Print Friendly and PDF

TÜRKÇE’DEKİ YUNANCA KELİMELER


Dr. Hakkı Açıkalın

ÖNSÖZ

Dünya üzerinde hiçbir dil arı değildir, bu anlamda bütün diller birbirleriyle şu ya da bu düzeyde etkileşmişler, alışverişte bulunmuşlardır. Bu çalışmada, Türkçe’de gerek halk arasında gerekse entelektüeller arasında kullanılan Yunanca kökenli kelimelerin bir bölümü, orijinal yazılışlarıyla ve bazıları da etimolojik kaynaklarıyla veya tarihî öyküleriyle birlikte verilmiştir. Burada, Tıp, Mühendislik gibi konularla ilgili özel terimlerin hemen hiçbirine değinilmemiştir. Yine, Yunanca kökenli Tıp Terimleri Sözlüğü de inşallah yakında hazır olacaktır. Bu eserde geçen Yunanca kökenli kelimeler, Türkçe’ye Yunanca’dan geçmiş kelimelerin sadece bir bölümüdür.

Hakkı Açıkalın

 -A-

Abis: Άβυσσος (Âvisos). Denizlerin (okyanusların) en derin bölümü.

Açelya: Αζαλέα (Azalêa). Bir bitki türü.

Afyon: Όπιο (Ôpio). Latinceye "Opıum” olarak geçmiştir.

Ahlat: Αχλάδι (Ahlâdi). Yaban armudu.

Ahtapot: Χταπόδι (Htapôdi) veya Οκτάπους (Oktâpus). Όκτώ (Ôktô): Sekiz- Πόδι (Pôdi): Ayak. Sekiz ayak anlamında. Bir deniz canlısı.

Akasya: Aκακία (Akakîa). Bir ağaç türü.

Akrobasi: Ακροβασία (Akrovasia). Άκρος (Âkros) veya Άκρον (Âkron): Uç, ekstrem-Βατώ (Vatô): Yürüme. Uçlarda yürüme, parmak uçlarında hareket etme.

Akrobat: Ακροβάτης (Akrovâtis). Uçlarda hareket eden.

Akrobatizm: Ακροβατισμός (Akrovatismôs). Uçlarda yürüme eylemi, akrobatlaşma.

Akrostiş: Ακροστοιχίδα (Akrostihîda). Άκρος (Âkros): Uç-Στοίχος (Stîhos): Saf, sıra, katar. Bir şiirde mısraların baş harflerinin alt alta konulduğunda anlamlı bir kavram veya cümle oluşturması.

Akustik: Ακουστική (Akustikî). Ακούω (Akûo): İşitmek, duymak. Ses düzeni, işitsel, işitmeye değgin.

Alçı: Άργιλος (Ârgilos). Kil, aktoprak, çömlekçi toprağı.

Allegori: Aλληγορία (Alligorîa). Mecaz, kinâye.

Allegorik: Aλληγορικός (Aligorikôs). Mecazî, kinâyî.

Allerji: Aλλεργία (Alergia). Άλλο (Âlo): Diğer, başka-Εργία (Ergîa): Etki. Başka etki. Vücudun, bazı maddelere karşı verdiği tepki ya da bazı maddelerin vücutta yarattığı farklı (ve genelde de olumsuz) etki. Örn. Penisilin allerjisi.

Allerjik: Αλλεργικός-ή-ό (Alergikôs). Allerjiye değgin.

Amblem: Έμβλημα (Êmvlima). Âlâmet-i Fârika, simge.

Amfibi : Αμφίβια (Amfîvia). Αμφί (Amfî): Çift, ikili, iki taraflı-Βίος (Vîos): Yaşam. İki yanlı yaşam. Örn. Hem suda hem karada yaşayabilen kurbağalar amfibi (çift hayatlı) canlılardır.

Amfitiyatro: Αμφιθέατρο (Amfithêatro). Αμφί (Amfî): İki taraflı, iki yanlı-Θέατρο (Thêatro): Tiyatro. İki taraflı tiyatro modeli.

Amib: Αμοιβάς (Amivâs) veya Αμοιβάδα (Amivâda). Değişim anlamında. Tek hücreli canlı.

Anadolu: Ανατολία (Anatolîa). Yunanca, "Doğu” anlamına gelmektedir.

Anadut: Αναδόντις (Anadô-n-dis): Ucudişli, üstü dişli. Harmanda ekin savurmaya yarayan araç, dirgen, yaba.

Anafor: Ανήφορος (Anîforos). Ανα (Ana): Tepeden tırnağa-Φόρα (Fôra): Hızlı hareket, hücum, hamle. Yukarı doğru akan-hareket eden, karşıt akan, çelişik akan.

Anagram: Αναγραμματισμός (Anagramatismôs).

Anahtar: Ανοιχτήρι (Anihtîri). Ανοίγω (Anîgo): Açmak kelimesinden. Açacak, açar, açkaç, açkı, açkıç, açkır, açku.

Analiz: Ανάλυσις (Anâlisis) veya Ανάλυση (Anâlisi). Ανά (Anâ): Tepeden tırnağa, baştan aşağı-Λύω (Lîo) veyâ Λύση (Lîsi): Çözüm, cevaplama, açınım. Çözümleme, tahlil.

Analitik: Αναλυτικός-ή-ό (Analitikôs). Çözümsel. Tahlile değgin.

Anarşi: Αναρχία (Anarhîa). Α veya Aν (An): …sız, …siz- Αρχή (Arhî): Düzen, nizâm, işleyiş. Düzendışılık, yönetimdışılık, her türden yönetim biçimine karşı olma, devletsizlik.

Anarşist: Αναρχίστες (Anarhîstes). Düzendışılık ideolojisini savunan, kuralları çiğneyen ya da çiğnemek isteyen, çiğneme amacı taşıyan, bunu da bir kuralın gereği olarak yerine getiren.

Anarşizm: Aναρχισμός (Anarhismôs). Αν (An): Sız, siz- Αρχή (Arhî): Düzen, idâre, yönetim. Düzendışılık ideolojisi. İdeolojinin babası Rus ideolog Bakhunin’dir.

Anason: Ανισον (Anison). Bir tür baharlı bitki. Rakı’da, bazı şekerlemelerde ve çöreklerde kullanılır. Fr; Anice.

Anektod: Ανέκδοτο (Anêktodo). Fıkra. Αν (An): Sız, siz- Εκδίδω (Ekdîdo): Yayınlama. Yayınlanmadan, yayınlanmamış.

Anemon: Ανεμώνα (Anemôna). Dağ lâlesi.

Anestezi: Αναισθησία (Anesthisîa). Hissizleşme, Hissizleştirme. Αν (An): Sız, siz- Aισθάνομαι (Esthânome): Hissetmek, his vermek.

Anfora: Αμφορέας (Amforêas).

Angarya: Άγγαρεια (Âgaria).

Anofel: Ανώφελος (Anôfelos). Zararlı anlamında. Bir sivrisinek türü olup dişileri sıtma parazitleri için asalak görevi yapar.

Anonim: Aνώνυμος-η-ο (Anônimos). Αν (An): Olumsuzluk öneki, sız, siz, suz, süz-Όνομα (Ônoma): İsim. İsimsiz anlamında. Ortak, belli bir sahibi olmayan, belli bir kültüre ait olan.

Ansiklopedi: Eγκυκλοπαίδεια (Ekiklopedia). Εν (En): İç-Κύκλος (Kîklos): Döngü, döngüsel, çevrim-Παιδεία (Pedîa): Eğitim.

Antibiyotik: Αντιβιοτικη (Antiviotiki). Αντι (A-n-di): Zıt, karşı, karşıt-Βιος (Vios): Hayat. İnsan veya hayvan vücuduna zarar veren mikroorganizmaların hayatını sonlandırmaya yönelik olan madde, ilaç.

Antilop: Αντιλόπη (A-n-dilôpi). Afrika’da yaşayan otçul bir hayvan.

Antipati : Αντιπαθεια (Antipathia). Αντί (Antî): Karşı, Karşıt, Zıt- Πάθος (Pâthos): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert, duygu, His, duygulanım, dert. Karşıt duygu, Zıt duygu.

Antipatik: Aντιπαθητικός-ή-ό (Antipathikôs). Αντί (Antî): Karşı, Karşıt, Zıt- Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert, his, duyu, duygu. Karşıt duygu sahibi olan, karşıt duygulu.

Antitez: Αντιθεσις (Antithesis). Αντί (Antî): Karşı, Karşıt, Zıt-Θέσις (Thêsis) veyâ θέση (Thêsi): Sav, Tez. Karşı sav. Karşı tez.

Antoloji: Aνθολογία (Anthologîa). Άνθος (Ânthos): Eski Yun. Çiçek-Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelâm. Kadim Yunan’da, en güzel şiirlerin ve yazıların biraraya toplanması, bir şiir demeti hâline getirilmesi anlamında kullanılmaktaydı.

Antropolog: Άνθροπολογος (Ânthropologos). Άνθρωπος (Ânthropos): İnsan- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. İnsanbilimci.

Antropoloji: Άνθροπολογια (Ânthropologia). Άνθρωπος (Anthropos): İnsan-Λόγoς (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Yalnıkbilim, İnsanbilim.

Apostrof: Απόστροφος (Apôstrofos). Kesme.

Araknofobi: Αραχνοφοβία (Araknofovîa). Άράχνη (Ârâhni): Örümcek-Φόβος (Fôvos): Korku. Örümcek korkusu.

Aristokrasi: Αριστοκρατία (Aristokratia). Άριστοι (Âristi): Bey-Κρατώ (Kratô): İdâre etmek, yönetmek. Beyerki.

Aristokratik: Αριστοκρατικός-ή-ό (Aristokratikôs). Beyerkine değgin, beyerkine ilişkin.

Aristokrat: Αριστοκράτης (Aristokrâtis). Beyerkçi, asil, soylu.

Aritmetik: Αριθμητική (Aritmitikî). Άριθμός (Ârithmôs): Sayı. Sayıbilim.

Arkeoloji: Αρχαιολογία (Arheologîa). Άρχή (Ârhî): Baş, başlangıç, rical, Temel ilke- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm.

Arkeolog: Αρχαιολόγος (Arheolôgos). Arkeoloji bilimiyle uğraşan.

Armoni: Aρμονία (Armonîa). Aheng, uyum.

Aroma: Άρωμα (Âroma). Doğal koku ve bu kokudan neşet eden.

Arp (Harp): Άρπα (Ârpa). Bir müzik âleti.

Arsenik: Αρσενικό (Arsenikô). Bir kimyevî element. Kırmızı renkli, ağulu bir madde, sıçanotu, Zırnık, zırnîh.

Arşiv: Aρχείο (Arhîo). Άρχή (Ârhî) kökünden; temel olan, başlangıça ait olan anlamından dönüşerek eski olan anlamı kazanmıştır.

Arter: Αρτηρία (Artirîa). İlk kez Aristoteles tarafından kullanılan bir terim. Atardamar.

Asbest: Ασβέστης (Asvêstis). Kireç.

Asfalt: Άσφαλτος (Âsfaltos). Zift.

Asimetri: Ασύμμετρία (Asîmetrîa). Bakışımsızlık, gayrı tenazur.

Asimetrik: Ασύμμετρος (Asîmetros). Bakışımsız, gayrı mütenazır.

Astım (Asthma): Άσθμα (Âsthma).

Astigmat: Αστιγματισμός (Astigmatismôs): Tıp ter. Bir göz hastalığı

Astrofizik: Αστροφυσική (Astrofisikî). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Φυσική (Fisikî): Fizik bilimi, Doğal, Tabiî. Gök fiziği, Yıldız fiziği. Yıldızların doğasına değgin.

Astroloji: Αστρολογία (Astrologîa). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Λόγος (Lôgos): Bilme, bilgilenme, bilim, kelâm. Yıldızbilim

Astronom: Aστρονόμος (Astronômos). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Νόμος (Nômos): Kanun, nizam, düzen. Gökbilimci, yıldızbilimci.

Astronomi: Αστρονομία (Astronomia). Aστέρας (Astêras): Yıldız-Nόμος: Kanun, düzen, nizâm). Yıldızların Düzeni. Gökbilim

Astronomik: Αστρονομικός-ή-ό (Astronomikôs). Αστέρας (Astêras): Yıldız-Νόμος (Nômos): Kanun, düzen, nizam. Aşırı, ulaşılması çok zor olan. Gökbilimsel. Yıldızların nizâmına değgin.

Astronot: Αστροναύτης (Astronaftis). Αστέρας (Astêras):Yıldız-Nαύτης (Naftis): Denizci. Gök gezgini, Gök seyyahı.

Ateist: Άθεος (Αtheos). Α: Sız, siz-Θεος (Theos): Allah. Allahsız, tanrıtanımaz.

Ateizm: Αθεϊσμός (Atheismôs). Α: sız, siz-Θεος (Theos): Allah. Allahsızlık, tanrıtanımazlık.

Αterina: Aθερίνα (Atherîna). Gümüşbalığı.

Atlantik: Ατλαντικός (Atlantikôs). Atlas okyanusuna veya Atlas omuruna değgin.

Atlas: Άτλας (Âtlas). Yunan mitolojisinde bir varlık, Japetos adlı Titan’ın oğlu ve Prometheus’la Epimetheus’un kardeşi. Tıp terimi olarak, İlkomur, Coğrafya.

Atlet: Aθλητής (Athlitîs). Atlet.

Atletik: Aθλητικός-ή-ό (Athlitikôs).

Atletizm: Aθλητισμός (Athlitismôs).

Atmosfer: Ατμόσφαιρα (Atmôsfera). Ατμός (Atmôs): Nefes, soluk-Σφαίρα (Sfera): Küre. Dünyayı çevreleyen ve dünya üzerindeki yaşamı en önemli ölçüde sağlayan katman, tabaka. (Atmos kelimesinin orijini Sanskritçe “Atma”dır ve “nefes / Soluk” anlamına gelir.

Atmosferik: Ατμοσφαιρικός-ή-ό (Atmosferikos). Ατμός (Atmôs): Soluk- Σφαιρα (Sfera):Küre. Dünyayı çevreleyen ve dünya üzerindeki yaşamı en önemli ölçüde sağlayan katman, tabakaya değgin.

Atom: Άτομο (Âtomo). Α: sız, siz, suz, süz-Tομος (Tomos): kesme, parçalama. Parçalanamaz olan. Maddenin en küçük, parçalanamaz bölümü anlamında. Kavram, felsefî ve bilimsel anlamda Avdira (Abdera) Okulu’nun kurucuları olan Dimokritos ve Leukippos tarafından geliştirilmiştir. Άτομος Είδος (Âtomos İdos): Kesilemeyen-parçalanamayan şekil.

Atomik: Ατομικός-ή-ό (Atomikôs). Α: sız, siz, suz, süz-Tομος (Tomos): Kesme, parçalama. Bölünemeyen, parçalanamayan. Modern Yunanca’da "kişi”, “birey” anlamlarında da kullanılmaktadır.

Avlu: Αυλή (Avlî).

Avrupa: Yunan mitolojisinde Zeus’un sevgililerinden biri; Evrôpi (Ευρώπη). Bir kıta ismi.

Ayandon: Aγίος Αντωνίος (Agîos Andonîos: Aziz Antonius) teriminden türemiş olup Ocak ayı ortalarında görülen bir fırtınanın ismidir.

Ayazma: Αγίασμα (Agîazma). Kutsanmış su, adak yeri.

Ayeser: Αγίος Σεργίος (Agîos Sergîos: Aziz Sergîos) teriminden türetilmiş olup Trabzon yöresinde Ağustos ayında düzenlenen bir dernek, şenlik anlamındadır.

Aynaroz: Άγιον Όρος (Âgion Ôros). Άγιον (Âgion): Azizler-Όρος (Ôros): Dağ. Dağ Azizleri anlamında. Halkidiki yarımadasında bulunan ve özerk bir yapısı bulunan Orthodoks Hristiyanlığının en önemli merkezlerinden biri. Kadınların girmesi yasaktır. Türkçe’ye, Osmanlı döneminde geçmiş olup, Musahipzâde Celâl’in ünlü eseri “Aynaroz Kadısı” ile kavram popüler hâle gelmiştir.

Azot: Άζωτο (Âzoto). A: Olumsuzluk öneki-Ζωή (Zoî): Hayat, yaşam, yaşayış. Cansız. Cansız gaz anlamında. Bir kimyevî element. Simgesi N.

- B -

Badas: Βάθος (Vâthos). Derin. Anlam genişlemesiyle, harman kaldırıldıktan sonra dipte-altta kalan ekin kırıntıları, harman artıkları, taşlı-topraklı tahıl kalıntıları, Afara.

Bakteri: Βακτήριο (Vaktîrio). Bir tür mikroorganizma. Βακτηρία (Vaktirîa): Çubuk, çomak.

Balgam: Φλέγμα (Flêgma).

Balyoz: Βαριά (Variâ). Ağır. Anlam genişlemesiyle, taş kırmaya yarayan bir âlet.

Banyo: Μπάνιο (Bânyo). Βάλανος (Vâlanos): Erkek cinsel organının glans (baş, pelit) kısmıyla, korpus (gövde) kısmının birleştiği çembersi bölüm. Eski Yunan’da, erkekler cinsî temastan sonra bu bölgeyi yıkadıklarından ve bu gelenek güney İtalya’ya geçtiğinden Türkçe’ye İtalyanca’dan “banyo” olarak girmiştir. Aslı Yunanca "Vâlanos" kelimesidir.

Barbunya: Μπαρμπούνι-α (Barbûni,a). Bir tür balık ve bitki.

Barut: Πυρίτιδα (Pirîtida).

Baryum: Βάριον (Vârion). Ağır anlamında. Bir tür kimyevî element. Simgesi Ba.

Berilyum: Μπερίλιο (Berîlyo). Μπεριλ (Beril): Şekerli, tatlı anlamında. Bir kimyevî element. Be.

Bezelye: Μπιζέλι (Bizêli). Bir tür bitki.

Bibliyotek: Βιβλιοθήκη (Vivliothîki). βιβλίο (Vivlîo): Kitap- θήκη (Thîki) veyâ θέτω (Thêto): Kutu, kapalı yer, koruncak. Kütüphâne.

Bibliyografya: βιβλιογραφία (Vivliografîa). βιβλίο (Vivlîo): Kitap- Γράφω (Grâfo): Yazmak, yazım. Kitapyazım, kitap betimi.

Biyofizik: βιοφυσική (Viofisiki). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim- Φυσική (Fisikî): Fizik bilimi, Doğal, Tabiî. Canlı fiziği.

Biyografi: Βιογραφία (Viografîa): Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim- Γράφω (Grâfo):Yazmak. Yaşam öyküsü, yaşamyazım.

Biyokimya: Βιοχημεία (Viohimîa). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim – Χύμος (Hîmos): Tabiî Sıvı, özsu, usâre. Canlı kimyâsı.

Biyolog: Βιολόγος (Violôgos). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Dirimbilimci.

Biyoloji: Βιολογία (Viologîa). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, canlılık, dirim- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Dirimbilim.

Biyopsi: Βιοψία (Viopsîa). Βίος (Vîos): Hayat, yaşam, dirim- Οψίς (Opsîs): Görme, görüş. Canlı olana bakma. İnceleme amacıyla canlı bir dokudan parça alma.

Biyosfer: Βιόσφαιρα (Viôsfera). Βίος (Vîos): hayat, yaşam, dirim-Σφαιρα (Sfera): Küre. Canlıküre, yaşamküre, hayatküre, dirimküre.

Bodrum: Υποδρομος (İpodromos). Υπό (İpô): Alt, aşağı-Δρόμος (Drômos): Yol. Altyol, aşağı yol. Alt geçit, alt kısım, temel. Zaman içinde, evin alt katı anlamında değişmiştir.

Boksit: βωξίτης (Voksîtis). Bir maden.

Bomba: βόμβα (Vômva). Gümbürdemek, gürültü çıkarmak.

Boru: Πόρος (Pôros). Geçit, gerçek, yol. Anlam genişlemesiyle boru.

Botanik: Βοτανική (Votanikî). Bitkibilim’e değgin.

Brom: Βρομίο (Vromîo). "Kötü kokulu" anlamında. Bir kimyevî element. Br

Bronş: Βρόγχος (Vrôk-h-os). Trakea’nın (Soluk borusu) alt tarafta ikiye ayrılması ile meydana gelen iki adet tüp biçimli oluşum. Bronş.

Bronşit: Βρογχίτιδα (Vrok-h-îtida). Tıp ter. Bronş yangısı, Bronş iltihâbı.

Bulgur: Πλιγούρι (Πligûri).

- C, Ç -

Cımbız: Tσιμπιδάκι (Çimbidâki). Küçük kanca anlamında.

Cins: Γένος (Gênos-Yênos).

Coğrafya: Γεωγραφία (Geografîa). Γαία (Yea) veyâ Γη (Yi): Yeryüzü, Toprak. Yunan mitolojisinde toprak tanrıça, ana tanrıça, toprak, toprak ana, yeryüzü- Γράφω (Grâfo): Yazmak.

Çaça: Tσατσα (Çaça). Genelev patroniçesi, Mama.

Çağanoz: Τσαγγανος (Çaganos). Bir tür yengeç.

Çene: Γενις (Genis / Yenis) veya Γναθος (Gnathos). Çene, Altçene.

Çeres (z): Ξηρός-ή-ό (Ksirôs). Susuz toprak anlamında. Suyu olmayan, sudan fâkir olan. Anlam genişlemesiyle kavrulmuş bakliyat. Leblebi, fıstık, fındık, badem vs.

Çetele: Τσουτουλα (Çutula). Kertik.

Çiroz: Τσίρος (Çîros). Kurutulmuş balık.

Çiklet: Tσίχλα (Çîkla).

Çipura: Τσιπούρα (Çipûra). Bir tür balık.

- D -

Daktilo: Δάκτυλο (Dâktilo) veya Δάχτυλο (Dâhtilo). Parmak. Anlam genişlemesiyle, bir yazım aracı.

Daktilografi: Δακτυλογραφία (Daktilografia). Daktiloyazım.

Dandanaz: Dανδανας (Dandanas). Eski Yunanca. Ekinleri ince taş, kum, toprak gibi nesnelerden ayırmak için kullanılan aygıt, elek, kalbur.

Defne: Δάφνη (Dâfni). Yunan mitolojisindeki bir genç kızın isminden mülhem. Rivâyete göre, amansız bir hastalığa tutlan genç kız bir ağaca dönüşür. Yapraklarını yaz-kış dökmeyen bir ağaç türü.

Defter: Τεφτέρι (Teftêri).

Dekan: Δέκαρχος (Dêkarhos). Δεκα (Deka): On- Άρχηγός (Ârhigôs): Başkan. On kişinin başkanı. Anlam genişlemesiyle, bir fakültenin en üst düzey yöneticisi, kelime önce Fransızca’ya (Décan olarak) oradan da Türkçe’ye geçmiştir. İng; Dean.

Dekatlon: Δεκαθλον (Dekathlon). Δεκα (Deka): On- Αθλητισμός (Athlitismôs): Atletizm. On atletizm disiplinin biraraya gelmesiyle oluşturulan bir yarışma türü. Onlu Atletizm.

Delta: Δέλτα (Dêlta). Üçgen biçiminde olan. Akarsuların denize döküldükleri yerlerde oluşan alüvyondan zengin coğrafî yapı. Coğ. Ter.

Demagog: Δημαγωγός ( Dimagogôs). Δήμος (Dîmos): Halk, toplum, kitle- Άγω (Âgo): Yol açmak, ön açmak: Felsefe ter. Topluma yol gösteren. Anlam bozulmasıyla, boş laf üreten, içeriksiz konuşmalar yapan, Mugâlatacı.

Demagoji: Δημαγωγία (Dimagogîa). Δήμος (Dîmos): Halk, toplum, kitle-Άγω (Âgo): Yol göstermek, ön açmak. Topluma yol gösterme. Anlam bozulmasıyla, içeriksiz konuşmalar yapma, boş laf üretme, mugâlata.

Demet: Δεμάτι (Demâti). Tutam, Avuç dolusu, bir avuç, bağ, koçan anlamlarında.

Demografi: Δημογραφία (Dimografîa). Δήμος (Dîmos): Halk, toplum, kitle-Γράφω (Grâfo): Yazmak. Halk tasviri, halk betimi. Anlam genişlemesiyle, bir coğrafyada oturan (yaşayan) insanların sayısı, yoğunluğu, hareketliliği.

Demografik: Δημογραφικός-ή-ό (Dimografikôs). Demografiye değgin.

Demokrasi: Δημοκρατία (Dimokratîa). Δήμος (Dîmos): Halk- Κρατώ (Krâto): İdâre etmek, yönetmek. Halk iktidarı, halk idâresi.

Demokrat: Δημοκράτης (Dimokrâtis).

Demokratik: Δημοκρατικός-ή-ό (Dimokratikôs).

Deontoloji: Δεοντολογία (Deontologîa). Δέον (Dêon): İktiza, lüzum -Λόγος (Lôgos): Söz, bilim, bilgi veyâ Λέω (Lêo): Söylemek. (Özellikle Tıp biliminde) Tıp ahlâkı, tıp etiği.

Deri (Derma). Δέρμα (Dêrma). Cild.

Dermatoloji: Δερματολογία (Dermatologîa). Δέρμα (Dêrma)- Λόγος (Lôgos): Söz, bilim, bilgi. Deribilim, Cildiyye.

Despot: Δεσπότης (Despôtis). Hâkim olan, egemen, ev sahibi, reis, Kilise’de en üst düzeyde yönetici, baş papaz.

Despotizm: Δεσποτισμός (Despotismôs). Baskıcılık, şiddetli yöneticilik anlayışı, egemence davranış.

Diaspora: Διασπορά (Δiasporâ). Δια (Dia): Den, ile, için, dolayı, baştan aşağı-Σπόρος (Spôros): Tohum. Sağa sola dağılmış tohumlar anlamında. Anavatan’ın dışında yaşayan ve aynı milletten olan insan topluluğu. Örn: Diaspora Ermenileri.

Didaktik: Διδαχή (Didahî). Öğretmek kökünden. Öğretici.

Didim: Δίδυμος (Dîdimos). İkiz. Epididim teriminin içinde. Tıp’ta, çift olan testisleri (hâyalar, husyeler) betimlemek amacıyla kullanılmıştır.

Difteri: Διφθερίτις (Diftherîtis) veya Διφθερίτιδα (Diftherîtida). Corynobacterıum Diphteriae adı verilen bakteri tarafından oluşturulan enfeksiyöz bir hastalık. Kuşpalazı.

Dinamik: Δυναμικός-ή-ό (Dinamikôs). Kuvvetli, güçlü. Kuvvete değgin.

Dinamit: Δυναμίτης (Dinamîtis). Çok güçlü bir patlayıcı.

Dinamizm: Δυναμισμός (Dinamismôs). Dinamiklik hâli.

Dinamo: Δυναμο (Dinamo). Hareketli bir cihazın güç sağlayan parçası.

Dinamometre: Δυναμόμετρο (Dinamômetro). Güçölçer.

Dinozor: Δυνόσαυρος (Dinôsavros) veya Δεινοσαυρος (Dinosavros). Δυνο (Dino): Güçlü-Σαυρος (Savros): Kertenkele. Güçlü kertenkele veya Δεινός (Dinôs): Korkunç, müdhiş, kötü, güçlü, büyük, musibet dolu, mâhir, nâzik –Σαυρος (Savros): Kertenkele. Korkunç, ürkütücü kertenkele anlamında.

Diploma: Δίπλωμα (Dîploma). İkiye katlama, kıvırma, bükme. İkiye katlanmış olan anlamında, Anlam genişlemesiyle Şahadetnâme, ehliyet belgesi.

Diplomasi: Διπλωματία (Diplomatîa).

Diplomat: Διπλωμάτης (Diplomâtis).

Diplomatik: Διπλωματικός-ή-ό (Diplomatikôs).

Disk: Δίσκος (Dîskos). Ağırşak, mekik.

Diskotek: Δίσκοθήκη (Dîskothîki). Δίσκος (Dîskos): Ağırşak, mekik- Θήκη (Thîki): kutu, kın, kap, koruncak veya θέτω (Thêto): Korumak. Tek tarafı kapalı küçük alan, koruncak.

Diyabet: Διαβήτης (Diavîtis). Διαβαινώ (Diavenô): Arasından geçmek, geçmek. Şeker hastalığı.

Diyabetik: Δıαβητικός (Diavitikôs). Διαβαινώ (Diavenô): Arasından geçmek, geçmek. Diabetli, Şeker hastası.

Diyafragma: Διάφραγμα (Diâfragma). Δια (Dia): Arasından, aracılığıyla, içinden-Φράγμα (Frâgma): Set, baraj. Böleç. Göğüs ve karın boşlukları arasında bulunan kubbe şeklindeki adalemsi yapı, iki boşluğu ayıran zar veya septum, bölme. Fotoğraf makinesinin aynı adla anılan parçası.

Diyagonal: Διαγώνιος (Diagônios). Δια (Dia): Baştan aşağı, içinden, dolayı, arasından-Γωνια (Gonia): Köşe.

Diyagram: Διάγραμμα (Diâgramma). Δια (Dia): İçinden, dolayı, baştan aşağı-Γραμμα (Grama): Harf.

Diyalekt: Διάλεκτος (Diâlektos). Δια (Dia): İçinden, dolayı, baştan aşağı-Λέξη (Lêksi): Kelime. Şive, ağız, lehçe.

DİYALEKTİK: Διαλεκτικός-ή-ό (Dialektikôs). Δια (Dia): Baştan aşağı, dolayı, ile, den- Λέξη (Lêksi): Kelime, söz, sözcük. Κelimeden, sözcükten, kelimeyle. Anlam genişlemesiyle, karşıtların çatışması ve bir senteze (bireşime) varılmasını ifâde eder. Tez (Sav)-Antitez (Karşısav)→Sentez (Bireşim). Eytişim. Arapça; İlm-i Hilâf-ü Cedel (Karşıtların Çatışması ilmi). Felsefe terimi.

"Ruh’un eşya ve hadiseler karşısındaki ‘nasıl’ tavrına karşı, akıl ‘niçin’leri arar ve fikir meydana gelir. Fikrin içine işlemiş olan işletici sıfat, Ruh’un merkezî fakültesi (konumundaki) ahlâktır ki, kendisinden zuhura geldiği (ortaya çıktığı) fikri ileriye doğru zuhur ettirir (ortaya koyar)…Bu çerçeve içinde diyalektik, fikrin kendisi değil, düzenidir, nizâmıdır…Bir meseleyi anlatırken, herkesin bir diyalektiği vardır ve anne kızını paylarken (azarlarken) bile bir diyalektik sahibidir…Hangi sözünü öne alır, hangisini sona bırakır, ne taraftan iknâ eder, nasıl inandırır?.. Onun için diyalektik, ilmî bir tâbirle, ‘sözde, kelâmın içinde, fikrin tahkiyesi, sıralanışı ve düzeni' demektir...Her inanılan şey zıddıyla ilişkili olduğuna göre, fikir kendi zıddını dışarıda bırakma hadisesidir ki, mevzuundaki 'esas’a giden yolun düzeni olarak diyalektik, dışarıda bırakmanın da düzeni olur. Bu düzen, yerine ve konusuna göre, metod, usûl, çizgi, biçim ve şekil ifâdesindedir; burada şu kadarını söyleyelim ki, diyalektik, fikir balının döküldüğü petektir…Ahlâka gelince…Fail olmak yerine münfail sıfatta, yani fiilin içine işlemiş ve işletici sıfattadır. Sıfatlar birşeye değerini veren, ‘değer’ ise o şeyin vasıflarını insan tabiatına nisbet etmek ve bu nisbetle aramaktır…” (Salih Mirzabeyoğlu, “Şiir ve Sanat Hikemiyâtı-Estetik ve Ahlâk”, sayfa 38-39).

Diyaliz: Διάλυσις (Diâlisis). Διά (Diâ): Baştan aşağı, den, ile, için, dolayı-Λύσις (Lîsis): Çözüm, çözünüm, erime, cevap. Ayırma, ayrıştırma. Böbrek yetmezliği olan hastalarda, kanın belli aralıklarla temizlenmesi. Delikli bir zardan geçebilme yeteneklerinden yararlanarak, bir sıvının içinde bulunan çeşitli maddelerin ayrılmasını sağlamak.

Diyalog: Διάλογος (Diâlogos). Δια (Dia): Baştan aşağı, dolayı, için, den, ile-Λόγος (Lôgos): Söz, kelâm, bilgi, bilim. Söz ile, Bilgi ile. Sözden, bilgiden, söze değgin. Anlam genişlemesiyle, iki kişinin karşılıklı konuşması, bilgi alışverişinde bulunması.

Diyet: Δίαιτα (Dîeta). Uygulama, yönlendirme anlamında. Türkçe’ye, Farsça’dan geçen ve “karşılığını verme” anlamında kullanılan kelimeyle anlam benzerliği yoktur.

Dizanteri: Δυσεντερία (Disenterîa). Δυς (Dis): Zorluk, güçlük belirten bir önek-Eντερο (E-n-dero): Barsak. Kalın barsak iltihâbı. Gaitada kan ve mukus karakteristiktir. Örn. Basilli Dizanteri.

Dogma: Δόγμα (Dôgma). Değişmez kanı, Nass, İnak / İnag. Felsefe ter.

Dogmatik: Δογματικός (Dogmatikôs). İnaksal. Felsefe ter.

Dogmatizm: Δογματισμός (Dogmatismôs). İnakçılık. Felsefe ter.

Doktrin: Διδαχή (Didahî). Δάω (Dâo) veya Δάσκω (Dâsko): Eski Yunanca, Öğretmek (kökünden) oradan “Διδαχη" (Didahi) ve Διδάσκω (Didâsko):Öğretmek, biçiminde gelişmiştir. Diğer açıdan, “Δοκέω" (Dokêo): İnanmak, tefekkür etmek, derin düşünmek fiilinden mülhemdir. Önce Lâtince’ye “Doceo” (Doçeo-Doseo) biçiminde, oradan Batı dillerine daha sonra da Türkçe’ye Fransızca’dan “Doctrine” (Doktrin) felsefe-siyâsî bilimler yoluyla geçti. Öğreti anlamında. Felsefe ve Siyâset ter. Doçent, Doktora ve Doktor kelimeleri de aynı kökten orijin alır.

Doz: Δόση (Dôsi). Verme, veriş kelimesinden. Tıp ve ecz. terimi. Örn. Yüksek doz (Overdose).

Dögen: Δογενος (Dogenos). Eski Yunanca. Üzerine sivri, kesici taşlar çakılmış olan harman döğme tahtası.

Drama: Δράμα (Drâma). Aslen eylem anlamına gelmekte olup bir tiyatro türünü ifâde eder.

Dramatik: Δραματικός (Dramatikôs). Drama değgin, acıklı, üzücü.

Dramaturg: Δραματουργός (Dramaturgôs). Drama hâline getiren.

Dramaturji: Δραματουργία (Dramaturgîa). Drama hâline getirme, dramlaştırma.

- E -

Efe: Έφηβος (Êfivos). Yiğit, delikanlı.

Efendi: Αφέντης (Afê-n-dis). Patron anlamında. Anlam genişlemesiyle, bey, varlıklı ve asil kişi mânâsını yüklenmiştir.

Eflâtun: Πλάτωνας (Plâtonas). Ünlü Yunan bilge ve ideolog Platon’a (Felâtun) verilen isim. Bu isimden mülhem olarak anlam değişimiyle “Açık Mor” renkli anlamında.

Ege: Αιγαίο (Egeo).

Egemen: Ηγεμόνας (İgemônas). Hâkim. Hegemonya sahibi, Hakan.

Ego: Έγώ (Êgô). Benlik, Nefs.

Egoizm: Εγωισμός (Egoismôs). Bencillik, hodbinlik.

Egotizm: Εγωτισμός (Egotizmôs). Benlikçilik.

Egosantrik: Εγωκεντρικός-ή-ό (Egokentrikôs). Benmerkezci.

Egosantrizm: Εγωκεντρισμός (Egokentrismôs). Benmerkezcilik.

Eğlence: Γλέντι (Glêndi).

Eko: Ηχώ (İhô). Yankı, akis, aks-i sedâ

Ekoloji: Οικολογία (İkologîa). Oίκος (İkos): Ev-Λόγος (Lôgos): Söz, Kelâm, Bilgi, Bilim: Çevrebilim.

Ekolojik: Oικολογικός-ή-ό (İkologikôs). Çevrebilimsel.

Ekonomi: Oικονομία (İkonomîa). Oίκος (İkos): Ev-Νόμος (Nômos): Düzen, nizâm, idâre. Ev idâresi. Anlam genişlemesiyle, İktisat.

Ekonomik: Oικονομικός-ή-ό (İkonomikôs). Ekonomiye değgin.

Ekstazi: Έκσταση (Êkstasi). Εκ (Ek): Dış, dışta, dışarıda-Στάση (Stâsi): Durum, duruş, hâl. Esrime, kendinin dışında olma.

Ekümenik: Oικουμενικός-ή-ό (İkumenikôs). Οικέω (İkêo): İkâmet etmek, Oικουμένη (İkumêni): Mûkim. Evrensel, cihanşümûl, Âlemşümûl mânâsına. Örn. Ekümenik Patrik (Evrensel Patrik). Ortodoks Hristiyanları’nın temsilcisi olan Patrik’in, bütün dünya Ortodoksları’nın lideri olması hâli.

Ekzotik: Eξωτικός (Eksotikôs). Έξω (Êkso): Dışarı. Dışarıdan gelen, ilginç, dikkat çekici mânâlarını üstlenmiştir.

Elastik: Ελαστικός-ή-ό (Elastikôs). Sünek.

Elektrik: Ηλεκτρικός (İlektrikôs). Elektrik.

Elektrod: Ηλεκτρόδιο (İlektrôdio). Elektrod.

Elektron: Ηλεκτρόνιο (İlektrônio). Elektrik yüklü parçacık, kehribar.

Elektronik: Ηλεκτρονικός-ή-ό (İlektronikôs). Elektrona değgin, elektronsal.

Elektrostatik: Ήλεκτροστατική (İlektrostatikî).

Elips: Έλλειψη (Êlipsi). Oval, söbe biçimli geometrik şekil.

Elipsoid: Ελλειψοειδής-ής-ές (Elipsoidîs). Söbe, oval, yumurtamsı.

Eliptik: Eλλειπτικός-ή-ό (Eliptikôs). Elips’le ilgili olan.

Embryo: Έμβρυο (Êmvrio). Cenin, dölüt, cücük.

Empati: Εμπάθεια (Empâthia). Tutku, ihtiras. Bir kimsenin, kendisini başkasının yerine koyması, bu kimsenin daranışları ile kendi davranışlarını yakın görmesi. Bir başka insanın hislerini anlama ve imgesel olarak onlara katılma yeteneği; duyguya öykünme.

Enerji: Eνέργεια (Enêrgia). Εν (En): İç, içinde-Εργα (Erga): İş, çalışma, uğraş, emek.

Enerjik: Ενεργειακός-ή-ό (Energiakôs).

Engerek: Εγκελίον (Egelîon). Yılanbalığı anlamında. Bir yılan türü.

Enginar: Αγκινάρα (Aginâra).

Enigma: Aίνιγμα (Enigma). Muamma, Sır, Gizem, bulmaca. Daha ziyâde kâinatın sırları mânâsına gelmektedir.

Entel(l)ektüel: Εντελέχεια (Entelêhia) teriminden türetilmiştir. Entelehia kavramı ilk kez Yunan filozof Aristotelis tarafından kullanılmış olup, “gizillik ile karşıtlık içinde edimsellik” anlamına gelir, “Entelehia” kavramı, “içtihad” anlamında da kullanılmıştır. Kavram önce Batı dillerine (özellikle Fransızca) oradan da Türkçe’ye geçmiştir. Latince “İntellectum” (Anlama, kavrama) kelimesinden geldiği iddia edilse bile, kelime ayrıştırıldığında, “inter” (arasında) -"lex" (leks: kanun, kaide, ilke) sözcüklerinden oluştuğunu görürüz. “Lex” kelimesi ise yunanca “λέγω" (lêgo: Söylemek, demek) fiilinden köken almaktadır. Bir diğer yorum ise, Latince “İnter” (Arasında) ve Yunanca "Λέξις" (Leksis: Söz, kelime) kelimelerinin biraraya gelmesiyle oluştuğu şeklindedir ki, burada anlam, “kelimeler arası” olmaktadır. Aydın, münevver.

Entomoloji: Εντομολογία (E-n-domologîa). Εντομος (E-n-domos): Böcek-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Böcekbilim

Epifenomen: Επιφαινόμενα (Epifenômena). Felsefe ter. İkincil fenomen, ikincil olgu. İnsan beyninin fizyolojik ürünü olarak görülen bilinç biçimi.

Epifenomenizm: Επιφαινομενισμός (Epifenomenismôs). Bilincin yalnızca beynin fizyolojik bir ürünü olduğunu savunan öğreti. Ek-görüngücülük.

Epigrafi: Επιγραφία (Epigrafîa). Nükteli deyiş, nükteli betim. Yafta, kitâbe.

Epigram: Επίγραμμα (Epîgramma). Nükteli deyiş, yazı.

Epik: Eπικός-ή-ό (Epikôs). Destansı.

Epilepsi: Επιληψία (Epilipsîa). Επι (Epi): Üzerinde, üstte-Λήψις (Lîpsis): Alma, tutma, zabt etme. Tıp terimi olarak, Sara hastalığı. Beyindeki elektrikî aktivite bozukluklarına bağlıdır; Tutarık. Örn. Majör Epilepsi (Grand Mal).

Epiloji: Επιλογία (Epilogîa). Bir oyunun sonunda, oyunculardan biri tarafından aktarılan ve genellikle şiirsel bir biçimi olan konuşma.

Episantr: Eπίκεντρο (Epîke-n-dro). Επι (Epi): Üzerinde, üstte-κεντρος (Ke-n-dros): Merkez. Jeoloji terimi olarak, Depremin yüzeydeki izdüşümü, izdüşümsel merkezi.

Epistemoloji: Eπιστημολογία (Epistimologîa). Επιστήμη (Epistîmi): Bilgi, fen- Λόγος (Lôgos): Söz, Kelâm, Bilgi, Bilim. Bilgibilim. Bilgikuram.

Eretik (Heretik): Αιρετικός (Eretikôs). Αιρέω (Erêo): Seçmek, ayırmak, Felsefe terimi olarak, Günâhkâr.

Eretizm (Heretizm): Αιρετισμός (Eretismôs). Αιρέω (Erêo): Seçmek, ayırmak. Felsefe terimi olarak, Günâhkârlık, dinî verileri saptırma veya reddetme.

Ergen: Εργένης (Ergênis).

Ergonomi: Eργονομία (Ergonomîa). Εργον (Ergon) veya Εργα (Erga): İş, çalışma-Nόμος (Nômos): Düzen, işleyiş. İş düzeni. İnsan ve çalışan çevresi ile ilgili olarak çeşitli biyolojik faktörlerin uygulanması.

Ergonomik: Eργονομικός (Ergonomikôs). Ergonomiye değgin.

Eristik: Εριστικός (Eristikôs). Έρις (Êris): Çekişme, çatışma, kavga, nifak. Tartışma uğruna tartışma ile ilgili. Tersten diyalektikçi.

Eristizm: Εριστισμος (Eristismos). Felsefe terimi, kavga tekniği. Negatif diyalektikçilik, ters diyalektikçilik.

Eroin: Ηρωίνη (İroîni). Ηρωας (İroas): Kahraman. Bu kelimeden geliştirilmiş olup aslı, Yunan mitolojisindeki aşk (cazibe) ilkesi (tanrısı) Eros’tur.

Erojen: Eρωγενους (Erogenus). Έρωτας (Êrotas): Aşk, Sevi-Gόνος (Gônos): Oluşsal. Aşkoluşsal, aşk uyandırıcı, aşkdürtüsel.

Erotizm: Ερωτισμός (Erotismôs). Έρωτας (Êrotas): Aşk, Sevi. Aşkçılık, aşk yoğunluğu.

Erotojenik: Ερωτογενική (Erotοgenikî). Έρωτας (Êrotas): Aşk- Γόνος (Gônos): Oluşsal. Aşkoluşa değgin, aşkoluşla ilgili.

Erotomani: Eρωτομανία (Erotomanîa). Έρωτας (Êrotas): Aşk- Μανία (Manîa): Aşırı bağlılık. Aşka aşırı bağlılık, aşk hastalığı.

Erotomanyak: Eρωτομανος (Erotomanos). Aşk hastası.

Esâtir: Σάτυρα (Sâtira). Mitoloji, efsâneler.

Eskatoloji: Έσχατολογία (Êshatologîa). Έσχάτως (Êshâtos): Geçen, son olarak, son raddede veya Έσχατος (Êshatos): Son, sonuncu- Λόγος (Lôgos): Söz, Kelâm, Bilgi, Bilim. Ölümötesibilim.

Esoterik: Eσωτερικός-ή-ό (Esoterikôs). Batınî, içsel, gizil.

Esoterizm: Eσωτερισμός (Esoterismôs). Din ve felsefe terimi. Erginlenme, tesris. "Dışarıdaki”, “yabancı”, “haricî”, “bigâne” kişinin “içeri” alınması, “mahrem” kılınması esasına dayanan mistik faaliyet, içreklik, Batınîyye.

Estetik: Aισθητικός-ή-ό (Esthitikôs). Duyusal, hissî.

Estetizm: Aισθητιτισμος (Esthitismos). Duyuculuk, Hisçilik. Fels. Ter.

Eter: Aıθήρ (Ethîr). Uzay boşluğu, Esîr.

Eter: Aιθέρας (Ethêras). Kimyevî bir madde. Anestetik özelliğe sahiptir. Lokmanruhu.

Etik: Ηθική (İthikî). Bir değere ve inanç sistemine bağlı olarak meydana getirilen belirli ilkeler, Ahlâk, Ahlâk sistemi.

Etimoloji: Ετυμολογία (Etimologîa). Έτυμο (Etimο): Gerçek-Λόγος (Lôgos): Bilim, Kelâm. (Kavramlar için) Kökenbilim.

Etni: Eθνος (Ethnos). Irk, soy-sop.

Etnik: Eθνικός-ή-ό (Ethnikôs): Irkî, Millî.

Etnografya: Eθνογραφία (Ethnografîa). Irkyazım. Irk betimi.

Etnolog: Έθνολόγος (Êthnolôgos). Irkbilimci, soybilimci.

Etnoloji: Eθνολογία (Ethnologîa). Irkbilim.

Etos: Εθος (Ethos). Töre, alışkanlık, itiyat. Bir topluluğun ayırdedici karakteri, ruhu, tutumu.

EVDEMONİZM: Ευδαιμονισμός (Evdemonismôs). Ευ (Ev, Ef): Hoş-Δαιμον (Demon): Orijinal anlamı itibârıyla “cennette üst düzey görevli, misyon sâhibi", İslâm’daki Âlûn melekleri gibi bir anlama sâhipken zamanla anlam sapmasına uğrayıp şeytan mânâsını yüklenmiştir. Abdera (Avdira) Okulu’nun kurucularından olan Dimokritos’un geliştirdiği öğreti. Buna göre, mutluluk, Ruh’un dinginliğidir. Buna ‘Efthimîa’ (Ευθυμία) denir. Efthimîa, insan eyleminin son amacı, gâyesidir. Mutlak iyi olan ‘efthimîa"dır. Sokrates’in ahlâk öğretisinin ana özelliği de “evdemonist”tir. Sokrates hayatı boyunca, içinde bir “Demon” bulunduğunu ve onun sesini dinlediğini söyler. Sokrates, bunu ilâhî bir ses olarak kabul eder ve ona uyar. Bu “Demon”, Sokrates’in ahlâk anlayışının tek yanlı rasyonalizmini (akılcılığını) tamamlayan bir etken olarak görünür zira “Demon”, “irrasyonel” (akıldışı) birşey olarak kabul edilir. Mistik bir öğedir. Kinizm’in kurucusu Antisthenes’in ahlâk öğretisi de evdemonisttir. Mutluluğa ancak boş kuruntulardan kurtulunca ulaşılabilir. Ruh böylece özgürleşebilir. Erdem ve özgürlük budur. İnsanın, “iç”inden bağımsız olmasıdır. Sağlık, güzellik, zenginlik, lüks, şan, şöhret, şeref vs. gibi şeyler aldırış edilmemesi gereken, kayıtsız kalınacak şeylerdir. Olsa olsa, bu şüpheli şeylerin karşıtları birer değerdir. Yoksulluk, ihtiyaçsızlık, adı sanı olmamak, insanı boş gururdan, boş kuruntulardan korurlar. Haz da çok tehlikelidir, insanı deli eder, köleleştirir. Bunun yerine, sıkıntı, ısdırap ve acı konulmalıdır. Bunlar, insanı dirençli ve sıkı kılar. Evdemonizm, Mutçuluk öğretisi olarak da adlandırılır. Felsefe terimi.

Evlek: Αυλάκι (Avlâki). Küçük hendek, ekim için sabanla tarlada açılan uzun yarık.

Evropyum: Ευρώπη (Evrôpi). Yunan mitolojisinde bir varlık. Avrupa. Bir kimyevî element. Eu

TÜRKÇE'DE YUNANCA KELİMELER

Dr. Hakkı Açıkalın

- F -

Falaka: Φαλαγγος (Falagos). Kalın sopa. Yunanca’dan Arapça’ya oradan da Türkçe’ye geçmiştir.

Fanila: Φανέλλα (Fanêla).

Fanus: Φανός (Fanôs) veya Φονός (Fonôs). Külâh, başlık, fener kapağı anlamlarında.

Fantastik: Φανταστικός (Fa-n-dasdikôs). Hayalsi, hayallere değgin.

Fantazmagorik: Φαντασμαγορικός (Fa-n-dasmagorikôs). Çok ileri bir hayal gücü gerektiren, ileri bir tasavvura dayanan.

Fantazmagorya: Φαντασμαγορία (Fa-n-dasmagoria). İleri tasavvur.

Fantezi: Φαντασία (Fa-n-dasia). Hayal kurma, hayal etme.

Farfara: Πέρπερος (Pêrperos). Eski yunanca’da geveze anlamında. “Vır vır” sözü de aynı kökten gelmektedir.

Fasarya: Φασαρία (Fasarîa): Gürültü, patırtı, karışıklık, lüzumsuz konular üzerinde tartışma anlamında.

Fasulye: Φασίολος (Fasîolos) veya Φασολία (Fasolîa) ya da Φασολακία (Fasolakîa) şeklinde söylenir. Yeşil bir bitki (sebze).

Fayton: Φαέθων (Faêton). Yunan mitolojisinde Güneş arabasının sürücüsü anlamında.

Feleng: Φαλαγγη (Falagi). Dayanak, dayanılan araç anlamında. Karaya çekilen kayıkların altına konulan ya da yapı işlerinde iskele kurulurken kullanılan dayanak. Filing, falang biçiminde de söylenir.

Felsefe: Φιλοσοφία (Filosofîa). Φίλος (Fîlos) veya Φιλώ (Filô): Sevgili, arkadaş, dost. Σοφία (Sofia): Hikmet. Hikmet sevgisi.

Fener: Φαναρι (Fanari). Işıldak, ışıklık. Küçük fanus.

Fenomen: Φαινόμενο (Φenômeno). Olgu, olay. Görüngü.

FENOMENOLOJİ: Φαινομενολογία (Fenomenologîa). Φαινομενο (Fenomeno): Olay, olgu-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi. Olgubilim.

1920’li yılların başından itibâren Avrupa kapitalizminin toplumsal düzeni, savaşın yıkımı ve savaş sonrasındaki politik kargaşanın etkileri tarafından kökünden sarsıldı. Bu düzenin geleneksel anlamda dayandığı ideolojiler ve yönetimine hizmet eden kültürel değerler tümüyle sarsıntı geçirdi. Bilim, olguları sınıflandırmaktan başka hiçbir şey yapmayan gerici bir pozitivizmin içine düştü; felsefe ise, bu tür bir pozitivizm ile, savunulamaz bir öznelcilik (subjectivisme) arasında sıkışıp kaldı; Görecelik ve metafizik biçimler gelişti. İşte tam bu dönemde Alman filozof Edmund Husserl yeni bir felsefe geliştirme çabasına girdi. Husserl, yaşanan ideolojik krizin, akıldışıcı barbarlık ile, kendine yeten bir psikoloji bilimi sâyesinde ulaşılabilecek mânevî bir yeniden doğuşun arasında bir seçim mes’elesi olduğunu söyler.

Husserl, kesinlik arayışına, “doğal tavır" diye adlandırdığı tavrı, nesnelerin dış dünyada bizden bağımsız olarak var oldukları ve bizim bu nesnelere ilişkin bilgimizin genelde güvenilir olduğuna ilişkin sağduyusal inancı geçici olarak reddederek başladı.

Kesin olarak bilebileceğimiz, açık seçik bir şey var mıdır?

Husserl’e göre nesnelerin bağımsız var oluşlarından emin olmasak da yaşam planında bulunan gerçek nesne bir yanılsama olsun olmasın, bilincimizde dolaysız olarak nasıl göründüklerinden emin olabiliriz. Nesnelere, kendi için şeyler değil de bilinç tarafından konumlanan veyâ “amaçlanan" şeyler olarak bakılabilir. Her türlü bilinç, bir “şey"in bilincidir: Düşünürken, “ben" düşüncemin belli bir nesneye "yönelik" olduğunu bilirim. Düşünce edimi (faaliyeti) ve düşüncenin nesnesi içsel olarak ilişkili ve karşılıklı olarak bağımlıdır. Benim bilincim dünyanın edilgin (pasif) biçimde keşfedilmesinden ibâret değildir, onu oluşturur veyâ “amaçlar". Şu hâlde kesinliğe varmak için, herşeyden önce bizim dolaysız yaşantımızın dışında kalan herşeyi görmezlikten gelmeli veyâ "paranteze almalıyız"; dış dünyayı yalnızca kendi bilincimizin içeriklerine indirgemeliyiz. “Fenomenolojik indirgeme" adı verilen bu indirgeme Husserl’in ilk önemli adımıdır. Bilince “içkin" olmayan herşey kesinlikle dışlanmalıdır; tüm gerçeklikler bizim zihnimizdeki görünüşlerine göre saf “fenomenler" olarak ele alınmalıdır ve kendisinden yola çıkabileceğimiz tek kesin veri de budur. Husserl’in, felsefî yöntemine verdiği isim “fenomenoloji" bu ısrardan kaynaklanır. Fenomenoloji, saf fenomenler bilimidir.

Ancak, bu da sorunları çözmez. Çünkü zihnimizin içeriklerini tarayınca belki de kaotik bir bilinç akımı, olguların gelişigüzel akışının ötesinde bir şeye rastlamayız ve dolayısıyla da kesinliği bunun üzerinde temellendiremeyiz. Oysa ki, Husserl’in ilgilendiği saf fenomen türü, keyfî bireysel tikellerden ötede bir şeydir. Genel “özler" sistemidir, çünkü fenomenoloji, imgelemdeki her nesneyi, o nesnenin değişmezini bulana kadar değiştirir. Fenomenolojik bilgiye sunulan, örneğin kıskançlığın veyâ kırmızı rengin yaşantısı değil, bu nesnelerin kıskançlık veyâ kırmızılık gibi evrensel tipleri veyâ özleridir. Bir fenomeni tümüyle ve saf olarak kavrayabilmek, ondaki değişmezi ve özsel olanı kavramak demektir.

Fenomenoloji, ne bireylerin keyfî, bölük pörçük yaşantılarıyla ilgilenen bir ampirisizm biçimiydi ne de yalnızca bu bireylerin gözlemlenebilir zihin süreçlerini araştıran bir çeşit “psikolojizm"di. Fenomenoloji bilincin yapılarını ortaya koyduğunu ve bu edimiyle fenomenlerin kendilerini de ortaya koyduğunu iddia ediyordu. Son tahlilde, fenomenoloji bir “metodik idealizm" biçimidir. O, insan öznesini yeniden dünyanın merkezine yerleştirerek acılı bir tarihî soruna düşsel bir çözüm sağladı.

Fesleğen: Βασιλικός (Vasilikôs): Kral. Kral’a ait, krallara layık yiyecek anlamında. Bir bitki, kralotu, Kırkbudak.

Fıçı: Βυτίον (Vitîon) veya Φουτίον (Futîon).

Fındık: Φουντούκι (Fundûkia). Pondus (Ποντος-Güzel Deniz) kelimesinden türemiş olup, Pondus’tan gelen anlamını taşır. Pondus, Yunan mitolojisinde Gaia (Gaya, Gea)’nın yani “Yeryüzü”nün (toprağın) çocuklarından biri olup, “güzel deniz” anlamına gelmektedir. Eski Yunanlar, fındığa, Pondus Cevizi anlamına gelen “Καρύδι Ποντιακα" (Karîdi Pondiaka) derlerdi. Yine Yunanca "Ποντικι" (Po-n-diki) kelimesi fâre anlamına gelmekte olup, “Pondus’tan gelenle birlikte” anlamındadır çünkü Trabzon limanından yüklenen fındıkların arasına karışan fareler de, fındıklarla birlikte Yunan limanlarına ulaşıyorlardı. Türkçe'de fındık fâresi olarak bilinen küçük bir fare türünün ismi de buradan mülhemdir.

Fırça: Βούρτσα (Vûrça). Fransızca’ya “Brosse”, İngilizce’ye “Bross” olarak geçmiştir.

Fırın: Φούρνος (Fûrnos).

Fışkı: Φουσκι (Fuski). At veya eşek tersi.

Fidan: Φυτό (Fitô). Bitki, filiz.

Fide: Φιδές (Fidês). Eşkin / Erişkin filiz. Bu kelime de “Φυτό" (Fitô-bitki) kelimesinden evrilmiştir.

Filantropi: Φιλανθρωπία (Filanthropîa). Φίλος (Fîlos): Dost, arkadaş, sevgili-Ανθρωπος (Anthropos): İnsan. İnsan sevgisi.

Filarmoni: Φιλαρμονία (Filarmonîa). Φίλος (Fîlos): Dost, arkadaş, sevgili -Αρμονία (Armonîa): Aheng, uyum. Aheng sevgisi. Örn, Filarmoni orkestrası.

Filiz: Βλαστός (Vlastôs). Ελιξ (Eliks): Tohumdan çıkan sürgün anlamında.

Filogenesis: Φυλογενέσις (Filoyenêsis). Φυλή (Filî): Soy, sop, kabile, aşiret-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Soyoluş.

Filogenetik: Φυλογενετηκη (Filogenetiki). Soyoluşsal.

Filoloji: Φιλολογία (Filologîa). Φιλο (Filo): Sevgi. Λόγος (Logos): Söz, kelâm, bilgi. Sözsevgisi. Edebî metin araştırmacılığı. Edebiyat, yazınbilim.

Filolojik: Φιλολογικός (Filologikôs). Edebî, yazınsal.

Filozof: Φιλόσοφός (Filôsofôs). Hikmetsever.

Fire: Φύρα (Fîra). Azalma, eksilme.

Fiske: Φούσκα (Fûska). Şişik, kabarık.

Fizik: Φυσική (Fisikî). Fizik bilimine değgin, doğaya değgin.

Fizyokrasi: Φυσιοκρατια (Fisiokratia). Φυσις (Fisis): Tabiat, doğa-Κρατω (Krato): idâre etmek, yönetmek, düzene koymak. Tabiatın hükümdarlığını savunan öğreti.

Fizyoloji: Φυσιολογία (Fisiologîa). Φυσις (Fisis): Tabiat-Λόγος (Lôgos): Bilim, söz, kelâm, bilgi. Doğabilim, işlevbilim.

Fizyolojik: Φυσιολογικός-ή-ό (Fisiologikôs). İşlevbilimsel, doğabilimsel.

Fizyonomi: Φυσιογνωμία (Fisiognomîa). Φυσις (Fisis): Doğa, tabiat-Γνομι (Gnomi): Bilgi. Doğa bilgisi.

Fizyonomik: Φυσιογνωμικός-ή-ό (Fisiognomikôs). Fizyonomi’ye değgin.

Fizyoterapi: Φυσικοθεραπεία (Fisikotherapîa). Fizik-tedâvi.

Fok: Φώκια (Fôkia). Bir deniz memelisi. Türkçe’de deniz ayısı olarak da ifâde edilmektedir.

Folluk: Φωλιά (Foliâ). Yuva.

Fonetik: Φωνητική (Fonitikî). Sese değgin.

Fonograf: Φωνόγραφος (Fonôgrafos). Φωνή (Fonî): Ses-Γραφω (Grafo): Yazmak. Ses kaydı yapan bir aygıt.

Fonografik: Φωνογραφικός (Fonografikôs). Seskayıtsal.

Fonogram: Φωνόγραμμα (Fonôgrama). Φωνή (Fonî): Ses-Γραμμα (Grama): Harf. Sesyazım.

Fosfor: Φωσφόρος (Fosfôros). İlk ışıyan, ilk parlayan, Işığı taşıyan, sabah yıldızı.

Fotofon: Φωτοφωνος (Fotofonos).

Fotoğraf: Φωτογραφία (Fotografîa).

Fotojeni: Φωτογένεια (Fotogênia). Fotoğrafta güzel çıkma.

Fotojenik: Φωτογένεικός (Fotogenikôs).

Funda: Φουντα (Fu-n-da). Püskül, tepelik anlamlarında.

- G -

Galaksi: Γαλαξίας (Galaksîas). Γάλα (Ğâla): Süt- Άξια (Âksia): Değer, kıymet, liyâkat, meziyet. Süte benzer, Süt değerinde, kehkeşan, Samanyolu (Milk way).

Galata: Γαλατας (Ğalatas). Sütçü. İstanbul’un en eski semtlerinden birinin ismi.

Gangren: Γάγγραινα (Gâgrena). Vücutta bulunan bazı doku bölümlerinin ölmesi. Genellikle kan akışının azlığına bağlıdır. Kimi zaman da direkt (doğrudan) travmalara veya enfeksiyonlara (gazlı) bağlı olabilir.

Gargara: Γαργάρα (Gargâra).

Gastronomi: Γαστρονομία (Gastronomîa). Γαστηρ (Gastir): Karın, Mide-Νόμος (Nômos): Düzen, işleyiş. Kaliteli yeme-içme bilgisi.

Gaz: Χάος (Hâos). Kaos kelimesinden evrilmiş olup isim babası Van Helmont’tur. Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir.

Gebre: Κοπρος (Kopros). Dışkı, Kemre, gübre.

Gem: Χεμος (Hemos). Eski Yunanca; kontrol edebilmek amacıyla atın ağzına takılan özel aygıt.

Geniz: Γενις (Genis) veya Γναθος (Gnathos). Eski Yunanca, Altçene kemiği, çene. Gnathion: Altçenenin tam orta noktası.

Geometri: Γεωμετρία (Yeometrîa). Γεω (Yeo) veya Γη (Yi): Toprak, yeryüzü-Μετρω (Metro): Ölçmek.

Geometrik: Γεωμετρικός (Yeometrikôs).

Gen: Γενος (Genos).

Genetik: Γενέσις (Yenêsis). Oluş, tekvin. Çekirdeğin ve çekirdek dışındaki oluşumların oynadığı rolün incelenmesi.

Gerdel: Χαρδοφι (Hardofi) veya Kardofi. Ağaçtan yapılmış su kabı.

Glikoz (Glükoz): Γλυκος (Glikos). Tatlı, şeker, şekerli. Üzüm şekerinde bulunan dekstroz. Monosakkarid yapıdadır. Karbonhidratların yapısına iştirak eden şekli barsak kanalından emilerek dolaşım kanına katılır, glikojen şeklinde karaciğerde depolanır.

Gliserin: Γλυκερίνη (Glikerîni). Sentetik olarak hazırlanan veya sabun imâli sırasında yan ürün olarak elde edilen berrak, şurup görünümünde bir sıvı. Rutubet etkisi vardır.

Gnosis: Γνώσις (Gnôsis). Dinî tasarımların sezgisel bilgisi.

Gönder: Κοντάρι (Ko-n-dâri).

Gönye: Γωνια (Gonia). Köşe, açı. Köşeölçer, İletki, minkâle.

Gnosis: Γνώσις (Gnôsis). Sezgisel bilgi.

Gnostik: Γνωστικός (Gnostikôs). Bilinebilir. Felsefe ter.

Gnostisizm: Γνωστικισμός (Gnostikismôs). Bilinebilirlik öğretisi. Felsefe ter.

Grafik: Γραφικός (Grafikôs). Γραφω (Grafo): Yazmak. Bu kelimeden gelip, bir olayı veya olguyu yazım, betim yöntemiyle ifâde etme tekniği.

Grafit: Γραφίτης (Grafîtis).

Grafoloji: Γραφολογία (Grafologîa). Yazıbilim.

Gramer: Γραμματική (Gramatikî). Önce Fransızca’ya (Grammaıre) oradan da Türkçe’ye girmiştir.

Gramofon: Γραμμόφωνο (Gramôfono). Bir müzik âleti, Ses-yazar.

Gübre: Κοπρος (Kopros). Dışkı, Gaita.

Güderi: Kουδαρίον (Kudarîon). Koyun gönü, deri.

Güğüm: Kουκουμίον (Kukumîon). Küçük kazan, su kabı.

- H -

Halat: Χαλος (Halos). Eski Yunanca, ip, urgan.

Halojen: Αλογονο (Alogono). ¨Αλαξ (Âlaks): Eski Yunanca, tuz-Γονο (Gono): Oluş, olma, tekvin. Metal olmayan kimyevî element. Örn. Brom, Klor.

Hamarat: Ευμαρες (Evmares). Becerikli, başarılı, işbilir.

Harita: Χάρτης (Hârtis).

Havyar: Χαβιάρι (Haviâri). Balık yumurtası. Bir diğer iddiaya göre, Farsça, “Hâye” (yumurta) ve “Var” (gibi) kelimelerinden oluşmuştur ve “yumurta gibi” anlamına gelmektedir.

Hedonizm: Ηδονισμος (İdonismos). Ηδονή (İdonî): Haz, zevk, sefa, eğlence. Felsefe terimi olarak, Hazcılık.

Hegemonik: Hγεμονικός (İgemonikôs). Egemen, hâkim.

Hegemonya: Hγεμονία (İgemonîa). Egemenlik. Hâkimiyet.

Hektar: Eκτάριο (Ektârio). Bir yüzey ölçüsü birimi. Έκατόν (Êkatôn): Yüz (100) kökünden.

Helenik: Έλληνικός (Êlinikôs). Büyük İskender (Mεγας Αλεξανδρος-Megas Aleksandros) öncesi Yunan kültürüne değgin.

Helenistik: Έλληνιστικη (Êlinistiki). Büyük İskender sonrası Yunan kültürüne değgin.

Helenizm: Ελληνισμός (Elinismôs). Yunan mefkûresinin ve kültürünün yaygınlaştırılmasını öngören öğreti.

Helezon: Έλικας (Êlikas). Heliks.

Helikopter: Eλικόπτερο (Elikôptera). Έλικας (Êlikas): Helezon-Πτερό (Pterô): Kanat. Helezon-kanatlı.

Heliks: Έλικας (Êlikas). Helezon.

Hellim: Χελλουμι (Helumi). Kıbrıs adasında üretilen bir tür peynir.

Helyum: Ήλιος (İlios). Güneş. Güneş kelimesinden. Bir kimyevî element, asal gazlar sınıfından. He.

Hematit: Αιματίτης (Ematîtis). Bir cins değerli taş.

Hemofili: Aιμοφιλία (Emofilîa). Aιμα (Ema): Kan-Φιλία (Filîa): Sevme, temâyül. Kanamaya meyil, kanamaya temâyül. Bir kan hastalığı. Antihemofilik (Hemofili karşıtı) globülin faktör (8. Faktör) eksikliği. Kalıtsaldır.

Hemoroid: Aιμορροϊδες (Emoroides). Αιμα (Ema): Kan-Ρεω (Reo): Akmak. Bâsur. Anal bölgede bulunan toplardamarların genişlemesi (variköz değişiklik) ve buna bağlı kanamaların ortaya çıkması.

Hendek: Χανδάκι (Ha-n-dâki). Çukur.

Hepatit: Yπατίτις (İpatîtis), Yπατίτιδα (İpatîtida). Υπαρ (İpar): Karaciğer-Ειτις (İtis): İltihabî durum. Karaciğer iltihâbı, yangısı.

Heretik: Aιρετικός-ή-ό (Eretikôs). Felsefe ter. Yerleşik Kilise dogmalarına karşı çıkan, onlarla çatışan. Günâhkâr, sapkın.

Hermenetik: Ερμηνευτική (Ermenetikî). Yorumbilim.

Hermetik: Ερμητικός (Ermitikôs). Yunan ilâhı Hermes’e (Ερμης-Ermis) değgin. Gizemsel, büyüsel.

Hermetizm: Ερμητισμός (Ermitismôs). Yunan ilâhı Hermes’le (Ερμης-Ermis) ilgili olan. Gizemcilik, büyücülük.

Herpetoloji: Ερπετολογία (Erpetologîa). Sürüngenbilim.

Hesikazm: Ησυχασμός (İsihasmôs). “Ήσυχια" (İsihia): Rahatlık, sükûnet. Anlam genişlemesiyle ve din terimi olarak, inzivaya çekilmek. Keşişlerin manastıra çekilmesi.

Heterodiyejetik: Eτεροδιηγητικός (Eterodiigitikôs). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı- “Διηγούμαι" (Diigûme): Anlatmak. Εdebiyat terimi. Kendisi anlatıda görünmeyen.

Heterodoks: Eτερόδοξος-η-ο (Eterôdoksos). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki Farklı-Δόξα (Dôksa): Kanâat, kanı. Farklı yollara / duruşlara sahip olan. Orthodoks karşıtı. Felsefe terimi.

Heterogami: Ετερογαμία (Eterogamîa). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı-“Γάμος" (Ğâmos): Evlilik, düğün. Farklı eşlilik.

Heterojen: Eτερογενικός-ή-ό (Eterogenikôs). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı-“Γονο" (Gono): Oluş, tekvin. Farklı oluşlara sahip olan, farklı kökenden olan, kaynağı-menşei başka olan.

Heterolog: Ετερολογος (Eterologos). "¨Ετερος" (Êteros): Başka, diğer, öteki, farklı- “Λόγος" (Lôgos): Kelam, bilgi, bilim. Başka başka kaynaklara-bilgilere ait olan.

Heyyula: Ύλη (İli). Madde. Bu kelimesinden türetilmiştir. Türkçe’ye Arapça’dan geçen bu kavram İslâm düşüncesinde “Ruh” kavramının zıddı olarak kullanılmış, daha ziyâde Neo-Platonien (Yeni Platoncu) felsefenin gelişimiyle yayılmış, sonraları yerini özdek kavramına bırakmıştır. İslâm’da “Hyle” (İli), diriliğin, canlılığın karşıtıdır. Ruh, Hyle’nin dışında ve özgün bir varlıktır. Anlam genişlemesiyle, çocukları korkutmak için de kullanılmış ve “umacı”, “dev” veya “hortlak” anlamlarını yüklenmiştir.

Hıristiyan: Χριστιανός (Hristianôs). Χριστός (Hristôs-Mesih) adından mülhem. İsevî, Hz. İsa’ya (Ιησούς Χριστός-İisûs Hristôs / İsâ Mesih) inanan. “Hristo” kelimesinin kökeni bir görüşe göre, “Χρίσμα" (Hrîsma) sözcüğüdür ve “Mukaddes yağ” veya “bu yağla takdis etme” mânâlarına gelir. Bu anlamda “Hristos”, mukaddes yağ ile kutsanmış mânâsını yüklenir. Diğer bir görüşe göre ise, "Χρηστός" (Hristôs) kelimesinden gelmektedir ki, mânâsı “İyi, namuslu”dur.

Hıristiyanizm: Χριστιανισμός (Hristiyanismôs). Hz. İsâ’ya inananların tâkib ettiği yol. Hristiyanlık, Hristiyanlık ideolojisi.

Hırnap: Χαρούπι (Harûpi). Keçiboynuzu.

Hidrodinamik: Yδροδυναμικός-ή-ό (İdrodinamikôs). Su kuvvetine değgin.

Hidroelektrik: Yδροηλεκτρικός-ή-ό (İdroelektrikôs). Su’dan elektrik elde edilmesi. Su kuvvetiyle elektrik elde edilmesi.

Hidrofil: Yδρόφιλος-η-ο (İdrôfilos). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Φιλος (Filos): Dost, sevgili, arkadaş. Su sever, sıvı sever, sıvıcıl.

Hidrofon: Yδρόφωνο (İdrôfono). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Φωνή (Fonî): Ses. Denizaltı dinleme cihazı.

Hidrofor: Υδρόφορο (İdrôforo). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Φορευω (Forevo): Taşımak. Su taşıyıcı.

Hidrografi: Yδρογραφία (İdrografîa). Υδρο (İdro): Su, sıvı-Γραφω (Grafo): Yazmak. Su (deniz) yazım, su (deniz) tablosu.

Hidrojen: Yδρογενής-ής-ές (İdrogenîs) veya Υδρογόνο (İdrogôno). Υδρο (İdro): Su, sıvı- Γενης (Genis / Yenis): Oluş, tekvin. Su oluşlu, su kökenli anlamında. Bir kimyevî element. H

Hidrometre: Υδρόμετρον (Hidrômetron). Υδρο (İdro): Su, sıvı- Μετρω (Metro): Ölçmek. Suölçer, sıvıölçer. Sıvıların özgül ağırlıkklarının saptanmasında kullanılan bir aygıt.

Hidrosfer: Υδρόσφαιρα (İdrôsfera). Υδρο (İdro): Su, sıvı- Σφαιρα (Sfera): Küre. Suküre.

Hijyen: Υγεία (İgîa). Sağlık, Sıhhat, Âfiyet.

Ηijyenik: Yγιεινός (İgiinôs). Sağlıklı, sıhhî.

Hilomorfizm: Yλομορφισμός (İlomorfismôs). Ύλη (İli): Madde, özdek-Μορφος (Morfos): Şekil, biçim. Maddenin (özdeğin), evrenin ilk prensibi ile özdeşleştirilmesi öğretisi, madde-biçimcilik. Felsefe terimi.

Ηiloteizm: Υλοθεισμός (İlotheismôs). Ύλη (İli): Madde, özdek-Θεός (Theôs): İlâh. İlâh’ı madde olarak kabul eden öğreti, Madde-ilâhçılık. Felsefe terimi.

Hilozoizm: Yλοζωισμός (İlozoismôs). Ύλη (İli): Μadde, özdek- ζωή (Zoî): Hayat, can. Madde-canlıcılık. Maddenin kendi dirimsellik (canlılık) öğesini kapsadığını ileri süren öğreti. Felsefe terimi.

Himen: Υμένας (İmênas). Vajina’nın girişinde bulunan zarsı oluşum. Kızlık zarı, bekâret zarı. Υμέναιον (İmêneon): Eski Yunanca’da, evlilik şarkısı.

Hiperbol: Yπερβολή (İpervolî). Yπέρ (İpêr): Yüksek – βολή (Bolî), βάλλω (Vâlo): Atmak, fırlatmak. Yükseğe atmak anlamında. Bir matematik terimi.

Hipermetropi: Υπερμετροπια (İpermetropia). Υπέρ (İpêr): Yüksek-Μετρο (Metro): Ölçü-Οψις (Opsis): Görme, görüş. Gözün ışığı hatalı kırması nedeniyle, yakını görememe şeklinde beliren görme kusuru. Işık huzmeleri, retina tabakasının üzerinde değil, arka kısmına isâbet eden bir yerde odaklanır.

Hipnotik: Yπνωτικός-ή-ό (İpnotikôs). Hipnoza değgin.

Ηipnotizm: Yπνωτισμός (İpnotismôs). Ϋπνος (İpnos): Uyku. Telkin yöntemiyle bir kişiyi uyutma eylemi, bunu itiyat hâline getirme, Belirleyici metod olarak ortaya koyma.

Hipnoz: Ύπνωσις veya Ύπνωση (İpnosis, İpnosi). Yunan Mitolojisi’ndeki Uyku tanrısı, İpnos’tan mülhem. Kişinin telkin yöntemiyle uyutulması.

Hipodrom: Iπποδρομία (İpodromîo). Ιππος (İpos): At- Δρομος (Dromos): Yol: Atyolu. Atyarışlarının yapıldığı alan.

Hipopotam: Iπποπόταμος (İpopôtamos). Ιππος (İpos): At- Ποταμος (Potamos): Nehir, Akarsu. Nehir atı, Su aygırı.

Hipotenüs: Υπότεινουσα (İpôtinusa). Υπό (İpô): Alt- Tείνω (Tîno): Germek. Bir matematik terimi.

Hipotetik: Yποθετικός (İpothetikôs). Farazî, varsayıma değgin.

Hipotez: Yπόθεση (İpôthesi). Υπό (İpô): Alt-Θεσις (Thesis): Tez, sav. Faraziyye, varsayım. Bilim, gerek gözlem konusu olguları birbirine bağlama, gerek bu bağları (olgusal ilişkileri) açıklama yolunda birtakım genellemelere gider. Ulaşılan genellemelerden tüm gözlem ya da deney sonuçları tarafından henüz doğrulanmamış ya da yeterince doğrulanmamış olanlara “hipotez” denir.

Histeri: Υστερία (İsterîa). Ύστερα (İstera): Son, nihaî. Ύστερον (İsteron): Son çocuk, rahim, döl yatağı. Latince’ye “Uterus” olarak geçmiştir. Bu kelimeden mülhem. Bir çeşit nevroz, kadınlarda görülür.

Ηisterik: Υστερικός (İsterikôs). Histeriye tutulmuş olan, Histeri hastası.

Hiyerarşi: Iεραρχία (İerarhîa). Ιερός (İerôs): Kutsal, mukaddes-Άρχω (Ârho): Düzene koymak, nizama koymak. Sıraerki.

Hiyeroglif: Iερογλυφία (İeroglifîa). Ιερός (İerôs): Kutsal, mukaddes- Γλειφια (Glifia): Yalama, yiv yiv oyma, yontma. Kutsal yontu.

Holizm: Oλισμός (Olismôs). ¨Ολος (Ôlos): Bütün, hepsi, cümle, ¨Ολως (Ôlos): Büsbütün, tamamıyla. Bütünün parçalarının toplamından büyük olduğu düşüncesi. Felsefe terimi.

Holografik: Oλόγραφικός-ή-ό (Olôgrafikôs). ¨Ολος (Ôlos): Bütün, hepsi, cümle- Γραφω (Grafo): Yazmak. Bir bütün hâlde yazım, bütünyazımsal.

Hologram: Oλόγραμμα (Olôgramma). ¨Ολος (Ôlos): Bütün, hepsi, cümle-Γραμμα (Grama): Harf. Bütünyazım.

Homeopati: Oμοιοπαθητική (Omiopathitikî). Ομοιο (Omio): Eş, benzer-Παθος (Pathos): Duygu, acı, his, hastalık, dert. Hemdertlik hâli. Benzer acı, benzer duygu anlamlarında. Kuvvetli ilâçların küçük dozlarda verilmesi suretiyle uygulanan tedâvi.

Homeopatik: Oμοιοπαθητικός (Omiopathitikôs). Hemdert, benzer duyguya, acıya, derde sahip olan.

Homodiyejetik: Oμοδιηγητική. Ομοιο (Omio): Eş, benzer-“Διηγούμαι" (Diigûme): Anlatmak. Εdebiyat terimi. İlk ağızdan anlatılan hikâyelerde olduğu üzere kendi anlatısı içinde olan.

Homojen: Oμογενής-ής-ές (Omogenîs). Ομό (Omô): Eş -Γενις (Genis / Yenis): Oluş. Eşcinsli, eşoluşlu, eşkökenli, aynı cinsten olan aynı, soydan olan, hemcins.

Homolog: Oμόλογος-η-ο (Omôlogos). Ομό (Omô): Eş-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam, söz. Eş bilgili, eş sözlü, eş nitelikli.

Homonim: Oμώνυμος (Omônimos). Ομό (Omô): Eş-Όνομα (Ônoma): İsim, ad, nâm. Eşisimli, adaş.

Horismos: Χωρισμός (Horismôs). Xωρις (Horis): Hariç, dışında. Platon’un idealar dünyası ve eşya âlemi arasında yenemediği düşünülen ikiliği ifâde eder.

Hormon: Ορμόνη (Ormôni). Ορμώ (Ormô): Saldırmak, hücum etmek. Boşaltım kanalları olmayan özel bezler tarafından yapılarak kan dolaşımına verilen ve diğer dokuların fonksiyonlarını denetleyen kimyevî madde.

Horon: Χορον (Horon). Xορεύω (Horevo). Dans etmek. Bir halk dansı.

Horoskop: Ωροσκόπιο (Oroskôpio). Ωρο (Oro): Saat-Σκοπέω (Skopêo) veya Σκοπω (Skopo): Bakmak, gözlemek. Talih bakımı.

Hotoz: Χουτος (Hutos). Örtü, başlık.

Hoyrat: Χωρικος (Horikos) veya Xωριατες (Horiates). Köylü, kırsalda yaşayan. Kaba, grotesk anlamlarında.

Hörgüç: Όγκος (Ôgos).

Hubris: Ύβρις (İvris). Densizlik, kendini beğenmişlik, küstahlık, kibir. Yunan tragedyasında kişiyi kendi yıkımına götüren bir densizlik düzeyine varan hırs, kibir.

Humus: Χωμα (Homa). Toprak. Humuslu toprak kavramı da buradan gelmektedir. Güney illerinde, nohut ezmesinden yapılan bir tür yemek olan “Humus” (Hummus) kelimesi de aynı kavramdan mülhemdir.

Huni: Κωνος (Konos). Koni kelimesinden.

Hülya (Hulya): Χολή (Holî). Safra. Mâl-i Hülya: 4 unsur (kan, safra, balgam, aşk). Yunanca’dan Arapça’ya oradan da Türkçe’ye geçmiştir. Hayal, rüyâ anlamlarında da kullanılmaktadır.

- I -

Iğrıp: Γρίπος (Grîpos). Balıkağı.

Ihlamur: Φλαμουρία (Flamurîa).

Ilgaz: Πύργος (Pîrgos). Kale, akınlardan korunmak için yapılan yer anlamında, korunak.

Ilık: Χλιαρός (Hliarôs).

Irgat: Eργάτης (Ergâtis). Amele, işçi. ¨Εργον (Êrgon): İş, Umur, eser kelimesinden gelir.

Iskarta: Σκάρτα (Skârta).

Iskarmoz: Σκαλμός (Skalmôs) veya Σκαπμός (Skabôs).

Ispatula: Σπάτουλα (Spâtula). Bir gereç.

Istaka: Στέκα (Stêka). Bilardo değneği.

Istakoz: Aστακός (Astakôs). Bir deniz canlısı.

Istarna: Στέρνα (Stêrna). Sarnıç.

Istavroz: Σταυρός (Stavrôs). Haç, sâlip.

Izgara: Σχάρα (Skâra). Yara kabuğu (skar) anlamında da kullanılır.

- İ -

İambik: Ιαμβικός (İamvikôs). Şiirde, birincisi kısa ve ikincisi uzun olmak üzere iki heceli yapılar tarafından belirlenen vezin.

İbrik: Mπρίκι (Brîki). Esas olarak cezve anlamında kullanılmakta olup anlam genişlemesiyle bitki sulamak ya da abdest almak için kullanılan su kabı mânâsını yüklenmiştir. Farsça, “Abrîz” (Su döken, su akıtan) kelimesinden geldiği de öne sürülmüştür.

İDEA: Iδέα (İdêa). Fikir.

Dimokritos’a göre, varolduğu hâlde kendileri artık bölünemeyen ve görülemeyen “kılık”lara “idea” denir. Dimokritos buna aynı zamanda “atom” (bölünemez olan, parçalanamaz olan anlamında) adını vermiştir.

İdeal: Iδανικό (İdanikô).

İdealizm: Iδεαλισμός (İdealismôs). Mefkûrecilik.

İdeogram: Iδεόγραμμα (İdeôgram). Iδέα (İdêa): Fikir-Γραμμα (Grama): Harf. Bir fikir belirten (içeren) ve harf gibi işlev gören biçim, fikir-harf. Örn, Çince ideogramik bir dildir.

İdeokrasi: Ιδεοκρατία (İdeokratîa). Iδέα (İdêa): Fikir-Κρατω (Krato): Düzene koymak, nizam vermek, idâre etmek, yönetmek. İdeal yönetimcilik, idealistçe yönetimcilik veya idealde başarısız olmak, ideale ulaşamamak, idealden sapmak.

İdeoloji: Iδεολογία (İdeologîa). Iδέα (İdêa): Fikir-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam.

İdiot: Iδιώτης (İdiôtis). En geri zekâ düzeylerinden biri. Ίδιος (İdios): Kendi, kendisi. Ιδιώτης (İdiôtis): Tecrit edilmiş olan.

İdol: Είδωλον (İdolon). İmge, benzerlik, düşlem. Düşleri süsleyen.

İdos: Είδος (İdos). Biçem, form, çeşit, nevi, cins, tarz, suret. Örn; Elipsoid (Elips gibi, elips suretinde olan, elipse benzer).

İkasia: Εικασία (İkasîa). Benzerlik, tahmin. Εικάζω (İkâzo): Tahmin etmek, istidlâl etmek.

İklim: Κλίμα (Klîma). Yamaç, bayır, eğik anlamlarında. Önce Arapça’ya oradan da Türkçe’ye geçmiştir.

İkona: Eικών (İkôn). Resim (özellikle de kiliselerdeki dinî içerikli resim). İmge, suret, benzerlik, andırım. Είκονίζω (İkonîzo): Tasvir etmek, resim çıkarmak.

İkonoblast: Εικονοβλαστος (İkonovlastos). İkon yapıcı.

İkonografi: Eικονογραφία (İkonografîa). Simgelere uylamsal anlamlar yükleme. İkonayazım, ikonaçizim.

İkonoklast: Eικονοκλάστης (İkonoklâstis). İkon yıkıcı.

İkonoklazm: Eικονοκλασία (İkonoklasîa). İkon deviricilik, ikon yıkıcılık.

İksir: Εξαίρω (Eksero). Seçmek, ayırmak, ayıklamak. Eski dönemlerde istenilen değerli nesneyi üreteceğine inanılan hayalî bir madde. Sözgelimi, topraktan altın elde etmeye yarayan sıvı. Bir rivâyete göre, Büyük İskender “Megas Aleksandros”, bu sıvıyı ele geçirmek için tâ Hindistan’a kadar gitmiştir.

İonosfer: Iονόσφαιρα (İonôsfera). İyonküre.

İncil: Εύαγγέλιον (Evagêlion). Εύ (Ev): Hoş, güzel-Άγγελια (Âgelia): Müjde, muştu. Güzel haber, muştu. Hristiyanlığın kutsal kitabı.

İpotek: Yποθήκη (İpothîki). Υπό (İpô): Alt, altında, aşağı-Θήκη (Thîki): Korunak, koruncak. Koruma altında olan.

İroni: Eιρωνεία (İronîa). Mizah, Alay, Gülmece.

İronik: Eιρωνικός-ή-ό (İronikôs). Mizahî, Alaycı.

İskambil: Σκαμπίλι (Skambîli).

İskele: Σκάλα (Skâla). Aynı zamanda merdiven mânâsına da gelir.

İskelet: Σκελετός (Skeletôs). Kakıt, kemikçatı, kerkenek.

İskemle: Σκαμνί (Skamnî).

İskete: Σκαθι (Skathi). Serçegillerden ötücü bir kuş.

İskorpit: Σκορπίνα (Skorpîna). Bir tür balık, Çarpan.

İspari: Σπάρος (Spâros). Bir tür balık.

İspati: Σπαθί (Spathî). Kılıç anlamında. İskambil’de bir kâğıt grubu; Sinek. Kürek kemiği anlamına da gelmektedir.

İspinoz: Σπίνος (Spînos). Serçegillerden ötücü bir tür kuş.

İstatistik: Στατιστική (Statistikî).

İstavrit: Σταβρίδη (Stavrîdi). Bir tür balık.

İstif: Στοιβα (Stiva). Katman, tabaka, kat kat yerleştirme.

İstiridye: Στρείδι (Strîdi). Bir deniz canlısı.

İşkil: Σκύλος (Skîlos). Skîlos (Köpek) kelimesinden türetilmiş olup anlam genişlemesiyle, şüphe, kuşku, huylanma anlamlarını yüklenmiştir. Polonyalı gezgin Simeon’un “Seyahatnâme” adlı eserinde, 16-17.yy’da Anadolu’da yaşayan Yunanlar’ın, iyi geçinemedikleri Ermeniler’e “İşkil” dediklerini yazmaktadır.

İyon: Ιον (İon). Elektroliz sırasında anod veya katoda doğru giden elektrik yüklü atom.

İyot: Ιώδιον (İôdion). Menekşe, Eflâtun-leylak renkli anlamında. Bir kimyevî element. Simgesi I.

İzobar: Ισοβαρύς (İzovarîs). Ισο (İso): Eşit, eş- Βαρύς (Varîs): Ağırlıklı. Εşağırlıklı, denk ağırlıklı.

İzohips: Ισοϋψής (İsoîpsîs). Ισο (İso): Eşit, eş-Υψής (İpsîs): Yükselti. Eşyükselti.

İzotop: Iσότοπο (İsôtopo). Ισο (İso): Eşit, eş-Tοπος (Topos): Yer, mahâl. Aynı elementin, kimyevî özellikleri aynı olan ancak fizikî özellikleri değişen, iki veya daha çok biçimi.

İzotopi: Iσοτοπία (İsotopîa). İzotop olma hâli.

İzmarit: Σμαρίς (Smarîs). Bir tür balık.

- J -

Jeodezi: Γεωδαισικός (Yeodesikôs). Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak- Δαίω (Deo): Bölmek. Yerküreyi katmanlarına bölmek suretiyle incelemek, araştırmak. Yerbölüm.

Jeofizik: Γεωφυσική (Yeofisikî). Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak-Φυσις (Fizis): Tabiat, doğa, fizik. Yer fiziği.

Jeoloji: Γεωλογία (Yeologîa): Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Yerbilim.

Jeomorfoloji: Γεωμορφολογία (Yeomorfologîa). Γη (Yi) veya Γεω (Yeo): Yeryüzü,toprak- Μορφος (Morfos): Şekil, biçim-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Yer şekilleri bilimi.

Jimnastik: Γυμναστική (Gimnastikî / Yimnastikî). Γυμνός (Gimnôs): Çıplak. Bir spor dalı. Eski Yunan’da sporcular çıplak olarak yarışmalara katılırdı. Bu nedenle bu isim verilmiştir.

Jiroskop: Γυροσκόπιο (Yiroskôpia). Γυρο (Yiro): Dönen-Σκοπω (Skopo): Bakmak, gözlemek.

-K -

Kadırga: Kάτεργον (Kâtergon). Kürekli, yelkenli bir gemi.

Kadmiyum: Καδμεια (Kadmia). Bir kimyevî element (Çinko karbonat olarak da adlandırılmaktadır). Cd.

Kafa: Kεφάλι (Kefâli) veya Κέφαλος (Kêfalos).

Kahkaha: Kαγχασμός (Kaghasmôs).

Kaka: Kακός-ή-ό (Kakôs, kaki, kako). Kötü, fenâ. Türkçe’de dışkı anlamında da kullanılır.

Kakofoni: Kακοφωνία (Kakofonîa). Kötü ses, kulak tırmalayıcı, kalitesiz ses.

Kalafat: Kαλαφατίζω (Kalafatîzo). Onarmak, bakıma almak. Gemilerin, özellikle de güvertelerinin kalafatlanması, bakılıp onarılması, ziftlenmesi.

Kalamar: Kαλαμάρι (Kalamâri). Bir deniz canlısı.

Kaldırım: Kαλντερίμι (Kalderîmi). Kαλός (Kalôs): Güzel, iyi- Δρόμος (Drômos): Yol. Güzel yol.

Kaleidoskop: Kαλειδοσκόπιο (Kalidoskôpio).

Kaligraf: Kαλλιγράφος (Kaligrâfos). Kαλός (Kalôs): Güzel, iyi- Γραφω (Grafo): Yazmak. Hâttat.

Kaligrafi: Kαλλιγραφία (Kaligrafîa). Καλός (Kalôs). Güzel-Γραφω (Grafo): Yazmak, yazım. Güzel yazı. Hât.

Kalkan: Kαλκάνι (Kalkâni). Bir tür balık.

Kambur: Καμπουρις (Kaburis). Bükük, eğri, tümsek, çıkıntı.

Kamış: Χαλαμός (Halamôs). Saz, kamış. Kalamış kelimesi de buradan türetilmiştir.

Kampana: Kαμπάνα (Kabâna). Büyük çan, kilise çanı.

Kamsela: Χλαμης (Hlamis). Yağmurluk.

Kanape: Χονοπειον (Honopion). Cibinlik, içinde oturulan yer, nesne. Yunanca’dan Fransızca’ya “Canapé” olarak geçmiş, oradan da Türkçe’ye girmiştir. Anlam genişlemesiyle, koltukla sinonim (eşanlamlı) olarak da kullanılmaktadır.

Kancık: Χανοδία (Hanodîa) veya Χανδης (Handis). Dişi köpek. Lâtince’ye “Cane” olarak geçmiş, oradan da Türkçe’ye girmiştir. Bir köpek cinsi olan “Caniche” (Kaniş) sözcüğünün kökeni de budur.

Kandil: Kανδήλα (Ka-n-dîla).

Kantaron: Kάνθαρος (Kântharos). Bir bitki ve böcek türü (Spanish Beetle). Bir rivâyete göre, Herakles’in (İraklis, Herkül) ayağında çıkan bir yaranın iyileştirilmesi için bu bitki kullanılmıştır. Kentavrion olarak da adlandırılır. Arapça’ya da, Haşişe’t-ül Kantaryon olarak geçmiştir.

Kanun: Kανόνι (Kanôni). Düzen, Nizâm, yasa.

KAOS: Χάος (Hâos). Kaos, kimi mitologlara göre Allah’ın tâ kendisi, kimilerine göre "Töz", yani "idea" veya "cevher"dir, kimilerine göre ise "Temel İlke" (Principe Essentielle) dir. Bazı uzmanlar “Ex Nihilo" (Hiçlikten, yoktan) yaratmayı kabul etmezler. Buna göre bir İlâh yoktur ve Kainât yoktan varedilmemiştir. Diğer uzmanlar ise, Evren’in “YOK" tan varedildiğini ve bu anlamda “Temel Prensip” in “Khaos” yani “düzenin tâ kendisi" olduğunu iddia ederler.

Etimolojik olarak Kaos kelimesi, yunanca "χαίνω" (Heno: açık olmak) kökünden gelir. Hesiodos, Kaos’u "Uçsuz bucaksız uzay" olarak tanımlamaktadır. Uzay, ancak asla bir “düzensizliği içermeyen uzay". Bunu mutlaka vurgulamak gerekir. Kaos kesinlikle düzensizlik anlamı içermez. Bunda ısrar edenler zırvalamakta olduklarını bilmek zorundalar. Ovidius’a göre ise, Kaos "İlkel Madde" veya "Güdük maddecik" dir (Rudis indigestaque moles). Aristoteles’e göre Kaos, "Uzay Boşluğu"dur. Yine Hesiodos, Kaos’u, "Γενεσις" (Oluş, Tekvin) olarak da tanımlar. Aristofanes, "Kuşlar" adlı ünlü eserinde şöyle yazamaktadır: “Başlangıçta Kaos, Gece, Kara Erevius ve uçsuz bucaksız Tartaros vardı". Burada Kaos’tan kasıt “Kelâm", Gece’den kasıt “altında ve üstünde hava bulunmayan vakum veya ÂMÂ", Kara Erevius’tan kasıt "Zulmet " ve Tartaros’tan kasıt “Uzay boşluğu veya Ether"dir. Yuhanna İncili de, "Başlangıçta kelâm vardı" diye başlamaktadır. Bu kelâm “Allah Kelâmı: Kelâmullah"tır. Aristofanes’de, 4’lü bir ilkeler manzumesi görülmektedir. Kaos’un yanısıra diğer üç ilkeyi de başa koyar. Hesiodos ise Kaos’u, tek ve biricik ilke olarak ele alır ve onu tâkiben de, "Yeryüzü" (Dünya) ve "Aşk" ilkelerini ortaya koyar. Aristofanes’e göre ise, ilk dört ilke mevcutken Yeryüzü, Hava ve Gökyüzü henüz mevcut değildir. Gece ilkesi bir "yumurta" ya hayat verir ve onu "Erevius’un (Zulmet’in) sonsuz sinesi"nde yeşertir. Bu yumurtadan "Eros" (Aşk) eşdeyişle “Cazibe ilkesi" neşet eder.

Hesiodos’ta işleyiş şöyledir: Aşk, "Erevius"a ve "Gece"ye hayat verir. Gece’den, "Ether" ve "Gün" neşet eder. Ether, uzay boşluğunu doldurduğu kabul edilen “akışkan töz"dür. Bu, 4 temel unsur olan hava, su, ateş ve topraktan balka bir beşinci unsur olarak da düşünülmüştür. Kelime yunanca, “Αιθω" (yanmak) kökünden gelir. Günümüzde ise böyle bir unsura gerek kalmadığı kabul edilmektedir. Yeryüzü ise, Gökyüzü’ne hayat verir.

Aristofanes’teki işleyiş: Aşk (Eros), ilk yumurtadan çıkar ve, Kaos’un kanatlarıyla, Gece’yle, Tartaros’la birleşir ve Kuşlar Soyu’na hayat verir. Aşk (Eros) bütün unsurları birleştirmeden önce, Ölümsüzler Soyu mevcut değildi. Buna göre, Yunan mitolojisinin “İlâhi varlıkları” veya “Ölümsüzler”i, Kuşlar Soyu’ndan sonra neşet ederler. Peki bu Kuşlar Soyu’nun İslâm Tasavvufu’nda bir karşılığı olabilir mi? Bu soy muhtemelen İlliyun (Alun) melekleridir. Adlandırmak gerekirse, Müdebbir, Mufassıl, Kâlem gibi melekler. Ölümsüzler’den kasıt ise, “Ölümü öldürenler" veya "Ölmeden önce ölenler" dir. Bunlar, belli bir nefs boyutuna ulaşabilmiş (Nefs-i Mutmaine) olanlardır.

Apollodoros, kainâtı direkt olarak yeryüzünden başlatır diğer deyişle evrenin merkezine dünyayı koyar (Géocentrique-Yer merkezli). Ona göre, Yeryüzü’nün atası Gaia (Γεια), Gökyüzü’nün atası ise Uranos (Ουρανος) tur. Gaia, Yunanca’da yer, toprak anlamındadır. Toprağın doğurganlığına ithâfen Apollodoros, merkeze yeryüzünü (toprağı) koyar. Gayya kelimesi ise Cehennem’in en uç alanını, “Cehennem’in Dibi"ni ifâde etmektedir. Bu iki kavram arasında kuvvetle muhtemelen bağ vardır.

Kaos kavramı, Arapça’da, Hevâ veya Âmâ kavramlarıyla karşılanır. Antik Çağ Yunan düşünürü Anaxagoras’a göre Kaos’un hâkimi en üst ve yaratıcı bilinçtir. Buna "Nous" (Νους) adı verilir.

Bazı üstadlara göre, Kaos’tan sonra yeryüzü (Gaia) ve yeryüzünden de gökyüzü (Uranos) doğar. Dikkat edilirse, yeryüzü, gökyüzünün önünde ele alınmaktadır. Daha sonra ise Yeryüzü ile Gökyüzü birleşmektedirler. Toprağın (Yeryüzü) diğer çocukları ise, Dağlar ve Deniz (Pondus, Pontos) dir. Gökyüzü ise Titanlar soyunu verir: Okeanos (Okyanus), Kios (Κοίος), Krios (Κρίος), Hyperion (Ηπέρίον), Japetos (Ιαπέτος), Theia (Θεία), Rheia (Ρεία), Mnemosin (Μνειμοσην) [diğer adı Evribies (Ευριβις)], Foibe (Φοίβει), , Themis (Θεμης), Tethis (Tεθης), Kronos (Χρονος).

Kaotik: Xαοτικός-ή-ό (Haotikôs). Kaos’a değgin, Kaos’la ilişkili.

Kapari: Κάππαρη (Kâpari). Gebreotu, kapari.

Karaf: Kαράφα (Karâfa). Sürâhî.

Karakter: Xαρακτήρας (Haraktîras).

Karakteroloji: Xαρακτηρολογία (Haraktiriologîa). Karakterbilim. Fransızca’da “harf” anlamında da kullanılır.

Karanfil: Γαρύφαλλο (Garîfalo).

Karavana: Χαριβανός (Harivanôs). Büyük yemek kabı.

Kardiyoloji: Kαρδιολογία (Kardiologîa). Καρδια (Kardia): Kalb-Λόγος (Lôgos). Kalbbilim.

Kardiyolog: Kαρδιολόγος (Kardiolôgos). Kalpbilimci.

Karides: Γαρίδες (Garîdes). Bir deniz ve akarsu canlısı.

Karizma: Χάρισμα (Hârisma). Bahşiş, hediye, Allah vergisi. Χάρις (Hâris): Letâfet, nezâket, hüner, iyilik, hidâyet, lütûf, nimet, af, hatır, şükr. Bu kelimeden türetilmiştir.

Karkas: Kαρχήσιον (Karhîsion).

Kart: Χαρδος (Hardos). Katı, katılaşmış. İngilizce’deki “Hard” (Katı, sert) sözcüğü de buradan gelmektedir.

Kartograf: Xαρτογράφος (Hartogrâfos). Χαρτια (Hartia): Kâğıt- Γραφω (Grafo): Yazmak. Haritayazar.

Kartografi: Xαρτογράφία (Hartogrâfîa). Χαρτια (Hartia): Kâğıt- Γραφω (Grafo): Yazmak. Haritayazım.

Kasatura: Κσουτρα (Ksutra). Bileği. Özel bir taştan yapılmış bileği çarkı anlamında olup, anlam genişlemesiyle bir tür bıçak. Βir başka iddiaya göre, kelime, İtalyanca “avcı bıçağı” anlamına gelen “cacciatore” sözcüğünden türkçe’ye girmiştir.

Kataklizm: Kατάκλυσμός (Katâklismôs). Su basmak, su altında bırakmak, kaplamak, tufan olması.

Katakomb: Kατακόμβη (Katakômvi). Yeraltı sığınağı, mezar.

Katakulli: Κατακουλίο (Katakulîo). Yukarıdan aşağı doğru yuvarlanmak. Anlam genişlemesiyle, aldatma, oyun etme, oyun oynama, kandırma mânâlarını yüklenmiştir.

Katalitik: Kαταλυτικός-ή-ό (Katalitikôs). Katalize değgin.

Kataliz: Kατάλυση (Katâlisi). Κατω (Kato): Aşağı- Λυσις (Lisi): Erime, gevşeme, çözülme, çözüm. Ortamda bir katalizörün (çözücü) bulunduğu durumlarda, kimyevî olayların meydana gelme hızının artması.

Katalog: Kατάλογος (Katâlogos). Κατά (Katâ): Göre, tarafa-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, söz. "Bilgiler doğrultusunda” anlamında.

Katar: Καταρροί (Katari). Aşağı doğru akmak. Bir müköz (Sümüksü) zarın iltihâplanarak devamlı biçimde mukus akımına sebep olması. Örn. Kataral Nezle.

Katarakt: Kαταράκτης (Katarâktis). Göz merceğinde veya kapsülünde meydana gelen donukluk. Aksu.

Katarsis: Kαθαρσις (Katharsis). Arınma, yıkanma. Aristoteles öğretisinde, Açma ve korku duygularının uyandırılması yoluyla heyecanların boşaltılması. Felsefe ter.

Katartik: Καθαρτηκή (Kathartikî). Aristoteles’te sanatın boşaltıcı etkisi.

Katastrofik: Kαταστροφικός-ή-ό (Katastrofikôs). Καταστρέφω (Katastrêfo): Mehvetmek, yakıp-yıkmak, harab etmek. Harab edici, yıkıcı, bitirici, mahvedici.

Katedral: Kαθεδρίκός (Kathedrîkôs). Κάθε (Kâthe): Her, beher-¨Εδρα (Êdra): Makam, kürsü, minber, hüküm yeri, oturacak yer, taht. Baş kilise, Kilise’nin hüküm merkezi, Üst kilise, Temel kürsü, Bütün kiliselerin en önemlisi.

Kategori: Kατηγορία (Katigorîa). Suçlama, suç, töhmet, sınıf, zümre, kısım, ittiham.

Kategorik: Κατηγορηματικός (Katigorimatikôs). Zümrevî, sınıfsal.

Kateksis: Kαθηξις (Kathiksis). Tutma, ele geçirme. Eşeysel erkenin (libido) belirli bir nesne, kişi ya da düşünce üzerinde yoğunlaşması.

Kateşizm: Kατήχησις (Katîhisis) veya Kατήχηση (Katîhisi). Dinî kaideler, Akaid, İman telkini. Kilise’nin, değişik aralarla halkı dinî mevzular üzerinde bilgilendirmesi.

Katod: Kάθοδος (Kâthodos). İniş, inme, geri dönüş, ricat. Negatif elektrod.

Katolik: Kαθολικός (Katkolikôs). Herkesi biraraya toplayan.

Katolisizm: Kαθολικισμός (Katholikismôs). Herkesi biraraya toplama.

Kaval: Χαυλος (Havlos) veya Αυλος (Avlos). Sap, lahana, pırasa vs. sapı. Anlam genişlemesiyle, bir müzik âleti.

Kavanoz: Kουκος (Kukos). Çanak, derin tabak.

Kaytan: Γαειτανι (Gaitani). İp, urgan, sicim.

Kebe: Καπα (Kapa). Yünden yapılan kalın yağmurluk.

Kedi: Γατα (Ğata). Hint-Avrupa dil ailesine mensub olan dillerin birçoğunda ortaktır. Örn, Fr; Chat (Şa), İng; Cat (Ket), Alm; Katze. Latince, Feles.

Kefal: Κέφαλος (Kêfalos). Kafa. Bir tür balık.

Kefken: Καφγανος (Kafganos). Taşlık, kayalık yer.

Kemre: Κοπρος (Kopros). Dışkı, gübre. Anlam genişlemesiyle, yara kabuğu, saç kepeği, deri kabartısı gibi anlamlar yüklenmiştir.

Kendir: Καναβις (Kanavis). Kenevir kelimesinden türetilmiştir.

Kenevir: Καναβις (kanavis). Kenevir, kendir.

Keramik: Kεραμική (Keramikî).

Keran: Γερανιον (Geranion). Direk, Çatı direği.

Kerata: Kέρατας (Kêratas). Boynuz. Anlam genişlemesiyle Türkçe’de, ayakkabı çekeceği, karısı tarafından aldatılan erkek ve yaramaz çocuk mânâlarını da yüklenmiştir.

Kerempe: Χορουμπος (Horubos). Geminin baş tarafı, dağın ucu, tepesi, denize doğru uzanan kara parçası, çıkıntı, burun. Karadeniz bölgesinde bulunan bir burnun ismi, Kerempe burnu. Türkiye’nin en kuzey noktası.

Kerevet: Κρεβατι (Krevati). Oturma yeri, yatak.

Kerkenez: Kερκηνέζι (Kerkinêzi). Yırtıcı bir kuş.

Kerpe: Καρφι (Karfi). Filiz, eşkin.

Kestâne: Kάστανο (Kâstano).

Kınakına: Γκιγκίνα (Gigîna). Bir tür bitki.

Kıptî: Κοπτής (Koptîs). Mısır’a Batılılar tarafından verilen “Egypt” (İcipt) veya “Egypton” (Egipton) isimlerinin de kökeni "Koptîs" kelimesidir.

Kır: Χωρα (Hora). Kır, ova, kırsal, kırlık yer.

Kır: Kιρος (Kiros). Renk olarak "kır”. Boz, gri.

Kıraç: Χωρα (Hora). Kır, köy, kırsal alan kelimesinden anlam genişlemesiyle, verimsiz toprak anlamında.

Kıran: Κρανος (Kranos). Tepe, tepecik.

Kırtasiye: Χαρτες (Hartes). Kâğıt kelimesinden türetilmiştir.

Kiler: Κελλάρι (Kelâri).

Kilise: Eκκλησία (Eklisîa). "Εκκλησις" (Eklisis: Dâvet Etme) kelimesinden.

Kilit: Kλειδί (Klidî). Anahtar, açacak.

Kilogram: Xιλιόγραμμο (Hiliôgramo). Χιλιός (Hiliôs): Bin-Γραμμο (Gramo): Gram. Bin gram.

Kilometre: Xιλιόμετρο (Hiliômetro). Χιλιός (Hiliôs): Bin-Μετρο (Metro): Metre. Bin metre.

Kimya: Xημεία (Himîa). Bir bilim dalı. Eski dönemlerde gizli güç taşıdığına inanılan nesne.

Kinematik: Κινηματηκή (Kinimatikî). Κινημα (Kinima): Kımıldanma, kıpırdama, hareket, karışıklık, ihtilâl. Devinimin, kütle ve kuvvet ile ilişkisiz irdelenmesi.

Kinetik: Kινητική (Kinitikî). Hareketli, harekete değgin.

Kinesis: Kίνησις veya Kίνηση (Kînisis, Kînisi). Hareket.

Kinik: Kυνικός (Kinikôs). Kinizm taraftarı.

Kinizm: Kυνισμός (Kinismôs). Bir felsefe akımı. Atinalı Antisthenes (Αντισθενις-Antisthenis) tarafından kurulmuş bir felsefe okulu ve akımıdır. Antisthenes, önce Sofizm’in öncülerinden biri olan Giorgias’ın, sonra da Sokrates’in öğrencisi olmuştur. Sokrates’in ölümünden sonra, Kinosarges’te okulunu kurmuş ve eğitime başlamıştır. Kimilerine göre, “Kinik" sözcüğü "Kinosarges"ten mülhem, kimilerine göre ise eski Yunanca’da "köpek" anlamına gelen “Kion"dan mülhemdir. Kinikler için de, "köpek tabiatlı", "köpek karakterli", "köpeksi" tanımı sık sık yapılmıştır. Bunun nedeni, bu okul mensuplarının hiçbir töreye, nezâket kuralına, geleneksel değere saygı duymamalarıdır. Oldukça yoksuldurlar. Meşhur Diogenes (Diyojen) bunun uç bir örneğidir ve bir şarap fıçısında yaşamaktadır. Kinikler için, hayatın doğru sayılabilecek yegâne anlam ve amacı “erdem"dir (Αρεθη-Arethi). Kinikler’in "erdem"den anladığı şey, “insanın tam bağımsızlığını kazanması", "kendini belirlemede mutlak olarak özgür olması yâni her türlü gereksinmeye bağlılıktan insanın kendini kurtarması"dır. Erdem bilgi ile ilgilidir.

Antisthenes’e göre, "bilmek" bir "parçalamak"tır. Bir “nesne"yi bilmek, onu "son öğelerine kadar ayırmak" demektir. Bilginin biricik görevi bunu yapmak ve bu öğeleri “adlandırmak"tır. Yargı da, bu adların biraraya getirilmesinden başka birşey değildir. Antistehenes bu anlamda anti-Platonien bir tavır sergiler çünkü Platon kavramları (ideaları) gerçek olarak kabul eder. Antisthenes’e göre tek bir Tanrı vardır, ona da ancak erdemli bir hayat yaşamakla saygı gösterilebilir.

Bilge kişi, erdemli kişidir yâni kendi kendine yeten kişidir. Bilgelerin karşısında ise, varlıklarına dışarıdan destek arayan kocaman bir budalalar yığını vardır. Erdemli kişiler tanrılara benzerler. Dış nimetlerden olabildiğince bağımsızdırlar.

Kiremit: Κεραμηδα (Keramida). Döşemek, örtmek ve Κεραμης (Keramis-Kızıl toprak) sözcüklerinden.

Kiraz: Κερασι (Kerasi). Kerasunda (Giresun) şehrinin ismi de buradan gelmektedir.

Kirenizm (Kirinizm): Κυρηνισμος (Kirinismos). Bir felsefe okulu. Rahat ve neş’eli bir hayat idealini benimser. Kurucusu Kireneli Aristippos’tur. Aristippos’a göre, insan vücudu sürekli bir değişim-dönüşüm içindedir.Bu yüzden, vücudun doğal durumu olan uyumlu yapısı zaman zaman ortadan kalkar, zaman zaman da bu uyum yeniden tesis edilir. Uyumsuzluk durumu “acı" duygusunu, uyumluluk durumu ise "haz" duygusunu yaratır. Duygu hâlleri, hareketlerle ilgilidir. Yumuşak hareketler “haz", sert hareketler "acı", tam hareketsizlik "hazsızlık" ve "acısızlık" doğurur. Amaç, “haz" (İdoni) olmalıdır. İrâdenin biricik hedefi budur. “İyi", "haz"ın tâ kendisidir. Diğer adı “Hazcılık" (Hedonizm, İdonismos) felsefesidir.

Kirizma: Χοιρισμα (Hirisma). Yunanca kazmak, toprağı eşmek. Özellikle Karadeniz bölgesinde, toprağı eşmek, kazmak anlamlarında kullanılan “kirizma yapmak” deyiminde geçer.

Kirve: Κύριος (Kîrios). Bay, bey, efendi, beyefendi. Anlam genişlemesiyle, Sünnet törenlerinde, çocuğun “mânevî baba”lığını yapan ve kimi zaman da bütün masraflarını üstlenen kişi mânâsına. Bir diğer sava göre ise, kelime, Yezidîler (Ezidîler) tarfından kullanılan, “Khirfê” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük de aşağı yukarı aynı anlamda kullanılmaktadır.

Kist: Kύστη (Kîsti). Kese. İçinde sıvı ya da yarı-katı maddelerin bulunduğu membranöz cidarlı kese. Örn. Chocolate Cyst (Çukulata kisti), Dermoide Cyst.

Kitar: Κιθάρα (Kithâra). 6 telli bir çalgı, gitar.

Kleptoman: Kλεπτομανής (Kleptomanîs). Hırsızlık hastası.

Kleptomani: Kλεπτομανία (Kleptomanîa). Κλέπτης (Klêptis): Hırsız-Μανία (Manîa): Azgınlık, çılgınlık. Hırsızlık hastalığı, bir tür nevroz.

Klinik: Κληνη (Klini). Yatak. Yataklı. Hastaların pratik tedavilerinin ve bakımlarının yapıldığı yer / yapılması.

Klitoris: Κλειτορις (Klitoris). Kadınlarda, Labia Minor’ların (Küçük dudaklar) birleşme yerinin önünde ve Mons Pubis’in (edep tepesi, pubis tepesi) hemen altında bulunan küçük, erektil (dikleşme özelliği bulunan) bir organ, bızır, dılak. Erkeklerdeki penis’in dişilerdeki muadili.

Klor: Xλώριο (Hlôrio). Yeşilimsi sarı. Bir kimyevî element. Cl.

Klorofil: Xλωροφύλλη (Hlorofîli). Χλωρος (Hloros): Yeşilimsi sarı- Φύλλο (Filo): Yaprak. Bitkilerde fotosentez olayının gerçekleşmesini sağlayan yeşil-sarı madde.

Kof: Κοφος (Kofos). İçi boş, oyuk. Örn. Kof adam (Dış görünüşüyle uyumlu olmayan ve özellikle de iri yarı kişiler için kullanılan bir deyim, zayıf, güçsüz).

Kofana: Γουφαινα (Gufena). Bir lüfer türü.

Kola: Κολλαω (Kolao). Yapıştırmak, tutturmak kelimesinden, “Kολλα" (Kola): Yapıştırıcı, yapışkan, zamk, ökse anlamlarında. Yapıştırıcı nitelikte bir kimyevî madde.

Koleoptera: Kολεόπτερα (Koleôptera). Kınkanatlılar.

Kolera: Χολέρα (Holêra). Su oluğu anlamında. Aşırı su kaybı ve ateşle seyreden bakteriyel ve bulaşıcı bir hastalık türü. Pirinç suyu görünümünde ishal, batın krampları ve ağır kollaps (büzüşme, içe çökme, yıkılma) ile karakterizedir.

Kolesterol: Xολεστερόλη (Holesterôli). Χολή (Holî): Safra, Öd- Στερέος (Sterêos): Katı. Safra salgılarından biri. Beyinde, sinirlerde, karaciğerde, kanda ve safrada bulunan yağ karakterinde kristal bir madde. Zor çözündüğünden, safra kesesi veya atardamar cidarlarında kristaller teşkil edebilir. Işınlandığında D Vitamini’ne dönüşür.

Kolon: Κολώνα (Kolôna). Sütun, direk. Kalın barsak, “Pahi Enderon” olarak da bilinir.

Kolyoz: Kολιός (Koliôs). Bir tür balık.

Koma: Κομα (Koma). Derin Uyku. Tam şuur kaybı.

Koni: Kώνος (Kônos).

Kopça: Κουμπιτσα (Kubiça). Çengel, çengelli araç anlamlarında.

Kopil: Kοπέλα (Kopêla). Kız çocuğu.

Koreografi: Xορογραφία (Horografîa). Χορός (Horôs): Dans, oyun-Γραφω (Grafo): Yazmak. Dansyazım.

Koro: Χορωδία (Horodîa). Fransızca’ya, “Choeur” (Kör) olarak geçmiş oradan da Türkçe’ye girmiştir.

Kosa: Κοσα (Kosa). Orak, tırpan, saç örgüsü, Örülmüş saç. Özellikle Karadeniz bölgesinde kullanılan bir tarım aracı. Kosmak ya da kosamak ise “Saç örmek” anlamında yine bu yörede kullanılmaktadır.

Kostik: Kαυστικός (Kafstikôs). Yanık anlamında. Organik dokuları yakan veya tahrip eden madde. Siğil, polip ve normalden fazla granülasyon dokusunun tedavisinde kullanılır. Örn; Karbolik Asit, Gümüş Nitrat ve CO2.

Kovit: Kωβιός (Koviôs). Kayabalığı.

Kovuk: Kοφος (Kofos) veya Κούφιος (Kûfios). İçi boş, oyuk. Lâtincesi “Cavus”. Tıp terimi olarak da kullanılır örneğin Vena Cava Superior (Üst Kava Toplardamarı: Vücudun en büyük toplardamarlarından biri).

Kozmetik: Kόσμητικό (Kôsmitikô). Bakımlı, güzel olmayı sağlayan malzemeler, eşya, vs.

Kozmik: Kοσμικός-ή-ό (Kosmikôs). Dünyaya değgin, cihana değgin.

Kozmogoni: Kοσμογονια (Kosmogonia). Κόσμος (Kôsmos): Evren, kâinat, acun, dünya –Γονο (Gono): Oluş, tekvin. Evrenoluş.

Kozmogonik: Kοσμογονηκή (Kosmogonikî). Kozmogoniye değgin.

Kozmogragya: Kοσμογραφία (Kosmografîa). Κόσμος (Kôsmos): Evren, kâinat, acun, dünya – Γραφω (Grafo): Yazmak. Bütün tabiat sistemi ile ilgilenen bilim.

Kozmoloji: Kόσμολογία (Kôsmologîa). Κόσμος (Kôsmos): Evren, kâinat, acun, dünya, cihan- Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam. Evrenbilim.

Kozmolojik: Kοσμολογικός-ή-ό (Kosmologikôs). Evrenbilim’le ilgili.

Kozmonot: Kοσμοναύτης (Kosmonaftis). Κόσμος (Kôsmos): Evren, kâinat, acun, dünya – Ναύτις (Naftis): Denizci. Evren seyyahı. Gök seyyahı.

Kozmoozm: Κόσμοοσμοσις (Kôsmoosmosis). Κόσμος (Kôsmos): Evren, Kâinat, Dünya, cihan-Οσμοσις (Osmosis): Geçişim. Karaboşluklarla, Quasarlar’ın içiçe geçişini belirtmek için kullanılan Astro-Fizik terimi.

Kozmopolit: Kοσμοπολίτης (Kosmopolîtis). Κόσμος (Kôsmos): Evren, Kâinat, Dünya, cihan- Πολίτης (Polîtis): Şehirli, yurttaş. Bütün dünya yurttaşlarının bulunması, karmaşık kent yapısı.

Kozmos: Κόσμος (Kôsmos). Dünya, cihan, evren, acun.

Κοzmosotir: Κοσμοσωτήριος (Kosmosotîrios). Κόσμος (Kôsmos): Evren, kâinat, acun, dünya-Σωτήρ (Sotîr): Kurtarıcı. Dünyayı ve kâinatı selâmete ulaştıran, insanlığın kurtarıcısı, kurtarıcı. Hristiyan inancında, Hz. İsâ.

Köfün: Κοφινος (Kofinos).

Köknar: Κουκουνάρι (Kukunâri). Bir ağaç türü.

Köprü: Γέφυρα (Gêfira).

Körfez: Kόρφος (Kôrfos) veya Kόλπος (Kôlpos).

Köstere: Κσουτρα (Ksutra). Bileği. Özel bir taştan yapılan bileği çarkı.

Kreni: Κρενε (Krene). Kaynak, su kaynağı, pınar, membâ anlamlarında. Özellikle Kardeniz bölgesinde kullanılan ağaçtan ya da taştan yapılmış su oluğu. Lât: Canalis, Fr: Rigole.

Kriptografi: Κρυπτογραφία (Kriptografia). Κρυπτο (Kripto): Gizli-Γραφω (Grafo): Yazmak. Şifreyazım.

Kripton: Κρυπτη (Kripti). Gizli. Bir tür kimyevî element. Kr

Kritik: Kριτική (Kritikî).

Kriz: Kρίση (Krîsi). Dönüm noktası, buhran, hüküm, karar, tenkit. Bir hastalığın dönüm noktası anlamında.

Krizantem: Xρυσάνθεμο (Hrisânthemo). Kasımpatı.

Krokodil: Kροκόδειλος (Krokôdilos). Timsah.

Krom: Χρομα (Hroma). Renk. Bir kimyevî element. Cr

Kromozom: Χρωμοσωμα (Hromosoma). Xρώμα (Hrôma): Renk- Σώμα (Sôma): beden, vücud, cisim. Renkli cisim, renkli bölüm.

Kronik: Xρονικός-ή-ό (Hronikôs). Χρόνος (Hrônos): Zaman. Müzmin, süregen.

Kronografi: Χρονογραφία (Hronografîa). Χρόνος (Hrônos): Zaman-Γραφω (Grafo): Yazmak. Zamanyazım.

Kronoloji: Xρονολογία (Hronologîa). Χρόνος (Hrônos): Zaman-Λόγος (Lôgos): Bililm, bilgi, kelam. Zamanbilim.

Kronolojik: Xρονολογικός-ή-ό (Hronologikôs). Χρόνος (Hrônos): Zaman- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Zamanbilimsel.

Kronometre: Xρονόμετρο (Hronômetro). Χρόνος (Hrônos): Zaman-Μετρω (Metro): Ölçmek. Zamanölçer.

Kronosfer: Χρονοσφαιρα (Hronosfera). Χρόνος (Hrônos): Zaman- Σφαίρα (Sfera): Küre. Zaman küre.

Ksenon: Ξενον (Ksenon). Ξενος (Ksenos): Yabancı. Bu kelimeden mülhem bir kimyevî element, Zenon. Xe.

Ksilofon: Ξυλόφωνο (Ksilôfono). Ξύλο (Ksîlo): Tahta, odun- Φωνή (Fonî): Ses. Tahtadan yapılan tuşlu bir müzik âleti.

Kudal: Κουτάλι (Kutâli). Kaşık veyâ Κουταλα (Kutala) Büyük kaşık, kepçe. Doğu Karadeniz bölgesinde kullanılan bir gereç, büyük kepçe.

Kukla: Κουκλα (Kukla). Mukavva Kutu. Anlam genişlemesiyle, mukavvadan yapılmış kartlarla oynanan oyun, mukavvadan yapılan oyuncak bebek, çocuklar için kullanılan bir hitâp.

Kukumav: Κουκουβάγια (Kukuvâya). Bir tür baykuş.

Kulp: Kολπος (Kolpos). Sap, tutacak.

Kuluçka: Κουρτσκα (Kurtska). Κολοσσα (Kolosa): Tavuğun yumurtaları üzerine oturması eylemi. Buradan türetilmiştir.

Kulübe: Καλύβα (Kalîva).

Kum: Χομα (Homa). Kum, toprak yığını. Lâtince: Humus. Humuslu toprak terimi buradan gelmektedir.

Kuma: Γαμος (Ğamos). Evlenme. Anlam genişlemesiyle, kadınlar arasında ortak, evli bir erkeğin, karısının üzerine getirdiği ikinci kadın, erkeğin birden fazla olan eşlerinden her biri.

Kundak: Κοντακι (Kodaki). Çocuk yatağı, bebek yatağı. Anlam genişlemesiyle, bebeğin sarıldığı bez, örtü. Silahın, genelde ağaçtan yapılan ard bölümü.

Kundura: Κουντουρα (Ku-n-dura). Tiyatrolarda, oyun sırasında ayağa giyilen özel bir ayakkabı türü, tahtadan yapılan ayakkabı. Anlam genişlemesiyle pabuç, ayakkabı.

Kupa: Kουπα (Kupa). Bardak, maşraba. Lâtince: Cupa (Kupa: Fıçı, varil).

Kurna: Κορονι (Koroni) veyâ Γούρνα (Gurna). İçi oyuk nesne, suluk. Hamamlarda içi suyla doldurulan, mermerden yapılmış suluk.

Kuytu: Κοїθε (Koithe). Kıyı, deniz kıyısında karaya girinti, bucak. Anlam genişlemesiyle, kolay barınılan, soğuğa kapalı, esinti olmayan yer.

Küboid: Κυβοειδη (Kivoidi). Κυβος (Kivos): Küb- Ειδος (İdos): Biçem, form, çeşit, nevi, cins, tarz, suret, şekil. Küb şeklinde olan, kübümsü. Tarsal (Ayak tarağı) kemiklerden birine verilen ad.

Küfe: Κόφινı (Kôfini).

Κümes: Koıμασιον (Kimasion). Uyuma yeri. Κοιμάμαι (Kimâme): Uyumak kelimesinden. Kanatlı hayvanların barındığı yer.

Küpeşte: Κουπαστή (Kupastî). Kayıkta kürek konulan yer, gemilerde güverte parmaklığı, bu parmaklıkların üzerine yerleştirilen ağaç bölüm.

- L -

Labada: Λαβαδον (Lavadon). Sulak yerlerde yetişen, genellikle hayvanlara yedirilen geniş yapraklı bir bitki. Efelek.

Labirent: Λαβύρινθος (Lavîrinthos). Dolambaç, dolaşık yol, mağara, çözülmesi güç olan sorun. İç kulakta bulunan bir oluşum.

Lâdin: Λεδανον (Ledanon). Bir ağaç türü. Yunan mitolojisinde, Apollon’un ve Artemis’in annesi Letô’nun isminden mülhem. Bunun nedeni, Letô’nun, Dilos (Delos) adasında, Hera’dan (İra) saklanarak, altında çocuğunu doğurduğu ağacın bu adla anılması. Bu ağaca Letô’nun ağacı denmiştir.

Lağım: Λακομα (Lakoma). Çukur, oyuk, hendek.

Lahana: Λάχανο (Lâhano). Bir tür sebze.

Laik: Λαïκος (Laikos). Λαός (Laôs): Halk. Halka değgin, halka ait, Halkçı. Siyâsî terminolojide: Din işlerini devlet işlerinden ayıran, din kurumunun devlet yönetimine müdâhalesini engelleyen. Köken olarak, belli bir ada halkını ifâde etmekte olup, lao adlı özel bir jeolojik madde veya taştan mülhem olduğu sanılıyor.

Laisizm: Λαïκισμός (Laikismôs). Halkçılık.

Lakerda: Λακέρδα (Lakêrda). Tuzlanmış balık.

Lalanga: Λαλαγίτα (Lalagîta). Kızartma.

Lamba: Λαμπα (La-m-ba). Parlayan, ışık veren, ışık saçan. Λαμψις (Lampsis): Parlayış, aydınlık kökünden. Yunanca, “Kurt” anlamına gelen “Λύκος" (Lîkos) kelimesi de, "parlamak, aydınlatmak” anlamındaki “λαμπω"dan (labo) evrilmiştir. Yine, “Λυχνάρι" (Lihnâri): Kandil, lamba, fener ve "Λυχνία" (Lihnîa): Lamba, şamdan, kandil kelimeleri de buradan gelir. “Λαμπάδα" (Labâda): Meşâle, büyük mum ve “Λαμπτήρ" (Labtîr): Meşâle, şamdan, fener kelimeleri de aynı aileye mensubdur. İngilizce Light (Layt-Işık veya parlak) kelimesi Latince “Lux” (Luks-Güneş ya da yıldız ışığı, gün ışığı, gün, göz kamaştırıcılık, göz parlaklığı), İng; Luxury (Laksıri-Aşırı harcama, aşırı genişlik, Ilımlı olmama, Resmî ya da uç bir konumda olma, Semereli-Bereketli olma, Açırı-Hızlı büyüme / yeşerme) kelimesi Latince “Luxuria” (Luksuria) veya “Luxus” (Luksus-Güneş sisteminin merkezî yıldızı, güneş ışığına maruz bırakma, güneşte sergileme) kelimelerinden, İng; “Lamp” (Lemp-Lampa, Işık) kelimesi Latince “Lychnus” (Likhnus-Işık, parlama, aydınlatma) kelimesinden, Fransızca “Loup” (Lu-Kurt) kelimesi, Latince “Lupus” (Kurt, Ucu sivriltilmiş demir) kelimesinden gelir. Yine Latince “Lusor” (ışıldama), “Lustro” (Arıtma, temizleme, aydınlatma, etrafında hareket etme, gözetleme), “Lustrum” (Arınma töreni, 5 yıllık dönem) kelimeleri de yukarıdakilerle akrabadır. Türkçe’de kullanılan “Lüks lambası” da aynı kavramlardan mülhemdir. Her iki kök-dil’de de (Latince ve Yunanca) kurt kelimesinin “aydınlık ve parlaklık” kelimeleriyle ilintilendirilmesi ise ilginçtir.

Lantan: Λανθανει (Lanthani). Gizli, saklı. Bir kimyevî element. La

Larva: Λαβραξ (Lavraks). Deniz kurdu ve Kurtçuk anlamında.

Lastik: Eλαστικός-ή-ό (Elastikôs). Esnek.

Leğen: Λεκάνη (Lekâni). Tekne. Süryânîce: Legan, Farsça: Legen.

Leksikon: Λεξικό (Leksikô). Sözlük, kâmus, Lügât.

Leopar: Λεοπάρδαλις (Leopârdalis). Λεοντάρι (Leo-n-dâri) veya λεων (leon): Aslan-Παρδος (Pardos): Benek. Benekli Aslan anlamında, kedigillerden yırtıcı bir hayvan.

Lepton: Λεπτόνιο (Leptônio). Λεπτος (Leptos): İnce, narin, nazik. Quantum fiziği terimi olarak, “ince parçacık”.

Levent: Λεβεντις (Levendis). Genç, delikanlı, gemici.

Levrek: Λαβράκι (Lavrâki). Λαβραξ (Lavraks): Eski Yunanca deniz kurdu. Bir tür balık. Lâtince: Lavraks lupus (deniz kurdu), Fr; Labre, İsp.; Labrolabio (deniz kurdu).

Lezbiyen: Λεσβία (Lesvîa). Dişi Sevici. Merkez şehri Midilli (Mitilini) olan Lesvos adasının isminden mülhem. Ünlü Yunan şairi Safo burada yaşadığından ve sevici olduğundan, bu adaya “Seviciler Adası” da denmiştir.

Likantropi: Λυκανθροπία (Likanthropîa). Λύκος (Lîkos): Kurt- Άνθρωπος (Ânthropos): İnsan. Kurtadamlık.

Likmen: Λυκνειον (Liknion). Lamba, kandil. İçinde pamuk ya da ketenden yapılmış fitil bulunan ufak gaz lambası, İlikmen, İdâre lambası.

Likofili: Λυκοφιλία (Likofilîa). Λυκος (Likos): Kurt-Φιλία (Filîa): Sevgi, sevme. Kurt tarzı sevgi, ikiyüzlüce, riyâkârâne sevgi.

Likorinos: Λικουρίνος (Likurînos). İste kurutulmuş kefal.

Liman: Λιμανί (Limanî).

Limon: Λέμονι (Lêmoni). Yaş, çayırlık, otlak anlamlarında. Anlam genişlemesiyle, turunçgillerden bir bitki. Lâtince “Limus”: Çamur, çok sulu toprak anlamında. Fr: lemon-citron, İng: Lemon, Ar: Leymûn, Far; Leymon.

Lir: Λύρα (Lîra). Bir müzik âleti. Lir, Kemençe

Lirik: Λυρικός (Lirikôs).

Lise: Λύκειο (Lîkio). Aristoteles’in, Atina’da kurduğu felsefe okulunun ismi. Atina’da aynı adla anılan semt.

Litografi: Λιθογραφία (Lithografîa). Λιθος (Lithos): Taş-Γραφω (Grafo): Yazmak. Taşyazım.

Litoloji: Λιθολογία (Lithologîa). Λιθος (Lithos): Taş-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Taşbilim.

Litosfer: Λιθοσφαιρα (Lithosfera). Λιθος (Lithos): Taş-Σφαιρα (Sfera): Küre. Taşküre.

Litürji: Λιθουργία (Lithurgîa). Hristiyanlık terimi olarak, “çalışmanın yolu” anlamında. Kilise işleri, kiliseye gidip ibâdet etme, dinî anlamda işini görme.

Lityum: Λιθός (Lithôs). Taş. Bir kimyevî element. Li.

Lob: Λοβος (Lovos). Bir organın, diğer organ ve oluşumlardan bir bölme veya bir yarık ile ayrılmış durumdaki yuvarlak parçası. Halk arasında “löp” olarak kullanılan terim de aynı kökenlidir.

Lodos: Nότος (Nôtos). Güney. Güneyden gelen, güneyden esen anlamında. Bir rüzgâr türü. Bozyel, akyel. Far; Bâd-ı Cenub, Fr; Vent du Midi, Alm; Südwind, İng; South wind.

Logaritma: Λογάριθμος (Logârithmos).

Logaritmik: Λογαριθμικός-ή-ό (Logarithmikôs). Logaritma’ya değgin.

Logos: Λόγος (Lôgos). Söz, kelâm, bilim, konuşma, akıl, nutuk, vaaz, darb-ı mesel, maksad, vaat, bilgi.

Logosentrizm: Λογοκεντρισμος (Logokentrismos). Λόγος (Lôgos): Kelam, nilim, bilgi, söz- Κεντρο (Ke-n-dro): Merkez. Sözmerkezcilik. Bütün düşünce, dil ve yaşantımızın kurucusu olacak nihaî bir söz, varlık, öz veyâ hakikâtin varolduğunu öne sürer. Felsefe ter.

Logosentrik: Λογοκεντρικός (Logoke-n-drikôs). Sözmerkezci. Felsefe ter.

Lohusa: Λεχώνα (Lehôna). Yatak. Anlam genişlemesiyle, doğum yapmış kadın. “Λοχια" (Lohia) kelimesi, çocuğun doğumundan sonra annenin genital yollarından gelen akıntı anlamındadır. Lohusa Şerbeti: Yeni doğum yapmış kadını ziyârete gelenlere ikrâm edilen şerbet. Lâtince: Puerpera. “Puer”: Çocuk. “Puerperal Sepsis” terimi buradan gelmektedir. Doğumun hemen sonrasında görülen kan zehirlenmesi. Farsça: Zâçe, Alm: Wöcherin. Nefsa.

Lojik: Λογική (Logikî). Mantık. Önce Fransızca’ya ‘Logique’ biçiminde geçmiş oradan da Türkçe’ye girmiştir.

Lojistik: Λογιστικός (Logistikôs). Aklî.

Lostra: Λουστράρω (Lustrâro). Parlatma, perdahlama, ayakkabı boyama. Λουστρος (Lustros): Lostracı, ayakkabı boyacısı.

Lostromo: Λοστρόμος (Lostrômos).

Löp: Λοβος (Lovos).

Lüfer: λουφάριο (Lufârio). Bir tür balık

- M -

Madalya: Μέταλλιο (Mêtalio). Mâden’den mütevellit, mâdenî olan. Fransızca’ya “Médaille” (Mêday) olarak geçmiş, oradan da Türkçe’ye girmiştir.

Madrabaz: Mεταπράτης (Metaprâtis).

Mağara: Μεγαρον (Megaron). Oda, Ev, oturulan mekân. Anlam genişlemesiyle, in, büyük oyuk, büyük kovuk mânâlarını yüklenmiştir.

Magnezyum:Mαγνήσιο (Magnîsio). Thessalia’da bir bölge ismi. Bir tür kimyevî element. Mg. (Manisa ilinin ismi de bu kelimeden gelmektedir).

Makina: Μεχος (Mehos): Araç.

Makroskopik: Μακροσκοπος (Makroskopos). Μακρος (Makros): Büyük-Σκοπω (Skopo): Bakmak, muâyene etmek. Çıplak gözle görülebilen, büyük. Mikroskopik’in zıddı.

Maltız: Αμάλθεια (Amâlthia). Yunan mitolojisinde adı geçen bir keçi. Zeus, onun sütüyle beslenmiş, Athina ise, onun postundan yapılmış bir elbise giymiştir. Özellikle Güney Marmara bölgesinde bulunan bir keçi türü.

Manastır:Mοναστήρι (Monastîri). Μοναχός (Monahôs): Keşiş. Mονή (Monî): Manastır. Temel kök ise, “Μόνο" (Môno): Tek, yalnız kelimesidir.

Manav: Μανάβης (Manâvis). Manav, yemişçi.

Mancınık: Μηχανική (Mihanikî). Mekanik. Devinen, ileri-gri giden. Anlam genişlemesiyle, eski dönemlerde kullanılan bir savaş gereci.

Mandal: Μανταλος (Ma-n-dalos). Sürgü.

Mandra: Mάνδρι (Mâ-n-dri). Ağıl.

Manganez: Μαγνης (Magnis). Çekim, cazibe. Mıknatıslı anlamında. Bir kimyevî element. Mn

Mani: Mανία (Manîa). Aşırılık, azgınlık, çılgınlık. Μαινάς (Menâs): Dionisos şenlikleri sırasında danseden ve kendinden geçen topluluk, aynı zamanda transa geçtikten sonra insan kurban ederlerdi. Manîa kelimesi, Psikiyatri terimi olarak kullanılır ve “çılgınlık”, “delilik”, “azgınlık” gibi mânâlar yüklenir. Terimin kökeni de "Μαίνάς" (Menâs) kelimesidir.

Manik: Mανιακός-ή-ό (Maniakôs). Manyak.

Manolya: Μανόλία (Manôlîa). Bir çiçek türü.

Mantar: Mανιταρι (Manitari).

Manyetik: Mαγνητικός-ή-ό (Magnitikôs). Cazibeli, çekimli.

Manyetizma: Mαγνητισμός (Magnitismôs). Çekicilik, cezbedicilik.

Manyetofon: Mαγνητόφωνο (Magnitôfono). Μαγνητίζω (Magnitîzo): Çekmek, cezbetmek-Φωνή (Fonî): Ses. Sesçeker.

Manyetosfer: Μαγνητόσφαιρα (Magnitôsfera). Çekimküre.

Maraton:Mαραθώνας (Marathônas). Atina yakınlarında, Persler’le Yunanlar arasında büyük bir savaşın yaşandığı yer. Savaşın kazanıldığını Atina’ya bildirmek için 42 kilometre 195 metre koşan ve haberi ulaştırdıktan sonra da hayatını kaybeden erin anısına düzenlenen bir atletizm yarışması ve bir atletizm dalı.

Marul: Μαρουλι (Maruli).

Masura: Μασούρι (Masûri). Masura, bobin.

Matematik: Mαθηματικά (Mathimatikâ). "Μάθημα" (Mâthima) kelimesi, "ders, öğüt, öğretme, tedris, ibret” gibi anlamlara gelir. O da, “Μά" (Mâ): Ana ve"Θημα" (Thima) "Adım, kürsü, mimber, mihrab” mânâlarını yükleniyor. Yani, Ana kürsü, ana mimber. Anlam genişlemesiyle, Matematik bilimi.

Matiz: Mεθισος (Methisos). Esrik, sızmış, sarhoş, mest olma, bekrîlik.

Mavna: Μαούνα (Maûna).

Maydanoz: Μακεδονησης (Makedonisis). Makedonyalı, Makedon kökenli. Anlam değişimiyle, güzel kokulu bir bitki. Farsça, Mîdenuvaz (Mideye iyi gelen, mideye yararlı olan anlamındaki) kelimesinden geldiğini söyleyenler de vardır.

Maymun: Μαïμου (Maymu). Μιμος (Mimos): Öykünme, çevreye uyma, temsil. Yunanca’dan Arapça’ya, oradan Türkçe’ye geçmiştir. Arapça ve Farsça: Meymûn veyâ Meymon.

Mayna: Μαïνα (Maina).

Mazgal: Μασχαλι (Mashali). Oyuk, çukur.

Megafon: Mεγάφωνο (Megâfono). Μεγάλος (Megâlos): Büyük-Φωνή (Fonî): Ses. Sesi arttıran, büyüten cihaz.

Megalomani: Mεγαλομανία (Megalomanîa). Μεγάλος (Megâlos): Büyük-Mανία (Manîa). Aşırılık, azgınlık, çılgınlık. Büyüklük hezeyânı

Megalomanyak: Μεγαλομανιακός (Megalomaniakôs). Büyüklük hezeyânı olan.

Megapol: Μεγαπολις (Megapolis). Büyükşehir

Mekanik: Mηχανική (Mihanikî).

Mekanizma: Mηχανισμός (Mihanismôs).

Mengene: Μαγγανη (Magani).

Meningitis: Mυνηγγίτις (Minigîtis) veya Mυνηγγίτιδα (Minigîtida). Beyin zarlarının (Mυνηγγας: Minigas / Meninks) iltihâbı.

Menisküs: Μηνισκος (Miniskos). Hilâl. Diz’de bulunan yarım ay şeklindeki kıkırdak. Bir sıvı sütununun kavisli üst bölümü. Μήνα (Mîna): Ay. Latince’ye "Mensis" olarak geçmiş oradan da İngililzce’ye Month (Mans), Fransızca’ya da “Mois” (Mua) olarak girmiştir.

Menopoz: Μενοποσις (Menoposis). Μήνα (Mîna): Ay-Παυσις (Pavsis): Durma, dinme. Menstrüasyon’un (Ay Hâli, aybaşı hâli) kesilmesi. Kadınların belli bir yaştan sonra âdet görmemesi durumu.

Mermer: Mάρμαρο (Mârmaro).

Mersin: Μυρσινη (Mirsini) veya Μυρτιά (Mirtiâ). Akdeniz bölgesinde yetişen ve sürekli yeşil kalan bir ağaç. Bir balık türü, bir şehrin ismi.

Meson: Mέσο (Mêso). Orta. Mεσόνιο (Mesônio): Quantum fiziği ter. Bir tür quantik parçacık.

Metabolizma: Mεταβολισμός (Metavolismôs). Tıp ve biyoloji ter. Öğe değişimi, besi evrimi, özgerim, yapımyıkım. Anabolizma (yapım) ve katabolizma (yıkım) süreçlerinden oluşan beslenme dönüşümü bütüncül süreci.

Μetafizik: Mεταφυσικι (Metafisiki). Μετα (Meta): Sonra, öte-Φυσις (Fisis): Tabiat, doğa, Mizaç. Fizikötesi, doğaötesi.

Metafor: Mεταφορά (Μetaforâ). Taşıma, nakliyat. Edebiyat ve Felsefe terimi olarak, İğretileme, anlam taşıma.

Metal: Μεταλλιον (Metalion). Mâden.

Metapsikoloji: Mεταψυχολογία (Metapsihologîa). Μετα (Meta): Sonra, öte-Ψυχή (Psihî): Ruh, Tin-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, Kelam. Psikolojiötesi, ruhbilimötesi. Zihin ve beden arasındaki ilişki gibi görgül (ampirik) ruhbilim yasalarının ötesine giden felsefî soruların incelenmesi; ruhbilim için genel yasalar saptama girişimini öngören öğreti.

Metapsişik: Μεταψυχικι (Metapsihiki). Metapsikolojiye değgin.

Metazori: Mε το ζόρι (Me to zôri). Zorla, zorâki, Metazori.

Μeteksis: Μετεκσις (Meteksis). Katılma.

Metempsikoz: Μετεμψυχοσις (Metempsihosis). Ruhun, bir bedenden diğerine göçü (öğretisi).

Meteor: Mετεωρα (Meteora). Göktaşı

Meteorolog: Mετεωρολόγος (Meteorolôgos).

Meteoroloji: Mετεωρολογία (Meteorologîa).

Metonimi: Μετονιμία (Metonimîa). Μετα (Meta): Öte, sonra-Όνομα (Ônoma): İsim. İsim taşınması, bir kelime / kavramın zaman içinde semantik bir kaymaya uğraması.

Metre: Mέτρο (Mêtro). Bir uzunluk ölçüsü birimi.

Metrik: Mετρικός-ή-ό (Metrikôs). Metreye değgin, metreyle ilişkili olan, Örn. Antropometrik: İnsan ölçülerine değgin.

Metropol: Mητρόπολης (Mitrôpolis). Despothâne, Payitaht, başşehir. Zaman içinde büyük şehir anlamını kazanmıştır.

Metropolit: Μητρόλιτις (Mitrôpolitis). Despot, Baş idâreci, Orthodoks Hristiyanlık’ta şehrin en üst düzeydeki dinî temsilcisi, Kent kilisesi kurumunun lideri, despotu..

Mıknatıs: Μαγνήτης (Magnîtis). Çeken, cezbeden, albenili.

Midye: Mύδι (Mîdi). Kabuklu bir deniz canlısı.

Mikrobiyolog: Mικροβιολόγος (Mikroviolôgos). Minidirimbilimci.

Mikrobiyoloji: Mικροβιολογία (Mikroviologîa). Minidirimbilim.

Mikrokosmos: Mικροκοσμος (Mikrokosmos). Minievren. Çıplak gözle görülemeyen, quantik evren. Kosmos’un en küçük düzeydeki modeli.

Mikron: Μικρον (Mikron). Μικρος (Mikros): Küçük. Metrenin milyonda biri değerinde bir uzunluk ölçü birimi. “μ" (Mî) harfi ile simgelenir.

Mikrop: Mικρόβια (Mikrôvia). Μικρος (Mikros): Küçük-Βιος (Vios): Hayat. Küçük dirim, küçük canlı. Mikrop.

Mikroskop: Mικροσκόπια (Mikroskôpia). Minik canlılara bakma, minik canlıları seyretme.

Mikroskopik: Mικροσκόπικος (Mikroskôpikos). Minik canlılara bakma, minik canlıları seyretme aracı. Mikroskopiye değgin.

Mimesis: Μιμησις (Mimisis). Öykünme.

Mimik: Mιμικός-ή-ό (Mimikôs). Öykünme, çevreye uyma, temsil.

Mimoza: Μιμόσα (Mimôsa). Amber çiçeği, köseğen.

Mitoloji: Mυθολογία (Mithologîa). Esâtir, Efsâne bilgisi.

Mitomani: Μυθομανία (Mithomanîa): Μυθος (Mithos): Efsâne, esâtir-Μανία (Manîa): Aşırılık, azgınlık. Efsânelerle yaşama, efsânelere dayalı bir retoriğe sahip olma, efsâne uydurma.

Mitos (Mit): Mύθος (Mîthos). Efsâne, esâtir.

Mitroman: Μητρομανιακός (Mitromaniakôs). Μητρα (Mitra): Rahim, Uterus, döl yatağı-Μανία (Manîa): Azgınlık, çılgınlık. Histerik.

Mitromani: Μητρομανία (Mitromanîa). Μητρα (Mitra): Rahim, Uterus, döl yatağı-Μανία (Manîa): Azgınlık, çılgınlık. Histeri.

Miyosen: Μειόκαινος (Miôkenos). Jeoloji ter. Bir jeolojik dönemin ismi.

Molibden: Μόλυβδος (Môlivdos). Kurşun. Kimya ter. Bir element. Simgesi Mo.

Moloz: Μολος (Molos). Yığın.

Monad: Mονάδα (Monâda). Birim.

Monark: Mονάρχης (Monârhis). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Άρχη (Ârhi): İlk, başlangıca ait, öncel, Düzen, idâre. Mutlak, tek idâreci.

Monarşi: Μοναρχία (Monarhîa). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Aρχη (Arhi): İlk, başlangıca ait, düzen, idâre. Mutlâkiyet, Tek kişi idâresi.

Monogam: Μονογαμος (Monoğamos). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Γαμος (Ğamos): Evlilik, düğün. Tek eşli.

Monogami: Mονογαμία (Monogamîa). Μονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Γαμος (Ğamos): Düğün, evlilik. Tek eşlilik.

Monograf: Μονογραφός (Monografôs). Mονος (Monos): Tek, bir, yalnız-Γραφω (Grafo): Yazmak. Tek bir konu ile ilgilenen yazı, deneme.

Monografi: Mονογραφία (Monografîa). Mονος (Monos): Tek, bir, yalnız- Γραφω (Grafo): Yazmak. Tek bir konu ile ilgili yazım, kısa imza. Paraf.

Monogram: Μονογραμμα (Monograma). Μονος (Monos): Tek-Γραμμα (Grama): Harf, betim. Tekyazım.

Monolitik: Mονολιθικός-ή-ό (Monolithikôs). Μονος (Monos): Tek- Λυσις (Lisis): Çözünüm, çözüm, erime. Tekçözümsel.

Monoliz: Mονόλυση (Monôlisi). Μονος (Monos): Tek-Λυσις (Lisis): Çözüm, çözünme, erime. Tekçözüm.

Monolog: Mονόλογος (Monôlogos). Μονος (Monos): Tek-Λόγος (Lôgos): Söz, kelâm, bilgi, bilim. Tek taraflı konuşma, dialog zıddı.

Monomani: Μονομανια (Monomania). Μονος (Monos): Tek-Μανία (Manîa): Azgınlık, aşırılık, çılgınlık. Tek bir fikre takılıp kalma, saplantılı olma, aşırı idefiks (İdefiks-Sâbit fikir’den de öte, azgınlık derecesinde tek fikirlilik).

Monopol: Μονοπωλειον (Monopolion). Μονος (Monos): Tek, bir-Πωλειο (Polıo): Hâne, ev. Tekel, inhisar.

Monoteist: Μονοθεïσμος (Monotheismos). Μονος (Monos): Tek, bir- Θεός (Theôs): İlâh, tanrı. Tektanrılı.

Monoteizm:Mονοθεϊα (Monotheia). Tektanrılılık.

Monoton: Μονοτόνος (Monotônos). Μονος (Monos): Tek, bir-Τόνος (Tônos): Kuvvet, ses, ton. Yeksenâk, tekdüze.

Monotoni: Μονοτονια (Monotοnia). Μονος (Monos): Tek, bir-Τόνος (Tônos): Kuvvet, ses, ton. Yeksenâklık, tekdüzelik.

Morfin: Μορφίνη (Morfîni). Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı Morfeus’un isminden mülhem. Uyuşturucu ve uyutucu bir madde.

Moron: Μορον (Moron). Μορο (Moro): Bebek. En geri zekâ düzeyi. Bebek zekâsına sahip olan.

Morfoloji: Mορφολογία (Morfologîa). Μορφος (Şekil, biçim)-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Biçimbilim, Şekilbilim.

Mozaik: Μουσα (Musa). Güzel sanatların dokuz perisinden birinin ismi. Kır perisi.

Musikî (Müzik): Μουσα (Musa). Güzel sanatların dokuz perisinden birinin ismi, kır perisi. Onun isminden mülhem.

Muşmula: Μεσπιλον (Mespilon). Döngel.

Müze: Μουσεïο (Musio). Güzel sanatların dokuz perisinden biri olan Μουσα (Musa) kökünden..

- N -

Nadas: Νεατε (Neate). Dinlenmeye, yenilenmeye bırakma, ekilmeyen, dinlendirilen toprak.

Naftalin: Ναφθαλίνη (Naftalîni).

Namus: Nόμος (Nômos). Düzen, nizam. Anlam genişlemesiyle iffet.

Narkotik: Ναρκωτικος (Narkotikos). Uyuşturucu.

Narkoz: Ναρκωσις (Narkosis). Uyuşukluk. İlaçlar tarafından meydana getirilen şuur kaybı.

Narsisizm: Νάρκισισμός (Nârkisismôs). Kendine sevdalılık, kendine âşık olma. Yunan mitolojisinde, suda kendi aksini gören ve ona aşık olan Νάρκισσος (Narkisos) isimli kahramanın isminden mülhem.

Narsi(si)st: Νάρκισσος (Nârkisos). Kendine sevdalı, kendine âşık.

Navlun: Ναβλον (Navlon). Gemi için ödenen gider, yolluk. Ναυς (Nafs): Gemi kökünden.

Nefrit: Nεφρειτις (Nefritis). Böbreklerin iltihâbı.

Neft: Ναφτη (Nafti). Sakızlı, ziftli sıvı. Petrolden veyâ ağaçlardan elde edilen ve reçineye benzeyen yapışkan bir madde.

Nekrofili: Nεκροφιλία (Nekrofilîa). Νεκρος (Nekros): Ölü-Φιλία (Filîa): Sevgi. Ölüsevicilik, ölülerden cinsî haz duyma.

Nekrofil: Nεκρόφιλος (Nekrôfilos). Ölüsevici, ölülerden cinsî haz duyan.

Nektar: Νέκταρ (Nektar). Gevser, Kevser, İlâhlar’a lâyık içecek.

Nemfomani: Nυμφομανία (Nimfomanîa). Nυμφη (Nimfi): Yunan mitolojisinde bir varlık olup “perikızı” olarak karşılanır. Tıbbî terminolojiye, Latince “Labium Minoris” (Küçük Dudak) olarak geçmiş olup, kadın cinsî organının bir bölümünü ifâde eder-Μανία (Manîa): Azgınlık, aşırılık, çılgınlık. Kadının aşırı derecede cinsî temas ihtiyacı göstermesi, aşırı şehvet.

Nemfomanyak: Nυμφομανής (Nimfomanîs). Nemfomani özellikleri gösteren.

Neodim: Νεοδυμος (Neodimos). Νεα (Nea) veya Νέος (Nêos): Yeni- Διδυμος (Didimos): İkiz. Yeni ikizler anlamında. Bir kimyevî element. Nd.

Neolojizm: Νεολογισμος (Neologismos). Νέος (Nêos): Yeni-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelâm. Kelime uydurma hastalığı. Yeni kelimeler üretme.

Neon: Νεον (Neon). Νεα (Nea): Yeni. Bir kimyevî element. Ne

Neptün: Νεπτουν (Neptun). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir gezegen.

Neptünyum: Νεπτουνίο (Neptunîo). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Np.

Nergis: Nάρκισσος (Nârkissos). Bir tür çiçek, fulya.

Nevropat: Nευροπαθής-ής-ές (Nevropathîs). Sinir derdi çeken, sinirsel bozukluğu olan, aşırı asabî kişi.

Nevrotik: Nευρωτικός (Nevrotikôs). Nevroz problemi yaşayan.

Nevroz: Nεύρωσις (Nevrosis) veya Nεύρωση (Nevrosis). Nεύρο (Nevro): Sinir-Ωσις (Osis): Durum, hâl. Hastanın farkında olduğu fakat bir türlü aşamadığı psikolojik durum. En çok ratlanan nevrozlar: Anksiyete (Sıkıntı), Histeri ve Depresyon’dur. Psikoz’da ise hasta kendi durumunun fasrkında değildir.

Niobyum: Νιοβιο (Niovio). Νιοβη (Niovi): Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Nb.

Noisis: Νοεισις (Noisis). Arı akıl, öncü akıl, ilk akıl, Nus.

Nonoş: Νουνος (Nunos). Vaftiz babası. Anlam değişmesiyle, kadınsı (efemine) erkek, eşcinsel veyâ sevimli mânâlarını yüklenmiştir.

Nostalji: Nοσταλγία (Nostalgîa). Νοστος (Nostos): Geçmiş, Mâzi-Αλγία (Algîa): Ağrı, sızı. Geçmiş ağrısı, geçmişe duyulan özlem. İştak-ı Mâzi.

NUS: Nοεισις (Noisis). İlk, devindirici akıl. Nus-theos (Νους-Θεος): Zihin-ilâh. Lâtincesi; Ratio Primum Movens. Anlık-An (zihin), Us (akıl), Ruh (Tin), zihnî ilke, ruhî ilke. Felsefe ve Hristiyanlık ter.

Ünlü Hristiyan âlimi, Şamlı Aziz Yuhanna (St. John of Damascus) şöyle der: “Nasıl ki, göz bedenin bir parçasıysa, nus (akıl) da ruhun bir parçasıdır". Buradaki nus, insana Allah tarafından bahşedilen akıl anlamındadır. Havari Aziz Paul de, “bizim nus’umuz (aklımız) Hz. İsa’nın nus’udur (aklıdır)." der. St. Makarius ise "Nus (akıl) bedenin bir parçasıdır" iddiasını savunur. St. Gregory of Nyssa (Nyssa’lı Aziz Gregor): “İnsan nus’u bedensiz bir varlık olarak, vücudun hem içinde hem dışındadır. Her tarafa eşit bir biçimde dağılmıştır. İlk organ olarak kalbi kullanmıştır" demektedir. St. Maksimus’a göre, "Ruh bilgisinin ışığı, nus’un (aklın) yaşamasından ileri gelir ve bu ışık Allah sevgisini geliştirdiğinden dolayı ilâhî Aşk’tan daha büyük birşey olamaz". Nikitas Stethatos’a göre, "Nus’un 4 kuvveti vardır: anlama, keskinlik, kavrama ve sür’at. Nus’un bu 4 kuvveti ruhun 4 genel faziletiyle birleşmek zorundadır: özgüven, yargı, adâlet ve cesaret. Anlama, özgüvenle, keskinlik yargıyla, kavrama adaletle ve sür’at cesaretle birleşmelidir. Bu, ‘Ateş Arabaları’nı ‘Cennetler’den geçirmeye yeter".

Anaksagoras’a göre, "nous", hareket ettirici ve amaca erdirici ilkedir ve "nous" maddîdir (madde kökenlidir). Ancak, bu, "pek ince, pek seçkin" bir maddedir. Bütün nesnelerin en arınmışı, en lâtifidir. Yalnız başına olduğunda, yalınç ve hiçbirşeyle karışmamış durumdadır. Hep kendi kendisine eşittir, kendi kendine hareket edebilen biricik maddedir. Bütün diğer varlıkların hareket ilkesidir. Evren’e egemen olan kuvvettir. Evreni harekete geçirip, oluşturması bakımından, Herakleitos’un “ateş”inin gördüğü işlevi görür. Kendi başınadır. İlk hareketi sağlayan (ilk devindirici) “nous”tur. Oluşlar, “nous”un istediği doğrultuda gerçekleşir. “nous”, başlangıçta bir karmaşa (kaos) içinde bulunan “spora-spermata” (tohumlar) yığınının bir noktasında, bir çevrinti (çevirme, girdap) hareketi yaratmış ve bu hareket yavaş yavaş bütün yığını sarıp devinmelerine yol açmıştır. “nous”, bilinçli ve akıllı ilkedir.

Platon’a göre, düşünme ve akıl edimleri.

Aristoteles’e göre, Teorik (Kuramsal) ve pratik (Kılgısal) düşünme gücü. Ruh neyse nous da odur.

Düşünmenin ilkesi ve gelip geçici olmayan tözü.

Plotinos’a göre, Akılla kavranan dünyanın, idealar alanının ilkesi.

Oluşu gerçekleştiren tabiî devim.

Britanyalı düşünür Bertrand Russell’a göre Nous’un ingilizce karşılığı yoktur. Belki “Logos” kavramı onun yerine kullanılabilir.

Macit Gökberk’e göre, Anaxagoras, oluşu meydana getiren ilkeye, gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediği için nous adını verir.

Fransız filozof Georges Cogniot şöyle der: “Önceleri, Anaxagoras’ı şeylerin düzenleyicisi bir gücü kabul eder görmekle hayranlık duyan Sokrates bile, nous kuramının, gerçeğin madde dışı bir ilkeyle açıklanması olmadığını anlayınca Anaxagoras’ı reddetti”.

Demokritos’a göre nous ateşten bir topraktır ve duyumların karışıklığını düzenler.

Hegel şöyle der: “Nesnel düşünce, dünyadaki us ve elbette doğal; evrensel olan işte bunlardır. Bu usun bizzat kendisi, nasıl köpek bir hayvansa ve onun tözsel yanı buysa, öylece doğada içkindir, doğanın özüdür. Böylesine bir usu içkin bulunmasaydı doğa, insanların bir sandalyeyi biçimlendirdikleri gibi, dışarıdan biçimlendirilemezdi”.

Nümizmatik: Nόμισματικη (Nômismatiki): Nόμισμα (Nômisma): Akçe, para. Paraya değgin, paraya ilişkin. Parabilim.

-O-

Oksijen: Oξυγόνο (Oksigôno). Οξυ (Oksi): Asit- Γονο (Gono): Oluş, tekvin. Asit oluşlu. Bir kimyevî element. Simgesi O.

Oksimoron: Οξιμορον (Oksimoron). Çelişkili / uyumsuz terimlerin birlikte kullanılmasıyla yaratılan bir etki. Οξυ (Oksi): Keskin, asid-Μορο (Moro): Bebek, bebeğe değgin. Örn. Öldürücü güzellik.

Oktavus: Oκτάβα (Oktâva).

Okyanus: Ωκεανός (Okeanôs). Kelime buradan mülhem. Okyanus, "O Κύανος" (O Kîanos: Mavi) anlamındadır. Kökenini ise Arapça, “Kün" (Ol) kelimesinden aldığı savı vardır. “Okyanus" kelimesinin içindeki, "kean-kian" bölümünün Arapça "Kün" (Ol) emrinden köken olduğu iddiası da ciddi bir iddiadır. Bu mânâda “Okyanus”, “Ol” emriyle “varolan” mânâsını üstleniyor yani Yaratıcı’ya cevab veriyor.

Okyanusla ilgili diğer tezler:

 

"Ωκεια-Ναύς" (Okia-Navs). Eski Yunanca, "Ωκεια" (Okia) kelimesi "Hızlı, Sür’atli” mânâlarını yüklenmiştir. “Ναύς" (Navs) ise "Gemi" anlamına gelir. Böyle bakıldığında, Okyanus’un karşılığı “Hızlı Gemi” olmaktadır.

"Ω-Γή-ανός" (O-yî-anôs veya O-gî-anôs). "Γή" (Yî veya Gî) modern Yunanca’da "Toprak, yeryüzü" anlamlarına gelir. Kelimenin kökeni ise "Γαια" (Gea, Gaya veya Yea) olup, mitolojide "Toprak Ana, Yeryüzü, Anaların Anası” mânâlarını yüklenmiştir. “Ουρανός" (Uranôs) ise, mitolojide "Gök tanrı” mânâsını yüklenmiş olup, günümüzde de “Gökyüzü, Asuman, Uzay” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimelerin hepsini birarada yazdığımızda, “O-gî-anôs” veya “O-yî-anôs” kelimesine ulaşırız ki, “Göğü, yeri birarada barındıran” mânâsına ulaşılır.

"Ω-κύανος-νησος". (O-kîanos-nisos). "Νησος" (Nisos) kelimesi yunanca "Ada" anlamındadır. Bu bağlamda “Okyanus” kelimesi “Mavi Ada” mânâsını yüklenebilmektedir.

Nihâyet, Arapça "Künnes" (Karadelik) kelimesiyle de ilişkisi olduğu söyleniyor.

 

Oligarşi: Oλιγαρχία (Oligarhîa). Όλιγον (Ôligon): Az-Άρχη (Arhi): Âρχη (Arhi): İlk, başlangıca ait, düzen, idâre. Azınlık idâresi.

Olimpiyat: Oλυμπιάδα (Olimpiâda).

Omuz: Ώμος (Ômos). Çiğin.

Onomatoloji: Oνοματολογία (Onomatologîa). Ονομα (Onoma): İsim-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. İsimbilim.

Ontogenesis: Οντογενέσις (Ondoyenêsis). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Varlıkoluş.

Ontogenetik: Οντογενετικη (Ondoyenetiki). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık-Γενέσις (Yenêsis): Oluş, tekvin. Varlıkoluşsal.

Ontolog: Οντολογος (Ondologos). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık- Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam.Varlıkbilimci.

Ontoloji: Οντολογία (Ondologîa). Ον (On) veya Οντος (Ondos): Varlık- Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam. Varlıkbilim.

Optik: Οπτική (Optikî). Οψις (Opsis): Görme. Görmeye değgin, görmeyle ilgili. Fizik bilimin bir dalı.

Organ: Οργανων (Organon).

Orion: Οριον (Orion). Οριον (Orion): Sınır, hudut, had. Bir yıldız kümesi.

Orkide: Ορχιδέα (Οrxidêa). Bir çiçek. Biçimi erbezine (testis) benzediği için bu adı almıştır.

Orkinos: Ορκυνος (Orkinos). Bir balık türü, büyük lüfer.

Ortanca: Oρτανσία (Ortansîa). Su meleği. Bir bitki (çiçek) ismi. Lâtincesi “Ortencia”. Hristiyanlarda bir bayan ismi.

Ortodoks: Όρθοδοξία (Ôrthodoksîa). Ορθος (Orthos): Doğru, dosdoğru-Δοξα (Doksa): Kanı, kanâat. Dosdoğru kanı. Örn. Orthodoks Marksizm: Dosdoğru Marksizm veyâ Orthodoks Hristiyanlık: Dosdoğru hristiyanlık. Heterodoks’un zıddı.

Ortopedi: Όρθοπεδία (Ôrthopedîa). Όρθος (Ôrthos): Doğru, dosdoğru-Πεδίον (Pedîon): Meydan, saha, alan, düzlük. Kas-iskelet sisteminin hastalıklarıyla ilgilenen Tıp dalı.

Osmiyum: Οσμιο (Osmio). Οσμία (Osmîa): Koku. Bir kimyevî element. Os.

Oşinografi: Ωκεανογραφία (Okeanografîa). Ωκεανός (Okeanôs): Okyanus, "O Κύανος" (O Kîanos: Mavi) anlamındadır-Γραφω (Grafo): Yazmak. Okyanusbilim.

Otarşi: Aύτάρκεια (Aftârkia). Kanaat etme, kanaatkâr yönetim.

Otokrasi: Aύτοκρατορία (Aftokratorîa). İmparatorluk.

Otokratik: Aυτοκρατορικός-ή-ό (Aftokratorikôs). Emperyal, imparatorluğa değgin.

Otokton: Αύτόχθων (Aftôhthon). Yerli ahâli. Anlam genişlemesiyle, Tıp dilinde, tekâmül sıralamasına göre vücudun en eski kırmızı kas grubu. Omuriliğin her iki yanında bulunan ve derinde yer alan kaslar için kullanılan sıfat.

Otopsi: Αύτοψία (Aftopsîa).

- Ö -

Öfemizm: Εύφημισμός (Evhemismôs). Εύ (Ef, ev): Hoş, güzel-Φήμη (Fîmi): Şan, şöhret, nâm, ün, san, tevâtür. Güzel bir şöhrete, isme, tevâtüre sahib olmak.

Öjenik: Ευγενικός (Evgenikôs). Öjenizm’e değgin.

Öjenizm: Ευγενισμος (Evgenismos). Εύ (Ef, ev): Hoş, güzel-Γονία (Oluş, tekvin). Εύγονία (Evgonia): Seçmeye dayalı yetiştirme yöntemi yoluyla insan soyunun / ırkının kalitesini yükseltme kuramı.

Ökaliptüs: Εύκάλυπτος (Efkâliptos). Ευ (Ef, Ev): Hoş, güzel- Kάλυψ (Kâlips): Gonca. Tıp’ta ve Eczacılık’ta da kullanılan bir tür bitki / ağaç.

Ökse: Οξος (Oksos). Macar üzümü. Anlam genişlemesiyle bir bitkiye verilen ad, Ökseotu.

Öreke: Ρόκα (Rôka). İplik eğirme aracı, yün veyâ pamuk eğirmede kullanılan araç. Anlam değişimiyle, argoda, “Ananın örekesi" biçiminde ağır hakaret hitâbı olarak kullanılır. Türkçe’deki “örmek” kelimesiyle bir ilgisi yoktur. Anadolu’da, Röke, Röka, Refka, Reka biçiminde söylenişleri de vardır.

Örgüt: Οργανωσις (Organosis).

Öritm: Ευρυθμος (Evrithmos). Ευ (Ev): Hoş, güzel-Ρυθμος (Rithmos): Ritm. Hoş ritm. Müziğe uygun olarak yapılan ahenkli hareketler.

Ötanazi: Ευθανατος (Evthanatos). Ευ (Ev): Hoş, güzel- Θαναθος (Thanatos): Ölüm. Tatlı ölüm, Hoş ölüm. Tıp terimi olarak, kişinin kendi irâdesiyle ölüme terkedilmesi.

Öz: Ουσία (Usia). Varlığın ilk maddesi. Ana tin.

- P -

Paçavra: Πατσαβουρα (Paçavura).

Palamar: Παλαμάρη (Palamâri). İp, urgan, halat. Gemi halatı.

Palamut: Παλαμηδα (Palamida). Bir tür balık, piçuta.

Palamut: Βαλανηδη (Valanidi). Meşe kozalağı, pelit. Tıp terimi olarak kullanılan lâtince “glans” da bu anlamdadır.

Palaz: Πολος (Polos). Yavru, küçük kuş. Piliç.

Palikarya: Παλικαρη (Palikari). Yiğit, delikanlı, atılgan, korkusuz, civanmert. Kabadayı Yunan delikanlılarına eskiden bu ad verilirdi. Hâl-i hazırda “genç”, “delikanlı” anlamlarında kullanılmaktadır.

Paleoantoloji: Παλαιοανθολογία (Paleoanthologîa). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-

Paleoantropoloji: Παλαιοανθρωπολογία (Paleoanthropologîa). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-Ανθρωπος (Anthropos): İnsan-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Kadim insanlık bilgisi, insanlık tarihi bilimi.

Paleozoik: Παλαιζωίκόν (Paleozoîkôn). Παλαιός (Paleôs): Eski, kadim-Ζώή (Zôî): Hayat, yaşam. İnsanlığın bir dönemi.

Palladiyum: Παλλαδίο (Paladîo). Παλλας (Palas): Eski Yunanca’da mızrak anlamında. Aynı zamanda bir asteroid’e (yıldızsı) verilen ad. Bir kimyevî element. Pd

Pamuk: βαμβάκι (Vamvâki).

Pananteizm: Πανανθεισμος (Panantheısmos). “Herşey tanrıdadır” anlamında bir felsefe terimi.

Panayır: Πανήγυρις (Panîgiris). Παν (Pan): Her, bütün, hepsi-Aγυρη (Agiri): Toplanma. Toplanma yeri, dernek.

Pandispanya: Πανδτεσπάνι (Pa-n-despâni). Bir tür çörek.

Pandodinamîa: Παντοδυναμία (Pa-n-dodinamîa). Kudret-i İlâhî.

Pandomim: Παντομίμα (Pa-n-domîma). Herşeyi taklid etme.

Panhelenizm: Πανελλινισμος (Panelinismos). Παν (Pan): Her, bütün. Ελλινισμος (Elinismos): Yunancılık. Bütün Yunanlar’ın biraraya getirilmesini, bir çatı altında toplanmasını öngören ideoloji.

Pankart: Πανχαρτία (Panhartîa). Παν (Pan): Her, bütün, tek bir, tüm-Χαρτία (Hartîa): Kâğıt. Halka (kitleye) bir mesajın duyurulması amacıyla elde taşınan veyâ duvara asılan üzeri yazılı büyük kâğıt veyâ karton. Yeni Türkçe’si, “duyurmalık”.

Pankreas: Πανκρατίον (Pankratîon). Παν (Pan): Her, bütün, tüm, tek bir-Kρατος (Kratos): İdâre, yönetim, devlet, kudret-kuvvet. Eski Yunan’da, güreşle yumruk döğüşünün karışımdan oluşan bir spor türü. Günümüzde, özellikle Amerika ve Avrupa’da halkı uyuşturma ve yanıltma amacıyla uygulanan bir gösteri sporu.

Pankreas: Πανκρεας (Pankreas). Παν (Pan): Her, bütün, tüm-Kρεας (Kreas): Et. Tamamı etten oluşan anlamında. Tıp ter. Endokrin (İçsalgı) ve Sindirim (Digestion) sistemine ait bir organ. Uykuluk, tümet.

Panorama: Πανόραμα (Panôrama). Παν (Pan): Her, bütün, tüm-Oραμα (Orama): Ufuk. Bütün, topyekûn ufuk.

Panoromik: Πανοραμικη (Panoramiki). Afakî, Ufkî.

Panteist: Πανθεος (Pantheos). Kamutanrıcı.

Panteizm: Πανθεïσμός (Pantheismôs). Παν (Pan): Bütün, her, tüm- Θεος (Theos): İlâh. İlâh’ın her yerde ve bütün parçalarda (zerrelerde) mevcut olduğunu ve bunların birleşmesiyle oluştuğunu ileri süren felsefî öğreti. Kamutanrıcılık. Örneğin Platon (Eflâtun) kamutanrıcı bir filozoftur. Felsefe terimi.

Panteon: Πανθεον (Pantheon). Bütün tanrıların makamı.

Papara: Παπαρα (Papara). Lâpa.

Papatya: Παπαδια (Papadia). Παπας (Papas): Papaz. Παπαδια (Papadia): Papaz’ın karısı. Bir tür çiçek. Türkçe’ye bir yanlış anlama sonucu girmiş olan bir kelimedir. Öyküsü şöyle: İki Osmanlı askeri papazın evini ziyârete gider. Kapıda papazın karısııyla karşılaşırlar. Papaz’ın evde olmadığını öğrenince, karısıyla sohbet etmeye başlarlar. Onun adını sorarlar. O da yerdeki çiçekleri işâret ederek kendisinin isminin o çiçeklerle aynı olduğunu ifâde etmeye çalışır. Yerdeki çiçeğin adı Margarita’dır. Fakat askerler bu çiçeğin ismini bilmediklerinden dolayı, o çiçeğe, “papazın karısı" anlamına gelen “Papadia" derler ve günümüze kadar böyle gelir. Koyungözü, Akbabaç.

Papaz: Παπoυς (Papus). Dede, ata. Hristiyan din adamı, rahip.

Papirus: Παπυρος (Papiros). Üzerine yazı yazılan yaprak. Aslı Koptça’dır (Kıptîce). Lât: Papirus, Fr: Papier (Papiye), İng: Paper (Peypır), Macarca: Papir (Papir), Alm: Papier (Papiyer), İtl: Papiro, İsp: Papel. Argo’da, “kâğıt para” ya da “para” olarak kullanılan “papel” kelimesi de bu kelimeden mülhemdir.

Parabol: Παραβολή (Paravolî). Παρα (Para): Etrafında, ilerisinde, ötesinde, yanında, cıvarında- Βολή (Volî): Atış, menzil. Tatbik, mukâyese, mukâbele. Bir Matematik terimi.

Parabolik: Παραβολικός (Paravolikôs). Tatbikî, mukayeseli, teşbih, temsil kâbilinden (comparatif).

Paradigma: Παραδειγμα (Paradigma). Παρα (Para): Etrafında, ilerisinde, ötesinde, yanında, cıvarında- Δείγμα (Digma): Nümûne, örnek. Örnek, model, emsal.

Paradoks: Παραδοξία (Paradoksia). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Δοξα (Doksa): Kanı, kanâat: Farklı kanı, alternatif kanı anlamında. Çelişirlik.

Paragraf: Παράγραφος (Parâgrafos). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Γραφω (Grafo): Yazmak. Yana yazma, öteye yazma anlamında.

Parakete: Παραγάδι (Paragâdi) veya Παρήστα (Parîsta). Hızölçer.

Paralaks: Παραλλαξία (Paralaksîa). Münâvebe, tahvil.

Paralel: Παραλληλία (Paralilîa). Birbirinin yanında, yanyana, koşut.

Paraloji: Παραλογία (Paralogîa). Mâkul olmayan, saçma, yanlış düşünüş.

Paralojizm: Παραλογισμός (Paralogismôs). Yanlış düşünce, herze.

Parametre: Παραμετρον (Parametron). Παρα (Para): etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Μετρον (Metron): Ölçü. Değer ölçüleri, değerlendirme ölçüleri.

Paranoya: Παρανοία (Paranoya). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında- Νόησις (Nôisis): Anlayış, idrak. Παρεννοώ (Parenoô: Yanlış anlamak) fiiliyle de ilişkilidir.

Parantez: Παρένθεση (Parênthesi). Araya alınma, idhal anlamında. Παρενθέτω (Parenthêto): Araya yere koymak, idhal etmek fiilinden mülhem.

Parapraksis: Παραπραξις (Parapraksis). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Πράξις (Prâksis): İş, hareket, sahne, perde, senet, tecrübe. Psikanaliz biliminin kurucusu olarak kabul edilen Sigmund Freud’ün güncelleştirdiği bir kavram. İzlerini bilinçdışı istek ve amaçlarda arayabileceğimiz açıklanamayan dil sürçmeleri, hafıza boşlukları, beceriksizlikler, yanlış okumalar.

Parapsikoloji: Παραψυχολογία (Parapsihologîa). Παρα (Para): Etrafında, ötesinde, ilerisinde, yanında-Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Kelam, bilim, bilgi. Pozitif psikoloji biliminin izah edemediği, onun ötesinde bulunan Ruh hâllerini ve tezâhürlerini konu edinen bilim dalı.

Parazit: Παρασιτος (Parasitos). Παρα (Para): Yanında, kenarında, civarında- Σιτος (Sitos):Yiyen, yiyici. Birlikte yiyen, yanından, kenarından, üstünden yiyen, Ekti.

Parşömen: Περγαμος (Pergamos) veyâ Περγαμηνή (Pergaminî): Bergama. Bergama derisi. Eskiden Bergama’nın, üzerine yazı yazma amaçlı kullanılan derileri ünlü olduğu için bu adı almıştır. Arapçaya parğamun veyâ pergamun olarak geçen kelime daha sonra diğer dillere yayılmıştır. Akderi.

Pasal: Πασσαλος (Pasalos). Eski Yun. Kazık. Hayvanları bağlamak için yere çakılan direk, kazık. Pasaliskos: Küçük kazık, mıh. Süğen.

Paskalya: Πασχα (Pasha). İlkbahar’da kutlanan bir Hristiyan bayramı. İbranîce Pesaşi (geçiş) kelimesinden köken aldığı sanılıyor.

Patak: Παταγει (Patagi). Eski Yun. Dövmek.

Patetik: Παθητικός (Pathitikôs). Tesirli-müessir, zimmet, edilgen-pasif, duy(gu)sal.

Patojen: Παθογονο (Pathogono). Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert-Γονο (Gono): Oluşlu. Hastalık yapıcı, hastalığa yol açıcı.

Patoloji: Παθολογία (Pathologîa). Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Sayrılıkbilim, hastalıkbilim, acıbilim, duy(g)ubilim.

Patolojik: Παθολογικός (Pathologikôs). Sayrılıkbilim’e değgin. Acılı, hastalıklı, duy(gu)sal.

Patrik: Πατριάρχης (Patriârhis). Ata, Ced, büyük. Orthodoks Kilisesi’nin başında bulunan en yüksek görevli.

Pavurya: Παγουρος (Paguros) veyâ Παγούρι (Pagûri). Bir tür iri yengeç.

Paydos: Παυω (Pavo). Durdurmak, işi bırakmak.

Pedagog: Παιδαγωγός (Pedagogôs). Çocuk eğiticisi, çocuk terbiyecisi. Παιδι (Pedi): Çocuk-Αγωγω (Agogo): Yol göstermek, yol açmak, ön açmak.

Pedagoji: Παιδαγωγία (Pedagogîa). Çocuk eğitimi, çocuk terbiyesi.

Pedagojik: Παιδαγωγικός (Pedagogikôs). Çocuk terbiyesine değgin.

Pedavra: Πέταυρον (Pêtavron).

Pederast: Παιδεραστής (Pederastîs). Παιδι (Pedi): Çocuk-Αστεία (Astîa): Şaka, latife, oynaşma. Kulampara, çocuklarla cinsî münâsebete giren kişi, Çocuksevici.

Pederasti: Παιδεραστία (Pederastîa). Παιδι (Pedi): Çocuk-Αστεία (Astîa): Şaka, latife, oynaşma. Kulamparalık, çocuklarla cinsî münâsebete girme, çocuksevicilik.

Pedofili: Παιδοφιλια (Pedofilia). Παιδι (Pedi): Çocuk-Φιλια (Filia): Sevgi, dostluk, arkadaşlık. Çocuk sevgisi. (Bu bir kişilik bozukluğu değildir, Türkiye’deki Tıp fakültelerinin kahhar çoğunluğunda gerek öğrencilere gerekse de psikiyatri asistanlarına “Pedofili” kavramı bir kişilik bozukkluğu olarak öğretilmekte / tanımlanmakta olup bu yanlıştır, doğrusu “Pederasti” olmalıdır).

Pediatri: Παιδιατρία (Pediatrîa). Παιδι (Pedi): Çocuk-Γιατρια (İatria): Tıp, hekimlik. Çocuk hekimliği.

Peksimet: Παξιμάδι (Paksimâdi).

Pelte: Πολτός (Poltôs). Ezme veyâ Farsça; Pâlûde (Paluza): Ezme’den.

Pentagram: Πενταγραμμα (Pe-n-dagramma). Πεντε (Pe-n-de): Beş- Γραμμα (Grama): Yazım, betim, harf. Beşli yazım, beşli betim.

Pentagon: Πενταγονο (Pe-n-dagono). Πεντε (Pe-n-de): Beş-Γωνια (Gonia): Köşe. Beşgen, beş köşeli. ABD Savunma Bakanlığı’nın diğer ismi.

Pentatlon: Πενταθλον (Penthatlon). Πεντε (Pe-n-de): Beş- Αθλητισμός (Athlitismôs): Atletizm. Beş değişik atletizm disiplininden oluşan bir yarışma türü. Beşli atletizm.

Pereme: Περαμε (Perame). Küçük kayık. Anlam genişlemesiyle su kabı, sal. Anlam değişimiyle, “korkutucu varlık, hayâlet” anlamında kullanılan, “peremeler tuttu” deyimi buradan türetilmiştir.

Periferik: Περιφερειακός (Periferiakôs). Περιφέρεια (Perifêria): Çevre, etraf, daire, muhit, havali. Tıp terimi olarak Periferiakos: Çevresel, mücâvir, havaliye ait, Örn. Periferik Sinir Sistemi.

Periyod: Περιοδος (Periodos). Döngü, Dönem, devre, dolaşma, âdet görme, nöbet.

Periyodik: Περιοδικός (Periodikôs). Περίοδος (Perîodos): Dolaşma, dönme, devir, nöbet, âdet görme. Döngüsel, devirsel. Yunanca’da dergi anlamında da kullanılmaktadır.

Pıhtı: Πικτή (Piktî).

Pırasa: Πρασα (Prasa). Πρασινα (Prasina): Yeşil kelimesinden mülhem. Bir tür bitki (sebze).

Pırnal: Πριναρι (Prinari) veyâ Πουρνάρι (Purnâri). Yeşil meşe. Odunu makbûl bir meşe türü. Yerici deyim olarak, “kaba” anlamında da kullanılır.

Pide: Πιττα (Pita). İtalyanca’ya da Pizza olarak geçmiştir.

Pilâki: Πλαχη (Plahi). Yahni. Kuru fasulye ve soğanla yapılan zeytinyağlı bir yemek, kuru fasulye yahnisi.

Pinti: Πινεδος (Pinedos). Eli sıkı, cimri.

Piramit: Πυραμις (Piramis). Öyük, ehram.

Pirina: Πυρήν (Pirîn). Zeytin çekirdeğinin posası ve bundan elde edilen yağ.

Pisi (balığı): Φεσση (Fesi). Bir tür balık.

Piskopos: Έπισκοπος (Êpiskopos). Επι (Epi): Üst, üstte-Σκοπός (Skopôs): Maksad, niyet, gâye, amaç, nöbetçi, gözlemci, nokta, hedef. Üst gâye, büyük gâye güden, üst noktada duran.

Pistis: Πίστις (Pistis). İmân, inanç.

Piton: Πυθονας (Pithonas). Yunan mitolojisinde, Apollon’un Delfi yakınlarında öldürdüğü yılanın isminden mülhem. Bir yılan türü.

Piyâle: Φυαλε (Fiale). Ayaksız, sapsız kap. Kadeh.

Platin: Πλατίνη (Platîni). Değerli bir metal.

Platonik: Πλατωνικός (Platonikôs). Yunan bilgesi Platon’un isminden mülhem. Düşünsel, düşsel, teorik. Örn. Platonik aşk (düşvârî aşk).

Platonizm: Πλατωνισμός (Platonismôs). Platonculuk, platon ideolojisi. Ünlü Yunan filozofu Platon’un (Aristokles) geliştirdiği felsefe akımıdır. Geniş göğüslü (ya da geniş alınlı) olduğu için kendisine Platon adı verilmiştir. İlk hocası Kratylos. Kratylos, Herakleitosçu. Daha sonra Sokrates ile tanışıyor ve hayatının sonuna kadar Sokratesçi kalıyor. Eserlerinin hemen tamamında Sokrates’i anlatır. Mısır’da matematik, astroloji, yine Kirene’de Theodoros’tan matematik, Atina’da ise müzik dersleri aldı. Sicilya ve Güney İtalya seyâhatleri sırasında Pythagorasçılığa ilgi duymuş ve mistisizm’den etkilenmiştir. İran gezisinde ise Zerdüştîliği inceleme fırsatı olmuştur. Sicilya kralının akrabalarından Dion, Platon’a hayran kalır ve ona siyâsî reformlar yaptırır. Daha sonra, Atina’nın “Akademos Bahçeleri” mevkîinde ünlü okulunu (Akademia) kuruyor.

Gençlik dönemi ya da "Gençlik dialogları” tamâmen Sokrates’i anlatır. Onun düşüncesini ortaya koyar ve savunur. Bu eserlerde, “idea” öğretisine hiç rastlanmaz. Sürekli, “Erdem” ve “Bilgi” sorunlarıyla ilgilenir. “Lahis” (Lakhes) diyaloğunda “cesâret”, “Politia I”de “adâlet”, “Lysis”de “dostluk”, “Karmides”te “ölçülülük” (sofrosini), “Efthyfron”da, “Din”, “Protagoras”ta “erdem” irdelenir ve tümevarım (induction) yöntemi uygulanır. Sokratik diyaloglar olumsuz bir sonuçla biter: Yanlış, yetersiz tanımlar çürütülünce diyalog da sona erer. Araştırmada bir çıkmazla (aporia) karşılaşılmıştır. Ele alınan sorunun doğru yanıtı bulunamamıştır.

"İdea öğretisi”ni ele aldığı yâni Platon’un “Platon” olarak ortaya çıktığı diyaloglar ise şunlardır: Giorgias, Menon, Efthydemos, Kratylos, Meneksenos, Symposion, Fedon, Politia, Fedros, Theetetos, Parmenides, Sofistis, Politikos, Timeos, Kritias. Anti-Sofist mücâdelesinin merkezine "iyi” kavramını koyar. “İyi”, doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik ereğidir. Gerçek, doğrunun düzenine (kosmos) ruh, ancak “iyi” ile erişir.

Sokrates’in anladığı gibi yaşamı felsefeye dayatmak ya da erdemle bilgiyi bir tutmak, “doğru”nun araştırılabilmesini, böyle bir olanağın bulunmasını gerektirir. Sofistler bunun olamayacağını söylüyorlardı. Sofistler’e göre, aradığımız şey ya bilinen bir şeydir ki, bunu aramaya gerek yoktur ya da bilinmeyen bir şeydir, o zaman da bulunan şeyin aranan şey olduğunu nereden bilinebilir? Platon bu sorunu Menon diyaloğunda "Ruh'un Ölümsüzlüğü" düşüncesiyle çözer: Ruh ölümsüzdür ve birçok defalar yeryüzüne gelmiştir. Bu arada yeryüzünde ve Hades’te (Öte Âlem) bulunan herşeyi görmüştür. Yeryüzünde (doğada) herşey birbirine bağlı olduğu için, Ruh bunlardan birini görünce, sürekli bir araştırma ile ötekilerini de bulabilir ve anımsayabilir. Ruhta doğru tasavvurlar, önce bilinçsiz bir hâlde bulunurlar; ilkin, bunlar bir rüya gibi kımıldanırlar; uygun sorular ve araştırmalarla sonunda aydınlık bir bilgi hâline gelirler. Buna göre, öğrenmek, eskiden bilinmiş birşeyi yeniden hatırlamaktan, anımsamaktan (anamnesis) başka birşey değildir. Bu anlayış ile, Platon, felsefesinin iki ana görüşünü de elde etmiş, belirtmiş olur: Ruhta bilinçsiz bir hâlde bulunan “doğuştan tasavvurlar”ın olduğu görüşü, bir de “doğru sanı” (Ortho Doksa) ile “bilgi” (epistimi) arasındaki karşıtlık. Doğru sanı sallantılı ve süreksizdir, bilgi ise bir temele, bir nedene (logos) bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur. Bilinmeyen birşeyin aranabileceğini, Sokrates, Menon diyaloğunda hiç matematik bilmeyen bir köleye, ustaca sorular sorarak bir geometri problemini çözdürmekle tanıtlar.

Felsefenin olabilmesi, Sokrates’in savı, yani erdemin bilgi ile aynı şey olduğunu söyleyen savı doğru ise bir anlam kazanabilir. Bu sorunu, Platon, en güvenilir bir bilimsel yöntemle, matematiğin varsayımı (hypothesis) yöntemi ile inceler: Çıkış noktası olarak bir varsayımı alır; bundan çıkabilecek sonuçları geliştirir; sonra da bu sonuçların durumundan varsayımın doğru olup olmadığını çıkarır. Bu yöntemi kullanarak vardığı sonuçla da, Sokrates’in intellektüalizmini aşar. Çünkü bilgi ile aynı olan felsefî erdem yanında, bir de doğru sanıya dayanan bayağı erdem vardır. Bilgiye dayanan felsefî erdem de bayağı erdemden pek üstündür; biri asıl şey, öteki de onun gölgesi gibidir.

Platon, bilginin temeli problemini şöyle çözer: Sokrates, bilgiyi, eldeki nesnenin kavramını belirlemeye çalışarak temellendirmeyi denedi. Platon, Sokrates’in bu görüşünü en keskin biçimiyle ele alır. Bunu, Elealılar’ın, bilgi ile varlık arasında bir korelasyon (bağlılaşma) olduğunu ileri süren savlarına bağlar ve kavramlar birer gerçek, birer dayantı (hipostaz) olurlar; bu dünyadaki nesneler yanında kendi başlarına bir dünya kurarlar, kendi içlerinde ayrı bir dünya olurlar. Böylece iki ayrı bilme çeşidini (doğru sanı-orthodoksi ile bilgi) karşılayan iki ayrı dünya da ayırt edilmiş oluyordu: Bir yanda asıl gerçeğin (ideaların) dünyası, öte yanda da relatif (göreli, izâfî) gerçeğin dünyası: meydana gelen ve yok olan nesnelerin dünyası: Doğru sanı’nın konusu olan dünya, işte bu dünyadır.

İdea birliktir (vahdet), bölünemez, değişmez, öncesiz (ezelî)-sonrasız (ebedî) olarak kendi kendine eşittir. Tek tek duyumlanan (algılanan) nesneler ise, sürekli meydana gelirler, değişirler ve yokolurlar. Bu bağlamda “İdea” (Bilgi) ve “Nesne” (Doğru sanı) iki ayrı dünyadır. Bu dünyalardan biri “var” olanı ve “hiç oluş hâlinde olmayan”ı öteki ise “hep oluş hâlinde olup hiçbir zaman varolmayan”ı (genesis) içine alır. Duyularla algılanan nesnelerin (cisimlerin) karşısında cismanî olmayan idealar (asomatikos idea: Bedensiz idea) vardır. Bunlar, uzayın ya da cisimler dünyasının hiçbir yerinde bulunmazlar; kendi başlarınadırlar ve duyularla değil düşünme ile kavranırlar. Düşünülen, akılla kavranabilen bir dünya (noitos topos) meydana getirirler. İşte, felsefî erdemin koşulu olan gerçek bilginin temeli, kökü ancak bu idealar dünyasında bulunabilir. Bunlar ahlâk kavramlarıdır.

Plastik: Πλαστικη (Plâstiki). Esnek, şekil verilebilir

Plazma: Πλάσμα (Plâsma). Sıvı, likid, likör, suyaş, yaratık, mahlûk.

Pleonazm: Πλειονασμός (Plionasmôs). Gereğinden fazla sözcük kullanımı. Artma, arttırma anlamında.

Pliyosen: Πλειόκαινος (Pliôkenos). Bir Jeolojik dönem.

Plüton: Πλουτος (Plutos). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir gezegen ismi.

Plütonyum: Πλουτονίο (Plutonîo). Πλουτος (Plutos): Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Pu

Polemik: Πολεμικώς (Polemikôs). Πόλεμος (Pôlemos): Harb, savaş, muharebe kelimesinden. Savaşçı, cengâver anlamında. Anlam genişlemesiyle dil savaşı, dil dalaşı, sözlü çatışma, münazara.

Poliandri: Πολύανδρια (Polîandria). Πολύ (Polî): Çok, ziyâde, bol-Ανδρας (Andras): Eş, koca. Bir kadının birden fazla erkekle evlenmesi, çok eşlilik.

Poliarhia: Πολύαρχία (Polîarhîa). Πολύ (Polî): Çok, ziyâde, bol-Άρχη (Ârhi): Başlangıca değgin, ilksel, düzen, nizâm, idâre. Müşterek idâre

Poligam: Πολύγαμος (Polîğamos). Πολύ (Polî): Çok, ziyâde, bol-Γαμος (Ğamos): Evlilik, düğün. Çokeşli.

Poligami: Πολύγαμία (Polîgamîa). Πολύ (Poli): Çok, ziyâde, bol-Γαμος (Ğamos): Evlilik. Çok evlilik.

Poligon: Πολύγωνος (Poligonos). Πολύ (Poli): Çok, ziyâde, bol-Γωνία (Gonîa): Köşe, açı. Çokgen, çok köşeli.

Poliklinik: Πολύκλινικη (Πolîkliniki). Πολύ (Poli): Çok, ziyâde, bol- Κληνη (Klini): Yatak. Çok yataklı anlamında. Hastanelerde, hastaların muayene edildiği bölüm. (Yatırıldığı bölüme ise servis adı verilir).

Polis: Πολı (Poli). Şehir, site-devlet. Şehri korumakla görevli olan.

Politeist: Πολύθειστις (Polîtheistis). Çok tanrılı.

Politeizm: Πολυθείσμος (Politheismos). Πολύ (Polî): Çok, bol, ziyâde-Θεος (Theos): İlâh. Çok ilâhlılık.

Politeknik: Πολιτεχνικι (Politehniki). Πολύ (Polî): Çok, bol, ziyâde-Τέχνη (Têhni): Sanat, fen, bilgi, ustalık, mârifet, maharet. Birçok dalda teknik eğitim veren üniversite kurumları için kullanılan bir terim.

Politik: Πολιτικός (Politikôs). Πολı (Poli): Şehir, site-devlet. Bu kelimeden mülhem, politikaya değgin.

Politika: Πολιτική (Politikî). Πoλı (Pôli): Şehir-Θεκα (Theka): Korunak. Şehri sarıp sarmalayan, dört duvar içine alan. Anlam genişlemesiyle, siyâset.

Pornografi: Πορνη (Porni). Ticâret. Anlam genişlemesiyle Πορνεια (Pornia): Fuhuş. Πορνογραφία (Pornografia). Fuhuş filmi, fuhuş kitabı-neşriyatı.

Poyraz: Βοριας (Vorias). Kuzey. Bu kelimeden mülhem olarak Kuzey’den esen rüzgâr anlamında.

Pragmatik: Πραγματικος (Pragmatikos). Πραγμα (Pragma): Şey, eşya, nen. Felsefe terimi olarak, kuramsal kaygıyı, ilkeyi gözardı etme. Yararsal.

Pragmatist: Πραγμα (Pragma). Πραγμα (Pragma): Şey, eşya, nen. Felsefe terimi olarak, kuramsal kaygıyı, ilkeyi gözardı eden, dikkate almayan. Yararcı.

PRAGMATİZM: Πραγματισμός (Pragmatismôs). Πραγμα (Pragma): Şey, eşya, nen, eylem. Felsefe terimi olarak, kuramdan, ilkeden çok dolaysız gerekleri ve sonuçları dikkate alma tutumu. Uygulayıcılık, uygulamacılık, kılgıcılık.

Osmanlıca: Fiilîyye veyâ Mezheb-i Kıymet-i fiilîyye. Uygulamada yarar sağlamayı gerçeğin ölçütü sayan öznel idealist öğreti. Kapitalist üretim düzeninin ilk gelişme alanı olan işadamları ülkesi Britanya’da John Stuart Mill’in biçimlendirdiği yararcılığın, yeni ve son gelişme alanı olan işadamları ülkesi ABD’de Charles Peirce 19. Yy’ın ikinci yarısında temellerini atıp, yine aynı yüzyılın sonlarında William James’in geliştirdiği uygulamacılığın doldurması doğaldır. Böylelikle, kapitalizmin kendine özgü metafizik felsefesi kurulmuş olmaktadır. James, aynı adlı yapıtında “pragmatizm" sözcüğü için, “Gerçi bu ad hoşuma gitmiyor, ama onu böyle adlandırıyorlar, değiştirmek için artık çok geç" diyor. Yapıtını da “yararcı" Mill’e şu sözlerle armağan ediyor: “Zihnin pragmatik açıklığını ilk olarak kendisinden öğrendim, yaşamış olsaydı liderimiz olacağını düşünmekten zevk duyduğum John Stuart Mill’in anısına…". Pragmatizm, James’in deyişine göre, bir felsefe olmaktan çok bir metod, düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir yöntemdir. Charles Peirce, 1878’de “Popular Science Monthly" dergisinde yayınladığı “Fikirlerimizi Aydınlığa Kavuşturmanın Yolu" başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Bir düşüncenin anlamını açıklamak için onun hangi davranışı doğurduğunu bilmek gerekir. İşte o davranış, o eylem bizim için düşüncenin tâ kendisidir". William James, 20 yıl sonra, kimsenin üstünde durmadığı bu sözü bulup ortaya çıkarmış, felsefesini bu söze dayandırmıştır. Pragmatik metodda yeni hiçbir şey yoktur, diyor William James. Sokrates onun ustasıydı. Aristoteles, metodik olarak onu kullanmıştı. Locke, Hume, Berkeley onun araçlarını kullanarak gerçeşe yararlı oldular. Oysa Pragmatizm’in bu öncüleri onu ancak parçalar hâlinde kullandılar. Onlar sadece giriş yapmışlardı. Pragmatizm metodu günümüze gelinceye kadar genelleşmemişti, evrensel bir görevin farkına varamamıştı. Ben bu göreve inanıyorum, konuşmalarımın sonunda size de bu inancı aşılayabileceğimi sanıyorum. Herhangi bir yerde bir ayrım meydana getirmeyen bir ayrım hiçbir yerde varolamaz. Felsefenin bütün görevi, bu dünya formülü ya da bu dünya formülünün doğru olmasının hayatımızın belli ânlarında üzerimizde ne gibi bir ayrım doğuracağını anlamak olmalıdır. Pragmatik metod, herşeyden önce, başka türlü son verilemeyecek olan metafizik tartışmaların yatıştırılması metodudur. Dünya tek midir, çok mu? Kadere mi bağlıdır, yoksa hür müdür? Madde midir, ruh mu? İşte birtakım kjavramlar ki, dünya için doğru olmaları da kâbildir, olmamaları da. Bu çeşit kavramlar üzerindeki tartışmaların sonu gelmez. Böyle hâllerde pragmatik metod, her kavrama, kendisinden değer verebilecek pratik sonuçlar çıkarmak suretiyle yorumlamaya çalışır. Bu kavram öteki kavramdan daha doğru olsaydı, herhangi bir kimse için pratik bakımdan ne gibi ayrılık doğacaktı? Çıkarılan sonuçlarda pratik hiçbir ayrılık yoksa her iki düşünce de, pratik bakımdan, aynı şeye karşılık olmaktadır. Şu hâlde tartışma yersizdir. Tartışma yerindeyse, bunun ya da ötekinin doğruluğu hâlinde pratik bir ayrılık görebilmemiz gerekir. Bu, kabacası şu demektir: Dünya madde olsa ne olacak, ruh olsa ne olacak? Biri ya da öteki olmasa pratik bir fayda sağlıyorsa o zaman başımızın üstünde yeri var… Nitekim William James, pragmatizm metodunu kullanarak Ruhçuluğu seçmektedir. Çünkü diyor, materyalizm umut kırıcıdır. Ruhçuluk ise umut, hoşlanma, yaşama isteği vericidir. Tanrıya inanmak insanlar için faydalı bir eylemdir. Bu eylem insanlara, James’in deyişiyle, “töresel bir tatil” yaptırır. Ölümlü dünyadaki kötülüklerin Tanrı’da yok olacağı düşüncesi, bizleri sorumluluk kaygusundan kurtarır. İyiliğin, sonunda, nasıl olsa geleceğine güvenerek korkumuzu yenebiliriz. Dünya arabasını, yürüdüğü yolda, keyfince gitmeye bırakarak “töresel (Ahlâkî) bir tatil" yaparız. İyi ama, gerçek bu mudur, derseniz James’in karşılığı hazırdır: Gerçek, pratik faydası olandır. Pragmatizm, böylelikle, Akılcı sistemlerle Görgücü sistemler arasındaki uzlaşmaz ayrılığı çözdüğü kanısındadır. Aklın verilerini de pragmatik metoda vurarak him dinci kalabilecek, hem de olgularla ilgilenebilecektir. Her ikisinde de pratik fayda bulunduğuna göre, bunları birbirinden ayırmayı düşünmemektedir. Görgücüler, Tanrı düşüncesine, istedikleri kadar “Teşekkür ederiz, kullanmıyoruz" desinler, Pragmatist pratik fayda bulduğu sürece onu kullanmakta devâm edecektir. Pragmatistlere göre, bir düşünce, yaşayışımız için elverişli olduğu sürece doğrudur. “İyi"dir yerine "doğru"dur diyebiliriz çünkü bu iki kavram birbirinin aynıdır. Doğru sözcüğü, inanç alanında iyi olduğunu ıspat eden herşeyin adıdır. Doğru olan, belirli sebepler dolayısıyla aynı zamanda “iyi”dir. Bizim için neye inanmak daha iyi olurdu, dersek, bu söz şu anlama gelir. “Neye inanmak zorundayız?” Bu sorunun karşılığı şudur: İnanılması bizim için daha iyi olan şeye inanmak zorundayız. Şu hâlde, bizim için daha iyi olanla, bizim için daha doğru olan arasında hiçbir başkalık (difference) yoktur. Pragmatik metod “doğru”yla “iyi”yi birleştirmektedir. Bundan şu sonuç çıkıyor: Erdem yaşayımız için elverişli olduğu sürece, pratik fayda sağladığı hâllerde doğrudur. Herşey pratik fayda ölçüsüne vurulmalıdır, herşey pratik faydaya göre değerlendirilmelidir. Bu açıdan “güzel”i de, “doğru”yla ve “iyi”yle birleştirerek Felsefe’nin, Bilim’in, Sanat’ın yetkilerini tek elde, fayda ölçüsüne vurarak da değerlendirmelidir. Çünkü bunların pratik değer ya da değersizlik bakımından hiçbir ayrılıkları yoktur. Pragmatistler soyut düşüncelere, deney öncesi düşüncelere de kendi metodlarını uyguluyorlar. Onlara göre, doğru düşünce (à priori fikir), pratikte doğrulanabilen bir düşüncedir. Bir düşüncenin gerçeği, ona yapışık, hareketsiz bir özellik değildir. Gerçek, düşüncenin başına gelen birşeydir. Bir düşünce, kafamızda dururken doğru olamaz. Ancak doğru bir hâle gelebilir, olaylar yüzünden doğrulanır. Onun gerçekliği, geçer hâle girmesiyle (Validation) olur. Sonsuz derecede faydalı ya da sonsuz derecede zararlı bir gerçeklikler dünyasında yaşamaktayız. Doğru düşünce bizler için önemlidir. Bir ormanda kaybolursanız, açlıktan ölmek üzere bulunursanız, keçi yoluna benzer birşey görünce, bu yolun sonunda insanların oturduğu bir evi düşünmeniz çok önemlidir. Burada doğru düşünce faydalıdır, çünkü konusu olan şey faydalıdır. Doğru düşüncenin pratik değeri, bu düşünceye karşılık olan nesnelerin pratik değerinden çıkmaktadır. Gerçekte bu nesneler her zaman için faydalı olmayabilirler. Örneğin keçi yolunun sonundaki ev, boş bir evse, açlıktan ölmek üzere bulunan sizin için hiçbir faydası yoktur. Ama her nesne bir gün, bir zaman önem kazanabileceğinden, herhangi bir durumda doğrulanabilecek bir genel düşünceler stokunu elde bulundurmamız faydalıdır. “Doğru” sözcüğü doğrulama sürecini harekete geçiren bir düşüncenin, “faydalı” sözcüğü onun deneyde tamamlanan görevinin adıdır. Doğru düşünceler, faydalı olmadıkça, değer belirten bir ad kazanamazlar. Kuramla oldu, soyut düşünceyle işe yarar pratik arasındaki bu birleşme, ölçüsüz derecede bereketlidir. Gerçek, düşünürken bize faydası olan şeydir, nasıl ki, hak da eylem hâlinde bize faydalı olan şeydir. İnsanlar için gerekli olan, uygun olan “iş görecek” bir kuram bulmaktır. İşte pragmatizm, bu kuramdır. Görüldüğü gibi, uygulayıcılık, burjuva dünyasında pek tutulduğu ve ve pek yayıldığı hâlde, bilimdışı bir kuramdır. Bilimi de açıkça yadsır. James’e göre, “İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiçbirşey anlayamaz". Pragmatizm, dünyanın nesnel gerçekliğine gözlerini kapamışlardır. Gerçek, kendi yararımıza göre belirlemekle, özneldir. Bu bakımdan pragmatizm tekbenciliği (Solipsizm) varmaktadır. Herşey “ben”im ve herşey benim içindir. Bu kanıysa pek açık olarak saçma bir kanıdır. Bilinemezci yönleri de bilgiyi yadsımakla eylemsel uygulamayı köksüz bırakmaktadır. Uygulama, bilgisizliği değil, tam tersine bilgiyi gerektirir. İnsan eylemi etkili olabilmek için nesnel yasaların bilgisine dayanmak zorundadır. Yararlılık, gerçeğin ölçütü olamaz. Tam tersine, ancak nesnel gerçekliğin bilimsel bilgisidir ki insanlığa yararlıdır. İnsan, bilimsel bilgileri aracılığıyla pratik eylemde bulunur ve bu pratik eylemi sonunda amacına varabilir; amacına ulaşabilmesi, ancak nesnel gerçekliğin bilimsel bilgisiyle olanaklıdır. Pragmatizm, John Dewey, F.S. Schiller vb. Tarafından izlenmiş, ırkçılık ve faşizmi açıkça savunmaya kadar çeşitli biçimlere bürünmüştür.

Praseodim: Πρασεοδίμος (Praseodîmos). Πρασιός (Prasiôs) veya Πρασινα (Prasina): Yeşil- Διδυμος (Didimos): İkiz. Yeşil ikizler anlamında. Bir kimyevî element. Pr.

Pratik: Πραξις (Praksis). Πράξις (Prâksis): İş, hareket, sahne, perde, senet, tecrübe uygulama, fiiliyât.

Prehistorya: Προïστορία (Proistoria). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Ίστορία (İstorîa): Tarih. Erken tarih dönemiyle ilgilenen bilim dalı.

Prion: Πριον (Prion). Quantum fiz. Terimi. Quantik bir parçacık ismi.

Prizma: Πρίζμα (Prîzma). Biçme.

Problem: Πρόβλημα (Prôvlima). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Βλήμα (Vlîma): Mermi, fişek.

Program: Πρόγραμμα (Prôgrama). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Γραμμα (Grama): Harf.

Programatik: Προγραμματικός (Programatikôs). Programlı.

Prolepsis: Πρόβλεψις (Prôvlepsis). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen -Βλεπω (Vlepo): Görmek. Önceden belirtme, önceden görme, öngörü. Edebiyat ve tıp terimi.

Prolog: Προλογος (Prologos). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen - Λόγος (Lôgos): Söz, kelâm, bilgi, bilim. Önsöz, mukaddime, dibâce.

Prometyum: Προμεθειον (Promethion). Prometheus: Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Pm

Prostat: Προστατα (Prostata). Öndül, Erönbeze, Önbeze. Hem ürojenital (Üreme-boşaltım) hem de endokrin (İçsalgı) sisteme ait bir organ.

Protaktinyum: Προτακτινιο (Protaktinio). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ- Ακτις (Aktis): Işın. İlk ışın anlamında. Bir kimyevî element. Pa.

Protein: Προτεïνη (Proteini). Yumurta akı. Yaşamın temel yapıtaşlarından biri.

Protez: Προθεσις (Prothesis).

Protohistorya: Πρωτο-ιστορία (Protoistorîa). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ-Ιστορια (İstoria): Tarih. Tarihöncesi.

Protokol: Πρωτόκολλο (Protôkolo). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ- Κόλλα (Kôla): Tutkal, zamk, yapıştırıcı, kâğıt tabakası.

Proton: Προτον (Proton). Πρό (Prô): Ön, önüne, evvel, önce, geçen-Τόνος (Tônos): Ton, Kuvvet-Kudret. Nükleer fizik terimi olarak, bir parçacık türü. Pozitif yüklüdür. Veya, Προτου (Protu): Evvel, önce, sabık, birincil.

Protoplazma: Προτοπλασμα (Protoplasma). Πρώτα (Prôtα): Evvela, ilk olarak, önce, iptidâ -Πλασμα (Plasma): Yaratık, varlık, mahluk. Öncel varlık.

Prototip: Προτυπος (Protipos). Orijinal, kalıp, nümûne, örnek.

Provoskidae: Προβοσκιδα (Provoskida). Hortum. Hortumlu hayvanlar familyası. Zooloji ter.

Psikanaliz: Ψυχοαναλυσι (Psihoanalisi). Ψυχή (Psihî): Ruh-Ανάλυση (Anâlisi): Analiz, tahlil, çözümleme. Ruh çözümlemesi.

Psikiyatri: Ψυχιατρια (Psihiatria). Ψυχή (Psihî): Ruh-Ιατρική (İatrikî): Tıp. Ruh hekimliği.

Psikiyatr: Ψυχιατρος (Psihiatros). Ψυχή (Psihî): Ruh-Ιατρος (İatros): Tabib, hekim. Ruh hekimi.

Psikolog: Ψυχολογος (Psihologos). Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Ruhbilimci.

Psikoloji: Ψυχολογία (Psihologîa). Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Ruhbilim.

Psikolojik: Ψυχολογικη (Psihologiki). Ψυχή (Psihî): Ruh-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Ruhbilimsel.

Psikopat: Ψυχοπαθής (Psihopathîs). Ψυχή (Psihî): Ruh- Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert. Psikolojik hastalığı olan.

Psikopati: Ψυχοπάθεια (Psihopâthia). Ψυχή (Psihî): Ruh- Παθός (Pathôs): Hastalık, maraz, illet, felâket, mûsibet, mihnet, garaz, kin, dert. Ruh hastalığı.

Psikoz: Ψυχωσις (Psihosis). Çevreden gelen etkenlerden bağımsız olarak ortaya çıkan tinsel problem. Genetik’tir.

Psişik: Ψυχικη (Psihiki). Ruhla ilgili, ruhî.

Puhu: Μπούφος (Bûfos). Bir tür kuş.

- S -

Safsata: Σοφιστες (Σofistes). Bilgili, âlim. Türkçe’de asıl anlamından saparak, boş lâf, gereksiz söz anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Sahne: Σκενα (Skena). Alan, boş yer, tiyatroda oyun yeri.

Salya: Σαλια (Salia).

Salyangoz: Σαλίγκαρος (Salîgaros), Σάλιαγκας (Sâliagas). Sümüklü böcek, salyalı.

Sandal: Σανδαλον (Sandalon). Sandal ağacı, sandal ağacından yapılan.

sardalya: Σαρδελα (Sardela). Bir balık türü.

Sargan: Ζαργανα (Zargana). Bir balık türü, zargan, zargana.

Sedir: Kέδρος (Kêdros). Sedir ağacı.

Sekmen: Σκαμνι (Skamni). İskemle, oturak.

Selenyum: Σελινος (Selinos). Ay. Bir kimyevî element. Se.

Semer: Σαμαρι (Samari). Yük hayvanlarının sırtına konan araç, oturmalık, eyer.

Sembol: Συμβολo (Simvolo). Remz, işâret, simge, alâmet, rumuz.

Semender: Σαλαμουντρα (Salamudra). Βir tür keler. Mitolojide Ateş varlığı.

Sempatik: Συμπαθητικός (Simpatitikôs). Merhâmetli, cana yakın, Sargın, yeltek.

Sempozyum: Συνποσιον (Sinposion). Şölen, ziyâfet, cümbüş anlamında. Anlam genişlemesiyle, kapsamlı toplantı, bilimsel toplantı anlamlarını yüklenmiştir.

Semptom: Σύμπτωμα (Sîmptoma): Tıp terimi olarak, Bulgu.

Sendika: Συνδικάτο (Sindikâto). Συν (Sin): Ortak, eş- Δικαιον (Dikeon): Hak, hukuk.

Sendrom: Συνδρομή (Sindromî). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Δρόμος (Drômos): Yol. Yardım, eş yol. Tıp terimi olarak, birçok hastalığın birarada görülmesi.

Senfoni: Συμφωνία (Simfonîa). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Φωνή (Fonî): Ses. Eşseslilik, ses uyumluluğu, mutabakat, anlaşma, mukâvele, şart.

Senkron: Σύγχπονος (Sîghronos). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Χρόνος (Hrônos): Zaman. Eşzamanlı.

Sentaks: Συνταγή (Sintagî). Tertip, tanzim, reçete.

Sentetik: Συνθετoς (Sinthetos). Sentez yoluyla elde edilmiş olan, birleşik, mürekkep.

Sentez: Συνθεση (Sinthesi). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Θεσις (Thesis): Sav, tez. Bireşim, terkip, tertip.

Septik: Σκεπτικός (Skeptikôs). Σκέψις (Skêpsis): Düşünce, fikir. Düşünceli. Şüphecilik akımına bağlı olan, şüpheci.

Septisizm: Σκεπτικισμός (Skeptikismôs). Σκέψις (Skêpsis): Düşünce, fikir Şüphecilik. Bir felsefe akımı.

Serpme: Σπειρο (Spiro). Yere atmak, yere yaymak. Bir tür balık ağı.

Serpmek: Σπειρω (Spiro). Yere yaymak, yere atmak.

Sfenks: Σφίγγα (Sfîgga). İnsan başlı, aslan gövdeli, yılan kuyruklu ve kanatlı bir mitolojik varlık. Yunan sfenksleri Mısır sfenkslerine göre daha küçük olarak inşa edilmişlerdir.

Sınır: Σύνορα (Sînora). Hudut.

Sıra: Σειρα (Sira). Dizi.

Sırma: Σύρμα (Sîrma). Tel, sırma. Aσυρματο (Asirmato): Telsiz.

Siklamen: Κυκλάμινο (Kiklâmino). Bir bitki türü, bu bitkinin rengi de aynı adla anılır.

Siklon: Kυκλώνας (Kiklônas). Döngüsel bir rüzgâr türü.

Siklotron: Kυκλοθρόνος (Kiklothrônos). Κύκλος (Kîklos): Daire, çevre, çevrim-Θρόνος (Thrônos): Taht. Döner taht.

Silindir: Kύλινδρος (Kîlindros). Yuvak.

Simbiyoz: Συμβίωσις (Simvîosis). Συν (Sin) veya Συμ (Sim): Ortak, eş-Βιος (Vios): Hayat, yaşam. Birlikte yaşama, muaşeret.

Simetri: Συμμετρία (Simetrîa). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada-Mετρον (Metron): Ölçü, ölçme. Eşölçü, ortak ölçü, bakışım.

Simetrik: Συμμετρικός (Simetrikos). Tenâzür. Συν (Sin): Eş, ortak, birarada-Mετρον (Metron): Ölçme, ölçü. Simetriye değgin, bakışımlı.

Simit: Σεμιδαλιτες (Semidalites). İnce undan, irmikten yapılan (çörek).

Sinagog: Συναγογή (Sinagogî). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Άγω (Âgo): Yol açmak, ön açmak. Biraraya gelmek, toplanmak, tecemmü. Yahudi mâbedi, havra.

Sinapsis: Συναπσις (Sinapsis). Συνάπτω (Sinâpto): Birleştirmek, raptetmek. Sinir hücreleri arasında bulunan mikroskopik aralıklar, bunlar sinirsel iletiyi sağlarlar.

Sinaptik: Συναπτικός (Sinaptikôs). Συνάπτω (Sinapto): Birleştirmek, raptetmek. Sinaps’a değgin, sinaps’la alâkalı.

Sinarit: Συναβριδη (Sinavridi). Bir tür balık.

Sinerji: Συνεργια (Sinergia). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Eργα (Erga): İş. Eş çalışma. Ortak iş üretimi, biraraya gelerek iş gücünü arttırma.

Sinestezi: Συναισθησις (Sinesthisis). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Αισθησις (Esthisis): Duygu, his. Ortak duygu, vicdan.

Sinkretizm: Συνκρετισμός (Sinkretismôs). Συγκρινω (Si-g-krino): Karşılaştırmak, mukâyese etmek, teessüm ettirmek. Değişik din ve öğretilerin belli ilkelerini, uygulamalarını birleştirme. Karıştırmacılık, karşılaştırmacılık.

Sinod: Συνοδός (Sinôdos). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada- Οδος (Odos): Yol, sokak, cadde. Yoldaş, arkadaş, aynı yolda yürüyen. Örn, Saint Sinod meclisi.

Sinonim: Συνώνυμος (Sinônimos). Eşanlamlı, adaş. Συν (sin): Eş, ortak-Όνομα (Ônoma): İsim, ad. Eşisim, eş ad, isimdaş.

Sinopsis: Συνοψις (Sinopsis). Συν (Sin): Eş, ortak, birarada-Oψις (Opsis): Görme. Eşgörüş, eşgörme. Özet.

Sinoptik: Συνοπτικώς (Sinoptikôs). Kısaca, muhtasaran.

Siroz: Κίρρωση (Kîrosi). Portakal renginde olan. Bir organın sertleşmesi. Özellikle karaciğerde oluşan ve fibrosis’le (lifleşme) sonuçlanan dejeneratif (bozunumsal) değişiklikleri ifâde etmek için kullanılan bir terim. Kliniğinde; asit, portal dolaşımın sekteye uğraması, hematemez (kan kusma), sarılık (ikter), splenomegali (dalak büyümesi) tablosu görülür.

Sirtaki: Συρτακι (Sirtaki). Küçük sirto. Yunanlar’ın millî danslarından biri.

Sirto: Συρτό (Sirtô). Bir dans ve makam türü. Örn. Sultâniyegâh Sirto.

Sismografi: Σεισμογραφία (Sismografîa). Σεισμος (Sismos): Deprem, zelzele, yer sarsıntısı-Γραφω (Grafo): Yazmak. Depremyazım.

Sismolog: Σεισμολογος (Sismologos). Σεισμος (Sismos): Deprem, zelzele, yer sarsıntısı-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Deprembilimci.

Sismoloji: Σεισμολογία (Sismologîa). Σεισμος (Sismos): Deprem, zelzele, yer sarsıntısı-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Deprembilim.

Sistem: Συστημα (Sistima). Düzen, nizâm.

Sistematik: Συστηματικός (Sistimatikôs). Sistemli.

Skandal: Σκανδαλη (Skandali). Tetik. Anlam genişlemesiyle çalkantılara yol açan olay, tetikleyici olay.

Sofist: Σοφιστις (Sofistis). Sofizm öğretisine bağlı olan.

Sofistike: Σοφιστος (Sofistos). Sofizm kavramından mülhem. Anlam genişlemesiyle, karmaşık, zor anlaşılır mânâsını yüklenmiştir.

SOFİZM: Σοφισμος (Sofismos). Felsefe terimi. "Bilgi" anlamına gelen “Sofia" kelimesinden orijin alır. Bilme, bilgili olma hedefi güden daha sonraları ise siyâsette yararlı olmayı amaç edinen İ.Ö. 5. Yy. filozoflarının düşüncelerini tanımlamak için kullanılır. Zamanla, söz söyleme san’atı (Retorik, hitâbet) anlamı kazanmıştır. Sokrates, Platon ve Aristoteles bu felsefeye karşı çıkmış ve onunla savaşmıştır. Ancak, Sofizm felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Protagoras ve ileri gelenlerinden Giorgias, Hippias ve Prodikos gibi ustalar felsefe biliminin zirveleri olarak kabul edilir. Platon’un bunlara karşı çıkmasının en önemli nedeni, para karşılığı bilgi vermeleridir. Ona göre, bu davranış, hiçbir çıkar gözetmeyecek bir araştırma olması gereken felsefenin ve bilimin onuruna aykırıdır. Ancak, yukarıda adı geçenlerin, bu işten gelir elde edip etmediği bilinmiyor, muhtemelen ikinci jenerasyon sofistler bu işi yapmış olmalı.

Sofizm, bilgi anlayışı olarak relativisttir (izâfiyetçi, görelilik taraftarı olan). Bu felsefenin kurucusu sayılan Protagoras, “doğa felsefesi”ni kabul etmez. Kendisinden önce, felsefenin başlıca konusu olan “kosmos” sorunu ile uğraşmayı “boş” kabul eder. Bu felsefede, objektif olarak geçerli bir bilginin olmadığını, Herakleitos’tan yola çıkarak tanıtlamaya çalışır. Bütün olabilirliği kendisinde toplamış olan “Anamadde” sürekli bir akış içindedir; bu nedenle de hiçbir şey “belli" bir "şey" değildir; bir “şey", her ân, başka “şey"lere göre şöyle veyâ böyle bir “şey" olmaktadır. Salt bir varlık yoktur; nesnelerin nitelikleri, bir ândaki birbirleri üzerindeki etkilerinden doğmaktadır. Bundan dolayı hiçbir nesne için “bu, şudur" diyemeyiz; olsa, olsa, boyuna değişen bağıntıları içinde onun (o şeyin) başka nesnelere göre ne olmakta olduğunu söyleyebiliriz. Duyumlar da, duyumlayanın o ândaki durumuna bağlıdır. Onun için, algı objeyi (nesneyi) bize, ancak algılayanın algılama ânındaki durumuna nasıl görünmüşse, öyle bildirir. Protagoras için, duyu algısı ve bundan doğan kanâat (sanı-doksa) biricik bilgimizdir. Bundan da şu sonuç çıkar: Her sanı doğrudur, hiç kimse yanlış bir şey düşünemez, ya da Protagoras’ın ün salmış sözü ile söylenecek olursa: "İnsan herşeyin ölçüsüdür, varolanların varlıklarının da, varolmayanların varolmadıklarının da!"

Giorgias da "doğa felsefesi"ne karşı çıkar ve daha da ileri giderek, genel olarak varlık üzerine bir bilginin olanağını ortadan kaldırmaya çalışır. Hitâbet’in en büyük ustası olarak da kabul edilen Giorgias, Elea Okulu’nun diyalektiği üzerinde de derin izler taşır. Giorgias’a göre, “varolan bir"dir (Arkhe), başka varlık yoktur. Giorgias, “doğa felsefesi"nin ana sorunu olan "asıl gerçek"i yani "varolan"ı bilemeyeceğimizi şu 3 sav ile tanıtlamaya çalışır:

1-"Bir şey" yoktur. Eğer olsaydı, ya “olmuş" ya da "öncesiz" bir "şey" olurdu; bu "şey", ne "varolan"dan, ne de "varolmayan"dan olmuş olabilir; “öncesiz" olamaz zira öyle olsa "sonsuz" olurdu, "sonsuz" olan ise "hiçbir yerde" yoktur (bulunmaz).

2-"Bir şey olsaydı da bilemezdik!" çünkü "varolan"ın bilgisi olsaydı, “varolan", "düşünülmüş olan" olurdu, "varolmayan" da "düşünülemezdi" bile; o zaman da yanılma olmazdı, birisi “deniz üzerinde arabalarla bir savaş oldu dese" bile.

3-"Bilseydik de, başkalarına bildiremezdik", çünkü bildirme sözlerle olur, söz ise "varolan"dan başka bir şeydir. Bir başkasına, bir renk tasarımını nasıl bildirebiliriz? Çünkü kulak renkleri iştimez, sesleri işitir; birbirinden başka olan iki kişide aynı tasarım nasıl olabilir?

Sofizm öncesi felsefe "objet"ye (şeylere, nesnelere) yani dış dünyaya dönüktü. Başlıca doğa bilgisinin ana kavramlarını kurmaya çalışıyordu. Sofizm ise, “sujet"ye (özne), iç deneye yönelmekle, kendinden önceki felsefenin tekyanlılığını gidermiş oldu.

Protagoras, "Her soruda birbirinin karşıtı iki önerme gösterilebilir" diyor. Tartışma yöntemini ilk geliştiren de kendisi olmuştur. Giorgias ise “duygulanımları" (Pathos) sınıflamış ve en önemli 4 tanesini, “Sevinç", "Acı", "Yüreklilik" ve "korku" olarak saymıştır.

Ünlü sofistlerden Efthidemos şöyle der: “Her şey herkesindir. Yanılma diye bir şey yoktur, çünkü söylenen şey, düşünülen bir şey olduğundan ‘varolan’ bir şeydir de".

Sofistler, "doğadan olan" (Fisi) ile "insanın ortaya koymuş olduğu" (Thesi) kurallar arasındaki karşıtlığı ortaya koymuşlardır.

Bir diğer sofist Antifon, "doğal hukuk" ile "pozitif hukuk" (insanın geliştirdiği hukuk) arasındaki karşıtlığı vurgulayarak yalnız sanılara (kanâatlere-doksa) dayanan "konulmuş" yasaların güçsüz olduğunu söyler ve buradan, insanların “doğadan eşit" oldukları sonucunu çıkarır. Bu nedenle, toplum içindeki sınıf ayrılıkları, ayrıcalıklar, soyluluklar vb., hep insanın oluşturduğu hukuk ve toplum kurallarından orataya çıkmıştır. Oysa toplum, insanoğlunun yararı için kurulmuştur, bundan dolayı herkes ondan eşit olarak yararlanmalıdır.

Yine bir başka Sofist, Thrasymakhos, "Ne tür parlak sözlerle anlatılırsa anlatılsın" diyor ve ekliyor: "Adâlet, güçlüye, egemen olana yarayan, güçsüze zararlı olan şeydir".

Kallikles ise, "Adâlet, güçsüzlerin kendilerini korumak için güçlülere karşı kurdukları bir tuzaktır" der. Ama ona göre doğa (Fisis) güçlüye, egemen olma hakkını vermiştir. Bundan dolayı ancak, insanın koyduğu düzen bakımından, “adil olmayan" kimse mutlu olabilir. Bu nedenle Sofistler, "pozitif hukuk" normlarıyla sürekli savaşmışlardır.

"Doğal" ile "konulmuş olan" arasındaki bu karşıtlık din mevzuuna da yansımıştır. Bunun başını çeken Kritias’tır. Kritias, tanrıların tümüyle keyfî olan, politik hesaplarla zekî devlet adamlarının uyruklarını (tebâ) itâatli kılmak için bulunmuş birtakım kuruntulardan başka bir şey olmadıklarını ileri sürer.

Sofistler bir yandan, "tek kişinin, yargılarında bağımsız olabileceğini şüpheli hâle getirmişler", öte yandan da, "tümel olarak geçen hiçbir ölçüyü ayakta bırakmamakla, otorite ve geleneği (yasaları, hukuku, sosyal normları, ahlâk kurallarını) adamakıllı sarsmışlardır".

 

Softa: Σοφος (Sofos). Bilgi. Anlam kaymasıyla, cahil, bilgisiz mânâsını yüklenmiştir.

Somun: Πσομι (Psomi). Ekmek. Bu kelimeden mülhem. Somun pehlivan: Yalnız ekmek yiyen fakat iş göremeyen, kof şahıs, beceriksiz kimse.

Spazm: Σπασμός (Spasmôs). Kuvvetli kasılma.

Sperma: Σπέρμα (Spêrma). Men’i hayvancığı, tohum, Çekirdekçik. Eril üretim hücresi.

Stad: Στάδιο (Stâdio). Stadyum.

Stalagmit: Σταλαγμίτης (Stalagmîtis). Dikit.

Stalagtit: Σταλαγτίτης (Stalagtîtis). Sarkıt.

Statik: Στατικός (Statikôs). Dengede duran, sâbit.

Stereo: Στερεός (Stereôs). Katı, sert.

Stereofonik: Στερεοφωνικι (Stereofoniki). Στερεός (Stereôs). Katı, sert-Φωνή (Fonî): Ses. Kuvvetli, sert ses.

Stereometri: Στερεομετρία (Stereometrîa). Στερεός (Stereôs). Katı, sert-Μετρον (Metron): Ölçü, ölçme. Sertlik ölçümü.

Stereoskopi: Στερεοσκοπία (Stereoskopîa). Στερεός (Stereôs). Katı, sert-Σκοπω (Skopo): Bakmak, muâyene etmek. Sertlik tâkibi, muâyenesi.

Stetoskop: Στηθοσκοπώ (Stithoskopô). Στήτος (Stîthos): Göğüs, sine, meme- Σκοπός (Skopôs): Maksad, niyet, gâye, amaç, nöbetçi, gözlemci, nokta, hedef. Vücut seslerini dinlemeye yarayan cihaz.

Stoacılık: Στοηκισμός (Stoikismôs). Στοα (Stoa): Han, Kervansaray, pasaj, geçit, dehliz. Bir felsefe akımı.

Stratosfer: Στρατοσφαιρα (Stratosfer). Στράτα (Strâta): Yol, katman, tabaka-Σφαιρα (Sfera): Küre. Atmosferi oluşturan tabakalardan biri.

Sufî: Σοφιστις (Sofistis). Sofizm akımına bağlı olan. Anlam genişlemesi ve değişimiyle Tasavvuf’la uğraşan insanlara da bu isim takılmıştır.

Sünger: Σφουνγαρι (Sfungari).

- Ş -

Şamandra: Σημαντήρας (Simadîras).

Şapşal: Σαπσαλος (Sapsalos). Gevşek, ufak-tefek. Anlam değişimiyle, beceriksiz, uysal, salak, aptal, anlayışı kıt.

Şayak: Σαγιακι (Sayaki). Yünden dokunmuş kalın giysilik, aba.

Şema: Σκεμα (Skema). Taslak, görünüş, biçim.

Şıra: Συραιον (Sireon). Üzüm suyu.

Şinik: Κοινικας (Kinikas). Yalak, çukur, tekerlek oyuğu, tekerlek demiri.

Şizofreni: Σκυζοφρενια (Skizofrenia). Σκυζω (Skizo): Yırtmak, Yırtılmak, parçalanmak- Φρένα (Frêna): Şuur, bilinç. Şuur parçalanması, düşünce yarılması. Gerçeklikten kopma ve aşırı derecede (fakat az da olsa sistematik olarak) hayal üreterek kendine dönme durumu. Bilinçdışı istek (id), çoğalarak, düşünceler arası duygusal (kavramsal değil) ilişkiler, mantıkdışı, karmaşık düşünce bağlantıları kurarak bilince egemen olur. Şizofrenik dilin bu anlamda, şiirle enteresan bir benzerliği vardır.

- T -

Taflan: Δαφνι (Dafni). Defne.

Taklit: Κλειδι (Klidi). Kilit. Bu kelimeden gelişmiştir. Önce Arapça’ya oradan da Türkçe’ye geçmiştir. Kalîd: Devenin burnuna takılan araç, burunluk.

Takograf: Ταχυγράφος (Tahigrâfos). Ταχύς (Tahîs): Çabuk, sür’atli, hızlı-Γραφω (Grafo): Yazmak. Hızyazar.

Takoz: Θακος (Thakos). Kama, kıskı, üzerine ağırlık konan araç.

Takunya: Τακουνι (Takuni). Tiyatrolarda giyilen üstten bağlı tahta ayakkabı, futbol terimi olarak çalım atmak.

Takyon: Ταχυονι (Tahioni). Hızlı parçacık. Nükleer fizik terimi, bir partikül (parçacık) türü.

Talyum: Θαλλος (Thalos). Filiz, ağacın kenarından fışkımakta olan küçük dalcık. Dalgaboyu. Bir kimyevî element. Tl.

Tantal: Τανταλος (Ta-n-dalos). Yunan mitolojisinde bir varlık. Bir kimyevî element. Ta.

Tarhana: Τραχανα (Trahana). İrmik ezmesi. Bir diğer iddiaya göre, Farsça, “terhüvâne” veyâ “terhîne” (buğday yarması-süt karışımı çorba) kelimesinden gelmekte.

Tasma: Δεσμος (Desmos). Bağ, bağlantı.

Tavus: Ταος (Taos). Bir kuş türü.

Tayfun: Τυφονας (Tifonas). Yunan mitolojisinde Hera’nın (İra) dev çocuğu. Canavar. Çince, “Thei-fung” kelimesinden geldiği de iddia edilmektedir.

Tekir: Τιγρις (Tigris). Kaplan. Sırtı kaplan gibi çizgili olan.

Tekne: Τέχνη (Têhni). İş, beceri, uğraş, maharet, mârifet.

Teknetyum: Τεχνετος (Tehnetos). Yapay. Bir kimyevî element. Tc.

Teknik: Τέχνη (Têhni) veya Τεχνικός (Tehnikôs). İş, beceri, uğraş, maharet, mârifet, bunlarla ilgili olan.

Teknokrasi: Τεχνοκρατία (Tehnokratîa). Tέχνη (Têhni): Sanat, iş, beceri, uğraş, teknik-Kραττω (Krato): Düzene koymak, idâre etmek. Teknik idâre.

Teknokrat: Τεχνοκρατός (Tehnokratôs). Τέχνη (Têhni): Sanat, iş, beceri, uğraş, teknik-Kραττω (Krato): Düzene koymak, idâre etmek. Teknik bürokrat.

Teknoloji: Τεχνολογία (Tehnologîa). Τέχνη (Têhni). İş, beceri, uğraş, maharet, mârifet-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam.

Teknolojik: Τεχνολογίκός (Tehnologîkôs). Τέχνη (Têhni): Teknik, sanat, iş, beceri, uğraş, mârifet, maharet-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Teknolojiye değgin

Telefon: Τηλέφωνο (Tilêfono). Τηλε (Tile): Uzak- Φωνι (Foni): Ses.

Telekinezi: Τηλεκινησία (Tilekinisîa). Τηλε (Tile): Uzak-Kινηση (Kinisi): Hareket. Cisimleri uzaktan (dokunmaksızın) hareket ettirme.

Teleoloji (Teloloji): Τελολογία (Telologîa). Tελος (Telos): Son, nihâyet, âkibet, nihâî amaç, erek, gâye- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Evren’in bir amaca göre kurulup, işlediği (işletildiği) öğretisi. Yaşamı, dili ve tarihi bir amaca yönelmesi açısından ele alma, erekselcilik.

Telepati: Τηλεπαθεια (Tilepathia). Τηλε (Tile): Uzak-Παθος (Pathos): Duyu, duygu, his, dert, acı, hastalık. Uzaduyum.

Teleskop: Τηλεσκοπιο (Tileskopio). Τηλε (Uzak)-Σκοπω (Skopo): Bakmak. Uzağı görmeye yarayan araç.

Telgraf: Τηλέγραφος (Tilêgrafos). Τηλε (Tile): Uzak-Γραφω (Grafo): Yazmak.

Tema: θεμα (Thema). Κonu, mevzu.

Temel: Θεμαλιον (Themalion). Koyma, yerleştirme.

Teneke: Τενεκε (Teneke). İnce sac.

Tente: Τεντα (Te-n-da, Tenta). Örtü, çadır. Lât: tente(a), Fr; Tente.

Tenya: Ταινία (Tenîa): Şerit.

Teodezi: Θεοδησια (Theodisia). Θεος (Theos): İlâh, Allah- Δικαιον (Dikeon): Hak, hukuk. Fizikî ve ahlâkî çöküntüden doğan karşı çıkışlar önünde Allah’ın, iyilik, yaratıcılık ve sorumluluk özelliklerini irdeleyen öğreti. Leibniz tarafından geliştirilmiştir. Felsefe terimi.

Teogoni: Θεογoνια (Theogonia). Θεος (Theos): İlâh-Γoνia (Gonia): Oluş, tekvin. Çok tanrılı dinlerdeki ve mitolojilerdeki tanrıların kökenlerinin ve doğuşlarının incelenmesi.

Teokrasi: Θεοκρατία (Theokratia). Θεος (Theos): İlâh, Allah- Κραττω (Krato): Düzene koymak, İdâre etmek, yönetmek: İlâhî düzen, ilâhî yönetim. Devletin ilâhî naslar ve hükümler doğrultusunda yönetilmesi.

Teokratik: Θεοκρατικός (Theokratikôs). Teokrasi’ye değgin.

Teoloji: Θεολογία (Theologia). Θεος (Theos): İlâh-Λόγος (Lôgos): Bilgi, bilim, kelam. İlâhiyat. Tanrıbilim.

Teomitor: Θεομήτωρ (Theomîtor). Θεος (Theos): İlâh-Μητερα (Mitera): Anne. İlâh’ın annesi anlamında. Hz. Meryem’e Orthodoks Hristiyanlar tarafından verilen bir isim.

Teori: Θεωρια (Theoria). Θεωμαι (Theome): Gözlemek, gözlemlemek. Kuram, nazariyye.

Teos ek mekhanes: Θεος εκ Μιχανις (Theos ek mihanis). Θεος (Theos): İlâh- Μιχανις (Mihanis): Mekanik. Mekanik Tanrı, Makina’dan tanrı. Yunan tiyatrosunda konuyu çözüme getirmek (taşımak) için oyuna katılan bir ilâh.

Teotôkos: Θεοτόκος (Theotôkos). Θεος (Theos): İlâh-Τόκος (Tôkos): Doğurma, doğum. Hz. Meryem’e Orthodoks Hristiyanlar tarafından verilen bir isim.

Teozofi: Θεοσοφία (Theosofîa). Θεος (Theos): İlâh-Σοφια (Sofia): Hikmet. İlâhî tabiata sezgisel bilgi ile ulaşmayı öngören öğreti.

Terapi: Θεραπεια (Therapia). Tedâvi.

Terelelli: Τρελος (Trelos). Deli, aklî dengesi yerinde olmayan.

Termik: Θερμικός (Thermikôs). Isıya değgin, ısıyla alâkalı.

Termodinamik: Θερμοδυναμικος (Thermodinamikos). Θερμότητα (Thermôtita): Isı-Δυναμη (Dinami): Kuvvet, güç. Isı gücüne ilişkin.

Termoelektrik: Θερμοηλεκτρικός (Thermoilektrikôs). Θερμότητα (Thermôtita): Isı-Hλεκτρικό (İlektrikô): Elektrik. Elektrikten ısı elde edilmesiyle ilgili.

Termometre: Θερμομετρο (Thermometro). Θερμότητα (Thermôtita): Isı-Mετρον (Metron): Ölçü, ölçüm. Isıölçer.

Termos: Θερμοφόρο (Thermofôro). Isıtan, ısıtıcı, ısı verici, .

Termostat: Θερμοστατ (Termostat).

Tetrafoni: Τετραφωνία (Tetrafonîa). Τετρα (Tetra): Dörtlü-Φωνή (Fonî): Ses. Dört sesli şarkı veya müzik parçası.

Tetragon: Τετραγωνος (Tetragonos). Τετρα (Tetra): Dört-Γωνιά (Goniâ): Köşe. Kare, Dörtgen. Dört-Gen: Gen kelimesi, Yunanca “köşe” anlamına gelen “γωνιά" (goniâ) kelimesinden alınmıştır.

Teürji: Θεουργια (Theurgia). Θεος (Teos): İlâh-Ουργια (Urgia): İmâlat, yapım. Neo-Platonien düşüncede ilâhın yönetiminin irdelenmesi.

Tez: θεσις (Thesis). Sav.

Tırpan: Δρεπανι (Drepani). Orak, tırpan.

Tifo: Τυφος (Tifos). Buğulanma, sis, şaşırma, kendinden geçme. Bakteriyel bir hastalık. (Salmonella Tifi adlı bakteri tarfından oluşturulur). Sökel, yatalgı.

Tifüs: Τυφος (Tifos). Buğulanma, sis, şaşırma. Bir tür salgın hastalık.

Tipografi: Τυπογραφια (Tipografia). Τυπος (Tipos): Baskı, basım-Γραφω (Grafo): Yazmak. Baskıyazım.

Tiran: Τυρανος (Tiranos). Yönetici, önder, kral. Anlam genişlemesiyle, toplumu baskı altında tutan, topluma zulmeden.

Tiryak: Θεριακος (Theriakos). Θερας (Theras): Hilkat garibesi, garip yaratık, Ucube, Vahşî hayvan-Iακος (İakos): Özgü. Yabanıl, kırsal. Anlam genişlemesiyle, yabana karşı koruma gereci, em, ilâç, çâre. Pontus kralı Mitridatis, Kafkas dağlarında yaşadığı dönemlerde birçok panzehir ve ilâç geliştirmiştir. Onun geliştirdiği bu ilâçlara “Θειριακος" (Thiriakos) adı verilirdi.

Tiryâkî: Θεριακλής (Theriaklîs). Tiryak kullanan kimse. Anlam genişlemesiyle, herhangi bir madde alışkanlığı edinen, örn. Sigara tiryâkîsi.

Titan: Τιτανος (Titanos). Yunan mitolojisinde ilk nesil (Primordial) ilâh ve ilâheler.

Titanyum: Τιτανιον (Titanion). Τιτανος (Titanos). Yunan mitolojisinde ilk nesil ilâh ve ilâheler. Τιταινω (Titeno): Eski Yun. Germek. Bir kimyevî element. Ti.

Tiyatro: Θεατρο (Theatro).

Tomar: Τομαριον (Tomarion). Bir avuç, bir tutam.

Tomografi: Τομογραφία (Tomografîa). Τομος (Tomos): Kesi, kesit-Γραφω (Grafo): Yazmak. Vücudu kesitler hâlinde görüntüleme.

Topografya: Τοπογραφία (Topografîa). Τοπος (Topos): Yer, yüzey-Γραφω (Grafo): Yazmak. Yüzeyleri inceleyen bilim.

Trajedi: Τραγουδια (Tragudia). Türkü, şarkı. Sığırtmaç türküsü, çoban türküsü. Ağlatı.

Travma: Tραυμα (Travma): Kaza.

Travmatoloji: Τραυματολογία (Travmatologîa). Τραυμα (Travma): Kaza, yaralanma-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Kazabilim.

Trigonometri: Τριγονο (Trigono): Üçgen-Μετρο (Metro): Ölçü. Üçgenlerle ilgili bilim.

Triloji: Τριλογία (Trilogîa). Τρια (Tria): Üç- Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Üçleme, teslis. Hristiyan ilâhiyatının önemli tartışma konularından biri olan “Baba-Oğul-Ruh-ül Kuds” teslisi için kullanılır.

Tripod: Τριποδι (Tripodi). Τρια (Tria): Üç- Ποδι (Podi): Ayak. Üçayak. Bazı materyelleri desteklemek ya da taşımak amacıyla kullanılan üçayaklı bir araç.

- U, Ü -

Uranüs: Ουρανος (Uranos). Yunan mitolojisinde gök tanrı. Bir gezegen. Modern Yunanca’da gökyüzü anlamına gelmektedir.

Uranyum: Ουρανίο (Uranîo). Ουρανος (Uranos): Yunan mitolojisinde gök tanrı. Bu isimden mülhem olarak bir kimyevî element. U.

Uskumru: Σκομβρι (Skombri). Bir tür balık. Yunan argosunda kadın pazarlayıcısı.

Usturlab: Αστρολαβο (Astrolavo).

Ülser: Ελχος (Elhos). Yara, çıban, irinlenme. Buradan Lâtince’ye “ulcus”, oradan fransızca’ya “ulcere” (Ülser) ve oradan da Türkçe’ye “Ülser” olarak geçmiştir. Örn, Mide ülseri. Halk arasında sadece Mide ülseri olarak bilinir ancak bütün “yaralar” için genel bir kullanımı vardır.

Üre: Oυρo (Uro). Toksik bir madde.

Üroloji: Ουρολογία (Urologîa). Ουρο (Uro): İdrar-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Boşaltım ve Genital sistem bilimi.

Üstübeç: Στουμπετσι (Stubeçi).

Ütopya: Ουτοπία (Utopîa). Ου (U): Yok-Τοπος (Topos): Yer. "Yer yok" anlamında. Ulaşılması âdeta hayal olan büyük düşünce, büyük ideal.

- V -

Varil: Βαρελα (Varela).

Vatoz: Βαθος (Vatos). Βαθος (Vathos): Derinlik. Bu kelimeden mülhem. Diplerde yaşayan bir tür balık.

Vantuz: Βεντουζα (Ve-n-duza).

Veranda: Βεραντα (Vera-n-da).

Vişne: Βυσσινε (Visine).

Voli: Βολε (Vole). Balıkağını denize atma.

- Y -

Yakamoz: Γιαγκαμος (Yakamos). Parlaklık. Deniz yüzeyinde ortaya çıkan ışık oyunları, parlaklıklar.

Yalı: Γιαλος (Yalos) veyâ Αιγιαλος (Eyalos). Kıyı. Anlam genişlemesiyle, kıyıda yapılan ev.

Yelek: Γελέκι (Yelêki).

yortu: Γιορτι (Yorti). Bayram.

- Z -

Zağar: Σαγρευς (Sagrevs). Eski Yun. Av köpeği.

Zar: Τεσερα (Tesera). Dört. Anlam genişlemesiyle, 6 yüzlü araç, zar.

Zır: Ζουρλός (Zurlôs). Deli, dîvâne. "Zır deli” deyiminde kullanılır.

Zifir: Ζοφος (Zofos). Karanlık.

Zoka: Ζογρω (Zogro). Tutmak, yakalamak. Balık tutmaya yarayan araç.

Zoofili: Ζοωφιλια (Zoofilia). Ζώο (Zôo): Hayvan- Φιλια (Filia): Sevgi, dostluk. Hayvan sevgisi.

Zoolog: Ζοωλογος (Zoologos). Ζώο (Zôo): Hayvan-Λόγος (Lôgos): Bilim, kelâm, bilgi. Hayvanbilimci.

Zooloji: Ζοωλογία (Zoologîa). Ζώο (Zôo): Hayvan-Λόγος (Lôgos): Bilim, bilgi, kelam. Hayvanbilim.

Zootekni: Ζοωτεχνια (Zootehnia). Ζώο (Zôo): Hayvan- Τέχνη (Têhni): İş, uğraş, san’at, beceri, mârifet, maharet. Hayvan teknolojisi.

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar