tarlada parketmiş arabalardan
birçoğunun numarasını alabilmişlerdi. Sonradan, bu plâkalardan birinin,
Augusta polis arabalarından birine ait olduğu ortaya çıktı.
ilerici Parti ye karşı düzenlenen kampanya, Wu.Ua- ce'in, yaz
sonunda Güneyden başladığı seçim gezisi sırasında en azgın bir duruma geldi.
Wallace, 29 Ağustos günü Durham’da, Güney Karo lina İlerici
Parti Kurultayımda en önemli söylevlerini verecekti. Belirli bir anda,
kabadayılar, Kunıl tay'da ki birçok delegeye saldırdılar. Time
dergisi, «yumurta, kestane fişekleri, pis kokan yuvarlak birtakım şeyler attılar;
bir milli muhafız havaya ateş etti» diye yazıyordu. En sonunda üniformalı
polisler ve belediye muhafızları dalaşmayı bastırabildiler. Karışıklıkta, Kuzey
Karolina üniversitesinden bir öğrenci ve İlerici Parti üyelerinden James Harris
kolundan ve sırtından hançerlenmiş ti.
Ertesi günü \Vallace
bir sokak mitinginde söz almak üzere Burlington'a gitti. Tam
Başkan adayı arabasından çıkarken üzerine yumurta ve domates yağmaya başladı.
Kalabalık kendisini yuhalıyordu: gürültü patırtı içinde «Niçin Rusya’ya
dönmüyorsunuz?» diye bağı- rıldığı işitiliyordu. Wallace hiç duraksamadan
kalabalığı yardı. Kendisine saldıranlardan birçoğunu yakalıya- rak sordu:
«Gerçekten Amerika'da mıyız?»
Charlotte şehrinde mahalli makamlar, 3.000'den fazla insanın
katıldığı bir mitingte \Vallace’i korumak üzere yalnız bir tek polis gönderdi.
Konuşmacı, arabasına binmek için kalabalık arasında kendisine bir yol açarken.,
kışkırtılmış ve tehdit edici bir sürü adam âniden etrafını çevirdi. New York
Herald Tribüne muhabiri
m
John
abot Smith, «Bir süre, o arabasına vara ırayacak gibi geldi bize..,» diye
yazıyordu.
Güneydeki gezisi sırasında Wallace'in söz aldığı bütün
şehirlerde, bir sürü terbiyesiz, ellerinden geldiği biçimde hareket ettiler
ona, yumurta, domates yağmuruna tuttular onu ve kavgalar çıkararak
toplantıları yarıda kesmeye çalıştılar.
O güne
kadar Birleşik Amerika'da hiçbir Başkan adayı, böylesine bir yalan, tehdit,
şiddet kampanyasıyla karşı karşıya bırakılmamış, teşkilâtlı sürülerin saldırılarına
uğramamıştı.
Minnesota
Cass Lake Times şöyle yazıyordu:
«Yumurta yağdıran bu adamların şerrinden çileden çıkan
memleket gazeteleri illâl- lah dedi. Bu ilkel adamların yaptığı ilkel hareketler,
alçakça ve haksız hareketler olarak, Amerikan düşmanı hoşgörüsüzlük hareketleri
olarak mahkûm edilmiştir. Biz, Wallace'i domates yağmuruna tutmakla, onu komünist
göstermek arasında büyük bir ayırım görmüyoruz. Hangisinin daha kötü olduğunu
kestiremiyoruz - ona yumurta atmak mı, yoksa oııu Stalin’in kölesi olarak
göstermek mi?
Bu güruh, gazetelerin Wallace'a yönelttikleri saldırıyı
ciddiye aldı...»
İlerici Parti'ye karşı bütün bu aylarca süren sert
propaganda, düzenli göz korkutma hareketleri, baskı ve şiddet, sonuçsuz
kalmadı. Wallace'in, 5-10 milyon oy toplaması bekleniyordu. Gerçekte, 7 Kasım
1948 günü yapılan seçimlerde ancak 1.137.957 oy alabildi. ([9])
Harry S, Truman, Cumhuriyetçi rakibi Thomas E. Dewey’e
şiddetle saldırarak ve Amerikan halkına «âdil bir hükümet», Roosevelt’inkiler
kadar köklü bir reformlar dönemi vâdederek kamuoyunu olduğu gibi politika
uzmanlarını da aldatmasını bildi.
New Repubîic, «Beyaz Ev'e yerleştirdiğimiz adam,
gelmiş geçmiş bütün Başkanlardan daha devrimcidir...» diye yazıyordu.
«Gericilik yenilmiştir. Yeni Yol (New Deal) artık, Amerikan halkının
dileklerine karşılık verebilecektir... Hükümetin parolası: «Kahrolsun
silâhlar, hep beraber ileri!» dir».
Ama, Afew Repubîic
yazarları, liberal Amerikalıların çoğu gibi bu seçim propagandasını gerçek
sanmışlardı.
maı. Bu yenilginin ana nedenlerinden
biri, sendikaların, bütünüyle, onun adaylığını desteklemeye önem vermemiş olmalarıydı
(birkaç sendikanın dışında; New York'ta, sendikalı işçi kütlelerinin
desteklediği ilerici milletvekili Vito Marcan- toni, İlerici Parti
listelerinden Kongre'ye yeniden seçildi.)
1950 Temmuzunda, Kose Savaşının
başlamasından ve diktatör Synghman Rhee'nin yardımına koşan Amerikan silâhlı
kuvvetlerinin işe karışmasından sonra Henry Wallace İlerici Parti'den ayrıldı:
«Memleketim savaşlayken... benim yerim, memleketimin yanıdır,» dedi. Ondan
sonraki aylar boyunca, Birleşik Amerika'da savaş psikozu gitgide daha çok
belirirken ve antidemokratik baskılar artarken VVallace, her gün biraz daha
Truman hükümetinin politikasının taraftarı oldu. «Toplama kampları» hakkındaki
McCarren kanunu çıkınca VVallace açıkça destekledi bunu. VVallace'ın dönmesine
rağmen İlerici Parti varlığını sürdürdü ve daha önceki İlkelerini savunmak
için mücadelesine devam etti. C. B. Baldwİn, «İlerici Parti barışçı bir
partidir» dedi. «Barış mücadelesi, dünya yeniden birliğe ve barışa kavuşuncaya
kadar gittikçe artan bir güçle devam edecektir.»
Bu garip ve korkutucu olayı ilk gören, Idaho eyaletinden.
Boiseli bir iş adamı oldu. Öğleden sonra geç bir saatte «uçan daireler»e benzer
dokuz büyük cismin, korkunç bir hızla gökten geçtiğini, sonra da göründüğü gibi
aniden dağların arkasında kaybolduğunu görmüştü. Basın ve radyo derhal bire bin
katarak bu şaşırtıcı haberi yaydı; Idaho Valisi Don S.->Whitehead, plâk
şeklinde, «hareket etmeyen, fakat dünyanın dönüşü sebebile ufkun ötesinde
kayboluyor görünen» koskoca bir cisim gördüğünü söyledi. Arkansa s'ta, Pine
Pluff'h bir tüccar, «bir leğen büyüklüğünde ve renginde» dönen bir şekil gördü.
Missouri’de Kansas City'den bir marangoz'un şaşkına dönmüş gözleri önünden
«arkasından duman çıkara çıkara» bir takım acaip âletler havadan geçip gittiler.
Utah'ta bir sıradağ üzerinde uçan bir turist uçağının iki pilotu, «bir sürü
silindir şeklinde ve parlak büyük cisimler» gördüler; kendi yollarını
terkederek bu cisimlerin hemen yakınında uçan pilotlar bir zaman izlediler
onları, sonra birdenbire ortadan sır oldu bu cisimler.
Her yerden buna benzer hikâyeler geliyordu. Kaliforniya
eyaletinde San Dicgo’da bir ispritizma dergisi çıkaran Meade Layne, basma, -
bir medyum yardımı ile- bu uçan dairelerden biri ile doğrudan doğruya konuştuğunu
bildirdi. Layne, canlı varlıkların kıyıda bulunduklarını ve Birleşik
Amerika'da yerleşmek istedikleri’ ni söylüyordu. Gazetecilere gizlice, «İyi
niyetlerle geliyorlar» diye fısıldadı.
Fakat havalan yarıp geçen bu şaşırtıcı cisimlerin «Sovyet
Gizli Silâhları» olduğuna kesin olarak inanmış Amerikalıların büyük çoğunluğu Ruh'un bu
iyimser fikrini paylaşmadılar.
172
Bir zaman sonra «United
States News, uçan daireler «salgıncını
yorumlayarak 6 Ocak 1950'de şöyle yazıyordu:
«375 çeşit dedikodu ve bir o kadar da hikâye üzerine kurulu
uçan daireler fikri, iki yıl, insanların kafalarım kurcaladıktan sonra Hava
Kuvvetleri, geçen hafta şu karara vararak bunlar üzerindeki araştırmalarını
durdurdu: Böyle bir şey yoktur.
Yüzlerce kişinin gördüklerini sandıkları şeyler gerçekte: 1)
Çeşitli âdi cisimlerin yanlış yorumlanması, 2) Genel çılgınlığın hafiflemiş bir
şekli, ya da, 3) Uydurmalardır.»
Bir dereceye kadar, «esrarlı uçan dairelerdin pek de öyle
şaşılacak tarafı yoktu. Aynı devrede Amerika'da, bir önceki devre ile bağıntılı
olarak «genel çılgınlığın» başka şekilleri vardı.
îlk uçan dairelerin Birleşik Amerika'da görülmesin^ den az
önce Time
dergisi, ukuyucularına şu açıklamada bulunuyordu;
«Stratejic ilerin tahminlerine göre Rusya, 1948'de, pilotsuz
1.000 uçaklık filolar gönderebilecektir. Rusya'nın 1949'da bir tonluk bomba
taşıyan ve 5,000 km. uzağa atılabilen, uzaktan kumandalı mermiler yapacağını
söylüyorlar. 1952Jde mikrop silâhlan kullanılabilecektir. Ve yine
stratejicilere göre 1952 ya da biraz daha sonra Rusya belki de#
bombayı {A. bombası) ele geçirecektir.»
1947'den 1949'a kadar gazeteler, her gün buna benzer:
kıtalararası bombalar, dev füzeler, gittikçe daha güçlü atom bombaları, mikrop
silâhları, askerî manevralar, harekât plânları, Amerikan ve batı genel kurmay-
m
lan
arasında yapılan gizli ve acele konferans masalları ile dolup taştı. Yeni bir
«korkunç savaş tehdidi»nin milletlerarası ufku karartmadığı hafta pek
olmuyordu. Kabine üyeleri, diplomatlar, senatörler ve omuzları kalabalık
generaller durmadan «dünya buhranı»ndan, «dünya barışına karşı Rus tehdidi
»nden, en kısa zamanda alınması gereken «savunma tedbirlerinden» söz açıyorlardı.
17 Mart 1948'de New
York Herald Tribüne'da çıkan bir yazıda Joseph ve Stovvart
Alsop, «Bugün Washing- ton’da esen hava artık savaş sonundaki hava değildir.
Her şeyi olduğu gibi söylemek gerekirse bu, bir savaşa hazırlık havasıdır...
Artık herkes önümüzdeki birkaç ay içinde savaşın çıkabileceğine inanıyor.» diye
yazıyorlardı.
Gallup Enstitüsü, Amerika’da oy verenlerin yüzde yetmişinin,
üçüncü bir dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu düşündüklerini haber
veriyordu...
V gününden (6) iki yıldan az bir zaman sonra, 8
Ağustos 1947'de U.S. News,
«Bir savaş stratejisi, Birleşik Amerika'nın siyasetine yön veriyor» diye
yazıyordu, «Bütün işletmeler, adımlarını, gerçek bir savaş stratejisine
uydurmuşlardır. Bugün savaş, askerî bir plân üzerinde değil, siyasî ve
ekonomik bir plân üzerinde yapılıyor artık.,. Gerçek savaş, kanlı döğüş belki
on, belki on beş, belki de beş yıl içinde patlayacak.»
Birleşik Amerika'nın siyasetine savaş stratejisinin yön
verdiğini gösteren, 1947 ile 1949 yılları arasında ortaya çıkan bazı önemli
olaylar:
26 Mayıs 1947 — Truman Doktrinİ’nin kaleme
alınmasından tam iki buçuk ay sonra
(6)
V Günü-Zafer (Vİctory) Günü: ikinci Dünya Savaşı'nın bittiği gün, 8
Mayıs 1945.
Başkan,
Kongre'ye, Lâtin Amerika’daki ve Kanada’daki askerî eğitim donanım ve usullerinin
Birleşik Amerika'nın kontrolü altında modernleştirilmesini ve te k-tip leş
tiril meşini isteyen kıtalar arası bir plân sundu.
2
Haziran
1947 — Genel Eğitim Danışma Konseyi, «Gelecek savaşın
gerçek bir âfete sebebolacak kadar ânı ve yıkıcı olacağını» haber verdi ve
bunun için ülkede «önceden kestirilemeyen askeri durumlara uyabilecek» şekilde
yetiştirilmiş insanlardan kurulu bir ordunun meydana getirilmesini; yine, bütün
gençlerin bir eğitim devresi geçirmelerini istedi.
5
Haziran
1947 — Dışişleri Bakanı Mars- hall, Harward
Üniversitesi’nde konuşurken, ilerde Marslıall Plânı adını alacak olan, Amerika'nın
Avrupa ülkelerine yardım programını açıkladı ([10]).
26
Temmuz 1947 — Başkan Truman Mil
li
Güvenlik
kanununu imzaladı; buna göre bir Milli Savaş Konseyi kuruluyor ve çeşitli
kategoriden
silâhlar Savunma Bakanı'nın idaresi altına veriliyordu. Başkan, bu yeni göreve,
eski Belediye Bakam James V. For- restal’ı getirdi.
12 Ocak 1948 —
Kongre'de konuşan Başkan, milli savunma ve milletler arası giderler için
18.034 milyonluk bir kredi istedi. United States News: «Bütçenin % 79’unu
meydana getiren beş bölüm doğrudan doğruya savaşa bağlanmıştır.» diye yazdı.
6 Mayıs 1948 — Senatör Henry Styles Bridges'in,
Amerika'nın «düşmanı olabilecek tek devle t »in Sovyetler Birliği olduğunu söylediği
bir oturum sonucunda Senato, 70 hava grubu kurulmasını onayladı.
24 Haziran 1948 —
Başkan Truman, Amerikan tarihinde ilk defa olarak, barış zamanında askeri bir
gücü savaşa hazır durumda tutma yetkisi veren bir kanun tasarısı verdi.
13 Kastm 1948 —
Askerî çevreler, sivil halkm korunması tedbirlerini inceleyen ve «düşmanın
saldırılarına karşı koyabilmek, düşmanın kullanacağı her türlü silâha karşı
kendini savunmak üzere yetiştirilmiş ve donatılmış» 15 milyon erkek ve kadını
savaşa hazır tutmayı isteyen bir plân yayınladı.
20 Haziran 1949 —
Başkan Truman, daha çok ispiyonculuk Kanunu adı île tanınan Merkezî Haberalma
Bürosu kanunu imzaladı. «Güvenlik sebebi» ile Kongre üyeleri bile kanunim
ayrıntılarından haberdar edilmedi. Başka şeylerle birlikte, «askeri sırların»
korunmasını ilgilendiren bir paragraf vardı kanunda; Amerikan ajanlarının
yabancı memleketlere sızması ile ilgili bir başka paragraf; «milli istihbarat
görevinin başarıya ulaşmasına» faydalı oldukları durumlarda göçmenleri
ilgilendiren kuralların da ötesine geçerek özellikle yabancı ajanların elde
edilmesini kolaylaştıracak tedbirler... Merkezî Haberalma Bürosu'nun öyle
geniş yetkileri vardı ki. Neve York Times
bunda, «sonuçları bakımından ağır bir yasama suisti- mali...» görüyor, «...ve
kötü kullanılırsa veya hiddete kapılınırsa özgürlüğe ciddi yaralar
açabileceğini» yazıyordu.
25 Temmuz 1949 —
Başkan Truman, kuzey denizi kıyısında Danimarka ile Akdeniz kıyısında İtalya
da dahil, on iki «Kuzey Atlantik Ülkesini» içine alan ve «Saldırıya uğrama durumunda
bir karşılıklı yardım» anlaşması gayesini güden Kuzey Atlantik Antlaşması
(N.A.T.O.) parafe etti. Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Truman Kongreye,
bir arkeri yardım programının onaylanmasını ve ilk ağızda, anlaşmayı imzalayan
Avrupalı devletlere, İran’a, Filipin’e ve Kore'ye silâh göndermek üzere 1,450
milyon dolar verilmesini isteyen bir teklif gönderdi. Bunun yanında, askerî
donatımın yapımı, kullanılması ve askerlerin eğitimi için tuman yardımı da söz
konusu idi.
Savunma Bakanı Louis Johnson'a göre Atlantik Antlaşması’mn
«başlıca gayeleri: savaştan kaçınmak ve fakat savaş kaçınılmaz duruma gelirse
askerî gücü son haddine yükseltmekti.»
Missouri temsilcisi Clarence Cannoıı, daha kabaca belirtti:
«Biz en hassas noktalan bombardıman edeceğiz, sonra, kazanacağımız toprağı
korumak içiıı bırakacağız müttefiklerimiz kendi ordularını, kendi askerlerini
göndersinler: bizim askerlerimizi değil... Atlantik Antlaşması’nın imzalanması
bize üsler sağlıyor, bomba salacak uçaklardan başka noksanımız yok.»
New York Daily News
şöyle yazıyordu: «Cam cehenneme, palavraların ve iki anlamlı sözlerin!... Şunu
iyi bilmek gerek ki, bu antlaşma (N.A.T.O.) bir askerî ittifak meydana
getirmiş oluyor; onu imzalayanlar Sovyet Rusya'ya karşı savaş açmayı
kurmaktadırlar.»
Birleşik Amerika’da bu savaş nöbeti gittikçe azıtırken,
sayıları her gün biraz daha artan sesler, Sovyetler Birliği’ne karşı derhal bir
«savunma savaşı» açılmasını istiyordu. Gazeteler, haftalık dergiler, askerî
dergiler, Rusya’ya karşı yapılacak bir atom saldırısında kullanılacak
stratejinin ve taktiklerin açıklandığı seri yazılar yayınlamaya giriştiler.
Örneğin, eski Hava Kuvvetleri Genel Kurmay Başkam general
Cari Spaatz, 1948'in Haziran ayında, Life
dergisinin arka arkaya iki sayısında uzun yazılar yayınladı.
General ilk yazısının birinci paragrafında «Belki de utanmazlık, yüzsüzlük
denecektir buna...» diyordu. «Bir asker, bir savaştan bu kadar az zaman sonra
ikinci bir savaşı kazanmak için kullanılacak stratejinin ne olacağım
düşünsün...» Sonra general, Sovyetler Birliği’ne karşı bir saldırı plânı
çiziyordu. Buna göre, «Rus şehirlerinin bazılarının yakınındaki sanayi
bölgelerinde birkaç yüz kilometre karelik yerin tam bir bombardımanı, onun
sınai gücünü kaçınılmaz şekilde zayıflatacaktır.»
General Spaatz, «ilk soru şudur» diyordu: «Rus Sanayiinin
can alacak noktasına varılabilir mi? Bugün bu konuda kesin etken, son
değişikliklerle 3.200 kilometreden daha uzağa gidebilen B-29’Iarm
menzilidir...»
General, okuyucunun önüne şu teklifi sürerek kendi sorusuna
kendisi cevap buluyordu;
«Bir dünya haritası ile, aynı ölçek içinde 3.200 kilometreyi
gösteren bir sicim alınız; bir ucunu Moskova üzerine iğneleyip öbür ucunu
Batı'ya uzatın, İngiltere adalarına varacak ve İzlanda'nın bir kısmını
kaplayacaktır, Güneye doğru kaydırın ipi, Kuzey Afrika’ya varacaktır. Sonra
aynı işi Ural’lardan başlayarak yapın, bir ucu Magnitogorsk'a tutturun, öbürünü
güneye doğru uzatın. Irak'a, İran’a, Pakistan’ın güneyine Karaşi'ye varacaktır.
Ukranya - Volga noktasından hareketle cisim İngiltere, Fransa ve Kuzey Afrika’dan
geçecektir. Kafkaslardaki Baku’dan hareketle yörünge, Hint adalarının bir kısmını,
Suudi Arabistan'ı ve Avrupa’nın bir kısmını içine alacaktır. Bundan başka,
Transsiberien demiryolunun iki hattını saymazsak Sibirya’da hızlı bir sınai
üretim merkezi vardır. Bu bölgelere ulaşmak için Çin'de veya Japonya'da bir
B-29 üssü gereklidir.»
General Spaatz her fırsatta «sicimin serbest ucu ile»
sınırlanan alanda B-29 bombardıman uçaklarının yukarda adı geçen «ilk
hedefler» yönünde kalkış yapabilecekleri hava üsleri bulunduğuna dikkati
çekiyordu.
Spaatz'ın hava savaşı ile ilgili teorisinin ateşli bir
savunucusu olan albay Dale O. Smith, Air
University Quarîerly Review’un 1948 sonbahar sayısında, birkaç hafta
içinde Amerikalılara zaferi sağlayacak bir «üstün atom bombası» düşünülüyordu.
Albay Smith, «Savaş bir ay sürerse bombalanacak hangi hedefler kalacak?» diyordu.
Sonra ekliyordu: «Şehirlerdeki halkın bombardıman edilmesinin stratejik önemi
de bir kenara atılmamalıdır.» (s)
29 Aralık 1948’de, Savunma Bakanı Forrestal, Yüksek
Kumandanlığın, gökte asılı bir füze fırlatma üssünün kuruluş olanağını
incelediğini haber verdi. Associated Press’in bir telgrafı şöyle açıklıyordu:
«320.000 kilometreden daha yükseklerde, bir uydu için
dünyanın her yeri «bomba menzilinde» olacaktır. Uzaktan kumandalı bir uydu
olabileceği gibi, uyduya insan ve donatım gönderme ve buradan dünyadaki herhangi
bir hedefe saldırma olanağı da düşünülebilir.
Bazı ilim adamları, atom füzeleri fırlatmak için üs olarak
kullanılacak bu asma platformu ilk kuracak olan ülke dünyanın hâkimi olacaktır,
diye düşünmektedir.»
Eski
Minnesota valisi Elmer Benson: «Ama savaş
(8)
Atom savaşı çılgınlıklarının görüşlerinden tamamen farklı bîr görüşle,
Cufler-Hammer INC.'nin başkan yardımcısı P. B. Harwood, Milwaukee Amerikan
Enstiiüsü'nün bir toplantısı sırasında şöyle konuştu: «Atom bombası, savaşfa az
fayda sağlıyor, çünkü bir hayli şeyi yakıp yıkıyor. Eğer gerçekten savaş yapmak
zorunda isek, kullanacağımız silâh, bir parça gayriinsanî görünmesine rağmen,
yalnız insanları öldüren, başka şeye zarar yapmayan bîr silâh olmalıydı...»
isteyen
ülke hangisidir?» diye soruyordu. «Amerikan halkı savaş istemiyor; biz barış
istiyoruz. Bazı kimseler bize Rusya'nın savaş istediğini söylüyor. Fakat,
İkinci Dünya savaşında 10 milyondan fazla insan kaybetmiş, toprağının ve
kaynaklarının üçte biri yakılıp yıkılmış bir ülkenin bugün, bile bile, bir üçüncü
dünya savaşı açmaya çalışması mümkün müdür? Olacak şey mi bu? Hayır, akıl almaz
bunu. Tıpkı Amerikan halkı gibi Rus halkı da barış istiyor. O halde dünya
halkları barış istiyorlarsa, ülkemizde neden savaştan söz açılıyor bu ka-
kadar?»
Bununla beraber bu apaçık çılgınlı];, belli bir yöntemle
idare ediliyordu. Fiyatlar durmadan yükselirken, tüketicinin satın alma gücü
durmadan azalırken mallar depolarda yığılıyordu. Kaçınılmaz bir malî buhranın
gürültüleri iş ortamlarında yayılmaya başlıyordu.
Malî buhran atlatıldı. «Savaş tehditi», «Sovyet saldırısı»,
casus masalları ve «komünizmin yayılışı», Amerikan ekonomisini bir savaş
temeli üzerine yerleştirmek için iyi bir sebep oldu. Hershel Meyer’in «M
tıs t W e Perısh?» «Yok olmalı mıyız?» adlı kitabında
yazdığı gibi:
«Büyük sermayeye tatlı işler çıktı. Silâhlanma anlaşmalarına
ayrılmış birkaç milyai daha... «Komünist tehlikesi» mucize kabilinden arttı ve
buna eşit olarak tekellerin aldığı silâh siparişleri yükseldi. Uçaklara, bombalara
ve silâhlara yatırılan her milyarla beraber militaristlerin yaydığı savaş
söylendileri daha da şiddetlendi. 1949 yılında 20 milyar dolardan fazla bir
para ayrılacaktı silâhlan- maya; yani Japonya ile Almanya'nın Amerikan
güvenliğini ve dünya barışını tehdit ettiği 1930-1940 arasmdaki 10 yılda
Birleşik
Amerika'nın
harcamadığından fazla bir yekûn. Barış zamanında bu alabildiğine silâhlanma
yarışı, borsada fiyatların yüksel iğinde ve malî operasyonların kolaylaşmasında
derhal kendini gösterdi.»
Barron's Financial Weekîy
dergisi 8 Ekim 1948'de muzaffer bir eda ile haber veriyordu: «tş alanında bir
aksilik çıkma korkusu şimdi geçiştirilebilir artık.» Gerçekten de, E.C.A,
programının bir parçası olarak bir askerî yardım programının gelecek ocak
ayında Kongreye sunulacak ilk tasarılardan biri olacağını biliyoruz, Iş
adamları silâhlanma siparişlerini kontrol ettikçe, isteğin, korkutucu bir
şekilde kesilebileceğine inanmak zordur.»
îki hafta sonra, Wall Street’in aynı dergisi şöyle yazıyordu:
«Askerî siparişler çoğalırsa, bu, stokların artması
tehlikelerini ortadan kaldıracaktır... Eğer silâhlanma geniş ölçüde hızlan-
saydı, ya da savaş çıksaydı, mal yığılması diye bir şey olmayacaktı artık.»
14 Ocak 1949'da David Lawrence, United
States News’in baş yazılarından birinde «Âni bir
barışa hazırlanmadık» başlığı altında şöyle yazıyordu:
«Bizden, silâhlanma için yılda 15 milyar dolar ve NATO
Antlaşması içindeki ülkelere silâh vermek için en azından 1 milyar dolar
harcamamız isteniyor.
Şurası açıktır ki, silâhlanma masrafları Amerika'ya sahte bir
refah getirdi.
Durum çok tuhaftır, çünkü bugün Amerika'yı tehdit eden en
büyük ekonomik tehlike, Rusya’nın barış lehine âni bir tavır takınmasından
doğacaktır.»
Fransa'nın muhafazakâr La Vie Française gazetesi bu görüşü «Bunalımdan
çok savaş» başlığı altında özetliyordu O.
25 26 ve 27 Mart 1949'da 600'den fazla tanınmış Amerikalı,
Güzel Sanatlar, Bilimler ve Serbest Meslekler Millî Konseyi’nin himayesi
altında New York ta Dünya Barışı uğruna toplanmış kültürel ve İlmî konferansa
katıldı Konferansı düzenleyenler arasında Dr. Harlow Shapley, Henry A. Wallace,
piskopos Arthur W. Moul- ton Thomas Mann, Albert Einstem, Aaron Copland Olın
Downes ile Lillian Helman da bulunuyordu. Konferansın genel oturumları ve daha
alt toplantıları halkla dolup taştı, yüzlerce kişi dışarda kaldı, giremedi
toplantıya 27 Mart günü Madison Square Garden'de yapılan kapanış
toplantısında 20.000 kişi vardı. Dış işlen Bakanlığı, doğu Avrupa’dan yabancı
delegelerin gelmesine en-
"(9) Amerikan if adamlarının ve
sanayicilerinin savaş hazırlıkları karşısında duyduklar, kıvanç. Amerikan halk
kütlelerince hıç
6e paylaşılmıyordu.
Amerika'da barış larafları
hareketlerin on saflarında protestan kMise|el.i
bulunuyordu. 1946 da Baptiste Kongresi, «dünyayı yıkımdan kurtarmak» amacı ile,
dünya ölçüsünde bir barış harekelinin yaratılması lehine bir açıklama yayınladı
Michigan Metodist Kilisesi Konferansı, «gunluk yaşayışımızın üstünde hüküm
süren ve gittikçe artan asken baskıYa» karşı Başkan katında
protestoda bolundu ve .Rusya ılt barış sağlanmasını» istedi. Kilisenin
birleşmiş Konseyi mr 400.000 kadın üyesi, barışın korunması için kapı-kapı
dolaş.
ma kampanyası açtı.
The Churchman'in 1948 Noel sayısında alayla şöyle ya zı lı yordu: «Nitekim, Noel İlâhisi
«Yeryüzünde Sarış» bir^pro testan şarkısı olduğu için yıkıcıdır,
komünistliktir! 50.000.00 Protestan Amerikalının hapse atılmasını öneriyoruz...»
gel oldu; batı Avrupalı ve Güney
Amerikalı yirmiden fazla delegeye giriş vizesi vermedi: Bunların arasında Paul
Eluard, J. D. Bernal, Carlo Levi ve papaz Jean Bou- lier de vardı. Konferansa
katılabilen yabancı davetliler arasında Dimitri Şostakoviç, Juan Mariniello,
Olaf Stap- ledon ile Alexandre Fadeiyef vardı.
Ertesi
ay, 300'e yakın tanınmış Amerikalı, 20 ile 25 Nisan 1949 arasında Paris’te
toplanacak olan Barış Savaşçıları Diinya Kongresi örgütünün Amerikan komitesini
kurdular. Piskopos Arthur W, Moulton, Dr. W.E.B, Du Boİs ve O. Jolın Rogge
örgütün Amerikan komitesinin üç başkanı idiler. 72 ülkeyi ve 600 milyondan
fazla insanı temsil eden delegenin katıldığı kongreye elli Amerika 1 i delege
gitti.
1949 eylülünün ilk haftası süresince 200’deıı fazla Amerikalı
delege, Mexico City'de toplanan Kıt'a Ameri- kası Barış Kongresi'ne katıldı.
1 ile 2 Ekim 1949'da, Şikago'da bir İşçi Milli Barış Kongresi
toplandı. 28 eyaletten gelmiş ve her birisi en azından 25 A.F.L., C.I.O.,
serbest sendika ve Demiryolcular Birliği üyesini temsil eden 1.000'den fazla
delege katıldı bu kongreye.
Ayrıca,
çok çeşitli topluluklar ve örgütler bütün ülkede barış yolunda sayısız
gösteriler düzenlediler.
Şurası muhakkaktır kİ, bütün insanlar eşittirler. Yaradan, İnsanlara,
geri alınmaz bir takım haklar vermiştir; bunlar, yaşama, özgürlük ve mutluluğu
arama haklarıdır.
Bağımsızlık Bildirisi, 4 Temmuz 1776.
Siyasi eşitlikten faydalanma isteğine kapılmış olan siyah adamın bu
Eyalette yeri yoktur. Burası bir beyaz memleketidir ve daima bir beyaz memleketi
olarak kalacaktır.
Temsilciler
Meclisi üyesi James F. Byrnes, 25 Ağustos 1919,
İnsanların, üstün ırk teorisine göre birbirinden ayrıldığı yer ve
zamanda özgürlük ve adalet ortadan kalkar.
Irk
ayrımını inceleyen Millî Komite nin raporundan, 1948.
Sembolik olarak kırmızı, beyaz ve maviye boyanmış bir
Özgürlük Treni 1947 Eylülünden 1948 Aralığına kadar Amerika içinde dikkatle
hazırlanmış bir tanıtma gezisi yaptı: trene, «Birleşik Amerika'da Özgürlüğün gelişmesini
gösteren» 131 tarihî belge ile bayrakların sergilendiği üç vagon bağlanmıştı.
Bu turne. Başkan Tru- man’ın onayı, Chase National Bank'ın müdürü Winthrop W.
Aldrich’in başkanlığını yaptığı Dinî Kalıtlar Kuru- mu'nun desteği ile Genel
Savcı Clark tarafından hazırlanmıştı.
Özgürlük Treni tasarısı hazırlandığı sırada Kurum şu
bildiriyi yayınlamıştı:
«Temel ilke olarak, bireyin kutsallığı demek olan demokrasi
ruhunu göstereceğiz... İnsanlar özgür yaşamak için doğmuşlardır, çünkü ancak
Özgür bir insan, dünyada kendisine lâyık bir biçimde yaşayabilir. Ülkemiz,
halkına, bireyin bütünlüğünü ve kişiliğini en eksiksiz şekilde geliştirme
özgürlüğünü sağlamıştır.»
Kurum, yaydığı ilkelerin millî olduğu kadar milletlerarası
önemde de olduğunu belirtiyordu.
«Kendi hayat tarzımızı» derken, bütün dünyadaki milyonlarca
ve milyonlarca insanın ümitlerinden ve arzularından söz açmış oluyoruz,
İnsanların özgür yaşama evrensel arzusunun coğrafî sınırı yoktur... «kendi hayat
tarzımızı» dünyanın geri kalan kısmına daima örnek olarak sunmalıyız.»
Amerikan demokrasisi ile ilgili bu iri sözler, Amerikalıların
geleneksel hak ve özgürlüklerinin en şiddetli saldırılara uğradığı bir sırada
edilmiş olmasaydı bile, dünyanın geri kalan kısmına pek öyle örnek olamayacak
olan Amerikan «hayat tarzı»nın bir temel yanını ortaya seriyordu.
15 milyon Amerikalının, yani her 10 Amerikalıdan birinin, tâ
doğumundan başlayarak ikinci sınıf bir yurttaş olmaya, bütün hayatı boyunca,
düzenli olarak baskıya, hor görülmeye ve en korkunç zulümlere mahkûm
edilişinin yüz kızartıcı ve korkunç durumu idi bu...
Amerika Cunıhuriyeti'nin, insanların eşitliği ilkesi üzerine
kuruluşundan birbuçuk yüzyıl ve Kölelikten Kurtuluşun Bildirisinin
imzalanmasından hemen yüzyıl sonra kara derili yurttaşlar, savaş sonu
Amerikasında, birçok bakımdan savaş öncesi Almanyası'nda Yalıudile- rİnkine
benzer şartlar altında yaşıyorlardı,
Harry Hayword, 1948'de Amerika’daki zencilerin durumları ile
ilgili «Zenci Kurtuluşu» adlı kitabında, «Belki de Güney Afrika'dan başka bir
ülkede ırk, bir halkın sosyal - ekonomik baskı altında tutuluşunda bu kadar
önemli bir rol oynamam ak tadır...» diye yazıyordu. Kölelik belki kalkmıştı
ama yerine bir kast sistemi gelmişti. Bunun amacı, kara derili insanları, şu ya
da
bu
tarzda, beyazlardan aşağı ya da onlara bağımlı bir duruma sokmaktı. Kullanılan
usuller, linçten ve beyazların hoyratça davranışlarından başlıyor, polis ve
mahkemelerde uygulanan kanunsuz işlemlerden geçerek kast üstünlüğünün
belirtileri sayılan gelenekleri zencilerden korumaya ve onlar ile iyi
ilişkiler kurmamaya kadar gidiyordu.
Yeni Yol devresi boyunca ve özellikle savaş süresince bu
kast sistemi sarsılır gibi olmuştu. En çok C.I.O. içindeki ilerici sendikaların
itişi ile kara derili on binlerce kadın ve erkek, o güne kadar kendileri için
imkânsız olan kalifiye işçi görevleri elde ettiler. Ve, silâhlı kuvvetlerde
el emeği ihtiyacı arttıkça, ordunun bazı kısımlarında siyahların kullanılmasına
karşı olan geleneksel ırk ayırımcılığı hissedilir derecede gevşedi ’).
Bununla beraber, zaferden sonra, eski politika çok geçmeden
yine uygulanmaya başlandı. 1546 yazında Ordu artık siyahları askerliğe kabul
etmiyordu; birkaç ay sonra Deniz Kuvvetleri'ndeki bütün siyahlar terhis edilmek
ya da mutfak hizmetlerine geçmek şıkları arasından birini seçmek zorunda
bırakıldılar.
Fabrikalarda, ilk yol verilenler, işe en son alınmış olan
siyah işçiler oldu. 1945 Temmuzu ile 1946 Nisam arasında siyahlar arasındaki
işsizlik, b ey azlar mk inden iki misli hızla arttı. Kongre, 1946 Mayısından
sonra, Bons Office Komisyoııu'na, çalışması için gerekli parayı vermiyordu
artık. Komisyon, son raporunda:
«Savaş süresince siyah, MeksikalI ve yahudi işçiler kullanma
konusunda elde edilen
(1) Savaş süresince siyahların
kazandığı zaferlere rağmen -ve bu, Amerika'nın savaş gücünün en göze çarpan
zıtlıklarından bîri olmuştur - hemen bütün siyahlar özel birliklerde kullanılmışlardır.
Siyah askerlerin ölme haktan vardı ama, beyaz askerlerle birlikte savaşma
hakları yoktu.
başarılar,
ırk ayrımı entrika la rınm alabildiğine artışı yüzünden, ortadan silindi...
Amerikan emekçilerinin, kapalı gruplar halinde bir araya gelip, sadece en zor
ve en adi işleri «pis» bir ırktan ve dinden olanlara bırakmalarım, ancak
Kongre'nin harekete geçmesi önleyebilir.»
Jim Crow kanunu yeniden hüküm sürüyordu memlekette.
Missisıpi Anayasası'ndan alınmış şu birkaç paragraf,
savaştan sonra birçok Amerikan Eyaletinde kanuni olarak kurulmuş «Jim
Crow»cıIığa dair bir fikir verebilir:
Eğitim;
Madde 8, Paragraf 207.
■
«Beyaz
çocuklarla siyah çocuklar ayrı
okullara gideceklerdir.»
Cezalar ve Hapishaneler; Madde 10, Paragraf 225.
«Beyaz mahkûmlarla siyahların elden geldiği kadar ayırılması
ve her birine ayrı davranış gösterilmesi... gerkir.»
Genel
Konularda; Madde 14, Paragraf
203.
«Bir beyazın, bir zenci veya bir melezle ya da damarlarında
sekizde bir ya da daha fazla siyah kanı taşıyan birisiyle evlenmesi kanunsuz ve
yasaktır.»
Fakat, belki de en inanılmaz durum şuydu:
«Toplumsal eşitlik ya da beyazlarla siyahların evlenmesi
lehinde kanıtları ya da teklifleri teşvik eder, halkın kabulüne sunar
mahiyetteki ya da genel bir bilgi mahiyetindeki basılı, daktilo edilmiş ya da
el ile yazılmış şeyleri basan, yayınlayan ya da yayan kişi, firma veya
dernekler, 500 dolar para cezasına veya 6 ay hapse veya mahkemenin takdir
edeceği para veya hapis cezasına mahkûm olurlar.»
Siyahların Kurtuluşu Milli Birliği, yayınladığı bir «Dünyaya
Çağrında, «Misisipi kanunlarının aynı hükümleri; Virgmia’da, Kuzey
Karolina’da, Güney Karolina'da, Georgia'da, Al abam'da, Florida’da, Lousiana’da,
Arkan- sas’ta, Oktahoma ve Teksas’ta da yürürlüğe girmiştir» diyordu. «Daha az
sıkı da olsa buna benzer bazı kanunlar, Dehvare’de, Batı Virginia’da,
Kentucky'de, Tennes- see ve Missouri’de yürürlüktedir... Sekiz kuzey Eyaleti
(Kaliforniya, Kolorado, İdaho, Nebraska, Nevada, Ore- gon ve Utah) beyazlarla
siyahların evlenmelerini kabul etmemektedir...»
Çağrı
şöyle devam ediyordu:
«Okul Öğrencileri arasındaki ırk ayrımı, yirmi Eyalette kanun
hükmüdür. Sağır, dilsiz ve körler için üç Eyalette ayrı okullar yapılmıştır...
Florida’da, siyah öğrencilerin okudukları kitaplar özel dükkanlarda satılmak
zorundadır.
On dört Eyalette kanun, trende vagonların ayrılmasını
emreder... Sekiz Eyalette, bekleme salonları da aynı şekilde ayrı olmak
zorundadır. On bir Eyalette, otobüslerde de kanun aynı ayrımın yapılmasını
emreder; ve on Eyalette bu hüküm bütüıı öteki taşıtlarda da uygulanır...
Bazı kanunlar; hastanelerde diğer ırklardan hastaların
beyazlardan ayrılmasını emreder. On bir Eyalette, akıl hastalan bile ırklarına
göre sınıflandırılmak zorundadır...
On bîr Eyalette, eza ve Islah kurumlan, ayrı olmak
zorundadır...
Kanun, daha sayılamayacak birçok durumlarda ırk ayrımını
gerektirir. Verilecek birkaç örnek, kanunla zorlanan «Jim Crow» cılığm nerelere
kadar uzandığını açıklayacaktır: Oklahoma’da, siyahlar için ayrılmış telefon
kabineleri olması gerekmektedir; Teksas’ta, bir kanunla, boks maçlarında beyazların
siyahlarla boy ölçüşmesi yasaklanmıştır;... Güney Karolina'da siyahlarla beyazlar
aynı atölyelerde, dokuma fabrikalarında çalışamazlar; giriş ve çıkış saatları,
aynı kapıdan işliyorlarsa, aynı saatlere rastlatmanı az.»
Savaş sonunda 5 milyon zenci, Güney’in «Zenci Surları»
içinde çoğunlukla köleliğe terkedilmiş bir halde ya-- sıyordu; bir
kısmı, istekleri dışında, büyük pamuk plantasyonlarında ırgatçılık, çiftçilik
ediyordu. Güneyin on iki Eyaletine uzanan bu «Zenci Sur'u» içinde zenciler
yüzde altmış çoğunluktaydılar fakat birçoğu oy hakkından yoksundular.
Zencilerin oy vermelerine engel olmak için oy vergisi ve daha birçok «kanunî»
yollardan başka, korkutma ve linç gibi çeşitli usuller kullanılıyordu...
Kuzeyde de vardı bu «Zenci Sur’ları», Kuzeyin bütün büyük
şehirlerinde zenci sakinlerin çoğunluğu, müthiş kalabalık ve korkunç
Ghettolara kapatılmıştı: bunlar, yıkıntı halinde yoksul evler ve koca koca
farelerin istilâ ettiği iğrenç barınaklardan meydana gelmiş mahallelerdi.
Chicago’nun Zenci Sur’ları içinde nüfus yoğunluğu kilometre kare başına 34.600
idi; oysa sağlık makamları en fazla yoğunluğu 13.460 olarak testip etmişlerdi.
Harlem'de, bina başına ortalama insan adedi 3781 idi. Architectural
Forum dergisi, Harlem'deki nüfus yoğunluğundan söz açarak,
«bu hesapla, bütün Birleşik Amerika nüfusu New Yorkun yarı büyüklüğündeki bir
alana yerleştirilebilirdi» diyordu.
Zenciler, kimi zaman şiddete varan «meşru» ve gayrimeşru
yollardan bu zenci surları içine kapatılmışlardı: Tıpkı yahudilerin, Varşova
Ghettosu içine kapatılışları gibi. Yalnız Chicago'da, 1944 ile 1946 arasında,
beyaz mahallelerinde yerleşmek isteyen zenciler elli dokuz kere saldırıya
uğradılar - beş kere tabancalı, yirmi iki kere taşlı ve yirmiden fazla yangın
bombalı saldırı. Suçlular hiçbir zaman cezalandırılmadı.
Eğitim Servisi’nce yayınlanmış bir raporda, I, C. Brown,
Amerika'nın çeşitli kısımlarında zenci Ghetto- larındaki hayat şartları
konusunda şöyle diyordu:
«...Şehirlerde, döşenmiş yollar, havagazı boruları,
kanalizasyon ve polis hizmetleri, zencilerin kabul edildiği bir tek hastane yoktur;
sağlık merkezleri ve doğum evleri, varsa bile, daima içler acısı bir
durumdadır.»
Chicago’da ve New York'ta zenciler arasındaki veremli oranı,
1947’de, beyazlardaki nden beş kat daha fazla idi. Newark'ta ve New Jersey'de
bu oran hemen hemen yedi kattı.
Doğum sırasında ölüm oranı, zenci anneler arasında,
beyazlardakinden iki kat daha fazlaydı. Çocuk ölümü, zencilerde,
beyazlardakinden yüzde yetmiş daha yüksekti.
Ortalama yaş, zenci Amerikalılarda, beyaz Amerikalılar dakin
d en, ortalama olarak on yıl daha kısaydı.
(îı,ot‘j.’,ia senatörü ve Georgia Yüksek Mahkemesi
eski iiyı/.si VVaUcr F. George, Liberty
dergisinde yayınlaman bir yazısında: «Niçin inkâr etmeli ya da Ö2Ür
bul- ın:ıya k;ıl kısmalı?» diyordu. «Federal Anayasa’nın metli i no sadık
kalmaya çok dikkat etmişizdir ama, zencileri beyazlarla eşit olduklarına
inandırabilecek maddelerin ve kuralların ruhunu çiğnemekte de tam bir başarıya
ulaşmışızdır. Hem, aynı şekilde devam da edeceği/.!»
District of Columbia Yüksek Mahkemesi hakimlerinden Wandell
Philipps Stafford, bir gün şöyle demişti: «Bir ülkenin başkenti, bizde olduğu
gibi deniz seviyesinde de bulunsa, mecazi anlamda, her yerden görülebilen bir
yükseklikte kurulmuş olmalıdır... bir sembol olmalıdır başkent, büyük Cumhuriyeti
taçlandıran bir sembol.»
Beyaz granitten muazzam binaları, dev anıtları ve kenarları
ağaçlıklı geniş bulvarlarıyla Washington, savaştan sonra, Amerikan
Cumhuriyeti’nin büyük geleneklerinin değerli bir sembolü olacağa benziyordu.
Fakat, Birleşik Amerika başkentinin sahte güzelliği ve ağırbaşlılığı, aldatıcı
bir sıvadan, dış görünüşten başka bir şey değildi. Bu güzellik ve
ağırbaşlılığın altında, ırkçı peşin hükümetlerden, ırk ayrımından ve
Nazilerdeki gibi, derisi beyaz olmayanların bilerek hoş görülüp aşağılatıl-
masmdan meydana gelmiş pis bir çamur gizliydi.
Beyaz Ev’in iki adım ötesinde ve Lincoln'un saygı uyandıran
görkemli mezarının gölgesinde, 25.000 yani şehir nüfusunun dörtte birinden
fazla zencinin kendi başlarına terkedilmiş yaşadıkları korkunç bir Ghetto
uzanıyordu.
Kendi öz ülkelerinin başkentinde zenci yurttaşlar, «beyaz» otellerine,
lokantalarına ve tiyatrolarına hattâ büyük mağazalarına sokulmuyorlardı; ayn
okullara devam etmek, ayrı hastanelerde bakılmak mecburiye tindeydiler; bazı
sandviççilerde bir şey yerken oturma haklan bile yoktu.
1947'de Washington'da bir köpek mezarlığının sahibi, bundan
böyle zencilerin köpeklerinin bu mezarlığa gömülemeyeceğini bildirdi.
Zencilerin köpeklerini de kabul etmekte devam ederse beyaz köpeklerin hakarete
uğramıyacağını bildiği halde, beyaz müşterilerinin, kendi ölü köpeklerine
hakaret edilmesine tahammül edemediklerini söyledi...
Bir Hintli, Birleşik Amerika başkentinde bir yolculuktan
sonra şöyle diyordu: «Washington'da bir zenci olmaktansa, Hindistan’ın kast
sisteminde bir parya olmayı yeğ tutarım.»
1948 Kasımında yayımlanan, «Washington’da Irk Ayrımı, Başkentteki
Irk Ayrımı Üzerine Millî Komite Raporu» adlı broşürde şu nokta belirtiliyordu:
«Dışişleri Bakanlığımızın, yabancı ülkelerdeki
temsilcilerimizin hareketlerini sınırlayan ülkelere sert protesto notaları
gönderdiği zamanlar olmuştur. Fakat Washington renkleri sebebile
uğrayabilecekleri hakaretlerden korumak için yabancılara refakat edilmesi
gereken, dünyanın tek başkentidir.»
Rapor, beyaz olmayan bazı yabancıların Washing- ton’da başına
gelenleri daha iyi anlatabilmek için birkaç örnek veriyordu:
«Savaş sırasında bir Afrika Ülkesinin Dışişleri Bakam,
Birleşik Amerika Dışişleri
Bakanlığınca
Washington'a davet edildi; Bakanlık, misafir için, otelde bir daire ayırtmış-
tı. Fakat misafir, gece geç vakit gelince otel müdürü kabul etmedi kendisini.
Gece yatağından kaldırılan, Dışişleri Bakanlığından bir memurun, otel müdürünü
telefonla, «olağanüstü şartlar ve savaş» sebebile bakanı kabul etmeye ikna
etırvesi gerekti.»
«Porto-Riko'lu önemli bir senatör, sık sık Elçi’yi görmeye
gelirdi ’WashingtonJa; Elçi, ona yatacak ve yemeklerini yiyecek bir
yer sağlamak için bin türlü dolap çevirmek zorunda kalırdı. Bir defasında
senatör, Alek- sandria ailesince kabul edilmişti. Bir başka sefer, Porto-Rıkoiu
bir gazeteci evine götürmüştü onu. Nihayet elçi çaresiz kalınca bir gün,
senatör, elçinin bürosunda bir kanape üzerinde uyumak zorunda kaldı.»
«Panamalı bir katolik, Washington’da bir katolik kilisesine
gitmişti. Tam dua etmek üzere diz çökerken bir rahip yaklaştı yanına ve yazılı
bir kâğıt uzattı. Kâğıdın üze> rinde bir zenci kilisesinin adresi yazılıydı.
Rahip, zenci katoliklere ayrılmış kiliselerin de bulunduğunu ve oralarda iyi
kabul göre* ceğini söyledi ona.»
Fakat genellikle VVashington'da, siyah derili yaban^ cılarla
zenci Amerikalılar arasında fark gözetiliyordu. KomiteJnin Raporunda
şu satırlar da yer alıyordu: «Başkent mağazalarının ve lokantalarının çoğu,
zenci Amerikalılarla yabancıları ayırabilmenin ve sonunculara beyaz davranışı
göstermenin önemini kavramış durumda* dır... Çok kere, bir siyah yabancı,
diplomatik pasapor*
tunu
ya da kendisinin Amerikalı olmadığını belirten bir belge göstermek suretile
oturup yemek yiyebilir.»
Amerika başkentindeki ırk ayırımı, sadece zenci Amerikalılara
uygulanan bu ayrıcalık değildi.
Washington Gayrim en kul ler Konseyi Kanunu’ıı un bir cümlesi
şöyle bir şart koşuyordu; «Bir beyaz bölgesinde hiç bir mülk, beyaz olmayan
ırktan kimselere satılamaz, kiralanamaz, salık verilemez ya da teklif edilemez.»
Washington Post'ta
yayımlanan, «Zenci Barınakları Sorunu. Gecekondu Rekoru Başkentte» adlı
yazısında Agnes E. Meyer, Washington'un zenci Ghetto’sunu şöyle anlatıyordu:
«Yolculuğum sırasında... însanın hayâl edebileceğinden çok
daha kötü konut şartları gördüm. Fakat ne Detroit'in zenci gecekondularında,
hattâ ne de güney şehirlerinde, bizim Wasbington'tîmuzun dar sokaklarındaki
kadar korkunç bir sefalet içinde yaşayan yaratıklar görmedim.
Sadece evler bölünmekle kalınmamış, fakat daha çok insan
alsın diye, hayvanların bile barınamayacağı kadar pis küçük odalara da
kartondan bölümler yapılmıştı.
Burke's Court’ta 14 kişi bir tek odada üstüste yığılmıştı; Dokuzuncu
Caddede ufacık bir evde 19 kişi oturuyor, bir kadın üç çocuğuyla birlikte
toprağın altında yaşıyordu
Beş ya da altı kişinin bir tek odada, hattâ aynı yatakta
uyuyarak yaşaması kolay rastlanır olaylardandır...»
District of Columbia nüfusunun yalnız yüzde otuzu zenciydi,
fakat kötü konut şartları içinde yaşayanların yüzde yetmişi ile, veremden
Ölenlerin yüzde altmış dokuzu zencilerin arasında bulunuyordu.
Zencilere karşı uygulanan bu ırk ayırımı tedbirlerine,
savaştan sonra Washington’da sadece göz yumulmakla kalınmamış hattâ hükümet
tarafından bunlar desteklenmiştir de.
Başkent'te ki ırk ayırımını incelemekle görevli Milli
Komite’nin sözlerile söylersek:
«Birleşik Amerika Hükümeti’nin en yüksek kişileri...
siyahlara karşı yürütülen bu şüpheli kampanyaya katılmışlardır.
Birleşik Amerika Hükümeti, kendi ilkeleri, görevi,
kararnameleri ve emirlerine rağmen, başkentte yaşayan siyahlara çalışmada hak
eşitliğini sistemli olarak reddediyor böy- lece şehirde ve bütün ülkede ırk
ayırımına örneklik ediyor.»
Savaştan sonra hükümet daireleri, bir kere daha, zencilere en
aşağı seviyelerdeki memurluk görevleri verdi. Dışişleri, Adalet
bakanlıklarında. Krediler Bürosu’- nda. Federal Ticaret Komisyonu’nda ve Devlet
Bankasında zenci memurlar en düşük yerlere sürüldüler. Sayım Bürosu'nda,
devlet basımevlerinde, gravür ve basım görevlerindeki zenci memurlann çoğu, en
az ücretli işlere veriliyor ve beyazlardan ayrı bürolarda çalıştırılıyorlardı.
Savaştan sonra Washington’da hükümetçe izlenen ırkçı politika
öyleydi ki, Başkentteki ırk ayırımım inceleyen Milli Komite, Raporunun sonuç
kısmında şöyle yazıyordu:
«Hattâ şu anda bile Federal Hükümet, ülkede herkesten çok,
kişiyi kölelik şartları içinde yaşatmaktır. Bunun sorumlusu, tamamen hükümetin
kendisidir; çünkü, bugün Washington'da bir çeyrek milyon zenciyi yurttaşlık
haklarından yoksun bırakan zincirleri kırma gücünü o, sadece o elinde tutmaktadır.
Ve daha kötüsü. Hükümetin, bu zincirlerin daha da
sıkılmasında payı vardır. Ancak Anayasa dışı sayılabilecek gayelerle mahkemeler,
siyah derili insanların Ghettolara atılmasına yardım etmiştir. Devletin,
yerleştirme, konut ve yapı büroları bu girişime katılmıştır. Başkanın tâyin
ettiği il komisyonları ve diğer hükümet temsilcileri, siyah derili insanların belediye
hizmetlerine, okullara, hastanelere ve eğlence yerlerine girmelerini
yasaklayarak bu kuralın dışında kalmamıştır. ..
insanlar üstün ırk kanununa göre bölündüğü zaman, özgürlük
ve adalet imkânsızlaşır. Ve bu, fyer yerden daha açık olarak başkentte
kendisini göstermektedir...»
25 Şubat 1946 sabahı, Küçük Columbiya (Tennessee) şehrinde,
askerden yeni gelmiş 19 yaşındaki zenci denizeli James C, Stephenson, annesile
beraber, tamir için bıraktıkları radyolarını almak üzere Castner
and Knot adlı tamirci dükkânına girdiler.
Bayan Stephenson, on üç dolarlık tamir ücretini ödedi.
Radyosunu çalıştırmak istedi ama çalışmadığını gördü. «Ne bu?» dedi, «On üç
dolar ödüyorum da radyom yine çalışmıyor!»
Bir zencinin, kendisiyle böyle konuşmasına sinirlenen
tamirci William Fleming, tehdit edici bir hareketle tezgâhın gerisinden çıktı
ve Stephensonlara dükkânı terketmelerini emretti. Onlar dışarı çıkarlarken
satıcılardan biri James Stephenson’a arkadan vurdu. Aynı anda Fleming, Bayan
Stephenson'un üzerine atıldı ve dövmeye başladı.
Zenci delikanlı, Fleming'in üzerine atıldı ve bir yumrukta
vitrine fırlattı onu. Komşu bir dükkândan bir bakkal koşarak çıktı: «Gebertin
şu pis zencileri!» diye bağırıyordu. Ve kalabalık toplandığı sırada birisi bağırdı;
«Neden linç etmiyoruz şunları?»
Bu sırada polisler yetişti, polislerden biri sopasını genç
Stephenson'a doğru kaldırdı. Bayan Stephenson: «Oğluma vurmayın» diye bağırdı.
O zaman polis döndü ve ona da vurdu.
Ve
Stephenson’lar tutuklandılar.
Emniyette, Komiser tutuklulara sordu: «DÖğüşüyor muydunuz?»
«Evet»
diye cevap verdiler.
«Suçlusunuz»
dedi komiser, «Elli dolar.»
Bir adam koşarak emniyete geldi. «Dışarıda kalabalık
toplanıyor,» dedi, «linçten bahsediyorlar.»
Komiser, Stephensonları oranın cezaevine şevketti ve
kapattı...
Bu arada, C. Hayes Denton adlı bir yargıç, Stephen- sonlar
aleyhine «öldürmeye teşebbüs ve kırık bardak parçası gibi tehlikeli âlet
kullanmaktan» bir ipucu bulup buluşturmuştu. Denton, Stephensonları ancak
3.000’ er dolar kefaletle serbest bırakabileceğini söyledi.
Öğleden sonra şerif, Julius Blair adında bir zenci iş adamına
telefon etti: «Halk linç etmeden Önce bir çek imzalayıp bunları buradan
çıkarmalısınız,» dedi, «Halk ancak böyle dağılacak.»
Akşama doğru tüfekli tabancalı yüzlerce kişiden meydana
gelmiş bir kalabalık Columbiya mahkeme binasının önünde toplanmıştı. İçki
şişeleri elden ele dolaşıyordu kalabalıkta. Birkaç konuşmacı kalabalığı «bu
pis zencileri bulmak için» onların özel mahallesine -Mink Slide’a- gitmeye çağıran
konuşmalar yaptılar.
Fakat kalabalık, zenci mahallesine yürümek fikrile harekete
geleceğe benzemiyordu. Bir söylenti yayıldı ortalıkta: Almalılardan ve
Japonlardan aldıkları silâhlarla ve diğer ganimetlerle donanmış eski muharip
zenciler saldırıyı püskürtmek için harekete geçirilecekti...
Mink Slide'da bir grup zenci, birçok eski muhariple birlikte
kapı kapı dolaşıp herkese evlerine kapanmalarını ve sokağa çıkmamalarını
tenbih etti. Eski muharipler, son anda ailelerini ve evlerini savunmaya yarayacak
bir iki av tüfeği, iki tüfek ve birkaç tabancadan ibaret silâhlarım
hazırlamışlardı.
Karanlık basarken, Mink Slide'da hemen hiç bir hayat
belirtisi görülmüyordu. Birkaç bekçiden başka kimsenin bulunmadığı sokaklar
bomboştu. Kapılar ardından sürgülenmiş, pencere kanatları kapanmıştı. Çocuklar
arka odalara ve tavan aralarına saklanmıştı. Bütün mahalle ıssız, karanlık,
endişeli bir bekleyiş içindeydi.
Gece basınca, Mink Slide'ın civarında beyazlarla dolu
arabalar dolaşmaya başladı. Gecenin içinde aralıklı ateş sesleri duyuluyordu;
arabadakiler karanlık içindeki binalara rastgele ateş ediyorlardı. îçinde dört
polis bulunan bir araba geldi Mink Slide’a, Arabanın üzerinde polis arabası
olduğunu belli edecek hiç bir işaret yoktu; karanlıkta saldırganlar tarafından
görülünce, bir ses duyuldu: «İşte ordalar!» Bir yaylım ateşi oldu. Ateşe
tutulan polisler bir yarım tur yapıp şehrin merkezine kaçtılar,
işte o zaman Columbiya Belediye başkanı, o sırada
Nashville’de bulunan Vali McCord'a telefon etti ve Co- lumbiya’ya acele destek
kuvvet göndermesini istedi.
Şafaktan önce bir makineli tüfek bölüğü ile birlikte 500
eyalet muhafızı tam bir askeri donanımla Columbiya’ya doğru yola çıkarılmıştı.
Eyalet muhafızları, Tuğgeneral Jacob Dickinson’un komutasında idiler. Coîum-
biya'da, Eyalet Emniyet Müdürü Lynn Bomar'ın idaresindeki yetmiş beş polis
diğer birliğe katıldı.
General Dickinson, bütün gece yerlerinden ayrılmamış olan
silâhlı beyazların dikkatini çekmeksizin adamlarını Mink Slide'ın çevresine
yaydı. Daha sonra generalin gazetecilere söylediğine göre, böylelikle
«zenciler kuşatılmış oldu.»
Zenci
mahallesine hücum sabahın beşinde başladı.
Saldırı, tam askerce yönetildi. Polisler, makineli tüfekler,
otomatik tüfekler ve karabinalarla yolları açıyordu, Onların peşinden, sıkı
saflar halinde miğferli, süngü takmış muhafızlar geliyordu. Evlere ve dükkânlara
yaylım ateşi açılıyor, askerler duman içindeki sokaklardan ağır ağır
ilerliyorlardı.
Nashvitle Banner
gazetesi bu saldırıyı şöyle anlatıyordu:
«O sabah polisler Mink Slide’a ya da «Zenci Sımrı»na gelir
gelmez, makineli tüfekleri ve karabinaları ile mağazalara saldırmaya
başladılar. Vitrinler parçalandı, kapılar söküldü ve bütün bürolar talan
edildi...»
Columbia Daily Herald'da
Tom Ketterson ve Paul Page, «Bu sahne, eski muhariplere, zaferden sonra bir
Avrupa
şehrinden geçen Amerikan askerlerini hatırlatıyordu.» diye yazıyordu.
Fakat Atlantik ötesi Amerikan birliklerinin askerî taktiği
ile Mink Slide saldırganlıklarının taktiği arasında büyük fark vardı. «
Lynching and Frame-up in Ten- nessee»
adlı broşürde Robert Minor'un hatırlattığına göre:
«...Sadece zencilere ait olan yerler talan edildi; hiç bir
beyazın mağazasına dokunulmadı; bu halile saldırı, yahudi mahallesine yapılan
bir nazi saldırısına benziyordu.»
Emniyet Müdürü Lynn Bomar’m kendi komutası altındaki
polisler, mobilyaları parçalayarak, yiyecekleri ve eşyayı sokaklara fırlatarak
zenci mağaza, lokanta ve bürolarını istilâ ettiler. Camları, tabelâları
makineli tüfeklerle taradılar, kasaları kırdılar ve içindekileri ceplerine
doldurdular.
Polisler, kapıları sökerek apartman
dairelerine ve evlere girdiler. Kadın, erkek, çocuk demeden bütün içer-
dekileri aydınlatılmış sokağa çıkardılar. Tüfek dipçik- lerİle dövdüler onları,
eller yukarda Öylece beklemelerini emrettiler. Sonra uzun bir kuyruk halinde
şehrin sokaklarından geçirilerek hapishaneye götürüldü zenci tutuklular... -
Öğleyin, Vali McCord, Columbiya’ya geldi. Belediye
yetkililerile alelacele yapılan özel bir toplantıda, linç kelimesinin bir daha
ağıza alınmaması konusunda anlaşmaya varıldı. Bu olay, resmen, tam zamanında
bastırılmış «silâhlı bir zenci ayaklanması» olarak gösterilecekti. Vali’nin
sekreteri Bay ar t Tarpley, gazetecilere, zencilerin bir süredir «Eyaletin
köşe bucağından» silâhlar satın aldıklarını öğrenmiş olduğunu söyledi.
O gün Columbia
Daily Herald’da şunları yazıyordu: «Zenciler,
egemen bir halkı asla boyunduruk altına alamazlar; yapacakları en iyi şey,
aklı başında siyahların bunu tez elden anlamalarıdır...»
Bütün Amerika'da gazeteler, Tennessee'de Columbi- ya'da
«Zenci Ayaklanmasına dair başlıklarla çıkıyordu.
Yetmiş zenci tutuklandı; aralarında çoğu öldürmeye
teşebbüsle suçlandı. Denton, 5.000'er dolar kefalet akçesi biçti her birine:
yani tüm olarak 350.000 dolar.
Tutuklanan zencilerin ilk soruşturması bile hapishanede
yapıldı. Tutuklular birer birer hücrelerinden çıkartılıyor, sıkı korunan uzun
koridorlardan geçirilerek, her zaman şerifin yemek salonu olarak kullanılan bir
odaya kabaca itiliyorlardı. «Konuşurlarsa» ve komplo hakkında bütün
bildiklerini söylerlerse kendilerine iyi davranılacağı söyleniyordu. Fakat
bütün kandırmalara, tehditlere, işkencelere rağmen hiçbir mahpus «konuşmadı»...
28 Şubat günü üç mahpus, şerifin yemek salonuna götürüldü,
William Gordon, James Johnson ve Napoleon Stewart idi adları; Polisin diliyle
«inandırıcı cevaplar» veremedikleri uzun bir soruşturmadan sonra üç adam,
yardımcı şerifler ve askerler tarafından bitişikteki bir büroya alındılar.
Birden, bir makineli tüfek sesi
duyuldu.
Gordon ve Johnson, King’s Daughter hastanesine götürülürken
yaralarından kanlar fışkırıyordu. Hastanede kendilerine kan verildi fakat
yatırılmadılar; Was- hington
Posf'un deyimiyle, bu hastane «bir beyaz hastanesi» idi çünkü. İki adam
Nashville'e götürülürken yolda öldüler.
Her yandan, hükümetin duruma el atmasını isteyen dilekçeler
yağıyordu. Aynı zamanda bir Büyük Federal Jüri, Coîumbiya olayları ile ilgili
bir soruşturma açmaya çağrıldı.
Jüri
üyesi olarak tâyin edilen bütün kişiler, beyaz’dı.
îki aylık soruşturmadan sonra jüri, ortada «medenî hakların
çiğnenmesi» diye bir şey olmadığını ve Colum- biya’da güya bir linç teşebbüsü
olduğunu gösteren hiç bir delil olmadığını bildirdi.
«Büyük Jüri, «Komünist basında» çıkan «suçlayan yazıl ar »a
karşı sert cevaplar verdi...
Fakat millî basın, Büyük Federal Jüri'nin kararlarını
yayınlarken, Adalet Bakanı Clark’ın tâyin ettiği ve bütün duruşmalara başkanlık
etmiş olan yargıç Elmer D. Davies'e ait son derece ilgi çekici bir olayı atlamıştı.
Bu olay, şuydu: Yargıç Davies -19 Temmuz 1919'da New
York Times’ta çıkan bir habere göre - Ku Kluks
Klan'ın üyesiydi ve kendisi de saklamıyordu bunu.
6 Haziran 1947’de Life
dergisi, «Linç Güneyin Tarihini Zenginleştirdi» adlı yazıda, Güneydeki
zencilerin «adalete kavuşturulmasında atılan adım»dan duyduğu sevinci
anlatıyordu.
Güney Carolina'da Greenville'de, geçen yılın Şubat ayında bir
beyaz taksi şoförü öldürülmüştü. Mahalli makamlar derhal Willie Earle adında
bir zenci gencini yakalamışlardı, Lif
e’da. şöyle yazıyordu: «Ertesi sabah erkenden bir grup
taksi şoförü, Earle'i bulmak için hapishaneye gittiler. Hapishaneden alıp
yakınlarda bir yer olan Pickens'e götürdüler onu. Dövmeye başladılar, tek*
melemeye, dipçiklerle vurmaya. Sonra beş yerinden bıçakladılar, bacağından iri
bir parça kestiler, en sonra da üç kurşunla beynini dağıttılar.»
Linçe katılanlardan yirmi altı kişi yargılandı. Jürinin
verdiği karar, «suçsuzdurlar» oldu.
Sanıkların salıverilmesinden sonra, tabanca ile Ear- Ic'ın
beynini dağıtmış olan R. C. Hunt, bir eğlence düzenledi ve orada: «İki yanlı
bir adalet oldu bu» dedi. Yine linçe katılanlardan biri olan Duran Keenan, basına
şunları açıkladı: «Bu ülkede bugüne kadar olmuş olan en güzel şeydir bu.»
Life dergisi, olay üzerindeki
izlenimlerini verirken dâvayı doğruluyordu, çünkü «ilk defa olmak üzere, kaba
bir linçin üzücü hikâyesi, adaletin kayıtlarına geçmişti.»
«Dokuz gün süreyle, en büyük ciddiyetle yargılandılar...
Dâva, insanların renkleri ne olursa olsun, kelimenin tam anlamı ile demokrasisinin
var olduğunu düşünenleri kandıracak gibi bitmedi... Ama yine de tarihe bir
bölüm daha yazılmış oldu. Şurası belliydi ki, artık linç çeteleri Güney'i
kendileri için emniyetli bir yer sayamazlardı, ya da hiç olmazsa linç olayları
tamamen gizli kalamayacaktı artık.»
13 Ağustos 1947’de, Life’daki
yazının çıkışından iki ay sonra New York Times «Georgia İlerliyor» adlı bir
başyazı yayımladı. Yazıda, Georgia'da, Brunswick yakınındaki Anguilla
hapishanesinde sekiz zenci mahpusun öldürüldüğü söz konusu ediliyordu.
11 Temmuz 1947'de Anguilla kampından bir grup zenci, çıngıraklı
yılanların çok bol bulunduğu bir bataklıkta çalışma emri almışlardı.
İçlerinden bazıları çekindiler ve kendilerini korumak için çizme istediler;
fakat gardiyan H, G. Wortlıy, hiddetle, kampa dönmelerini emretti. Hapishanenin
demir parmaklıkları Önüne gelince, «elebaşılar» olmakla suçladığı beş mahpusa
ileri çıkmaları emrini verdi. Mahpuslar itaat etmeyince Worthy muhafızlara
«Ateş!» diye bağırdı. Muhafızlar ve gardiyanlar ateş açtılar.
Beş mahpus derhal öldü. Diğer üçü ölüm derecesinde
yaralandı.
Dâva sırasında gardiyan Worthy, zencilerin «kaçmaya»
teşebbüs ettiklerini iddia etti. Jüri, gardiyanın ve muhafızların «görevde
olduklarını» ve «disiplini tutmak gayesile böyle hareket etmiş olduklarını»
açıkladı. Jü* rinin kararı şöyle devam ediyordu: «Bu adamlar zincirlenmiş
olsalardı böyle şeyler olmazdı.»
Siyah Derili İnsanların Kurtuluşu Millî Birliği ve diğer bazı
liberal kuruluşların protestolarının baskısı ile gardiyan ve dört muhafız,
medenî haklarla ilgili federal kanunları çiğnemekten hüküm giydiler. Federal
dâva sırasında savunma avukatı, adamların, hapishaneyi ele geçirmek için
hazırlanmış «komünist eğilimli bir kompIo»yu bastırmak için ateş etmek zorunda
kaldıklarını söyledi. Sekiz dakikalık bir konuşmadan sonra, yalnızca
beyazlardan kurulu federal jüri sanıkları salıverdi.
New York Times,
«Georgia İlerliyor» başîıkh yazıda şöyle diyordu:
«Güneyde her gün biraz daha sıklr.şan ırkçı baskı
kudurganlıklarının hiç olmazsa insana cesaret verici yanı, ilerisi için umut
verici tepkiler doğuruyor olmasıdır... Bütün Güneyde olduğu gibi Georgia'da da
bilinçkş- me artıyor ve özgürlük, yavaş fakat güvenli adımlarla ilerliyor.»
14 Mart 1947'de Dışişleri Bakanı George C. Marshall, Dört
Büyüklerin Moskova toplantısı sırasında şunları söylüyordu:
«Görüyorum ki, «demokrasi» kelimesi, çeşitli şekillerde
anlaşılabiliyor. Bu kelimenin Amerika hükümeti ve halkı için temel bir anlamı
vardır. Biz, insanların, ellerinden alınamaz bazı haklara sahip olduklarına inanıyoruz...
■
Bu, her ferdin, korku ve şiddet altında olmadan, kendi
arzusuna göre zekâsını geliştirmek ve ruhunu yüceltmek hakkını da içine
alır... Biz, kanunlara saygılı yurttaşların, çalışma haklarının ellerinden
alınacağı ya da mutluluğu arama özgürlük ve olanağını kaybedecekleri
korkusuyla yaşadığı bir toplumun hür olamıyacağmı düşünüyoruz.»
Bakan Marshall’ın bu sözleri söylediği aynı yıl içinde
Birleşik Amerika'da zenci yurttaşların, bu «ellerinden alınmaz haklarının»
apaçık bir tarzda çiğnenmediği pek az gün oldu, işte bu sayısız olaylardan
birkaçı:
«Atlanta, Georgia, Şubat —
Bir beyaz çetesinin, zenci papaz A. C. Epps'e beyaz mahallesini terketmesini
salık vermelerinden iki hafta sonra papazın evi dinamitlendi. Epps'in evinden
çıkarlarken beyazların polislerle şakalaştıkları görülüyordu.
Smithjield, Kuzey Carolina, Nisan —
Baltimore'da Providence hastanesinin zenci bekçisi Fletcher Martin, Kuzey
Carolina'daki evine dönüyordu trenle. Zencilere ayrılmış vagona binmek
istemeyince trenin kondüktörü, üzerine ateş etti ve öldürdü orrn. Kondüktör,
Mar- tin’e ateş ettiği sırada «meşru müdafaa» halinde bulunduğunu iddia etti.
Rocky Moumıt, Kuzey Carolina, Mayıs —
Zenci taksi şoförü Willİe Pittman'ın cesedi, Rocky Mount yakınlarında bir
küçük yol kenarında korkunç bir şekilde parçalanmış olarak bulundu. Başı
ezilmiş, kolları ve bacakları kesilmişti.
Sardis, Georgİa, Matıs —
Temple Üniversitesi’nde eski muhariplerin bursuyla okuyan Joe Nathan Roberts
adlı yirmi üç yaşında bir zenci öğrenci, bir beyaza «efendim» demediği için
öldürüldü. Katinin kılına bile dokunulmadı.
Hamilton, Georgia, Mayıs —
Henry Gilbert adında bir zenci çiftçi, Harris vilâyeti hapishanesinde polisler
tarafından öldürüldü. Başı ve kaburgaları ezilmişti.
Lettvvorth, Louisiana, Temmuz —
Bir kır bekçisiyle, ormanda sincap avlayan 83 yaşındaki William Brown adlı bir
zenci arasında ağız dalaşı oldu. Bekçi, Brown’ı ormanın kenarına çekti ve
arkadan ateş etti üzerine. Sonra yakınlarda oturan beyaz bir çiftçiye gitti ve:
«Pis bir zenciyi öldürdüm şimdi, gidin ailesine haber verin» dedi. Komiser,
tutanağında: «Öldürme haklıdır, çünkü bekçi meşru müdafaa durumunda
bulunuyordu» diye yazdı.
Calhoun, Lousiana, Temmuz —
Wesley Thomas adında bir oduncu, beyaz bir çiftçinin yanındaki işini terke t
ti; çiftçi, Thomas'ı öldürene 50 dolar vermeyi vâdetti: güya kendisini açıkça
tehdit etmişti zenci. Başka bir çiftçi Thomas'a rastladı ve öldürdü, sonra
şöyle söyledi: «Onu tam eve sığınmaya çalışırken hakladım». Komiser, bu
cinayeti «haklı bir öldürme» saydı ve katilin «meşru müdafaa halinde»
bulunduğunu söyledi.
Prentisse, Missisipi, Ağustos —
Bir linç çetesi, ırza geçme suçu ile suçlanan Versie Johnson adlı bir zenci
sı ıçı t tın itiraf ettirmek için sekiz saat şerifle İn i«l» ı ı,.ıtı\iı. Şerif ve iki yardımcısı tutukluyu
öldür-
ıllllrı i........... imla.
Şerif, müfettişe, soruşturmanın «artık
lılı
İm vı İt im İm lı ıınnıış olduğunu» söylfedi, çünkü, iki po- linin, iniı,ım
iikırıııı kapmak için ileri fırladığı bir sırada lnlııı>ıı»ıı’ıt öldürdüklerini
söyledi.
Nf ır York,
Ncw York Eyaleti, Ağustos — Savaşta
................... ^enç zcnci müzikçi Lloyd Curtis Jones, Co-
lııınİHi-,
Meydanı yanındaki Central Park’m girişinde bir Mlı.Iık f.nıpla şarkı
söylüyordu. Polis memuru Français l.eMtıire, oradan uzaklaşmasını emretti ve
elindeki copla irlıtliı elli. Jones diretti. Polis elindeki sopayla Jöne-.‘in
karasına öyle bir vurdu ki sopa kırıldı. Jones kenti Kini korumak İçin elini
kaldırdı. O zaman LeMaire ta- lıııııcasnıı çekti ve Jones’in karnına üç el ateş
etti. Jo- nes, afi.ır yaralandı, sonra da öldü. Kısa bir soruşturmadım soııra
LeMaire serbest bırakıldı.
I.ottisville, Kentucky, Kasım —
İki polis memuru, Iıir şekerci dükkânına girdiler ve George E. Kelly adlı lırr
zenciyi karışıklık çıkarmakla suçladılar. Kelly, polislerden birinin tabancasını almaya yeltendi.
Polis, Kelly'yi öldürdü, vücudunu kurşunlarla delik deşik etti. Kılına bile dokunulmadı polislerin.
7 Ocak 1947'de Başkan Truman, Kongre önünde şöyle konuştu:
«Bizim asıl gücümüz manevidir. Bazı şeylere inanan bir
milletizdir biz. İnsan onuruna inanırız.
Bir insan olarak ferdin refahına ve haklarına karşı derin
saygı duyarız.
İlk görevimiz, yurttaşlarımızın temel haklarını tamamile
güven altına almaktır...
însan haklarının ne yolla olursa olsun çiğnenmesi,
demokrasinin temel ilkelerinin ve insana verdiğimiz değerin çiğnenmesi demektir.»
Oysa aym yıl içinde, linçe karşı, vergilere karşı kanun
tasarıları Kongre'de uyutulurken, siyah Amerikalıların temel haklarının
çiğnenmesi konusunda Georgia'- da, New Jersey'de, Tennessee'de, Michigan'da
Güney Carolina'da bir sürü suç işleniyordu.
New York Eyaleti senatör seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti
adaylığına seçilmiş olan John Foster Dulles,
15
Eylül
1949 da,
«Amerika, bugünkü durumuna, halkımız, insan varlığını en
önemli ve dünyanın en değerli şeyi olarak bildiği; manevi ve fikri gelişimi,
iyi ve rahat şartlar içinde yaşama imkânı ona asil tasarılar hazırlamak ve
büyük eserler meydana getirmek cesaretini verdiği için gelmiştir.» diyordu.
Oysa, 1947 yılında belli başlı üç zenci gazetesi olan «Af
ro-American, Pittsburgh
Courier ve Chicago Def en- der'de görülebilen haber başlıklarından
bazıları şunlardı:
BİR ADAM 50 POLlS TARAFINDAN AÖIR ŞEKİLDE YARALANDI. JÜRİNİN
KONUŞUP KARAR VERMESİ BEŞ DAKİKA SÜRDÜ. POLİSLER SERBEST BIRAKILDILAR.
(Miami, Florida, 22 Ocak)
GÜNEYDE İKİ ZENCİ DAHA ÖLDÜRÜLDÜ. (Bes- semer, Alabama ve
Fort Myes, Florida, 13 Şubat)
HIR II.ORİDALI, BİR BEYAZLAR ÇETESİ TARA- IIN MAN KİK HAÇLA
DÖVÜLDÜ VE DELİRDİ. (Otlandı >, l:lın iıla,
19 Mart)
Ulu ALABAMA
YARGICI, BİR ŞERİFİ, ÖLDÜR- mi:yi; ilşebbüsle suçluyor.
polîslerİN, i Ki-
*İYİ
KIKIİAÇLA DÖVDÜĞÜ SÖYLENİYOR. (Chatta- iHiı>l’.ı, Tcmtessce, 30 Nisan)
HİU
YARGIÇ, MAHKÛMLARI KLANA TESLİM
i:i>i:n hIr georgia şerİfIne İşten
el çektİr-
l»l. (T ıvnton, Georgia, 21 Mayıs)
HİU KADINA SALDIRILDI. ALABAMALI İKİ POLİS MLMURU OLAN
SANIKLAR SERBEST BIRAKILIM I AR, (Muntgomery, Alabama, 28 Mayıs)
NI.W .JERSEY'DE KÖLELİK: ASBURY PARKTA İtIU KÖLELİK OLAYI
HAKKINDA SORUŞTURMA AÇILDI. (Asbury Park, New Jersey, 18 Haziran)
HİU TOPRAK MESELESİ YÜZÜNDEN LİNÇ. (Ho- ııMoıı, Missisipi, 16 Temmuz)
(iliNEY CAROLİNA’DA BİR BEYAZ KENDİSİNE NÖVI'N ON YAŞINDAKİ
BİR ÇOCUĞU ÖLDÜRDÜĞÜ İÇİN TUTUKLANDI. (Spartansburg, Güney Carolina, 19 Temmuz)
Ulu ESKİ MUHARİBİN KATİLİ BÎR BEYAZ ŞERHİ İST »I KAKILDI.
(îrvingtoıı, Georgia, 23 Temmuz)
CIIATTANOOGA’DA BİR EV DİNAMİTLENDİ. (Clıaikmooga, Tennessee,
30 Temmuz)
MAHKÛMLAR
KÖLE GİBİ ÇALIŞTIRILIYOR. SABIKALI GARDİYAN HAKKINDA YENÎ BİR DÂVA AÇILIYOR.
(Dallas, Teksas, 30 Temmuz)
MİSSİSİPİ’DE
BÎR ÇİFTLİKTE 140 İNSAN KÖLE GlBl ÇALIŞTIRILIYOR. (Jackson, Missisipi, 3 Eylül)
GEORGİA’DA
5 KÎŞÎ BİR ÇİFTÇİYİ LİNÇ ETTÎ. (Bainbridge, Georgia, 10 Eylül)
KLAN’IN
HAÇI WASHINGTON’DA YAKILDI. (Washington D. C. 12
Eylül)
Fakat
savaştan sonra hüküm süren bu korkunç terör, Amerikalı zencileri korkutamadı.
Yeni
Yol döneminde elde edilmiş hakları sadece korumaya değil, daha da genişletmeye
kararlı olan zenciler, her yerde sert bir tepki gösterdiler. Diğer ilerici
Amerikalılarla bırleşerek mahalle ayırımını ortadan kaldırmak, çalışmada ırk
ayırımına son vermek, bütün diğer ırkçı baskılarla birlikte siyahlara karşı
sert gösterileri durdurmak için kampanya üstüne kampanya açtılar.
Güneydeki
seçimler sırasında elde edilen olağanüstü ilerlemeler, siyahların ateşli
savaşçı ruhunu göstermektedir. Ku Kluks Klan'ın tehditlerine, polis baskısına
ve birtakım kanunî ve gayrı kanunî engellere rağmen Güney’de, oy veren
zencilerin sayısı, 1940’ın 211.000' ine karşılık 1948'de bir milyonu geçti.
Birleşik
Amerika zencileri, neyle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, insan olarak hak eşitliklerini
ve Amerikalı olarak medenî haklarda eşitliklerini kesin olarak elde etmeye
kararlıdırlar.
Nazi Radyosu müdürü ve Goebbels’İn yardımcısı liugcnc
Hadamovski, daha 38’den önce şöyle yazıyordu: «Propaganda ve kuvvet, asla
mutlak antitezler değillerdir1; kuvvetin kullanılışı, propagandanın
bir kısmı olabilir. Onun etkisini artırmak için her türlü çareye baş
vurulabilir:
Kişiyi heyecanlandıran sivriltilmiş oklar ve alabildiğine
başıboş, koyu bir propaganda; yeni taraftarlardan kurulu geniş örgütler, resmî
ya da yarı resmî kurumlar teşkili; kişisel terör ve toplu terör...»
1949 yazı süresince, komünist düşmanı propaganda inanılmaz bir
dereceyi bulmuşken, Amerika’da Eugene Hadamovski’nin tezinin uygulanışına
benzer bir olay geçiyordu.
Komünist Partisi’nin on iki idarecisi, New York Federal
mahkemesinde, Hükümeti zorla ve şiddetle tehdit etmiş olmak suçundan
yargılanırken, Amerika’da zorun ve şiddetin gerçek kışkırtıcıları seksen
kilometre kadar içerde çalışır durumdaydı.
Paul Robeson, 27 Ağustos gecesi, Peekskill şehri (New York
Eyaleti) yakınındaki Lakeland Acres’da bir açık hava konseri verecekti.
(Konser, Medenî Haklar Demeği’nin Harlem Bölümü yararına tertiplenmişti.
Anayasadaki hakların savunulması için kurulan bu örgüt, Başsavcı Clark'm
«bozguncu» örgütler listesinde yer alıyordu.)
Konserden dört güıı Önce PeekskİU
Evenİng Star gazetesi şöyle bir başlıkla çıkıyordu:
«Robeson'un konseri, «bozguncu» bir örgütü destekliyor.» Daha ileride şöyle
yazıyordu: «Tasvip anlamına gelen pasif sükût zamanı artık geçmiştir...»
Mahallî Ticaret Odası başkanı ve sözde yurtsever diğer örgütler, bu «Amerikan
olmayan» konsere hücum ettiler. Eski muharipler derneği, konser akşamı bir
yürüyüş ve bir protesto gösterisi düzenlemeye karar verdi.
Konser
yapılmadı.
Paul Robeson geldi fakat Lakeland Acres’a giremedi.
Zincirlerinden boşanmış bir kalabalık geçidi kapatıyor ve alanda herkesin
ilerlemesine engel oluyordu. Araba park yerine uzanan üç kilometreden fazla
bir yol, tampon tampona birbiri arkasına yığılmış arabalarla tıkanmıştı,
Görünürde polis memuru yoktu.
Hava kararırken, bir serseri takımı, alanda dizilmiş olan
açılır kapanır sandalyeleri parçalamaya koyuldu; onlara büyük bir ateş yaktılar
ve sonra, alana girebilmiş oln insanların üzerine çullandılar. «Hiçbiriniz buradan
çıkamayacaksınız... Yaşasın Hitler! Onun eseri tamamlanacaktır...» diye
bağırıyorlardı.
Birkaç düzine insan, hemen alanda savunma tertibi aldılar.
Saat 20.30 da içlerinden biri karanlığın yardımı ile, uluyan kalabalığın
arasında kendisine bir yol açabildi ve polise telefon etmeye koştu.
Gördüklerini daha sonra şöyle anlatıyor:
«Alanın giriş yerinden bir zenci ile iki lıryii/.m
yaklaştıklarını gördüm. Kalabalık mıhın durdurdu. Bir düzine insan zenciyi
yokuşu doğru sürdü. O ise boyuna: «Amerikalıyım ben! Bir konsere gitmeye
hakkım y<*k mu?» diye tekrarlıyordu. Birdenbire adamlardan biri ona vurdu.
O, yere yuvarlandı. Bütün serseri takımı: «Öldürün! Bilirin işini!» diye
bağırarak üzerine çullandı. Yumruklamaya, tekmelemeye başladılar. Sonra
ayaklarının altında çiğnediler. Tam bu sırada kenarda resmî elbiseli bir adam
gördü ııı. Ona, «Ne duruyorsun arkadaşım, rezalet bu!» dedim. O, «Doğru.»
dedi. «Amerika'da böyle şey olur mu?» Ve kavganın ortasına atıldı. Arabaların
arasına gizlene gizle- ııe zenciyi ormana kadar sürükledim. Yoksa oııı.ı
öldüreceklerdi sanırım.»
20 Ağustosta New
York Herald Tribüne, konsere e.iiım-k İsleyen insanların
öğradığı saldırıyı şöyle anlatıyordu:
«...Taşlardan ve odun kütüklerinden bir barikat onları
durdurdu; sonra, arabalarından inmeleri yoksa zorla dışarı atılacakları
emredildi. Erkekler sıkı sıkıya bağlandı, kadınlar saldırıcıların alayları
arasında uzaklanabildiler. Arabaların üstü, kapıları ve pencereleri taşlarla
tahrip edildi; sekiz araba devrildi. Sabahın ikisine doğru hurdacılar arabaları
aramaya geldiler.»
Nihayet polis gelip, ortalığı şöyle bir yatıştırana kadar
kavjsı saatlerce sürdü.
Olayın ertesi günü, bir pazar öğle sonu, oralarda
oturanlardan, onlara kızmış 1500 kadar insan, Katonalı'- ta Dr. Samuel Rosen’in
arazisinde toplandılar; West- chester Kanun ve Düzen Komitesi'ni kurdular ve
oybirliği ile Paul Robenson’u yeniden Peekskill’de konser vermek için davet
etmeye karar verdiler. Komite, «Örgütlü haydutluğa Birleşik Amerika’nın en
küçük bir parçasını bile terketmeyi reddederiz» diye açıkladı. «Özgürlüğümüz
ve medenî haklarımız hâlâ yürürlüktedir.»
Salı akşamı, 8.000 kişi, Peekskill olayını protesto etmek
için Harlem'de Golden Gate Ballroom’da toplandılar. Kalabalık önünde konuşan
Paul Robeson West- chester iline konser vermek için yeniden gelmek istediğini
haber verdi.
Konser, 4 Eylül Pazar günü öğleden sonra Hollow Brook Şehir
Klübü'nde verilecekti.
Konser günü yaklaştıkça Peekskill’de hava gerginleşiyordu,
Oranın eski muharip örgütleri, konserin verileceği yerin civarında muazzam bir
protesto yürüyüşü yapmaya karar verdiler. Şehir, ilânlarla ve afişlerle
kaplandı: «Feekskill'i örnek al! Amerika ayağa kalk!» Arabaların ve otobüslerin
üzerinde: «Komünizm = Hıyanet — Komünizmin desteği Yahudiler! Bunun için
Yahudilere karşıyım» yazılarını taşıyan pankartlar görülmeye başlandı, Daily
Compass, civarda tatilde olan insanların «bir hücuma karşı gece
gündüz erkeklere nöbet bekletecek kadar kendilerini tehlikede» hissettiklerini
anlatıyordu.
Konserden evvelki gece, barlarda, kahvelerde Peeks- kill'iıı
köşe başlarında gencecik çocuklar «Pis komünistlerle» «pis zencilere» ve
«yahudilere» yapacakları şeyler için açıkça s Öz veriyorlardı.
Westchester
Kanun ve Düzen Komitesi'nin ricaları ll/t tim V.tlı Ttıoıııas 1’,. Dcwey,
konser günü Peekskill'c pnlh Iılı lıkIcı i j’.öııderınek zorunda kaldı,
hnir.ru Iı-riip edenler de kendi
yönlerinden, dinli ■ v i* i İr ı iıı kmıııııııasını güven altına almak için
2.500 I.C.M di ısınanı eski muharip çağırttılar. Milletlerarası | )< I I M-
kiıscIfi'İlıT Birliği başkan yardımcısı ve Ameri duşumla yedek subay olarak hizmet görmüş
olan
I < ım Siıaııs'ııı kumandası altında eski muharipler, kon-
wı i'lıııii, i'.iiiK'şin doğuşundan az evvel Hollow Brook *.clm kliibii’ııe
geldiler. Alanı tamamen çeviren, omuz ımimi/,ı hiı savunma kordonu kurdular.
<Vleyin dinleyiciler akın etmeye
başladı. Bazıları, nllrli'i i yanlarında olarak otlar üzerinde yediler Öğle ye-
ııırj'ini. Giriş yerine yakın küfürler ve tehditler savu imayiş^i kalabalığı
tutan polis kordonu arasından
l'.'ViıIrı
. Kalabalıktan bazıları: «Namussuz komünistler, V.1İIIidiler, pis zenciler...
girin, girin, ama bir daha çıkanla ya» aksınız dışarı» diye bağırıyorlardı.
Saal 14'dc konser başladığında alanda 20.00’e yakın insan
vardı. Paul Robeson’un sesi halkı susturdu. Oriahj'i yıkarcasına alkışlar,
yankılana yankılana tâ
I
. ı e pek-re kadar gidiyordu.
Tıkışta, polis memurları arabaları ve otobüsleri sık bir ormanın içinden geçen dolambaçlı bir yola
şevkettiler. Tas, çakıl,
şişe ve tuğlalarla silâhlanmış yüzlerce adanı yol boyunca pusuya yatmıştı.
Yoldan akan arabalar, taş ve şişe yağmuruna tutuldular.
Saldırının kurbanlarından bazılarının daha sonra ya|ti ık ları açıklamalardan birkaç parça:
«Bir polis memurundan, bize taş yağdıran
bir adamı yakalamasını istedik. «Kafan parça parça olmadan arabana dön pis
yahu- <.|i!» diye cevap verdi. ;
«Polis memurlarından ve bekçilerden yardım isteyen birçok
yaralı gördüm. Onlar- sa, gülmeye, «pis ya hu d i», «pis zenci» diye küfretmeye
ve kalın sopaları ile dövmeye başladılar yardım isteyenleri. Arabalara ve
otobüslere taş atan polis memurları ve bekçiler bile gördüm.»
«Otobüste bulunan kadınlara ve çocuklara, yere yatmaları
emri verildi. Kadınlar, havada uçuşan taşlardan ve şişe parçalarından korumak
için çocukların üzerine kapandılar... Birçok serseri, otobüse biraz daha
yaklaştı ve iyice nişan alarak birkaç kadının tam başına fırlattı taşları,»
«Bekçilerden biri şöyle dedi: «Bu namussuzların işini
bitirelim artık.» Onlardan biri, benim bulunduğum arabanın önünde durdu, Nişan
aldı. Ve bir ayağı ilerde, kalın sopasını sol gözüme salladı... Gözüm kurtuldu;
sopa gözkapağımın ucunu sıyırdı. Kanamaya başladı. Polis memurları inmemizi emrettiler...
15-20 kişilik polis kordonunun arasından geçmek zorunda idim. Her biri sırtıma
veya kafama bir sopa indirdi. Beni yere yıktılar ve vurmaya devam ettiler.
Geçen hafta elimi yakmıştım, elimde sargı vardı. Bir polis bunu farketti. Elime
bastı, topuğuyla bandı sökerken yanmış parmaklarımdan birini kırdı,»
«Bir sürü külhanbeyi otobüsün önüne fırladı ve koca bir taş
fırlattılar. Taş elime geldi, bir de baktım ki, orta parmağımın üçüncü boğumu,
eklem yerinden sarkıp du-
2J8
ıtıyı.r.
hılis ve bekçiler bütün bunlar olur^ Un j'.iiU'irk seyrediyorlardı.»
fllll ‘..tvim yii/.lnvc idi. Birçok erkek ve kadın ağır tpı klMr v.tı pil.ı111ıııştı.
Illı.l.
m 1.1 /la oLobüs ve yüzlerce özel araba,
güruhun
^ n ............... acıklı izlerini
taşıyordu: camlan kırılmış,
kıi|iılıiı t sökülmüş, tamponları eğrilmişti.
Nr\v Yıa k Af;c
adlı bir zenci gazetesinin muhabiri IrtN'' M:ıitlıcws «Bu yazıyı Peekskill
cehenneminden «yııMıkı.nı lıcııüz birkaç saat sonra yazıyorum» diyordu. «K;ıliilwlı£ın
çılgm uğultusunu, atılan taşların, caminin \v ttiH.ı n vücutlarına çarpınca
çıkardığı sert ve ku- Mi ‘.i m lınla duyuyorum. Kadınların feryatlarını, çocuklunu
hiirinşlarını, çıldırmış genç adamların yapılanları tlnftm Inyaıı bağırtılarını ve küfürlerini hâlâ
duyuyorum. Jîı*|\ ta/e yaralardan akan kanın mide bulandıran kokusunu;
insanları tuğla, şişe taş ve sopaların erişimin- <1**n t csaıvlle uzak
tutmaya uğraşan arabaların ve otobüslerin ej’/.os kokusunu hâlâ duyuyorum. Her
yerde, ııvı>ı şitlıka ve kargaşalıkla yüklü ağır havayı hissediyo- ıum. Ilep
Pcekskill’i duyuyorum, hissediyorum, gözü- inim önünden gitmiyor hiç.»
Memleketi bir uçtan bir uca, bir isyan ve ayıplama dıivj •
usu sardı. Sayısız yurttaş, dinî örgüt ve sendika, linin kişiler protestoda
bulundular.
Christian
Science Monitör şöyle yazıyordu:
«...Eğer böyle bir topluluk, toplanma ve söz özgürlüğü gibi
Anayasa'da yazılı temel haklan çiğneyecek güçte kargaşalıklar çıkar-
tabiliyorsa, Amerika’da pek az şehir kendini güven içinde hissedebilir.*»
PeekskiU olayı üzerine soruşturma açılması için Westchester
Komitesi’nce daha sonra yayınlanmış olan «işte
Deliller: PeekskiU - USA» adlı broşürden bir parça:
«Size bu raporu sunanlar bu bölgede oturanlardır. Evlerimizi burada
yaptık, çocuklarımız burada okula gittiler...
Şimdi artık biliyoruz ki, bu başımıza gelen şeyin adı
faşizmdir. Artık uzak bir yerde Alman halkının başına gelmiş bir şey söz konusu
değildir. Şimdi günlük yaşayışımızı tehdit eden, kaçınılmaz ve kişisel bir şey
söz konusudur.
Buralı bir satıcı şöyle diyor: «Köyümüze mektup taşıyan genç
bekçi, üç yıldır her sabah bana gülümseyerek günaydın diyen bekçi, Robeson’un
birinci konserine saldıran kudurmuş kalabalığın arasındaydı.» - Bir yaşlı
yurttaş bize şöyle dert yandı: «On altı yıldır çocuklarımızın saçlarını kesen
bir berber, ikinci konserden çıkışta arabalara saldıran topluluğa katılmakla
övünüyor.» - Bir ana bize şöyle dedi: «Kızımızın en iyi sınıf arkadaşı ona,
Peekskill’de konser veren Ro- beson'u dinlediği için suratının tam ortasma bir
taş hakettiğini söyledi.»
Yazı şöyle bitiyordu:
«Sizin de, henüz vakit geçmeden harekete geçeceğinizi;
gözlerinizi ve kulaklarınızı gerçeğe asla kapamayacağınızı; faşizm denilen bu
çirkin belânın yurdumuz insanlarına saldırmasına ve onları hırpalamasına meydan
vermeyeceğinizi umarak bu broşürü gönderiyoruz size.»
[1] Danışma Kurulu, Harward Üniversitesi
Başkanı A. Lawrence Lowell, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Başkanı Safnuel
W. Stratton ve emekli yargıç Robert Grant'tan meydana gelmişli. Genel olarak
Lowel Kurulu adı ile tanınan kurulun görüşmeleri Harward'ın zengin ve despot
başkanının etkisi altında geçti. Joughîn ve Mirgan «Sacco İle Vanzetti'nin
vasiyetnamesi» adlı incelemede 'asalet böyle emreder' düşüncesinin derin
etkisi altındaki Yeni İngiltere züppeliğinin eşsiz bir örneğiydi bu...» dîye
yazıyorlar. «Onların kişisel peşin hü-
[2] Bergoff'un ilk marifetlerinden tipik bir
örnek: 1910'da, Phrla- delphia Rapid Transit Company, 21 senttik saat
ücretlerinin artırılması için mücadele eden 5.000 makinist ve şoförün
grevlerini kırmak için Bergoff'a başvurmuştu. Philadephia, haftalarca dehşet
içinde yaşadı. Grev kırıcılar, dükkânları yağma ediyor, evlere saldırıyor, grevcilerin
ve Philadelphia'- lıların üzerine ateş ediyorlardı. Bir gün, Bergoff'un adamlarından
bir çe/e, adamakıllı sarhoş bir durumda, iki troleybüse doluştular ve şehir
içinde, gelip geçenlere ateş ederek, bir düzüne insanı da yaralayarak şöyle bir
volta attılar. Yaraladıklarından biri, uykuda olan bir bebekti.
Sonradan Bergoff: «Grevin ilk günü adamlarımızdan
ikisi öldürüldü. Birinin cenaze masrafını üzerime aldım. Bunun bakmak zorunda
olduğu bîr de ailesi vardı,» diye açıkladı. Grev sırasında Philadelphia'da
bulunan gazeteci John Craige, Colliers'de çıkan bir yazısında anlatıyor: «Bir
Amerikan şehrinin zararsız halkına böyle sistemli, böyle kararlı, bu kadar
hoyrat ve haksız bir saldırı daha olmamıştır. Böyle büyük çapta bir yağma ve
talan daha görülmemiştir. Bir «sarı» kontrolör paranızı vermeyebilirdi. Eğer
itiraz etmeye kalkar-
[3] Pearl L Bergoff, 11 Ağustos 1947 de New
York'fa Saint- Vİncent hastanesinde öldü. Hastanenin kayıtları son bir defa
daha, onun ne kadar bos gurur sahibi, gösteriş meraklısı bir İnsan olduğunu
ortaya çıkarıyor : Bergoff, ölmeden bir hafta önce hastaneye girerken, kendini
sekiz yas genç göstermişti.
Wesfbrook Pegler,
Hearst tröstünden Front du Travail'ın günlüğünde «Onu uzun zamandan beri
tanırdım» dîye yazıyordu, «Pearl Bergoff hiç bir zaman komünistlerden yana olmadı.
O, bir kanun ve nizam adamıydı. Pearl, muhteşem bir grev kırıcı idi... Onun
Birleşik Amerika'daki herhangi bir sendika idarecisinden daha saf ve namuslu
olduğunu sanıyorum. Grev kırmak, onun İçin basit bir işti. Hiç bir zaman
demokrasiden veya insan haklarından söz açtığını duvma- dım onun.»
[4] cKızıl şebeke».
[5]
1 Acre = 4,39 dönüm genişliğinde eski bir arazi ölçüsü.
[6] Waters'în politik düşünceleri ve kişisel
ihtirası çok geçmeden açığa çıktı: Hâkî Gömlekliler adında bir örgüt kurunca
şöyle bir açıklamada bulunmuştu: «Böyle bir örgüt, akla, hemen İtalyan
faşistlerini ve Aiman nazilerîni getiriyor. Hîtler'le 5 yıl alay ettiler. Ama
şimdi Almanya'yı o idare ediyor. Savaştan önce Musolİni, politik düşünceleri
yüzünden İtalya'yı ter- ketmeye zorlanmış zavallı bir matbaacıdan başka bîr şey
değildi. Ama bugün, bütün dünyanın tanıdığı bir insan oldu.»
[7] Butler, İfadesinde, McGuİre'dan
öğrendiğine göre, General McArthur ile Hanford McNider'e, faşist darbenin
kudretli yöneticileri olarak bakıldığını söyledi.
[8] Wallace taraftarlarına karşı her yanda
yürütülen baskı, çeşitli şekillerde görüldü. Minneapotîs'te, yüksek sosyeteden
bir kadın, Eyaletteki hastanelerin durumunu İyileştirme programını tartışmak
İçin evine bir grup doktoru ve profesörü davet etmişti. Sonradan öğrendi kî,
kendisinin Wallace'a duyduğu yakınlıktan dolayı polisler toplantı süresince
evinin önünde parketmiş bütün otomobillerin numaralarını almıştı. Boston'da,
okul müdürleri, Wallace lehine listeler dağıtan barı kadınlara, siyasî
faaliyetlerine devam ederlerse çocuklarının İlerde üniversiteye girmekte bazı
«güçlüklerle» karşılaşacağını haber verdiler. Saint Louis'ds (Missouri) bir
kadına, Wal- lace lehine faaliyetlerini sürdürürse, birisinin, çok sevdiği kör
köpeğini zehirleyeceği telefon edildi. New York Eyaletinin yukarı taraflarında
küçük bir şehir olan Au Sable Forks'ta Wallace'ın en ateşti taraftarlarından ve
kendisi de Amerikan İşçi Partisi listesinden kongre adayı olan ünlü aktör Rock-
well Kent'e ait Argaard mandrası müşterileri tarafından boykot edildi. Kent,
mandrasını kapatmak zorunda kaldı.
[9] Henry A. Wallace'ın aldığı bu son derece
az oy, yalnızca, İlerici Partiye karşı yöneltilmiş uzun kampanya İle açıktana-
[10] 1948 sonuna doğru, Avrupa'ya yardım
programı uygulanmaya badanalı henüz bir yıl olmuşken, Kaiser-Frazer Automobile
Corporation'dan Joseph W. Frazer, Roma'da gazetecilere şöyle dedi: «Marshall
plânı, askerî bir yol olarak eşsiz, fakat İş bakımından yürekler acısıdır.»
1948 İle 1949 arasında Avrupa'ya yardım diye yatırılmış
10
milyardan fazla
dolara rağmen Amerikan ihracatı durmaksızın azalıyordu. Bundan başka yardım
plânından faydalanan memleketlerde işsizlik hızlı bir tempoyla artıyordu. 1948
yılı İçinde Fransa'da işsizlerin sayısı hemen hemen iki katma yükseldi. Batı
Almanya'da olduğu gibi İtalya'da da işsiz sayısı 2 milyona yükseldi,
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar