Print Friendly and PDF

BÜYÜK İHANET ALBERT KAHN

Bunlarada Bakarsınız


Türkçesi:MEHMET H. DOĞAN

ÖNSÖZ İHANET ÜZERİNE

Hükümete ihanet, insanlara ihanetten daha hafif bir suçtur.

Binbir yolu vardır, halka ihanet etmenin: halk, şiddet, dehşet ve işkence yolu ile baskı altı­na atmabilir. Milyonlarca kadın ve erkek sömürülebilir, özgürlüğü alınabilir, yoksulluğa düşü­rülebilir; zorba yasalar çıkar tılabilir, mahke­meler baskı aracı haline getirilebilir; yalan bir propaganda, ortada hiç neden yokken, toplumun iki kesimini birbiri karşısına dikebilir; savaş ya­pılabilir ve bir zamanların acayip simyacıları gibi insan kanından altın çıkarılabilir. îşte halka böyle ihanet edilir.

İhanet edenler hep aynı kişilerdir; bunlar, ne pahasına olursa olsun iktidarı ellerinde tutmağa ve büyük çoğunluğun fedakârlığı pahasına kendi yararlarım arttırmıya kararlı küçük bir ayrıcalıklı azınlıktır.

Bu ihanet, dünya tarihinde yeni bir olay da değildir. Tarih, bu kara iplikle dokunmuştur. Ama çağımızda halk, daha önce elinde olmayan birta­kım güçler elde etmiştir artık, daha iyi hayat ko­şulları istemektedir; buna karşılık, kütleye boyun eğdirmek için bazılarının aldığı tedbirler de git­gide daha kaba ve umutsuz olmaktadır. Faşizm, bu kabalıktan ve umutsuzluktan doğmuştur. Na­zi rejimine karşı yılmadan savaşan Alman yurtta­şı hain değildi, açık yürekli bir yurtseverdi. Oysa nazi hükümeti vatana ihanet ediyordu.

Bu kitap, Amerikan halkına nasıl ihanet edil­diğinin hikâyesidir. Yazarın anlattığı suçlar, çev­rilen dolaplar, okuyucuyu eğlendirmek için seçil­miş değildir; birçok yerleri, orta sınıfdan Ameri­kalı yurtdaşı şaşkına döndürecektir belki de. Ne var ki, Amerikalıların, geçmişte kendilerine karşı kullanılmış ihanet yöntemlerini tanımlamaları ka­çınılmaz bir şeydir, çünkü bugün aynı şeylerin ye­niden hortlamasını görmek tehlikesi ile karşı kar- şıyadtrlar. Amerika'da demokrasiyi, dünyada barı­şı koruyabilmek için bunları anlamak zorunda­dırlar.

Bu kitabı, Amerikalılar, ülkelerini tehdit eden tehlikenin hergün biraz daha büyüdüğünü görsün­ler de, ona bu yolu tıkasınlar umuduyla yazdım.

YARGIÇLARA SON SÖZÜM

Yeter, kendimden bahsettiğimi az daha Saeco'yu unutuyordum.

Sacco da benim gibi fşçi,

kendini bildi bileli idinin âşığı, İşinin ehli,

kazancı yerinde, îşİ yolunda, bankada hesabı da var,

karısı akçapakça, kendi halinde bir hatun,

İki de gül gibi çocuğu var, kutu gibi bir evi, bîr yanında bir çay akar, öbür yanı orman.

Sacco duygulu, namustu, inanır adam, İnsan adam Sacco,

tabiata vurgun, insanlığa âşık, erkek adam Sacco;

insanlık aşkına, hürlük uğruna

varından yoğundan vazgeçmiş,

para dememiş, rahat dememiş, bırakmış hepsini,

canı gibi sevdiği karısını, çocuklarını,

ve canını hiçe saymış Sacco.

Hırsızlık etmek Sacco'nun aklından bile geçmemiştir, ti erde adam öldürmek!

Ne o ne ben, aklımız ereliberl,

alın t erimizle kazandığımızdan gayrısına el sürmemişiz, haram lokma geçmemiş gırtlağımızdan, değil hırsızlık etmek!

Ne diyorlardı? ben daha hinoğlu hinmişim;

doğru, ağzım daha iyi lâf yapıyor ama

bilin ki, o arınmış inancı haykıran o erkekçe sesi dinlerken,

Sacco ayağa kalkıp; konuşmağa başladı mıydı,

hatırlıyorum da nelere göğüs gerdiğini, nelerden vazgeçtiğini

onun yanında bir hiç olduğumu anlıyorum,

yaşarıverİyor birden gözlerim,

bir şey tıkanıyor şuracığıma,

beni ağlarken görmesin diye

bilseniz, kendimi nasıl zoruna tutuyorum;

İşte bu adama hırsız dediniz, kaatil dediniz, mahkûm ettiniz. Sacco unutulmayacak ama.

Katzmann'ın kemikleri, sizin kemikleriniz hep un ufak olduktan sonra,

Katzmann'ın adı, sizin adınız, kanunlarınız nizamlarınız ve o

sahte Tanrınız

ve insan İnsanın kurdudur diyen bu uğursuz çağ, hepsi hepsi geçmişe karıştıktan, silinip gittikten sonra bile halkın gönlünde yaşayacak Sacco.

Bunlar gelmese başıma, siz çıkmasaydınız karşıma, ona buna dert anlatacağım diye köşe başlarında harcar giderdim ömrümü,

silik, belirsiz, yenilmiş titretir giderdim kuyruğu.

Ama şimdi öyle mi ya!

Bizim başarımız bu ölüm, bizim zaferimiz bu.

Dünyada aklımıza gelmezdi böyle yararlı olacağımız,

insanlık için, adalet İçin, hürlük için

eskaza gördüğümüz bu hizmeti

bir kerre değil, on kerre yaşaşak yapamazdık.

Dediklerimiz, hayatımız, çektiklerimiz hiç kalır bunun yanında hiç kalır yanında idamımız - bir kunduracıyla bir işportacı parça­sının İdamı

Yaşayacağımız o son anı elimizden atamazsınız ya!

O bizim İşte, o bizim zaferimiz.

Bartolomeo VANZETTİ Türkçe söyleyen: Can YÜCEL

«BU NAMUSSUZ ANARŞİSTLER!»

Sacco ile Vanzetti dâvası, Harding ve Coolidge hü­kümetleri dönemi boyunca sürdü. 5 Mayıs 1920 de iki İtalyan işçisinin tutuklanması ile başladı, yedi yıl üç ay onsekiz gün sonra, 23 Ağustos 1927 de iki insanın İdamı ile sona erdi.

Harward Üniversitesi profesörlerinden Felix Frank- furter’in bu konuda söyledikleri, dâvanın «basit bir hır­sızlık ve adam öldürme olayı» olmadığım ve «iki insanın hayatından daha çok şey» ifade ettiğini ortaya koyuyor­du.

Bu dâva bir facia haline dönmeden önce, savaştan sonraki sert mücadele içinde yer alan toplumsal unsur­ların, canlı ve sönük renklerini yansıtan bir prizma ol­muştu.

Nicola Sacco, tutuklandığı zaman, işinin ehli bir kunduracı, ailesine çok bağlı, tabiata karşı duyduğu de­rin aşkla avunan yirmibeş yaşında bir İtalyan göçme­niydi. Sacco'nun çalıştığı fabrikanın sahibi Mİchael Kel- ley onu, «sabahın dördünde kalkıp bahçesinde çalışan,

saat yedide fabrikaya gelen, akşam yemeğinden sonra yeniden, gecenin dokuzuna yada onuna kadar bahçede sulama işlerile uğraşan bir adam» olarak tasvir etti. «Kendisine gerekenden fazla sebze eker, fazlasını» yok­sullara dağıtmanı için bana getirirdi.» diyor.

Bartolomeo Vanzetti, otuziki yaşında bir gezgin sa­tıcı, sokaklarda dolaşarak balık satan bir İtalyan göç­meniydi. Kendi kendini yetiştirmişti; edebiyatta, tarih­te ve felsefede çok kültürlü idi. Diğerleri arasında en sevdiği yazarlar, Kropotkin, Gorki, Marx, Renan, Dar- wüı, Zola, Tolstoy’du,

Bu iki insan, anarşist felsefeye inanıyordu, ikisi de grevlerde ve diğer işçi mücadelelerinde faaliyet göster­mişti, Çok sıkı dosttular.

Palmer’in polis baskınlarının en azgın olduğu bir sırada tutuklandıkları zaman Vanzetti iki, Sacco ise bir suça katılmış olmakla suçlandırıldı, Vanzetti, Bridge- vvater'deki (Massachusetts) L. Q. White Shoe Company’- nin işçilerine ait ücretleri çalmak teşebbüsünde yer al­mış olmakla; yine o ve Sacco, güney Bramtree'deki Slater and Norrill Shoe Factory'de olan benzeri hırsız­lık suçuna katılmış olmakla suçlandırıldılar; bu hırsız­lık sırasında hırsızlar, ücretleri dağıtan memur Frederic Parmenter'i ve muhafız Alessandro Berardelli'yi öldür­müşlerdi.

Adalet Bakanlığı ta başından bu dâva ile ilgilendi. Sacco ile Vanzetti, J. Edgar Hoover’in emirleri ile Araş­tırma Bürosunun genel istihbarat dairesince düzenle­nen «tehlikeli İhtilâlciler» listesinde sadece isimleri ol­makla kalmıyorlardı. Fakat asıl önemli taraf, bu iki ada­mın, Adalet Bakanlığı tarafından yasaya aykırı bir şekil­de tutuklanan ve tam sekiz hafta New-York'ta Park Row Building'te işkence edilen ve nihayet 3 Mayıs 192O gecesi dördüncü katın bir penceresinden kendini atan anarşist Italyan matbaa işçisi Andrea Salcedo'nun ölü­müne uygunsuz bir merak göstermiş olmalarıydı.

Bu dâvaya memur edilen federal ajanlardan biri olan Fred J. Vveygand daha sonra, yemin üzerine, Sacco ile Vanzetti'nin kaderine Adalet Bakanlığının oynadığı esas rolü anlattı:

«Samimiyetle inanmıştım, daima da öy­leydim ve hâlen de inanıyorum... ki, mese­leyi pek az bilen Adalet Bakanlığının Boston ajanlarının fikri de böyleydi: bu adamlar (Sacco île Vanzetti) Brantree'nin katilleri ile kesin olarak birlikte değillerdi. Sanıyorum ki onların mahkumiyeti, Adalet Bakanlığının Boston ajanları ile Bölge Savcısı arasında kararlaştırılmış bir anlaşma sonucuydu,»

Felix Frankfurter, Sacco ile Vanzetti olayı hakkın- daki bir açıklamasında şöyle yazıyordu: «Dâva sırasın­da reddedilmeyen olaylar kanıtlanmıştır ki, Sacco ile Vanzetti’nin öldürme suçu ile suçlandırıl malan, yıkıcı eylemlerinden Ötürü memleketi bu ftalyaniardan temiz­lemek için Adalet Bakanlığı ajanlarının ve savcının dü­zenledikleri darbenin bir kısmıydı.»

22 Haziran 1920: Vanzetti, önceden tasarlanmış hır­sızlıktan, önceden tasarlanmış adam öldürmeden ve te­şebbüs halinde kalan Bridgewater soygununa iştirakten sanık olarak Plymouth (Massachusetts) Yüksek Mahke­mesi önüne çıktı. Mahkeme Başkanımn adı, Thayer idi. WorcesterJli katı yürekli, ihtiyar bir yargıçtı bu, îddia makamında Frederick G, Katzman bulunuyordu.

Suçun işlendiği sırada sanığın, Bridgewater'den yüzlerce kilometre uzakta bulunduğunu ifade eden yir­miye yakın kişinin tanıklığına rağmen, her iki olayda Vanzetti nin suçu sabit görüldü ve yargıç Thayer oniki yıldan başlıyan hapis cezasına mahkûm etti onu.

Felix Frankfurter, Vanzetti'nin mahkûm edilmesine esas teşkil eden delilleri şöyle değerlendiriyor:

«Brindgewater dâvasında Vanzetti'nin kimliğini saptamakta kullanılan ölçüler ba- zan çok gülünç idi. Tanıklık etmeğe gelen küçük bir gazete satıcısı, tabancalar atılır­ken bir telefon kabinesinin arkasına sığındı­ğını, katili farkettiğini, «koşuş tarzından onun bir yabancı olduğunu derhal anladığı­nı» söyleyince bu ölçü artık ölçü olmaktan çıkmıştı. Vanzetti de bir yabancıydı, öyleyse bu, olsa olsa Vanzettiydi

Yargıç Thayer, jüriye dönerek şöyle dedi: «Bu adam itham edildiği suçları işlememiş olsa bile, ahlâk­ça suçludur, çünkü bizim kurulu düzenimizin düşmanı­dır.» Dâvadan bir süre sonra bu taraf tutan yargının tam metni bir türlü bulunamaz oldu, çünkü onbeş say­falık tutanak nasıl olduğu bilinmez bir şekilde kaybol­muştu ve hiç bir zaman da bulunamadı (’).

Devletin adalet cihazı, sanıklardan birinin suçlu ol­duğunu ispat etmeyi başardıktan sonra, Sacco ile Van- zetti’yi Güney Braintree’deki soygun sırasında Ales- sandro Braııdelli’yi ve Frederic Parmenter'i öldürmüş olmakla suçlamak daha kolay oldu.

31 Mayıs 1921 de Sacco ile Vanzetti, yargıç Thayer’-

(1)     1928 yazında, eski kürek mahkûmu Frank Silva, Brodgevvater soygununun, kendisi ve birçok gangsfer tarafından düzen­lendiğini iriraf etti. 31 Ekim 1928 de OUTLOOK and INDE- PENDENT dergisi diğer kesin delillerle birlikte Silva'nın ifi- rafını yayınladı.

in başkanlık ettiği bir mahkeme önüne yeniden çıktı­lar. tddia makamında savcı Katzman bulunuyordu.

Dâva, Dedham'da (Massachusetts) Norfolk Yüksek Mahkemesinde görüldü. Burası, Boston un en tuzu-kuru kimselerinin yaşadığı bir eğlence banliyösüydü. Memle­ketin öbür tarafları gibi Dedham da henüz savaş sonra­sı kızıl düşmanlığı hiddeti içindeydi. Dedham adliye sa­rayı, polis tarafından sıkı bir şekilde korunuyordu. Si­lâh taşımadıklarından emin olmak için, girişte, gazete­cilerin bile üstleri arandı.

Edmund M. Morgan ile Louis Joughin, dâva hakkın­da yazdıkları, «Sacco ile Vanzetti'nin Vasiyetnamesi» adlı değerli incelemelerinde şöyle diyorlar:

«Sanıklar hakkında hüküm verecek olan jüri üyeleri, insanlık bilinçleri, kendi hudut­suz ihtiraslarına dokunan bir sorunu çözmek yeteneğinde olmayan insanlar arasından se­çilmişti. Bu jüriden ancak böylesine aşağı­lık bir hüküm beklenebilirdi, kaçınılamazdı bundan. Çürük bir toplumun kararları da çü­rük olur elbet.»

Dâvanın başlangıcında, Jüri Başkanı Harry H. Rıp- ley’in bir dostu ona, iki adamın, içlerinden birinin ça­lıştığı fabrikaya güpe gündüz hücum etmelerinin, ken­disine pek de akla yakın gelmediğini söyle-di. Jüri Baş­kanı «Yazık, ama ne yapalım,» diye cevap verdi. «Ne olursa olsun asılmaları gerekiyor.»

Sacco ile Vanzetti'yi haydutların arabası içinde ka­çarken görmüş olduklarım ifade etmeğe gelen başlıca «görgü tanıkları» arasında, Carlos E. Goödridge adlı bi­ri de vardı. Aslında bu isim takmaydı. Tanık «Goodrid- ge» eski bir pranga mahkumu, dolandırıcının biri ve hır­sızlıktan iki yıl hapiste yatmış tam bir yalancı tanıktı;

bir sigorta şirketine pahalıya malolmuş bir yangın çı­karma işine karışmıştı ve tanıklık etmeğe geldiği zaman da hırsızlıktan sanık bulunduğu New-York eyaletinden kaçmağa mecbur olmuştu. Savunma avukatı, adlî sici­linin kısa bir tarihçesini elde etmek için onu sorguya çekerek, «Goodridge»in dürüstlüğünden şüphe uyandır­mağa teşebbüs edince, savcı Katzman itiraz etti. Yar­gıç Thayer acele itirazı destekledi.

Mahkeme tercümanı, Joseph Ross adlı biriydi, Bu adam, Yargıç Thayer gibi savcı Katzman'ın da çok iyi dostuydu, hattâ yargıç dostunu pek sevdiğinden oğluna VVebster Thayer Ross adını vermişti. Vanzetti, bütün duruşma boyunca, Rossun savcılığın isteğine uygun ter­cümelerine itiraz etti. Yargıç Thayer merhametsizce Vanzetti’nin itirazlarım reddetti. Dâvadan az bir süre sonra Ross, başka bir dâva sırasında yargıca rüşvet tek­lif etmek suçundan hapse mahkûm edildi.

Adalet Bakanlığının, Sacco ile Vanzetti dâvası hak- kmdaki soruşturmayı yöneten ve suçlamaya yarayıcı bil­giler sağlayan ajanları arasmda Shaughnessy adında bi­ri de bulunuyordu. Bu adam, daha sonra soygunculuk suçu ile tutuklanmış ve on iki yıl hapse mahkûm edil­miştir, Bu dâvaya ismi kansan başlıca devlet memur­larından biri, dâvayı izleyen dinleyicilere göre resmî gö­rüşü temsil eden ve vali Ailen T. Fuller iljs sıkı temas­larda bulunan Baş Savcı Arthur K. Readıng idi. Rea- ding, 192S de, izlemekle görevli bulunduğu birine, ken­disine 25 bin dolar kazandıracak bir şantaj yapmak su­çu ile tutuklandı. Massachusetts Temsilciler Odası'nm hücumuna uğradı. İstifa etmeğe mecbur oldu ve niha­yet Barodan çıkarıldı.

Daha ilk günden dâvada açıkça taraf tutulduğu gö­rülüyordu. Sanıkların lehine tanıklık etmek için duruş­maya çıkan İtalyan asıllı Amerikalılar, kaba alaylara ve

14

tahkirlere maruz kaldılar, İngilizceyi kötü konuşmaları alay konusu oldu. Aynı durum Sacco ile Vanzetti'nin de başına geldi. Müdafaa avukatı tarafından bu gibi ha­reketlere yapılan itirazlar yargıç Thayer tarafından göz­den kaçmıyacak şekilde tarafsızlıkla reddedildiler. Felix Frankfurter şöyle anlatıyor:

«Savcı, sanıkların başka kandan oluşla­rım, noksan îngilizce bilgilerini, halkın ho~ şuna gitmeyen siyasî inançlarını ve savaş aleyhtarlıklarını sistemli bir şekilde sömür­dü; böylece onlara karşı bir siyaset ve va­tanseverlik dalgası yükseltmiş oldu; yargıca gelince o, bu meselede suç ortağı oldu ve hattâ onlarla işbirliği yaptı diyebilirim,»

Adalet Sarayının dışında da, sanıklara karşı duydu­ğu düşmanlığı, içerdekinden daha fazla gizlemeğe çalış­madı. Sacco ile Vanzetti'ye apaçık bir aşağılama ile dav­randı. Ve savunma avukatlarını güç duruma düşürmek

için elinden geleni yaptı.

Yargıç Thayer'in çok kere bu dâvayı tartışmak fır­satını, bulduğu, Boston Üniversite kulübündeki bir ta- tamdığı, George U. Crooker daha sonra şunları anlattı:

«Sözleri ve davranışları, bana açıkça şu izlenimi vermişti: bu adamları «kızıl» olduk­ları için mahkûm etmekle görevliydi. Yargıç Thayer'in bana, sonuç olarak, «Kızıllarca ve anarşistlere karşı kendimizi korumak için birlik halinde bulunmak zorunda olduğumu- su söylediğim hatırlıyorum.»

14 Temmuz 1921 : Yargıç Thayer'in inkâr edilmez bir şekilde tesiri altında kalan jüri, Sacco ve Vanzetti- yi, adam öldürme’den suçlu bulunduğunu ilân etti, Sacco ile Vanzetti'nin tutuklanmalarından beri ge­çen yıl boyunca, Birleşik Devletlerde gittikçe büyüyen bir kısım ilerici ve işçi hareketi, iki İtalyan emekçisinin savunması etrafında toplanmıştı, iki insanın kurtuluşu için millet çapında canlı bir mücadele başladı: Kam­panya, Sacco ile Vanzettİ’yi Savunma Komitesi tarafın­dan yürütüldü. Art Shield gibi çok değerli sol gazeteci­ler, olayın gerçek yüzünü anlattılar. Elizabeth Gurley Flynn, Ella Reeve Bloor, Carlo Tresca, Fred Biedenkapp gibi, özgürlüğün ateşli savunucuları her eyalette söz alıp konuştular.

Suçlu olduklarına dair hükmün öğrenildiği o gün­lerde Sacco ile Vanzetti’nin dâvası, milletlerarası «ün­lü bir dâva» olmağa doğru gidiyordu.

Ondan sonraki aylar boyunca, bütün Avrupa’da, bü­yük protesto mitingleri düzenlendi. Onbinlerce kişi Amerikan elçiliği önünde gösteri yaptı. Bütün kıtalar­dan ünlü yazar ve bilginler, devlet adamları ve filozof­lar, hukukçular ve sendika liderleri, Sacco ile Vanzetti'­nin hayatını kurtarmak için açılan bu dünya çapındaki kampanyaya katıldılar.

New-York Times gazetesi alaylı bir dille : «Baştan­başa bütün Avrupa'da aynı toptan kesme birçok Bolşe­vik, bir adaletsizlik iddiası ile ulumaya koyulacak gibi­mize geliyor...» diye yazıyordu.

1920 Temmuzundan 1924 Ekimine kadar, Sacco ile Vanzetti'yi Savunma Komitesi, Yargıç Thayer'e, yeni de­lillerin ortaya çıkması üzerine tanıklarla iddia maka­mının yüzleştirilmesi, kamu tanıklarına tanıklıklarının bozulmuş olduğunu itiraf ettirebilmek esasına dayanan ve dâvanın yeni baştan görülmesini isteyen bir sıra di­lekçe gönderdi. Bu dilekçelere, ciltler dolusu belge, Sacco ile Vanzetti'nin suçsuzluklarını ortaya koyan yüz­lerce sayfa yeminli tanık ifadesi eklenmişti.

1   Ekim 1924 te yargıç Thayer bütün bu dilekçeleri reddetti.

Ondan sonraki ay, yargıç Thayer, Darmouth Kole­jinden profösör James P. Richardson'a gururla diyordu ki: «Bu namussuz anarşistlere geçenlerde ne yaptığımı gördünüz! öyle zannediyorum ki bu, bir zaman için ye­ter onlara... Yüksek Mahkemeye başvursunlar, ordan ne elde edeceklerini hepimiz iyice göreceğiz!»

Massachusetts Yüksek Adalet Divam «Yeniden mu­hakeme isteği reddedilmiştir. Hüküm onaylanmıştır.» kararını verdi.

18 Kasım 1925 te ortaya, yeni bir duygusal öge çık­tı. O gün; Sacco’ya, Dedhanı hapisanesiııdeki mahkum­lardan Celestino F. Madeiros'un imzalı bir pusulasını verdiler.

Bu, bir banka soygunu sırasında veznedarı Öldür­mek suçundan ölüme mahkûm edilen Portekizli genç bir suçlu idi. Madeiros: «Bu mektupta, Güney Braintree Shie Company cinayetine katıldığımı ve Sacco ile Van­zetti'nin bu cinayetle ilgileri olmadığını açıklıyorum» diye yazıyordu.

Bu itirafı yapmadan az önce Calestino Madeiros mahkemeye çağırılmış ve idamdan kurtulmak için ken­disine bazı şanslar verilmişti. Buna rağmen Madeiros, Güney Braintree cinayetine katıldığım itiraf ediyordu. Madeiros: «Sacco’nun karısını yavrulan ile buraya ge­lirken gördüm, çocuklara içim acıdı» diye açıkladı.

Sacco, Madeiros’un itiraf mektubunu, Boston’un meşhur savcısı William G. Thompson'a ulaştırdı: bu savcı, 1924 sonbaharının bitiminden beri, kendilerine Fred Moore gibi işçi davalarını pek iyi bilen bir avukat sağlamakla, Sacco ile Vanzetti'nin savunmasını destek­liyordu, Thompson hemen, Maderios’un itiraft ile ilgili olayların doğruluğunu incelemek için sıkı bir araştırma teşebbüsünde bulundu. Thompson, Güney Braintree soy­gununu Madeiros'un ve Providence'm (Rhode İsland) ünlü Morelli soyguncu çetesinin baş adamının yaptıkla­rını ve cinayetleri de onların işlediklerini doğrulayan birçok delil buldu.

26 Mayıs 1926 da Thompson, dâvasının yeni baştan görülmesini isteyen bir dilekçeyle birlikte araştırması­nın sonuçlarını yargıç Thayer’e gönderdi.

Beş ay sonra yargıç Thayer ellibeş sayfalık bir açık­lama ile yeniden muhakemeye taraftar olmadığını bil­dirdi. Profesör Frankfurter, yargıç Thayer’in bitmez tü­kenmez açıklamasına dair şöyle yazıyordu :

«Şunu, derin bir esefle fakat yalanlana­cağından en ufak bir şüphe duymaksızın söy­lüyorum ki, yargıç Thayer tarafından beyan edilen fikir bu raporun bizde uyandırdığı dü­şünce ile halkın düşünce ve oy'unun bizde uyandırdığı düşünce arasındaki uyuşmazlık­lar bakımından yeni zamanların eşine bir da­ha rastlanmayan - ne mutluluktur - bir olayı olarak kalıyor. Bu 25.000 kelimelik belge sah­te alıntılara, sahte gözlemlere, atlanmış veya tahrif edilmiş metinlere sadık kalınmaktan başka türlü kaleme alınmış olamazdı.»

Yüksek Adalet Divanı, yargıç Thayer'în tarafını tut­tu.

Yedi yıllık hapisten sonra, 7 Nisan 1927 de Sacco ile Vanzetti, haklarında verilen hükmü dinlemek için yar­gıç Tlıayer’in önüne çıktılar.

Zabıt kâtibi: «Ölüme mahkûm edildiniz, buna kar­şı söyleyecek şeyiniz var mı?» diye sordu.

Sacco: «Evet, bayım.» diye cevap verdi, «Böyle za- lirn bir mahkeme heyetini ne gördüm, ne işittim, ne de tarihte okudum.»

Vanzetti konuştu: «Yedi yıldır çektiğimiz acıyı in­san dili ifade edcııez, buna rağmen ben yine öııünüzde- yivıi görüyorsunuz, titremiyorum, rengim değişmiyor, gözlerinize dosdoğru bakıyorum, yüzüm kızarmıyor, utanmıyorum, korkmuyorum!»

Vanzetti sonuç olarak şöyle dedi: «Dediğim şu: Ne bir kopek ne bir yılan, hattâ yeryüzünün en aşağılık ve en kötü herhangi bir yaratığı haksız yere bana yüklenen suçlar yüzünden çektiğim acılan çekmesin, dilemem! Bir İtalyan olduğum için acı çektim, İtalyan olduğum da gerçektir; kendimden daha çok ailem ve sevdiğim kimseler için acı çektim, fakat haklı olduğuma o kadar inancım var ki, eğer beni iki defa idam edebilseniz ve ben iki defa yeniden doğabilsem, yine bu gün yaptığım şeyleri yapmak için yaşamak isterdim. Söyleyeceklerim ’ou kadar, teşekkür ederim.»

Yargıç Thayer, Sacco ile Vanzetti’yi, 10 Temmuz 1927'de elektrikli sandalyede ölüme mahkûm etti.

Thayer acele ile mahkeme salonunu terkederken bir gazeteci grubu ile karşılaştı. «Ne haber çocuklar, nasıl oldu?); diye sordu. Gazeteciler cevap vermediler. Yargıç, «Size karşı çok kere nazik davrandım, değil mi çocuk­lar?» dedi. «Şimdiyse bakm siz bana nasıl davranıyor­sunuz.»

İki insanın idamının önce 10 Ağustos’a, daha sonra 21 Ağustos,a bırakılması ile geçen dört buçuk ay boyun­ca Adalet Bakanlığına ve Massachusetts eyaletinin baş­kentine, hükme karşı itirazlar ve dâvanın yeniden görül­mesini isteyen dilekçeler yağdı. Paris'te, Madrid ve Mexico’da, Londra ve Havana'd a, Bâle ve Buenos-Aires'- te ve ülkenin yirmi kadar şehrinde büyük kütle göste­rileri oldu. Danimarka’da, Avusturalya’da, Güney Afri­ka’da, Orta Amerika’da ve Güney Amerika'da işçiler pro­testo grevleri yaptılar. Romanı Rolland, Albert Einste'- in, Martin Anderson Nexo, George Bernard Shaw, John Galsworthy ve çok tanınmış kişilerin sesleri bu merha­met dileyen kütlelerin seslerine katıldı.

Fakat, Boston Heraîd’ın ve Boston Traveller'm mil­yoner patronu Robert Lincoln O’Brien’in bizzat yayın­ladığı ve «Sacco ve Vanzetti ile Kişisel ilişkilerim» adı­nı verdiği broşürde açıkladığı gibi: «Yerleşik düzenin kuralları» Sacco ile Vanzetti'nin idamını zorunlu kılı­yordu.

Bir Boston’Iu gazeteci, ağustos ayının başında Daily Worker’in muhabiri yazar Michael Gold’a şöyle diyor­du: «Eğer güneyde olsaydı, erdemli insanlar iki İtalyan işçisini linç etmek için Charleston hapisanesine hücum ederdi.»

3   Ağustosta vali Fuller, Vanzetti’nin affı için yapı­lan başvurmayı reddetti. Valinin, dâvayı incelemek için toplantıya çağırdığı danışma kurulu, dört gün sonra Sacco ile Vanzetti dâvasının «kanunlara uygun ve doğ­ru görülmüş» olduğunu ve son dinlenen tanıkların ifa­delerinin yeni bir dâva açılmasını gerektirmediğini dü­şündüğünü açıkladı; çünkü bu jüri «Sacco ile Vanzetti'­nin adam öldürmek suçunu işlediklerine, en ufak bir ikircik duymaksızın, inanıyordu.» ([1])

Kararlaştırılan ölüm günü yaklaşırken halktaki ger­ginlik dayanılmaz bir hal alıyordu. Yer yer yapılan pro­testo gösterileri bir uçdan bir uca ülkeyi sardı, hemen hemen her eyalette grevler patladı. Sacco ile Vanzetti’­nin kapatılmış bulundukları ceza evinin birçok yerine makineli tüfekler yerleştirilmişti. Tamamen silâhlı 700' den fazto şehir ve eyalet polisi gece gündüz nöbet bek­liyordu. Eyalet polisleri, herhangi bir olay halinde «ön­ce ateş açmak, sonra sorguya çekmek» emri ile federal binaların kapısını tutmuşlardı. Washingtoıı D.C.’de as­keri kıtalar, «Başkenti korumak» için yıldırım hızı ile harekete geçirildiler.

Vanzetti, idamı için kararlaştırılan talihten az bîr süre Önce Amerikan New$paper Alliance'tan Philip Duffield Strong’a şunları söyledi: «Eğer bu iş başımıza gelmeseydi, belki de hayatımı beni aşağı göıen insanlar arasında geçirecektim -belki hiç kimsenin tanımadığı meçhul bir insan - başarıya ulaşamamış bir sanatçı ola­rak ölecektim. Bizim işimiz-giicümüz ve zaferimiz bu- dur. Karşılıklı hoşgörü, adalet ve insanlar arasında kar­şılıklı anlayış yolunda bugün rastgele yaptığımız şeyi yapacağımız asla aklımıza gelmezdi.

Sözlerimiz - hayatımız - çektiğimiz acılar - bütün bunlar bir hiçtir! Fakat hayatımızın elimizden alınması

 

kümlerinden biri olan Yahudi düşmanlığı, kendi belgelerini yayınladıkları şu sırada yeni taraftarlar da kazanmaktadır.* Joughîn ve Morgan, Frankfurter'İn elde ettiği belgeleri in­celemek zorunda kaldrğı zaman bu peşin hükmün Lovvetl'i etkilemiş olabileceğini İma ediyorlar. Ne olursa olsun, Lawell zaten kurulun bütün üyeleri gibi, Sacco ile Vanzetti'ye karşı gittikçe artan bir düşmanlıktan başka bir şey duymuyordu. Ve işte onun etkisi yüzünden de kurulun hareket tarzı ba­şından sonuna kadar, hiç de uygun düşmeyen bir tarafgir­liğin izini taşıdı, -iyi bir kunduracının ve fakir bir seyyar balık satıcısı­nın hayatının - işte bütün sorun bu!

Bu son an bizimdir, bu en son can çekişme ânı bi­zim zaferimizdir!»

Plymouth (Massachusetts) de Avrupalılann zaptet- dikleri ilk sömürge olan Ne w England’da göçmenlerin yerleştiği yerde başlayan dâva, Amerikan ihtilâlinin ilk çarpışmasının olduğu Eunker Hill yakınındaki Charles- town ceza evinde, 23 Ağustos 1927’de sona erdi. Nicola Sacco ile Bartolomeo Vanzetti elektrikli sandalye üze­rinde can verdiği sırada, hapisanenin ışıkları gece yarı­sından birkaç dakika sonra titredi ve sönükleşti.

Sacco ile Vanzetti'nin öldüğü memlekete yayılınca, son bir tecil haberi daha ümid ederek bütün şehirlerde, meydanlarda toplanmış olan kadınlı erkekli kalabalığın ağzından ölüm hıçkırıkları koptu. Büyük’ bir kalabalı­ğın toplandığı UNtON SQUARE’da olanları New-York World şöyle anlatıyor:

«ölüm haberi üzerine kalabalıktan dev bir hıçkırık yükseldi. On beş yirmi yerde, ka­dınlar bayıldılar. Diğerleri, kendilerini tuta- mıyarak kaldırıma yığıldılar ve başlarını avuçlarına gömdüler. Erkekler, birbirinin omuzlarına yaslanarak ağladılar. Union Squ- are’ın doğusunda, sokakta birden bir hare­ket oldu, kadınlar acılarından üstlerini baş­larım yırtarken, adamlar elbiselerini parça- lıyarak hasır şapkalarını ayaklan altında ezerek dört bir tarafa koşuşmaya koyuldu­lar.

Fransa'da idamdan birkaç saat sonra, ünlü roman­cı Romain Rolland: «Amerikalı değilim, fakat Ameri­ka'yı severim. Bu adlî cinayeti işleyerek onun iyi şöhre­tini kirleten insanları Amerika'ya karşı büyük ihanette bulunmakla itham ediyorum!» diye yazıyordu.

Dört gün sonra 27 Ağustos 1927'de Boston Herald: «İşlerimizin başma ve günlük dertlerimize dönelim, ve kanun adamlarımızın görevlerini hakseverlikle ve adaletle yerine getirdiklerine inanalım... Devletimizin bugünkü şeklini ve kurmuş olduğumuz toplumsal düze­ni devam ettirmek için günlük sorumluluklarımızı da­ha büyük bir cesaretle yerine getirelim» diye yazıyordu. Başyazı, «Günlük Hayata Dönüş» adım taşıyordu.

ZORLA VE ŞİDDETLE

«En büyük gurur kaynaklarımızdan biri, Ame­rikan işçi sunfuıın her haliyle, dünyadaki herhan­gi bir işçi sınıfından daha üstün hayat düzeyine erişmiş olmasıdır. Emekçilerimiz bu duruma na­sıl ulaştılar? Mücadele ile. Sert bir muhalefete karşı, Özellikte, örgütlenmiş emekçiler tarafından yürütülen amansız bir mücadele ite.»

(Rockwell Kent’in Eylül 1948’deki bir söylevinden)

«Devrimcilere, grevcilere ve siyahlara karşı şiddet kullananların yakasına yapışılmaz. On beş yıldır bir tek mahkûmiyet, bir tek dâva görülme­miştir bu konuda. Ama öte yandan boyuna şiddet­ten söz edenler de hep gericiler olmuştur. Şurası açıktır ki, peşin hükümleri ve çoğunluğun mülki­yet haklarını savunanlar, şiddete başvurulmasını savunmakla kalmayıp, kovuşturulma korkusu duy­maksızın, düşmanlarına karşı şiddet kullanmakta­dırlar sırastnda

(Amerikan Medenî Özgürlükler Birliği’nin raporundan)

«Yanlış anlamadıysam, perşembe günkü kar­gaşalıklar sırasında altmış, yada yetmiş beş el ateş edilmiş. Eğer doğruysa, otuz beş mermi hedefine varmış. Bu durumda polislerin çok keskin nişancı olduklarım kabul etmek gerek. Eğer bir gün bir ordu kurarsam, benim hesabıma çalışmaya gele­bilirler hiç çekinmeden. Büyük Savaş sırasında as­ker başına düşen bomba miktarının beş tondan fazla olduğunu okumuştum bir yerde. Burada ise, bu kadar ölü için harcanan kurşun beş libreden az. İyi bir nisbet bu.»

(Marion Manufactııring Company'nin mü­dürü R. W. Baldwin'in, kendi fabrikasında 1 Ekim 1929'da, polisler tarafından altı silâhsız grevcinin Öldürülmesinden ve on sekizinin de yaralanmasından sonra «Ashville Citizen»de yayınlanan açıklaması)

1.  GREV KIRICILAR KRALI

1935   Ocağında Fortune dergisi, bir Amerikan mil­yonerinin dikkate değer meslek hayatını anJatan bir ya­zı yayınladı. Yazarlara göre, bu milyoner, servetini, «Bir­leşik Amerika’dan başka bir yerde anlaşılması güç bir iş» kurarak elde etmişti.

Bu milyonerin adı Pearl L. Bergoff’du. Mesleği, pro­fesyonel grev kırıcılıktı.

Yazının giriş cümleleri okuyucunun Önüne şu güç sorunu koyuyordu:

«Müdürsünüz. Yazıhanenizin kapısında Öyle yazılı. Geçen hafta işçileriniz - sizin, dostça, «delikanlılar» de­dikleriniz - ücretlerini 4 dolardan 4 buçuk dolara çıkar­manız için size tam yedi gün kaldığını haber verdiler. Kabul etmek gerek, yoksa... verilen süre on iki saat sonra bitiyor... dört gün dört gecedir düşünmekten ka­fanız çatlıyor.

Ne kadar istiyordu o adam? 50.000 dolara size, grevi kesin olarak kırmak, sendikayı yok etmek ve size lâmı

cimi yok fabrikanızın sahibi olmak garantisini veriyor­du. Elli bin dolar ve o kaoar kırılmış kafatası?»

Yazı devam ediyordu:

«Bu, normal bir fabrika müdürünün, korkunç bir grev tehdidi ile karşıkarşıya geldiği zaman aklından ge­çenlere dair bir fikir verecektir... Eğer en sonunda ça­tışmaya ve meseleyi çözmeye karar verdiyse, büyük ih­timalle telefonunu açacak ve New York'taki Bergoff Bürosundan Mr. Pearl L. Bergoff diye birini arayacak­tır. Çünkü Mr. Bergoff grevleri kırmayı iş edinmiş olan­ların en eskisi, en tecrübelisi, en kaşarlanmışıdır. Mr. Bergoff'd a hiç bir şey tesadüfe kalmaz.»

Yirmi yıldan fazîa bir zaman boyunca Pearl Ber­goff böyle millî bir şöhret taşımıştı. Amerika’nın bütün günlük gazeteleri tanıdık bir eda ile bu kızıl saçlı grev kırıcısından «Kırmızı şeytan» diye bahsederlerdi. Bin­lerce, meslekten katil ve dolandırıcı onu saygıyla «Ge­neral» diye çağırırdı. Bergoff'un ise en beğendiği, ken­di kendine verdiği unvan «Grev kırıcılar kralı» idi.

Pearl Bergoff’tan önce de başka grev kırıcılar gelip geçmişti; çağdaşları içinde de birçok yeteneklileri vardı. Fakat en Önemli grevleri merhametsizce kırmak, etrafa dehşet salmak ve kan dökmek, müşterilerini seçmeyi iyi bilmek söz konusu olunca, Amerika’da, 1930 yılları­nın başlangıcında hiç kimse Bergoff'un ustalığına eri­şeceğini iddia edemezdi. Birleşik Amerika’da grev kırı­cılık mesleğini, büyük üretimin modem temeli üzerin­de ortaya çıkaran Pearl Bergoff’tur.

Tıknaz, canlı ve kaba saba bir genç olan Bergoff, bir polis hafiyesi bürosu açmak ve New York'lu zengiri- lere şahsî muhafızlık etmek için yüzyılın başında Ncw York'a geldiği zaman, «Para, benim tek hedef imdir» di­yordu, 1907'de, kendi deyimiyle, «sanayide daha çok pa­ra olduğunda» karar kıldı. «Sanayide çalışmak» Bergoff için grevleri kırmak anlamına geliyordu.

Memleket bir buhran devresine, işçi haklarının alınması için şiddetli mücadelelerin yapıldığı bir doneme giriyordu. Bergoffun polis hafiye bürosunun «sınai hizmetleri» tam zamanında, büyük bir işleme cevap verecekti, demek. Fortune dergisinin deyimiyle: «Önünde son derece kazançlı on yıllık bir dönem aç 111 yordu...»

Yıllar gittikçe, grev kırıcısı olarak ünlü, gitgide daha sağlamlaşıyor, bürosunda, alamıyacağı kadar iş yığılıyordu; Bergoff hangisini seçeceğini bilemivoyrdıu. [Sazan herhangi önemli bir şirkete hizmet etmek için, hatırı sayılır bir ücret karşılığında küçuk bir grevi kırmak görevini kabul ettiği olurdu. Fakat genel olarak Bergoffun uğraştığı işler, büyük şirketler deki en önemli grevlerdi. «Başkaları, düğme kesicileri grevini kırabilir» diyordu. «Ama maden sanayiinde grev oldu oldu mu ilk akla gelecek adam benimdir.»

1907 ile 1935 arasında Bergoffu yardıma çağıran sayısız Amerikan şirketinden birkaç ı:

Pressed Steel Car Company (Otomobil)

Holland-Amerikan Line (Denizyolu)

Post-Telegraph-Cable Conıp. (PTT)

Standart Oil of New York (Petrol)

Standart Oil of New Jersey (Petrol)

Trenton Street Railway (Deniz yolu)

Morgan Steamship Line (Denizyolu)

Wilson Steamship Line (Denizyolu)

Havana-American Steamship I.ine (D eni zyolu)

American Smelting and Refining Company (Rafine -ri)

Bergoffun aldığı ücretler, nı ü ş terinin iş alanındaki önemine göreydi. 1925'e doğru, Bergoffl Şirketinin net kazancı

10.0.                  000 dolara yükseliyordu. Şirket geliri, üc­ret olarak o zaman yılda 100.000 dolar idi. Bundan başka yüzlerce bin dolar yüzde ve primleri vardı. O zaman şahsî serveti 4.000.000 dolar tahmin ediliyordu (').

Bergoff, 1934'te bir gazeteciye şöyle dedi: «Bir grevi kırmak için yaptığım hazırlıklar, savaş gününde bir ordunun seferberliğine benzerdi.»

Grev kırıcılar ordusunu sayıca kuvvetlendirmek ve savaş alanında harekâtı idare etmek için Bergoff, bir sürü silâhlı haydutu özel yardımcı olarak tutardı. Bunların çoğu adlî sicili dolu kimselerdi; yumruklarını, tabancalarını, bıçaklarını ve sopalarını kullanmayı iyi bilirlerdi. Bergoff bu yardımcılara «asiller» derdi.

Kendi söylediği gibi, «yedek ordu» olarak Bergoff, serserilere, hayatta bir baltaya sap olamamışlara, adî

(1)       1925'de, işlerinde şiddetli ve beklenmedik bir çöküşten sonra Pearl Bergoff birdenbire işi bıraktı. Daha sonra bu olayı şöyle anlattı: «Büromu kapadım, Florida'ya gittim... Gayrimenkul işleri ile uğraşmaya başladım.»

Florida'da gayrimenkul spekülâsyonunda 2.000.000 dolar kaybettikten sonra Bergoff, New York'a döndü ve grev kırıcılar işletmesini Bergoff Service Bureau adı altında yeniden kurdu.

Bergoffun yeni karargâhı, 551 Fift Avenue'deki Fred F. French Building'in on dördüncü katında bir dairenin dört odasını kaplıyordu. İyi döşenmemış bir giriş yerinin duvarında «gürültü ve küfür edilmez» kelimelerini taşıyan bir levha asılıydı. Ziyaretçiler, iç büroya kabul edilmeden önce kafesli bir delikten adamakıllı incelenirlerdi. Bergoffun özel bürosu, gazetelerden kesilip çerçeveletilmiş, kendi başarılarını anlatan yazılar ve en büyük şirketlerin müdürlerinin teşekkür mektupları ile süslenmişti.

1929 buhranından sonra, bütün öbür büyük işler gibi, Bergoffun bürosu da güç bir dönem yaşadı. Bergoff şöyle dedi: «İşler öyle bozulmuştu ki, silâh depolarımızı satmak zorunda kaldık. Koşullar. Mr. Hoover'ı kınamıyorum, anlıyorsunuz ya.»

suçlulara ve meslekten grev kıncılara güvenirdi. Hiç olmazsa fabrikanın bacasını tüttürerek, ona, çalışıyor görünüşü vermeğe bile uğraşmayan bu adamların işi,, grevde olan işçilerin işini yapmaktı. Bunlar, Bergoffun «hempa»lan idiler.

Bergoffun hempalarının günde aldıkları birkaç dolar, onların tam ücretleri değildi anlaşılan. Bu ücret, iş süresince yürütebildikleri cins cins âlet, makine, elbise ve başka cins mallarla tamamlanıyordu. Edward Lewin-son, «I break strikes!! The technique of Pearl L. Ber-goff» (2) adlı kitabında: «Bergoffun hempaları, sıhhî cihazlardan 50.000 dolarlık kürklere varıncaya kadar her şeyi çaldılar» diye yazıyordu.

Bergoff, yıllardan beri grev k ı r m ak la kullandığı «hempa»lardan ve asillerden koskoca bir lisle meydana getirmiş, onları «çalışmalarına ve tecrübelerine» göre ayırmıştı. «Bu liste benim en k ıymetli servetim, iş imin temelidir.» derdi. «Yeni baştan kurulmaz., yapılmaz. Çünkü o, uzun bir zamanın, uzun uğraşmaların ve zengin bir tecrübenin sonucudur.»

İşte, Bergoffun «asiller»inin en tipiklerinden bazı­larının adları ve kimlikleri:

, James Francis O’Donnel, takma adıyla çifte taban-cali Jim O’Donnnel: 1917'de New York'ta planlı h ı rsı zlı ktan Blackwell adasına sürgün edilmi ş, 1926'da Dumont da (N. J.) adam öldürmekten New Jersey hapishanesinde sekiz yıl hapse mahkûm olmuştur.

James Wiler, takma adıyla İspanyol Joe: 1916'da New York'ta adam öldürmekten Dannemora hapishane-sinde yatmış; 1925'de New York'ta sald ı r ı dan, 1934 plânlı saldırıdan yargılanmış, beraat etmiştir.2

John B. Baron, takma adıyla Jesse Mandel: 1903'te New York'ta hırsızlıktan, 1909'da yine New York'ta adi hırsızlıktan hapsi boylamış; 1909'da New York'ta plânlı hırsızlıktan Elmira hapisanesine gönderilmiş, 1910'da aynı suçtan 5 yıl Sing Sing'te yatmağa mahkûm edilmiştir.

Joseph Cohen, öteki adıyla Joe Pullman: 1924'de Cleveland'da yasak silâh taşımakla suçlandırılmış, beraat etmiş; 1931'de uyuşturucu maddeler hakkındaki Harrison Anlaşma'smı çiğnemekten altmış gün tutuklu kalmış, delil bulunamamış; 1932'de Saint Louis'de aynı suçtan yine delil bulunamamış; 1934'de ersey City'de caddede arbede çıkarmakla suçlandırılmış, yirmi dört gün tevkifhanede yatmıştır.

Bergoff: «Bir Grev sırasında nöbetçi koyarken, ahlâkı düzgün birisini bulmak gerekiyordu. Ama dindar bir profesör de tutamazdık.» diyordu.

Bergoffun işlerinde şiddet ve kan daima beraber yürürdü. Fortune dergisi, «Ciddi ve öldürücü yaralar, hiç umursamadığı şeylerdi onun. Amacı, daha çok, psikolojikti.» diye anlatıyor.

Polis, Bergoffu kiralayan kudretli şirketlerle işbirliği yapalı beri, Bergoffun «asiller»i en ufak bir tehlikeyle karşılaşmaksızın sayısız suç işleyebiliyorlardı. Sabıkalılardan ve katillerden meydana gelen kuvvetleri, Ortaçağ'm, halkı soyarak, kırıp geçirerek geride, kanlı izleri üzerinde her gün daha fazla yaralı ve ölü bırakan para ile tutulmuş haydut güruhu gibi, şehirlere saldırırdı.

Maksatlı kışkırtma, Bergoffun işleyen usullerinden biriydi. «Frenchy» Joe, Bergoffun katillerinden biri, bir grev sahasında Colliers’ dergisinden gazeteci John Crai-ge'e şöyle açıkladı:

«Yirmibeş tane silâhlı ve sopalı iyi muhafızım ol­saydı, onları bir arabaya bindirir, kalabalığın içine bir­kaç hafiye sokup arabaya ateş ettirirdim; böylece bize, bu saldırıya cevap vermek fırsatı düşerdi; o zaman şe­hir halkının içine dalmak ve onları itaat altına almak için bir gün yeterdi. Onları öyle alıştırırdık ki, bir sür'at katarı görünce kaçmağa veya diz çökerek hemen son dualarına başlarlardı. îş iyi giderse, şehirden toplaya­caklarımızı bir düşünün.»

Edward Levinsoıı, Bergoff'un biyografisinde, «Mes­leğe yeni giren, acemiler için Bergoff’un iki delisi var­dı; Francis W. Magstadt ile Joe Schnctz; birisi tımar­hane kaçkını, öbürü oraya girmek üzere. Bunların hiç bir şeyden kuşkulanmayan bir grup grevcinin ortasına salınınca hiç sebepsiz, kalabalığa ateş açacaklarına gü­venebilirdi.» ([2])

24 ve 25 Ekim 1934'de New York Post tarafından yayınlanan «Grev kırıyorum» başlıklı ve imzalı iki ya­zıda Bergoff, işlerinde tam başarıya ulaşmış, kendi ken­dini yetiştirmiş bir insan gururu ile grev kırıcılıktaki tecrübelerini gözden geçiriyordu.

Bergoff: «Grevleri kırmak: işte benim işim-güciim bu.» diyordu. «30 yıldan fazla bir zamandır hemen he­men hiç ara vermeksizin bu işi yapıyorum. Birkaç saat içinde küçük orduları harekete geçirdim ve yirmi ka­dar demiryolu, otomobil ve demir şirketinin çağırışını karşıladım...»

Bergoff'a göre bu işin tekniği, kendisini mesleğe gir­diğinden beri bile pek az değişmişti. Ama mesele, dai­ma grevcilerin moralini yıkmak ve onları, dâvalarının ümitsiz olduğuna «inandırmak» idi. İnandırma araçla­rında bazı ilerlemelerin olduğu da gerçekti:

«Eskiden, bir silâh deposu tutuyorduk elimizde,

sanız sizi İyice dövdükten sonra arabadan dışarı fırlatırlar, direnirseniz, büyük İhtimalle öldürülürdünüz. Kucağında ço­cuğunu taşıyan bir kadının manzarasını hiç unutamayaca­ğım. .. Bu muhafızlardan birinden kötü muamele görmüş, ayakta sallanıyordu. Açıktaki üç yarasından kan fışkırıyordu.»

Philadephia polisi, Bergoff'un adamlarının bu suçları iş­lemelerine engel olmak İçin kılını kıpırdatmıyordu.

Philadephia Rapid Transit'in grevini kırmak için İki aylık bîr zaman gerekti Bergoff'a; bu süre içinde on altı erkek, kadın ve çocuk öldürüldü.

Bergoff'un işleri çok kere ölümle sonuçlanırdı. Örneğin, 1919'da Pennsylvania'dakî Pressed Car Stell Works grevini kırmaya giriştiği zaman - ki bu marifeti, Bergoff'a millî bir ün sağlamıştır - yirmi iki ölüyle çıktı işin İçinden. Ölüler ara­sında Bergoff'un iki katili de vardı. Bergoff daha sonra: «Öldürülen her adam için 4-5 bin dolar ödedik,» diye açık­ladı, «Fakat aldığımız para o kadar Önemli idi ki, bu hiç bir şeyi değiştirmedi.»

2 500 tüfeğimiz ve pek çok cephanemiz vardı. Elimizin altında daima binlerce kalın sopa bulunurdu. Bugün da­ha yeni ihtiyaçlara cevap veriyoruz. Son olarak Geor- gia’daki bir tekstil grevi sırasında göz yaşartıcı gaz kul­landık.»

Herhangi bir işte, gerçekleştirilmiş net kazanç, ba­şarısının en güzel delili olduğu için Bergoff bu konuda: «Grev kırarak çok önemli miktarlarda para kazandım.» diyordu. Fakat başarı, şüphesiz yalnızca malî bakımdan ölçülemezdi. Tatmin olunmak için başka sebepler de vardı:

«Örgütümün ticarete ve sanayie yaptığı hizmetlerin, doktorların hastalara yaptıkları cinsten temel hizmet­ler olduğunu düşünmeye başladım. «Siyasî iktisat dok­toru» gibi, bir üniversite veya akademi diploması oldu­ğunu sanırım; fakat hiç de haksızlık etmeksizin kendi­min, «Tatbikî İktisat Doktoru> unvanına lâyık olduğu­mu iddia ediyorum.»

Amerika’da, Bergoff'un kendisi gibi onun Amerikan yurttaşı olarak rolünü taktir eden başka kimseler de vardı. 1930 yılının başına doğru bazı gazeteler «san» milyonerin iç ve dış siyasete ait düşüncelerini geçiriyor­lardı sayfalarına. Maliye gazeteleri Bergoff'un Hizmet Bürosu'nun yarattığı olayların sonuçlarını inceliyorlar­dı. Bergoff’un «sarı» faaliyetlerinin doğurduğu gürültü­leri incelemekle görevli bir jüri, ona «şehri felâketten kurtardığı için» minnet duyan bir önergeyi kabul etti.

Bergoff'un dostları ve kibarlar dünyasından tanı­dıkları arasında gözde politikacılar vc önemli iş adam­ları vardı. Bergoff, sık sık gidilen klüplerde golf oynu­yor, hayır İşlerine hatırı sayılır paralar veriyordu; di­nini değiştirerek katolik olınuşLu. Ailesile beraber yer­leştiği Bayonnc (New Jersey)’tlc HergoiT, cephesine go­tik harflerle «P.L.B.» işlenmiş bürolar inşaatına para yatırıyordu.

Aralık 1934 de, yirmi yıl, cinayet orduları İİe ülkeyi bir boydan bir boya geçtikten, bütün şehirlere korku saldıktan, bir sürü kimsenin ölümüne sebep olduktan sonra Bergoff, nihayet adaletin karşısına çıktı. Onu suç­landıran, ne eyalet polisi ne de federal polis idi; bir grup ağır ceza mahkûmu ve profesyonel grev kırıcıydı. Onu, kendilerini bir grevi kırmaya yardım için tutup da çalışmaları karşılığı paralarını « ödeme mek»le suçla ndı- rıyorlardı. Kendilerine borçlu olduğu ücret karşılığı za­rar ziyan Ödetilmesini ve kiraladıkları yerden buı*aya kadar yol masraflarını istiyorlardı.

Dâvaya, New York şehri mahkemesinde Yargıç Ke- yes Winter idaresinde bakıldı.

Bergoff'un avukatı müvekkilinin eski adamlarım kötü duruma düşürmeye ve tanıklıklarının değeri hak­kında şüphe yaratmağa uğraştı. Harry Borak adındaki, ayağı tozluklu, şüpheli tavırlı genç adama: «Hiç cina­yetten mahkûm oldunuz mu?» diye sordu.

Borak, kızgın bir halde yargıç Winter’e döndü. «Hâ­kim bey, kötü bir adam değilim ben» dedi. «Genç bir kızla dolaşıyordum. Benimle evlenmek istemiyordu, ben de öldürdüm onu. Gençtim ve âşıktım, hâkim bey!»

Bennie Mann adlı öteki şikâyetçi parmaklığın önü­ne gelince yargıç Winter ileri doğru eğildi ve gözlerini adamın şişkin cebine dikti. Yargıç, Mann'a sordu:

   Tabanca mı taşıyorsun?

   Tabiî, dedi Mann.

  Niçin mahkemeye tabanca ile geliyorsun, diye sordu yargıç.

Mann:

  Bu sabah işe gidileceğini sanıyordum, diye kar­şılık verdi.

Bergoff ifade vermeye gelince Öğünerek konuştu:

«Amerikan sanayiine, kuzeyde, güneyde, doğuda ve batıda büyük hizmetler ettim. Otuz yıldır Amerikan sa­nayiine çalışıyorum. Küba'ya, Kanada’ya ordular gön­derdim. Zamanımda, demiryolcuların, dok işçilerinin, tekstil işçilerinin grevlerini kırdım; hâlâ da benim yar­dımımı isterler bu gibi işlerde...»

Bergoff, kendisini suçlandıranlara hiddetli gözler­le bakarak, kendisine karşı yapılan suçlamaların baştan aşağı yalan olduğunu söyledi, kuru bir sesle, en önemli iş adamlarının kendisinin meslekteki ustalığına saygı duyduklarım söyledi. Yargıç’a: «Demiryol şirketlerinin müdürleri meselâ» dedi. «Onların hepsini tanırım ve hepsi de bana başvurmuşlardır zamanında. Bu meslek­te bulunduğum sürece kimsenin meteleğini çalmadım. Ben, memleketin en meşhur grev kırıcı siyim.»

Bergoff'un bu parlak savunmasına rağmen jürinin kararı, onun aleyhine oldu. Yargıç Winter, Bergoff'un, «sarı»Iarına ücretlerini ödemek ve yol masraflarını ver­mek zorunda olduğunu açıkladı.

Bergoff’un şerefine indirilen darbe, hükmün ifade tarzı ile hafifletilmiş oldu. Gerçekten de yargıç, Ber'- gofftan, «mesleğinde çalışkan bir dehâ» olarak bahse­diyor ve onun «sınai hizmetlerindeki idareci şöhretine... büyük şirketlerin hizmetindeki parlak çalışmalarına...» okşayıcı dokunuşlar yapıyordu.

Her şeye rağmen Bergoff’un «parlak çalışmaları» sonuna yaklaşıyordu.

Sendika hareketinin kuvvetlenmesi, işçilerle işve­renler arasındaki ilişkiler konusunda Federal Kanunun çıkması ve grev kırıcılarının bir eyalet sınırından Öbü­rüne geçmelerini yasak eden kanun ik- I Ut no İT un mes­leğinin parlak günleri geçmişti.

1936'da, Pearl Bergoff, grev kırıcılar kralı, bürosu­nu kapadı ve kesin olarak ortalardan çekildi ([3])..

2.  KARA MUHAFIZLAR ve KARA LİSTELER

Michigan Fabrikalar Birliği'nin delege tayin ettiği bir savcı, 1937'de Madeni özgürlükler Senato Komisyo­nu üyeleri önünde «Polis haf iyeler i kullanılmasına kar­şı diyecek hiç bir şeyimiz yok» diyordu. «Polis hafiyesı ve espiyon kelimeleri çok kere kötü anlamda kullanılan iki kelimedir, fakat espiyonlar bile savaş zamanında fay­dalı bir rol oynarlar.»

Amerika'da, sendikacılığa karşı açılmış olan savaş­ta espiyonlar uzun zaman, büyük işletmelerce çok önem­li bir sınıf sayılmışlardır. Yarım yüzyıldan fazla bir za­man boyunca gizli espiyon, polis hafiyesi, kışkırtıcı ajan ve profesyonel gammaz birlikleri, işçi hareketine karşı bir yeraltı mücadelesi sürdürmüşlerdir. Fakat, New Deal'ın başlayışı ve Bergoff zamanında ortaya çıkan ka­ba usullerin şiddetlenmesi ile espiyonculuk çalışmaları, işçi hareketinde son haddine varmıştır.

1936'da Birleşik Amerika'da, devlet hizmetinde 200’- den fazla espiyonculuk bürosu vardı.

Bunlardan, bir sürü şehirde şubeleri olan en önem­li ve en faal üç tanesi (Pinkerton’s National Detective Agency) (Railway and Inspection Company) ve (Corpo- rations Auxiliary Company) idi.

1934 ile 1936 arasında Corporations Auxiliary Com­pany'ye baş vuran 500 müşteri içinde şunlar da vardı: Chrysler Corp. (23 fabrika)

Firestone Tire and Rubber Co.

General Motors Corp. (13 fabrika)

Kelvinator Corp.

New York Edison Co,

Radio Corp of America.

Standart Oil Co.

Pinkerton Agency'nin iş yaptığı şirketlerden bir kıs­mı ise şunlardı:

Montgomery Ward and Co.  '

Pennsylvania R, R. Co.

Shell Petroleum Corp,

Aşağıda adları yazılı şirketler, Raihvay Audit and Inspection Company’nin müşterilerden bir kısımdır: Borden Milk Co.

Frigidaire Corp.

Pennsylvania Greyhound Bus Co.

Western Electric and Mig Co.

Söz hürriyetine ve işçi sınıfının lukhrma yapılan saldırıları incelemekle görevlendirilen l;oleMe Komisyo­nu, 1937’dc «Bu büroların cspiyoııculıık Inzıııclterine başvuran iş yerlerinin bilinen sayısı 2 Cİ0() civarmda- dır. Bu liste, bütünü ile, aşağı yukarı Amerikan sanayii­nin tamamıdır.» diye açıklıyor,

1934    Ocağından 1936 Temmuzuna kadar General Motors’un, espiyonculuk için harcadığı para 1.000.000 dolara yakındı.

İşçilerle işverenler arasındaki anlaşmazlıklarda ha­kemlik eden Federal Komisyonun sanayi iktisatçısı Ha­ber Blankenhorn'un 1936'da yaptığı istatistiklere göre ispiyonculuk bürolarının gelir listesi, yalnız o yıl Birle­şik Amerika'da 80.000.000 dolara varıyordu.

Leo Huberman, «The Labor Spy Racket» (Sanayide Casus Ağı) adlı kitabında, «Sanayide ispiyonculuğun başlıca hedefi sendikaları dağıtmak ve ortadan kaldır­maktır.» diyor.

Bu hedefe varmak için ispiyonculuk bürolarının işi, daha çok, sendikalar arastnda sistemli olarak uyuşmaz- hk ve anlaşmazlık tohumlan ekmek oluyordu... îşte bu niyetledir ki, komünist düşmanı geniş bir kampanya açıldı. Alabildiğine sendika düşmanı bir propaganda he­men hemen her yerde yayıldı. Sendika üyelerinin ve sempatizanlarının adlarını taşıyan uzun kara listeler yapıldı. Industrial and Detective Bureau Foster’den Ro- bert J. Foster, şubesinin yapabileceği hizmetleri, bizzat kendisi şöyle övüyordu:

«Eğer işçiler bir sendika veya herhangi başka bir örgüt kurmadan önce bizimle an­laşırsanız, ne grev, ne de karşılık göreceksi­niz. Bu, sendika hiç kurulmayacak demek değildir. Müşterilerimiz bizi serbest bırak­mak şartı ite sendikanın çalışmalarını kon­trol edeceğiz ve hareketlerini, girişimlerini biz yöneteceğiz, demektir

«Eğer Sendika daha önce kurulmuşsa...

Bu durumda yukartdakinden ayrı şartlar içinde olmamıza rağmen hizipler ve fizik ay­rılıkları yaratıp, bazı yöneticileri istifa etti­rip, bu yolla sendikaya kayıtlı üye sayısını azaltmak, sendikayı zayıflatmak gayesi ile bir entrika çevirebiliriz -sanırım başarı ile yaparız bunu.

Corporation Auxiliary Company’nin müşteri topla­makta daha ihtiyatlı bir usulü vardı:

«Biz, işe daima, ajanlarımızı küçük bir grup insan içinde iyice tanıtmak yolu ile baş­larız. Bu grup gittikçe genişler, etkisi de ya­yılır...

Sistemimizi uygulamak fırsatını buldu­ğumuz her defasında... müşterimizin arzusu­na uygun olarak sendikanın mevcudu artma­mıştır. Birkaç yerel sendika dağıldı. Elebaşı­yı ve kurucuyu hiç güçlüksüz veya az bir zahmetle rahatça saf dışı ederiz.»

Railway Audit and Inspection Company’nin, gizli ajanlarından birine gönderdiği aşağıdaki emirler, bir gammazın Ödevlerinden bazılarını gösteriyor bize:

«Güvenlerini kazanmak için işçilerle o kadar iyi anlaşmalısınız ki, size güvenmeli­ler ve ne yaptıklarım, ne ettiklerini söyleme­liler.

Her gün, karşılaşacağınız durumları bü­tün ayrıntıları ile anki tan bîr rapor yazmalı ve duyduğunuz, siz i şakırı an konuşmaları tam olarak an lal malısınız.

Sendikanın bir ha re kel yaratıp yaratma­dığını vb... bildirin. Pazarları vı-ya l'abrika- da çalışmadığınız günler bir rapor hazırla­malısınız.

Görevinizi yapmanız ve müşterimizin günlük olayları öğrenmesi için bazı işçilerle bağlar kurmanız, meselâ onlara arasıra gi­dip gelmeniz, çok Önemli ve gereklidir. Böy- lece, bazı işçiler hakkında, başka türlü edi­nilmesi imkânsız olan bilgiler toplayabilirsi­niz. Müşteri için değerli bilgiler çok kere böyle elde edilir.»

İspiyonlar yoluyla toplanmış bilgiler arasında en önemlileri faal sendikacıların hüviyetlerini gösterenler­di. Uzun listeler, sanayide çalışan ispiyonculuk bürola­rı tarafından yeniden gözden geçirilir, tamamlanır ve müşterilere sunulurdu. Adı bu listelere geçen işçilere lıe men yol verilir ve adları gizli kara listelere eklenirdi, iş­verenle işçiler arasındaki anlaşmazlıklarda hakemlik eden Federal Komisyonun üyesi Edwin S. Smith, bu ka­ra listelerin kullanıldığı tipik bir olay anlatıyor.

«Bir ispiyonun kurbanları olarak, Frue- hof Trailer Co.’nin yol verdiği işçilerin hikâ­yesinden daha acıklı bir Amerikan düşmanı olay duymadım bugüne kadar. Daha hayat­larının baharında olan bu adamlar, namus­lulukları ve cesaretleri apaçık belli bu adam­lar, sendikaya katıldıkları için nasıl dövül­düklerini bir bir anlattılar. Evli ve çoluk ço­cuk sahibi bu adamlar artık işsizdiler ve de­diklerine göre Detroit şehrinde bundan böy­le iş bulmaları imkânsızdı. Bunların bütün suçları, özgürlüğü seçmiş ve iş şartlarını iyi­leştirmeye çalışmak için örgütlenmiş olma­ları idi.1 Kendilerinin en değerli şeylerini,

emeklerini patronlarına vermiş olan bu işçi­lere, eski demir parçaları gibi hurdalığa atıl­mak üzere en adî caniler gibi gammazların ellerine teslim edilerek teşekkür ediliyordu.»

ispiyonculuk büroları aynı zamanda «sarı» sendika­lar kurmakla da uğraşıyorlardı, İşçilerin, namuslu sen­dikalara kaydolmalarını önlemek gayesi ile yaratılmış, bizzat patronlar tarafından gizlice kontrol edilen ve pa­raca desteklenen bu «sarı» sendikaların başında çok ke­re profesyonel ispiyonlar bulunurdu.

Butîcr Sanayi Kontrol Ağı’nın yayınladığı broşürde: «Ne zaman bir sarı sendika kurulması istenilir ise işi iyi bir sona götürmek için, bu fikri işçilere aşılamakla başlardık her defasında. Bugüne kadar bu cinsten yüz­lerce teşkilât kuruldu.» diyor.

Fund de La Tvveııtieth Century’ye göre, 1935'e doğ­ru, 2.500.000 Amerikan işçisi san sendikalara kayıtlıydı.

Bundan başka, işletmenin ispiyonculuk hizmetleri örgütü, kendi ajanlarını namuslu sendikaların idareci mevkilerine yerleştirebilmek için özel bir çaba harcadı­lar.

Kendilerini gerçek sendikacılar olarak tanıtan ve «atelye arkadaşları» arasında şöhretlerini haincesine ya­yan yirmi kadar ispiyon, C.I.O., A.F.L, ve Demiryolcu­lar Birliği içinde önemli görevler elde etmeyi başardı.

Bir kere yerlerini almaya görsünler, çeşitli yollar­dan sendikaları kökünden yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.

Hartford da (Connccticut'da) yazı makineleri ima­lâtçılarının A.F.L. sendikası sekreterliğine kendini seç­tirmek için 1935’te işten ayrılan bir Corporation Auxili- ary ajanı, o kadar iyi çalıştı, öyle başarıya ulaştı ki, bu sendika bölümünün üye adedi bir yıldan daha az bir zamanda 2.500'den 75'e düştü. Michigan'da, Flint’de, ba­şında ispiyonların bulunduğu bir başka sendika örgü­tünün Üye sayısı 935'te 26.000 iken,- 1936’da 122’ye düştü.

Michigan'da, Fisher Body'de Lansing fabrikasında General Motors adına yürütülen ispiyonculuk kampan­yası konusunda Piııkerton Lawrence Baker'in bir ajanı, «Sonuçlar mükemmel, diyordu. Eskiden Lansing Fis- her’de işçiler yüzde yüz örgütlüydü. Çok. şükür şimdi beş idareciden başka kimse kalmadı.»

Söz hürriyetine ve işçi sınıfının haklarına yapılan saldırıları incelemekle görevli Follette Komisyonu, Se­natoya sunduğu 8 Şubat 1937 tarihli raporunda şöyle açıklıyordu:

«İspiyonculuğun, artık Amerikan idare­ciliğinin bir kısmı olduğu açık bir gerçektir. İşçilerin kanunî olarak örgütlenme haklan olmadıkça, söz hürriyeti ile sendikalaşma hürriyetinin hiç bir anlamı olmayacaktır. İn­sanlar, haklarını istemek üzere serbestçe tar­tışmak için toplanamamakta ve hayat şartla­rını İyileştirmek amacıyla örgüt kuramamak- tadırlar; ve hattâ, bir ispiyon ağı onları, gün­lük yaşayışları içinde kıskıvrak bağladığı için, siyasî veya dinî fikirlerini bile söyleye­ni e mekt ed i r ler.»

Rapor şöyle devam ediyordu:

«Fertlerin veya özel işletmelerin bir si- ■   lâh deposuna sahip olmalarına izin verilmiş

olması, hayretle karşılanacak bir şeydir. Sa­nayiin, kanunu temsil ettiğini ileri süren bir­takım pervasız kimseleri, kendi parası ile si­lâhlandırdığım öğrenmek üzücü ve korkutu­cudur. Ve yasal bir hükümetin her gerçek

savunucusu, sinesinde, işverenlerin kendi haklarını korumak için örgütlenmek gibi ya­sal haklarını kullanan adamlara saldırmak için profesyonel ispiyonlarla birlikte çalışan dev gibi bir ticarî işletmenin varlığına göz yumulduğunu öğrenmekle, beyninden vurul­muşa dönecektir.»

3.  GAZLA VE TÜFEKLE

Pittsburgh (Pennsylvania) Federal Laboratories Inc. Başkan Yardımcısı Earker H. Bailey, 1934 baharında, şirketin ticarî temsilcilerinden birine yolladığı mektu­bunda: «Her yerde güçlükler ortaya çıkıyor. Elinde bir­kaç fabrika tutan bir kimse, güvenlik âletleri konusun­da kendilerine sunduğumuz kaçırılmaz fırsatlarla mut­laka ilgilenmek sorundadır» diye yazıyordu.

Başkan Yardımcısının sözünü ettiği «güvenlik âlet­leri»: makineli tüfekler, hafif makineli tüfekler, taban­calar, otomatik tabancalar, zırhlı arabalar, alev makine­leri, ışıldaklar, cephane, koruyucu elbiseler, göz yaşar­tıcı ve boğucu gazlar, gaz maskeleri ve bu cinsten baş­ka şeyleri içine alıyordu.

Federal Laboratories Inc., Birleşik Amerika'nın en önemli şirketlerinden biriydi ve Amerika'nın hayrına ol- mıyan bir işle uğraşıyordu artık: özel işletmelerle, grev kırıcılara, profesyonel ispiyonlara, yerel polis örgütle­rine ve belediyelere silâh, cephane ve buna benzer aske­rî malzeme satıyordu (s).

Federal Laboratories'in yüzlerce müşterisi arasında şu şirketler de vardı:

Bethleem Steel Co.

Carnegie Steel Co.

Chevrolet Motor Co.

Chicago Tribüne

General Motors Corp.

Goodyear Tire and Rubber Co.

Standart Oil Inc.

Pontiac Motor Car, Co.

İşletmenin uğraştığı işler biraz kanun dışı olduğu için, temsilcileri, daima sıkı ağızlardan ve gözaçıklardan olurdu.

1934’te San Fransisco’daki genel grev sırasında Fe­deral Laboratories’in idare ettiği bazı ticarî görüşmeler bu olaya tamamen ışık tutuyor.

Federal Laboratories Inc.’in bir temsilcisi, San Francisco polis şefinden 13.000 dolarlık gaz ve gaz ge­reçleri siparişi almıştı. Ne var ki Federal Laboratories’­in Başkan Yardımcısı Baİley H. Barker'in daha sonra açıkladığına göre, bu siparişin yerine getirilmesinde ba­zı güçlükler ortaya çıktı: çünkü «şehrin bazı memurları, polis şefinin siparişini onaylamayı reddettiler.» Bizzat Barker bu işi düzeltmek için derhal San Francisco ya gitti.

ve gaz gereçleri satışından kazandıkları para, 104,062.114 dolara yükseliyordu. Bu rakama, makineli tüfekler, tabanca­lar, cephane ve buna benzer şeylerin satışından elde edilen ve yekûnu, daha birkaç milyon dolar kabartan gelirler dahil değildi. Şurası da bilinmelidir ki, Federal Laboratories İne, adı ticarî bir ünvandan başka bir şey değildir ve bu şirketin hü­kümetle resmî bağları yoktur.

Batıdaki şirketlerin temsilcileri ile birçok görüşme­lerden sonra Barker, Amerika Bankası'na bir mektup yazdı. Bu mektupta şöyle diyordu:

Amerika Bankası N.T. ve S.A.

New Montgomery Market Bürosu

San Francisco (Calif)

Baylar,

ilişikte, size ödenecek olan 1.380.912 dolar karşılı­ğında sahibine teslim etmenizi rica ettiğimiz kapalı bir zarf gönderiyoruz.

Bu meblâğı, aldığınızda Federal Laboratories Inc. 185-51 inci cadde, Pittsburgh (Penn.) adresindeki şube­mize yollayınız.

Saygılarımla,

Federal Laboratories Inc. adına

B.   H. Barker, Başkan Yardımcısı

Barker'm Amerikan Bankasına yolladığı «kapalı zarf»m içinde. San Francisco polis şefinin sipariş ettiği gaz ve gaz gereçlerinin karşılığı Federal Laboratories'in faturası vardı. Barker, buna karşılık bankadan 1.380.912 dolarlık bir çek aldı. Adı hiç bir zaman açıklanmayan kimseler tarafından parası ödenen gaz gereçleri San Francisco Polis Müdürlüğü’ne gönderildi.

Barker, Pİttsburg'a dönüşünde, American Havvaian Steamship Company'den Ashfield Stow’a yazdığı övgü dolu mektubunda: «Sizi temin ederim ki, içinde bulun­duğumuz durumun nazikliğini asla unutmayacağız» di­yordu. «Birçok şeyler aklımdan çıksa bile sizin, yol gös­termekten hoşlanmadığınız halde, bizimle işleri olan kimselerin faaliyetlerini korumaya tamamen hazır olu­şunuzu daima hatırlayacağım.»

Aynı yıl içinde, Federal Laboratories Inc'in başka­nı John W. Young, şirketin şubelerine, şirketin son ay­lardaki çalışmalarını özetleyen bir muhtıra yolladı. Yo- ung’m muhtırası şöyle başlıyordu:

«Baylar, yalnızca şirketimiz için değil, aynı zamanda memleketimizin gelecegi içiıı, bir sürü olaylarla dolu, tarihî günler atlat­tık. Sınıf kavgası, daha açık ve daha şiddetli şekilde kendini gösterdi. Yılın ilk ayından başlayarak satışımız, bir milyon doları aştı.»

Şirketinin milletlerarası yaygınlığına işaret etmek için Young, şöyl& devam ediyordu:

«Küba’ya, iki parti gaz ile birlikte tama­men Federal Laboratories tarafından yapıl­mış yirmi iki zırhlı polis arabası gönderildi. Polis, bu araçları nasıl kullanacağını öğren­di, bundan sonra her hafta gaz isteği alına­caktır.»

Fakat işler Birleşik Amerika’da da daha iyiye gidiyordu:

«Toledo’dakİ durumu yatıştırabilmek için oraya 75.000 dolara yakın gaz gönderil­di. Youngstown'a 2.00.000 dolar, Pittsburgh’a

2                                milyon 500 bin dolar, Seattle’e 50.000 do­lar değerinde mal gönderildi.»

Federal Laboratories Başkanı sonuç ola­rak:

«Göz yaşartıcı gaz kullanmanın çoğu kez iyi sonuçlar verdiğini gazetelerde okumuşsu­nuzdur şüphesiz. Gerçekten de polis onu na­sıl kullanacağını öğrenmeye başlıyor. Onu her gün biraz daha çok kullanıyor ve öğren­diğimize göre birçok durumlarda gaz’dan «Federal» diye bahsediyorlar artık. Özet ola­rak Baxter'i, Roush’ı, Baum'u, Grieg’i, Fis- her’i, Richardson'ı ve hizmetleri geçmiş, bu gereçleri kullanmakta kritik zamanlarda po­lise yardım etmiş olan bütün çocukları kut­lamak isterim.»

Başkan Young’ın mektubunda adı ayrı olarak ge­çen ajanlardan biri olan Joseph M. Roush 1934 başında, Pittsburgh bürosundan Kaliforniya'ya gönderilmiştir. İşçilerin mücadeleleri, doğuda adamakıllı kızışmıştı; Fe­deral Laboratories'in müdürleri en usta ajanları mey­dana salmak istiyorlardı. Roush’a güvenmekle aldanmı­yorlardı...

Kaliforniya'daki durumu ilk ağızda şöyle bir incele­dikten sonra Roush, Federal Laboratories Inc. Başkan Yardımcısı Bailey H. Barker'e durumu, «iş'e» son de­rece uygun bulduğunu bildirdi,

«Bu eyalette epey yaygın bir fikre göre bu yıl, mem­leketimizin tarihinde en ciddî grevlerin ve başkaldırma­ların patladığını göreceğiz... Gelecek ay, iyi bir ay ola­cak, Imperial Valley’de bir başka grev bekleniyor...» di­ye yazıyordu Roush,

Roush'ın eklediğine göre, daha birkaç «iştah açıcı güzel» grev, patlamak üzereydi. Çok yakın bir gelecek­te Kaliforniya'nın, makineli tüfek ve diğer ateşli silâh­lardan; özel olarak göz yaşartıcı gaz bombasından «bü­yük siparişler» vereceğini şimdiden söylemek için se­bepler vardı ortada.

Daha sonraki raporlarında Roush, amirlerine, şir­ketin yeni mallarından birinin satışını arttırmak için Özel bir çaba harcadığını bildiriyordu. İlmî olarak «Diphenylaminechlorarsine (DM) diye tamnan, daha ba- sitçesi boğucu gaz olan bu mal, Federal Laboratories in reklâm broşürlerinde şöyle tarif ediliyordu:

«Bu kimyasal sıvı, bol gözyaşı getirir. Bulantı ya­par, kusturur ve şiddetli baş ağrısı yapar. Birazcık faz­la dozu bir kimseyi altı ilâ sekiz saat saf dışı eder. Ka­palı yerde bu gaz zehirli sayılır fakat iyice bilinmelidir ki açık havada ölüme sebep olmaz.»

Mektuplarından birinde Roush:

«Kızılların, Los Angelos'ta boğucu gazdan hoşlan­malarını dilerim», diye yazıyordu. «Bunun için elimden geleni yapacağım...»

Ticarî temsilcilerin çoğu gibi Roush da satışı can­landırmak için, yolculuk çantasında reklâm olarak her gazdan birkaç örnek taşıyordu. Bir iş yakaladığı zaman genel olarak üzerinde, komünist düşmanı bir yazar olan, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti’ne karşı Nazi Almanyası ile işbirliği yapmakla suçlandırıl­mış olan Elizabeth Dilling’in (*) «The red net-work» ([4]) adlı kitabı bulunurdu. Roush, Dilling'in kitabını müşte­rilere «kızıl ajanların» Amerikan toplumuna ne için gel­diklerini, Federal Laboratories’in kendilerine sunduğu teçhizatın nasıl bir «korunma» aracı olacağım göster­mekte kullanıyordu, Roush aynı zamanda elinin altında «The red line of erime and civil disorder» (s) adlı bir broşür bulundurur ve sözü geçen alıcılarına ve gedikli müşterilerine dağıtırdı.

Yazm ilk aylarında Roush, göz yaşartıcı gaz stoku­nun satımında beklenilmeyen güçlüklerle karşılaştı.

Önemli müşteriler eksik olmuyordu fakat, Roush'un, Bailey H. Barker'e haber verdiği gibi bazı eyaletlerde yürürlükte olan kanunlar bazan ciddi engeller çıkarı­yordu karşısına:

«Göz yaşartıcı gazm kullanılmasına kar­şı olan kanun, çalışmama gerçekten engel oluyor... Et grevi sırasında izin alabilmek için karşılaşmış olduğumuz güçlükleri hatır­larsınız; şehir, bundan böyle özel şirketlere için verilmesini kesin olarak reddediyor! Ne dersiniz buna?»

Roush’un karşılaştığı güçlükleri iyi anlayan Barker, ona: «Eğer orada hiç bir şey yapılamıyorsa, öyle sanı­yorum ki, burada bize, başka işlerde başarı kazanaca­ğımız ümidi ile bu başarısızlığı sineye çekmekten baş­ka yapacak şey kalmıyor artık...» diyordu.

Buna rağmen, sipariş edilen gaz bombası üzerinden komisyon alan Roush, bu işi elden kaçırmamakta ke­sin kararlıydı. Eyalet Suç Araştırma ve Teşhis Bölümü şefi Clarence Morril’le yakınlık kurmağa çalıştı. Morril, Kaliforniya'da gaz ve makineli tüfekler satışına izin ve­recek veya reddedecek kimse olarak iyi seçilmişti.

Bir gün Roush, Pittsburgh’a, Barker’e telefon etti. «Barker, Alaska'da Federal Laboratories’in satışlarım yalnızca Morril’e vermeğe razı mıydı?»

Barker derhal «evet» cevabım verdi.

Ondan sonra, Kaliforniya'da gaz ve makineli tüfek satışı izni almakta hiç bir zaman güçlükle karşılaşılma­dı artık.

San Francisco genel grevinin bitiminden iki gün sonra, 22 Temmuz 1934'te Roush, Barker’e gönderdiği uzun bir mektupta işlerini nasıl «yeniden kalkındırdı­ğım» heyecanla anlatıyordu:

«2 Temmuz akşamı Başçavuş Mclnerney ile subay Myron Gernea... ertesi sabah, (Ge­nel Kurmay'a ait bir araba ile benim gaz teç­hizatından bir kısmım denemek için) kendi- lerile gelmek isteyip istemediğini sordular. Büyük sokak kavgaları ümit ettiklerini ve gaz bombalarını atmak için benim ustalığı­ma ihtiyaçları olacağım söylüyorlardı... Kav­ga, gazla ve iki karabina ile başladı. Bekle­me uzun sürmedi, ilk dalaşma kör şafakta başladı. Kısa menzilli mermilerle ve el bom­balan ile derhal karşılık verdik.»

«Elebaşılar» -San Francisco yakası boyunca rahat rahat dolaşan grev nöbetçileri (dok işçileri) - boğucu gaz bombalarını yerden toplayıp tekrar polislere atmaya koyulunca Roush, onlara, daha çok «uzun menzilli mer­miler» kullanmalarını salık verdi. «Sizi temin ederim ki, diyordu, işi iyi kıvırdılar. Ondan sonra her kavga bi­ze bir zafer kaydediyordu... Öğretici olduğu kadar, ilgi çekiciydi de bu.»

Roush, gaz obüslerinin «öyle dikkate değer sonuç­lar» verdiğini söylüyordu ki. San Francisco Polis Mü* dürlüğü’nden sonra birçok müşteri Federal Labora­tories’e büyük siparişler verdi:

«İşlerimiz iyi gitmiyordu. Fakat San Francisco ola­yından sonra derhal büyük komşu bölgelerden gaz ve tüfek siparişleri aldık. Tabii uçuyordum ben...

Malzememizi bir depoda bırakmak doğru olmadığı için onları San Francisco Polis Müdürlüğü’nün bodru­muna taşıdım... Berkeley Polis Müdürlüğü'nün, Oakland Polis Müdürlüğü’nün, San Francisco Savcılığı’nın ve Po­lis Müdürlüğü’nün bana gösterdikleri ağırlamadan da­ha fazlası olamazdı doğrusu. Şirket ve ben, şüphesiz, onlara büyük minnet borçluyuz... Berkeley Müdürlüğü bize, bir yazıhane, bir telefon hattı ve şehirde bulmamız imkânsız olduğu zaman benzin buldu.»

Roush, «kavgalar» sırasında çekilmiş resimlerden ele geçirdiğini ve onları büroya gönderdiğini haber ve­riyordu. «Bu kavgalardan birinde bir grup adama nasıl ateş ettiğimi anlatmak isterim.» diye ekliyordu, «tsabet alan bir adamın kafatası parçalandı, hemen öldü. Bir komünist olduğu için hiç de dokunmadı bana bu; hattâ onlardan, daha fazla öldüremediğime yanıyorum.»

Roush'un mektubu şöyle bitiyordu:

«Şimdi, bana sunduğunuz eşşiz işbirliği için size bütün kalbimle teşekkür etmeliyim. Kelimeler, duygularımı anlatmaz... Bizim bu işi gerçekleştirmemizi sağlayan şirket üyele­rine teşekkürlerimi iletmek lûtfunu esirge­meyiniz. Bundan sonraki işlerde başarıya ulaşmakta hiç bir şey, arkamda fabrikanın ve onun bütün personelinin desteğini hisset­mekten daha çok yardımcı" olamaz bana...

Karargâhımı San Francisco'd a kurmayı düşünüyorum... Burayı Öyle rahat ve öyle hoş buluyorum ki burada kalmağa karar verdim. En iyi dileklerimle...»

Joseph M. Roush

4.  YILDIRMA TEKNİĞİ

6.0.                 000 üyeli C.Î.O., Amerikan toplumunun ayrıl­maz canlı bir parçası olduğu için, daha sonraları, he­men bütün dünyaca tanınacaktı. Fakat C.Î.O.'yu kurma işine girişmiş olan bu kadınlı erkekli çalışkan insanla­ra Î930 yıllarına doğru çok zaman adî suçlular gibi dav­ranıldı. «Komünist kundakçıları» ve vatan haini mua­melesi görüyor, olur olmaz sebeplerle hapse tıkılıyor­lardı; bütün şehirler teker teker kapılarını onlara ka­patıyor, adları bütün büyük sanayi merkezlerinde kara listelere geçiyordu.

1935  ile 1937 arasında Amerika’da 47.000 den fazla işçi, haklarını elde etmek için savaşa katılmış oldukla­rından tutuklanmıştı...

Sendika yöneticileri çok kere hayatları pahasına grev yapıyorlardı. Zaman zaman, katiller ve sivil mulıa* fız teşkilâtları üyeleri tarafından kaçırılıyor, acımadan dövülüyorlar, kendilerine işkence ediliyordu. Birçoğu soğukkanlılıkla öldürüldü.

28 Ağustos 1935'te New Republîc gazetesi, bu adam­ların başlarına gelenleri, olaylan bizzat yaşayan birinin dilinden açıkladı. Yazıyı, Alabama'da Birmingham’daki Madencilik Sanayii Sendikası’nın yöneticilerinden biri olan Blaine Owen yazmıştı.

Blaine Owen’in anlattıkları şöyleydi:

«Birmingham adından hemen sonra, parantez için­de bazı adlar gelir akla: T.C.I., Republic Steel, Schloss - Sheffield... gibi. Aralarında en önemlisi T.C.I.’dir. Yani, Tennessee Coal and Iron (Tennesse Eyaleti Kömür ve Demir Şirketi)... Bir de United States Steel vardır, Mor- gaıı'm şirketi...

Şirketin bahçeli evlerinde oturan işçilerin, mısır, ya da buna benzer, insan boyunu aşan hiç bir bitki ekemi- yeceklerine dair bir karar vardır. Evleri birbirinden ayı­ran boşluklarda bütün gece ışıklar yanar. Saat dokuz buçuktan önce herkes içeri girmiş olmalıdır. Bununla beraber, her şeye rağmen toplantılar olur, şiddet ve yıl­dırma, toplantılara engel olamaz. Hapis ve işkence de­mek olan broşürler, gökten iner gibi kapıların altından kaydırılır, halkı örgütlenmeye ve mücadeleye çağırır.

Önde iki resmî elbiseli adamın oturduğu polis ara­bası ağır ağır bana yaklaştığı sırada evime dönüyordum. Biri araba kullanıyor, öbürü ışıldağı üzerine çeviriyor­du. Sokağın öbür ucunda karanlıkta bir otomobil ve önünde ağzında sigarasile bir adam duruyordu. Köşeyi döndüm. Kapılan açık olan Ford bizi geçerken onlar da yaklaşıyordu...

Araban^ arkasında, onların arasında dimdik duru­yordum. Kırmızı sinyal ışığını yakmış, iki sıra rahat ev­lerin arasından geçiyorduk. Hiç kimse tek kelime söyle­miyordu, Pencereler sımsıkı kapalıydı; havasızlıktan terlemeye başladık, boğuşmaktan nefes nefese idik...

Pat! Beklediğim halde, bu darbe yine de ânî oldu, beni şaşırttı. Dudağım uyuşmuştu, derin nefes alıyor ve ikinci darbeyi savuşturmaya uğraşıyordum. Bu defa darbe, yanağıma indi...

Koyu kanın tuzlu tadını duydum, nefes alırken yut­tum, Sivri bir diz karnıma geçti ve kollarımı kurtarma­ğa çalışırken nefesim kesildi. Bana öyle geliyordu ki, ezilmiş, parçalanmış akciğerlerime artık hava girmiyor­du. Sonra, yüzümü hiç koruyamaz oldum. Dizlerime mi kapamıştım yüzümü, yoksa onlardan birinin dizine mi? Ne olursa olsun, benben bir parça değildi artık o... Bir­den, yumruk - sille yağmuru durdu. Şaşırttı bu beni, göz­lerimi açmaya çalıştım ama yalnız sağ gözüm açıldı.

Karanlıkta ayakta duran uzun boylu zayıf herif, dü­zensiz, kesik - kesik, kısa sorular sordu bana. Elinde tut­tuğu tabancası, ince bir ışık halinde parlıyordu. Düm­düz ve siyah kaşlı, çarpık ağızlı gencin, yüzümün orta­sına bir yumruk indirebilmesi için, düzgün aralarla so- rularmı kesiyordu. «Konuşmayacak.» diyordu. Pat! «Tınmadı bile;.» Pat!... Durmadan kendi kendime tek­rarlıyordum. «Ağzını açma, ağzmı açma! Nasıl olsa işini bitirecekler senin; bir şey söylersen daha sözünü bitir­meden haklayacaklar seni.»

Sarışın, kısa boylusu, «Nehire atm onu» dedi. Biri­si bir ip getirdi... İp, keskin bir ıslıkla omuzlarıma indi. Birtakım ellerin, vücudumda kanın kuruduğu yerleri tekrar kanatarak, gömleğimi parça parça söküp aldığını duyuyordum. Birisi, bir bıçakla pantolonumu yırtıyor­du...

Kırbaç durdu, kaburga kemiklerime bir çizme dar­besi yedim, öyle yıkıldım. Kısa bir an sonra yeniden başladı aynı çizme darbeleri...

Bunun ne zaman dindiğini bilemiyorum artık. Yal­nız şunu biliyordum ki, ağzımı açmamak ve elden gel­diği kadar sessiz durmak son derece önemli idi, bunu düşünebiliyordum. Karanlıktan gelen bazı sorular ha­tırlıyorum...

Belli belirsiz, bu işin artık bittiğim anladım. Ara­banın kapısının çarpıldığını duydum ve arabanın lâs­tiklerinin tozda hışırdadığını... arabanın uzaklaştığım duyunca başımı kaldırmağa çalıştım...

Başım önüne düştü, toprağa yapıştım; uyuya kal­mak istemiyordum, nasıl olursa olsun Birmingham'a dönmek, oradaki işçileri bulmak istiyordum.

Silâhlı işçiler, yatağımın başında nöbet tuttular. Da­ha birkaç yıl önce bir Klan üyesi olan bir maden işçisi sekiz yaşındaki küçük oğlunu getirdi yanıma. Benden, oturmamı rica etti; çocuğa göstermek için bütün vücu­dumu kaplayan kesikleri, yırtıkları, yaraları açtı.

«iyi bak oğlum,» dedi. «İşte şirket bu. Nefret etme­sini ve savaşmasını öğrenmen gereken şey, bu!»

Milyonlarca işçi, hükümetin Wagner çalışma kanu­nu ile kendisine verdiği haklardan faydalanmaya çalışır­ken ve sendika hareketi memlekette önem kazanırken, sendika idarecileri her gün daha vahşi bir bastırma ha­reketinin kurbanları olacaklardı.

İşte, 1935 ile 1938 arasında işçi aleyhtarı şiddetin ti­pik birkaç örneği:

Alabama: Ağustos 1935'te Lowndes ili pamuk top­layıcıları greve başladılar. Şerif, memleketi kol gezen bir sivil örgüt kurdu. Bu adamlar grevcilerin evlerini basıyorlar, grevcileri kaçırıp onlara korkunç işkenceler yapıyorlardı. 22 Ağustosta, «uyanık muhafızlar», James Merriweather adlı bir grevciyi kaçırmış ve Öldürmüş­lerdi. Bn. Merriweather şöyle anlatıyor:

«Köy meydanında, insanların ellerini kırbaçlayan bir linç çetesinden söz edildiğini duymuştuk... Onların yarısı, bulunduğum eve doğru ilerlediler... Broşür bul­mak için ortalığı altüst ettiler. Bir şilte altında buldu­lar onları... O sırada işte olduğum için mitingte bulun­madığımı söyledim... Vaughn Ryles, elindeki ipi tehdit­le sallayarak bana bütün elbiselerimi çıkarmamı söyle­di. «Şu sedirin üzerine uzan» dedi, «bu sabah çıplak et istiyor canım.» Sedirin üzerine boylu boyunca uzandım, Ryles döverken, Ralph McQuire başımı tuttu... Kalça­larıma vuruyordu önce, sonra başıma vurdu. «Şimdi», dediler, «görelim bakalım ne söyleyeceksin.» Küfredi­yorlardı... Ryles, ipe bir düğüm attı... İpi direklerden birine astı... İki ayağımı yerden kaldırdı... Yakınlarda bir yerde ateş edildiğini duydum... Kocamın öldürüldü­ğünü söylediler... linç etmişlerdi...»

Arkansas: Güney Çiftçileri Sendikası'nın bir ida­recisi olan Howard Kester, bu eyalette yapılan şiddet hareketlerini açıklamak için 10 Ocak 1936’da Ne w-York Post'ta şöyle yazıyordu:

«Geceleri, şerifler ve maskeli adamlar, yoliarı tarı­yorlar, gizli sendika toplantılarını basmak için fırsat kolluyorlardı... Canları çekince adam dövüyorlar, çok kere öldürüyorlardı... Mülk sahipleri de faşist bir hare­ket örgütlendirmişlerdi: Bu örgütün adamları yeşil gömlek giyiyor, gömleklerine gamalı haç işletiyorlardı. Örgütümüzün yüzlerce üyesi kötü muamele görmüş, yir­mi kadar aile tehdit edilmiş, evlerinden kaçırılmıştı... Sendikamızdan en aşağı on kişiyi öldürdüler.

Daha birkaç hafta önce Arkansas'ta Earle’de silâhlı adamlar, bir toplantı sırasında zenci kiliselerine girdiler ve iki kişi öldürdüler... Ertesi gün, Methodist'Ierin bir kilisesinde, ben, siyah ve beyaz 450 sendika üyesi önün­de konuşurken yirmi kadar silâhlı çiftlik sahibi bera­berlerinde hükümet adamları olduğu halde toplantı sa­lonuna girdiler.

Diğerleri, kadın-erkek, çoluk çocuk gözetmeksizin sendika üyelerine saldırırken bu adamlardan üçü beni kürsüden aldılar ve arabanın içine attılar. Kilisenin içi p.Ilak bullak olmuştu.»

Michigan: Amerikan Lejyonundan ve Millî Muha­fızlar teşkilâtlarının üyelerinden meydana gelmiş bir grup adam, Newton çelik şirketi önünde gösteri yapan grevciler üzerine göz yaşartıcı ve kusturucu gaz bom­bası atmak üzere 10 Haziran 1937'de geceleyin, Binbaşı Daniel Knagge kumandası altında Monroe’ya geldiler. Beyzbol sopaları ile grevcileri iyice hırpaladıktan sonra «kanun ve nizamı koruyucuları» dövmek için sempati­zan aramaya daldılar evlerin içine. Grevcilere karargâh ödevi gören çadırı ateşe verdiler ve işçilere ait bir dü­zine arabayı yaktılar, parçaladılar.

Teksas: 1937 sonuna doğru, bir ceviz toplayıcıları grevi sırasında 700 den fazla işçi San Antonio'da, grev müfrezesi kurmak istedikleri için tutuklandılar. Adam­lar ve kadınlar dövüldü, coplandı ve hırpalandı. Göste­ricileri (kadınlar, çocuklar, kollarında bebekleri analar) polis sıraya dizdi ve aniden göz yaşartıcı bomba attı üzerlerine. Hiç bir şeyle suçlanmaksızın, yirmi kadar kadın hapse atıldı.

Kaliforniya: 1938 başlangıcında Maden, Çelik ve Yüksek Fırın İşçileri Milletlerarası Sendikasının 238'in­ci yerel teşkilâtı, Nevada İli altın madencilerinin gre­vinde başa geçti. Oranın şerifi ve Kaliforniya Eyaleti polisleri tarafından idare edilen bir grup sivil muha­fız, 20 Ocakta Murchie madeni grevcilerine saldırdılar. Ayrıca, tabanca ve copla silâhlanmış 300 kişilik bir çe­te 60 kişiye saldırdı. Ertesi akşam, gösteri yapan 12 ki­şi hastaneye gönderildi ve sendikanın bütün yerleri de darmadağın edildi. Sendika idarecileri linçle korkutul­du. 100 den fazla madenci ve ailesi ilden atıldı.

Mississipi: 15 Nisan 1938Jde, Tupelo'da C.I.O.'nun bir idarecisi olan 27 yaşındaki Charles F. Cox u, bir sü­rü adam bir arabaya sürükledi. 30 kilometre kadar açıl­dıktan sonra ve orada tamamen soyduktan sonra 11 adam kayışla dövmeye başladı, Cos, ondan sonra, ya- rıyarıya şuurunu kaybetmiş bir halde sürüne sürüne şehre ulaşabildi, Cox, 1937 yerel grevinden sonra, fab­rika sahipleri ve işçiler arasındaki anlaşmazlıkların en önemli tanıklarından biriydi. Bu işi incelemekle görev­lendirilmiş olan örgütler, Cox'un örgüt aleyhine tanık­lık etmesine engel olmak için kaçırılmış olduğunu açık­ladılar.

Fakat ne şirketlerin millî ölçüde giriştikleri şiddet ve korkutma kampanyaları, ne «uyanık muhafızlar»ın

58

saldıkları dehşet, ne de grevleri kırmak için gönderilen Millî Muhafızlar ve yerel polis, gayelerine erişebildi.

Buhran yıllarının güçlükleri ve sefaleti ile, New De- al’in işçi - lehine siyaseti ile ve Batı kıyısındaki deniz­ciler ve madenciler sendikalarının, daha bazı sanayi sen­dikasının kazandıkları zaferlerle harekete gelen Ameri­kan işçileri, kitle halinde sendikalara girmeye ve daha iyi çalışma şartlarının yanında daha yüksek ücretler el­de etmek için mücadeleye katılmaya devam ettiler.

1936  başlangıcında C.I.O, idarecileri bir «savaş-fo­nu» topladılar; kauçuk otomobil, çelik, alüminyum, rad­yo ve daha bazı ana sanayi işçilerinin örgütlenmelerine yardım için güçlerini bir araya getirdiler. Gazeteciler, kimyacılar, teknisyenler, satıcılar ve memurlar, kâtip­ler, oduncular, denizciler, ayakkabıcılar, kürkçüler ve makinistler, sayısı bugün biraz daha artan örgütlü işçi­ler ordusuna katıldılar.

1936   Şubatında, Akron'daki Goodyear lâstik sana­yiinin, kauçuk işçilerini C.1,0.'ya sokmak isteyen 10.000 işçisi, Goodyear fabrikasının binalarını tuttular ve Ame­rika'da ilk defa olmak üzere «işyerini terketmeksizin grev» yaptılar. Dört hafta dayandıktan sonra şirket, iş­çilerin isteklerine boyun eğdi.

1936  Kasımında Otomobil İşçileri Sendikası mem­leketin en önemli işletmesi olan General Motors'd a grev ilân etti. Greve 125.000 işçi katıldı; General Motors’ım yirmi kadar şehirdeki bütün fabrikalarını durdurdular. Üç aylık diş dişe bir savaştan sonra şirket, sendika ile bir anlaşma imzaladı, iki ay sonra Chrysler, Otomobil işçileri Sendikası üyelerince seçilen delegeyi kabul etti.

Fakat en önemli mücadeleyi, madencilik sanayii sürdürüyordu. 13 Haziran 1936'da Business Weeks'de «Eğer Lewis, maden sanayiinde kazanırsa, bütün sanayi kollan tehdit edilmiş olacaktır.,.» diye yazılıyordu. Yı-

lın sonuna doğru, PIıil Murray, Madencilik Sanayii iş­çileri Sendikası'na 100.000 işçi kaydettirmişti. 2 Mart 1937’de B.A. Çelik sanayi ve şubeleri yeni madencilik sanayii sendikasına katıldılar. Bu, C.I.O.’nun yerel plân­da kazandığı en büyük zafer oldu.

5.    «HATIRLAMAK»

Şimdi anlatacağımız olay, 30 Mart 1937'de, savaş meydanlarında can veren Amerikan askerlerinin anıldı­ğı millî bir bayram gününde Chicago'da, Republic Steel fabrikasına yakın geniş bir arsada geçti.

İkindiye doğru, arsanın bir ucunda bine yakın adam, kadın ve çocuk toplanmıştı. Bunlar, grevde olan Republic Steel'in işçileri ve onların aileleri, öbür sana­yi kollarından işçiler, dostlar ve sempatizanlardı.

Şirketin işçi düşmanı tutumunu protesto etmek için, Republic Steel fabrikasının yanında gösteriye gel­mişlerdi.

Republic Steel'in kaba, iri yarı Başkam Tom Gird- ler: «C.I.O. gibi kötü tanınmış bir komünist örgütle ne yazılı, ne de sözlü bir anlaşma yapmak niyetinde deği­lim» demişti.

Republic Steel, C.I.O.'nun henüz içine giremediği tek maden işletmesiydi, Güzel bir pazar günüydü. Hava sıcaktı. Gösteri yapanlar keyifli bir hava içindeydiler. Kadınlar hafif yazlıkları içinde, adamların çoğu ceket­siz; topluluğun hareket etmesini beklerken küçük öbek­ler halinde toplanmış, canlı canlı tartışıyor, gülüyor, şarkı söylüyorlardı. Kalabalığın ortasında iki Amerikan bayrağı rüzgârda hafif hafif dalgalanıyordu.

Ne olursa olsun bu görünümün insana dokunan, ba­tan bir yanı vardı. Arsanın öbür ucunda, fabrika ile gös­teri yapanların arasında yarı yolda elleri sopalı yüzler­ce polis duruyordu. Hemen bütün polisler, arsayı boy­dan boya geçen çamurlu bir yolun öbür ucuna kadar uzanan dağınık sıralar halinde dizilmişlerdi. Bu polis­lerin arkasında destek grupları ve birkaç polis arabası vardı...

Üç yüze yakın gösterici çamurlu yola doğru akma­ya başladığı anda, saat dördü yeni vurmuştu. Amerikan bayrağını taşıyan iki adamın gerisinde uzun bir sıra ha­linde yürüyorlardı. Üzerine basa basa, birtakım paro­lan haykırarak yürüyorlar, üzerlerinde «C.I.O.'ya katı­lın», «Republic halka ihanet etti», «Republic Steel ça­lışma kanununu çiğnedi» gibi yazılar okunan levhalan havaya kaldırıyorlardı.

Arsanın ortasına doğru polis, gösteri yapanlara yo­lu kapadı. Kalabalık, yavaşlamak ve durmak zorunda kaldı, iki bayrak taşıyıcı arasında duran genç bir adam polislere, kalabalığın geçmesine engel olmamalarım söy­ledi. Göstericiler saflarını sıklaştırdılar, hırsla konuşma­sını dinledikleri genç adamın etrafında sımsıkı bir top­luluk oldular.

Kimi, idarenin gösteriye izin verdiğini, kimi de poli­sin, yürüyüşü durdurmaya hiç bir hakkı olmadığım söy­lüyordu.

Polisler, sinirli olduklarmı gizleyemiyor, yerlerinde duramıyor, tabancalarını kılıflarmdan çıkarıyor, sopa­ları ile oynuyorlardı.

Arsada kötü şeyler olacağı seziliyordu.

Birdenbire, hiç beklenmeksizin, sanki önceden ve­rilmiş bir işaretle harekete gelmiş gibi birkaç polis ko­lunu kaldırdı ve kalabalığın ortasına göz yaşartıcı gaz bombası fırlattı. Aynı anda âni olduğu kadar korkunç bir ateşe başladı tabancalar.

Öndeki kadınlar ve erkekler yerlere attılar kendi­lerini. Kalabalığın gerisi korkudan şaşırmış, çılgına dön­müş bir halde bütün hızı ile kaçmaya başladı. Emir üze­rine polisler, kaçanlara yüklendiler, hayvana vurur gi­bi sopalarla dövmeye başladılar.

Tabanca sesleri ve yaralananların bağırışları arasın­da gösteri yapanlar, dayaktan bitkin halde birer birer yere yıkıldılar. Polis grupları, yaralıların yanından ay­rılmıyor, sopalarla onlara vurmakta devam ediyorlar­dı. Erkekler ve kadınlar, yüzleri gözleri kan içinde, umutsuzca, sopa darbelerinden sakınmaya çalışarak sendeliyor, ayakta sallanıyorlardı.

îşte Ölüler Günü katliâmı böyle başladı.

Medenî hürriyetlerin çiğnenmesi konusu üzerinde bir araştırma yapan bir grup Chicago’lu rahip adına gös­teriye gelen ve yanında bir de fotoğraf makinesi olan Charles B. Fishe adında bir rahip daha sonra olayı şöy­le anlattı:

«Fotoğraf makinesini gözlerime yaklaştırdım ve gözyaşartıcı bombaların patladığı yeri gördüm. Toplu­luğun başında bulunan insanların çöktüklerini gördüm. Düzinelerle, yığın yığın yere yıkılıyorlardı.

Sol gözümün köşesinden, 9 -10 metre gerimde bir adam dikkatimi çekiyordu. Bir zaman hareketsiz kaldı, sonra yıkıldı. Böylece yüzükoyun resmini aldım onun. Ölmüş olmalıydı, çünkü sırtında, gömleğinin üzerinde kan lekeleri vardı...

Hemen yakınımda, 30 metre kadar ilerimde bir de­likanlı gördüm. Bütün gücüyle koşarken, geriye arka­sından koşan iki polise bağırıyordu: «Gidiyorum, gidi­yorum işte. Emrettiğiniz gibi... Elimden geldiği kadar hızla koşuyorum». Delikanlının ayağı takıldı, düştü ve polisler, ikisi birden üzerine çullandılar. Sürükleyerek bir çalılığın arkasına götürdüler, bir zaman orada döv­düler. Hemen yanlarında, onların filmini çektim: deli­kanlı yıkıldığı yerde şuurunu kaybetmişe benzediği hal­de polisler kalın sopalan ile dövmeye devam ediyor­lardı..,»

Chicago Hull Cemiyeti'nde çalışan Mme. Lupe Mar- shall adındaki sosyal hemşire de Ölüler Günü Katliâmı­na şahit oldu. Polisin gösteri yapanlara saldırdığı o kar­gaşalıkta, o da yakalanmış, bir hayli dayak yemiş ve bir polis arabasına atılmıştı.

Şöyle anlatıyor Mme. Marshall:

«Olayların başladığı sırada bulunduğum noktaya yakın yerde polisler, vurulup yere düşmüş adamları top­lamaya koyuldular; onları, ayaklarından yada kolların­dan sürükleyerek taşıyorlardı. Arabada bulunanların hiçbirinin oturacak gücü kalmamıştı. Polisler birbiri üs­tüne yığdılar onları. Bazılarının başı, başka vücutların altında kalmıştı. Bazılarının kolları ters dönmüş, bacak­ları eklem yerlerinden çıkmıştı...»

Mme. Marshall, hastaneye kadar o kâbuslu yolcu­luğu şöyle anlatıyor: «Sanki oraya hiç varamıyacakmı- şız gibi geldi bana; her sarsılışta bu adamlar havaya fır­lıyor ve sonra yine birbirinin üzerine düşüyorlardı. Ara­bada her şey korkunç bir şekilde altalta üstüsteydi. in­lemeler, bağırışmalar geliyordu vücutlardan...

Araba hastanenin önüne gelince polisler, yaralı ve bayılmış insanları arabalardan çekerek, ayaklarından, ellerinden sürükleyerek içeriye aldılar ve hoyratça ye­re attılar. Birdenbire bir dedektif belirdi ortalıkta, yer­de yatan vücutları göstererek kızgın bir sesle bağırdı polislere: «Hangi şeytan verdi bu lânet ateş emrini?». Polislerden biri cevap verdi: «Kapat çeneni!» Ve Mme. Marshall'a dönerek ekledi: «Tamamen ölmüş değiller henüz.»

Fakat bütün geçen şeyleri füme almış olan Para- mount film şirketinin günlük haberler filmi, şüphesiz, Ölüler Günü Katliâmı hakkında daha korkunç şekilde tanıklık edebilirdi. Ne var ki film, çoğaltılıp sinemalara dağıtılmadı, Paramount idarecileri, film halka gösteri­lirse «kızılca kıyametin kopacağını» düşünüyorlardı.

Filmin banyosu yapıldıktan sonra özel şekilde gös­terildi. Senatör Robert M. La Follette Jr., Senatör Elbert

D.  Thomas ve La Follette Medenî Hürriyetler Komisyo- nu'nun en yetkili üyelerinden birkaçı hazır bulundular bu gösterilişte.

Saİnt - Louis Post Dİspatçh gazetesi daha sonra bu filmin özel gösterilişini, özel şaşırtıcı bir şekilde anlatı­yordu, Post Dispatch'te çıkan yazıdan bazı kısımları aşa­ğıya alıyorum:

. «Birdenbire belirli bir işaret verilmeden, tabancala­rın korkunç patlama sesleri duyulur ve gösterici grubu­nun ilk sıraları, biçilen otlar gibi yıkılırlar... Polis der­hal göstericilere saldırır ve havada, sopaların işlediği görülür.»

Polisler, sanki normal bir iş yapıyorlarmış gibi adamları dövmek için ayrı ayrı yerlere sürüklerler. De­falarca, iki veya dört polisin bir tek adamı dövdükleri görülür. Biri, beyzbol sopası gibi tuttuğu sopayla ada­mın yüzünün ortasına vururken, Öbürü elile kafasına vurur, bir diğeri sırtına sırtına indirir...

«C.I.O. idarecileri, gömü işi ile uğraşan cenaze şir­ketinin, kurbanlardan birinin, darbelerin etkisi ile kafa­tasının kırıldığını ve beynin tamamen ezildiğini söyle­diğini açıkladılar...» ‘

Yazı devam ediyordu:

«Sırtını delip geçen kurşun yemiş bir adamın bü­tün vücudu tutmaz oldu, iki polis, polis arabasına at­mak için onu ayağa kaldırmaya çalıştılar; onlar bırakır bırakmaz adamın bacakları büküldü ve hemen araba­nın basamağının dibine, çamura yüzükoyun yığıldı. Ba­şını ve kollarını oynatıyordu, fakat bacakları tamamen duygusuzdu. Bir kaplumbağa gibi başını kaldırıyor ve toprağı kanırıyordu....

Post Dispatch'in yazısı şöyle bitiyordu:

«Kamera, sahnenin ortasına gelir tekrar. Şurada burada ölümün o korkunç kayıtsızlığını hatırlatan ce­setler yatmaktadır yerde upuzun... Saçı başı dağılmış, paltosunun önü açık, yüzü gözü şişmiş bir polis, kame­ranın önünde duran bir başka polise yaklaşır. Kan ter içindedir, yorgundur. Anlaşılmaz bir şeyler söyler. Bir­denbire ağzı kulaklarına varmışçasına sırıtır, ellerini oğuştura oğuştura uzaklaşır. Film biter.»

Ölüler Günü katliâmında on kişi öldürülmüş, yir­mi kadarı da ciddî şekilde yaralanmıştı.

Katliâm, maden işçileri gösterisinin, Republic Steel fabrikasını işgal etmek ve içeride kimi bulurlarsa öldür­mek için hazırlanmış bir «komünist komplosu» oldu­ğunu söyleyen Chicago polis şefleri tarafından kapatıl­dı. Polisin bu temsilcilerine göre «iki veya üç yüz kişi­nin hayatı», «polisin hazırlıklı ve tertipli hareketi» sa­yesinde kurtarılmış oldu,

30 Haziran 1937'de La Flotte komisyonu Önünde ifa­de vermeye gelen Chicago polisinden, yüzbaşı James L. Mooney'in tanıklığından birkaç parçayı aşağıya alıyo­ruz:

Senatör Thomas — Demek ki, size göre ayın 30'un- daki olay polisle komünistler arasında bir kavgaydı öy­le mi?

Yüzbaşı Mooney — Bu, kızıl kışkırtıcıların suçu­dur... Onların asıl maksatları fabrikaya girmekti. Orada birçok kimseyi öldüreceklerdi.

Senatör Thomas — Sizin komünist dediğiniz bütün bu kimseler, adam öldürmek mi isterler hep, onların gayelerinden biri de bu mudur, acaba?

Yüzbaşı Mooney — Hepsi değil, fakat rastlamadık­larımın hepsi.

İfadesi sırasında Yüzbaşı Mooney sordu: «Senato Konıisyonu'nun işini kolaylaştıracak bir teklifte buluna­bilir miyim?»

Senatör Thomas, «Evet» dedi.

Yüzbaşı Mooney: «Bütün bu komünistleri ve kızıl­ları atın memleketten, her şey düzelecek o zaman.»

Senatör Thomas: «Nereye gönderirdiniz onları?» di­ye sordu.

«Rusya’ya, Lenin'in yanma.»

«Gerçekte bunların, Rusya’nın paralı ajanları olduk­larını mı samyorsunuz?»

«Bunu düşünmeme sebep, memlekette en aşağı elli komünistin emir almak için Rusya’ya gitmiş olmasıdır.»

«Onların, Rusya'nın neresine gittiklerini biliyor mu­sunuz?

«Başkente gittiler.»

«Başkent nerede?»

Yüzbaşı bir an durakladı, sonra karşılık verdi: «Ta­biî, Lenin neredeyse orada.»

6.   GENEL KARARGÂH

New Deal’in güç durumda bulunduğu sırada, son derece sözü geçen Amerikan milyonerlerinden küçük bir grup, yılda bir kere, en sıkı bir gizlilik içinde New York'taki Rockefeller Plaz’da 3115 numaralı odada top­lanırlardı. Bu grup, «Özel Görüşme Komisyonu» adım taşıyordu.

30 Rockofeîler Plaza’daki 3115 numaralı odanın ka­pısında, «Edward S, Cowdrick, Sanayi İşleri Uzmanı» yazılı bir levha bulunurdu, fakat bu, «özel Görüşme Ko- misyonu»ımn bu büroda neler görüştüğünü tamamen açıklayanı azdı. Telefon rehberinde Komisyonun adı yok­tu; başlıklı kâğıdı yoktu; bütün kayıtlan ve raporları «son derece gizli» idi.

Özel Görüşme Komisyonu sekreteri Edward S. Cowdrick, komisyondan olmayan kimselerle konuşur­ken komisyonun adını hiç geçirmezdi; örgütten, «ortak­larım» veya «bana işveren grup» diye söz ediyordu.

Özel Görüşme Komisyonu, adları, bütün dünya sa­nayici ve maliyeci çevrelerinde efsanevî şekilde geçen insanlardan meydana gelmişti.

Aşağıda, diğerleri arasında, Komisyonun toplantıla­rına veya onun genel faaliyetine katılan bazı kimselerin adlarını bulacaksınız:

Lammot du Pont, Du Pont de Nemours E. 1. şirketi başkanı.

Alfred S. Sloan Jr. General Motors Cor­poration başkam.

Harr W. Anderson: General Motors Cor­poration dış işler müdürü.

Owen D. Young: General Electric Com- pany'nin idare kurulu başkanı.

Edgar S. Bloom: Western Electric Com- pany başkanı.

Eugene G. Grace: Bethlehem Steel Com- pany başkanı.

Frank A. Merrick: Westinghouse Elec­tric and Manufacturing Company başkam.

Harry E. Ward: Irving Trust Company başkanı.

E.                                J, Thomas: Goodyear Tire and Rub­ber Company personel şefi.

Özel Görüşme Komisyonu’nda temsil edilen tröst­ler şöyle gruplanmış 1 ardı:

Morgan Grubu: United States Steel Corporations (Amerika'nın en büyük sınaî şirketi) General Electric Company; American Telephone and Telegraph Com­pany.

Da Pont Grubu: General Motors Corporation (Ame­rika'nın üçüncü büyük sınaî şirketi); E. I. du Pont de Nemours Company (Amerika'nın dördüncü büyük sınai şirketi); United States Rubber Company.

Rockefeller Grubu: New Jersey Standart Oil Com­pany (Amerika'nın ikinci büyük sınaî şirketi).

Mellon Grubu: Westinghouse Electric and Manifac- turing Company.

Chicago Grubu: International Harvester Company.

Cîeveland Grubu: Goodyear Tire and Rubber Com­pany.

özel Görüşme Komisyonu, 1930 yılları sırasında, stratejik plânlar çizen, kullanılacak taktiği gösteren ve teşkilâtlı işçilerle, New Deal politikasına karşı açılmış olan savaşın bütün dönemlerini idare eden büyük Ame­rikan kapitalistlerinin gizli genel karargâhı idi. O

(9)      Özel Görüşme Komisyonu 1919 da, işçi sınıfının Birinci Dün­ya Savaşı'nı izleyen hak İsteme mücadelelerinin kızıştığı dö­nemde kurulmuştu. Ama Komisyon, ancak New Deal politi­kası iyice başarı kazandıktan sonradır kİ, ciddî ve sistemli olarak işlemeye başladı.

özel Görüşme Komisyonu'nun idareci üyeleri ancak yılda bir kere toplanıyorlardı, fakat onların temsilcile­ri ve daha küçük memurları sayısız toplantılar yapıyor­lardı. Sekreter Cowdrick ise, Komisyon’un en önemli üyelerini, devamlı olarak, sanayi alanında geçen ilgi çe­kici şeylerden haberdar ediyor, onlara durmadan kayıt­lar ve raporlar gönderiyordu.

New Deal’in ilk yılı Komisyon için özellikle yüklü bir yıl oldu, Bethlehem Steel Company'nin ikinci baş­kanı ve Özel Görüşme Komisyonu Başkanı J. M. Larkin, 1934 başında şöyle açıkladı: «1933 yılı, kurulan birlik­lerin sayısı, tartışılan konuların çeşitliliği ve önemi, sa­nayi şirketlerince Komisyon üyelerine sorulan soruların çeşitliliği bakımından yarış dışı bir rekor kırdı,»

Bu zor devre boyunca çalışmaları İçin Komisyona minnetini bildirmek isteyen Larkin: «Özel Görüşme Ko­misyonu ile ilgili ve onu destekleyen şirketler Öyle du­rumlara düştüler ki, toplumsal çatışmaları ve kalkınma programının ortaya çıkardığı her gün biraz daha artan güçlükleri çözmek için Komisyonun tecrübe ve öğütle­rine ihtiyaç duydular,» diyordu,

Larkin, «Bununla birlikte, yine de çözülmesi gere­ken bazı karışık sorunlar kalıyordu,» diye ekliyordu. «En önemlilerinden biri, bugün serbest rekabete karşı girişilen bir savaşta dövüşmek zorunda kalışımızdır...»

Roosevelt hükümetinin ilk günlerinde, hükümete yakın yüksek çevrelerle ilişkilerini kullanmasını iyi bi­len Özel Görüşme Komisyonu, iç işlerde hükümet po­litikasına uygun hareket etti. 1933 Ağustosunda, Ticaret Bakanı, ticarî plânlama ve yönetme için bir Danışma Konseyi kurduğu zaman General Electric Başkam Ge- rard Swope ile New Jersey Standart Oil Başkam Walter C, Teagle (bu iki şirket de özel Görüşme Komisyonu'nda üye idiler) bu konsey başkanlığına ve sınaî ilişkiler bü-

rosu başkanlığına getirildiler. Swope ile Teagle de, Özel Görüşme Komisyonu’nun önemli üyelerini Sınaî İlişki­ler bürosuna ve Edward Cowdrick'i de sekreterlik va­zifesine getirdiler.

Cowdrick, American Telephone and Telegraph Com- pany'nin başkanı W. A. Griffin'e yazdığı gizli bir mek­tupta, özel Görüşme Komisyonu üyelerinin bu hükümet örgütü içinde oynayacakları rolü açıklıyordu:

«Her üye şahsen çağırıldı, şirketini temsilen değil; özel Görüşme Komisyonu’nun adı hiç geçmeyecek... Bu yeni komisyonun (sınaî ilişkiler bürosu) işi bizim ko­misyonun işini tamamlayacak ve genişletecektir. Komis­yonun çalışmasının genel gidişi, normal toplantılar sı­rasında çizileceği için olağanüstü toplantılar yapmak ge­rekmeyecek şüphesiz.»

Fakat, New Deal'in işçi lehine siyaseti yavaş yavaş beliriyor. Roosevelt hükümeti ile büyük sermaye ara­sında çatışmalar başlıyor ve özel Görüşme Komisyonu üyeleri, bundan böyle hükümet içinde gerçek bir etki yaparak hareket etmelerinin imkânsız olduğunu anlı­yorlardı. Komisyona göre, şimdi en âcil şey, aynı zaman­da Roosevelt’e ve sendikalara karşı geniş bir kampan­ya açmaktı...

Halk işleri uzmanları ve sanayi sorunları uzmanla­rı, fikir danışmak için çağırıldı. Cowdrick’in kontrolü al­tında, Geçici tşçi Taraftan Kanununun ince bir analizi yapıldı ve adamakıllı inceleyebilmeleri için bütün ko­misyon üyelerine dağıtıldı. United States Rubber'den Cyrus Ching’in önerisi üzerine komisyona bir «Haberal- ma örgütü eklendi. (,0)

(10)     7 Ağustos 1947 de Başkan Truman, Cyrus Chİng'î Federal Arabuluculuk ve Uzlaşfjrma Hizmeti Başkanlığına getirdi. İşçilerle patronlar arasındaki uyuşmazlıklarda hakemlik ya­yacaktı.

Daima el altında olan ve bazı şirketlerin sundukla­rı avantajlardan faydalanan komisyon, sendikalara kar­şı ve serbest rekabetin savunulması için geniş bir pro­paganda kampanyası açtı. Cowdrick bu kampanyanın örgütlenmesi için komisyona yapılan yardım konusuna şöyle değiniyordu:

«Bazı kimselerle ve Millî Fabrikatörler Ortaklığı, Birleşik Amerika Ticaret Odası, Millî Otomobil Ticaret Odası ve özel Görüşme Komisyonu’na bağlı bazı şirket­lerin Washington'daki büroları gibi bazı örgütlerle çok faydalı bağlar kurdum. Genel olarak hükümet memur­ları ile yüzyüze gelmekten çok, bu bağlar aracılığı ile hareket ettim. Çok düşündüm ki, üzerime çok dikkat çekmekten veya onlara üzerlerine etki yapıyorum inan­cını vermekten kaçınmak daha iyi olacaktı.»

Millî Fabrikatörler Ortaklığı ve B. Amerika Ticaret Odası'nın «son derece anlayışlı ve uysal olduklarım» be­lirtiyordu raporunda Cowdrick. «Özel Görüşme Komis­yonu’na bağlı şirketlerin çoğu bu iki örgütün üyesi ol­duklarından, bunda şaşılacak bir şey yoktu.» Komisyo­nun çabalarına rağmen, işverenler ve işçiler arasındaki ilişkilere dair Federal Kanun yayınlanınca bu durum, komisyonun karşısına yeni sorunlar çıkardı. Komisyo­nun 1936'da çıkan yıllık raporu, 1919'daki kuruluşundan beri komisyonun çalışmalarını inceledikten sonra şöyle diyordu:

«Bu geçen on sekiz yılın hiç biri 1936 kadar zor ol­madı... Çalışmanın tüzüklerle düzenlenmesi güçlükleri, kanunlar ve sendika idarecilerince yapılan şiddetli bas­kı ile daha da arttırıldı... özel Görüşme Komisyonu, 1936'da kısmen etkili olmuştu...»

Baştanbaşa değişmiş olan durum, işçi düşmanı yeni taktikler kullanılmasını gerektiriyordu. Bu taktiklerden biri, bazı «dinî cemaatlar»ı ve sivil savunma gruplarını büyük işletmeler ve serbest rekabet yolu ile destekle­mekti, Goodyear Rubber Company, Akron'da bir grev sırasında bu tekniği kullanmıştı; Cowdrick, raporunda bu konu üzerinde şöyle yazıyordu:

«Pazar günü öğleden sonra, Akron’un eski belediye başkanı C. Nelson Sparks, kanun ve düzeni koruma bir­liklerinden birinin idaresini almayı kabul etti... Radyo­da verdiği bir nutukta, kışkırtıcılara şehri terketmele- rini önerdi. Bir ara, düzeni devam ettirmek için kuvvet göndermeye kandırmak amacıyle valiye baskı yapıldı.»

Özel Görüşme Komisyonu aynı zamanda, grevleri kırmak ve başka türlü işçi düşmanı işleri başarmak için başvurulabilecek çeşitli Amerikan faşist örgütler hak­kında derin bir inceleme ile uğraşıyordu. Anayasa ve Eğitim Birliği, Haçlılar, Cumhuriyet Bekçileri ve Ameri­kan insanları adlı birlikler vardı bunların arasında. 1 Haziran 1936'da Cowdrick, yahudi düşmanı ve nazi dos­tu olan Cumhuriyet Bekçileri Örgütü hakkında ne dü­şündüğünü sormak için General Motors’un idarecilerin­den biri olan Anderson’a bir mektup yazdı. Anderson birkaç gün sonra cevap verdi:

«1 Haziran tarihli mektubunuza cevap olarak, Cum­huriyet Bekçileri adlı örgütten söz edildiğini duymadı­ğımı söylemek zorundayım. Bizim burada güzel, küçük bir örgüt var: Kara Lejyon. Belki de odur...» ")

U. S. Steel Corp. Başkan Yardımcısı A. H. Young’un teklifi ile, Cowdrick'in kaleme aldığı bir rapor komis­yonun, faşist sindirme yöntemlerine ne kadar ilgi duy-

(11)     Kara Lejyon: 1930'a doğru Ohio'da, illinois'de, Indiana’da, şiddetle hüküm i üren bîr gizli tethişçîlik örgütü. Lejyon, yangın çıkarma, kundak sokma, işkence etme ve öldürme gibi tepeleme usulleri kullanırdı. Daha fazla bilgî İçin bak: «Tehlikeli Amerikalılar» bölümü.

duklarmı açıkça belirtiyordu. Rapor, komisyon üyeleri­nin incelemelerine sunulan garip bir iş kanunu taslağı­nın ayrıntılı bir analizini de içine alıyordu. Söz konusu olan kanunda aşağıdaki madde de vardı:

«işletmenin müdürü, işletmeyi ilgilendiren sorunla­rı, memurlar ve işçiler adına çözer... Memurların ve İş­çilerin refahından sorumludur... Memurlar ve işçiler, fabrika birliğinin «hayırhah» kurallarına saygılı davra­narak müdüre sadakat borçludurlar.»

A. H. Young, Cowdrick'e yazdığı bir mektupta bu hukukî parçayı «Alman hükümetinin bir üyesinden» aldığını söylüyordu.

Bu kanun, Adolf Hitler'in «Millî Çalışma örgütü Kanunu» idi.

Ama ne özel Görüşme Komisyonu’nun üzerinde ça­lıştığı projeler, ne onların yüksek derecedeki ilişkileri, ne sonsuz kaynakları, Amerika’da büyük küçük bütün fabrikaları, maden ocaklarını kaplayan sendikacılık dal­gasının önüne geçebildi.

1937  Martı ile Eylülü arasında, altı ay içinde C.I.O. nun üye sayısı 1.804.000’den 3.718.000’e çıktı. 1938'e doğ­ru Amerika’da toplam sendikalı işçi sayısı, eşi görülme­miş bir rakama, 7.700.000'e varmıştı,

C.I.O.’lu gazeteci Len de Caux, 1938 başında, sendi­ka bülteninde: «Daha önce örgütsüz diğer büyük üretim sanayilerinde olduğu gibi, maden sanayiinde, otomobil sanayiinde, kauçuk sanayiinde sendikanın kollarını kur­mayı başaran C.I.O., günlük ücretlerde 1.000.000.000 do­lara yakın bir artış elde etti; diğer sanayiilerde elde edi­len dolaylı kazançlar bunun içinde değil» diyordu.

Amerika'da, işçileri sendikalaşmamış bir tek büyük sanayi şirketi kalıyordu geriye. Bu da Ford Motor Com­pany idi.

FORD İMPARATORLUĞU'nda

«... ve Tanrı belki şöyle buyurdu: Haklan olacak kullarımın haklan ve özgürlükleri sıradağlar gibi sağlam.

Bir araya gelecekler - söz misali -

-           söz misali - hak arayacaklar hesap soracaklar yüce katlardan barış içinde

ve (korku) taşımadan yüreklerinde.»

«... ve Tanrı belki şöyle buyurdu: Nerede isterlerse orada neyi isterlerse onu haykıracaklar ağız dolusu.»

Yalan,

piskoposça bir yalan bu.

Sökmez Ford İmparatorluğu'nda Tanrı’nın buyruğu.

Deneyin

deneyin hele bir işbaşı yapmayı ve işi paydos etmeyi Ford’un fedaîileri önünde Ford'a şükürler etmeden.

Deneyin

deneyin hele bir         ■

çevrenizdeki güllere başka gözle bakmayı Ford’un baktığı gözden.

Deneyin

deneyin de görün nasıl da iner silleler nasıl da iner

tekmeler

boşboğürlerinize

birden.

Archİbatâ Mac Leİsh'in «özgürlük Üîkesi»rtden...

1.   KİŞİLİĞİ VE EFSANESİ

Diğer bütün otomobil fabrikalarının müdürleri sen­dika ile bir anlaşma yaptıkları sırada Henry Ford, «Biz asla, ne Otomobil işçileri Sendikası'nı ne de başka bir sendikayı tanıyacağız.» diyordu. «Sendikalar, yeryüzün­de şimdiye kadar varolan şeylerin en kötüsüdür.»

Başka hiç bir fabrikatör, sendikalara karşı açılan savaşa, Henry Ford kadar azgınlıkla katılmamıştı; ve yeni çalışma kanununa rağmen, işçilerinin örgütlenme­miş kalması kararmda daha az kesin değildi. O zama­na kadar Ford, kendisinin kanunlardan önce geldiğini zannediyordu.

Ford’un, Detroit’te ahırdan bozma bir yerde, geri­sine bir motor takılmış bir çocuk arabasına benzeyen bir âletin deneylerini yaptığı günden bu yana otuz beş yıl geçmişti; ve o günlerin tanınmayan makine mucidi, dünyanın en zengin ve en kudretli insanlarından biri olmuştu bugün.

Ford'un geniş şahsî imparatorluğu, altı kıtayı kap­lıyordu. Çin’de, Mısır'da, Arjantin'de, Meksika’da, Ma­'   76 caristan’da, Japonya'da, Almanya’da ve daha bir sürü memlekette fabrikaları, şubeleri vardı. Arazisi, Kalifor­niya'da petrol kuyularını; Kentucky’de, Batı Virgina'da, Kuzey Michigan’da bir acre’a ([5]) yakın genişlikte yüzler­ce kömür ocağı ve ormanları, aynı şekilde Brezilya'da, Para’da 2.225.000 acre’lık kauçuk çiftliklerini içine alı­yordu. A.B.D.'de cam üretiminin hemen dörtte biri, onun kontrolü altındaydı. Elinde bankalar, demiryolları, havayolları ve atlantik ötesi denizyolları vardı. Ford fab­rikaları, diğer şeylerle birlikte arabalar, kamyonlar, traktörler, elektrikli lokomotifler, uçaklar, buhar tür­binleri, dinamolar, çelik, çimento, kumaş ve kâğıt çıka­rıyordu. «Milletlerarası bankerlerse çok kere ateş püs­küren Ford'un, Avrupa'da ve Asya'da kauçuk, çelik, mü­himmat ve kimyasal maddeler imâl eden kartellerle sı­kısı kıya bağlı işletmeleri vardı.

Michigan'da Dearbom'daki River Rouge fabrikası, Ford İmparatorluğu'nun merkezi idi. Dünyanın en bü­yük sanayi sitesi olan ve bin acre’dan daha fazla bir alanı kaplayan River Rouge fabrikası, tastamam bir şe­hirdi. Yüz elli kilometreden fazla uzunlukta bir demir­yolu ağı, parke döşeli güzel yollar, geniş kanallarla kap­lı idi bu alan, iki kilometre uzunluğundaki limanına atlantik aşan gemiler yanaşabilirdi. Sayısız binalarda yazıhaneler, dökümhaneler, çelik imalâthaneleri, baskı atelyeleri, ınakina fabrikaları, bir kâğıt fabrikası, oto­mobil lâstiği fabrikaları, cam ve çimento fabrikaları yer­leşmişti. Fabrika tam randımanla çalıştığı zaman 85.000 işçi kullanıyordu,

1940'da Ford Motor Company 30.000.000’dan fazla araba çıkarmıştı. Fabrikanın günlük kazancı, yaklaşık olarak bir milyon dolara yükseliyordu.

Eğer, olukla para akıttığı yaym ajanlarının Henry Ford adı etrafında yaydıkları efsaneye inanılırsa, meş­hur otomobil fabrikatörü, büyük bir insancıl, bir bilge, genel olarak insanlığı ilerletmek, özel olarak da işçile­rinin hayat şartlarını yükseltmek arzusu ile hareket eden akıllı bir insandı. Gerçekte ise, bu büyük, zayıf ve kamburumsu mülti-milyonerin mekanik aklı, tam bir entellektüel kısırlık, son derece yobazlıkla, toplumsal ilerleme karşısında duyduğu şiddetli korku ile doluydu.

Ford'un yeryüzündeki fabrikalarında en son sınaî tekniğin kullanılışı, mekanik malzemenin teminine gös­terilen titizlik derecesindeki dikkat, personele karşı gös­terilen geri ve kaba davranış tarzı ile göze batar şekil­de çelişiyordu.

Bu çelişki, hiç bir yerde, Ford'un Dearbom'daki Ri- ver Rouge fabrikasındaki kadar suçlanmamıştır.

Bir işçi, River Rouge’un sıkısıkıya korunan demir parmaklıklı kapısından içeri girer girmez sanki Ameri­ka’nın göbeğinde bağımsız bir faşist devletin sınırlarını geçmiş gibi olurdu - Öyle bir devlet ki - işçiler ve işve­renler arasındaki Federal Hakem Komisyonu'na göre, işçiler için «bir korku ve dehşet rejimi» kurmuştu.

Bu devletin diktatörü Henry Ford ise, korkunç şefi ve gizli polisin kadir*i mutlakı da Harry Herbert Ben- nett idi.

2.   KÜÇÜK ADAM

Ford'un masalımsı meslek hayatı boyunca, siyaseti­ni tâyinde ve emirlerinin yerine getirilmesinde, acaip ve çok kere de tehlikeli birtakım maceraperestler esaslı bir rol oynamışlardı. Etrafı daimi olarak bir insan zin­ciri ile çevriliydi. Bu zincirin halkaları: Sionistlere kar­.   78 şı ırkçı yalanlarla dolu, utanılacak bir milletlerarası ya­yım paraca desteklemesi için Ford’u ikna eden azılı bir yahudi aleyhtarı ve çarın eski bir subayı olan general kont Z. Cherep - Spirodovitch; A.B.D, askerî casusluk servisinin eski bir üyesi olan ve 1920 başlangıcında Ford'un hafiye örgütünü yöneten, liberal Amerikalıların en tanınmışlarının faaliyetleri hakkında gizliden gizliye dosyalar hazırlayan Dr. Harris Houghton; Ford şirke­tinde sorumlu bir görevi olmadığı halde her zaman Ford’un yazıhanesinde boy gösteren ve bir zaman ken­disine fabrikanın ikinci müdürü gözüyle bakılan esra­rengiz Alman âşıkı Emest Gustav Liebold; ilk plânda Ford'un gazetesi Dearborn Independant'ın idarecisi, sonra, bütün Amerika’da yahudi aleyhtarı propaganda kampanyaları düzenlemekle ünlü antidemokratik Anglo­sakson Federasyonunun müdürü olan William J. Came- ron gibi kimselerdi.

Fakat, Ford’un bütün yardımcılarının, müşavirleri­nin ve ortaklarının en şaşırtıcısı ve en korkuncu Harry Herbert Bennett idi. Bennett, Ford Motor Company’nin personel müdürü resmî Unvanını taşıyordu. Fakat ona asıl görevinin ne olduğu sorulduğunda Bennett: «Ben mİ? Mr. Ford’un şahsî hizmetindeyim» cevabım vermek­ten hoşlanırdı. 1935'e doğru, sayısız kimselerin de gö­rünüşünü paylaştığı Look dergisine göre Bennett «Şir­ketin gerçek patronu idi.»

Saint * Louis Post - Dispatch'de yazdığı bir makale­de Spencer R. McColloch, «Bennett’in bir hareketi, bir insanın Ford împa ra torluğu'nda başarısını veya sonunu ifade edebilirdi.» diye yazıyordu. «Onunla zıtlaşan yük­sek derceli memurlar bazan (istifa etmeyi) daha tercih edilir bulmak zorunda kalıyorlardı. Bennett’in disipli­nine karşı gelmekle işledikleri hatanın cezasını çekmek için aylarca, görevlerinden uzaklaştırılmış bir halde o binadan bu binaya başıboş dolaşmak zorunda kalan kimseler çok görülmüştür.»

Hattâ, Ford'a göre Harry Bennett, Ford Motor Com- pany’den daha önemli bir işletmeyi bile idare edebilir­di. Ford, «Harry Bennett A.B.D. Başkanı olmalıydı.» der­di.

Bennett’in emrindekiler ona «Küçük Adam» diyor­lardı. 1916’da Ford'un yanına girmeden önce birçok yıl­lar Amerika Deniz Kuvvetleri'nde bulunan, bir zaman da «Marin Reese» adı altında tüy siklet boksörlük yapan Bennett, ince dudaklı, şık, küçük bir adamdı; kravatına sarılıp az kalsın kendisini boğacak olan bir adamın elin­den yakayı kurtardığı günden beri hep papyon takardı.

Sert, oynak zekâlı, becerikli olan Bennett, Ford'un yanında çabuk yükseldi. Ford’un çocuklarını kaçırılma tehlikesine karşı onların korunmasını sağlamakla görev­lendirilince Bennett bu işi o kadar iyi becerdi ki, oto­mobil kralının şahsî takdirini kazandı. 1926'da, otuz dört yaşındaki Bennett, Ford'u Koruma Servisi şefliğine atandı.

Görünüşte bu servis, hırsızlara karşı şirketin mal­larını korumak içindi. Fakat aslında herkes iyi biliyor­du ki, aslolan, Henry Ford’un korunması idi; hem hır­sızlığa karşı değil de işçilerinin sendikaya girmelerinin ortaya çıkardığı tehlikeye karşı... Koruma Servisi, Ford Motor Company’nin casus şebekesinin sendika aleyhtarı şubesi idi.

Koruma Servisi, Bennett'in idaresinde, birçok dal­ları Ford Fabrikasının sınırlarından ötelere uzanan çok geniş bir örgüt oldu. 1930’a doğru bu ağ, yalnız Dear- born ve Detroit şehirlerini değil, bütün memleketi ku­şatıyor, özel işlere olduğu kadar genel dâvalara da bur­nunu sokuyordu. Emrindeki acaip ajanlar ve gizli adam­lar arasında, hafiyeler, gangsterler, katiller ve eski pran­ga mahkûmları; polis hafiyeleri, polis müdürleri ve hâ­kimler, avukatlar, profesörler, basımevi sahipleri ve tüc­carlar, belediye memurları, federal memurlar ve eyalet memurları vardı.

Malcolm M. Bingay, Koruma Servisi'nin büyük et­kisini, «Detroİt Free Press»te şöyle anlatıyordu:

«Vali, belediye reisi, senatör adayları; kongre, şehir meclisi, baro, «Bennett çete­sinin kendilerinden yana mı, yoksa kendi­lerine karşı mı olacağı korkusu içinde titrer­lerdi. Hattâ, Michigan Üniversitesi rektörle­ri bile, bu eski kurumun idaresi için onun fikrini alırlardı.»

Bazı çok güvenilir kaynaklara göre, 1937'ye doğru, Koruma Servisi'nin River Rouge'da kullandığı ajanla- nn sayısı 3.000’den fazlaydı. Aralarında birçoğu, âdi iş­çi, kapıcı, meydancı ve pencere silicisi görünüşü altında gizli hafiyelerdi. Servisin en önemli ajanlarından biri, Ralph Rimar, Koruma Servisi’nin fabrika çalışmalarını, sonraları şöyle anlatıyordu:

«Bizim ispiyon ağımız bütün Dearborn'u ve Detroit'i kaplıyordu, işçilerin evlerine, şehrin ve hükümetin en yüksek memurları­nın özel yazıhanelerine kadar nüfuz ediyor­du. Hafiyelik yılları Şirkete, Ford fabrikasın­da çalışanların faaliyetleri hakkında uzun haber listeleri sağlamıştı. Şirketle ilgili ola­bilecek hükümet üyelerinin, valilerin, me­murların özel ve genel yaşayışları ile ilgili kataloglar yapmıştık...

Ajanlarım bana bakkal dükkânlarında, kasap dükkânlarında, lokantalarda, oyun sa- tonlarında, birahanelerde, hayır kuruluların­da, gençlik kulüplerinde ve hatta kiliselerde geçmiş konuşmaları iletirlerdi. Pazarda, ka­dınlar sıralarını beklerken, bazan, işten ya­hut kocalarının çalışmalarından konuşurlar­dı; onlar konuşurlarken neler söylemek is­tediklerini derhal anlardım. Çocuklar baba­larının sürdürdükleri hayattan konuşurlar­dı... Adamlarımızdan biri olan Nick Torres, Dearborn'da bir gençlik kulübünde boks an­trenörü idi. Getirdiği haberler birçok işçiyi işinden çıkartmama yaradı.»

Rimar, sendikalı ve sendikaya yakınlık duyan işçi­lerin uzun isim listelerini hiç aksamadan Koruma Ser­visi merkezine getiriyordu. Rimar çok sonraları, işçiler ve işverenler arasındaki Federal Hakem Komisyonu üyeleri önünde, yeminle, şöyle anlattı:                     ^

«1937'den ve CJ.O.’nun kuvvetlenmesin­den önce işten çıkarılmasına sebep olduğum İnsanların sayısı 1500 civarındadır sanıyo­rum. 1940 yılı içinde 1.000 sempatizanın da­ha ismini, haklarında edindiğim bilgilerle beraber verdim. Bu adamların hepsi de işten atıldılar.»             ,

Ford Koruma Servisi, ayak takımı suçlularla sıkı bir beraberlik içinde çalışıyordu. Detroit haydut çete­sinin reisi Chet La Mare’ın River Rouge fabrikası işçi­lerine yemek hazırlayan ve dağıtan bir ticarethane ile ilgisi vardı. Bir Brooklyn çetesinin ünlü reisi Joe Ado- nis, Ford fabrikasının yaptığı bütün arabaların nakli­yat imtiyazını tek başına elinde tutuyordu. Kırmızı Çe- te’nin. Kanlı Çete’nin ve Detroit’in, Dearbom'un diğer çetelerinin adamları sık sık çeşitli hediyeler aldıkları River Rouge fabrikasına uğrarlardı.

Gangsterler, buna karşılık, Ford’un siyasî adayla­rını desteklemek için taraftar toplarlardı; Koruma Ser- visi'ne, sendikacı militanlara işkence eden, onlara rahat vermeyen kendileri gibi adamlar arasından seçilmiş des­tek kuvvetleri sağlarlardı. Dearborn’da, birçok sendika idarecisi sırtından bir kurşun yemiş halde ölü bulundu.

Bennett, bu câni elebaşılarla olan samimî bağları­nı hiç gizlemiyordu.

Bennett’le bir görüşme yapmış olan Spencer Mc- Colloch, Saint-Louis Post Dispatch’de: «Birçok kere, Al Capone’Ia yaptığı dostça konuşmaları ima etti.» diye yazıyordu.

Milletlerarası Basın servisinden J, Killgallen, River Rouge fabrikasına yaptığı ziyaretten sonra şöyle yazı­yordu:

«Bennett, serseri takımı ile ilişiği oldu­ğunu kabul ediyordu. Gangsterleri ve katil­leri, şahsen tanımayı çok önemli bulduğunu söylüyordu.»

Bir gün Bennett’e kızan bir gangster tabancasını âniden Ford’un personel şefinin üzerine boşalttı ve kar­nından yaraladı. Aradan çok geçmeden, Bennett’e, gangsterin cesedinin resmi geldi. Resmin üzerinde im­zasız bir yazı vardı: «Artık senin canım sıkmayacak, Harry»

Bennett, gazeteci Spencer McColloch’a: «Hiç bir şeyden korkmuyorum», diyordu. «Öldürülürsem, kötü bir şey bu benim için ama, hepsi o kadar işte!»

Bununla beraber Bennett hayatını hiç bir şey için tehlikeye atmıyordu. Beraberinde daima sıkı bir koru­ma birliği bulunurdu. Koruma Servisi’nin güvenilir adamları River Rouge fabrikası idare binasının zemin katındaki, Bennett'in yazıhanesinin yakınında nöbet tu­tarlardı; yazıhanenin kapışma içeriden bir düğme ile kumanda edilirdi. Bennett'in, Huron gölüne hâkim bir yerdeki şahane malikânesi «ŞATO»yu gece gündüz si­lâhlı nöbetçiler bekler ve karanlık basınca ev, bir pro­jektör tesisatı ile aydmlatıhrdı.

3.    BENNETT'İN GÖZBEBEKLERİ

Ne kadar garip görünürse görünsün, River Rouge fabrikasının o hummalı çalışması içinde, daima, çalış­mayan birkaç adam bulunurdu, tri, pazıları kuvvetli, kı­rık burunlu, kepçe kulaklı ve yaralı yüzlü bu herifler, otomatik tezgâhlarda önlerine gelen işle uğraşan işçile­rin arasında gezinir, atelyelerin kapılarında bekler, fab­rikanın giriş kapısının yakınlarında dolaşırlardı. Bunlar, Koruma Servisi’nin darbe ekibinin adamlarıydı. Ford’- un işçileri onlara «Bennett’in gözbebekleri» adını tak­mışlardı.

Bu darbe ekibi, daha çok, eski boks şampiyonların­dan, işten atılmış polislerden, eski mahkûmlardan, gangsterlerden ve katillerden kurulmuştu, örneğin, Bennet’in gözdelerinden biri, karısını öldürdükten son­ra San Quentin hapishanesinde yatmış eski bir boks şampiyonu olan Kid McCoy idi...

Bennett, Ford Koruma Servisi’ne yeni suçlular bu­lacak adamın ta kendisiydi. Serseri takımı arasında sa­yısız tanıdığı olması bir yana, Michigan Af Kurulu’nun üyesiydi de...

işte Michigan hapishanelerinden salıverilen ve son­ra Ford Motor Company tarafından para ile tutulan suç­lulardan birkaçı:

IRZA GEÇMEKTEN: Anthony Cevette, Joseph La- born.

KATİLDEN: Tom Kaschuk, Samuel S. Smith.

TAAMMÜDEN TECAVÜZDEN: Melvin Campbell, Georges King, Geo Mald, namı diğer Mallo, Leo Pim- pinalli.

TAAMMÜDEN HIRSIZLIKTAN: Arthur Fedov Chas. Foster,

KALÎFİYE HIRSIZLIKTAN: Ramon Cotter.

ADİ HIRSIZLIKTAN: Frank, Ditzek, Archie For- gach.

SİLÂHLI HIRSIZLIKTAN: Willard Cleary, Robert Cook, Dennis Coughlin, Gilbert Cunnigham, John Doe (Frank Korvcinski), Stanley M. Edwards, Gerald Fahn- drick.

SOYGUNCULUKTAN: Ray Camey.

EV YAKMAKTAN: Walter Hatbowy, Harold R. Harrison, Jefferson D. Haskins.

SAHTEKÂRLIKTAN: Louis F. RandalI, Emest Mar­tin, Leo Mazzarello.

SUİİSTİMALDEN: Roy. D. Jones.

BEYAZ ZEHİR TİCARETİNDEN: Lorenzo Sachez.

BANKA SOYMAKTAN: Floyd E. Drennan.

Bir gün Bennett, River Rouge fabrikasını görmeye gelen bir gazeteciye: «Ford’un fabrikasında, ne sabıka­lılara, ne de ne idiğü belirsiz heriflere göz yumacağız», dedi. Ve Bennett, yakınlarında bulunan. Koruma Servi­sinden bir grup insan azmanı göstererek ekledi: «Ya şu delikanlılar, diyeceksiniz. Hırsız - uğursuz takımından mı? Yok canım, öyle şey olur mu? Onların hepsinin Detroit’te asil aileleri ve güzel evleri vardır.»

Bununla beraber bu güzel sıfatlar darbe ekibinin becerdikleri işlerde hiç kendini göstermiyordu.

26 Mart 1937’de, darbe ekibi, başvurduğu yolların neler olduğunu genel olarak ortaya koydu. Dearborn be­lediye makamlarından izin almış olan Otomobil işçileri Sendikası’nm adamları bir gün, River Rouge fabrikası­nın kapısına sendikanın bildirisini dağıtmaya geldiler. Fabrikanın içine götüren küçük bir geçide çıkan mer­divenin üstünde sendikanın adamları, Koruma Servisi - nin bir grup adamı tarafından yakalandı.

Bu adamlardan biri: «Burada Ford’un fabrikasın- dasmız», dedi. «Sizi dışarı atmamı İstemezsiniz ümid- ederiml»

Ve işçiler geri dönerlerken Ford’un ajanları aniden arkalarından saldırdılar.

Medenî Hakları Savunma Kongresi'nde gözlemci olarak hazır bulunan Chicago’lu papaz, saygıdeğer Ray- mond P. Sanford Ford fabrikası Otomobil İşçileri Sen­dikası kurucu heyet başkanı Richard Frankesteen’in uğ­radığı saldırıyı bir süre sonra şöyle anlattı:

«Dört kişi onu bacaklarından ve kolla­rından tuttular ve dört bir yana çekmeye başladılar. Onun kıvranıp duran vücudu so­luma düştü. Sonra başka herifler onu tek­melemeye koyuldular, yüzünü, böğürlerini, başını ezdiler, karnını ve baldırlarım çiğne­diler.»

Geçidin yakınmda, Ford’un malikânesinden dışarı­da, birkaç Dearborn polisinin gözleri önünde bildiri da­ğıtan sendikalı işçiler aynı hayvanca saldırıya uğradı­lar. Otomobil İşçileri Sendikası’nın bir üyesi olan Wil- liam, Merriweather, «Öldürün onu... yapıştırın ağzına... kafasını patlatın...» diye bağıran Koruma Servisi'nin adamları tarafından ucu demir topuzlu sopalarla öldü­resiye dövüldü, ayaklar altında çiğnendi. Daha sonra Merriweather’i muayene eden doktorlar belkemiğinin kırılmış olduğunu söylediler.

Sendikanın beyannamelerini dağıtan kadınlar da ucu topuzlu sopalardan kurtulamadılar. Koruma Servi- si’nin adamları onları yakalayarak, ellerindeki bildirile­ri bıraksınlar diye kollarım bükmeye başladılar, sonra tartakladılar. Saygıdeğer Sanford daha sonra şöyle an­latıyordu:

«Genç kızların, ne yapacaklarını bilme­yen bir halleri vardı, sonra onlardan biri kar­nına bir darbe yedi ve aşağıda, basamakların hemen başında ayaklarımın dibine kustu. O zaman, oradakilerden, evvelce konuştuğum bir ajana yalvaran bakışlarla baktım; par­maklığa kadar koştu ve daha çok yalvaran bir sesle: «Kadınlara vurmayalım... Kadın­lara vurmayalım...» dedi. Sanki bu işte ken­di payı yokmuş gibi konuşuyordu; bu ka­dınlara kötülük yapılmaması için yalvaran bir hali vardı.»

Ertesi gün Harry Bennett, basına, bir açıklama yap­tı.

Ford Motor Company’nin, olanlardan hiç sorumlu olmadığını söylüyordu. «Sendika üyeleri, Ford fabrika­sının aklı başında işçileri tarafından dövülmüştür», di­ye ekliyordu. «Ford fabrikası işçileri, burada huzur için­de çalışabilmeleri için, C.I.O. liderlerinin kendilerini ra­hat bırakmalarını istiyorlar...»

4.    DALLAS OLAYI

1937 baharında Harry Bennett, gizli ajanlarından bi­rinden, Amerika Otomobil İşçileri Sendikası Milletler­arası Birliği'nin, Teksas'ta, Dallas Ford fabrikasında bü­yük bir üye yazma kampanyası açmaya hazırlandığını bildiren bir rapor aldı.

Dallas fabrikası A.B.D.'deki, Ford'un on altı mon­taj fabrikasından biriydi ('). Bu fabrikalardan bir tek iş­çi bile sendikaya girecek olursa bu, öbürlerine örnek olacaktı. Bennett, en denenmiş yardımcılardan biri olan Warren Worley adında bir adamı, sendikanın açacağı kampanyayı kösteklemek göreviyle Dallas'a gönderdi.

Worley, Dallas'a varır varmaz, Dallas fabrikası ida­re müdürü ve aynı zamanda Koruma Servisi şefi Ru- dolph F. Rutland, Bennett'in yolladığı adamla durumu görüşmek için en güvenilir adamlarını yazıhanesinde topladı. Worley ile Rutland, Otomobil İşçileri Sendika­sının kurucularına karşı izlenecek hareket plânım çiz­diler. Rutland: «Bu çaylakları fabrikada istemiyoruz.» dedi.

120 kilo ağırlığında eski bir pehlivan olan «Fats» Perry adında bir adam azmam, darbe ekibini kurmakla

(1)      Motorlar, römorklar, karoseri ve diğer parçalar Dearboın'dan bu montaj fabrikasına gönderildi.

görevlendirildi. Eski boksör «Denizci» Barto Hill iie es­ki kürek mahkûmu, sert ve işkenceden hoşlanan bir he­rif olan «Buster» Bebill'i kendine baş yardımcı olarak seçti. Ekip bütün olarak, kırk kadar meslekten suçlu, katil ve hırsızdan kurulmuştu.

Darbe ekibinin emrinde, ucu topuzlu sopalardan, kırbaçlardan, muştalardan meydana gelmiş basbayağı bir silâh deposu vardı. «Fats» Perry daha sonra şöyle demişti: «Çocukların hepsinin kendi silâhları vardı; to­puzlu sopalan makine servisi yapmıştı.»

Ayrıca Perry’nin elinin altında daima, ucunda kau­çukla kaplanmış kurşun bulunan demir çubuklardan bir yedek depo bulunuyordu; bunlar «ikna araçlarıydılar. Fazla inanmış sendikalı işçiler içindi. Perry'nin sözleri­ne bakılırsa: «Onlar copla dillendiriliyorlardı.» Perry'nin idaresi altında, Sendikanın Dallas'ta yapabilmesi müm­kün bütün hareketleri meydana çıkarmak ve otobüs du­raklarım, istasyonları, şehirde sendika idarecilerinin gi­debilecekleri otelleri göz altında bulundurmakla görev­li devriye kollan kuruldu. Bu göz hapsi çabucak Fort Worth'a, Hustan’a, ve bütün diğer komşu şehirlere ya­yıldı. «Buster» Bevill daha sonra, «iyice biliyorduk ki onlar bu şehirlerden birine gelirlerse, çok geçmeden Dallas’ta olacaklardı, bunun için onları da arıyorduk.» diye açıkladı.

Devriye kolları bir sendika Üyesinin izini bulur bul­maz «Fats» Perry'ye haber veriyorlardı. Sonra darbe ekibi işe başlıyordu...

13 Haziran 1937’de, Otomobil İşçileri Sendikası’nm resmî temsilcisi Baron de Louis, Kansas City bölgesi sendika yönetim kurulu üyesi Leonard Guempelheim’le beraber Dallas'a geldi. Daha onlar New - Dallas otelinin defterine isimlerini yazmadan «Fats» Perry, onların şe­hirde bulunduklarım haber almıştı.

Aynı gün biraz sonra Perry ve adamları onların üze­rine saldırdıkları zaman iki sendika idarecisi bir san- döviççide öğle yemeği yiyordu.

Perry, De Louis'e; «Sendika idarecisisiniz değil mi?» diye sordu.

De Louis; «Eğer uygun görürseniz,» cevabını verdi. «Bizim delikanlılara biraz yol göstermeye çalışıyorum da...»

Perry ansızın De Louis'nin yüzüne bir yumruk attı ve kafasını çinko tezgâhına vurmaya başladı. Aynı anda öbür herifler muştalarla ve ucu topuzlu sopalarla iki idareciye hücum ettiler. De Louis bir ara kurtulabildi ve kaçtı. Guempeİheim daha şanssız çıktı. Onu yakının­daki bir okulun avlusuna kadar sürüklediler; orada bu ayı gibi herifler, muştalarla, tekmelerle öldüresiye döv­düler; ayağa kaldırıyorlar, sonra yeniden bir tekme ve­ya yumrukla yere seriyorlardı. Nihayet durdular.

Perry, Guempeİheim'e «Haydi, şimdi sen ve o C.I.O. namussuzu çekin arabanızı burdan,» dedi. «Bir daha da şehre sakın adımınızı atmayın.»

Guempeİheim, birçok yeri kırılmış, yüzü kan için­de sendeleyerek yürüdü ve zorla New Dallas oteline va­rabildi.

Oradan gelip geçenlerin birçoğunun gözleriyle gör­düğü bu hayvanca saldırış derhal Dallas polis müdürlü­ğüne bildirildi, feir tek tutuklanma bile olmadı...

Bir iş bulabilmek için Dallas fabrikasına baş vur­muş olan bütün işçiler, sendikacıların fabrikaya sızma­larını önlemek için inceden inceye sorguya çekiktirler. «Sendikaya meyilli» olduklarından şüphe edilenler, dar­be ekibine teslim edildiler. Çok sonraları Perry, «On­lardan kimini muştalarla, kimini de topuzlu sopalarla veya coplarla dövüyorduk» diye açıkladı.

Bazan işçilerden kimisi öyle tehlikeli şekilde yara­lanmış oluyordu ki, yerel makamlar soruşturma yap­mak zorunda kalıyorlardı; o zaman darbe taburundan birkaç kişi bir zaman için Dallas'ı terkediyordu. Perry'- nin dediği gibi: «Çocuklar için durum zorlaşınca, bir zaman ortadan kayboluyorlardı.» Bu alelacele yapılan yolculuklar için gerekli parayı genel olarak Ford’un bü­roları ödüyordu.

Masraflar gittikçe artıyordu: Zaman zaman ajanla­rın cezalarım, avukat ücretlerini de ödemek gerektiği için Dallas Koruma Servisi şefi Rudolf Rutland, fabrika işçilerinin de masraflara katılacaklarını söyledi, ödeme günü, işçilerin, paralarnm aldıktan sonra önünden geçe­cekleri yüksekçe bir yere cam bir vazo kondu. Darbe ekibinin adamları kabın yanında duruyorlar ve işçilere: «Vazoyu ununtmayın!» diyorlardı. Her ödeme günü, pa­ra toplandıktan sonra Perry kabı, fabrikanın personel şefi W. A. Abbot’un yazıhanesine götürüyordu. Para, Ab- bot'un kâtibi Leon Armstrong’a teslim ediliyordu; Arm- strong, Dallas'ın Grand Avenue State Bank'da kendi adı­na, «mücadele fonu» yararına bir hesap açtırmıştı...

7   Ağustos 1937 günü Rutland'da, Dallas Polis Mü- dürlüğü'nden telefon edildi: Şapka, İç çamaşırı ve Mo­da İşçileri Sendikaları Milletlerarası Birliği'nin George Baer adlı bir temsilcisi, bu meslekten işçileri teşkilât­landırmak için Dallas’a gelmişti. Polis müfettişi «Perry’- nin çocuklarına onunla meşgul olmalarını sağlık veri­yordu.»

îki gün sonra Baer, «Fats» Perry'nin adamları tara­fından kaçırıldı; onu şehrin banliyösündeki Spor la to­rlum Stadyumuna götürdüler.

Biraz sonra Ford’un uşağı herifler, staddan «Fats» Perry'ye telefon ettiler: «Baer'i görmek lûtfunda bulu­nacak mısınız?» dediler. «Hiç böyle berbat olmamıştır ömrünce.»

Perry, «Buster» BevilI'le beraber stada gitti. Baer'- in ve onu kaçıranların bulundukları araba stadın dibine çekilmişti. Baer, arabanın içinde, yerde yatıyordu. Şek­lini kaybetmiş yüzü kan içinde idi. Burnu kırılmıştı, diş­lerinin yarısı yoktu. Gözlerinden biri göz çukurundan dışarı sarkıyordu.

Perry; «Tamam, dedi. Şimdi onu başımızdan atsak iyi olacak. Bir yere bıraksak onu, iyi olacak.»

«Buster» Bevill, Baer'i arabadan dışarı çekti, yere düşürdü. «Bu orospu çocuğunu götürmekten başka ça­re yok» dedi. «Nehre atmalı.»

Adamlar Baer’i tekrar arabaya yüklediler, birkaç ki­lometre gittikten sonra bir tarlaya attılar.

Sonra darbe ekibi Dallas'a doğru yola düzüldü. Be­vill: «Onu aramaya çıkmaları için McKamy Campbell cenaze alayına telefon etmek gerekecek.» dedi.

Fakat, o kadar korkunç bir şekilde dövülmesine rağmen Baer ölmedi. Yarı baygın hale yola kadar sü­ründü, yoldan geçen bir motosikletli onu alıp hastane­ye götürdü. On gün sonra Baer, hastaneden çıkacak ka­dar iyileşmişti. Fakat bir gözü kör kalmıştı.

Bennett'in yardımcısı Warren Worley’in Dallas fab­rikasına gelişinden sonra geçen altı ay içinde, elliye ya­kın sendikalı, «şüpheli» ve sendika idarecisi işçi, Dallas sokaklarında «Pats» Perry darbe ekibinin adamlarının hücumuna uğramışlar veya kırbaçlanmak, dövülmek, katrana bulandıktan sonra orasına burasına tüyler so­kulmak, işkence edilmek üzere kaçırılıp banliyölere gö­türülmüşlerdi. Fabrikada bir güvensizlik ve dehşet ha- vasi hüküm sürüyordu, ispiyonları bir türlü tanıyama- yan işçiler, «sendika» kelimesini ağızlarına almaktan bi­le korkuyorlardı. Otomobil İşçileri Sendikası'nın Dallas fabrikasını örgütleme çabaları boşa gitmek üzereydi.

Noel arifesi, 24 Aralık 1937'de, W. A. Abbot’un «Fats» Perry'ye gönderdiği mektup, sendikaya karşı alı­nan önleyici tedbirlerin ne derece başarı kazanacağını gösteriyor, işte mektup:

Sevgili «Fats»

«KAHROLSUN ESKİ YIL, YAŞASIN YENİ YIL»

Bu cümlenin demek istediği çok şey var­dır; örneğin, geçen 25 Aralık’tan beri aştığı­nız sayısız basamakları da söylemek ister.

Şirket adına ve kendi adıma, beraber ça- ' lıştığmız kimseler arasında daha sıkı bir iş­birliği ve en güzel bir anlayış kurabilmek uğ­rundaki çabalarınız ve fabrikadaki olağanüs­tü örgüt dolayısıyla size içten övgülerimizi gönderirim.

Birçok kereler, altından kalkılması güç görünen sorunlarla karşılaştığınızı ve fakat başardığınızı biliyorum. Belki siz farkında değilsiniz, fakat çabalarınız ve ustalığınız Dallas fabrikasına yeni bir menzili aşmak ve üzeri «Aralıksız üretim» yazısı ite süslü bay­rağı daha yükseğe çıkarmak imkânı verdi. Bu da çok şey demektir.

Şirkete olan içten bağlılığınız, düzeni ve üretimi ayakta tutabilmek için bizzat sizin

başardığınız iş için teşekkür ederim... Çeşit­

li                               yollardan, Dallas fabrikastm bu yıl da en ileri duruma getirmeyi bildiniz. BÖYLECE DEVAM EDELİM.

En güzel hatıralart ve en içten dilekle­riyle size gönülden bağlı olan

W. A. Abbot Personel Şefi

1940 başlangıcında,, ilk soruşturma aylarından ve büyük güçlükle yeter sayıda delil toplandıktan sonra Federal Hakem Komisyonu, Ford Motor Company’yi, Dallas fabrikasında Wagner çalışma kanununa aykırı hareket etmekle suçlandırdı.

Dallas fabrikasında, idare tarafından açılmış olan sendika aleyhtarı kampanyanın bütün korkunç hikâye­si, 26 Şubat ile 28 Mart 1940 tarihleri arasında komisyon tarafından Dallas’ta açılan olağanüstü celsede açıklandı, tfade vermek ve Ford'un ispiyon örgütünün dalâverele- riyle Perry'nin darbe taburunun, korkunç faaliyetleri hakkında bildiklerini söylemek için gereken birçok ta­nık arasında, Ford un adamları tarafından dövülmüş ve işkence edilmiş sendika idarecileri ve «şüpheli»ler ol­duğu gibi eski ispiyonlar, darbe ekibinin eski üyeleri de vardı. Tanıkların ifadelerinin tamamı 4.258 daktilo say­fası tutuyordu,

En ikna edici ve Ford şirketi için en ezici ifade biz­zat «Fats» Perry'ninki oldu. Tanık olarak duruşmaya çı­kan «Fats» Perry darbe ekibinin başında yaptığı işleri bütün ayrıntıları ile anlattı, «Şüphelileri nasıl gezmeye götürdüklerini» anlatan aşağıdaki parça, Perry Yi in ifa­desinden alınmıştır:

94

Soru — O zaman ne yapıyordunuz?

Cevap — İşte böyle, yapılan ilk şey, üzer­lerinde nereden geldiklerini, nerede bulun­duklarım gösteren kâğıt veya herhangi bir sendika kartı bulunup bulunmadığını anla- mak için aramak oluyordu. Sonra bir güzel ıslatılıyordu; sendikaya girdiğinden şüphele­nilenler veya sendika kartı üzerinde olanlar­la ayrıca uğraşılıyordu.

S, — Onlarla ayrıca uğraşılıyordu, de­mekle ne kastediyorsunuz?

C, — Kırbaçlanıyor; dövülüyorlardı.

S. — Ne ile?

C, — Dedikleri gibi, onlara Tanrıya hür­met etmesi Öğretiliyordu.

S. — Onları ne ile dövüyordunuz?

C. — Bazan yumruklarımızla, bazan ucu topuzlu sopalarla,

S. — Daha başka?

C.                               — Onlardan bir veya ikisi lâstik ka­yışlardan yapılmış hakiki kırbaçlarla, diğer­leri -yani buna dayanabilenler - ise dallarla, kaim ağaç dallariyle dövüldü,

Perry dâva sonunda, Ford'un adamlarının, otuz beş kişiyi sakatladıklarmı, daha düzinelerle kişinin bir veya birkaç organını kestiklerini, aralarında bir tanesinin de bir gözünü çıkardıklarım itiraf etti.

Dallas'ta yangın söndürme âletleri satan ve sendika taraftarı fikirleri yüzünden Koruma Servisi üyeleriyle başı belâya giren Lewis'in tanıklığı davanın en gürültü­lü kısımlarından biri oldu. Lewis, bu adamların, kendi

sanarak, ikiz kardeşine nasıl hücum ettiklerini, ucu to­puzlu sopalarla nasıl başına vurduklarını, karnını tek­melediklerini anlattı. Ondan sonra kardeşi aylarca yarı canlı - yarı ölü bir durumda yaşamıştı. Ölümünden az evvel Archie Lewis'e «Beni, senin yerine öldürdüklerini biliyorsun» demişti,

Ford'un avukatlarının savunması ise çok garipti. Öyle tanıklar getirdiler ki, bunlar Ford’un işçilerinin, Dallas fabrikasını sendika idarecilerile dolmuş görmek­ten «korktuklarım» ve «kendilerini savunmak» için ör­gütlenmiş olduklarını, çok tumturaklı bir ifade ile an­lattılar,

Ford'un danışma avukatı, Neth L. Leachman: «Bu adamların savundukları şey, kendi ekmek paraları idi ve iyi hayat şartlarının bulandırılmasını istemiyorlardı.» diyerek bu durumu özetledi.

Ford'un aleyhindeki deliller ezici idi.

Bu davayı incelemekle görevlendirilmiş olan Robert Denham «Bu komisyon, kuruldu kurulalı buna benzer bir olayla asla karşılaşmamıştı» dedi. «Elde edilen kar­şı gelinmez ve gerçeğin ta kendisi deliller gösteriyor ki patron bu işte kararlı bir şekilde, sopalar, kırbaçlar ve başka işkence araçları ile işleyen bir plân kurmuş ve onu uygulama devresine geçirmiştir.»

Komisyon, Ford Motor Company'yi çalışma yasası­na açıkça karşı gelmekten suçlu ilân etti; bu çeşit usul­lerin ortadan kaldırılmasını ve sendikadaki faaliyetleri yüzünden .yol verilmiş olan işçilerin yeniden işe alınma­larım emretti.

Bu, Federal Hakem Komisyonu'nun, Ford Motor Company’ye aynı şeyleri on birinci söyleyişi idi.

5.   KALE İÇTEN FETHEDİLİR

Ford, hiç bir ceza yemeksizin çalışma kanununa karşı gelmeye devam ediyordu; fakat otomobil kralının fabrikalarındaki işçiler üzerindeki zorba idaresi ciddî şekilde tehdit altında bulunuyordu. Bu tehdit Otomobil İşçileri Sendikası'ndan geliyordu.

1937’nin başarılı grevlerinden sonra sendika, görül­memiş bir hızla kuvvetlenmişti. Birkaç ay içinde, 400.000’e yakın işçi, C.I.O. sendikalarının üç numaralısı haline gelmiş olan Otomobil İşçileri Sendikası safları­na katılmıştı.

Örgütlü fabrikalarda sendika yoluyla elde edilmiş daha iyi hayat şartlarını ve ücret yükseltmelerini gören Ford'un işçileri gittikçe durumlarından hoşlanmamaya başlıyorlardı...

Harry Bennett, durumun ciddiyetini çok çabuk kav­radı. Birdenbire gelişmiş Otomobil İşçileri Sendikası kadar tehlikeli bir düşmanı itaat altına alabilmek konu­su ortaya çıkınca Bennett’in eski usulleri, artık tama­men kullanışsız olduklarını ortaya koyuyordu. Zor, şid­det ve korku, zamanlarım geçirmişti. Ve gelecekte bun­ların değeri son derece sınırlı olacağa benziyordu.

Sendika, yaşayacağa benziyordu, ilerde Ford işçile­ri arasında da örgütleneceğine hiç şüphe yoktu; Bennett, durumu, usullerini temelden değiştirmek zorunda ka­lacak kadar iyi anlıyordu. Bennett River Rouge’da sade­ce sendikanın kurulmasına izin vermek değil, onu teşvik etmeye de karar verdi; fakat bir şartla: Sendika idare­cileri Bennett'in Koruma Servisi'nin gizli ajanlarından olacaktı ve bizzat sendika tamamen kendi hâkimiyeti altında bulunacaktı...

Bennett, eğer bir sendikanın kurulmasını açıkça teşvik ederse bunun işçilerin ona katılmalarına engel

olacak en iyi çare olduğunu biliyordu; bunun için de bu iş için biçilmiş kaftan olan eski dostlarından birini ya­nına çağırttı. Bu dost, Baba Charles E. Coughliıı2) idi.

(2)     Harry Bennett'le Baba Coughlin arasındaki bu dostluk, Ford Motor Company ile, yalnız A.B.D.'de değil, bütün dünyadaki faşist unsurlar arasında yıllardan beri varolagelen sıkı bağın sadece bir tek örneği idi.

Birinci Dünya Savaşı'ndan biraz sonra, Henry Ford'un adı, Avrupa'da çabucak yayılan Nazi hareketine karışmış bu­lunuyordu. New-York Times'in 8 Şubat 1923 tarihli sayısına göre, Bavyera Parlâmentosu İkinci Başkanı Auer, açıkça şöy­le demişti: «Bavyera Parlâmentosu, Hitlerci hareketin, Ame­rikalı yahudi aleyhtarı şefi Henry Ford tarafından para ba­kımından kısmen desteklendiğini öğreneli uzun zaman ol­du... Herr Hİtler, Ford tarafından desteklenmiş olmaktan açıkça gurur duyuyor ve Mr. Ford'un şahsında yalnız büyük bir ferdiyetçi değil, aynı zamanda büyük bir Yahudi düşmanı görüyor.»

1923 Martında Hitler: «Biz, Heînrîch Ford'u Amerika'da­ki faşist hareketin idarecisi olarak görüyoruz. Bavyeralı fa­şistler, onun Yahudi aleyhtarı usullerine bilhassa hayran olu­yoruz. Onun Yahudi aleyhtarı makalelerini dilimize çevirdik ve yayınladık. Kitabı, Almanya'da milyonlarca basıldı» diye açıkladı.

1920 ile 1930 yılları arasında Amerika'ya, Birleşik Dev­letlerde bir beşinci nazî kolu kurmak için gelen Alman ajan­ları Ford Motor Company İle doğrudan doğruya İlişki halin­deydiler. Yeni Almanya Dostları Cemiyeti'ni kuran nazi ajanı Heinz Spank Noebel ile Al man-Ameri kan Birli ği'ni kuran Frİtz Kuhn, Ford Motor Company'd en para atıyorlardı; oysa o sırada bunların nazi siyasî faaliyetleri açıkça devam edi­yordu.

İkinci Dünya Savaşı'nın ilânına kadar, hattâ ondan da sonra, Ford'un Almanya'da, Avusturya'da ve Macaristan'daki fabrikaları Nazi partisi İle sıkı İşbirliği İçindeydi. Ford'un Pa­ris'teki ticarî temsilcisi Gaston Bergery, Fransa’daki en göz­de nazi ajanlarından bîriydi; 11 Ağustos 1939 tarihli New - York Times ondan, Hİtler'İn Fransa'yı nazi (eştirmek için kul-

lanmayı haya) ettiği, «geleceğin adamı» olarak bahsetti. Ford Motor Company'nİn Mexico Cİty'deki Genel Müdürü Joliot Brunet, nazilerin adamı ve Sarı Gömlekliler faşist hareketi­nin kurucusu olan, 1936'da Cardenas hükümetini devirmeyi denemiş olan general Nicholas Rodriguez'İn yardımcısı İdi, 1934'e kadar Almanya'daki A. G. Fordwerke fabrikasını kon­trol eden, Ford Motor Company'nİn İngiltere'deki Müdürü Lord Perry, tanınmış nazi örgütü Lînk'in üyeler! ile dostluğu bir hayli ileri bir kimseydi.

1933 Ağustosunda Nazi Almanya'sını, Alman kartalının gamalı haçını tanıyan ilk Amerikalı Henry Ford oldu.

Birleşik Amerika'daki bazı faşist kimselerin ve topluluk­ların Ford Motor Company ile temasta bulundukları şüphe­sizdi.

Harry Bennett'İn, Ford'un River Rouge fabrikasındaki ya­kın yardımcısı John Koos, genel karargâhını Berlin'de kur­muş bir faşist örgüt olan Ukrayna'lı Hetman Cemiyeti'nin Amerika şubesinin resmî sözcüsü idi. 30 Eylül 1938'de Koos, bazı azınlıkların hakları meselesini, «tarihî önemde çabaları sayesinde» başarmış olmasından ötürü Adolph Hitler'i kut­layan bir telgraf gönderdi.

Nazi casusu Fred Thomas'ın para bakımından kısmen desteklediği, Detroit’teki faşist hareket için İşçiler Milli Bir- liği'nin idarecisi Parker Sage, Dearborn'da toplantılar yapı­yordu, aynı zamanda Rtver Rouge fabrikası içinde hareke­tine taraftar toplamak iznini almıştı. O, Henry Ford'u, «Bizi savaşa sürükleyenlerin yahudiler olduğunu anlayan, devri­mizin en büyük Amerikalısı» olarak kabul ederdi.

Michîgan Ku Klux Klan örgütü şefi Charles E. Spare, Ford fabrikası Koruma Servisi'ne ispiyon bulmakla uğraşan bîr dedektif örgütünde çalışıyordu.

Harry Bennett, Chemises d'Argent hareketinin 3223 nu­maralı eski üyesi ve «Once Amerika» adlı faşist örgütün şefi Gerald L. K. Smith'e düzenli olarak hatırı sayılır paralar ve­riyordu. Smİth'İn şahsî danışmanı William E. Novvel, Ford'un bir adamıydı...

1943 sonuna doğru, bu kitabın yazarı bu olay lan ve Ford Motor Company ile Birleşik Devletler'deki beşinci kol arasında varolan bağlar hakkında buna benzer bazı olayları açıklayan bir makale yazdt. Yazar, bu konuda toplamış oldu-

1937  sonuna doğru, Sosyal Adalet İçin İşçiler Kon­seyi’nin kuruluşu ilân edildi; bu, Ford işçilerini «birleş­tirmek» ve «onların isteklerini yerine getirmek» için ku­rulmuş özgür bir kuruluştu. Coughlin’in «Sosyal Adalet» gazetesinde Ford işçilerini konseye katılmaya çağıran yazılar açıklamaya başladı. Fabrika ustabaşıları ve Ko­ruma Servisinin ajanları River Rouge fabrikası içinde sıkı bir propagandaya giriştiler. Koruma Servisi'nin bir ajanı olan Ralph Rimar daha sonra, «Bennett bu gaze­teden, fabrika için, haftada 30.000 adet satın alıyordu» diye açıklayacaktır. «Bir bakıma bu, Coughlin'c para bakımından yapılmış bir yardımdı da.»

Buna rağmen Konseye sadece bir avuç işçi girdi. Ford işçilerinin büyük çoğunluğu ise, içine Coughlin'in adı karışmış bir hareketten konuşulduğunu işitmek bi­le istemiyorlardı.

River Rouge işçilerini şirket tarafmdan kurulmuş bir sendikaya sokma çabaları iki defa boşa çıkınca Ben- nett, sendikacılık alanında, haris olduğu kadar cüret­kâr bir teşebbüse girişti. Otomobil İşçileri Sendikası­nın idaresini ele geçirmek gibi hayalî bir proje kuruyor­du.

Otomobil Sanayi Sendikası Başkanı Homer Martin genç, bencil bir insandı; kolejde otomobil yarışı şam­piyonuydu, sonra gitmiş papaz olmuştu. Rönesans sa­

ğu vesikaları Başsavcıya gönderdi. Bu olayların doğruluğu­nun anlaşılması İçin Adalet Bakanlığından bir memurun Harry Bennett'le mülâkat yapmaya gönderilmesini Önerdi. F.B.I.'nİn Mişİgan Bölgesi müdürü John S. Bugas, River Rouge fabrikasına geldi - fakat yazarın önerdiği niyetle de­ğil. Bugas, F.B.I.'deki görevinden çekildi ve Harry Bennelt'in yardımcısı görevi ile Ford'un fabrikası hizmetine girdi. 1946'- da Bugas, Ford fabrikası Başkan Yardımcılığına afandı.

natının büyük heveskârı Martin, grevlerin o karmaka­rışık devresi içinde adamakıllı tanınmıştı. Kendisi te­peden inme kararlarının tartışılmasına tahammül ede­mez ve onu tenkit etmeye cüret edenlerin topunu bir­den, yerini almak için herşeyi yapabilecek «Kızıllar» olarak düşünürdü. Bennett, Homer Martin'le gizli bir konuşma yaptı. Sendika liderine, Henry Ford’un, artık, işçilerinin sendikaya girmesine razı olduğunu fakat önemli bir şart ileri sürdüğünü açıkladı: Ford bütün «Komünistlerin» idareci görevleri bırakmalarını istiyor­du...

O andan sonra Ford'un Koruma Servisi şefi ile Oto­mobil İşçileri Sendikası başkanı gittikçe daha sık bu­luştular. Koruma Servisi ajam Ralph Rimar, bu görüş­meleri daha sonra şöyle anlatacaktır:

...Bennett, Martin’i elde edecek tedbir­ler aldı. Martin o sırada sendika içinde bü­yük güçlüklerle karşı karşıya idi. Muhalefet gittikçe kuvvetleniyordu. Mangize ihtiyacı vardı. Bennett, «sendika yararına» ona sevi­nerek yardım edeceğini söyledi, Homer hile­yi yuttu. Aslında bu para bir borçtu. Martin, sendika dertlerini düzene kor komaz ödeye­cekti... Yekûn olarak ne kadar aldığını bil­miyorum fakat, New-York bankalarından bi­rinde Martin adına bir hesap açılmış olduğu­nu ve biri 10,000, diğeri 15.000 dolarlık iki çek bozdurmakla işe başladığını duydum...

Bu sırada Bennett, ajanlarına, sendika üyeleri ara­sına anlaşmazlık sokmak için sendika idaresindeki iki­likten faydalanmaları emrini vermişti, Ralph Rimar da­ha sonra, «Bize, sendikayı iki gruba bölmemiz söylen­mişti.» diye açıkladı. «Aynı zamanda, Martin'e muhalif olan grubun kızıllardan meydana gelmiş olduğu söylen­tisini yazmamız da söylenmişti...»

1938 sonbaharına doğru, Otomobil İşçileri Sendika­sı, kindar iç kavgaları ile parçalanmış bulunuyordu. Sendikanın gazeteleri, hücumlar ve iğneleyici karşıt hü­cumlarla dolup taşıyordu. Şimdi, hemen hemen bütün sendika toplantıları çok kere kavgayla biten şiddetli tar­tışmalar yüzünden yarıda kesiliyordu.

Bennett, Koruma Servisi'ndeki yardımcılarından bi­rine bir gün muzaffer bir eda ile: «Görüyorsun, dedi, Ford'un fabrikasında bir sendika kurmaktan dem vu­ran bu delikanlılar birbirlerine düştüler; Bu, o baş be­lâsı sendikanın artık çöküşü demektir! Hiç de fena de­ğil, değil mi?»

Fakat Bennett çok çabuk sevinmişti. Otomobil İş­çileri Sendikası'nın üyeleri, Martin’in zorba hükümle­rine başkaldırmaya başlayalı çok olmuştu. Martin, Sen­dika yönetim kurulundan beş üyeye keyfî olarak işten el çektirince sendika içinde öyle bir öfke uyandı ki, sö­zünü geri almak zorunda kaldı. Çok geçmeden Martin, yönetim kurulunun on beş üyesine işten el çektirdi. Yö­netim kurulunun çoğunluğu demek olan on beş üye, on beş sendika temsilcisi, derhal bir rapor yazdılar; Ra­porda, Martin'in sendika başkanlığı görevinden düştü­ğünü, zira artık kendisini seçmiş olanları temsil etme­diğini açıkladılar...

Olayların aldığı beklenilmeyen gidişle aklı başına gelen Bennett çarçabuk, Ford şirketinin Martin’le görüş­meler yapmayı deneyeceğini bildiren bir basın toplan­tısı yaptı. Bennett - Martin konuşması etrafında yayga­ralar koparan basın, Ford Motor Company ile «Otomo­bil İşçileri Sendikası başkanı Hommer Martinsin tam bir anlaşmaya vardıklarını haber verdi.

Fakat bu ani anlaşmanın etkisi altında kalmaktan uzak olan sendika üyelerinin çoğu, onda, Martin'le Ko­ruma Servisi’nin şefi arasında varolan gizli uyuşmanın reddedilmez delilini gördüler. Her taraftan, Martin'in sendikadan atılması isteniyordu.

1939 Ocağında Martin, sendika yönetim kurulu üye­leri tarafından Otomobil İşçileri Sendika sı’ndan atıldı.

Homer Martin'in kısa ve gürültülü sendika başkan­lığı hayatı da böylece bitti. Az sonra sabık sendika baş­kanı karargâhım River Rouge fabrikasına taşıdı,

6.   SON DENEME

Homer Martin'in uğursuz etkisinden kurtulmuş olan Otomobil İşçileri Sendikası, şimdi başında R. J. Thomas olduğu halde, River Rouge fabrikasında geniş bir üye yazma kampanyası açmak için hızlı bir hazır­lığa koyuldu. Ford fabrikasının örgütlendirilmesi için özel bir komisyon kuruldu. C.I.O.'nun yönetim kurulla­rı ve Otomobil İşçileri Sendikası yönetim kurulu, kam­panyayı desteklemek için ellişer bin dolar verdiler.

1940 sonbaharında kampanya tam yol ilerliyordu.

Ford'un işçileri kampanyayı öyle çoşkunlukla kar­şıladılar ki Bennett bile bir röportajda, eğer River Rouge'da işverenlerle işçiler arasında bir Federal ha­kem komisyonu seçilirse Otomobil işçileri Sendikası­nın belki de zaferi kazanacağını kabul etmek zorunda kaldı. İş buraya kadar varınca Bennett sendika delege­lerini kabul edeceğini, «onlarla istenildiği kadar tartı­şılacağım» ekliyordu. «Fakat ne olursa olsun, sendika ile uyuşmayı hesaba katmıyor, akima getirmiyordu.»

Ne bahasına olursa olsun bir Fedral Hakem Komis­yonu seçilmesinin önüne geçmek için Bennett, Otomo­bil İşçileri Sendikası'na üye olmuş olanların sistemli bir şekilde işten atılmalarını emretti. Fakat bu tedbir Ford fabrikasındaki işçiler arasında hüküm süren ayaklan­ma duygusunu kızıştırmaktan başka şeye yaramadı...

i     Nisan 1941'de Ford imparatorluğundaki için için kaynayış son noktasına vardı. Akşama doğru, River Rouge fabrikasından 10.000 işçi, birçok sendika delege­sine yol verilmesini protesto etmek için makinelerini terkettiler. Fabrikanın maden tabaklama a telvelerin de, Martin fırınlarında, makine atelyelerinde çalışan diğer işçiler haberi öğrenir öğrenmez, akın akın işlerini ter- ketmeye başladılar. On binlerce işçinin meydana getir­diği gerçek bir insan seli fabrikanın demir kapısından dışarı aktı. Gece yarısı, River Rouge'un bütün bölüm­leri işi bırakmıştı.

Şafak sökerken, olağanüstü bir manzara görüldü. Fabrikaya giden bütün yollar grevciler tarafından tu­tulmuştu; grev müfrezeleri arabalardan meydana geti­rilmiş barikatlar gerisine çekilmişlerdi. Henüz grevden haberdar olmayan, sabah postasından binlerce işçi oto­kar, otobüs ve araba ile grev yerine varıyorlardı. Kilo­metrelerce yol sık bir araba dizisi ile tıkanmıştı.

Birkaç saat içinde, koskoca fabrika bitmez tüken­mez bir grevci zinciri ile çevrilmişti. Dörder - dörder, aceleye gelmiş afişleri ellerinde sallayarak yürüyorlar, şarkı söylüyorlar, parolalar bağırıyorlardı ve derhal 10.000 kişiden fazla oldular.

Otuz beş yıldır ilk defa, Ford Motor Company grev­deydi.

Harry Bennett, ne kendinin, ne de Ford fabrikaları idarecilerinden hiç birinin Otomobil işçileri Sendikası delegeleriyle bir anlaşma yapmaya niyetleri olmadığını bildirmek için basına bir açıklama yaptı. «Bunların hep­si ihtilâle uygun koşullar yaratmak ve komünistlerin proleterya diktatörlüğü kurmalarını sağlamak için ya­pılmış bir komünist taktiğidir» dedi.

Ondan sonraki yirmi dört saat içinde Harry Ben­nett grevi kırmak gibi imkânsız bir denemeye girişti. Irkçı kavgalar tutuşturmak ve halkın gözünde grevi küçük düşürmek maksadı ile Bennett, River Rouge fab­rikasına zenci grev kırıcılar soktu. Onlara, fabrikanın atelyelerinde bıçaklar ve başka tehlikeli silâhlar yapma­ları tavsiye edildi. Sonra da Koruma Servisi ajanları, grev kırıcıları, beyaz işçiler üzerine hücuma kışkırtma­ya başladılar.

Sendika idaresinin ve Detroit’in zenci topluluğunun derhal açtıkları güçlü kampanya sayesinde feci bir kar­gaşalık önlenebildi. Bütün grevciler, kışkırtı İsal ar bile kavgaya tutuşmamak emrini aldılar. Sözü geçer zenci kişiler River Rouge’a geldiler ve Sendikanın mikrofo­nunda grev kırıcıları fabrikayı terke çağırdılar. Binlerce zenci grevci, sıra ile mikrofonun önünden geçerek kar­deşlerini kendi saflarına katılmaya çağırdı...

Grev kırıcılar, yavaş yavaş dağıldılar, ortadan kay­boldular.

River Rouge fabrikası terkedilmiş bir şehre benzi­yordu. Koskoca binalar sessiz ve ıssızdı. Kilometrelerce demiryolu üzerinde bir tek vagon bile görünmüyordu. Ford’un gemileri, rıhtımda bağlı, yatıyordu.

River Rouge fabrikasının etrafını çeviren dev insan zinciri saat be saat uzuyordu. General Motor, Chrysler ve Detroit bölgesinin diğer otomobil fabrikalarının iş­çileri, işten çıktıktan sonra grev müfrezelerinde nöbet­lerini devralmaya geldiler. Grevin üçüncü gününde, üç ekip halinde örgütlenmiş, kadın-erkek 35.000 işçi fab­rikanın çevresinde nöbet tutuyordu.

4  Nisanda Ford şirketi, River Rouge fabrikasındaki grevden sonra memleketin on altı montaj fabrikasının
parça yokluğu yüzünden kapanmak zorunda kalacakla­rını bildirdi. Aynı anda Ford’un on sekiz fabrikası daha işi bıraktı.  '

8   Nisanda, grevi kırma ümidini tamamen kaybeden Harry Bennett, C.I.O. başkanı Philip Murray ve Otomo­bil İşçileri Sendikası liderlerile görüşmelere başladı.

Ford temsilcileriyle sendika delegeleri arasmda üç gün süren bitmez tükenmez görüşmelerden sonra Ford Motor Conıpany,ücretleri diğer büyük otomobil fabri­kalarındaki seviyeye çıkarmayı, Otomobil İşçileri Sen­dikasının delegelerini tanımayı ve işverenlerle işçiler arasındaki anlaşmazlıkları halledecek bir Federal Ko­misyon seçimine izin vermeyi kabul etti.

21 Haziranda Sendika, River Rouge fabrikasındaki Federal Komisyon seçimlerinde göz kamaştırıcı bir za­fer kazandı ve Ford Motor Company, Otomobil İşçileri Sendikası ile bir anlaşma imzaladı.

Amerika'nın en büyük savaş fabrikasını bu kadar uzun zaman sarsmış olan anlaşmazlık, bundan başka bir zamanda düzelmezdi.

(1)     Bu prim, Amerika İçinde üslenmiş askerlere verilen günde bir dolar iie yurt dışında üslenmiş olan askerlere verilen 1 dolar 25 sentlik yekûna ek olarak verilecek bir para İdi. Bu prim, 1945'te ödenmek üzere, kongre'ce, 1923'te kabul edil­mişti. 1930'da eski muharipler, prim tutarlarının yarısını % 4,5 faizle çekebilmişlerdi. Göstericiler, paralarının kalan kısmını bu süreyi beklemeksizin çekme hakkını elde etmek İstiyorlardı.

Beşbuçuk ay sonra A.B.D. savaştaydı.

VVASHINGTON’A YÜRÜYÜŞ

1932 Mayısının ikinci haftası boyunca Portland’lı, Oregon’lu (iki yüz) işsiz eski muharip, pilisini pırtısını toplayıp, başkent Washington a doğru, 5.000 km. lik bir yürüyüşe geçti. Kongre’den, «eski muharip ödenekleri­nin derhal ödenmesi»ni isteyeceklerdi. Yola çıkışları, bütün Amerika tarihinde en olağanüstü halk gösterile­rinden birine başlangıç işareti vermiş oluyordu: Eski Muhariplerin Washington’a Yürüyüşü, diye adlandırı­lacaktı bu olay ilerde...

Amerika'nın eski muhariplerinin için için kaynayan hoşnutsuzlukları, iki buçuk yıllık yoksulluk ve işsizlik­ten sonra millî bir hareket haline dönmüştü. Kongre'- den bir kanun çıkartmak ve bu yolla, hakları olan prim­leri derhal elde etmek istiyorlardı ’)•

Korügre'nin normal tatiline birkaç hafta kaldığı bir sırada eski muharipler, «dilekçelerini gerekli yerlere» teslim etmek için Waslıington'a akmaya başladılar.

Bazıları yalnız geldi, diğerleri ise küçük gruplar ha­linde ya da çoluk-çocuk yüzlerce kişiden meydana gel­miş kervanlar halinde. Trenleri durduruyor, kondüktör­leri, kendilerini bedava trene almaya zorluyorlardı. Oto­stop yapıyorlar; külüstür arabalar, kamyonlar, önlerine ne gelirse biniyorlardı. Alaska'dan, küçük bir grup, bü~ tün kıt'ayı, yani 6.000 km.'den fazla bir yolu at araba lan ile geçti. Uç eski muharip, Havai'deıı gelen bir gemide kaçaıı yolculuk etmişti.

Eski muharipler, o sıcak yaz günlerinde gece deme­den, gündüz demeden yollara döküldüler, çöllere, ova­lara, dağlara, şehirlere, köylere dağıldılar başkente var­mak için. Aradan çok geçmeden basın, yeni heyetlerin yola çıktıklarını haber veriyordu: Chicago'dan 900, New- Orlean'dan 600, Ohio'dan 1.000, Philadelphia ve Cam- den'den 700, Johnson City’den Ordu Dinlenme Evi hasta­larının seçtiği 200 delege yola çıkmıştı...

Federal makamlarla, mahallî makamlar ve demir­yolları idarecileri «Prim Yürüyüşçüleri»ni durdurmaya ve evlerine dönmeye zorlamaya çalıştılar boş vere, Po­lis, önce bazı şehirlere girmelerini yasak etti. Savaş Ba­kanı Patrick J. Hurley, WashingtonJa vardıklarında es­ki muhariplere uyku tulumları dağıtılmayacağım ilân etti, Washington Emniyet müdürü, General Pelham Glassford korku içinde, valiliklere yazı üstüne yazı gön- deriyor, eski muharipleri püskürtme emri veriyordu. Baltimore ve Ohio demiryolu şirketinin başkan yardım­cılarından biri, «yakında kopacak savaşta demiryolları’ nm menfaatlerini korumaya kararlı okluğunu» ilân etti.

Ama eski muharipler gelmekte devam ediyorlardı,

ifik

Geçtikleri şehirlerde on binlerce iyiliksever Ameri­kalı onları büyük gösterilerle karşıladı, uzun yürüyüş­lerine devam edebilmeleri için onlara elbiseler, yiyecek­ler verdi, yatacak yer gösterdi...

Haziranda, 20.000'den fazla «Prim Yürüyüşçüsü» Washington’a varmış bulunuyordu.

On üç yıl Önce, Avrupa'daki savaş alanlarından ter­his edilip memlekete döndüklerinde birer kahraman ola­rak karşılanıp alkışlananlar, şimdi hükümetlerinden bambaşka bir davranış görüyorlardı. Kongre üyeleri, es­ki muhariplerin delegelerini kabul ediyorlar, gülümse- yeıek kanun tasarılarını destekleyeceklerini söylüyorlar fakat hiç bir şey yapamıyarlardı. Başkan Hoover, «Yü­rüyüşçülerdin temsilcileriyle görüşmeyi, soğuk bir şe­kilde reddetti. Silâhlı nöbetçiler. Beyaz Saray’ın etra­fında kol gezmeye başladı.

Eski muharipler, şimdi kendi kendilerine verdikle­ri adla: «Prim Kuvvetleri» üyeleri, boş alanlara, ya da YVashington’ım Devlet binalarına yerleştiler. Fakat bir­çoğu, Potomak nehrinin başkente karşı kıyısındaki yar­mada tozlu topraklı bir alanda kurulan Anacostia Flats kampına sürüldüler. Orada, yakıcı güneşe ve toprağı bir bataklık haline çeviren şiddetli yağmurlara terkedilmiş, çadırlardan, kulübelerden, kaba-saba barakalardan, neh­rin oyuklarında kurulmuş sığmaklardan oluşan bir şe­hir, balta girmemiş ormandakine benzer bir şehir yük­seldi.

En ilkel sağlık şartlarından yoksun olan ve Was- hington makamlarından yetersiz bir yiyecek yardımın­dan başka bir şey alamayan eski muharipleri ve ailele­rini hastalık yere sermekte gecikmedi. Kısa bir süre sonra birçok çocuk, kötü beslenme şartlarından mey­dana gelen bağırsak hastalıklarından öldüler.

m

«Prim Yürüyüşçüleri»ni gözden düşürmek, gayret­lerini kırıp onları Washington'u terke zorlamak için el­den gelen bütün yollar denendi. Gazeteler, «Prim ordu­sunun içinde, «Sovyetleri başkente sokma» yollarını ara­yan bozguncu «komünist ajanları» bulunduğunu haber verdi. Polis müdürü Glassford, başkenti terk emrini ve­receğini söyleyerek onları tehdit etti; eski muharipler, Kongre, istediklerini kendilerine vermedikçe buradan ayrılmayacaklarım söyleyince, eski muhariplerin yiye­cek ve içeceklerinden sorumlu olan Glassford, «yiyecek­lerin azaldığım» ilân ederek, zaten yetersiz olan yiyecek miktarlarını, hiç acımadan, daha da düşürdü.

«Prinı Kuvvetlerimin içine, federal ajanlar, hafiye- ler, parayla tutulmuş curnalcılar ve kışkırtıcılar salın­dı. «Prim Kuvvetleri »nin otoriter, yakışıklı üniformalı ve atak «komutanı» W.-W. waters, general Glassford'- la bizzat ilişki halindeydi ve polis müdürünün emirle­rine tıpatıp uyuyordu. Bizzat Glassford'a göre, Waters- ın, eski muharipler arasında «düzeni devam ettirmek» için kurmuş olduğu askerî polis birliği Glassford’un em­rindeki şehir polisi ile elete çalışıyordu[6]).

Waters, Washington polisine, «Kalabalık içinde kızıl terörcü bulursak biz icabına bakarız onun» diyordu.

«Komutan», Anacostia Flats’a yeni gelenleri, işten Çıkarılmış işçiler Birliği'nin «kızıl faaliyetlerine» karşı uyarıyor onları, komünist olmadıklarına dair yemin et­meye zorluyordu. Eski muhariplerin sol unsurlarından kurulmuş olan bu Birlik, Washington Yürüyüşü’nün ör­gütlenmesinde esaslı bir rol oynamıştı. Birliğin birkaç yöneticisi kaçırıldı, vahşice dövüldükten sonra Washing- ton’dan dışarı atıldı. Komünistlikten sanık iki eski mu­haribin parça parça edilmiş cesetleri Potomak nehrin­de bulundu.

Fakat onları korkutmak ve sayılarım azaltmak için harcanan bütün çabalara rağmen eski muhariplerin bü­yük çoğunluğu, oldukları yerden kımıldamamakta inat ettiler ve primlerinin ödenmesini istemekten vazgeçme­diler.

17 Temmuz sabahı, Kongre, gürültülü bir toplantı­dan sonra, kanun konusunda hiç bir teşebbüste bulun­madan dağıldı. O günün sonuna doğru senatörlerin ve milletvekillerinin çoğu Washington'dan ayrılmış bulunu­yordu.

General Pelham Glassford, daha sonraları, hüküme­tin, durum ciddileştiği takdirde alınmasını öngördüğü ciddî tedbirlerin neler olduğunu şöyle anlattı:

«Hazirandan başlayarak, askerler talime başlamışlardı... Washington yakınında ko­naklamış bulunan subaylar ve askerler, çıka­cak her türlü olaya hazırlıklı durumda bulu­nacaklardı; uzun bir süre izinler kaldırılmış­tı... bu birlikler, göz yaşartıcı gaz kullanma­yı ve kalabalıkları dağıtmayı öğrenmek için özel bir eğitim görüyorlardı.»

Durum, daha sonra «kanlı perşembe» adını almış olan 28 Temmuz günü had safhaya ulaştı. 0 sabah, önemli sayıda polis, yüzlerce eski muharibi Üçüncü Cad­de ve Pansilvanya Avenü’deki iki Devlet binasından çı­karmayı denedi. Eski muhariplerin binalardan çıkma­za dıklannı görünce polisler binalara saldırdılar ve içer- dekilerin üzerine gaz bombaları fırlatmaya başladılar. Eski muharipler kendilerini savunuyorlardı, öfkeden kudurmuş olan polis ateş etmeye başladı. Eski muharip­lerden birçoğu yerlere serildi, İki tanesi, aldığı yaralar­dan öldü...

Başkan Hoover, derhal Ordu Kurmay Başkanı ge­neral Douglas A. MacArthur’a, «Prim Kuvvetleri»nin şe­hirden dışarı çıkarılması işini ele alması ve «bu ayak­lanmaya, hükümet kuvvetlerine karşı bu kışkırtmaya» son vermek için askerî birlikler çağırması emrini verdi.

Askerî birlikler, Öğleden sonra saat dörde doğru gel­diler... Bundan sonraki olayları New York Times şöyle anlatıyor:

«Askerler, Pansilvanya Avenii'den geldi­ler... süvariler başta, onların arkasında tank­lar, makineli tüfekler ve piyadeler...

Subayların ve polisin anlaşmaları için bir yarım saat kadar geçti; sonra «Prim Yü­rüyüşçüleri» onları kışkırtmaya başladılar. Hareket istiyorlardı, birazdan hareketi göre­ceklerdi.

Yirmi tane, demir miğferli asker, diğer 200 askerin «Prim Kalesi» karşısında yerleri­ni alabilmeleri için, tabancalar elde hücum ederek bir gedik açtılar. Tam bu sırada sü­variler de yetiştiler. Ellerinde kılıçları, yol­dan aşağı at üstünde inerken, yolları üstüne çıkan herkese kılıçlarının tersiyle vurarak bir geçit açıyorlardı.

Davranışları, askerlik bakımından doğ­ruydu belki, askerî kurallara uygundu belki, ama gelip geçenlerin gözüne hiç de güzel bir manzara değildi. Askerlere karşı direnenler, kendilerini savunanlar ve atlarla saldıranlar görülüyordu...

Dünya savaşı sırasında bazı şehirlerin yağma edilişlerini hatırlatan sahnelerden sonra federal birlikler... prim kuvvetlerini, derme çatma kulübelerden meydana gelmiş köylerinden kovdular ve Pansilvanya Avenü yakınlarına sürdüler.»

Bundan sonra askerler, eski muhariplerin kulübe­lerini ateşe verdiler.

Bu harekâtın bütün ayrıntıları, general MacArthur tarafından inceden inceye gözden geçirilmişti; itfaiye arabaları, yangım söndürmek için hazır durumda bekli­yordu.

Gaz maskeleri takmış piyade askerleri, karılarını ve çocuklarını ümitsizce korumaya çalışarak kaçan adam­lar üzerine göz yaşartıcı gaz bombaları atmaya başla­dılar. Yirmi kadar yalın kılıç süvari, saldırıya katıldı. Yoldan geçenler gazlandı, yerlerde sürüklendi ve atların ayakları altında çiğnendi...

General MacArthur, eski muharipler konusunda, «Bu güruhun gidişi gidiş değildi.» dedi. «İhtilâl belirti­leri gösteriyorlardı. Kendilerine karşı gözetilen nezake­ti ve saygıyı zayıflık sandılar.»

O           gece, MacArthur'un birlikleri, Anacostia Kampını işgal ettiler. Koca koca ışıldakların aydınlığında asker­ler, göz yaşartıcı bombalar atarak, harap kulübeleri ve çadırları ateşe vererek, rastladıkları eski muharipleri ve ailelerini darmadağın ederek ilerliyorlardı. Gece ya­rısına doğru Washington gökleri, sanki dev bir orman yanıyor muş gibi kıpkızıldı. Adamlar, kadınlar ve çocuk­lar, atılan gazların yayılmasıyla hastalandı. Bir bebek gazdan öldü.

Şafak vakti, hükümet kesin olarak duruma hâkim olmuştu. Anacostia Flats kampı, üzerinde dumanlar tü­ten bir yıkıntı halindeydi. Oradan kilometrelerce uzak­ta, Virginia ve Maryland yollan boyunca binlerce eski muharip ve ailesi, kimisi korku ve gözyaşı içinde, kimisi suskun ve taşlaşmış, başkentten kaçıyordu...

Başkan Hoover, basma, «Birleşik Devletler otorite­sine karşı bu meydan okuma, hızla ve sert bir şekilde cevaplandırılmıştır,» diye açıklıyordu. «Aylarca süren bir hoşgörü ve sabırdan sonra hükümet, kanunların apaçık çiğnenmesine karşı bundan böyle örnek olabi­lecek bir tarzda cevap vermesini bilmiştir. Benim ilk görevim. Anayasa'yı ve kanunları kuvvetle savunmak ve desteklemektir. Daima da böyle hareket edeceğim.»

Fakat Amerikan halkının, Büyük Hümanist [Baş­kan Hoover’a verilen ad] konusunda hâlâ bazı hayalleri kalmışsa, onlar da, Anacostia Flats'taki zavallı kulübe- cikleri yerle bir eden alevler arasında kaybolup gitti. Çok geçmeden millet, kendisine. Beyaz Saray'da yeni bir temsilci seçecekti.

Sonbaharda, başkanlık seçimi kampanyası hazırlık­ları sırasında, New York Graphic editörü Emile Gauv- reau, Demokrat Parti başkan adayı Vali Franklin D. Roosevelt ile sansasyonel bir röportaj yaptı.

Valinin bürosunda, Roosevelt ile Gavreau, yandaki küçük odada beraberce öğle yemeği yerlerken, telefon boyuna işledi. Memleketin her köşesinden, kampanya­nın açılışına dair haberler geliyordu. İki adamın konuş­maları, zaman zaman, özellikle önemli şehirler arası ko­nuşmalarla kesiliyordu.

Roosevelt iyimserdi. Yapılacak seçimlerde başkan olacağından kesin olarak emindi. Ve Vali, tasarıların­dan bazılanm açtı Gavreau'ya.

«Halkla, doğrudan doğruya ilişki kurmalıyız» dedi. «Yardımlaşma zamanı geldi artık... Eee, nasıl, benim «unutulmuş insan» üzerine söylevimi beğendiniz mi? Bizdeki binlerce insanı anlattım orda. Ve o unutulmuş insan, kendi eline bakan, beslediği ailesinden dört kişi­yi temsil etmektedir. Eğer un dört milyon işsiz varsa, yoksulların gerçek sayısını anlamak için bu sayıyı dört­le çarpmak gerekir. Bir şeyler yapmak gerekecek... İn­sanları mutlu kılmak mı istiyorsun, iş sağlayın onlara, hepsi bu.»

Vali sigarasından bir nefes çekti ve kalın bir duman çıkardı. «Bugün Rusya’da...» diye başladı, ve devam et­meden önce bir an düşündü. «Rusya’yı tanıyacağım. Rusların ne yaptıklarını görmeye adamlar yollayacağım oraya...» Bu konu, özellikle dikkatim çekiyora benziyor­du. «Rusya... Rusya yabancı bir ülke, düşünceleri de ya­bancı görülebilir onlann; Rusya'yı incelemek için adam­lar yollayacağım oraya.»

Birden Roosevelt iskemlesinden kalktı. «Yapacak çok iş var,» dedi. «Halkımızı tekrar ayakları üzerine kal­dırmak gerek.»

Telefon yeniden çaldı. Roosevelt bir an dinledi tele­fondaki sesi, sonra kahkahalarla gülmeye başladı, «Afe­rin!!» dedi. «Üç Eyalet daha ha! Bravo, Jim!»

Roosevelt tekrar editörle konuşmasına döndü ve Gavreau’ya, «Halka yardım edeceğiz,» dedi. Bir an yüzü karardı. «Acele etmek gerek. Sabırsızlanıyorlar. Geçen hafta doğudan dönerken, büyük bir demiryolu şirketini yöneten eski bir dostumla görüştüm. Sordum ona: «Fred, buralarda nelerden konuşuluyor?» dedim. Verdi­ği cevabı hâlâ duyar gibi oluyorum. «Frank, dedi bana, sana üzülerek itiraf edeyim ki, buralarda ihtilâlden ko­nuşuluyor.»

8 Kasım 1932 de, kırk iki eyalet tarafından destek­lenen Franklin Delano Roosevelt, yedi milyondan fazla bir oy çoğunluğu ile Birleşik Amerika Başkanı seçildi.

TEHLİKELİ AMERİKALILAR

«Aralarında çok yüksek seviyede kimseler de bulunan birçok Amerikan yurttaşı, çok kere bil- miyerek, Mihver ajanı olarak çalışıyor.»

Başkan Franklin D. Roosevelt.

29                                                                      Eylül 1940

«Birleşik Amerika’da hemşerilerimiz bize kar­şı çoğunlukta, iyi duygular beslemektedirler; Ame­rikan çevrelerinde çok dostumuz var. Aralarında birçoğu siyasî ve ekonomik hayatta önemli yerler işgal etmektedirler

Alman Devlet Bakanı R. Walter Darre’nin 1940'da Berlin'de verdi­ği bir söylevden.

1.   GİZLİ SALDIRI

7 Aralık 1941’de Japon’ların Pearl Harbour'a saldı­rışı, Mihver'in Amerika’ya karşı açtığı savaşın başlan­gıcı değildir. O sabah başlayan olaylar. Alman, Japon ve Italyan genel kurmayının, on yıldan fazla bir zamandır Birleşik Amerika’ya karşı ilân ettiği gizli savaşın en üst noktasını gösterirler. En ciddî muharebeler, bizzat Ame­rika'da ve savaş ilân edilmeksizin verilmiştir.

1930’dan başlayarak faşist örgütlerden, nazi hayra­nı propaganda çevrelerinden, askerî haber alma ve ırkçı terör hücrelerinden kurulu çok geniş bir ispiyoncu ağı, Amerikan hayatının bütün alanlarını sardı.

1   Eylül 1939’da, Hitler’in motörlü birlikleri, İkinci Dünya Savaşı’m açarak Polonya’ya girdiği sırada, Bir­leşik Amerika’da, faaliyette olan 700'den fazla faşist Ör­güt vardı.

Açıkça nazi taraftan olan örgütler ile, 1933- 1941 arasında Birleşik Amerika'da mücadele yürüten faşist Amerikan hareketlerinden bazıları şunlardır:

   Beyaz Amerikalı Muhafızlar

    Ausland Organization der N.S.D.A.P, (Dıştaki Na­zi Partisi)

   A. V. Jugendschaft (Hitlerci Gençlik)

   Kara Gömlekliler

   Falanjistler

   Alman - Amerikan Birliği

   Kara Lejyon

   Italyan Faşist Klüpleri

   Ku Kluks Klan

   Cumhuriyet Yurtseverleri

   Japon imparatorluğu Dostluk Derneği

   Japon Askerleri Birliği

   Millî ve ihtilâlci Rus Faşist Partisi

Doğrudan doğruya, Mihver Devletleri Propaganda

Bakanları ve Haberalma Hizmetleri bürolarınca denet­lenen ya da onlarla işbirliği yapan bu örgütler, Ameri­ka'da, demokrasi ve işçi düşmanı yayınlar dağıtıyor, ırk çatışmalarını açıkça kışkırtıyor, Roosevelt hükümetini suçluyor ve Amerika’da faşist bir rejimin kuruluşunu destekliyordu. Beşinci kol, sanayi merkezlerinde ve kü­çük şehirlerde, fabrikalarda, çiftliklerde, okullarda, kili­selerde ve askerî eğitim merkezlerinde radyo ve posta ile olduğu kadar mitingler ve gizli toplantılar yoluyla da Amerikan milletine karşı düşmanca hareketlerde bulu­nuyordu.

Beşinci kolun başlıca hedefleri şunlardı: Amerikan halkım bölmek ve birliğini bozmak; halk kütlelerinin Roosevelt’e karşı duydukları güveni yıkmak; Amerika­lıları, kendilerini faşizmin değil de komünizmin tehdit ettiğine inandırmak; Birleşik Amerika'nın millî savun­ma hazırlıklarını baltalamak; ve Amerika'yı, Atlantiğin öbür yakasındaki faşist düşmanı müttefiklerden ayır­mak.

Ne kadar şaşırtıcı görünürse görünsün, bu beşinci 119

kol ajanları, ne Adalet Bakanlığından ne de F.B.I.'dan en küçük bir müdahele görmeksizin bu Amerikan düş­manı faaliyetlerini rahatça yürütebilmişlerdir.

Ve başlangıçtan beri, beşinci kolun faaliyetleri, Bir­leşik Amerika'nın en zengin ve en kudretli kişilerince doğrudan doğruya desteklenmiştir.

İçişleri Bakanı Harold L. Ickes, 1935 de Altoona (Pensilvanya)da verdiği bir söylevde: «Kanunlara aykı­rı bir hareketin, ülkemizde, Özgür kurumlanmızm yeri­ne iğrenç bir faşist sistem koymaya çalıştığı, her gün biraz daha açıkça görünüyor» diyordu. «Bu topluluk, Amerika'nın sadece tabiî kaynaklarım değil, fakat aynı zamanda erkek - kadın - çocuk, insan kaynağım da sömü­rerek muazzam bir servet ve güç elde etmiş olan kimse­lerden kurulmuştur ya da en azından aktif bir destek görmektedirler. Ellerinde tuttuklan servetleri kazanma­larına hiç bir şey engel olmamıştı ve bu zenginliği ko­rumalarına ve arttırmalarına hiç bir şey engel olama­yacaktır.»

Bakan Ickes şöyle ekliyordu:

«Bizi, ülkemizi bir komünist ayaklanma­sının tehdit ettiğine inandırarak yurtsever­lik duygularımızı kışkırtmaya çalışan bu aristokrasi, bir faşist hükümet darbesi ya­pabilmek için desteğimizi sağlamaya çalış­maktadır.»

Ickes'in sözünü ettiği harekette ilk rolü, büyük Amerikan sanayicilerinin ve finans çevrelerinin yöneti­mindeki bir Örgüt oynuyordu. Bu örgüt, şüphesiz alda­tıcı bir ad olan, Amerikan Özgürlük Birliği, adını taşı­yordu.

Amerikan özgürlük Birliği, 1934 Ağustosunda, açık­landığı üzere, «ihtilâlci hareketlerle savaşmak» ve «Bir­leşik Amerika Anayasası'ııı savunmak ve desteklemek» niyetiyle resmen kurulmuştu.

Du Pont-Morgan tröstlerinin, Özgürlük Birliği üze­rinde hâkim bir etkileri vardı. Birliğin Millî Yürütme Komisyonu ile Danışma Konseyi’nde, EL du Pont de Nemours şirketinin, sırasıyla Yönetim Kurulu başkanı, başkan yardımcısı ve şirket başkan yardımcısı olan Pierre S. du Pont, irence du Pont ve John J. Raskop bu­lunuyordu.

Yürütme Komisyonu'nun ve Danışma Konseyi'nin diğer üyeleri arasında şu kimseler de vardı:

John W. Dav is, eski başkan adayı, Mor­gan’ın danışmam, Morgan Gııaranty Trust Company'nin, yine Morgan’ın yönetimindeki Telephone and Telegraph Company'nin mü­dürü.

Alfred P. Sloan, General Motors Corp'm Yönetim Kurulu Başkanı,

WİİHam S. Knudsen, General Motors Corp.'ııı başkanı.

Cornetİus F. Ketîey, Anaconda Copper Company'nin başkanı.

Alvan Macauley, Packard Motor Car Company'nin başkanı.

He.rbe.rt L, Pratt, Socony - Vacuum C.'nm Yönetim Kurulu Başkam.

Özgürlük Birliği, paraca kuvvetle desteklenen bir kampanya ile, kendisini Amerikan halkına, «Amerikan yurttaşının haklarını» savunmak azminde bir demek olarak tanıttı. United Press’in bir haberi, Birliğin orta Amerikalının yararlarının ne derece temsil ettiğini çok güzel gösteriyordu:

«Millî Hükümetin içindeki «ihtilâlci» eği­limlerle mücadele için kurulmuş politika dı­şı bir dernek olan Amerikan Özgürlük Birli­ği, halen 37 milyardan fazla sermayeli bazı sınaî ve malî şirketlerin temsilcilerinden olu­şan bir grubun denetimi altında bulunduğu­nu açıklamıştır.

Birliğin yöneticileri, United States Stell Corp., General Motors, Standart Oil Co., Cha­se National Bank, Goodyear Tire and Rub­ber Co., Baltimore and Ohio Railroad Co., Mutual Life Insurance Co. ve daha bunun gi­bi birçok şirketle ilişki halindedirler.»

Amerikan Özgürlük Birliği'nin gerçek amaçlan üze­rinde, yazar Herbert Harris şunları söyleyecektir:

«Birliğin savunduğu tek özgürlük, hisse senetleri çıkartmak, Borsada sahte dalgalan­malar yaratmak, hisse senetleri ile oynamak ve büyük şirketleri göklere yükseltme özgür­lüğüdür. Kafaları bulandırmak, dokuma fab­rikalarında ve yarıcı çiftliklerinde çocukla­rı sakatlamak, kavruk bırakmak özgürlüğü­dür. Din adamlarının ve basının fikirlerini satın alma özgürlüğüdür, ölüme götüren bir özgürlük yâni.»

Birlik yöneticileri her yerde, bir yandan «Birliğin tek endişesi, milletin huzurudur» diye ilân ederlerken, öet yandan, Roosevelt hükümetini gözden düşürmek. Yeni Yol'un sosyal reformlarına saldırmak ve sendika hareketine karşı düşmanlığı kışkırtmak için büyük pa­ralar harcıyordu. Birlik üyeleri bu hedeflere varmak için başka anti-demokratik örgütler de kurdular ya da paraca desteklediler bu tip örgütleri. Bunların bazıları şunlardı:

Amerikan Kamu Hizmetleri Aksiyoner- ler Federasyonu,

Amerikan Vergi Mükellefleri Birliği, Haçlılar,

Çiftçiler Bağımsızlık Konseyi,

Sanayi Haklarını Savunma Birliği, Günümüzdeki «Kadın - Erkek Gönüllüler Birliği»,

Millî Ekonomi Birliği,

New York Eyaleti Ekonomi Konseyi, Cumhuriyet Bekçileri,

Anayasayı Destekleme Güney Komisyo­nu,

Amerikan Kadın Aksiyonerler Birliği,

18 Nisan 1936'da Afew York Post şöyle yazıyordu:

«Özgürlük Birliği, Yeni Yol düşmanı bir örgüt ağı doğurdu; onlar da sırası gelince faşizmi doğuracaklar.»

Özgürlük Birliği'nin kurduğu ilk faşist örgütlerden biri. Anayasayı Destekleme Güney Komisyonu’dur. Bu Komisyonu paraca destekleyen birlik üyeleri arasında yine du Pont, General Motors şirketlerinin başkan ve başkan yardımcıları vardı.

Güney Komisyonu'nun izlediği iki ana hedef vardı: güneydeki demokratlarla Roosevelt aleyhinde oy ver­dirtmek ve siyahlarla beyazların aynı sendikalara katıl­malarını önlemek için ırkçı duyguları kışkırtmak. Bal­timore Sun gazetesi. Güney Komisyonu konusunda, «Bu, Kuzeyin paraca desteklediği fakat Ku Klus Klan'ın gü­neye dair peşin hükümleri üzerinde oynayan melez bir dernektir.» diye yazıyordu. «Bir roman-katolik olan Mr. Raskob 5.000 dolar bağışta bulunduğunda, kendisine, bu

paranın Ku Kluks Klan'm canlanmasına hizmet ettik­ten sonra Mrs. Roosevelt’e karşı yürütülen sert hücumu da destekleyeceği bildirilmiştir.»

Güney Komisyonu’nun Başkanı, Fabrikatörler Mil­lî Birliği eski başkanı, Teksas’lı büyük petrolcü ve Ame­rika’nın en zengin ormanlarım elinde tutan John Henry Kirby'di. Kirby’nin, Komisyonda sağ kolu ise Vance Mu- se adında, The Christian America’mn editörü ve «hıris­tiyan», «Komünist düşmanı» örgütler kurinakta uzman biri idi. Vance Muse, Yeni Yol’un sosyal reformları ko­nusunda konuşurken, «Bundan böyle siyahlarla beyaz­ların örgütlerin içerisinde birbirine karışmaları, beyaz­ların, işlerini kaybetmek korkusu ile Afrika'nın siyah maymunlarına «kardeş» demeleri gerekecektir...» diyor­du.

Cumhuriyet Bekçileri örgütü. Özgürlük Birliği üye­lerinin paraca desteklediği bir diğer faşist hareketti. Cumhuriyet Bekçiteri'nin Millî Başkanı, Pitcairn Com- pany’nin başkanı Raymond Pitcairn idi; Pitcairn ailesi­nin bu örgüte yaptığı para yardımı 100.000 doları aşı­yordu. ’) Atwater Kent Manufacturing Company'nin mü­dürü Atwater Kent; Sun Oil Company'nin müdürü J. Howard Pew; Morgan’ın ortağı banker Horatio Lloyd; yiyecek sanayii krallarından banker Bernard Kroger ay­nı şekilde önemli miktarlarda para yardımı yapmışlardı.

Tıpkı resmî nazi propagandası gibi Cumhuriyet Bekçilerinin yürüttüğü edebiyat da Yeni Yol'un «Yahu­di-Komünist» tehlikesi taşıdığı üzerinde kurulmuştu. 1936'da bazı bozguncu girişimleri araştırmakla görevli

(1)      Geçici Federal Ekonomi Komisyonu'nun 1941'de yaptığı araş­tırmalara göre Pitcairn ailesinin serveti, çeşitli sanayi şirket­lerine yatırılmış 65.576.000 dolan buluyor ve Pîtcaîrn'îer, Amerika'nın en zengin on aifesi içinde yer alıyordu.

Back Senato Komisyonu, Cumhuriyet Bekçileri'nin ar­şivlerinde bulunmuş çok inandırıcı mektuplar yayınla­dı. Bunlar, Boston Yatırım Bankası Müdürü ve Bekçi­ler’in başkam Alexander Lincoln ile Ne w Jersey'de W. Cleveland Runyon arasındaki mektuplaşmalardı. Run- yon'un Lincoln'a gönderdiği ilk mektupta, «Roosevelt’in VVashington’a getirttiği yahudi tugayı»na hücum edili­yordu;

«Batı hıristiyan medeniyetini savunma savaşı, düşmanın, enternasyonal ve yahudi menşeli olduğunu kabul etmekle kazamlabi- lir. Bize para lâzım, hepsi bu... aZman geçi­yor. Bir şeyler yapabileceğinizi sanıyor mu­sunuz?»

Bekçiler'in başkanı Lincoln ise şu ceva­bı veriyordu:

«Bekçiler’in başkanı olarak elimden ge­len her şeyi yapıyorum. Ben de sizin gibi, bir yahudi tehlikesinin varlığına inanıyorum. Bütün güvenim, gelecek sonbahardaki seçim­lerde; ve sanıyorum kİ Roosevelt’in yenilişi bizim şansımız olacak.»

Runyon şöyle cevap veriyordu:

«Halk, şeflerini arıyor ama ortalıkta şef yok. Yöneticilerimiz uyuyor. Bekçiler, hare­ketin başına geçmek zorunda kalacaklar. Yıl­lık geliri 1.000 doları aşmayan yaşlı Ameri­kalıların istediği, Hitler gibi birisidir.»

Amerikalı bir diktatör düşüncesi yeni değildir. Da­ha 1932'de, Current History dergisi şöyle yazıyordu: «Bazı kudretli kişiler, uzun zamandır, çıkmazdan kurtulmanın yolunun, bir çeşit ekonomik ve politik dik­tatörlük kurmak olduğunu ileri sürüyor. Önemli kimse-

lerin, nabızlarım yoklamak ve imkânları tartışmak için New York'ta ve Chicago'da toplandıkları bilinmektedir,»

General Motors Başkam William S. Knudsen, 1933’ te, Avrupa dönüşü New York Times'in bir muhabirine, Hitîer Almanyası’nın «XX. yüzyılın mucizesi» olduğunu söylüyordu.

Almanya'da böyle bir mucize olurdu da neden Ame­rika'da olmazdı?

1930 başlarında, Amerikan Führerl rolünü oynaya­bilecek gibi görünen kimselerden biri, Birleşik Amerika Deniz Piyadeleri generallerinden Smedley Butler idi.

2.                                                                                        BAŞARISIZ DARBE

İki defa Kongre şeref madalyasını almış olan Tüm­general Smedley Butler, asık suratlı, esmer bir askerdi; açıksüzlülüğü yüzünden milletlerarası bir olaya adı ka­rışıp istifa etmek zorunda kalıncaya kadar deniz kuv­vetlerine otuz üç yıl hizmet etmişti. General Butler, 193 l'de Filadelfiya'da verdiği bir söylevde, Beni t o Mus- solini'yi, «Avrupa'yı ısıracak kuduz bir köpek» olarak tarif etmişti. Aynı zamanda, Duce'nin, bir gün bir İtal­yan şehrinden arabayla geçerken nasıl bir İtalyan ço­cuğunu ezdiğim fakat hiç durmadan yoluna devam etti* ğini ve kendisiyle beraber olan bir Amerikalı gazeteci* ye: «Asla geriye bak manialı insan. Devlet işlerinde bir insan bayatının ne değeri var ki?» dediğini anlatmıştı, İtalyan elçisi, Butler’in söylediklerini şiddetle protesto etti; Başkan Hoover, Deniz Kuvvetleri Başkanı aracılı­ğı ile generale, sözlerini geri alması yoksa askeri mah­kemeye verileceğini emretti, fakat general hiç bir şey dinlemedi. Bir süre olayın büyümesinden ve yayılma-

126

sından korkan İtalyan hükümeti olayın kapanması is­teğinde bulundu. General Butler, askerî mahkemeye ve­rilmedi fakat faal görevden çekildi.

Bu hikâye, general Butlep’in ününü tehlikeye atmak şöyle dursun Amerika'da, «beyaz atlı adam rolünü» oy­nayabilecek adayların arandığı çevrelerde, heyecanlı hayranlarının sayısını artırmıştı...

General Butler, 1933 Temmuzunda Pennsylvaııia’da Newton Square'deki evinde Amerikan Lejyonu'nun iki önemli üyesi olan Gerald McGuire ile William Doyle’m ziyaretlerini kabul etti. Butler'e, Ekim ayında Chicago'­da toplanacak kongrede Amerikan Lejyonu Millî Komu­tanlığına adaylığım koymasını teklif etmeye gelmişler­di. McGuire, generalin, bir askerler hareketini yönete­cek ve Lejyonun otokrat idaresini yerinden atacak bir insaıı olduğunu söylüyordu.

«Kraliyet ailesini tahttan kovmak» fikri, generalin de hoşuna gitmişti, çünkü «yıllardır, basit askerlerin daima Lejyon’dan uzaklaştırıldıklarını» söylüyordu ken­disi de. Fakat bu adaylığını, askerlerce nasıl destekle­nebileceğim anlayamıyordu. Eski muharipler arasında Chicago Kongresine kim gidebilirdi ki?

McGuire elini cebine attı ve bir çek defteri çıkar­dı. Biri 42.000 dolarlık, diğeri 64.000 dolarlık iki çek im­zaladı.

«Ülkenin bütün bölgelerinden asker delegeler kon­greye gideceklerdir» dedi McGuire.,.

O zamana kadar General Butler, kendisine yapılan teklifte garip bir taraf buluyordu. Şimdi tamamile emin­di artık. Daha sonra, «Böyle paralar, askerler için de­ğildir» dedi.

General, şüphelerini sezdirmemeye karar verdi. Ken­di sözlerile söylersek, «Bu meselede, onları korkutmak- sızın sonuna kadar gitmek istiyordu.»

General Butler, iki adama, kendisine, düşünmek için zaman bırakmaları gerektiğini söyledi. Yakın bir gelecekte onlarla tekrar buluşmayı teklif etti...

ikinci karşılaşmada McGuire ve Doyle, general But- ler'a kongrede vermesini teklif ettikleri söylevin dakti­

lo  edilmiş bir «müsvedde»sini verdiler. Bu nutukta, baş­ka şeylerle birlikte, kongreye, Birleşik Amerikada altın esasına dönüş kararı alması teklif ediliyordu. McGuire, «Primlerinin, altın olarak Ödenmesini istiyoruz askerle­re» diyordu. «Askerlere kâğıt para verilmesini istemiyo­ruz.»

General, dobra dobra, kendi seçim kampanyası için gerekli parayı kimin vereceğini sordu; McGuire, çok zengin dokuz kişinin gerekli fonları sağladıklarım söy­ledi. Onlardan biri, Wall Street’in ünlü simsarlarından albay Grayson M. P. Murphy idi. McGuire, «Ben onun yanında çalışıyorum» dedi, «onun bürosunda»...

General Butler konuşmalara devam etmeden önce, para veren «başlıca» kişilerle karşılaşmak istediğini söy­ledi. McGuire, hiç bir sakınca olmadığını ifade etti.

Kısa bir süre sonra, Robert Sterling Clark adında bir Wall Street simsarı, general Butler’i görmek için evine geldi. Butler’a söylediğine göre kendisi, generalin Lejyon’un idaresini almasını isteyen birisi idi.

Konuşma sırasında general Butler, McGuire ile Doy- le'ın kendisine verdikleri söylev «müsvedde»sinden söz açtı, «iyi yazmışlar söylevlerini» dedi Butler.

Clark:

   Bu herifler söylevi kendilerinin mi yazdıklarını söylediler? diye sordu.

   Evet, bana söylenen bu.

Simsar hafiften güldü. «Bu söylev, çok paraya mal- oldu dedi.

General Butler, altm esasına dönüş isteyen karar- 128

dan bahsetti. «Bana öyle geliyor ki, bu söylev, bir iş ada­mının vereceği bir söylev. Garip bir şey var bu söylev­de, Mr. Clark» dedi.

Clark, generale, rahatlıkla «Otuz milyon dolarım var» dedi. «Kaybetmek istemem. Bu paranın yarısını kurta­rabilmek için öteki yansını seve seve harcarım. Eğer siz, Chicago'da bu söylevi vermeye razı olursanız ve eğer askerler sizinle beraberseler, bu kararın uygulanacağın­dan ve altm esasına dönüş için ilk adımın böyle atılmış olacağmdan eminim...»

General, böyle bir tasanya karışmış olmak isteme­diği cevabını verince Clark, kibarca, telefonunu kullanıp kullanamayacağını sordu. Simsar, McGuire’ı çağırdı ve Butler'in kongreye gitmeyeceğini bildirdi ona, «45.000 dolar var elimizde» dedi McGuire'a. «Buna göre duru­mu ayarlayın.»

Sonra general Butler'a veda etti.

Ekim ayında, Chicago'da Lejyon’un kongresinde al­tın esasına dönüş karan alındı.

İ934 baharında Gerald McGuire Avrupa’ya gitti. Gö­rünüşte bir «iş yolculuğu» idi bu. Aslında McGuire, eski muhariplerin Almanya'da Nazi Partisinde, İtalya'da Fa­şist Partisinde ve Fransa'da Ateşten Haç hareketinde oynadıktan rolü incelemek görevile gitmişti oraya.

Yazın, Amerika’ya dönüşünde McGuire, «âmirleri­ne» Avrupa kıtasında görebildiği şeylerin hesabını ver di.

Kısa bir süre sonra McGuire, general Butler'in evi­ne yine geldi. McGuire'in generale getirdiği teklif, bi­rincisinden çok daha şaşırtıcı idi. McGuire'in Butler'a söylediğine göre, milleti «komünist tehdidı»nden kur­tarmak için hükümetin toptan değişmesi gerekliydi Amerika'da. Böyle bir değişiklik Birleşik Amerika’da bir hükümet darbesi hazırlayabilecek, meselâ Fransa'nın

McGuİre:

   Evet, diye cevap verdi. Siz yalnız dikkatli bulu­nun. iki üç hafta içinde gazetelerde bundan söz edilme­ye başlanacak. Önemli kişiler karışacak bu işe. Şu anda zemin hazırlanıyor.

McGuire, bahsettiği manevranın özel mahiyetini aç­madı generale ve konuşmayı, generalden bütün dikka­tini bu işe vermesini rica ederek bitirdi.

On beş gün sonra Amerikan Özgürlük Birliği’nin ku­ruluşu ilân edildi, özgürlük Birliğİ'nin para babası, McGuire’in patronu, Wall Street simsarı Grayson M. P. Murpyh idi.

Kendisine açılmış olan plânın cüretinden şaşkına uğramış olan general Butler, derhal Philadelphİa Recird gazetesinden iyi tanıdığı biri olan Paul Comly French’Ie temasa geçti. General, gazeteciyi, komplonun bütün ay­rıntılarını öğrenmek için kendisine yardıma çağırdı. Da­ha sonra Butler, «Bu işte tümden ihanet kokusu vardı» diyecektir.

13 Eylül 1934’te Paul Frenclı, New York'ta bir sim­sar yazıhanesi olan M. P. Murphy şirketinde çalışan Mc Guire'ın bürosuna gitti. Frenclı, McGuire'm general But- ler'a yapmış olduğu teklife büyük ilgi gösteriyormuş gi­bi yaparak McGuire'm güvenini kazanmayı başardı.

French'in daha sonra anlattıklarına göre McGuire ona «generale anlattıklarına çok benzer bir hikâye» an­latmıştı.

«Tamamen yurtseverce bir hareket bu» diyordu Mc Guire. «Çünkü askerler, Faşizm sayesinde memleketi kurtaramazlarsa, komünistler onu bir harabeye çevire­ceklerdir. General, örgütün kuruluşunu bir ilân etse ve üyelik aidatının yılda bir dolar olduğunu söyleseydi, hiç şüphe etmesin, bir milyon kişi toplardı etrafına.»

Ateşten Haç’ma benzer, eski muhariplerden meydana gelmiş faal bir örgüt yoluyla gerçekleştirilebilirdi, diye ekledi, McGuire. Para meselesi halledilmişti. «Şimdilik üç milyon dolarımız var, dedi. Gerekirse üç milyon cfa- ha alabileceğiz.» Ve McGuire, üzerine basa basa. Gene­ral Butler’in, bu «yurtsever militanlar» örgütünü yöne­tecek ve «Washington'a yürüyüş »ü hazırlayacak ideal kimse olduğunu söyledi.

General Butler daha sonra şöyle nakletti:

«Mr. McGuire’a haksızlık etmiş olmaya­yım; bunları söylerken hiç de öyle kan iste­yen bir havası yoktu. Zannediyordu ki, böy­le bir kuvvet gösterisi, hükümeti sessiz seda­sız devirebilecekii. «Hattâ Roosevelt, yerinde bırakılabilir bile; tıpkı Mussolİni’nin İtalya kralına yaptığı gibi.» diyordu.

Mr. McGuire, Dışişleri Bakanı'nin ve baş­kan yardımcısının, gerekirse kuvvet kullanı­larak istifaya zorlanmalarım öngörüyordu. Tabiî Başkan Roosevelt, o zaman yeni bir dışişleri bakam atama işini McGııire’in gru­buna verecekti. Sonra, eğer Başkan Roose­velt «işine gelirse» Başkan olarak kalabile­cekti. Fakat nazi rejimine karşı çıkarsa İsti­fa etmek zorunda bırakılacaktı ve sonra Ana­yasa'ya göre Dışişleri Bakam Başkan’ın ye­rine Beyaz Saray’a yerleşecekti.

Lejyon üyelerinin ve Amerika dışında sa­vaşmış askerlerin yarısının beni destekleye­ceklerini sandığım söyledi bana.»

General Butler, McGuire’a:

Daha önceden bazı hazırlayıcı şeyler yapmak ge­rekmez mi? diye sordu.

Bununla birlikte, para yardımı başka kaynaklardan gelecekti. French daha sonra şöyle anlattı:

«McGuire, bana, istediği şeyi (para des­teğini) elde etmek İçin gerekirse National City Bank’ta John W. Davis’e ya da Perkins e ve daha birçok kimselere başvurabileceğini söyledi...

Daha sonra silâh ve teçhizat meselesini konuştuk; o, bunları, du Pont’un aracılığı ile Remington silâh şirketinden satın almayı teklif etti. Onun bu yolla, du Pont'larla Öz­gürlük Birliği arasındaki ilişkiyi söylemiş ol­duğunu sanmıyorum, takat birbirlerinin ar­kasında gizlendiklerini anlatmaya çalıştı.»

McGuire, French'e, eski muharip gruplarının deste­ğini sağlamak için daha önce yapılmış şeyleri göstermek gayesiyle bir mektup uzattı. «Amerikan Lejyonu eski millî komutanı Louis Johnson'dan» dedi.

Daha sonra French'in anlattığına göre:

«McGuire, bana, daha önce bu meseleyi onunla (Johnson'la) şimdi bizim konuştuğu­muz gibi konuşmuş olduğunu söyledi. O za­man anladım ki bu faşist teklifini daha önce Johnson’la incelemişler ve Johnson da onun­la aynı düşüncededir.»2)

General Butler ve Paul French, bu faşist hükümet darbesi teşebbüsüne dair bir hükümet araştırması aç­tıracak yeterli delile sahip olduklarına inanmışlardı ar­tık. Butler, Amerika'da nazi propagandası üzerinde araş-

(2)     28 Mart 1949'da Louis Johnson, Başkan Truman tarafından Savunma Bakanlığı'na getirildi,

tırma yapmakla görevli Kongre'nin McCormack - Dicks- tein Komisyonu ile temasa geçti ve oturumlardan birin­de gelip tanıklıkta bulunmayı istedi.

20 Kasımda, McCormack - Dickstein Komisyonu’nun özel bir oturumunda general Butler, kendisinin nasıl. Birleşik Amerika hükümetine karşı faşist bir «darbe»yi yönetmesi istendiğine dair ayrıntılı bir rapor verdi. So­nuç olarak Butler eğer komisyon, meselenin aslını öğ­renmek istiyorsa Grayson M. P. Murphy'yi, general Douglas McArthur'u, Amerikan Lejyonu eski komutanı Hanford McNider’i ve Amerikan Hürriyet Birliği'nin da­ha başka birçok üyelerini sorguya çekmesi gerektiğini söyledi[7]).

Komisyonda ifade vermeye gelenler arasında, De­nizaşırı Eski Muharipler Komutanı olan ve bütün komp­lodan haberli olduğunu itiraf eden ve general Butler'in söylediklerini kabul eden James Van Zandt da vardı. Gerald McGuire ise, general Butler’la birçok defa kar­şılaşıp konuştuklarını, fakat generalin kendisini «yanlış anladığını» ifade etti.

Philadelphİa RecordjNew York Post ile New Jersey'- in diğer iki gazetesi, Paul French'in kaleminden, gene­ral Butler’in McCormack - Dickstein Komisyonu önün­deki ifadesini heyecan yaratıcı bir şekilde yayınladı.

General Butler'm hikâyesi, ülkede derhal büyük he­yecan yarattı.

Fakat General Butler’in ve Paul French'in inanılmaz ifşaatları beklenilen hedefe varamadı. Birkaç liberal ve İlerici gazete dışında bütün ülke basım, komploya karı­şan büyük menfaat gruplarının savunmasını üzerine al­dı ve general Butler’in ifadesinin en can alıcı yerlerini atlayarak bütün hikâyeyi gülünç bir duruma soktu. New York Times, «Wall Street kodamanlarının sözde komp­losunun Öyle korkulacak ölçülere varmadığını» yazıyor­du. Times meselesi alaycı bir tarzda «Komplocusu ol­mayan komplo» diye tarif ediliyordu.

Simsar Grayson M. P. Murphy'riin, basma, komplo­nun varlığını inkâr eden ve general Butler’m anlattıkla­rını «masal», «reklâm» diye nitelendiren bildirisi hemen bütün gazetelerde, generalin yaptığı suçlamalardan çok daha büyük önemle ele almdı.

Gazeteler, bunun hemen arkasından bu sansasyo­nel meseleyi kestiler, bir tek söz bile etmediler ondan.

Hükümet soruşturma açmadı.

McCormack - Dickstein Komisyonu, general Butler'- in admı verdiği önemli kişileri hiç bir zaman ifade ver­meye çağırmadı; ve komisyon en sonunda generalin ifa­desini yayınladığında, en can alıcı suçlamalar ve bu ara­da Wall Street kodamanlarının adlan. Amerikan Özgür­lük Birliği’ni ima eden bütün şeyler, tutanakta yer al­mamıştı.

Komisyon raporu, yine de şöyle diyordu:

«Şurası muhakkaktır ki, bu girişim (fa­şist darbe girişimi) düşünülmüş, plânlanmış­tır; ve onu destekleyen malî çevreler gerekli görselerdi gerçekleştirilebilirdi de...

... Komisyonumuz, general Butler’in, bir faşist örgüt kurma tasarısı dışında, açıkla­dığı bütün şeylerin doğruluğunu teyid eder. Bununla beraber bu olay, McGuire ile onun direktörü Robert Sterling Clark arasında, Mc Guire yurt dışındaki faşist temayüllü eski muharip örgütlerini incelediği sırada geçen mektuplardan anlaşılmaktadır...»

Komisyonun raporunun yayınlanmasından sonra Medenî Özgürlükler Birliği Başkanı Roger Baldwin şun­ları söyledi:

«Amerikan düşmanı faaliyetler hakkında araştırma yapmakla görevli komisyon, hükü­meti devirmek gayesini güden faşist komplo­sunun... varlığının teyid edildiğini açıkladı. Fakat bu komploya katılanların hiç biri, fe­deral kanunun, hükümete karşı gizli fesat suçu hakkındaki apaçık hükümlerine uygun bir kovuşturmaya uğramayacak. Böyle bir komplo, komünistler arasında ortaya çıkar­tılsaydı, sonucunun ne olacağını düşünmeyi size bırakıyoruz.

Bu olay, açıkça, bütün zenginlikleri elle­rinde tutanların menfaatlarım temsil eden bir hükümetin mahiyetini doğrular sadece. Zor kullanma ve hükümetin devrilmesi bile, yüce niyetleri, kapitalist sistemi korumak olan kimselerin yanında affedilir suçlardan­dır...»

3.   CİNAYETLER ZİNCİRİ

1930 sıralarında Birleşik Amerika’da kıvıl kıvıl kay­nayan sayısız faşist örgütlerden hiç biri. Kara Lejyon kadar azgın olmamış, ondan daha canavarca cinayetler işlememiştir. Kukuletalı üyeleri üzeri ölü kafaları ile süslü uzun kara elbiseler giyen Kara Lejyon, 1932 ile 1936 arasında Michigan, Ohio ve diğer bazı komşu eya­letlerde bir terör havası estirdi. Lejyon, arkasında, ya­kılmış evlerden, basılmış, altı üstüne getirilmiş toplan­tılardan, korku içindeki kasabalardan, öldürülmüş ve yaralanmış, sakat bırakılmış insanlardan bir iz bırakı­yordu,

A,    B. Magil ve Henry Stevens, «Faşizm Tehlikesi» adlı kitaplarında şöyle yazıyorlardı: «Kara Lejyon'u bu kadar önemli yapan şey, faaliyetlerinin özellikle azgm karakteri ve üyelerinin Adalet Bakanlığına sızmış olma­ları, şehirlerin, vilâyetlerin ve eyaletlerin idaresinde yüksek görevler işgal etmiş olmaları, Cumhuriyetçi Par­ti ile ilişki kurmuş olmaları vakıası ile bu örgütün, ispi­yon şebekleri ve otomobil sanayimdeki sarı sendikalar ile sıkı ilişki içinde olmasıydı.»

Kara Lejyon'un çıkardığı olaylar askerlik prensip­lerine uygun olarak hazırlanmış oluyordu. Çoğunluğu­nun elinde ateşli silâhlar bulunması gereken üyeler, «al­bayların» ve «yüzbaşıların» emri altında hareket eden «tümenler» halinde toplanmışlardı. Sendika toplantıla­rım dağıtmak, binaları yıkmak, ateşe vermek, sendika­lara saldırmak, sendikacıları öldürmek gibi görevleri ye­rine getirmek için özel müfrezeler vardı: «Komünist düşmanı müfrezeler,» «yangın müfrezeleri,» «kundakçı müfrezeleri,» «ceza müfrezeleri» ve «Ölüm müfrezeleri» gibi. Üyeler, gözü kapalı bir itaat ve tam bir ağız sıkı­lığı ile hizmet görüyorlardı. Baş kaldıranlar ve görevle­rinde başarısızlık gösterenler, bunu işkence yada ölüm­le ödüyorlardı.

Lejyona katılma merasimleri, geceleyin, yarı karan­lık bir mağaranın ya da ıssız ve sık bir ormanın ürkün­tü verici havası içinde yapılıyordu. Yeni katılanlar, si­yah elbiseler giymiş lejyonlulardan bir dairenin ortasın­da diz çökerlerdi. Sonra, dolu bir tabancayı göğüsleri­ne dayayarak Kara Lejyon'un sadakat yeminini ederler­di. Ancak o zaman, yeni katılanlara. Kara Lejyonun ba­zı «sırları» açıklanırdı. Örneğin:

«Biz Kara Lejyonlular, yahudileri, zenci­leri ve aynı şekilde ırkların eşitliğini öven, yabancı bir kuvvetten, ilham alan dinleri ve inançları kendimize ve memleketimize düş­man sayarız.»

Bu dersten sonra örgüte katılan yeni üyelere 38 ka­librelik bir mermi verildi. Aynı zamanda, Lejyon’un sır­rına ihanet edecek olurlarsa bir «ikinci mermiyi» hak- etmiş olacakları söylenirdi onlara.

Kara Lejyon'un kalesi, bunalım yılları süresince iş­sizler yüzdesinin memleketin geri kalan kısmından fazla olduğu ve bütün sanayi merkezlerinde sosyal kaynaş­maların başladığı Michigan'da bulunuyordu. 1935'de Lejyon'un Michigan'daki üyelerinin sayısı on binleri bul­muştu ve yeraltı ağı, eyaletin siyasî ve sınai hayatında görünmez bir kanser gibi gelişiyordu.

Kara Lejyon’un, fabrikalardaki terör hücrelerinin sayısı gittikçe artıyordu. Kara Lejyon'un üst kademele­rini, il meclisi üyeleri, eyalet memurları, yargıçlar, po­lis müdürleri, önemli iş adamları, şerifler, belediye baş- kanları ve Millî Muhafız subayları dolduruyordu.

New York Times'tan Will Lİssner’in daha sonraları dediği gibi:

«Şehirlerin kalburüstü kimseleri, Örgüt üyelerinin Önemli bir kısmını teşkil ediyor­du, Detroit'in en az iki kilisesinde toplantı­lar sırasında para toplanırdı. Yirmi kadar politikacı, seçimlerde oy toplamak ümidiyle, harekete katılmıştı.»

özellikle siyasî alanda bazı gayelere varmak için Lejyon, çeşitli örgüt maskeleri arkasında gizleniyordu.

Bunların arasında, Carcajou’lar Cumhuriyetçi Birliği de vardı. Yöneticileri, bütünüyle Kara Lejyon’un üyesi olaıı bu birlik, resmî görevlere adaylıklarını koyan Lejyon üyelerine oy sağlamak işiyle uğraşıyordu.

Carcajou'lar Cumhuriyetçi Birliği'nin genel karar­gâhı, Detroit’teki Union Guadrian Building’in 2120 nu­maralı odasıydı. Bu oda aynı zamanda, cumhuriyetçi dâva vekili Harry Z. Marx’a ve Detroit emniyet müdürü danışmam Heinrich Pickert'e büro ödevini görüyordu. Marx, ayrıca, Carcajou’lar Cumhuriyetçi Birliği’nin yö­neticilerinden biri ve delegeler komisyonu başkamydı.

Cumhuriyetçi Birliğin siyasî etkisini göstermek için, 1936'da, eski vali Wilbur M. Brucker'in Birleşik Ameri­ka Senatosu'na adaylığını koyduğu zaman, seçim kam­panyasını açış söylevini, Birliğin hazırladığı bir miting- te verdiğini söyleyebiliriz.

Eski Vali Brucker’in söylevinin gecesi, aynı zaman­da Kara Lejyon’un üyelerinden olan, Carcajou’lar Cum­huriyetçi Birliği'nin beş yöneticisi, Charles Poole adın­da bir komünist işçinin öldürülmesine katıldılar.

Amerikadaki öbür faşist örgütler gibi Kara Lejyon da, işçi düşmanı terörcü faaliyetlerini genellikle, «ko­münizm tehlikesi»ne karşı mücadele adı altında yürü­tüyordu.

Lejyon yöneticileri, «Kızıllara» ve «Partinin sempa­tizanlarına» ait «ölüm listeleri» düzenliyorlardı.

Lejyon'un ölüm listelerindeki adların arasında, 1935 ilkbaharında yargıçlık görevine adaylığını koymuş, işçi dâvalarının ünlü avukatı Maurice Sugar’ın da adı vardı. Dayton Dean adlı bir Kara Lejyon üyesi, Sugar’ın evini havaya uçurmaya teşebbüsten mahkemeye verildi. Dean, bu maksatla, Sugar’m oturduğu apartmanın bir dairesi­ni kiralamış fakat görevini bir türlü yerine getireme­m mişti. Daha sonra Dean şöyle dedi; «Korkuyordum, çün­kü çok insan ölecekti.»

Fakat çoğunlukla bu cins pürüzler, «terör taburla­rının işini aksatmıyordu. Kara Lejyon’un adamları, şe­hirlerde sendikacıların evlerini birbiri arkasından ha­vaya uçuruyor ya da yakıyorlardı. Motor Products Com­pany grevi sırasında Lejyonlular, sendika lokalini ve birçok sendika yöneticisinin evlerini havaya uçurmuş­lardı. Başka vesilelerle de Detroit Lejyonluları, Ukran- y alıl ar Pedagoji Derneği'nin toplantı salonuna, işçi kü­tüphanesine ve Komünist Partisi'nin merkezlerine bom­balar yerleştirmişlerdi.

işte, Kara Lejyon’un, dükkânım sendika üyelerine toplantı yeri olarak veren bir küçük esnafa gönderdiği haber: .

«Bir daha bu dükkânda Komünist Parti toplantısı olursa, dükkânını yok bil. Bir da­ha iş yüzü göremezsin.»

Bu cins tehditler çok kere bir öldürmeyle bitiyordu.

Kara Lejyon’un ilk kurbanlarından biri, Wayne îli'- nde (Michigan) Lincoln Park’ta Otomobil İşçileri Sen- dikası'nm sekreteri olan George Marchuk adlı bir ko­münist oldu. Marchuk, Kara Lejyon’dan, Ford fabrika­sının işçileri arasındaki «kızıl» faaliyetlerini kesmesini, yoksa «bunun doğuracağı sonuçlardan» korkması gerek­tiğini öğütleyen birçok uyarılar almıştı, Marchuk bun­lara aldırmayıp, sendikadaki çalışmasına devam edince, bir gün, Lejyon’dan Isaac ya da «Aksak İsaac» White adlı eski bir polis olan tek bacaklı birisi tarafından ziya­ret edilmişti. 22 Aralık 1933’te Marchuk, boş bir arazi­de, başından bir mermi yemiş olarak ölü bulundu.

Birkaç hafta sonra, 15 Mart 1934’te, A.F.L.’nİn (Ame­rikan İşçi Federasyonu) Hudson fabrikasındaki idare­ci?

çilerinden biri olan John Bielak’ın vücudu, Mıchigan’da Monroe dolaylarında ıssız bir yol kenarında kurşunlar­la delik deşik bir halde bulundu, Marchuk gibi Bielak da ölümünden kısa bir süre önce Lejyoıılu «Aksak» White tarafından ziyaret edilmişti.

Kara Lejyon üyelerinin, sadece «zevk» için adam öldürdükleri de olurdu, Lejyon'lu Dayton Dean, 1935 mayısında yapılan bir suikasti daha sonra şöyle anlat­mıştır:

«...Bir gün Harvey Davis (Lejyon’un yö­neticilerinden biri) geldi ve konuşma sırasın­. da kendisine bir zenci bulup bulamayacağı­mı sordu...

Göl kenarında bir eğlence düzenlemiş­ler, bir parça eğlenmek istiyorlarmış. Bir zenciye ihtiyaçları varmış - nereli olursa ol­sun- yalnız rengi siyah olsun, yetermiş. Öl­dürmek için beraberlerinde götüreceklerdi onu. Albay Davis, bir zenciyi öldürmenin na­sıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyordu.

O                        zaman, ben de Charlie Rouse’a baş vurdum; Charlie, tam istendiği gibi bir herif tanıdığını söyledi: yanında çalışan bir zen­ciydi bu. Ondan sonra Charlie’yle anlaştık ve...»

Tam istenilen herif sayılan zenci, 42 yaşında, Silas Coleman adlı bir eski muharipti. Patronu, eski bir bor­cunu vereceğini vâdederek Coleman’ı, Harvey Davis'in ve Öbür Lejyon üyelerinin, karılarile birlikte bir bira partisi düzenledikleri Detroit yakınlarındaki bir eve ça­ğırdı. Coleman, hiç bir şeyden habersiz, güven içinde eve gelince Lejyonlular bir bataklığın kenarına götürdü­ler onu, arabalarını durdurup indiler. Daha sonra ne olduğunu, Dayton'un kendi ağzından dinleyelim:

«...Zenci, ne yapıldığını görmek için me­rakla arabanın gerisinden yaklaştı; tam bi­zim karşımıza gelince Davis 38’liğini çıkardı ve ilk atışı yaptı, sonra öbürleri ateş etmeye başladılar. Zenci bir şeyler söylemek istedi ama mermi, akciğerlerini ya da başka bir ta­rafını parçalamış olmalı ki konuşamadan, «ah-h-h» diye bir ses veya buna benzer bir hınltı çıkardı.

Bir geyik gibi koşmaya başladı; o kaçar­ken öbürleri arkasından fırladılar. Hem ateş ediyor hem bağırıyorlardı: «Kaçırmayın» di­ye.

Arabalara geri dönüldü ve hep beraber eve geldik. Bize, Charlie ile bana bir bardak içki ve bir şişe bira verdiler; sonra, onlar orada kalıp eğlenmeye devam ederken biz Detroit'e döndük.»

Silas Coleman’m cesedi, daha sonra, kurşunlardan delik deşik bir halde ormanda bulundu.

Kara Lejyon’un işlediği cinayetlerden bazıları da şunlardır:

«Paul Avery, Kara Lejyon üyeleri tara* fmdan öldüresiye dövüldükten bir süre son­ra 14 Nisan 1935’te öldü.

Oîtver Hurkett, 25 Nisan 1935 günü ken­di arabasında Ölü olarak bulundu. Kendisi­nin de Kara Lejyon'la bir ilişiği vardı; «disip­lin sebebile» öldürüldüğü söylendi.

Rudolph Anderson, 16 Aralık 1935'te Det- roit’te bir sokakta, göğsünden yediği uzun menzilli bir tüfek mermisi ile ölmüş bulun­du.

Charles A. Pooler, 13 Mayıs 1936 günü, Detroit yakınlarında bir yol üzerinde, bir çu­kurda, tabanca ile öldürülmüş olarak bulun­du.                               '

Roy V. Pidcock, 26 Mayıs 1936'da, Det­roit nehri üzerindeki Fighting Island’da (Kavga Adası) asılı bulundu. Bu faal sendika militanı daha önce de Kara Lejyon üyeleri tarafından öldüresiye dövülmüştü.»

Ama, gizli bir terör cemiyeti olan Kara Lejyon, hiç bir zaman, işlediği cinayetlerden ötürü resmen suçlan­madı. Polis raporlarına göre bu öldürmelerin failleri «meçhul» kalıyordu. Michigan Eyaleti emniyet müdür­lerinden yüzbaşı Ira H. Marmon'un tanıklığına göre, 1933 ile 1936 arasında Michigan'da karşılaşılmış ve gö­rünür sebebi olmayan en az elli intihar olayı, Kara Lej­yon'un çalışmalarının sonucu idi...

1936 yazmda, Kara Lejyon'un işlediği bir sürü azgın ve kanh suçlardan sonra halk oyu, il makamlarını ve Michigan Eyalet makamlarını Kara Lejyon’un faaliyet­leri üzerinde bir soruşturma açmaya mecbur etti,

Charles Poole’u öldürmekle suçlandırılan 11 Lejyon- lu tutuklandı ve müebbet hapse mahkûm edildiler. Ka­ra Lejyon'un elli kadar üyesi, yine öldürme, kaçırma, yangın çıkarma ve daha başka suçlardan tutuklandılar ve mahkûm oldular.

Sendikalar, medeni hak dernekleri ve diğer sosyal topluluklar Adalet Bakanlığı'ndan, Kara Lejyon'un Orta Batı'daki faaliyetleri üzerine bir soruşturma açılmasını istediler. Bir grup Michigan'Iı yurttaş, Adalet Bakanlı­ğına sundukları bir raporda, «Sadece bir tek Federal Soruşturma Bürosu, bütün bu bölgelerdeki bu şaşırtı­cı olayları bir araya toplayabilir» diyorlardı. «Çünkü, yerel makamlar, tanıklardan korkmaktadır... Detroit gazeteleri. Kara Lejyon'un en yüksek resmî makamlara kadar sızabildiklerini göstermiştir.»

Washington'da, Minnesota senatörü Elmer A. Ben- son, Kara Lejyon'la ilgili bir federal soruşturma açıl­ması için bir karar alınmasını teklif etti,

20  Mayıs 1936'da genel savcı Homer C. Cummings, Adalet Bakanlığı’nın, Kara Lejyon'un varlığından bir yı­la yakındır haberi olduğunu fakat ortada «federal ka­nunların çiğnenmesi» diye bir şey olmadığı için Bakan­lığın hiç bir şey yapamadığını açıkladı.

Yerel soruşturmalarda birçok olaylar kapatıldı, giz­lendi.

Tek başına yargıç E. Chenot'nun toplamış bulundu­ğu jürinin oturduğu salonun duvarları dışına, içerde ya­pılan ifşaatlardan pek azı sızabildi. Yargıç Chenot, dâ­vanın açılış oturumunda, «Bu mahkemedeki duruşma­ları idare eden benim. Jüri’nin gizliliğine ihanet edecek olan, kim olursa olsun, hapsi boylıyacaktır.» dedi.

Detroit'li, Duncan MacCrea adında bir savcı, Kara Lejyon'un Wayne elindeki faaliyetleri ile ilgili soruştur­mayı yürütmekle görevliydi. Bu soruşturmanın başladı­ğı gün, Detroit Times gazetesinde Duncan McCrea'nın Kara Lejyon'a katıldığı haberi yayınlandı. McCrea, bu­nun doğru olduğunu, çünkü ne de olsa kendisinin de bü­tün diğer politikacılar gibi «hareketi dikkatle izlediğini» söyledi.

Pennsylvania valisi George H. Earle, Kara Lejyon'- un bu öldürme ve terör faaliyetleri hakkında o zaman­lar şöyle bir açıklamada bulundu:

«Bu örgütün, Büyük Delaware dük ve düşesinin, du Pont'ların ve Amerikan özgür­lük Birliği silâh krallarının paraca destekle-

diği yıkıcı propaganda kampanyasının dolay­sız bir sonucu olduğunu iddia ediyorum.

1933-34'te Avusturya'da Birleşik Amerika elçisi idim. Faşizmin ve nazizmin nasıl, Ka­ra Lejyon gibi örgütler yoluyla geliştikleri­ni, nasıl karanlıkta el altından kuruldukları­nı kendi gözlerimle gördüm... Hükümet me­murlarının ve Cumhuriyetçi Partiyi destek­leyen büyük sanayicilerin bugün, kendi so­rumluluklarını inkâr edemeyeceklerini söy­lüyorum ben... Kara Lejyon, onların faşizm lehine kampanyalarının ilk meyvasıdır.»

TEMİZLEME YOLLARI

Savaş zamanında ulusu korumak görevinde olan savaş gücü -askerî durum ve şartlar ar­tık onun kullanılmasını gerektirmezken - artırıldı. Geçmişin örnek olaylarını göz önünde tutarak bu zamana kadar şu cumhuriyeti yönetmiş olan Ana­yasa hükümetinin, bir başka büyük savaşa, zafer­le sonuçlansa bite, katıp kalamayacağını kendi kendimize sormak hakkımızdır.

Charles Evans Hughes'in Hanvard Hukuk Fakültesinde verdiği bir nutuktan.

21                                                     Haziran 1920

Bugün, Amerika'daki gerçek hainler... gerçe­ğe saldıran, toplumsal ilerlemelere yolu tıkayan, namuslu aydınlara açık bir tribünü reddeden ve gökyüzünde fırtına bulutları dolaşırken, Amerika'­nın cana yakın bir barış ve mutluluk güvercini, bir cennet kuşu, yoksulluk ve korku. İçindeki bir dünyaya mutluluğu haber vermeye gelen bir pey­gamber olduğunu ileri sürenlerdir.

Samuel D. Schmalhausen.in 1931 de çık­mış «İşte Amerika» kitabının önsözünden.

1.    BİR KARANLIK PROGRAM

15 Haziran 1947. Başkan Truman, Kanada’ya yaptı­ğı bir resmî geziden dönüşte, ünlü Niyagara çağlayanını seyretmek için durdu.

Bir an düşünceye dalmış olan Truman, birkaç da­kika kendini dev çağlayanın gürültüsüne bıraktı. Sonra, düşünceli, düşünceli: «Bu şekilde yuvarlanıp gitmeyi hiç istemezdim.» dedi.

O  sırada Amerikan halkı başka sorunlarla karşt kar­şıya idi. -

Savaşın bitiminden beri hayat pahalılığı, ücret artış­ları ile orantısız bir şekilde artmaya devam etmişti. Ça­lışma Bakanlığı'nca yapılan istatistiklere göre fiyatlar 1947 Haziranında, 1946 Haziranına kıyasla % 18 bir ar­tış göstermişti. New York Hastanesinden Dr. Bernec- ker, «Fiyatlar şimdiki gibi artmaya devam ederse halkın büyük bir kısmının sağlığının tehlikeye düşmesinden korkulur.» dedi. Eğer gıda maddelerinin fiyatları daha da yükselirse «yetersiz bir beslenme yüzünden zayıf düş­müş bir toplulukta, hastalıkların yüzdesinde kesin bir artış» olacaktı.

Senatör Robert A. Taft ise, gıda maddeleri fiyatla­rındaki devamlı yükseliş için, «halkın, masraflarını kıs­mak ve acayipliklerinden vazgeçmek zorunda olduğunu, insanların az yemeleri gerektiği» konusunda Herbert Hoover'la aynı düşüncede olduğunu açıkladı.

Konut sıkıntısı tehlikeli bir döneme varmıştı. Üç milyona yakm Amerikan ailesi, evlerinin bir bölüğünü satmak zorunda kalmıştı; yüz binlerce insan, umutsuz­ca, başlarım sokacak bir yer arıyordu; yirmi milyon­dan fazla kimse pis kulübelerde, viranelerde, sağlığa za­rarlı yerlerde yaşıyordu; Amerikan ailelerinin üçte biri de en ilkel rahatlıktan yoksun evlerde oturuyorlardı.

Ve, Amerikan halkının hayat şartlan günden güne kötüleşirken, milletin siyasî ve ekonomik haklarına kar­şı yönetilmiş gürültülü programlar, hiç şaşmadan ilerli­yordu,

Kongre’ye, iki yüzden fazla işçi düşmanı kanun ta­sarısı sunulmuştu; birbiri arkasından eyaletler, sendika hareketinin gücünü kırma ereğini güden kanımlar uygu­luyorlar dı.

Nebraska’da, Güney Dakota'da ve Arizona'da fiyat sınırlandırması (narh) yasak edildi. Georgia’da, Kuzey Carolina'da, Virgina’da, Tennessee'de, Arkansas'ta, Flo- rida'da ve Alabama'da işçi düşmanı kanunlar veya baş­ka bir deyişle «Çalışma Hakkına Dair Kanunlar» yayın­landı. Texas’ta çıkarılan sekiz işçi-düşmanı kanunla ilgi­li olarak bu eyaletin Sanayiciler Sendikası, sevinçle: «Mahkemelerce yürütülen hareket, Örgütümüzün gaye­lerini gerçekleştirdi...» diyordu.

23   Haziran 1947'de, Birleşik Amerika Kongresi, bir kanun onayladı. Amerika Medenî Özgürlükler Birliği’nin deyişine göre bu kanun, «emekçilerin ekonomik ve sıya­sı kudretini bir el hareketiyle devirerek, on yıldan fazla bir zamandır uğrunda savaştıkları, bin güçlükle elde edilmiş hakların üzerine kanunî bir deli gömleği geçir­di.

Resmî adı, 1947 tarihli «İşçilerle İşverenler Arasın­daki İlişkiler Kanunu» olan, fakat daha çok «Taft-Hart- ley Kanunu» olarak tanınan bu kanun, ünlü «İşveren­lerle İşçiler Arasında Hakemlik Kanunu»nu ortadan kaldırmış oluyordu. Fiyat sınırlandırmasını, sanayide toplu sözleşme imzalanmasını, yargıçların ve memurla­rın grev yapmalarını yasak ediyor; patronlara, grevleri kırmak için adalete baş vurma hakkım veriyor; sendi­kaların siyasî gayelere paraca yardımını yasaklıyordu. Yöneticileri Komünist Partisine girmemeye çağıran bir bildiriyi imzalamayan sendikalar, bütün haklarından yoksun bırakıldı.

Kanunun baş hazırlayıcısı senatör Robert A. Taft, kendi kanun tasarısı üzerinde Senato’da yer alan tartış­ma sırasında «Bu kanun, önemsiz bir kanun değildir,» diyordu. «İşverenlerin önümüze koyduğu nazik mesele­lerin dörtte üçüne cevap veriyor.»

Fabrikatörler Millî Birliği'nin Başkanı Earl Bun- ting'e göre yeni kanun «faydalarla dolu» idi; «herkes için daha iyi yarınlara» yol açacaktı.

New Repubîic şöyle yazıyordu:

«İşçi düşmanı korporasyonlarca göklere çıkarılan ve işçi düşmanı bir hükümetçe ta­mamen desteklenen Taft-Hartley kanunu, Amerika'da sendikacılığı öldürebilir.» (’).

(1)       Kanun tasarısı Kongre'ce onaylandıktan sonra Beyaz Saraya gönderilince Truman, buna karsı vetosunu kullandı ve 5.500 kelimelik bîr bildiride bu tasarıyı, «demokrat toptumumuzun sağlam ilerleyişine karşı yöneltmiş bîr tehdit» olarak göster­di, Fakat yaygın bir görüşe göre Truman, 1948 seçimlerini göz önüne alarak düpedüz siyasî bir Jest yapmıştı. Truman'ın

Kongre'nin birinci oturumunda yapılan çalışmaları Özetlemek için Cumhuriyetçi Parti Millî Komitesince

1947     Ağustosunda «Cumhuriyetçi Parti Kongresi’nin açıklaması» adı altında yayınlanan yirmi üç sayfalık bir broşürde: «New Deal'in uğursuz tutumu, Yirmi dör­düncü Kongre'den sonra toptan bir değişikliğe uğradı,» deniliyordu. Bu Kongre, kötü New-Deal Demokrat hü­kümetinin on dört yıllık uzun devresinden arta kalan şeyleri temizlemek için çok olgun bir program yaptı...»

Cumhuriyetçi Parti Millî Komite İcra Direktörü Gali Sullivan alaycı bir eda ile, «Cumhuriyetçi Parti, bü­yük sermaye’ye hitap etti» diyordu «Wall Street’in istek­lerini yerine getirdi.»

Fakat şurası da açıktır ki, Sullivan, Trunıan Doktri­nini doğuran soğuk savaş siyasetini rejime bağlılık prog­ramı adına yürütülen engizisyonu. Amerikan Düşmanı Faaliyetler Komitesİ’nin artan itibarını, Taft-Hartley kanununu ve VIII, kongre tarafından New Deal'in son izlerini silmek amacıyla alınan bütün tedbirleri destek­lemek için Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti milletvekil­lerinin nasıl anlaştıklarını söylemiyordu.

2,   KORKU, YALNIZ KORKU

1947     Ağustosunda Amerikan Medenî Özgürlükler Birliği, «Amerikan özgürlükleri »ni ilgilendiren ve son on iki aylık olayları bu yönden özetleyen bir rapor ya­yınladı:

vetosunun açıklandığı 20 Haziran günü. Ne w York Times mu­habiri Williams S. White, VVashîngton'dan gönderdiği bir ha­berde, Başkan'ın o sabaha kadar, kanun tasarısına karşı ge­linmesi için kendi partisinin ileri gelenleri üzerinde baskı yaptığına dair hiç İpucu bulunmadığını yazıyordu.

«Milliyetçiliğe, militarizme ve statükonun savun­masına doğru genel bir gerileyiş gittikçe daha açık ola­rak yurdu sardı. Çılgınlığa yaklaşan bir heyecan, komü­nizmi ilgilendiren her şeye karşı kendi damgasını vur­du. Bu, artık açıkça itiraf edildiği gibi, Sovyet etkisinin genişlemesini durdurmayı hedef edinen dış siyaset ile de şiddetlenmiş oldu:

«Böyle militan bir muhafazakârlık için­de, gelişme âşığı hemen bütün kuvvetlerin baskı altına alınması ve yerleşmiş özgürlük­lerin bile saldırıya uğrayışı kaçınılmaz bir şeydi... Hemen bütün ifade alanlarında öz­gürlükçü kuvvetler, savunmaya çekilmek zo­runda kaldılar.»

Amerika’nın geleneksel özgürlükleri hiç bir zaman, hattâ Palamer’in polis baskınları ve Birinci Dünya Sa- vaşı’ndan hemen sonra başlayan çılgın komünist düş­manlığı kampanyası devrinde bile 1947 yazındaki kadar şiddetli saldırıya uğramamıştı. Memleketin bir ucundan öbür ucuna «Komünizm» üzerine araştırmalar yapılıyor, «Kızıllar» ele veriliyor, izleniyor, temizleniyordu. Her yerde, federal ajanlar, ispiyonlar, resmî araştırma me­murları ve özel poüsler, Amerikalı yurttaşların işlerine karışıyor, «ihtilâl kışkırtıcılarından», «komünist sem­patizanlarından» uzun kara listeler hazırlıyor, faşist düşmanı ve özgürlükçü «yoldaşları» ilgilendiren ayrın­tılı raporlar dolduruyorlardı.

J. Edgar Hoover, bir çeyrek yüzyıllık hizmetten son­ra nihayet gerçekten işini bulmuştu. Jan Hasbrouck, 15 Aralık 1947'de New Republic’te şöyle yazıyordu: «Fede­ral Araştırma Bürosu şefi J. Edgar Hoover, Washing- ton’un en sözü geçen altı kişisinden biridir.» Amerikan yaşayışının, Hoover'in gizli ajanlarının girmedikleri tek alanı kalmamıştı. Hoover'in parayla tutulmuş ispiyon­lar, ve gammazlar ağı, sendikalara ve siyasî partilere, gazetelere ve üniversitelere, özel teşebbüslere ve kurum- lara, polis örgütlerine, hükümet hizmetlerine ve Silâhlı Kuvvetlere, her yere yayılıyordu. Bil Davidson'un Coro- nct dergisindeki bir yazıda çok doğru olarak söylediği gibi J. Edgar Hoover, «bir av köpeği sürüsü» yöneti­yordu.   f

Tıpkı Hoover'in eski şefi A. Mitchell Palmer gibi Başsavcı Tom Clark da, yabancı «ihtilâlcileri» sınır dışı edebilmek için başıboş bir kampanya sürdürüyordu. Bu­nunla beraber, Max Lemer'in P. M. deki başyazısına gö­re:

«Tom Clark, Palmer'in bilmediği iki ve­ya üç şey öğrendi. Bir ay içinde, sınır dışı etmek üzere binlerce kişiyi yakalamıyor... Sol sendikalarda stratejik durumları olan yabancı ihtilâlci liderleri yakalamakla yeti­niyor. Bu yakalamaları teker teker yapıyor. Yakalama emirleri elinde olduğu halde İdarî garantilere hiç bir değer vermiyor... Şurası­nı kabul etmek zorundayız ki. Adalet Bakan­lığı, Mitchell Palmer devrinde kullanılan il­kel usulleri çok geride bıraktı...»

Bazı eyaletlerde. Amerikan Düşmanı Faaliyetler Komisyonları kuruluyordu. Parlâmentolar, boyuna te­mellerini bu komisyonlarda yapılan açıklamalardan alan baskı kanunları çıkartıyorlardı. 11 Ağustos 1957'de New Reptıblic, «Medeni Hürriyetlerin durumu üzerine bir anket» adı altında bir sıra belge yayınladı; memle­ketin dört bucağından gelen bu belgeler, antidemokra­tik kampanyanın menzilini ve şiddetini gösteriyordu. New Republic'in muhabiri, Mİchigan'dan şöyle yazıyor­du: «Medeni özgürlükler, Palmer’in polis baskınları dev­rinden beri tanınagelen saldırıların en şiddetlisine uğ­radı.» Kaliforniya'da, medenî özgürlüklere karşı her za­manki saldırılar, memurlar, öğretmenler arasında, «Fi­kirlerin kontrolü» girişimleri ile; azınlıklar üzerinde git­tikçe artan bir İktisadî baskı ile; sözüm ona şüpheli di­ye okul kitaplarını toplatmak yolları ile belirdi» diye yazıyordu. Robert Kincaid. Gould Beach: «Güneyde, ge­riciler, sendikalara, zencilere ve komünistlere saldır­mak için daha çekici yeni yollar bulmaya zorluyorlardı kendilerini...» diye bildiriyordu.

Üniversitelerde ve bilim enstitülerinde, fabrikalar­da ve kuramlarda, sendikalarda ve eski muharip örgüt­lerinde, federal, beledî hizmetlerde ve her eyaletin ken­di idare organlarında, «rejime bağlılık» üzerine anketler açılıyor; Amerikalılar, kendi toplumsal ve ekonomik gö­rüşlerini belirtmeye zorlanıyordu...

26 Kasım 1947'de Yale Üniversitesi Hukuk Fakül­tesinin yirmi iki üyesi, Birleşik Amerika Başkanma, Ba­kanlara, Temsilciler Meclisi Başkanına hitap eden bir mektupta, savaşın bitiminden beri Amerikan demokra­sisini tehlikeye atmış olan durumun bir sergilemesini yaptılar. işte o mektuptan bir parça:

«Bugün, Federal hükümetin daha yük­sek basamaklarında temizleme yolları açılı­yor, Geçen baharda Başkanın ilân ettiği «Re­jime Bağlılık Kararnamesi» Adalet Bakanlt- ğı’nın son «Emniyet Kuralları Bildirisi» ve Temsilciler Meclisi Amerikan Düşmanı Faa­liyetler Komisyonu’nun birtakım işleri, du-

                 rumun en tehlikeli bazı görünüşleridir.

Parlâmento dokunulmazlığı veya kamu oyu perdesi altında hükümetten, yüksek ki­şiler, Amerikan geleneği olan medenî özgür­lüklere ihanet ediyorlar, onlarla alay ediyor ve bizim meslekî anlayışımıza göre Birleşik Amerika Anayasast’nt bozuyorlar

Hukuk fakültesinin üyeleri şöyle devam ediyorlardı:

«.Bazı tehlike işaretlen bize, eğer önü alınmazsa, baskının, düşünce alanında, tari­himizin en karanlık günlerinde bile benzeri olmayan nisbetlere yükseleceğini gösteriyor. Buna paralel olarak, eğer durdurulmazsa, dinci ve ırkçı bir akımın, bir yobaz akımın, demokratik bir toplumun vazgeçemiyeceği mednî özgürlükleri hiçe indirebilecek bir müsamahasızlık dalgası getirmesi beklen­melidir.»

Lawyers Guild Jievİeıv'da çıkmış olan bir yazıda Chicago Üniversitesinde Hukuk profesörü yardımcısı olan Richard F. Watt şöyle yazıyordu: «Faşizm ruhu Amerika’ya ayak bastı. Dört Özgürlük hayalini doğuran ruh artık uzaktır ve bundan böyle bizzat bizim özgür­lüklerimiz tehdit altındadır... Faşizm ruhu, faşist düş­manlarımızı atlantik ötesi savaş alanlarında yenmemiz­den sadece iki yıl sonra, burada yerleşti.»

Amerikan halkı, şimdi, iki yıllık bir barıştan sonra duyduğu korkuyu ve kuşkuyu, ikinci Dünya Savaşı'mn karanlık günlerinde bile duymamıştı.

Korkudan bir kefen: «komünist beşinci kol» kor­kusu, bir üçüncü dünya savaşı korkusu, atom ve mik­rop silâhlan korkusu, yeni bir bunalım korkusu, «reji­me ihanet» suçu ile «temizlenmek» korkusu, «kızıl» dav­ranışı görmek korkusu... hayatın bütün bölümlerini ka­rartarak ulusun üzerine çöküyordu.

Eleanor Roosevelt: «Düşündüklerini söylemekten korkan insanlar, konulara dokunmaktan korkan insan­lar, bâzı kimselerle konuşurken yakalanmaktan korkan insanlar, okuduklarının bilinmesinden korkan insanlar; bütün bunlar, hatalı olduklarından değil, hareketlerinin sonuçlarından korktukları için korkuyorlardı.» diye ya­zıyordu.

Savaş Haberleri Bürosu eski müdürü ünlü başyazar Elmer Davis American Broadcasting Company'nin bir yayınında: «Washington’u ve bütün memleketi bir nö­bet sardı,» diyordu.

Eski bir gazeteci, yazar ve In Fact gazetesinin ya­yıncısı George Seldes şöyle yazıyordu:

«Washington'da yalnızca memurlar ara­sında değil, aynı ölçüde, New Deal’in bazı iz­lerini devam ettirmeye çalışan liberaller ve demokratlar arasında da dehşet hüküm sü­rüyor. Hollywood’da dehşet hüküm sürü­yor... Yayınevleri üzerinde dehşet hüküm sü­rüyor. Yazarlar, bilginler, profesörler, hür düşünceliler üzerinde; gerici hareketin için­de olmayan herkesin üzerinde dehşet hüküm sürüyor.»

P. M. gazetesi, «Amerika'da bir dehşet devri yaşıyo­ruz» diye yazıyordu.

Başkan Franklin Delano Roosevelt'in açış nutkun­da:

«Şu derin inancımı söylemek isterim ki, bizi kor­kutması gereken şey bizzat korkunun kendisidir.» diyen sözlerinden on beş yıl sonra memleketin havası böyle idi 0.

(2)     Anî Ölümler ve sayısız intiharlar, savaş sonu Amerikası'nda hüküm süren gergin ve rahatsız havanın belli bir İşareti İdi.

3.    DARBE BİRLİKLERİNİN STRATEJİSİ

1  Kasım 1947 günü, fırtınalı bir öğle sonu, iki bin kadar insan, Amerika’nın İlerici Yurttaşları nm hazır­ladığı bir toplantıda bulunmak için Filadelfiya'da, In- dependence Hail Square’de toplandılar. Toplantının amacı, Amerikan Düşmanı Faaliyetler Komisyonu’nun antidemokratik tutumunu protesto etmekti.

Hatipler kürsüye çıkarlarken, bir sürü serseri, elle­rinde Amerikan Lejyonu’nun ve Katolik Eski Muharip­lerin işaretlerini taşıyarak dinleyiciler arasına dağıldı­lar ve bağırmaya, ıslık çalmaya, küfretmeye, hatipleri tehdit etmeye başladılar. Toplantı başkam mikrofona yaklaşınca hemen bir köşeden «İnsan bozuntuları, Rus­ya’ya!», «Kamp kaçkınlan, pis komünistler!», «Ghetto’- ya dön!» bağırtılan yükseldi. Alarm düdüğünün sesi ve

3 Kasım 1947, New Deal'in büyük taraftarı ve eski İngiltere büyükelçisi John Gilbert Wİnant, Concord’daki (New Hamps- hire) evinde kendini Öldürdü. 4 Haziran 1943, Dışişleri Ba­kanlığı eski memurlarından olan ve sözde bir Sovyet ajanı İle temasa geçmeye çalışmakla suçlandırılan Morton E. Kent gırtlağını kesti, iki ay sonra, 16 Ağustos, eski Dışişleri Ba­kam mâlî yardımcısı Harry Dexter White, Amerikan Düşma­nı Faaliyetler Komisyonunun korkunç bir sorgusundan çık­tıktan sonra bîr kalb sektesinden öldü. 20 Aralık 1948, Dış­işleri Bakanlığı'nın eski bir memuru, komünist olmakla suç­landırılmış olan Laurence Duggan, New York'ta bir binanın penceresinden kendini attı. 24 Aralık 1948, sözde «komünist» faaliyetleri, bir soruşturma konusu olan New York lu İlkokul Öğretmeni Mrs. Mİnnie Gutrlde kendini öldürdü. 14 Şubat 1950, Burlington'lu Mrs. Emily Anderson, hidrojen bombalı bir devirde yaşamak İstemediğini açıklayarak kendini bir tre­nin altına attı. 1 Nisan 1950 Harvvard Üniversitesi profesörü ve İlerici Parti yöneticilerinden F. O. Matthİesen, bir otelin penceresinden kendini attı. Üç gün sonra, Washîngton lu li­beral gazeteci N. W. Robertson kendini öldürdü.

yakınlara bir yere yerleştirilmiş Amerikan Lejyonuna ait bir otomobilin tiz korna sesi paniği artırdı.

Hatiplerin sesi artan gürültü içinde boğuldu.

Kalabalığın içinden bir kadın «Bırakın da hatipler konuşsun!» diyecek oldu, fakat bir sürü insan üzerine çullanarak öldüresiye dövdüler, ayaklar altında çiğne­diler. Her köşede kavga-gürültü başlıyordu.

Verilen bir işaretle serseriler kürsüye hücum etti­ler. Fakat polis memurları engel oldu çıkmalarına ora­ya; o zaman grup grup toplandılar ve kollarını faşist usulü havaya kaldırarak yüksek sesle hatiplere küfret­meye, hakaret etmeye koyuldular.

1920'de Palmerin polis baskınlarını protesto etmek için Birleşik Amerika Baş savcı lığı’ndan istifa etmiş, ça­lışmaları ile ödül almış ünlü hukukçu Francis Fisher Kane kürsüdeydi. Kane mikrofona yaklaştı ve susma­larını söyledi. Seksen bir yaşındaki yaşlı avukat: «Eğer söz özgürlüğü garanti altında değilse, artık özgürlük yok demektir... Bir zamanlar uğrunda dövüştüğümüz şey­lerin hiç biri yok demektir artık.» dedi. Sözleri, gürültü- patırtı içinde kayboldu. Üzerine bozuk paralar, taşlar fırlatıldı. Birisi gözlüklerini kırdı. Kürsü, çürük meyva yağmuruna tutuldu.

Hatipler bir saat boş yere seslerini duyurmaya ça­lıştılar. En sonra başkan toplantının bittiğini haber ver­di.

Toplantıda yüzlerce sivil ve resmî polis bulunuyor­du. Yalnızca bir kişiyi yakaladılar. O yakaladıkları genç de Amerikan tlerici Yurttaşlarının bir üyesi idi.

York'da (Pennsylvania) Gazeîte and Daily’nin ya­zan H. F. Sharkey «Günün birinde olacaktı bu...» diye yazıyordu. «Güruh, Kongrenin emirlerine uyarak, «rejime bağlılığı» elle tutulur gerçek durumuna soktu...’ Eğer Amerikalıları bu yeni rejime bağlamak için yeni

patırtılar ve kırılmış kafalar gerekirse bir sürü gönüllü daha çıkacaktır ortaya...»

Üç hafta sonra, kıt’amn öbür ucunda. La Crescenta Demokrat Klüb'ü Los Angelos yakınlarında bir evde toplantı yaparken, âniden, Amerikan Lejyonu miğferi takmış bir grup insan eve girdi. Çete başı, herkesin şaş­kınlığı arasında, klüp üyeleri içinden kendine yol açtı, klüp sekreterini kovup onun yerine geçerek, «Amerika'­nın ilerici yurttaşları» diye başlayan bir bildiri okumaya başladı.

Hugh Hardyman adlı eski bir çiftçi olan ev sahibi, Lejyonluya, yanlış yere geldiğini söyledi. Lejyonlu, Har- dyman’ı dinlemeksizin kuru bir sesle adamlarına emir verdi: «Hazırlanan plânı uygulayın!»

Toplantıya katılan, Montrose Ledger’m yazarı Don Carpenter daha sonra şöyle anlattı: «Tıpkı Gestapo’yu hatırlatıyordu. Şef, bu örgütü tanıdıklarını, bir zaman­dır izlediklerini ve hattâ birçok toplantısına katıldıkla­rını söyleyen bildirîmsi bir şey okudu. Eğer işi kendile­rine bırakmak istemiyorsak on dakika içinde dağılma­mızı söylediler.»

Kaliforniya temsilcisi Chet Holifield Kongre’de, bu baskının, memleketin üzerine çöken «dehşet, şüphe ve isteri dalgasının» bir kısmı olduğunu açıkladı. Elebaşı­ların resimlerini yayınlamış olan gazeteleri göstefen temsilci Holifield:

«Montrose’deki, bir demokrat topluluk­tu... gelecek defa bu, bir katolik, bir yahudi, bir cumhuriyetçi, bir zenci topluluğu veya bir sendika toplantısı olabilecektir...» diyor­du.

Holifield: «Amerika'da, dehşet verici olaylar arife­sinde miyiz?» diye soruyordu.

Temsilci konuştuğu sırada sorusuna hemen hemen aynı anda bir cevap veriliyordu. Trenton'da, Newark'ta, Philadelphia'da, New York’ta, Detroit'te, Chicago'da, New Orleans'da; Amerikan Lejyonundan, Ktı Kluks Klan’d an, Katolik Eski Muhariplerden, Hristiyan Cep­hesi ve AIınan-Amerikan Bund’unun eski üyelerinden kurulu çeteler genel ve özel toplantıları basıyor, kendi halinde, sessiz Amerikalı yurttaşlara saldırıyor, «komü­nist örgütler» diye adlandırdıkları örgütlere kanun dışı şiddet hareketlerine girişiyorlardı.

Demiryolcular Birliği’nin haftalık dergisi Labor, «Wûshington>dan Los AngeIosJa kadar bütün toplantı­lar, kafasına, Lejyon baskını geçirmiş adamlar tarafın­dan rahatsız edilmektedir» diye yazıyordu. <rBahaneleri şudur: «Dinleyiciler (kızıl) veya (yoldaş)tır.», Mussolini İtalya'da, Hitler de Almanya'da böyle işe başlamıştı...»

Tıpkı faşizm boyunduruğu altında Avrupa'da oldu­ğu gibi Amerika'da da solcular dayanılması güç davra­nışlar karşısında kaldılar.

30   Mart 1948 gecesi, Columbos'ta (Ohio) yüzlerce kişilik bir kalabalık, oranın komünist partisi sekreteri Frank Hashmall'ın evine yürüdü. Komployu daha önce­den haber alıp ailesini dostlarının evine götürebilmiş olan HashmaH'ı evde bulamayan adamlar evin altını üs­tüne getirdiler, kitapları yırttılar, mobilyaları parçala­dılar, camları kırdılar. Durumu önceden bilen polisler, bu yıkıcılarla şakalaşarak elleri bağlı durdular, sonra da çekilip gittiler.

Bu yıkıma katılmış olanlardan hiç Jbiri yakalana­madı.

Komplo hakkında görüşü sorulan Ohio Valisi Tho­mas J, Herbert, «Bazı aklını yitirmişlerin yaptığı...» bir olaydan söz etti. «Bu, örgütlenmiş bir çete değildir. De-

158

lıller bulunmadıkça bu işe karışmam ben.» dedi. Vali şöyle devam ediyordu;

«HashmalI Rusya'ya gitse iyi ederdi... Komünistle­ri sevmiyoruz biz; Ohio’da gereği de yok onların. Eya­letimiz Öyle bir eyalet değil.»

Altı hafta sonra komünist - düşmanı kampanya ilk öldürme olayı ile zafer kazandı, Kurban, Denizciler Mil­lî Senelik ası'nın liman ajanı ve Wallace'i Başkanlığa Seç­me Komitesı’nîn Charleston Başkanı, yirmi sekiz yaşın­daki denizci Robert New idi.

New'in katili Rudolplıo Serreo, Denizciler Millî Sen­dikasının, sendika başkanı Joseph Curran tarafından idare edilen komünist düşmanı grubundandı. Azgın bir serseri olan Serreo bir zamanlar, kendi tayfasından bi­rini öldürmekten mahkemeye düşmüş, fakat meşru mü­dafaa durumunda olduğu bildirilerek serbest bırakıl­mıştı. «Pis zencilerin dostu, Wallace'in dalkavuğu New1- ın işini becermesi» için birçok defa kesin emir almıştı.

7 Mayıs 1948, öğleden sonra Serreo, Charleston Em­niyet Amirliğine telefon etti ve polise, New’in «pis ko­münist propagandasına» ve «zenci taraftarlığına» son vermeyi düşündüğünü haber verdi, «Bir hasta arabası getirirseniz iyi edersiniz» dedir «Kavgaya biraz kan le­kesi bulaşacak galiba, yaralılar olabilir».

Çok geçmeden Serreo, Sendika salonunda Nevv'İn üzerine atıldı. Elindeki kasap bıçağını defalarca Nev/İn vücuduna sapladı, sonra da boğazım kesti.

Yakalanıp hapse atılan Serreo, yargılanmayı bek­lerken, büyük bir yakınlık ve sevgi gördü. Hapishane gardiyanı «Serreo için elimden gelen her şeyi yaparım» dedi.

Charleston'un eski belediye reisi ve şehrin en önem­li hukuk cemiyetinin müdürü olan P. Stoney, Serreo’-

nun savunmasını aldı, Stoney’e göre, asıl suçlu öldüren değil, öldürülendi. Eski belediye reisi, «Bu dâva süre­since Bob Nevv’i, güneydeki kara derilileri ayaklanma­ya kışkırtmakla suçlandıracağım. Onu aynı zamanda Wallace Komitesi Başkanı olarak ve komünist olarak suçlandıracağım,» dedi.

Serreo'ya gelince o, New’i öldürmekle yurtsever ola­rak büyük bir ödev başardığına inandırmıştı. Denizci­ler Sendikası Başkanı Joseph Curran’a yazdığı bir mek­tupta Serreo: «işte böyle Joe, sendikayı komünistlerden kurtarmak için elimden gelen her şeyi yaptım ve daha fazla şey yapamadığıma da çok üzülüyorum» diyordu.

Serreo dâvası eylülde başladı. Serreo, öldürmekten suçlu bulundu. Kararı bildirirken Yargıç J. Frank Eaton, «düşünmeden hareket ettiği» ve böylece kendi kendini mahkûm ettiği için Serreo’ya kızdı. Katil, üç yıl hapse mahkûm edildi...

22  Eylül 1948’de, New York Eyaleti Komünist Par­tisi sekreteri Robert Thompson, gecenin geç saatinde so­palı iki kişinin saldırısına uğradı. Savaş sırasında gös­terdiği kahramanlığa karşılık Üstün Başarı Haçı madal­yası almış olan otuz üç yaşındaki güçlü kuvvetli Thomp­son, şiddetle savundu kendini; fakat saldırıcılardan biri bir bıçak çekti, üç defa Thompson'un karnına daldırdı, iki kişi, kendilerini bekleyen arabaya atladıkları gibi gözden kayboldular.

Nerdeyse bayılacak olan parti idarecisi, yaraların­dan kan aka aka kendini zorla bir arkadaşının evine ata­bildi. Kendisini muayene eden doktor, Thompson’un belkemiğinde bir ezilme ve beyninde bir sarsılma oldu­ğunu, eğer bir santimetre daha yukarıdan vurulmuş ol­saydı yarasının Öldürücü olabileceğini açıkladı...

New York'un komünist belediye danışmanı Benja- mine J. Davis başkanlığında bir heyet, Özel bir kovuş­turma açılmasını istemek için Belediye reisi William 0'Dwyer’e gitti. Belediye reisi heyeti kabul etmedi. Ga­zeteler, saldırının, «halkın sevgisini» çekmek için bizzat komünistler tarafından yapılmış olduğunu yazdılar. New York Polis Müdürlüğü kısa, göstermelik bir araş­tırma yaptı. Hiç kimse yakalanmadı...

Bu saldırıdan iki ay sonra 20 Kasım akşamı Thomp­son ve karısı sinamadalarken, Özel polis hafiyesi ve sa­nayide çalışmış eski bir ispiyon olan Robert J. Burke, Thompson’un evine girdi. Burke, Thompson’un çocuk­larına bakan Mrs. Mildred Cheney ile Harry Rainey'e polis hafiyesi kimliğini göstererek, silâhlı olduğunu, ses çıkarmamalarını söyledi. Burke, Thompson’un sekiz ya­şındaki kızının odasına daldı, hayasız bir kılıkta kızın karşısına çıktı; sonra çok korkmuş olan çocuğu banyo­ya götürdü ve kapıyı içerden kilitledi.

Mrs. Cheney ile Rainey kapıyı zorlayarak kırdılar. Çocuğu Burke'ün elinden çekip aldılar. O, kaçtı.

Yakalanıp, mesken dokunulmazlığını ihlâlden, âda­ba aykırı hareket ve çocuk iğfal etmeye teşebbüsten yargılanan Burke, komünistleri sevmediğini ve Thomp- son'a «kötülük yapmak» istediğini söyleyerek kendini savundu. Mesken dokunulmazlığını ihlâl suçu sabit gö­rülmedi, fakat âdaba aykırı iki suçtan mahkûm oldu.

Bununla beraber yargıç’m kararı bozuldu; çünkü, dâvanın ilk soruşturmasını bizzat yapmış olan Savcı Yardımcısı Irving Shapiro, Burke'ün daktilo edilmiş iti­rafında teknik bir «hatâ» keşfetti.

Dâva ikinci defa görüldü. Bu sefer Burke beraat et­ti ve serbest bırakıldı.

4.                                 GERÇEKTEN AMERİKA’DA MIYIZ?

Protestant dergisinin Aralık 1947 tarihli sayısında Abraham Pomerantz, «Ezelî hedef olan komünistlere karşı isterik bir kampanya açılmıştır» diye yazıyordu. «Daha yakından bakılınca, bu saldırıların, gerçekte, ge­lişmekte olan gericilik ve savaş hareketine karşı her tür­lü direnmeyi bastırmak gayesini güttüğü kolayca görü­lebilir.»

Pomerantz daha ilerde şöyle yazıyordu:

«Nazilerden devralınmış olan taktik şöy­le idi:

Basın ve radyo hemen Kızıl Tehlike'ye karşı aşılmaz bir baraj kurar. Hiç bir belge­ye dayanmayan gazete başlıkları, atom casus­larından, hükümete karşı komplolardan, ca­susluktan, vatana ihanetlerden ve bunun gi­bi birtakım kanlı suçlardan bahsederler.

Artık ikinci aşamaya hazırızdır; Hiç bir ayırım gözetilmeden her türlü muhalefet ha­reketine (kızıl) damgası vurulacaktır.»

1948’de hükümetin iç ve dış politikasına k^rşı en güçlü muhalefet, eski başkan yardımcısı Henıy A. Wallace'in yönettiği İlerici Parti’den (Parti Progressite) geliyordu.

20 Ocak 1948’de, ilerici hareketin savaşçılarından biri olan eski Minnesota valisi Elmer Benson’un gayret- lerile Wallece’i Başkanlığa Seçme Millî Komitesi kurul­muştu. Komitenin öbür yöneticileri, ünlü heykeltraş Joe Davidson, tanınmış şarkıcı ve aktör Paul Robenson, «Ye­ni Yol» (New Deal)’in en gözde taraftan ve eski Porto - Rico valisi Rexford Guy Tugwell idiler. Genel sekreter, Tarım Fon’u eski direktörü C. B. Baldwin'di.

Wallace’i Başkanlığa Seçme Millî Komitesİ'nin 1948 Nisanında Chicago'da toplanan ilk kurultayını açış ko­nuşmasında eski vali Benson, «yeni bir parti kurmanın kaçınılmaz hale gelişinin» nedenlerini anlattı. Şöyle di­yordu:

«Yarın değil öbür gün, Franklin Delano Roosevelt öleli üç yıl oluyor. Bu kısacık sü­re içinde memleketimiz derin ve endişe veri­ci değişikliklere uğradı.

Roosevelt’in Başkanlık ettiği on üç yıl süresince memleketimiz sağlam ve iyi bir ya­şama düzenine doğru güvenli adımlarla yü­rümüştü...»

Benson, Roosevelt’in ölümünden sonra, Birleşik Amerika Hükümeti, «Roosevelt'in, ekonominin kralları diye adlandırdığı çok güçlü ufak bir grubun ellerine düştü» diye ekliyordu. îki büyük partiyi yöneten bu grup, «memleketimizi yeni bir savaşın kucağına atmak bahasına da olsa... dünya pazarlarına hâkim olmayı ve onları kontrol etmeyi tasarlıyor. «Komünizme karşı mü­cadele adına» yürütülen bu kampanya, «Amerikan yurt­taşlarının medenî ve siyasî haklarına karşı bir saldırı» ile elele yürüyordu.

Benson, «Bir hükümet, halkı temsil edemez duru­ma geldi mi» diye devam ediyordu, «iktidarı ellerinde tutan İnsanlar, birkaç imtiyazlının kölesi haline girdi mi, hükümetin kuruluş tarzım değiştirmenin zamanı gelmiş demektir. Ve bu zaman gelmiştir artık!»

Şubatın ilk haftasına doğru, on iki eyalette, Walla- ce'i Başkanlığa Seçme Komiteleri kurulmuş, on dört Komite daha kurulmak üzereydi, 18 Şubatta, Bronx (New York)ta Amerikan İşçi Partisi adayı Leo Issacson, Wallace’in listesinden. Temsilciler Meclisine ezici bir ço­ğunlukla seçildi. İlkbahar ve yaz süresinde New York'ta, Philadelphia'da Detroit'te, Los Angelos ve diğer başka şehirlerde büyük mitingler yapıldı.

48 eyaletten gelen 3240 delegenin katıldığı ilerici Parti Kurucu Kurultayı 22 ile 25 Temmuz arasında Phi- ladelphia’da toplandı. Henry Wallace, yeni partinin Baş­kan adaylığına, senatör Glen H. Taylor ise başkan yar­dımcılığı adaylığına seçildiler.

Wallace hareketi, daha başlangıçtan itibaren, en kal­leşçesine darbelere, en iğrenç yalanlara dayanmak zo­runda kalmıştır. Ülkenin radyosu ve basını İlerici Par- ti'ye, «Moskova'nın emrinde» bir grubun yönettiği bir «komünist örgüt» davranışı gösterdi. Wallace, «Stalin­in Amerika'daki sözcüsü» haline gelmiş «aşırı bir ha­yalperest» olarak tanımlandı. İlerici Parti’nin üyelerine ise, «Kremlin'in maşaları», «Rus ajanları» ve «Ameri­kan Hükümetine ihanet edenler» gibi adlar veriliyordu.

Kongre’de her iki Meclis'in üyeleri, İlerici Parti hak­kında federal bir soruşturma açılmasını istediler. Illi­nois senatörü Scott W. Lucas, «Henry Wallace’a verile­cek bir oy, Kremlin'e verilmiş demektir» diyordu.

Başkan Truman, Beyaz Saray’da bir basın konferan­sında şöyle soruyordu: «Wallace niçin Rusya’ya dönmü­yor?»

Wallace karşısındaki propaganda sertleştikçe, daha kışkırtıcı oldukça İlerici Parti’ye karşı da baskı artıyor­du.

Giderek, İlerici Parti'nİn halka açık salonlarda top­lanması, sokak başlarında topluluklar meydana getire­rek seçim propagandası yayınlarım dağıtması yasakla­nır oldu. Konuşmacıların, grup başlarının, sözcülerin ve hattâ adayların tutuklanması, bütün ülkede günlük olay­lardan olmaya başladı. Sayısız gazete, İlerici Parti'nin paralı propagandasını basmayı reddederken, Pittsburgh,

Birmingham, Danbury ve başka birçok şehrin basını, Wallace lehine dilekçelere imza atmış olan kimselerin adlarını yayınlıyordu. İlerici Parti’yi açıkça destekle­miş olan küçük esnaf, düzenli olarak boykot edildi, bir­çok kadın ve erkek Wallace'in seçim işaretini taşıdıkla­rı için işlerinden oldular.

Birçok profesör, Wallace lehine fikirleri ve faaliyet­leri yüzünden görevlerinden ahııdı. İşte bunlardan ba­zıları:

Dr. Clarence A. Athern: Pennsylvania Lycoming Koleji’nde felsefe ve sosyoloji pro­fesörü. Kolej idaresi, İlerici Parti’nin Lyo- coming başkanlığından ayrılmasını istedi kendisinden, sonra da kolejdeki görevine son verildi.

Dr. George Parker: Indiana, Evansville Koleji’nde dinbilim ve felsefe profesörü, Wallace için yapılan bir mitinge başkanlık ettikten iki gün sonra görevinden alındı.

Prof. Luîher C. Mac. Nair: Vermont, Lydon Eyalet Öğretmen Koleji dekanı, Wal- lace’i desteklediği için yerel basında şiddetle saldırıya uğradıktan ve Burlington Times’ta çıkan «Mac Nair Gitmelidir» başlıklı bir ya­zıdan hemen sonra görevinden çekilmek zo­runda kaldı.

Prof. Clyde Miller: Analitik uzmanı. Bir Wallace'i destekleme milli komitesinin, sayı­ları 700'ü bulan üyelerinin isim listesi için­de adı görüldüğü İçin Columbia Üniversitesi­nden ayrılmak zorunda kaldı.

Leonard Chosen, Charles G. Davis ve Da- niet A. Askhenes. Miami Üniversitesi profe­sörleri. ilerici Parti içindeki faaliyetlerinden dolayı görevlerinden alındılar.

North - XV es t eni Üniversitesi profesörle­rinden Curtis D. Mac Dougell’e, idarece, se­natör seçimlerinde ilerici Parti adayı olarak görünmekte diretirse üniversiteden ayrılmak zorunda kalacağı haber verildi. Aynı üniver­siteden diğer yirmi beş profesöre Wallace'i destekleyici faaliyetlerinden vazgeçmedikleri takdirde görevlerine son verileceği duyurul­du.

Detroit emniyet müdürü Harry S. Toy, halk Önün­de, kendisine göre, ilerici Parti’lilerin «Amerikan düş­manı» olduklarını ve böyle olunca da «bu Amerikan düş­manı kimselerin kurşunlanmayı, kovulmayı ya da hap­sedilmeyi ha ket t i kİ er ini» söyledi. ([8])

Birbiri arkasından bütün eyaletlerde İlerici Parti listeleri ortadan yok edilmeye çalışıldı.

4    Haziranda, Ohio Eyalet Sekreteri Edward Hum- mel, F.B.L’ın, kendisine, Wallace taraftarlarının Birle­şik Amerika Hükümeti’ni «zorla ve şiddetle» devirme­yi düşündüklerini ispatlayan «güvenilir bilgiler» verdi­ği için yeni partinin bu eyalette aday gösteremiyeceğini bildirdi. Nebraska ve Oklahoma eyaletlerinde ilerici Parti, birtakım teknik sebeplerle elendi. Aynı şekilde ilerici Parti adayları da Wyoming, Arkan s as, Missouri ve Florida'da elendiler.

İlerici Parti, İllinois'de 100.000 taraftar imza top­lamasına rağmen, gerekli şartlan yerine getirmediği ba­hanesiyle sadece Cook vilâyetinde liste çıkarabildi. (“*)

1948   yazında, Birmingham örgütü, İlerici Parti'nin New York’taki merkezine yazdığı mektupta şöyle diyor­du: «Elinizdeki mektup elle yazıldı, çünkü birkaç gün önce lokalimize saldırıldı ve bütün büro gereçlerimiz tahrip edildi. Saldırıcılar arşivlerimizle birlikte bütün kitaplarımızı götürdüler.»

Hiç de, tek bir olay değildi bu, Wallace’in partisine karşı şiddet ve yıkma hareketleri artık günlük olaylar­dan olmuştu. Boston’da, Cleveland’da Philadelphia’da, Detroit’te ve daha birçok başka şehirde İlerici Parti'nin idare binalarının camları kırıldı, parti toplantıları ka­badayılar tarafından yarıda kesildi ve açık hava toplan­tılarına katılanlar taşa tutuldu ve tartaklandı...

6 Nisanda Evansville (İndiana) kapalı salonunda dü­zenlenen Wallace taraftan bir toplantı sırasında bir ka­labalık bağıra çağıra binaya saldırdı ve Wallace’in ko-

{4) Sonuç olarak, İlerici Parti, uzun tartışmalardan sonra ve hal­kın baskısı ile 45 eyalette aday gösterebildi. Nebraska, Ok­lahoma ve İllinois'de (Cook vilâyeti hariç) parti elendi.

nuşmakta olduğu salona kadar kendisine yol açmaya ça­lıştı. VVallace’in seçim kampanyasının düzenleyicisi C.

B.   Baldvvin'e ve Wallace’in yardımcılarından birçoğuna saldırıldığı sert bir dalaşmadan sonra saldırganlar dı­şarı atılabildi.

tlerici Parti’nin Augusta (Georgıa) örgütünden bir grup militanın başına gelenler, New York Star gazete­sinde yayınlanan bir yazıda, bunlardan biri olan Rhoda Gaye Ascher tarafından çok canlı bir şekilde anlatılmış­tır. Bayan Ascher, «tüfekler, tabancalarla» silâhlanmış bir sürü adamın, Wallace'in seçim kampanyasının dü­zenleyicilerinin bulunduğu eve bir akşam nasıl girdik­lerini anlatıyor:

«...Adamlardan biri tabancasının nam­lusundan tutarak Forbes'in (militanlardan biri) kafasına kafasına vurmaya başladı... Forbes, alnından iki yara alarak kan içinde yere yuvarlandı. Atlanta'lı bir militan olan Annie Mae Leathers mutfaktan bağırarak fırladı dışarı. Boyuna «Kimsiniz?» diye soru­yordu bu adamlara.

Heriflerden biri saçlarından yakaladı ka­dını ve ağzına vurdu. «Kapa çeneni New Yorklu pis komünist soyu» dedi.

Camları kırdıktan ve evdeki eşyaları parçaladıktan sonra adamlar bayan Ascherle arkadaşlarım dışarda bekleyen arabalara soktular. Şehrin dışında, daha ön­ce, düzinelerle başka arabanın parkettiği, kalabalık bir topluluğun beklediği bîr tarlaya götürdüler onları. Her yandan bağırtılar geliyordu: «Bağlav:n onları». Herifin biri bir ip çıkardı, Bir başkası: «Şefleri burada yok. Bı­rak gitsinler.»

Tutuklulara şöyle dendi: «Klan'ı dînlerseniz sıvışın ve bir daha da ortalarda görünmeyin. Komünistlerin bu­raya gelip zencileri kışkırtmalarını istemiyoruz.»

Sonra hepsi arabalarına binmişler ve gitmişler.,.

Bayan Ascher ve arkadaşları tarlada parketmiş ara­balardan birçoğunun numarasını alabilmişlerdi. Sonra­dan, bu plâkalardan birinin, Augusta polis arabaların­dan birine ait olduğu ortaya çıktı.

ilerici Parti ye karşı düzenlenen kampanya, Wu.Ua- ce'in, yaz sonunda Güneyden başladığı seçim gezisi sı­rasında en azgın bir duruma geldi.

Wallace, 29 Ağustos günü Durham’da, Güney Karo lina İlerici Parti Kurultayımda en önemli söylevlerini verecekti. Belirli bir anda, kabadayılar, Kunıl tay'da ki birçok delegeye saldırdılar. Time dergisi, «yumurta, kes­tane fişekleri, pis kokan yuvarlak birtakım şeyler attı­lar; bir milli muhafız havaya ateş etti» diye yazıyordu. En sonunda üniformalı polisler ve belediye muhafızları dalaşmayı bastırabildiler. Karışıklıkta, Kuzey Karolina üniversitesinden bir öğrenci ve İlerici Parti üyelerinden James Harris kolundan ve sırtından hançerlenmiş ti.

Ertesi günü \Vallace bir sokak mitinginde söz al­mak üzere Burlington'a gitti. Tam Başkan adayı araba­sından çıkarken üzerine yumurta ve domates yağmaya başladı. Kalabalık kendisini yuhalıyordu: gürültü patır­tı içinde «Niçin Rusya’ya dönmüyorsunuz?» diye bağı- rıldığı işitiliyordu. Wallace hiç duraksamadan kalabalı­ğı yardı. Kendisine saldıranlardan birçoğunu yakalıya- rak sordu: «Gerçekten Amerika'da mıyız?»

Charlotte şehrinde mahalli makamlar, 3.000'den faz­la insanın katıldığı bir mitingte \Vallace’i korumak üze­re yalnız bir tek polis gönderdi. Konuşmacı, arabasına binmek için kalabalık arasında kendisine bir yol açar­ken., kışkırtılmış ve tehdit edici bir sürü adam âniden etrafını çevirdi. New York Herald Tribüne muhabiri

m

John abot Smith, «Bir süre, o arabasına vara ırayacak gibi geldi bize..,» diye yazıyordu.

Güneydeki gezisi sırasında Wallace'in söz aldığı bü­tün şehirlerde, bir sürü terbiyesiz, ellerinden geldiği bi­çimde hareket ettiler ona, yumurta, domates yağmuru­na tuttular onu ve kavgalar çıkararak toplantıları yarı­da kesmeye çalıştılar.

O    güne kadar Birleşik Amerika'da hiçbir Başkan adayı, böylesine bir yalan, tehdit, şiddet kampanyasıyla karşı karşıya bırakılmamış, teşkilâtlı sürülerin saldırı­larına uğramamıştı.

Minnesota Cass Lake Times şöyle yazıyordu:

«Yumurta yağdıran bu adamların şerrin­den çileden çıkan memleket gazeteleri illâl- lah dedi. Bu ilkel adamların yaptığı ilkel ha­reketler, alçakça ve haksız hareketler olarak, Amerikan düşmanı hoşgörüsüzlük hareketle­ri olarak mahkûm edilmiştir. Biz, Wallace'i domates yağmuruna tutmakla, onu komü­nist göstermek arasında büyük bir ayırım görmüyoruz. Hangisinin daha kötü olduğunu kestiremiyoruz - ona yumurta atmak mı, yok­sa oııu Stalin’in kölesi olarak göstermek mi?

Bu güruh, gazetelerin Wallace'a yönelt­tikleri saldırıyı ciddiye aldı...»

İlerici Parti'ye karşı bütün bu aylarca süren sert propaganda, düzenli göz korkutma hareketleri, baskı ve şiddet, sonuçsuz kalmadı. Wallace'in, 5-10 milyon oy toplaması bekleniyordu. Gerçekte, 7 Kasım 1948 günü yapılan seçimlerde ancak 1.137.957 oy alabildi. ([9])

Harry S, Truman, Cumhuriyetçi rakibi Thomas E. Dewey’e şiddetle saldırarak ve Amerikan halkına «âdil bir hükümet», Roosevelt’inkiler kadar köklü bir reform­lar dönemi vâdederek kamuoyunu olduğu gibi politika uzmanlarını da aldatmasını bildi.

New Repubîic, «Beyaz Ev'e yerleştirdiğimiz adam, gelmiş geçmiş bütün Başkanlardan daha devrimcidir...» diye yazıyordu. «Gericilik yenilmiştir. Yeni Yol (New Deal) artık, Amerikan halkının dileklerine karşılık ve­rebilecektir... Hükümetin parolası: «Kahrolsun silâhlar, hep beraber ileri!» dir».

Ama, Afew Repubîic yazarları, liberal Amerikalıların çoğu gibi bu seçim propagandasını gerçek sanmışlardı.

maı. Bu yenilginin ana nedenlerinden biri, sendikaların, bü­tünüyle, onun adaylığını desteklemeye önem vermemiş ol­malarıydı (birkaç sendikanın dışında; New York'ta, sendikalı işçi kütlelerinin desteklediği ilerici milletvekili Vito Marcan- toni, İlerici Parti listelerinden Kongre'ye yeniden seçildi.)

1950 Temmuzunda, Kose Savaşının başlamasından ve diktatör Synghman Rhee'nin yardımına koşan Amerikan si­lâhlı kuvvetlerinin işe karışmasından sonra Henry Wallace İlerici Parti'den ayrıldı: «Memleketim savaşlayken... benim yerim, memleketimin yanıdır,» dedi. Ondan sonraki aylar bo­yunca, Birleşik Amerika'da savaş psikozu gitgide daha çok belirirken ve antidemokratik baskılar artarken VVallace, her gün biraz daha Truman hükümetinin politikasının taraftarı ol­du. «Toplama kampları» hakkındaki McCarren kanunu çıkın­ca VVallace açıkça destekledi bunu. VVallace'ın dönmesine rağmen İlerici Parti varlığını sürdürdü ve daha önceki İlke­lerini savunmak için mücadelesine devam etti. C. B. Baldwİn, «İlerici Parti barışçı bir partidir» dedi. «Barış mücadelesi, dünya yeniden birliğe ve barışa kavuşuncaya kadar gittikçe artan bir güçle devam edecektir.»

5.   ÇILGINCA

Bu garip ve korkutucu olayı ilk gören, Idaho eyale­tinden. Boiseli bir iş adamı oldu. Öğleden sonra geç bir saatte «uçan daireler»e benzer dokuz büyük cismin, kor­kunç bir hızla gökten geçtiğini, sonra da göründüğü gi­bi aniden dağların arkasında kaybolduğunu görmüştü. Basın ve radyo derhal bire bin katarak bu şaşırtıcı ha­beri yaydı; Idaho Valisi Don S.->Whitehead, plâk şeklin­de, «hareket etmeyen, fakat dünyanın dönüşü sebebile ufkun ötesinde kayboluyor görünen» koskoca bir cisim gördüğünü söyledi. Arkansa s'ta, Pine Pluff'h bir tüccar, «bir leğen büyüklüğünde ve renginde» dönen bir şekil gördü. Missouri’de Kansas City'den bir marangoz'un şaşkına dönmüş gözleri önünden «arkasından duman çı­kara çıkara» bir takım acaip âletler havadan geçip git­tiler. Utah'ta bir sıradağ üzerinde uçan bir turist uça­ğının iki pilotu, «bir sürü silindir şeklinde ve parlak büyük cisimler» gördüler; kendi yollarını terkederek bu cisimlerin hemen yakınında uçan pilotlar bir zaman iz­lediler onları, sonra birdenbire ortadan sır oldu bu ci­simler.

Her yerden buna benzer hikâyeler geliyordu. Kali­forniya eyaletinde San Dicgo’da bir ispritizma dergisi çıkaran Meade Layne, basma, - bir medyum yardımı ile- bu uçan dairelerden biri ile doğrudan doğruya konuş­tuğunu bildirdi. Layne, canlı varlıkların kıyıda bulun­duklarını ve Birleşik Amerika'da yerleşmek istedikleri’ ni söylüyordu. Gazetecilere gizlice, «İyi niyetlerle geli­yorlar» diye fısıldadı.

Fakat havalan yarıp geçen bu şaşırtıcı cisimlerin «Sovyet Gizli Silâhları» olduğuna kesin olarak inanmış Amerikalıların büyük çoğunluğu Ruh'un bu iyimser fik­rini paylaşmadılar.

172

Bir zaman sonra «United States News, uçan daire­ler «salgıncını yorumlayarak 6 Ocak 1950'de şöyle yazı­yordu:

«375 çeşit dedikodu ve bir o kadar da hikâye üzerine kurulu uçan daireler fikri, iki yıl, insanların kafalarım kurcaladıktan son­ra Hava Kuvvetleri, geçen hafta şu karara vararak bunlar üzerindeki araştırmalarını durdurdu: Böyle bir şey yoktur.

Yüzlerce kişinin gördüklerini sandıkları şeyler ger­çekte: 1) Çeşitli âdi cisimlerin yanlış yorumlanması, 2) Genel çılgınlığın hafiflemiş bir şekli, ya da, 3) Uydur­malardır.»

Bir dereceye kadar, «esrarlı uçan dairelerdin pek de öyle şaşılacak tarafı yoktu. Aynı devrede Amerika'da, bir önceki devre ile bağıntılı olarak «genel çılgınlığın» başka şekilleri vardı.

îlk uçan dairelerin Birleşik Amerika'da görülmesin^ den az önce Time dergisi, ukuyucularına şu açıklamada bulunuyordu;

«Stratejic ilerin tahminlerine göre Rusya, 1948'de, pilotsuz 1.000 uçaklık filolar gönde­rebilecektir. Rusya'nın 1949'da bir tonluk bomba taşıyan ve 5,000 km. uzağa atılabilen, uzaktan kumandalı mermiler yapacağını söy­lüyorlar. 1952Jde mikrop silâhlan kullanıla­bilecektir. Ve yine stratejicilere göre 1952 ya da biraz daha sonra Rusya belki de# bombayı {A. bombası) ele geçirecektir.»

1947'den 1949'a kadar gazeteler, her gün buna ben­zer: kıtalararası bombalar, dev füzeler, gittikçe daha güçlü atom bombaları, mikrop silâhları, askerî manev­ralar, harekât plânları, Amerikan ve batı genel kurmay-

m

lan arasında yapılan gizli ve acele konferans masalları ile dolup taştı. Yeni bir «korkunç savaş tehdidi»nin mil­letlerarası ufku karartmadığı hafta pek olmuyordu. Ka­bine üyeleri, diplomatlar, senatörler ve omuzları kala­balık generaller durmadan «dünya buhranı»ndan, «dün­ya barışına karşı Rus tehdidi »nden, en kısa zamanda alınması gereken «savunma tedbirlerinden» söz açıyor­lardı.

17 Mart 1948'de New York Herald Tribüne'da çıkan bir yazıda Joseph ve Stovvart Alsop, «Bugün Washing- ton’da esen hava artık savaş sonundaki hava değildir. Her şeyi olduğu gibi söylemek gerekirse bu, bir savaşa hazırlık havasıdır... Artık herkes önümüzdeki birkaç ay içinde savaşın çıkabileceğine inanıyor.» diye yazıyorlar­dı.

Gallup Enstitüsü, Amerika’da oy verenlerin yüzde yetmişinin, üçüncü bir dünya savaşının kaçınılmaz ol­duğunu düşündüklerini haber veriyordu...

V gününden (6) iki yıldan az bir zaman sonra, 8 Ağustos 1947'de U.S. News, «Bir savaş stratejisi, Birle­şik Amerika'nın siyasetine yön veriyor» diye yazıyordu, «Bütün işletmeler, adımlarını, gerçek bir savaş strate­jisine uydurmuşlardır. Bugün savaş, askerî bir plân üze­rinde değil, siyasî ve ekonomik bir plân üzerinde yapılı­yor artık.,. Gerçek savaş, kanlı döğüş belki on, belki on beş, belki de beş yıl içinde patlayacak.»

Birleşik Amerika'nın siyasetine savaş stratejisinin yön verdiğini gösteren, 1947 ile 1949 yılları arasında or­taya çıkan bazı önemli olaylar:

26 Mayıs 1947 — Truman Doktrinİ’nin kaleme alınmasından tam iki buçuk ay sonra

(6)     V Günü-Zafer (Vİctory) Günü: ikinci Dünya Savaşı'nın bit­tiği gün, 8 Mayıs 1945.

Başkan, Kongre'ye, Lâtin Amerika’daki ve Kanada’daki askerî eğitim donanım ve usul­lerinin Birleşik Amerika'nın kontrolü altın­da modernleştirilmesini ve te k-tip leş tiril me­şini isteyen kıtalar arası bir plân sundu.

2                              Haziran 1947 — Genel Eğitim Danışma Konseyi, «Gelecek savaşın gerçek bir âfete sebebolacak kadar ânı ve yıkıcı olacağını» haber verdi ve bunun için ülkede «önceden kestirilemeyen askeri durumlara uyabilecek» şekilde yetiştirilmiş insanlardan kurulu bir ordunun meydana getirilmesini; yine, bütün gençlerin bir eğitim devresi geçirmelerini is­tedi.

5                              Haziran 1947 — Dışişleri Bakanı Mars- hall, Harward Üniversitesi’nde konuşurken, ilerde Marslıall Plânı adını alacak olan, Ame­rika'nın Avrupa ülkelerine yardım programı­nı açıkladı ([10]).

26 Temmuz 1947 — Başkan Truman Mil­

li                                Güvenlik kanununu imzaladı; buna göre bir Milli Savaş Konseyi kuruluyor ve çeşitli

kategoriden silâhlar Savunma Bakanı'nın idaresi altına veriliyordu. Başkan, bu yeni göreve, eski Belediye Bakam James V. For- restal’ı getirdi.

12  Ocak 1948 — Kongre'de konuşan Baş­kan, milli savunma ve milletler arası gider­ler için 18.034 milyonluk bir kredi istedi. United States News: «Bütçenin % 79’unu meydana getiren beş bölüm doğrudan doğ­ruya savaşa bağlanmıştır.» diye yazdı.

6 Mayıs 1948 — Senatör Henry Styles Bridges'in, Amerika'nın «düşmanı olabilecek tek devle t »in Sovyetler Birliği olduğunu söy­lediği bir oturum sonucunda Senato, 70 ha­va grubu kurulmasını onayladı.

24  Haziran 1948 — Başkan Truman, Ame­rikan tarihinde ilk defa olarak, barış zama­nında askeri bir gücü savaşa hazır durumda tutma yetkisi veren bir kanun tasarısı verdi.

13   Kastm 1948 — Askerî çevreler, sivil halkm korunması tedbirlerini inceleyen ve «düşmanın saldırılarına karşı koyabilmek, düşmanın kullanacağı her türlü silâha karşı kendini savunmak üzere yetiştirilmiş ve do­natılmış» 15 milyon erkek ve kadını savaşa hazır tutmayı isteyen bir plân yayınladı.

20 Haziran 1949 — Başkan Truman, da­ha çok ispiyonculuk Kanunu adı île tanınan Merkezî Haberalma Bürosu kanunu imzala­dı. «Güvenlik sebebi» ile Kongre üyeleri bi­le kanunim ayrıntılarından haberdar edilme­di. Başka şeylerle birlikte, «askeri sırların» korunmasını ilgilendiren bir paragraf vardı kanunda; Amerikan ajanlarının yabancı memleketlere sızması ile ilgili bir başka pa­ragraf; «milli istihbarat görevinin başarıya ulaşmasına» faydalı oldukları durumlarda göçmenleri ilgilendiren kuralların da ötesi­ne geçerek özellikle yabancı ajanların elde edilmesini kolaylaştıracak tedbirler... Mer­kezî Haberalma Bürosu'nun öyle geniş yet­kileri vardı ki. Neve York Times bunda, «so­nuçları bakımından ağır bir yasama suisti- mali...» görüyor, «...ve kötü kullanılırsa ve­ya hiddete kapılınırsa özgürlüğe ciddi yara­lar açabileceğini» yazıyordu.

25 Temmuz 1949 — Başkan Truman, ku­zey denizi kıyısında Danimarka ile Akdeniz kıyısında İtalya da dahil, on iki «Kuzey At­lantik Ülkesini» içine alan ve «Saldırıya uğ­rama durumunda bir karşılıklı yardım» an­laşması gayesini güden Kuzey Atlantik Ant­laşması (N.A.T.O.) parafe etti. Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Truman Kon­greye, bir arkeri yardım programının onay­lanmasını ve ilk ağızda, anlaşmayı imzala­yan Avrupalı devletlere, İran’a, Filipin’e ve Kore'ye silâh göndermek üzere 1,450 milyon dolar verilmesini isteyen bir teklif gönderdi. Bunun yanında, askerî donatımın yapımı, kullanılması ve askerlerin eğitimi için tu­man yardımı da söz konusu idi.

Savunma Bakanı Louis Johnson'a göre Atlantik Antlaşması’mn «başlıca gayeleri: sa­vaştan kaçınmak ve fakat savaş kaçınılmaz duruma gelirse askerî gücü son haddine yük­seltmekti.»

Missouri temsilcisi Clarence Cannoıı, da­ha kabaca belirtti: «Biz en hassas noktalan bombardıman edeceğiz, sonra, kazanacağı­mız toprağı korumak içiıı bırakacağız müt­tefiklerimiz kendi ordularını, kendi askerle­rini göndersinler: bizim askerlerimizi değil... Atlantik Antlaşması’nın imzalanması bize üs­ler sağlıyor, bomba salacak uçaklardan baş­ka noksanımız yok.»

New York Daily News şöyle yazıyordu: «Cam cehenneme, palavraların ve iki anlamlı sözlerin!... Şunu iyi bilmek gerek ki, bu ant­laşma (N.A.T.O.) bir askerî ittifak meydana getirmiş oluyor; onu imzalayanlar Sovyet Rusya'ya karşı savaş açmayı kurmaktadır­lar.»

Birleşik Amerika’da bu savaş nöbeti gittikçe azıtır­ken, sayıları her gün biraz daha artan sesler, Sovyetler Birliği’ne karşı derhal bir «savunma savaşı» açılmasını istiyordu. Gazeteler, haftalık dergiler, askerî dergiler, Rusya’ya karşı yapılacak bir atom saldırısında kullanı­lacak stratejinin ve taktiklerin açıklandığı seri yazılar yayınlamaya giriştiler.

Örneğin, eski Hava Kuvvetleri Genel Kurmay Baş­kam general Cari Spaatz, 1948'in Haziran ayında, Life dergisinin arka arkaya iki sayısında uzun yazılar yayın­ladı. General ilk yazısının birinci paragrafında «Belki de utanmazlık, yüzsüzlük denecektir buna...» diyordu. «Bir asker, bir savaştan bu kadar az zaman sonra ikinci bir savaşı kazanmak için kullanılacak stratejinin ne ola­cağım düşünsün...» Sonra general, Sovyetler Birliği’ne karşı bir saldırı plânı çiziyordu. Buna göre, «Rus şehir­lerinin bazılarının yakınındaki sanayi bölgelerinde bir­kaç yüz kilometre karelik yerin tam bir bombardıma­nı, onun sınai gücünü kaçınılmaz şekilde zayıflatacak­tır.»

General Spaatz, «ilk soru şudur» diyordu: «Rus Sa­nayiinin can alacak noktasına varılabilir mi? Bugün bu konuda kesin etken, son değişikliklerle 3.200 kilomet­reden daha uzağa gidebilen B-29’Iarm menzilidir...»

General, okuyucunun önüne şu teklifi sürerek ken­di sorusuna kendisi cevap buluyordu;

«Bir dünya haritası ile, aynı ölçek içinde 3.200 kilometreyi gösteren bir sicim alınız; bir ucunu Moskova üzerine iğneleyip öbür ucunu Batı'ya uzatın, İngiltere adalarına va­racak ve İzlanda'nın bir kısmını kaplayacak­tır, Güneye doğru kaydırın ipi, Kuzey Afri­ka’ya varacaktır. Sonra aynı işi Ural’lardan başlayarak yapın, bir ucu Magnitogorsk'a tutturun, öbürünü güneye doğru uzatın. Irak'a, İran’a, Pakistan’ın güneyine Karaşi'ye varacaktır. Ukranya - Volga noktasından ha­reketle cisim İngiltere, Fransa ve Kuzey Af­rika’dan geçecektir. Kafkaslardaki Baku’dan hareketle yörünge, Hint adalarının bir kıs­mını, Suudi Arabistan'ı ve Avrupa’nın bir kısmını içine alacaktır. Bundan başka, Transsiberien demiryolunun iki hattını say­mazsak Sibirya’da hızlı bir sınai üretim mer­kezi vardır. Bu bölgelere ulaşmak için Çin'de veya Japonya'da bir B-29 üssü gereklidir.»

General Spaatz her fırsatta «sicimin serbest ucu ile» sınırlanan alanda B-29 bombardıman uçaklarının yukar­da adı geçen «ilk hedefler» yönünde kalkış yapabilecek­leri hava üsleri bulunduğuna dikkati çekiyordu.

Spaatz'ın hava savaşı ile ilgili teorisinin ateşli bir savunucusu olan albay Dale O. Smith, Air University Quarîerly Review’un 1948 sonbahar sayısında, birkaç hafta içinde Amerikalılara zaferi sağlayacak bir «üstün atom bombası» düşünülüyordu. Albay Smith, «Savaş bir ay sürerse bombalanacak hangi hedefler kalacak?» di­yordu. Sonra ekliyordu: «Şehirlerdeki halkın bombardı­man edilmesinin stratejik önemi de bir kenara atılma­malıdır.» (s)

29 Aralık 1948’de, Savunma Bakanı Forrestal, Yük­sek Kumandanlığın, gökte asılı bir füze fırlatma üssü­nün kuruluş olanağını incelediğini haber verdi. Associa­ted Press’in bir telgrafı şöyle açıklıyordu:

«320.000 kilometreden daha yükseklerde, bir uydu için dünyanın her yeri «bomba menzilinde» olacaktır. Uzaktan kumandalı bir uydu olabileceği gibi, uyduya insan ve do­natım gönderme ve buradan dünyadaki her­hangi bir hedefe saldırma olanağı da düşü­nülebilir.

Bazı ilim adamları, atom füzeleri fırlat­mak için üs olarak kullanılacak bu asma platformu ilk kuracak olan ülke dünyanın hâkimi olacaktır, diye düşünmektedir.»

Eski Minnesota valisi Elmer Benson: «Ama savaş

(8)   Atom savaşı çılgınlıklarının görüşlerinden tamamen farklı bîr görüşle, Cufler-Hammer INC.'nin başkan yardımcısı P. B. Harwood, Milwaukee Amerikan Enstiiüsü'nün bir toplantısı sırasında şöyle konuştu: «Atom bombası, savaşfa az fayda sağlıyor, çünkü bir hayli şeyi yakıp yıkıyor. Eğer gerçekten savaş yapmak zorunda isek, kullanacağımız silâh, bir parça gayriinsanî görünmesine rağmen, yalnız insanları öldüren, başka şeye zarar yapmayan bîr silâh olmalıydı...»

isteyen ülke hangisidir?» diye soruyordu. «Amerikan halkı savaş istemiyor; biz barış istiyoruz. Bazı kimseler bize Rusya'nın savaş istediğini söylüyor. Fakat, İkinci Dünya savaşında 10 milyondan fazla insan kaybetmiş, toprağının ve kaynaklarının üçte biri yakılıp yıkılmış bir ülkenin bugün, bile bile, bir üçüncü dünya savaşı açmaya çalışması mümkün müdür? Olacak şey mi bu? Hayır, akıl almaz bunu. Tıpkı Amerikan halkı gibi Rus halkı da barış istiyor. O halde dünya halkları barış is­tiyorlarsa, ülkemizde neden savaştan söz açılıyor bu ka- kadar?»

Bununla beraber bu apaçık çılgınlı];, belli bir yön­temle idare ediliyordu. Fiyatlar durmadan yükselirken, tüketicinin satın alma gücü durmadan azalırken mallar depolarda yığılıyordu. Kaçınılmaz bir malî buhranın gü­rültüleri iş ortamlarında yayılmaya başlıyordu.

Malî buhran atlatıldı. «Savaş tehditi», «Sovyet sal­dırısı», casus masalları ve «komünizmin yayılışı», Ame­rikan ekonomisini bir savaş temeli üzerine yerleştirmek için iyi bir sebep oldu. Hershel Meyer’in «M tıs t W e Perısh?» «Yok olmalı mıyız?» adlı kitabında yazdığı gi­bi:

«Büyük sermayeye tatlı işler çıktı. Silâh­lanma anlaşmalarına ayrılmış birkaç milyai daha... «Komünist tehlikesi» mucize kabilin­den arttı ve buna eşit olarak tekellerin aldığı silâh siparişleri yükseldi. Uçaklara, bomba­lara ve silâhlara yatırılan her milyarla bera­ber militaristlerin yaydığı savaş söylendileri daha da şiddetlendi. 1949 yılında 20 milyar dolardan fazla bir para ayrılacaktı silâhlan- maya; yani Japonya ile Almanya'nın Ameri­kan güvenliğini ve dünya barışını tehdit et­tiği 1930-1940 arasmdaki 10 yılda Birleşik

Amerika'nın harcamadığından fazla bir ye­kûn. Barış zamanında bu alabildiğine silâh­lanma yarışı, borsada fiyatların yüksel iğinde ve malî operasyonların kolaylaşmasında der­hal kendini gösterdi.»

Barron's Financial Weekîy dergisi 8 Ekim 1948'de muzaffer bir eda ile haber veriyordu: «tş alanında bir aksilik çıkma korkusu şimdi geçiştirilebilir artık.» Ger­çekten de, E.C.A, programının bir parçası olarak bir as­kerî yardım programının gelecek ocak ayında Kongre­ye sunulacak ilk tasarılardan biri olacağını biliyoruz, Iş adamları silâhlanma siparişlerini kontrol ettikçe, is­teğin, korkutucu bir şekilde kesilebileceğine inanmak zordur.»

îki hafta sonra, Wall Street’in aynı dergisi şöyle ya­zıyordu:

«Askerî siparişler çoğalırsa, bu, stokla­rın artması tehlikelerini ortadan kaldıracak­tır... Eğer silâhlanma geniş ölçüde hızlan- saydı, ya da savaş çıksaydı, mal yığılması di­ye bir şey olmayacaktı artık.»

14   Ocak 1949'da David Lawrence, United States News’in baş yazılarından birinde «Âni bir barışa hazır­lanmadık» başlığı altında şöyle yazıyordu:

«Bizden, silâhlanma için yılda 15 milyar dolar ve NATO Antlaşması içindeki ülkelere silâh vermek için en azından 1 milyar dolar harcamamız isteniyor.

Şurası açıktır ki, silâhlanma masrafları Amerika'ya sahte bir refah getirdi.

Durum çok tuhaftır, çünkü bugün Ame­rika'yı tehdit eden en büyük ekonomik tehli­ke, Rusya’nın barış lehine âni bir tavır ta­kınmasından doğacaktır.»

Fransa'nın muhafazakâr La Vie Française gazetesi bu görüşü «Bunalımdan çok savaş» başlığı altında özet­liyordu O.

25 26 ve 27 Mart 1949'da 600'den fazla tanınmış Amerikalı, Güzel Sanatlar, Bilimler ve Serbest Meslek­ler Millî Konseyi’nin himayesi altında New York ta Dün­ya Barışı uğruna toplanmış kültürel ve İlmî konferansa katıldı Konferansı düzenleyenler arasında Dr. Harlow Shapley, Henry A. Wallace, piskopos Arthur W. Moul- ton Thomas Mann, Albert Einstem, Aaron Copland Olın Downes ile Lillian Helman da bulunuyordu. Konferan­sın genel oturumları ve daha alt toplantıları halkla do­lup taştı, yüzlerce kişi dışarda kaldı, giremedi toplantı­ya 27 Mart günü Madison Square Garden'de yapılan ka­panış toplantısında 20.000 kişi vardı. Dış işlen Bakan­lığı, doğu Avrupa’dan yabancı delegelerin gelmesine en-

"(9) Amerikan if adamlarının ve sanayicilerinin savaş hazırlıkları karşısında duyduklar, kıvanç. Amerikan halk kütlelerince hıç

6e paylaşılmıyordu.

Amerika'da barış larafları hareketlerin on saflarında pro­testan kMise|el.i bulunuyordu. 1946 da Baptiste Kongresi, «dünyayı yıkımdan kurtarmak» amacı ile, dünya ölçüsünde bir barış harekelinin yaratılması lehine bir açıklama yayınla­dı Michigan Metodist Kilisesi Konferansı, «gunluk yaşayı­şımızın üstünde hüküm süren ve gittikçe artan asken baskı­Ya» karşı Başkan katında protestoda bolundu ve .Rusya ılt barış sağlanmasını» istedi. Kilisenin birleşmiş Konseyi mr 400.000 kadın üyesi, barışın korunması için kapı-kapı dolaş.

ma kampanyası açtı.

The Churchman'in 1948 Noel sayısında alayla şöyle ya zı lı yordu: «Nitekim, Noel İlâhisi «Yeryüzünde Sarış» bir^pro testan şarkısı olduğu için yıkıcıdır, komünistliktir! 50.000.00 Protestan Amerikalının hapse atılmasını öneriyoruz...»

gel oldu; batı Avrupalı ve Güney Amerikalı yirmiden fazla delegeye giriş vizesi vermedi: Bunların arasında Paul Eluard, J. D. Bernal, Carlo Levi ve papaz Jean Bou- lier de vardı. Konferansa katılabilen yabancı davetliler arasında Dimitri Şostakoviç, Juan Mariniello, Olaf Stap- ledon ile Alexandre Fadeiyef vardı.

Ertesi ay, 300'e yakın tanınmış Amerikalı, 20 ile 25 Nisan 1949 arasında Paris’te toplanacak olan Barış Sa­vaşçıları Diinya Kongresi örgütünün Amerikan komite­sini kurdular. Piskopos Arthur W, Moulton, Dr. W.E.B, Du Boİs ve O. Jolın Rogge örgütün Amerikan komitesi­nin üç başkanı idiler. 72 ülkeyi ve 600 milyondan fazla insanı temsil eden delegenin katıldığı kongreye elli Ame­rika 1 i delege gitti.

1949  eylülünün ilk haftası süresince 200’deıı fazla Amerikalı delege, Mexico City'de toplanan Kıt'a Ameri- kası Barış Kongresi'ne katıldı.

1   ile 2 Ekim 1949'da, Şikago'da bir İşçi Milli Barış Kongresi toplandı. 28 eyaletten gelmiş ve her birisi en azından 25 A.F.L., C.I.O., serbest sendika ve Demiryolcu­lar Birliği üyesini temsil eden 1.000'den fazla delege ka­tıldı bu kongreye.

Ayrıca, çok çeşitli topluluklar ve örgütler bütün ül­kede barış yolunda sayısız gösteriler düzenlediler.

KORKUNÇ ŞEY

Şurası muhakkaktır kİ, bütün insanlar eşittir­ler. Yaradan, İnsanlara, geri alınmaz bir takım haklar vermiştir; bunlar, yaşama, özgürlük ve mutluluğu arama haklarıdır.

Bağımsızlık Bildirisi, 4 Temmuz 1776.

Siyasi eşitlikten faydalanma isteğine kapılmış olan siyah adamın bu Eyalette yeri yoktur. Burası bir beyaz memleketidir ve daima bir beyaz memle­keti olarak kalacaktır.

Temsilciler Meclisi üyesi James F. Byrnes, 25 Ağustos 1919,

İnsanların, üstün ırk teorisine göre birbirin­den ayrıldığı yer ve zamanda özgürlük ve adalet ortadan kalkar.

Irk ayrımını inceleyen Millî Komite nin raporundan, 1948.

1.  ÖZGÜRLÜK ADINA

Sembolik olarak kırmızı, beyaz ve maviye boyanmış bir Özgürlük Treni 1947 Eylülünden 1948 Aralığına ka­dar Amerika içinde dikkatle hazırlanmış bir tanıtma gezisi yaptı: trene, «Birleşik Amerika'da Özgürlüğün ge­lişmesini gösteren» 131 tarihî belge ile bayrakların ser­gilendiği üç vagon bağlanmıştı. Bu turne. Başkan Tru- man’ın onayı, Chase National Bank'ın müdürü Winthrop W. Aldrich’in başkanlığını yaptığı Dinî Kalıtlar Kuru- mu'nun desteği ile Genel Savcı Clark tarafından hazır­lanmıştı.

Özgürlük Treni tasarısı hazırlandığı sırada Kurum şu bildiriyi yayınlamıştı:

«Temel ilke olarak, bireyin kutsallığı de­mek olan demokrasi ruhunu göstereceğiz... İnsanlar özgür yaşamak için doğmuşlardır, çünkü ancak Özgür bir insan, dünyada ken­disine lâyık bir biçimde yaşayabilir. Ülkemiz, halkına, bireyin bütünlüğünü ve kişiliğini en eksiksiz şekilde geliştirme özgürlüğünü sağlamıştır.»

Kurum, yaydığı ilkelerin millî olduğu kadar millet­lerarası önemde de olduğunu belirtiyordu.

«Kendi hayat tarzımızı» derken, bütün dünyadaki milyonlarca ve milyonlarca insa­nın ümitlerinden ve arzularından söz açmış oluyoruz, İnsanların özgür yaşama evrensel arzusunun coğrafî sınırı yoktur... «kendi ha­yat tarzımızı» dünyanın geri kalan kısmına daima örnek olarak sunmalıyız.»

Amerikan demokrasisi ile ilgili bu iri sözler, Ame­rikalıların geleneksel hak ve özgürlüklerinin en şiddetli saldırılara uğradığı bir sırada edilmiş olmasaydı bile, dünyanın geri kalan kısmına pek öyle örnek olamaya­cak olan Amerikan «hayat tarzı»nın bir temel yanını or­taya seriyordu.

15  milyon Amerikalının, yani her 10 Amerikalıdan birinin, tâ doğumundan başlayarak ikinci sınıf bir yurt­taş olmaya, bütün hayatı boyunca, düzenli olarak bas­kıya, hor görülmeye ve en korkunç zulümlere mahkûm edilişinin yüz kızartıcı ve korkunç durumu idi bu...

Amerika Cunıhuriyeti'nin, insanların eşitliği ilkesi üzerine kuruluşundan birbuçuk yüzyıl ve Kölelikten Kurtuluşun Bildirisinin imzalanmasından hemen yüzyıl sonra kara derili yurttaşlar, savaş sonu Amerikasında, birçok bakımdan savaş öncesi Almanyası'nda Yalıudile- rİnkine benzer şartlar altında yaşıyorlardı,

Harry Hayword, 1948'de Amerika’daki zencilerin durumları ile ilgili «Zenci Kurtuluşu» adlı kitabında, «Belki de Güney Afrika'dan başka bir ülkede ırk, bir halkın sosyal - ekonomik baskı altında tutuluşunda bu kadar önemli bir rol oynamam ak tadır...» diye yazıyor­du. Kölelik belki kalkmıştı ama yerine bir kast sistemi gelmişti. Bunun amacı, kara derili insanları, şu ya da

bu tarzda, beyazlardan aşağı ya da onlara bağımlı bir duruma sokmaktı. Kullanılan usuller, linçten ve beyaz­ların hoyratça davranışlarından başlıyor, polis ve mah­kemelerde uygulanan kanunsuz işlemlerden geçerek kast üstünlüğünün belirtileri sayılan gelenekleri zenci­lerden korumaya ve onlar ile iyi ilişkiler kurmamaya kadar gidiyordu.

Yeni Yol devresi boyunca ve özellikle savaş süresin­ce bu kast sistemi sarsılır gibi olmuştu. En çok C.I.O. içindeki ilerici sendikaların itişi ile kara derili on bin­lerce kadın ve erkek, o güne kadar kendileri için im­kânsız olan kalifiye işçi görevleri elde ettiler. Ve, silâh­lı kuvvetlerde el emeği ihtiyacı arttıkça, ordunun bazı kısımlarında siyahların kullanılmasına karşı olan gele­neksel ırk ayırımcılığı hissedilir derecede gevşedi ’).

Bununla beraber, zaferden sonra, eski politika çok geçmeden yine uygulanmaya başlandı. 1546 yazında Or­du artık siyahları askerliğe kabul etmiyordu; birkaç ay sonra Deniz Kuvvetleri'ndeki bütün siyahlar terhis edil­mek ya da mutfak hizmetlerine geçmek şıkları arasın­dan birini seçmek zorunda bırakıldılar.

Fabrikalarda, ilk yol verilenler, işe en son alınmış olan siyah işçiler oldu. 1945 Temmuzu ile 1946 Nisam arasında siyahlar arasındaki işsizlik, b ey azlar mk inden iki misli hızla arttı. Kongre, 1946 Mayısından sonra, Bons Office Komisyoııu'na, çalışması için gerekli para­yı vermiyordu artık. Komisyon, son raporunda:

«Savaş süresince siyah, MeksikalI ve ya­hudi işçiler kullanma konusunda elde edilen

(1) Savaş süresince siyahların kazandığı zaferlere rağmen -ve bu, Amerika'nın savaş gücünün en göze çarpan zıtlıklarından bîri olmuştur - hemen bütün siyahlar özel birliklerde kulla­nılmışlardır. Siyah askerlerin ölme haktan vardı ama, beyaz askerlerle birlikte savaşma hakları yoktu.

başarılar, ırk ayrımı entrika la rınm alabildi­ğine artışı yüzünden, ortadan silindi... Ame­rikan emekçilerinin, kapalı gruplar halinde bir araya gelip, sadece en zor ve en adi işle­ri «pis» bir ırktan ve dinden olanlara bırak­malarım, ancak Kongre'nin harekete geçme­si önleyebilir.»

Jim Crow kanunu yeniden hüküm sürüyordu mem­lekette.

Missisıpi Anayasası'ndan alınmış şu birkaç parag­raf, savaştan sonra birçok Amerikan Eyaletinde kanuni olarak kurulmuş «Jim Crow»cıIığa dair bir fikir vere­bilir:

Eğitim; Madde 8, Paragraf 207.

                                 «Beyaz çocuklarla siyah çocuklar ayrı

okullara gideceklerdir.»

Cezalar ve Hapishaneler; Madde 10, Pa­ragraf 225.

«Beyaz mahkûmlarla siyahların elden geldiği kadar ayırılması ve her birine ayrı davranış gösterilmesi... gerkir.»

Genel Konularda; Madde 14, Paragraf

203.

«Bir beyazın, bir zenci veya bir melezle ya da damarlarında sekizde bir ya da daha fazla siyah kanı taşıyan birisiyle evlenmesi kanunsuz ve yasaktır.»

Fakat, belki de en inanılmaz durum şuy­du:

«Toplumsal eşitlik ya da beyazlarla si­yahların evlenmesi lehinde kanıtları ya da teklifleri teşvik eder, halkın kabulüne sunar mahiyetteki ya da genel bir bilgi mahiyetin­deki basılı, daktilo edilmiş ya da el ile yazıl­mış şeyleri basan, yayınlayan ya da yayan kişi, firma veya dernekler, 500 dolar para ce­zasına veya 6 ay hapse veya mahkemenin takdir edeceği para veya hapis cezasına mah­kûm olurlar.»

Siyahların Kurtuluşu Milli Birliği, yayınladığı bir «Dünyaya Çağrında, «Misisipi kanunlarının aynı hüküm­leri; Virgmia’da, Kuzey Karolina’da, Güney Karolina'da, Georgia'da, Al abam'da, Florida’da, Lousiana’da, Arkan- sas’ta, Oktahoma ve Teksas’ta da yürürlüğe girmiştir» diyordu. «Daha az sıkı da olsa buna benzer bazı kanun­lar, Dehvare’de, Batı Virginia’da, Kentucky'de, Tennes- see ve Missouri’de yürürlüktedir... Sekiz kuzey Eyaleti (Kaliforniya, Kolorado, İdaho, Nebraska, Nevada, Ore- gon ve Utah) beyazlarla siyahların evlenmelerini kabul etmemektedir...»

Çağrı şöyle devam ediyordu:

«Okul Öğrencileri arasındaki ırk ayrımı, yirmi Eyalette kanun hükmüdür. Sağır, dil­siz ve körler için üç Eyalette ayrı okullar ya­pılmıştır... Florida’da, siyah öğrencilerin okudukları kitaplar özel dükkanlarda satıl­mak zorundadır.

On dört Eyalette kanun, trende vagon­ların ayrılmasını emreder... Sekiz Eyalette, bekleme salonları da aynı şekilde ayrı olmak zorundadır. On bir Eyalette, otobüslerde de kanun aynı ayrımın yapılmasını emreder; ve on Eyalette bu hüküm bütüıı öteki taşıtlar­da da uygulanır...

Bazı kanunlar; hastanelerde diğer ırklar­dan hastaların beyazlardan ayrılmasını em­reder. On bir Eyalette, akıl hastalan bile ırk­larına göre sınıflandırılmak zorundadır...

On bîr Eyalette, eza ve Islah kurumlan, ayrı olmak zorundadır...

Kanun, daha sayılamayacak birçok du­rumlarda ırk ayrımını gerektirir. Verilecek birkaç örnek, kanunla zorlanan «Jim Crow» cılığm nerelere kadar uzandığını açıklaya­caktır: Oklahoma’da, siyahlar için ayrılmış telefon kabineleri olması gerekmektedir; Teksas’ta, bir kanunla, boks maçlarında be­yazların siyahlarla boy ölçüşmesi yasaklan­mıştır;... Güney Karolina'da siyahlarla be­yazlar aynı atölyelerde, dokuma fabrikaların­da çalışamazlar; giriş ve çıkış saatları, aynı kapıdan işliyorlarsa, aynı saatlere rastlatma­nı az.»

Savaş sonunda 5 milyon zenci, Güney’in «Zenci Sur­ları» içinde çoğunlukla köleliğe terkedilmiş bir halde ya-- sıyordu; bir kısmı, istekleri dışında, büyük pamuk plan­tasyonlarında ırgatçılık, çiftçilik ediyordu. Güneyin on iki Eyaletine uzanan bu «Zenci Sur'u» içinde zenciler yüzde altmış çoğunluktaydılar fakat birçoğu oy hakkın­dan yoksundular. Zencilerin oy vermelerine engel olmak için oy vergisi ve daha birçok «kanunî» yollardan baş­ka, korkutma ve linç gibi çeşitli usuller kullanılıyordu...

Kuzeyde de vardı bu «Zenci Sur’ları», Kuzeyin bü­tün büyük şehirlerinde zenci sakinlerin çoğunluğu, müt­hiş kalabalık ve korkunç Ghettolara kapatılmıştı: bun­lar, yıkıntı halinde yoksul evler ve koca koca farelerin istilâ ettiği iğrenç barınaklardan meydana gelmiş ma­hallelerdi. Chicago’nun Zenci Sur’ları içinde nüfus yo­ğunluğu kilometre kare başına 34.600 idi; oysa sağlık makamları en fazla yoğunluğu 13.460 olarak testip et­mişlerdi. Harlem'de, bina başına ortalama insan adedi 3781 idi. Architectural Forum dergisi, Harlem'deki nü­fus yoğunluğundan söz açarak, «bu hesapla, bütün Bir­leşik Amerika nüfusu New Yorkun yarı büyüklüğünde­ki bir alana yerleştirilebilirdi» diyordu.

Zenciler, kimi zaman şiddete varan «meşru» ve gay­rimeşru yollardan bu zenci surları içine kapatılmışlar­dı: Tıpkı yahudilerin, Varşova Ghettosu içine kapatılış­ları gibi. Yalnız Chicago'da, 1944 ile 1946 arasında, be­yaz mahallelerinde yerleşmek isteyen zenciler elli dokuz kere saldırıya uğradılar - beş kere tabancalı, yirmi iki kere taşlı ve yirmiden fazla yangın bombalı saldırı. Suç­lular hiçbir zaman cezalandırılmadı.

Eğitim Servisi’nce yayınlanmış bir raporda, I, C. Brown, Amerika'nın çeşitli kısımlarında zenci Ghetto- larındaki hayat şartları konusunda şöyle diyordu:

«...Şehirlerde, döşenmiş yollar, havaga­zı boruları, kanalizasyon ve polis hizmetleri, zencilerin kabul edildiği bir tek hastane yok­tur; sağlık merkezleri ve doğum evleri, var­sa bile, daima içler acısı bir durumdadır.»

Chicago’da ve New York'ta zenciler arasındaki ve­remli oranı, 1947’de, beyazlardaki nden beş kat daha faz­la idi. Newark'ta ve New Jersey'de bu oran hemen he­men yedi kattı.

Doğum sırasında ölüm oranı, zenci anneler arasın­da, beyazlardakinden iki kat daha fazlaydı. Çocuk ölü­mü, zencilerde, beyazlardakinden yüzde yetmiş daha yüksekti.

Ortalama yaş, zenci Amerikalılarda, beyaz Amerika­lılar dakin d en, ortalama olarak on yıl daha kısaydı.

(îı,ot‘j.’,ia senatörü ve Georgia Yüksek Mahkemesi es­ki iiyı/.si VVaUcr F. George, Liberty dergisinde yayınla­man bir yazısında: «Niçin inkâr etmeli ya da Ö2Ür bul- ın:ıya k;ıl kısmalı?» diyordu. «Federal Anayasa’nın met­li i no sadık kalmaya çok dikkat etmişizdir ama, zencile­ri beyazlarla eşit olduklarına inandırabilecek maddele­rin ve kuralların ruhunu çiğnemekte de tam bir başa­rıya ulaşmışızdır. Hem, aynı şekilde devam da edece­ği/.!»

2.   BAŞKENTTE

District of Columbia Yüksek Mahkemesi hakimle­rinden Wandell Philipps Stafford, bir gün şöyle demiş­ti: «Bir ülkenin başkenti, bizde olduğu gibi deniz sevi­yesinde de bulunsa, mecazi anlamda, her yerden görü­lebilen bir yükseklikte kurulmuş olmalıdır... bir sem­bol olmalıdır başkent, büyük Cumhuriyeti taçlandıran bir sembol.»

Beyaz granitten muazzam binaları, dev anıtları ve kenarları ağaçlıklı geniş bulvarlarıyla Washington, sa­vaştan sonra, Amerikan Cumhuriyeti’nin büyük gelenek­lerinin değerli bir sembolü olacağa benziyordu. Fakat, Birleşik Amerika başkentinin sahte güzelliği ve ağırbaş­lılığı, aldatıcı bir sıvadan, dış görünüşten başka bir şey değildi. Bu güzellik ve ağırbaşlılığın altında, ırkçı peşin hükümetlerden, ırk ayrımından ve Nazilerdeki gibi, de­risi beyaz olmayanların bilerek hoş görülüp aşağılatıl- masmdan meydana gelmiş pis bir çamur gizliydi.

Beyaz Ev’in iki adım ötesinde ve Lincoln'un saygı uyandıran görkemli mezarının gölgesinde, 25.000 yani şehir nüfusunun dörtte birinden fazla zencinin kendi başlarına terkedilmiş yaşadıkları korkunç bir Ghetto

uzanıyordu. Kendi öz ülkelerinin başkentinde zenci yurttaşlar, «beyaz» otellerine, lokantalarına ve tiyatro­larına hattâ büyük mağazalarına sokulmuyorlardı; ayn okullara devam etmek, ayrı hastanelerde bakılmak mec­buriye tindeydiler; bazı sandviççilerde bir şey yerken oturma haklan bile yoktu.

1947'de Washington'da bir köpek mezarlığının sa­hibi, bundan böyle zencilerin köpeklerinin bu mezarlı­ğa gömülemeyeceğini bildirdi. Zencilerin köpeklerini de kabul etmekte devam ederse beyaz köpeklerin hakarete uğramıyacağını bildiği halde, beyaz müşterilerinin, ken­di ölü köpeklerine hakaret edilmesine tahammül ede­mediklerini söyledi...

Bir Hintli, Birleşik Amerika başkentinde bir yolcu­luktan sonra şöyle diyordu: «Washington'da bir zenci olmaktansa, Hindistan’ın kast sisteminde bir parya ol­mayı yeğ tutarım.»

1948    Kasımında yayımlanan, «Washington’da Irk Ayrımı, Başkentteki Irk Ayrımı Üzerine Millî Komite Raporu» adlı broşürde şu nokta belirtiliyordu:

«Dışişleri Bakanlığımızın, yabancı ülke­lerdeki temsilcilerimizin hareketlerini sınır­layan ülkelere sert protesto notaları gönder­diği zamanlar olmuştur. Fakat Washington renkleri sebebile uğrayabilecekleri hakaret­lerden korumak için yabancılara refakat edilmesi gereken, dünyanın tek başkentidir.»

Rapor, beyaz olmayan bazı yabancıların Washing- ton’da başına gelenleri daha iyi anlatabilmek için birkaç örnek veriyordu:

«Savaş sırasında bir Afrika Ülkesinin Dışişleri Bakam, Birleşik Amerika Dışişleri

194

Bakanlığınca Washington'a davet edildi; Ba­kanlık, misafir için, otelde bir daire ayırtmış- tı. Fakat misafir, gece geç vakit gelince otel müdürü kabul etmedi kendisini. Gece yata­ğından kaldırılan, Dışişleri Bakanlığından bir memurun, otel müdürünü telefonla, «ola­ğanüstü şartlar ve savaş» sebebile bakanı kabul etmeye ikna etırvesi gerekti.»

«Porto-Riko'lu önemli bir senatör, sık sık Elçi’yi görmeye gelirdi ’WashingtonJa; El­çi, ona yatacak ve yemeklerini yiyecek bir yer sağlamak için bin türlü dolap çevirmek zorunda kalırdı. Bir defasında senatör, Alek- sandria ailesince kabul edilmişti. Bir başka sefer, Porto-Rıkoiu bir gazeteci evine götür­müştü onu. Nihayet elçi çaresiz kalınca bir gün, senatör, elçinin bürosunda bir kanape üzerinde uyumak zorunda kaldı.»

«Panamalı bir katolik, Washington’da bir katolik kilisesine gitmişti. Tam dua et­mek üzere diz çökerken bir rahip yaklaştı yanına ve yazılı bir kâğıt uzattı. Kâğıdın üze> rinde bir zenci kilisesinin adresi yazılıydı. Rahip, zenci katoliklere ayrılmış kiliselerin de bulunduğunu ve oralarda iyi kabul göre* ceğini söyledi ona.»

Fakat genellikle VVashington'da, siyah derili yaban^ cılarla zenci Amerikalılar arasında fark gözetiliyordu. KomiteJnin Raporunda şu satırlar da yer alıyordu: «Baş­kent mağazalarının ve lokantalarının çoğu, zenci Ame­rikalılarla yabancıları ayırabilmenin ve sonunculara be­yaz davranışı göstermenin önemini kavramış durumda* dır... Çok kere, bir siyah yabancı, diplomatik pasapor*

tunu ya da kendisinin Amerikalı olmadığını belirten bir belge göstermek suretile oturup yemek yiyebilir.»

Amerika başkentindeki ırk ayırımı, sadece zenci Amerikalılara uygulanan bu ayrıcalık değildi.

Washington Gayrim en kul ler Konseyi Kanunu’ıı un bir cümlesi şöyle bir şart koşuyordu; «Bir beyaz bölge­sinde hiç bir mülk, beyaz olmayan ırktan kimselere sa­tılamaz, kiralanamaz, salık verilemez ya da teklif edi­lemez.»

Washington Post'ta yayımlanan, «Zenci Barınakları Sorunu. Gecekondu Rekoru Başkentte» adlı yazısında Agnes E. Meyer, Washington'un zenci Ghetto’sunu şöy­le anlatıyordu:

«Yolculuğum sırasında... însanın hayâl edebileceğinden çok daha kötü konut şartla­rı gördüm. Fakat ne Detroit'in zenci gece­kondularında, hattâ ne de güney şehirlerin­de, bizim Wasbington'tîmuzun dar sokakla­rındaki kadar korkunç bir sefalet içinde ya­şayan yaratıklar görmedim.

Sadece evler bölünmekle kalınmamış, fakat daha çok insan alsın diye, hayvanların bile barınamayacağı kadar pis küçük odala­ra da kartondan bölümler yapılmıştı.

Burke's Court’ta 14 kişi bir tek odada üstüste yığılmıştı; Dokuzuncu Caddede ufa­cık bir evde 19 kişi oturuyor, bir kadın üç çocuğuyla birlikte toprağın altında yaşıyor­du

Beş ya da altı kişinin bir tek odada, hat­tâ aynı yatakta uyuyarak yaşaması kolay rastlanır olaylardandır...»

District of Columbia nüfusunun yalnız yüzde otuzu zenciydi, fakat kötü konut şartları içinde yaşayanların yüzde yetmişi ile, veremden Ölenlerin yüzde altmış do­kuzu zencilerin arasında bulunuyordu.

Zencilere karşı uygulanan bu ırk ayırımı tedbirle­rine, savaştan sonra Washington’da sadece göz yumul­makla kalınmamış hattâ hükümet tarafından bunlar desteklenmiştir de.

Başkent'te ki ırk ayırımını incelemekle görevli Mil­li Komite’nin sözlerile söylersek:

«Birleşik Amerika Hükümeti’nin en yük­sek kişileri... siyahlara karşı yürütülen bu şüpheli kampanyaya katılmışlardır.

Birleşik Amerika Hükümeti, kendi ilke­leri, görevi, kararnameleri ve emirlerine rağ­men, başkentte yaşayan siyahlara çalışmada hak eşitliğini sistemli olarak reddediyor böy- lece şehirde ve bütün ülkede ırk ayırımına örneklik ediyor.»

Savaştan sonra hükümet daireleri, bir kere daha, zencilere en aşağı seviyelerdeki memurluk görevleri ver­di. Dışişleri, Adalet bakanlıklarında. Krediler Bürosu’- nda. Federal Ticaret Komisyonu’nda ve Devlet Bankası­nda zenci memurlar en düşük yerlere sürüldüler. Sayım Bürosu'nda, devlet basımevlerinde, gravür ve basım gö­revlerindeki zenci memurlann çoğu, en az ücretli işlere veriliyor ve beyazlardan ayrı bürolarda çalıştırılıyorlar­dı.

Savaştan sonra Washington’da hükümetçe izlenen ırkçı politika öyleydi ki, Başkentteki ırk ayırımım in­celeyen Milli Komite, Raporunun sonuç kısmında şöyle yazıyordu:

«Hattâ şu anda bile Federal Hükümet, ülkede herkesten çok, kişiyi kölelik şartları içinde yaşatmaktır. Bunun sorumlusu, tama­men hükümetin kendisidir; çünkü, bugün Washington'da bir çeyrek milyon zenciyi yurttaşlık haklarından yoksun bırakan zin­cirleri kırma gücünü o, sadece o elinde tut­maktadır.

Ve daha kötüsü. Hükümetin, bu zincirle­rin daha da sıkılmasında payı vardır. Ancak Anayasa dışı sayılabilecek gayelerle mahke­meler, siyah derili insanların Ghettolara atıl­masına yardım etmiştir. Devletin, yerleştir­me, konut ve yapı büroları bu girişime katıl­mıştır. Başkanın tâyin ettiği il komisyonları ve diğer hükümet temsilcileri, siyah derili insanların belediye hizmetlerine, okullara, hastanelere ve eğlence yerlerine girmelerini yasaklayarak bu kuralın dışında kalmamış­tır. ..

insanlar üstün ırk kanununa göre bölün­düğü zaman, özgürlük ve adalet imkânsızla­şır. Ve bu, fyer yerden daha açık olarak baş­kentte kendisini göstermektedir...»

3.   TENNESSEE’DE TERÖR

25  Şubat 1946 sabahı, Küçük Columbiya (Tennessee) şehrinde, askerden yeni gelmiş 19 yaşındaki zenci de­nizeli James C, Stephenson, annesile beraber, tamir için bıraktıkları radyolarını almak üzere Castner and Knot adlı tamirci dükkânına girdiler.

Bayan Stephenson, on üç dolarlık tamir ücretini ödedi. Radyosunu çalıştırmak istedi ama çalışmadığını gördü. «Ne bu?» dedi, «On üç dolar ödüyorum da rad­yom yine çalışmıyor!»

Bir zencinin, kendisiyle böyle konuşmasına sinirle­nen tamirci William Fleming, tehdit edici bir hareketle tezgâhın gerisinden çıktı ve Stephensonlara dükkânı terketmelerini emretti. Onlar dışarı çıkarlarken satıcı­lardan biri James Stephenson’a arkadan vurdu. Aynı an­da Fleming, Bayan Stephenson'un üzerine atıldı ve döv­meye başladı.

Zenci delikanlı, Fleming'in üzerine atıldı ve bir yumrukta vitrine fırlattı onu. Komşu bir dükkândan bir bakkal koşarak çıktı: «Gebertin şu pis zencileri!» diye bağırıyordu. Ve kalabalık toplandığı sırada birisi bağır­dı; «Neden linç etmiyoruz şunları?»

Bu sırada polisler yetişti, polislerden biri sopasını genç Stephenson'a doğru kaldırdı. Bayan Stephenson: «Oğluma vurmayın» diye bağırdı. O zaman polis döndü ve ona da vurdu.

Ve Stephenson’lar tutuklandılar.

Emniyette, Komiser tutuklulara sordu: «DÖğüşüyor muydunuz?»

«Evet» diye cevap verdiler.

«Suçlusunuz» dedi komiser, «Elli dolar.»

Bir adam koşarak emniyete geldi. «Dışarıda kalaba­lık toplanıyor,» dedi, «linçten bahsediyorlar.»

Komiser, Stephensonları oranın cezaevine şevketti ve kapattı...

Bu arada, C. Hayes Denton adlı bir yargıç, Stephen- sonlar aleyhine «öldürmeye teşebbüs ve kırık bardak parçası gibi tehlikeli âlet kullanmaktan» bir ipucu bu­lup buluşturmuştu. Denton, Stephensonları ancak 3.000’ er dolar kefaletle serbest bırakabileceğini söyledi.

Öğleden sonra şerif, Julius Blair adında bir zenci iş adamına telefon etti: «Halk linç etmeden Önce bir çek imzalayıp bunları buradan çıkarmalısınız,» dedi, «Halk ancak böyle dağılacak.»

Akşama doğru tüfekli tabancalı yüzlerce kişiden meydana gelmiş bir kalabalık Columbiya mahkeme bi­nasının önünde toplanmıştı. İçki şişeleri elden ele do­laşıyordu kalabalıkta. Birkaç konuşmacı kalabalığı «bu pis zencileri bulmak için» onların özel mahallesine -Mink Slide’a- gitmeye çağıran konuşmalar yaptılar.

Fakat kalabalık, zenci mahallesine yürümek fikrile harekete geleceğe benzemiyordu. Bir söylenti yayıldı or­talıkta: Almalılardan ve Japonlardan aldıkları silâhlar­la ve diğer ganimetlerle donanmış eski muharip zenciler saldırıyı püskürtmek için harekete geçirilecekti...

Mink Slide'da bir grup zenci, birçok eski muhariple birlikte kapı kapı dolaşıp herkese evlerine kapanmaları­nı ve sokağa çıkmamalarını tenbih etti. Eski muharip­ler, son anda ailelerini ve evlerini savunmaya yaraya­cak bir iki av tüfeği, iki tüfek ve birkaç tabancadan iba­ret silâhlarım hazırlamışlardı.

Karanlık basarken, Mink Slide'da hemen hiç bir ha­yat belirtisi görülmüyordu. Birkaç bekçiden başka kim­senin bulunmadığı sokaklar bomboştu. Kapılar ardın­dan sürgülenmiş, pencere kanatları kapanmıştı. Çocuk­lar arka odalara ve tavan aralarına saklanmıştı. Bütün mahalle ıssız, karanlık, endişeli bir bekleyiş içindeydi.

Gece basınca, Mink Slide'ın civarında beyazlarla do­lu arabalar dolaşmaya başladı. Gecenin içinde aralıklı ateş sesleri duyuluyordu; arabadakiler karanlık içinde­ki binalara rastgele ateş ediyorlardı. îçinde dört polis bulunan bir araba geldi Mink Slide’a, Arabanın üzerin­de polis arabası olduğunu belli edecek hiç bir işaret yoktu; karanlıkta saldırganlar tarafından görülünce, bir ses duyuldu: «İşte ordalar!» Bir yaylım ateşi oldu. Ate­şe tutulan polisler bir yarım tur yapıp şehrin merkezine kaçtılar,

işte o zaman Columbiya Belediye başkanı, o sırada Nashville’de bulunan Vali McCord'a telefon etti ve Co- lumbiya’ya acele destek kuvvet göndermesini istedi.

Şafaktan önce bir makineli tüfek bölüğü ile birlik­te 500 eyalet muhafızı tam bir askeri donanımla Colum­biya’ya doğru yola çıkarılmıştı. Eyalet muhafızları, Tuğ­general Jacob Dickinson’un komutasında idiler. Coîum- biya'da, Eyalet Emniyet Müdürü Lynn Bomar'ın idare­sindeki yetmiş beş polis diğer birliğe katıldı.

General Dickinson, bütün gece yerlerinden ayrılma­mış olan silâhlı beyazların dikkatini çekmeksizin adam­larını Mink Slide'ın çevresine yaydı. Daha sonra genera­lin gazetecilere söylediğine göre, böylelikle «zenciler ku­şatılmış oldu.»

Zenci mahallesine hücum sabahın beşinde başladı.

Saldırı, tam askerce yönetildi. Polisler, makineli tü­fekler, otomatik tüfekler ve karabinalarla yolları açı­yordu, Onların peşinden, sıkı saflar halinde miğferli, süngü takmış muhafızlar geliyordu. Evlere ve dükkân­lara yaylım ateşi açılıyor, askerler duman içindeki so­kaklardan ağır ağır ilerliyorlardı.

Nashvitle Banner gazetesi bu saldırıyı şöyle anlatı­yordu:

«O sabah polisler Mink Slide’a ya da «Zenci Sımrı»na gelir gelmez, makineli tü­fekleri ve karabinaları ile mağazalara saldır­maya başladılar. Vitrinler parçalandı, kapı­lar söküldü ve bütün bürolar talan edildi...»

Columbia Daily Herald'da Tom Ketterson ve Paul Page, «Bu sahne, eski muhariplere, zaferden sonra bir

Avrupa şehrinden geçen Amerikan askerlerini hatırlatı­yordu.» diye yazıyordu.

Fakat Atlantik ötesi Amerikan birliklerinin askerî taktiği ile Mink Slide saldırganlıklarının taktiği arasın­da büyük fark vardı. « Lynching and Frame-up in Ten- nessee» adlı broşürde Robert Minor'un hatırlattığına göre:

«...Sadece zencilere ait olan yerler talan edildi; hiç bir beyazın mağazasına dokunul­madı; bu halile saldırı, yahudi mahallesine yapılan bir nazi saldırısına benziyordu.»

Emniyet Müdürü Lynn Bomar’m kendi komutası al­tındaki polisler, mobilyaları parçalayarak, yiyecekleri ve eşyayı sokaklara fırlatarak zenci mağaza, lokanta ve bürolarını istilâ ettiler. Camları, tabelâları makineli tü­feklerle taradılar, kasaları kırdılar ve içindekileri cep­lerine doldurdular.

Polisler, kapıları sökerek apartman dairelerine ve evlere girdiler. Kadın, erkek, çocuk demeden bütün içer- dekileri aydınlatılmış sokağa çıkardılar. Tüfek dipçik- lerİle dövdüler onları, eller yukarda Öylece beklemele­rini emrettiler. Sonra uzun bir kuyruk halinde şehrin sokaklarından geçirilerek hapishaneye götürüldü zenci tutuklular...                             -

Öğleyin, Vali McCord, Columbiya’ya geldi. Belediye yetkililerile alelacele yapılan özel bir toplantıda, linç ke­limesinin bir daha ağıza alınmaması konusunda anlaş­maya varıldı. Bu olay, resmen, tam zamanında bastırıl­mış «silâhlı bir zenci ayaklanması» olarak gösterilecek­ti. Vali’nin sekreteri Bay ar t Tarpley, gazetecilere, zenci­lerin bir süredir «Eyaletin köşe bucağından» silâhlar sa­tın aldıklarını öğrenmiş olduğunu söyledi.

O          gün Columbia Daily Herald’da şunları yazıyordu: «Zenciler, egemen bir halkı asla boyun­duruk altına alamazlar; yapacakları en iyi şey, aklı başında siyahların bunu tez elden anlamalarıdır...»

Bütün Amerika'da gazeteler, Tennessee'de Columbi- ya'da «Zenci Ayaklanmasına dair başlıklarla çıkıyor­du.

Yetmiş zenci tutuklandı; aralarında çoğu öldürme­ye teşebbüsle suçlandı. Denton, 5.000'er dolar kefalet akçesi biçti her birine: yani tüm olarak 350.000 dolar.

Tutuklanan zencilerin ilk soruşturması bile hapis­hanede yapıldı. Tutuklular birer birer hücrelerinden çı­kartılıyor, sıkı korunan uzun koridorlardan geçirilerek, her zaman şerifin yemek salonu olarak kullanılan bir odaya kabaca itiliyorlardı. «Konuşurlarsa» ve komplo hakkında bütün bildiklerini söylerlerse kendilerine iyi davranılacağı söyleniyordu. Fakat bütün kandırmalara, tehditlere, işkencelere rağmen hiçbir mahpus «konuş­madı»...

28 Şubat günü üç mahpus, şerifin yemek salonuna götürüldü, William Gordon, James Johnson ve Napoleon Stewart idi adları; Polisin diliyle «inandırıcı cevaplar» veremedikleri uzun bir soruşturmadan sonra üç adam, yardımcı şerifler ve askerler tarafından bitişikteki bir büroya alındılar.

Birden, bir makineli tüfek sesi duyuldu.

Gordon ve Johnson, King’s Daughter hastanesine götürülürken yaralarından kanlar fışkırıyordu. Hastane­de kendilerine kan verildi fakat yatırılmadılar; Was- hington Posf'un deyimiyle, bu hastane «bir beyaz has­tanesi» idi çünkü. İki adam Nashville'e götürülürken yolda öldüler.

Her yandan, hükümetin duruma el atmasını isteyen dilekçeler yağıyordu. Aynı zamanda bir Büyük Federal Jüri, Coîumbiya olayları ile ilgili bir soruşturma açma­ya çağrıldı.

Jüri üyesi olarak tâyin edilen bütün kişiler, beyaz’dı.

îki aylık soruşturmadan sonra jüri, ortada «medenî hakların çiğnenmesi» diye bir şey olmadığını ve Colum- biya’da güya bir linç teşebbüsü olduğunu gösteren hiç bir delil olmadığını bildirdi.

«Büyük Jüri, «Komünist basında» çıkan «suçlayan yazıl ar »a karşı sert cevaplar verdi...

Fakat millî basın, Büyük Federal Jüri'nin kararları­nı yayınlarken, Adalet Bakanı Clark’ın tâyin ettiği ve bütün duruşmalara başkanlık etmiş olan yargıç Elmer D. Davies'e ait son derece ilgi çekici bir olayı atlamış­tı. Bu olay, şuydu: Yargıç Davies -19 Temmuz 1919'da New York Times’ta çıkan bir habere göre - Ku Kluks Klan'ın üyesiydi ve kendisi de saklamıyordu bunu.

4.   ATEŞ, KIRBAÇ VE İP İLE...

6   Haziran 1947’de Life dergisi, «Linç Güneyin Tari­hini Zenginleştirdi» adlı yazıda, Güneydeki zencilerin «adalete kavuşturulmasında atılan adım»dan duyduğu sevinci anlatıyordu.

Güney Carolina'da Greenville'de, geçen yılın Şubat ayında bir beyaz taksi şoförü öldürülmüştü. Mahalli ma­kamlar derhal Willie Earle adında bir zenci gencini ya­kalamışlardı, Lif e’da. şöyle yazıyordu: «Ertesi sabah er­kenden bir grup taksi şoförü, Earle'i bulmak için hapis­haneye gittiler. Hapishaneden alıp yakınlarda bir yer olan Pickens'e götürdüler onu. Dövmeye başladılar, tek* melemeye, dipçiklerle vurmaya. Sonra beş yerinden bı­çakladılar, bacağından iri bir parça kestiler, en sonra da üç kurşunla beynini dağıttılar.»

Linçe katılanlardan yirmi altı kişi yargılandı. Jüri­nin verdiği karar, «suçsuzdurlar» oldu.

Sanıkların salıverilmesinden sonra, tabanca ile Ear- Ic'ın beynini dağıtmış olan R. C. Hunt, bir eğlence dü­zenledi ve orada: «İki yanlı bir adalet oldu bu» dedi. Yine linçe katılanlardan biri olan Duran Keenan, bası­na şunları açıkladı: «Bu ülkede bugüne kadar olmuş olan en güzel şeydir bu.»

Life dergisi, olay üzerindeki izlenimlerini verirken dâvayı doğruluyordu, çünkü «ilk defa olmak üzere, ka­ba bir linçin üzücü hikâyesi, adaletin kayıtlarına geç­mişti.»

«Dokuz gün süreyle, en büyük ciddiyetle yargılandılar... Dâva, insanların renkleri ne olursa olsun, kelimenin tam anlamı ile de­mokrasisinin var olduğunu düşünenleri kan­dıracak gibi bitmedi... Ama yine de tarihe bir bölüm daha yazılmış oldu. Şurası belliy­di ki, artık linç çeteleri Güney'i kendileri için emniyetli bir yer sayamazlardı, ya da hiç olmazsa linç olayları tamamen gizli kalama­yacaktı artık.»

13  Ağustos 1947’de, Life’daki yazının çıkışından iki ay sonra New York Times «Georgia İlerliyor» adlı bir başyazı yayımladı. Yazıda, Georgia'da, Brunswick yakı­nındaki Anguilla hapishanesinde sekiz zenci mahpusun öldürüldüğü söz konusu ediliyordu.

11  Temmuz 1947'de Anguilla kampından bir grup zenci, çıngıraklı yılanların çok bol bulunduğu bir batak­lıkta çalışma emri almışlardı. İçlerinden bazıları çekin­diler ve kendilerini korumak için çizme istediler; fakat gardiyan H, G. Wortlıy, hiddetle, kampa dönmelerini emretti. Hapishanenin demir parmaklıkları Önüne gelin­ce, «elebaşılar» olmakla suçladığı beş mahpusa ileri çık­maları emrini verdi. Mahpuslar itaat etmeyince Worthy muhafızlara «Ateş!» diye bağırdı. Muhafızlar ve gardi­yanlar ateş açtılar.

Beş mahpus derhal öldü. Diğer üçü ölüm derecesin­de yaralandı.

Dâva sırasında gardiyan Worthy, zencilerin «kaç­maya» teşebbüs ettiklerini iddia etti. Jüri, gardiyanın ve muhafızların «görevde olduklarını» ve «disiplini tutmak gayesile böyle hareket etmiş olduklarını» açıkladı. Jü* rinin kararı şöyle devam ediyordu: «Bu adamlar zincir­lenmiş olsalardı böyle şeyler olmazdı.»

Siyah Derili İnsanların Kurtuluşu Millî Birliği ve diğer bazı liberal kuruluşların protestolarının baskısı ile gardiyan ve dört muhafız, medenî haklarla ilgili fe­deral kanunları çiğnemekten hüküm giydiler. Federal dâva sırasında savunma avukatı, adamların, hapishane­yi ele geçirmek için hazırlanmış «komünist eğilimli bir kompIo»yu bastırmak için ateş etmek zorunda kaldık­larını söyledi. Sekiz dakikalık bir konuşmadan sonra, yalnızca beyazlardan kurulu federal jüri sanıkları salı­verdi.

New York Times, «Georgia İlerliyor» başîıkh yazı­da şöyle diyordu:

«Güneyde her gün biraz daha sıklr.şan ırkçı baskı kudurganlıklarının hiç olmazsa insana cesaret verici yanı, ilerisi için umut verici tepkiler doğuruyor olmasıdır... Bütün Güneyde olduğu gibi Georgia'da da bilinçkş- me artıyor ve özgürlük, yavaş fakat güvenli adımlarla ilerliyor.»

14  Mart 1947'de Dışişleri Bakanı George C. Marshall, Dört Büyüklerin Moskova toplantısı sırasında şunları söylüyordu:

«Görüyorum ki, «demokrasi» kelimesi, çeşitli şekillerde anlaşılabiliyor. Bu kelime­nin Amerika hükümeti ve halkı için temel bir anlamı vardır. Biz, insanların, ellerinden alınamaz bazı haklara sahip olduklarına ina­nıyoruz... ■

Bu, her ferdin, korku ve şiddet altında olmadan, kendi arzusuna göre zekâsını geliş­tirmek ve ruhunu yüceltmek hakkını da içi­ne alır... Biz, kanunlara saygılı yurttaşların, çalışma haklarının ellerinden alınacağı ya da mutluluğu arama özgürlük ve olanağını kay­bedecekleri korkusuyla yaşadığı bir toplu­mun hür olamıyacağmı düşünüyoruz.»

Bakan Marshall’ın bu sözleri söylediği aynı yıl için­de Birleşik Amerika'da zenci yurttaşların, bu «ellerin­den alınmaz haklarının» apaçık bir tarzda çiğnenmediği pek az gün oldu, işte bu sayısız olaylardan birkaçı:

«Atlanta, Georgia, Şubat — Bir beyaz çetesinin, zen­ci papaz A. C. Epps'e beyaz mahallesini terketmesini sa­lık vermelerinden iki hafta sonra papazın evi dinamit­lendi. Epps'in evinden çıkarlarken beyazların polislerle şakalaştıkları görülüyordu.

Smithjield, Kuzey Carolina, Nisan — Baltimore'da Providence hastanesinin zenci bekçisi Fletcher Martin, Kuzey Carolina'daki evine dönüyordu trenle. Zencilere ayrılmış vagona binmek istemeyince trenin kondüktö­rü, üzerine ateş etti ve öldürdü orrn. Kondüktör, Mar- tin’e ateş ettiği sırada «meşru müdafaa» halinde bulun­duğunu iddia etti.

Rocky Moumıt, Kuzey Carolina, Mayıs — Zenci tak­si şoförü Willİe Pittman'ın cesedi, Rocky Mount yakın­larında bir küçük yol kenarında korkunç bir şekilde parçalanmış olarak bulundu. Başı ezilmiş, kolları ve ba­cakları kesilmişti.

Sardis, Georgİa, Matıs — Temple Üniversitesi’nde eski muhariplerin bursuyla okuyan Joe Nathan Roberts adlı yirmi üç yaşında bir zenci öğrenci, bir beyaza «efen­dim» demediği için öldürüldü. Katinin kılına bile do­kunulmadı.

Hamilton, Georgia, Mayıs — Henry Gilbert adında bir zenci çiftçi, Harris vilâyeti hapishanesinde polisler tarafından öldürüldü. Başı ve kaburgaları ezilmişti.

Lettvvorth, Louisiana, Temmuz — Bir kır bekçisiy­le, ormanda sincap avlayan 83 yaşındaki William Brown adlı bir zenci arasında ağız dalaşı oldu. Bekçi, Brown’ı ormanın kenarına çekti ve arkadan ateş etti üzerine. Sonra yakınlarda oturan beyaz bir çiftçiye gitti ve: «Pis bir zenciyi öldürdüm şimdi, gidin ailesine haber verin» dedi. Komiser, tutanağında: «Öldürme haklıdır, çünkü bekçi meşru müdafaa durumunda bulunuyordu» diye yazdı.

Calhoun, Lousiana, Temmuz — Wesley Thomas adında bir oduncu, beyaz bir çiftçinin yanındaki işini terke t ti; çiftçi, Thomas'ı öldürene 50 dolar vermeyi vâdetti: güya kendisini açıkça tehdit etmişti zenci. Baş­ka bir çiftçi Thomas'a rastladı ve öldürdü, sonra şöyle söyledi: «Onu tam eve sığınmaya çalışırken hakladım». Komiser, bu cinayeti «haklı bir öldürme» saydı ve kati­lin «meşru müdafaa halinde» bulunduğunu söyledi.

Prentisse, Missisipi, Ağustos — Bir linç çetesi, ırza geçme suçu ile suçlanan Versie Johnson adlı bir zenci

sı ıçı t tın itiraf ettirmek için sekiz saat şerifle İn i«l» ı ı,.ıtı\iı. Şerif ve iki yardımcısı tutukluyu öldür-

ıllllrı i........... imla. Şerif, müfettişe, soruşturmanın «artık

lılı İm vı İt im İm lı ıınnıış olduğunu» söylfedi, çünkü, iki po- linin, iniı,ım iikırıııı kapmak için ileri fırladığı bir sırada lnlııı>ıı»ıı’ıt öldürdüklerini söyledi.

Nf ır York, Ncw York Eyaleti, Ağustos — Savaşta

...................  ^enç zcnci müzikçi Lloyd Curtis Jones, Co-

lııınİHi-, Meydanı yanındaki Central Park’m girişinde bir Mlı.Iık f.nıpla şarkı söylüyordu. Polis memuru Français l.eMtıire, oradan uzaklaşmasını emretti ve elindeki cop­la irlıtliı elli. Jones diretti. Polis elindeki sopayla Jö­ne-.‘in karasına öyle bir vurdu ki sopa kırıldı. Jones ken­ti Kini korumak İçin elini kaldırdı. O zaman LeMaire ta- lıııııcasnıı çekti ve Jones’in karnına üç el ateş etti. Jo- nes, afi.ır yaralandı, sonra da öldü. Kısa bir soruşturma­dım soııra LeMaire serbest bırakıldı.

I.ottisville, Kentucky, Kasım — İki polis memuru, Iıir şekerci dükkânına girdiler ve George E. Kelly adlı lırr zenciyi karışıklık çıkarmakla suçladılar. Kelly, po­lislerden birinin tabancasını almaya yeltendi. Polis, Kelly'yi öldürdü, vücudunu kurşunlarla delik deşik etti. Kılına bile dokunulmadı polislerin.

7    Ocak 1947'de Başkan Truman, Kongre önünde şöyle konuştu:

«Bizim asıl gücümüz manevidir. Bazı şeylere inanan bir milletizdir biz. İnsan onu­runa inanırız.

Bir insan olarak ferdin refahına ve hak­larına karşı derin saygı duyarız.

İlk görevimiz, yurttaşlarımızın temel haklarını tamamile güven altına almaktır...

însan haklarının ne yolla olursa olsun çiğnenmesi, demokrasinin temel ilkelerinin ve insana verdiğimiz değerin çiğnenmesi de­mektir.»

Oysa aym yıl içinde, linçe karşı, vergilere karşı ka­nun tasarıları Kongre'de uyutulurken, siyah Amerikalı­ların temel haklarının çiğnenmesi konusunda Georgia'- da, New Jersey'de, Tennessee'de, Michigan'da Güney Carolina'da bir sürü suç işleniyordu.

New York Eyaleti senatör seçimlerinde Cumhuri­yetçi Parti adaylığına seçilmiş olan John Foster Dulles,

15  Eylül 1949 da,

«Amerika, bugünkü durumuna, halkımız, insan varlığını en önemli ve dünyanın en de­ğerli şeyi olarak bildiği; manevi ve fikri ge­lişimi, iyi ve rahat şartlar içinde yaşama im­kânı ona asil tasarılar hazırlamak ve büyük eserler meydana getirmek cesaretini verdiği için gelmiştir.» diyordu.

Oysa, 1947 yılında belli başlı üç zenci gazetesi olan «Af ro-American, Pittsburgh Courier ve Chicago Def en- der'de görülebilen haber başlıklarından bazıları şunlar­dı:

BİR ADAM 50 POLlS TARAFINDAN AÖIR ŞEKİL­DE YARALANDI. JÜRİNİN KONUŞUP KARAR VER­MESİ BEŞ DAKİKA SÜRDÜ. POLİSLER SERBEST BI­RAKILDILAR. (Miami, Florida, 22 Ocak)

GÜNEYDE İKİ ZENCİ DAHA ÖLDÜRÜLDÜ. (Bes- semer, Alabama ve Fort Myes, Florida, 13 Şubat)

HIR II.ORİDALI, BİR BEYAZLAR ÇETESİ TARA- IIN MAN KİK HAÇLA DÖVÜLDÜ VE DELİRDİ. (Otlan­dı >, l:lın iıla, 19 Mart)

Ulu ALABAMA YARGICI, BİR ŞERİFİ, ÖLDÜR- mi:yi; ilşebbüsle suçluyor. polîslerİN, i Ki-

*İYİ KIKIİAÇLA DÖVDÜĞÜ SÖYLENİYOR. (Chatta- iHiı>l’.ı, Tcmtessce, 30 Nisan)

HİU YARGIÇ, MAHKÛMLARI KLANA TESLİM

i:i>i:n hIr georgia şerİfIne İşten el çektİr-

l»l. (T ıvnton, Georgia, 21 Mayıs)

HİU KADINA SALDIRILDI. ALABAMALI İKİ PO­LİS MLMURU OLAN SANIKLAR SERBEST BIRAKIL­IM I AR, (Muntgomery, Alabama, 28 Mayıs)

NI.W .JERSEY'DE KÖLELİK: ASBURY PARKTA İtIU KÖLELİK OLAYI HAKKINDA SORUŞTURMA AÇILDI. (Asbury Park, New Jersey, 18 Haziran)

HİU TOPRAK MESELESİ YÜZÜNDEN LİNÇ. (Ho- ııMoıı, Missisipi, 16 Temmuz)

(iliNEY CAROLİNA’DA BİR BEYAZ KENDİSİNE NÖVI'N ON YAŞINDAKİ BİR ÇOCUĞU ÖLDÜRDÜĞÜ İÇİN TUTUKLANDI. (Spartansburg, Güney Carolina, 19 Temmuz)

Ulu ESKİ MUHARİBİN KATİLİ BÎR BEYAZ ŞER­Hİ İST »I KAKILDI. (îrvingtoıı, Georgia, 23 Temmuz)

CIIATTANOOGA’DA BİR EV DİNAMİTLENDİ. (Clıaikmooga, Tennessee, 30 Temmuz)

MAHKÛMLAR KÖLE GİBİ ÇALIŞTIRILIYOR. SA­BIKALI GARDİYAN HAKKINDA YENÎ BİR DÂVA AÇILIYOR. (Dallas, Teksas, 30 Temmuz)

MİSSİSİPİ’DE BÎR ÇİFTLİKTE 140 İNSAN KÖLE GlBl ÇALIŞTIRILIYOR. (Jackson, Missisipi, 3 Eylül)

GEORGİA’DA 5 KÎŞÎ BİR ÇİFTÇİYİ LİNÇ ETTÎ. (Bainbridge, Georgia, 10 Eylül)

KLAN’IN HAÇI WASHINGTON’DA YAKILDI. (Washington D. C. 12 Eylül)

Fakat savaştan sonra hüküm süren bu korkunç te­rör, Amerikalı zencileri korkutamadı.

Yeni Yol döneminde elde edilmiş hakları sadece ko­rumaya değil, daha da genişletmeye kararlı olan zenci­ler, her yerde sert bir tepki gösterdiler. Diğer ilerici Amerikalılarla bırleşerek mahalle ayırımını ortadan kal­dırmak, çalışmada ırk ayırımına son vermek, bütün di­ğer ırkçı baskılarla birlikte siyahlara karşı sert göste­rileri durdurmak için kampanya üstüne kampanya aç­tılar.

Güneydeki seçimler sırasında elde edilen olağanüs­tü ilerlemeler, siyahların ateşli savaşçı ruhunu göster­mektedir. Ku Kluks Klan'ın tehditlerine, polis baskısı­na ve birtakım kanunî ve gayrı kanunî engellere rağ­men Güney’de, oy veren zencilerin sayısı, 1940’ın 211.000' ine karşılık 1948'de bir milyonu geçti.

Birleşik Amerika zencileri, neyle karşılaşırlarsa kar­şılaşsınlar, insan olarak hak eşitliklerini ve Amerikalı olarak medenî haklarda eşitliklerini kesin olarak elde etmeye kararlıdırlar.

PEEKSKİLL OLAYLARI

Nazi Radyosu müdürü ve Goebbels’İn yardımcısı liugcnc Hadamovski, daha 38’den önce şöyle yazıyordu: «Propaganda ve kuvvet, asla mutlak antitezler değiller­dir1; kuvvetin kullanılışı, propagandanın bir kısmı ola­bilir. Onun etkisini artırmak için her türlü çareye baş vurulabilir:

Kişiyi heyecanlandıran sivriltilmiş oklar ve alabil­diğine başıboş, koyu bir propaganda; yeni taraftarlar­dan kurulu geniş örgütler, resmî ya da yarı resmî ku­rumlar teşkili; kişisel terör ve toplu terör...»

1949 yazı süresince, komünist düşmanı propaganda inanılmaz bir dereceyi bulmuşken, Amerika’da Eugene Hadamovski’nin tezinin uygulanışına benzer bir olay ge­çiyordu.

Komünist Partisi’nin on iki idarecisi, New York Fe­deral mahkemesinde, Hükümeti zorla ve şiddetle tehdit etmiş olmak suçundan yargılanırken, Amerika’da zorun ve şiddetin gerçek kışkırtıcıları seksen kilometre kadar içerde çalışır durumdaydı.

Paul Robeson, 27 Ağustos gecesi, Peekskill şehri (New York Eyaleti) yakınındaki Lakeland Acres’da bir açık hava konseri verecekti. (Konser, Medenî Haklar Demeği’nin Harlem Bölümü yararına tertiplenmişti. Anayasadaki hakların savunulması için kurulan bu ör­güt, Başsavcı Clark'm «bozguncu» örgütler listesinde yer alıyordu.)

Konserden dört güıı Önce PeekskİU Evenİng Star gazetesi şöyle bir başlıkla çıkıyordu: «Robeson'un kon­seri, «bozguncu» bir örgütü destekliyor.» Daha ileride şöyle yazıyordu: «Tasvip anlamına gelen pasif sükût za­manı artık geçmiştir...» Mahallî Ticaret Odası başkanı ve sözde yurtsever diğer örgütler, bu «Amerikan olma­yan» konsere hücum ettiler. Eski muharipler derneği, konser akşamı bir yürüyüş ve bir protesto gösterisi dü­zenlemeye karar verdi.

Konser yapılmadı.

Paul Robeson geldi fakat Lakeland Acres’a gireme­di. Zincirlerinden boşanmış bir kalabalık geçidi kapatı­yor ve alanda herkesin ilerlemesine engel oluyordu. Ara­ba park yerine uzanan üç kilometreden fazla bir yol, tampon tampona birbiri arkasına yığılmış arabalarla tı­kanmıştı, Görünürde polis memuru yoktu.

Hava kararırken, bir serseri takımı, alanda dizilmiş olan açılır kapanır sandalyeleri parçalamaya koyuldu; onlara büyük bir ateş yaktılar ve sonra, alana girebil­miş oln insanların üzerine çullandılar. «Hiçbiriniz bu­radan çıkamayacaksınız... Yaşasın Hitler! Onun eseri tamamlanacaktır...» diye bağırıyorlardı.

Birkaç düzine insan, hemen alanda savunma terti­bi aldılar. Saat 20.30 da içlerinden biri karanlığın yar­dımı ile, uluyan kalabalığın arasında kendisine bir yol açabildi ve polise telefon etmeye koştu. Gördüklerini daha sonra şöyle anlatıyor:

«Alanın giriş yerinden bir zenci ile iki lıryii/.m yaklaştıklarını gördüm. Kalabalık mıhın durdurdu. Bir düzine insan zenciyi yokuşu doğru sürdü. O ise boyuna: «Ameri­kalıyım ben! Bir konsere gitmeye hakkım y<*k mu?» diye tekrarlıyordu. Birdenbire adamlardan biri ona vurdu. O, yere yuvar­landı. Bütün serseri takımı: «Öldürün! Bi­lirin işini!» diye bağırarak üzerine çullan­dı. Yumruklamaya, tekmelemeye başladılar. Sonra ayaklarının altında çiğnediler. Tam bu sırada kenarda resmî elbiseli bir adam gör­dü ııı. Ona, «Ne duruyorsun arkadaşım, re­zalet bu!» dedim. O, «Doğru.» dedi. «Ameri­ka'da böyle şey olur mu?» Ve kavganın orta­sına atıldı. Arabaların arasına gizlene gizle- ııe zenciyi ormana kadar sürükledim. Yoksa oııı.ı öldüreceklerdi sanırım.»

20 Ağustosta New York Herald Tribüne, konsere e.iiım-k İsleyen insanların öğradığı saldırıyı şöyle anla­tıyordu:

«...Taşlardan ve odun kütüklerinden bir barikat onları durdurdu; sonra, arabaların­dan inmeleri yoksa zorla dışarı atılacakları emredildi. Erkekler sıkı sıkıya bağlandı, ka­dınlar saldırıcıların alayları arasında uzakla­nabildiler. Arabaların üstü, kapıları ve pen­cereleri taşlarla tahrip edildi; sekiz araba devrildi. Sabahın ikisine doğru hurdacılar arabaları aramaya geldiler.»

Nihayet polis gelip, ortalığı şöyle bir yatıştırana ka­dar kavjsı saatlerce sürdü.

Olayın ertesi günü, bir pazar öğle sonu, oralarda oturanlardan, onlara kızmış 1500 kadar insan, Katonalı'- ta Dr. Samuel Rosen’in arazisinde toplandılar; West- chester Kanun ve Düzen Komitesi'ni kurdular ve oybir­liği ile Paul Robenson’u yeniden Peekskill’de konser vermek için davet etmeye karar verdiler. Komite, «Ör­gütlü haydutluğa Birleşik Amerika’nın en küçük bir par­çasını bile terketmeyi reddederiz» diye açıkladı. «Özgür­lüğümüz ve medenî haklarımız hâlâ yürürlüktedir.»

Salı akşamı, 8.000 kişi, Peekskill olayını protesto etmek için Harlem'de Golden Gate Ballroom’da toplan­dılar. Kalabalık önünde konuşan Paul Robeson West- chester iline konser vermek için yeniden gelmek iste­diğini haber verdi.

Konser, 4 Eylül Pazar günü öğleden sonra Hollow Brook Şehir Klübü'nde verilecekti.

Konser günü yaklaştıkça Peekskill’de hava gergin­leşiyordu, Oranın eski muharip örgütleri, konserin ve­rileceği yerin civarında muazzam bir protesto yürüyü­şü yapmaya karar verdiler. Şehir, ilânlarla ve afişlerle kaplandı: «Feekskill'i örnek al! Amerika ayağa kalk!» Arabaların ve otobüslerin üzerinde: «Komünizm = Hı­yanet — Komünizmin desteği Yahudiler! Bunun için Yahudilere karşıyım» yazılarını taşıyan pankartlar gö­rülmeye başlandı, Daily Compass, civarda tatilde olan insanların «bir hücuma karşı gece gündüz erkeklere nö­bet bekletecek kadar kendilerini tehlikede» hissettikle­rini anlatıyordu.

Konserden evvelki gece, barlarda, kahvelerde Peeks- kill'iıı köşe başlarında gencecik çocuklar «Pis komünist­lerle» «pis zencilere» ve «yahudilere» yapacakları şey­ler için açıkça s Öz veriyorlardı.

Westchester Kanun ve Düzen Komitesi'nin ricaları ll/t tim V.tlı Ttıoıııas 1’,. Dcwey, konser günü Peekskill'c pnlh Iılı lıkIcı i j’.öııderınek zorunda kaldı,

hnir.ru Iı-riip edenler de kendi yönlerinden, din­li ■ v i* i İr ı iıı kmıııııııasını güven altına almak için 2.500 I.C.M di ısınanı eski muharip çağırttılar. Milletlerarası | )< I I M- kiıscIfi'İlıT Birliği başkan yardımcısı ve Ameri­                            duşumla yedek subay olarak hizmet görmüş olan

I   < ım Siıaııs'ııı kumandası altında eski muharipler, kon- wı i'lıııii, i'.iiiK'şin doğuşundan az evvel Hollow Brook *.clm kliibii’ııe geldiler. Alanı tamamen çeviren, omuz ımimi/,ı hiı savunma kordonu kurdular.

<Vleyin dinleyiciler akın etmeye başladı. Bazıları, nllrli'i i yanlarında olarak otlar üzerinde yediler Öğle ye- ııırj'ini. Giriş yerine yakın küfürler ve tehditler savu­                             imayiş^i kalabalığı tutan polis kordonu arasından

l'.'ViıIrı . Kalabalıktan bazıları: «Namussuz komünistler, V.1İIIidiler, pis zenciler... girin, girin, ama bir daha çıka­nla ya» aksınız dışarı» diye bağırıyorlardı.

Saal 14'dc konser başladığında alanda 20.00’e ya­kın insan vardı. Paul Robeson’un sesi halkı susturdu. Oriahj'i yıkarcasına alkışlar, yankılana yankılana tâ

I        .  ı e pek-re kadar gidiyordu.

Tıkışta, polis memurları arabaları ve otobüsleri sık bir ormanın içinden geçen dolambaçlı bir yola şevketti­ler. Tas, çakıl, şişe ve tuğlalarla silâhlanmış yüzlerce adanı yol boyunca pusuya yatmıştı. Yoldan akan ara­balar, taş ve şişe yağmuruna tutuldular.

Saldırının kurbanlarından bazılarının daha sonra ya|ti ık ları açıklamalardan birkaç parça:

«Bir polis memurundan, bize taş yağdı­ran bir adamı yakalamasını istedik. «Kafan parça parça olmadan arabana dön pis yahu- <.|i!» diye cevap verdi.      ;

«Polis memurlarından ve bekçilerden yardım isteyen birçok yaralı gördüm. Onlar- sa, gülmeye, «pis ya hu d i», «pis zenci» diye küfretmeye ve kalın sopaları ile dövmeye başladılar yardım isteyenleri. Arabalara ve otobüslere taş atan polis memurları ve bek­çiler bile gördüm.»

«Otobüste bulunan kadınlara ve çocuk­lara, yere yatmaları emri verildi. Kadınlar, havada uçuşan taşlardan ve şişe parçaların­dan korumak için çocukların üzerine kapan­dılar... Birçok serseri, otobüse biraz daha yaklaştı ve iyice nişan alarak birkaç kadının tam başına fırlattı taşları,»

«Bekçilerden biri şöyle dedi: «Bu na­mussuzların işini bitirelim artık.» Onlardan biri, benim bulunduğum arabanın önünde durdu, Nişan aldı. Ve bir ayağı ilerde, kalın sopasını sol gözüme salladı... Gözüm kurtul­du; sopa gözkapağımın ucunu sıyırdı. Kana­maya başladı. Polis memurları inmemizi em­rettiler... 15-20 kişilik polis kordonunun arasından geçmek zorunda idim. Her biri sır­tıma veya kafama bir sopa indirdi. Beni ye­re yıktılar ve vurmaya devam ettiler. Geçen hafta elimi yakmıştım, elimde sargı vardı. Bir polis bunu farketti. Elime bastı, topu­ğuyla bandı sökerken yanmış parmaklarım­dan birini kırdı,»

«Bir sürü külhanbeyi otobüsün önüne fırladı ve koca bir taş fırlattılar. Taş elime geldi, bir de baktım ki, orta parmağımın üçüncü boğumu, eklem yerinden sarkıp du-

2J8

ıtıyı.r. hılis ve bekçiler bütün bunlar olur^ Un j'.iiU'irk seyrediyorlardı.»

fllll ‘..tvim yii/.lnvc idi. Birçok erkek ve kadın ağır tpı klMr v.tı pil.ı111ıııştı.

Illı.l. m 1.1 /la oLobüs ve yüzlerce özel araba, güruhun

^ n ...............         acıklı izlerini taşıyordu: camlan kırılmış,

kıi|iılıiı t sökülmüş, tamponları eğrilmişti.

Nr\v Yıa k Af;c adlı bir zenci gazetesinin muhabiri IrtN'' M:ıitlıcws «Bu yazıyı Peekskill cehenneminden «yııMıkı.nı lıcııüz birkaç saat sonra yazıyorum» diyor­du. «K;ıliilwlı£ın çılgm uğultusunu, atılan taşların, cam­inin \v ttiH.ı n vücutlarına çarpınca çıkardığı sert ve ku- Mi ‘.i m lınla duyuyorum. Kadınların feryatlarını, çocuk­lunu hiirinşlarını, çıldırmış genç adamların yapılanları tlnftm Inyaıı bağırtılarını ve küfürlerini hâlâ duyuyorum. Jîı*|\ ta/e yaralardan akan kanın mide bulandıran ko­kusunu; insanları tuğla, şişe taş ve sopaların erişimin- <1**n t csaıvlle uzak tutmaya uğraşan arabaların ve oto­büslerin ej’/.os kokusunu hâlâ duyuyorum. Her yerde, ııvı>ı şitlıka ve kargaşalıkla yüklü ağır havayı hissediyo- ıum. Ilep Pcekskill’i duyuyorum, hissediyorum, gözü- inim önünden gitmiyor hiç.»

Memleketi bir uçtan bir uca, bir isyan ve ayıplama dıivj • usu sardı. Sayısız yurttaş, dinî örgüt ve sendika, linin kişiler protestoda bulundular.

Christian Science Monitör şöyle yazıyordu:

«...Eğer böyle bir topluluk, toplanma ve söz özgürlüğü gibi Anayasa'da yazılı temel haklan çiğneyecek güçte kargaşalıklar çıkar- tabiliyorsa, Amerika’da pek az şehir kendini güven içinde hissedebilir.*»

PeekskiU olayı üzerine soruşturma açılması için Westchester Komitesi’nce daha sonra yayınlanmış olan «işte Deliller: PeekskiU - USA» adlı broşürden bir parça:

«Size bu raporu sunanlar bu bölgede oturanlardır. Evlerimizi burada yaptık, ço­cuklarımız burada okula gittiler...

Şimdi artık biliyoruz ki, bu başımıza ge­len şeyin adı faşizmdir. Artık uzak bir yerde Alman halkının başına gelmiş bir şey söz ko­nusu değildir. Şimdi günlük yaşayışımızı tehdit eden, kaçınılmaz ve kişisel bir şey söz konusudur.

Buralı bir satıcı şöyle diyor: «Köyümü­ze mektup taşıyan genç bekçi, üç yıldır her sabah bana gülümseyerek günaydın diyen bekçi, Robeson’un birinci konserine saldıran kudurmuş kalabalığın arasındaydı.» - Bir yaşlı yurttaş bize şöyle dert yandı: «On altı yıldır çocuklarımızın saçlarını kesen bir ber­ber, ikinci konserden çıkışta arabalara sal­dıran topluluğa katılmakla övünüyor.» - Bir ana bize şöyle dedi: «Kızımızın en iyi sınıf arkadaşı ona, Peekskill’de konser veren Ro- beson'u dinlediği için suratının tam ortasma bir taş hakettiğini söyledi.»

Yazı şöyle bitiyordu:

«Sizin de, henüz vakit geçmeden hareke­te geçeceğinizi; gözlerinizi ve kulaklarınızı gerçeğe asla kapamayacağınızı; faşizm deni­len bu çirkin belânın yurdumuz insanlarına saldırmasına ve onları hırpalamasına mey­dan vermeyeceğinizi umarak bu broşürü gön­deriyoruz size.»



[1]     Danışma Kurulu, Harward Üniversitesi Başkanı A. Lawrence Lowell, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Başkanı Safnuel W. Stratton ve emekli yargıç Robert Grant'tan meydana gelmişli. Genel olarak Lowel Kurulu adı ile tanınan kurulun görüşme­leri Harward'ın zengin ve despot başkanının etkisi altında geçti. Joughîn ve Mirgan «Sacco İle Vanzetti'nin vasiyetna­mesi» adlı incelemede 'asalet böyle emreder' düşüncesinin derin etkisi altındaki Yeni İngiltere züppeliğinin eşsiz bir ör­neğiydi bu...» dîye yazıyorlar. «Onların kişisel peşin hü-

[2]     Bergoff'un ilk marifetlerinden tipik bir örnek: 1910'da, Phrla- delphia Rapid Transit Company, 21 senttik saat ücretlerinin artırılması için mücadele eden 5.000 makinist ve şoförün grevlerini kırmak için Bergoff'a başvurmuştu. Philadephia, haftalarca dehşet içinde yaşadı. Grev kırıcılar, dükkânları yağma ediyor, evlere saldırıyor, grevcilerin ve Philadelphia'- lıların üzerine ateş ediyorlardı. Bir gün, Bergoff'un adamla­rından bir çe/e, adamakıllı sarhoş bir durumda, iki troleybüse doluştular ve şehir içinde, gelip geçenlere ateş ederek, bir düzüne insanı da yaralayarak şöyle bir volta attılar. Yarala­dıklarından biri, uykuda olan bir bebekti.

Sonradan Bergoff: «Grevin ilk günü adamlarımızdan iki­si öldürüldü. Birinin cenaze masrafını üzerime aldım. Bunun bakmak zorunda olduğu bîr de ailesi vardı,» diye açıkladı. Grev sırasında Philadelphia'da bulunan gazeteci John Craige, Colliers'de çıkan bir yazısında anlatıyor: «Bir Amerikan şeh­rinin zararsız halkına böyle sistemli, böyle kararlı, bu kadar hoyrat ve haksız bir saldırı daha olmamıştır. Böyle büyük çapta bir yağma ve talan daha görülmemiştir. Bir «sarı» kontrolör paranızı vermeyebilirdi. Eğer itiraz etmeye kalkar-

[3]     Pearl L Bergoff, 11 Ağustos 1947 de New York'fa Saint- Vİncent hastanesinde öldü. Hastanenin kayıtları son bir defa daha, onun ne kadar bos gurur sahibi, gösteriş meraklısı bir İnsan olduğunu ortaya çıkarıyor : Bergoff, ölmeden bir hafta önce hastaneye girerken, kendini sekiz yas genç göstermişti.

Wesfbrook Pegler, Hearst tröstünden Front du Travail'ın günlüğünde «Onu uzun zamandan beri tanırdım» dîye yazı­yordu, «Pearl Bergoff hiç bir zaman komünistlerden yana ol­madı. O, bir kanun ve nizam adamıydı. Pearl, muhteşem bir grev kırıcı idi... Onun Birleşik Amerika'daki herhangi bir sendika idarecisinden daha saf ve namuslu olduğunu sanı­yorum. Grev kırmak, onun İçin basit bir işti. Hiç bir zaman demokrasiden veya insan haklarından söz açtığını duvma- dım onun.»

[4]      cKızıl şebeke».

[5] 1 Acre = 4,39 dönüm genişliğinde eski bir arazi ölçüsü.

[6]     Waters'în politik düşünceleri ve kişisel ihtirası çok geçmeden açığa çıktı: Hâkî Gömlekliler adında bir örgüt kurunca şöyle bir açıklamada bulunmuştu: «Böyle bir örgüt, akla, hemen İtalyan faşistlerini ve Aiman nazilerîni getiriyor. Hîtler'le 5 yıl alay ettiler. Ama şimdi Almanya'yı o idare ediyor. Savaş­tan önce Musolİni, politik düşünceleri yüzünden İtalya'yı ter- ketmeye zorlanmış zavallı bir matbaacıdan başka bîr şey de­ğildi. Ama bugün, bütün dünyanın tanıdığı bir insan oldu.»

[7]       Butler, İfadesinde, McGuİre'dan öğrendiğine göre, General McArthur ile Hanford McNider'e, faşist darbenin kudretli yö­neticileri olarak bakıldığını söyledi.

[8]       Wallace taraftarlarına karşı her yanda yürütülen baskı, çeşitli şekillerde görüldü. Minneapotîs'te, yüksek sosyeteden bir ka­dın, Eyaletteki hastanelerin durumunu İyileştirme programı­nı tartışmak İçin evine bir grup doktoru ve profesörü davet etmişti. Sonradan öğrendi kî, kendisinin Wallace'a duyduğu yakınlıktan dolayı polisler toplantı süresince evinin önünde parketmiş bütün otomobillerin numaralarını almıştı. Boston'­da, okul müdürleri, Wallace lehine listeler dağıtan barı ka­dınlara, siyasî faaliyetlerine devam ederlerse çocuklarının İlerde üniversiteye girmekte bazı «güçlüklerle» karşılaşacağı­nı haber verdiler. Saint Louis'ds (Missouri) bir kadına, Wal- lace lehine faaliyetlerini sürdürürse, birisinin, çok sevdiği kör köpeğini zehirleyeceği telefon edildi. New York Eyaletinin yukarı taraflarında küçük bir şehir olan Au Sable Forks'ta Wallace'ın en ateşti taraftarlarından ve kendisi de Amerikan İşçi Partisi listesinden kongre adayı olan ünlü aktör Rock- well Kent'e ait Argaard mandrası müşterileri tarafından boy­kot edildi. Kent, mandrasını kapatmak zorunda kaldı.

[9]       Henry A. Wallace'ın aldığı bu son derece az oy, yalnızca, İlerici Partiye karşı yöneltilmiş uzun kampanya İle açıktana-

[10]     1948 sonuna doğru, Avrupa'ya yardım programı uygulanma­ya badanalı henüz bir yıl olmuşken, Kaiser-Frazer Automo­bile Corporation'dan Joseph W. Frazer, Roma'da gazetecilere şöyle dedi: «Marshall plânı, askerî bir yol olarak eşsiz, fakat İş bakımından yürekler acısıdır.»

1948 İle 1949 arasında Avrupa'ya yardım diye yatırılmış

10   milyardan fazla dolara rağmen Amerikan ihracatı durmak­sızın azalıyordu. Bundan başka yardım plânından faydalanan memleketlerde işsizlik hızlı bir tempoyla artıyordu. 1948 yılı İçinde Fransa'da işsizlerin sayısı hemen hemen iki katma yük­seldi. Batı Almanya'da olduğu gibi İtalya'da da işsiz sayısı 2 milyona yükseldi,

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar