SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ HİLMİ ZİYA ÜLKEN
ÖNSÖZ
Bir Sosyoloji Sözlüğü yapmayı, bu dersi İstanbul Edebiyat Fakültesinde okuturken, düşünüyordum. Ardanda başka işler bu düşüncemi gerçekleştirmeyi geciktirdi. Ancak 1967 de hazırlamaya başladım. Bunun için Armand Cuvillier’nin por-tekizceden çevirdiği ve ilâveler yaptığı Emilio Willems’in Dictionnaire de Sociolo-gie’sini esas aldım. Fakat bu kitaptaki maddelerin bir türk, hatta Avrupa Sosyoloji Sözlüğü için yetmez olduğunu, çalıştıkça, fark ettim. Bu eksiği H.P. Fairc-hild’m Dictionary of Sociology si, Thomas Souavet’nin Vocabulaire des Sciences Economiques’i, her maddesi ayrı bir yazar tarafından yazılmış Alfred Vierkandt’m Handwörterbuch der Soziologie’si, Encyclopedia of Social Sciences’m bazı maddeleri ile tamamlamaya çalıştım. Fakat sosyoloji, fizik ve tabiat ilimleri gibi tam üniverselleşmiş bir ilim olmadığı, her milletin ve her medeniyet çevresinin kendine vergi sosyal terimleri bulunduğu için İslâm ve Türk dünyasına ait terimlerde kendi kaynaklarımıza veya onlara ait Batı kaynaklarına baş vurdum. Bu kaynaklan burada saymaya kalkacak değilim. Yalnız başlıcalarından İ. H. Uzunçar-şılıoğlu’nun “İlmiye Tarihi”ni, Belin’in “Türkiye İktisat Tarihi”ni, Gökalp’ın "Türk Medeniyeti Tarihi”ni, Circi Zeydan’m “İslâm Medeniyeti Tarihi”ni, Louis Gardet’nin La Çite Musulmane’mı, v.s. zikredeceğim. Bu maddelerden bazıları pek dağınık yerlerden toplanmıştır. Bu arada Ahmet Vefik Paşanın Lehcei Osmanî’sî, Grande Larousse gibi umumî sözlükleri de katmalıyım. Bununla beraber, yine bütün ihtiyaçları karşılayan bir Sosyoloji Sözlüğü vücude getirdiğim iddiasında değilim. Çünkü, sosyolojinin dalları pek çoktur ve onların bütününü kuşatan bir eser meydana getirmek ancak sosyal ilimlere ait terimleri bir araya getiren bir ansiklopedi yapmakla mümkün olabilir. Halbuki bu ilimlerden her biri sosyoloji dışında ihtisas dallan olarak bağımsızlıklarını saklamaktadırlar. Sosyolojinin onlarla münasebeti yalnız bu ilimlerin konularını birer sosyal kurum olarak aldığımız nis-bettedir. Öyle ise sosyal ilimlerden her birine ait bütün terimleri kuşatan bir Sosyoloji Sözlüğü yapmak zaten söz konusu olamazdı. Özel sosyal ilimlerle sosyolojinin sınırını çizmek ve terimleri hangi sınıra kadar almak gerektiğini tayin etmek oldukça güç bir iştir. Bu güçlük bazı lüzumlu terimlerin Sözlük dışında bırakılmasına sebep olmuş olabilir. Bu alanda ilk teşebbüs olduğu için, zamanla unutulanları da içine alan yenileri yapılabilir.
Sosyoloji Sözlüğü herhangi dilden çevrilmiş bir eser olmadığı ve o dildeki terimlerin alfabetik sırasına göre yapılmadığı, tam tersine bir çoğu yeniden konan veya az çok düzeltilen türkce terimlerin sırasına göre tertib edildiği için, eserin meydana gelmesinde büyük güçlükle karşılaştım. Buna bir de yaşayan nesiller arasında bir kaç türlü ilim dilinin olduğu güçlüğünü katmalıyım. Yeni terimleri kullananlar eskileri bilmiyorlar, nitekim aksi de doğru. Halbuki bu kitap bir nesle hitap etmiyor. Güçlük, birkaç neslin kullandığı iki veya üç terimi ayrı ayrı yerlerde zikr ederek bunlardan biri veya ikisi üzerinde açıklama yapma zaruretini doğurdu. Türk ilim dili bugünkü eşanlamlı veya iki üç cepheli şeklin bulanıklığından kurtularak tam oturmuş hale gelinceye kadar böyle bir Sözlüğün nesiller arasında farkı silmeye yarayacak gibi hazırlanması gerekiyordu. Bundan dolayı Sözlük’deki eşanlamları tekrar saymamalıdır. Bir felsefe Sözlüğünün uğrayacağı güçlük yanında bunun daha hafif olduğu düşüncesiyle iyimser olmaya çalışıyorum.
25 Haziran 1969
Hilmi Ziya Ülken •
SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ
A
Aba (Manteau du derviche): Osm. A’bâ. Dervişlerin elbise üstüne giydikleri kalın kumaştan ve geniş kollu giyim. 2) Peygamber neslinden gelen ve 8 veya 12 göbek süren bir soy. Alevîlere göre bunlar İslâmlığın “İmam” larıdır. Alevî olmayan tarikatlarda da “abâ” büyük rol oynar: “Abâ var post var meydanda er yok -Horasan erlerinden bir haber yok.”
Abdal: Çoğl. Abdalan. Anadolu Selçuklularının son zamanında Horasan’dan gelen dervişlerden Kalender’ler, Baha’lar, Ahi’ler, Erenler, Alperenler gibi Abdal’lar da görülüyor. Kelime, dünyadan elini çekmiş derviş anlamında iken, dinle ilgisiz olarak sarsak ve az akıllı anlamında kullanılmıştır. 2) Abâdile: Afganistan’ın kuzeyinde Ak-tele (Bizans kaynaklarına göre Eftalit) denen Türklere verilen bir isimdir.
Abla (Aba): Her zümrede eski Türkler daha yaşh göbekten olan kadınlara abla veya aba derlerdi. Anadolu’da ve bugün kullanılan büyük kız kardeş anlamı sonra sınırlanmıştır.
Acemi oğlan (novice): Yetiştirilmek için ocağa yeni alman er adayı; hassa ordusuna hazırlanan aday. Yeniçeri olmak için hazırlanan yabancı çocukları.
Acı (douleur): Fizik etkilerden doğduğu gibi toplum etkilerinden de doğar. Her iki görünüşünde psikolojik bir olay ise de toplum etkilerinden doğan pek çok şekillerinde doğrudan doğruya sosyolojiyi ilgilendirir.
Açıklama (e x p li c at i on): Toplum olayları arasındaki sebeplik ilişiğinin araştırılması ve toplum olaylarının bir tabiat olayı gibi incelenmesinde kullanılan metod. Aug. Comte ve Spencer’den beri tabiatçı sosyoloji görüşünde kullanılan başlıca metoddur.
Açılış (ouverture): Bir tören veya ayine başlama şekilleri. Dinî hayatta olduğu gibi lâik hayatta, toplumun bütün kuramlarında başlama törenleri ayrı ayrı usullerle yapılır, hepsinin özel karakteri olan şekilleri vardır. Açış ve açılış onların ortak adı olabilir,
Açık maaşı (appointement de disponibilite): Osm. ma-zuliyet maaşı. Memurların görevden uzaklaştıkları veya uzaklaştırıldıkları zaman belirli bir süre yeni bir göreve tayin edilinceye kadar aldıkları maaş. Yeni göreve tayin edüince veya emekli olunca bu maaş kesilir.
Açık pazar (marche ou ver t): Kabileler, kavimler veya milletlerarası değişimlere açık olan pazar. Özel olarak serbest değişim sistemindeki İktisadî bünyede pazara verilen isim. Bk. Pazar, Ortak Pazar.
Açık saçıklık (tenue h o r s des moeurs): Osm. telebbüsü bîedebâne. Kadınların örf ve âdetlere aykırı derecede açık giyinmeleri hali. Bu giyim tarzım ayarlayan, âdetlerle moda arasındaki çatışmadır. Moda âdetlerin kabul edemeyeceği açık giyim kuşamlar yarattığı zaman iki sosyal kurum çatışma haline girer. Âdetler modayı kötüler. Fakat modanın mukavemet edilmez gücü bu* yeni giyim kuşamın yayılmasına sebep olur. Genel olarak âdetlere az bağlı tabakalarda moda çabuk yayılır, mukavemet edenler de bir süre sonra ona uyarlar. Ancak moda geçici olduğu halde âdetler, ona göre, çok dayanıklıdır ve güç değişir. Açık saçıklığın aşın şekillerine kanun da kanşır. Her devirde bazı hukukî yasaklar giyim kuşamı sınırlamıştır. Osmanlı devrinde İstanbul kadınlarının giyim kuşamının sınırlanışına dair kadı kararlan vardır (Ahmet Refik, 10 n c ı ve 11 nci asırda İstanbul, iki kitap).
Açlık (f a i m): Biyolojik bir olay ise de toplum şartlarının yetmezliği, eşitsizlik, savaş ve kıtlık gibi sebeplerden doğduğu zaman bir toplum olayı halini alır.
Ad tabusu (t abou nominal): Bazı kutsal varhklann adlarını söyleme yasağı. Bu âdet, tabu olan şeylere dokunma, onları kullanma veya tüketme yasağı kadar şiddetlidir. Anadolu’da bazı alevî köylerinde “tavuşan” demek yasaktır.
Adak: Bir dileğin tanrısal güc tarafından yerine getrilmesini sağlamak için bir yatır veya eren türbesine adanan şey. Bu, bir kurban veya yiyecek, türbeye dikilecek mum, v.b. olabilir. İstanbul halkı en çok Eyüp Sultşm türbesine, Tezveren Dede’ye adarlar.
Adaylık (candidature): Osm. namzetlik. Herhangi bir toplum görevini yapmaya istekli olan kimsenin bu göreve alınması için kendini ileri sürmesi. Bu durumda olan “aday” dır. Öğrencilik; öğretmenlik, çıraklık, bütün devlet görevleri ve başhca milletvekilliği (depute) ve senatörlük için adaylık konabilir. Adaylar türlü şekillerde bir sınav (imtihan) dan geçerek istedikleri işe girerler. Bk. Milletvekili.
Ad-vermek (de n o min at i on): Osm. tesmiye. Eski Türklerde doğuş tan verilmiş olan ad asıl ad sayılmazdı. Bu ancak delikanlının bir yiğitlik gösterdikten sonra kendisine . toplumun verdiği ad olurdu. Bunun nasıl kazanıldığını Dede Korkut kitabının birçok hikâyeleri, mes. Derse Han ve Boğaç gösteriyor.
Adet (c o ut um e): Halkça alışılmış ve yaygın toplum kurumu: “töre”. Belirli bir toplum için yapılması gerekli davranış tipi. Bu kelime örf’le birlikte ve eşanlamlı olarak kullanılır: örf ve âdetler gibi. Âdetleri koruyan yaptırıcı güçler kanun kuvvetinde olabilir ve böyle bir durumda âdet kanunun yerini alabilir. Buradan Töre: “âdet hukuku” (droit coutumier) doğar. Yaptırıcı gücü daha az toplum davranışları Âdet cinsinden ise de onlara, geçiciliklerinin derecesine göre görenek (usage).öyle sayılma (con vention), moda denir.
Adetler bilgisi (Science des moeurs): L. Levy - Brühl’ün ileri sürdüğü ve Almanya’da başka bir şekilde Cassirer, v.b. larm savunduğu görüş. Normatif ahlâk görüşü yerine Levy - Brühl topluma ait âdet olaylarının ilim metodu ile incelenmesinden başka bir şey olmayan bu Âdetler bilgisini koymak istiyordu.
Adı çıkmış: Çoğu kere iyi ünlülük için değil, kötü ünlülük için kullanılır. Bir adam veya kadının kötü ahlâkından dolayı “adı çıktığı” söylenir.
Adillik (Justice): Aslmda bir hukuk terimi ise de, hukuk sosyolojisini de ilgilendirir. Toplum adilliği (justice sociale) eskiden beri dinler, ahlâklar ve sosyalizm akımlarının üzerinde durdukları temelli bir kavramdır.
Adlî Tıp (M edecine j u r i d i q u e): Osm. Tıbbı adlî. Bir suç konusu olan yaralı veya ölüyü hukukî ve tıbbî bakımdan inceleyen kurum. Tıbba olduğu kadar hukuka aittir. Fakat bu ortak görevi belirli bir sosyal hizmeti görmek, yani mahkeme kararlarım açıklamak için yapar. Bundan dolayı sosyal bir kurumdur. Ceza hukuku (droit penal) ve Criminologie içinde yer alır.
Adsız: Eski Türklerde babasından miras almayarak kendi başına çalışmaya çıkan çocuk. Türk Töresinde alın yazısını kendi hazırlayan yiğit.
Aforoz (e x c o m m un ic a t ion): Katolik kilisesinde Papaların bir kimseyi kiliseden koğma haklarıdır ki, Ortaçağda krallar ve imparatorlara bile uygulandığı sırada Papaların çok büyük nüfuzunu sağlamıştır. Anadolu alevilerinde (Tahtacılar, Kızılbaşlar, Saraçlar) buna benzer “düşkünlük” âdeti vardır ki, bu Dede’nin bir kimseyi cemaatten koğması demektir. “Düşkün” olan kimse köyüne giremez;
- ancak Hacı Bektaş’ta Çelebi kendisini affederse köyüne dönebilir.
Af Kanunu (a m n i s t i e): Osm. Afvı umumî. Cezaların ağırlaştığı ve halk vicdanı üzerinde büyük baskı yaptığı zaman bunu hafifletmek veya siyasî bir gayeyle kamu sanısının senpatisini kazanmak için, cezaların kaldırılmasından ibaret kanun. Fazla sert rejimlerin sonunda, kamu sanısını ferahlatmak için Af Kanunu çıkar. Siyasî suçlarda bunun halk vicdanına huzur verici rolü vardır. Fakat gık sık kullanılması suçluda ceza korkusunu azaltır.
Aforizma (a p h o r i s m e): Osm. Nusus. Bir fikri veya ideolojiyi en kısa şekilde ifade eden cümleler. Slogan veya devise halinde siyasî eğilimleri formüllediği zaman kamu sanısının psikolojik tepkilerini belirli yöne doğru sevk etmeye yarar. Hangi aforizmalar veya sloganların kamu sanısında etkili olduğunun keşfedilerek parti propagandalarında, seçimlerde veya ticarî hayatta reklamlarda kullanılması verimli bir sosyal psikoloji konusu teşkil eder. İyi hedeflere olduğu kadar kötü maksatlara da yarayabilir.
Ağıt: Ağıt yakmak, yarı dinî karakterde bir ölüye ağıt söyleme şeklinde uygulanır. Bunu uygulayana “ağıtçı” denir.
Ağırbaşlılık (Gravitas): Roma’da Senato üylerinden beklenen başlıca erdem. Bu vasıf Atina Agora’sında gençlerin taşkınlığına alet olan Demokrasi yerine Roma’da yaşlılardan kurulmuş Meclis (s e-nex: yaşlı, senato: yaşlılar meclisi) elinde ağırbaşlı ve düşünceli bir şekil almıştır. Atina demokrasisinin çabuk yıkılmasına karşı Roma’da Senato yönetiminin devamlılığı bununla açıklanıyor.
Ağırlamak (h o n o r e r): Osm. Tebcil. Karşılama (ce r emonie d’accueil) ve uğurlama (ceremonie du depar t) şekillerinde olur (Osm. istikbal, teşyi’). Bir konuğun gelip gidişinde uygulanan merasimdir. Konuğun kaldığı sürece uygulananlar için de kullanılır. Kabilelerde Potlatch merasimi birçok ağırlamalarla doludur. İlkellerde konukların topluma kabulü, konukluk sırasında kendisine gösterilen özel ilgi âdetlere göre değişen türlü şekiller alır ki, bunlardan bazıları bizim toplumlanmızm görüşü ile anlaşılamaz. Konukseverlik (Osm. misafirperverlik: hospitalite) bunun toplamlarımıza kadar gelen özel bir şekildir.
Agora: Eskiçağ sitesinde kamu işlerinin konuşulduğu ve kamu hizmetlerine ait kuramların toplandığı meydan. Eflâtun’un diyaloglarında Sokrat, tartışma yaptığı dostlarını Agora’da bulur.
Ağa (n o t a b 1 e): Köy toplumunun nüfuzlu kimsesi. Ağanın nüfuzu bir Devlet görevini (imamlık, öğretmenlik, subaylık, v.b.) görmesinden ileri gelmez. Köyün geleneğinden gelir. Bu bazen Devlet kuvvetine dayanarak, bazen ona karşı olarak kurulur veya sürer.
Ağalık hakkı (dr o it de notable): Ösmanlı idaresinde buna “resmi zemin” (salâriye) deniyordu. Bu geleneğin kabul ettiği, ağa’nın halktan aldığı vergi demekti. Devlet otoritesinin kurulduğu yerler ve zamanlarda da “Ağalık hakkı” nın devam ettiği bölgeler vardır.
Ağırlık (d o t): Düğünden önce erkek tarafının kız tarafına vereceği para ve eşyadır ki, kadının satın alınması şeklindeki eski bir kurumun kalıntısıdır. Bugün de birçok memleketler gibi Anadolu’da da ağırlık verme âdeti vardır.
Ağız (p a r 1 e r): Osm. Şive. Halk ağzı = halk şivesi, Kastamonu ağzı = K. şivesi, v.b.
Ağıl: Avul (Avlu) kelimesi de buradan geliyor. Ağıl davarların yatması için ayrılmış kapalı yer. Bir kısım köy evlerinde ayrı ağıl olmadığı için binanın ilk katında hayvanlar yatar. Şehir evlerindeki avlu bunun değişmiş bir şeklidir. Kara-avul (Karagol) buradan geliyor.
Ahilik (compagnonage) Ortaçağ toplumundaki İktisadî-dinî birlikler, ki Islâm ve başlıca Türk memleketlerinde görülür. Batı Ortaçağındaki compagnonage’m aşağı yukarı karşılığıdır. Ahiler bir yandan bir zanaatı tutanlar olduğu için İktisadî, öte yandan bir nevi tarikat oldukları için dinî bir dirlik meydana getirirler. Bu dirlikler başka bir bakımdan da bir töre (ahlâk) gibi durmakta idiler. Onların törelerini tesbit eden temele “Fütüvvet” ve bu temeli yazan kitaplara “Fütüvvetnâme” denirdi.
Ahimsa: Hint’de zora baş vurmadan kullanılan kötülüğe karşı dayanma şeklindeki bir dinî ahlâk görüşüdür ki, başlıca son zamanda Gandhi tarafından Avrupa baskısına karşı dayanmak için ileri sürülmüş ve kullanılmıştır.
Ahlâk: 1) Hulkler, huylar (les moeurs), Sittlichkeit, mores, Science des moeurs: Âdetler ilmi,
-
2) Morale; teorik ahlâk: (morale theorique) ve pratik ahlâk (morale pratique) diye ikiye ayrılır. Her ikisi de birer toplum olayı olarak sosyolojinin konusuna girer.
-
3) Etik (E t h i q u e) en geniş olarak insan davranışının teorisi olmak üzere felsefenin bir dalını meydana getirir. Bunun sosyoloji ile ilişiği yoktur.
Ahlâkçılık (moralisme): Toplum düzeninde ahlâk sorusunun birinci derecede yeri olduğunu ve toplum işlerinin çözülmesinin ona bağlı bulunduğunu ileri süren görüştür. Felsefe dışında sosyoloji çığırları arasında da, toplum sorularının çözülmesinde ahlâk olaylarının birinci derecede yeri olduğunu kabul eden görüşler vardır: Durkheim’m sosyoloji görüşü gibi.
Ahlakdışı [lâ-ahlâkî] (amoral): Ahlâkla ilgisiz: yemek, yazı yazmak, v.b., ne ahlâka uygun, ne de ona aykın olaylardır, bunun için onlara “ahlâkdışı” deriz.
Ahlâka aykırı [gayrı - ahlâkî] (i m m o r a 1): (ahlâksız), ahlâk törelerine karşı hareket. Fakat ayrıca gelenekçi bütün ahlâk görüşlerine karşı olan Nietztche’nin felsefe görüşü Immoralisme adını alır. Andre Gide İmmoralist adlı romanında bunu anlatmak istiyordu.
Ahitleşme (P a c t e): Karşılıklı kurallara uyma şartına bağlı uzlaşma. Bu herhangi bir sözleşme (c o n t r a t) den ayrılır. İkincisi fertler arasında olduğu halde birincisi daha çok toplumlar ve devletler arasındadır. Bk. Misak.
Ahrar (liberalisine): Osm. aynı, ikinci Meşrutiyette liberalist siyasî parti “ahrar fırkası” adını alıyordu. Cumhuriyette (1930) aynı rolü “Serbest Fırka” gördü. Bu kelime bugün kullanılmamaktadır.
Ahretbilgisi (Eschatologie): Dogmatik din görüşünde “Mebde’ ve Mead” yani dünyanın yaratılışı ve sonu anlamına gelir. Din sosyolojisi bütün dinlerin Ahret görüşlerini ve bunların toplum bünyesi ve kurumlan ile ilişiğini inceler.
Ahretegöre yönetim (H ier o c ra t i e): Öteki dünya mutluluğu (selâmeti) ile ilgili yaptırıcı - gücün uygulanmasından ibaret bir toplum baskısına göre kurulmuş toplum teşkilâtı tipidir. Dinî cemaatlerin ve Kiliselerin teşkilâtı hemen her zaman hierocratique’dir. Fakat ayrıca Kiliselerin kurdukları dünya egemenliği ve başlıca rahipler, Mecusî rahipleri (Mu’bid) Roma rahipleri (pontife), rahip - hükümdarlar, v.b. da din ve dünya iktidarlarının birbirine kanşması ister istemez hierocratique vasıflar almıştır. Çünkü onlarda iktidar , dinî yaptırıcı - güçlerin uygulanmasına dayanmaktadır. Papa hükümdarlığı bunun en belirli şeklidir. Orada dinî iktidar kutsal gücü olan (charismatique) bir kimsenin dünya iktidarına bağlıdır. Hıristiyan dünyasındaki Papa egemenliğinin Islâm dünyasında karşılığı şiy’î imamlarının iktidarıdır. Halifelerin devleti değildir.
Ahşap (c o n s t. ₺ e n b o i s): Ağaçtan yapılmış ev. Orman evlerinde yontulmamış ağaç kullanılır. Kasaba ve şehir evleri keresteden yapılır ve çoğu kere boyanır. Bk. Ev-bark, barınak.
Aile (fam ili e): Toplum şekillerine göre üyelerinin sayısı değişen ve cinsî bağlantı ve soy üzerine kurulmuş zümre. Karı ve koca münasebeti ile yaşayan bir veya birçok kadm ve erkeklerle onlara bağlı gerçek veya öyle sayılmış soydaşlardan kurulmuş olabilir. Toplum bünyesine göre ailenin alanı genişler ve daralır. Hemen her yerde çekirdeğini ana - çocuk bağlantısı kurar. İnsan cinsinin bütün sosyal değişikliklerine rağmen, bütün toplüm çeşitlerinde aynı olan biyolojik şartlar bu çekirdeğin sabitliğini gerektirir. Bu çekirdeğin çevresinde aile organlaşması çok değişik şekiller alır. Fakat bütün toplumlarda kan - koca, ana - baba ve çocuklar, akraba ve ailenin gerçek veya öyle sayılmış üyeleri arasındaki münasebetleri kurala koyan bir kültür tipi vardır. Ailenin görevleri arasında zümrenin yeni kuşaklarda sürmesini sağlayan biyolojik fonksiyondan başka hepsi toplum şartlanna göre değişir. Bu şartların çoğunda kültürün büyük bir kısmını yeni kuşaklara geçirmeden ibaret olan eğitim fonksiyonunu görür. İktisadî ve dinî gibi başka fonksiyonları son- derecede değişiktir.
Büyük aile:(f a m ili a grande, Gr ossf amille) Aynı çatı altında oturan veya birbirine bağlı küçük evler topluluğunda yaşayan birçok özel veya “çekirdek” ailelerden kurulmuş zümredir. Buna geniş aile (e x t en d e d family veya joint family) dedikleri gibi, birleşik aile (composite family) de derler. Özel aileler, genel olarak, farklı kuşaklan temsil eder: Bir baba ve oğullarının aileleri gibi. Yahut ana soyu toplumlarmda bir ana ve kızlarının aileleri gibi. Bazen de birçok kanlı aile bu tipi temsil eder.
Kardeşlerin büyük ailesi: Birleşik aile iki veya daha çok erkek kardeşin ailelerinin birleşmesinden doğabilir. Bu zümrenin ortak bağı erkek kardeşler arasındaki kandaşlıktır.
Dar aile (familia p e q u e n a, Kleinfamilie, f a m i 11 e restreinte): Baba, ana ve bazen başka bekâr akrabadan kurulmuştur. Çekirdek aile veya çağdaş (ana-baba) aile ile bir tiptedir. Çağdaş aile: (f amille conjuğale, Gattenfamilie) karı, koca, evden ayrılmamış çocuklardan ibarettir. Büyük aile çeşitlerinin çoğu sınırsız bir süre gösterdikleri halde, bu aile onlara göre geçicidir. Çocuklar arttıkça büyür, evlendikçe daralır, ana-babanın ölümü ile aile dağılır. Aynca çağdaş ailede kan ve çocuklan üzerindeki iktidarı Devletin nüfuzu ile tersine orantılı olarak daralır. Bu aile tipinin kökü modern şehirlerin kuruluşuna ve Devlet iktidarının genişlemesine bağlıdır.
İğreti aile (f amille taisible): Kocanın savaş ve uzun yolculuk gibi sebeplerle evden ayrıldığı zamanlarda ve bu zamana bağlı olarak kurulan iğreti aile şeklidir, ki buna şiy’î hukukunda “nikâh-ı müt’a” denir. Fakat benzerlerine birçok toplumlarda rastlanır. (Rene Maunier, E s s a i sur les groupements so-c i a u x).
Baba ocağı ailesi (f amille paternelle): Karı ve koca ile onların bütün erkek nesilleri ve evlenmemiş çocuklarından kurulmuştur. Büyük ailenin bir çeşididir. Baba yanında ailede ananın da şeref yeri ve bir derecede nüfuzu vardır. Bu aile şekline eski Türklerde (Z. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi) ve eski Germenlerde (T a e i t e,. Les moeurs des germains) rastlanır.
Baba buyruklu aile (f amille patriarcale) Patriarcat maddesine Bk.
Kök aile (famille-souche): Hepsi aynı çatı altında yaşayan koca, karı, evli oğul ve bütün neslinden kurulmuş olan ailedir. Bu aile tipi birçok modern köy kültürlerinde, başlıca Avrupa’da görülür. Memlekette hüküm süren tipe göre baba mülkünün mirasçısı büyük oğul, en küçük oğul veya seçilmesi babaya ait olan başka biridir. Kök ailenin sürekliliği, ekilip biçilme suretiyle zümrenin temelli ihtiyaçlarım doyuran bölünmemiş toprak mülküne bağlıdır.
Bölünmemiş aile (Zadruga): Balkanlardaki Slavlarda en bariz tipine rastlanan bu aile büyük ailenin bir çeşididir.
Aile bütçesi (b u d g e t f a m i 1 i a 1): Frederic Le Play tarafından Avrupa’nın kuzeyinden güneyine ve doğusundan batısına doğru yapılan araştırmalarda toplum tiplerini incelemek için temel olarak alınmış olan araştırma birimi (ünite). Le Play (1806-1882) aslında maden mühendisi olduğu için, önce madenlerde çalışan işçi ailelerinin bütçelerini ölçü birimi olarak aldı. Maden Okulundaki dersini bırakarak tetkiklerini bütün Avrupa’ya yaydı (1829-1853), ve bu metoda dayanarak Avrupa işçileri (1855), Fransa’da toplum reformu (1864) Aile teşkilâtı (1871), v.b. adlı eserlerini yazdı.
Akademi (a c a d e m i e): Osm. Encümeni Daniş. Platon’un yazlık evinin bulunduğu Atina yakınındaki ormanın adı iken, Platon derslerini burada verdiği ve bir Gymnasium kurduğu için, sonradan onun doktrininin okutulduğu bütün okula verilmiş isim olmuştur. Fakat 17 nci yüzyılda Frahsa’da özel bir teşebbüsle başlayan bir ilim hareketi Richelieu tarafından korunarak devletleştirildikten sonra da Akademi adını aldı. Akademi, üyeleri 40 ı geçmemek üzere Edebiyat, ilimler ve güzel sanatlar dallarına ayrıldı. Fransa’dan sonra başka Batı memleketlerinde benzerleri kuruldu. Türkiye’de (Abdülmecit zamanı) Encümeni Daniş adiyle kurulmuş ve uzun yaşamamıştır. Akademi üyeleri ilim ve sanat hayatında ün salmış kimselerden seçilir. Başlıca görevleri sözlük, gramer yapmak, ilim ve sanat alanındaki yeni yayınları inceleyerek üstün başarılı olanlara ödül vermektir.
Akademik özerklik: Devlet, din ve politika tesirlerine karşı düşünce hürlüğünü sağlamaya yarayan ilim kuramlarının hürlüğüdür. Tarih boyunca bu hürlük pek güç sağlanabilmiş ve bunun çiğnenmesi yüzünden yüzyıllarca ilim kurumlan geri kalmışlar ve ilim adamları doğru diye düşündüklerini söyleyememek yüzünden toplum hayatı zarar görmüştür. Bugün de bir toplum sınıfının ötekileri baskı altına almasından doğan topyekûn yönetimler (totaliter rejimler) bu özerkliği yer yer çiğnemektedirler.
Akan: Bk. Doğu Türk aile ter. Baba anlamına gelir.
Akar (f o n d, i m m e u b 1 e): Bir vakıf tarafından kurulmuş ve geliri bu vakıfa ait belirli birtakım masraflar için kullanılan binalara verilen isim. Özel mülkler için de “akar” denebilir. (Beşiktaş’ta “Akaretler” gibi).
Akça (argent): Gümüş paranın eski ölçü birimi. Alım satım, vergi ve aylık akçaya göre yapılır. Akçalar “kese” ve “yük” ile ölçülür, üç aylıklar (mevacib) olarak dağıtılırdı. Osmanlı tarihinde Devletin akça üzerinden masraf bütçesi Aynı Ali (1609) ve Eyyubi (1661) tarafından yazılmıştı.
Akça bozulması: Devlet topraklarımı! Vakıf’a çevrilmesi, Devlet gelirinin “mültezim” e verilmesi, Devlet masraflarının artmasını karşılamak için sabit sayıdaki akçaların kenarından kesilerek ve eritilerek akça sayısının artırılması Akça bozulmasına sebep olur. Devlet yeni masrafları karşılamak için Hâzineden para çekiyor, bu da yetmeyince iç hâzineye baş vuruyor. Tarihçi Âlî, Devletleri çökmeye sürükleyen sebepleri hatırlatmak için “Fusuli halli akd” i yazmıştır.
Akıcılık (f 1 u i d i t e): Toplum ekolojisinde, belirli bir yere ait ve oturulan çevreyi değiştirmeden doğan nüfus hareketlerini göstermek için kullanılmış terimdir. Nüfus akıcılığı büyük şehirlerin ticaret merkezinden az veya çok uzak olan mahallelerinde görülür. Bu uzaklık, şehir halkından büyük bir kısmının her gün işle ev arasında yer değiştirmesine sebep olur. Bu da metropoliten havzada (büyük şehir, banliyöleri ve şehrin peyklerini içine alan bölge) son derecede gelişmiş bir ulaştırma sistemine bağlıdır.
Akıl hastanesi (maison des alienes): Osm. Bimarhane, Timar-hane, Bimaristan. Ortaçağda Selçuklulardan beri Bimaristan’lar vardır. Akıl ve ruh hastalarını tedavi için bir kurumdur. Bu hastalıklardan bir kısmı sosyal sebeplere bağlı veya sosyal hayattan bir ayrılma (al i en at i o n), intibaksızlık olduğu için sosyolojiyi ve genel olarak sosyal sağlığı (Social W e 1 f a r e) ilgilendirir.
Akıl sağlığı (hygiene mentale): Osm. Akıl hıfzıssıhhası. Akıl ve ruh hastalıklarından korunmak. Zehirlenmeler, içgudde bozuklukları, heyecan darbesi ve dışşuur itilmelerinden ileri gelenlerinin sosyal sebepleri üzerine etki yaparak bu hastalıkları önlemek ve bu sebepleri araştırmakla uğraşan tıp dalı. Tıbbın ve psikolojinin sosyal hayatla ilgili bir kısmı olduğu için sosyolojiye de aittir. Bu konuda Amerika’da yeni araştırmalar vardır.
Akım (c ou rant): Osm. cereyan. Fikir akımı, sanat akımları, siyasî akımlar, din (mezhep) akımları gibi. Sosyal olayların kurumlaşmamış ve organlaşmamış olanlarının yaygın ve dinamik bir halde gösterdikleri hareketliliği ifade eder. Fakat organlaşmış kurumlar içinde veya arasında da fikir, sanat, inanç ve ideoloji akımları vardır. Durkheim toplumun organlaşmış şekillerine birinci derecede yer vermekle birlikte sosyal akımlardan da bahseder (Regles de la M e t h o d e sociologique). Fakat başlıca Amerikan sosyologları, sosyal psikologları tarafından incelenmiştir. (Mc Iverr Murphy, Sorokin, v.b.).
Akın (invasion): Göçebe kavimlerden bereketli ülkelere doğru çevrilen yayılmalar. Ekolojik akın: belirli bir bölgeye, eski halkı yerinden sökmeye çalışan yeni nüfusun hücumu ve yerleşmeye çalışması. Köyden şehre akın “gecekondu” tipini meydana getirmiştir.
Akmcılık (p i 11 a g e): Ordudan önce düşman saflarına saldıran ve yağma eden öncü kuvvetler. Akmcılık, çapulculuk, yağma kabile bünyesindeki bütün toplumlar gibi eski Türklerde ayıp değildi (Z. Gökalp,. Türk Medeniyeti Tarihi).
Akmçılık: Osmanh İmparatorluğunun yayılma devrinde ordudan önce düşman memleketlerine saldıran kuvvetlerdir. Akmcılık bütün istilâcı kavimler ve Devletlerde vardır.
Akgünlük (gömme resineus e): Tütsü yapmak için kullanılır ve kötü ruhları kaçırarak bazı büyü duaları ile birlikte mangal ateşine atılıp çocuk veya hasta, dumanına tutulur. Bir büyü aracı.
Akran (groupe d ’ â g e): Osm. Akran: yakınlar, benzerler. Bugün kelimeyi aynı yaşta olanların teşkil ettiği zümre anlamında kullanıyoruz. Çocuklar, delikanlılar, erginler ve yaşlılar birer akran zümresi meydana getirirler. Toplum organlaştığı zaman “akran” lann ayrı toplantı yerleri, ayrı sohbetleri doğar.
Akrabalık (patente): İnsanlar arasında bazı alâka (af fini t e) şekilleri, gerçek veya öyle sayılmış (fictive) olan ortak bir soy üzerine kurulu bağlantılar gösteren oldukça geniş anlamlardaki bir terimdir. A) Yalnızca biyolojik olan akrabalık ile toplumca kabul edilmiş bir kurum olan akrabalığı ayırmalıdır. Toplumca kabul edilmiş olmayan kandaşlık bağları olabileceği gibi, böyle bir kandaşlık hiç bir sosyal bağlantı şekli doğurmaz. B) Buna karşılık, toplumca kabul edilen akrabalık her zaman gerçek bir kandaşlık temeline dayanmaz. Totemli denen akrabalık şeklinde bu hal görülür, çünkü orada totemli klan üyeleri arasındaki akrabalığın, yahut ortak bir totemden gelen soyun biyolojik temeli yoktur. C) Sınıflayıcı akrabalık: Çeşitli akrabalık derecelerine ve kategorilerine ayrılmış bir sistemde toplum görevinin (statut) ve adının genişlemesidir. Böy-lece, bazı ilkellerde aynı terim çocuğu ve çocuğun erkek kardeşini belirtmek için kullanılır. Kız kardeşle teyze çocuğunun, yahut erkek kardeşle kayının aynı akrabalık adlarını taşıdıkları da görülmektedir. D) Kaçılacak akrabalık: Birçok kabilelerde görülen ayırıcı eğilimdir ki, bazı akrabalar birbirlerine bedence dokunmadan, hatta görünmeden kaçınma zorundadırlar. Bu haller arasında en çok rast-lananı “kaynanayı görme yasağı” dır. E) Eğlence şeklinde akrabalık: Bazı akrabalar arasında şakalaşmalara, eğlencelere, hatta acemilerin yetiştirilmesi için bazı ayıp hareketlere yer verilmiştir. En çok rastlanan hal birbiriyle evlenen teyze çocuklarıdır. Bu şakalar çok ileri gitse bile, katılanlar arasında asla düşmanlık ve kin uyandırmaz.
Akrabalık sistemi (s y s t eme de parente): Belirli bir toplumda kendilerini aynı soydan geliyor sayan veya aynı ilgi (alâka) ile bağlı gibi gören insanlar arasındaki münasebetleri gösteren toplum görevleri (statut) ve adlandırmaların bütünü. Buradan sınıflayıcı akrabalık şekilleri doğar.
Akropolis (acropole): ilkçağda Atina sitesinin çekirdeği ve içkale-sine verilen isim. Yüksek bir tepede kurulmuş olup tapınaklar orada toplanır. Genel olarak Akropolis içkale veya site merkezi yerine de kullanılır.
Aksiyon (a c t i o n): Osm. sehim, çoğ. esham. Kelime ahlâk ve siyasette eylem, fizikte ve tabiat ilimlerinde etki anlamında kullanılmakla, beraber burada özel olarak anonim şirketlere mahsus hisse senetleri anlamında alınmıştır. Aksiyon’lar alınıp satılır ve bir elde toplanabilir. Bu yüzden bazı şirket üyelerinin, aksiyonları toplayarak şirketi baskı altına almaları mümkündür. Anonim şirketler eşitlik ve hürriyet ilkelerine bağlı olan solidarizm ve kooperatizm görüşüne aykırıdır. (Rachid - Erer, La S o e i e t e an o n y m e et la erişe economique, 1938).
Aksüyek: Eski Türklerde asiller sınıfı (noblesse) anlamında kullanılırdı. Akkemik veya Akkamık diye de kullanılırdı. Karşılığı Ka-rasüyek ve kara kamık (halk) idi. OsmanlIlar zamanında bunlara karşılık “havass” ve “avam” kelimeleri kullanılmıştır.
Akşamcılık (pochardise): Her akşam içki içmeyi âdet edinen kimse: “akşamcı”. Düşkünlük derecesinde içki içmek: “akşamcılık”. Fakat akşamcının mutlaka sarhoş (bulut, küfelik, zom, v.b.) olması gerekmez. Akşam belirli saatte yemeğe içki ile başlama düşkünlüğünde olan kimseye, sarhoş olmasa da akşamcı denir.
Aktör (acteur): Osm. oyuncu, şa’bedebaz. Eskiden İslâm dünyasında ciddî gözle görülmediği için, yalnız sarayı ve vezirleri eğlendirerek maskaralık yapanlara böyle denirdi. Batıda sahne eserleri (trajedi, komedi, dram) büyük sanat değeri taşıdığı için bunları oynayanlar da üstün değer taşımaktadır, ve yüksek tahsil görmüş kimselerdir. Müzikte virtüözlük gibi sahne eserinde de aktörlük başlıca bir sanat nevi sayılır. Bu görevi gören kadın aktris (actrice) adını alır. Bizde İkinci Meşrutiyetten beri aktörlük değer kazanmıştır. Cumhuriyette tiyatro ve opera okulları açılmıştır.
Aktar (herboriste, droguiste): Osm. attar (kokulu şeyler satan). Bunların satıldığı yer de aynı adı alır. Ortaçağ tıbbının phar-macodynamie kurumu. Mısır çarşısı başlıca merkezi ise de bütün mahallelere ve şehirlere yayılmıştır. Tıp folkloru dolayısiyle bazı büyü inançları ile ilişiği vardır.
Alafranga: Bu kelime Batı kültürü eşiğinde bulunan Doğu memleketlerinde bu yeni kültürün taklidinden doğan bütün hareketler, eşya ve düşüncelere verilen umumî addır. Batılılaşma çabası içinde bulunan Türk toplumu tarafından yaratılmış olan kelime. Batı kükürünü üstün görme anlamında kullanıldığı gibi, kötü taklit anlamında (pejoratif olarak) da kullanılmaktadır, (â la française)
Alâka: Toplum alâkası (affinite sociale). Bir koca ile evlendiği kadının akrabası arasında kurulan birlik.
Alan araştırması (f i e 1 d w o r k): Coğrafî bakımdan dağılmış nüfusta belirli bir bölgeye ait toplum (köy, kasaba, küçük şehir, yarı yerleşmiş göçebe) araştırma yolu: (field work, social survey). Sosyoloji deneylerinde, kültür antropolojisinde çok kullanılan bir metoddur.
Alaturka (âla turque): Fransızcadan alınmış ve Türkçeleşmiş kelime. Alafranga’ya karşı Türk âdetlerine bağlılığı ifade etmek üzere, yine Fransızca kökten üretilerek doğmuştur. Bu kelimenin asıl batılılar tarafından kullanıldıktan sonra Türkçeye geçmiş veya batıklarla temasta( olan Türk yazar ve devlet adamlarının kullanmış olması ihtimali var. Alafranga müziğe karşı alaturka musiki, alafranga sofraya ve kılığa karşı alaturka sofra ve kılık gibi.
Alaylılık (absence d’instruction reguliere): Osm. alaylı zabit (officier regimentaire). Muntazam askerî eğitimden geçmeden subaylık görevini kazanmış kimse. Yeniçerilik kalktıktan sonra modern askerî okullardan yetişenler yetmediği için bu tarzda düzensiz subaylar da kullanılmıştır. Bunlar sonradan “alaylı” ve “mektepli” diye ayrıldı. 31 Mart vakasında ayaklananlar mekteplilere karşı "alaylı” lan tuttular. Alaylılık orduda başıbozukluk ve düzensizliğe yakın bir derecedir. Meslek öğretiminden geçmeden bir işte yükselenler için de kullanılır.
Alay Beyi (colonel de gen darme ri e): Osmanlı ordusundaki bir rütbeyi gösteren terimdir.
Alay Emini (Intendant d u regimen t): Osmanlı askerî teşkilâtında kullanılırdı.
Alaycılık (raillerie, ironi e): Bk. İstihza.
Albinizma (albinisme): Değişik soydan gelen vasıf.
Alçalış (d e c a d e n c e): Toplumun belirli bir evrim devresini tamamladıktan sonra içine girdiği ve evrimin sona ermesi ile biten safha anlaşılır. Fakat “Alçalış” fikri sosyolojiler arasında ortak değildir. Comte, Spencer, Durkheim gibi evrimci sosyologlar alçalışı toplumun evrimi sırasında meydana çıkabilen arızî olaylardan saymaktadırlar. Halbuki Marx ve onun izinden gidenlere göre alçalış her evrim devresinin zarurî sonudur ve bu alçalış bir devrimle biterek yeni bir devir başlar. Bir kısım felsefe tarihleri, meselâ Ortaçağda Ibn Haldun, bu yüzyılda O. Spengler bu Alçalış görüşünde kısmen Marxcı görüşle birleşirler.
Alet (instrument): Teknikte kullanılan ve bir şey yapmaya^ taşımaya yarayan insanla tabiat arasındaki birleştirici şeye denir. Alet teknik, iktisat gibi doğrudan doğruya pratik olan toplum faaliyetlerinde olduğu kadar sanat ve din gibi daha çok inanca ait olan kuramlarda da rol oynar. Laboratuvarda kullanılan araç (appareil) larla müzikte kullanılan enstruman’lardan ayırmalıdır. Tapmakta kurban kesmeye ait “alet” 1er olduğu gibi büyücünün de “alet” leri vardır. Biz outil ve oustensile kavramlarını da “alet” kelimesiyle karşılıyoruz.
Alkış (applaudissement): Osm. aynı. Bir zümre veya toplumun kendine mensup bir kimseyi beğendiğini ifade için aldığı heyecanlı ve taşkın tepki tarzı. Alkış iki zümrenin birbirine karşı beğenme halini de gösterebilir. Bu, spor maçlarında veya ekip halinde ziyaretler de görülür. Alkış ayak vurarak, el çırparak ve bazen üstün beğenmeyi ifade eden kelimelerin ritmli tekrarı ile uygulanır. Sahne eseri, konser, konferans, nutuk gibi sosyal ruhu harekete getiren vesilelerle alkış kullanılır. Siyasî propagandalarda alkış toplamak bir başarı alâmeti sayılır. “Alkışçılık” bazı kimseleri aşırı öğerek çıkar sağlama anlamında menfi bir değer sayılır.
Alçaklık (lâchete): Osm. denâet. Ahlâkça çok kötü görülen fiilleri yapmaya elverişli olmak. Kamu sanısmca böyle görülen kimsenin hali-Bu kimseye “alçak” denmesi ahlâkça en aşağı menfi değer olduğu içindir. Kelime ahlâkî hüküm dışında yalnız yüksek’in karşıtı olan alçak’ta olduğu gibi dikey olarak konmuş bir cisimde veya binadaki şakulî yeri ifade eder: alçak kat gibi. Aynı kelimenin maddî ve manevî alanlarda bu ayrılışı yukarı - aşağı kelimelerinde de vardır.
Ahnyazısı (devletin, fatalite): Umumiyetle dinleri, özel olarak: felsefeleri ilgilendiren kavramlar ise de, sosyoloji onları toplum düşüncesinin belirli şartalar içinde aldığı manzaralar olarak ele alır-Ahnyazısı veya Kader görüşü toplumların dinî düşünceleri içinde-büyük yer alır. Fakat sosyolog toplum olaylarının incelenmesinde tam hürriyetçi görüşten olduğu kadar kaderci (fataliste) görüşten de uzak ve determinist olmak zorundadır.
Alevîlik (al evisin e): Osm. alevî. Peygamberin damadı Ali ve nesline üstün değer verenleri gösteren isimdir ki, genel olarak şiy’i mezhebinden olanlar bunu benimser. Fakat sünnî tarikatlarında da manevî neseblerin (inâbe) bir kısmı Ebu Bekire bir kısmı Ali’ye ulaştığı, için onlara özel bir anlamda “aleviye” ve “bekriye” tarikatları denir. Yaygın olanı birinci anlamdır. Anadolu’da Kızılbaş, Tahtacı, Saraç, Sürek, v.b. . adlarla tanınan çeşitli Türk kapalı cemaatleri “alevî”' dirler. Fakat bunlardan İzmir yakınındaki Dede doğrudan doğruya. Esterabad’a bağlı olduğu halde, ötekiler Hacı Bektaş’ta Çelebi’lere-bağlı idiler.
Alım-satım: Ticaret hayatında bir kimsenin bağlı olduğu İktisadî faaliyet düzeni.
Alış veriş (marche, commerce): Ticarette fertler veya toplumlar arasında istek ve sürüm temeline göre girişilen, karşılığında para veya eşya bulunan değişimler.
Alkolizm (alc o olism e): Organik zararları bakımından bir tıp ve biyoloji terimi olmakla birlikte, sebepleri ve etkileri bakımından bir sosyoloji terimidir. “İçki düşkünlüğü” de denebilir. Alkolizmin başlıca sebepleri toplum düzensizliği, iş hayatının bozukluğu, aile geçimsizliği, v.b. dir. Etkisi insan bedenini yıkmadan başka, doğrudan doğruya suçları, kendini öldürmeleri, kamu hayatına ait birçok saldırmaları doğurmasıdır. Eğitim eksikliği de dolayısiyle onu attıran toplum sebeplerindendir.
Alp-erenlik: Ortaçağda Hıristiyan dünyasında askerî tarikatlar gibi Islâm dünyasında da onun benzerleri vardı. Anadolu’da alp-erenler hem veli hem asker olarak bu görevi görmekte idiler. Bunun için bu kelimeyi genel bir terim halinde askerî - dinî tarikatları ifade için kullanıyoruz.
Altınüstebağı (sub o r din a t i on): Üstün toplum görevinde (s t a-tut)1 başka fertler veya zümrelere nisbetle aşağı gibi görülen bir toplum statü'süne göre bazı fertler veya zümrelerin durumu: Altm-bağlılığı, yukarı görülenlerle aşağı görülenler arasında bütünleşmeyi (integration) sağlar. Bk. Üstebağlılık.
Alt-bölüm (subdivision): Toplum, zümre, sınıf, tabaka, birlik gibi bütün sosyal kuruluşlarda daha geniş bir bölüme bağlı olan ikinci veya üçüncü derecedeki bölümler: İşbölümünde buna çok rastlanır. Klanların totem sınıflamalarında da alt-bölümler vardır.
Alt-bünye (Infrastructure): Alt-yapı diye karşılanıyorsa da yapı kelimesini bina (bâtiment ve construction) karşılığı kullandığımız için burada onlardan ayırmak üzere alt-bünye demelidir. Nitekim structure için de yapı değil bünye denecektir. Marx’m sosyoloji görüşünde İktisadî olaylar toplumun alt - bünyesini yani temelini teşkil ederler. Bu görüşte iktisadî’den başka toplum olayları (hukuk, ahlâk, din, v.b. gibi) toplumun üst - bünyesini meydana getirirler ve birinciler İkincileri gerektirir. Fakat bu nokta Marxcı sosyologlar arasında devamlı tartışma konusudur. Bunlar alt - bünye ile üst - bünye arasında sebep - eser ilişiği gördükleri halde bir kısmı yine Marx’m yazılarına dayanarak bu iki bünye arasında karşılıklı etki münasebeti görmektedirler.
Bu kelimeyi Tiirkçede “statü” diye kullanmak doğrıı olur.
Altşuur: Toplum altşuuru veya kolektif altşuur (S ub c o n s c i en t c o 11 e c t i f). Jung’un kolektif dışşur görüşünün biraz farklı bir yorumlaması ile her toplumda kolektif eğilimler ve alışkanlıklar adetâ kurumlar ve değerlerin altbünyesini ve temelini teşkil ederler. Bunlara Vilfredo Pareto tortular (residus) diyor. Bütün bu olaylar bir toplumda tıpkı ferdin altşuurunun oynadığı rolü oynarlar.
Alt-zümre: Bir zümrenin içinde bulunan daha küçük zümredir. Bk. Zümre.
Amagat(Umay): Osm. İlâhe. (Dil kurumu ter. tanrıça.) Gökalp’a göre .Yakutlarda kullanılıyor.
Amazon (Amazon e): Yunanca meme demek olan mazos ile yok demek “a” dan meydana getirilmiş kelimedir. Erkekleşmiş kadın anlamına gelir. Yunan mitolojisine göre Kafkasya’da yaşayan ve savaşçılık yapan bir kadın toplumudur. Fakat, kadının birçok erkek görevlerini gördüğü ve savaşa girdiği anabuyruklu toplumlar için bu kelime terim olarak kullanılmaktadır.
Ambil - anak: Erkek çocuğu olmayan ailelerin kızlarını ana soyu ailesi ile evlendirmelerini sağlayan (baba soyuna ait) âdet.
Amca (önele paternel): Batı dillerinde akrabalık terimleri ana kardeşi ile baba kardeşini ayırmamaktadır. Bazı Doğu kavimleri gibi Türklerde de baba kardeşi olan “amca” ile ana kardeşi olan “dayı” nın ayrılması kandaşlık münasebetlerini göstermeyi kolaylaştırmaktadır.
Amerikanizm (americanisme): Amerikan demokrasisi ve büyük teşebbüs hayatını, pratik dünya görüşünü ideal sayarak onu uygulamaya çalışanların tuttuğu yol. Amerikanizm, Batı kültürünün ağır ritminden kurtularak pratiğe ve hareketliliğe üstün yer verme anlamına gelir. Menfi bir değer hükmü ile amerikanizm, Batı kültürünün yaratıcılığını alamadığı için bütün kültür değerlerinde (ilim, felsefe, müzik, resim, dans, v.b.) satıhta kalmak, bir nevi barbarlaşma anlamında kullanılmıştır: Caz müziği, Çarlston, Fokstrot, Pragmatizm, v.b. gibi.
Amil (m o b i 1 e): Toplum olgularında fizik veya biyolojide olduğu gibi yalnızca sebeplik ilişiğini aramak yetmez. Çünkü bunlar şuurlu insanlar arasındaki karşılıklı etkilere ait oldukları için, burada insanların eğilim, arzu, irade gibi fiillerinin rolünü hesaba katmak gerekir ki bunlar toplum olguları üzerindeki “amil” lerdir. Bunlar arasında dışşuura ve uzviyete ait olanlardan en üstün iradî olanlara kadar türlü dereceler ayırmalıdır.
Anıitat (amit a d o, am i t a t e): Bir kimse ile halası arasında özel bir önemi olan sözleşmeli bir ilişik. Amitat’m rolü avuhculat denen başka bir kurumun neticelerini denge'haline koymaktır. Çünkü birçok kabilelerde bu iki kurum yanyana yer almaktadır.
Ana-adlıhk (m a t r o n y m i e) : Yeni doğan kuşakların adı ananın veya ana soyundan gelen başka akrabanın adlarından gelen sistem. Çocuk ana soyundan birisinin adını alır. Buna Anasanlı da denebilir.
Ana-baba ailesi (la famille c on jugal e): Aile maddesine Bk.
Ana - baba (p a r e n t s): Osm. Ebeveyn. Bir sosyoloji ve pedagoji terimidir. Çocuğun okula karşı velisi görevini gördüğü gibi öğrencilerin okul dışındaki hayatlarını kontrol etmek ve okul işlerini kolaylaştırmak için ana-baba veya yalnız birisinin katıldığı bir okul - aile birliği ile eğitimde rol oynar. Ailenin şekli her ne olursa olsun, çocuğun yetişmesinde ana-babanın birinci derecede rolü vardır. Fakat bu rol toplum ve aile şekillerine göre ananın veya babanın ağırlık merkezi olması şeklinde türlü manzaralar alır. Ana - babasız yetişen çocuklar için Bk. Bakımevi, Öksüz yurdu, Darül-eytam.
Smabuyruğu: En kesin şeklinde ocak otoritesini yalnız anaya, anasoy-luluğuna vermekle kalmayarak, aynı zamanda bu otoriteyi yaşlı kadınların siyasî nüfuzu haline koyan toplum teşkilâtı (organlaşması) tipidir. Anabuyruğu (Matriarcat) çok nadir bir olaydır. Bunun bir örneğini Kuzey Amerika’nın İrok’lularında görüyoruz. Bu kabilelerde analıklar (m at r o n e) başkanları seçerler, toprak mülkünün, evlerin sahibidirler, yabancıları evlâtlık alabilirler, evlenmelere karar verirler, evlendirirler, savaşlarda esirlerin (tutsak) kaderini belirtirler. Onlar hatta erkeklerin derneğinde kararlaştırılmış olan seferleri durdurabilirler. Saf şekilde Anabuyruğunun bulunmadığı durumlarda da, birçok kabilelerde anabuyruğuna yakın eğilimlerin bulunduğunu görüyoruz.
Analık nahiyesi (matrideme): İçten evlenme sistemini bırakmış ve Anasoyu yerliliğine bağlı bir dıştan evlenme rejimi kabul etmiş olan nahiyelere (deme) vergi bir terimdir.
Analoji (analogie): Osm. kıyas, temsil. Dış vasıfları bakımından birbirine benzeyen iki şeyden bilinenin yardımı ile bilinmeyenin iç fonksiyonları ve bünyesi hakkında neticeler çıkarmak. Kelime geo-metri’de en basit ve aydın şekilde kullanılmıştır. Fakat biyoloji, psikoloji ve sosyoloji analoji yardımı ile henüz iç bünyeleri bilinmeyen hayvanları incelemişler veya canlı varlıklar (hayvanlar ve bitkiler) ile toplumlar arasındaki morfolojik ve fonksiyonel benzeyişlerden
Sosyoloji Sözlüğü — 2 bilinen biyolojik kanunları henüz bilinmeyen sosyal olaylar arasındaki münasebetleri ayndmlatmak için kullanmışlardır. Spencer, Worms, Schaeffle, v.b. analojiyi kullanmış sosyologlardır.
Anamal (capital, sermaye): Büyük endüstride üretimi sağlayan maddî objeler ve servetin bütünü. Modern iktisat hayatı kapital (anamal) birikmesi üzerine dayanmaktadır. Anamal, üretici güc veya iş için gerekli olarak iktisat hayatındaki dört faktörden biridir ki, ötekiler toprak, çalışma, organlaşma (teşkilât) dır. Anamal kavramı iktisatçılar ve sosyologlar arasında birçok bulanık ve çapraşık tartışmalara konu olmuştur. Fakat onun büyük endüstriden önceki toplum şekillerinde ve üretim tarzlarında bulunmadığı ve modern toplumda iktisadın başlıca karakterlerinden olduğu noktasında hemen hepsi birleşmektedir.
Anar (Urug), (phratrie): Bir kabilenin (boyun) bölündüğü iki veya daha çok parçalardan her biri. Buna etnologlar “yarım” (moitie) de diyorlar. Eski Türk ve başlıca Oğuz töresinde Budun Ulus’lara, Uluslar Boy’lara (yani kabilelere), Boy’Iar Anar’lar ve Urug’lara ayrıldıklarına göre burada “Anar” kelimesi “yarım” veya fratri karşılığı kullanılabilir.
Anarşi (a n a r c h i e): Siyasî - İdarî kuramların çözülmesinden ileri gelen Devlet kontrolünün bulunmayışı hali. Yeni bir siyasî organlaşmaya (teşkilâta) geçiş olmak üzere, kendileriyle birlikte anarşi doğuran devrimler vardır: “An-archos” devletsizlik demektir. Bu anlamda anarşi’yi toplum organlaşmasının ideal ve son şekli gibi gören ve anarşizm (anarchisme) diye tanınan doktrinler vardır. Onlara göre toplumun evrimi, devleti lüzumsuz bir hale getirecektir. Proudhon, Kropotkine, Bakounine gibi.
Anarşizm (anarchisme): En tanınmış savunucusu Kropotkine’dir. Etika adlı eserinde (Türk. çev. A. Ağaoğlu) insanlardaki iyi içgüdülerin onlar arasında devlet baskısına lüzum kalmadan düzenli bir hayat kurmaya yeter olduğunu ileri sürmektedir. Lenine “Devlet ve Devrim” adlı kitabında sosyalizmin son haddinde devleti ortadan kaldırarak devletsiz bir yönetime yer vereceğini söylerken evrimci bir anarşizmi savunmaktadır. (Bu görüşte sosyalizm bir merhale gibi görülüyor).
Anasoyluluk (matrilinearite): Neslin ana tarafına göre düzenlendiği aile, klan, sob (s ı b) veya nesep teşkilâtıdır. Anasoyluluk adı, şerefi, mülkü ana nesebine göre miras alabilir. Fakat Anasoyluluk ile Babasoyluluğun bir arada bulundukları örnekler de vardır.
Anasoyu yerliliği (matril oc alo te): Karının evlenmeden önce oturduğu kendi ailesinin bulunduğu yere kocanın yerleşmesinden ibaret aile şeklidir. Kadın yalnız ailede üstün' olmakla kalmaz, aynı zamanda koca karısının ailesinin oturduğu yere yerleşmek zorundadır. Anasoyu yerliliği mutlaka anasoyluluğu ile birleşmez. Hele Anabuy-ruğu tipi ile birleşmesi hiç gerekli değildir.
Ana şefkati (tendresse maternelle): Birçoklarının sandığı gibi biyolojik kökten gelen bir duygu değildir. Birçok ükel toplumlarda yeni doğan çocukların öldürülmesi (İnfanticide) dinî inanışların neticesidir. Polyandrie’nin bulunduğu toplumlarda fiilen ana şefkati gelişemez. Tek karılı ailede ve belirli toplum şartları içinde bizim anladığımız anlamındaki ana şefkati gelişmiştir. Söz gelişi Markiz adalarında erkeklerin sayıca çokluğu ve çok erkekle evlenme âdeti ana şefkatinin doğmasına imkân bırakmamaktadır (Kardiner ve Linton’un araştırmalarına göre).
Anaşehir (Metropole): iktisatça ve teknikçe bir bölgeye hâkim olan şehir. Genel olarak bu üstünlük başka kültür alanlarına da yayılır. Bir şehir; 1) Bölge üretiminin birleşme merkezi olduğu zaman; 2) Malî kurumlan tesir alanının (hinterland) İktisadî faaliyetlerini kontrol ettiği zaman Anaşehir olmaya başlar.
Anayasa (C o n s t i t u ti o n): Eski Türkçede “Teşkilâtı Esasiye Kanunu”. Yazılı veya örfe dayanmış olabilir. İkincisine Töre de denir: Oğuz Töresi gibi. Anayasa organları Millet Meclisi, Senato, İktisat Şurası ve Adliye kuvvetidir. Anayasa bütün kanunların dayanağı olan temel kanundur. (Meşrutiyette Kanun-ı Esasî deniyordu).
Andiçme (faire des serments): Osm. yemin, ahdü peyman. Karşılıklı iki kişi veya iki zümrenin birbirlerine verdikleri sözle duracaklarına dair dinî bir merasim halinde sözleşme yapmaları demektir. Bunun adî sözleşmeden farkı inancın yaptırıcı gücüne (sanction) dayanması olduğu için, yeminli iman (la f oi juree) da denir. İlkellerde zümreler-arası uzun merasimleri doğuran andiçmelere, bir vahşî kabilesinin kullandığı kelimeyi kullanarak Potlatch da denir. İleri toplumlarda üst ve alt mertebedeki kimseler (sizerain - vas-sal) arasındaki bütün karşılıklı sözleşmeler “andiçme” ye dayanır. Andiçmede kılıç üzerine, şeref üzerine, kutsal kitap üzerine, v.b. yemin edilir.
Androkrasi (androcratie): Erkeğin kadına üstünlüğü üzerine dayanan toplum organlaşması. Bunun için Bk. Patria Potestas, baba-buyruğu, babasoyluluğu, v.b.
Androjin (androgyne): Cinsiyeti belli olmayan. Bu kelime “hunsâ” (hermaphrodite) dan biraz farklı bir anlamda kullanılır. Hunsâ da erkeklik vasfı yanında müphem bir kadınlık vardır. Bu kelime ise aynı zamanda erkek ve dişi çiçekleri olan bitkiyi de ifade eder. Sosyal düzende ailenin erkek ve kadın soylarının karma rol oynadığı bazı ilkel toplumlar için kullanılabilir. Aslında biyolojik terimdir.
Angarye (corvee): Bir borca karşılık gördürülen ağır iş. Angarye, vergi yerine halka yol yaptırmak veya taş ocağı açtırmak gibi hizmetler gördürme şeklinde uygulanır. “Angarye müfrezesi” bu ağır hizmeti görenleri zorla çalıştırmak için başlarında bulunan kuvvet-tir.Angarye bazen bir suça karşı ceza olarak kullanılır ve suçlu iyileştikçe ceza hafifletilirdi. Fransız Maliye Nazırı Turgot (14 üncü Louis zamanı) angarye’ye karşı savaştı.
Anıt (mo nüme n t): Bir toplum başarısı veya anısına (hâtıra) örnek olarak dikilen taş: Yazılı taş, kabartma veya heykel “âbide”, Eski Türklerde buna “Bengü taş” deniyordu. Bütün toplamlarda kutsal yerler, kahramanlar, toplantı yerleri için Amt’lar dikilir. Anıtlar toplumun (bazen kabilelerin) devreli olarak bir araya gelmelerine ve aralarındaki dayanışmanın artmasına sebep olur.
Animalizm (hayvana tapınma) animalisme: îlkel dinler arasında daha üstün olduğu tahmin edilen bir şekildir. Buna inanan toplumlarda bazı özel vasıfları olan tek tek hayvanlar kutsal sayılmakta ve tanrılaştırılmaktadırlar. Bir kısım ilkel kabilelerde animalizm olduğu gibi en belirli şekli eski Mısır dininde görülüyor: Bugün Hint’de Öküz’ün kutsal sayılması inancı devam ediyor.
Animatizm (animatisme): Antropolojik bir terimdir. Bazı önemli objelerin canlı ve kutsal enerjiye (m ana) sahip sayılmasından ibarettir. Onlara özel saygı gösterilir ve büyü kuvvetleri olduğuna inanılır. Animizm’in aksine olarak bu inanç ruhların kişiliği olduğunu ve bir kişinin bedenine yerleşebileceğini kabul etmez.
Animizm (cancılık) (anim isme): İlkel dinlerin bir şeklidir ki, orada insanlar kutsal canlı varlıklara veya ruhlara (esprit) inanırlar. Onlara göre bu ruhlar eşyada, yakın tabiatın bazı yerlerinde ve-insan bedeninde bulunmaktadır.
2) Bütün ilkel din şekillerini sözü geçen ruhlarla açıklamak isteyen bir teori de animizm adını alır. Tylor ve Frazer tarafından ileri sürülmüş olan bu teoriye göre insanlar rüyada ve ölümde bedenden ayrılan ruhlarda kutsallık olduğunu kabul etmişler ve ilk din inançları buradan doğmuştur.
Anket (e n q u e t e): Sosyolojik araştırmaya yeni malzeme getirmeye-mahsus tasvirci bir inceleme metodudur. Le Play’nin kullanmış olduğu az sayıda tipik halleri derinleştiren kesif (yoğunlu) anketle (enq u e t e intensive) son derecede büyük sayıda hallerin araştırıldığı kesif olmayan anket (enquete extensive) veya Survey’i ayırmalıdır.
Anlaşma (Endüstri anlaşması) (Entente industrielle): Şirketler arasındaki birlik kurma şeklinde türlü anlaşmalardır ki, kartel (car t el), tröst (trust), konzern ve başka birlikleri doğurur.
Anlayıcı Sosyoloji (sociologie comprehensive, Verste-hende Soziologie): Max Weber tarafından kurulan ve günümüzde de ardından gidenler bulunan bir sosyoloji okuludur. M. Weber bunun için Dilthey’ın “Anlayış” metodu ile olasılığa dayanan statistik metodunu birleştirmekte idi. Dilthey Anlayış metodunu yalnız “manevî” dediği bilgilerde kullandığı için Aug. Comte’dan beri gelen ve tabiat ilimleri metoduna dayanan sosyoloji görüşüne karşı idi. Bu yüzden sosyoloji düşmanı gibi görülüyordu. M. Weber, bu uzlaştırması ile yeni metodu sosyoloji için de verimli hale koydu.
Anlayış metodu: Dilthey’ın Geisteswissenschaften (Manevî ilimler) dediği çığırı açmasını sağlayan metoddur. Bu filozofa göre Tabiat ilimleri Açıklama (E r k 1 â r e n) ve manevî ilimler Anlayış (Vers-t e h e n) metoduna dayanarak kurulurlar. Tabiat ilimlerinin temeli matematik, manevî ilimlerin temeli içebakış psikolojisidir. Manevî ilimler ötekiler gibi unsurlara ayrılarak açıklanamazlar. Onların olayları ancak içten yaşanarak anlaşılabilirler ve başlıcaları tarih, hukuk, ahlâk, iktisat, din, v.b. larıdır. Bunun için toplum olaylarını tabiat olayları gibi açıklamaya çalışan Comte, Spencer sosyolojileri yanlıştır. O yalnız Simmel’in sosyolojisine doğruya yakın gözü ile bakıyordu.
Anomik (anomique): Kuraldışı kendini öldürme: Durkheim “Le S u i c i d e” adlı eserinde kendini öldürmelerin sebeplerini incelerken Japonlardaki gibi şövalyelik duygusundan ve şeref fikrinden doğan kendini öldürmeleri anomique (kural dışı) yani kendi ileri sürdüğü toplum bağlarının gevşemesi dediği sebebe uymayan bir tip olarak gösteriyor.
Anonim, anonim şirket (s o e i e t e anonyme): Bk. Şirket.
Anormallik (anomalie s o c i a 1 e): Toplumda anormallik. Durk-heim’a göre belirli bir toplum tipi içinde istisna olan olaylar anormal sayılmalıdır. Aynı olaylar başka bir toplum içinde çoğaldıkça normal olabilirler. Fakat para değerinin düşmesi (i n f 1 a t i o n) gibi bir olay, geçici olsa bile, bir tip içinde yaygın, bundan dolayı da istisna olmadığı halde anormal sayılabilir. Toplum hayatına devamlı olarak aykırı vasıfları olan bir tabiat galatı (m o n s t r e) her zaman, her yerde toplum için anormal sayılır: Sosyalleşme gücünden mutlak olarak yoksun patolojik çocuklar gibi (Mm. Montessouri, Dağda bulunmuş çocuk).
Antagonizma (antagonisme): Fertler, zümreler veya toplum sınıfları arasındaki gerginlik ve çatışmalardır. Antagonizma bir kişiye, bir zümreye, bir fikre, bir ideolojiye, bir toplum hareketine karşı olabilir. Dinlerde mezhep gerginlikleri ve çatışmaları, zamanımızda ideoloji, zihniyet, ileri - geri, hatta yaşh - genç çatışmaları antago-nizmalardır.
Anti - semitizm (antisemitisme): Bk. Yahudi düşmanlığı.
Anti-sosyal (a n t i - s o c i a 1) Bk. Topluma karşı.
Antropogeografi (Anth rop ogeographie): insan coğrafyası (geographie humaine): Coğrafyanın bu kısmı sosyoloji ile olduğu gibi ekoloji (e c o 1 o g i e) ile de ilgilidir. Toplumlar veya fertlerle tabiî çevre arasında karşılıklı etkiyi inceleyen coğrafya dalıdır. Bazı yazarlar insan coğrafyası ile antropogeografi’yi ayırmaktadır. Onlara göre İkincisinin konusu insanın veya insan toplamlarının tabiî çevreden aldığı etkileri incelemek olduğu halde birincisinin konusu tabiî çevrenin insan etkisi ile değiştirilmesini incelemektir. [Birinci görüş F. Ratzel, ikinci görüş V. de la Blache, v.b. aittir].
Antropoloji (anthropologie): insan ilmi geçen yüzyılda insan bedeni ve başlıca kafatasının incelenmesinden doğmuş olan bilgi idi (Broca, Bastian, v.b.). Sonradan bu araştırmalar toplum olaylarının da aynı sebeplerle açıklanması şeklinde yorumlandı, ve buradan “antropolojik sosyoloji” çığırı doğdu. (Comte de Gobineau Chamberlain, v.b.) Sosyal olguların ırklara göre incelenmesi, “üstün ırk” şeklinde yanlış bir hipotezin yayılmasına ve siyasî hayata kadar sokularak “ırkçılık” ve “kafatasçılık” denen halk hareketlerini doğurmasına sebep oldu. Irkçılık başlıca Hitler tarafından tutulmuş, “Yahudi düşmanlığı” şeklinde politikada rol oynamış olduğu gibi bugün de “Zenci düşmanlığı” şeklinde canlanmaktadır.
-
2) Fakat bu politika sloganları ile ilişiği olmamak üzere fizikî antropoloji araştırmaları müsbet yolda yürümektedir.
-
3) Kültür antropolojisi veya sosyal antropoloji (Social anthro-p o 1 o g y) birincisi ile hiç ilişiği olmayan, İkincisinden de, insanın sosyal ve ruhî hayatına ait olması bakımından ayrılan yeni bir ilim dalıdır. Kültür antropolojisi, hemen hemen eski etnolojinin, Völker-kunde’nin yerini almakta ve daha esaslı temele dayanmaktadır. Başlıca Ogburn, Kardiner, R. Benedict, 'M. Mead, Levi - Strauss, v.b. lan tarafından ilerletilmektedir.
Kültür antropolojisi: genel olarak Etnoloji (ethnologie) nin eşanlamı diye kullanılıyor. Birçok yazarlar sosyal antropoloji terimini tercih ediyorlar. Fakat bu kelime gerçekte ötekinin tam eşanlamı değildir: Çünkü “social” kelimesi “culturel” in bir kısmı olarak görülüyor ve İkincisinin anlamı daha geniş sayılıyor. Kültür Antropolojisi veya Etnoloji’nin konusu maddî olsun, olmasın, bütün kültürün (medeniyetin) tetkiki olduğu halde, sosyal antropoloji yalnız ilkel kavimlerin incelenmesi ile uğraşıyor. Son 30 - 40 yılda araştırmalarını köy cemaatlerine, hatta küçük şehirlere doğru yaymıştır. Bu da gösteriyor ki, o gittikçe sosyolojiye yaklaşıyor. Ancak bu ilim postüla olarak insanla tabiat arasındaki karşılıklı etkiyi ruhî bakımdan incelemeyi ele aldığı için, ayrıca genel tipleri ve soyut toplum bünyelerini değil, ayrı ayrı ve konkre kültür şekillerini incelediği için sosyolojiden ayrılmaktadır.
Antropometri: Antropologların araştırmalarında kullandıkları ölçü şekilleridir. Asıl fizikî antropolojide insan bedeni ve kafasını ölçmek ve buradan ırklara ait sınıflamaları yapmak için kullanılır. İlk sınıflamalar kafataslarını başlıca brachycephale, dolichocephale ve mesocephale olarak üçe ayırmakta idi. Fakat çağdaş töplumlara ait araştırmalar hiç bir millette saf ırkın bulunmadığını, ve bu tiplere her millet içinde rastlandığını, hatta ilkel kavimlerde bile melezleşmelerin bulunduğunu gösterdiği için antropometri artık gündelik siyasî hayata kadar inen değerini kaybetmiştir, (anthropometrie) .Arabuluculuk: Devletler arasında siyasî gerginliği kaldırmak için baş vurulan teşebbüs. Evlendirmede kız ve oğlan tarafları birbirine yaklaştırmak için yapılan teşebbüs için de kullanılır. Gündelik hayatta düşman tarafları barıştırma davranışına da denir.
Arazi yönetimi (amenagement des t e r r i t o i re s): Az çok geniş arazi kadrosunu, bu işle uğraşan ekipler yardımiyle değerlendirir. El emeğini, yerin tabiî kaynaklarını rasyonel olarak tetkik eder ve ilgili nüfusun ihtiyaçlarını doyurmaya çalışır. Şehircilik gibi tarla ve arazi idaresi de hem İlmî hem pratik bir disiplindir, fakat bölgenin bütününü göz önüne aldığı için şehir kadrosunu çok aşar. 25 yıldan beri Fransa’da bu organizasyonlar kurulmuştur. Eskiden bizde Fıkıh esaslarına dayanan Evkaf ve arazi hukuku bu işle uğraşıyordu. Şimdi Kadastro onun yerini almıştır.
Araştırma (r e c h e r c h e): Osm. Taharriyat. Sosyal olaylar, zümreler veya kurumlar üzerinde tecrübî olarak yapılan incelemelere verilen umumî isimdir. Araştırma bir çarşı, pazar, mahalle, bir köy, kasaba, küçük şehir ve şehir araştırması olabilir. Araştırma bazen göçler, sığınmalar, fiat yükselmeleri ile siyasî emniyetsizlik münasebeti, gençlik hareketleri, dinî akımlar gibi sosyal akım ve hareketliliğe ait olabilir. En sonra araştırma bugünkü şekli hazırlayan tarihî: gelişmeye ait olabilir. O zaman tecrübî araştırma İstatistik ve mo-nografik tetkik) tarihî vesikaların incelenmesi ile tamamlanır.
Argo (argo t): Bir zümre veya tabakanın özel konuşma tarzı. Buna göre her zümrenin kendi argo’su vardır: Bu argo belirli bir meslek içinde yalnız o meslekten olanların kullandığı özel terimleri içine alır: Ressamların, mühendislerin, maliyecilerin özel meslek dilleri gibi. Fakat ayrıca “argo” kelimesi kötü anlamda, aşağı tabakanın küfürle ve özel deyişlerle dolu konuşma tarzım ifade eder.
Arıza (accident): Bk. İş aması.
Ariflik (gnosis): Dinlerin içe ait hakikatma bilgi yolu ile değil, özel bir duygu ve anlama yolu ile ulaşılacağı sanısı. Bu yolu savunan felsefî görüşe “g n o s t i c i s m e” denir.
Aristokrasi (aristocratie): Üstün soylular yönetimi. Toplumun sınırlı ve özel imtiyazı olan bir eski aileler zümresince yönetilmesi aristokrasidir. İlkçağ sitelerinde görülen bu yönetim tarzını Aristo “Politik” adlı kitabında anlatmaktadır. Feodal toplumlar genel olarak aristokrasi örnekleridir. Çoğu kere bu terim yalnız siyasî kontrolü kendi başına eline alan sosyal tabaka için kullanılır. Bu tabaka bir kast (caste) olabilir: Hindistan’da olduğu gibi. Bir etat (S t and) olabilir: Ortaçağ ve Yeniçağ Avrupasmda olduğu gibi. Bu tabaka nm büyük halk yığınından farklı bir etnik kökten geldiği de vardır: Mısır’da, Güney Amerika ve Hint’de olduğu gibi. Siyasî organlaşma tipi olarak aristokrasi demokrasinin, hatta bazen monarşi’nin karşıtıdır. Çünkü birçok monarşilerde hükümdar ailesi asiller zümresinin nüfuzunu kırar, hatta onu yok eder: Abbasîler, Osman-lılarda olduğu gibi. Bu hal Batı monarşilerinde pek az görülür. Aristokrat tabakanın vasıfları doğuştan gelen imtiyaz ve dışardan girmeye engel olan bir şeref kanununun bulunmasıdır. Bununla birlikte Mo^ narşi kuvvetlendikçe bu sınırlar gevşer ve “Kazanılmış asillik” zümresi doğar.
Ark: Köylülerin tarlalarını komşu tarlasından ayırmak için kazdıkları çukur çizgi. Ark komşu tarlalarından ziyade iki komşu köy arazisini ayırmaya yarar. Arkı aşarak komşu tarlasına girmek ve kullanmak iki köy arasında şiddetli çatışmalara sebep olur. Bu çatışmalar bazen silâhlı savaşlar haline gelir, kan davası şeklini alınca nesiller boyu sürer.
Arkadaşlık (c ama raderie): Osm. refakat. Dostluk, ahbaphk, akranlıktan farklı sosyal bir münasebet şeklidir (Bk. Çiftler). Arkadaşlık umumiyetle akranlar arasında kurulur. Herhangi bir ahbaphk ve tanışıklıktan çok yakın ve samimî münasebeti gerektirir. Aynı Meslekten olanlar arasında kurulduğu gibi iki ayrı meslekten olanlar arasında da olabilir. Meslekdaş olmak mutlaka arkadaş olmak değildir. Aynı cinsten olanlar daha çabuk arkadaş olurlar. Ayn cinsler arasında da arkadaşlık kurulabilir. Fakat bunun sevişme, aşk veya evlenme şeklini alması arkadaşlığı aşar. Arkadaşlık vefalılık, karşılıklı yardım duygularını doğurur. Mahremlik (i n t i m i t e) ve sırdaşlık (confidence) halini alabilir. Arkadaşlık birkaç kişi arasında yayılabildiği halde bu sonuncular yalnız iki kişi arasında kalır. Askerlik, mahalle, meslek ve iş arkadaşlıkları vardır.
Arkeoloji (archeologie): Eski medeniyetlerin bıraktıkları eserlerin kazılar suretiyle meydana çıkarılmasından doğan ve tarihe olduğu kadar sosyoloji ve etnolojiye yardım eden bilgi. Buradan Paleososyoloji denen araştırma dalı doğmaktadır.
Arma (a r m o i r e): İtalyanca. Türkçe’de “ongun”. Özel olarak gemicilikte kullanılır.
Arpalık: Osmanlı devrinde (Tanzimattan önce) Devlet görevlerinde çalışanların belirli yükselme kanununa bağlı maaşları yoktu. Bunun yerine, görevlerine karşı “arpalık” olarak bazı yerlerin “cizye” leri tahsis edilirdi. Fakat bu cizyeler belirli aralıklarda düzenli olarak alınamayınca görevlilerin gelirleri de tehlikeye düştüğü için, iş sahiplerinden kanun dışı para alma zorunda kalırlardı ki, bu hal “rüşvet” i doğurmuştur. Defterî Sarı Abdullah Efendi kanun dışı alman rüşvetlerden şikâyet ediyor (Nasayih-ül vüzera ve’l-ümera, 1699).
Arşetip (archetype): Freud’un Psikanaliz metodunu eleştirerek ve düzelterek kullanan C. G. Jung’a göre “Arşetipler” öyle birtakım bileşik hayaller ve tasavvurlardır ki, “Kolektif Dışşuur” u teşkil eden cetlerden gelme hayaller’! yaratırlar.
Artık - değer (p 1 u s - v a 1 u e): Kari Marx’a göre işçinin işi ile gündeliği arasında, devamlı olarak kapitalistin kazancına, artmakta olan farktan doğar. Kapital birikmesi ve işçinin bu biriken kapital tarafından işçi aleyhine olarak işletilmesi, buradan doğmak üzere işçi sınıfının kapital sahiplerine (kapitalistlere) karşı teşkilâtlanmaları bu artık - değer’in neticeleridir.
tmâledilen bir malın masrafı çıkınca satış fiatı ile işçinin imâlde aldığı gündelik farkı artık - değerdir. Artık - değer kapitalin işçi kazancı ile tersine orantılı büyümesini doğurur. Bu da— Marx'a göre — kapital ve iş gerginliğine, işçinin kapitaliste karşı teşkilâtlanmasına, sebep olur. Fakat bu üretim sisteminde kapitalistin “işletme” sini (exploitation) “sömürme” diye çevirmeK doğru değildir. Artık-değerin birikmesi kapitalist ekonomiye ait bir olaydır. Bunu istifçilik,, şantajcılık ve ihtikâr gibi geri kalmış ülkelerin endüstrileşme çabası içinde doğan ve yeni toplum organlaşmasının bulunmaması yüzünden bir ekonomik düzensizlikten ibaret hallerle karıştırmamalıdır. Kapitalist sistemlerin “işletme” sinden (ziraî işletme, endüstri işletmesi, v.b.) ayırmak için bu ikinci tipe “sömürme” (accaparement) demelidir.
Artık-üretim (surproduction): İktisatta üretim yerli ihtiyaçtan fazlasını dış pazara satmak suretiyle ayarlanır. Ham madde dışarıdan geldiği zaman üretimin en büyük kısmı dış pazara gider. Üretim araçları ilerledikçe üretim de artar ve o zaman dış pazarda müşteri bulma ihtiyacı yükselir. Fakat dış pazarda bu artan ürünleri alacak yeteri kadar alıcı bulunamayınca artık - üretim toplum hayatında bunalma doğurur. Fazla mah elden çıkarabilmek için artık - üretim yapan ülkeler arasında dış pazar yarışması başlar. Fiat-ları düşüren bu yarışma “Dumping” adını alır. Fakat dış pazar yarışması işi halledemezse artık - üretim gerçek bir iktisat krizi doğurur.
Artma (croissance): Belirli bir zaman süresinde bir nüfus kütlesinde doğumların ölümlere göre artışını ifade eder. Ayrıca bu kelime son zamanlarda bazı iktisatçılar tarafından “gelişme” (develop-p e m e n t) veya “genişleme” (e x p a n s i o n) nin eşanlamı olarak da kullanılmaktadır. Bazı yazarlar artma veya artış deyince belirli bir devrenin başındaki üretim ile aynı devrenin sonundaki üretim arasındaki farkı anlıyorlar.
Asâ (bâton du derviche): Abâ ile birlikte sufî veya dervişin iki esaslı sembolik unsurudur. Dervişler, başlıca gezgin olanlar (Horasan erenleri, kalenderler gibi) uzun yollara asâ ile katlanırlar. Hint fakirlerinde bu bir nevi kerâmet aleti halini alır. Kökü Musâ nın Mısır’dan çıktığı zaman elinde bulunan asâ’dan gelse gerektir.
Asayiş (s e c u r i t e): Osm. aynı. Devlet gücünün toplum düzen ve dirliğini koruması hali. Bu güc zayıfladığı zaman toplum içindeki hareketli zümreler (iç göçleri, iş göçleri, köyden şehire akınlar), işsizler, memnun olmayanlar, gizli veya meşru olmayan kazançlar “asayiş” i bozar; halkta umumî bir emniyetsizlik ve huzursuzluk duygusu uyanır. Bu gibi haller ya zümreler ve şmıflar-arası gerginliği; azaltan coalition hükümetleri ile, yahut'sınıflardan birinin üstün gücü ile aşılır. Osmanlı tarihinde softa isyanları, Celâli isyanları, Yeniçeri' isyanları zaman zaman uyanan ve bastırılan asayiş bozulması halleridir.
Asfalt (as p hal t e): Yerleşme zümreleri içinde veya arasında ulaştırma araçlarından biri ve en yenisi. Başlangıçta bu, toprak yol, dağ yolu, keçi yolu idi. Sonra İmparatorluklarda kervanların ve orduların hareketini sağlayan taş yollar yapıldı. Bunlar şehirlerin içinde mahalleleri bağlıyordu. Arnavut kaldırımı, parke, tahta parke tarzlarından sonra zamanımızda asfalt en yaygın şekil olmuştur. Çünkü modern teknik ile en çabuk yapılanıdır. İleri toplumlârın ulaştırma araçlarının (otomobil, kamyon, askerî araçlar) hareketine en elverişli olduğu için öteki yollara tercih edilmektedir.
Asî (re volt e) veya “isyancı”: Herhangi bir düzene karşı direnen ve baş kaldıran kimsenin veya kimselerin hareketi. İsyan, etnik bir zümreden veya bölgeden bütünsel siyasî iktidara karşı olabilir. Tek bir adam veya çeteden devlet kuvvetine karşı olabilir. Bu halde asîler dağa çıkarak kendilerini merkezî kuvvete karşı korumaya .çalışırlar. “İsyancı” 1ar çoğalarak bir bağımsızlık hareketi ve bir millî uyanış halini alabileceği gibi bir bölge ayaklanması halinde de kalabilir.
Askerî ihtilâl (Re volt e militaire): Buna daha çok hükümet darbesi (coup d’Etat) demek doğru olur. Parlemento rejiminin-iyi kurulamadığı, sosyal sınıflar arasında denge olmayan az gelişmiş toplumlarda bu dengenin yerine hiç bir sınıf diktatörlüğü kurulamayınca bir çeşit asker - memur totaliter yönetimi olarak bu şekil meydana gelir. Gelişmiş toplumlârın sınıf şartlarından yoksun olan bu toplumlar kabile başkanlarınm mutlak hükmüne benzer bir yönetim kurarlar.
Asker rejimi (militarisme): Asker zümresine, orduya dayanan yönetim şekli ki, bu bazen ordunun kurduğu bir dikta rejimi halini ahr. Bazen de sivil yönetimin ordu gücünden üstün faydalanması-derecesinde kalır.
Asmak (execution): En ağır suçlara karşı uygulanan ceza. Bazı ceza kanunları asmayı (îdam) kaldırmışlardır. Fakat kamu vicdanını dehşete düşüren korkunç suçlarda asmak bir zarurettir. Asma’mn kötüye kullanıldığı devirler olmuş, hiç bir kanuna dayanmayan keyfî emirlerle pek çok kimsenin asıldığı olmuştur. Devrimler ve ihtilâl' zamanlarında terrör sürdükçe asmalar da artar. Fakat bir kanun devletinde o pek nadir kullanılır.
Aşağılık kompleksi (c o m p 1 e x e d’inferiorite): Buna “aşağı olma kompleksi” demek daha yerindedir. Bu terim Freud’un metodunu Nietzsche’nin Kudret İradesi felsefesine göre kullanan A. Adler tarafından icat edilmiştir. Ruh hastalıklarının büyük bir kısmını açıklamak için kullanılmakta ise de, doğuştan yetmezliklerle birlikte sosyal mahrumluk ve toplum baskıları yüzünden de buna benzer komplekslerin doğduğu göz önüne alınınca onu aynı zamanda bir sosyoloji terimi saymak gerekir.
Aşağı tabaka (bas fon d, tiers-etat): Osmanh devrinde buna “avam” deniyordu. Aşağı tabaka sözü pek çeşitli anlamlara gelir: 1) Kastlı bir toplumda aşağı tabaka “paria” lardır. 2) İlkçağın ileri devrinde aşağı tabaka şehre dışardan gelmiş ve sitelilik hakkı kazanmamış meteque ve mercator denen satıcılardır. 3) Ortaçağda (Batıda) Burg’lara bağlı olarak yeni kurulmaya başlayan küçük şehirler halkıdır ki, “vilain” denir. Sonradan bu kelime “adî” ve bayağı anlamında kullanılmıştır. Köleler ve toprak köleleri (serf) her türlü haktan yoksul olduğu için “aşağı tabaka” sayılmazlar. 4) Yeniçağda üstün soylular ve rahiplere göre yeni kurulmaya başlayan “tiers -etats” idi ki, sonradan burjuvaları meydana getirdi. 5) Kabileler ve köylerde aşağı tabaka yoktur. Bu kavram şehirlerin kurulmasına bağlıdır. 6) Aşağı tabaka asillik bakımından eski soyu olmayan “halk”, servet ve mülk bakımından parasız ve topraksızlar, eğitim bakımından okumamışlar anlamına gelir. Bu anlamlar bazı şartlarda birleşirler.
Aşıkdaşlık, kur yapma (courtiser): İki cinsteki bekârlar arasında başlayan bir yaklaşma ve birleşme tarzıdır. Bunu kabul eden Batı toplumlarında “kur yapmak” devamlı birleşmenin deneme safhası sayılmaktadır, ki o ya bozulur, ya da nişanlanma ve evlenme ile sona erer. “Kur yapma” daha çok erkeğe aittir. Bu safha içinde çiftlerin hal ve gidişini sınırlayıcı kurallar vardır. Bu normlar kültür şekillerine ve devirlere göre çok değişir. Onu hiç bilmeyen ve nişanlanmadan önce “kur yapma” yı kesin olarak reddeden kültürler de vardır. .Aşık ozanı: Ortaçağ Anadolu toplumunda mistik halk şairi. Âşık ozanlarının “koşma” ları Türk Folklor’unda büyük yer tutar.
Aşın sağ (extreme droite): Siyasî partilerde en aşırı şekli totaliterlik ve faşizm olan partilerin aldığı addır. Fakat içinde bulunulan devre, milletin siyasî durumuna göre aşırı sağ anlamı da değişir. Cumhurî bir yönetimde kralcılık, lâik bir yönetimde dinci devlet
(teokrasi), meşrutî-liberal bir yönetimde faşizm aşın şağ'şekilleridir. Fransa’da Faisceau partisi ve royaliste’ler aşırı sağ sayılırlar.
Aşm sol (extreme gauche): Yine’ parlementolu bir yönetimde böyle bir rejimi meşru görmeyen ve devirmek isteyen bir ihtilâlci sosyalist (komünist) partisi aşırı sol’dur. Ancak burada da siyasî rejime göre aşırı sol değişir: Demokratik düzene henüz uymamış, sınıf organlaşması ve dengesi kurulmamış bir toplumdaki aşırı sol ile, bu şartlara sahip bir toplumdaki aşırı sol kavramları farklıdır.
Aşın mekanikleşme (a u t o m a t i o n): işin aşırı derecede mekanik-leştirildiği ve makinelerin kontrolünün bile yine makinelere yaptırıldığı bir sisteme, yeni icat edilmiş bir kelime ile Automation (aşın mekanikleşme) denir.
Ata, Ede: Türklerde bilge (sage) anlamına gelir. Çinlilerin T’seu, Yunanlıların sophos dediklerine karşılıktır. Töreyi, halk bilgeliğini nesilden nesile taşıyan ve geleneğin bekçliğini yapan Atalara Türk tarihinde rastlanmaktadır: Erkil Ata, Almça Ata, Dede Korkut,’ Ede Bali gibi.
Atabnyruklu aile (f amille patriarcale): Söylediğimiz vasıflarda bir toplum düzeni içinde babanın mutlak otoritesine dayanan ailedir ki, tipik örneğini Roma’da ve eski İsrail’de görüyoruz.
Atabuyrukluğu (P a t r i a r c a t): En keskin şekli yalnız babanın ocaktaki mutlak otoritesine, atasoylulüğa, atasoyu yerliliğine değil,, aynı zamanda genel olarak erkeklerin siyasî üstünlüğüne ve bunun sonucu olarak kadının erkeğe tabi olmasına ve kamu hayatından dışarda bırakılmasına dayanan toplum organlaşması tipidir.
Atalara tapınma (culte dfes ancetres): Animizm dininden doğan ve atasoyluluğu ailesi ile ilgili bir tapınma şeklidir ki, tipik örneği Roma’da görülür. Pater Familias’da ocak içinde aile başkanı bu ayini yöneltir.
Atasözleri (proverbeş): Osm'. Darbı meseller (dûrubu emsal). Kimin tarafından söylenildiği bilinmeyen ve nesilden nesile geçerek bir kavim veya milletin geleneği haline gelen halk bilgeliğine ait sözler. Bunlardan bir kısmının eski bilgelere ait olması, bir kısmının eski kavimlerden miras kalması muhtemeldir. Bazı Atasözleri kavinin eski köklerine bağlanabilir. Bazıları komşu kavimler veya etnik zümrelerden geçmiştir. Kavimlerin Atasözleri arasında benzer unsurların bulunması bu ikinci ihtimali kuvvetlendirir.
Atayaçekme (atavisme): Bu kelime asıl biyoloji terimidir. Bir ço-: cukta kuşak atlamak üzere büyük babalara ait biyolojik vasıfların meydana çıkmasını ifade eder. Üstün - soylular sınıfında bu biyolojik karakter toplum şartlan ile birleşinee sosyal rol oynar.
Atlatma: Devlet işinde veya ticarî işlerde sözünde durmamak, vaadini yerine getirmemek, kanunun gereği olan cevap yerine aldatıcı cevaplarla iş sahiplerini oyalamak.
Atom bombası (bombe at om i q u e): Atomu teşkil eden elektronlardaki potansiyel enerjinin kinetik enerji haline konmâsmdan meydana gelen üstün kuvvetten ibarettir. Atom bombası, Niels' Bohr’un atomun bünyesi üzerindeki keşiflerinden sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında iki Alman bilgininin ağır su içinde yaptıkları atomu parçalama tecrübesiyle uygulanmaya başlamış, bu bilgiyi Norveç yolundan Amerika’ya kaçıranlar orada atom bombasının tekniğini yapmışlardır. Bombanın bu savaş sonunu Hiroşima’da korkunç bir şekilde tayin etmesinden beri bu olay dünyada bir terrör halini almıştır. Bu bombanın icadı toplumda yeni bir devrin başlangıcıdır.
Avcı Kavimler (peuples chasseurs): Etnoloji, insan coğrafyası ve sosyolojinin ortak konusu olmak üzere yeryüzündeki kavimler® yaşayış tarzına göre incelediğimiz zaman onlardan bir kısmının avcılıkla geçindiğini görürüz. Bunların geçim şekli ya kara avı, ya deniz avı, nadir olarak da her ikisidir. Hint denizi adalarında, Groen-land’da deniz avı, Afrika’da kara avı hâkim geçim tarzıdır. Bazı kavimler geçmişte avcılıkla yaşadıkları halde toplum bünyelerindeki değişme yüzünden avcılığı kısmen veya büsbütün bırakmışlardır.
Avcı - toplayıcı (Chasseur-collecteur): Yaşama araçlarını avda^ ağaç kökü ve yemiş toplamada, vahşî hayvanlan ağa düşürme ve-orman yemiş ve köklerini toplamada arayan ilkel adam bu yaşama tarzı içindedir. Hayatlarını sürdürmek için yetmeyen ve her zaman iğreti olan bu metodlar avcı - toplayıcıların ortak bir hayat sürmek için kalabalık zümreler kurmalarına imkân vermez. Az gelişmiş sosyal kurumlan ve nisbeten fakir uygarlıkları ile küçük göçebe sürüleri teşkil ederler. Bu kabilelerde hem av, hem tuzakla yakalamak üzerine dayanan karma bir ekonomi sistemi hâkimdir, onlarda ne çiftçiliğin ne de davar beslemenin yeri vardır.
Avlu (Cour, vestibule): Osm. aynı. Eski evlerin ilk katında ve giriş kısmındaki büyük boşluk. Buraya evin selâmlık kısmının uşak odalan açılır. Avlunun zemini toprak olabilir. Büyük şehirlerde avlunun zemini taştır ve küçülmüştür.
Avunculat: Bazı toplumlarda insanın oğullan ve kız kardeşi üzerindeki otoritesi. Bu kuruma daima anasoylu, anayurtlu olmayan ilkel toplumlarda rastlanır. Avunculat dayının yiğenleriyle münasebetlerinde iktisat ve eğitim yükümlülüğünü gerektirir. Böyle bir durum, duygu t bakımından zayıflamasa da, baba üe oğul arasındaki ilişkileri deği- a şikliğe uğratır. Babanın kız kardeş oğullarına karşı yükümlülükle- * rinden kaçmak suretiyle kendi oğullarına gücü yettiği kadar yardım ettiği olur. Belki de bunun için “avunculat” ile denge kurmak üzere bazı kabileler halanın otoritesine baş vururlar.
Ayaklanma (insurrection): Bir yığın veya zümrenin geniş topluma veya geniş bir halk yığınının yöneticilere karşı somurtma ve homurtu ile başlayan karşı koymaları halidir. Ayaklanma, şüphesiz, homurtudan kuvvetlidir. Fakat ihtilâl (re volte) ve devrim (Re vo-1 u t i o n) den çok zayıftır. Bir homurtu ayaklanma halini mutlaka alamayacağı gibi, her ayaklanma da ihtilâl, hele devrim halini almaz. Bununla birlikte ayaklanmalar sosyal memnunsuzluklann belirtisi oldukları için ötekilere hazırlık teşkil ederler.
Ayarlama (accomodat ion, a just emen t): Kelimenin en geniş anlamı ile çatışmaların bırakılmasına götüren her süreç ayarlama ve uygunlaştırmadır. Genel olarak, toplumlaşma ve özümseme (assimilation) süreçleri, zümre davranışının beklenen halleri ve bazı ferdî durumlar arasında meydana çıkan çatışmaları ayarlamasını gerektirirler. Bu anlamda ayarlama, fertlerle kültür arasındaki çatışmaları ortadan kaldırır. Fakat bu kelime, zümreler arasındaki, başlıca aile, kabile, siyasî parti, sosyal sınıflar, meslek birlikleri, Kiliseler, mezhepler, milletler ve ırklar arasındaki çatışmalar dolayısiyle de kullanılır. Bu çatışmaların ayarlanması, genellikle, ya iğreti bir düzen kurar, yahut daha üstün ve gelişmiş bir toplum şeklini yaratmayı hazırlar.
Ayazma (yun. H a g i a s m a): Yunanca kutsal su kaynaklarına ve çeşmelere denirdi. Bu çeşmelere Eren türbesi gibi bakılır ve adak adanırdı. Payen dinlerden kalan bu inanç Hıristiyanlıkta devam etti. İlkçağ Ege ve Anadolu kutsal kaynaklan Ayazma halini almıştır.
Ayin (Rite): Bu kelime eskiden “mensek” ve çoğulu “menasik” diye ifade edilirdi. Ayin türkçede daha çok yerleşmiştir. Ayinler genel olarak toplum hayatının en temelli unsurlarıdır. En çok dinî hayatta rol oynarlar. Din hayatının her safhası ayinlerle doludur. Denebilir ki orada insan bu ardarda ayinlerden geçmek üzere sosyalleşir, toplumun bütün kurumlanna girer ve bütün değerlerini benimser. Başlıca ayinler şunlardır: 1) Geçiş ayini (rite de passage). Topluma girecek aday çocukluğundan erişkin oluncaya kadar birçok ayinlerden geçerek sosyalleşir. Bu geçiş ayinleri sanki ilkellerin eğitim sistemleridir. (Van Gennep, Les rites de passage). 2) Giriş ayini (rite d ’ In i t i a t i on): Ergenlik yaşındaki gencin toplumun kutsal hayatına girmesi bu ayinle mümkün olur. 3) Birleşme ayini (rite de e o mm un i on): Klan fertleri kutsal varlıklarla cevher birliğini bu ayinle sağlarlar. 4) taklitli ayinler (rite s mime t i q u e s). Avustralya’da bazı kabilelerin întichiuma dedikleri bu ayinde klan fertleri kutsal hayvanların derilerini geçirir, tüylerini takınır ve onların seslerini taklit ederler. Böylece kutsal varlıklarla cevher birliğini sağladıklarına inanırlar. Bu ayinlerden bazen birkaçı aynı maksatla birleşerek tek ayin şeklini alır.
Ayincilik (r i t u a 1 i s m e): Bir ayinler sisteminin (r i tu el) tatbikinde kullanılan usullerin bütünü. Kiliseler, loncalar, askerî teşkilât ve daha birçok şekil bakımından organlaşmış zümreler ayincilik denen bu davranış kurallarına uyarlar, yani her birinin kendine göre ayin sistemi vardır.
Aylık (traitement): Memurlara verilen ve bir kanuna bağlı çalışma bedeli. îşçi gündeliklerinden ayrılan bir miktar işçi Sigortalarında biriktikten sonra, onların hastalık ve yaşlılık zamanlarına ait ihtiyaçlarını sağlamaya yarar. Memurların buna karşı aylıklarından ayrılan miktar Emekli Sandığında birikerek çalışma Ümit’i olan 65 yaşından sonra onların “emekli aylığı” almalarını sağlar. Aylık “Bareme” kanununa göre belirli bir nisbette yükselir.
Aynılaştırma (Identification): İlkellerde kutsal hayvan veya bitki ile kendini aynı görme eğilimi vardır. Yukarıda gördüğümüz misaller (Ayin) bu aynılaştırmanın araçlarıdır. Ayrıca çocuklarda da oynadığı bebeği, oyuncağı, çevresindeki eşya ile kendini aynılaş-tırma meyli görülüyor. Levy-Brühl birinciye, J. Piaget İkinciye dikkat etmişti. Bir kısım etnologlar Levy - Brühl’ün “aynılaştırma” yı göstermek için ileri sürdüğü “katılma” (partieipation) ilkesine itiraz ettiler. Fakat ilkellerde bir mantık çekirdeği bulunsa da bu onların eşyayı ve kendilerini aynılaştırmalarım reddetmek için bir sebep Olamaz. Çocuk ve ilkel ruhları arasındaki yaklaştırma, aşırılıkları bir yana bırakılırsa, hakikat payı taşımaktadır. Ayrıca, schi-zophrenie denen ruhhastahğında da aynılaştırma vardır ve bununla yukarkiler arasında yaklaştırma yapılmaktadır. (J. Caseneuve, L a M en t ali t e archaîgue).
Ayncinstenlik (he t e r o g ene i t e): Canlı varlıklarda olduğu gibi top-lumlarda da sınıflamalar onları bircinsten ve ayrıcinsten olarak sıralamaya götürür. Bu mantıkî sınıflama acaba aslında da toplumlann bircinsten iken derece derece ayrıcinsten olmaya doğru gittiklerini söylemeyi elverişli riıidir? Buna H. Spencer Evet diye cevap veriyor. Fakat bütün gözlemler ve deneyler bunun böyle olduğunu göstermiyor. Öyle durumlar vardır ki orada toplum karmaşık ve ayrıcinsten iken geliştikçe daha basit, daha bircin'stene doğru değişmektedir: ilkellerde tasavvurlar müphem, karmaşık, ve ancak konkre bir mantık çekirdeğine sahiptir, ileri toplamlarda ise bunlar aydınlaşır, basitleşir ve soyutlaşır. Akrabalık terimlerinde ve sınıflamalarında da aynı hal görülür. Buna karşı, genel olarak ilkel zümreler tek veya çift hücreli klanlar ve fratrilerden ibaret oldukları halde, ileri toplumlar bir zümreler çokluğu ve farklılaşması manzarası gösterirler, daha ileri toplumlarda bu farklılaşma artar. Öyle ise ayrıcinstenlik bazen sosyal evrim belirtisidir.
Ayrılaşma (s e g r e g a t i o n): Toplumun zümrelere bölünmesi ve ayrılaşması demektir. Burada öyle bir çözülme süreci karşısındayız ki, bundan sonra fertler veya zümreler başka fertler ve zümrelerle
> maddî teması kaybederler. Bu ayrılma yahut sosyal aralığın doğuşu (distance) ırk, zenginlik, din, meslek, milliyet gibi biyolojik ve sosyolojik amillerin eseridir.
Aynsayma (discrimination): Aynı toplum içinde ayrı etnik kökten zümreler bulunabilir. Modern milletlerin çoğu bu durumdandır. Millet hayatı ırk ve etnik zümre, hatta mezhep farkları üstünde kültür, çıkar ve ideal birliğine dayanır. Buna rağmen, bazı yerlerde eski kabile ve ümmet devirlerinin kalıntısı halinde ayrıcinsten zümrelere karşı gerginlik, onları ayırma eğilimi vardır. Bu eğilim bazen homurtu ve ayaklanma halini almaktadır. Almanya’da Ya-hudilere karşı, Amerika’da Zencilere karşı doğan bu aynsayma (discrimination) duygusu çok şiddetli sonuçlar doğurmaktadır.
Ayzıt: Eski Türklerde doğurma tanrısı. Yunanda Aphrodite’e karşılıktır. İran’da îzid ile ilişiği olabilir (Payen tanrı için Izidi müteal diyorlar).
Azatlı köle (client): Köleler kendilerini satın alanlara iyi hizmet ettikleri veya başka sebeplerle kendilerine hürlükleri verildiği zaman “azatlı köle” olurlar, ilkçağ sonunda azatlı köleler ayrı bir tabaka haline gelmeye başladı. Üniversel dinler azatlı köleliği artırdı. îslâmda bunlara “ma’tuk” ve azatlı köle sınıfına “Mevalî” deniyordu. Abbasî devletindeki hassa ordusu, nitekim OsmanlI devleti ve onun hassa ordusu olan “devşirme” lerden meydana gelen Yeniçeriler bu azatlı kölelerdendi.
Azınlık (m i n o r i t e): Bir nüfus yığını içinde asıl topluma göre az sayıda ve başka etnik kökten veya dinden olanların teşkil ettiği
Sosyoloji Sözlüğü — 3 zümredir. İmparatorluklar, esasında, ayncinsten unsurlardan kurulmuş oldukları için onlarda azınlık söz konusu değildir. Fakat milletler kültür bakımından aynıcinsten oldukları için orada “azınlık” yeni bir problem ortaya koyar. Bu durumda ya azınlıkların temel kültür ile bütünleşmesi, ya da onlara karşı hoşgörürlük gösterilmesi gerekir. En ileri kültürü olan milletlerde dahi azınlık sorusu meydana çıkmaktadır.
B
Baba buyruğu (patriarcat): Atabuyruğu’nun aynı.
Baba lohusalığı (couvade): Birçok ilkel kavimlerde ana çocuk doğurduktan sonra onun yerine baba lohusa yatağına yatar. Baba, lo-husalık kanı devam ettiği sürece zümreden ayrı yaşar. Bu âdet içinde, çocuğu rahatsız etmemek için, doğumdan sonra babanın uyması gereken birçok iş veya gıda yasaklan vardır. Oldukça yaygın olan bu âdetin tipik şeklini Güney Amerika’da Karaib’lerde görüyoruz.
Babaocağı (famille paternelle): Aile maddesine Bk.
Babalık otoritesi (paternalisme): Asıl anlamı ile, kendine bağlı olanlara baba gibi bakmak demektir. Fakat fiilde baba oğullarının olgunlaşmasına çalışacağı halde, paternalist bilerek veya bilmeyerek kendine tabi olanların vasilikten çıkmasını geciktirir: Teşebbüs sahibinin yanında çalışanlara özel hak vermemesi gibi. Büyük teşebbüs adamının küçük tüccar ve esnafa karşı durumu böyledir. Teşeb-î büsler ne kadar gelişirse paternalism tehlikesi o kadar artar. İşçi ! hareketinin kuvvetlenmesi patemalism’le mücadeleyi canlandırır. Kavimler arasında da bir paternalism vardır. Sömürgeci milletler bu zümredendir. Genç milletlerin uyanması paternalism’e karşı mücadele gücünün artması demektir (H. Z. Ülken, Milletlerin uyanı-ş ı, 1944).
Babaöldürme (parricide): Bir kısım ilkel kavimlerde baba belirli bir yaşa gelince onun için özel tören yapılır. Bu bir çeşit düğün halini alıp Baba en iyi elbiselerini giyeç ve yemekten sonra büyük oğul onunla bir uçurumun kenarına giderek arkasından iter. Bu âdetin hayat güçlükleri yüzünden yaşlıların toplumda bir yük olmasından ileri geldiği tahmin edilebilir. Fakat bu âdet yine bazı ilkellerde görülen yaşlılar yönetimi (gerontocratie) nin tam zıttıdır.
Babasanlıhğı (patronymie): Buna Atasanlılığı da diyoruz. Böyle bir sistemde çocuğun adı babanın veya onun akrabasının adlarından gelir. Bk. Anaadlıhk ve Anasanhlığı.
Bâbasoylu (p a t r i 1 i n e a i r e): Nesebin baba soyuna göre kurulduğu aile şekli. Bu tarzda bir aile organlaşması klan, sob (sıb) veya nesep şekillerinde görülür. Bu olay baba nesebine göre ad, şeref ve mülk veraseti üe birleşir. Ancak babasoyluluğun anasoyluluğu ile birleştiği yerler ve durumlar vardır.
Babasöyundan (agnation): Özel bir aile tipini göstermemek üzere babasoyundan gelen her türlü nesep ve toplum ilişiklerini ifade eder.
Babayerinde kalma (patrilocalite): Bu hal ana yerinde kalma tipinin karşılığıdır. Bu öyle bir matrimonyal tarzdır ki, orada kadın kocasının ailesinin bulunduğu yere gelir; bu yer evlenmeden önce erkeğin ailesinin oturduğu yerdir. Babayerinde kalma her zaman babasoyluluğu ile birleşmez, hele atabuyruğu şekli üe pek az birleşir.
Bacanak (m a r i d e 1 a s o e u r de I ’ e p o u s e): îki kız kardeşin kocaları arasındaki toplum ilişiği.
Bacası tütmek: Bir aile ve ocağın dirlik ve düzenini koruması, neşesinin bozulmaması hali. Bunun aksi ocağın sönmesidir ki, bu hal başkası tarafından düşmanca yapılacak olursa buna “ocağına incir dikmek” denir.
Sa® (impöt reçu d’unepopulation d om ine e): Yönetim altına girmiş bir halk kütlesinden zorla alman vergi. îslâm idaresinde müslüman olmayanlardan bu şekilde “haraç” alınırdı.
Bahadır: Eski Türklerde şövalye ve bir dereceye kadar kahraman karşılığıdır. Savaşta veya savaş dışı cesurluğu ve mertliği ile tanınanlara Batur denir. Anadolu’da onun yerini sonradan “yiğit”; 1er ve “yiğit başı” 1ar almıştır. Bu kelimenin İdil Türkleri arasında da aynı anlamda kullanıldığı Akyiğit soy adından anlaşılıyor (Bk. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Musa Akyiğit).
Başçözülmesi (a I i e n a t i o n): Marx’m anladığına göre iş bölümü yüzünden insanların yalnız bir kısım işlerle uğraşmaları dolayısiyle kişiliklerinin bütünlüğünü kaybetmelerini gösterir. Bu görüşte baş-çözülmesinin en şiddetli şekli sınıf gerginliğinden ve kapitalizmin doğurduğu kişiliğin kaybolması halinden ileri gelir. Fakat sosyalist toplumlarda da makineleşme ve iş bölümü devam ettiği için bu olay kaybolmuyor. Bağçözühnesi veya yalnız çözülmenin ikinci şekli ruh hastalarında görülen haldir.
Bağdaşma/kurum bağdaşması (c o n s en s u s): Belirli bir zümre veya toplumu terkip eden düşünceler, inançlar, duygular ve hareketler arasındaki bağlılık ve uygunluk. Bu olaya ilk defa Aug. Comte dikkat etmiştir. Consensus toplum dayanışması ve bağlılığı (cohe-s i o n) yardımiyle ifade edilir. Durkheim consensus’ün kollektif tasavvurlar arasındaki bir uygunluktan ibaret olduğunu gösterdi. Bağdaşma (consensus) mn kaybolması toplum organlaşmasının bozulduğu ve kültür bütünlüğünün kaybolduğunu gösterir.
Bağıcı (s o r e i e r): Eski Türklerde “Bahşi” şeklinde kullanılmıştır. Bugün halk arasında bakıcı kelimesi de fala bakan anlamında bu eski kelimeyi hatırlatır.
Bağımsızlık (independance): Bir toplumun başka bir toplum koruması veya yönetimi altına girmeden, kendi kendini yönetecek bir gücü olmasına onun bağımsızlığı denir. İlkel kavimlerde de üstün bir kavme bağlı (dependant) ve onun korunmasında (protectorat) olanlar olduğu gibi, hiç bir üstün siyasî otoriteye bağlı olmayanlar da vardır. Bağımsızlık asıl bircinsten kültüre sahip millet denen ileri toplumların esaslı vasfıdır.
Bağlılaşma (interdependance): Fertler ve zümreler arasında karşılıklı bağlılık sürecidir. İlkel kavimlerdcn başlayarak bütün toplumlar arasında karşılıklı etki ve bağlılık ilişkileri onların daha geniş toplumlar içinde bütünleşmelerine sebep olur. Meselâ evlenme, ortak ayinler, Potlatch (bağış) ve türlü sözleşmeler bu tarzda bağlılaşmalardandır.
Bağırsak falı (aruspication): Bazı ilkel veya İlkçağ dinlerinde kesilen kurbanın bağırsaklarına bakmak üzere gelecek şeylere ait haber verme kurumu vardır. En belirli örneğini tarihte Romalılarda görüyoruz.
Bağış (bağışlamak): Bir mülk veya malı bir kimse veya ailenin kullanması için vermek. Bu hak Devlet gücünü elinde tutanın insanlara verdiği şeye olduğu gibi, herhangi bir kimsenin başkasına verdiği şeye de ait olabilir. Kendisine bağışlanılan kimse veya aile bu bağışı devamlı bir hak olarak kullanabilirse, ona imtiyaz (privilege) denir. Birçok toplumlarda “imtiyaz” 1ar ya bazı zümreler ve sınıflar tarafından güc kullanarak elde edilmiştir, yahut üstün bir sınıf kendi altında bulunanlara bu “imtiyaz” lan bağışlamıştır. Bundan dolayı imtiyazlar ile, bağışlar zaman zaman birbirlerine kanşırlar.
Bağış (Don): tikellerde Potlatch denen bir zümrelerarası kurum sırasında bir zümrenin öteki zümreye vermek zorunda olduğu hediyedir ki, iki zümre arasında düşmanlık ilişkilerini dostluk haline koyar. Bağış kabileleri birbirine bağlayan, aynı zamanda onların şeref yarışmasına girmesine sebep olan en esaslı toplum kurumdur. Her kabile veya klan, karşı kabile ve klana daha çok bağışta bulunmak için yanşa girişir. En çok bağışta bulunan toplum ötekilerden daha şerefli sayıl-
- dığı için bu bağış yarışması aynı zamanda toplumlar arasında şeref bakımından derecelenmeye sebep olur (M. Mauss, Essai sur 1 e D o n). Bk. Hibe.
Bağlama: Halk müziğinin çalındığı müzik aleti. Türk Folkloruna vergidir. Her kavmin ayrı ayrı halk müziği aletleri vardır: Bulgurlarda gayda, îspanyollarda gitar, Çingenelerde zurna, Araplarda ut ve def, v.b. gibi. Türk halk müziğinin esaslı aleti Orta Asya terimi ile “kopuz”,. Anadolu terimi ile “bağlama” dır.
Bakıcı (Bakşi): Orta Asya’da Türklerin bir çeşit büyücüsü görevini: görmekte idi.
Bakıcı - hekim (medecin-f eticheur): îlkel kavimlerde sihir pratiklerini uygulamak suretiyle, bazen de empirik ve iptidaî (başlangıç
■ halinde) folklor ilâçlarını kullanarak hastaları iyileştirme sanatına kendini veren kimse. Bakıcı - hekim çoğu kere Şaman’dır.
Bakım (s o in): Çocuğu, çırağı veya başka yetişecek kimseleri yetiştirmede gösterilen dikkatli ilgi. Kelime bitkiler, çiçekler ve hayvanların yetiştirilmesi için de kullanılır. Fakat toplumda özel olarak insanların yetiştirilmesinde gösterilen özel ilgi ve dikkati ifade eder.
Bakımevi (Maison des Invalides): Osm. Darul-aceze. Frans. ter. asıl sakat askerlerin bakımevi için kullanılır. Genel olarak bakıma muhtaç yaşlılar için de kullanılabilir. Yaşlılık ve bakım ihtiyacı böyle bir kurumu zarurî kılar. Kimsesiz çocukların Bakımevi de (sakat olsun olmasın) bu zümreye girer. Bk. Huzurevi, Öksüz yurdu, Nesepsiz çocuklar evi. Darül - eytam.
Balık (v i 11 e): Eski Türkçede Kent’le birlikte “şehir” demektir. Beş Balık, Altı Balık gibi örnekleri var. “Belkh” şehrinde biraz değişik şekilde görülüyor. Kent kadar yaygın değildir. Bk. şehir.
Balık avı (p e c h e): Adalar veya deniz kenarlarında yaşayan ilkel ka-vimlerden çoğunun geçim şekli deniz avıdır. Hint denizi adalarında yerliler pirogue denilen ağaç kabuklarından yapılmış kayıklariyle ava çıkarlar. Malinowski, Trobriand adalarında balık avının iyi havalarda tabiî usullerle, fakat tehlikeli ve fırtınalı havalarda önce birtakım büyücülük ayinleri yapıldıktan sonra uygulandığını gösterdi.
Balta: Dinlerden birçoğunda tapınakta kurban kesmeye mahsus alettir. Kelimenin kökü Hint’dir. Paletta orada başlamış, palette, pala ve Türkçede balta şeklini almıştır. Dumezil “Le Festin d’immortalite” adlı eserinde kurban ayininin kavimden kavime nasıl geçtiğini anlatmaktadır.
Baltalık: Köylere, halkın ihtiyacına göre kesilmek için ayrılmış olan orman kısımlarına denir. Fakat bu coğrafya terimi Ortaçağ tarihi boyunca oynadığı rolle bir sosyoloji terimi halini almıştır.
Banka (B a n q u e): Çağdaş ileri toplumlann iktisat hayatında esaslı rolü olan bir kurumdur. Banka fertler veya zümrelerin yatırdıkları ve faizle işlettikleri servetle iktisat teşebbüslerine girilmesini sağlar. Bankanın kurulması “faiz” (interet) in, yani işletilmeden borca verilen bir paradan kazanç elde etmenin kabulüne dayanır. Bir kısım dinler, meselâ İslâmlık faizi “meşru değil” saydıkları için İslâm dünyasında Banka kurumu yoktur. Fakat “mutlak olan riba” (faiz) haram sayıldığı halde, iyilik ve iyi gayeler için faiz haram sayılmadığma göre İslâm dünyasında Banka kurulabilirdi. Batı uygarlığının İktisadî üstünlüğünü sağlayan kapitalizmin doğuşunda Bankaların büyük rolü olmuştur. îlkin Kolanda sömürge Bankası geniş Ölçüde, sonra İngiliz Hindistan Bankası geniş ölçüde iş görmüşlerdir.
Banliyö (b a n 1 i e u e): Şehrin esas mahalleleri dışında olmakla beraber, yine şehre bağlı olan mahalleler. Banliyö, fabrikalar civarındaki işçi mahallelerinden, gecekondu mahallesinden ayrılmalıdır. Banliyö şehirden oldukça uzak olup merkeze tren yolu ve otobüsle bağlanabilir. Fakat onu şehir dışında belediye ve iş hayatı bakımından ayn birlikler olan uydu-şehir’lerden de ayırmalıdır. Çünkü Banliyöler birçok bakımlardan şehre bağlıdır.
Barak (mezar): Eski Türklerde dört direk üzerine dikilen ve açık bir kulübe biçimindeki mezardır ki, ölenin cesedi buraya hayatında kullandığı eşyası ve silâhları ile birlikte konurdu. Gök Türklerde (T o u -kio us) ölülere yapılan törenleri ve barak şekillerini Çin kaynaklarına dayanarak Stanislas Julien anlatıyor. Barak kelimesi,, zamanımıza “ev bark” şeklinde kalmıştır.
Barikat (barricade): 19 uncu yüzyıl işçi sendika hareketleri büyüyerek umumî grev ve siyasî grev şeklini aldığı zaman patrona ve hükümet kuvvetlerine karşı koyan işçiler sokak parkelerini sökerek siper almakta ve mücadeleye bu şekilde silâhla devam etmekte idiler. Bu korunma aracına barikat deniyordu. Devletlerin kullandıkları silâhlar bugün çok değiştiği için artık barikat kullanılmamaktadır.
Barınak (h a b i t a t i o n): Toprağa yerleşmiş zümrelerde toplumun esaslı hayat unsurudur. Göçebelerde çadır, tarihten önceki bir kısım ka-' . vimlerde mağaralar, göl üzerinde direklere dayanan kulübeler, bugünkü bir kısım ilkellerde sazdan, kamıştan barınaklar vardır. Anadolu’nun birçok yerinde çadır biçiminde topraktan barınaklar veya kerpiç evler yapılır. Barınak kültür şekline ve uygarlık seviyesine göre değişir. (Eski ter: Mesken.)
Barış (la p a i x): İlkellerden başlayarak toplum hayatı başlıca savaş ve barış olarak nöbetleşe devrelere ayrılır. İlkellerde zümre dışına karşı düşmanlık aslî hal sayılır. Bunun için bu düşmanlığı kaldırmak f üzere birçok ayinler ve törenlere baş vurulur: Bunlardan başlıcalan evlenme, ortak ayinler yapma, potlatch, v.b. dir. Zümrelerarası çatışmalar aileler, klanlar, boylar, etnik zümreler arasında uzun zaman sürüp gidebilir. Bu yüzden ilkel kavimlerde uzlaşmayı ve barışı sağlayan kuramların büyük yeri vardır. Zümrelerarası düşmanlıkların başlıca sebebi kabilelerin av alanlarına girme ve kutsal şeylere dokunmadır. Bu cinsten her saldırma bir nevi sözleşme ile kurulmuş " olan barışı yeniden bozar.
Barışçılık (pacifisme): Toplumlar arasında barışın devamlı hal olmasını isteyen ve bu uğurda savaşanların eğilimine verilen genel addır. İlkel kavimler ve dinlerde barışçılık yoktur. İlkçağ dinleri de bu durumu devam ettirmişlerdir. Ancak bazı üniversel dinlerde ilk defa barışçılık fikirleri doğmuştur: Budizm gibi. Hıristiyanlık aslında barışçı olduğu halde sonra devletleşmiş ve din savaşlarını uyandırmıştır.
Basımevi (imprimerie): Baskı makinesi ile yayınlar yapan resmî veya özel kurum. Bk. Basın.
Basın (presse): İleri toplumlann en esaslı kuramlarından biridir. Basın ancak baskı aletinin (matbaa) icadından çok sonra başlamıştır. Gerçek anlamı ile Basın 18 inci yüzyıldan sonraya aittir, ve si-
' yasî hayatın gelişmesi, siyasî partilerin kurulması ile ilgilidir. Çağdaş milletlerde sosyal sınıflar, zümreler, kiliseler, meslek zümrelerinin fikirleri ve ideolojilerini savunmada, toplumun kamu sanısını
' <(opinion publique) temsil etmede büyük rol oynar. Fakat Basın bu müsbet rolü yanında klikler ve menfaat zümrelerinin çıkarlarını sağ-lamada, propaganda ile halkın zihnini bulandırmada da menfi rol oynayabilir. Bu gücünden dolayı bazı yazarlar Basma Devlette dör-, düncü kuvvet derler.
Basınç (pression): 1 Nüfus basıncı: Yaşama araçlarının nüfustaki artma tutarım aşacak derecede bir çoğalmanın doğurduğu haldir. Nüfusun bazı kısımlarının kazanma gücünün yetmezliğinden dolayı yaşama araçları elverişli surette dağıtılmış değilse, bu durumda bir nüfus basıncı meydana gelebilir. Fiilde dağılma yetmezliği (aşağı-■ tüketim) nüfustaki geçici değişmelere göre yaşama araçlarındaki bir yetmezliğe eşittir. 2) Toplum basıncı: Bir fayda veya belirli bir değere bağlı bir tavır değişmesi kazanmak için fertler veya zümreler üzerine yapılan baskıdır. Bu görevi gören basınç zümreleri vardır: Bunlar başka zümrelere tavır değişmelerini kabul ettirecek tarzda yöneticileri tarafından güdülen sosyal topluluklardır. Rastgele, herhangi bir zümre bu şekli alabilir, fakat özel olarak başları veya üyelerine imtiyazlar elde etmeğe çalışan birlikler vardır.
Baskı (toplum baskısı: contrainte sociale): Bir toplumun, veya zümrenin kendi üyeleri üzerinde belirli hareket, duygu ve düşünce tarzını kabul ettirmek için sahip olduğu güçtür. Her toplum bir inançlar, düşünceler ve davranışlar sistemidir. Bu toplum içinde yaşayanlar bu sisteme uyma zorundadırlar. Ona uymadıkları zaman toplumun yaptırıcı gücü (sanction) bu inanış ve davranış kurallarından ayrılan üzerinde tesirini gösterir: Toplumun baskısı her kurumda ayrı ayrı şekillerde görünür: Din yasaklarını çiğneyenler üzerinde dinî baskı yaptırıcı gücünü kullanır. Toplum baskılarının en organlaşmış olanı hukuk baskısı; en yaygın olanı zevk baskısıdır. Birincisi “ceza”, İkincisi “alayetme” (istihza) şeklinde kendini gösterir.
Baskın (as s aut, attague): Savaşlarda veya bir ayaklanma sırasında karşı tarafa beklenmedik zamanda, çoğu geceleyin yapılan hücumlar.
Baskınlık (d o m i n a t i o n): Bir fert veya zümrenin bütün toplum üzerindeki baskılı gücü demektir. Bu bazen bir toplum olayı veya objesinin baskılı gücü şeklini de alabilir. Bir sınıfın, öteki sınıflar üzerinde veya bir kavmin ve milletin başka kavim ve milletler üzerindeki baskılı güçleri birer “baskınlık” dır. Eski terimle buna “tahakküm" deniyor. Bir milletin para değerinin dünya piyasasındaki baskınlığından da söz edilebilir: Doların bütün başka paralar üzerindeki baskı gücü veya baskınlığı gibi.
Baş' (chef): Başlıca karakteri toplum kurumlaşmasının pek geri olması olan aşağı seviyede sürü halinde toplumlarda rastlanan bir çeşit lider tipidir ki, iktidarı bazen aşın bir başınabuyrukluk şeklini alır (autocratie). Buna Güney Amerika’da Cabeça veya Cacicat de^ niyor. Cacicat bazı ilkel toplumlarda rastlanan liderlik kuruntudur. Bu kelime bir “cacique” in otoritesi altında organlaşmış olan bir ilkel zümreyi de gösterir. Başlıca Güney Amerika’da bunlar bütün kabileler veya kabilelerin bir kısmı olabilir. Bunlar “baş” lara göre daha iyi kurumlaşmış bir dereceyi temsü ederler. Eski Türklerde bu yerde “Başbuğ” kelimesi kullanılırdı.
Başıbozuk: Eski OsmanlI ordusunda düzensiz asker. Sonradan ordu dışında kalan bütün sivü halk için ordu tarafından kullanılmış ise de pejoratif terim halinde kalmıştır.'Meşrutiyet zamanına kadar bütün halk anlamında geçiyordu. Tiyatro gibi seyir yerlerinde bilet fiatlarını ayırmak için “asker, çocuk, başıbozuk” şeklinde ayrılmakta idi ki, bu anlam kökteki pejoratifliği kaybetmiştir.
Başıbozuk, Ordu düzen ve dirliki dışında kalan ve dirliğe uyamayanlara askerlerce verilen ad. Fakat “başıbozuk” genel olarak dirliksiz, disiplinsiz halk kalabalığı demektir. Bu anlamda o, askerden ayırmak için değil disiplinli toplum içindeki uygar (medenî) insanlardan ayırmak için kullanılmalıdır.
Başmabuynık (autocratie): Hükümdarlıkla veya seçilme suretiyle yönetilen bir toplumda başkanın kendisini seçen toplumu veya zümreleri, kurulmuş töreleri dinlemeyerek sırf kendi gücü ile hükmetmek istemesinden ibaret olan yönetim şekli. Böyle bir yönetime “başma-buyruk” ve bunu uygulayan kimseye de “basma buyruldu” (autocra-te) denebilir.
Başkaeıhk (altruisme): Kendi çıkarını değil, başkalarının iyiliğini amaç edinen görüş. Genellikle ahlâkların ortak vasfıdır. Sosyolojide toplum dayanışmasının temelini teşkil eder. Aug. Comte’a göre sosyolojiye dayanan ahlâkın temel ilkesi bencilikten (egoisme) kurtulup başkacılığa göre düşünmek ve hareket etmektir.
Başkalaşma (differenciation): Veya farklılaşma. Biyolojide olduğu gibi sosyolojide de aynı cinsten görevleri olan toplamlarda karmaşıklaşma nisbetinde toplum fonksiyonları da başkalaşır, farklılaşır: bu, bir yandan toplumu teşkil eden organların başkalaşması, öteden değerlerin ve fikirlerin başkalaşması şekillerinde görünür. Durkheim ve onun yolundan giden Bougle toplumda evrim ve gelişmenin esaslı vasfını değerlerin farklılaşmasında görmektedirler. Onlara göre ilkel toplumlarda bütün toplum hayatı din değeri ile .ifade edildiği halde gelişmiş toplumlarda gittikçe birbirinden ayrılmıştır. Başkalaşmış, başkalaşmamış kelimeleri kullanılır. Ayrılaşma da olur.
Başkanlık pres id ene e): Başkan olma hali.
Başkan (presiden t): İleri toplumlarda bir Birliği veya toplumun bütününü temsil gücüne sahip kimse. Başkanlık sihir gücü veya veraset gücünden değil, halkın seçmesinden geldiği için gerçek anlamı ile başkanlar yalnız seçim sistemi olan Cumhurî toplumlarda var-
; dır. Kabile bünyesindeki toplumlarda da boylar birleşerek aralarından birinin başını kendilerine başkan seçebilirler. Türklerde Kurultayların, böyle başkan seçtikleri olmuştur. Fakat burada seçme yal-tuz yarışma halindeki boy beyleri arasında olduğu için, tam anlam» ile başkanlık değildir. [Bunu ayırmak için Başbuğ diyoruz].
Başkent (Capitale): Bir devletin yönetim ve hükümet kuvvetlerinin, bulunduğu baş şehir. Başkent her zaman bir memleketin en büyük veya en eski şehri değildir. Siyasî ve askerî sebeplerle ikinci derecede bir şehir Başkent seçilebilir. Genel olarak Başkentler milletin tarihî ve İktisadî merkezleridir. Bunlara tabiî Başkentler denir. Olağanüstü sebeplerle bu tabiî merkezler dışında bir yer seçilecek olursa buna sun’î Başkent denir. Ispanya’da Madrid, Türkiye’de Ankara sun’î Başkentlerdir. Tabiî Başkentlere en iyi örnekler Paris, Londra, Ro-ma’dır.
Baştagelmek (p r i m a u t e): Toplum hayatındaki birçok vasıflar arasında değer veya önemce başta gelen. Çok çeşitli ve karmaşık olan toplum olaylarında gerek inceleme, gerek olayların oluşu bakımından bazılarının ötekilerden önce gelmeleri mümkündür. Bu esas gözönü-ne alınmazsa karmaşık toplumun incelenmesi son derece güçleşir» Yalnız, hangi vasıflar ve hangi olaylarda baştagelme olduğunun belirtilmesi konusunda sosyoloji doktrinleri arasında oldukça aynhk-lar vardır. (Bk. Pareto, Marx, Durkheim, v.b.).
Batıcılık (occidentalisme): Batılılaşma hareketini tutanların ona karşı olanlara göre alabilecekleri addır. Batıcılık onun karşılığı gibi görünen orientalisme ile ilgili değildir. Çünkü bu İkincisi yalnız Doğış kültürlerini tetkik eden bilginlerin çığırma verilen ad olduğu halde, brincisi Batı kültürünü benimsemek isteyenlere verilen addır.
Batılılaşma (occidentalisation): Çağdaş Batı kültürüne girmek için bu kültür dışındaki kavimlerin yaptıkları çabaları ifade eder. Bütün Asya, Afrika, Güney Amerika kavimlerinde türlü nisbetlerde ve türlü başan derecelerinde batılılaşma çabaları görülmektedir. Batılılaşma iki şekilde anlaşılmıştır: 1) Teknikte batılılaşarak başka ku-rumlarda geleneğe bağlı kalmak; 2) Teknikte olduğu gibi bütün kurumlar ve değerlerde Batı uygarlığını benimsemek. Bu iki farkh görüş yüzünden Batı kültürü dışındaki toplumlarda Batılılaşma tempoları farklıdır; ve buradan bu toplumlarda türlü şekillerde Batı-Doğu çatışmaları, ikili toplum şekli, Batılılaşma krizi, Batılılaşmaya karşı direnmeler ve tepkiler doğmaktadır.
Batır (H e ro s): Eski Türklerde bahadır, yiğit, alp, v.b. kelimeleri chevalier anlamına gelirdi. Batırlar savaşlarda yararlık gösterenlerin aldıkları sanlardı. Bir devre birçok Batır sanı ile tanınmış adlara rastlanıyor. Bu devrede Türklerin şövalye teşkilâtı olduğu tahmin edilebilir. Fakat bu sonradan sürüp giden bir hiyerarşi’nin temeli olmamıştır.
Bayhk (n o b 1 e s s e): Bir yandan üstün soyluluk, bir yandan da zenginlik anlamına gelir. Bay, bey ve bik şekillerinde kullanılmıştır. Üstün soylu kadın veya böyle bir adamın eşi anlamında Begüm ve Bige kelimeleri kullanılmıştır. Bu kelimeler Kuzey Türklerinde kraliçe anlamında bile yer almıştır: Sevim Bike gibi.
Bayrak (d r a p e a u): Genel olarak bayrak ve sancak bir toplumun bütün fertler ve zümrelerini birleştiren ortak, armalı kumaştır ve bir direğin ucuna takılır. Alınan bir yer veya kaleye sancıldığı için “sancak” denir. Özel olarak Arnavutlarda kabile organlaşmasında her boya verilen addır.
Bayram (F e t e): Bütün toplumlarda özel törenler yapılan ve şerefli, uğurlu sayılan kutsal günler. Bayramların esası yalnız dinîdir, tikellerden beri bütün toplumlann kendi bayramları vardır. Fakat sonradan millî kurtuluş, zafer, devrim günleri için de bayramlar yapılmıştır.
Beden değiştirme (metempsychose): Birçok dinlerde ortak olan bir inanca göre ruhlar ölümden sonra beden değiştirerek başka inşam veya hayvanların bedenine girerler. Pythagoras ve Platon’da gördüğümüz bu düşünce tarzı aslında ilkel dinlerden gelmektedir. Onun özel bir şekli de bedenden bedene göç (transmigration) inancıdır.
Bekâret (v i r g i n i te): Evlenmeden önce kızların korunmasına çok dikkat ettikleri dokunulmamışlık. Birçok toplumlarda bekâret namusun en mühim unsuru sayılır. Fakat bazı toplumlarda evlenmeden önce cinsî temasların önemi olmadığı halde, evlendikten sonra kocaya sadık olma aile namusunun esaslı vasfıdır. (Mikel Dufrenne, La Personnalite de base, 2 me edit. 1962).
Bekâret kemeri (ceinture de chastete): Hıristiyan Ortaçağında şövalyeler sefere gittikleri zaman eşlerinin iffetini koruma için bellerine kilitli bir kemer takarlar ve bu kilidi dönüşlerinde açarlardı.
Bekçi (g a r d i e n): Osm. aynı. Belirli bir yeri veya bir mahalleyi koruma ve bekleme görevini üzerine almış kimse. En yaygın şekli mahalle bekçisi (garde champetre) dir.
Belediyecilik (m u n i e i p a 1 i t e): Şehrin kendi kendini idaresini sağlayan organlaşmadır ki, Batı medeniyetini ayırdeden başlıca karakterlerdendir. Batı Roma’da erkenden Municipium denen serbest şehir idareleri doğmuş ve Batı şehirlerinin gelişmesinde bunlar esaslı rol oynamıştır. Şehir yönetimi Belediye başkanı, icra heyeti ve yardım-cılanndan ibarettir. Bu yardımcılar 1 -12 arasında değişir. Yardımcılar tayin sırasına göre rütbe alırlar. Belediye başkanının görevi komün’ü idare etmek, Belediye Meclisinden kararlar almak ve bu kararları uygulamaktır. Belediye başkanları kendi şehirlerinin halkı tarafından seçilir. Batıda merkezî hükümet güçlerinin henüz kurulmadığı devirlerde Belediyeler vardı. Monarşiler doğduktan sonra da Belediyelerin özerkliğini tanımışlardır. Küçük ilk Batı cumhuriyetleri onlara dayanarak doğmuştur. Doğu medeniyetlerinde ve Türk devletlerinde belediyecilik zayıftır.
Belediye zabıtası (poliçe munieipale): Şehrin temizlik, sağlık, düzenlilik gibi doğrudan doğruya ceza kanunu sınırına girmemekle beraber, korunması için ayrı yaptırıcı tüzüklere muhtaç olan işlerini gören Belediye organı.
Belediye mürakibi (contröleur m un i c ip al): Alış verişte dükkânların kontrolüne ve tesbit edilmiş fiatlardan yüksek satış yaparak ihtikâr’a (accaparement) kalkanlara belediye tüzüklerine göre ceza vermeye memur kimse.
Belirtiş (signification): Bir toplumun bazı kültür unsurlarına verdiği önem ve bunu belirtmesi hali. Tam bütünleşmiş kültürlerde meselâ bir dans, bir tören veya elbise ve halı figürünün belirtileri arasında tam bir uyarlık vardır. Bu kültür unsuru başka bir topluma geçerse onun doğuracağı değişiklikten kültür bütünlüğünü kaybeden bu yeni toplum rahatsız olur.
Bencillik, toplum bencilliği (e g o t i s m e c o 11 e e t i f): Maddî olsun olmasın birtakım araçlarla birlikte doğan, bazen gerçek bazen sırf uydurma (fictif) olan üstünlük duygusudur. Onun görünüşleri bir kısım zümrelerde tip veya model haline gelecek derecede şiddetlenir. Onlar o zaman slogan’lar halinde toplum kültüründe yer alırlar. Her ne kadar milletçilik veya yurtseverlikle aynı şey değilse de onların daha aşağı seviyeden bir tarzı olarak görünür.
Bencilik, toplum benciliği (e g o i ş m e s o c i a 1): Bu fertlerde görülen bencilikten farklı olarak bir toplumun kendini başkalarından üstün görmesi anlamına gelir.
Bengilik (eternisme): Toplumlarda ruhun ölmezliği ve âlemin bengiliği fikri çok güç kurulmuştur. İlkellere göre ruhlar bedenden ayrıldıktan sonra bir süre toplumun çevresinde dolaşarak sonra yok olurlar. Bengilik fikri üstün âlem fikri ile birlikte ancak site medeniyetinden sonra doğmaya başlamıştır.
Bereket (f e c o n d i t e): Hayvan beslemede ve tarımda doğumların artması, mahsulün çokluğu demektir. Bereketin kaynağı tabiat, olduğu için, bitki ve hayvan olarak artışın tabiattaki özel tanrılardan ileri geldiği inancı birçok eski dinlerde yerleşmiştir. Mezopotamya, Kıbrıs, Ege ve Yunan dinlerinde bereket tanrılarına ait ayrı ibadetler vardır. Bu inanç zamanımıza kadar gelmiş ve kalıntısı yağmur duası şeklini almıştır.
Besleme (ahretlik): Evlere çocukken alınan, ev işleri gördürülen, buna karşı evlendirme ve çeyiz hazırlama gibi bazı yükümlülükleri kabul edilen eski Türk evinin yardımcı unsuru. Besleme hizmetçinin hürlüğüne sahip değildir. Aylığı olmadığı gibi, istediği zaman evi bırakıp gidemez. Bu bakımdan köleliğin bazı kalıntılarım taşımaktadır. Fakat yakın devirde besleme evin unsuru olduğu için ona karşı ev kendi yükümlülüklerine dikkat ederdi.
Beslenme (n o u r r i t u r e) : Çocukların yetiştirilmesinde (dressage) gereken miktar ve kalitede gıdanın verilmesi de büyük yer alır. Çeşitli kültür çevrelerinde beslenme şekilleri çok farklıdır ve bunların tarzı o kültür içindeki insanların yetişkinlikteki toplum görevlerini gerektirir. Kültürlerin başlıca vasıfları mutfak tarzlarında görülebilir. Bu tarzlara göre beslenen insanların biyo-sosyal kabiliyetleri, bedence dayanma güçleri ve başarı dereceleri anlaşılabilir.
Beşeri Coğrafya (geographie humaine) Almanların anladıkları anthropogeographie’den oldukça farklı bir anlamda beşerî coğrafya kurulmuştur. Amerikalıların Ecologie’sine yakın bir anlama gelir. İnsan zümrelerinin tabiî çevreye yerleşme, işleme ve organlaşma tarzlarını tetkik eder. Bu yerleşme 1) Tabiî şartlara intibak, 2) Tabiî şartlar üzerine etki yapmak ve onları değiştirmek tarzlarında olur. Mekândaki bu karşılıklı etkiden başka tarihî kültür mirasının,' geleneklerin, tekniğin etkisi de vardır. J. Bruhnes, L. Lannon, George, Sorre başlıca araştırıcılardır.
Beşik kertmesi: Bir kısım toplumlarda çocuklar daha beşikte iken bir-biriyle nişanlandırılır. Bu âdet mirasın dağılmaması için kimin kimle evlenebileceğinin önceden belirtilmesi demektir. Beşik kertmesi nişan yakın zamanlara kadar Anadolunun bazı yerlerinde de devam etmiştir.
“Beylik” (institution de l’Etat). Eşanlamı “mirî”; “beylik bina”, “beylik ahır”, “beylik hazne” gibi yerlerde kullanılır. “Beylik-çi” (chef du Bureau d ”E t a t) OsmanlIlarda Divan dairesi müdürü.
Beylik ahırı (e t a b 1 e r o y a 1 e): Osm. îstablı âmire. Hükümdar ve ailesine ait binek ve araba atlarının bulunduğu ve bakıldığı yer.
Beyanname (manifeste): Bir fikir, inanç veya ideolojinin temel ilkelerini geniş yığınlara yaymak için yazılan küçük eser. Bu devlet, siyasî parti veya bir fikir lideri tarafından yayınlanabilir.
Beylerbeyi (gouverneur general): Osmanlı idaresinde Anadolu ve Rumeli’yi yönelten iki genel vali ise de başka yerlere tayin edilenler için de kullanılmıştır.
Bezirgan: Ortaçağ Islâm-Türk kervansaraycı tüccar tipi. Geniş mesafeler arasında ticareti bezirgânlar kervanla taşıdıkları mallar sayesinde yaparlardı. Bu kelime geçen yüzyılların Türk folklorunda çocuk oyunları içine “Aç kapını bezirgan başı! Kapı hakkı ne alırsın? v.b.” diye girmişti.
Bildirme (veya ulaştırma) (communic at i o n): Toplumda karşılıklı etkiyi sağlayan fikirler ve duyguların fertten ferde geçmesi süreci. Bildirme veya ulaştırma mekanizması yalnız bu geçişe yarayan maddî organları değil, kelime, yazı, mimik, işaretli ve mekanik olarak bütün geçiş aletlerini de içine alır. Hançere seslerine (p h on e-tique) ait sembollerin sistemi olan dil en esaslı bildirme aracını teşkil eder. Dil yardımiyle insanlar kendi zümrelerinin başka üyeleri tarafından yapılmış tecrübelere katılırlar. Geçmişteki tecrübelerin devamı sözlü bir geleneğin varlığına bağlıdır. Bildirmeye vergi özel bir teknolojik ve ergolojik cihaz yaratan toplamlarda, bu bildirme nisbeten sözlü gelenekten bağımsız olur. Yazı ve başlıca basın makinesi yardımiyle bildirmenin muhtevası İnsanî âmillerinden kurtulmuş bulunur. Böylece yayılabilir ve işe insan karışmadan gelecek kuşaklara geçebilir. Bazı kültür sektörlerinin, ilimler vr başlıca tekniğin gelişmesi bilginin mutlak olarak sadık ve objektif saklanmasına bağlı olduğu için, yazının kültür birikmesi sürecince önemi meydandadır. En başlangıç şekillerinde dahi bildirme her zümrenin socio-culturel birliğinin temelini kurar. Bir toplumda bilgiler, sanılar, inançlar ve duyguların bir dereceye kadar tekşekilliliği yalnız bildirme ile kurulabilir^ Toplum organlaşmasının şekli, topraklan üzerindeki genişliği ve uğradığı değişmeler büyük bir ölçüde, elde bulunan bildirme sistemine bağlıdır. Eğer telgraf, telefon, basın veya radyo gibi mekanik bildirme araçları varsa, kültürün bütünleşme veya bütünlüğünü kaybetme ritmi çok büyük bir yoğunluk kazanır. Kütle bildirmesi (mass communication) deyince kamu sanısı üzerine bilgi verme, propaganda ve tesir yapan araçların bütünü (basın, televizyon, radyo, sinema, v.b.) anlaşılır.
Bildirme (inf ormation): Sosyal psikolojinin başlıca metodlarmdan-dır. Gündelik anlamda haber verme demektir ve bütün daireler, toplum kuramlarında bilgi edinmek için baş vurulan Bürolardır. Fakat ilimde genel olarak yazılı veya sözlü bilgi toplama yollarının bütünü için kullanılır.
Bilge (sage): Halk töresini toplum mantığına göre bir hayat kuralı haline getiren ve buna uygun yaşayarak insanlara örnek olan kimselere bilge denir. Eskiden bu yerde “hakim” kelimesi kullanılıyordu. Eski Türklerde bunlara Ata, Ede veya Dede deniyordu. Çinliler Ts’eu diyorlardı. Bilgeliğin doğması için toplumun örf ve âdetlerinin organlaşmış olması gerekir. Bunun en olgun tipini eski Yunan’-daki bilgelik’te görüyoruz.
îlkçağ’da bilgisi ile eylemi arasında tam uyarlık olan örnek insanlara bu ad verilirdi. Bilgelik (sagesse) ilimle ahlâkı birleştirdiği: için bilginlikten üstündü.
Bilgi sosyolojisi (sociologie de la conn aissan c e): Bilginin ilkeleri olan genel fikirlerin toplum hayatında veya toplum şartlarına göre doğduğunu kabul eden ve bilgi ilkelerini toplum olayları ile açıklayan sosyoloji dalıdır. Durkheim bilgi ilkelerinin ilk dinlerdeki zümre sınıflanmaları ve bunlara bağlı olan toplum dinî mantığından doğduğunu söylüyor. Mannheim, zümre, sınıf, millet şartlarının bilgi şekillerini gerektirdiğini söyleyerek daha geniş bir açıklama yapıyor.
Bilirkişi (expert): Eski terimle “ehli vukuf” bir davanın çözülmesine yarayacak İlmî kanıtları hazırlayanlardır. Buna Fransızca’da eonnaisseur denir. Baş vurulan kimse bazı mallar veya şeylerin kalitesini belirtmekle yükümlü ise buna expert denir.
Bircilik (m o n i s m e): Genellikle felsefede olayların açıklanmasını tek prensibe dayandıran görüştür. Sosyolojide de maddeci açıklamayı, yahut sosyal evrimde demografik, ideolojik amillerden yalnız birini temel sayan sosyologların açıklama tarzlarına birci (moniste) denebilir.
Bircinstenlik (h o m o g e n e i t e): Unsurları arasında farklılaşma doğmamış olan zümrelerin hali. îlkel toplumlar (klan, fratri. v.b.) bir-cinstendirler. Spencer’e göre bircintenlikten ayrıeinstenliğe doğru gelişme toplumlarda evrimin başlıca vasfıdır. (Bk. Ayncinstenlik).
Biriciklik (u n i c i te): Çağdaş antropolojide insanın esaslı vasıflarından biri onun kendi türünde tek olduğudur. Bütün hayvanlar benzer alt - bölümlerle birçok türlerden ibaret oldukları halde, foetus (cenin) halinde eksik doğuşu, içgüdülerinin zayıflığı ve yetiştirihne-ile sonradan tamamlanması insanı kendi türünde tek kılmaktadır.
Birikme (accumulation): Uygarlıkları geliştiren ve artıran süreç. Her uygarlık belirli bir anda şimdiki kuşakların ve geçmiş kuşakların biriktirebildikleri maddî olan ve olmayan kültür unsurlarının toplamını temsil eder. Bir toplumun kültür mülkünün artması ya icatla, ya yayılma (diffusion) yolu ile, yahut da her ikisinin birleşmesi ile olur. Gerek bütün uygarlığın, gerek unsurlarından yalnız bazılarının gelişme seviyesi daha önceki seviyelere dayanır. Meselâ teknik eserlerden çoğu, belirli bir şekil alıncaya kadar azar azar birbirine eklenen ve ayarlanan vasıflar kompleksini temsil ederler, ki onlar da sonradan değişikliğe uğrayabilirler. Bir teknik unsurun her gelişme seviyesinden önce başka seviyeler vardır, o suretle ki bir zincirin halkaları gibi zamanda türlü seviyeleri birbirine bağlayan mantıkî ve aksedilmez bir sıra kurulur. Birikme bir kültürde lüzumsuz unsurların ortadan kalkmasını gerektirir. Böylece bir kültür elemesi (tamisage) meydana gelir. Fakat birikme yalnız, artık kullanılmayan unsurların görev (fonction) ve belirtiş (anlam) değişmesine de sebep olabilir. Birikme ilerlemenin (progres) faktörlerinden biridir, çünkü fizik veya sosyal çevre üzerinde daha etkili bir kontrole imkân verir.
2) Mal, eşya, para şeklinde taşınır ve taşınmaz bütün servet şekillerinin sarf edilmeden çoğalmasına denir. İlkel kavimler şeref kazanmak için mal yağmalamadan ibaret zümrelerarası bir rekabet kurumu olan Potlaç’a hazırlık olmak üzere mal biriktirirler. Bu biriken mal, canlı ve cansız eşya düğün, barış, v.b. vesilelerle bir seferde yağmalanır. İlkellerdeki bu yağmalama kurumu biriktirmeden hiç bir ekonomik sonuç çıkmamasına sebep olmaktadır. Birikme ancak siteler kurulduktan sonra ve başlıca Batı ticaret sitelerinde yaratıcı ekonomik rol oynamıştır.
Birleşme ayini (r i t e de co mm u nion) : İlkellerdeki esaslı dinî ayinlerden olup kutsal hayvan ve bitkilerle (totem) zümre fertleri (klan) arasındaki cevher birliğini (consubstantialite) sağlamaya yarar. Bu ayinde totem olan ve başka zamanlarda yenmesi ve tüketilmesi yasak olan hayvan kesilerek eti zümre üyeleri tarafından yenir. Fakat birleşme ayininin birçok kavimlerde değişik şekilleri vardır. Hıristiyanlıkta îsâ’nm kanı ve eti sayılarak yenen şarap ve ekmek bir nevi communion’dur. Eski Türk Şölen’inde de bu vasıf görülüyor.
Birlik (association): Toplum karşılıklı etkisinin temel şeklidir ki, insan zümrelerini bütünleşmeye götürür. Zıttı ayrılık veya ayrılma (d i s s o c i a t i o n) dır. Bütün toplum süreçleri ya birleştirici ya ayırıcıdırlar. Özel bir anlamla Birlik belirli bir sanat veya meslekle uğraşan her zümre demektir: Öğretmenler Birliği gibi. Bu anlamda her toplum bir Birliktir. Bazı sosyoloji yazarları bu kelimeyi yalnız maksatlı bir şekilde krulmuş ve asıl toplumun içinde ikinci dereceden birer zümre olan “sözleşmeli zümreler” için kullanırlar.
Birlikte - yaşama (symbiose): Aynı barınağa göre ortak altbağlılık (bağımlılık), veya özelleşmiş ve bağlılaşmış (interdepeııdant) zümrelerin kurulmasına doğru götüren bir iş bölümü şekline dayanan kişiliksiz sosyal hayat şeklidir; fakat münasebetleri organlaşmış bir şekil alamaz. Birlikte yaşama münasebetleri gerek yarışmalı, gerekse ortak çalışmalı (synergique) olabilir. Ekoloji’de kullanılan bu terimi bazı sosyologlar bütün toplum hayatının açıklanmasında kullanırlar.
Biyolojik sosyoloji: Toplum olgularının temelinde biyolojik olguların bulunduğunu ve onların, esasında, hayat kanunları ile açıklanacağını savunan görüş. Fakat bu da ayrıca iki şekilde ileri sürülmüştür: 1) Benzetme (a n a 1 o g i e) yolu ile. Buna göre toplum olguları orga-nizm olgularına benzer: İkincide hücrelerle organizmin münasebetine karşı birincide fertlerle toplumun münasebeti vardır. İkincideki hastalıklara karşı birincide toplum hastalıkları, yine birincideki organlar ve fonksiyonlara karşı ötekinde toplum organları ve fonksiyonları vardır. (Worms, Lilienfeld, v.b.).-2) Evrim yolu ile. Buna göre toplum olguları canlı varlık olgularının evriminden doğmuştur ve temelinde onlar vardır. (H. Spencer, Giddings. v.b.).
Bolluk (opulence): “Kıtlık” (penurie) m karşıtı, toplumda üretim çokluğu ve hayat kaynaklarının zenginliği demektir. Bolluk, esasında çiftçilikte kullanılan bir terim olmakla birlikte İktisadî hayatın bütün dallarına yayıldığı için toplumda geçim genişliği (refah) demektir.
Bolşeviklik (bolchevisme): işçi sınıfı diktatörlüğünden doğmuş olan totaliter bir siyasî rejimdir.
Borç alma (emprunt): Eski terimle “istikraz”. Belirli tarihte ödenmek üzere ve sabit bir faizle alman para sözleşmesidir. Devletler arasında veya devletle fertler arasında olabilir. Bir devlet kendi fertlerinden aldığı zaman iç borçlanma, başka devletlerden aldığı zaman dış borç alma olur. Borç alma (istikraz) borç alanı yükümlülükler altına koyduğu için borcu verene de bazı haklar kazandırır. Türki-Sosyoloji Sözlüğü — 4 ye’nin Batı memleketlerine borçlan “Düyunu Umumiye" baskısını doğurmuştur.
Bostan (jardin potager): Farsçada bu kelime, kokulu çiçek bahçesi olduğu halde türkçede sebze yetiştirilen büyük bahçe anlamını almıştır. Bostanlar şehir dışında iken şehirler büyüdükçe belediye hudutları içine girmiştir. Langa bostanı gibi.
Borsa (B o u r s e): Bir memleket iktisadının rasathanesi görevini gören kurum. “Sehim” (action) ve “tahvilât” şeklinde ticarî borsalar olduğu gibi erzak borsaları da vardır.
Bonz: Budizmde rahiplerin adı.
Boş kale: Göçebelerin yaşadığı topraklarda (Orta Asya, Kuzey Afrika, v.b.) zaman zaman birbiriyle çarpışan kabilelerin sığındığı kalelerdir. Cezair Kabile’lerinde Rahat adını alır.
Boşanma (d i v o r e e): Evlilik kurumunun bir taraf veya iki taraf karan ile çözülmesi (Bk. evlenme.) Bazı toplumlarda boşama hakkı erkeğe verilmiştir: Islâm hukuku gibi. Bazısında boşanma imkânsızdır: Katolik toplundan gibi.
Boş zaman (1 o i s i r): Çalışma dışında eğlence, düşünme ve dinlenmeye ayrılan zaman. Hayatını çalışarak kazanma zorunda olan zümrelerde boş zaman çok azdır. İlkçağda düşünme yalnız boş zamanı olan üstün soylular sınıfına mahsus sayılırdı. Modern demokrasilerin gayesi bütün insanlara mümkün olduğu kadar boş zaman kazandırarak herkesin okuma düşünme hakkım kullanmasını sağlamaktır (J. Dewey, Terbiye ve Demokrasi). (Weblen, Leasure Class).
Boy (t r i b u) Değişik sayıda sob’lar, klanlar, yarımlar (fratriler), bazı şartlarda sürüler (horde) ve kafileleri de içine alan, aynı dili konuşan ve ortak kültür vasıflarına sahip ilkel toplum. Arapların toplum teşkilâtında tribu tipinin gittikçe büyüyen birçok dereceleri vardır ki, aile’den başlayarak kabile, aşiret, fahiz, şaab, kavim, v.b. adlarını alır. Türklerde buna karşılık ocak, oymak, urug, anar/boy, ulus, budun kelimeleri vardır. Her iki teşkilât da kandaşlık ve neseb üzerine kurulduğu için boy veya kabile toplundan soy üzerine sınıflanırlar. Yalnız Araplarda bu soy en son kuşaktan geri doğru giden tomar (şecâre) lara dayanır. Soyu en eski, yani tornan en büyük olanlara en şerefli gözü ile bakılır. Buradan, Araplarda soyun eskiliği ile öğünme âdeti çıkar ki, arap atlarının tomarlarına kadar geleneklerinde yer bulmuştur. Türklerde ocağın buduna bağlılığı yukarıdan aşağı doğrudur: yani budun uluslara, uluslar boylara, onlar da urug ve oymaklara ayrılarak ocaklara kadar inilir. Boylar aslında toprağa yerleşmemişlerdir. Geçim şekilleri av ve hayvan bes-temektir. Fakat toprağa yerleştikleri zaman da bu temel karakterlerini saklarlar. Aym kökten geldiklerini kabul etseler de, yabancı boylar (başka kavimlerden gelip sığınanlar, kaçırılan kadınlar, tutsaklar, köleler ve toprak köleleri) ile karışır ve bu unsurları kendi bün-yelelerinde bütünleştirirler.
Boykot (b o y c o 11 e): Toplumda halkın veya bir zümrenin uygun bulmadığı herhangi bir karar veya davranışa karşı söz ve hareket halinde alman menfi davranış. Bir zümrenin şiddetli protestosu. (Kelime İrlanda’da ilk mülk sahibine karşı alınan menfi tavırdan dolayı Boykot adından çıkarılmıştır): boykottage.
Bozgun (p an iq u e): Bir kalabalık veya halk yığınında meydana gelen ve her türlü kontrolden kaçan davranış tarzı. Birdenbire meydana çıkan ve salgın bir zümre korkusu halini alan tehlike heyecanlarından doğar.
Bozulma (deterioration): Bozulma havzası: (a ire de de-terioration): Yapılarının iğreti hali ve içinde oturanların yüksek dereceden yerleşmemiş olması ile beliren şehir havzasıdır. Merkez ticaret bölgesinin şehre ek olan oturma yerlerine akını arsa fiatla-nnın yükselmesini gerektirir, fakat kiraların alçalmasına sebep olur. Arsalardan faydalanma kısa bir zaman sürdüğü için, yapılar acele ve kötü olur, bundan dolayı da fertleri aşağı İktisadî şartlara doğru çeker. Orada yerleşenler bazı toplum kontrolü şekillerinden kaçmaya ve bu havzada bulunan davranış tiplerinin karışıklığı ve çeşitliliği içinde kaybolmaya çalışırlar. Başıboş gençlerin sürüleri, fuhuş, suçluluk, sefalet ve bütün şekillerde düşüklükler orada toplanır. Bozulma havzası, öteki şehir havzaları gibi, içinde oturanlara şekil vermeye doğru gider. Bu kısmın halkı birbirlerine uyarlar, fakat bütün olarak ete alman şehrin toplum hayatına uymamış gibi görünürler.
Bölge (region): Nisbî bircinstenliği olan kültür unsurları ile vasıflarından ibaret belirli bir coğrafya havzası. Coğrafya sınırları ve bölümleri kaskatı çizilmiş değildir, az çok değişirler. Kültür karakterlerine gelince, şunları tesbit edebiliriz: 1) En tipik olanı, bazı coğrafî şartlara bağlı olmak üzere toplum münasebetinin belirli tiplerine götüren İktisadî işletme şeklidir. 2) Üstün vasıflar bölgenin her tarafında aynı yoğunlukta, aynı şiddette değildir; bu karakterlerin üstün derecede birleştiği merkez noktasından uzaklaştıkça zayıflarlar.
Bölgecilik (r e g i o n ali sm e): Bir milleti meydana getiren bölgelerden bazılarına karşı duygu ve bağlılığın millî bağlılığı aşacak ve tehlikeye koyacak derecede ifadesi. Bk. Rejyonalizm.
Bölük: Zümre bölümlerinde kullanılır. Özel olarak askerlikte ordunun taburdan sonra gelen bir parçasıdır ki, onun parçaları “takım” ve daha sonra “manga” dır.
Bölünmez aile (f a m i 11 e i n d i v i s e): Aile maddesine Bk .
Broşür (brochure): Kamu sanısını harekete getirecek tarzda kışkırtıcı bir polemik veya eleştirmeyi yaymak maksadiyle yayınlanan küçük risalelere denir.
Bucak: İdarî teşkilâtta eski vilâyet (il), kaza (ilçe), nahiye (bucak) ve karye (ocak) karşılığı olarak kullnılmaktadır.
Budun (ethnie, peuple): Boylar veya kabileler bütününden meydana gelen, biyolojik köke dayansa da dış tesirlerle yabancı unsurları kendi bünyesinde eriten bircinsten kültür zümresi. Bu kelime “ırk” m eşanlamı değildir, çünkü ırk kelimesinin sırf fizik antropoloji sınıflamasına dayanan biyolojik bir anlamı vardır. Bir budun (ethnie) un üyeleri de ortak beden vasıfları gösterirler, fakat ilk bircinstenliğini kaybetmiş olmak üzere bir ırkın daha küçük bir parçasını teşkil ederler. Budunlar sonradan doğacak milletlerin bazen kültür bakımından temelini teşkil ederler. Ancak, bir milletin birçok budunlardan meydana gelmesi de mümkündür.
Buğaz tokluğu: Karşılığında hiç bir şey ödemeden, yalnız yiyeceğini vermek suretiyle çalıştırılan kimsenin çalışma tarzı.
Buharlı makine (m a c h i n e â vapeur): İlkçağdan beri bilinmekte ise de ancak 18 inci yüzyılda kölelik kalktıktan ve makineyi insan emeği yerine koyma zarureti doğduktan sonra Batı toplamlarında birinci derecede rol oynayan teknik araç. Stephenson tarafından lokomotifte kullanılmış, sonra da bütün endüstri dallarına yayılarak tezgâh endüstrisinin büyük endüstri .halini almasında esaslı âmil olmuştur.
Bııluırtîan (ene en s o ir): Cami ve kilise gibi tapmaklarda mistik havayı kuvvetlendirmek için dualar (h y m n e, r a p s o d i e) sırasında güzel kokulu otlar yakılır. Bunlardan çıkan duman tapınağın içini buğulandırır. îşte bu dumanı yapan ve ayinlerde önemli rol oynayan kap buhurdandır.
Bulanık değerlilik (a m b i v a l e n c e): Karşılıklı birbirlerini dışta bırakan farklı değerler arasında sallanma vaziyeti. Bu, genellikle, toplum organlaşmasının kaybolmasına işarettir, ve bunun üzerine, bütünlüğünü kaybetmiş bir toplumda farklı, hatta çatışkan değerler bulunduğu için, kişilik bakımından çözülmüş olan fert, davranış kuralım çıkarlarının veya o andaki arzularının gereğine göre şu veya bu değer üzerine kurar.
Bulaşma, toplum bulaşması (c o n t a g i o n s o c i a 1 e): Taşkınlık halinde bulunan bir kalabalığın fertleri arasında hızlı ruhî yoğunlaşmalar ve yayılmalar ki, aşırı derecesinde toplum salgını adını alır. (Gustave Le Bon, Psychologie des Foules).
Bunalım (erişe, angoisse): Psikolojide ikinci, sosyolojide birinci kelimenin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Psikolopatolojide “bunalım” sebebi bilinmeyen bir iç kıvrıntısı halidir ki, psikasteniklerin başlıca ârazlarındandır. Toplumda “bunalım” toplumun içinde bulunduğu karışıklıktan doğan, insanların geçirdikleri bunalmayı ifade eder. Bu noktadan bu iki anlam sübjektif ve objektif iki görünüş olmak üzere birbirine yaklaşır.
Burç: Bir kale yalnız bir derebeyinin konağım çevirdiği gibi bütün bir şehri de çevirebüir. Bazen büyük şehirlerin korunması için istilâ tehlikesi olan yerlerde kurulur. Batı Ortaçağında feodallerin şatoları etrafındaki kaleler birincilere misaldir. Her üç şekilde de kale “sur”-lar, yani mazgallı korunma duvarları ve bu duvarların bazı yerlerinde top ve mancınık gibi kuvvetli silâhlara sahip yine mazgallı kulelerden ibarettir. Bu kulelere Burç denir. Bourg kelimesinin Burç’dan alınmış olması çok muhtemeldir.
Burg (bourg): Türkçede bunu Kent diye karşılamak tam yerinde olmaz. Bir şato veya, kale etrafında kurulmuş şehir ise de, asıl Burg kale veya şatonun içidir. Burg sahipleri Ortaçağın nüfuzlu derebeyi sınıfını teşkil eder. Burg’un dışında Burg sahiplerine hizmet edenlerin oturdukları mahalleler “bourgade” adını alır. Bourgade’lar Burg’a bağlı seyrek köylerdir. Burg’un hemen dışında ve çevresinde yerleşenler Faubourg’u teşkil ederler. Orada Burg’un ihtiyacı olan şeyleri yapan zanaatçılar oturur. Faubourg büyüdükçe küçük bir şehir halini alır: “vilain” denen bu şehir halkı sonradan servet kazandıkça burjuvaları teşkil edecektir. Tarlada çalışan köylüler burg sahiplerine mutlak olarak bağlı oldukları için “toprak kölesi” dirler.
Bürokratlık (bureaucratie): Belirli aylıkları ve sorumlulukları olan ve bir kurala göre atanan ve yükselen memurların meydana getirdikleri mertebeler düzenine (hierarchie) Bürokratlık denir. Bu terim, genel olarak, kamu hizmetleri organlaşmasına ve icra kuv-vetininkine denir. Fakat Endüstrinin büyük teşebbüslerinde, banka ve ticaret teşebbüslerinde, hatta sendikalarda, kooperatiflerde ve Kilisede bile Bürokrasiler vardır. Başka bir anlamda, memurların topu birden Devlet kudretini kontrol edecek bir rejim kurarsa, buna da özel olarak “Bürokrasi rejimi” denir. Pejoratif ardamda işlerin çabuk çıkmamasını ifade etmek için de kullanılır. O zaman bunun türk-çede karşılığı “Kırtasiyecilik” tir.
Bütünleşme (integration): Bir memlekete dıştan gelen göçmenler veya sığınanlar (mülteci) ile yerli halk arasındaki dil, örf ve âdet farklarının silinerek yerleşenlerin yerli halk ile bir bütün teşkil etmesine denir. Bütünleşme göçmenler ve sığınanlarla yerliler arasında olduğu gibi, bir memleket içindeki azınlıklarla çoğunluğu teşkil eden halk arasında da olur. Bütünleşme göçmenler veya azınlıkların doğurduğu kültür ayrıcinstenliğini kaldırarak kültür birliğinin sağlanmasına yarar. Bütünleşmenin olmaması millî birliğin doğamadı-ğını, bu yüzden de her türlü yaratıcılığın eksikliğini gösterdiği gibi, millî birlik adına bir tehlike meydana getirir. Toplum organlaşması, fikir birliği (esprit de corps), kolektif şuur bütünleşmenin türlü manzaralarıdır. Norm bütünleşmesi bu suretle: 1) Toplum normlarına uyan ferdî davranıştır; 2) Toplum normları ve kuralları bir-biriyle ayarlanır. Toplum bütünleşmesi: organlaşmış bir toplum teşkil etmek üzere farklı zümrelerin karşılıklı birbirine uyması halidir. Bütünlükten çıkma (desintegration) bunun menfi halidir.
Büyük şehir (la grande ville): Dünya nüfusunun hızlı artışı ve endüstri merkezlerinin yoğunlaşması yüzünden bir kısım ölçüsüzce büyüyen şehirler doğmaktadır: Londra, New-York, Tokyo gibi. Bu şehirler trafik sorusunu ve şehiriçi görevlerini çok güçleştirmekte ve uydu-şehirlerin doğması neticesini doğurmaktadır. Yeni savaşlara karşı korunma da ayrı bir güçlük konusu teşkil eder.
Büyücülük (sorcellerie): Çoğu kere zararlı sayılan maksatlar için kullanılmış bir usuldür ki, birtakım tabiatüstü kuvvetlere baş vurmak üzere insanlara tesir edileceği ve olayların değiştirileceğine inanmaktan ibarettir. Büyücü (s o r c i e r) bu kuvvete sahip olduğu kabul edilen kimsedir. O istediği zaman insanlara kötülük yapabileceği için ondan korkulur, fakat büyü kötü maksatla kullanıldığı gibi (kara büyü: m a g i e n o i r e) iyi maksatla da kullanılabilir (ak büyü: magie blanche). Din kolektif olduğu halde, sihir ve büyü ferdî’dir (Hubert et Mauss, Melanges de sociologie religieuse). Fakat Durkheim büyünün de dinden doğduğunu ve onun pratik bir maksada göre kullanılmasından çıktığım söylüyor. (E. Durkheim, Les formes elementaires de la* vie religieuse).
Büyük oğlun üstünlüğü (p r i m o g e n i t u r e): Mirasta en büyük oğlun lehine bir tercih veya tetkik kabul eden toplum kurumudur.
c
Cami (m o sq ue e): İslâm dininde müminlerin ibadet için toplandıkları bina. Fakat Cami’ yalnızca ibadet yeri değildir. Orası aynı zamanda halka açık dersler demek olan vaaz yeri, medreselerin kurulmasından önce bütün ilimlerin okutulduğu orta ve yüksek öğretim yeri, hatta mahkeme görevini görürdü. “Cami” kelimesinin anlamı olan “toplayıcı” sözü de onun bu geniş toplum görevini gösterir. Cemaat, cum’a kelimeleri de aynı kökten toplananlar ve toplantı günü demektir.
Candomble: Brezilya yerlilerinde kutlanan, danslar ve tamburla söylenen şarkılarla birlikte yapılan tören. Bazı yazarlar bu törenin zenci kökünden gelmekle birlikte Hıristiyanlığın tesirinde kaldığını söylüyorlar. Dar bir anlamda Candomble Afrika köklü Brezilya büyük bayramlarını gösteriyor (Leenhardt, Candomble).
Candarma (g e n d a r m e): Fransızcada “silâh adamları” anlamına gelen bu kelime türkçede kamu hizmetinde ordudan farklı olarak disiplini sağlamada yöneticilere silâhla yardım eden görevlilerin adıdır. Kelime türkçeleşerek özel anlamda “candarma” şeklini almıştır. Şehirde polis, şehir civarında ve köylerde candarma disiplinde yöneticilere yardım eder (aslı: jandarma).
Cariyelik (concubinage): Erkeğin evlenme dışmda bir veya birkaç kadınla cinsî münasebetini kabul eden toplum âdetidir. Cariye, odalık, yataklık (müstefrişe), v.b. adlarını alır. Cariyeler ocak içinde asıl nikâhlı eşden başka yer alırlar, ve ocağın bir unsurudurlar. Atabuyruklu (patriarcal) ailede, çokkarılı ailede görülürler ve savaşta tutsaklar arasından seçilmiş olabilirler. Odalık veya cariyeler sonradan nikâhlı eş de olabilirler.
Castrum: Ortaçağ ve daha çok îlkçağ sitelerinin yanında yabancı tüccarın kurduğu yeni şehir “Civitas” olup eski şehir (Castrum) le ticaret yapanlar otururlar ve bu halka Mercator denir. Eski Bizans’ta Cenevizlilerin kurduğu Galata Civitas, eski şehir bir Castrum idi. Cebir (c o e r c i s i o n): Toplumun bir fert veya zümre üzerinde, bazen toplum otoritesini kullanan bir ferdin başka fertler veya toplum üzerinde kullandığı basınçlı kuvvet. Hukuk kurumunun sorumlu kimseler üzerinde cebir kullanıcı kuvveti vardır. Toplum otoritesini temsil eden bazı kimselerin bu kuvveti kötüye kullanmaları halkta ayaklanma tepkileri uyandırabilir ve bu hal devrime kadar gidebilir.
Cehennem (G e h e n, en f er): Ahret fikrine sahip dinlerde kötü ruhların ebedî azap çekmek için gideceği yerdir. Eski Mısırlılar ruhların sorguya çekileceği ahret gününü, Mizan’ı, iyi ruhların geçeceği köprüyü (Sırat), kötü ruhların ceza görecekleri cehennemi kabul ediyorlardı.
Cemaat , (C ommunaute): Birbirinden oldukça farklı birçok anlamlarda kullanılan bir terimdir. En çok kullanılan şekline göre cemaat, yerlere göre hacmi değişik, belirli bir coğrafî bölgede oturan ve aynı kültüre bağlı, aralarında akrabalık, manevî dayanışma gibi sıkı bağlar bulunan bircinsten bir zümredir: Bu anlamda köy ve bazen kasabalara birer cemaat denebilir. Kabileler toprağa yerleşerek oba ve köyleri meydana getirdikleri zaman birer cemaat olurlar. Le Play’e göre insan toplumları; 1) Organik dayanışma ile bağlı ve değişmez tabiat şartlarının hükmü altında oldukları zaman “cemaatçi” (c o m m u n a u t a i r e), 2) Dış münasebetlerle gelişme imkânlarını kazandıkları, ve ferdi kendi başına teşebbüse girmeye elverişli olarak yetiştirebildikleri zaman “özelleşmeci” (particulariste) dir-ler. Tönnies aynı ayırışı başka bir anlamda yapar. Ona göre Cemaat (Gemeinschaft) insanların birbirine organik ve içten, derin bağlarla bağlandıkları toplum, “Cemiyet” (Geselschaft) ise fertlerin sözleşmeler ve çıkarlarla, soğuk münasebetlerle bağlandıkları ziim-. relerdir. Le Play’nin değer hükmü “cemaatçi” kuruluşlara karşı olduğu halde, Tönnies’in değer hükmü “özelleşme” tipine uyan “Cemiyet” e karşıdır. Bu da bu kelimeye verilen anlamların ne kadar değişik olduğunu gösterir. Köy ve kasaba gibi toplum yerleşmelerinde de “cemaat” kelimesi ortak olarak kullanılır. Toplum kalkınması: (community development) Cemiyet (s o c i e t e) Bk. Toplum (özel olarak Birlik, tören anlamına gelir: Sosyoloji cemiyeti, sünnet töreni gibi).
Cenaze töreni (f un e r aille s): İlkel ve gelişmiş bütün toplumlarda ortak olan esaslı tören İlkellerde tam bir ayin manzarası gösterir. Dinî inançlar orada en şiddetli şeklini alır. Ruh, ahiret, ahiretteki ceza ve ödül, ruhların yaşayan insanlar üzerindeki etkisi, fayda ve zararları, onlardan korunmak için baş vurulacak yollar, kısaca dinî inançların en büyük kısmı bu ayinlerde toplanır. Ölülerin gömülmesi, yakılması,'yüksek bir yere konarak atmacalara bırakılması, mumyalanması gibi türlü şekiller Ahiret ve ölülerin ruhları dolayısiyle doğan inançlara bağlıdır.
Cennet (p a r a d i s): Göksel dinlerde iyi fiilleri olanın gideceği ve ebedî mutluluk bulacağı âlem. îlkel dinlerde ahret ve cennet fikri yoktur. Onlara, meselâ totemism ve animism inancında olan kavimlere göre ölenlerin ruhları kabilenin civarında dolaşır, orada bulunan eşyaya girer ve insanlar arasına döner. O zaman insanlara zarar verebilir ve kötü ruh sayılır. Cennet ve Ahret tasavvuru oldukça ileri dinlerde doğmuştur.
Cereyan (c o u r a n t): Toplum olgularının, kurumlar, âdetler, gelenekler şeklinde katılaşmış (cristallise) şekillerinin yanında bir de eğüimler, coşmalar, devrimler, fikir ve ideal kaynaşmaları gibi hareketli olanları vardır ki, bunlara toplum cereyanları (akımlar) denir. ‘‘Akımlar” organlaşmış olmadıkları için şiddetli, fakat devamsızdırlar. Ancak şiddetleri bakımından dinamik ve yaratıcı rol oynarlar.
Cesurluk (c o u r a g e): Soyut olarak bir ahlâk erdemi gibi görülen cesurluk, ancak belirli toplum şartları içinde ve insanlar arasındaki ortak değerlendirmelerde meydana çıktığı için ona toplum olgusu demek gerekir. En ileri şekli “medenî cesurluk” (courage civi-q u e) kamu sanısını savunan demokrasi fikirleri uyanmaya başladıktan sonra doğar. İlkellerde yalnız insan öldürme (h o m i c i d e) şeklinde ve ayinlerde işkenceye dayanma gücü ile başladığı halde Atina sitesinde Sokrat’m medenî cesurluğu halini almıştır.
Cetlere tapınma (culte des ancetres): Bk. Atalara tapınma.
Ceza (châtiment, punition): Toplumun kanunlarla gerektirilmiş olan kurumlanma ve değerlerine saldırma ve onları çiğnemeden ibaret olan bir fiile karşı, bu kanunların koyduğu yaptırıcı güc. Ceza toplumun kendi kurallarını çiğneyenlere tepkisi ve kontrol gücüdür. Bunu sağlayan ceza hukuku (droit penal) dır. Ceza: 1) İşlenen fiilin doğurduğu zararı düzeltici, veya, 2) Zarar vereni eğitici (ter-hibî) olur. İlkellerden çağdaş toplumlara kadar ceza birçok safhalardan geçmiştir. (Bk. sorumluluk, hukuk, yaptırıcı güc, v.b.) Cezaevi: ceza verilen kimsenin başka insanlardan ayrılmış olarak yaşama zorunda olduğu kapalı yerdir.
Cezaevi (p r i s o n): Suçluların ceza süresini geçirdikleri kapalı yer.
Cezbe (extase): Osm. Vecd, cezbe. Toplumda kendinden geçecek derecede coşma hali. Ayinlere katılanların ulaştıkları üstün heyecandır ki, tarikatlarda türlü şekilleri görülür. Tasavvuf vecd ve cezbe doğduktan sonra ulaşılan bir dünya görüşüdür.
Celep (marchand du b e t a i 1): Koyun sürüsünü şehre getirip kasaplar ve salhanelere satan kimse. Çoban ve kasaptan ayırmalıdır.
Cimrilik (avarice): Osm. Hisset. Para tutunduğunda aşırılık. Yiyip içmesinden kesecek derecede biriktirme hırsı. Ticaret ve servet biriktirme şartlarının doğduğu toplumlarda meydana gelen sosyal bir haldir.
Cin çarpması (p o s s e s s i o n): Kendisini cinler çarptığına inanılana p o s s e d e denir. İlkel kavimlerde kötü ruhların musallat olması anlamında kullanılır. Böyle bir halde, kötü ruhları kaçıran büyücüdür.
Cinsiyet rahibesi (pretresse de s e x u a 1 i t e): Kıbnsta Phallus ayinlerinin yapıldığı tapmaklarda cinsiyet tanrılarına tapınmada hizmet eden rahibelerdir ki, bazı payen dinlerde görülen bu ibadet şekli gittikçe kaybolmuştur (Dulaure, D i v i n i t e s G e n e r a t r i c e s).
Cinsiyet taşkınlığı (e x al t a t i on s e x u e 11 e): Cinsî yasakların gevşediği veya kalktığı zamanlarda bazı toplumlarda devreli olarak görülen taşkınlık görünüşleri. İlkel toplumlarda cinsî yasaklar dışında belirli zamanlarda (bağ bozumu, bereket zamanı) bu âdet âyin 'şeklini alır. Batı memleketlerinde bunun kalıntıları Karnaval ve Maskara alayları, Kermesse’ler, Fransa’da Mardi-gras, Almanya’da Fa-sching halinde devam etmektedir.
Civis Romanum: Roma hemşerisi.
Cihad (guerre sainte): İslâmlıkta dini yaymak için baş vurulan silâhlı araç olduğu birçok şarkiyatçı tarafından İsrarla savunulmuştur. Fakat “cihad” Kur’an’da yalnız çaba göstermek, bir fikri yaymak için çabalamak anlamında kullanılmıştır. Kur’an “Cehdediniz” derken “silâhla saldırınız!” dememektedir.
Cilâlıtaş devri (periode neolithique): Tarihten önceki kültürlerin yontmataşa göre daha ileri şeklidir. Etnoloji bugünkü ilkel toplumlarda Kaledonyalılar gibi yontmataş ve cilâlıtaş devrinde yaşayanların bulunduğunu gösteriyor. Ancak bu karşılaştırma yalnız maddî teknik bakımından yapılmaktadır. Onun dışında paleososyoloji henüz karanlıktır.
Cin (g e n i e): însana benzeyen, fakat kötülüğe meyilli ruhlar anlamına gelir. Kur’an’da ins ve cin diye insan’la beraber zikr edilmektedir. Halk arasında "ecinni” şeklini almıştır. Kötü ruhların insanı çarpmasına “cin çarpması” ve bu hale düşenlere “cin çarpmış” (possedes) denir. Cinleri çağıran veya onları koğma gücünde olan sihirbazlara “cinci” denirdi. Osmanlı devrinin Cinci hocası ve ona nisbetle Cinci meydanı bilinmektedir.
Cinci: “Cin” leri çağırmak veya onlardan korunmak görevi verilmiş olan kimse, bir çeşit büyücü, Osmanlı padişahlarının “cinci” leri vardı. Bunlar yıldızlara ait hükümleri çıkaran “müneccim” (astrologu e) lerden farklı idi.
Cinsî bunalma (anxiete sexuelle): Psikanaliz’in inceleme konusunu teşkil etmekle beraber, toplum baskısı, aile bünyesi, cinsî kompleks tarzları üzerinde etki yaptığı için aynı zamanda bir sosyoloji konusu teşkil eder. Bir yandan ilkel toplamlardan başlayarak aldığı çeşitli şekillerin incelenmesi sosyolojiye, bir yandan da cinsî hayatın düzenlenmesi ve kanalize edilmesi bakımından eğitime ve eğitim sosyolojisine aittir.
Cinsî perhiz süresi (temps de Tobie): Cinsî perhizin uygulandığı ilkel toplamlarda bu perhiz yapıldığı zaman süresi. Bazen yeni evlenen koca, evlenmeden hemen sonra gelen gece cinsî münasebetlerden çekinecektir. Başka durumlarda cinsî perhiz bazı kabile törenlerine mecburî hazırlık gibi görülür. Perhiz devresi bir geceden birkaç aya kadar değişir.
CSnslik bilgisi (sexologie): Freud’un psikanaliz araştırmaları sonradan Malinowski gibi etnologlar tarafından tamamlanmak ve düzeltilmek üzere sosyolojiye yardımcı bir bilgi olan sexologie halini almıştır. Bu bilgi sosyoloji, psikoloji ve biyolojinin, ayrıca psikanalizin ortak çalışmaları ile doğmaktadır.
Cinslik perhizi (continence rituelle): Belirli sihir ve tören kurallarına uyarak evlilerin bu tören devresince girdikleri cinsî münasebet yasağıdır. Başlıca ilkel toplumlarda gebelik, emzirme, yas tutma, v.b. devrelerinde bu âdete rastlanır.
Cinslik tanrısı (d i v i n i t e gener at rice): Bazı toplumlar ve eski kültürlerde cinslik kuvvetini temsil eden ayrı tanrılar ve onların ayn ayinleri vardır. Kıbrısta bulunmuş olan İlkçağ eserleri arasında phallus denen taşlar olduğu gibi, phallaphorique denen ayinler de vardır. (Bk. Fuhuş)
Cirit: Cevgân gibi eski bir Türk sporudur. Atı koşturduğu sırada elin-dekini hedefe atmadan ibaret olan bu oyun akmcılık için esash ekzersiz teşkil etmekte idi.
Civar (environnement): Bir yerleşme merkezînin yoğunluğu uzaklaştıkça azalan dolayları. Bir şehrin “civar” ı onun banliyöleri, küçük uydu-şehirleri1 ve yaşayış bakımından ona bağlı olan köylerdir. Bir endüstri bölgesinin civarı, onun merkezine bağlı olan.' işçilerin oturduğu ve iş hayatı ile ilgili yapıların bulunduğu yerlerin toplamıdır. Sosyolojik bakımdan “civar” ile yönetim organlaşması bakımından “civar” ayrılır. Bazen birinciye giren unsurlar İkinciye girmez, bazen de aksi olur.
Cizye (Impöt reçu des non-musulmans): İslâmlığın yayılmasında esaslı rolü olan sosyal kurum..
Coempüo (1 a t in c e kelime): Eski Roma’da uygulanan evlenme şeklidir ki, töreni sırasında rahip hazır bulunmazdı ve nişanlı kızın nişanlısı oğlana sembolik olarak satılmasından ibaretti. Nişanlı oğlan bedel olarak az değerde bir maden para verirdi, bu sembolik fiil aracı ile kadın kocanın iktidarına boyun iğmiş bulunurdu.
Coğrafya, Beşerî (geographie humaine): Toplumlar veya fertlerle tabiî çevre arasında karşılıklı tesirleri inceleme işini üzerine alınış olan bilgi dalıdır. Bazı yazarlar antropojeografi ile bunu ayırmaktadır. (Ök. Beşerî coğrafya).
Commensalisme (İlgisiz birlik): Aynı coğrafî bölgede oturan ve farklı ihtiyaçları ve çıkarları olan fertler veya zümrelerin teşkil ettiği bütündür. Böyle bir topluluk içindeki zümreler arasında ne çatışma, ne de işbirliği ve dayanışma vardır.
Compurgatio: (lâtince kelime): En basit toplumlarda görülen ve sanığın suçsuzluğunu yeminle desteklemek için mahkeme önüne birtakım tanıklar getirme hakkını elde etmeye çalışmasından ibaret olan hukukî savunma kurumu.
Confarreatio (lâtince kelime): Roma’da patriçienler (asiller sınıfı) tarafından uygulanan anasoyuna ait (m a t r i m o n i a 1) tören. Nişanlı kız, Jüpiter rahibi olan pontifex masimus’un ve on tanığın karşısında özel bir ayin ekmeğini yerdi.
Coşku (enthousiasme): Toplumun olağanüstü anlarda ulaştığı coşkunluk ve heyecan hali. Bu hal, insan yalnız olduğu zaman doğa-maz, mutlaka toplum hayatının verdiği taşkınlık kuvvetinden ileri gelir. Coşma mitingler, grevler, boykotlar gibi belirsiz zamanlarda meydana geldiği gibi, belirli ve eşit fasılalarla toplum hayatının canlanmasına sebep olabilir. Bu İkinciler bayramlar, ayinler, kutlanan günler gibi dinî olsun olmasın, belirli günlerde meydana çıkarlar. Toplumun insana gündelik hayat üstünde bir kuvvet verdiği fikri Durkheim tarafından bu olaylara dayanarak ileri sürülmüştür.
Cumhuriyet (r e p u b 1 i q u e): Devletin bir soydan gelen aile veya ailelerle değil, millet tarafından seçilmiş bir Başkanla temsil edilmesinden ibaret olan siyasî şekil. İlkçağda Cumhuriyet aristokrasiye dayanıyordu. Demokratik ve Millet Meclisli Cumhuriyet ancak çağdaş milletlerde doğmuştur.
Cunta: Son zamanların sarsılmış demokratik toplamlarında askerî dikta rejimini iğreti olarak kuran bir teşkilât. Bunu Batı memleketlerinde toplum sınıfları arasındaki Parlemento dengesinin bozulması ve sınıflardan birinin egemenliği mutlak olarak ele geçirmesinden ibaret olan sınıf diktatörlüklerinden ayırmalıdır.
Cübbe (Man t e au universitaire): Eskiden medrese mensubu hocalar (müderris) ve “ilmiye” sınıfının giydiği resmî elbise idi. Şimdi üniversite hocaları ve hâkimlerin gprev başında giydikleri meslekî mantodur.
Curie: Bu kelime İlkçağ sitesine mahsus bir terim olduğu için türkçe karşılığı yoktur. Aşağı yukarı, bir site içinde yerleşmiş bir kabileye karşılıktır ki, ona bağlı olan “gens” 1er de ilkel toplamlardaki 1dan ve fratri’leri ifade eder.
Çadır halkı: Göçebelerin barınağı olan ve hayvan kılından veya deriden yapılmış çadırlarda yaşayanlar. Ordu da kampda ve çadırda yaşar, fakat onlara “çadır halkı” denemez.
Çağ (p e r i o d e): Esaslı devrimlerle ayrılmış olan tarihin büyük devrelerine verilen ad. Çağlar aynı zamanda toplum evriminden doğan büyük toplum devrimlerini de gösterir. Meselâ ateşin icadı, yontma taştan silâhların ve aletlerin yapılması, dinî inançlar ve sanat eserlerinin başlaması, yazının icadı birer çağ başlangıcıdır. Bu sonuncusu ile tarih ve İlkçağ toplundan başlar.
Çağdaş zihniyet (men t al i t e moderne): Osm. asrî zihniyet. Bir toplumun temasta buluduğu medeniyetin en gelişmiş zihniyeti. Bugün için çağdaş zihniyet Batı medeniyetinin ilim zihniyetidir. Fakat bu Ortaçağ Akdeniz kavimlerinde veya Uzak - Doğu memleketlerinde farklı anlamlar alır. O zaman her birinin üstün medeniyet seviyesi bunu tayin eder.
Çağdaş kılık (la t e n u e moderne): Bu da yukarıki gibi medeniyet çevrelerine göre değişir. Bugünkü Batı medeniyetine girmiş veya girmekte olan milletler için bu kılık Batının ortak giyim - kuşam tarzıdır.
Çalışma (t r a v a i 1): Bk. îş.
Çanakçılık: Bir zanaat şekli, aynı zamanda bir güzel sanat dalıdır. “Sırlı çanak” tarihten önceye ait bir uygarlık devridir ki, doğuşu bakımından Orta Asya’ya düşer, ilkçağ uygarlığında Akdeniz sitelerinde de büyük yeri vardır. Bugün de zanaat ve güzel sanat olarak rolü devam etmektedir.
Çamaşır (1 i n g e): Elbise içinde giyilen, erkek ve kadınlara göre ayrı çeşitler alan giyim parçaları. Çamaşır da medeniyetlerin giyim tarzlarına bağlı olarak değişir, âdetler ve moda bu değişmede ikinci derecede rol oynar.
Çanak tutma, çanak yalama: Dalkavukluk,’yüze gülerek menfaat sağlamanın başka kelimelerle ifadesidir. Osm. Kâselislik (p araşiti s-m e).
Çarşaf: Islâm memleketlerinde 19 uncu yüzyılda yayılmış olan bir giyim şeklidir ki, Türkiye’de ondan önce Ferace ve yaşmak kullanılmakta idi. Fakat çarşaf da yalnız büyük şehirlerde yayılmıştı. Onların banliyö kısımlarında yeldirme ve maşlah kullanılırdı. Bu son ikisinde yüz örtme (peçe) âdeti yoktu. Göçebeler ve birçok köyler çarşaf kullanmamışlardır.
Çarşı (b a z a r): ilkel toplamlardan beri zümreler arasında değişim ve ticaretin yapıldığı yerlerdir. Sitelerde çarşılar iğreti olmaktan çıkarak yerleşmiş özel yapılardaki kurumlar halini almıştır. Osmanlı împa?* ratorluğunda büyük şehirlerden hepsinde kapalı çarşılar, kapan’lar vardır. En büyükleri İstanbul’daki Kapalı çarşı ile Mısır çarşısı, Yağ kapanı ve Un kapanı’dır.
Çarşı (marehe): Bu kelime “pazar” ile karışır. Pazar kelimesinin daha genel bir anlamı vardır. Köyler arasında veya şehirlerin mahalle meydanlarında kurulan iğreti ve çoğu kere belirli günlere mahsus satış alanlarına pazar denildiği gibi, millî ve milletlerarası ticaret için de pazar kelimesi kullanılır. Halbuki “çarşı” nın daha dar bir anlamı vardır. O, köylerde ve göçebeler arasında olamaz, şehirlere mahsustur. iğreti değil devamlı olarak çalışır. Çarşılar belirli bir sokağı, hatta bazen bir mahalleyi kaplarlar. Eski şehirlerde özel bir ticaret veya mal konusuna ait olurdu: Kâğıtçılar çarşısı, Kalpakçılar çarşısı, Bakırcılar çarşısı, v.b. gibi. Fonksiyonları farklaşmış çağdaş şehirlerde bu tarzda çarşılar kaybolmaya başlamış, onların yerini çeşitli konulan içine alan ticaret caddeleri almıştır.
Çatışma (c o n f 1 i t): Rakibin boyun iğmesi veya yok edilmesini hedef edinen fertler veya zümreler arasındaki yarışma. Çatışmanın neticesi zümrelerarası veya zümre içindeki siyasî organlaşmadır. Bunun da eseri bu siyasî bünye içinde bazı fertler veya zümrelerin özel bir statü kazanmalarıdır. Çatışma rakiplik, çarpışma, kavga gibi gittikçe şiddetlenen türlü şekiller alabilir. Zümrelerarası olduğu zaman bu şekiller işde direnme (sabotage), grev, ihtilâl ve devrim şekillerine kadar yükselir. Bir millet içinde olduğu zaman iç savaş (Gerilla) denen şehir içi veya bölge içi savaş şekilleri de buraya girer.
Kültürlerin çatışması: Birbiriyle temas halinde bulunan bazı kültürler arasında uzlaşmazlık, bu kültür çatışmalarını doğurur. Uygarlıkların çatışması genel olarak rakip zümrenin tehlikeli, ahlakdışı, veya saldırıcı gibi görülen değerlerini ortadan kaldırmak veya değişik-lige uğratmak ister. Meselâ Hıristiyan misyonerleri ile eski yerli kültürler arasında böyle bir çatışma vardır. Ortaçağda Haçlı seferleri Hıristiyanlık ve İslâmlık çatışması idi. Uygarlık çatışmaları her zaman istenen çözüm şeklini bulmuş değildir. Bu tarzda çatışmalar kültürlerin temasını sarsar ve esaslı parçalanma amillerinden biri olur. Kafa (zihniyet) çatışmaları çoğu kere bu kültür çatışmalarının sonuçlarıdır. Ruhî çatışma birbirine karşıt kültür değerleri arasında kalmış olan insanların iç bütünlüklerini kaybetmeleri ve içlerinde iki kuvvetin devamlı bunalma doğurması halidir. Böyle çatışmalara uğrayan insanlar ya bu yanlardan birini tutarak toplumunu değiştirir, ya da eski toplumunda kalarak “hainlik” durumuna girer. Fakat böyle kararlarla çözülmeyen ruhî çatışmalar tavırlarda bulanık değerlilik, aşağılık duygulan, v.b. doğururlar. Irk çatışmaları da ötekilerden az önemli değildir. Irk peşinhükmü yüzünden doğan bu çatışmalardan en yakın ve tipikleri Hitler Almanyasmdaki Yahudi düşmanlığı ve bugün Amerika’daki Zenci düşmanlığıdır.
Çavuş: İşçinin başında bulunan ve çalışmada onlara gözcülük eden kimse. Askerlikte mangayı yönelten onbaşı, takımı yönelten çavuştur. Bölükten başlayarak subayın kumandası başlar. Yapılarda çalışan işçilerin başında da bir “çavuş” bulunur.
Çekim merkezi (centre dfattraction): Şehir sosyolojisi ve ekolojide şahrin rakabet kuramlarının toplandığı ve çevre mahallelerinde oturanları gündelik iş zaruretleri ile toplanmaya mecbur eden çekirdek kısım.
Çelenk (yun. s t e 11 e n g i s): Yenmiş kumandanın başına takılan veya ölüyü uğurlamak için mezara konan çiçek halkası.
Çelik çomak: Türk âdetleri arasında yayılmış çocuklara mahsus bir oyun şekli. Bugün de bazı yerlerde çocuklar bu oyunu oynamaktadırlar.
Çerçi: Şehirde imâl edilmiş malları köylülere satmak için at sırtında bu eşyayı köyden köye götüren ve seyyar dükkâncılık yapanlar. Anadolu köylerinde yakın zamana kadar çerçiler şehirle köy aras-smda devamlı temas vasıtası idiler.
Çift cinsiyet (hermaph r o d i t i s m e): Bk. Androjin.
Çelebi: Bektaşilerde ve âlevîlerde Anadolu’daki büyük bir kısım toplulukların başkanı görevini gören ve Hacı Bektaş neslinden geldiği kabul edilen kimse. Çelebilik babadan oğula geçer.
Çıkrık (rouet): Tezgâh endüstrisinde makine kullanılmadan önce imalâtta kullanılan vasıta. Ortaçağ endüstrisi çıkrık ile işlerdi. Fabrika imalâtı çıkınca çıkrıklar durdu (Sadri Etem, Çıkrıklar durunca, endüstrileşmeye ait roman).
Çeşitler, toplum çeşitleri (variante sociale): Bir toplum tipinin konkre tarzları. Her konkre toplum olgusu bir çeşidi temsil eder ve onu ortalamadan ayıran mesafeye bağlıdır. Gerçekten, tipe verilen bütün vasıfları tam kendinde toplayan olgulara rastlanamaz. Tipten çok uzaklaşan olaylara “aşın çeşitler” denir.
Çete (g a n g): Toplum çevresine karşı koyan ve sıkı bir dayanışma ile birbirlerine bağlı bulunan kimselerden ibaret bir ilk. zümredir. Bu kelime başlıca suçluların çıkar ve tehlike ortaklığından doğmuş olan koruyucu ve saldırıcı zümreleri için kullanılır. (Arnavutça kel.)
Çevgân (j a v e 1 o t): Osmanlı devrinde yaygın “cirit” denen oyunu oynamada kullanılan ucu çengelli değnek. “Cirit” atla oynanır: cevgân-ları atmak ve karşı yarışanın attığından korunmadan ibarettir. Ortaçağ Türk sporlarında esaslı rolü vardır.
Çevre (m il i e u): Bir ferdin veya bir zümrenin biyolojik, sosyal veya kültüre ait hayatına tesir eden faktörlerin bütününe çevre denir. Coğrafî veya fizikî çevrenin yanında, insan tarafından değiştirilmiş olsun veya olmasın, toplum ve kültür çevresi vardır. Ferde göre zümre ve onun uygarlığı bir “çevre” teşkil eder, ve zümreye göre bunlar, bu “çevre” yi kuran civar zümreler ve uygarlıklardır. Toplum çevresi: bir toplum organizasyonunun kurucu unsurları bütünüdür ki, onlar kendisini terkip eden insanlara etki yaparlar ve onlara bir kişilik modeli verirler.
Çevre halleri (e t at s marginaux): Çatışma halinde bulunan iki kültürün arasında bulanık bir durumda kalan bir kimsenin ruhî halidir. Bu, başlangıçtaki özümseme sürecinde görülen bunalımlı bir safhadır ki, bazı eski değerlerin yerine yenilerini koymaya çalışır, fakat hiç bir zaman tam değildir. Buna “kenarda kalmak” da denebilir. Kenarda kalışın arazları1 başlıca davranışların bulanık değerliliği, duygularda aşağılıktır. Kültür kenarında kalışın karakteri olan kişiliğin dağılması nevroz halleri alabilir ve fertleri meselâ suça, al-/ kolikliğe veya kendini öldürmeye götürebilir. Kültür kenarında kal-i mak bütün bunalmalar gibi geçicidir. Özümseme tamamlandıkça fert yeniden ruhî dengesini bulabilir.
Çeyiz (d o t): Eski terimle cihaz, Hıristiyanlarda drahoma. Evlenmek için kız tarafının vermek zorunda olduğu eşya, bazen para. Hıristiyanlarda kız tarafı drahoma diye belirli bir para verdiği halde Müslümanlarda erkek tarafı para, kız tarafı ev eşyası verir.
1 Symptome.
Çıfıt (j u i f s): Yahudilere verilen özel bir addır ki, “ghetto” larda yaşamaları ve İktisadî rakabet yüzünden bulundukları topluma kötü gözle bakmalarına sebep olmaları yüzünden böyle adlandırılmışlardır. Bu, ırk veya din peşin-hükmünün etkisi ile ilgilidir.
Çıkar (interet): imtiyazlı bir statünün saklanması için şartlandırılmış İktisadî eğilim. Gizli çıkarlar zümrelerin statülerini her türlü değişmeye karşı devamlı kılmalarını sağlayan, bazen şuurdışı, kudretli amiller gibi görülebilir.
Çırak-usta (apprenti - maître): Ortaçağ zanaat sisteminde, bir zanaatın öğrenilmesi için temelli rolü olan münasebet şeklidir. Usta -çırak münasebeti, baba - oğul münasebeti gibidir. Ahilik’te çırağın yetişmesi ve peştimal kuşanmasının kuralları bunu tesbit etmiştir (Bk. Ahilik, Fütüvvet, çıraklık, v.b.).
Çıraklık (apprentissage): Zanaat hayatında meslek işlerini daha önce öğrenmiş yetişkin bir ustanın yanında öğrenme şekli. Ortaçağda en tipik şekli esnaf (Corporation) teşkilâtında görülür. Zanaat çıraklık safhasından geçerek tecrübe içinde öğrenilir. Çıraklar yetişince “kalfa” olurlar. Kalfalardan biri ustanın işten ayrılması veya ölümü üzerine onun yerini alır. Her zanaatta bir usta -çırak dayanışması ve mertebeli münasebeti vardır. Çıraklık - öncesi (pre-apprentissage) safhası zanaata girmek için bir çeşit adaylık demektir.
Çiftbozan: Sosyolojiden çok Osmanlı tarihine ait bir terim olan “çift-bozan” Ortaçağdaki köyden şehire doğru akını ve o devrin iş göçünü Çiftçi kooperatifi: “Ziraat kooperatifi”. Bk. Kooperatif, Tarım kooperatifi.
Çiftçilik (agriculture): Ağaç kökü ve yemiş toplamak, avcılık gibi ilkel üretim şekillerine göre oldukça ileri olan geçim tarzıdır. Çiftçilik toplumun toprağa yerleşmiş olmasını, kabile bünyesinden köy ve kasaba bünyesine geçmeyi, üretim araçlarının büyük bir ölçüde gelişmiş olmasını gerektirir. Köylerde uygulanan dağınık ve küçük çiftlikten büyük çiftliklerde (malikâne) uygulanan kesif çiftliğe geçiş için de belirli bir toplum gelişmesine ihtiyaç vardır. Bu son evrim modem çiftçilik aletlerinin kullanılmasına, yani büyük endüstrinin doğmasına bağlıdır.
Çiftdeğerlilik (b i v a 1 e n c e): Kültürü teşkil eden değerlerin başlıca vasfı çiftdeğerli veya çift kutuplu (bipolaire) oluşlarıdır: Fayda-zarar, iyi - kötü, güzel - çirkin, doğru - yalnış, haram - helâl, v.b. gibi.
Çiftevlenme (b i g a m i e): Bir erkeğin iki kadınla veya bir kadının iki
Sosyoloji Sözlüğü — 5 erkekte yaşadığı evlenme şekli. Bu tipin başlıca şu çeşitleri tesbit edilmiştir: A. — 1) İki kız kardeşle yaşar: Baldızla evlenme kurumu bazen bu çiftevlenme şeklini doğurur. 2) Erkek bir kadın ve onun kendinden doğmuş olmayan kızı ile yaşar. Bu durumda erkek ya ana yahut kızı ile nikâh yapar. 3) Erkek birbirleri ile ilişiği olmayan iki kadınla yaşar. Çoğu kere eşin yaşça ilerlemiş olması erkeği bir ikinci kadın almaya götürür. Bazen de bu durumu doğuran f-Jplum faktörleridir: Meselâ başkanlık statüsü servet biriktirmeğe veya toplumdaki itibarını artırmaya onu sevk eder. B. — Nitekim kadın da 1) İki erkek kardeşle yaşar: Bu çeşit çiftevlenme, aile teşkilâtının erkek kardeşlerin mülkünü bölünmeden korumak maksadına bağlı olan çokkocah toplumlarda görülür; 2) Birbiri ile ilişiği olmayan iki erkekle yaşar. Bu şekle, çokkocalığın iki erkeği üretimde kullanmak suretiyle İktisadî bir rol oynadığı avcı ve tuzakçı toplumlarda rastlanır. — Toplumca kabul edilmiş ve kurumlaşmış çiftevlenmeyi, Avrupa ve Amerika’nın gelişmiş bazı toplumlarında bunu bir suç olarak yapanlardan ayırmalıdır.
Çiftcînslilik (androgyne): İnsanda erkeklik ve kadınlık organik çift ve bulanık vasıflarının bulunması demektir. Bu bulanık çiftdeğerlilik bütün toplum hayatında da vardır.
Çift-işlilik (a m p h i b i e d u t r a v a i 1): İki ayrı yerde işi olmaktır ki, başlıca köyden şehire göçlerin ve yarı yerleşmelerin çoğaldığı yerlerde, yeni gelenler köydeki işlerini büsbütün bırakmamak üzere şehirde yeni bir iş tutarlar. Böylece, bir yandan endüstri hayatının işçisi, öteden köyde çiftçi olarak yaşarlar. Böyle bir durumun devamı ancak ekme ve biçme mevsimlerinde köye giderek geri kalan zamanlarda şehir işçiliği yapmakla sağlanabilir. Çift - işçilik halinde yaşayanlar köy ile şehir arasında mevsimlere bağlı bir iş göçünün doğmasına sebep olur.
Çiftler (c o u p 1 e): İki fertten meydana gelmiş olan zümredir. Çiftin başlangıç görevi mahremlik tiplerinin gelişmesidir ki, bu tipler, başka bütün kültür tipleri gibi, türlü toplumlarda son derece çeşitlilik gösterir. Bunlardan başhcaları iki cinsin mahremliği, dostluk, annelik ve babalıktır. Çiftler tam anlamı ile ilk zümredir; çünkü orada hâkim olan, başka ilk zümrelerde olduğu gibi ve belki daha belirli bir sempati ilişkileri ve temaslarıdır.
Çile: Tarikatlarda müridin (neophyte) derviş olabilmek için geçirme zorunda olduğu perhiz ve zahitlik devresi. Bu bazen “Erbain çıkarmak” adını alır. Mürit yalnız başına bir hücreye kapanır, en az yiyecekle yetinir ve “teşbih, tehlil” denen zahitlik egzersizlerini yapar.
“Çile doldurmak” genel olarak sıkıntılı bir hayat geçirmek demektir. (p en i t e nc e).
•Çile çıkarma: Çilehanede geçirilen bu tarikat safhasından geçmeye çile çıkarma denir. Kırk gün sürdüğü için buna “Erbain çıkarma” da denir.
Çilehane: Tekkelerde müridin tarikat mertebelerinde yükselebilmek için geçirmek zorunda olduğu bir safhanın geçirileceği yer. Mürid o sırada kırk gün pek az yiyecekle yetinerek kendini tam olarak Allaha verir. Bunun için teşbihle belirli zikri yapar. Çilehane İslâm tarikatlarında bulunduğu gibi Hıristiyan manastırlarında da vardır.
Çingene (ziganc): Kökleri müphem olarak eski Mısır veya Hint diye kabul edilen ve Anadolu yolundan Avrupa içine yayılmış olan göçebe kavim. En gelişmiş toplumlar içinde dahi hiç bir bünye değişikliği göstermeden ilkel kök ve yemiş toplayıcılık, maşa ve kürek imali ile geçinirler. Eski Hint kastlarında kurban ayinine ait balta gibi eşyayı yapmakla yükümlü paria sınıfının yeryüzüne yayılmış olduğu tahmin edilmektedir.
Çıplaklık (n u d i t e): Elbisesiz olma hali. Vahşi kavimlerden birçoğu çıplak gezerler. Örtünme yalnız bedenin bazı kısımlarına aittir ve kutsal kanla, tabu ile ilgilidir. “Harem” örtünmeyi arttırmıştır. Eski Yunanda çıplaklığa dönüş görülüyor. Hıristiyanlık ve İslâmlık örtünmeyi artırdı. Bu yüzyılda Batı toplamlarında çıplaklık yeniden canlandı. Plajlar çıplaklığı tabiî hale getirdi. Hint’de îaîna dini mensupları çıplak gezerler. Çıplaklık sefaletle de ilgilidir. Çıplakçılık (n u d i s m e), tabiata dönüş fikrini savunan ve elbiseyi sun’î sayanların görüşüdür.
Çobanlık (e 1 e v a g e): Hayvan yetiştirme, sürücülük başlıca geçim şeklini teşkil eden toplumlar vardır. Bunlara çoban kavimler denebilir. Bu geçim tarzı avcılıkla çiftçilik arasında geçiş şeklini meydana getirir. O aynı zamanda göçebelikten yerliliğe geçiş üzerinde bulunur. Göçebe toplumlann da sürüleri vardır ve onların ihtiyaçlarına göre otlak arayarak yer değiştirirler. Bu hal yerleşmeye doğru giden toplumlarda yarı göçebelik (transhumance) şeklini doğurur: Çoban köylülerin biri yaylakta, biri kışlıkta iki yerleri ve ba-nnakları vardır. Bu tarzda yaşayan toplumlar sürülerini beslemek için ormanlara zarar verirler. Tam yerleşmeden sonra köylünün baltalığı ve otlakları ayrılmıştır.
Çocuk öldürme (i n f a n t i c i d e): Birçok ilkel toplumlarda çocukları pek küçükken öldürme kurumu vardır. Bunun başlıca sebebi bu zümrelerde totemlere ait dinî inançlardır: Totemizme göre her klanın belirli sayıda, yani klan fertleri kadar kutsal sembolleri olan şurin-ga’lan vardır. Ayinler yapıldığı zaman kullanılan bu şuringalar’dan çok sayıda insan klanın kutsallığına giremez. Bu inanç nüfus kontrolünün ilkel şekli olarak çocuk öldürme kurumunu doğurur. Islâmdan önce Araplarda buna “ve’id” deniyordu. İslâmiyet bu kurumu kaldırmıştır. Bugün Avustralya yerlilerinden birçoklarında aynı kuruma rastlanmaktadır.
Çocukluk (e n f a n c e): Topluma yeni girmekte olan insanın doğumundan okulöncesi eğitimi aldığı ilk yaşlarına kadar olan devredir. Bu devre pedagojiyi, çocuk psikolojisini, pediatrie’yi ruh sağlığını, genel olarak tıbbı ilgilendirmekle beraber onlar kadar sosyolojinin de konusunu teşkil eder. Toplum kuramlarına giriş, toplum âdetleri ve geleneklerinin öğrenilişi, toplum baskısının çeşitli şekilleri ile çatışmalardan doğan gerginlikler çocuğun gelişmesinde incelenmeyecek olursa yukarıda saydığımız bilgilerin çalışmaları verimsiz olur.
Çocuk zümresi (g r o u p e d”e n f a n t s): Okul veya okul - dışında çocukların kendiliğinden kurdukları zümrelerdir ki, Moreno bunları büyük toplamların çekirdeği sayıyor ve sosyometri dediği bir me-todla bütün toplumları incelemeğe çalışıyor. Bu kadarı söylenemezse de, çocuk zümrelerinin oyun ve arkadaşlık sırasında kendiliğinden doğuşları İncelenmeğe değer. (Cousinet, Sociologie enfan-t i n e).
Çokçuluk (pluralisme): Toplumu tek ilke ile değil, aynı zamanda birçok ilkelerle birden açıklamaya çalışan görüşlere bu ad verilmektedir. Meselâ toplum olaylarının esasını aynı zamanda hem kolektif ruh, hem kolektif maddede görenler böyle düşünmektedir. Gurvitch ve Eug. Dupreel çokçu (p 1 u r a 1 i s t e) sosyoloji yapmaktadırlar.
Çokevlilik (polygamie): Çokkocalılık ve çokkarıhlığı içine almak üzere iki kişiden fazlasının aynı zamanda evlenmeleri üzerine kurulmuş bir birleşme kurumudur.
Çokkocalılık (polyandrie): Bîr kadının aynı zamanda birçok erkeğin karısı olduğu bir birleşme şeklidir. Bababuyruğunun aksine olarak Anabuyruğu (m atr i arca t), anasoyluluğu ve ananın bulunduğu yere yerleşme kurumlan ile çoğu kere birleşir. Bunun özel bir şekli de birkaç erkek kardeşin aynı zamanda bir kadının kocası olmasıdır. Bu aile şekline îslâmdan önce Araplarda ve bugün Hint denizi adaları ve Afrikanın bazı toplumunda rastlanmaktadır.
Çokkanlıiık (polygynie): Bir erkeğin birçok kadınla aynı zamanda evlenebilmesinden ibaret matrimonyal birleşme şeklidir. Çokkanlıiık» çoğu kere, Atabuyruğu (patriarcat) ile birleşir. Aynı zamanda ba-basoyluluğunu, babanın yanında yerleşmeyi gerektirir. Çokkanlıh-ğm özel bir şekli bir erkeğin birbirlerinin kardeşleri olan birkaç kız-' la evlenmesi halidir (polygynie 'sorora 1 e). Roma’da, İsrail’de, İslâm memleketlerinde bu şekil görülüyor.
Çokparçalı (polysegrnentaire): Şehir bünyesinin evriminde, henüz fonksiyonları ayrılmamış ve bir çekirdek (burg, tapınak veya pazar) dolayında birçok kasabaların bir çekim merkezine bağlanır gibi toplanmasından doğmuş olan şekildir. Çokparçah şehirlerde her parçanın ayn bir hayatı vardır: Ortaçağ şehirlerinin çoğu böyledir.
Çoktabirtanrıcıhk (h e n o t h e i s m e): Çoktanncılığın daha ilerlemiş şekli olup tanrılar ailesinde baba, ana, çocuk tanrılar arasında birlik kuvvetlenmiş ve birçok tanrılar Bir ve büyük tanrının görünüşleri gibi görülmeğe başlamıştır. Bu din şeklinin örneklerini Hıristiyanlıkta, Hint dininde buluyoruz: Brahm’ yaratıcı olarak Brahma, yaşatıcı olarak Vişnu’ öldürücü olarak Siva şeklinde görünür.
Çoktanrıcıhk (polyt h e i s m e): İlkel dinlerin evriminden doğmuş ve kutsallığın tabiat-üstü kuvvetler halinde görülmesinden, kabile tanrılarının birleşmesinden çıkmış olan din şeklidir. Çoktanrıcıhk Site bünyesinin doğuşu ile paraleldir. Çoktanncılığın evriminde başlıca vasıflar: 1) Tanrıların insana benzetilmeye başlaması, 2) Tanrılar arasında atabuyruklu aile gibi bir akrabalık ilişiğinin kurulmasıdır. Bunun tipik örneklerine İlkçağda Mezopotamya, Mısır, Yunan, Roma dinlerinde, bugün Hint dininde rastlarız.
Çoluk çocuk: Halk dilinde kullanılan bir aile terimidir. “Çoluk çocuk” sahibi olmak evlenmek ve nesil yetiştirmek demektir. Tek başına “çoluk” eş, kaçı anlamına gelse gerektir, fakat daima iki kelime birlikte kullanılır.
Çökme (dedin): Osm. inhitat. Toplumlarda bir gelişme çağının arkasından geldiği kabul edilen alçalış ve çözülüş hali. Çökme başlıca imparatorluk şeklindeki devletlerde görülür. îbn Haldûn bunu bütün toplumların tâbi olduğu genel kanun sayıyor. Marx, her sosyal evrimin sonunda üretim araçlarındaki değişme ile eski toplum arasındaki intibakın kaybolması üzerine birinci şeklin çökerek devrimle yerini üstün bir toplum şeklinin aldığını iddia ediyor. Fakat toplumlar arasındaki mücadelede yenilerek gerileyen, çöken ve çok aşağı bir seviyeye düşen toplumlar da bulunduğu için çökmenin bir son olması da mümkündür. Bk. Alçalış. (Decadence).
Çöküntü (d e p r e s s i o n): Toplumun gelişme devreleri olduğu gibi, kültür bütünlüğünü kaybetme, iktisatça çökme devreleri de vardır, îbn Haldun gibi eski, Spengler gibi yeni bazı tarih filozofları her gelişmeden sonraki çöküntüyü bir toplum kanunu saymaktadırlar. Fakat, dünya uygarlığının teknik, bilgi araçları ve üretim aletleri bakımından gelişmesine katılabilen toplumlarda, bu güc devam ettikçe çöküntü olmaz. Büyük pazar ve değişim yolları dışında kalan ve bu gelişmeye katılmayan toplumlarda çöküntü ister istemez başlar. Çömez (e t udi ant de theologie): Eski medrese teşkilâtında öğrenime başlayan genç. Çömez öğrenimde ilerledikçe “softa” (sûh-te: pişmiş), bütün sınavlarını bitirdiği zaman “molla” olur. Çömez zanatlardaki “çırak” karşılığıdır.
Çöpçatan: îki kişinin evlenmesinde aracılık eden, oğlan tarafına kızı veya kız tarafına oğlanı bulan kimse.
Çöplük: Çöpçülerin bulunmadığı yerlerde çöplerin biriktiği yer. “Çöplük” 1er eskicilerin unutulmuş eşya aradıkları ve hayvanların yiyecek için eşeledikleri yerler olduğu için sağlık şartlarına çok aykırıdır. Üzerleri örtülünce “küllük” adını alır.
Çözülme (a 1 i e n a t i o n): Başçözülmesi ile aynı anlamda. Marazı psikolojide ruhî bütünlüğün çözülmesi, Marx’cı görüşte iş bölümü yüzünden, bir iş parçasında uzmanlaşma sonucu olarak kişiliğin çözülmesi anlamına gelir.
D
Dağ köyleri: Anadolu’da köylerin büyük bir kısmı dağda veya dağ yamaçlarında kurulmuştur ki, bunların büyük yollarla ve şehirle ilişiği çok az olduğu için gelişmeleri gecikir. Çoğu kere en fakir köylerdir. (Behice Boran, Dağ köyleri).
Dağılış (repartition des produits): Ürünlerin dağılışı, nüfusun dağılışı.
Dağılma ve toplanma ritmi: İlkellerde mevsimlere tabi olarak zümreler yazın dağılır, kışın toplanır. Bu hal en bariz olarak Eskimo’larda görülür. Yaz toplum hayatının gevşeme zamanıdır. Kış toplanma zamanı olduğu için ayinler, merasimler, folklor şeklindeki toplum ilgileri kuvvetlenir. (Hubert et Mauss, M e 1 an g e s d’Histoire des Religions, 1912, Felix Alcan).
Dağılmış yerlöşme (dissemination): Bir toprak bölgesine teknik bakımından farklı, fakat birbirleriyle aynı cinsten ve iktisatça özelleşmiş nüfusun yerleşmesi. Böyle zümreler aralarında birlikte yaşama (symbiose) münasebetlerine girerler.
Dağınık zümreler (g r o u p e s d i s p e r s e s): Geniş bir alanda bir merkeze doğru yoğunlaşacak yerde etrafa yayılmış olan zümrelerdir. Şehirleşmenin başlamadığı küçük köy tipleri dağınık zümreler-; dir. İlkellerden bir kısmı (Eskimolar) mevsimlere göre yazın dağınık, kışın yoğunlu zümreler halinde yaşarlar.
Dağlama (tatouage): İlkel kavimlerde dinî inançlara bağlı olarak vücudun birçok yerlerine ve yüze damga suretiyle bazı totem resimlerinin kazdırılması. Her klan ferdi Giriş ayininden sonra kendi totemlerinin resmini kazdırır. Bu âdet kalıntı (survivance) halinde Batı kavimlerinin denizcilerinde de devam etmektedir.
Dağılım (repartition): Demografi terimi: Meslek dağılımı gibi. Dağıtım (d i s t r i b u t i o n) :Dağıtım kooperatifi. Bk. kooperatif. Dalkavukluk (h y p o e r i s i c, t artuf f e r ie): Bu Fransızca kelimeler “dalkavukluk” u tam olarak karşılamaz. Toplumlarda aşağıdan yukarıya doğru aşırı saygı gösterileri şeklinde meydana çıkar ki, amacı sahte olarak yapılan bu hareketlerle üstün statüde bulunan kimseleri kandırarak lâyık olmadığı dereceleri kazanmaktır. Toplum mertebeleri arasında aşağıdan yukarıya doğru saygı tabiî bir hal olmakla beraber, bunu sahte saygı olan dalkavukluktan ayırmak çok güç olduğu için, bu hal mertebeli toplum hayatında çok bozucu bir rol oynar ve liyatsizlerin yükselmesine sebep olur.
Dalkılıçlık: Akmcılık gibi Osmanlı devrinin istilâlarında büyük rolü olan bir kuvvettir. Avrupa’da şövalyelerin ve Haçlı seferlerinde bir kısım kuvvetlerin gördüğü rol de buna benzer.
Danıştay (Conseil d'Et at): Eski terimle “Şurayı Devlet”, şimdi paralel olarak “Devlet Şurası” da kullanılmaktadır. Danıştay ve İdare mahkemeleri İdarî yargılanmanın (juridietion) başlıca organlarıdır. İdare mahkemesi ilk baş vurulacak yerdir. Danıştay hem danışma yeri hem temyiz yeridir. Bizde bu kurum bu iki görevi birleştirmektedir.
Dans (dan s e): Hemen bütün toplumlarda ayin, merasim şeklinde kurallı ve eğlence şeklinde kuralsız veya yarı kurallı olarak rol oynamakta olan en yaygın toplum olayı. İlkellerdeki birçok ayinler dinî danslar halini alır. Çağdaş ileri toplumlarda dans tamamen laikleşmiş olmakla beraber toplumda rolü azalmamıştır. Halk oyunlarından Batının balo ve düğün danslarına kadar çok çeşitli şekilleri vardır.
Dar gelirlilik (reveııu restreint): İktisadî güçlüklerin arttığı zaman önem kazanan bir terimdir.
Davul: Eski türk ordularında askeri coşturmak için kullanılan esaslı muzika aleti. Halk oyunlarında, düğünlerde, ramazan günlerinde, asker çağırmada davulun rolü büyüktür. Moğol ordusunun davulları çok heybetli idi.
Danvincilik (d a r w i n i s m e): Ch. Darvvin’in canlı nevilerin doğuşunu açıklamak için ortaya koyduğu hayat savaşı ve tabiî seçkinleşme teorisi sosyolojide de bazı yazarlarca uygulanmıştır. Meselâ Gump-loviez’e göre toplumlann gelişmesi ancak ırklar ve zümreler arasındaki çatışmalar ve seçkinleşmelerle açıklanabilir. Aynı fikir sınıfların çatışması halinde Marx’cı teoriye de etki yapmıştır.
Davranış, toplum davranışı (social behavior): Topluma ait olayların fertlerarası veya zümrelerarası davranışlar (comporte-m e n t) ile açıklanmasına çalışan görüştür. Psikolojide behaviorism denen okul sosyolojide de taraflılar bulmuş ve Kurt Lewin gibi tanınmış bilginlerce kullanılmıştır. Davranışçılığın temeli, her toplum olayının fizikî ve İnsanî çevre ile zümreyi teşkil eden unsurlar arasındaki karşılıklı etkiler sırasında meydana gelen cevaplar halinde incelenmesinden ibarettir.
Davul-zurna: Türklerde davul bağımsızlık alâmeti: buna bir de bayrak katmalıdır. Davul ve zurna düğünde, genel olarak bütün törenlerde Türk Folklor’unun esaslı aletleridir.
Dayak (b a s t o n n a d e): Veya “kötek” ilkellerden beri birçok kavim-lerin eğitim sistemlerinde yeri olan ve çocuklara uygulanan düzeltme yolu. Durkheim “E d u e a t i o n morale” adlı kitabında ilkellerin ailede çocuklarını şimarttıklarını, dayağın oldukça gelişmiş ‘ toplumlarda disiplin arttıkça meydana çıktığını, İngiliz eğitim sis-teminde “meydan dayağı” nm bazı yerlerde devam ettiğini söylüyor. Dayanışma (solidarite): Toplum dayanışması bir topluluğun (ag r e g a t) içten birbirine bağlı olarak devamı demektir. Bu kelime toplum bağlılığı (c o h e s i o n) nm eşanlamıdır. Dayanışma topluluğun bütünleşme derecesine göre değişir. Birlik ruhu (esprit de c o r p s) nu, içten işbirliğini, topluluğu meydana getirenler arasındaki çatışmaların önceden görülmesi ve çözülmesi imkânını ve dışa karşı savunma tarzlarının tesirliliğini toplum dayanışmasının işaretleri gibi görebiliriz. Durkheim farklılaşmamış toplumlardaki unusur-ların birbirine benzeyen ve şuurlar arasında hemen mutlak consen-sus vasıflarına dayanarak, buna “Mekanik dayanışma” diyor. Nitekim, farklılığın doğması ve bundan dolayı farklı organların birbirini tamamlamak üzere karşılıklı bağlılık ve iş bölümü esaslarına göre gelişmiş toplumlarda “Organik dayanışma” nm olduğunu söylüyor. Durkheim bu fikrini canlı varlıkların evrimindeki farklılaşma esasından çıkarmaktadır.
Dayanışmacılık (solidarisme): Leon Bourgeois tarafından ileri sürülen ve toplum problemini kooperatiflere ve dayanışmalı İktisadî kuruluşlara göre çözmek mümkün olduğunu savunan görüştür.
Dedikodu (commerage): Kamu sanısı ve toplum sanısının ilkel şeklidir. Örf ve âdetlere, geleneğe aykırı hareketlerin tenkidi, bu türlü davranışlara karşı konulması “dedikodu” ile başlar. Fakat dedikodu köyler, kasabalar, hatta şehirlerde serveti, güzelliği veya başka başarısı ile sivrilmiş olanlara karşı çevrilen evlerarası bir fısıltı halinde başladığı için daima onda rekabet ve kıskançlık duygulan rol oynar. Dedikodu fısıltı derecesinden yukarı çıkarak açık tenkit ve hücum halini aldığı zaman, mahiyeti değişir ve dedikodu olmaktan çıkar. Fısıltı halinde kaldığı zaman dahi itibardan düşürme, şerefini kırma, iftira, hatta toplum statüsünü bozma gibi yıkıcı rolleri olabilir.
Değer (v a 1 e u r): Her toplumda onun sahip veya bağlı olduğu kültürü meydana getiren inançlar, fikirler ve normlar sistemi vardır. Bunlardan her biri bir değerdir: Teknik, sanat, bilgi, ahlâk, din, hukuk, dil, iktisat değerleri gibi. Durkheim toplumun temeli olan kolektif tasavvura değer hükümleri sistemi diye tanımlıyor.
Değerbilgisi (axiologie): Değerlerin doğuşu ve değerlendirmenin ruhî ve sosyal şartlarını araştıran bu bilgi bir yandan psikolojiye, / öte yandan sosyolojiye bağlıdır. Fakat, iki ilim arasında bir sınır
i ihni olarak doğan değerbilgisinden başka axiologie’yi felsefenin
bir dalı gibi ele alanlar da vardır.
Değerdüşmesi (inflation): Piyasaya karşılıksız fazla kâğıt para sürülmesi yüzünden eşya değerinin düşmesinden ibaret İktisadî bunalım halidir. Tipik örneği Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’da görülmüş, bu yüzden Konzem ve Kartel’ler iflâs etmiştir.
Değerlibulma (a p p r e c i a t i o n): Bir hareket veya eşyayı kurulmuş bir değerler skalasma göre belirli bir yere koymak demektir. Değer-verme önceden değerlendirmenin bulunmasına bağlıdır.
Değerlendirme (valorisation): Her toplum bir değerler sistemidir. Onun içinde yapılan işler ve meydana gelen şeyler bu değer sistemine göre ölçülür. Bu suretle işler ve şeyler her toplumun kendi değer ölçüsüne göre mertebelendirilmiş, bîr kısmı beğenilmiş, bir kısmı beğenilmemiş ve kötü görülmüş olur. Toplumun bu ölçüleme gücü “değerlendirme” dir.
Değer hükmü (jugement de valeur): Dinîden İktisadîye kadar bütün toplum değerlerinde belirli bir toplum içinde yaşayanların bu değerlerle ilgili verdikleri hükümlerdir. Bir satış malının fiatı, bir mahkeme hükmü, örf ve âdete göre bir kimse hakkında kendi köy veya kasabasının verdiği ahlâk hükmü, güzellik veya kutsallık hakkında verilen hükümler değer hükümleridir. Durkheim’a göre değer hükümleri kolektif tasavvurdan doğarlar ve topluma aittirler. On» lann karşılığı objektif olan ve toplum tarafından verilmeyen, toplumdan topluma göre değişmeyen gerçek hükümleri (jugements de realite) dir. Bu sosyoloğa göre sosyolojinin görevi değer hükümlerini gerçek hükmü ile incelemektir.
Değişim (e c h a n g e): İktisadî olaylardan biri olan değişim üretilen malların başka mallar veya para karşılığı değiştirilmesinden ibarettir. Değişim olayının iktisatta temel olduğunu ilk defa Adam Smith gösterdi, ve değişim olaylarının bağlı bulunduğu sabit münasebeti “sürüm ve istek” (arz ve talep) kanunu ile ifade etti. Simiand değişim olaylarının soyut İktisadî insana (h o m o oeconomicus) göre değil, bu olayların içinde bulunduğu toplumun bütün sosyal değerlerine, yani kolektif tasavvurlara göre değiştiğini gösterdi. Bu anlamda değişim İktisadî sosyolojinin konusunu teşkil eder.
Değişme, toplum değişmesi (social change): Bir kültürün davranış modellerinde veya tiplerinde meydana gelen başkalaşma (alte-ration) dır. Kültür değişmesi dışsebepten (endogene) veya içse-bepten (exogene), bir kısma veya bütüne ait olabilir. İçsebepten doğan değişmelerin kökü onların doğduğu kültürün içindedir. Dışse-bepli değişmeler ise yabancı kültürlerden gelen kültür-alma veya yayılma (d i f f u s i o n) neticesinde meydana gelirler. Eğer yeni un-, sur kültürün bütünlüğünü bozmazsa, değişme kısmî’dir. Bütün halindeki değişmelerde, kültür geleneğindeki unsurlar toptan sarsılarak sonunda birlik kaybolur. Böyle bir durumda yabancı kültür hâkim, olur ve yerli kültür onun hükmü altına girer, yahut onun tarafından yutulur. Eskiden bazı izler kalsa bile ancak “kalıntı” halinde yaşarlar. îlkel toplumlar kültürleri çok gelişmiş olan toplumlarla temasa geldikleri zaman bütün halinde değişmelere çok rastlanır. — Bir de' nüfus değişmeleri vardır. Terim bu anlamda iki şekilde kullanılır: 1) Belirli bir zamanda bir nüfusu teşkil eden fertlerin azalıp çoğalması; artma veya eksilme, dışa veya içeriye göçler değişmenin sebepleri olabilir. 2) Herhangi bir nüfusun terkibindeki değişiklik. Bu başkalaşmalar yaşlara, cinslere, mesleklere, milliyete, ırklara, ve toplum sınıflarına göre nüfus piramidinde yer alırlar.
Delikanlılık (adolescence): (Erginlik) Ömrün yetişmek ve toplum hayatına aktif olarak girmek için hazırlanma çağıdır. Meslek hayatına ait bütün hazırlıklar bu sırada yapılır. Bunun için bu yaş pedagoji ve psikolojiyi olduğu kadar sosyolojiyi de ilgilendirir. îlke! toplumlarda genç adayı toplumun dinî hayatına sokmak için çok ağır egzersizler bu sırada yapılır ve bunlar uzun süreli Giriş ayinleri adım alır. Eğitim sosyolojisinin esaslı görevi bu devrede toplum değerlerinin yeni kuşaklara nasıl kazandırıldığını göstermektir.
Dem (deme): İçten evlenen yerli cemaatlere verilen özel ad (etnoloji) dır ki, üyeleri akrabadırlar ve tek soylu kandaş zümrelere bölünmemiştirler.
Demagoji (d e m a g o g i e): Aristo Politik adlı kitabında bunu demokrasinin bozuk şekli olarak gösteriyor. Halkın heyecanını harekete getirirsek ve yığın psikolojisinin açıkladığı taşkınlık hallerini doğurmak suretiyle iktidarı ele geçirmekten ibaret siyasî bir tavır.
Demir perde (rideau de fer) İkinci Dünya Savaşından sonra dünyanın daha kesin olarak demokratik ve sosyalist diye ikiye ayrıldığını ifade eden ve sembolik olarak “utanç duvarı” diye Berlin ortasından geçmekle beraber bütün Sovyet-uydusu memleketlerin hududunu çizen perde.
Demografi (demographie): Nüfusbilgisi. Temel fikirleri Malthus tarafından kurulmuş olan nufus hareketlerine dair bilgi. Statistiklere dayanır, grafiklerle değişmeleri gösterilir. Sosyolojinin esaslı yardımcı ilmilerindendir. Temelini nüfus sayımları teşkil eder. Demografi nüfus tahavvüllerini cinse, yaşa, medenî hale, mesleğe göre dağılışları halinde inceler. Doğumların, evlenmelerin ve ölümlerin nisbeti, suçluluk artış ve eksilişleri, iç ve dış göçleri de onun tetkik kounusuna girer. Bütün bu olayları mekân ve zaman şartlarına göre tahlil eder. Demografi toplum Ekolojisinin yardımcısıdır.
Demokrasi (d e m o c r a t i e): Siyasî kontrolün halk tarafından yapıldığı toplum organlaşmasıdır ki, iktidarını belirli bir devre için seçilen kendi temsilcilerine bırakır. Bu tarif tam gerçekten ziyade ideal bir norma karşılıktır. Batı kültürünün bazı toplumlannda görülen duruma daha ziyade “demokratlaşma” denebilir. Demokratlaşma seçim hakkı olan yurddaşlann sayısını azaltma tehlikesi gösteren engelleri ortadan kaldırmak, seçim deyince anlaşılan şeydeki farkları, fikir hürlüğü ve yöneticilerin tayini hürlüğünü sağlamaktan ibaret bir iktidar dağıtımını elde etme gayretleridir. Doğuştan, ırktan, belirli bir meslekten, İktisadî durumdan ve dinî inançtan ileri gelen bütün imtiyazlara bugün demokrasi ile uzlaşmaz engeller gibi bakılmaktadır. Demokratlaşmanın başlıca hedeflerinden biri, kuvveti kapitalist zümrelerin teşkilâtına mahsus münasebetlere dayanan siyasî zümreleri ortadan kaldırmak veya dengeleştirmektir. Bugün, Halk demokrasisi, klasik demokrasi şekilleri ayrılmaktadır.
Denomizm (d e m o n i s m e): İlkçağda “D e m o n” 1ar denen tabiatüstü zararlı veya faydalı gücü olan varlıklara inanmadan ibaret görüş. Demon, “şeytan” ve “cin” lerden farklıdır. Sokrat’a ilham veren bir Demon’u olduğu söylenirdi.
Deney (exp e r iment a t ion): Sosyoloji, aslında, gözlem ilmidir. Fakat Greemvood’un gösterdiği gibi özel şartlarda deney de yapar bilir (Greenwood, Experimental sociology, King’s Krow Press, 1949).
Denge (equilibre social): Bir toplumda sınıflararası .gerginliklere, kültür değişmelerine ve çeşitli geçiş hallerine rağmen, belirli bir zaman süresince toplumda bu gergin kuvvetler arasında bir con-census kurulur. Proudhon’a göre toplumda zıt kuvvetler arasındaki denge toplumun devamını sağlar. Marx, Proudhon’un bu fikrini “Felsefenin Sefaleti” adlı kitabında tenkit etti. Ona göre toplum dengesi geçici bir haldir, asıl olan sınıflararası gerginlik ve bundan doğan sosyal devrimdir.
Derebeylik (feodalite): İktidarın mertebeli olarak üstüste konmuş “s u z e r a i n” 1er elinde bulunduğu siyasî organlaşmadır ki, onlara “vassal” ların alt mertebe ile bağlı bulunduğunu katmalıdır. Feodal rejimin işlemesi “suzerain” lerle “vassal” 1er arasında karşılıklı münasebet üzerine dayanır. Vassal’ler kendi suzerain’lerine belirli hizmetler ve vergilerle bağlıdırlar, buna karşılık onlar tarafından korunurlar. Feodal rejimler, merkezî iktidarı zayıf olan tabakalı top-lumlarda gelişebilir. Batı toplumlarmda olduğu gibi Uzak Doğu’da, Çin’de de feodal toplumlar vardır. Türk idaresindeki devletlerde feodal rejim oldukça farklı bir manzara gösterir: 1) İlhanlık sisteminde toprak asilliğini temsil eden Tarhanlıklar vardır. Ortaçağda İslâmî Türk devletlerinde büyük feodal olan merkezî iktidar kuvvetlenmiş, bölge feodallerini ortadan kaldırmaya başlamıştır. Onun yerine “zaamet” denen başka bir rejim doğmuştur. Toprağın kontrol hakkı (rakabe) devlete aittir. Kullanma hakkı (tasarruf) yine mertebeli olan “has”, “zaamet”, “timar” sahiplerindedir. Fakat bunlar suze-rain’lerden farklı olarak yönelttikleri topraklar üzerinde Sultanın memurları gibi bulunurlar. Orduya “sipahi” ve “eşkinci” denen askerleri ile katılırlar. Yönetimde başarısız oldukları zaman devlet, bu toprağı ellerinden alarak başka “zaim” ve “tımarlı” lara verir. 2) Batı feodallerinde toprak köleliği olduğu halde Türk devletlerinde köylü “sahibi-arz” dır ve tımarlı ile köylü arasında anlaşmazlık olduğu zaman, işe Kadı bakar ve bazen davayı köylü lehine bitirebilir. 3) Bununla birlikte Türk idaresinde de ayrıca “malikâne” sistemi denen ve Batı feodalliğine benzer bir tarzda yöneltilen yerler vardır: Doğu .Anadolu’da, Suriye ve Mısır’da olduğu gibi.
Derece düşmesi (d e g r a d a t i o n): Bir toplumda bir kimsenin statü bakımından aşağı inmesi ve toplum rolünü kaybetmesidir. Derece düşmesi toplum içinde bazı zümrelerde de olabilir: Bir bölgenin ülkede veya bir mahallenin şehir içinde derecesinin düşmesi gibi.
Derecelenme (graduation s o c i a 1 e): Kökü toplum tabakalaşmasında olup çeşitli tabakaların karşılıklı değerlendirilmesini gerektiren süreçtir. Bundan dolayı “toplum skalası” nda üstün ve aşağı herhangi bir statünün karşılıklı olarak verildiği görülür.
Dergi (revüe): Haftalık, aylık veya yıllık düzenli aralıkla çıkan bir fikir yayını.
Derbent (d e t r o i t) Geçit tutmak. OsmanlIlarda esaslı bir askerî korunma görevidir.
Derinliğine tabakalar (paliers en profondeur): Gurvitch’in sosyolojisinde toplum kuruluşunun çok şekilli açıklanmasına esas olan fikir. Gurvitch’e göre toplum Marx’çılann dediği gibi yalnız toplum sınıflan halinde değil, toplumda rol oynayan türlü dereceden faktörler ve olayların görünüşleri bakımından tabakalara ayrılırlar. Bunların en önemlileri kaba mikyasta görülen toplum, asbtre bünyeler ve en altta mikrososyolojinin konusunu teşkil eden ve doğuşlarında hürlüğün belirli bir ölçüde payı olan küçük zümrelerdir.
Dernek (association): Bk. Birlik.1 Ancak “Birlik” birçok Derneklerin birleşmesi anlamında kullanılıyor.
2) İlim veya hayır işleri için kurulmuş sözleşmeli birlik. Dernekler özel tüzüklere göre kurulur, ve kuranların kararlan ile dağılabilirler: Öğretmenler Derneği gibi.
Deontoloji (deontologie): Ödev bilgisi: Bentham’m yarattığı terimdir : (Deontlogy or the Science of morality) Tıptaki anlamından farklı olarak kelime toplum ödevleri ilmini gösterir.
Despotluk (de s p o t i s m e): Bazı antropologlar tarafından, az fark-laşmış veya arkaik bir kısım toplumlardaki siyasî organlaşmayı göstermek için kullanılan bir terimdir. Bu şekilde bir veya birkaç zorbadan ibaret bir zümre (mütegallibe) kendi memurları ile halkı idare eder, (istibdat, müstebit).
Destan (e p o p e e): Çoğunda mitolojilere dayanan, bazen tarihten çıkarılmış ve efsaneleştirilmiş olup bütün bir toplumun kahramanlık duygularını ifade eden edebiyat türü. Destan halk ağzında dağınık olarak yaşar, yahut bir ozan (chantre) tarafından toplanmış olabilir: birincisine örnek olarak Dede Korkut hikâyeleri, İkincisine îlyada ve Şehname verilebilir. Destandar: 1) payen, 2) evrensel dine ait diye de ayrılabilir. Yukardaki örnekler payen Destanlardır. Haçh seferlerinin
doğurduğu dinî heyecana ait Battal Gazi, Kurtulmuş Kudüs gibi olan» lar dinî destanlardır. Evrensel din devrinden sonra da bir kısım payen destanlar canlandınhnıştır: Alınanlarda Niebelungen, Skandinavyada Eddas, Finlandiyada Kalevala, Skoçlarda Ossian gibi. Hiç bir mitoloji ve efsaneye dayanmayan, tek bir şairin hayalinden çıkmış yapma destanlar da vardır: Voltaire’in Henriade, Longfellow’un Evangeline destanları gibi.
Devir (p e r i o d e): Büyük tarihî değişmeye bağlı olarak kültür, zihniyet ve bütün toplum kuramlarındaki esaslı değişmelere göre birbirinden ayrılan çağlara verilen isimdir. Tarihin İlk, Orta ve Yeni çağlar halinde devirlere ayrılması bütün insan toplundan için aynı derecede geçerliği olan bölümler değildir. Bir medeniyet çevresi için Ortaçağ bittiği sırada, kullanılan medeniyet ve zihniyet kriterine göre, başka bir medeniyet çevresinde başlamaktadır. Bunun için sosyolojik bakımdan tarihin bütün insanlıkta paralel devirlere ay-nlması birçok yanlış hükümlerin verilmesine sebep olur.
Devlet (E t a t): Bir kavmin siyasî organlaşmasını içte ve dışta korumaya mahsus, bu görev için gerekli araçları olan toplum kurumudur. Devletin başlıca karakterlerinden biri kendi üyeleri üzerinde yahut, başka toplumlarla münasebetlerinde cebirli bir kontrol yapmasıdır-Bu kelime bazen yalnız bir kurumu değil, aynı zamanda siyasî organlaşmasını yapmış olan bir kavmi ifade için de kullanılır. Bu anlamda Devlet, Millet’in eşanlamıdır. Fakat Devlet Hükümet ile karıştırılmamalıdır. Hükümet, Devlete ait olan iktidarı “icra” eden bir zümredir. Devlet kavramı daha geniştir ve kişiliği olmayan unsurları içine alır: fikirler, doktrinler, gelenekler, kütükler (Mecelle) ve başka siyasî aletler gibi.
Devletleştirme (nationalisation): Özel teşebbüsleri, özel mülkiyeti derece derece devlet kontrolü altına almak, hatta devlete mal etmeden ibarettir. Hekimlik, hukuk işleri, müteahhitlik gibi özel ka-- zanç konusu olduğu halde kamu hizmetleri arasında bulunan işlerin devletleştirilmesi bu görüşün başlıca amaçlarındandır. Genel olarak Devletçilik sistemi içinde bulunur.
Devletçilik (e t.a t i s m e): Devletin siyasî etkisinin son derecede genişleyerek bütün eğitim, sağlık, fikir işleri gibi İktisadî teşebbüslerin de Devlet elinde toplanması ilkesini kabul eden görüştür. Fertleri gelişmemiş ve iktisatça geri kalmış toplumlar bu gelişmeyi sağlamak için devletçilik sistemine baş vurmaktadırlar. Onun daha ileri bir şekli Devlet sosyalizmi (socialisme d’Etat) dır.
Devlet Bütçesi (Budge t de 1 ’ E t a t): Devlet bütçesi veya maE kanun bir yıllık bir öngörü ve sarf salâhiyetidir, ve Parlamentodan geçer. Bütçelerin kontrolü uzman kimseler tarafından yapılır (masraf kontrolörleri, maliye müfettişleri). Bu kontrol malî kanunlara, ticaret ve idare hukuku kanunlarına göre yapılır.
Devlet kapısı: Bürokrasi teşkilâtının sembolik ifadesi. Çoğu pejoratif olarak kullanılır; “Devlet kapısına düşmek” gibi.
Devran (t ou rnoimen t des derviches): Tarikatların ayinlerine ait terim. Her birinde ayrı şekiller alır.
Devre (c y e 1 e): Düzenli fasılalarla tekrar edilen kolektif olayların meydana çıkma tarzına verilen isimdir. Gece - gündüz, mevsimler gibi tabiî şartlara bağlı olarak meydana gelen devreler vardır: Ekim-biçim, meyva toplama, v.b. gibi. Bazı dinî ayinlerin devreliliği de bu tabiî şartlara bağlıdır: Hasat ayinleri gibi. Buna cinsî hayata ait devreleri katmalıdır (Malinowski, La vie sexuelle eh e z les Melanesiens, Payot).
Devreli toplanma (reunion p â r i o d i q u e): Kabilelerin ortak bir tapmak, kutsal bir yer veya aynı zamanda bir pazar yeri etrafında belirli ve düzenli zamanlarda toplanması hali. Bu toplanmalar sıklaşır ve kabileler bazen iğreti, bazen devamlı olarak bu toplanma yerinde yerleşirler. Birinci durum sitenin kurulmaya başladığını, ikinci durum asıl sitenin doğduğunu gösterir, ilkçağ sitelerinin çoğunda bu merkezleşmeyi hazırlayan ritmli toplanmalar fark edilir. Mekke’de Kâbe’ye kabileler putlarını bırakırlardı. Sûk-i Akkaz aynı zamanda bu kabilelerin ortak pazar yeri idi. Bu gün de Afrika ve Asya’da kabilelerin devreli toplanmalarını görüyoruz. Sitenin tam kuruluşu göçebelikten çıkışın başlangıcıdır.
Devrim (Revolution): Toplumun bünyesinde meydana gelen öyle bir değişikliktir ki, yalnız yöneltici zümre iktidarı kaybetmekle kalmayarak, toplum tabakaları bütünlüklerini kaybeder ve toplum yöni bir bütünleşme kazanır. Devrim, bundan dolayı ihtilâl (râvolte) ve ayaklanma (insurreetion) dan çok farklıdır; her devrim toplum içindeki bir evrimin (evolution) sonunda meydana çıkar. Devrim o halde toplumun yeni bir bünyeleşmesidir. O aynı zamanda kültürün esasi: değerlerinin kökten değişmesini gerektirir. Devrimin meydana geldiği, yani toplumun geçiş halinde bulunduğu devre (p e r i o d e) daima birdenbire doğan ve çoğu kere şiddetli çatışmalar doğuran bir sürü değişmelerle doludur. Eski terimle “inkılâp” bir devrenin tamamlanıp yeni bir devrenin başlaması demektir.
Devşirme: Osmanh İmparatorluğunda “hassa ordusu” nu kurmak üze re özel olarak yetiştirilen bir zümreye mahsus terimdir. Böyle olmakla birlikte, hemen bütün ümmet ruhuna bağlı imparatorluklarda aynı kuruma rastlandığı için bunu bir sosyoloji terimi diye kullanabiliriz. Devşirmeler Müslüman olmayan tabanın çocuklarından alınarak yetiştirilirler ve bunlardan OsmanlIların “Yeniçeri” dedikleri Hassa ordusu meydana gelir.
Dharma: Hintlilerin görüşünde bu kelime yalnız evren düzenini (o rd r e c o s m i q u e) değil, aynı zamanda toplum organlaşmasını da yönelten ve her ferde, her zümreye önceden kurulmuş ve sarsılmaz bir statü veren, bundan dolayı da rekabet ilkesini büsbütün kaldıran evrensel bir kanunu gösterir. Hint toplumunun kastlar sistemi “Dharma” kavramına sıkıca bağlıdır.
Dignitas (şeref): Romalı sitelilerin, başlıca Senato ve patricien’lerin dayandığı temel erdem (virt us) dir. Fakat sitelerde tabakalaşma tamamlanınca bunun benzeri şeref yerleri kurulur. Bundan dolayı onu sitelere vergi bir terim sayabiliriz.
Diktatörlük (dictature): Parlemento seçimine dayanan demokratik bir rejimde toplum sınıfları arasındaki dengenin kaybolarak sınıflardan birinin ötekiler üzerinde baskılı bir yönetim kurmasından doğan rejime diktatörlük denir. Bu tanıma göre sınıflar dengesi bozulduğu zaman hangi toplum sınıfı iktidarı ele geçirmiş ise ona göre ayrı bir diktatörlük doğar. Burjuva sınıfının mutlak gücüne dayanan dikta rejimine Zenginler egemenliği (ploutocratie), orta sınıfların organlaşmasından doğmuş olan dikta rejimine Faşistlik (f a-c h i ş m e), işçi sınıfının kurduğu dikta rejimine proletarya diktatörlüğü, Soviet’lerdeki özel adı ile bolşeviklik denir.
Dil Sosyolojisi (Sociologie du lan gage): Toplumda zümreler ve fertler arası bildirmenin en esaslı aracı olan dil, birinci derecede bir toplum olayıdır. Hançereden çıkan seslerin konuşmadaki rolünün incelenmesi olarak phonetique, dilin kurallarının incelenmesi olarak linguistique ilminin konusunu teşkil etse de, beyin ve konuşma ilişiği dolayısiyle dil fizyolojisi, düşünce ile münasebet bakımından dil psikolojisinin konusunu meydana getirir. Fakat bir bildirme ve ulaştırma olayı, bir toplum kurumu olarak dilin incelenmesi dil sosyolojisine aittir. [Marcel Cohen, Pour une sociologie du langage.]
Dilenci tarikatı (ordre des mendiants): Ortaçağda Hıristiyan ve İslâm çevrelerinde dünyadan elini çekmiş ve fakirlik yolunu tutmuş bir kısım gezginci dervişlere halk yiyecek ve giyecek vererek onların duasını alırdı. Goygoycular bunların en tanınmış olanıdır. Bunlar açıkça dilenmeseler de duaları halkın yardmına sebep olduğu için fiilen dilenci tarikatı adını almışlardır. ;
Din sosyolojisi (S o c i o 1 o g i e r e 1 i g i e u s e): Dini ayrı bir kurum veya bütün kurum ve değerlerin kökü gibi ele alan sosyoloji dalı. Bu bakımlardan Durkheim, Mensching ve Joachim Wach’m din sosyolojisi anlayışları birbirinden çok farklıdır.
Dinî merkez (centre r e 1 i g i e u x): Klanları, kabileleri veya siteleri birleştiren sosyal merkezlerin en önemlilerinden biri. Sosyal bünyelerin daha üst dereceden bir sosyal bünye halini almasında başlıca üç faktör vardır: 1) İktisadî merkez, 2) siyasî merkez, 3) dinî merkez. Bazen bunlardan biri üstün rol oynar. Bazen her üçü birden bulunur. Ortaçağ burg’ları etrafında şehirler ve küçük devletlerin doğuşunda manastır (ab bay e), burg (şato) ve pazarın ortak rolleri vardır, ilkçağ sitelerinde Tapmağın (dinî merkez) daha üstün yeri olmuştur.
Direnme (re si s tene e): Kültürün dış etkilere ve değişmelere karşı aldığı davranış. B’akat toplumun sarsıntılara karşı tavrı müsbet anlamda “dayanıklılık” demektir.
Din (rel i g i o n): Bütün toplumlarda ortak olan ve ilkel toplamlarda sosyal hayatın tamamını kuşatan olaylar süreci ve toplum ku-rumudur. ilkel dinlerle etnoloji, genel olarak dinlerin evrimi ile Dinler tarihi uğraşmakta ise de Din sosyolojisi bu konuyu ayrıca ele alır, ilkin E. Durkheim “Din hayatının başlangıç şekilleri” adlı kitabında toplumda bütün kurumlanın ilk şekülerinin dinî hayattan doğduğunu gösterdi. Toplumun hacmi büyüdükçe, yoğunluğu arttıkça, değerler farkhlaşdıkça dinî değer öteki değerlerden ayrılmaya başlar. Din, toplumun ve civarındaki olayların kutsal ve kutsal-dışı (sacrî - prof ane) diye ayrılmasına dayanır. Kutsal - dışı olaylar dinle ilgisiz (areligieux) dirler. Fakat kutsala karşı gelen veya onu çiğneyen (sacrilege) olaylar dine karşı (an t i -religieux) dır. Din bir inançlar ve tapınmalar sistemi olduğuna göre böyle bir sistemin inkârını ifade eden davranışlara dinsiz (irreligieux) denir.
Dinamik (d y n a m i q ue): Asıl fiziğe ait olan bu terim Aug. Comte’-dan beri sosyolojide de kullanılmaktadır. Comte’a göre toplumun evrimine ait kanunlar dinamik kanunlardır. Fakat bir çok sosyologlar onu birbirinden oldukça farklı anlamlarda kullanmaktadırlar. Comte’da bu kelime statik’in zıttı bir anlama geliyor. Yakın zamanlarda K. Lewin onu psikoloji ve sosyolojide ortak kavram olarak kullandı. Malinovvski kültür değişmelerini açıklamak için ona özel bir anlam verdi. Bazen çok farklı yerlerde ve kötü kullanıldığı da görülüyor.
Dindevleti (theocratie): Siyasî iktidarın kutsal kitaptan çıkarılmış kanunlara dayanarak rahipler tarafından icra edildiği rejime verilen addır. Dinî kanunların dışında laik kanunları da kabul eden ve ayrı bir rahip sınıfı olmayan Osmanlı devleti gibi siyasî kuru-. luşlara tam anlamı ile “dindevleti” (teokrasi) denemez. (Papalık, eski Mısır, Şiy’î imamlığı, v.s. dindevletleridir).
Diretme (s a b o t a g e): İşçilerin gündeliği arttırmak için patrona karşı giriştikleri sessiz direnme halidir ki, işlerini bırakarak yerlerinde kalmalarından ibarettir. Tahta ayakkabıyı (s a b o t) yere vurmadan dolayı özel olarak kullanılmıştır.
Dirlik (disciplinc): Her toplumun kendi üyeleri arasındaki münasebetlerin devamlı bir denge halinde bulunmasını sağlayan kurallar bütünüdür. Disiplin daima üstün bir iktidardan ona tabi olanlara verilir. Toplumda sosyal baskı, türlü yaptırıcı güçleri ile bu disiplini sağlar: dinî hayatta “günah” ve “Allah korkusu”, hukukî hayatta “suç” ve “ceza korkusu”, âdetlerde “kusur” ve “ayıplanma korkusu”, v.b. toplum dirliğinin yaptırıcı güçleridir.
Disiplin kurulu (meclisi inzibat): Eski ve yeni okullarda, bu öğretim kuramlarının düzenli işleyişini sağlar. Eski kuramlarda rolü daha ağırdı. Faal okul ve kendini yöneltme (self government) şekli geliştikçe bu görevi öğrenciler de paylaşmaya başlamıştır. Bu yeni ' sistemde öğrenciler okul disiplini işlerine katılmakta ve aralarından kusurlu olanları kendileri cezalandırmaktadırlar.
Dışadönüş (extraversion): Psikanalize dayanan zamanımız psikolojisinde bu kelime kişiliğin kuruluşuna ait bir tarz olarak kullanılmaktadır ki, bunun karşıtı içedönüş (Introversion) dur. Dı-şadönük tipler çevrelerindeki olaylarla daima ilgili ve tepkileri kuvvetli oldukları halde, içedönük olan tipler içlerine kapanık ve ruhî süreçleri dıştan görülmez kimselerdir. Birinci tip toplum hayatına kolay uyabilen bir tip iken, İkincisinin uyma gücü oldukça zayıf, hatta görünüşte toplumlaşamaz gibi görünmektedir.
Dışgöçü (immigration): Bir memlekete dışardan gelen ve yerleşmek isteyen insanların doğurduğu nüfus hareketi. Bu kelime yalnız, dıştan gelenleri kabul eden memleketlere göre bu yeni memleketin toplum hayatını benimseyecek olanlar için kullanılır. Aynı siyasî sınırlar içerisindeki nüfus hareketleri ve yer değiştirmeleri için kullanılamaz. Burada sözkonusu olan dışgücü ile yerleşenlere, “sığınanlar” (refugies) denir.
Dışkent (f a u b o u r g): Burg’un hemen dışındaki mahallelerdir. Bk. Burg, şehir.
Dıştanevlenme (e x o g a m i e): Aynı sosyal zümreye bağlı kimseler arasında evlenmeyi yasak eden matrimonyal rejimdir. Genel olarak, bu yasak, aile, sob (s ı b) ve klan gibi küçük zümrelerde yürürlüktedir. Böylece, aynı boy (kabile) içinde aynı zamanda hem dıştoev-lenme hem içtenevlenmenin olabileceği anlaşılır. Bir boydan olan kimseler o boy içinden evlenme zorundadırlar, fakat bu evlenme boyun bir parçası olan kendi klanının dışından olmalıdır. Tipik dıştan-evlenmeye Avustralya klanlarında rastlanıyor. Eski (archaîque) kavimlerde kastlar içtenevlenıne kuralına uyuyorlar, fakat bazen sob’larda, yahut bir çeşit kast olan klan’larda özel bir evlenme tarzı vardır ki, onları dıştanevlenmeye zorlar. Sosyal dıştanevlenme yanında, yere-bağlı bir dıştanevlenme de vardır. Yere-bağlı (1 o c a 1 e) dıştanevlenmeyi kabul eden kavimlerde, koca veya karı ancak evle-ninceye kadar oturduğu yerin dışına çıkabilir, iki türlü yerebağh dış-tanevlenme vardır: Babayurduna bağlanma, anayurduna bağlanma.
Dışşuurluluk (Kolektif dışşurluluk): C. G. Jung, Inconscient eollectif deyince Freud’un Inconseient’ından çok farklı bir şey anlıyor. Ona göre mitolojide, masallarda, rüyada görülen sembolizm fertlerin dışşuuruna değil, toplumun, kolektif heyetin dışşuuruna aittir ve insanlık tarihi boyunca kuşaktan kuşağa miras olarak geçer. Bu görüş Freud’dan ayrılarak daha ziyade sosyolojik açıklamalara yaklaşmaktadır.
Divan (conseil superieur): Çeşitli yerlerde kullanılır. OsmanlI imparatorluğunda Divanı Hümayun (Sublime Porte) Devleti idare eden yüksek makamdır ki başında sadrı a’zam bulunur. Divan şiiri Osmanlı sarayına bağlı olan yüksek tabaka edebiyatıdır ki halk şiirinden tamamen ayrıdır. Divan beylikcisi bu dairedeki bir vezir sekreteridir.
Dîvanı humayun (Cour i m p e r i a 1): imparatorluk terimi. Özel olarak OsmanlIlarda kullanılır.
Diyalektik (dialectique): Marx’cı sosyologların çok kullandıkları bu terim toplumda çatışkan kuvvetler arasında doğan yeni sentezleri yani toplum devrimlerini ifade eder. Diyalektik Hegel tarafından tez ile antitez arasında doğan sentez anlamında, fakat idealist bir felsefe hesabına kullanılmış olduğu halde, marxcıiar onu toplum sınıflarının çatışması ve toplumda devrimlerin doğması anlamında materyalist bir yönde kullanmışlardır.
Doğacılık (naturisme): (natürizm) — tabiatçılık naturalisme karşılığı kullanıldığı için ayırma zoru ile kullanılmıştır. Felsefedeki tabiatçılık (naturalisme)den ayırmak için buna “doğacılık” diyoruz» Max Müller tarafından savunulan bir ilkel din teorisidir ki, buna göre bütün tanrı ve kutsal varlık adları birer tabiat olayını veya kuvvetini ifade etmektedir. Fakat, ikinci bir anlamda doğacılık ilkel dinlerin totemcilik ve “cancılık”tan daha gelişmiş olan bir safhasını ifade eder. Bu din şeklinde tabiatın üstün kuvvetleri (dağ,, deniz, yıldız, gök, v.b.) kutsallaştırılmıştır.
Doğru (juste): Karşılığı: iğri (injuste). Hukuk değerini ifade eden normdur. Türkçede doğru kelimesi pek farklı anlamlarda kullanılır: 1) doğru: vrai; 2) doğru: juste; 3) doğru: droite» Netekim doğruluk ta aynı suretle farklı anlamlara gelir: 1) jus-tesse; 2) ver i te; 3) equite; 4) droiture. Burada bizi ilgilendiren bir hukuk kavramı olan doğruluk (justesse) dur. Ona başka kelimelerle “haklı” ve “haksız” da deriz.
Doğrulama (verification): İlmî araştırmada gözlem ve deneylerin kontrolünden sonra ulaşılan son safhadır. Doğrulamanın tam başarı ile uygulandığı saha matematik ilimlerdir. Fakat tabiat ilimlerinde olduğu gibi sosyal ilimlerde de bir hipotez ortaya konduktan ve yeteri kadar gözlem ve deneyle bu hipotez gerçekleştikten sonra doğrulama yapılmış olur. 19 uncu yüzyıldaki sosyoloji çığırları, genel teorileri peşinden koyarak sonradan bütün gözlem ve deneyleri ona göre yorumlamaya çalıştıkları için doğrulamaları zorlama idi. Bu yüzyıl başından beri sosyologlar bu tarzda genel teoriler kurmadan kaçmıyorlar. Konularını parçalı olarak işliyorlar» Bundan dolayı doğrulama daha gerçeğe uygun oluyor.
Doğum (n a i s s a n c e): Canlı varlığın dünyaya gelişi anlamında kullanılsa da sosyoloji ve demografide özel olarak nüfus olaylarını incelemede temeli teşkil eder. Nüfusun artışı doğumlarla ölümlerin oram ile gösterilir.
Doğuş (Kenese): Osm. tekevvün. Canlı veya toplum türlerinin meydana çıkışını ve gelişmeye başlamasını gösterir, inançlar, kurumlar,» sanılar gibi toplum olaylarının (veya çocukluktan başlayarak insan ruhî yetilerinin) meydana çıkışını ve gelişmesini de ifade eder, ilimlerde böyle\ araştırmalara Genetik (g en e t iqu e) denir. Sosyolojide de bu araştırmaya üstün yer verenler vardır. (Cosentini, Sociologie genetique). Doğuş kelimesi kozmogonilcede âlemin doğuşu için de kullanılır [Tevrat’da “Tekvin” kitabı gibi]. Do-ğuş’u ilimde ilkin metod olarak kullanan Ernst Haeckel’dir. Bunun için paleontoloji ile ambriyoloji verileri arasında karşılaştırma yapmakta olan bu zat birinciye phylogenese (türün oluşu) İkinciye ontogenese (ferdin oluşu) diyor. Wundt bu metodu kavimler psikolojisi (Völkerpsychologie) ile ferdî psikoloji araştırmasında kullandı. İki oluş arasındaki aşırı yaklaştırmalar tenkide uğradı ise de, bugün yine ihtiyatlı olarak kullanılmaktadır (Jean PiageU Epistemologie genetique, P. U. F.)
Dokuma endüstrisi (industrie textile): Çıkrıkla işleyen tezgâh endüstrisi zamanında başlamış makinenin kullanmasından sonra büyük fabrika imâli şeklini almış olan endüstri dalıdır. Eski toplamlarda yalnız birinci şekil (tezgâh veya el-imâli) bulunduğu halde 18 inci yüzyıl sonundan beri Batı memleketlerinde onun yerini fabrika imâli almaya başlamıştır. Fakat yalnız gündelik ihtiyacı karşılamakla kalmayarak ayrıca sanat değeri olan nakışları, elişleri ve halılar fabrika imâlinin önünde dayanmakta ve değerini saklamaktadır. Bu cinsten olaylar orta sınıfların devamını, hatta kuvvetlenmesini sağlar. Dolaşım (c i r c u 1 a t i o n): V. Parcto, başlıca toplum içindeki seçkinlerin dolaşımı olayı üzerine dikkati çekti. Bu, aşağı tabakalardan gelen fertlerin belirli bir toplumda hâkim bir rol oynayan zümrelere doğru yükselme hareketini gösterir. Toplumun içinde hâkim bir durum almaya çalışan bir zümrenin yükseliş hareketine de denir. Genel olarak, yeni seçkinler zümresi daha eski olan zümrenin yerini alır. Bu eski zümre o zaman sosyal mertebelenmede aşağı düşer ve daha önceki yerine göre aşağı bir statü alır. — Toplum dolaşımı: sınıflar halinde tabakalaşmış olan bir toplumda mertebe bakımından yükselen veya alçalan fertler ve zümreler tarafından yapılan toplum hareketliliği şekli. (Toplum kılcallığı Bk.) Bu kelime iktisatta malların üretimle tüketim arasında geçirdiği safhaları gösterir.
“Dolmuş”: Türkiyede doğmuş olan bu özel taşıt aracı, son zamanlarda başka ülkelere yayılmaktadır. Ayrıca Meksika’da da uygulanmıştır. Az sayıda yolcu alması ve çok yer kaplaması bakımından yolların tıkanmasındaki amillerden olduğu gibi arabanın çabuk eskimesi ve tüketimin çokluğu bakımından da ekonomik değildir. Belediyelerin zayıflığından doğmuştur.
Donmuş tip (type social fiğe): Her türlü toplum ve kültür değişmesini almaya güçsüz hale gelmiş olan tip. Böyle bir tipin doğuşu kültür temaslarının azalmasından ileri gelir. Toplum değişim ve üretim gücünü kaybeder. Gerileyen kültürler buradan çıkar.
“S k o 1 a s t i k”, bir çeşit donmuş tiptir.
Dostluk - düşmanlık (a m i t i e - i n i m i t i e): Bir zümre içindeki fertler arasında veya zümreler arasındaki münasebetler ya dostluk, ya düşmanlık! ya da ilgisizlik münasebetler şeklini alır. Bu münasebetler çok şekillidir ve onları sınıf münasebetlerine irca etmek doğru değildir. Aynı sosyal sınıf içinde dahi dostluk, düşmanlık ve ilgisizlik münasebetleri olabilir. Bununla birlikte onları psikolojinin konusu olan ferdî sempati ve antipati münasebetlerine yahut mikro-sosyolojinin konusu olan münasebetlere irca edemeyiz. Çünkü bunlar daha önceki gelenekler, adetler veya dışşuurlu eğilimlerle ilgilidirler ve onlara bağlı olarak meydana çıkar veya değişirler.* Leopold von Wiese gibi sosyologlar bütün sosyal hayatı yaklaşma - uzaklaşma dedikleri bu tarzda münasebetlere irca etmekle, bu olayların rolünü aşırı büyültmüş oluyorlar.
Döğüşme içgüdüsü (instinct combatif): Hayvanlarda, çocuklarda birbirleri ile döğüşme eğiliminin kendiliğinden gelişmesine bakarak bir kısım sosyolog ve psikologlar insan toplumlarındaki savaşların buradan doğduğunu iddia etmişlerdir. (Mac Dougall gibi). Bu teori önce büyük ilgi ile karşılanmış, fakat hemen tenkitlere uğramıştır. En canlıları E. L. Torndike’ın yaptığı tenkitlerdir. Alışkanlıkların doğuşunda çıraklık ve eğitimin rolünü gösterdi. İnsanda bazı doğuştan unsurların bulunduğunu inkâr etmemekle beraber çevre ve eğitimin etkisi üzerinde İsrar etti. Bugün döğüş içgüdüsü hak-kmdaki bu eski görüş değerini kaybetmiştir (Knight Dunlop, Kân-tor, Bernard, Allport, v.b. gibi).
Dönem (kurum dönemi), (cycle înstitutionnel): Bir toplum kurumunun gelişme devresi. Toplumun yeniden organlaşması devresinde kurulmuş olan bir kurum kendi fonksiyonlarını geliştirmeye çalışır. “Fiilî” bir işleme (f o n e t i o n n e m e n t) merhalesinden sonra, kurum çoğu kere, kendisinin tatmin etmekte olduğu ihtiyaçlarla temasını kaybeder. İç organlaşmasının katılığı toplum çevresinin değişen şartlarına tam olarak uyamaz. Bu gittikçe artan yeniden uyma safhası, belki de hızh ve beklenmedik toplum değişmeleriyle şiddetlenerek, sanki bir çeşit donupkalma (ossification) halini doğurur ve sonunda yeni bir sosyal organlaşmaya ulaşır. Bu ise eski kurumun yokolması veya yeniden kurulması demektir.
Dönme (c o n v'e r t i): Din değiştiren kimse girdiği yeni din içinde onun cemaatine karışacak yerde ayn kalırsa bu adı alır. Fert veya zümre halinde din değiştirenler yeni din ve onun kültürü içinde kaynaştıkları zaman bu adı almazlar. Özel olarak 4 üncü Mehmet zamanında Türkiye yahudileri arasından bir cemaatin "Mehdilik” iddiasiyle onlardan ayrılması üzerine Müslüman olma zorunda kalmalarından meydana gelen cemaatin adıdır.
Dönüş: (c on ve r s i o n): Dinî bir inanç veya kanının yerine başka bir inancın geçmesi hali. Dönüş yalnız yeni davranışlar ve tavırları benimseyerek kişiliği yeniden ayarlamayı değil, aynı zamanda eskiden bağlı olduğu bir zümreyi bırakarak yeni bir zümreye katılmayı gerektirir. Bazı hallerde bu özümseme ile birleşir ve bu durumda özümseme ile birlikte olan olaylar dönüşte de görülür. Bir din değiştiren kimseye dönme denir.
Dördüncü kuvvet (q u a t r ie m e pouvoir):. Çağdaş toplumda -Montesquieu’den beri - kanun yapma (teşri), uygulama (icra) yargılama (adliye) olarak üç kuvvet ve bunların ayrılması fikri savunulur. Son zamanlarda Basma dördüncü kuvvet gözü ile bakanlar vardır. Yeni gençlik hareketlerinin hızlanmasından dolayı, gençliği dördüncü kuvvet sayanlar da görülüyor. Fakat bir kriz haline kurumlaşmış kuvvet gözü ile bakmak doğru değildir.
Dua (p r i e r e): Marcel Mauss’a göre dua “doğrudan doğruya kutsal varlıklara çevrilen sözlü dinî ayin” dir. Dua, bu suretle, İlâhî (numi-neus e) kudrete çevrilmesi bakımından, büyünün sihirli sözlerinden (incantation) ayrılır (J. Cazeneuve). Kutsal varlık tabiat-üstü bir âlem teşkil ettiği zaman dua daima üstün varlığa yalvarış ve yakarış şeklinde, yani aşağıdan yukarıya doğrudur. Islâm dininde herhangi bir dua ile belirli ayin ve erkânı olan “salat” (namaz) ayrılır. Dua, bu ayırışa göre, bir ayin (r i t e) sayılamaz. Fakat Fran-sızcada bu ikisini ayıracak kelimeler yoktur.
Durak (ar re t): Şehir içi veya şehirlerarası ulaştırma yollarında bekleme yerlerine verilen addır. Tramvay ve otobüs duraklarından büyük istasyonlara kadar türlü şekiller alır.
Duruma yaklaşma tarzı (situational approach): Kişiye veya topluma ait problemleri çözümleme yolu. Tek ferdî sebeplerle değil, fakat fertlerarası münasebetlerdeki kolektif durum olarak. Filan belirli bir durum ondan önceki bir durumdan sebeplik veya sonuçlu-ı luk münasebeti ile çıkmış olarak göz önüne alınabilir. Liderlik, iyi-1 lik, suçluluk, sihhatsızlık, fakirlik, sefillik, ortak duyu, başarı, yetki, deha, v.b. gibi. — Bir toplum araştırmasında “durum yaklaşması” sosyal teşhis (diagnostic) ve tedavi (traitement) nin bi-. rimi gibi ele alınabilir. “Durum” problemi kendi başına mekân ve zaman şartlarından ayrılmış soyut bir problemdir. Ancak bir toplum çevresi içinde ve belirli kartlara göre “durum” a yaklaşıldığı zaman konkre bir problem halini alır. Bunun için psikoloji durum yaklaşmasını mutlaka sosyolojinin yardımı ile ve bir sosyal psikoloji problemi halinde incelemelidir.
Duygu (senti ment): 1) Hak duygusu; 2) Ahlâk duygusu (ödev, de-, ğer, hürlük, sorumluluk); 3) Kişilik duygusu gibi toplumda rol oynayan türlü şekilleri vardır.
Düello (duel): Ortaçağda Batı ülkelerinde şerefini korumak için baş vurulması zarurî görülen bir kurum. Hakarete uğrayan bir yüksek soylu (asil) aynı sınıftan olmak şartiyle, kendine hakaret eden kimseyi düello’ya çağırır. Bu, kılıçla, meçle veya tabanca ile olabilir. Düello kanunca kabul edilmiş olduğu için tanıkların önünde ve halkın bulunmadığı bir yerde yapılır. Çoğu kere iki taraftan birinin ağır yaralanması veya ölümü ile sona erer. Doğu kavimlerinde düello yoktur. Japonlarda feodallik sistemi ile birlikte bir çeşit düello vardır. “Şiogun” 1ar feodallerdir.
Düğün (n o c e): Evlenmeyi hazırlayan büyük merasim. Çeşitli toplum-larda düğün merasimi o toplumun inanç ve âdetlerine göre türlü şekiller alır. Kız ve erkek tarafı düğünde şeref rakabetine girdikleri zaman bu merasimde çok büyük masraflar edilir. Bazen düğünde “altda kalmamak” için oğlan tarafı ağır yük altına girer. Davul-zuma ve köçek oyunu düğün devam ettikçe halkı eğlendirir. Düğünlerin — sembolik olarak — “kırk gün kırk gece” sürdüğünden bahsedilirdi. Düğünlerdeki şeref yarışmalarına kıskançlıklar, taşkınlıklar, gösteriş için silâh atmalar ve bazı suçlar karışır. Hıristiyan düğünü kilisede yapılır. Zamanımızın toplum şartları bu âdetleri değiştirmektedir. Düğün alayı (Cortege de noce), düğün-dernek babile top-lumundan kalma zümrelerarası bağlantıların esaslı kurumlanndandır.
Dükkân (b ou t i qu e, magasin): Mamûl veya hammaddelerin satıldığı kapalı yer. Çarşı bir dükkânlar sırasından meydana gelir. Bu satış yeri açık olduğu zaman iğreti pazar şeklini alır ve orada dükkân yoktur. Dükkânın genişletilmişi olan mağaza, aslında magasin kelimesinin türkçeleşmişi ise de, bu kelime de Arapça “mahzen” kelimesinden alınmıştır ve asıl anlamı ile toptan malların deposu demektir.
Dülger (charpentier): Yapıların ahşap kısımlarını veya doğrudan doğruya ahşap (tahtadan) yapılan yapan kimse. Köylerin kerpiç, sitelerin taş, modern şehirlerin beton yapılarına karşı eski Yakın -Doğu şehirlerinin birçoğunda ahşap yapılar yaygın olduğu için dülgerin yeri büyüktür. Bazı yapılarda ahşaptan taşa geçiş mimarlık stilini değiştirmeden olmuştur: Yunan tapmağında olduğu gibi. Taş yapıların bırakılması — çoğu — deprem korkusundan, akşap yapıların bırakılması yangın korkusundan idi. (Bk. Ahşap, yangın.)
Dünyalık-kıhna (secularisation): Toplumlarda din ve sihir kontrolü yerine akıl kontrolünün yer alması demektir. “Kutsal” denen toplumlarda, toplamca kabul edilmiş etkinlikler tabiat çevresi üzerinde olduğu kadar toplum çevresi üzerinde de hüküm süren ve insanın bütün fiillerinin yorumlanmasında temeli teşkil eden sihri ve dinî tasavvurlarla doludur. Toplumun hacmi yoğunlaştıkça, iş bölümü ve değerler farklılaşması arttıkça bu sihri ~ dinî tekniklerin yerini, temeli çoğu kere ilim zihniyeti olan aklî teknikler alır. Bu da kültür yayılması ve icat süreçleri ile meydana gelir. Bununla birlikte, böyle bir değişme birdenbire olmaz, derece derece birçok safhalarda gerçekleşir. Ayrıca, bu dereceli dünyalaşma süreci bütün kültür seferlerinde (bölgelerinde) zamandaş olarak gerçekleşemez. Bundan dolayı, bazı yerlerde toplum organlaşmasının kaybolması (toplum çözülmesi) ile dünyalaşma süreci birlikte cereyan eder.
Dünya yurttaşlığı (cosmopolitisme): Hiç bir sınırlı toplumun malı olmayarak, dünyayı kendine yurt sayan insanın hali. Her insan aslında belirli bir toplum ve kültürün unsurudur, ilkçağda Site top-lumunun çözülmeye başladığı geçiş devresinde Stoa ahlâkçıları arasında bu görüş doğdu. Sonradan her kültürün kendi insanlık görüşü içinde türlü şekillerde yorumlandı. Genel olarak, kültür değişmesi ve yabancı kültürlerin baskısı ile kişiliğini kaybetme durumlarında “kozmopolit” tipler meydana çıkmaktadır.
Düşkünlük (m a n i e): Aslında bir psikoloji ve marazî psikoloji terimi olan “düşkünlük” bazı toplum şartları içinde geliştiği ve bazı şartlarda kontrol edildiği ve azaldığı için, aynı zamanda sosyolojiyi ilgilendirmektedir: içkiye düşkünlük (alcolisme) veya kumara düşkünlük (manie d u jeu) belirli toplum şartları içinde artan veya eksilen tipik olaylardır.
Düşkünlük ayini (rite de rendre deçhu): Alevî köylerinde ahlâka aykırı fiilleri olan kimselere karşı dede’nin uyguladığı ve Kato-liklerdeki Aforozu andıran ceza şekli. Köyde çıkan bir vaka, hükümetin kulağı duymadıkça mahkemeye verilmez. Dedeye şikâyet edilir. Dede isterse “taksirli” olanı düşkün yapar. Düşkünlüğe sebep olan suçlar adam öldürme, hırsızlık, yalan söyleme, zina, arkadan kötü söylemedir. Öldürmede dede’lerin af hakkı yoktur, bunu Çelebi af ededilir. 1) Düşkün, davarını köy davarına katamaz, 2) kimse ona selâm veremez. 3) Evinden, köyünden çıkar. Düşkün adeta topluluk (cemaat) içinde medenî, dinî haklarını kaybeder. Yemeği yenmez, yüzüne bakılmaz. Başka alevî köylerine .de giremez. Böyle bir insan Hacı Bektaş’ta, Çelebi’ye giderek kendini af ettirmedikçe köyüne , dönemez.” L Baha Sait. B ek t a ş i ve alevîlere dair yayınlanmamış eserden].
Düşüklük (vice): Ahlâkta erdemin zıttı veya erdemsizlik demektir. Her toplum kendi kolektif tasavvurlarına, kendi değerler sistemine göre belirli bir erdem ve düşüklük inancına hasıptir.
Düzeltici hukuk (droit restitutif): İşlenen bir suçun .toplum vicdanındaki tepkisi olarak değil, bozulan bir şeyin düzeltilmesi amacını güden hukuk: para cezası, ödetme.
Düzen, toplum düzeni (ordre social): Belirli bir toplumda karşılıklı münasebet halinde bulunan toplum kuramlarının bütünü. (Bk. dirlik, toplum organlaşması) Karşıtı: düzensizlik (d e s ordre). Bk. organlaşmanın bozulması (desorganisation), Dirlik bozulması.
Düzgü (Norme): Bk. Norm.
Düzgülü (normal): Bk. Normal.
Düzgüsel (normatif): Bk. Normatif.
Düzgüsüz (anormal): Bk. Anormal.
E
Ebe: Çocuk doğurtan kadın. Ebenin evde rolü büyüktür, ve özel bîr saygı gösterilir. Ayrıca bir işin başında bulunana denir. Çocuk oyunlarında ebe başarısızlığa uğrayandır ki, gözü kapatılarak saklananları arama durumuna konur.
Ede (Ata): Eski Türklerde yaşayanların en yaşlısıdır ki, geleneğin yeni kuşaklara geçmesini sağlar. Gelenek halkın bilgeliği (sagesse) demek olduğu için Ede veya Ata’lar Türk bilgeleridir.
Efe (spadass in): Batı Anadoluda kabadayı ve yiğit vasıflan olan kimse. Efeler halk gözünde kahramanlık ve cesurluk örnekleridir. Fakat, genel devlet disiplinine karşı direndikleri için bir çeşit anarşik kuvvetlerdir. Halk onları devletten gelen haksızlıklara karşı koyan ve zayıfları koruyan bir tip olarak tanır. Buna benzer Erzurum’da “Dadaş” 1ar vardır.
Efendi (yun. Authentes): Türkçeye rumcadan geçme (ephen-ditos) kelime. Toplum mertebelerinde çeşitli anlamlara gelir: 1) Toprak veya malikâne sahibi (m aî t r e); karşıtı: köle (esclave); 2) Şato ve burg sahibi (s e i g n e u r), karşıtı: toprak kölesi (s e r f). Birinci anlam arapça “Rabb” ve “rububiyet” gelimelerinde Tanrıyı da ifade eder. 3) Osmanlı devrinde “Efendi” okumuşlar (“ilmiye” sınıfı: müderris, kadı) için kullanılır. Şehzadelere de “efendi” denirdi. Toprak sahipleri ve asker sınıfı bey ve paşa idi.
Efsane (leğende): Bir toplumun arkaik hayatını zamandışı bir vakalar hikâyesi halinde anlatan anılar bütünü. Efsane, masallara göre daha eski ve insan hayatı üstünde, fakat mitolojiye göre insanlığın hayatına daha yakındır. Hiç bir sabit kronolojiye dayanmaması bakımından tarihten ayrılır. Gerçekdışı vakalar yardımiyle kavmin gerçek hayatının bir veya birkaç safhasını sembol şeklinde ifade eder» Efsaneler kültür çevrelerine ait olmakla birlikte, kültür yayılışına bağlı olarak toplumdan topluma geçerler. Bundan dolayı kültürler arasında ortak tarafları vardır.
Efsuculıık (art de sorcellerie). Bk. büyücülük.
Egemenlik (s ou ver ain ete): Bu kelime genel olarak bir Devletin iktidarını kullanabilmesi anlamına gelir. Bu iktidar yalnızca iç siyasî organlaşmanın özel şartlariyle ve dıştan, başka Devletlere girişilmiş sözleşme yükümlülükleri ile sınırlıdır. J. J. Rousseau egemenliği toplum sözleşmesinden doğmuş milletin genel iradesi diye anlıyordu. Hauriou, onu toplum içinde siyasî hayatı düzenleyen özel bir kurum diye tanımladı. Sosyolojiye göre egemenlik toplumun siyasî organlaşmasının ifadesi olduğu için, Hauriou’nun görüşü buna oldukça yakındır.
Eğilim (t e n d a n c e): İktisat ve toplum anlayışlarında belirli yönlere doğru yönelme hali. Başlıca aşırı akımlara açıkça bağlı olmaksızın, yalnız genel hatlarında bu akımlara uygun, düşünce sahibi olmayı da ifade eder. İktisat ve sosyolojide tam objektif olacak yerde siyasî veya ideolojik bir cereyana göre olayları yorumlamak da demektir. 1) Sendikacı eğüim, 2) Siyasî eğilim: sağcı eğilim, solcu eğilim gibi.
Eğitim (e d u c a t i o n): Her toplumda değerler ve kuramların erişkin kuşaktan yeni yetişen kuşağa geçmesini sağlayan en yaygın toplum görev (fonction) lerinden biridir.
Eğitim sosyolojisi (sociologie de l’education): Toplum kuramlarının kuşaktan kuşağa geçmesini sağlayan en geniş toplum fonksiyonlarından biri olan eğitimin sosyal şartlarını inceleyen sosyoloji dalı. Habercisi Durkheim’dir. Amerika’da Fleming gibi yeni araştırıcıları vardır. (Jaccard, Sociologie de l’education). 2) Kültürün nesilden nesle geçmesini sağlayan bu fonksiyonun türlü kültür ve toplumlarda değişik şartlara göre incelenmesi sosyolojinin bu addaki özel bir dalının işidir.
Eğitim tekniği (P e d a g o g i e): Çocukların okulda veya yaşlıların okul dışında yetiştirilmesinin teknik ve kurallarını araştıran bilgidir. Pe-dagogie daima felsefe, psikoloji gibi insanı inceleyen bilgilerin ışığından faydalanmıştır. Son zamanda bunlara kültür antropolojisi ve sosyoloji de katılmıştır. Pedagoji bu ilimlerin tekniğidir.
Eğlence (distraction): Toplum hayatının dirlik, iş, organlaşma gibi gergin tarafının yoruculuğunu dinlendiren “genişleme” kavsi halindeki ikinci manzarasıdır. Her toplumda kolektif oyunlar, bayramlar, gezinti ve tatiller gibi genişleme ve gevşeme kavisleri toplumun gerilme hallerini tamamlayan ritmi meydana getirir. (Kermesse, Hıdrellez, Karnaval gibi.)
Ehlileştirme (domestication): İnsan bakımından bütün kültür kuruluşuna bir ehlileştirme diyebiliriz: Bu anlamda insan kendini ehlileştirmiştir. Çünkü, hayvan nevilerinde görülen ehlileştirmenin bedene ait bazı karakterlerinin değişikliğe uğraması, toplum halinde • yaşayan insanların icat ettiği çevreye uyma (adaptation) hazırlığından ileri geliyor. Ehlileşmenin eserleri gıdaların hazırlanması ile ilgili olan bütün icatlardan doğabilir. Meselâ gıdanın pişirilmesi için ateşin icadı, mayalanmış içkilerin icadı belki de genetik şekil x değiştirmelerine sebep olmuştur. Türlü barınak ve giyim kuşam şekilleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bazı etkinlik tipleri (çiftçilik, hayvan üretme) belki de insan ırklarının ehlileştirilmesinde rol oynamıştır. Bu son durumda ve başlıca matrimonyal rejimlerde ehlileştirmenin sosyolojik önemi meydana çıkar. Toplumun kurduğu ve yaptırıcı güçleri olan normlar farklı zümrelerin üyeleri arasındaki birleşmeleri yasaklar, arttırır veya emreder. Dıştanevlenme, içten-evlenme, aynı cinsle evlenme veya üstünlerle evlenme belki de ehlileştirmenin eseri olan rejimler veya eğilimlerdir. Bu olayın tarihten önceki devirlerde insan ırklarının farklılaşması ve evrimi ile ilişiği vardır. — Hayvanların ehlileştirilmesi bu olayın ikinci ve toplumun gelişmesinde çok önemli bir manzarasıdır: Topluma hizmet eden köpek, at ve başlıca davarlar ilk ehlileştirilen hayvanlardır.
Ekoloji (e c o 1 o g i e): Bir canlı ile civarının münasebetleri. İnsan ekolojisi insan zümresinin coğrafî mekânla münasebetini inceler (Mac Kenzie). Zümrelerin çevre bütünü veya başka zümrelerle münasebeti aynca ele alınmıştır (Moreno). Buna ecologie sociale de denir. Bu anlamda ekoloji beşerî coğrafya, toplum morfolojisi kavramları ile karışır. Ekolojik şehir tetkikinde şehir merkezi rekabet bölgesi olmak üzere bir merkezli daireler halinde incelenir.
Ekoloji sosyal (e c o 1 o g i e s o c i a! e): İnsanların mekânda dağılışının ve bu dağılışı gerektiren etkileşme (intcraction) şekillerinin ilim metodları ile incelenmesi toplum ekolojisidir. Ekoloji, toplumların yalnız biyolojik manzaralarının incelenmesi ile uğraşır: Esaslı konusu rekabet, toplum içinde yaşama savaşmasıdır. Ekolojinin başlıca , konuları içinde demografi, aynı toprakta oturanlar arasındaki iş bölümü, baskınlık (d o m inanç e), nüfus akını ve ardarda geliş (s u c c e s s i o n) olaylarını sayabiliriz. Ekoloji köye veya şehre ait olabilir.
Ekonomi (e c on om i e): Nisbeten sınırlı nicelikte olan eşya ve malların üretim, dağıtım, değişim ve tüketimine ait kültür kısmına ekonomi denir. Toplumların devamı, sürekliliği onların iktisat işlemlerine bağlı olduğu için, bu işlemler bütün toplum organlaşmasında çok önemli bir sektör teşkil eder. Eşya ve malların üretimi (kara avı, deniz avı, hayvan besleme, çiftçilik, endüstri, taşıtlar, v.b.) insanları kendi nevinde birleştirir: yalnız Özelleşmiş (veya uzmanlaşmış) zümreleri doğurmakla kalmaz, aynı zamanda başka zümreler üzerinde ve çoğu kere kat’î tarzda etki yapar. Öte yandan, toplum organlaşması iktisat işlemlerinin gelişmesi üzerine de etki yapar. Ekonomi tipleri kültürün, başka tiplerine sıkıca bağlıdır, o derecede ki, kültürdeki İktisadî olmayan değişiklik genel olarak İktisadî olanları, onlar da ötekileri karşılıklı etkiler. İktisadî sosyolojinin başlıca konusu, ekonomi düzeninde hedefler ortaya koyan birlik şekillerini incelemektir. İktisadî zümrelerin İktisadî olmayan zümrelerle karşılıklı etkileri de iktisat sosyolojisinin başlıca konularındandır.
Eksiklik (insuf f isance): Alfred Adler’e göre insanda kendini eksik veya aşağı görme kompleksinden itibaren birçok hastalıklarının kökü olan dışşuura ait duygu. Fakat eksiklik bir toplum içinde mertebeleri aşamamak, hayat hedefine ulaşamamaktan ileri gelen doğrudan doğruya şuura ve sosyal düşünceye ait bir duyguyu da ifade eder. Buna marazı bir hal gözü ile bakılamaz. Toplum yarışmalarından doğan şuur herkeste eksiklik duygusunu uyandırabilir ve bu duygu kendini tamamlamak için yapılacak çabaları arttırır.
Eksik-tekel (o 1 i g o p o 1 e): Yetmez bir monopol şeklidir. İktisat ilminde eksik tekel sistemi deyince az sayıda satıcıların pek çok alıcının ihtiyaçlarını doyurmaya çalıştıkları bir durum anlaşılır (A. Marchal). Pek az sayıda satın alıcısı olan bir tekel rejimine de “o 1 i g o p s o n e” denir.
El işi (t r a va i 1 manuel): Elle yapılan iş, makine ve fabrika işinden ayrılmak üzere doğrudan doğruya elde veya başlangıç halindeki aletlerle yapılan tezgâh işi. Manufacture de buraya girer. Büyük endüstri doğmadan önce bütün imâl (fabrication) şekilleri el isi sayılabilir. Tezgâh endüstrisi Ortaçağ feodal bünyesindeki top-lumlarda çiftçiliğin tamamlayıcı bir kuvvetidir. “Main d’oeuvre” el emeği veya gündelik demektir.
Elebaşı: Herhangi bir iş zümresinin başında bulunan kimse, bir teşebbüse girenleri yönelten adam demektir. Ele başı, iyi ve kötü işler ve eylemlerde bulunur. Bunun için bir hayır teşebbüsünün elebaşıları olduğu gibi bir çetenin de elebaşıları vardır.
Eleme, elekten geçirme (tamisage): Toplum mekânında veya coğrafî bir alandaki insanlar ve kültür unsurlarının seçkinleşici bir tarzda dağılışı ve tekrar dağılışı. Her toplum, her özel zümre kendi üyelerini ve dışardan ona gelenleri kendi kültürünün kriterlerine göre seçkinleştirir. Böyle yapmak üzere, toplum kendi üyelerini türlü faaliyet alanlarına dağıtır ve her birine bir statü ve bir uzmanlık verir. Bundan dolayı, dağılış imkânları toplum farklılaşması derecesine bağlıdır. Buradan doğan tortular fertlerin yeniden ayarlama yetkilerine uygun olarak yeniden dağılabilirler. En son kalan “tortu” 1ar boğulur veya toplumun en aşağı derecesine atılır, orada çoğu kere “sınıfını kaybetmiş” 1er (kanun-dışı olanlar, paryalar, sefil proletarya,1 meslek suçluları, v.b.) bulunur. Toplum elemesi (kalburdan geçirme) ile toplum hareketliliği ve kılcallığı (capillarite) arasında sıkı bir münâsebet vardır. Eleme coğrafî mekânda da kendini gösterir. Dağılış ve tekrar dağılış nüfusun ve fertlerin yer değiştirmesi ile birlikte bulunabilir. Göçler, akınlar ve ardarda gelişler gibi ekolojik hareketler eleme sürecinin coğrafî manzaralarını teşkil eder. Toplum elemesinin yanında, kültür elemesi diyebileceğimiz bir şekil daha vardır. Kültür elemesi kültür unsurlarının toplum mekânında yaptığı bütün hareketleri içine alır. Yayılma ve kültürleşme, eleme sürecinden önce gelir ve onunla birlikte gelişir. Eleme çoğu kere biyolojik anlamda seçkinleşme üzerine tesir eder.
Eleştirme (critique): Toplumda âdetler, sanat ve fikir kurumların-da yaptırıcı güc görevini görür. Kamu sanısında “dedikodu” şeklini alır. Fikirde ve sanatta yazılı eleştirme (tenkit) veya “polemik” tarzında yapılır. Eleştirme iyi işlediği zaman toplum kontrolü rolünü görüyor demektir. Fakat kötüye kullanıldığı zaman bazı saldırıcı zümrelerin elinde iktidarı ele geçirmek veya değerden düşürmek için silâh haline gelir. Sınıf savaşmalarında “polemik” karşı tarafı yenmek
4 Lumping proletariat.
için meşru olmayan araçlara baş vuran, “demogoji” den faydalanan zararlı bir silâh olur.
Emek (t r a v a i 1): Bk. îş.
Emekçi (o u v r i e r): Bk. İşçi (Azerbaycan türkleri bu kelimeyi işçi yerine kullandılar).
Emperyalizm (imperialisme): Bir milletin siyasî ve İktisadî kuvvetinin taşması veya taşma eğilimi göstermesi. Emperyalist politika bu hedefe ulaşmak için çok değişik araçlar kullanır: meselâ, saldırma suretiyle yeni toprakların ana yurda katılması, bazı zayıf memleketler üzerinde koruyuculuk kurulması, bazı imtiyazlar ve tekellerin bu zayıf memleketlerde elde edilmesi, dış pazarların ele geçirilmesi ve kontrolü, “d u m p i n g” yardımiyle ve primlerle dışa mal göndermelerin arttırılması gibi. Emperyalist eğilimler bazen Devletlerin birbirleriyle giriştikleri münasebetlerde meydana çıkar, bazen ayrı ayrı milletlere ait İktisadî münasebetlerde görünür. Fakat modern milletlerin iktisat ve siyasetçe karşılıklı bağlılığı göz-önüne alınınca çeşitli emperyalist eğilimler arasında tam bir ayırma yapmak pratik bakımdan imkânsız olduğu görülür. Kapitalizm bakımından en çok gelişmiş olan memleketler, henüz endüstrileşmemiş memleketlerde yatırımlar yapmak üzere bu emperyalizmi iktisat alanında hazırlamaktadırlar. Milletler arasındaki modern çatışmanın amili emperyalizmlerin rekabetidir.
Enderun: Osmanlı sarayının iç kısmı ki genel olarak konaklardaki “harem” e karşılıktır.
Endis (indice): Statistikte gözlemlerin verdiği değerle temel olarak alınmış değer arasında genel olarak 100 le çarpılmış nisbet. Bu suretle üretimler, randımanlar, fiatlar zamanda ve mekânda karşılaştırılabilir. Bu endis’ler yanında kompozit olanlar da vardır: bunlar karmaşık bir İktisadî gerçeğin evrimini gösterirler.
Endüstri (i n d u s t r i e): Başlıca imâl şeklindeki üretim tarzıdır ki, üretimin gelişmesinde en ileri şekli temsil eder. Tarihten önceki top-lumlann bıraktıkları çanakçılık eserleri ve bugünkü ilkel kavimlerde gördüğümüz en basit çiftçilik ve avcılık aletlerine kadar imâl (fabrication) eseri olan her şey endüstri kavramının içine girer. Endüstriyi 1) küçük endüstri, 2) büyük endüstri olarak iki esaslı tipe ayırabiliriz. Makine ile yapılmış eşya meydana gelmeden önceki bütün imâl çeşitleri küçük endüstri veya tezgâh endüstrisine aittir. Büyük endüstri modern kapitalist toplumlann üretim tarzıdır.
Endüstri havzası (aire industrielle): Bir şehrin, bir bölgenin veya tezgâh endüstrisinde uzmanlaşmış bir Devletin meydana getirdiği bir üretim havzası.
Emekli sandığı (caisse des retraites):. Osm. tekaüt sandığı. Emekliye ayrılan görevlilere hizmet yıllarında aylıklarından kesilen para karşılığı verilen ödenek ve özel aylık işlerini düzenleyen devlet kurumu. İşçilerin buna benzer ihtiyaçlarını düzenleyen İşçi Sigprta-ları’dır.
Emniyet sandığı (caisse de securite): Değerli eşyayı saklayan, ayrıca bankalar gibi işlemlerde bulunan kurum. İlk’ defa Tür-kiyede Mithat Paşa kurmuştur.
Emre (poete populaire): İmre veya Emrah şekillerinde de kullanılır. Yunus Emre veya Erzurumlu Emrah gibi. Macerada da kullanılmaktadır.
Endüstrileşme (industrialisation): Çağdaş uygarlığın doğuşunda esaslı rolü olan bu çok karmaşık olgu başlıca şu safhalardan geçerek meydana çıkmaktadır: makine ile imâl (m a c h i n i s m e) in yayılması, rasyonelleştirme (rationalisation) ve işin teknik bölünüşü, bir şehir proletaryasının doğuşu ve sosyal sınıflar arasında çarpışmaların şiddetlenmesi. Endüstrileşme kültür değişmelerine ve bundan dolayı da Batıda, Asya, ve Afrikadaki gelenekçi kültürlerin bütünlüğünü kaybedişi ve çözülüşü, kapitalist denen uygarlık tiplerinin bu gerileyen eski kültür ülkelerinde yayılışı olaylarına sebep olur. Uygarlığın bütünlüğünü kaybedişi ile aynı zamanda “tabakalar” veya “kastlar” temeline dayanan toplumlarda da çözülme başlar. Endüstrileşmenin bariz eserlerinden ikisini işaret edelim: 1) Toplum sınıfları arasındaki gerginlik kapitalizme karşı “sosyalizm” fikirlerinin gelişmesine sebep olur. 2) Sömürgesini ve alıcısını kaybeden ülkeler, kendi iç pazarlarında patron - işçi anlaşmasına doğru gitme zorunda kalırlar. 3) Sömürgelerin çözülmesi küçük milletleri meydana çıkarır. Emperyalizm şeklini almış olan endüstrileşme, kapitalist dünya karşısında “sosyalist” bir dünya kurmaya çalışır.
Endüstri kadrosu (c o m p 1 e x e i n d u s t r i e 1): Bir arazi üzerinde zümrelenmiş endüstriler: 1) Bir temel endüstri etrafında petrol kompleksi gibi. 2) Farklı endüstrilerin birleşmesi. 3) Başlıca endüstrilerin teknjk veya İktisadî karşılıklı bağlılığı. 4) Nisbî merkezleşme (Lorraine bölge kompleksi gibi). Kompleksler konularına göre sınıflanabilirler: a) maddî, b) İktisadî, c) beşerî şehir kompleksleri, d) siyasî: askerî strateji gayesine göre.
Endüstri merkezleşmesi (concentr ation industrielle): Gerek insanın, gerek tabiatın esaslı ihtiyaçları doyurmak için elverişli şartlarını yarattığı havzalarda insanların ve teknik ürünlerin toplan-: ması. Statistik yoğunluk merkezleşme derecesini ölçer, ve yoğunluk haritaları coğrafî bakımdan merkezleşmenin en büyük olduğu bölgelerle nüfusun seyrek olduğu bölgeleri meydana çıkarır. Endüstri havzaları, çiftçilik ve madenciliği ayrılmış yerlerden ziyade büyük demografi merkezleri olurlar, işbölümü de bunlarda daha barizdir. Askerlik bakımmdan önemi, taşıt kolaylıkları ve ham madde kaynaklarına yakınlık nüfusun belirli yerlerde merkezleşmesinin başlıca faktörleridir. Endüstri merkezleşmesi şehir bölgelerinin doğuşuna sebep olur. Çağdaş kültürler en büyük merkezleşmelere imkân vermektedir.
Enerji, toplum enerjisi (e n e r g i e sociale): Sosyal etkiler yapmak için oldukça büyük sayıda fertlerin giriştikleri bir eylem. Bu con-sensus (bağdaşma) şekli sınıflanması çok değişik olan, fakat genel olarak biyolojik ihtiyaçlar (açlık, cinsî arzu) ve sosyal ihtiyaçlar (beğenilme arzusu, uzlaşma, yeni deneylere girme, v.b.) dan ibaret ihtiyaçlara bağlıdır.
Enson fayda teorisi (m argin al i sme) : Marjinal fayda da denir. Yalnız bir litre suyum varsa onun çok değeri vardır. 10 litre suyum varsa her bir litrenin değeri 1/10 olacaktır. 19 uncu yüzyıl sonlarında bu teori meydana geldi (Stanley Jevons, Menger, Walras), sonradan von Wieser ve Böhmbawerk tarafından geliştirildi. Marjinâ-lism’in hududu sübjektiflik fikrine dayanmasından ileri geliyor.
Endüstri mahalleşmesi (localisation i n d u s t r i e 11 e): Genel olarak bir şeyi mahalleştirmek onun mekânda yerini tesbit etmektir. Endüstrinin mahalleştirilmesi Plânlama veya idare ile ilgilidir. 1) Ağır endüstride ham maddelerin bulunduğu yer mahalleşmeyi gerektirir. 2) El emeğinin kolaylığı da bir gerektirme sebebidir.
Enstitü (I n s t i t u t): Türkçeye girmiştir. Kurum diye karşılanıyorsa da asıl Institution karşılığı olan kurum kelimesinin iki ayrı yerde kullanılması karışıklığa sebep olur. Enstitü öğretimden ziyade arsştırma işine kendini vermiş bir bilgi kurumudur: Genellikle bütün Araştırma Enstitüleri gibi. Fakat Türkiye’de bazı öğretim kurumlanma da Enstitü denmektedir: kız sanat enstitüsü, köy enstitüsü gibi.
Er (yiğit): Aslında erkek demektir. Cenaze namazında “er kişi niyetine” sözü bunu gösterir. Fakat özel olarak mertlik ve yiğitlik demektir. Destanlarda kahraman, döğüş başlamadan önce karşı taraftan “er diler”.
Erdem (v e r t u): Âdetler ve ahlâklara göre değiştiği için bir toplum olgusu halinde incelenmesi gereken erdem (fazilet) eskiden beri nor-Sosyoloji Sözlüğü —■ 7 matif ahlâkın alanına giriyor sayılmakta idi. Öyle de incelenmiş olması, erdemin toplumdan topluma, devirden devire değişen şekillerinin sosyoloji içinde araştırılmamasını gerektirmez.
Eren (s a i n t): Ortaçağın evrensel dinlerinde (Budizm, hıristiyanlık, İslâmlık) kutsal âleme en yakın sayılan örnek insan tipidir. İlkçağın bilge (sage) lerine karşı Ortaçağda eren tipi doğmuştur. Erenliğin başlıca vasfı dünyadan ve dünya “nimet” terinden vazgeçmek ve Tanrıya yakın olmaktır. Erenlik (saintete) “dünyadan vazgeçme” ve tutumluluk ile kazanılabilecek bir vasıf sayılır.
Ergenlik (puberte): Pedagoji, gençlik psikolojisi, pediatrie, ruh sağlığı, v.b. bilgilerle birlikte sosyolojinin ortak konulanndandır. Çocukluk devresinden sonra 12 -14 yaşları arasında gelen fizyolojik ve psikolojik değişme ve gelişme devresidir. Cinsî hayatın başlaması; bünye gelişmesi dolayısiyle birçoklarında sarsıntılı olarak geçer. Fakat ergenlik (bülûğ) yaşının krizi sırf biyo-psikolojik bir olay değildir. Bu devrenin erkenliği, gençliği ve geçirilme tarzı kültür çevreleri ile ve temel kişiliğin kuruluş tarzı ile ilgilidir.
Erginlik (adolescence): Ortaöğretim, kısmen yüksek öğretim yaşlarını içine alan gelişmenin en buhranlı devresidir. Bu da yukarıda gördüklerimiz gibi insanın gelişme yaşları ile uğraşan birçok bilgi dalının ortak konusudur. Şimdiye kadar bu konuyu en çok pedagoji ve psikoloji ele almakta idi. Fakat kültür antropolojisi tetkikleri ilerledikçe temel kişiliğin doğuşunda kültür çevrelerinin rolü meydana çıkmakta ve erginlik devresinin aynı zamanda bir sosyoloji konusu olduğu anlaşılmaktadır. (Debesse, Les etapes de l’Education; Soci-ologie de la Jeunesse, Unesco)
Erginlik bunalımı (erişe juvenile): Erginlik yaşı bir yandan biyo-psikolojik gelişme sebepleri ile bir yandan da topluma girme egzersizinin doğurduğu güçlüklerle, hayatın en buhranlı yaşıdır. Bunun için bu yaş pedagogları ve kültür antropologlarını olduğu kadar sosyologları da ilgilendirir. Erginlik suçluluğu (delinyuence juvenile) her üç bilgi alanında psikiyatri ile birlikte esaslı bir konudur?
Erişkinlik (m a t ur i t e): Olgunluk. Biyo-psikolojik gelişme ve eğitim safhalarından geçerek topluma girme sonunda ulaşılan olgunluk halidir. Erişkin artık toplum kurumlannm gerektirdiği bütün sorumluluk ve yükümlülükleri üzerine almış insandır.
Erkek soylu (agna t i q u e): Agnation. Roma’da erkek soyundan nesep demektir.
Erken-yetişme (precocite): Özel psikolojik istidatlarla akranlarından önce zihin güçleri bakımından gelişenlere erken yetişmiş denir. Fakat bu hal yalnız psikolojik bir olay değildir. Kültür çevrelerine göre olgunlaşma yaşı değişir. Alor veya Plainville toplamlarında yetişme yaşı çok değişiktir (Kardiner, Psychological fron-tier of Society, C o 1 u m b i a, 1948).
Erksizlik (anarchie): Bk. Anarşi. (Buyruksuzluk da demektir).
Erosçuluk (e r o t i s m e): Esasında bir psikanaliz terimi ise de cinsî eğitim dolayısıyle kültür antropolojisinde ve sosyolojide de kullanılır. Bk. Toplum sağlığı (hygiene sociale).
Erlik (virtus): Erdem sahibi olmak demektir (franç, viri lite kelimesinin karşılığıdır).
Erbain çıkarmak (r i t e d ’ a s c e t i sm e): Tarikatlarda kırk gün çi-lehanede bir hücreye kapanarak zühd hayatı yaşamak için kullanılır.
Erâcif (fausse nouvelle): Kamu sanısını bulandıran ve halkı kışkırtan yanlış haberler çıkarmak. Dedikodu ve basın bu haberlerin yayılışının araçlarıdır. Siyasî ve ideolojik altcereyanlar böyle haberlerin yazılmasından faydalanabilirler. İlkel toplumlar ve köy, kasaba gibi küçük topluluk (cemaat) larda “erâcif” daha kolay yayılır. Halk töresi (sağlam gelenekler) bunlara karşı korunmayı sağladıkça zararları daralır.
Esham (actions): “sehim” in çoğulu. Anonim şirketlerde hisse senetlerinden her birinin adı. Satılabilir, bir elde birikebilir. Bu yüzden bazı hissedarlar “esham” ı toplayarak şirketi baskı altına alabilirler. Kötüye kullanmalara elverişlidir.
Eshabı seyf ve kalem (1 e s gens de glaive et des lettres): Eski devirde türk devletlerinde siyasî güçle fikir ve edebiyatı birleştiren kimseler. Hükümdarlar ve bazı devlet adamları hem kılıç hem kalem sahibi olmakla öğünürlerdi. Fakat bu kılıç sahiplerinin çok yüzde kalan bir edebî kültürleri vardı.
Esirci (marchand d’esclaves): Köleliğin bir toplum kurumu olduğu devirlerde savaşta ele geçen tutsakları veya Afrikadan ele geçirilenleri büyük şehirlerde zengin konaklarına satan kimse. Batı ülkelerinde esirlik 19. yüzyıla kadar sürdü. Romada yalnız tutsaklar değil, borcunu ödemeyen, suçüstü yakalanan ve hırsızlar da esir sayılırdı. Esir kanunî yoldan evlenemezdi. Onun özel evlenmesine contubernium denirdi. Evli esir birçok hakları kullanamaz, mülk sahibi olamazdı. Hıristiyanlık esirliğe karşı olmasına rağmen esir satımı devam etti. Bir efendiye tâbi bütün esirlere familia denirdi. Köyiü esirler (familia rusticana) ile şehirli esirler ayrılırdı (f a m i 1 i a u rb a n a). Devlete ait esirler (s e rv i publici> kamu hizmetinde kullanılırdı. Romanın son zamanında kölelere karşı kötüye kullanılan hakları sınırlayıcı kanunlar çıktı. Ortaçağ sonunda esircilik kalkmak üzere idi. Fakat 16. yüzyılda sömürgecilikle beraber yeni bir esircilik başladı, ilk dafa Portekizliler ve îspanyollar Afrika ve Amerika’daki kolonilerde ele geçirdiklerini satmağa kalktılar. Bu yeni esircilik daha vahşice idi. Fransızlar onları taklit ettiler. 18. yüzyıla kadar bu hal sürdü. Fransız Devrimi esirliği ve esirciliği resmen kaldırdı. Fakat başka Batı memleketlerinde bu kaldırma yavaş yavaş gerçekleşti. Holanda’da 1860 da kalktı. Birleşik Amerika iç savaşları esirliğin kaldırılması sorusundan doğdu. Zenci düşmanlığı onun kalıntısıdır.
Esir pazarı (marehe aux e s c 1 a v e s): Esirler ayrı bir pazarda arttırma (enehere) usulü ile satılırdı. Geçen yüzyıla kadar Batıda ve Doğuda esir pazarları vardı.
Esirme (e x t a s e): Vecd, mistik bir hedefe çevrilmiş kendinden geçme hali. Dervişlerin kutsal varlığa çevrilmiş coşkunluklarıdır ki bir zihin hali olmaktan ziyade bütün ruhu kaplayan bir duygu halidir. Bk. Cezbe, Vecd.
Eskicilik: Eski elbise, yahut eski parçalardan yapılmış elbise satışı. Fakat bu kelime elbise dışında eski mobilye, ev eşyası, v.b. şeylerin satışı için de kullanılır. Eskicilik tarihî bir değer taşıyan eşya satışı demek olan “antikacılık” dan ayrıdır. Doğu memleketlerinde geneî olarak eskicilik yahudiler tarafından yapılmakta idi.
Eskilik (anciennete): Bir zümrede eskilik bazı imtiyazlar kazandırır. Buna Osmanlı terimi ile “kısım kıdemlisi” denirdi. Birçok top-lumlarda görgülerinin çokluğu ve bilgelikleri yüzünden toplumu eskiler, yani en yaşlılar yönetirdi. Bugün de eskilerin üstün sayıldığı ileri toplumlar vardır. Bir kısım vahşî kavimlerde ise yaşlılar öldürülür ve kendilerine hiç bir imtiyaç tanınmaz. Eskiliğe verilen bu itibar değişikliğini incelemek için kültür antropolojisi araştırmalarına baş vurmalıdır.
Esnaf birliği (Corporation): Ortaçağda bugünkü İktisadî bünyeden çok farklı bir teşkilâttı. Bk. korporasyon, Lonca. Şimdi esnaf Birlikleri büyük sermayenin basıncına karşı dayanabilmek için kooperatifçilik ve meslek dayanışması üzerine kurulmaktadır. “Esnaf” deyince küçük zanaat sahipleri, satıcı ve dükkâncılar, sınırlı bir sermaye ile iş yapanlardan ibaret orta sınıfların önemli bir kısmı an-laşıhr. Esnaflık (artisanat) birçok tarihî çağlar ve çeşitli toplum bünyelerinde ortak olan bir toplum kurumudur.
Esnaf Odaları (c h a m b r e de s meti'ers): Esnaf Odaları zanaatçıların kamu kuvvetlerine karşı menfaatlerini savunurlar. Üyelerinin 4/5 i ustalardan 1/5 i kalfalardandır. Fransa’da 1937 den beri Esnaf Odaları Zanaat çıraklığı işini ele almışlardır. Türkiye’de Esnaf Odalarının birleşmesinden Esnaf odaları Birliği doğmuştur.
Estetik ilgi (affinite esthetique): Toplum değerlerinden biri olan sanat değerinin ifadesidir. Sanat sosyolojisinde toplum bakımından incelenir.
Eş (d o u b 1 e): Eski Mısır inancında her insanın bir Eş’i vardır ki ölümünden sonra bedenden ayrılarak yeni bir hayata girer, Double lien (çift bağ) aile terimlerinde hem ana hem baba tarafından olan akrabalık demektir. Birinci anlamında Eş fikri ilkel toplumların inancında büyük rol oynar. Onlarda çelişmezlik fikrinin işlemez gibi görünmesi bu Eş düşüncelerinden ileri gelir. Bir Moari’nin kendisi çadırda iken aynı zamanda Eş’i ormanda olabilir. Bu yüzden Eş’in işlediği bir suçtan dolayı kendisi de sorumlu olur. Eş. rüya sırasında bedenden ayrılarak başka bir yere gidebileceğine inanıldığı için ilkel rüyasına ait fiillerde sorumluluk görür.
Eşitlik (e gali t e): Çağdaş toplumda demokrasinin savunduğu başlıca ideallerden biridir. Ortaçağda “eşitlik” fikri Tanrı karşısında kulların birliğini ifade ettiği için menfi anlamda kullanılmıştır: “Tanrının önünde Şah ve geda birdir” demek aslında onların eşit oldukları demek değildir. Asıl eşitlik ideali çağdaş toplumda meydana çıkmıştır. [însan Hakları Beyannamesi; fransız Devrimi]. Fransız devrimi huhkukî eşitliği sağladı. Fakat İktisadî eşitlik fikri ondan sonra sosyalizm tarafından savunuldu.
Eşik (s e u il): Evlerde odayı sofadan veya avludan ayıran kapının zeminindeki yüksekçe kısım. Soğuğa karşı korunmak için yapılan eşik birçok inançlara bağlıdır. Bazı kültür çevrelerinde eşiğe basmak uğursuzluk sayılır. (Psikolojide “şuur eşiği” diye çok farklı anlamda kullanılır).
Eşitsizlik (i n e g a 1 i t e): Mertebeli bütün toplumlarda eşitsizlik esastır. En keskin şekline Kastlı toplumlarda ve tarihte İlkçağ sitelerinde rastlanır. Orada insanlar efendi - köle diye aşılmaz iki ayrı kısma bölünmüştür. 1) Hukukî eşitsizlik Fransız devrimi ve genel olarak demokrasi devrimlerinden önce insanların hukuk ve imtiyazca ayrı sınıflara bölünmeleri demektir ki demokrasi hareketleri bununla savaşmışlardır. 2) İktisadî eşitsizlik’tir ki birincisinin sağlanmış olmasına rağmen bugünkü ileri toplumlarda kapitalizmin doğurduğu mülk ve servet eşitsizliğinden ibarettir. Bununla da sosyalizm savaşmaktadır.
Eşkiya (les brigands): “Şaki” nin çoğulu, fakat tek adam gibi de kullanılır. Şakilik, eşkiyâlık, şakâvet şekillerinde geçen kuşakların türkçesinde kullanılmıştır. Bk. Şakâvet.
Eşraf (n o t a b 1 e s): “Şerif” in çoğulu. Şerefli kimseler. Bir kasaba veya köyde en iyi ün bırakmış sayılan kimseler ve aileler. “Eşraflık” mutlaka zenginlik veya resmî nüfuzluluk değildir. Bir kasabada bazen en zenginler "eşraf” dan olmadıkları halde, kasabaların okumuşlarından veya gelenekçe üstün ünü olanlar eşraf olabilirler.
Eşzamanlılık (synchronisme): Birbirine paralel iki veya daha çok toplum evrimi arasındaki zamandaşlığı gösterir. Sosyoloji tarih vakaları arasında eşzamanlık arayarak sosyal sebeplere ulaşır.
Etnografya (ethnographie): Ayrı ayrı her kültürün tasvirci bir tarzda incelenmesidir. Etnografya tam anlamı ile bir antropoloji dalı değildir. Kültür antropolojisine ait incelemelerin hazırlık sahasından ve bir manzarasından ibarettir.
Etken (a g e n t): Amil (motif), “saik” (m o b i 1 e), “etken” (agent) kavramlarını ayırmalıdır. Sonuncusu iradeli ve şuurlu fiillere ve insan kişiliğine aittir.
Etnik zümre (groupement e t h n i q u e): Başka bir kavim kökünden ayrılarak bir millet içinde yer alan ayrıcinsten zümre. Zümre, kök âdetlerini saklamakla beraber millî kültürü benimsedikçe milletle bütünleşir. Henüz bu bütünleşmenin tam olmadığı yerlerde ev dili ve âdetleri silinmemiştir. Amerikaya göç eden İrlandalIlar ve İspan-yollarda, Rumanya’da, Yugoslavya’da böyle etnik zümrelerin türlü dereceden ayrıcinstenliği veya bütünleşmesini görürüz. Türkiye’ye Petro zamanında gelmiş birkaç Molokan köyü ev dilleri ve âdetlerini değiştirmeden kalmışlardı. Yakın yıllarda kültür bütünleşmesine karşı direndikleri için eski yerlerine döndüler.
Etnosantrizm (ethnocentrisme): Farklı kültürlere mensup top-lumların kendilerini üstün görmelerine ve başka kültürlere hep kendi açılarından bakmalarına sebep olan kolektif duygu tavrıdır ki, ilk defa W. G. Sumner tarafından kullanılmıştır.
Ev (m a i s o n): Ailenin konaktan yuvaya kadar, yani en genişten en dar şekline kadar bütün türlerinin oturduğu barınağın genel adıdır. Bölünmemiş ailede “uzun ev” şeklini alır. Bababuyruğu ailesinde “konak” olur. Çağdaş karı-koca ailesinde yuva haline gelir ki bu artık yeni hayat şartlarına göre hizmetçi ile yöneltilen ev yerine “apartıman” m geçmesine kadar varır.
Ev-bark (h a b i t a t i o n): Bk. Bark, Barınak; yalnızca “ev” genel olarak yerleşmiş halkın aile halinde yaşadığı mesken anlamına gelir. Ev, kerpiç, ahşap,. kârgir (tuğla), taş veya beton olabilir. Kullanıldığı yere göre köy ve şehir içinde ise “ev”, banliyöde ve bahçe ortasında ise “köşk”, deniz kenarında ise “yalı” adını alır. Köylerde veya şehirlerin kenarında pek küçük meskenlere “kulübe” denir. Bk. Köşk, yalı, kulübe, barınak. “Ev-bark sahibi” olmak evden başka geliri olmayı da ifade eder.
Evlenme (mariage): Her toplumda türlü şekillerde kurallaştırılmış olan ve hedefi matrimonyal birliği kurmaktan ibaret sembolik fiil. Evlenme medenî veya dinî bir törenle yapılır ve toplum buna razı olduğunu gösterir. Evlenme yalnız ayrı cinslerden iki fert arasında olduğu zaman buna “monogam” evlenme denir, ikiden çok insan (her iki cinsten) aynı fiille evlendiği zaman buna “poligam” denir. Bu da ya bir erkeğin birçok kadınla evlenmesi şeklinde (p o 1 y g y n i e) yahut bir kadının birçok erkekle aynı zamanda evlenmesi şeklinde (p o 1 y a n d r i e) olabilir. Fakat bir tabakasında monogam, başka bir tabakasında poligam evlenmeleri kabul eden tabakalı toplumlar vardır. Evlenme kuralları, toplumlara göre değişmek üzere, evlenme yaşını, bazı İktisadî şartları, cinsî yaklaşma şeklini aile veya cemaatin kontrol şekillerini, kutlanacak tören tarzını, babalar ve oğullar arasındaki münasebetleri, evlenme bağının çözülmezliği veya ayrılma şartları ve bunun iki taraftan biri veya ötekine verilmiş imtiyazları da gerektirir. Bk. avunculat, içtenevlenme, dıştanevlenme, aile, le-virat, anabuyruğu, atabuyruğu, yarım, tekevlenme, babasoyluğu, fratri, çokkarılılık, çokkocalılık, sob, klan, — Zümre halinde evlenme: birçok erkekler ve birçok kadınlar arasındaki varsayılmış şekil. Şimdiye kadar tam bu şekilde evlenmenin bulunduğu bir toplum görülmemiştir (Ek. Pirauru ve Punalua). Fakat cinsler arasındaki münasebetlerde büyük bir tolerans gösteren toplumlar vardır. Ancak bu hiç bir suretle bir evlenme şekli sayılmaz.
Evlâdedinme (adoption): Birçok ilkel kavimlerde topluma girme yollarından biri başka toplumdan bir kimsenin evlât gibi alınmasıdır. . Bu kurum yeni toplumlarda da devam etmiş ve bir yabancıya evlâtlık haklarını (miras) ve görevlerini (bakım) veren bir şekil almıştır. Eski terimle: “tebennî”.
Evleniriik (nuptialite): Belirli bir toplumda, genel olarak bir yılda. yapılan evlenmelerin orantılı sayısı. (Bk. Demografi).
Ev üretimi (production dom es t i que): Küçük tarla çiftçiliği,, kümes hayvanları besleme ve ev tezgâhı ile imâl gibi küçük çapta üretim şeklidir. Umumiyetle ev üretimi bugün köy toplumlarında kalmıştır. Ev üretimi dokumacılık gibi işlerde aynı evde birkaç tez-
- gâh işletebilmek için çokkarıhlık şeklindeki ailenin sebeplerinden biri olmuştur.
Evrensellik (u n i v e r s a 1 i sm e): Yalnız bir topluma ait olan ilkçağ dinleri ve arkaik dinler yerine inancını bütün insanlara yaymaya çalışan ((proselytique) dinlerin genel vasfıdır. Bu dinler M. Ö. 1500 yıllarında eski Mısır’da başlamış (Akh oun -A t on) ve Budizm, Hıristiyanlık, manîlik, İslâmlık ile gelişmiştir. Evrensel dinler ile İmparatorluk sosyal bünyeleri arasında ilişki vardır.
Evrim (evolution): Kültür evrimi: — belirli bir toplumda kültür unsurlarının aksedilmez (irreversible) bir suretle birikmesinden meydana gelen toplum ve kültür değişmesidir, ki fizikî ve sosyal çevre üzerinde daima daha etkili bir kontrol kazanır. Bu birikme sürecinde bilgiler, teknikler ve teknik ürünleri, onların türedikleri zaten var olan unsurlara katılırlar. Bir yeni kültür unsurunun daha az etkili eski bir unsur yerini aldığı çok görülür. Bazen yenileşme yalnızca eski unsurun işleme tarzını değişikliğe uğratarak devam ettirmeden ibarettir. Mekanik taşıt araçları öküz arabasını yalnız bazı bölgelerde bırakmıştır. Mekanik dokuma sanatı halıcılığın görevini değiştirmiştir. Fakat ne tren, ne dokuma makinesi öküz arabası ve tezgâh olmadan düşünülemezdi. Kültür bakımından evrim geçirmeyen veya evrimi son derece ağır ve kesintili olan toplumlar vardır. Hızlı bir gelişmenin olduğu yerlerde de, bu gelişme ayrı kültür çevrelerinde farklı ritmlerde olur ve bazı yerlerde kültür gecikmesini doğurur. Ayrıca, bir kültür değişmesi toplumun bütünlüğünü kaybetmesine sebep olabilir. Toplum evrimi: — Belirli bir toplumda etkileşme (i n t e r a c t i o n) şekillerinin artması kültürün gelişmesi ile birlikte olabilir. Toplum gelişmesi ve kültür gelişmesi aynı olayın tamamlayıcı manzaralarıdır. Her ikisi de toplumda farklılaşmanın artmasına sebep olur.
Evrimcilik (e volu t i onisme): Danvin’in canlı türlere ait şekilde-ğiştirme teorisinden kuvvet alarak evrimin en yaygın tabiat kanunu olduğunu iddia eden ve Spencer tarafından ileri sürülen teoridir ki, sosyolojide de önemli bir rol oynamıştır. Evrimci görüşe karşı olanlar (meselâ fonksiyoncu Malinowski görüşü gibi) varsa da, bugün teori az çok farklı şekillerde yine değerini saklamaktadır.
Eylem (action): Toplum hayatında ahlâk, siyaset, iktisat gibi etkili bütün kuramlarda rol oynar. Eylem, bir kişinin bağımsız olarak çevresi üzerinde etki yapacak surette gördüğü iştir. Burada iyilik fiilleri şeklindeki ahlâk eylemlerini toplum yönetimine yön verme şeklindeki siyasî eylemden, iktisat hayatında teşebbüslere girme, plânlama şeklinde fertçe veya devlet yolundan yapılan etkilere ait İktisadî eylemi ayırmalıdır.
Eylem şeması (action pattern): Bk. Şema.
Ezan: Islâm cemaatlerinde namaza çağırmak için okunan arapça veya türkçe çağın.
F
Fabianisme: Ingiltere’de Prof. Th. Davidson’un başkanlığında küçük bir grup tarafından kurulan sosyalist teşebbüsü (1883). Fabian doktrininin esası kapitalizm’den sosyalizm’e doğra sürekli bir gelişme olduğu fikridir. Bu Birlikte en çok roi oynayan Sidney Webb (1885) ve Bernard Shaw (1889) oldu.
Fabrika (usine, f a b r i q u e): imâledilmiş malların yapıldığı yer. Ancak makine kullanmak üzere imâl başladıktan sonra fabrika tezgâhın yerini almıştır. Bundan dolayı Fabrika modern endüstri ve topluma ait bir üretim kurumudur, ve büyük sermayeyi, kapitalizmi gerektirir.
Fahişe (p r o s t i t u e e): Kural-dışı ve kazanç için cinsî münasebette bulunan kadın, ilkçağda phallus ibadetine kendilerini vermiş dinî fahişeler vardı. Gök dinleri bu payen inanç ve âdetleri ortadan kaldırmıştır. Fâhişeler ileri toplumlarda en düşük tabakayı teşkil etmektedirler. [Pierre Gordon, L’Initiation s e x u e 11 e et l’evo-1 u ti o n r e 1 i g i e u s e, P. U. F. 1946. eh. VII, La prostitution sacree ou hierodulie].
Faiz (i n t e r e t): Borca verilen bir paranın yüzdesinden edilen kâr. — Interet compose (mürekkep faiz): Islâm kanunu halka zarar veren faizi haram sayar. Bundan dolayı “faizcilik” yasak edilmiştir. “Faizcilik”, “murabahacılık”, “tefecilik” aynı derecede kötü görülmüş ve dince yasaklanmıştır. Fakat halkın hayrına olan “faiz” (Mu-kayyed riba) haram değildir.
Fakirizm (fak ir isme): Hindistanda belirli bir mezhebin adıdır ki, dikkati bir merkeze toplama (concentration) suretiyle konuyu her türlü telkine elverişli hale getirmeden ve biyolojik fonksiyonlarına hükmedecek kadar telkini ileri götürmeden ibarettir. Fakirlerin yaptıklarının büyük bir kısmını “Rufai” dervişleri yaparlar. İlkellerin ayinlerinde kendinden geçme (extase) haline geldikten sonra aynı sonuçlara varılmaktadır.
Fakirleşme (pauperisme): Toplumda kazançların eşitsiz dağılışı ve kapitalizmin iç veya dış baskısı yüzünden bir kısım halk tabakasının veya bazı kavimlerin iktisatça düşkünleşmesi ve hayat darlığının sefalet halini almaya başlaması demektir. Sömürgeleşen top-lumdarda fakirleşme çok rastlanan bir olaydır. (Oscar Lewis, L a Vida, A Puerto Rican Family in t he Culture of P o v e r t y, 1967).
Faktör çözümlemesi (analyse factorielle): Karmaşık bir bünyesi olan toplum olgularını meydana getiren faktörleri bularak, onları ayrı ayrı çözümleme yoludur. Sosyolojide sebep araştırmasının en iyi yolu budur. Böyle yapılmazsa, bazı statistik oranların gösterdiği sabitliklere aldanarak toplumda yanlış kanun araştırmasına girilebilir. Coğrafî, tarihî, biyolojik, psikolojik, antropolojik v.b, determinizm iddialarının sosyolojide başarısız olmasının başlıca sebebi bu olguların karmaşıklığını ve bundan dolayı da “faktörler kompleksi” ni çözmek gerektiğini görmemekten ileri gelmektedir.
Falaka (flagellation): İtal. ke. Eski eğitimde çocuklara uygulanan bir ceza şekli: çocuğun ayakları iğri bir değnekle ona iki ucundan bağlı ipin arasından geçirilir. îp gerilir, sonra hocaya yardım eden kalfa cezanın derecesine göre belirli sayıda değneği yalın ayağına vurur. Bu ceza şekli Ortaçağ okullarında kullanılırdı.
Falcılık (presage): Bir çeşit büyücülük metodları ile gelecek veya bilinmeyen geçmiş hakkında haber vermek. İyi haber veren falcılık olduğu gibi kötü haber veren falcılık da vardır (mauvaise augu-re), bu İkincisine eski terimle “teşe’üm” denirdi. Bütün ilkel kavim-lerde falcılığın büyü ve sihir yanında büyük yeri vardır. Fakat bu tarzda inançlar kalıntı (survivance) halinde zamanımız toplamlarına kadar gelmiştir.
Fanatiklik (f a n a t i s m e): “Taassup”, dine saplanma, herhangi bir inançta aşın ve saldırıcı tavır. Dinlerin fanatikleri olduğu gibi çağdaş ideolojilerin de fanatikleri vardır. Fanatiklik kültürün ve toplumun gelişmesinde en büyük engellerdendir.
Farklılaşma (differenciation): Bk. Başkalaşma, Ayrılaşma.
Farklılaşmış (differencie): Bak. Başkalaşmış.
Farklılaşmamış (non-differencie): Bak. Başkalaşmamış.
Farklılaşmamış şehir (ville non-differenciee): Toplum fonksiyonları farklılaşmamış olan îlk ve Ortaçağ şehirleri tapmak, pazar veya burg etrafında toplanmış bir köyler topluluğu (agglome-r a t i o n) manzarası göstermektedir. Eski Bağdat, Fustat, Kayrevan, Ortaçağ Batı şehirleri ve İstanbul böyle idi. Çağdaş milletler içinde gelişen şehir fonksiyonları farklılaşmış ve organik bir bütün halini almış olması ile bütün eski şehir tiplerinden ayrılır. Ancak bu yeni tipin doğuşu milletlerin doğuşundan önce gelir ve Batı Roma’mn serbest şehir (M u n i c i p i u m) leri ve Belediyelerin doğuşu ile başlar.
Farz (precepte r e 1 i g i e u x): Dinin, inananlara mutlak olarak emrettiği ödev. İkinci derecede yükümlülük (vâcib — o b 1 i g a t i o n), üçüncü derecede peygambere uymak (sünnet — t r a d i t i o nne 1),, dördüncü derecede yapılması iyi olan (müstehab — e s t i m e) gelir. Emredilen’in karşıtı yasakedilen (haram ~ p r o h i b e) dır. Ne emredilmiş ne yasaklanmış olan şey ise halâl (profane, non defendu) dır.
Faşistlik (f a c h i s m e): Demokratik idarelerde Parlemento sisteminin ve bunun temeli olan sosyal sınıflar dengesinin bozularak orta sınıflar arasındaki bir dayanışmaya göre kurulmuş olan bir dikta rejimidir. Totaliter idarelerin demokrasi buhranından doğmuş bir şeklidir. Tipik örneği İtalya’da Mussolini yönetiminde gerçekleşen faşistlik Meslek Birlikleri ve Aileler Meclisine dayandığı için toplumda ilerleme (p r o g r e s) fikri bakımından muhafazam (conse r va-t i f) bir rejim sayılabilir.
Faydacılık (u t i 1 i t a r i s m e): Stuart Mill’in savunduğu ahlâk sistemi. Felsefe terimi ise de hedefi doğrudan doğruya ferdî fayda ile toplum faydasının uzlaştırılması olduğu için, sosyolojiyi ilgilendirir.
Fayolcilik (Fayolisme): Fransız mühendisi Henri Fayol’ün giriştiği,, teşebbüslerin yönetimi doktrinine verilen isimdir. İlk defa onun tarafından 1916 da formül haline konmuştur. Her İktisadî teşebbüste altı esaslı fonksiyon olduğu ve bunlardan her birinin özel kabiliyetleri bulunduğu düşüncesine dayanır: bunlar bedene, kafaya ait vasıflar,, ahlâkî kabiliyetler ve tecrübedir. Fayol bu altı fonksiyonu şöyle sayıyor: teknik, ticarî, İlmî, malî emniyet, defter tutma, idare. Bunlardan en mühimi idaredir.
Fazilet (ve r t u): Bk. Erdem.
Fedakârlık (devouement, sacrifice): Bir toplum içinde iyi ve kutsal sayılan amaçlara göre topluma, zümreye veya herhangi bir ferde karşı yardım ve kendini verme hallerine denir. Başkasının iyiliği için kendi çıkarından vaz geçmek, genel olarak “fedakârlık” olup toplum ödevlerinin temelidir.
Fedaîlik (sacrifice pour une organisation): Siyasî bir teşkilât veya bir kimsenin özel teşkilâtı için gönüllü veya ücretle koruma işinde tehlikeyi göze alma. Batmîlerin, nihilist ve anarşistlerin, siyasî partiler, hatta bazı iş adamlarının “fedaî” leri vardı.
Federallik (f e d e r a 1 i s m e): Her birinin özerkliği olan bölge idarelerinin birleşmesinden doğmuş siyasî şeklidir ki, merkezsizlik (d e-centralisation) den daha ileridir. Fakat Federal yönetimler bölgelerin içten özerkliğini kabul etmekle birlikte dıştan tam bir siyasî bütünlük gösterirler. Birleşik Amerika cumhuriyetleri veya So-viet Rus Cumhuriyetleri gibi.
Feminizm (f e m i n is m e): Kadınların seçime katılması, milletvekili olması gibi siyasî haklarını savunan görüş. İlk defa suffragette’ler âdı altında siyasî savaşmaya girdiler. Türkiye’de Meşrutiyet yıllarında “feminizm” fikirleri savunulmaya başladı. Cumhuriyet idaresi kadınlara her türlü hürlüklerden faydalanma ve siyasî haklan tanıdığı için bugün böyle bir akım kalmamıştır.
Fenomenoloji (phenomenologie): Felsefede Edmund Husserl tarafından ortaya konmuş olan bir metoddur. Gerek tabiat gerek insan ilimlerine uygulanmıştır. Sosyolojide de fenomenoloji metodunu kullananlar vardır: Jerusalem ve Oppenheimer fenomenolojik metodu kullanan sosyologlardandır. Bu metodun esası şöyle özetlenebilir: tabiat ilimleri empirik verileri ilk unsurlarına ircaa çalışır ve onun aradığı daima daha basite inmektir. Tarih de olguların doğuşunu ve köklerini araştırır. Halbuki “fenomen” 1er her iki metodun irca ede-miyeceği bir takım özler (Wesen) dir. Bu özler mekân ve zaman şartlarının dışında ve sözkonusu iki irca metodundan bağımsız olarak ele alınabilirler: üçgen, sayı, kırmızı, yeşil, v.b., tarihî birer oluş, tabiî birer süreç olmadan önce zamandışı birer öz (mahiyet) dirler. Toplumda da yığın, zümre, zanaat, evlenme veya din’i evrimleri dışında birer öz olarak ele almak mümkündür. Van der Leuuw, din fenomenlerini bu metodla incelemekte idi.
Feodalizm (feodalisme): Bk. Derebeylik.
Ferace (Ancien v e t em en t des f em m es): Türk şehirli kadınlarının giydikleri eski giyim şekli: ayağa çedik papuç giyilir ve yüzün burun hizasından alt kısmına “yaşmak” denen ince tül örtülürdü. Feraceler çeşitli renkte ve ipekli olurdu, açıklık ve kapalılık modaya göre değişirdi. 19. yüzyılda yerini çarşaf almıştır.
Fermaj (f e r m a g e): işletici bir çiftçinin bir tarla üzerindeki işletme hakkı. Fermage toprak mülkiyeti ile işletme mülkiyetinin ayrılmasına dayanır. 1945 den beri fermage Fransa’da ayrı bir kanunla teyid edilmiştir. Fermage fermier’ye bütün imkânlarını hareketli kılma gücünü verir. Ortakçılık (m e t a y a g e) dan daha uyandırıcıdır. En kötü tarafı istikrarsızlığıdır.
Fertçilik (individualisme): Toplum içinde bağımsız kişinin önemi ve değerini ileri süren ve bunun için de toplumcu (societariste) görüşü reddetmek, ferdi toplumun eseri değil ilk gerçek saymak üzere bütün sosyolojik görüşlerden ayrılan siyasî ve fikrî doktrindir. Fert-çiler aynı sebeplerden dolayı hürriyetçi (liberaliste) dirler. Sosyoloji, fertçiliği olduğu gibi liberalizmi de birer toplum olgusu ve belirli toplum şartlarından doğmuş olan birer eser olarak gözönüne alır.
Fertleşme (individualisation): Durkheim’a göre fertleşme toplum evriminin sonucudur ve fert, toplum dışında ayrı bir gerçek değildir. Toplumda evrim işbölümü, değerler ve burumların farklılaşması süreci şeklinde meydana çıktığı için, böyle bir evrimin zorunlu sonucu değerlerin bir yandan içleşmesi (interiorisation) öte yandan insanlar arasında kişilik farklarının artmasıdır ki, modem Batı kültüründe doğan fertçilik işte bu süreçten meydana gelmiştir. Marx’cı sosyoloji fertçiliği “liberalizm” ile birlikte, Burjuva sınıfının ve kapitalizmin sonuçlan sayar. Ona göre fertçiliği savunanlar burjuvazi sınıfına mensup olanlardır.
Fetih (c o n q u e te): Kültürü az gelişmiş toplumlann oturduğu ülkelere doğru siyasî baskınlık (domination: eski ter. “tahakküm”) ve İktisadî işletme sisteminin yayılması. Fakat bu tanım kelimeye bugün verilen anlama göredir. Tarihte de “fetih” 1er vardır, ancak o sırada ne kapitalizm ne büyük endüstri bulunmaktadır. Bugünkü anlamında fetih veya “istilâ” sömürgeleştirme ile birlikte olabilir veya hemen arkasından o gelebilir: eğer anayurtdan istilâ edilen ülkelere doğru nüfus akını varsa!
Fetiş (f e t i c h e): Kendisinde tabiatüstü bir kuvvet görülen obje. Fetiş canlı veya cansız olabilir. İnsan tarafından imâl edilmiş yahut tabiatta olduğu gibi kullanılmış olabilir. “Muska” ve “Tılsım”, hıris-tiyanlarda “icone” bir çeşit fetiştir. Fetiş aslında Portekizce bir kelimedir ve ilk Portekiz gemicilerinin yerli kavimlerde gördükleri “amulette” lere verilmiş addır. — Fetişizm (fetîchisme): Bir fetiş’in tabiatüstü kuvvetine ve özel olarak onda bulunan ruha inanmadan ibarettir. Kötülükten koruyucu veya kötülüğü getirici olarak kullanılması bu inanç üzerine dayanmaktadır. Halk inançlarında kurşun dökmek ve ateşte günlük yakarak “iyilik gelsin, kemlik gitsin” diyr “incanta-tion” da bulunmak fetiş inancına bağlıdır. Yatır türbelerine iplik bağlamak ve mum adamak da onun gibidir.
Fetva (jurisprudence): İslâm hukuku (Fıkıh) esaslarına göre hukukî sorularda “kadı” lann hüküm verme güçleridir. Fıkıh Kur’an ve Hadis’e, onları tamamlayan fakihlerin temel içtihadlannm karşılaştırılması (kıyas) ile Referendum’a (icma-ı Ümmet) dayanır. Fakat devirler değiştikçe yeni sosyal olaylar ve yeni sorular meydana çıktığı için eski Fıkıh doktrinlerinin “içtihat” lan yetmez. O zaman bu temel içtihatları yeni ihtiyaçlara göre yorumlamak ve uygulamak gerekir ki buradan “Fetva” doğmuştur. Fetva verme gücü “Fetva makamı” na aittir. Bu gücü kullananlara “müfti” denir. Osmanlı devrinde yeni ihtiyaçlara göre sosyal evrimi gözönüne alarak verilmiş birçok fetvalar vardır ki en tanmmışlan “Ebussud Efendi Fetvaları” dır.
Feza devri (âge d’espace interstice): İnsanlığı — kültür farkları bir yana — tabiat üzerindeki egemenliğinin artışına göre çağlara ayıracak olursak yontma ve cilâlı taş çağı, mâden işleme çağı, yazılı tarih çağı, makine ve dünyanın fethi çağı gibi büyük devirlere ayırabiliriz. Tekniğin çok hızlı gelişmesi zamanımızı yalnız dünyanın değil fezânın, başka gezegenlerin fethine başlandığı bir çağ haline getirmiştir.
Fıkıh (droit divin): Islâm dini hukuku, ilkelerini Kur’an ve Sünnetten (Peygamber sözleri) almakta, bunları zamanın ihtiyaçlarına göre “icmaı ümmet” (Referendum) ve “Kıyası fukaha” (hukukçuların fikirleri) ile tamamlamaktadır. Bu dört temel Fıkıh’a evrime elverişli ve yumuşak bir karakter verdiği için onunla sosyolojik hukuk görüşü arasında yakınlık vardır (Ziya Gökalp, Fıkıh ve İçtimaiyat, İslâm Mecmuası).
Fiat (p r i x): İktisadî değişimle ihtiyaç maddelerini elde edebilmek ya onları başka maddelerle değiştirmek, ya da değişim maddelerinin bir ölçüsünü (etalon) kullanmak gerekir. Bu ölçü, malların nicelik cinsinden ifade edilmesinden ibaret olan fiat’dır. Eşyanın fiat’ını karşılayan ölçü maddesi de “para” dır. İlkel şekillerinde öküzler, koyunlar para yerine kullanılmıştır. Sonradan siyasî kuvvet sahibinin arması veya resmini taşıyan madenler bu görevde kullanılmıştır.
Fiat murakabe kurulu (C om i te du contröle des p r i x): Fiat-ların ölçüsüz yükselmesine engel olmak ve dondurmak için maliyet ve satış fiatlarını kontrol eden kurul. Görevini Belediye murakıpları yardımiyle görür. Bk. Millî Korunma Kanunu.
Fiatları dondurma (stabilisation des p r i x): Çeşitli sebeplerle eşya fiatlarının süratli yükselmesi halinde hayat darlığını önlemek için devlet tarafından fiatlarm belirli bir derecede durdurulması yolunda alman tedbir.
Fiyef (f i e f): Feodal sistemde üstün bir senyöre askerî hizmette bulunmak şartiyle bir “vassal” in yönelttiği toprak. Ortaçağda Batı Avrupa geniş veya dar “fiyef” lere bölünmüştür.
Fizyokratlık (p h y s i o c r a t e s): Memleketteki ziraat maddelerini işletmek suretiyle endüstri üretimini sağlamak yolunu tutan ve mer-cantilisme’e karşı ilk ilmi-iktisat teşebbüsüne giren çığır. Quesney. Gourney, J. B. Say, v.b.
Folklor (fol k 1 o r e): Bir kavim geleneğinde yer almış olan empirik bilgiler, atasözleri, şarkılar, mitoslar, efsaneler, masallar, türküler ve inançların bütününe verilen addır. Almanlar aynı anlama gelmek üzere Völkerkunde terimini kullanırlar. Fakat aslı İngilizce olan Folklor kelimesi daha çok yerleşmiş ve milletlerarası bir terim olmuştur.
Formariage: (Türkçesi yok). Eski osmanh terimlerinde buna “resmi arus” deniyordu. Sipahinin toprağında oturup kocaya varan kadınların erkeklerinden alman vergidir.
Freudculuk (f r e u d i s m e): Psikiyatri’de ruh hastalıklarının iyileştirilmesi için Freud’un ortaya koyduğu Psikanaliz metodu genişleyerek birçok sosyoloji konularını açıklama iddiasına kalktı. Freud’un kendisi ilkellerdeki totem ve tabu inançlarını psikanaliz metodu ile açıklayacağı sanısında idi. Ona göre klanlardaki “komünyon” ayini OEdipus kompleksine bağlıdır. İlkel aile, babayı öldürerek bu fiilin pişmanlığı içindeki bulanık değerli bir ayine, kutsal olan hayvanı, babanın sembolünü hem yükseltmek hem keserek yemek şeklindeki kompleksi ifade eden ayine bağlıdır. Fakat Malinowski bu kompleksin anasoylu ve anabuyruklu ilkel kavimlerde bulunmadığını gösterdiğinden beri Freudculuk paleososyoloji alanındaki değerini kaybetmiştir. Freud ayrıca, bu kompleks ile “Kilise” ve “Ordu” denen ve içinde kadının yeri olmayan cemaat şekillerinin doğuşunu da açıklamaya çalıştı. Ona göre bu iki cemaat OEdipus kompleksinin birer görünüşüdür. (S. Freud, Totem et Tabou; —, Psychologie collective et analyse du Moi).
Fuhuş (prostitution): Her toplumda âdetler ve kanunlarla sınırlandırılmış olan meşru cinsî münasebetler dışındaki münasebetlere verilen genel addır. Hiç bir evlenme kurumuna bağlı olmaksızın cinsiyet Tanrılarına hizmet eden ve bu amaçla cinsî münasebette bulunan bazı zümreler olmuştur. Bunların hareketine “Prostitution sacree” deniyor. Bunun dışında genellikle fuhuş bir kazanç amaciyle yapılır ve bu vasfiyle “zina” dan ayrılır.
Fuhuş yazısı (pornographie): Porne = fahişe demek olduğuna göre pornografiye fuhuş yazısı demelidir. Osm. müstehcen. Açık-saçık yazı veya resimden ayırmalıdır. Birincisinde amaç açıklık ve çıplaklık değil fuhuşu tasvir etmek veya hatırlatmaktır. Bundan dolayı, hele sanattaki çıplaklıkla hiç münasebeti yoktur.
Futbol (ing. f o o t b a 11): Tanınmış İngiliz top oyunu olup 19. yüzyıl sonunda dünyaya yayılmaya başlamış ve dünya oyunu halini almıştır. Türkiye’de 2. Meşrutiyetten sonra yerleşti. Bütün oyun tâbirleri İngilizce olarak girmiştir. Cirit, çevgân gibi yerli oyunlarm yerini alan Futbol genç kuşak ve halk arasında şiddetli bir yarışma ve hırs halini almaktadır.
Fücur (inceste): Dinler ve kanunların yasak saydığı yakın akraba ile cinsî münasebet. Fücur bütün toplumlarda yasak sayılmıştır. Yalnız, bu yasağın sınırları toplumdan topluma değişir. Bu yüzden bir devir veya bir toplum şeklinde fücur sayılan hareketlerle başka bir devir veya toplumda fücur sayılanlar birbirine uymaz. (Durkheim, Fücurun yasak edilmesi ve kökleri, Annee Sociologique); Levi - Strauss, L e s structures element aires de la p a r e n t e).
G
Gar (g a r e): Şehirlerarası ulaştırma araçlarından başlıcası olan trenlerin yola çıkma ve ulaşma yeri. Gar’lar şehirlerarası nüfus hareketi ve mal taşınmasında büyük yer aldığı için, bu işe en geniş yapılar ayrılmıştır.
Gangster: Amerika’da şehir içinde medenî kılıkla ve üstün tabakalar arasına sokularak baskın ve soygunculuk yapan çağdaş çete. Bk. Çete.
Gayecilik (finali sm e): Sosyolojide de biyolojide olduğu gibi mekanik görüşe karşılık bir de gayeci görüş vardır. Buna göre toplum olayları tğz sistem teşkil ederler ve bu sistemde parçalarla bütün arasında araç - gaye (m o y e n - f i n) münasebeti vardır. Parçaların bütün içindeki rolleri onu tamamlamak olduğu için her toplum olayında bu içsel gayeliliği (finalite intrinseque) bulabiliriz. (Stammler, Malgaud, gibi).
Gazete (quotidien, journal): Gündelik siyaset ve belediye haberlerini, memleket ve dünyaya ait olayları kamuya bildirmek ve kamu sanısının bu husustaki görüşlerini aksettirmek için çıkarılan yayın. G. Tarde, gazeteyi halkın ve kamu sanısının, kitabı okumuşların fikir organı olarak görüyor. Fakat iki türlü gazete vardır: 1) Fikir (opinion) gazetesi: gündelik haberlerin yanında siyasî ve genel olarak sosyal fikirlerin yayılmasına da değer verir. Bu, bazen başyazı ve fıkralar halinde gazetenin savunduğu bir fikir olur. Bazen onun dışında gazeteden bağımsız fikir yazılarına da açık bulunur. 2) Haber (Information) gazetesi: başyazı ve makalelere yer vermeyerek yalnız gündelik haberleri yayar. İş bölümü artarak fikir yazıları “Dergi” lerde toplandıkça haber gazeteleri birincilerin yerini almaktadır. Fakat böyle bir iş bölümünün doğmadığı, yeteri kadar yüksek ve orta seviyede fikir dergileri gelişmemiş olan bir yerde gazetelerin yalnız “haber gazetesi” halini alması bir seviye düşmesini belirtir.
Gazino (C as in o): Okumak, konuşmak ve oyun oynamak için hazırlanmış yerler. Eski alaturka kahvelerin yerini almıştır. Kahve ve Kıraathane’ler. İslâm toplumlarımn eski şartlarına göre yalnız erkeklere mahsus idi.
Gebelik (grossesse): Kadının çocuğu doğuruncaya kadar geçirdiği dokuz aylık devre. Totem, inancında olan ilkel kavimlerde kadın âdet (regle) zamanında, gebelik zamanında kendisinde “manâ” gücünün artmasından dolayı çarpıcı (tabu) olduğuna inanılır. Bu sırada kadına kocası yaklaşamayacağı gibi, kendi klanından kimse ile de görüşemez. Bir çadıra kapanır. Yiyeceği çadırın kenarından verilir. Gebelik devresi bittikten sonra da birçok ilkel kavimlerde lohusa yatağına kocası yatar ve bazı yasaklara tâbi olur.
Gebelik, sihri (Conception virginale): (veya conception mystique): Animist inançtaki ilkel kavimlerde kadının yanından geçtiği ve içinde kutsal ruh bulunan bir çalılık veya kayanın tesiriyle, cinsî münasebet olmaksızın gebe kalması inancı. Bu inanç hıristiyanlıkta İsâ’nin Meryemden “bâkir gebelik” le doğması inancına kadar devam etmiştir. Cengiz’in dokuzuncu göbekten büyük anası Alangua’nın çadıra giren bir ışıkla gebe kaldığı kabul edilirdi. Kadıncık Ana’nm Hacı Bektaş’ın burun kanı damlasiyle çocuğu olduğu şeklindeki Bektaşi inancı da bu nevidendir.
“Gecekondu” (squatleis housing): Köylerden şehire göç olayının neticesi olarak şehirde yerleşme zorunda olanların Belediye kurallarına aykırı yaptıkları acele barınak. Belediye tüzükleri ile “Gecekondu” 1ar devamh bir çatışma halindedir. İkincisi “kurala aykırı” ise de, toplum zorunluluklarından doğduğu için dayanmakta ve yavaş yavaş kurallaşmaktadır. Türkiye’de köyden şehire göç olayı
Sosyoloji Sözlüğü — 8 büyük şehirlerde Gecekondu’yu esaslı bir sosyoloji konusu haline getirmiştir.
Geçerlik (v al id i t e) : Değerlerin belirli bir toplum şartları içinde yürürlükte olabilme gücü. Bir toplum için geçerliği olan bir değerin başka bir toplum için geçerliği olmayabilir. Hakikat değeri yani mantık kurallarının geçerliği toplumlar ve devirler üstündedir. Çünkü, onlar toplum evriminden doğmuş olsalar bile insan zihninin ve tabiatın değişmez gerçeğine dayanmaktadırlar.
Geçim savaşı (competition): Bir toplumda fertlerin rakabet alanında az miktarda bulunan maddî ve manevî kaynakları elde etmeğe çalışırken içine girdikleri sürekli ve yaygın etkileşme şekli. En basit şeklinde “geçim savaşı”, biyolojik anlamı ile bir hayat savaşıdır. Böyle anlaşılan geçim savaşı, insanların mekânda belirli bir dağılışını gerektirir. Bu dağılışın ekoloji bakımından sonucu kararsız bir denge gösterir: savaşlar, salgın hastalıklar, göçler, v.b. içinde bulunulan düzeni bozabilir. Geçim savaşının görülen neticesi iş bölümü ve İktisadî düzendir. Toplumdaki statüyü elde etmek için yapılan savaşta herkes aynı sosyal seviyelere ulaşamaz. Meslek işlemleri de, çıkan fırsatlara ve geçim savaşına girenlerin istidatlarına göre değişir. Bu farklar, sınıf ve meslek farklarını açıklar. Fertler, zümreler ve kurumlar arasında geçim savaşı olabilir. En sonra, yine bu sebepten bazı kurumların devamı, bazılarının ortadan kalkması zikredilebilir. Geçim savaşı için bildirme ve ulaştırmaya ihtiyaç yoktur, o şuursuz olabilir. Şuurlandıkça çatışma halini alır. Seçkinleşme ve elenme, geçim savaşının başlıca manzaralarıdır.
Geçiş havzası (aire de transition): Yapıları kuruldukları maksatlardan başka yollarda kullanılmak üzere değişikliğe uğrayan şehir bölgesi. Bir görevden başka bir göreve geçişte, bu havza aynı zamanda bir bozulma havzası halini alabilir. Meselâ daha önce ailelere ait iken sonradan izbeler ve garaj, dükkân yerleri halini alabilir.
Geçme (transfert): Bir eğilimin bir hedeften başka bir hedefe geçmesi. Psikoloji ve sosyolojide ortak terim. Belirli bir değere çevrilmiş eğilimin değişik şartlar altında başka bir değere geçmesi sosyolojinin konusudur.
Gedik (droit de jurande): Ortaçağ reodal toplumlarına ait endüstri ve ticaretteki kapalı “Esnaf teşkilâtı”. Gedik, böyle bir teşkilâtta her ekonomik bütüne verilen addır. Bu bir dükkân, bir imâl yeri veya bir başka iş alanı olabilir. “Lonca” denen bu teşkilâtta gedik’leri çırak, kalfa ve usta eğitiminden geçmiş olanlardan biri devlet izni ile elinde bulundurur. Gediklerin sayısı sınırlıdır. Bu sayıyı aşarak kimse yeni bir iş yeri veya dükkân açamaz. Bir gedik sahibi varissiz ölürse, bu gedik “mahlûl” e kalır. Oraya ancak yeni yetişen bir usta devlet izni ile gelebilir. Gediklerin sınırlılığı ve kontrolü, onlarda İktisadî yarışmayı imkânsız hale koyar. Bu kontrolü yapan îhtisap ağası’dır.
Gelenek (tradition): Toplumda değerler ve kuramların en ağır değişen ve eski toplum devirlerini yenilerine bağlamaya yarayan sosyal miras. Geleceğin payı ve toplumun eski şekillerini yenilerine bağlama gücü toplumdan topluma değişir. Bazı sosyologlar devrimlerin gelenekleri ortadan kaldırdığını söylerler, fakat en sert devrimlerden sonra dahi bir kısım geleneklerin kaldığı görülmektedir (Toqueville, La revolution et l’ancien r eğim e).
Gelenekçilik (traditionalisme): Kültürün eski kuşaklardan miras olarak aldığı kısımlara dayanmak ve toplumda değişmelerin doğuracağı sarsıntılara karşı böylece karşı koymak fikrini savunanların görüşü. Böyle bir sosyal tavır, bazen geçmişe bağlanmak ve kültürün yeni kazançlarına karşı koymaya kadar gidebilir. Fakat, canlı olan geleneklere bağlılığı donmuş “kaidecilik” ten ayırmalıdır (Ziya Gökalp, An’ane ve kaide).
Gelir (re n t e): İş ve üretim dışında, kazanç getiren mülk ve “akar” m sağladığı şey. Böyle rahat bir geçim şekline sahip olanlar “gelirli” (rentier) dirler.
Gelişme (developpement): Bir kısım sosyologlar evrim ve gelişme kelimelerini eşanlamlı olarak kullanırlar. Fakat, gelişme aynı sosyal tip içinde kendi imkânlarını gerçekleştirmeden ibaret olduğu halde, evrim - toplumun bünye değiştirmesi ve yeni toplum şekillerini almaya başlaması demektir. Feodal bir toplumun içten veya dıştan sebeplerle kapitalist üretim şekline geçmeye başlaması bir devrim olduğu halde, bunlardan her birinin kendi tipi içindeki ilerlemesi bir gelişmedir.
Genelev (m a i s on p u b 1 i q u e) : Fuhuş hayatını şehirlerin namuslu yaşayışından ayırabilmek için bir mahalle veya şehir-dışı bir semtde kurulmuş evlerde toplamadan doğmuştur. Bazı yerlerde genelevlerin kaldırılması, fuhuş yapanların bütün şehre yayılarak aile ve gençlerin bozulmasına sebep olmaktadır.
Genel kadın (femme p u b 1 i q u e): Bk. fahişe.
Gens: Roma’da Siteyi meydana getiren dereceli parçalardan birinin adı. Gens bir çeşit klandır. Ondan daha küçük olan aile “Curie” adını alır. “Gens” lerin Tanrıları üzerinde Penates Publici denen site halkının tapınmasına hedef olan Tanrılar vardır.
Genetik sosyoloji (sociologie genetique): Toplum kurumlan veya zümrelerin doğuşlan ve gelişmelerini inceleyen sosyoloji dalı. Tarihî sosyoloji ile bazı bakımlardan birleşir. Fakat birincisi yalnız başlangıç ve doğuş şekilleri ile uğraştığı için İkinciden ayrılır. (Co-sentini, Sociologie genetique).
Geopolitik (g e o p o 1 i t i q u e): Nazi politikasında rol oynayan ve fazla üretim yapan büyük endüstri memleketlerinin ziraatçi bölgeleri kendilerine “hayat sahası” yapmak istemelerinden ibaret, iktisat ve coğrafyanın saldırıcı bir siyasette alet olarak kullanılması. Bununla beraber Geopolitik coğrafya ile siyaset ilmi, hatta sosyolojinin birlikte çalıştığı bir konu olarak verimli olabilir. Coğrafî bir bölge içinde yaşamış olan kültürlerin tabakalar halinde üst üste yer aldığı ve bu bölgenin kültür tabakalarını bütünleşmeye doğru götürdüğünü gösterir. Mısır, Iran, Hint, Çin, Anadolu, v.b. nin böyle kültür bütünleşmesini doğurduğu Geopolitik’le açıklanabilir.
Gerçekçilik (r e a 1 i sm e): Toplum işlerinde gerçeğe dayanan görüş, idealizmin ve daha ileri şeklinde utopia’mn karşıtı.
Gerekircilik (determinism e): Sosyolojide gerekircilik, bütün tabiat alanları gibi toplumda da olguların birbirine sebeplik bağı ile bağlı olduğunu ve gözlem, deney ve karşılaştırma, sosyal karşılıklı etkilerin meydana çıkarılması yolu ile bu olgularda yürürlüğü olan tabiî kanunların bulunabileceğini ileri süren görüştür. îlim olarak sosyoloji, esasta gerekircidir. Ancak, onu “manevî ilim” olarak görenlerin ' gözünde, bu olgularda insan iradesi ve özerkliğinin payı büyüktür.
Bir kısım sosyologlara göre de bu olgularda yalnız olasılık (p r o b a-bilite) ve bundan dolayı statistik bir gerekircilik vardır (Max Weber).
Gençlik krizi (erişe de la Jeunesse): Psikolojiyi ilgilendiren erginlik yaşı krizi ile toplumda gençlik - yaşlılık gerginliğini (nesil . çatışmasını) ve ayrıca yetişme yaşında olanlarda doğan öğretim krizini ayırmalıdır. Sonuncusu son yılların belli başlı sorularından biri halini almıştır. Bu olay 1) önce demografiktir: nüfusun hızlı artması ile yüksek öğretim kurumlan arasındaki oranın kaybolmasından ileri gelir. 2) Demokratik sistemin istediği öğrenim eşitliği ilkesinin iyi uygulanmamasından ileri gelir: bütün ülkede açılan tekşekilli ortaokul ve lise tipi çeşitli iş sahalanna göre insan yetiştirecek yerde üniversitelere hücumu doğurmaktadır. 3) Siyasî ve ideolojik akımlar henüz meslek formasyonunu almamış olan gençleri, sloganlan ile sürüklemektedir. 4) Eski öğretim kurumlan ile yeni hayat şartlan arasındaki uyarsızlığı da bunlara katmalıdır.
Gerdek (evlenme gecesi): “Gerdeğe girme” şeklinde kullanılır. Lehçe-i Osmanî (A. Vefik P.) ye göre gerdek, gerilme’den “bekaret” demektir.
Gereksizlik (inde ter m inat i on]: Toplum olaylarında zorunsuz-luk (contingence) ve özerklik (a u t o n o m i e) bulunduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Sosyolojik doktrinler arasındaki ayrılık ne olursa olsun, tam gereksizlik fikrini savunan sosyolog yoktur. Bazıları toplum olaylarının arkadaşlık ilişkileri gibi küçük toplum-larda spontane (kendiliğinden) başlayarak, sonradan tekrarlı (stereotype) şekiller aldığını iddia ediyorlarsa da, bu sponta-neliğe tam hürlük ve zorunsuzluk denemez (Moreno).
Gericilik (mouvement reactionnaire): Toplumda kültür değişmelerine karşı koyan ve donmuş kaidelere bağlanmakla kahnıya-rak yıkılmış ve fonksiyonu kalmamış kurumlan diriltmeğe çalışanların aldıklan sosyal tavır. “Gericilik” kelimesi değişme halinde bulunan toplamlardan her birinde kendi özel şartlarına göre ayn şeyler ifade eder: Ortaçağ ekonomisini bırakmış ve yeni üretim şekillerine girmeye başlamış bir toplumda bu ekonomiyi diriltmeye çalışmak bir çeşit gericiliktir. Cumhuriyet’le yöneltilen bir toplumda krallık veya Sultanlık şeklini savunmak gericiliktir.
Gerigiden (r e g r e s s i f): Bir kısım kültür unsurlarının kaybolması yüzünden tabiî veya sosyal çevre üzerindeki kontrolün gittikçe azalması. Bu süreç ilerigiden (progressif) bir kültür hareketinin tam zıttıdır.
Gerilla (İ ç s a v a ş ı): Siyasî ve ideolojik sebeplerle bir memleket içinde bölgeler veya şehirler içinde meydana gelen çatışmalar ve savaşlardır. Bu kelime ilk defa îspanya iç savaşları için kullanıldı. Sonradan bu cins bütün iç çatışmalar için terim olarak yerleşmiştir.
Gerilme (tension): Sosyal psikolojide bu kelime sarahatsız olarak icat edilmiştir ve kişiler veya zümreler arasında heyecanî bir zıtlığı ifade eder: işverenle işçi, Türkiye - Mısır gerginliği gibi. Sosyal gerginlik olması için zümreler arasında hem mesafe (aralık) olmalı (iktisat ve kültür farkı gibi), hem de ortak bir alan bulunmalıdır (teşebbüs gibi). Gerginlik sebepleri gerek maddî olaylar (ihtiyaçları doyurmak için gereken şeylerin yetmezliği) gerekse ideolojik olaylar (maddecilerle ruhçular, şiy’ilerle sünnîlerin gerginliği) olabilir. Gerginlikler tabu ve sıhhî yahut kötü ve marazî olabilir. İlerleme veya gerileme amili olabilir.
Geriveriei hukuk (droit restitutif): işlenen bir zararı bedeli ile ödemeden ibarettir.
Geştalt (Geştalt): Bu almanca kelime başka Batı dillerinde de kullanılmaktadır. Asıl psikolojide doğmuş olan terim bazı sosyologlarca da benimsenmiştir: onlara göre toplumlara “fertlerarası ilişkiler” veya ‘‘kolektif tasavvurlar” olarak bakılamaz, çünkü bu suretle psikolojik ve sosyolojik olayların sınırını belirtemeyiz. Toplumlar içlerindeki fertlerden bağımsız Geştalt’ler (bünyeler) dir. (Vierkandt, Geselschaftslehre).
Gezgin-satıcı (c om m is -v oy ag eu r): Şehirlerarası “perakende” satıcılık yapan ve bu işde kullanılan yazıcı ve hesap adamı.
Ghetto: Yahudilerin bir kısım Batı memleketlerindeki ayrı mahallesi ki, eskiden beri yahudilere ayrısaymalar yüzünden kanlı olaylara sebep olmuştur. Kelimenin aslı İtalyanca ghetta kelimesi zannediliyor. Önce Venedikte 1516 da bir satıcı mahallesi için kullanıldı. Fakat yine İtalyanca borghetto (mühmel şehir semti) kelimesinden geldiğini de söyleyenler vardır. Yahudi mahallelerine karşı Ortaçağdan alman tahkirli tavır sonradan saldırıcı şekiller almıştır.
Gravitas (ağırbaşlılık): Bk. Senex, Senato, yaşlılar meclisi.
Grev (greve): İşçilerin sendika denen teşkilâtlarına dayanarak gündeliğin arttırılmasını sağlamak için patrona karşı giriştikleri silâhsız savaşma şekli. Savaşma işyerinde direnmek (sabotage) şeklinde başlar. İşi bırakmak ve düzenli yürüyüş yapmak halini aldığı zaman grev olur. Grevler bir fabrika veya belirli bir iş sektörü işçileri tarafından yapıldığı zaman bölge grevi, birçok sektörlere yayıldığı zaman genel grev (greve generale), Devlet kuvvetine karşı geldiği zaman siyasî grev (greve p o 1 i ti q u e) adını alır ve bu son şekil “ihtilâl” (re volt e) ve devrim haline kadar ilerleyebilir. (Geor-ges Sorel Reflexions sur la violence).
Giriş ayini (rite d’Initiation): Bk. Ayin.
Gizemcilik (m y s t i c i s m e): Bütün dinlerin içyüzü, akılla kavranamayan, sırlı tarafı olduğu gibi, bu kelime ilkel dinler ve mantık - öncesi zihniyet için de kullanılmıştır. Ayrıca, özel olarak akıldışı bir gerçeğe ulaşılabileceği kanısında olan bazı felsefeler de bu adı almaktadır: Islâm dünyasında “Tasavvuf” gibi. [Bk. mistiklik].
Gizem (m y s t er e): İlkçağ dinlerinde özel tören ve ayinleri olan kapalı ibadet şekilleri. Yunanlılar da Cybelus, Orpheus, v.b. misterleri gibi. Pythagoras ekolü bunlara dayanıyordu. Kermes inancı ve Gnos-tiklik de birer misterdi. Gizem (m y s t e r e) bütün dinlerin özü ve gizli tarafıdır ve oraya özel törenlerle girilir.
Gizli eğitim (esoterigue): Kapalı cemaatlerin, prof anların giremi-yeceği iç hayatına mahsus eğitimdir ki, herkese açık olan eğitimin (exoterique) zıttıdır. Bu kelime Fisagorculuk ve Aristo’nun öğretimi için kullanıldığı gibi, .bütün kapalı cemaatler için de kullanılır.
Gizli-toplum: Alevîler (Tahtacılar, v.b.), Batınîler gibi dinî olanları, Masonlar, Karbonari gibi siyasî olanları vardır.
Göç (e x o d e): Küçük çapta ve bir memleket içinde veya memleketler arasında olunca migration, büyük çapta ve tam memleket değiştirme şeklini alınca Exo.de denir. Göçler, memleket içinde olunca “iç göçü”, memleket dışına olunca “dış göçü” adını alır. Her iki şekilde mevsime göre tutulan iğreti işler yüzünden olanları “işgöçü” dürler. (Bk. İşgöçü). Exode’a “büyük göç” denebilir.
Göçebelik (n o m ad isme): Geçim araçlarını elde etmek için mevsimlere göre yaylak ve kışlak değiştiren ve toprağa yerleşmemiş olan toplumlann hayat tarzı. Avcılık, hayvan yetiştirme ve yetmez bir çiftçilikle geçinen kabile (boy) halindeki kavimler, esasta, göçebedirler. Göçebelik bu kavimleri yeni otlaklar ve bereketli yerler aramağa götürdüğü için, yığın halinde yer değiştirme ve akınlar başlıca vasıflandır.
Göçetme (immigration): Dışardan bir memlekete göç suretiyle gelip yerleşme. Böyle yerleşenlere, bir yerden kaçıp geliyorlarsa “sığman” (refugie) denir. Bu tarzda göçler büyük yığınların akını şeklinde de olabilir: cermenlerin Güney Avrupa’ya, türklerin Anadolu’ya göçetmesi gibi. Bu yolda yer değiştiren ve yeni toprağa yerleşenler “göçmenler” dir. Göçmenler yerlilerle aynı etnik zümreden ve aynı kültürden olabilecekleri gibi, yabancı etnik zümreden ve başka kültür çevresinden de olabilirler. Bu ikinci durumda göçmenlerin yeni yerleştikleri memleket halkı ile aralarındaki âdet ve kültür farkları yeni bir takım toplum problemlerinin doğmasına sebep olur. Göçmenlerin yerleşmesi bir ekoloji sorusu olduğu gibi, yerli toplum ve kültürle bütünleşmesi de bir esaslı sosyoloji sorusu meydana getirmektedir.
Göksel (c e 1 e s t e): İlkel dinlerin aksine olarak toplumlann dinleri ölümlü varlıkları yerde, ölümsüz varlıkları gökte tasavvur ederler. Tabiatla tabiat - üstü’nün aynlması şeklini alan bu dinler daha gelişmiş şekillerinde evrensellik karakteri gösterirler. Gök orada kudretin, ölmezliğin, üstünlüğün ve Tannnm sembolüdür. Bundan dolayı tapınmalar göğe doğru çevrilir. Bk. Evrensellik.
Görenek (usâge, r ou tine): Örf ve âdetten, hiç bir yaptmcı gücü olmaması, yahut karşı konduğu zaman çok zayıf yaptırıcı gücü bu-lunmasiyle ayrılan sosyal davranış tipidir. Görenek, gelenek ve âdetlere göre gevşek, modaya göre dayanıklıdır. Görenekler birkaç kuşak sürebilir, bazıları yerleşerek geleneklere karışır, bir kısmı da yalnız kalıntı halinde kalırlar.
Görevcilik (f o n c t i o n n a 1 i s m e): Sosyoloji ve etnolojide kurumlan evrime göre değil, toplum içinde gördükleri görevlere göre inceleyen görüştür. Meselâ Malinowski’ye göre ilkeller ve ileri toplumlardaki birçok dinî inanç ve ayinler onların bir toplumda gördükleri belirli göreve göre açıklanmalıdır. Trobriand adalarında balık avına çıkanlar gereken teknik hazırlıkları yaparlar. Fakat hava fırtınalı olduğu zaman bunlara büyü ayinlerini katmayı unutmazlar. Aynı hal Birleşik Amerikanın Florida gibi ileri bir kısmında da görülür: yangın veya deprem gibi olaylarda dinî inançlara sarılma artar.
Görevdeşlik (s y n e r g i e): Fertler veya zümreler belirli bir ekolojik düzeni kurmaya şuursuz olarak çalıştıkları sırada onlar arasında görülen işbirliği şekli = “gücbirliği”.
Görüş, Dünya görüşü (Weltanschauung, conception du m o n d e): Felsefeler, dinler ve ideolojilerden farklı olarak bir kültür çevresinde o çevrenin gereklerine göre doğan hayat anlayışıdır. Aynı kültür çevresinde ortak karakteri olmakla birlikte birbirinden farklı, hatta karşıt dünya görüşleri olabilir.
Görüş darlığı (etroitesse d’esprit): Kaidecilik diyebileceğimiz donmuş kalıplar içinde düşünmek ve gerçeğin hareketliliğine uya-mamaktan ibaret düşünce şekline görüşdarhğı denir. Bu hal dinî taassupta olduğu kadar radicalisme’de de olabilir. Bu kalıplaşma ve dar kafalara genel olarak fransızcada “t e t e c a r r e”, türkçede “dar kafalı” denir. Bu hal hareketli sosyal gerçeğin anlaşılmasına ve yeni doğan şartlar karşısında yeni vaziyet alınmasına engel olur.
Gösteri (d e m o ns t r at i on): Osm. nümayiş. Herhangi bir kuvvetin bir zümre veya toplum üzerinde sevimli veya korkulacak bir etki yapmak için baş vurduğu şey: Bir askerî kuvvetin bir şehir önünde gösteri yapması gibi. Gösteriler tehdit şeklini alan kuvvet görünüşleri olabilir.
Göteriş (f e i n t e): Gücünden üstün görünme gayreti. Toplum hayatında yarışma ve rekabet kurumlan işledikçe, gösteriş büyük rol oynamıştır. ilkel toplumlarda zümrelerarası yarışma kurumu olan Pot-laç, karşılıklı iki zümrenin türlü gösterişlerinden ibarettir. Bu kurumda önemli olan, olmaktan ziyade görünmek ve üstün görünmektedir. Bu günkü toplumlar da aileler, kulüpler, dernekler, hattâ milletler arasında türlü vesilelerle yapılan yarışlarda “gösteriş” ten pek güç kurtulabilir.
Guilde: Ortaçağda Doğu Avrupa’da tüccar ve esnaf birliklerinin adıdır ki, onların birleşmesinden başlıca Holanda’da şehir cumhuriyetleri doğmuştur.
Guillotine: Bu addaki birinin Fransız büyük Devriminde ölüm cezasına çarptırılanların çokluğu yüzünden öldürmeyi kolaylaştırmak üzere icat ettiği bir “idam” aleti. Sonradan bu kelime “guillotiner” diye fiil (verbe) haline gelmiştir.
Gulyabani (ogre): Masallarda devler gibi insan üstü güce sahip ve tabiat galati bir takım yaratıklar halinde tasavvur edilmektedir. Gul-yabani eski mitolojiden bugünkü halk masallarına miras kalmış olup çocuk hayalgücü tarafından da işlenmeye elverişlidir.
Güc (P o u v o i r): Siyasî güc, kuvvet veya gelenek, itibar, otorite veya zenginlik üzerine dayanan bir kimse veya bir zümrenin üstünlüğüdür ki, bütün bu faktörler baskınlığa ve altbağlılığa (subordination) sebep olur. Siyasî güc, kutsal kuvvete (c h a r i s m e) sahip kimselerden, bazı kamu kuramlarından gelebilir. Birinci durumda, sırf kişiye ait vasıflardan çıkar; ikinci halde bir kuruma değil o kurumu temsil eden kimselere aittir, yani onlarca temsil edilir.
Gücbirliği (sy nergi e): Bk. Görevdeşlik. Gücbirliği kelimesi synergie’-yi karşılamaya daha elverişlidir: çünkü enerji birleşmesini gösteriyor.
•Güdülme (dressage): İnsanlara eğitimden önce bazı alışkanlıkları kazandırmak için verilen şey güdülme’dir. Küçük çocuk henüz konuşmaya başlamadan önce güdülme yolu ile birçok toplum âdetleri ve maharetlerini kazanır. İnsanda konuşma ve hafızanın doğması ile birlikte güdülme eğitim halini alır. Hayvanın yetiştirilmesi güdülme safhasında kalır.
Güdümlü iktisat (economie diriğe e): İktisadî olayların fizik determinizmde olduğu gibi sebepliklerini meydana çıkarmak üzere yöneltilebilecekleri ve böylece toplumun İktisadî hayatına yön verilebileceği kanısında olan görüş. Bunun sonucu olarak toplumu ve özel olarak İktisadî hayatı plânlamak mümkün sayılır. Toplum plânlamaları bu düşünceden doğmaktadır. Bunu demokrat veya totaliter rejimlerden her biri kendi sistemlerine göre kullanmaktadırlar. (Almanya’da Tat, Fransa’da Plan dergisi 1930 da bu fikri savunuyordu.) Gülünç (r i d i c u 1 e): Toplum kuramlarında her değerin ayrı bir yaptırıcı gücü (sanction) vardır. Din de günah korkusu, ahlâkta vicdan azabı, iktisatta iflâs, hukukta ceza tehdidi, v.b. yaptırıcı güçlerdir. Düşünce ve sanatta da gülünç olma korkusu başhca yaptıncılığı teşkil eder. Gülünç, komikten, şakadan ve eğlenmeden tamamen ayrıdır. Birincisi gülünç olmaksızın, sürçen bir hareket veya sözle güldürür.
Hakan (emp eren r): Eski türkçede bu kelime, Kağan, Kaan, Han ve Hakan şekillerinde kullanılmıştır. Yarı göçebe olan Türkmen boylan, Oğuz töresine göre bir İlhanlık teşkil ederler. Bu ilhanlığın başında Hakan bulunur. Bu özelliğinden dolayı bu kelimeyi tam “İmparator” karşılığı saymak doğru olmaz. Ona bu anlam sonradan, hatta belki Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında türkçülük hareketi tarafından verilmiştir.
Hakemlik (arbitrage): İki kimse veya iki zümre arasında çözüle-miyen bir gerginlik olduğu zaman bunun savaşa kadar varmaması için baş vurulan yol tarafsız ve üstün sayılan bir güc sahibinin uzlaştırma aramasıdır. Bu tarafsız güc sahibinin durumu “hakemlik” dir. Hakemlik zümrelerin yaklaşmasını ve sözleşmelerin doğmasını sağlar.
Hâkim (j u g e): İslâm hukukuna (Fıkha) göre hüküm verildiği devirde (eski İslâm - türk devletlerinde) “kadı” nın gördüğü görevi sonradan “hâkim” 1er almıştır. Bu yerde türkçe “yargıç” kelimesi de kullanılıyor. Hâkim, mahkeme (t r i b u n a 1), hüküm (j u g e m e n t) aynı kökten gelen kelimelerdir. Yeni Türkçe ile yargıç, yargılamak, yargı-tay deniyorsa da tam yerleşmemiştir. Arapça “hâkim” kelimesi aynı zamanda hükümdar (s ou ve rain) anlamına da gelir.
Haklı (juste): Bk. Doğru; karşıtı: Haksız (injuste), Bk. İğri.
Hal ve gidiş (c o n d u i t e): Bir toplum içinde bir kimsenin ahlâkî davranış tarzı
Hal ve şartlar (circonstances): Bir takım olguların meydana çıkmasını hazırlayan şartların toplamı.
Halifelik (c a 1 i f a t): Sünnî İslâm devletinin Peygamberden sonra aldığı şekil. “Halife” Peygamberin vekili olarak iktidarı eline alan kimsedir. Halifelik önce seçimle iken sonra babadan oğula geçen ha-nedanlı şekil almıştır. Emevilerden sonra birçok yerde Halifelik iddiaları doğdu. Şiy’îler halifeliğe karşı “İmamlık” denen ve Ali nesline ait olan bir başkanlık şeklini ileri sürdüler.
Halk (p e u p 1 e): Türkçede “halk” kelimesiyle karşıladığımız gibi ayrıca “kavipı” anlamına da gelir. Bu İkincisi için “peuplade” daha elverişlidir. Belirli bir toprakta oturan ve bir dereceye kadar bircins-tenliği olan değişik yerli zümrelerden ibaret toplum, ki içinde dil birliği vardır ve birlik şuuru uyanmaya başlamıştır. Bir halk kütlesi içinde çeşitli ırktan olanlar vardır, bu bakımdan da asıl kavimden (e t h n i e) ayrılır. Ancak, ırk bakımından bircinsten olan “halk kütleleri” de vardır. Siyasî bakımdan bir halk kütlesi bir millet halini alabilir. Modern uygarhkta milletler azınlıkların gelenek veya kalıntı halindeki kültürlerini kendi kültür bütünlükleri içinde eriterek “millî” bir kültür meydana getirmektedirler. Arkaik halk veya kavim (peuple primitif): — Yazılı bir'kültürü olmayan, nüfusu az ve yalnız kavim. İlkel kavimlerin bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı bugün geri çekilmiş olarak yaşamaktadır. Ancak teknik ve bilgi bakımından geri kalmış olan bu halk kütleleri dil, akrabalık sistemleri, törenler ve ayinler, bazı küçük sanatlar bakımından çağdaş Batı milletlerinden daha karmaşık (complexe) bir bünye gösterirler. Bunun için “ilkel” kelimesinin kullanılması pek yerinde değildir. Bu, daha elverişli başka bir kelime bulunamamasmdandır. [Bazıları elverişsiz olarak bu yerde “vahşi” kelimesini kullanıyorlar].
Halkbilgisi (demographie): Bk. Demografi, alm. Völkerkunde.
Halkyönetimi (democratie): Kelime ilk defa Aristo’nun Politik’-inde halk yönetimi anlamında kullanılmıştır. Fakat İlkçağda anlaşılan halk yönetimi bugünkü anlamından çok farklı idi. Çünkü orada köleler, metegue’ler bu kavramın dışında kalıyordu. Bugün demokrasi deyince kontrolü bütün halkça (yani toplum sınıflarının bütününce) yapılan siyasî rejim anlaşılıyor. Fakat bugün de sosyalist rejimlerin anladığı demokrasi ile liberal rejimlerin anladığı arasında çok fark vardır. Bk. Demokrasi.
Halkoyu (Vote public): Halkoyu, halkın çeşitli sorularda kullandığı oy demektir. Bu olaylar çok değişik nisbetlerde görünür ve onlara ait tahminler gerçeği pek az ifade edebilir. Bu yüzden halkoyuna ait tahminleri mümkün olduğu kadar bazı ölçülere bağlamak gerekmektedir. Başlıca araştırma merkezleri şunlardır: (Millî oylar araştırma merkezi (The national opinion research Çenter). Amerika Halkoyu Enstitüsü - Gallup (The American Institute of Public Opinion-The Gallup Pull). Bugün pazarlık, sendikacılık, endüstri faaliyetlerinde belirli hedeflere çevrilmiş, sayısı gittikçe artan birçok özel ve ticarî halkoyu araştırma teşkilâtı çalışmaktadır. Ayrıca üniversitelere bağlı birçok araştırma merkezi de zikr etmelidir. Milletlerarası alanda Fransa, Meksika, İsveç, Avustralya ve Kanada ile İngiltere’de bu tipte araştırmalar yapılmaktadır. Halk oyunu araştıran başlıca tipler: 1) Yoklama sorusu, 2) açık uçlu soru, 3) bunların birbiriyle karşılaştırılması, 4) yoklama sorularına verilen cevapların İzafî-kesin anlamı, 5) sorunun billûrlaşması şekillerinde İncelenmektedir. Ayrıca bir de mülakat (intervievv) soruları vardır. Burada mülakat yapanın görevleri, mülâkatçının yetiştirilme tarzı, mülâkat metodunun milletlerarası alanda kullanılması İncelenmektedir.
Hanedan (d yu a s t i e): Monarşi ile yönetilen toplumlarda Devletin başında yüksek soylu bir aile bulunur ki, kuşaktan kuşağa geçen iktidarın bu temsilcisine “hanedan” denir. Hanedanlar otoritelerini Tanrıdan, charismatique gücden, sonra da kendi kuvvetlerinden alırlar. Hanedanların kendilerine ait armaları, nişanlan, bayrakları, “tuğra” lan vardır. Hanedanlar yerlerini ya başka hanedanların gelmesi suretiyle, ya da halk ayaklanmalan ve devrimlerle kaybederler. Umumiyetle Hanedanlar yıkıldıktan sonra yerini “Cumhuriyet” şeklindeki devletler alır. Fakat her yerde bu değişme devrimle ve kesin olarak olmaz. Birçok yerlerde Hanedan siyasî gücünü ağır ağır kaybeder. Önce “asiller” sınıfı onun nüfuzunu sınırlar. Sonra buna halk hareketleri ve Parlemento karışır. Bu suretle Hanedan yerinde kalmak üzere Halk ve asillerin Meclisleri onun iktidarını sınırlayınca “Meşrutî” devlet denen şekil doğar. (.Türkiye’de 1908 -1921 Meşrutiyeti).
Halkçılık (p o p u 1 a r i s m e): Siyasî ve genellikle sosyal akımlarda büyük halk yığınlarının kalkınması hedefini güden görüş. Halkçılık sınıf farklarını azaltma ve eşitlik ideali bakımından sosyalizme benziyorsa da ona irca edilemez. Çünkü hareket noktası işçi sınıfı ve onun gittikçe büyüyerek başka sınıflar üzerinde baskı yapan kuvveti değil, köylü, işçi ve orta sınıflan içine alan halk kuvvetidir. Atatürk’ün kurduğu Halk Partisi ve Avusturyadaki Halk Partisi örnek olarak verilebilir.
Halkın sesi (kes publica, R e s populi): Osm. sadâyı-nas. Romalılarda kanun kurucu Senato’ya veya İmparatora karşı yükselen ses idi. Sonradan bu ses itiraz kurumu olan Parlemento halini almıştır.
Halıcılık (t a p i s s e r i e): Halı, kilim ve işlemeli kumaş dokuma sanatı. Halıcılık aslında çobanlıkla geçinen göçebeler ve yarı göçebe kavim-lerin sanatıdır. Hah, yatay ve dikey iki sıra yün ipliğin (argıç ve eriş) tezgâhta birbirine geçirilmesi suretiyle dokunur ve şiddetli soğuklara karşı korunmak için çadır veya evlerin yer ve kapılarında kullanılır. Orta Asya’dan îran yolu ile Anadolu’ya geçmiş bir türk sanatıdır. Çiçek veya geometri desenleri ve çeşitli renkleriyle bir güzel sanat dalı olmuştur.
Halk oyunları (jeux folkloriques): Çoğu anonim olan ve gelenekten gelen halk eğlence ve temsilleridir ki, her seferinde bu kalıplaşmış şekillere kendiliğinden bazı şeyler katılır, katılanlara “tu-lûat” denir. Her kavinin çok değişik oyunları varsa da bazıları kavimden kavme geçer ve her birinde yeni özellikler kazanır: türklerde
başlıca halk oyun ve temsilleri canbaz, hokkabaz, kukla, Karagöz, meddah, orta oyunu, pehlivan güreşi, v.b. dir. Bunlardan bir kısmı başka ülkelerden geçmedir ve Akdeniz' kavimlerinde ortaktır.
Han (r o i): Türk devletleri bir hanedanla yönetildiği zaman, bu hanedandan başta bulunana verilen isimdir. Aynı anlamda kağan kelimesi de kullanılmıştır. 2) İkinci anlamda “han” yolcuların konduğu bir nevi kervansaray’dır.
Han - Balık (Capitale): Hanın oturduğu ve devletin merkezi olan şehir. Eski türk devletinde Ötügen ormanı yanında, daha sonra Bla-sagun (Kara Balgasun), Moğollarda Karakurum ordukent, Han - balık olmuştur.
Hanse: Ortaçağ sonunda Avrupa’da tüccar şehirlerin kurduğu birlik. Hanseatigue birlik adını alıyordu. Batıda başlayan konfederasyon tipinde millî kuruluşlar için tipik örnektir.
Hapishane (p r i s o n): Bk. Cezaevi.
Haraç (aslı rumca kelime): îslâm devletlerinde müslüman olmayan uyruklulardan alman özel vergi. Bk. Cizye. Bu vergilerden kurtulmak isteyenler İslâmlığa girmişlerdir (Barthold, îslâm Medeniyeti). Asıl tarifi ile “ehli-kitab” dan alman vergidir ki, bundan hıristiyan ve yahudiler kastedilmiştir. Kelimenin kökü, harac’m Bizanstan geçtiğini gösteriyor.
Haram (d e f e n d u): Dokunulması, sarf edilmesi, yenmesi veya yapılması dince yasak olan şey veya fiil. Haram’m karşılığı “halâl’dır. Haram kutsal olan şeylere, halâl de kutsaldışı (profane) şeylere aittir. Başka deyişle “halâl” olan şeyin yapılması veya yapılmaması dini ilgilendirmez. (Bk. Kutsal, kutsaldışı, Tabu).
Hareketlilik (m o b i 1 i t e): Toplumda hareketlilik fertlerin, zümrelerin veya kültür unsurlarının tabakalaşmada veya sosyal mekânda yer değiştirmesi. Fertler bakımından dikey olan toplum hareketliliği fertlerin yukarı veya aşağı bir sosyal tabakadan başka bir tabakaya yükselmesi veya alçalması demektir. Yatay (horizontale) hareketlilik ise, fertlerin aynı seviyedeki bir zümreden başka bir zümreye geçmesidir. Kültür unsurları bakımından hareketlilik, bu unsurların dikey veya yatay bir tarzda yayılması demektir. Toplum tabakalaşmasında yükselerek veya alçalarak fikirler veya eşya yayılabilirler. Fakat yayılma toplum tabakalarından her biri içinde de olabilir.
Harem (Gynecee): Atasoyluğu rejimindeki ailede ocağın kadınlara mahsus olan bölümü, ki oraya yabancı erkekler giremez. Kadınların yabancı erkeklerce görülmesi haram sayıldığı, için oraya “harem” denmiştir. Aynı kurum eski Yunan’da, Roma’da, İsrail’de ve imparatorluk şeklini aldıktan sonra İslâm’da vardı. Gökalp’a göre İslâm’ın başlangıcında “Harem” yoktur. Hür kadınların “celbab” örtünmeleri için gelen Ayet Ömer’in kendi cariyesini eşi gibi ziynetler takınmış görünce Peygambere bu hali anlatmasından sonra gelmişti. Fakat yine de kadınlar toplum hayatında yer alıyor, savaşa bile giriyordu. Tam anlamı ile Harem ancak Abbasîler zamanında İran tesiri ile başlamıştır. (Gökalp, Zühdî din ve pederşahî aile, Yeni Mecmua, 1917).
Harem ağası (eunuque): İğdiş edilmiş olup hareme girmeğe izinli olan erkek. Şehzadeler ve saray mensuplarının terbiyesinden sorumludur. Bazen yüksek görevlere kadar çıkar ve siyasî rol oynardı.
Has: Türk imparatorluklarında zaptedilen toprakların kumandan veya boy beylerine verilmesinden doğan “Mukataa” teşkilâtına ait terim. Has, bu Timar sistemindeki bölünüşün en büyük parçasıdır, ve üstün derecelilere verilir.
Hassa ordusu: Feodal imparatorluk denen sosyal bünyede ayrıcinsten unsurlardan kurulan ve imparatorluğun ayrıcinstenliğine uygun bir askerî kurumdur ki, görevi imparatorun otoritesini korumaktır. (Nizam üi-Mülk, Siyasetname). Bk. Kapıkulu.
Hasıraltı: Eski Osmanlı devletinde bürokratik işlerin yürümemesine sebep olan ihmalciliğin özel bir adıdır. Memur, yapmak istemediği bir işi oturduğu hasırın altına koyarmış. Buna aynı anlama gelmek üzere “atlatmak” da denir.
Hastane (h ö p i t a 1): Yerleşmiş ve şehir kurmuş bütün toplumlarâa hasta ve sakat olanlara bakmak ve iyileştirmek için kurulmuş kurumdur. Eskiden bu yerde Bimaristan, Şifahane, Darüş-şifa kelimeleri kullanılırdı. Hastahane kelimesi oldukça yenidir.
Hatip (o r a t e u r): İlkçağdan beri sitelerde halk oyunu savunmak üzere meydanlarda (agora, forum) konuşanlara denir. Atina’da Demosthene, Roma’da Ciceron büyük hatiplerdi. Kabilelerde bu görevi karşılıklı birbirini yeren “hicviye” ve “fahriye” leri ile şairler görüyordu. Seçim usulüne dayanan Parlementolu çağdaş toplumlar-da hatiplerin rolü daha genişlemiştir. Fakat İlkçağda olduğu gibi bugün de hatiplik, Sokratm hücum ettiği sophisme’e çok elverişlidir. Bunun için hatipliğin demagojiye değil bilgiye dayanması gerekir. Demokratik toplumlarda bilgili hatip ile demagojik hatipten birini seçme çok güçtür.
Hayalcilik (u t o p i e): Toplumda gerçekçiliğin tam karşıtıdır, içinde yaşanan gerçeğin eksiklik ve kötülüklerinden dolayı, insanları ondan kurtaracak yetkin ve kusursuz bir toplum düşüncesinden doğmuştur. İlk hayalci toplum görüşü Platon’a aittir. Fakat birçok dinlerdeki “Mesih”, Mehdi”, v.b. tasavvurları, gelmesi beklenen birer hayalî toplum örnekleridir. Thomas Morus “Utopia” adlı eserinde böyle bir toplum şeklini anlattığı için, bu kelime terim halini almıştır. Bk. Utopia.
Hayalet (s p e c t r e): İlkel dinlerde ruhların ölümden sonra toplum civarında dolaştığı, eşyaya yerleştiği veya insanlara geri döndüğüne inanılır. Toplum etrafında gündelik hayata karışan bu ruhlar, bu inanca göre “hayalet” leri meydana getirir. Fakat hayalet fikri bugünkü gelişmiş toplumlara kadar gelmektedir. Hamlet’in hayalet’i bunlardan biridir.
Hayat (c on struction inachevee): Bazı Anadolu evlerinde sofaların dışa bakan cephesi tamamlanmadan bırakılır ve buna “hayat” denir. Bu yarım bırakılmış bina şeklinin “nazar değer” inancı ile ilişiği vardır.
Hayat sahası (espace vital): Hitler zamanında canlanan Nazi (nati onal socialism) sistemine göre büyük üretim memleketlerinin iptidaî madde ve müşteri bulmak için endüstrileşmemiş memleketlerden kendilerine “hayat sahası” bulmaya hakları vardır. Bu teori emperyalizm’i ve sömürgeciliği meşru göstermeye çalışan bir iktisat görüşüdür ve ırkçılıkla aynı zamanda aynı sebeplerden doğmuştur.
Hayat seviyesi (niveau de vie): Bir kimsenin, bir aile veya zümrenin, hatta bir arazi üzerindeki nüfusun sahip olduğu meziyetler ve hizmetlerin bütünü. Hayat seviyesi hayat tarzı ile sıkı münasebettedir, ve İkinciyi hesaba katmadan değerlendirilemez. O da ayrıca uygarlığa sosyal sınıfa ve fonksiyonlara tâbidir. Bir işçinin bir okumuştan fazla gıda ihtiyacı vardır. Halbuki okumuşun daha çok kitap ve sanat ihtiyacı vardır. Afrika işçileri türk işçileri gibi beslenmezler. Hayat tarzı da hayat seviyesine tâbidir: 1950-57 de Fransa’da gıda tüketimi 100 endis’inden 129 a çıktığı halde elektrik tüketimi 100 den 209 a çıkmıştır. Televizyon 100 den 233 e yükselmiştir. Bir değerler skalası yapmaksızın hayat seviyesini kendi başına tarif etmek imkânsızdır. Çeşitli zümrelerin hayat seviyelerini karşılaştırmak için birçok unsurları işe kanştırmalıdır: 1) demografik şartlar, 2) gıda ve beslenme şartları, 3) sağlık şartları, 4) mesken şartları (eğitim, kültür,), 5) tasarruf ve yatırım imkânı.
Hayvanatapınma (animalisme): İlkel dinlerde totemcilikten farklı olarak, fertlik vasfı ile ayrılan bazı hayvanların kutsal sayılmasından Sosyoloji Sözlüğü — 9 ibarettir. Eski Mısır dininde ve bugün Hint dininde belirli örnekleri vardır.
Hayvanbesleme (e 1 e v a g e): Büyük bir kısım toplumlarda esaslı geçim şeklidir. Avcılık ve tuzakçılıktan üstün bir derecedir. Çünkü bunun için bir kısım hayvanların ehlileştirilmiş olması, yani kültür ve tekniğin gelişmesi gerekir.
Hayvan toplundan (s o c i e te s animales): Hayvanların büyük bir kısmı da zümreler halinde yaşamaktadır: karıncalar, arılar, köstebekler gibi. Fakat hayvan toplumları içgüdülere dayanırlar, bünye bakımından evrim göstermezler. Dilleri, değer dünyaları ve kültürleri yoktur. Bunun için bu toplumları insan toplumlarma benzetmek doğru değildir. (Espinas, Les s o c i e t es animales). Onlarda daha çok zümre hayatını belirten parasitisme, commensalisme gibi şekiller vardır. Bk. tufeylilik.)
Hayvanlan konuna (protection des a n im a u x): Hindistan gibi bir kısım uygarlıklarda vahşi inançlann kalıntısı olarak kutsal hayvanlara dokunulamaz. Fakat hayvan koruma fikrinin bununla ilişiği yoktur. Bu, çağdaş toplumda canlıya acıma duygusundan gelen ve hayvanlara eziyet edenlere karşı savaşanlann kurumlandır.
Hazine defterdarı (r e c e v e u r geniral du t re sor): Eski teşkilâtta Maliye Bakanı görevini gören Kimse. “Defterî” de deniyordu. IH. Ahmet zamanında Defterî Sarı Abdullah Efendi malî bozukluğu düzeltmek için getirilmiş, fakat ıslahat için yazdığı “Nasayih-ül vüzera ve’l-ümera” (Vezirlere ve emirlere nasihatlar) adlı layihası çok şiddetli ve bazı devlet adamlarını kinci görüldüğü için azl ve idam edilmişti. Burada tafsilâtlı olarak rüşvet ve iltimastan bahsediyor.
Hedeftebirleşme (convergence): Farklı kültürlerde birbirine benzeyen unsurlann (kökleri ayn ayn ihtiyaçlar ve icatlardan gelmek üzere) paralel gelişmesi. Bir hedefte birleşmenin en göze çarpan misalini eski Mısır ve Meksika piramitlerinde görüyoruz. Her ikisi de birbirinden habersiz olarak benzer şekilde tapınak ve mihrap görevini görüyordu. Yunan, Hint ve Çin kültürlerinde tabiat dininden gözün vicdana çevrilmesi ve “bilgelik” (sagasse in doğmasına doğru gelişmede de aynı convergence’ı buluyoruz.
Hekim (m e d e c i n): Osm. tabib, Batıdan gelen tâbirle doktor. Eski bakşi veya bakıcının yerini alır. Fakat büyücü - bakıcı yalnız Folklor tedavisine dayandığı halde hekimlik biyolojiye ve İlmî tedaviye dayanır.
Hibe (Don): Bk. Bağış (M. Mauss. Essai sur le Don).
Himayecilik (protectionisme): İktisatta özel teşebbüsün devlet himayesi ile canlandırılması ve yabancı sermayeye karşı korunması sistemi.
Heptanncılık (p an t h e i s m e): Bir din şekli olmaktan ziyade bir doktrin olan heptanncılık, yine de dinlerin evriminde çoktabir - tanrıcılık ve tektanrıcılığın içinde meydana çıkar.
Heyet (corps): "Birlik ruhu” (esprit de corps) şeklinde kullanılır.
Hısımlık (parente m at e r n el 1 e): Bk. Ana soyluğu, Anabuyruğu. Hisar (küçük kale): Bk. kale, burç, şato, v.b.
Hirfet (Corporation de m et i e r): Ortaçağ İslâm dünyasında bir zanaat loncasına "hirfet” ve bu lonca mensuplarına “esli-hirfet” denirdi. Bu kelime batıdaki corporation’un karşılığı idi .
Histeri (hy s ter i e): Nevroz derecesinde ruh hastalığı. Uterus = rahim kelimesinden geldiği için kadınlara mahsus sayılırdı. Fakat erkeklerde de olduğu görülmektedir. Rivers Birinci Dünya Savaşı içinde orduda neferlerde ve genellikle tahsilsizlerde görüldüğü için (eskiden kadınların tahsilsiz olduğunu da katarak) şuur alanının aşırı daralması şeklinde görünen bu hastalığın toplum şartlarına göre meydana çıktığını gösterdi. (Rivers, Instinct et Inconscient, F. Alcan.)
Hiyerarşi (hierarchie): Bk. Tabakalaşma, mertebelenme.
Hırhız (Kırgız): Eski türk uluslarından birinin adı ise de aynı zamanda “hırsız” anlamına gelir. Çerkeslerde olduğu gibi bazı kabilelerde at çalmak, kız kaçırmak, cesaret ve yiğitlik sayılır.
Hokkabazlık (prestidigitateur): Gözbağcılık ile birçok marifetler gösteren kimse. Eski Doğu saraylarında hayrete düşürücü şeyler yaparak eğlendiren hokkabazlar bugünkü toplamlarda da görülmektedir. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bunlardan bahs ediyor. Zamanımızda Güney Amerika’da öğrendiklerini Türkiye’de gösteren ZatiSungur görülüyor.
Hotoz: Kadınlar saçlarının üzerine yemeni yerine işlemeli ve değerli taşlarla süslü olan “hotoz” lan giyerlerdi. Hotoz kelimesi kut + öz den geliyordu (Kut — uğur). (Z. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi).
Hukuk (d r o i t): Türkçede kelime “hak” ın çoğulu olarak (haklar) kullanılır. Fakat fransızcada aynı kelime her iki anlamı kuşatır. “Hukuk”, haklara ait ilimleri ifade eder. Sosyoloji tarafından incelenmeden önce mevzu hukuk normlarının ilimleri diye anlaşılırdı. Bu gün de sosyolojinin konusu olan bu normları aynı tarzda inceleyen bilgiler devam etmektedir. Sosyologlar hukuk çeşitlerini normatif olgu (fait normatif) olarak bir toplum kurumu ve olgusu halinde ele almaktadır. Hukuk önce, özel hukuk ve kamu hukuku diye ikiye ayrılır. Kamu hukuku da devletler hukuku ve iç kamu hukukuna ayrılır. Kamu hukuku içinde Anayasa hukuku, idare hukuku, ceza hukuku bulunur. Özel hukuku da Medenî hukuk, ticaret hukuku, devletler özel hukuku dallarına ayırmalıdır. Medenî hukukun altbölüm-leri aile hukuku, miras hukuku, mülkiyet hukuku, borçlar hukukudur. Nitekim borçlar hukukunun da ayrıca ticarî hukuk, - sınaî hukuk, ziraî hukuk diye altbölümleri vardır. Toplum kurumlan içinde en çok işlenmiş ve en iyi organlaşmış olanı hukuk kurumu, olduğu için, onun bölümü ve altbölümleri en zengindir. Bu bölümlerin kökleri bir yandan organlaşmış olarak İlkçağ şilelerine kadar gider (Hammurabi kanunu, Babil kanunu, Lycurgue ve Solon kanunları, Roma kanunu, İslâm fıkhı, v.b.); bir yandan kabile halinde yaşayan toplumlann âdetler hukukuna dayanır (Oğuz töresi, arap örf ve adetleri, cermen örf ve adet’leri gibi). Dinî görüşte hukuk “hukukı-Allah” ve “hukukı-ibad” veya “hukukı-nâs” diye ayrılır.
Hukuk sosyolojisi (sociologie juridique): Durkheim ekolüne bağlı olarak G. Davy, ayrıca G. Gurvitch, Timatchef, Hauriou, Levi, Duguit hukuk sosyolojisinin kurulmasına yardım etmişlerdir. Konusu, her türlü hukukî normatif olgunun birer toplum olgusu gibi incelenmesidir. Hukuk sosyolojisi bu normatif olguların İktisadî, ahlâkî, dinî gibi başka toplum olguları ile karşılıklı münasebetlerini de gözönüne alır. Birbirinden az çok farklı hukuk sosyolojilerinin bulunması, bu münasebette görülen ağırlık merkezinin değişik olmasından ileri gelmektedir. H. sosy. başlıca dallan: 1) medenî, 2) anayasa, 3) İdarî, 4) ceza hukuk sosyolojileridir (Bk. Kriminoloji)
Hukuk şekilciliği (formalisme j u r i d i q u e): Normatif bir bilgiler sistemi olan Hukuk aslında muhtevası vakalara göre değişen şekiller (normlar) dan ibarettir. Fakat bu şekiller indî sözleşmelerden doğmuş boş kalıplar değildir. Onları doğuran toplum gerçeğidir ve sosyal bünye kendi münasebet tarzlarına, kendi ihtiyaçlarına göre yeni normlar yaratır. Bunun için hukuka “fait normatif” (norm yapıcı olgu) demek daha doğrudur (Gurvitch). Ancak, bir hukuk normunun toplum gerçeği ile ilişiği kesilir, yani toplum geliştiği halde norm olduğu gibi kalırsa, böyle bir durumda “hukuk şekilciliği” denen hâl doğar.
Hukuk uydurması (f i c t i o n j u r i d i q u e): Hukuk normlarının gerçeğe dayanmadan konulmuş “itibarî” (öyle sayılmış) kurallar olduğu . sanısı.
Hukukî karar (jur id içti.on): (juris: hak, dicere: söylemek) hakkı söyleme fiili demektir. Kullanış anlamı mezvu hukuku uygulama kurallarıdır. Müştak anlamı ile ırtahkeme usulleri ve hukuk tatbikatı, medenî hukuk uygulanması, ceza hukuku uygulanması gibi şekilleri vardır.
Hukukî yorumlama (Ju risprudence): (juris: hak, p r u d e n-tia: bilgelik) hukukta bilgelik demektir. Çeşitli hukuk uygulamalarına göre yapılmış yorumlamaların toplamıdır. Kanunlar ister istemez umumidir. Mahkemeler onları hâl ve şartlara göre yorumlama zorundadır. îslâmda Fıkıh dinî hukuk, Fetva jurisprudence görevini görmüştür. “İfta” makamı ve “müfti” 1er İslâm hukukunun ihtiyaçlara göre çok şekilli uygulama tarzlarıdır.
Hülle: Boşanma (divorce) dan sonra karı ve koca yeniden evlenebilir. Fakat üç dereceli bir boşanmadan sonra (Talak-ı selâse) artık aynı kadınla evlenilemez. Buna karşı bir çare bulunmuştur: bu da “hülle’ dir. Böyle bir durumda kadın başka biriyle evlenir ve ondan ayrıldıktan sonra eski kocasiyle yeniden evlenebilir. “Hülle” bir “kitaba uydurma” (hilei şer’iyye) olduğu için kadın ikinci koca ile fiilde temas etmez. Fakat bu her zaman sağlanamaz ve ikinci kocanın evlendikten sonra ayrılmaması mümkündür.
Huzursuzluk (înquietude): Toplumda huzursuzluk depreşme, korku, şiddetli telkinedilirlik ve davranışın kararsızlığı şeklinde ifade edilir. Toplum huzursuzluğu toplumun organlaşmasını kaybettiğinin başlıca arazıdır, ve şuursuz kalabalığın hareketi için en elverişli zemini hazırlar.
Hükümet (gouvernement): Belirli bir zamanda bir devleti temsil eden insanlardan ibaret yönetme kurumu. Bütün toplum kurumlan gibi Devletin de kendisini temsil edecek bir heyete, (devletin icra kuvvetini meydana getiren) temsilcilere ihtiyacı vardır.
Hükümet daireleri (organisation du gouvernement): İcra kuvvetini meydana getiren hükümet örgütü, Bakanlıklar, bağımsız umum müdürlükler ve onların meydana getirdiği Bakanlar kurulunu yönelten Başbakanlık ve her birinin içine giren alt-bölümlerden ibaret çok karmaşık bir çok dairelerden ibarettir.
Hükümet darbası (co u p d ’ E t a t): İsyan, İhtilâl ve devrim gibi toplum bünyesindeki sarsıntılar ve bünyenin temelinden değişmesini ifade eden kavramlardan tamamen farklı olarak, baskın suretiyle ve zor kullanarak hükümeti devirmeden ibaret siyasî hareket. Hükümet darbası yapanlar eski toplumun bünyesinde esaslı bir değişiklik yapamazlar. Çünkü böyle bir değişme, yani devrim ancak bütün top-hım düzeni ve değerlerinde kökten bir değişme ile olur. Fakat toplum bir devrime hazır bulunuyorsa, o zaman hükümet darbası onu kolaylaştırabilir.
Hümanizm (humanisme): Herhangi bir toplumun kendi değer sistemine göre savunduğu insan ideali. Bu tanıma göre kültür şekillerine göre hümanizm’ler de değişir. Fakat hümanizm’in doğması için bir kültürün kapalı olmaktan çıkması ve bir insan ideali kurabilmesi gerekir. İlkel toplumlarda bu yoktur. Kölelik ve kast sistemi devam ettikçe Hümanizm doğamaz.
Hür-birleşme (union-libre): Bütün aile şekilleri dışında, dinî ve medenî nikâh olmaksızın bir erkekle bir kadının birlikte yaşamasından doğan aile şekli. Bunu metresle yaşamadan ayırmalıdır. Hür-birleşmeyi resmen kabul eden Sovyetler birliği gibi toplumlar vardır.
Hürdeğişimcilik libre-echangisme): İktisatta 18 inci yüzyıl İngiliz toplumunun hızlı endüstrileşme hareketinin eseri olan ve Adam Smith’in teorisini yaptığı görüştür. Fakat benzer şartlar birçok yerde aynı sistemin doğmasına sebep olmuştur. Bu sistemin tam zıttı Devletçiliktir. Bk. Korumacılık, karışmacılık. (himayecilik, müdahalecilik) .
Hürlük (1 i b e r t e): Özgürlük de deniyor. Demokratik bir rejimin başlıca idealidir. Hürlük insan toplumlarının son hedefi olarak savunulmaktadır. İlkel kavimler böyle bir kavramı bilmezler. Oldukça gelişmiş site, imparatorluk, burg, kastlı tabakalar gibi toplumlarda da onun yeri yoktur. Hürlük fikrinin tam gelişmesi için kölelik, toprak köleliği, hatta İktisadî eşitsizliğin kalkmış olması gerekir. Bunun için tam hürlük ileri toplumlarda dahi henüz ideal halindedir.
Homurtu (r u m e u r): Homurtu eskiden beri dikkati çekmiş sosyal olaylardandır. Thucidides Atina’da salgın hastalık. dolayısiyle çıkan homurtudan bahsediyor. Tarde zamanımızda kamu sanısının yayılmasını: incelerken homurtuyu ele alıyor (L’Opinion et la Foule). Allport ve Postman sosyal psikolojinin bu önemli olayını incelediler. Dodd homurtunun yayılışına, ait tetkikler yaptı. Bu zümrelerarası bir yığındaki hoşnutsuzluğun ifadeli ve belirli bir dış şekil alması demektir. Homurtunun büyümesi galeyan ve ayaklanma halini alabilir. Dodd homurtunun yapılmasını matemtik bir dille ifade etmektedir.
Hortlak (revenant): Hayaletin başka bir tarzda ifadesidir. Hortlak ölünün dirilmiş gibi yeniden ailesi arasına dönmesidir. Fakat bu dönüş gerçek bir diriliş olmadığı için geri dönen ölü ruhu yaşayanlar üzerinde korkunç bir etki yapar.
İ
İbadet (p r at i q u e religieuse): Bk. tapınma.
İbâhe (libre usage): İslâm hukukunda dünyaya ait mülkün kullanılması “mübah” (permi s) dir ve bu kullanışa “ibâhe” denir. Fakat bu kelime haram olan şeyleri de “mubah’’ gören bir aşırı şiy’î mezhebinde “ibâhiye” diye kullanılmıştır ki, birinci anlam ile münasebeti yoktur.
İcat (Invention): Elde bulunan kültür unsurlarının öyle bir terkibidir ki, ondan yeni bir unsur meydana gelsin. İcatlar yalnız teknik ve teknoloji alanında ve maddî kültürde değil, kültürün bütün alanlarında meydana gelebilir. Kültür temaslarının artması, kültür unsurlarının gittikçe daha çok birikmesi ile, bu unsurların yayılması ile icatların sayısı artar ve kültürde değişme ve gelişme imkânları da büyür. Fakat icat yine de en çok tetkik alanına aittir. Tarihten önceki çağlarda ateşin icadından bugün atom bombasının icadına kadar uygarlığın hem faydalı hem zararlı bütün gelişmeleri icat kavramı içine girer.
İcazet (1 i c e n c e): Ticarette kullanılan licence kelimesi ile hiç bir ilişiği olmamak üzere, licence burada medrese tahsilinin yüksek derecesinde başarı gösterildiğini ifade eder. Bir ilim dalında tahsilini tamamlayan ve o ilimle ügili ilimlerin sınavlarını da veren medrese öğrencisine “mücaz”, onun kazandığı bu dereceye “icazet” denirdi.
îcare (1 o u e r): Hukukî terim olarak bir bina, arsa veya dükkânı kiraya vermek.
Icmaı ümmet (consensus de communau te): İslâm hukukunda dört mezhebin ayrı nisbetlerde değer verdiği “Kitab” ve “Sünnet” in kesin karar vermediği toplum işlerinde cemaatin oyuna baş vurmak demektir.
İçağası: Harem hayatı olan Doğu saraylarında kadınların bulunduğu kısma girebilen iğdiş edilmiş erkek, tçağalan padişahların şehzadelik zamanında “lâlâ” lan oldukları gibi, sonradan devlet yönetiminde sadrazamlığa kadar yükselmişlerdir.
tçedönüş (introversion): Kişiliğin gelişmesinde dış âlemle bağların zayıflayarak iç hayatın zenginleşmesinden ibaret olan bir tipin kuruluşu. Aslında psikolojiye ait bir terim ise de, genel olarak dönüş ve onun bir çeşidi olan içedönüş olgusunun doğuşunda işbölümü ve sosyal bünyenin rolü olduğu için onu burada zikrediyoruz. Bazı toplum şartlan, bazı devirler içedönüşü kuvvetlendirecek şartları hazırlar: kapalı aile, kapalı cemaat, Kilise, köy zümresi, v.b. gibi. Böyle bir tipe “içedönük” (introverti) diyoruz.
içgöçü (m i g r a t i o ıı int erne): Bir memleket içinde bir bölgeden başka bölgeye yerleşmek üzere veya devreli ve iğreti olarak yapılan göçler. İçgöçlerinin en önemlisi köylerden şehirlere doğru olan göçlerdir.
Ickale (citadelle): Kale ile çevrili bir şehrin merkezinde yönetim hizmetlerinin bulunduğu kısmı çeviren kale. Türk tarihlerinde buna “Ahmedek” denmektedir. İçkale’ler veya Ahmedek’ler Türk şehirlerinde ve başlıca Ortaçağın feodal bünyedeki toplumlannda, burg’un çekirdeğini teşkil eder.
îçkidüşkünlüğü (a 1 c o o 1 i s m e): Biyoloji ve tıbbı olduğu kadar toplum sağlığı ve sosyolojiyi ilgilendiren bir olaydır. İçki düşkünlüğünün sebepleri yalnız veraset gibi biyolojik, kötü alışkanlık ve düşkünlük gibi psikolojik değildir. Bu hal bir bakundan salgın olduğu için, başka bir bakımdan eğitim ve belirli toplum şartları tarafından hazırlandığı için sosyolojik bir olaydır. İçkinin ayrıca ilkel dinlerde ' rolü olduğu biliniyor.
içki yasağı (pussy foot): Birleşik Amerika Cumhuriyetinde Birinci Dünya Savaşından sonra bir ara ikçi yasağı kanunu çıkarılmış ve içki yerleri şiddetli takiblere uğramıştır. Bu tedbir Osmanlı devletinde 4. Murat tarafından her türlü içki, afyon hatta kahveye karşı tatbik edilmiş ise de bu türlü tedbirler kısa devreli olmadan ileri gitmemekte ve bir süre sonra yasak şiddetini kaybetmektedir.
tçöğretim (e s o t e r i q u e): Dışöğretimin zıttı. Bk. Dışöğretim.
içtenevlenme (endogamie): Bir toplum erkeklerinin başka toplum kadınları ile evlenme yasağı. Fakat klanlar arasındaki dıştanevlenme ile klanların bağlı bulunduğu kabilelerdeki içtenevlenme birbirlerini tamamlayan kurumlar halindedir. Bazı kapalı zümrelerde içtenevlenme, yakın akraba ile evlenme şeklini alır. Kutsal kana yabancı karışmaması için Mısır Firavunlarında bu kurum kız kardeşle evlenme derecesinde daralmıştı. Aynı kuruma şimdi Madagaskar’da rastlanıyor. İçtenevlenme eugenique esaslarına ve biyolojideki Galton kanununa göre soysuzlaşmaya (degenerescence) sebep olur.
içtihat (i n te rp re t a t i on j u r i d i q u e): İslâm hukukunda Kur’-an, Sünnet, İcma ve Kıyas esaslarına göre hukuk sorularını yorumlama gücü. Buradan başlıca dört esaslı yorumlama okulu (doctrine j u r i d i q u e) doğmuştur. Fakat sonradan hukuk yorumlamaları kati kurallar halini almış ve evrim gücünü kaybetmiş olduğu için buna “içtihat kapısının kapanışı” deniyor ki, bir çeşit hukuk skolastiki sayılabilir. îçsavaş (Gerilla): Sınıf çatışmaları veya ırk ayırdetmeleri yüzünden aynı ülke içinde bir çeşit savaş halini alan çarpışmalar. Gerillâ 19 uncu yüzyılın barikatları yerini almıştır. Fakat Yeni silâhlar barikatları imkânsız hale koyduğu için Gerillâ cephe savaşı şeklini almıştır.
îç sığnağı (refuge interne): Bir memleket içinde bir bölgenin istilâya uğraması yüzünden başka bir bölgeye doğru yönelmiş olan sığınma halidir. Osmanlı imparatorluğunda üstüste savaşlar yüzünden düşman istilâsına uğrayan bölgelerin halkı anavatana sığınma zorunda kalmışlardı. Bugün de Hindistan ile Pakistan arasındaki gerginlik sırasında bu tarzda sığınmalar olmuştur.
İdare (g e s t i o n): Bir işi veya bir iş organlaşmasını çevirmek. Bunu administration yani bir devletin teşkilâtına giren parçalardan birini veya bütününü yöneltmeden ibaret olan “idare” den ayırmalıdır. Böyle bir ayınşı yapabilmek için İkincisine “yöneltme” ve birincisine “idare” veya “çevirme” kelimelerini ileri sürebiliriz. O zaman buradaki “idare” yi “gestion” anlamında kullanırız. îcra kuvvetine ait İçişleri Bakanlığı bir İdare mekanizmasıdır.
İdarî bölgeler (regions admnistratives): Her toplumda yönetim bakımından merkeze az veya çok sıkı olarak bağlı ve dereceli yönetim bölgeleri vardır. İmparatorlukta bu bölgeler bazen geniş özerkli idareler halini alır. Konfederasyon tam özerkliği olan federal devletlerin birliğidir. Merkeze bağlı yönetimde, vilâyet (il) ve kaza (ilçe) lara, onlar da nahiye ve köylere ayrılır.
İdealizm (id e a 1 i sm e): Ülkücülük de denebilir. Felsefedeki idealizm’-den çok farklı olarak toplumda ideal değerler tanımak ve bunlar uğrunda savaşmak demektir. Ahlâk, yurtseverlik, hürlük, sosyal adalet, insanlık birçok çağlarda toplumun ideali olmuştur.
İdeal tip (type ideal): Max Weber tarafından ileri sürülmüş olan ve Dilthey’m “manevî ilim” metodu ile tabiat ilmi metodunu uzlaştıran görüşte toplumlar tabiat türleri gibi genel vasıflara göre değil, özel bir tip içindeki ideal vasıflara göre İncelenmektedirler. Meselâ feodalizm Ortaçağ Avrupasma, kapitalizm modern Avrupaya vergi özel ideal tiplerdir. Onların aynını başka kültür bölgelerinde tam olarak bulmak kabil değildir.
İdealleştirme (idealisation): Belirli bir değeri veya tipi ötekilere tercihle üstün görmeden ibarettir. Her toplumda bir insan tipi, bir hareket tarzı veya bir değer idealleştirilir. Yunan sitelerinde “bilgelik” ideal sayılırdı. Ortaçağda “erenlik” onun yerini almıştır. Bugünkü ileri teknik memleketlerinde “işadamı” idealleştiriliyor.
Ideogram (ideogramme): Bir obje veya bir fikrin özel bir sembolla, meselâ bir grafikle gösterilmesi. Sosyolojide değişgen ve fonksiyon oranım gösteren bütün olaylar ideogramlarla gösterilir: kendini öldürmeler (suicide), suçlar, doğum ve ölüm orantıları gibi.
İdeoloji (ideologie): Belirli bir topluma mahsus ve bir zümre veya sınıfın ilgi merkezleri ile şartlandırılmış olan fikirler sistemi, ideolojinin görevi, zümrenin ve üyelerinin belirli sosyal statüsünün elde
■ edilmişi veya korunmasından ibarettir. Siyasî, dinî, İktisadî, felsefî doktrinler genellikle ideoloji görevini görürler. Bununla birlikte, oldukça nadir hallerde bu görev ideolojiyi yayanlarca şuurlu bir hale getirilmiştir. İdeolojiye bağlananlar ne kadar heyecanlı iseler o, o kadar kuvvetlidir. Bir ideolojinin belirli bir zümre statüsünün korunmasında tesirliliği, onun aynı toplum içindeki başka zümreler tarafından da iyi karşılanmasına bağlıdır. Meselâ kast rejiminde temel ideoloji toplum şartlarına bağlı olan kastsızlar tarafından da kabul edilmiştir. Çağdaş ileri toplumlarda ideoloji sınıf çatışmalarının öncüleri görevini görmektedir.
İdî-kut: Eski türklerde kutsal gücü taşıyan Tanrı. “İzi-kut” da denir. İdam (e x e c u t i o n): Bk. asmak.
İfta makamı (Fetva veren yer): İslâm dinî hukuku olan fıkıh esaslarına göre hukukî hüküm verme yetkisi olan makam. Bu yetkiyi kullanan kimse de “müftü” dir. (lieu de j u r id i c t i o n).
İğdiş etme (castration): Hadımlaştırma” da denir. Harem teşkilâtı olan Saraylarda kadınların yaşadığı kısma erkeklerin girmesi yasak olduğu için, buraya yalnız iğdiş edilmiş olanlar, “harem ağalan” girebilir. Harem ağalarından yükselerek paşalar ve kumandanlar yetişmiştir. Bu kurum Osmanlı tarihine vergi değil, genel olarak birçok toplumlarda görülen bir toplum kurumudur.
İğdişlik ayini (castration rituelle): Bazı ilkel toplumlarda Tabu’nun sağlanması için cinsî organın kısmen veya tamamen iğdiş edilmesi ayini vardır. Bu ayin bütün zümreye değil, kutsal ile devamlı temas halinde olan kimselere aittir.
İğreti aile (f amille taisible): Erkeklerin savaş ve sefer gibi ocaklarından uzuh bir süre ayrı kaldıktan sırada ve bu süreyle kayıtlı olarak kurdukları aile şeklidir. İranda buna “nikâhı müt’a” deniyor.
iğri: 1) doğrunun aksi (in j us t e): iğri bir hareket gibi. 2) İğri çizgi (courbe): sosyolojik araştırmada, başlıca statistiklerde kullanılan grafiklere ait kavram: erzak fiatlannın yükseliş iğrisi gibi. '
İkicilik (d u a 1 i s m e): Toplum hayatında bütün iki ilkeye dayanan değer ve kurallara bu ad verilebilir: kabilenin iki fratriye (yarım) bölünmesi, türlü şekillerde iki Tanrıya inanma, iki karılılık veya kocalılık, v.b. gibi.
ikinci zümreler (groupes secondaires): Zümre sınıflamasında temelli karakterleri olanlara “ilkin”, ona bağlı karakterleri olanlara “ikinci” zümreler denir. Aynı ayırma ilkin ve ikinci kurumlar için de yapılır. [Bu sınıflamayı temel kişilik’te Kardiner yapıyor.]
Bdsoylu (b i 1 i n e a i r e): Bilaterale de denebilir. Anasoyu ve baba soyunun karışık olduğu durum.
Ddyurtluluk (bilocalite): Çift kocanın veya karının yurdunda yaşayabilme gücü.
İkizanlamlılık (amphibologie): Bk. ambivalence.
Iklimeuyma (acclimatation): Zümrelerin yeni bir çevredeki iklim şartlarına uymalarından ibaret biyolojik süreç (Huntington). Zümre yeni barınakta yaşayabilirse iklimeuymuş sayılır. Çeşitli iklim şartlan doğumlulukla ölümlülük arasındaki oranı bozabilir. İklime-uyma süreci genel olarak uyma (adaptation) süreci içinde ele alınmalıdır.
İhale (charger une affaire): Devletten alman taahhüt işlerinde, devletin ileri sürdüğü şartların kabulü.
İhtisap ağası (contröleur des m a r c h 6 s): Osmanh imparatorluğunda belediyelerin en güçlü görevlerindendir. İhtisap ağalan çar-şılan, kapanlan kontrol eder, gediklerin kötüye kullanılması veya satış işlerindeki bozukluk halinde buna sebep olanları şiddetle cezalandırırdı. Yakın zamanda bu görevi millî korunma kanununa dayanarak belediye mürakipleri görmekte idi. Bu kanunun hükmü kalkınca alış - satış kontrolü zayıflamıştır.
İhtikâr (speculation, accaparement): Bir malı piyasadan çekerek fiatı yükseltmek suretiyle yapılan ve meşru olmayan kazanç yolu. Tefecilik, istifçilik şekillerinde de görülür.
İhtiyaç (be s o i n): Bütün insan ilimlerinde ve felsefede ortak kavramdır. İktisat olaylarının temeli sayılır. Fakat genel olarak değerlerin hareket noktasıdır. 1) Psikoloji, sosyoloji, iktisat ve felsefede ortak terimdir, ihtiyaç, mühim olarak eksikliği duyulan “herhangi” bir şeye karşı duyulan eğilimdir. Toplumda sosyal şartlar ihtiyaçlar skalasını tâyin eder. Bu skala ferdin veya zümrenin içinde bulunduğu statüye göre değişir. Fakat bütün şartlarda ortak olan bir enaz minimal ihtiyaç ile bir de yetecek (optimal) ihtiyaç vardır.
2) Zarurî veya faydalı olan şeylere karşı biyo-psikolojik tavır, a) Eksiklik veya mahrumluk (p r i v a t i o n): tatmin edilmemiş ihtiyacı gösterir, b) Bir şeyin eksik olduğunu (haklı veya haksız olarak) duyan kimsenin psikolojik hali. 3) Giderilen arzuların iktisatça istenmesi. İsteğin doyurulması ihtiyaçların doyurulmasının aynı değildir. İhtiyaç iktisadı: a) tüketicinin zarurî tatmini için, b) dinamik-anti malthusien, c) dengeli (ihtiyaçların hiyerarşisi), d) memleketler ve sosyal tabakalar arasında hayat seviyesindeki eşitsizliği kaldırma gayesiyle, e) yaşama tarzlarım standardlaştıracak yerde farklaştı-ran, gelişme ritmine göre ilerleyici, f) milletlerarası dayanışjna temelinde üniversel olabilir.
İhtiyarlar yönetimi (geroııtocratie): Toplum kontrolünün en yaşlılar tarafından yapıldığı sosyal organlaşma tipi. Kocalmışlar yönetimi şekilsiz veya organlaşmış olabilir. Bu ikinci halde Eskiler Atina sitesinde veya îsrailde olduğu gibi toplum geleneği halini almış bir yöneticiler heyetidir. Gerontokrasinin kökü yaşlıların birikmiş tecrübelere ve toplum geleneğine sahip olmalarıdır. Birçok ilkel ka-vimlerde yaşlılar iktidarı elde etmek için büyü kuvvetinden faydalanırlar. (Cadı karısı, koca karı büyücü, kurşun dökücü buradandır.) İhtiyarlık (v i e i 11 e s s e) : Kocalma biyolojik fonksiyonların zayifla-ması ve hücrelerin yenileşememesi şeklinde görünen bir hayat devresidir. Bu yaşta bir kısım toplum işlerinin yapılması da zayıflar. Birçok toplumlarda kocalmışlar toplumun geleneğinin bekçileridir. Çünkü örf ve âdetleri en çok bilirler. (Sociologie du vieil-1 i s s e m e n t, Unesco. Vol. VIII. 1959).
İhsan (charite): Tanrıdan insana çevrilen şefkat, (latince: (cari-tas).
İkâmet (d e m e u r e): Fertler veya ailelerin bir yerde oturması.
İkta’ (Mukataa): Türk devletlerinin Ortaçağda uyguladıkları bir toprak yönetimi rejimidir ki, esasını “Timar” teşkilâtında buluyoruz. (Bk. Timar.)
İktisadî siyaset (politique economique): İktisadî hayatı düzenleme hedefini güden siyasî faaliyettir. Bu tarz umumî siyasetin bir dalıdır. İktisadî siyasetler, kabul edilmiş olan iktisat sistemine tâbidir. Mutlak liberal iktisattan integral plânlı iktisada kadar değişik şekiller alır. En liberal denen devletler bile İktisadî sahada “müdahale” zorunda11 kalmışlardır. Rakabet, paranın korunması, işsizliği önleme, krizleri durdurma, ihracatı kolaylaştırma, millî geliri arttırma gibi problemlerde müdahale meydana çıkar.
İktidar (pouvoir politique): Kuvvet, gelenek, itibar, otorite veya zenginlik üzerine kurulmuş bir kimse veya bir zümrenin üstünlüğü. Bütün bu faktörler üstünlük ve tabilik münasebetlerini kurar. İktidar dinî kuvveti temsil edenlerin elinde olabilir; üstünlük kazanmış bir ailede olabilir; doğrudan doğruya toplumda ve onun seçtiği kimselerden ibaret bir heyet de olabilir. Bk. Güc.
İktisat (economie): Bk. Ekonomi. İktisat olguları denen bir çeşit toplum olgularına bu ad verilir. Onların toplum içindeki rolleri bakımından sosyoloji görüşleri arasında büyük farklar vardır. Hattâ bu olguların üstünlüğünü savunan Marx’cı görüşler arasında dahi farklı açıklamalar görülmektedir. Bk. Marxcılık.
İktisat krizi (erişe economique): Toplum krizi’ne Bk.
İktisat sosyolojisi (sociölogie economique): Durkheim okulundan Simiand başlıca bu konu ile uğraştı. Fakat ondan bağımsız olarak M. Weber, Alfred Weber, bir kısım Marx’cı sosyologlar iktisat sosyolojisi içinde zikredilebilirler.
İktisadî Devlet t. (organisation e c o n, de l’Etat): Tekel (inhisar) sistemine bağlı olarak devlet tarafından yöneltilen İktisadî tesisler. Özel sektöre bırakılmayan bu teşebbüsler hem devlet bütçesini zenginleştirmek, hem kamu hizmetinde bulunmak için kurulur. Yabancı sermayeye karşı savaşmak için müdaheleci ve plâncı iktisat görüşünün dayandığı bir vasıtadır. Rakabeti kaldırarak fiatları yükseltmek gibi sakıncalarını ileri sürmek üzere özel teşebbüs ve hür-de-ğişimciliğin hücumuna uğrar.
İlâhi (h y m n e): Dinî dua ile karışık olan şarkı. Tekkelerde “İlâhi”, hıristiyan dünyasında “hymne”, “rapsodie” ve özel olarak “Aleluia” adını ahr. Tekke ilâhi’leri bütün bir müzik tarzının temeli olmuştur.
İl (pr o v in c e): Şimdiki İdarî bölümlerde “vilâyet” yerinde kullanılıyor. Aslında belirli bir İdarî bölgeyi göstermemek üzere ülkenin büyükçe bir parçasına denirdi: Paşa-ili, Koca-ili, Rumeli gibi.
İlhanlık: Moğol imparatorluğunun büyük bir bölümüne bu ad verilmişti. Bunu idare eden hanedan da İlhanîler adını alıyordu.
Boylar arasındaki bir teşkilâta dayanan türk devletlerinin aldığı ad. Tipik örneklerini Oğuz töresine dayanan türk devletlerinde görürüz. Bk. Han.
İlçe (kaymakamlık: Eskiden bir “kadı” mu hüküm verdiği bir bölgeye onun “kaza” sı (kadha) denirdi. Kadılıklar ve Sipahi teşkilâtı kalkınca bu kelime onun yerini tutan valiye bağlı mülkî bölümün adı oldu. Aynı anlamda — askerî bir rütbeyi de ifade etmek sakıncası olsa da — “kaymakamlık” denirdi. Yeni türkçede bu bölümlere “ilçe” denmektedir.
İlerleme (progres): Toplumda gelişme ve evrimin bir görünüşüdür (Terakki). Evrim, toplum bünyesinin zamandaki oluş, kurumlar ve değerlere ait bir değişme, gelişme ise bu bünyenin kazanabileceği haller olduğu halde, ilerleme toplumun bünyesine değil düşünce ve zihniyetine aittir. Bir toplum, bünyesinde esaslı değişiklik geçirmeksizin içten veya dıştan tesilerle yeni fikirler alabilir, ilerleme toplumun bütününde değil, okumuşlar veya seçkinler zümresinde olabilir ve bu zümrenin genişlemesi toplumun bünyesine etki yaparak evrimi doğurabilir. Alm. Fortschritt. (progredi: ileriye bir adım). Kelime genel olarak daha iyiye doğru yürümeyi gösterir: bazı makinelerin veya aşıların icadı gibi. İnsanlar için bilgi ve teknik alanında çeşitli ilerlemeler vardır. Aydınlanma felsefesiyle doğan “terakki” fikrinin önemi büyüktür. Başlıca önderi Condorcet’dir. 18 inci yüzyılda doğmuş ve gelişmiştir. Bu devrin aydınları ük büyük İlmî keşiflerden heyecanlanarak insan aklının hudutsuz kabiliyetlerine, ilerlemenin insanları iyileştireceğine mutlak güven gösterdiler. Fakat tekniğin ilerlemesi toplum dertlerini arttırdı ve terakkiye karşı olan bir çığırı doğurdu. Georges Sorel “terakki” yi bir Mitos saymaktadır.
ilericilik (progressivisme): Gericilik (mouv. reaction-n a i r e) denen akımın aksi, toplumda zihniyet gelişmesinin toplum evrimini doğuracağı hakkmdaki inanç. İlericiler, devrime ve zorlamaya baş varmaksızın bilgi ve zihniyet gelişmesi ile toplumun bünye bakımından geliştirilebileceğine inanırlar, ilericilik iktisatta, eğitimde, siyasette türlü şekiller alır ve siyasî partiler tarafından temsil edilebilir.
ilgisiz unsurlar (culturel congerie): İngilizce kelime başka Batı dillerine de geçmiştir. Birbirlerine bağlanmamış ve yalnız mekânda yanyana gelmiş kültür unsurlarının birliği. Böyle bir “congerie” yi meydana getiren parçalar arasında hiç bir sebeplik veya fonksiyon bağı yoktur. Kültürün başka vasıfları üzerinde karşı etkisi olmaksızın bir unsurda değişmeler olabilir. “Congerie” lere tam olarak veya kısmen bütünlüğünü kaybetmiş kültürlerde rastlanır. (Bk. Bütünlüğü kaybetme, şekilleşme.)
İlişikçilik (relationisme): Toplumun fertler-arası ilişkilerden doğduğu fikrini savunan psikolog ve sosyologların görüşüne verilen genel isim.
İlişik sosyolojisi (sociologie relationnelle): Toplum olgularına fertlerarası ilişkilerle açıklayan sosyoloji görüşüdür ki başlıca Leopold von Wiese tarafından savunulmuştur.
İlgisiz komşuluk (commensalisme): İlgisiz Birlik de denebilir. Aynı coğrafî bölgede oturan ve farklı ihtiyaçları ve çıkarları olan reka-betsiz fertler veya zümrelerin yanyana bulunmaları halidir ki, aralarında hiç bir çatışma veya işbirliği görülmez. Espinas bu vasfı bazı hayvan toplamlarında görmekte idi (Espinas, Les Societes a n i m a 1 e s).
İlk kurumlar (institutions primajres): Kültür antropolojisinde kullanılan terim. Kardiner’e göre çocuğa doğumdan başlayarak verilen ve çevrenin fert üzerindeki etkisini belirten disiplinlerdir: temel içgüdüler üzerinde emzirme, gıda verme, kundaklama, cinsî yasaklar, v.b. gibi. Bunlar üzerinde ferdin çevreye karşı tepkilerini ifade eden ikinci kurumlar ve böylece temel kişilik kurulur.
İlkel toplum (societe primitive): Etnoloji verilerine göre teknik araçlar ve inanç sistemi bakımından en basit başlangıç toplum olduğu kanaatini uyandıran toplum şekli. Bugünkü araştırmalara göre ilkel toplum Avustralya’da saf örneklerini bulduğumuz “klan” dır. Kuzey ve Güney Amerika yerli kabileleri içinde klanlar ancak kabile toplumunun alt-bölümleri halinde — az çok gelişmiş halde — bulunuyor. Fakat, oldukça ilerlemiş bazı toplumların sonradan çeşitli sebeplerle alçaldıkları vardır. Pygmee’ler gibi. Bunları asıl ilkel toplumla karıştırmamalıdır.
fikel sanat (art primitif): Bk. Sanat.
zümre (groupe prim ai re): Üyeleri oldukça az ve birbirile sıkıca birleşmiş sosyal topluluk. îlk zümrelerde hâkim olan temaslar, üyeler arasında sıkı ve bütünleşmiş bir mahremlik doğuran kişiler-arası ve sempati cinsinden temaslardır. En tipik ilk zümre ailedir. Onun yanında komşuluk veya bir yere bağlı zümreler, eğlence zümreleri bulunur. Bu zümre tipi hem zaman bakımından ilk geldiği için, hem de toplumlaşmanın temeli olduğu için “ilk” dir. Daha karmaşık bünyelerde dahi ilk zümre bir temel birimidir.
İlkel zihniyet (mentalite primitive): ilkel kavimlere mahsus olduğu bazı etnolog ve sosyologlarca ileri sürülen düşünce tarzıdır ki, L. Levy - Brühl buna “mantıktan önceki zihniyet” diyor. Bu konu etnologlar arasında esaslı tartışmaların konusu olmuştur. Bk. Mantık-öncesi zihniyet.
fikömekler (a r c h e t y p e s): C. G. Jung’a göre “Kolektif Dışşuur” u meydana getiren atalardan geçme imajların bütünü (mitolojiler, rüyalar ve masalların ortak temeli).
İlmiye: İslâm devletlerinde, özel olarak Osmanlı devletinde öğreticilik ve kadılık görevlerini gören, medreseden yetişmiş olanların teşkil ettiği sosyal tabakaya “ilmiye sınıfı” denirdi.
İtthnas: Layık olmayanlara iş verme veya yardım etmeden ibaret toplum hayatında iş düzenini ve eğitim mekanizmasını temelinden bozan sosyal hastalık.
İltizam: Timar sistemi sonradan, bir merkezden yönetilmesi güçleştiği için, “mültezim” denen bazı kimseler aracılığı ile düzenlenmeğe başlamıştı ki, bu aslında Timar sisteminin ve dirliğin bozulmağa başladığının belirtisi idi.
imaret (et ab üs seme n t de charite): Devlet veya Vakıf ile idare edilen bir kurumun öğrencilere veya fakirlere yardım için ayrılmış kısmı. İmaret, bazen daha geniş anlamda bütün bir site kuruluşu demektir. Bu anlamda su yollan, çeşmeler, sebiller, medreseler, kütüphaneler, hânkah’lar, şifahaneler, tabhaneler (aşhane), avânz akçası sandığı (= yardım kooperatifi), hayratiye, cami, meşrûte evler, çarşılar (arasta’lar, hanlar, kapanlar) “İmaret” kavramının içine girerler.
imâ! (fabrication) Elle, tezgahla veya makine ile yiyecek, giyecek ve aletden ibaret eşyayı meydana getirme süreci. İmâl ve el tezgâhı, küçük ve büyük endüstri, gıda, dokuma ve maden endüstirisi ile yapılır. Üretimin en büyük kısmıdır. İnsan kafa ve elini kullanarak aletleri imâl ettiği için bütün hayvan türlerinden “yapıcı adam” (homo faber) ve “bilici adam” (homo sapiens) vasıfları ile ayrılır. Franklin ve Marx birincisinde, Max Scheler ve Bergson İkincisinde öncelik görürler. Başka deyişle birinci görüşe göre insan imâl ederken düşünür; ikinci görüşe göre düşünebildiği için imâl eder.
Inâbe (p e r m i s si on du cheyh): Müridin bir tarikat şeyhinden dervişlik iznini alması ve tarikatta yükselme gücünü kazanması.
inal (noble u te r in): Eski türklerde ana soyundan asil olan kimseye denirdi. İnal prens veya prenses olabilirdi. Baba soyundan asil olana da “tekin” denirdi.
infiratçı kuruluş (formation particulariste): Le Play’in Science Sociale adiyle yaptığı araştırmalarda ulaştığı toplum sınıflamasının iki temel dalından biri. Ayırdedici vasfı, içindeki üyelerini hür teşebbüslü bir hayata hazırlamaya elverişli olmasıdır. Bu görüşte karşıt kuruluş “cemaatçi kuruluş” (formation commun-a u t a i r e) dir. Bu kelime yerine fertçi, tekçi veya özerkli denemez. Çünkü bunlar individualiste ve autonome anlamlarına geldiği için zihin karışıklığı doğurur.
iskân (habitation): Halkın bir mahalle, kasaba ve köy gibi yerleşmiş toplulukta oturması, veya böyle bir yere yerleştirilmesi.
îtikâf (la vie d’ermite): İnzivada bir keşiş veya derviş hayatı geçirmek.
imam: 1) Namazda önderlik eden kimse. Şiy’î doktrininde Islâm ümmetinin Hz. Ali soyundan gelen başkam. Bu görüş sünnîlerdeki “halifelik” görüşüne zıttır, çünkü halifelik seçimle kazanılır ve yetkisi yalnızca başkanlıktır. İmamlık ise soydan gelir ve Kur’an’m gizli anlamım “te’vil” gücü olduğu için katoliklikteki Papalığın dinî gücüne sahiptir.
2) Özel olarak şiy’î mezhebinde on iki büyük öndere verilen isim ki Hz. Ali neslinden gelmektedirler. Sünnî mezhebinde başlıca fıkıh doktrinini kuran veya temel içtihatları yapanlara da imam denir: îmam-ı A’zam gibi.
İmam nikâhı: Evlenmede eskiden yalnız dinî nikâh yeterdi. Medenî kanundan beri onun yerini “nikâh memuru” nun önünde yapılan medenî sözleşme, yani medenî nikâh almıştır. Buna rağmen medenî nikâh zihniyetinin girmediği halk arasında yine “imam nikâhı” ile evlenmeler kanuna karşı devam etmektedir. Anadolu’da birçok yerlerde ya iki nikâh aynı zamanda yapılmakta, yahut imam nikâhı geçmektedir. Bu suretle çokkarılı evlenme, boşanma, iki şehirde ayrı ev açma gibi medenî nikâhtan beri “resmen” kalkmış olan bir takını kuramların halk arasında gizli olarak yaşamakta olduğu görülüyor.
imece: Anadolu’da halkın zümre hayatına ve çıkarma ait bazı işleri toplu olarak başardıkları bir çalışma tarzıdır. Bu suretle köy yolu, okul, sağlık işleri v.b. düzenlenir.
imparatorluk (empire): Bir kavinin başka kavimler üzerinde kurduğu siyasî egemenlik suretiyle meydana gelen toplum şekli. Bu tanıma göre imparatorluk her tarzında daima ayrıcinsten bir bünyedir. Çekirdeği kuran toplumun bünyesine göre çeşitli imparatorluk tarzları vardır: 1) Site imparatorluğu: İran, Yunan, Roma ilkçağ imparatorlukları gibi. Egemenlik altında bulunan sitelerin halkı egemen siteye göre köle veya azatlı köle (client) durumundadır, imparatorluk siteler-arası ilk insanlık fikrinin doğuşunu hazırlar. 2) Feodal imparatorluk: Ortaçağ’da İnsanî dinlerle birlikte doğan bu sosyal bünye, birincisi gibi ayrıcinsten egemen - boyuniğmiş zümreleri topluyorsa da hepsinde ortak olan din ve onun doğurduğu Ümmet hayatı bircinstenliğe doğru bir adımdır. Arap, türk ve Batıda cermen imparatorlukları gibi. 3) Millî imparatorluk: Çağdaş bir milletin egemenliği üzerine kurulmuş ve birçok gelişmemiş kavimleri sömürge haline getiren siyasî şekil. Anayurtla sömürgeleri arasında ayrıcinstenlik devam eder. Fakat bir yandan Anayurttan taşmalarla, aynı kültürden doğmuş milletler meydana getirir: Ispanya ve
Sosyoloji Sözlüğü — 16
Portekiz’den Güney Amerika, İngiliz kültüründen doğan Kuzey Ame-ka, Afrika, v.b. milletleri gibi.
İmtiyaz (privilege): Kelime “kanunca öncelik” anlamına gelir. Bir zümre veya sınıfın toplum içinde başka zümre ve sınıflara göre özel ve bazen üstün kanun önceliğine sahip olması demektir. İmtiyazlılar bu hakkı ya uzun sürede daha üstün bir tabakadan alırlar; yahut bunu kendi güçleriyle elde ederler ve toplumda üstün statüleri vardır.
İnanç (c r o y an c e): Genel olarak İktisadî ve teknik’ten hukukî ve di-nî’ye kadar bütün değerlere ait olan ve görgü, bilgi alanını aşan bağlanış tarzıdır ki, toplum hayatında üstbünye’yi ^teşkil eder. Fakat sırf dine ait olan inanca îman (F o i) demelidir. Başlıca vasfı dünyaya, değil, öteki âleme inanmaktır.
İnsan (h o m m e, anthropos): Her çağın ve kültür çevresinin ayrı “insan” görüşleri vardır. Bundan dolayı sosyoloji felsefeden farklı olarak soyut insanı değil, devirler ve kültürlerin insan görüşlerini ele ahr. Fakat bunlar arasında yine bazı ortak vasıfları meydana çıkar: 1) insan yer yüzünde ikiyüzbin yıllık bir evrimin eseridir. Pitecanthropus erectus’ten başlayarak Pekin insanı, Cava insanı, Neanderthal insan, Magdalenien insan safhalarından geçmiş, tarih -öncesi yontma taş, cilâlı taş, bakır, tunç ve demir çağlarını aşarak ancak son 5000 yılda yazıyla bilinen tarih devresine girmiştir. 2) İnsanın kaba hatları ile bilinen tarih - öncesi evriminde esaslı karakteri aletyapıcı (h o m o f a b e r) ve bilici (h o m o sapiens) olmasıdır.
İnsan Hakları (Droits de l’Homme): Fransız Devriminde ilkeleri ortaya konmuş ve bütün demokrasi hareketleri ile birlikte dünyaya yayılmış olan çağdaş milletlerin ortak idealleri. Bunlar hürlük (özgürlük), eşitlik, kardeşlik ve âdillik’tir. İnsan haklan arasında ikisi, hürlükle eşitlik çağdaş demokrasilerde bir çatışkı (dicho-t o m i e) meydana getirmekte ve çoğu kere birinin gerçekleşmesi ötekini kenetlemektedir.
İhsan - merkezliği (anthoropocentrisme): Âlemin merkezine insanı koyan ve bütün tabiat olgularını insana göre düşünen görüş. Bu görüş metafizikte ve fizikte olduğu gibi sosyolojide de bir takım yanlışlıklara kapı açmaktadır.
İnsan kurbanı (sacrifice humaine): Bazı İlkçağ kavimlerine kadar sürmüş olan kurban şeklidir ki, Tanrılardan istenen bir dileğin yerine gelmesi için adanır. Bu evlât kurbanı derecesinde yakın, veya köle ve cariye kurbanı derecesinde uzak olabilir. Fenikelilerde, Kar-taca’da, Beni İsrail’de ve İslâmdan önce araplarda vardı. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban nezretmesi üzerine Gökten bir koç gönderilmesi hikâyesi Beni İsrail’de o tarihten sonra insan kurbanı yerini hayvan kurbanının aldığını, yani âdetlerin insanileştiğini gösteriyor. İnsan kurbanını ilkeller (veya islâmdan önceki araplarda) görülen çocuk öldürme (infanticide) ve babaöldürme (pârricide) kurumlan ile ka-nştırmamalıdır.
İnsan tabiatı (na türe humaine): İnsanın toplum hayatı içinde kazandığı davranışı ile ilişiği olan karakterlerin bütünü, insanın biyolojik istidatları, asıl insan tabiatının toplum ve kültür hayatı içinde gelişmesi için gereken bir potansiyelden ibarettir. Eski felsefede “insan tabiatı” nm doğuştan geldiği, değişmezliği ve bütün zamanlarda aynı olduğu kabul edilirdi ki bu görüş insan ilimlerinin gelişmesi ile değerini kaybetmiştir. Ona bugün yalnız “aslî tabiat” (n a-ture originelle) deniyor.
însanabenzer (anthropoîde): İnsan türünün gelişmesinden önce gelen ve Danvin’e göre onu hazırlayan hominide denen hayvan türü. Van Bolk ve onun yolundan giden antropoglara göre insan, bu insa-nabenzer varlıktan esaslı ayrılıklar göstermektedir ve birincisi İkincisinin evriminden doğmuş değildir. (Arnold Gehlen, Der Mense h, 1935)
İnsancılık (humanisme): Bk. Hümanizm.
İnsanî ideal (ideal humain): İlkçağda ancak Stoa felsefesinde ve kısmen cynique’lerde gerçek toplum olan site’yi aşan evrensel bir insan fikri doğmuştur. İnsan ideali daha açık olarak hıristiyanlık, islâm-ılk ve budizm gibi evrensel dinlerde doğdu. Fakat bu ideal din çevresiyle sınırlıdır. Zamanımız toplumunda doğan bir kısım ideolojilerde sınır tanımayan bir insan ideali savunulmaktadır. Marx’çı ideoloji milletleri aşmakta ise de bir sınıf ideali ile sınu-lanmıştır. Marx’çılar bu vasıta ile sınıfsız toplumda insan idealinin gerçekleşeceği iddiasındadırlar. Onunla çatışan görüş kültür çevrelerinin çokluğu ve kültürlerin orijinalliği gerçeğini inceleyen kültür antropolojisinin görüşüdür. Felsefelerin “insan ideali” ni ideolojilerin görüşlerinden ayırmalıdır.
insanlık (h u m a n i t e): İnsan türünün bütününü içine alan kavram. Antropoloji, etnoloji, sosyoloji ve başka insan ilimlerinin ortak kavramıdır. İlkel toplamlarda genel bir insanlık fikri yoktur. Bu fikrin doğuşu sitelerarası bağlantıların kurulması, yeryüzüne yayılan dinlerin doğmasına bağlıdır. Fakat her kültür çevresinin ve her çağın kendine vergi ayrı bir “insanlık” görüşü vardır. Kelime bir anlamda insanın biyolojik vasıflarını, başka bir anlamda topluma ait “manevî” vasıfları gösterir. Eski türkçede bunları “beşeriyet” ve “insaniyet” kelimeleri ile ayırıyorduk.
tnsanşekillilik (anthrcpomorphisme): Birçok toplumlarda Tanrıları, tabiatı insana benzetmeden, onlarda insan gibi vasıflar aramadan ibaret olan görüş. Sosyoloji ve felsefede ortak.
fntichiuma: Avustralya’da klan halinde yaşayan ilkel toplumlarda totem cinsini arttırmak için yapılan ve taklitli (m i m e t i q u e) denen bir nevi ayin. Bu kelime o ülkedeki bir kısım kabileleree kullanılmakla birlikte aynı rolü oynayan başka yerlerdeki ayinler için de genel terim olarak kullanılmaktadır.
İntibak (adaptation): Bk. Uyma.
İntihar (s u i c i d e): Bk. kendini öldürme.
İntisap sistemi: Yakınları ve akrabalarını göreve getirmek üzere bütün memur sisteminin birbirine mensup kimselere verilmesi hali. “İntisap” sistemi görevin ehline verilmesi ile meşrulaşır. Fakat pek kolay kötüye kullanılabilir.
İplik bağlama: Büyü ile karışık yanlış inançlar arasında (supersti-t i o n) eren ve yatır türbelerine, düeklerin yerine gelmesini sağlamak için ip bağlamaktan ibarettir.
İptilâ (m a n i e): Bk. düşkünlük, mani.
Ira (caractere): Bk. Karakter.
Irk (r a c e): Genetik bakımından şartlandırılmış, oldukça sabit olarak kuşaktan kuşağa geçen beden karakterlerinin toplamına sahip fertler zümresi. Irk temeli veya “büyük Irk” deyince belirli ortak somatik vasıfları olan ırk dallarının bütünü anlaşılır. Genel olarak, insan türü üç büyük ırka bölünür: Kafkas, sarı, negroîd ırk. Ancak yine de her insan toplumunda bu üç esaslı unsur türlü oranlarda birbirine karışır. “Büyük ırk” lardan her biri de ayrıca birçok daüara ve küçük ırk zümrelerine bölünebilir. Bu, başlıca coğrafya ve toplum sınırlan üe çevrelenmiş ve içtenevlenmeli zümrelerde daha çok meydana çıkar. Yüzyıllar boyu aynı toplum içinden evlenme veya dıştan-evlenme yasağı sonucu olarak sosyolojik zorunluluklar biyolojik benzerlikleri doğurur. Böyle durumlarda ırk, toplumu açıklamak şöyle dursun, toplum şartlan ve kanunlan “sosyal ırk” m doğuşunu açıklar. insanlığın ırkça farklılaşması birçok faktörlerden ileri gelir ki, bunlar arasında fizik çevrenin seçkinleştirilmesini, toplum ve kültür çevrelerinin tesirini, genetik bakımdan hızlı değişmeleri (mutation> ve bazı zümrelerin geri itilmesi ve yalnız kalmasını sayabiliriz. Bugünkü bütün ırklar ikinci kuruluşlardır. Irk kelimesinin millet veya dil ailesi yerine kullanılması tehlikeli ve yanlıştır. Bir “alman ırkı”, “İngiliz ırkı” yoktur. Hatta bir “lâtin ırkı”, “arya ırkı” veya “samî ırkı” da yoktur. Birinci misaller ırk değil, milletlerdir. İkinciler ise “dil aileleri” dir. Yanlış olarak kullanılan bu terimler ırkçılık akımından doğmuş mitolojik kavramlardır, ve ilim sözlüğünden tamamen çıkarılmalıdır. Nitekim “ırk karakteri”, “ırk ruhu” gibi bazı psikologların bir zaman kullanmış oldukları terimlerin de gerçekle ilgisi yoktur. Çünkü, bir ırka mahsus ve sabit sanılan bu karakterlerin toplum şartlan ve bünyeleri değiştikçe değişmekte olduğu görülmüştür. (H. Z. Ülken, Veraset ve Cemiyet, yazılış 1924, ya-ym 1957).
Irkçılık (r a c i s m e): Belirli bir kavim veya millete ait bazı beden ve ruh niteliklerini, başka kavimler ve milletlerle ilişkilerinde ayırma normu olarak koyan doktrin. Irkçılığın her şekli aynı zamanda bir etnosantrizm (ethnocentrisme) dir ve iki yanlış öncüle dayanır: 1) Buna göre “ırk” sanki soydangelme ile geçen ve asla değişmeyen bazı ruhî niteliklerin temelidir. 2) “ırk” m ruhî nitelikleri sanki onun beden niteliklerinden ayrılma şeylerdir. Bu iddialar biyolojik faktörlerle toplum ve kültür faktörlerini birbirine karıştırmaktan ileri gelmektedir. Sırf siyasî veya ideolojik bir mitos olan “ırkçılık” m ilimle ilişiği yoktur.
îrsî suçluluk (criminilite innee): Lombroso, Garofallo gibi İtalyan cezalan tarafından savunulmuş olan tezdir ki suçlunun suçu doğuştan gelen antropolojik gerilikler yüzünden işlediği' fikrine dayanmaktadır. Bu görüş, suç sayılan şeylerin toplum şekillerine göre değiştiğini ve suçun kollektif tasavvura dayandığını inceleyen sosyolojik görüşe zıttır. Fakat suçluluk ve delilikte bazı doğuştan faktörlerin şart rolü oynadığım hesaba katmak gerekir. Bk. Doğuştan suçlu.
Isimcetveli (nomenclature): Sosyoloji gözlem ve deneylerinde kullanılan bir sınıflama cetvelidir. Science Sociale ekolünden Henri de Tourville, Le Play’nin metodunu kullanarak yaptığı araştırmalar sonunda böyle bir “isimcetveli” meydana getirmiştir.
İstatistik (statistique): Nüfus olayları için Devletçe yapılan araştırmaların bütünüdür ki, yalmz demografiyi değil, bütün insan ilimlerini ilgilendiren nicelik değişmelerine ait temel bilgiyi vermektedir. İstatistik Quetelet’nin Physique Sociale adlı eserinde sosyal ilimlerin tam aleti haline getirilmiştir. Quetelet bunun için “ortalama insan” ı ölçü birimi olarak ele alıyor. İktisat, ahlâk, hukuk, dil, sanat, din gibi toplumun en çeşitli kurumlannda istatistik aynı derecede başarı ile kullanılır. Fakat sosyoloji dallarının ondan faydalanabilmesi için devlet istatistiklerinin uzun sürede ve bütün aranan değişgenlere göre tutulmuş olması gerekir.
istibdat (despotisme): Bk. Despotluk.
İstilâ (invasion): Bir kavinin bir ülkeyi toptan kaplamak üzere ve çoğu kere cebir kullanarak yerleşmesi, istilâ, akmlarla ve savaşlarla olacağı gibi, büyük nüfus yığınlarının, sömürgeleştirme sonunda yeni topraklara yerleşmesi şeklinde de olabilir. Fetih her zaman bir savaş ve karşı tarafı yenme şeklinde gerçekleştiği halde “istilâ” savaşsız, birdenbire veya ağır ağır göçlerle olabilir. Göçebe kavimlerin yeni yurtlarına yerleşmeleri her iki şekilde aynı zamanda olmuştur: Germenler, türkler, araplar, moğollann, yeni dünyaya Avrupahlar ve başlıca anglo-saksonlann akını gibi.
İstifçilik (accumulation illegale): Tüccar veya esnafın bir malı piyasadan çekerek saklaması ve bu mala ihtiyaç arttığı zaman fahiş fiatla satışa çıkarması demektir. İstifçilik piyasayı sarsan ve anormal, ticarî ahlâka aykırı zenginleşmelere sebep olan bir olaydır. Bk. vurgunculuk, şantajcılık.
İstifa (demission): Bir görevlinin görevine devam edemiyeceğine dair gerekçeye dayanarak işinden çekilmesi hali.
İstihsan (c h o i x en vue du bien): İslâm hukukunda (Fıkıh) iki farklı durum karşısında kalınca daha iyi sonuç verecek olanının seçilmesi şeklinde bir kısım hukuk doktrinlerinin kabul ettiği içtihad tarzı. “İstihsan” fetva vermede hukukçuya seçme hürlüğü bırakır ve dogmatik hukuk kurallarımı! toplum şartlarına göre uygulanmasına imkân verir.
istihkâm (fortification): Savaşlarda karşı tarafın saldırışını durdurmak için yapılan silâhlandırılmış yapılar. Şehirlerin çevresinde olduğu gibi bütün sınır boyunca da uzanabilir. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında istihkâmlar kum torbalariyle korunmuş çukur siperler, daha sonra betonla korunmuş gizli istihkâmlar yapılmıştır.
İstihza (i r o n i e): Kamu sanısı, ortak duyu veya ilim zihniyetine dayanarak bu ölçülere göre hedefinin zayıf tarafını, şiddetli hücuma geçmeden meydana çıkarmadan ibaret eleştirme şeklidir, istihza esaslı fikir kontrolüdür. Fakat saldırıcı ve yersiz kullanılınca değerini kaybeder ve kötü karakter derecesine düşer. Sokrat’m ve zamanımızda Kierkegaard’m fikir eleştirmeleri başarılı rolünü gösterir. Fikir eleştirmesi hedefi olmayan “alayetme” den, hoş görünmek için yapılan “şaka” dan, söz arasındaki “nükte” den (mot d’esprit), başlıca sert bir hücum olan “hiciv” ve “polemik” ten ayırmalıdır.
istilâcı milliyet (nation alisme i m p e r i a 1 i s t e): Özel millî kültüre sahip bir toplumun kendi bağımsızlığını korumakla kalmayarak koloni kurmak veya savaş yollan ile' başka toplumları istilâ etmeye kalkması hali. Bunu Ortaçağ kavimlerinin millî kuruluştan önceki istilâcı imparatorluklanndan ayırmalıdır. Bu İkincilerde göçebe akını istüâyı yapmış olduğu gibi ayrıcinsten etnik zümreleri bir idare altında toplayan, millî bir kültürün istilâsı değil, üniversel bir dinî Cemaat olan “Ümmet” dir. Böyle bir sistemde millî üstünlük fikri olmadığı gibi, devlet bu üniversel Cemaate dayandığı için ayrıcinsten kavimler devlet idaresinde rol alabilirler: Abbasî, îlhanî, Osmanlı imparatorluklan böyle idi. Bunları İngiliz, Fransız İmparatorluğu gibi millî imparatorluklarla (emperyalizmle) karıştırmamahdır.
İsyan (insurrection): Bk. Ayaklanma.
İş (t r a v i 1): Türçede İş ve Emek kelimeleriyle karşılanır. Toplum hayatında her üretimin üç esaslı unsuru vardır: tabiat, iş, sermaye. Bu üçüncü unsur üretimin gelişmiş şekillerinde, yani kapitalist üretimde karıştığı için ilk üretimden beri ortak olan temel iş ve tabiattır. Marx, İş’i herhangi ■ bir şey üretmek için sarf edilen insan çabası sayıyor. İş’in üretici rolünden dolayı onu esaslı sosyal olay olarak görüyor. İş, bir mahn kullanma değerini değil, değişim değerini meydana getirir. Her iş’de ölçü birimi, yani onun nicelikle ifadesi için “iş zamanı” nı ele almalıdır. îş’in sosyal rolünü göstermek için şu misali veriyor: bir atabuyruğu ailesinde üretimi bütün aile yapar. Kadın unsuru ipliği büker, erkek unsuru dokur. Üretim ailenin ortak eseridir. Fakat kapitalist bir toplumda bu bütünlük kaybolur. Olaya kapital (sermaye) karışır. Bir yanda iş sahibi, öte yanda kapital sahibi ayrılır. İşçi’nin aldığı gündelik üretilen malın değeri değildir. İşçinin gündeliği ile üretimin elde ettiği değer arasında bir fark meydana çıkar ki bu “artık - değer” (plus - value) dir. Artık değer, işçinin zararına ve kapital sahibinin kârına olarak birikir. Bu birikme işçi ile kapitalist arasındaki farkı gittikçe büyültür. Marx, bu büyüyen farka iş’in ve işçi’nin sömürülmesi (exploitation) diyor. Fakat Mars iş’i daima aynı ölçü birimi ile “iş zamanı” ile ölçüyor. Halbuki el işi (t r a v a i 1 m a n u e 1) ile kafa işi (t r a v a i 1 intellec-t u e 1) aynı zaman ölçüsü ile ölçülemez. Bir sanat eserinde sarf edilen iş zamanı (Rembrandt veya Beethoven) ile herhangi bir el işindeki iş zamanı ortak ölçüyle anlaşılamazlar.
işporta (ital. s p o r t a): Gezici satıcıların kullandıkları sepet veya ayaklı satış sırası. İşportacılar resmî izinle haftanın belirli günlerinde bir mahalle meydanı veya sokağında pazar kurarlar: bunlar “pazartesi pazarı” gibi günün adını alır. Yahut devamlı olarak Belediye izni ile bir sokak üzerinde çalışırlar: Mahmutpaşa, Gedikpaşa pazarlan gibi. Bazen de herhangi bir yerde Belediye izni olmadan satış yaparlar. Bu son durumda Belediye zâbıtasının takibine uğrarlar.
İşyeri (a i re de travail): Bk. îş, işçi.
îş ölçüsü: Marx, değerin madenle değil işle ölçülmesi fikrinin ilk defa B. Franklin tarafından üeri sürüldüğünü söylüyor (K. Marx, C r i-tique de l’Economie Politique, trad. L. Remy, 1899). Nitekim insanın “homo faber” şeklindeki tanımını da ondan alıyor. Fakat insan aynı zamanda “homo sapiens” dir ve biri ötekinden önce gelmez.
îş arızalan (accidents de travail): îş arızalannın sosyal hayatta büyük önemi vardır. Bu amaların 1/4 ı patronun kusurundan, 1/4 ı işçinin kusurundan, 1/2 si çeşitli sebeplerden ileri gelmektedir. 1898 kanununa kadar bunlara karşı tedbir alınmamıştı. Psikoteknik başlıca iş amalarının psikolojik sebeplerini aramaktadır. (J. M. Lahy et Korngold, L e s causes psychologiques d e s accidents du travail, 1936. 1936).
İş bedeli (remuneration) (m u n u s: hediye): remuneration den-memelidir. Bir iş veya hizmetin bedeli: gündelik gibi. İşin ödenme metodları sayısızdır: 1) Zamana göre ücret, 2) Üretim miktarına göre ücret; a. parça başına ücret, b. primli ücret, c. kollektif faydalanma sistemleri içinde Schuler’in ileri sürdüğü orantılı ücret, 3) Ekip halinde ücret, 4) îş değerine göre ücret gibi çeşitleri olabilir.
İşbirliği (association du travail, cooperation): Her toplum bir değerler sistemi içinde bir iş birliği gösterir. Fakat kabilelerden başlayarak kastlı toplumlara kadar birçok şekillerde işbirliği kaybolur. İşbirliği, o zaman yalnız çokparçalı (polysegmen-t a i re) bir toplumun parçaları içinde kalır. Toplum içinde ve zümreler arasındaki çatışmalar işbirliğini büsbütün bozar. Kapitalist üretim şeklini ortadan kaldıran sosyalist bir üretim şeklinde bile yine işbirliği sağlanmış değildir, çünkü iş bölümü insanları bütünlük-den ayrılmaya (alienation) götürmektedir.
îş bölgesi (departement de travail): Sığınanların yeni işlerine yerleşme alanları.
İş bölümü (division de travail): Aynı toplumun fertleri veya zümreleri arasında çalışma şekillerinin dağılışı ve farklaşması. Bir kültür geliştikçe, onun maddî ve manevî üretimine ve üretilen değerlerin değişimi ve tüketilmesine ait işlemler de farklılaşır. İşlerin fertler veya zümreler arasında gittikçe daha çok bölünmesi, toplumun hacmi ve yoğunluğu ile orantılı olarak artar. Bu olaya ilk defa Durkheim dikkat etti. Ona göre iş bölümü olmayan veya pek başlangıçta olan ilkel toplumlarda fertler arasında mekanik bir dayanışma vardır. İş bölümü artmış, değerleri farklılaşmış çeşitli zümrelerden kurulmuş olan karmaşık toplumlarda ise organik bir dayanışma vardır. Fakat Marx’tan farklı olarak Durkheim şu sonuca varır: iş bölümü zümreler veya sınıflar arasında gerginliği artırmadan ibaret parçalayıcı bir eser meydana getirmez: gelişmiş uzviyetlerde farklı organların birbirlerini tamamlamaları gibi, ileri toplumlarda da meslek dayanışmaları birbirini tamamlayarak millî birliği meydana getirir. Herhalde farklılaşma olayının bir yandan zümreler arasında gerginlik doğurduğu, öte yandan meslekleri dayanışmaya götürdüğü ve toplum bütününde meslekler arasımda tamamlanma ve bütünleşme münasebetlerinin doğduğu aynı derecede birer gerçektir.
İş göçü (migration de travail): Bir ülke içinde ziraat bölgeleri ile endüstri bölgeleri arasında, yahut iki ayrı memleketin ziraat ve endüstri alanları arasında mevsimlere bağlı olarak meydana gelen göçlerdir. En dikkate değeri Cezair ile Fransa arasında olanıdır. Anadolu’da Karabük, Kayseri gibi bölgeler, başlıca kombine-ler iş göçlerini çeken merkezlerdir (Planhol, Migration de travail en Turquie).
Iş hukuku (droit de travail): îşçi ile işveren arasındaki ilişkileri ayarlayan, iş hürlüğünü sağlayan ve işçinin haklan ve ödevlerini düzenleyen hukuktur.
îş kütüğü (code de travail): Memleketler-arası nüfus değişmeleri ve sığınmalarda yerleşenlere verilen işi tçşbit eden ve çalışma tarzını gösteren kütük.
İş organlaşması (organisation de travail): îş’in soyut olarak değil, içinde bulunduğu toplum şartlan ile birlikte ele alınması demektir. Bu görüşte iş, soyut bir iktisat olayı değil, kendisini kuşatan bütün değerler sistemi ile birlikte bir karşılıklı etkiler kompleksi gibi görülmelidir. Böylece bir klanda, bu toplumun bütün inanç sistemi içinde ve onların doğurduğu bir organlaşmanın tâbii (fonction) olarak gözönüne alınan iş, artık soyut bir kol emeğinin ölçülmesi için kullanılan “iş zamanı” dışında çok değişik ölçülerle ölçülecektir. Olayı bu şekilde görünce iş ve tabiattan. ibaret olan üretim araçlarını altyapı, toplumun bilgi, inançlar ve davranışlardan ibaret değerler sistemini üstyapı saymak, birincilere ait değişmeleri daima İkincilerin sebebi gibi görmek doğru olmaz. Çünkü, ilkel veya gelişmiş bütün toplumlarda iş ve üretim araçları daima toplumun bütünü tarafından şartlandınlmaktadır. Bu itirazı hesaba katan Marx, her ne kadar Engels’e Mektuplarında bu iki bünye arasında karşılıklı etkiden söz ediyorsa da ana kitaplarındaki altyapının etkileyiciliği fikri esas olarak kalmaktadır. Sosyolojik tahlil burada Marxçı açıklamadan ayrılmak ve onun kuvvetler münasebeti (rapports des forces) dediği noktayı inceleyerek, toplum kompleksi veya iş organlaşması diye ele almak zorundadır.
İş teftişi (inspection du travail): İş teftişi 1874 kanunu ile kurulmuştur. İş teftişleri: 1) iş kanununun uygulanışlarını kontrol etmek (çıraklık, ücretli izin, hafta dinlenmesi, çalışma saatleri, ek saatler, yabancı el emeğinin kullanılması, sağlık ve emniyet); 2) ilgililer arasındaki gerginliği kaldırmak için müdahale (hakemlik); 3) iş hukukunun tatbiki başlıca şekilleridir.
işbirliği (cooperation): İnsanlar veya kavimler arasında ortak bir hedefe göre işlerin birleştirilmesi: 1) En iyi şartlarda esaslı zahirenin tedariki için tüketicilerin yaptıkları işbirliğidir ki bu yerde bütün milletler kooperatif (cooperatives) kelimesini kullanırlar. 2) Milletlerarası işbirliği: Unesco gibi ki eğitim, kültür ve ilim bakımından yapılmış işbirliğidir.
işçi Enternasyonali (Internationale ouvriere): 1) Birinci Enternasyonal 1864 -1873 Avrupa işçi hareketleri teşkilâtı. 2) îkinci Enternasyonal 1778 -1914 bütün Avrupa memleketlerinde sosyalist partileri kurulduktan sonra doğdu. Marxçı olanlar ve olmayanlar diye iki grup vardı. 3) Üçüncü Enternasyonal 1919 -1943 arasında faal olup Komintern diye tanılır. Bu da 1943 de Staline’in bir karan ile dağıtıldı.
işçi konfederasyonu (conf eder at ion ouvriere): 1) îlk işçi konfederasyonu (C. G. T.) Limoge’da doğdu. (1895-1921). 2) îkinci devir 1922 -1935 arasında olup C. G. T. den C. G. T. U. ya geçildi. 3) 1935 den Dünya savaşma kadar: 1935 de kriz o kadar vahimleşti ki, sendika faaliyetini felce uğrattı. Türlü sendika merkezleri ve tek sendikacılar farklı ve çelişik çözüm yollan ileri sürdüler. 4) 1940 dan sonra, 5) 1947 den bugüne kadar.
İşçi sendikası (syndicat des ouvriers): İşçilerin patron baskısına karşı dayanabilmek için kurduklan teşkilâttır. Sendika işinden çıkanlan veya işsiz kalan işçileri korur. Gündeliği yeni hayat şartlarına göre arttırmayan patrona karşı işçiler bu sendikalara dayanarak savaşırlar. Kendi şartlanın patrona veya devlete kabul ettirmek için işlerini bırakır ve belirli İktisadî teşebbüsleri bir süre için felce uğratırlar. Sendikaların patrona karşı dayanma güçleri onların gündeliği arttırma şanslarını yükseltir.- Sendikaların bu savaşması “diretme” (s a b o t a g e) ve daha sonra grev (greve) şekillerini alır. Sosyalist rejimler işçi sendikalarını devletleştirtirdiği için bu savaşma imkânsız hale gelir.
İşçi Sigortası (securite des travailleurs): İşçinin devlet görevlileri gibi hastalık, sakatlık, yaşlılık zamanlarında çahşamıya-cak duruma girmeleri üzerine yaşamalarını emniyete koyan kurumdur. İşçi sigortaları işçinin gündeliğinden ayrılarak biriken bir fon’a dayanır ve adı geçen durumlarda bu fon işçiye bakım parası veya tazminat olarak verilir. Bu kurum işçinin kendisini ve ailesini emni-te koyacağı için Sendikaların ihtilâlci ruhunu gevşetir. Fakat grev hakkına sahip olan işçi bu kuruma rağmen sendikalara dayanmakta ve patronlarla veya devletle mücadele etmektedir.
işde kullanma (e m p 1 o i): Eski terimle “istihdam”. Bir iş.de kullanma, bunun aksi işini kaybetme (chömage) dir. îşde kullanmanın kollektif anlamı da vardır. Tam işde kullanma yeni bir kavramdır. Bir işde kullanılan kimse (employe) ne işçi, ne memurdur. Bundan dolayı eski terimle “müstahdem” denen bu zümrenin İktisadî hayatta ayrı statüsü ve tüzükleri vardır. Devlet daireleri ve özel sektörlerde “işde kullanılan” 1ar vardır.
İşkence (torture): İlkel toplumlarda topluma giriş ayinleri bir nevi “işkence” manzarası göstermektedir. Burada delikanlıyı toplum hayatının gerektiği sıkı disipline alıştırmak için egzersiz yapıldığı tahmin ediliyor. Bu giriş (i n i t i a t i o n) ayinlerinde gençler kırbaçlanır, yağmurda bırakılır, vücutlarında yaralar açılır, aç bırakılır. Bu egzersizlerde bazı toplum adaylarının dayanamadıkları da görülür. Fakat onlardan başarı ile geçenler toplum için dayanıklı ve sağlam olarak yetişirler. Bu tarzdaki işkence topluma hazırlayan bir eğitim gibidir. Fakat gelişmiş toplumlarda bu ayinler kaybolmuştur. Onun yerini toplum disiplini bakımından tehlikeli görülen kimselere uygulanan bir ceza halindeki “işkence” almıştır. Bunun tanınmış bir şekli Katolik kilisesinin kullandığı “inquisition” baskısıdır. Bugün totaliter yönetimlerde bunun daha ağırlarının yapıldığını görüyoruz. Bu, artık toplumda bir zümre veya sınıfın iktidarı elinde tutmak için kullandığı bir araç halini almıştır.
İşlem araştırması (re clıer che op e rat ionn eli e): Niceliğe dayanan bu İlmî metod insan ve malzeme olarak önemli vasıtaları ve faaliyetleri derinleştirir: anglo-sakson menşeli olan bu araştırma 1940 dan beri askerî işlemlerde kullanılmaktadır. Operationnel araştırma büyük İktisadî teşkilâtçıların idarecileri tarafından benimsenmiştir. Statistik. ihtimaliyet metodu başlıca vasıtalardır.
işletme (business administration): Buna “iş idaresi” demek daha uygundur. İşletme kelimesi exploitation karşılığı kullanılınca bu ayırma zarurîdir. İktisatçılar arasında “iş idaresi”, işletme diye yerleşmiş görünüyor. [İşletme Fakültesi gibi]. Fakat bu ayırışı yapıyoruz.
îşsağhğı (hygiene de travail): Genel olarak toplum sağlığının bir kısmıdır. Çağdaş milletlerde social Wefare ve social Survey şeklinde araştırma ve uygulamaları ile geniş bir alan kaplar. Bir yandan sosyologları, bir yandan ruh hekimliğini (psychiatrie) ve psikolojiyi ilgilendirir.
İşsizlik (chömage): İşçiler ile kapitalistler (patronlar) veya devlet arasında büyüyen farkın doğurduğu esaslı olaydır. Üretim azalması, artık - değerin büyümesi, üretim araçlarının hızlı gelişmesi ve insan emeğini lüzumsuz hale getirmesi, köyden şehre veya endüstri bölgelerine doğru göç, v.b. lan işsizliği arttırır. İşsiz kalanlar (c h ö-m e u r) başlı başına bir iktisat krizi doğururlar. O zaman iş hayatının canlı olduğu bölgelere veya memleketlere doğru iş aramak için göçler başlar.
işveren: İşçiyle iş sözleşmesini yapan kimse ki, bu ya devletin yetkili bir kimsesi, ya da özel teşebbüsü elinde bulundurandır.
itilme (ref önlemen t): Freud’un Psikanaliz metodunda kullandığı özel kavram. Kökü cinsî eğilimler (libido) olan şuuraltı arzuların şuurun baskısı ile durdurulması ve itilmesini ifade eder. Fakat bu süreç, yine Freud’un gösterdiği gibi Üst-Ben (Sup er-Ego) ile ben arasında meydana geldiğine göre, sırf psikolojik değil, aynı zamanda sosyolojik bir olaydır. Bu anlamda itilme toplum baskısı ile arzuların çatışmasının neticesidir.
iyilik (bien, bonte): Her toplumda âdetlere göre ahlâkî sayılan fiil veya eylem. Filozoflar değişmez iyilikten söz ederler. Fakat sosyoloji toplum bünyeleri ve kültür çevrelerine göre değişen iyilik görüşlerini inceler. Karşıtı: âdetlere göre ahlâka aykırı sayılan fiil, kötülük. x
K
Kaatil (meurtrier): Adam öldürmeden ibaret ağır suçu işleyen kimse. Buna “cânî” de denir. Fakat ceza hukukunda birincisi kullanılır, ikinci kelime işlenen fiilin kamu vicdanım zedeleme derecesini göstermeye yarar.
Kabile (t r i b u): Bk. Boy.
Kabir (t o m b e a u): Gömülen yer. Üzerine, çoğu yazılı kabir taşı dikilir. Bk. mezar.
Kabul merkezi (eentre d’accueil): ' Sığınanlar (r e f u g i e s) yerleşecekleri memlekete geldikleri zaman ilk kaydedilen ve kendilerine yer gösterecek olan merkez.
Kabzımal (m edi at en r des marchandises): Osm. aynı. Hal’e gelen toptan yiyeceği perakendeciye dağıtmak üzere alan kimse
Kaçakçılık (contrebande): Gümrükten veya sınırdan geçirilmesi yasak olan malları gizlice geçirmek. Tekel maddelerini gizlice yapan ve ülke içinde kaçıranlara da kaçakçı denir. Kaçakçılık gümrük görevlileri, jandarmalar ve kolcular tarafından kontrol ve takip edilir.
Kaçırma (rapt), kız kaçırma (enlevement): Kabile bünyesindeki bazı toplumlarda bir evlenme tarzı. Delikanlı evleneceği kızı kaçırarak köyüne götürür. Bu sadece evlenme ve düğünden önce gelen bir “kaçırma” taklidi ve bir âdet olduğu gibi, bazen karşı tarafın razı olmaması halinde zorlama şeklini de alabilir.
Kadastro (c a d a s t r e): Registre des terrains: Eskiden bu arazi işleri ile Osmanlı imparatorluğunda “Defteri Hakanî Nezareti” uğraşırdı. Şimdi onun yerine Tapu - Kadastro Umum Müdürlüğü geçmiştir. Kadastro toprak mülküne ait vesikaların bütünü demektir. İlk kadastrolar çok eskidir. Başlıca şekilleri: 1) eski kadastro, 2) baştan yapılmış kadastro, 3) ıslahat safhasından geçmişler. Türkiye’de “Ahkâmı Evkaf ve Arazi” teşkilâtı ile kadastrolar kurulmuştur. Bunlara ait çeşitli siciller vardır (Toprak reformu, Arazi hukuku, Arazi sistemi maddelerine Bk.).
Kader (destin): Mertebeli kast düzeni ile sarsılmaz bir dünya dirliği içinde yaşadıklarına inanan kavimlerde, insan iradesini ezen bir kader fikri vardır. Bütün mitolojiler ve masallarda bu Kader rol oynar. Kahramanların doğuşu “Kader” le insanın ilk savaşının işaretidir. Kadere inanç “kadercilik” (f a t a 1 i s m e) dir.
Kadı (juge religieux): 1) İslâm hukukuna (Fıkıh) göre hüküm veren Ortaçağ yargıcı. Timar sahipleri ile köylü arasındaki hukukî çelişme olduğu zaman davaya kadı bakar, taraflardan biri veya ötekinin lehine karar verirdi. Bu durum Türk toprak hukukunu Ortaçağ Batı feodalizminden esaslı surette ayırmakta idi.
2) Bir kadının hüküm çevresine “kadâ” (kaza kelimesi oradan gelir) veya “kadılık” denir.
Kadınlar yönetimi (g y n e c o c r a t e): Toplum kontrolü kadınların elinde bulunan organlaşma şeklidir. İlkel toplumlarda kadınlar yönetimi “Anabuyruğu” (m a t r i a r c a t) ile birleşir, yani ailede ka-dm dalının üstünlüğü burada bir çeşit siyasî egemenlik halini almıştır.. Daha geniş bir anlamda, üstünlükle kadınların tahta çıkmasını sağlayan yönetimdir.
Kadırga (yun, katergon): Hem kürek hem yelkenle yürüyen hk ve Ortaçağ savaş gemisi. Buharlı gemi icad edilince kaybolmuştur.
Kafa avcılığı (head hunting): Birçok ilkel kavimlerde düşmana dehşet vermek ve toplumun kudretini göstermek için baş vurulan bir usuldür ki, öldürülen savaşçı veya tutsakların kafalarından bir piramit yapmadan ibarettir.
Kağnı: Karada kullanılan taşıt araçlarının en geri olanlarından. Yağsız, olarak dönen tek parça halinde elma ağacından kesilmiş iki tekerlek üzerinde yürür ve öküz çeker. Bugün de Anadolu’nun bazı yerlerinde kullanılır. Yaylı araba ve motörlü araçların işleyemediği en kötü yollarda dahi kullanılabilir. Artık kaybolmak üzeredir.
Kâfir (i n f i d e 1 e): Bir toplum inancını reddeden kimse. Müslümanlara göre bu inancı reddeden “kâfir”, hıristiyanlara göre de kendi inançlarını reddeden infidele’dir. Kelime halk arasında “gâvur” şeklini almıştır. Karşılıklı her iki kelime fanatikliğin bariz işaretidir.
Kâhin (oracle): Sitelerde siyasî otorite üzerinde nufuzu olan bir sihir adamıdır. Kâhin gelecekten büyü yolu ile haber verir, ve savaş, barış gibi önemli kararlarda siyasî başkanlar ona danışırlar. Ümmet devrinde kâhinlerin rolü zayıflamakla birlikte, yine “müneccim” ve “cinci” sekimde devlet adamları üzerinde etkileri olduğu görülür. Bk. Cinci.
Kâhinlik (prediction): “Kehanet”. Kâhinlerin geleceğe ait olguları önceden haber vermeleri. Bk. öndeyiş, müneccimlik.
Kahramanlık (h e r o î s m e): Kabile ve siteler arasındaki rakiplikte beden gücü ve cesurlukta üstün vasıflar gösterenlerin hali. “Kahraman” (her o s) böyle yarışmalarda örnek insan sayılır. Mitolojiler, efsaneler ve masallarda yer alır. Ferdî gücün belirmeğe başladığını gösterdiği gibi, insanların Tanrılara karşı savunucusu ve kültürün yaratıcısı olarak da görünürler. Prometheus, insanlara ateşi öğret-. miş ve Tanrılar onu cezalandırmak için bir kayaya bağlamışlardır.
Kahramanlar ölümlü olan insanlarla ölümsüz olan Tanrılar arasında orta tabakayı meydana getirirler.
Kahramanlara tapınma (e u 11 e d e s He r o s): İlkçağ dinlerinde Tanrılarla insanlar arasında orta bir derece olan ve anası insan ise de bir tanrı soyundan gelen varlıklara karşı gösterilen saygı ve bununla ilgili ayin. Prometheus, Herakleus, Atlas, v.b. gibi kahramanlara ait ayinler böyledir.
“Kahve”: Kahve içilen yer anlamında bir eğlence ve dinlenme yeridir. Fakat “Kahve” de insanlar bireinsten olmadığı gibi, ortak bir hedefe göre de toplanmış değildir. İnsanların burada birbiriyle ilişiği yan-yana bulunmadan ibarettir. Yalnız, fertler veya küçük zümreler ayrı ayrı kalmak şartiyle dinlenme ve konuşma gibi bulanık bir hedefte birleşirler. (Gökalp, ihtilât ve imtizaç, Yeni Mecmua.) 2) Kahvehane veya kahve (Cafe oucafetariat): Şehir ve kasabalarda dinlenme, eğlence ve buluşma yeri. İş saatleri dışında şehir halkının alış-veriş veya genel olarak gezme zamanında dinlenmek, akranları ile buluşmak için zarurî yer. Kahveler sosyal tabakalara, hatta mesleklere göre çeşitli tarzda ve seviyede olur. Büyük şehirlerde, başlıca turizm bölgelerinde kahveler esaslı ihtiyaçtır. Eski İstanbul’da her tabakaya göre çeşitli kahveler ve “kıraathane” ler vardı. Şehir yenileştikçe onlardan çoğu ortadan kalkmış ve yerine modern ihtiyaçlara göre yenileri de açılamamıştır. Büyük Batı şehirlerinde kahveler birinci derecede rol oynar. Yalnız Londra’da Klüp’ler onların yerini tutmaktadır.
Kaftan (c afet an): Kürk astarlı eski türk giyimi.
Kahye (kethüda): Ortaçağ türk toplumlarmda Gedik adı verilen organlaşmaları yönelten ve kontrol eden bir yöneticinin adı.
Kalabalık (foule): 1) Maddî (bedenlere ait) bir birikmeyi gerektiren ve bir anda dikkati çeken bir hedef yüzünden kolektif bir heyecanın etkisi ile harekete geçebilen sosyal topluluk (agregat). Dört türlü kalabalık ayrılabilir: 1) Gelişi güzel kalabalık ki, dikkati çeken herhangi bir vakada toplanan kimselerin son derecede aşağı ve rats-gele bağlanışları ile tanımlanır. 2) Öylesayılmış (conventionnel) kalabalık, ki birincisine benzerse de, üyelerinin bazı kurallara bağlı olmaları ile ondan ayrılır. Bir spor oyununun seyircileri gibi. 3) Etkili (aktif) veya asıl kalabalık, ki başlıca örneği ayaklanma veya suç
i kalabalığıdır. 4) İfadeli kalabalık: ritmli hreketlerle birikmiş gerginliği gevşetir ve başlıca örneklerini bazı tarikat ayinlerinde, ilkellerin dinî törenlerinde görürüz. (Gustave Le Bon, Psychologie d e s f o u 1 e s).
II. Bu kelimeye ek: Kalabalığın sosyal olaylar arasında tesiri bakımından çeşitleri şunlardır: 1) etkin kalabalık, 2) ifadeli kalabalık, 3) organlaşmış kalabalık, 4) orji (baştan çıkmış) kalabalık, 5) kalabalık zehirlenmesi, 6) kalabahk telkini, 7) kalabalıklaşma.
Kaldırım (pavet, trottoir): Şehir yollarının yayalara mahsus yürüyüş kısmıdır ki sokak veya caddenin iki yanındadır. Yayalar evler-arası hareketlerini, dükkânlardaki alış verişlerini kaldırımlarla yaparlar. Orada taşıt araçları bulunamaz ve hareket edemez. Aksi halde yayaların hareketi güçleşir ve hayatları tehlikeye girer. Kaldırmışız yol olamaz. İstanbul caddelerinin bir kısmında, banliyö asfaltlarının çoğunda kaldırım yoktur veya yarı bırakılmıştır. Olanlarda da özel otomobiller durmakta ve manevra yapmaktadır.
Kale (forteresse): Yerleşmiş zümrelerin yabancılara karşı korunmasını sağlayan kasaba veya şehir duvarları. Kale, başlıca Site bünyesine ait olmakla birlikte göçebe kabilelerin de kaleleri olabilir. Göçebeler savaş zamanlarında bu boş kalelere sığınırlar. Bu tipe Orta Asya ve Kuzey Afrikada çok rastlanır. Kale en büyük sosyal rolünü Ortaçağ toplumunda, Burg’lar ve Derebeyliklerde oynamıştır.
Kalem efendisi: Divanı Hümayun ve Babı Alî denen Osmanlı merkezi devlet dairelerinde çalışan memurlara verilen isim. Bunlara “ketebe sınıfı” da denirdi.
Kalfa (contre-maître): Bir zanaat dalında ustanın yetiştirdiği ve onun işten çekildiği zaman yerini alacak olan kimse. Kalfa çıraklar arasından yetişir, kendisi de çırakların yetişmesine yardım eder. Bk. Esnaflık, Lonca.
Kaim: Anadolu’nun birçok yerinde erkek tarafının kız tarafına verme zorunda olduğu ağırlık ki, buna karşı kız tarafı çeyizi hazırlar.
Kalıntı (survivant): Toplumda fonksiyonu kalmamış olduğu halde yeni kurumlar arasında yaşamakta devam eden bazı âdet ve inançlar. Kalıntı, aslında biyolojik bir terimdir: körbağırsak fonksiyonu kalmamış veya fonksiyonunu bilmediğimiz bir organ olduğu için uzviyette bir kalıntıdır diyoruz. Toplumda da artık bugün hiç bir fonksiyonu olmadan yine devam eden kalıntı halinde âdetler vardır.
Kalkınma (redressement): Ekonomik bakımdan az gelişmiş veya geri kalmış bir toplumun planlama ve yardım yolu ile seviyesini yükseltmek için yapılan devlet teşebbüsü, ikinci Dünya Savaşından sonra kolonilerin çözülmesi ve yeni milletlerin doğuşu ile bu kavram önem kazanmıştır.
Kalıtım (h e r e d i t e): Bk. Söydangelme.
Kalpazan (f a«ux - m on ay eur)Kalp para basan kimse. En büyük suçlardan biridir.
Kalyon (isp. G a 11 e o n e, ital. G a 1 e o n): Ortaçağın en ağır savaş gemisi. Kalyoncu, Türkiye’de yeni kara ve deniz güçleri kurulmadan önce deniz savaşçılarının bir tipidir. Kalyoncu kulluğu onların organlaşmasına denir. İstanbul’da bir semtin adıdır.
Kam (c h a m a n): Bk. Şaman.
Kambiyo (Bureau de change): ital. Devlet bankasının resmî olarak para değiştirdiği ve döviz verdiği büro. Döviz sınırlaması olmayan memleketlerde serbest ve özel kambiyolar vardır.
Kamp (e a m p): Askerin çadırlarla konakladığı yer. Fakat bu kelime izcilerin veya herhangi bir zümrenin yazlıkta kurduğu iğreti yerleşme şekli için de kullanılır. İkinci Dünya Savaşında tutsaklardan başka tophım-dışı sayılanların angarye ile çalıştırılmak üzere gönderildikleri yere de “temerküz kampı” deniyordu. Bk. Nazizm, ayrısayma.
Kamu hizmeti (service public): İdarî görevlerdir: 1) Önce fonksiyonel bir manzarası vardır. Devlet, eyalet veya nahiyelerin (com-mune) hal ve şartlan ne olursa olsun yapılan faaliyetlerdir. Mektupların gönderilmesi, gezginler ve malların nakli, polis işi, vergilerin alınması gibi. 2) Bir de sosyal kurum manzarası vardır: devlet, eyalet idaresini meydana getiren uzmanlaşmış faaliyetler ve teşkilâtlar, bazı kamu hizmetleri bunlar olmadan sağlanamaz.
Kamu hukuku (droit public): Fert ve aile hukukuna karşıt olan kamuya, toplum birliğine ait hukuk.
Kamu mülakatı (public in t e r vie w): Ayn ayn fertlere değil, zümrelere ve kollektif heyetlere uygulanan mülakat şekli. Kamu sanısı incelemelerinde kullanılır.
Kamu oyu (plebiscite): Millet vekilleri aracına baş vurmadan doğrudan doğruya halkın oyunu kullanarak kanun yapma şekli. Başka bir tarzı: Bk. Referendum.
Kamu öğretimi (enseignement public): Genel olarak ilk, orta, lise öğretimi, yüksek okullar ve üniversite öğretiminin bütünü, bu okulların açıldığı yerler ve sayılan, bunların bölge ihtiyaçlan iş ve meslek ihtiyaçlarına göre açıhnalan, nüfus dağılımı ve iş hayatındaki eksiklikler ile bu öğretim kuramlarının ayarlanması öğretim sosyolojisinin esaslı konusunu teşkil eder.
Kamu sanısı (opinion publique): Bir zümrenin benimsediği kollektif hükümlerin toplamı. Farklılaşmış ve tabakalaşmış toplumlarda çeşitli zümreler veya toplum tabakaları farklı kollektif samlar ileri sürebilirler. Bu zümreler arasında bağdaşma (consensus) bulunduğu zaman, bütün olarak toplum kamu sanısının taşıyıcısı olur. Böyle durumlarda kamu sanısı toplumda kontrol görevini görür. Aslında düşünce alanına ait ise de heyecanlı bir şekil de alabilir ve ortalıktaki ilgilerin çeşidine göre şiddeti de değişir. Okumuşluk seviyesi yüksek olan toplumlarda kamu sanısının rolü sağlamdır. Tersine durumlar da kamu sanısı birçok toplum psikolojisi akımları ile sürüklenmeye
Sosyoloji Sözlüğü — 11 elverişlidir. Eskiden buna “efkân umumiye” daha sonra “halk efkârı” deniyordu.
Kamu yönetimi (administration publique): Osm. Amme idaresi. Yeni hükümet yönetiminde geniş bir yer kapladığı için kamu hizmetlerine ait yönetim işleri birçok araştırmaların konusu olmaktadır. Bu isimde bir Enstitü Türkiye’de araştırma ve öğretim yapıyor.
Kamyon (c a m i o n): Eşya ve ham madde taşıyan en yaygın çağdaş taşıt aracı. Dizel motörü ile işler. Birçok yerde trenden daha kolay ve ucuz bir alettir.
Kan grupları: Esas bakımından bir biyoloji terimi ise de birçok noktalarda antropoloji ve sosyolojiyi de ilgilendirir. [Kan gruplan cetveli ve herkesin belirli bir kan grubu vardır.]
Kanalizasyon (canalisation): Cetvel açmak, su borulan döşemek, gemilerin geçeceği kanalları açmak demekse de, asıl şehirlerin pisliğini şehir dışına atmak için yapılır ve sokaklar altındaki büyük tesisler için kullandır. Çağdaş bir şehrin kurulması her şeyden önce kanalizasyon’unun yapılmasına bağlıdır.
Kanı bozuk: Bk. sütü bozuk. Irkçıların “saf kan” iddialarına göre çeşitli soylann karışımını “soysuzlaşma” saymalarından ibaret bir pe-şin-hüküm.
Kandaş soyu (cognation): Kadın dalından akrabalık, ana soyu akrabalığı.
Kandaşlık zümreleri (groupes de c on s a n guinit e): Aralarında gerçek veya öyle sayılmış (conventionnel) kandaşlık bağı olan zümrelerdir. Kendilerini aynı totem neslinden gelmiş sayan klanlar ve fratrilerde varsayılmış, fakat atasoylu aileler ve kabilelerde gerçek kandaşlık bağlan vardır. Bundan dolayı insan toplumlan-nın büyük bir kısmını kandaşlık zümreleri meydana getirir.
Kangütme (vindict, v en d e 11 a): Alileleri arasında devamlı çatışmalar olan kabüe bünyesindeki birçok kavimlerde “kangütme” veya “kan davası” en şiddetli şekillerde rol oynar. Evlenme, toprak davası, v.b. sebeplerle iki aile veya kabile birbirlerinden öcalma yarışına girerler. Böyle toplumlarda zümreler arasındaki anlaşmazlıkları çözecek hukuk kurumunun rolü yoktur ve “kangütme” Devlet otoritesine rağmen bazen nesillerce sürer. Araplar, Amavutlar, Çer-kezler arasında olduğu gibi. Batıda da Korsikada izleri devam etmektedir.
Kankardeşliği (alliance par le sang): İlkçağda ve ilkel diye tanınan kavimler arasında çok yaygın olan ve sözleşmenin arkaik bir şeklini teşkil eden ayindir. (G. Davy; La Fol j u r e e).
Kanım (1 o i): Bir yandan toplumun kendi inanç ve değerlerini yürürlüğe koymak için ortaya attığı ve şekilleştirdiği kurallar anlamına gelir; bir yandan da tabiatta hüküm süren değişmez olay bağlantıları, sebeplikler anlamına gelir. Bu ikinci anlamdaki “kanun” un bir çeşidi de toplum olaylarına ait olan kanundur. Bk. Sosyoloji.
Kanunsuz idam (p rosc ription): İlkçağda hukukî bir esasa dayanmadan verilen idam hükümlerine proscription deniyordu. Kanun dışı mahkûm edilenin mallan hacz edilir ve eşyası alacaklılarına dağıtılırdı. Bütün kanunsuz idamlar hükümet değişmelerinde ve devrim hareketlerinde olurdu. Romada iki türlü kanunsuz idam vardı: 1); Şehrin belirli bir mesafesine kadar mahkûmun ateş ve su kullanması yasak edilirdi. 2) İkinci şekle göre mahkûmu, her kim her nerede görürse öldürebilir hükmünü çıkarırlardı. Scylla zamanında bu nevi idamlar seri halini almıştı. Ortaçağda müşriklere, yahudilere karşı bitmez tükenmez proscription kararları verilirdi. Bk. Müsadere.
Kanun kütüğü (c o d e): Bir araya getirilmiş ve aynıcinsten bir kanunlar bütünü. Bk. Mecelle.
Kanunluluk (legal ite): Bk. Kanun. Karşıtı: kanunsuzluk (illegal i t e).
Kapalı çarşı (bazar couvert): Türk şehirlerinde Ortaçağda esaslı rolü olan, üstü kapalı çarşı. îstanbuldan başka şehirlerde de kapalı çarşılar vardı. Farklılaşmış şehir tipinde bunlar ortadan kalkmaktadır. İstanbul kapalı çarşısı ve onun başka bir şekli olan Mısır çarşısı henüz canlılıklarım muhafaza ediyorlar. Batı şehirlerinde benzerleri Napoli ve Milano’da vardır. Modern kapalı çarşılar işhanlannın altında pasajlar şeklini almaktadır.
Kapah çevre (cercle ferme): Kapalı cemaat, kapalı toplum, kapalı zümre şekillerinde de görülür. Büyük toplum içinde yasamakla birlikte, onunla bütünleşmeyen ve toplumun başka zümrelerine karşı kapalı kalan çevredir. Içtenevlenme, gizli ayin ve ayrı gelenek başlıca vasıflarıdır. Tahtacılar, Amerika’da Kuklock - clan’lar, bazı din değiştirmiş ve bütünleşmemiş zümreler kapalı çevrelerdir.
Kapalı iktisat (e c on o m i e ferme e): Toplumlararası değişime katılmayan ve kendi kendine yetmek isteyen (autarcigue) iktisat şekilleridir, bazı ilkel toplamlarda görülen şekillerden başka gümrüklerini kapatan ve para iktisadına katılmak istemeyen rejimlerde de bunun bir şekline rastlanır.
Kapan (t ü r k. k e 1.): Erzak ve zahirenin toptan getirilerek dükkân cılara dağıtıldığı yer. Yeni ter. le yalnız sebze ve bir kısım erzak için olanına Hal denir. Kapanların “yağkapanı”, “Unkapahı” gibi çeşitleri vardır.
Kaptı-kaçtı (moyen de tr af ic): Düzenli otobüs seferi olmadığı zamanlar şehiriçi veya şehirler-arası düzensiz olarak bu işi gören, otomobil veya minibüs. Şimdi bu taşıt tipi kaybolmuş, yerini otobüs1 ve dolmuş almıştır.
Kapıkulu: Ortaçağ türk toplumuna ait bir kurum olmakla birlikte, ay-ncinsten toplumlar! yönelten bütün feodal imparatorluklarda egemen aileyi kendi kavminden olan başka büyük ailelere karşı korumayı sağlayan ve yabancılardan meydana getirilmiş kurum. Osmanlı tarihinde büyük rol oynamıştır. Kapıkulu tipinde “hassa ordusu” Ro-ma’da başlamıştır.
Kapitalizm (c ap i t ali s m e): üretim ve dağıtım işlemlerinin özel mülk ilkelerine, hür yarışmaya ve çıkara dayandığı ve toplumun bir-biriyle çatışma halinde olmakla birlikte Pazar mekanizmasiyle bağlı olan iki sınıfa ayrıldığı ekonomik organlaşmadır. Bu iki sınıf üretim araçlarım elde edenlerle endüstri ve ziraat işçileridir. Kapitalizmin temeli olan kültür modeli, insan toplumlarınm çoğunda ve Ortaçağdaki Batı ve Doğu toplumlarında geçerli olan yardımlaşma hayatı-yerine “çıkar” (lucro) ilkesidir. Kapitalizmin gelişmesinin endüstrileşme ve şehirleşme ile sıkı ilişiği vardır.
Kapitülasyon (capitulation): Kelime olarak uzlaşma, teslim şartlaşması demektir. Özel olarak Osmanlı devletinin bazı Batı devletlerine karşı Kanunî zamanında tanıdıkları imtiyaz anlamına gelir ki, devlet zayıflayınca siyasî bir baskı halini almıştır.
Karaciğer falı (hepatoscopie): Kurban olarak kesilmiş olan hayvanların karaciğerine bakarak falcılık yapmadan ibaret bazı ilkel ka-vimlerde görülen bir inanç tarzı.
Karakteroloji (c a r a c t e r o 1 o g i e): Psikolojinin bir dalı olarak kurulan bu bügi, mizaçları yani beden şartlarını inceleme bakımından, biyolojiyi, toplum şartlarını inceleme bakımından sosyolojiyi ilgilendirir.
Karakol: Moğollarda ordu organlaşmasmda bir görev. Sonradan türk toplumunda bu candarma merkezi anlamını almıştır.
Karaliste (ostracisme): Eski Yunanda bir sitelinin sitedışı edilmesidir ki, bu anlamı genişletenler bugün “karaliste” deyince belirli bir görüş açısmdan kötü görülen insanın herkese duyurulmasını anlarlar. Bu, Ortaçağda Kilise “aforoz” (e xc ommunic atio n) unun başka bir şeklidir, fakat onun gibi yaptırıcı gücü yoktur. “Karaliste” nin anlamı ve etkisi ideolojilere veya kliklere göre değişir.
Karasüyek (karakemik): Eski türklerde asiller (aksüyek) karşılığı olan halk tabakası.
Kardeşlik (f r a t e r n i te, confrerie'): Birinci kelime daha geniş anlamda bir ahlâk ve insanlık kuralıdır, ikinci kelime türk Ortaçağındaki “ahilik” ve “fiitüvvet” gibi Batı ortaçağına ait bir organlaşmanın adıdır.
Karışım (m i x t u r e): Demografide çeşitli kökten gelen nüfus yığınlarının karışmasına denir.
Karma (m i s c e g e n a t i on): Irklar veya kavimlerin birbiriyle karışması ve melezleşmesinden doğan bir nevi nüfus amalgamı halindeki ük süreç.
Karma öğretim (e d u c a t i o n m i x t e): Eskiden beri Doğuda ve Batıda erkek ve kız çocukların öğretimi ayrı olurdu. 19 uncu yüzyıl sonunda karma öğretim bazı Batı memleketlerinde başladı ve 1926 dan sonra Türkiye’de de uygulandı, ilkokullarda çok yaygındır. Ortaöğretimde kısmen vardır. Yüksek öğretim tam karmadır.
Karmaşıklık (comp 1 e x i te): Bir toplumda görevler, değerler ve işlerin çeşitli şekiller almak üzere birbirini tamamlamasından doğan evrimli veya gelişmiş yeni şekillerin meydana gelmesine o toplumda karmaşıklık derecesinin artması denir.
Karmaşma (complication): Toplum karmaşması. Bu kelimeyi “karmaşıklık” (complexite) den ayırmalıdır. Karmaşma toplumdaki içinden çıkılmaz buhran hallerini gösterdiği halde, İkincisi toplumun evrimli şekillerini gösterir.
Karnaval (carnaval): Batıda bir hafta süren (Epihanie gününden Cendres gününe kadar) gürültülü ve toplum halinde eğlenceler. Bu sırada maskara alayları yapılır. Karnaval ilkçağdaki Baküs ayinlerinin (bacchanale) taklididir. Bu sırada birçok yasaklar gevşer.
Kan akrabalığı (cognation): “Hısımlık”.
kankardeşiyle evlenme (polygynie sororale): Çokkarıh evlenmenin özel bir şeklidir ki, karının hayatında veya ölümü halinde kız kardeşleriyle evlenmeden ibarettir.
Karşıcılık (interventionnisme): Himayeciliğin daha ileri bir şeklidir. Burada Devlet, teşebbüsleri korumakla kalmaz, kendisi de iktisadi teşebbüslere girişir ve özel teşebbüsleri kontrol eder ki, bunun, daha ileri şekli sıkı tekelcilik halindeki devletçi rejimdir.
Karşılaştırma metodu (methode comparative): Çeşitli kültürlerde benzer tiplere ait yapılmış incelemeleri karşılaştırdıktan sonra, onlardan ortak vasıfları bulup çıkarmaya ve toplumlann ortak işlemlerini ve aynı tipte olan toplamlardaki ortak organlaşmaları göstermeye yarayan metod. Sosyolojide sınıflama ve kanun araştırmasına bu yoldan başlanır.
Karşılıklılık (mutu a 1 i s m e): Karşılıklı denge ve yükümlülük kavramı üzerine kurulmuş olan Proudhon’un iktisat sistemine verilen addır.
Karşılıklı bağlılık (interdependance): Bk. Bağlılaşma.
Karşılıklı etki (action reciproque): Marx’ı geniş anlamda yorumlayan bir kısım iktisatçı ve sosyologlara göre altbünye ve üst-bünye olaylarının birbirine karşılıklı olarak etkileri olduğunu ve yalnızca birincilerden İkincilere doğru bir yönlü bir sebeplik etkisinin, bulunmadığını ileri süren görüş.
Karşılıklı nüfuz (in terpenetrat ion): Toplum olgularında ve kültürde çok kullanılan bir terimdir. İki toplum arasında komşuluk olduğu zaman onların âdetleri, tekniği ve nüfusunun karşılıklı olarak ş birbirine girmesi veya karışması halidir. Bu hal kültürler arasında
daha çok görülür. Komşu kültürler arasında kurum, âdet, görenek ’ ve kılık alış-verişleri olduğu gibi, birbirinden uzak yerlerde bulunan,
kültürler arasında da, eskiden göçebeler yolu ile veya kervanlarla, bugün ileri taşıt araçları ve teknikle karşılıklı nüfuzların rolü çok büyümüştür.
! Karşıtlık (antagonisme): Türkçede antagonizma şeklinde de kul
lanılmıştır. Zümreler, sınıflar, meslekler, hatta büyük toplumlar arasındaki gerginlikleri ifade eder. Çok geniş anlamlarda kullanılır.
■ Kartel (cart el): Kapital birikmesinin doğurduğu esaslı olaylardan-
) dır. Şirketlerin birleşmesinden doğan bir ekonomik kuruluştur.
Tröst’den yönetimi bakımından ayrılır.
Kasaba (p e t i t e v i 11 e): “Middle town”, Amerika sosyologlarının başlıca araştırma konulanndandır. Köyle şehir arasında orta büyüklükte ve özel karakterleri olan yerleşme zümresidir. R. Maunier köyü korunma duygusu ve şehri münasebet ihtiyacı üe açıklıyordu. Kasabada bu iki karakter birleşir. (Lynd, Middle Town).
Kast (c a s t e): Soydangelme ve içtenevlenmeli toplum tabakasıdır ki, eskiden beri yayılmış bir sanıya göre üyeleri aynı ırka, aynı etnik zümreye, aynı meslek veya dine mensuptur. Yalnız tabakalaşmış toplamlarda kastlar olabilir, fakat bütün toplamlarda çeşitli tabakalarıma şekilleri kastların kuruluşuna götürebilir. Kast üyeliği vasfı soy-dangelmedir, ve başka kast üyeleriyle evlenme yasak edilmiştir. Bir kasttan olan fertler yalnız belirli bir meslek veya onunla ilgili mesleklerle uğraşabilirler. Hindistanda kabile kastları ve meslek kastları vardır. Kabile kastlarında kabile birliği meslek birliğinden önce gelir. Ancak meslek kastları zamanla ve içtenevlenme ile kabile kastı karakterini alır. Kast ne kadar darsa içtenevlenme kuralı o kadar serttir. Yeni araştırmalar kastın ırk farkından gelmediğini, bir ayin sırasında, başlıca kurban ayininde her zümreye düşen organik görev farkından geldiğini gösterdi. Böylece kastlar bir çeşit dayanışma şekilleri demek oluyor: bir kabile kurbanı kesiyor, biri ayini ha-? zırlıyor, biri kurban aletini (balta) yapıyor ki, bu sonradan “paria” lann görevi olmuştur. (E. Senart, Les castes dans l’Inde, Louis Du-mont, Homo hierarchicus).
Kat (couche): Yaş katı (couche d’âge) üyeleri belirli bir yaşa gelmiş olan biyolojik-sosyal tabaka. Birçok ilkel toplumlann katlaş-ması değişik yaş katlarını içine alır. Bu bölünüşün de çok farklı anlamlan vardır. Bazen çeşitli yaş tabakalan arasında işbölümü vardır. Her birine karşılık da belirli haklar ve ödevler bulunur. Nitekim çağdaş Batı toplamlarında yaş katları halinde bir katlaşmanın izleri görünüyor. Yaşlılar yönetimi hâkim olan toplumlarda bu işbölümü daha açık görülür. “Yaş sınıfı” terimini kullanmamalıdır. Çünkü sınıf çok dar bir anlama gelir. — Toplum katı (couche s o-c i a 1 e): mertebeli olarak üstüste konmuş ve az çok ayrılmış bölümlerden ibaret bir toplumda tabakalardan (s t r a t e) her biri bu adı alır. Tarihte en çok rastlanan şekilleri kastlar, “tabakalar” (etats), sınıflandır. Biyolojik vasıflan başlıca: cinslik, yaş, kandaşlık, ırk; sosyal vasıfları: meslek görevleri, siyasî veya dinî bağlanış gibi.
Katarsis (c a t h a r s is): Boşalma, dışşuura ait kompleksin boşalması halidir ki psikanalizinin temelini teşkil eder. Psikolojide “c e n s u r e” (sansür) sosyolojide toplum baskısına, “boşalma” da devreli olarak yasakların gevşemesi haline karşılıktır.
Katılma (participation): Toplum etkileşmesinde pay almak. Topluma katılma aynı zamanda bir kültüre katılmadır. Bu İkincisi genişlik ve şiddet bakımından, toplum farklılaşmasının derecelerine göre, v çok değişir. Az farklılaşmış toplumlarda değişiklikler âdetlerin iki cinse ve yaş zümrelerine yüklediği yasaklarla gerektirilmiştir. Katlaş-mış toplumlarda değişiklikler ve eğitim ayrıhklariyle karmaşmış olan (complique) kast ve sınıf ayrılıklarının aynıdırlar. Aynı toplumun katlan arasında kültür aynhklan kültür katılmasının ayrılıklarıdır. — “Katılma kanunu”: L. Levy-Brühl’ün ileri sürdüğü ilkellerin düşünce tarzına ait bir özelliktir. Ona göre ilkeller bizim gibi şeyler ve olaylar arasında çelişmezlik göremezler. Bu onlarda mantıktan-önce bir zihniyetin bulunmasından ileri gelir. “Bir Bororo kendisini aynı zamanda hem arara, yani papağan, hem buğday, hem kendisi saymaktadır”. Fakat, Levy-Brühl ölümünden sonra yayınlanan Camets’de çağdaş düşünce ile ilkel düşünce arasındaki bu kesin ayırmadan vaz geçmiş görünüyor.
Katışma (ag g r e g a t): İster istemez bircinsten ve organlaşmış olmayan bir zümreyi göstermek için kullanılan özel terim.
Katil (meurtre): Her toplumda en ağır suç olan adam öldürmedir. Bunu, dinî bir inancın neticesi olan adam öldürme (h o m i c i d e) den ayırmalıdır. Katil’e (Osm.) öteki suçlardan ayırarak “cinayet” yaralama deresinde olana “cünha” denirdi.
Katlaşma (stratification): Aslında bir jeoloji terimidir, fakat kat (s t r a t e) ve katlaşma (stratification) kelimeleri sosyolojide de kullanılır. Mertebeleşme (hierarchie) den çok daha geniş bir anlamı vardır ve onu da içine alır. Bk. Mertebeleşme.
Kavga (c o m b a t): Geniş ölçüde bir Savaş birçok döğüşmelerden (b a t a i 11 e) meydana geldiği gibi döğüşmeler de daha küçük ölçüde kavga (c o m b a t) larla başlar. Bazen iki zümre arasındaki gerginlik yalnız kavgalar halinde kalır.
Kavram bulanıklığı (confusion des concepts): Toplum iyi organlaşmış olduğu zaman her göreve, her şeye ait belirli bir kavram ve onu başkalarından ayıran belirli bir kelime vardır. Fakat toplum ve kültür organlaşması kaybolduğu zaman bu kavram aydınlığı da bozulur: ayrı şeyler aynı kelimeyle, yahut aynı şey ayrı kelimelerle ifade edilir. Bu kavram bulanıklığı kamu sanısını şaşırtmak ve avlamak isteyen demagoglar elinde zararlı bir silâh halini alabilir.
Kavram şeması (s eheme deconc e p t): Buna kavram modeli de denebilir. Kültür antropolojisi ve sosyolojide kullanılır. Her kültür kendi kullandığı eşyaya, kendi âdetlerine uygun bir kavram modeline sahiptir.
Kavram şemaları (sınıflaması): Hükümler ve peşinhükümler; tavırlar ve sıradan tipler (stereotype) kamu sanısı ve propaganda, v.b.
Kayık (b a rqu e): Deniz taşıt araçlarından kürekle götürüleni. Türlü büyüklükte olabilir. însan veya eşya taşıyabilir. Kayıklar büyüdükçe yelkenliler, taka’lar ve savaşta kullanılınca baştarta, kadırga, kalyon, v.b. adlarım ahr. Buharlı gemi veya motor kullanıldıktan sonra kayıkların önemi azalmıştır.
Kaynaşma (f u s i o n): Biyolojiye veya kültüre ait olabilir. Biyolojide kaynaşma iki veya daha çok etnik zümrenin, iki veya daha çok ırkın birbiri içinde erimesidir. Kültür veya uygarlık kaynaşması, iki kültür çevresi tek bir kültür şekilleşmesi (configuration) meydana getirecek derecede birleştikleri zaman doğar. Genel olarak iki süreç birbirine bağlıdır. — Kültür kaynaşması: İki veya daha çok kültürün tek bir kültür olacak surette birleşmesidir. Bazı eski kültür unsurları yeni bütün içinde kalıntı halinde devam eder. Eski unsurların devamı, kaybolması, başkalarının yerine geçmesi son derece değişik faktörlere bağhdır: kültürlerin temas şekilleri, onların bir derecede gelişmesi, kurucu fertlerin sayısı, v.b. Kültürlerin karşılaşmasının verimli eserleri olabilir: ayrı kültürlerden gelen unsurların birleşmesi temas halindeki uygarlıklardan hiç birinde rastlanmayan yeni olayları meydana çıkarabilir.
Kaynana (b e 11 e - m e r e) : Kocanın veya karının anası. Aile şekillerine göre rölü ve nüfuzu değişir. Osm. Kaim - valde.
Kaynata (beau-pere): Koca veya karının babası. Osm. kaim - peder. Kayyum (conservateur de la M o s q u e e): Cami işlerini gören ve temizleyen kimse.
Kayracılık (providentialisme): Tanrının “İnayet” i üzerine kurulmuş din anlayışı. Böyle bir düşünce ancak göksel ve büyük dinlerde meydana çıkmıştır.
Kazak: Karısına karşı sert davranan ve ev buyruğunu eline almış erkek. Bunun bababuyruklu aile ile ilişiği yoktur. Aile şekli ne olursa olsun, özel şartlara göre her aile tipinde kazak’lar olabilir. Bu hal erkek ve kadının yetişme tarzına, karşılıklı sevginin özelliğine göre değişir. Karşıtı: kılıbık (kıl-ibik).
Kazan kaldırma (insurrection d es jannissaires): Hassa ordusunun imparatorluklarda imparatora karşı direnmeleri. Özel olarak OsmanlIlarda Yeniçerilerin, yeni padişah tahta çıkınca “ulufe” istemek için yaptıkları nümayiştir ki, bazen geniş bir isyan (revolte) halini alır ve padişahın ölümüne sebep olur.
Kefalet (c a u t i o n): Alış-verişte veya bir işe girmede borçlunun ödeme bakanından gösterdiği garanti. Bu garantiyi üzerine alan kimseye . “kefil” (garant) denir.
Kefaret (e x p i a t i o n): İşlenen bir günahın affedilmesi için dince suçlu sayılanın çekmesi gereken çiledir ki, tövbe, benliğini öldürmek, iyilik yapmak (sadaka), v.b. şekillerde olur, (penitence da denir.)
Kemalizm (kemalisme): Atatürk’ün Gazi M. Kemal adı ile yaptığı toplum devrim ve reformlarının bütününe verilen isim. Kemalizm deyince milliyetçilik, laiklik, halkçılık, devletçilik, cumhuriyetçilik ve devrimcilik anlaşılır. Bu ilkeleri Halk Partisi benimsemişse de, Batıya yönelmiş Türkiye’de bütün partilerin ortak ilkesidir.
Kemgöz (m a u v a i s o e i 1): Büyücülük inançları ile ilgili olarak bazı gözlerin bakışında uğursuzluk getirdiği sanısı. Buna “nazar değmek” de denir. Buna karşı halk arasında kemgözden korunmak için “nazarlıklar” takılır veya tütsü yapılır.
Kemikleşme (ossification): Toplumda kemikleşme bazı kültür unsurlarının, başlıca kurumların anlamlarını ve asıl görevlerini kaybetmeleri, toplum değişmelerine karşı koymaları ve daha önceki bir kültür seviyesinin kalıntıları halinde sürüp gitmelerinden ibaret süreçtir.
Kendiliğindenlik (spontaneite): Toplum olguları arasında sebep-lik bağı ve kendilerine vergi bir gerekirlik varsa da, yeni bazı sosyologlara (Gurvitch, Moreno) göre küçük zümrelerin doğuşunda bu kesin gerekirlik kaybolur. Onlar arkadaş seçmelerde, zümreleşmeler-de kendiliğinden uyanan eğilimlere bağlıdırlar. Sonradan bu kendiliğinden ilişkiler sabitleşerek sıradantipler (stereotype) halini alırlar. Fakat bu açıklama yolu sağlam görünmüyor. “Kendiliğinden” denen ilişkilerin doğuşunda, önceden hazır toplum değerleri, kurumlan, ayrıca ruhî sebeplikler rol oynamaktadır.
Kendine kapanma (autisme): İçine kapanmadan ibaret marazî bir haldir ki sosyalleşmeden Önce çocukta, şizofrende, bunakta görülür» Toplum hayatı ile ilgilerin kesilmesi bakımından menfi cihetten sosyolojiyi ilgilendirir. Sosyalleşme autisme’den çıkma demektir.
Kendineyeten yönetim (autarchie): Başlıca ekonomik bakımdan dış; pazarla ilişiğini kesen ve kendi içine kapanan rejim.
Kendine yetpıe (autarcie): Dışla değişim yapmaksızın kendi kaynakları ile yaşayan kollektif heyet. Bazı dağ köyleri hemen mutlak autarcie içinde yaşarlar. Barış zamanında hiç bir memleket autarcie-de değildir. Savaş zamanında bu hal bazen zaruret olur. Autarchie kelimesi ayrıca kendini idare anlamında kullanılır.
Kendini tenkit (aut oc ritiçue): Bu kelime yeni icat edilmiştir. İnsanın veya toplumun kendi eylemlerine çevirdiği tenkit ve kontroldür. Komünist parti başka partileri kaldırınca kendini tenkit bir zaruret olmuştur. Demokrat toplumlarda da iyi idare, her kurum veya partinin kendini tenkit edebilmesine bağlıdır.
Kendini öldürme (suicide): Eski terimle “intihar”. Psikologlarca patolojik bir ruh olayı sayılan kendini öldürme (Achille Delmas, Psychologie pathologique de suicide) sosyologlar-ca tipik bir toplum olayıdır (E. Durkheim, Le Suicide). Bu ikinci görüşü haklı çıkaracak ve hiç bir ruh hastalığı ile ilişiği olmayan pek çok kendini öldürme tipi vardır. (Bizde bu iki tez uzun tartışmalara konu oldu).
Kendini yöneltme (self government): Amerikan pragmatik görüşüne göre okullarda öğrencilerin alacağı özel bir eğitim biçimidir ki, onları ilerde toplumda etkin olmaya hazırlar. Kendini yönetme olgun bir yurtdaş olmaya hazırlanma yoludur.
Kent (Çite) : Bk. Site. Şu kadar var ki Orta Asyadaki türk Kent’leri-ne birer şehir denirse de tam anlamında Site denemez. Bunun için İlkçağ büyük Siteleriyle onları karşılaştırmamahdır. (Fustel de Coulange, La çite antique).
Kermesse: Kilise ayini demektir. Flamanlarda coşkun eğlenceler ve danslarla uygulanan bir köy bayramı.
Kerpiç (b r i q u e 11 e n o n cu i t e): Doğu ülkeleri ve başlıca Anadolu’da halkın köy ve bazen kasaba meskenlerini yapmak için kullandıkları ilkel madde. Çamura saman karıştırılır ve güneşte kurutulur.
Keramet (charisme): Dinî bir önderde görülen olağanüstü vasıfların bütünü. Bu olağanüstü vasıflarından dolayı bu keramet sahibi kimsede tanrısal veya insanüstü bir kök görülür. Keramet birçok kollektif hareketler ve etkilerin kaynağı gibi görülür. Keramet sahipleri arasında mezhep ve tarikat kurucular, siyasî rol oynayanlar ve başkanlar vardır.
Kervaneılık: Ortaçağ toplamlarında, başlıca göçebe zümrelerin aracı ile yapılan ticaret şekli.
Kervansaray: Ortaçağ’da türk imparatorluklarının dağınık ve uzak bölgelerini birbirine bağlayan konak teşkilâtı. (Tavernier, V o y a g e s en Turquie, en Perse et aux inde s).
Keşiş (m o in e chretien): Doğu hıristiyan kiliselerinde manastırda zühd hayatı geçiren rahiplere verilen ad.
Keşif (decouverte): Tabiat olaylarından veya alanlarından yeni bir şeyin meydana çıkarılması. Keşif bütün tabiat alanlarına ait olabileceği için coğrafya ve astronomiden sosyolojiye kadar her ilim dalını ilgilendirir. Ayrıca keşfin yapılmasını hazırlayan toplum şartlan olduğu gibi, keşifler de toplum şartlan üzerine tesir eder: yeni kıtaların keşfi kolonileştinne ve emperyalizmi doğurdu.
Ketvıırma (inhibition): Fiillerini durdurma gücü. Aslında psikolojiye ait bir terimse de, toplum baskısı ve eğitim yardımiyle insanın bu gücü kazanmasını göz önüne alınca sosyolojik bir olay olarak görünür.
Kılıbık: Üst maddede anlatmlan tipin tam aksidir. Erkeğin ailede nüfuzu tamamen karışma bırakmasından ibarettir.
Kılıç (g 1 a i v e): İlk ve Ortaçağların esaslı savaş silâhı. Savaş dışında kılıç taşıma hakkı Batı feodalizminde asillere mahsustu. Kılıç üzerine yemin etmek, andiçmelerin en üstünü sayılırdı. Kılıç şövalyeliğin başlıca vasfı idi.
Kılıçtan geçirme (passer de 1 ’ epee): Eski savaşlarda yenen tarafın yenilen tarafı tutsak almayarak kılıçla öldürüp yok etmesidir.
Kılık (t e n u e): Her toplumda âdetlere göre düzenlenen giyim ve kuşam şeklidir. Eskiden eşanlamlı olduğu halde iki kelime yanyana ve tek kelime imiş gibi “kılık kıyafet” denirdi.Kıhk âdetlere bağlı olmakla, birlikte hızlı değişmeleri modaya bağlıdır.
Kına gecesi: Türklerde düğünden önce güveyin bekârlık arkadaşlarına verdiği ziyafet.
Kırallık (r o y a u m e) : Üstün soylu tek bir ailenin yönelttiği siyasî yönetim şekli.
Kırbaçlanma (flagellation): ilkellerde birçok ayinlerde, başlıca topluma girme (i n i t i a t i o n) ayininde adayın toplum disiplinine alıştınlması için kullanılan bir usul. Ayrıca birçok toplumlarda çocukların eğitiminde kullanılmaktadır.
Kısas (t a 1 i o n) : Sataşma ve saldırmada uğranılan bir zararın eşdeğeri bir karşı zarar vermek üzere öc almadan ibaret olan âdet. Karşılıklılık kanununun bir görünüşü olan kısas, toplumca kabul edilmiş kuralları çiğneyen kimseye karşı kullanılacak yaptırıcı güc, onu suçlu kılan zarara eşit olmalıdır fikrine dayanmaktadır. Kısas, aslında kabile bünyesinden henüz çıkmamış ve site bünyesini tam kazanmamış toplumlarda kullanılmıştır. Kabiledeki kangütme (vindict) kurumu-nun daha ileri bir şeklidir. Ancak burada ona devlet gücü de karışmıştır. Tevrat’da ve Kur’an’da “kısas” (başa baş, dişe diş) kuralı yer almaktadır.
Kıskançlık (j a 1 o u s i e): Bir kısım psikologların sırf ruhî sebeplere bağlamak istedikleri kıskançlık, aslında, tipik bir toplum olgusudur. İnsanî kıskançlığı horoz ve tavukların münasebetine irca etmek yanlıştır. İki türlü kıskançlık vardır : biri üst ve aşağı dereceler arasındaki yarışma duygusundan doğar. Meziyetçe üstün olanı kıskanırlar. Bu hal aile içinde sevginin paylaşılmasında kardeşler arasında meydana çıkar. Meslek hayatında aynı meslekteki rakipler arasında daha barizi görülür. Bütün bu şeküler sosyal tabakalarıma ve raka-bet ile-ilgilidir. İkinci kıskançlık cinsî hayata aittir. Bu karı-koca,, sevgililer, veya ana-baba ile evlâtlar arasındadır. Bu kıskançlık şekli cinsî yasak ve namus inancına bağlıdır. Fakat onun da görünüşleri çok değişiktir: kıskançlık yüzünden adam öldürmeden ayrılmaya kadar dereceleri vardır. Bu şekillerin anlaşılabilmesi için kültür antropolojisi tetkiklerine bakmalı ve kıskançlığı aile bünyelerine göre incelemelidir.
Kışkırtıcı (p r o v o c a t e u r): Marx’çı terimlerde sınıf devrimi fikrini taşıyanları kızdırarak söyletmek üzere meydana çıkaran kimse demektir. Fakat bu terimi bütün ideolojilere karşı aynı tavrı alanlar için de kullanmak mümkündür.
Kışlak: Karşıtı yaylak. Göçebe veya yarı göçebe yaşayan toplamlarda (transhumance) mevsimlere bağlı olarak barınak değiştirmeden ibarettir ki, kışın barınılan yer “kışlak”, yazın barınılan yer “yaylak” adını alır. Anadoluda halkın büyük bir kısmı böyle yaşamaktadır.
Kışla (c a s e r n e): Silâh altındaki askerin sefer dışındaki zamanda yaşadığı bina ki, orada askerî eğitimi alır.
Kıtal, katliam (m a s s a c r e): Savaşta veya savaş dışında silâhsız kimselerin, hatta savaşa katılmayan kadın, çocuk ve ihtiyarların öldürülmesi şeklinde girişilen vahşi saldırma. iki türlü kıtal vardır: 1) silâhsız kimselerin ayaklanmaları ve baskı yapan siyasî güce karşı ümitsiz mukavemetleri üzerine onların silâhlı kuvvetlerle yok edilmesi: Sovyet kuvvetlerinin Macaristanda yaptığı gibi. 2) Bir kabile, zümre veya mezhebin sistemli olarak yok edilmesi: ilkel kavimler bu şekilde yok edilmişlerdir. Meksikaya çıkan Fernand Cortez orada iyi karşılandığı kızıl derili kabilelerini bu şekilde yok etmişti.
Kıtlık (penurie): Bolluğun karşıtı.
Kızılay (croissant rouge): Savaş ve barışta yaralılara ve hastalara yardım teşkilâtı.
Kızılhaç (croix rouge): Bu yardım teşkilâtı hıristiyan tarikat-lerinde Batıda başlamış, İnsanî yardım (charite) değerinden dolayı İslâm ülkelerinde de benzeri Kızılay kurulmuştur.
Kız kaçırma (r a p t, e n 1 e v e m e n t): Bk. kaçırma. Birçok ilkellerde görülen âdet, Çerkesler de (Anadolu) evleneceği kızı kaçırır.
Kibbouth: Kollektif İsrail cemaati. Filistine göç eden ilk yahudi cemaatlerin kurdukları sosyal ve İktisadî teşkilât, ilk Kibbouth 1927 de doğdu. Bunlar teşkilâtlı tarım cemaatleridir. Bütün maddî hayat mutlak olarak ortaktır. Her erişkin çalışmaya mecburdu. Kibbouth üç kişilik bir heyetle idare edilmekte idi.
Kilise: Üniversel din içinde bir dinî cemaat, Özel olarak Hıristiyanlıkta tapınma yeri, ayrıca Hıristiyanlıkta temel mezheplerden her biri: Katolik Kilisesi, Protestan Kilisesi gibi. Genel olarak başka din organlaşmaları için de kullanılır. (E g 1 i s e).
Kişilik (p e r s o n n a 1 i t e): Bir toplum içinde fertlerin o toplumu meydana getiren kuramlardan her birine intibak etmesinden -doğan sosyal hüviyetleri: bu suretle hukukî, siyasî, meslekî, ailevî kişilikler gibi. Bir insan aynı zamanda bütün bu zümrelere girebileceği içinr onda bu kişiliklerin hepsi bulunabilir. Bazı sosyal psikologlar “kişi” ile “kişilik” kavramlarım birbirine karıştırmaktadırlar. Psikolojiyi ilgilendiren kişi, sosyolojinin konusu olan kişilik veya kişiliklerdir.
Kişilik (personnalite): Sosyoloji gözünde insanın toplum içinde değerler ve kurumlan benimsemesinden doğan ruhî varlığıdır ki, iki ilim arasında sosyal psikolojinin inceleme konusudur. İlkel toplamlarda insanın yalnız dinî hayattan doğan ve zümreye bağlı bulanık bir kişiliği vardır. İleri toplamlarda değerler farklaşdıkça insanın aile hukuk, devlet, din, sanat, v.b. değerlerine ait ayrı kişilikleri doğar.
Klan (elan): Bildiğimiz toplumların ilkel ve başlangıç şekli. Saf halde klan’a Avustralya’da kabilelerin içinde rastlanır. Kabile fratri veya “yarım” lara, onlar da klanlara ayrılır. Klan, kutsal sayılan belirli bitki ve hayvan türlerinin soyundan geldiklerine inanan ve bu kutsallık yüzünden birbirleriyle evlenmeleri yasak olan insanların meydana getirdiği zümredir. Bu kutsal bitki ve hayvanlara “totem” denir. Klanda en önemli vasıf dıştanevlenme (exogamie) dir. Ba-basoylu ise klanda bir erkek ata vardır ve bütün nesiller bu ilk atadan gelir. Eğer klan anasoylu ise ilk cet kadındır ve nesiller ona dayanır. Klan kelimesi çoğu sob (sıb) kelimesinin eşanlamı gibi kullanılmıştır.
Klik (c 1 i q u e): Gelişmiş bir toplumda çıkar ve fayda tasasiyle başkalarına karşı birleşen ve bir çeşit “meşru” çete haline gelen saldırıcı kuruluşlara verilen addır. Klikler, siyasî hayatta veya bunun dışında faydacı dayanışmalardan ve kendi çıkarlarından başka hiç bir amaç tanımadıkları için topluma zararlı zümrelerdir.
Kocalmak (vieillissement): Aslında biyolojik ve psikolojik görünüşleri olan bir olay ise de insanların toplum içindeki statü’lerinin aldığı belirli bir şekil olması dolayısiyle aynı zamanda sosyolojik bir olaydır. Her toplum bünyesinde kocalmanın değerlendirilmesi ve statüsü değişir. Bazı toplamlarda kocalar yönetimi (gerontoera-halinde de tatbik edilir. Yunan sitelerinde bu âdet ostracisme kurumu şeklini almıştı. Toplumdan, böyle bir kimse belirli bir zaman süresi için çıkarılırdı. Bugün de yurtdaşlık haklarını kaybetme, tam koğuhna, heimatlos’luk şekillerinde görülüyor.
Kolektif psikoloji (psychologie collective): Toplum olaylarının psikolojik görünüşlerini inceleyen bilgi dalı. Sosyal psikolojiden ruhî olayların sebeplerini toplum olaylarında araması bakımından ayrılır. Halbuki birincisi, tersine, toplum olaylarının sebeplerini ruhî olaylarda aramaktadır. (Ch. Blondel, La psychologie collective).
Kolektif şuur (conscience collective): insanda, fert olarak ruhî hayata ait olayları aşan ve zümrenin ortak düşünce, istek ve heyecanlarını temsil eden ortak şuur ki, bütün kültür değerlerini, özel bir terimle bütün “değer hükümleri” ni içine alır. Kolektif şuur “Biz” ve “Bizim” kelimeleriyle belirttiğimiz her şeyi içine alır, insanların ferdî ruhları dışında böyle bir ortak ruha sahip olmaları toplum dayanışmasının en esaslı kaynağıdır. Ancak kolektif şuurun ferdî şuurlar dışında ve üstünde var olduğu şeklindeki eski görüş savunulamaz. (E. Durkheim, Les representations individuelles et les representations coilectives). Doğrusu şudur ki, kolektif şuur her fertde hazırdır ve toplumun iç hayatımızdaki kontrol görevini görür. Birlik ruhu (esprit de corps), sınıf şuuru (conscience de classe), ırk şuuru, millî şuur kolektif şuurun tarzlarıdır.
Kolektif taşma (e x c i t atio n collective): Bir sosyal topluluğun üyeleri arasındaki karşılıklı münasebetlerde heyecanlılığın şiddetlenmesinden ibaret olan devreli (circulaire) tepki tarzı. Kalabalığın etkilerinden önce bir kolektif taşma, safhası gelir. Bu hali bütün dinî ayinlerde, çağdaş toplumların miting ve grevlerinde veya devreli bayramlarında görürüz.
Kolektif psikoz (psychose collective): Marazî psikolojiyi olduğu kadar sosyolojiyi de ilgilendiren bir terimdir. Marazî bir bünye temeli üzerinde telkin yardımiyle toplum etkilerinin yayılmasından doğan bir olaydır. Sosyal sarsıntı zamanlarında, krizler ve savaşlarda, bozgunlarda toplum psikozları artar. 1936 İktisadî krizinden sonra Fransa’da tepkili delilikler artmıştı. (Maurice Leconte, Conflits sociaux et psychoses).
Kollektivizm (collec ti v i s m e): Geniş anlamında bu terim bir toplum organlaşması tipini gösterir ki, orada karşılıklı yükümlülükler fertleri ahlâkça birbirine bağlar ve ferdî sözleşmelere yer veren top-lumlarda kişilere ait sayılan birçok fiiller orada doğrudan doğruya ti e) olduğu halde bazılarında yaşlanmak, toplum imtiyazlarım kaybetmek demektir. (La sociologie du viellissement, Curent sociology, vol. VIII, No. 2, 1959) Bk. ihtiyarlık.
Koğulma (expulsion): Bir toplumun kendi kurallarına aykırı davranan yabancı kimseleri toplum dışına çıkarması. Fakat bu, bir toplum ferdinin kutsal değerleri çiğnemesi, toplum için tehlikeli olması cemaate aittir. Kollektivist toplumlarda meselâ eşin seçilmesi aileye, hatta cemaate aittir. Toplum ferdîleştikçe kollektivizm zayıflar. — Dar anlamında bu terim özel mülkün ve özel teşebbüsün sınırlandırılmış olduğu bir iktisat sistemini gösterir ki orada sınırlandırılmış mülk ayrı ise de iş ortaktır.
Kolkhoze - Sovraklıoze: 1) Bunlar Sovyetlerde tarım idaresinin iki organıdır. 1922 de kanunla kurulmuştur. Kolkhoze ziraî işletme anlamına gelen iki kelimenin kısaltılmışıdır.
2) Ruslarda sovyet devriminden sonra baş vurulan İktisadî hareketlerden biridir ki, toprak devlete ait olmakla birlikte köylü üzerinde çalışır ve kendi çalışma payını ahr.
Koloni (colonie): Yeni keşfedilen veya ele geçen bir ülkeye anayurttan gidip yerleşenlerin topluluğu. Özel olarak bir şehire yerleşen her yabancı mahallesine de bu ad verilir.
Kolonileştirme (c o 1 o n i s a t i o n): Emperyalizmden farklı olarak bir memleketin dış adaçlan ile başka memleketlere İktisadî tahakkümü anlaşılır. Kolonileşme bu sistemi kabul eden ülkenin halidir. Kolonileştirme demografik taşmanın zarurî neticesi değildir. Bunun için İktisadî nüfuzun arkasından siyasî nüfuzun gelmesi yeter. Umumiyetle sömürme kolonileri ile nüfus ve iskân kolonileri ayrılır. Modern kolonileştirme 16 ncı yüzyılda Batıda başlamıştır. Büyük kıt’a keşifleri bunun başında gelmiştir. Portekiz, Ispanya, Kolanda, Fransa, Ingiltere başlıcalandır.
Komisyoncu (commissionnaire): Alım-satım ve taşıt gibi işlerde alıcı ile satıcının birbirini bulması ve anlaşmalarını sağlayan ve buna karşılık belirli bir yüzde alan kimse.
Kombine (combinat): 1917 Rus ihtilâlinden beri endüstri teşebbüsleri kollektif mülk ilân edilmiştir. Ham madde ve taşıt araçlarının kolaylığı iğin endüstri merkezleri gruplaştırılmıştır. Taşkent dokuma kombinesi pamuk endüstrisine bağlıdır.
Komün (c o m m u n e): Geniş anlamında, bir dereceye kadar yönetim özerkliği olan şehir veya köy halindeki yerleşme cemaatidir. Ortaçağ toplumunun kuruluşunda “komün” esnaf birlikleri (corporations) veya başka birlikler halinde zanaatçi ve tüccardan ibaret bir toplum tabakasını temsil eden bir kurum idi. Bu kurum üyelerini dışa karşı koruyor, içte kararlılığı ve kamu hizmetlerini sağlıyordu. Komün’ler yavaş yavaş şehirler halini aldı. — Dar anlamında “komün” kelimesi iki “ihtilâl” hükümetinde kullanılır: 1792 Fransız ihtilâlinde^ 1871 de Paris’in kalkınmasında.
Komünalizm (communalisme): Azınlık zümrelerine en çok özerklik sağlayan siyasî teori.
Komünizm (communisme): Geniş anlamında, bu kelime belirli bir toplumda malların toplum üyeleri arasında bölünmesinden ibaret âdeti gösterir. Bu komünizm şekli birçok ilkel toplumlarda görülmektedir. Şu kadar var ki bu âdet ferdî mülkü ortadan kaldırmaz ve çoğu, devreli (cyclique) olarak uygulanır. İlkel komünizmi aile, klan veya sob’a bağlı olan kollektif mülk ile karıştırmamalıdır. — Dar anlamında “komünizm” kelimesi üretim araçlarını kamu mülkü haline koyan bir toplum devrimine verilen addır. Marxiste’ler komünizm ile “ilmi sosyalizm” i eşanlamlı sayarlar. Ancak çeşitli yorumlamalara göre sosyalizm evrimci, komünizm devrimci ve ihtilâlci karakteriyle ayrılır.
Komşuluk (v o i s i n a g e): Aynı yerde oturan insanlar arasındaki toplum ilişikleri. Buradan bir kısım “komşuluk zümreleri” denen zümreler doğar. Mahalle, köy, kasaba ve şehirde çeşitli komşuluk ilişikleri vardır. Yerleşme zümrelerinde (köy, kasaba, şehir) komşuluk münasebetleri esaslı yer tutar. Köyler ve kasabalarda, komşuluk akrabalık gibi bir sosyal bağlantı şeklidir. Komşular birbirlerini ziyarete giderler, yardımlaşırlar ve korurlar. “Ev alma komşu al” sözü bunu gösterir. “Komşuda pişer, bize de düşer” atasözü bu yardımlaşmanın başka bir ifadesidir. Fakat büyük şehirlerde komşuluk münasebetleri gevşer, onun yerini sosyal sınıf ve meslek münasebetleri alır.
Komprador (comprador): Bir kapitalistin ham madde memleketleri veya kolonilere göndererek oradan müşteri veya iptidaî madde tedarikine memur ettiği kimse, kapitalist ile ham madde memleketi arasındaki araç.
Konak (H ö t e 1): Konukların konduğu yer anlamında asıl yolcuların ağırlandığı bina iken Ortaçağ sonunda büyük ailelerin şehirde yerleştikleri zaman kurdukları yapılara bu ad verilmiştir. Batıda asillerin büyük şehirlerde yerleşme yapılan, Hötel, Türklerde Saray örneğine göre kurulan büyük aile yapıları “konak” idi.
Konfederasyon (confederation): Her birinin yönetim bakımından özerkliği olan bölge veya küçük devletlerin siyasî ve askerî bakımdan teşkü ettikleri birlik.
Konjonktür (e o n j o n e t u r e): Littre bu kelimeyi “bazı vakaların aynı yerde karşılaması” diye kullanıyordu. Larousse “hal ve şartların birbirine uyması” diye ifade ediyor. Bugün iktisatta hem belirli bir andaki İktisadî durum, hem de bu durumu ve onun evrimini tetkik eden ilim anlamları için kullanılır.
Konkordato (concordat): Papa ile bir devlet arasındaki muahede. 1905 e kadar din ve devlet ayrılışı konkordato ifade ediyordu. Bu eski anlamı bugün pek az kullanılıyor. Bugün İktisadî hayatta kullanılan anlamı ile iflasa gitmemiş durumlarda Ticaret mahkemesi ile tüccar arasındaki anlaşma, borçlarını ödeme güçlüğünde olan bir tüccara mahkemenin gösterdiği kolaylık demektir.
Kontrol (toplum kontrolü): Bk. Toplum baskısı.
Kooperatifçilik (c o o p e r a t i sm e): Kooperatif Birliklerinin kurulması ve yayılması için gereken fikirlerin bütünüdür ki ilkesini dayanışmacılık (solidarisme) den alır. Bk. Dayanışma.
Kooperatif birlikleri (associations co öper ati ve s): Gerek tüketicileri, gerek üreticileri bir araya getiren ve her ikisini büyük sermayenin baskısından kurtarma hedefini güden İktisadî kuruluşlardır. Bunu ya çıkarı kaldırmak, ya da işçilerin kendi ihtiyaçlarını sağlamak üzere gerçekleştirir. Kredi ve ziraat kooperatifleri de vardır. Kooperatifler, şirketler gibi yalnız kazanç amacıyla kurulmazlar. Dayanışma ve dayanışmacılık (solidarisme) fikrine göre kurulurlar. Tüketim kooperatifleri memur, işçi, esnaf gibi sabit veya dar gelirlilerin pahalılık baskısı altında kalmamasını sağlar. Üretim kooperatifleri de orta sınıfın önemli bir kısmı olan küçük üreticilerin büyük üreticiler (kartel’ler) önünde ezilmemesi gayesini güder. Yönetim bakımından koopertifler demokratik bir esasa dayanırlar: kooperatifi en büyük hissesi olanlar değil, seçim yolu ile en ilgili ve bilgili olanlar yönetirler.
Koordinasyon (c o o r d i n a t i o n): Ne üstbağlılığm, ne de bazı fertlerde üstünlüğün bulunduğu bütün toplum etkileşmesi şekillerine bazı sosyologların verdiği özel addır.
Korporasyon (Corporation): Bk. Lonca, Esnaf birlikleri.
Koruyuculuk (protectorat): Bir devletin başka bir devlet üzerinde koruyucu siyasî güç kurması. Eski terimle “himaye”. Bu kelime »-“mandat” ve “mandataire” diye de kullanılır.
Koruyucu sistem (protection n i s m e): İktisatta özel teşebbüslerin Devletlçe korunması suretiyle geliştirilmesi esasına dayanan sistem. Koruyuculuk yabancı sermayeye karşı zayıf olan yerli sermayenin gelişmesi için geçici olarak baş vurulan devletçilik şeklidir.
Koruyucu ruh (esprit gardien): Belirli bir ferdi koruyan tabiat-üstü varlık. Birçok ilkel kabilelerde, başlıca Kuzey Amerikada koruyucu ruh kendini gösterir, rüyalar veya korunan kimsenin uyanıkken gördüğü hayaller yardımiyle rol oynar (Hamlet’in hayalet’i gibi).
Koşma: Anadolu Folklor’unda halk şiirinin en yaygın olduğu şekil ki, dört mısralık her kıt’anın üç mısraı birbiriyle ve dördüncü mısralar öteki kıt’aların aynı mısralariyle kafiyelidir.
Konukseverlik (h o s p i t a 1 i t e): Yabancılara karşı gösterilen ağırlama ve iyi karşılama ki ilkellerde o kavimlerin dinî inançlariyle ilgili olarak pek karışık şekiller gösterir. Konukseverlik, birçok ilkel ka-vimlerde yabancının zararından korunmak için baş vurulan bir kurumdur ve bazı yerlerde yabancının konukladığı kimsenin karisiyle yatmasını gerektirir: Eskimolar, Kuzey Sibirya’nın bir kısım halkı gibi. Konuğu karşılamada türlü âdetlere yabancı uymadığı zaman bu, düşmanlık görünüşü sayılır ve yabancıya karşı düşman tavrı alınır.
Kök-aile (famille souche): Bk. Aile.
Köktencilik (radicalisme): Kültür değişmelerine ve toplumun bünyesine ait sosyal hareketlerde kökten değişmelere yer veren doktrin veya tavır. Siyasî partilerde radikalist’ler muhafazacılara karşıdırlar.
Köle (esclave): İlkçağ toplumunda sistelilik haklarından yoksun olan ve savaş tutsaklarından hayatta bırakılıp ağır işlerde çalıştırılanlardır. Köle insandan sayılmazdı, eşya gibi alınıp satılırdı. Sonradan ailenin yardımcı bir unsuru haline gelmiş ve “azatlı köle” (client) şeklinde gevşeyerek hür insanlar veya efendiler altında bir sınıf olmuştur. Köle, aslında “gulaman” yani kullar farsça kelimesinden bozma “kölemen” kelimesinin kısaltılmışı olarak doğduğu için türkçe değildir, türkçeleşmiştir. Asıl türkçede “kul” bu anlama gelir.
Kölelik (esclavage): Kulluk, İlkçağ toplumunun temelli kurumu ve toplum dışı sayılan bir tabakadır. Kölelik evrensel dinlerle birlikte kalkmaya başlamışsa da kalıntı halinde 18 inci yüzyıla kadar sürdü. Ancak İnsan hakları düşüncesinin ve hürlük (özgürlük) fikirlerinin yayılmasiyle tam olarak kalktı. Birleşik Amerika’da güneyin zenci kölelerine hürlük vermesine karşılık kuzeyin hürlük istemesi yüzünden çıkan ayrılık savaşları sonunda kölelik kanunla kaldırılmış ise de bugün yine zencilere karşı aynsayma hareketi kölelik düşüncesinin kalıntısıdır.
Köprü (pont): Köy yollarında dere ve çaydan geçen tahta veya taş köprülerden bir şehrin iki kısmını bağlayan veya büyük nehirlerde trenin geçmesi için kurulmuş ayakh veya asma demir köprülere kadar pek çok çeşidi içine alır.
Köşk (k i o s q u e): Şehir dışında (banliyöde) bahçe içinde kurulmuş zengin evi. Bk. ev.
Kötümserlik (pessimisme) veya karamsarlık: Toplumda işlerin hep kötüye doğru gittiği ve geleceğin hep karanhk olduğu şeklinde yorumlayan görüş. Kötümserlik bir ruh hali ve mizaç olduğu gibi aynı zamanda bir toplum eğilimidir. Birçok çatışkan akımlar birbirlerine karşı kötümser tavır alırlar. Dar anlamda bu kelime bir felsefe çığırının adıdır (Arthur Schopenhauer).
Kötüye yorma (m a u v a i s e augure): Bazı kimselerin olmakta olan şeylerin mutlaka kötü sonuçlar doğuracağı şeklinde yormaları» Kötüye yorma “teşe’üm” den daha hafiftir, ve mutlaka büyücülüğe bağlı değildir.
Köy (v i 11 a g e): Çiftçilikle yaşayan en küçük yerleşme cemaatidir. Köyler nüfusun en seyrek olduğu ve bu yüzden birbirleriyle temasın en az bulunduğu kuruluşlar oldukları için toplumdaki teknik ve kültür değişmeleri en geç köye girer ve köy, esasında, âdetlere en çok bağlı, en kapalı bünyedir. R. Maunier .köyü, korunma eğiliminden doğmuş olmasiyle kasaba ve şehirden ayırıyor. (Köy,' koy, kuyu, köz çukur, girinti demektir. Bu da Mauııier’nin tanımını destekler).
Köylü ağzı (p a t o i s): Her dilde, şehir konuşması ile türlü söyleyişler şeklini alan köy ağızları birbirinden ayırıhr. Yazı dili (edebiyat ve düşünce dili) ile bu köy ağızlarını ayırmalıdır. Oradan folklor malzemesi çıkarsa da doğrudan doğruya onu düşünce dili ile karıştırmak yanlış olur.
Köy sosyolojisi (sociologie rurale): Köy denen ve insan toplum-larınm en büyük kısmını meydana getiren bünyenin incelenmesi işini üzerine alan sosyoloji dalıdır. Zimmermann bu konuya dair yazılmış eserlerin .bibliyografyası için (1935 e kadar) 2 cilt yazmıştır.
Köy tipleri (types de villige): Köy en yaygın topluluk şeklidir ve pek çok tipi vardır: A) yerleşme bakımından: yerli köyü, yörük köyü, göçmen köyü; B) coğrafî şart bakımından: dağ köyü, ova köyü; C) geçim bakımından: çiftçi köy, çoban köy, balıkçı köy, v.b.; D) kuruluş bakımından: bir sokak üzerinde, meydan çevresinde, sıkışık veya dağınık evli; E) ulaştırma bakımından: şehre bağlı, yalnız; F) bünye bakımından: sünnî, alevî, etnik zümre köyü, v.b. olabilir. Köy araştırmalarında bu tipleri gözönüne almalıdır.
Köyleşme (ruralisation): Köyden şehire akın, çiftyaşayışlar ve gecekondular denen yeni toplum olayları yeni endüstrileşen ülkelerde şehirlerin köyleşmesi denebilecek ciddî bir olay meydana çıkarmıştır. Yerleşen köylüler şehirleşmedikleri gibi şehir yaşayış seviyesini de sarsarak köyleştirmektedirler.
Köy okulu (e c o 1 e du v i 11 ag e): Köyde en önemli kurum. Cami dersleri ile okul dersleri çatışmadığı zaman gelişme geleneğe uygun şekii alır. İleri-geri gerginliği köylere kadar sokulunca bu iki öğretim kurumu çatışkan ve zararlı etkiler yapar. Köy öğretimini çevreye uygun olarak vermek isteyen köy enstitüleri siyasî gerginliklerin işe karışması yüzünden görevini başaramamıştır.
Köy odası (s i e g e du village): Köylünün konukları ağırladığı ve ileri gelenlerin toplandığı oda. Köyün toplum işleri muhtar ve ileri gelenlerle bu odada veya köy kahvesinde konuşulur.
Köyler birleşmesi (union des village s): Bir panayır yeri çekim merkezi olmak üzere bazı köyler birbirine yaklaşır ve birleşmeye doğru giderler: Gönen yakınındaki “Sarıköy” gibi. Bu birleşme panayırın üstün etkisi ile sonunda şehirleşmeye kadar gider: Adapazarı gibi. Devlet planlaması ile köylerin birleştirilmesi de düşünülebilir.. Fakat böyle bir olay çok etraflı araştırmaya dayanmalıdır.
Kredi (c r e d i t): Eski terimle “i’tibar” bir iktisat terimi ise de kökleri Potlatch kurumu olduğu ve ilkel toplamlarda dinî, hukukî bir kurum olarak başladığı için onu tam sosyolojik terim saymak gerekir. Bk. Potlatch.
Kriminoloji (c r i m i n o 1 o g i e): “Suçlarbilgisi” de denebilir. Lom-brozo, Garofallo, Ferri tarafından kurulmuş hukukun özel bir dalı olmakla birlikte hukuk sosyolojisi içinde de araştırma konusudur. Tarde suçların yayılmasında taklitlerin rolünü gördü (Tarde, C r i-minalite c o m p a re e). Durkheim, suçu toplum burumlarına ve değerlere karşı saldırma halinde davranış diye anlıyor.
Kriz (erişe): “Buhran”. Hem İktisadî hem sosyolojik terimdir. Üretim ile tüketim arasında oranın kaybolduğu zamanlarda İktisadî krizler meydana gelir. Fakat genel olarak iki kültür çevresi arasında geçiş halinde bulunan toplumlarda bütün kurumlarda veya ayrı ayrı burumlarda krizler olur. Kriz toplumun dengesini kaybetmesi ve kurumlar bağlılaşmasının sarsılması halidir, inançlarda, ahlâkî davranışlarda, sanat zevkinde kriz gibi. (Bunalma ve bunalım da denir.)
Kullanış (usage): Eski terimde “teamül,,. Hiç bir yaptırıcı gücü olmaması veya yalnız gevşek bazı yaptırıcı güçleri bulunmasiyle âdet-den ayrılan “kullanış” m örf ve âdetlerde olduğu gibi ahlâkî temeli yoktur. Giyinme, yemek yeme, selâmlama tarzı. gibi. Bk. Görenek. (Bu kelime daha elverişlidir.)
Kulüp (c 1 u b): Belirli bir ortak fikir veya etkinlikle birleşen insanların meydana getirdiği birlik. Kulüp, spor, eğlence, oyun veya yalnızca dinlenme, sohbet için olabilir. Kahve’den üyelerinin aynıcinsten olması ve ortak bir amaçta birleşmesi ile ayrılır.
Kulübe (c a b a n e): Köy evinden ayrı, şehir ve köy dışında, çoğu bir bostan veya ağıl yakınında kurulmuş küçük barınak. (Bk. ev).
Kumar (jeu): Kazanç amaciyle oynanan oyun ki bütün kâğıt oyunları buraya girdiği gibi, rulet şeklinde oyunlar hatta at koşulan da girer. Kumarda temeli talih ve onun da esası olan olasılık (proba-b i 1 i t e) teşkil eder. Kumar çalışmadan kazanmayı sağladığı ve birçok servet ve aile yıkılışlarına sebep olduğu için bazı toplumlar ve dinlerce kötü görülmüş ve yasaklanmıştır.
Kumarbaz (1 e j o u e u r, t h e g a m b 1 e r): Para kazanmak için talih oyunları oynamadan ibaret olan kumarbazlık kaçınılmaz düşkünlük halini aldığı zaman servetleri batırabilir ve aile hayatını yıkar. Bundan dolayı toplum suçlarının büyüklerindendir.
Kurban (scrifice): Bütün dinlerde ortak olan kurumdur ki, tabiat-üstü varlıklara hediye, olarak kesilen hayvan ile bu fiile ait ayin ve törenden ibarettir. Kurbanın kesildiği yer (mihrab), kurban kesme aleti (balta), kurbanı kesen ve bu aleti yapan ve saklayan insanlar kurban kurumunun çok karmaşık olan unsurlarıdır. (Bk. Kast). Kurbanın kökü ilkel ayinlerdeki kutsalla birleşme (c o m m u n i o n) ayinindedir. Orada totem’den ibaret olan dokunulması yasak şeyler (hayvan, bitki) kesilir ve parçaları klan fertlerine dağıtılır, ondan yemek üzere kendilerindeki kutsallığı arttırırlar: Buna temel totem’-lerle klan fertleri arasında cevher-birliği (consubstantialite) inancıdır. İlkellerdeki bu kurban yüksek dinlerde tabiatüstü varlıkla insan arasında ilişiği kuvvetlendirmek için bir çeşit sözleşme halini almıştır.
Kurşuna dizme (f u s i 11 a d e): Suçlu asker olduğu zaman uygulanan îdam cezası. Fakat bazı kütle halinde isyanlarda bu kelime isyancıları toptan kurşundan geçirme anlamına gelir.
Kurultay: Eski türklerde ve Moğollarda büyük kararlar verileceği zaman boy beyleri ve başbuğların hakanın başkanlığında yaptıkları toplantı idi. Kurultaylar sürekli değildi, olağanüstü vakalarda toplanırdı. Cumhuriyetten beri Türkiye’de de hemen benzer bir anlamda, yalnız demokratik şekilde kullanılmaktadır. Bugünkü Kurultaylar yalnız bilgi alanındaki olağanüstü toplantılara aittir.
Kurum (institution sociale): Toplum kurumu. Fikirler, davranış tipleri, insanlar arasındaki ilişiklik tiplerinden ibaret bir bütündür ki, çoğu kere maddî bir takım cihazlarla birliktedir, ve toplum-ca kabul edilmiş bir ilgi merkezi etrafında organlaşmıştır. Kuramların kökleri âdetlerdir ve oradan çıkarak gelişirler. Kurallar (norm-' 1ar) ve yazılı kanunlar, kuramların hayatında iğreti vasıflardır: onlardan doğar ve kuramların evrimine bağlı olarak değişirler. Kuram-; da temel, bağlılaşma (consensus) dır, onsuz asla gerçek kuram ku-, ralamaz. Farklı seviyede bir toplumdan başka bir topluma kuram geçirilmesi bunun için çok güç, hatta bazı durumlarda imkânsızdır. Böyle geçirmeler için, asıl kurumda esaslı bünye değişmeleri olmalıdır. Kurumlar, genel olarak, “organlaşmış” ve “yaygın” (d i f f u s) olarak . ikiye ayrılır. İkinciler âdetler içindedir ve daha organlaşma halini almamıştır. Başka bir bakımdan onları “kuralcı” (regulative) ve “işlemci” (operative) olarak da ayırırlar. Birincilerin toplum için hayatî bir önemi vardır ve görevleri bir toplumda fertlerin davranışına ait belirli sektörleri kontroldür. Aile, Mülk, Kilise, Devlet, okul böy-ledir. İşlemci kuramların görevleri daha sınırlıdır. Halk kitaplıkları, Hayır kurumlan, Posta-telgraf, Emekli sandığı gibi.
Kurum ayarlanması (ajustement institutionnel): Fertler, zümreler, fertle zümre veya aynı kültürün unsurları arasında her türlü denge araştırılmasıdır. Başlıca tipi kurumlar arasında denge aranmasında görülür: Din - siyaset, din - devlet, iktisat - ahlâk, hukuk - iktisat, v.b. şekillerde meydana çıkar. Ayarlanma tam değilse bu kurumlar arasında çeşitli tipte çatışmalar var demektir.
Kurum devresi (cycle institutionnel): Bir toplum kurumunun gelişme devresidir. Toplumun yeniden organlaşması içinde kurulan kurum kendi görevlerini geliştirmeye çalışır. Etkili bir “işlem” mer-, halesinden sonra kurum çoğu kere kendisinin doyurması gereken ihtiyaçlarla temasını kaybeder. İç organlaşmasının katılığı onun değişik toplum çevre şartlarına göre ayarlanmasına engel olur. Gittikçe artan bu ayarsızlık safhası, hızlı ve beklenmedik toplum değişmeleriyle de şiddetlenerek bir çeşit taşkesilmeye ve organlaşmanın kaybolmasına ulaşır. Bundan sonra kuram ya tükenir, ya yeniden organlaşır.
Kurumlaşma (institutionalisation): Ferdin toplum hayatına girmesi, çocuğun eğitilmesi birer kurumlaşma sürecidir. Çocuk biyo -psikolojik faaliyetlerini işlettikçe kurumlaşır. Bu olgu üzerinde Balta-cıoğlu "İçtimaî Mektep” adlı kitabında durdu.
Kutsal (s a c r e): Kutlu da denebilir. Dinin esaslı mefhumlarından biridir. Yasaklar ile kutsaldışı (prof ane) denen şeylerden ayrılan şeyler, fiiller ve düşünceler düzenine denir. îlkin Robertson Smith kutsal’m bulanık değerliliği üzerine dikkati çekti: çünkü kutsal bazen saf, bazen saf değil (impur), bazen uğurlu, bazen uğursuz, bazen sevimli, bazen korkunç oluyor. Bu karşıt bulanık vasıfları sonradan Durkheim inceledi. (E. Durkheim, Les Formes elemen-taires de la vie religieuse, Hüseyin Cahit Yalçın çev.)
Kutsal ekmek (c o nf a r r e a t i o): Eski Roma’da nişanlının rahip önünde yediği dua okunmuş olan ekmek.
Kutsahçiğneme (s ac rilege): Osm. Küfür. Kutsal olan şeylere dokunmak, adını ağza almak yasaktır, böyle bir hareket “günah” (p ec he) doğurur. Fakat en ağırı kutsal varlıkları çiğnemektir. Bu hal toplumun en şiddetli tepkisi ile karşılanır.
Kutsal sayı (n o m b r e s a c r e): İlkel kavimlerde kabile ve klanların düzenli bir sıraya göre yerleşmesi bu kavimlerde bû düzeni meydana getiren sayıların kutsal sayılmasına sebep olur. Bazı yerlerde bu dört yönü, bazen ona katılmak üzere gök, yer ve merkezle yedi yönü gösteren bir sayı olur. Eski türklerde Oğuz boyları 24, üçok ve bozok kolları 12 ye ayrıldığı için bu sayıların özel bir yeri vardı. Eski Mısırda 10 sayısı kutsaldı. Kutsal sayılara ait ayinleri yapan ayrıca Harpedonapte rahipleri idi. Levi-Strauss kutsal sayının doğuşunda coğrafî ve astronomik faktörü de hesaba katıyor. (Levi-Strauss,. La Pensee sauvage). C. G. Jung, bu sayılarda kollektif dış-şuurun rolünü aramaktadır.
Kutuplaşma (polarisation): Aynı toplumdaki zümrelerde meydana çıkan çatışkan eğilimlerin başlıca karşıt iki kutupta toplanması halidir. Bu hali etnik zümre, kilise, başkanlık yarışması, sınıf savaşmaları meydana getirebilir.
Kuvvetler dengesi (e q u i 1 i b r e de s f o r c es): Bu terim yalnız üç siyasî kuvvfet veya partilerin kuvvetleri değil, genellikle bütün toplum kuvvetleri (zümreler, sınıflar, meslekler, hatta mezhepler) arasındaki denge anlamında kullanılır. Proudhon ile Marx arasındaki tartışma birincisinin sınıflar dengesine, ikisinin sınıflar çatışmasına önem vermesinden ileri geliyordu. Fakat burada sözkonusu olan kuvvetler dengesi Proudhon’un kasd ettiği değildir. Böyle bir denge kültür bütünleşmesi ile sağlanır. Siyasî rejim ne olursa olsun (demokratik veya totaliter) kültür bütünleşmesi, adı geçen zümreler arasında dengeyi temin eder.
Kuvvetlerin ayrılması (separation des pouvoirs): Montes-quieu-zamanından beri esasi hukukta devletin üç temel kuvveti olduğu kabul edilir. Bunlar: 1) Teşriî kuvvet ki kanun yapma gücünü taşıyan Millet Meclisi ve Senatodan ibarettir. 2) İcra kuvveti ki bu kanunlara göre memleketi idare etme gücüdür. 3) Adlî kuvvet ki kanunlara göre hakkın gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Meşrutî devlette icra heyetinin başında hükümdar bulunur ve o nazırlardan ibaret icra heyetini seçer. Cumhurî idarede icra kuvvetini seçen teşriî kuvvettir.
Küçük oğla göre miras (u 11 im ogenit u r e): Mirasta küçük oğla üstün yer veren âdettir ki, bazı toplumlarda büyükoğlu üstün gören şeklin aksine yer bulmaktadır.
Küfür (injure, i n f i d e 1 i t e): Kutsal şeyleri tahkir etmek (blas-p h e m e); fakat genellikle bir kimseye ağır ve çirkin şeyler söylemek. Ayrıca bir inancı reddetmek (infidelite) anlamına gelir.
Külhanbeyi: Batı dillerinde karşılığı olmayan bu kelime, eskiden işsiz ve serseri gezenlerin İstanbulda külhanları temizleme cezasına uğra-tılmalarından ve geceyi külhanda geçirmelerinden dolayı, belirli bir zümre için terini haline gelmiştir. Düzensiz, saldırıcı ve toplum düzeni için zararlı olan kimselere umumiyetle “külhanbeyi” denirdi.
Kültür (culture): Belirli bir toplumun karakterini meydana getiren fikirler, bilgiler, inançlar, teknik mahsulleri, davranış ve tavır tipleri sistemidir. Kültürün saklanması ve kazanılması biyolojik değil, sosyal bir süreçtir, bunun için de bazen ona “toplum mirası” denir. Kültürün temel olgusu dil, yani insanlararası bildirmeye yarayan semboller sistemidir. Dil olmadan hiç bir toplum kurumu ve değeri gelişemez. Üretim, dağıtım, tüketim gibi bütün teknik ve bilgiye ait işlemler dil birleştirmesi olmadan işleyemezler. Fakat burada kültürün iki şekli birbirine ne kadar sıkı bağlı olsa da yine araştırma bakımından ayrılabilir: 1) maddî kültür ki, bütün üretim araçları, taşıtlar, saklama ve korunma aletleri buraya girer. 2) manevî kültür ki, fikirler, inançlar, duygular ve davranışlar da buraya girer. Kültürü inceleyenler bu iki yanı ayırmakla birlikte, onların gerçekte birbirine bağlı bir bütün olduğunu gözönünde bulundururlar.
Kültür antropolojisi (anthropologie culturelle): Bu yeni ilim dalma ingilizler sosyal antropoloji demektedirler. Eskiden etnolojinin gördüğü işin gelişmesinden doğmuştur. Konkre kültür çevrelerinin incelenmesi ile uğraştığı ve insanla çevre arasındaki karşılıklı etkiyi temel olarak aldığı için psikoloji ve sosyal psikolojiye yaklaşmakta ve sosyolojiye karşı bir yer almaktadır. Sosyolojinin soyut sınıflamaları yerine somut kültür tiplerinden hareket etmesi de bu ayrılığın bir sebebidir. Bu genç bilginin aşırı iddiaları bir yana bırakılırsa insan ilimleri içinde ve sosyalojinin yanında-yardımcı rolü olmaktadır.
Kültür bölgesi (aire cultürel) e): Bir dereceye kadar aynıcinsten belirli kültür tiplerinin hakim olduğu bölgedir ki, bazı vasıflarla öteki bölgelerden ayrılır. Her bölgede bir kültür merkezi vardır ki orada bâriz karakteri olan tipler meydana çıkar ve ona kültürün en saf şekli denir.
Kültür bütünü (configuration culturelle): Belirli bir zamanda belirli bir bölgede rastlanan kültür unsurlarının bütünleşmiş cümlesi. Her kültür veya uygarlık bir şekilleşme (configuration)
-
■ meydana getirir, yeter ki, unsurları karşılıkla bağlılık halinde bulunsun ve bir unsurundaki başkalaşma öteki unsurlarına da tesir yapsın. Bir “şekilleşme” nin varlığı kültürün bütünleşme (integration) derecesine, maddî olan veya olmayan her unsurunun öteki unsurlarla şartlandırılmış olmasına bağlıdır. Yeni kültür komplesklerinin işe karışması ile kültür şekilleşmesi kaybolabilir.
Kültür evrimi (evolution culturelle): Bk. Kültür, değişme.
Kültür kompleksi (c ompl e x e culturelle): Birbirine bağlı veya bir merkez unsur dolayında zümreleşen tiplerin bütünüdür. Her kültür karşılıklı ilişik halinde türlü sayıda komplekslerden ibarettir. Meselâ kahve zıraati Brezilya kültürünün bir kompleksidir. Kahve yetiştirme etrafında teknikler, aletler, makineler, iş rejimleri, ta-. şıt araçları, satış alış, kredi sistemleri gelişmiştir ki, hepsi birbirine bağlı bir işlem birliği meydana getirir. Bütün komplekslerde olduğu gibi bu unsurlardan birinin eksikliği ötekileri etkiler.
2) Bir kültürü meydana getiren unsurlardan bir kısmının teşkil ettiği çözülmez bir bütündür ki, kültür antropolojisinde temel araştırma, konusudur.
i Kültüre girme (inculturation): Bir ferdin şuurlu veya şuursuz
-
■ olarak bir kültür ile bütünleşmesi sürecidir. Kültüre girme toplumlaşma (sosyalleşme) den daha geniştir. Çünkü temeli ferdî tecrübelerde
: olan kültürün bütün alanlarını içine alır. Belirli bir kültürün estetik
modellerine girme veya onları benimseme kültüre girme sürecinin bir manzarasıdır.
Kültür unsuru (element de culture): Belirli bir kültürün içinde bulunan basit veya bileşik birimleri göstermeye yarayan ve böyle bir kültürün incelenmesinde kullanılan -özel terim.
Kültürleşme (acculturation): İki veya daha çok kültür birbiriyle temasa geldiği zaman doğan değişmelere kültürleşme denir. Bu cinsten temaslarda bir toplumdan ötekine bazı maddî olan veya olmayan kültür unsurları geçer. Batı kültürünün eşiğinde bulunan bütün toplumlarda kültür değişmesi veya kültürleşme en temelli olaydır. Bu durumda olan toplumlarda eski kültürle yeni kültürün çatışması esaslı bir problem meydana getirdiği için, onları adlandırmak da güçleşir: Türkiye, Hint, Çin ve Japonya’da bu soru bazı özelliklerle görünür. Bizde kültür ve uygarlık ayırışı bundan ileri gelmiştir. Almanlar bazen böyle bir ayırış yaparlar. Durkheim yalnız bir yerde onları ayırmış ve bütün yazılarında bir daha dokunmamıştır (Durk-heim, Civilisation et culture, A n n e e s o c i o 1 o g i q u e, vol, 12).
Küme (a g r e g a t): İnsanların meydana getirdiği şuurlu veya şuursuz,, bircinsten veya ayrıcinsten bütün topluluklar küme adını alır. Nitekim hayvanlar, bitkiler, hatta cansız şeyler bile küme halinde bulunabilirler.
Kümeleşme (aggl o m e r a t i on): Kişileri ve şeyleri bir araya toplama, birliğe doğru götürme hali. Fakat kümeleşme henüz birlik değildir. Orada ayrıcinsten unsurlar sıkışık olarak yer alırlar. Ayn-cinsten unsurların sıkışık durumu olan kümeleşmeden asıl bircinsten topluma geçmek için duygu ve hedef birliği gerekir. ü
Künbet (mausolee primi t i ve)': Yatırlara ait iptidaî ve çoğu kerpiçten olan türbeler.
Kütle (m a s s e): Bk. Yığın.
Kütüğe geçirme (codification): Kanunları ve tüzükleri bir kütük (mecelle) haline getirmek ve sistemleştirmek demektir.
Kütüphane (b i b 1 i o t h e q u e): Devletçe veya özel olarak kurulmuş kitapları saklama ve okuma yeri. Bir kişinin hizmetinde olduğu gibi kamu hizmetinde de olabilir. Eski türk bilginleri topladıkları kitapları kamu hizmetine verirlerdi (Vakıf kütuph.). Küçüklerine kitaplık denebilir. Satış için kurulanı kitabevi (librairie) adını alır.
i
Lahor parfcy (İşçi partisi). İngilterede tanımmış işçi partisidir ki. 1870 de kurulmuş, sonra bu tipte kurulan birçok partiler aynı adı:
5188
almıştır. Ingiliz dominyonlarında ve Birleşik Amerika Devletlerinde, bu tipte ve bu adda partiler vardır.
'Lafazanlık (v e r b a 1 i s m e): Karşılığında belirli bir gerçek olan sınıflama ve incelemeler yerine soyut akılyüriitmelerle toplum üzerinde ileri sürülen düşüncelere bu ad verilebilir. Lafazanlık (ver bal isin e) bütün bilgi dallarında gerçek ilmin kurulmasına engel olur.
•Laiklik (laîc içme): Latince “laîcus” kelimesinden, ne dinî, ne rahipliğe ait olan demektir. Siyasî sosyolojide dinle devletin "kesin olarak ayrılmasını ifade eder. Laik devlet, dinî kanunlara göre yöneltilen devletten tam olarak ayrılır. Fakat, bu kelime devletin dine karşı olması demek değildir. Hele birçok din ve mezhebin bulunduğu ülkelerde din ve devlet işlerinin ayrılması ve din işlerinin devletten bağımsız, kendi vakfı ve özel teşkilâtı ile yöneltilmesi çağdaş toplumun ilkelerindendir.
'Lâkap (surn om): Bir kimsenin göbek adı, soy adı dışında bazı özelliklerine göre ün almasına sebep olduğu adıdır ki, bu doğduğu şehir, içinden geldiği ülke, oğul adı veya bir önemli işi olabilir: “Konevî”, İbn Arabî”, “Ebu-1 Faruk”, “Ali Kuşçu” gibi.
Lâla (confide. nt du prince): Başlıca Osmanlı sarayında önemli rolü vardır. Fakat Ortaçağ İslâm devletlerinin çoğunda bu görevi ellerinde bulunduranlar devlet işlerinde nüfuzludur.
'Lanetleme (anatheme): Bir çeşit aforoz ki, “lanetlenen” kimsenin toplum dışı edilmesine kadar varır. Bu duruma giren kendi toplumu ile bütün ilişiklerini keser. Hatta ailesini bile bırakarak başka yere göçetme zorunda kalır.
Latifundia: Geniş toprak mülkleri olan sınıf. Kelime ilkin İtalya’da Etrüks İmparatorluğu zamanında kullanılmıştır. Sonradan Romalılarda bu sınıf geliştikçe aynı kelimeyi benimsemişlerdir. Toprak rejiminde bir terim olarak kullanılır. İngiltere’de bunun karşılığı “1 an d L o r d” denilen geniş toprak mülkü idi, toprağın mirasla parçalanmaması yardımiyle büyük ve kesif çiftçiliğin doğmasını sağlamıştır.
Layiha (p r o j e t): Devlet işlerinin planlanması, düzeltilmesi, toplum bozukluklarına karşı tedbir alınması için devlet otoritelerine verilen projeler. “Layiha” 1ar Ortaçağ toplumlarından hükümdarlara verilmiş, bazen sahibinin yerini, hatta canını kaybetmesine, bazen ileri sürülen fikirlerin bir derecede gerçekleşmesine sebep olmuştur.
'Lehçe (i d i o m e): Bir dilin birbirinden güç anlaşılacak kadar ayrılan dallarından her biri. Ağız ve “şive” lehçelerin içindeki alt-bölümler-dir ki, birbirlerini kolay anlarlar.
Lekelemek (s o u i 11 e r), Lekelenmek (e t r e s o u i 11 e): Bir kimsenin toplumdaki itibarını düşürmek, kendisme menfi değerler vermek, yahut böyle bir takım saldırmalara uğramak müsbet değerlerini kaybetmek demektir. Lekelemek “iftira” şeklmi alınca, saldırıcı toplumda adam öldürme gibi bir suçlu durumuna düşer.
Leninizm (leninisme): Marx’m eserlerine ait yorumlamaları ve yeni yayınları ile bu çığıra özel bir şekil veren Lenine’in görüşü. Buna göre proletarya devriminin kurduğu devlet, sonraki devrimlere göre bir adımdır. Amaç devleti lüzumsuz hale koymaktır. Emperyalizm kapitalizmin son merhalesidir. Bundan dolayı, sınıf savaşı yalnız bir ülkede patron - işçi arasında dikey değil, aynı zamanda kapitalist ülke -sömürge arasında yataydır.
Levent (soldat volontaire): OsmanlIlarda bir özel asker zümresi. Ayrıca şövalye anlamına gelir.
Levirat (baldızla evlenme): Bir kimsenin daha yaşlı erkek kardeşinin, veya bir yakın akrabasının dul eşi veya eşleri ile evlenme yükümlülüğünde olmasından ibaret âdet. Bazen Levirat dul baldızın, ihtiyaçlarını sağlamak için kayının ödevi sayılmıştır. Ölenin kardeşinin hakkı olan mirasa, dul eşinin de karışmasını sağlar. Bazı ka-vimlerde kayın bu mirastan vaz geçer ve dul eş kocanın ailesine bir tazminat ödeyerek onu satın alır. Dul eşin evleneceği kimseyi kocanın akrabası arasından seçme hakkı olduğu yerler de vardır. Bazı kavimlerde Çokkarılı ailede baldızla evlenme (sororat) ile Levirat kurumlan yanyana yer alır.
Liberalizm (liberali sm e): Parlementolu siyasî rejimlerde siyasî özgürlük ve partilerin savaşması esasını kabul eden görüş. Liberalizm demokrasinin yalnız hürlük ilkesine göre yorumlanmasından doğar. İktisat alanındaki şekli hür değişimcilik (libre - echangisme) ve daha ileri şeklinde gümrüklerin serbestliğidir ki 19 uncu yüzyılda İngiltere’de savunulmuş ve gittikçe yerini kontrollü sisteme bırakmıştır.
Liderlik (1 e a d e r s h i p): Liderlik veya şeflik küçük toplumlar ve zümre dinamiği içinde daha kolay incelenir. Liderliğin türlü görevleri vardır: a) hakemlik (arbitrage), b) aracılık (mediateur), c) örnek olmak (exemple), d) zümrenin sembolü olmak, e) ferdî sorumluluğun bekçisi olmak, f) ideologluk vasfı, g) zümre içinde manevî baba rolü almak, h) Şamaroğlanı veya “vur abalıya” rolü ki, oyunda bu “ebelik” şeklini alır. İki türlü liderlik vardır: 1) otoriter, 2) demokratik. Küçük zümre dinamiğinde zümreyi meydana getiren unsurlar arasındaki etkileşmeler bu iki liderlik şekline göre ayn manzaralar
alır. Birincisinde münasebetler gerginlik gösterir ve kolaylıkla saldı-rici olabilir. İkincide münasebetler sempatiktir ve denge daha kolay sağlanır. (D. Krech and R. Krutchfield, Theory and Problems of so-cial psychology). Sosyometri küçük zümrelerin doğuşunda liderlik kavramı üzerinde durur.
Liman (p o r t): Deniz kıyısındaki şehirlerde deniz yolundan transit ve trafik işlerinin düzenlenmesini sağlayan kısım. Liman çoğu kere bir koyda veya nehir ağzında kurulur. Bunlar yoksa dalga kıranla sun’î liman yapıhr. İndirme ve bindirme araçları rıhtım, gümrük, Gar, depo ve silo’lar, Dok’lar limanın unsurlarıdır. Girip çıkan gemilerden liman resmi (droit de port) ahnır.
Limit (limite): Aslında bir matematik terimi ise de bütün toplum olaylarının statistik ve grafikle gösterildiği hallerde limit terim olarak kullanılır.
lâng (1 inchage): Eski terimde “recm” veya kamu sanısınca çok ağır suçlu sayılan birinin, kanım tarafından cezalandırılmasını beklemeden, taşa tutmak suretiyle öldürülmesi. Linç etmek.
Lisan (1 a n g a g e): Bir dilin kurallarının bütünü ile birlikte ele alınması ki, konuşulan veya yazılan dil (langne) den ayırmak için “lisan” terimini kullanma zorunda bulunuyoruz.
Lisanbilgisi (linguistique): Lisanın kurallarını karşılaştırmalı olarak inceleyen bilgidir ki, toplumlarla ilişiğine göre sosyoloji içinde yer alır. Diller, ağızlar, lehçeler ve bunların doğuşu ve kökleri, birbirleri ile kök bakımından ilişiği ve dil aileleri incelendiği zaman filoloji (philologie) adını alır. Hint-Avrupa dilleri, Ural-Altay dilleri gibi dil aileleri bu incelemeler sonunda meydana çıkarılmıştır.
Livata (s o d o mi e): Sapık cinsî münasebet. Peygamber Lut’un kav-minde azgınlaşan bir sapıklık olarak anlatıldığı için bu adı almıştır. Bk. Ayrıcinse ilgi.
Liyakat (m e r i t e): Bir toplumda insanların görevlerini başarı ile yapabilme güçleri. Ona göre değerlendirilirler.
Loca (1 o g e): Masonluk gibi kapah organlaşması olan bazı birliklerde her bölümün aldığı isim.
Lohosahk: Gebe kadının çocuk doğurduktan sonra belirli bir zaman süresinde, içinde kaldığı yasaklı devre ki, bunun kökü bu sırada kadının âdet kanının tabu sayılması ve kadının kimseyle konuşmaması durumudur. Lohosahk süresi kültür çevrelerine ve toplumlara göre değişir. Bazı kavimlerde lohosa yatağına ana yerine baba yatar: Karaib’lerde olduğu gibi.
Lonca (Corporation): Türk ortaçağ iş organlaşması önce tam İktisadî - dinî bir karakter taşıyan “ahilik”, “Fütüvvet” teşkilâtı idi. (Bk. Ahilik.) Usta, kalfa, çırak dayanışmasına göre kurulmuş olan bu teşkilât 18 inci yüzyıla doğru yan tarikat halindeki dinî karakterini bırakarak doğrudan doğruya İktisadî bir organlaşma olmaya başladı. Ancak yine usta - çırak ilişiği devam etti. İşte bu yeni şekil Lonca’dır (logia) ki, ahilik gibi başlarında “şeyh” 1er bulunacak yerde “Kahye” lerle yöneltilmektedir. Dinî karakter kaybolmakla birlikte bazı ayinler ve dualar kalıntı halinde yaşamaktadır. Lonca aynı zanaati yapan ve aynı şehirde oturan, aralarında sıkı bir imâl ve satış
- tekeli hüküm süren zanaatçilerin Birliğidir. Ahilik (confrerie) zamanında olduğu gibi lonca rejiminde de aynı kurallara uyulmuştur. (Gedik (j u r a n d e) bir loncaya giren iş atölyelerinden her birinin adıdır. (Afet inan, Histoire economique de l’’Em-pire turc-Ottoman, 1941.)
M
Maç (m a t c h): Çağdaş kollektif oyunlardan futbol ve benzerlerine ait yarışmaya verilen ad. ,
Maden endüstrisi (Industrie minerale): Çağdaş milletlerin gelişmesinde büyük rolü olan ağır endüstri ile hafif endüstrinin bir kısmını içine alır. Demir ve kömürün yakın bölgelerde olması bu endüstriyi geliştiren şartlardandır. Son zamanda petrol endüstrisi kömürün yerini almaya başlamıştır.
Magistratum (lat. kel.): Roma’da Devlet adamı.
Maddecilik, tarihî (materialisme historique): Marxçılığın bir başka adıdır. Hegel diyalektiğini kullanarak kurulduğu için diyalektik materyalizm adını da alır. 18 -19 uncu yüzyılın mekanik maddeciliğinden diyalektik oluşu ve insanlık tarihini açıklamasiyle ayrılır.
Mahalle (qu art i er): Kasaba veya şehirler, her biri birer yerleşme birimi karakteri gösteren mahallelerden ibarettir. Bir mahalle ötekilerden cami, pazar, medrese ile ayrılır. Fonksiyonları farklılaşmamış eski şehirlerde mahalle bütün toplum fonksiyonlarım kendinde toplayan bir toplum birimidir. Çağdaş toplumlann şehirlerinde fonksiyonlar farklılaştıkça mahallelerin yerini daire’ler (arrondiss em e n t veya bezir k) almıştır. Mahalle’nin muhtarı, ihtiyar heyeti, imamı, kayyumu, me’zini, bekçisi vardır. Bunlar mahallenin devlet, belediye ile ilişkilerini sağlar, dinî görevlerini görürler.
Mahkeme (t r i b u n a 1): “Yargı yeri”. Türkçe hukuk terimlerinde Yargıtay, savcı, yargıç, tanık gibi kelimeler yerleşmişken, sonradan eski türkçenin en ağdalı hukuk diline dönülmüşse de yine bu kelimelerden birçoğu yaşamaktadır.
Mahrumluk (frustration): İtilip kalma: İktisat anlamı ile geçim araçları olmaması hali. Fakat ayrıca toplum psikolojisi anlayışı ile İtilip kalma da denebilir. Bunalma, angoisse karşılığı olduğu için söylenemez.
Makine (m a c h i n e): Teknikte kullanılan aletlerin evriminden doğmuş ve insan emeği yerine mekanik kuvvetleri koyan üretim ve taşıt, imâl araçlarına verilen addır. Makine çağdaş toplumun en esaslı unsurlarındandır. Yeni icatlarla makinenin gelişmesi çağdaş kapitalizmin en esaslı unsurlarındandır. Yeni icatlarla makinenin gelişmesi çağdaş kapitalizmin geniş çapta büyümesine sebep olmuştur. Makine insan emeğini lüzumsuz bıraktığı için buradan işsizlik, İktisadî kriz gibi birçok sonuçlar doğmuştur. Ayrıca makinenin doğurduğu iş bölümü insan kişiliğine etki yapmış ve ailenation denen ruhî-sosyal krizi doğurmuştur. Maşinizm bugünkü iktisat, eğitim, ahlâk, hatta sanat ve fikrin esaslı problemlerinden biridir.
Mal (marchandise): iktisatta imâl edilen ve satışa çıkarılan eşya anlamına gelir.
Malikâne (g r a n d e propriete hereditaire): Batıda “nobles-se” sınıfına ait büyük toprak ve şato, “land lord”, feodal sistemden kalan kurum. Türk ortaçağında toprak, aslında devlete ait olduğu için (timar, zaamet) “malikâne” bunun dışında özel imtiyazlarla kurulurdu. (Buna propriete seigneurialede deniyor.)
Malthusçuluk (m al thus i an i s m e): Malthus (1766-1834) nüfus olaylarında en derin iz bırakmış olan bir İngiliz bilginidir. Malthus-çuluğu yeni malthüsçuluk’la kanştırmamahdır. Malthus nüfusun geometrik silsile ile, gıda maddelerinin aritmetik silsile ile arttığını, bu yüzden nüfus çoğalmasının beslenme buhranı doğuracağını söylüyordu. Yeni malthusçulnk ise şöyle diyor: eğer insanlık reproduction hususunda kendi haline bırakılırlarsa nüfus gıdadan daha çabuk artacaktır. Bunun için doğumları azaltmalıdır. (Bk. Doğum kontrolü.) Malyağmalama: tikel kavimlerde Potlatch ve benzeri kuramlarda kabileler veya aileler arasında şeref kazanmak ve böylece itibar üstünlüğü sağlamak için yapılan ziyafet şeklindeki törenler. Bunlarda hedef doyurmak değil, başkalarından üstün görünmek olduğu için, hangi kabile veya aile daha çok sarfederse daha “şerefli” sayılır. Böylece birçok tüketim maddeleri, kullanılmamak üzere “yağmalanır”.
Mana (îdi): Eski türklerde îdi veya îdi-kut bu anlama geliyor. Mana, totemlerde ve klan fertlerinde ortak olan kutsallık vasfıdır. Bunlardan başka klan’da İntichiuma ayinleri sırasında kullanılan ve klan fertlerinden her birinin dinî sembolü olan churinga’larda da “mana” vardır. Mana, ruhçu ve tabiatçı dinlere göre klanın oturduğu bölge dolayındaki topraklar, kayalar, çalılıklarda da bulunur. Bu dinler birçok inançlarını (kadının gebe kalması, rüya, ölüm, v.b.) buradan çıkarırlar.
Manastır (monastere): Hıristiyan tarikatlarının dinî işlemleri ve eğitimi yaptıkları yer. Ortaçağ manastır okulları başlıca ilim merkezleri idi. Manastır İslâmlıktaki “tekke” veya “zaviye” nin bir derecede karşılığıdır.
“Manav” (aborigene): Batı Anadoluyu dışardan gelen (göçmen) ve göçebelikten yerleşmiş (yörük) nüfus dışında eskiden yerleşmiş ve yerli köylere verilen ad. Özel olarak yemiş satanlara da “manav” denmektedir.
Manevî ilim (G eis t es w i s s e n s eh af t): Dilthey’m görüşüne göre “anlayış” (verstehen) metodunu kullanan ilimdir ki “açıklama” (erklâren) metodunu kullanan tabiat ilminin karşısında yer alır. Fakat Dilthey, Aug. Comte ve Spencer’in bir tabiat ilmi gibi kur-, mak istedikleri sosyolojiyi manevî ilimlere giremediği için redde-diyorken (Simmel’i bundan ayırıyor), onun çığırından giden ve anlayış metodunu olasılık (probabilite) ve statistik ile tamamlayan Max Weber, sosyolojiye yeni bir tarzda yer vermektedir. Bk. Anla-layıcı sosyoloji.
Manevî silahlanma (rearmement moral): 1938 de protestan rahibi Frank Buchman tarafından kurulmuştur (öl. 1961). Gayesi “Allahın planına göre dünya birliğini yeniden kurmak” tır. Merkezi Montreux’dedir. Türkiye’de kurulan “Manevî Cihazlarıma” bu hareketi örnek olarak almıştır. İdeolojisi şüphe götürmez birkaç fikre dayanır: insanlar şeylerden önce gelir. Her insan değişebilir. Müra-kabe ve nefs muhasebesinde tasavvufa benzer. Namusluluk, saflık, faydagütmezlik, sevgi başlıca esaslarıdır. Metodu mitingler, konferanslardır. Hakikî devrim insandadır. Şiddete değil, iyiliğe dayanır. Komünist hareketleri bunu fena karşılamıştır.
Manevileşme (spiritualisation): Bir toplumda değerler ve âdetlerin kaba şeylere ait olmaktan çıkarak “mânevîlik” (spirituatilte) halini alması demektir, tikel toplamlarda bu süreç henüz yoktur. Ta-biatüstü âlem ve ruhların ebedîliği fikri doğdukça manevileşme başlar. Bu da siteler ve imparatorların doğuşu ile paraleldir. Eski Mı-
Sosyoloji Sözlüğü — 13 sır, Mezopotamya ve Hintde üstün âlem ve manevilik fikirleri uyanmıştır.
Mâni (s t r o p he populaire): Dörder mısralık ve her biri bağımsız bir anlam taşıyan tekerlemeler. “Afani” 1er ardarda geldiği zaman buna bir “mâni katarı” denir, fakat yine bağımsız kalırlar. Bu vasıfla halk destanından ayrılırlar.
Mani (m a n i e): Melankolinin karşıtı olan ruh hastalığı. Basit şeklinde . herhangi bir konuya aşın düşkünlük demektir. Maniler .“tirakilik” şekillerini alır ve toplum şartları tarafından geliştirilir. Sigara, kahve, içki, kumar, v.b. düşkünlükleri gibi. Azgın mani şeklini bunlardan ayırmalıdır.
Mantık - öncesi (prelogique): L. Levy - Bruhl’e göre ilkellerin zihniyeti bizim mantık ilkelerimiz olan çelişmezlik ve özdeşliğe göre işlemez. Bunun için onların düşünce tarzına o “mantık-öncesi” diyor. Bororo klanından bir kimse kendisini aynı zamanda hem bororo (papağan), hem buğday tanesi (arara) sanır. Strehlov’a göre bir vahşi kendisinin çadırda iken, ormandaki avlanan ruhunun yaptığı zarardan sorumlu olduğuna inanır. Levy - Bruhl “İlkellerde zihin fonksiyonları”, “İlkel zihniyet” gibi kitaplarından sonraki eserlerinde bu mantık-öncesi tabiri yerine “duygusal kategori” gibi daha yumuşak bir terim kullandı ve katılma (participation) fikrinde biraz geriledi.
Marazîlik (m o r b i d i t e): Toplum olgularında marazî (morbide) deyince, Durkheim bir tür içinde istisna olan olguyu anlıyor. Bir tür veya tipe göre marazî olan, onca, başka bir evrim derecesinde başka bir tipe göre normaldir. Bir ikinci marazî veya patolojik, toplumun organlaşmasını kaybetmesi halinde meydana gelen işlem (fonksiyon) bozukluğunda görülür: kültür değişmelerinde bütünlüğünü kaybeden her toplumda organlaşma bozukluğu olabilir. Inflation olayı inanç sarsıntısı, ahlâk sarsıntısı, ortak kamu sanısının kaybolması birer “marazî” olaydır.
Marjinallik (marginalite culturelle): Çatışma halindeki iki kültür arasında kalan bir ferdin bulanık (ambigü) durumunda görülen ruhî kriz. Bu, başlangıçtaki özümseme süresinde, eski değerlerin yerine yeni değerleri koyan bunalmak bir safhadır. Kültür marjinalliği-nin arazları (s y m p t ö m e) tavırlarda bulanık çiftdeğerlilik (ambi-v a 1 e n c a), aşağılık duygusu ve ödeme denemeleridir. Kültür mar-jinalliğinin karakteri olan kişiliğin bozulması Nevroz halini alabilir ve bu durumda olan kimseleri suça, alkolikliğe ve kendini öldürmeye götürebilir. Kültür marjinalliği, bütün krizler gibi geçicidir. Zamanla özümseme yine başlar ve ayarlama suretiyle ruh dengesi yeniden kurulur. — Bunun başka bir şekli “ırk marjinalliği” dir. Çatışma halindeki ırklar arasında doğan karşılıklı peşin hüküm bunlardandır. Bu olgunun doğurduğu krizin en belirli tipi “melez” lerin ruh kompleksinde görülür.
Marxçılık (M a r x i s m e): Kökü Kari Marx’dan gelen felsefî - sosyolojik doktrinlerin toplumuna verilen addır. Marxçıhk sınıf savaşma esaslı bir tarihî rol verir ve başlıca yakın çağda burjuva ve proletarya sınıflarının savaşında kapitalist sınıf m işçi sınıfı tarafından yenilenmesinin toplumun geleceğini gerektireceği fikrini savunur. Marxçı-hğa göre toplum her yerde altbünye ve üstbünye olaylarından meydana gelir ve birinciler İkincileri gerektirir. Bk. Altbünye, komünizm, Devrim, siyasî partiler.
Masal (c o n t e p o p u 1 a i r e): “Efsane” ile “masal” ı ayırmalıdır. Birincisi mitos’lara daha yakm, insanlık dünyasından daha uzak, İkincisi mitos’lardan çok uzak ve insanlık dünyasının içindedir. Bunun için “masal” ı (c o n t e) “efsane” den ayn ele almalıdır. Efsaneyi belki mitos çevresi içinde inceleyebiliriz. Masal, insanlığa ait vakaların üstün bir kuvvet, “kader” tarafından yönetildiği kronolojik olmayan, yani zaman-dışı akışıdır. “Evvel zaman içinde ahir zaman içinde” diye başlayan masallar bu zaman-dışı oluş vasfım gösterir. Masallar toplamların göçebelik (kabile) ve yaygın folklor devrelerine aittir. Bu yüzden insanlıkta kavimden kavme geçmiş birçok ortak masallar vardır.
Masaluydunna (f ab ulat i on): A. Adler’e göre aşağıolma kompleksinin eseri olarak çocuğun hayalindekiler! gerçekmiş gibi anlatmasından ibaret bir çocuk psikolojisi olayıdır. Fakat uydurulan motifler çoğu toplumda hazır olan modellerden meydana gelmiştir.
Maske (m a s q u e, persona): Eski Yunanda aktörlerin taktığı iğreti kişilik aleti olan? maske genel olarak “takma kişilik” anlamına gelir. Bugün de “maskeli” olmak sahte veya iğreti bir kişilik kullanmak demektir. Toplumda değerlerin istediği emir ve yasaklarla insanların ferdî güçleri arasındaki boşluğu türlü şekillerde bu “maske” kişilikleri doldurmaktadır. Personne veya kişi kelimesi ve türlü kişilik anlamları buradan doğmuştur.
Masonluk (franc-maçonnerie): Eski çağda Kudüs tapmak divanlarını yapan dıvarcı ustalarının kendi aralarında kurdukları teşkilât. Bir tarikat halinde kapalı ayinleri olan bu teşkilât sonra da Batı ülkelerinde devam etmiş ve yahudi olmayanları da içine alan bir fikir ve inanç teşkilâtı haline gelmiştir. Bu bünye değiştirmesinden sonra fransız devrimini ve İtalyan millî hareketini hazırlayanlara yardımı olmuştur. 2. Meşrutiyette İttihat ve Terakkinin siyasî hazırlığında da rolü oldu. Fikir ve inanç toleransını düstur edinmiştir.
Masraf (d e p e n s e): Herhangi bir teşebbüs veya ev yönetimi için tüketilen şey. Masraf mertebelenmesi hierarchisation des depenses) bunun ihtiyaçlara göre derecelendirilmesidir.
Maşinism (m achin i s m e): Makinelerin kullanılmasiyle başlayan ekonomik devir. Bugün maşinism bütün Batı memleketlerine yayılmıştır ve her gün daha çok yayılmaktadır. Mecanisation bir atölyenin makine girdikten sonra geçirdiği şekil değiştirme halidir. 1) Tabiî enerjilerin basit bir mekanizm ile araçsız kullanılması, 2) tabiî enerjinin şekil değiştirmesi: buharlı makine, elektrik motörü, atom motörü gibi.
Maşlah Çarşafla aynı zamanda türk şehirli kadınlarına mahsus bir giyim tarzı. Çarşaf şehir içinde, maşlah yazlıkta giyilir ve yüz açık olurdu.
Meclis (Assemble e) : Belirli aralıklarla toplantılar yapan kurum. Böyle bir kurum bir kasaba, şehir, bir eyalet veya bütün bir millete ait olabüir. Şehirlere ait olduğu zaman “şehir meclisi”, eğer bu şehirler bağımsız cumhuriyetler ise siyasî meclis, bir millete ait olduğu zaman “Millet Meclisi” adını alır. Parlemento ve Senato bu meclislerin iki şeklidir.
Meclisli hükümet (p ar le m e n t arism e): Parlemento Anayasası’nm kurduğu iki Meclisin bütünüdür. Parlementonun başlıca işi kanun -yapma (teşri) kuvvetini çalıştırmaktır. Üyelerinde kanunyapma gücü vardır. Fakat bu güc Anayasa ile sınırlanmıştır. Bütçenin hazırlanması ve tasdiki, çeşitli hükümet kontrolü ve tenkidi görevlerindendir. Mületvekillerinin teşriî masunluğu vardır. Bu da baskı altında bulunmadan, konuşabilmelerini sağlar.
Mecaz (symbol e): Manevî değerleri gelişmiş bir toplumda şeyler, hareketler ve jestler manevî hallerin ifadesinde mecaz (sembol) görevini görürler. Söz gelişi: mistisizmde veya Yunan Mister’lerinde (Orpheus, Eleusis, v.b.) ayinlerdeki belirli hareket ve jestler böyle sembollerdir. Eski türk samanlığında da Mevlevîliğin “Semâ” ına benzer devrler, kol ve ayak hareketleri vardın Selâm, reverans, yere kapanma, v.b. lan da aynı görevi görür.
Medhiye (apologie): Bir insanı veya bir inanç ve kurumu aşırı derecede öğmek. Bu, şiir, nutuk veya eser şekillerinde olabilir. Medhiye hükümdarlara, savaş kahramanlarına, savunulan bir fikir akımına çevrildiği zaman söylendiği toplum şekline göre ayrı roller oynar. Bir dinin öğülerek mensuplarının uyarılması için yapılanlara apologetique (irşad) denir.
Medenî kanun (d r o i t c i v i 1): Esas, Batı memleketlerindeki Roma kanunu olmak üzere her memlekete göre özellikler alan çağdaş medenî ilişkilere ait kanun.
Medine (çite, c i v i s): Bir tapmak veya aynı zamanda pazar yeri etrafında kabilelerin yerleşmesinden doğmuş, kale ile çevrili ilkçağ şehirleridir. Medine, site’nin İslâm dünyasında aldığı isimdir. Islâm -Doğu “medine” leri ile Batı site’lerinin başlıca farkı birincide kamu hukuku ve belediye hizmetlerinin yeteri kadar gelişmemiş olmasıdır.
Medenî (civil, civique): Medineye, siteye ait. Yerli uygarlık site ile başladığı için “medenî’' kelimesi aynı zamanda uygar demektir. Sitelilik (citoyen) ve şehirlilik (citadin) anlamlarını bundan ayırmalıdır. Bk. Sivil.
Medeniyet (civilisation): Site (medine) ile başlayan yerleşmiş uygarlık. Yerli ve göçebe kavimlerde ortak olan ve farklı bir çok çevrelere ayrılan kültürden ayırmalıdır. Bk. uygarlık.
Medeniyet değişmesi: Bk. Kültür değişmesi.
Medeniyet tipi (culture pattern): Bir dereceye kadar aynıcinsten ve toplumca kabul edilmiş düşünce, duygu ve eylem şeklidir ki, onlara bağlı olan maddî şeyleri de içine alır. Bir medeniyet veya kültür tipi toplum etkileşmesinden doğar ve belirli bir sosyal organlaşma için korunma gücü gösterir. Bazı yazarlar bu kelimeyi kültür tekilleşmesinin eşanlamı olarak kullanıyorlar.
Medrese: Ortaçağ İslâm ilim kurumu. Medreselerden önce bu görevi Cami öğretimi görürdü. İlk medrese Büyük Selçuklulardan Melikşah zamanında, onun veziri Nizam ül-Mülk’ün Bağdat’da kurduğu Nizamiye medresesidir. Medrese öğretimi sırf dinî değildi. Orada “ulum-i-dahîle” denen başka kültür çevrelerinden gelen ilimler de okutulurdu. Sonradan medreselerde uzmanlıklar başlayınca her dinî ilim dalma ait medreseler de kuruldu. Tanzimatta çağdaş ilimleri okutan kuramlarla medreseler bir süre paralel olarak rol oynadı ve bazen çatıştı. Cumhuriyetten sonra “medreselerin kaldırılması” ile bu kurum tarihe karıştı.
Eski medreseler ilk, orta ve yüksek öğretimi içine alan birçok derecelere ayrılır. Ayrıca çeşitli ilim dallarına ait uzmanlık medreseleri de vardı. Bu kuramlarda ders verenlere “müderris”, öğretimde onlara yardım edenlere “muid” denirdi.
3) Ortaçağ İslâm toplumlarmın ilim kurumu. Batıdaki Manastırlara, bazı farklarla, karşılıktır. Batıda "Manastır” hem tekke hem medrese rolünü oynadığı halde, Islâm âleminde “medrese” dinî öğretimin akılcı yönünü, “tekke” mistik yönünü temsil ediyordu.
Medyan (m e d i a n e): Statistikte bir değerden üstün veya aşağı gözlemlere göre değişgenin değerine medyan denir.
Mehdilik (messianisme): İslâmda Mehdi’nin dünyanın sonunda meydana çıkarak insanları kötülükten kurtaracağı sanısı, şiy’ilik etkisi ile şiy’î olmayan çevrelerde de yayılmıştır. Hıristiyan dünyasında bu inanca karşılık “messianisme” vardır. Yahudilikten kalma bir inanca göre dünyanın sonunda Mesih gelerek “paria kavmi” kurtaracaktır (Max Weber). Anlam genişletilmesiyle bu kelime dinci ve kerametçi devlet (theocratiq u e, charismatique) hareketlerinde de kullanılır. Afrikada böyle hareketlere çok rastlanır.
Mekanografi (mecanographie): (mecanos: vasıta; grap-hos: yazmak): Mekanik vasıtalarla yazmak demektir. Bugün mekanik, elektrik veya elektronik vasıtalar kullanarak hesap, statistik ve matematik işlerini görme anlaşılıyor.
Mektep (e c o 1 e): Medrese dışında dünya bilgileri verilen okul. Arap-çada bu kelime yazı masası demek olduğu ve ükokula “küttab” dendiği halde Osmanlı devrinde bu kelime önce ilkokul, sonra bütün laik okullar anlamında kullanılmıştır.
Melek (ange): Birçok dinlerde tanrısal âlemle insanlar arasında orta yeri alan kutsal varlıklardır ki manevî varlıklar olarak tasavvur edilir. Keldanda Moloch adını alırdı.
Mecelle (c o d e): Kanunların bir araya getirilmesinden meydana gelen kanun kütüğü. Özel olarak Cevdet Paşa başkanlığında yapılmış ve eski fıkıh doktrinlerinin Hanefi fıkhı temeline göre düzenlenmesinden ibaret kanun anlaşılır.
Melezleşme (m e t i s s a g e): Irkların karışmasında zıt ırklardan olan kimselerin evlenmesinden doğan karışık tiplerin doğması. En çok beyaz ve zenci karışmalarında görülür. Moğol ve beyaz, veya zenci ve moğol karışmalarında da vardır. Mületler melezleşmelerden meydana gelmiştir. Ancak ırk peşin hükmünün etkisi altında bulunan yerlerde aynsayma (dis er imin at i on) olayı melezlerin ağır toplum baskısı ve halk saldırmalarına uğramasma sebep olmaktadır.
Memurculuk (f on e tio nn a ris m e): Toplum işlerinin tamamen memur sınıfının elinde bulunması hali. Bureaucratique yönetim (b ü-rokrasi) deyince de aynı şey anlaşılır. Buna kırtasiyecilik dendiği zaman menfi bir anlam kasdedilir .
Merasim (e e r e m o n i e): Bk. Tören.
Merkantilizm (me r c an tilisme): Physiocrate’larca üretici olmayan ve yalnız altını biriktirmeden ibaret verimsiz iktisat sistemine verilen addır ki 17 nci yüzyılda İspanyol İmparatorluğunda kullanılmakta idi.
Merhamet (p i t i e): Türkçe “acımak”. Ahlâk ve psikoloji ile ilgili bir terim olmakla beraber doğuşu ve gelişmesi bakımından toplum ve kültür çevrelerine bağlı türlü şekiller gösterdiği ve toplum evrimine tâbi evrimi olduğu için sosyolojik terimdir. İlkellerde acıma duygusu bizim toplumlarımızda olmayan manzaralar gösterir: çocuk öldürme, baba öldürme kurumlan, topluma giriş ayinindeki işkenceler acımanın olmadığının belirtileridir. Fakat baba - çocuk ilişiği şımartma derecesinde sevgi ve acımayla karışıktır. İnsanlara ve hayvanlara acıma üniversel dinlerden sonra doğmuş yeni duygulardır. Nietzsche hıristiyanlığm ve Schopenhauer’ın “acıma” ahlâkına hücum eder.
Mezat (enchere): Ölen veya göç feden bir kimseye ait eşyanın satışa çıkarılması. Kelime artırma üe satış demek olan “müzayede” den bozmadır. Böyle satışların çarşı halinde toptan yapıldığı yere “Mezat yeri” denir.
Mizah (h u m o u r): Şaka’dan farklı olarak öfkelendirmeden eleştirme hedefi vardır. Nasrettin Hoca fıkraları, Bektaşi ve Bekri Mustafa hikâyeleri mizah örnekleridir. Kamu sanısının kuvvetli tenkit anaçlarındandır. Mizah gazetesi (journal humoristiçue) gündelik siyasî - sosyal hayatı güldürerek tenkid eder. Baha Tevfik’in 2. Meşrutiyette yayınladığı “Zekâ”, “Hande”, “Eşek”, “El-malûm”, v.b. böyle gazetelerdi.
Merkator (m e r c a t o r): Eski sitelerde dışardan gelen ve civitas’da oturan yabancı tüccar zümre. Eski Galata’da Cenevizliler gibi.
Merkeze toplanma (centralisation): Toplum ekolojisinde: insanların veya kültür unsurlarıma, ulaştırma ve taşıt yollarının birleştiği bazı noktalar etrafında bütünleşmesi. Bu noktalar, insanların eğitime, dinlenmeye, işe ait en büyük çıkarlarını elde ettikleri az veya çok devamlı ocaklardır. Merkezden faydalanan kimseler “katılma bölgesi” denen merkezle çevre arasındaki sahada otururlar. En büyük katılma bölgeleri olan merkezler merkezî iş sektöründe ve ona komşu olan yerlerde toplanır. Metropolda merkezlerden bir çoğu kendi sakinleri değil, uzak yerlerden gelenlerce kullanılmaktadır: New York ve Londra’nın malî sektörlerinde çevre bütün dünyaya kadar yayılır. Köy havzasında (zone) merkeze toplanma insanlar yönetim ve eğitim cihazlarının belirli bir bölgede ’ merkez noktalarına birikmesinden ibarettir. - Siyasî sosyolojide bu kavram yönetim mekanizmasının bir merkeze bağlı olmasını, bölgelerin hiç bir özerkliği olmamasını ifade eder.
Merkezleşme (concentratîon): Gerek tabiat gerek insanın yarattığı temelli ihtiyaçların doyurulmasına elverişli şartlar içindeki bölgelerde insanların ve teknik ürünlerin toplanması. Statistik yoğunluk merkezleşme derecesini ölçer ve yoğunluk haritaları coğrafya bakımından yoğunluğun en çok ve en seyrek olduğu yerleri gösterir. Endüstri bölgeleri en büyük demografik merkezleşme noktalandır. İş bölümü de bu bölgelerde en çok gelişir. Askerî bakımdan önem-lüik, taşıt kolaylıkları, ilk madde kaynaklan merkezleşmenin, başlıca şartlarıdır. Merkezleşme şehir kuruluşlarına zemin hazırlar.
Merkezsizleşme (decentralisation): Sosyolojide bölgelerin yönetim ve üretim bakımından özerkliği olan toplum şekillerine denir. Siyasî bakımdan savunma birliği dışında bölgelerin kendi özel şartlarma göre gelişmeleri ilkesini kabul eden görüştür ki “Meşrutiyet” yıllarında İttihatçıların “merkeziyetçilik” fikrine karşı Sabahattin’in savunduğu “ademi merkeziyet” fikri bu esasa dayanıyordu.
Mertebelilik (hierarchie): katlaşma (stratification) kelimesinden daha dar anlamda toplumun bir üst dereceye doğru yüksel mek üzere aşağıdan yukarıya doğru çıkılabüen toplum mertebelerine göre düzenlenmesi halidir. Mertebeli bir toplum kastlı toplumdan esaslı surette ayrıhr. Onu ümmet zihniyetindeki imparatorluklarda ve monarşilerde görürüz. En tam mertebelilik Batı monarşilerinin “zadegan” ve “ruhban” sınıflarının yükseliş sistemlerinin meydana getirdiği piramit halindeki düzenlerinde vardır.
Mertebelendirme (hierarchisation): Toplumda tabakaların veya genel olarak zümrelerin bir mertebelilik düzenine göre sıraya dizilmesine mertebelendirme ve toplumda zümrelerin böyle bir mertebe düzenine girmesine mertebelemne denir. Feodal bünyelerden monarşi veya imparatorluğa geçişte mertebelenme ve mertebelendirme vardır. Mescit (petite m o s q u e e): Mahalle cami’lerine umumiyetle “mescit” denir. Ayrıca köy ve bazen kasaba camileri de bu adı alırlar. (Tarihî bakımdan mescid ilk cami’lerdir. Cami kelimesi sonradan meydana çıkmıştır. Fakat bugünkü kullanışı ile sosyolojik bakımdan bu ayırışı yapmak doğru olur).
Mesken (habitation): Bk. barınak.
Meslek dayanışması (solidarite professionelle): Durkheim’a göre mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçen gelişmiş toplamlarda işbölümünün sonucu olarak meslekler ayrılır, fakat birbirini tamamlayan meslekler arasındaki dayanışma millî birliği ve bütünlüğü doğurur. Toplumda mesleklerin birbirine ihtiyacı yüzünden meslek içinde ve meslekler arasında dayanışma sınıflar arasındaki gerginlikten daha kuvvetli rol oynar. Bu noktadan Marx’cı sosyologlar ile Durkheim’cı sosyologlar tam ayrı kutuptadırlar.
Meslek niteleştinnesi (qualification p r o f e s s i o n n e 11 e): Teknik bilgiler, meslekî kabiliyetler, fikrî kabiliyetler toplamına bu ad verilir. 20 - 30 yıldan beri böyle araştırmalar yapılmıştır. Meslek niteliğinin seviyesi ve tabiatı bugün Fransa’da meslekî kabiliyet sertifikası adını alıyor: 1) iş gruplarının tahlili ve değerlendirilmesi, 2) şahsî kabiliyetlerin değerlendirilmesi: a-çıraklık, b-artan meslekî teşebbüs, e - ferdî gayretle temelleşmiş şahsî iş, d - meslekteki yeniden eğitim ve yeniden intibak başlıca tetkik konulandır.
Meslek öğretimi (enseignement professionnel): Meslek veya tarım öğretimi sosyal iş hayatının mühim bir dalıdır, öğrencilerin sayısı, açılacak okullann yerleri, bölge ihtiyaçları ile açılacak okul-lann ayarlanması, zanaat ve iş dallarında eksik olanlara ait öğretim kuramlarının doldurulması, ilk ve orta öğretimden meslek okullarına ayrılacaklar için meslek yöntemleri yapılması, öğretmenlerin yetişme tarzı, meslek öğretimi ile bunun uygulanacağı memleketin sosyal bünyesi arasındaki münasebet meslek öğretiminin öğretim ve eğitim sosyolojisindeki önemini gösterir.
Meslek taran teşkilâtlan (organisations professionnelles): Tarımda meslek organizasyonu birliğine doğru giden bir kurumlar şebekesi teşkil eder. Yan kamusal bir kurum kendi başına sınıflanabilir: Ziraat Odaları gibi. Tarım sendikalizmi bağımsızlığını muhafaza etmiştir. Kooperatifler birliği de özel karakterde teşebbüslerdir. Sosyal tanm teşkilâtlan devlete ve patrona karşıdır.
Meslek seçkinleşmesi (selection professionnelle): Hedefi bir zanaatte adayların kabiliyetini psiko - teknik sınavlarla ölçmektir. Bu suretle insanın işe en iyi intibakı sağlanır. Diyelim ki bir solak bir makineyi iyi yürütemez. Daltonism hastalığı olan kimse trafik memuru olamaz. Meslek yönetimi fertten hareket ettiği halde meslek seçkinleşmesi meslek verilerine dayanır: 1) işin tetkiki, 2) testler metodu, 3) psikolojide tatbik edilen statistik başlıca yollarıdır.
Meslek yöntemi (orientation p r o f e s s i on n el 1 e): Bir öğrencinin bir meslek dalı seçmesine yardım eden işlem ve araştırma bütünü. Meslek yöntemi ailenin, okulun, hekimin, psikoteknik sınavların, ilgili öğrenci ile özel konuşmaların ve sosyal hizmetlerin verdiği bilgiye' dayanır. Toplanan bilgi bir dosya teşkil eder ve ilkokuldan başlayarak çocuğun kabiliyetlerinin gelişmesine göre sıralanır. Teknik öğretim vesikalar bürosunda bulundurulur. Millî Eğitim Bakanlığı bu esaslara dayanarak gençlerin meslek seçimini canalise eder, meslek okulları açar veya çoğaltır.
Meslekleşme (carrie ri sa tion): Ferdin bir meslek içerisinde oraya tam intibakını, iş hayatının önceden görülmesi suretiyle, gösteren yeni bir terimdir. Meslekleşme, organlaşmış bir meslekte yer alma ile (noterlik, avukatlık, v.b.) iş hayatının kararsız olduğu başlangıç şekilleri arasında orta yerdedir.
Meşveret (conseil national): Islâm sosyolojisinde “meşveret” önemli bir yer tutar, “Şura” yı (consultation) emir eden birçok ayetler vardır. İlk İslâm devleti de (dört halife) bir nevi seçim, usulü ile gelmiş halifelerle, yani Cumhuriyetle yönetiliyordu. Sonradan Emevîlerde bu halifelik hanedan sistemi halini almıştır.
Metabolizma (metabolisme social): Corrado Gini’ye göre toplumda alttan yukarı doğru olan nüfus hareketleri devamlı bir görev değişmesine ve Pareto’nun gösterdiği gibi eski seçkinlerin savaşlar, devrimler ve krizlerle kaybolarak yerini aşağıdan gelen yeni seçkinlere bırakmasına sebep olur. Bu olay toplumda enerjinin tazeleşmesini, yani metabolizmayı meydana getirir. Kastlı ve hareketsiz top-lumlarda bu metabolizma olmadığı için toplum yenileşemez ve donup kalmaya, gerilemeye uğrar.
Metod, sosyolojide (methode sociologique): Durkheim tarafından kuralları tesbit edilen bu metoda göre toplum olaylarını bir fikir değil, bir şey gibi görmek, bu incelemede her türlü peşin fikirleri (prenotion) bırakmak, bir toplum olayını ancak yine topluma ait olan (social) başka bir olayla açıklamak ve toplum açıklamalarında başka olayların (biyolojik, psikolojik, fizik) ancak şart görevi gördüğünü gözönüne almak gerekir. (Durkheim, Regles de la methode sociologique). Sosyoloji gözlem, tecrübe ve deney araçlarına sırasına göre baş vurur. Bir yandan statistik metodunu kullanan Durkheim bir yandan da kök araştırması yaparken etnolojik monografi metoduna baş vurur. Science sociale’in monografik ankete dayanan metodu birinciden oldukça farklı olduğu gibi (Paul Descamps, Cours de Methode de Science sociale, 1921) yine bu okulda da Durkheim’in görüşü ile yaklaştırma yapmıştır (P. Descamps, Sociologie experimentale, 1932). Greenwood deneyin uygulanmasına ait çeşitli metodlan gösterdi (Greenwood, Experimental Sociology, 1949), tarafımızdan türkeçeye çevrilmiştir.
Metres (m a ît r e s s e): Evli veya bekâr bir adamın evi dışında devamlı olarak yaşadığı kadın. Tekkarıh batı toplumunda metreslik meşru olmayan bir ilişki şeklidir. Fakat transız sarayında metresler meşru gibi açıklanıyordu. Metresliği meşrulaştırmak isteyen bir eğilim de vardır.
Mevali (les affranchis): Azatlı köleler. “Mevlâ” nın çoğulu. İslâm devletlerinde, başlıca Abbasilerden sonra büyük bir yer tutar, Arap olmayanların araplara (şüyuh) karşı siyasî hareketinden doğan “şu’ubiye” fırkasını hazırlamış ve araplarla arap olmayanları ayıran Emevî devletini yıkmıştır. Mevalî içinde iranhlar, türkler, hintliler, v.b. vardı.
Mevsim ritmi (rythme s ai s onnier): Birçok toplumlarda, başlıca toplayıcılık ve avcılıkla geçinenlerde mevsim dönümleri toplumun kesifleşmesi, belirli ayinlerin yapılması için vesile olur. Birçok ayinler çiftçi toplumlarda dahi ekim ve hasat zamanlarına düşer. Eskimo-larda kış toplanma ve sosyal hayatın canlanma zamanıdır, yaz dağılma ve bağlantıların gevşeme mevsimidir (Hubert et Mauss, Melan-ges de sociologie religieuse).
Meydan (agora): Romada şehrin kenarına rastladığı için “kenar” anlamına gelen “forum” kelimesi, Yunanda “agora” genel olarak siteler veya şehirlerin kamu işlerini gördükleri toplantı yerleridir. Seçimde, tartışmalarda, ayin ve bayramlarda “meydan” m rolü büyüktür. Toplum canlılığını orada kazanır.
Meydan (p 1 a c e p u b 1 i q u e): İlkçağ sitesinde başlayan meydan, güreş ve yanş yeri, toplantı yeri, v.b. dir. Et meydanı, koşu meydanı, ok meydanı, talim meydanı, köy meydanı (meydancık) gibi çeşitleri vardır.
Meydan dayağı (flagellation publique): Eski eğitimde, başlıca askerî eğitimde büyük yer tutardı. Ceza gören, muzika çalarken meydanda asker önünde cezasını çekerdi. Falakadan farklı bir şekildi. Ağır suçlarda “ibreti âlem” için uygulanan meydan dayağı bugün hemen hemen kalkmıştır.
Meyhane: İçki içilen yer. Batıda dince içki yasağı olmadığı için bütün lokanta (restaurant) larda aynı zamanda içki de içilebilir. Fakat İslâm dini içkiyi yasak ettiği için Ortaçağda “aşhane” 1er dışında bir nevi tolerans ile “meyhane” 1er kurulmuştur.
Mezarlık (c i m e t i e r e): Kasaba ve şehirlerin çoğu kere dışında bir de ölüler şehri (necropolis) vardır. Mezarlık dinî inançların tarzına göre türlü şekiller alabilir. Ölüler gömülür, yakılır veya yırtıcı kuşların parçalamasına bırakılır. Bunlara göre mezarlık tarzları da değişir. Ölülerin yakılması âdetinin hüküm sürdüğü bir toplumda mezarlık yer altında ölü küllerinin saklandığı destilerle dolu yeraltı mahzenleridir (cataeombe). Ölülerin mumyalanması âdetinin hüküm sürdüğü toplumlarda mumyalar yeraltında veya Mısırda olduğu gibi Piramid’lerde saklanır. Anadolu Selçuklularında da mumyalama âdeti vardı. Türk - İslâm geleneğinde köyler, kasaba ve şehirlerin, çoğu ağaçlıklı (Doğuda servi ağacı) mezarlıkları vardır. (Necro-p o 1 i s = ölüler şehri). Çeşitli geleneğe göre süslü, heykelli veya düz yazılı taşlarla ayırdedilir.
Mezhep (s e c t e): Evrensel bir dinin bölündüğü büyük dinî cemaat ki, dinin temel inançlarının yorumlanmasında öteki kısımlardan ayrılır ve ayrı bir Kilise halinde organlaşır. Mezhebin doktrini kökten ayrılıklarla ifade edilmiştir ve “salik” leri fanatik bir inançla ona bağlanmışlardır. Evrensel dinin ilk 'doktrininden (orthodoxie) ayrılan mezheple (heteodoxie) ana doktrin arasında çoğu kere şiddetli bir gerginlik vardır ki bu “mezhep savaşları” nı doğurur. Islâm, hı-ristiyan ve budist dünyalarında mezhep savaşları büyük rol oynamaktadır. : sünnîlik-şiy’ilik, ortodoksluk-Nesturîlik, katoliklik-protes-lık arasında olduğu gibi.
Mezin (müezzin): Halkı namaza çağırmak üzere mesçit veya camilerin yüksek bir yerinden (minare) ezan okuyan kimse. Kiliselerdeki çan’la çağırışa karşı İslâmlıkta ezanla çağırış vardır. Çan’ın madenî sesine karşı ezanın İnsanî sesi son zamanda plak sesi ile azçok değiştirilmiştir.
Mihrak (aut el): Mihrab Kâbe’ye doğru yönelmiştir ve camide namaz kılanlar, önde imam olmak üzere, mihraba, yani Kâbe’ye doğru namaz kılarlar. Fakat Mihrap autel kelimesinin tam karşılığı değildir. Çünkü, eski dinlerde autel kurban kesilen yerdi.
Mihrap (santuaire): Tapmağın en gizli yeri. Yalnız rahiplerin girmesine mahsus olan kapalı yer, İsrail’de Mabedin en kutsal kısmı (Harem ül ahram).
Mikrososyoloji (microsociologie): Gurvitch’in ileri sürdüğü bir görüşe göre mikrofizik gibi sosyal olaylarda da küçük zümrelerin kuruluşunda ince mikyasta bir mikrososyoloji olabilir. Kaba mikyasta büyük toplumlarda görülen determinizme orada rastlanmaz. Küçük zümrelerin doğuşunda kendiliğinden (spontane) yaklaşma ve seçmeler rol oynar. Gurvitch, Moreno’nun “sociometrie” si ile kendi görüşü arasında uygunluk ve benzerlik olduğunu işaret ediyor.
Milis (milice): Resmî ordu dışında bazı siyasî hareketlere yardımcı olarak silâhlandırılmış olan teşkilâtlı kuvvetler. Milis’ler devrimlerde sınıf egemenliğini sağlamaya yararlar ve ordunun dışında iğreti olarak önemli görevleri gördükleri olur.
Militarizm (m i 1 i t a r i s m e): Devlette asker kuvvetinin hüküm sürmesini isteyen görüş. İdareyi ordu gücüne dayandıran her siyasî şekle militarizm denebilir. Bu bazen mutlak hükümdarlık, bazen meşrutî idare, bazen Cumhuriyette de olabilir.
Millet (n a t i o n): Kendi birliğinden haberi olan ve kendisine ait bir toprağı egemenlikle kontrol eden siyasî organlaşmak toplum. “Millî şuur” denen şey milletin bir tavrı (modalite’si) dır, ve genel olarak kollektif şuur’un da özel bir halidir. Milletin çeşitli tanımlan onun bünyesinin çok karmaşık ve unsurlarının yer yer değişen şartlara göre farklı olmasından ileri gelir. “Irkçı”, “iktisatçı”, “coğrafyacı”, hatta “dilci” millet tanımlan hep tek yönlü ve bazı durumlarda yanlıştır. Çünkü ileri sürülen bu görüşler milletin temelini değil, yalnız oldukça değişik olan şartlarım meydana getirirler. En sağlam olan dil birliğinin dahi bulunmadığı haller vardır. Bunun için milleti kültür ve gelenek birliği diye tanımlamak doğru olur. Çeşitli millet tiplerinde yukarıki şartların payları ayrıca gözönüne alınmalıdır.
Millet tipleri (types des n a t i o n s): Bir toprak üzerinde bağımsızlıkla yaşayarak ve bir kültür birliğine dayanarak çağdaş uygarlık şartlarına göre gelişmekte olan toplumlara millet diyoruz. Bu tarife göre, kendi siyasî gücü, kültür çabası olmadan bağımsızlık verilen ilkel toplumlara millet demek sosyolojik bakımdan yanlış olur. Çağdaş uygarlık seviyesinde olmadıkları gibi, bağımsızlıklarını da kendileri kazanmış değillerdir. Bunlara ancak sözde millet (pseudo-nation) denebilir. Böyle toplumlar klan veya aşiret bünyelerini aşarak çağdaş toplum seviyesine geldikleri zaman gerçek anlamda millet olabilirler. Bunların dışında millî kültüre sahip olan veya olmakta olan toplumları da birbirinden oldukça farklı başlıca üç grupta toplayabiliriz: 1) Tarihî merkezleşme milletleri: bunlar feodal bünyeden monarşiye geçerek büyük şehirler ve kültür birliği kurmuş olan milletlerdir. İktisadî bakımdan kapitalizm şekline girmişlerdir. 2) İktisadî olgunluk milletleri: birincilerden ayrılmış ve aynı kökten bağımsızlık kazanmış milletlerdir: Kanada, Güney Afrika gibi. 3) Siyasî olgunluk milletleri: imparatorlukların parçalanmasından doğan ve eski devletlerinin askerî kuvvetine dayanarak bağımsızlık kazandıktan sonra endüstrileşmeye çalışan milletlerdir. Türkiye, Rusya, Avusturya, Yugoslavya gibi. Birincilerin tabiî - tarihî gelişmeleri üçün» cülerde bulunmadığı için, onların gelişmesi sarsıntılı ve buhranlı olmaktadır.
Milletlerarası kurumlar (institutions Internationale s): 1918 de milletlerarası cemiyetin (o zaman bizde kullanılan adı ile “Ce-miyet-i akvam” m) kuruluşu ilk teşebbüs oldu. Fakat bu kuruluş to-talitarism’e ve İkinci Dünya Savaşma mani olamadı. Birleşmiş milletler Teşkilâtı (ONU) İkinci Dünya Savaşından sonra kuruldu. Yaptırıcı gücü birincisinden biraz daha kuvvetlidir. Umumî Meclis, Sekreterlik, Emniyet Şûrası, Milletlerarası Adalet Şûrası, v.b. yardır.
Milletlerüstü kurumlar (institutions supranationales): Hür olarak kabul edilmiş bir otorite altında aynı bölgedeki bazı memleketleri birleştirmeye çalışır. 19 uncu yüzyılda alman devletleri gümrük birliği (Zolverein) ile birleştiler. 1948 de Avrupa İktisadî işbirliği teşkilâtı bu maksatla kuruldu. Batı Avrupa birliği de böyledir. Amerika Birleşik Devletleri böyle kurulmuştu.
Milletlerarası değişim (echange international): Sözleşmelerin mahiyetine göre: 1) ithal veya ihraç edilen malların ticaretine, 2} bölünmez ahitleşmelere (transanction) ait olabilir. Milletlerarası işbirliğinin tam olmadığı istikrarsız zamanlarda bu değişim zayıftır. Ortak pazar bunu kuvvetlendirir.
Milletlerarası Sosyoloji Derneği (Association Intern. de S o-c i o 1 o g i e): Unesco’ya bağlıdır.
Milletleşme (nationalisation): Bir kimsenin farklı kültürü olan bir ülkeye geçerken bazı alışkanlık ve tavırları kazanmasından ibaret olan özümseme şekli. Özümsemede olduğu gibi yeni alışkanlıkların kazanılması önceki bazı alışkanlıkların silinmesi veya değiştirilmesini gerektirir. Milletleşme ancak gerçek milletler arasında mümkündür. Halbuki özümseme herhangi bir insan zümresinde, meselâ kabile, site veya burglarda olabilir. — Bu kelime hem devletleşme (önce gördük) hem “milletleşme” yani millet olma anlamına gelir. Millî şuuru yeni kazanmakta, kültür yaratmakta olan bir toplum haline milletleşme denir. Bu bazen bir ümmet ruhu içinden geçerek, eski kavmî kültürünün temellerine göre çağdaş uygarlığa girerek olur [Gökalp’m açıklama tarzı]; bazen de koloni olmaktan kurtulmak için yapılmış kültür çabaları ve bağımsızlık savaşları ile olur. Her ikisi de milletleşmedir. Gökalp bu çabalar için arapçadan “istimlâl” kelimesini icad etmişti ki, herhalde milletleşme ondan daha iyi anlaşılır.
Milling: Bir toplulukta huzursuzluk yaratan karışık hareketler.
Milliyetçilik (nationalisme): Toplumda millî kültürü hâkim kılmak veya başka bir toplumun baskısından kurtulmak ve bağımsızlık kazanmak için uyanan kültür ve siyaset eğilimlerine milliyetçilik denir. Bu hareket imparatorlukların ayncinsten bünyesine ve genellikle emperyalizme karşı doğmuş olmakla beraber kapitalizme dayanarak saldırıcı şekiller de alabilir. Bu İkincisinde milliyetçilik millî emperyalizm veya ırkçılıkla karışır.
Milliyet düşmanlığı (a n t i • ııa tionalisme)ı Genellikle millî hareketlere karşı olan görüşler için kullanılır. Aşırı ümmetçilik, milliyet düşmanlığı olduğu gibi millî kültürlerin büyük kültür çevreleri içinde erimesi sonucuna varan bir enternasyonal görüş de milliyet düşmanıdır. Sovyetler emperyalizme karşı kolonileşmiş toplum-ları koruma politikası tuttukları zaman milletlerin uyanışını destekler gibi görünüyorlarsa da Üçüncü Enternasyonalin ilkelerine göre buna inanmak saçma olur.
Millî korunma kanunu (1 o i de protection nationale): Millî serveti korumak ve para değerinin düşmesine engel olmak için çıkmış olan bu kanun fiat murakabe kurumu ve belediye mürakıplan ile ihtikârı önlemeye çalışıyordu. Bu kanun ve uygulanması eski Osmanlı “ihtisap ağaları” nın görevini görmeye çalıştı.
Minare (m i n a r e t): Cami dışında ezan okunan ve asıl binadan ayrı yüksek yer. Minarelerin ilk şekli Irakta Ziggurat’ların, Suriye’de belki de kilise kulelerinin taklidi ile başlamış ise de sonradan incelerek orijinal şekiller almıştır.
Minber (estrade): Camilerde hatib, vaiz veya müderrisin hutbesini ve dersini verdiği kürsi (chaire) dir ki, bu tanıma göre minberin dinî ve dünyevî çift görevi vardır.
Mir: Sovyet rejiminden önce Rusya’da bulunan toprağa ait bir kolektif mülk şeklidir ki, yalnız Ukrayna’da yoktu, insanlar toprağa iğreti olarak sahip olup, toprak parçaları belirli devrelerde yeniden bölü-şülürdü. Bu sistem eski İsparta’da ve başka yerlerde de vardı.
Miras (h er i t a g e): Baba ve anadan veya yaşlı akrabadan yeni kuşaklara geçen mülk, mal ve eşya üzerinde sahibolma hakkı. Miras hakkı toplum şekillerine, hukuk sistemlerine göre değişir.
“Mirî”: Toprak, mülk ve eşya olarak Devlete ait olanlar demektir. Eski topraklar: 1) arazi-i emiriye, 2) arazi-i memlûke olarak ikiye ayrılırdı. “mirî” kelimesi eski terim olmakla birlikte tarihî sosyolojide kullanılmaktadır. Türkçede “Beylik” denir.
Misafirseverlik: Bk. konukseverlik.
Misak (p a c t e): Islâm geleneğinde, hatta islâmdan önce araplarda birçok toplum işleri sözleşme’ye (pacte) dayanırdı: ilk islâmlara karşı kureyşlilerin direnmesi de böyle bir ‘.misak” a dayanmıştı. Is-
SÖ8
tiklâl savaşında Erzurum kongresinden sonra ilk sözleşme .‘Misala-millî” adım aldı.
Miscegenation: Melezleşmeden doğan nüfus karışımı süreci.
Mistik (mystique): Olaylar arasında akılla kavranması mümkün olmayan sırlı ve gizli ilişkiler olduğu şeklindeki görüş. Mistiklik (m y s t i c i s m e) birçok dinler, dünya görüşleri ve felsefelerin ortak kavramıdır. Genel olarak ilkel dinlerde mistik görüşün hâkim olduğu söylenir. İleri toplumlarda “mistik” 1er ayrı bir zümre meydana getirirler ve dünya hayatı dışında “tekke”, “zaviye”, “couvent”, “manastır” denen yalnız yaşadıkları yerler vardır. Iş ve değer bölümü mistikliğin dünya işlerinden ayrılmasını sağlar.
Mistiklik (m y s t i c i s m e): İnsan ruhunun mutlak Varlıkla (Allahla) doğrudan doğruya ve mahrem birleşmesine inanç. Mistiklik hem bir yeni varoluş tarzı, hem de gündelik ve İlmî bilgiden ayrı ve onlara “üstün” olduğu iddiasında bir bilgi tarzı getirir. Mistikliğin esası vect veya cezbe (extase) halinde bulunmaktadır. Bu hali bütün dinler doğurursa da, dinlerin organlaşmış kuramlarında cezbe yoktur. Bundan dolayı mistiklik bütün dinler içinde kapalı (esoterique) bir öğreti çevresi teşkil eder. Tapmakların en içinde, herkesin giremiyeceği bir yere aittir, ileri dinlerde “zâhit” ve “sufî” denen ayrı zümreler mistik hayatı yaşarlar. Hint, hıristiyan, İslâm dinlerinin özel mistikleri vardır. Bk. Gizemcilik.
Mister (m y s t e r e): İlkçağ dinlerinde halka gizli olan ayin ve törenlere verilen isim: Orpheus, Cybelus misterleri gibi. Bir sembol altında gizlenen anlamını da ifade eder. Bk. Gizem.
Miting: Kamu sanısının birleştiği bir amacı siyasî iktidara veya dünyaya bildirmek için yapılan hareketsiz veya yürüyüşlü toplantılara denir. Miting bildirilmek istenen halk eğilimlerini ve kamu sanısının amacını ifade eden yazılı lavhalarla veya nutuklarla bildirilir. Mitingler saldırıcı değildirler ve siyasî iktidarın kontrolü altındadırlar. Fakat mitinglerin kalabalık ruhunun taşmasına ve homurtulara sebep olduğu, bu yüzden taşkın ve saldırıcı olduğu zamanlar da olabilir.
.Mitoloji (m y t h o 1 o g i e): Tabiatüstü varlıkların (tanrılar ve kahramanlar) hayat hikâyelerini anlatan Efsaneler ve Mitos’lan, bütün ilkel 'kavimlerin başlangıç halinde mitolojileri vardır. Fakat asıl mitolojiler ilkçağ kavimlerinde, sitelerde gelişmiştir. Yazılı ol-, mayan mitolojiler ve edebî şekil aldığı zaman Epopee’ler meydana gelmiştir. Tanınmış büyük mitolojiler Yunan, Hint, Iran, Fin, Cermen, İskandinav mitolojileridir. Yakutlar ve Türklerin de mitolojileri bir derece tesbit edilmiştir.
Mobung: Avustralya klanlarında ayin eşyasını (Şuringa’lan) bir mağarada saklayan ve ayin zamanında bunları hazırlayan kimse. Mo-bung’un hiç bir başkanlık gücü ve ferdî üstünlüğü yoktur. Klanlarda henüz fertlikler belirmemiştir. Yalnız büyücü’nün özelliği vardır.
Moda (m o d e): Adetler ve göreneklerden daha çabuk değişen ve taklitle yayılarak bir süre için ortaklaşan geçici âdet. Moda çabuk yayıldığı kadar çabuk değişir, örf ve âdetlere karşı geldiği zaman dahi kaçınılmaz bir yayılma gücü vardır. Toplum olaylarının en yüzde ve en değişmeye elverişli olanı olmakla birlikte yayıhcılığı dolayısiyle en kaçınılmaz olanlarındandır.
Modern (çağdaş): Toplumlar arasında en çok gelişmiş olanların temsil ettikleri teknik, bilgi ve zihniyet seviyesi. Modern kavramı devirden devre değişir. Ortaçağda en modern toplumlar İslâm toplamları idi. Bugün Batı kültürünü yaratan toplamlardır.
Monografi (monographie): Bk. Metod. Anket, soru cetveli
Morfoloji (morphologie sociale): Toplamların şekillerini, dış ve iç bünyelerini inceleyen sosyoloji dalıdır. Morfoloji kavramı botanik ve zoolojiden geçmiştir ve Ekolojiden ayrılır.
Muahede (p a c t e): Bk. ahitleşme.
Mucize (m i ra e 1 e): Kutsal rolü olan başkanlann gösterdikleri, tabiat olaylarının gerekliliğine aykırı ve olağanüstü hareket ve fiiller. “Mucize” peygamberlere, “keramet” velî’ier ve aziz’lere vergidir.
Mukataa: Türk imparatorluklarına vergi bir toprak yönetimi rejimidir. Eski türklerde bunun “Tarhanlık” halindeki ilk şeklini görüyoruz. Selçuklularda buna “mukataa” deniyordu (Nizam ül-Mülk, Siyaset-name). OsmanlIlarda da aynı sistem devam etmiştir. Buna göre ele geçen toprak boy beyleri arasında bölünür. Yönetimi onlara aittir. Fakat asıl mülk devlete aittir. Bu mülkü devlet adına yöneltenler derece derece yükselmek üzere timar, zaamet ve has sahipleridir.
Muhafazakâr (conservatif): Siyasî hayatta âdetler ve geleneklere uyan ve kökten değişiklik istemeyen görüş. Muhafazakârlar, bundan dolayı devrimcilere olduğu kadar eski şekillere dönmek isteyenlere de karşıdırlar.
Muhtariyet (autonomie): Bk. özerklik.
Muhtar (prepose de village): Köyde devleti temsil eden ve yönetimle görevli kimse. Muhtar köyde “ihtiyar heyeti” ile birlikte çalışır. Şehirde ise, her mahallede aynı görevi mahalle muhtarı (p r 6-p o s e de q u a r t i e r) görür. (Bu kelime özerkli = a u t o n o-m e anlamında da kullanılırdı.)
Sosyoloji Sözlüğü — 14
Mukavele (e o n t r a t): Bk. sözleşme.
Mum söndürme (promiscuite): Bazı kapalı ilkel topluluklarda bulunduğu iddia edilen, belirli zamanda cinsî yasakların kalkmasına ait âdet, ilkellerde var olduğu eski etnologlarsa ileri sürülmüş Pirauru ye benzeyen bu âdetin yaşayıp yaşamadığı tesbit edilmemiştir.
Murakaba (c on trol e, examen de conscience): 1) Maliye ve idare işlerine ait devlet veya belediye tarafından yapılan kontrol.
2) insanın vicdanında kendisiyle hesaplaşması: bu ikinci anlamı sufîler kullanırlar ve yakın bir kelime ile “muhasebe” (hesaplaşma) derler.
Musiki (m u s i q u e): Kulakla ilgili sanat şekli, folklor ve klasik olarak her iki tarzında da bir geniş sanat kurumudur. Bk. Folklor.
Muskacılık (f e tichisme): Kutsal değeri olan ve kutsal varlığın örneklerinden meydana gelmiş “muska” 1ar, “fetiş” lere inanma ve onlara ait pratiği yapmadan ibaret din şekli. Evrensel dinler gözünde muskacılık terk edilmiş olan ilkel dinlerin bir kalıntısıdır ve yasak edilmelidir. Bk. Büyücülük.
Mutfak (cuisine): Her kültür çevresinin, kendisine vergi ayrı bir mutfak tarzı vardır. Bu tarz, o kültür içinde yaşayanların beslenme ve sağlık şartları üzerine doğrudan doğruya etki yaptığı için mutfak tarzları ile insanların uzvî - ruhî bünyeleri arasında sıkı münasebet vardır. Beslenme şeklindeki bozukluk insanların sağlık durumlarını da bozduğu için hayat süreleri, çalışma güçleri, mizaç ve karakterleri üzerine tesir etmektedir. Bundan dolayı kültür değişmelerinde mutfak tarzlarının birinci derecede faktör olduğunu gözönüne almak gerekir.
Mübadele (echange): Bk. değişim.
Mübarek (s a C r e) Bk. uğurlu.
Mübadil (population chargee d’echange): îki memleket arasındaki nüfus değişimi anlaşmasiyle, karşılıklı yurt değişmesine tabi olanlar. “Mübadil” bırakacağı toprak ve mülke karşı gideceği yerde aynı değerde toprak ve mülk alacaktır. Yunanistan-Türkiye, Pakistan - Hindistan arasında mübadillik anlaşmaları yapılmıştı. Nü-> fus değişimine tabi olmayanlara “etabli” deniyor. Mübadilliği bir taraflı olan sığınanlar (mülteci) den ayırmalıdır.
Müceddit (renovateur): Bir toplumda görevini kaybetmiş kalıntı kurumlan yenileştirmek ve diriltmek gücünde olan kimse: din, ahlâk, hukuk, siyaset mücedditleri vardır.
Müdahalecilik (i n t er ve n t ion i s m e): Özel teşebbüs işlerine devletin karışması esasım kontrol eden iktisat görüşü.
.Müderris (maître-theologien): Eski Medrese teşkilâtında orta ve yüksek öğretim kuramlarında ders veren kimse. Meşrutiyette Darülfünun profesörleri için de kullanılmışken Cumhuriyetten beri bırakılmıştır.
Müfti (jurisconsulte): Fıkıh esaslarına göre fetva veren kimse. Bu işi gören yer Fetvahane idi. Bk. Fetva.
Mühendis (ingenieur): Devlet adına veya özel olarak yapı işleriyle uğraşan kimse: yol, köprü, bina, v.b. yapılara göre türlü dalları vardır.
Mültezim (m e d i a t e u r des revenus pubics): Timar usulü bozulduğu zaman devlet adına kamu gelirini toplama işi kendisine verilen kimse. Kötüye kullanılmaya çok elverişli bir sistemin başıdır.
Mülakat (i n t e r v i e w): Sosyal psikolojide tecrübî metodların zenginliği bu yeni ilmin başlıca başarı sebeplerindendir. Bu ilim klinik, test, laboratuvar metodlarını ihmal etmediği gibi, başlıca “saha” araştırmaları ve bunun için ayrı metodlar kullanmaktadır. Bu bakımdan kullanılan esash metodlar şunlardır: tavır (attitude) ölçüleri, temsilî anketler, örnekleme tekniği ve teorisi (e c h an t il 1 on ag e), intervievv kuralları, “panel” tetkiki, sosyometrik tahlil, haberleşme (Information) tahlili, v.b. Bunlar üzerinde ayrı ayrı durmak bir sosyoloji sözlüğünün kadrosunu çok aşar. Bu metodlardan birçoğu 1934 den beri Murphy, Newcomb tarafından birçok alanlarda kullanılmaya başlandıktan sonra sayısız sosyal psikoloğun araştırma aracı olmuştur. înterview etnoloji ve sosyal antropolojinin esash metodudur. Fakat onu sosyal psikoloji de kullanır. Leighton ve Kluckhohn bu metodu Novajo çocukları üzerinde, Henry ve Spiro da projektif testlerle birlikte birçok yerli toplumları üzerinde kullandılar. Etnoloji kendi örnekleme metodunu sosyal psikolojiden almaktadır. Mülakat, etnoloji ve sosyal psikolojinin başlıca metodudur. Mülâkatçı kültür unsurlarına ait araştırmasını sorular cetveline göre veya serbest olarak süjelere sorar. Jean Stoetzel, Benjamin D. Paul den naklen anketçinin rolünü, ankete süje olan kimselerin vasıflarını, ankette nelerin sorulabileceğini anlatıyor (J. Stoetzel, La Psycho-logie Sociale pp. 27, 37. Flammarion, 1963).
Mülâzemet: Eski medrese teşkilâtında doçentliğe karşılık olan bir görevdi. Belirli derslerden mezun olan “danişmend” 1er kazasker defterine kaydolunarak müderrislik için sıra beklerlerdi. Buna mülâzemet def-■ teri de denirdi. Mülâzemet usulünün bozulması ilmiye sınıfına ait dirlik ve düzenin bozulması demekti.
Mülk (p r o p r i e t e): İnsanların maddî veya maddî olmayan şeyler üzerinde yapabildikleri çeşitli kontrol şekillerini işaret için kullanılan bir terimdir. “Mülkiyet” kurumuhun şekilleri son derece çeşitlidir, fakat her yerde rastlanır. Fonksiyonu belirli bir toplumun üyeleri arasmda servet kaynağı olarak çevrenin verdiği araçları elde etme tarzından ve ihtiyaçları doyurmak için ilişikler kurmakdan ibarettir. Birçok kimse bu hakkı kullanma veya bu şeyleri kontrol etme işine katılırsa “mülkiyet” ortaktır. Özel mülk kurumu yalnızca bir ferdin kontrolü altında bulunan bir hak meydana getirmiştir. Başka bir mülkiyet tipinin doğuşu toplum organlaşmasının belirli şekillerine bağlıdır. İlkel ka-vimlerde yalnız kollektif mülkiyetin olduğu varsayışı yanlıştır. Onlarda ferdî mülk ortakmülkle yanyana yer almaktadır. Sosyalist re» jimlerin savunduğu kolektif mülk belirli İktisadî şartlar içinde doğan, ferdî mülkün kontrollü yeni bir şeklidir.
Mülkiyet hakkı (droit de propriete): Bir takım eşya, toprak ve yapılar üzerinde insanın bunlara sahip olma ve kullanma hakkı ki,, bu hak çocuklarına veya yakın akrabasına geçer. Yazılar, icatlar gibi — doğrudan doğruya— maddî olmayan şeyler için de mülkiyet ' hakkı vardır. Tarife göre mülkiyet ferde ve ailesine aittir. İlkellerde bu ferdî mülkiyet yoktur. Av alanları, sürüler ve kutsal eşya top-lumundur. Yalnız klan fertlerine mahsus “şuringa” 1ar vardır; bunları ayin zamanı kullanmak üzere Mobung saklar. Ferdî mülkiyet züm-relerarası yarışmalar ve şeref kazanma kurumu olan Potlaç’laris elde edilir. Kabile ve sitelerde gelişmeye başlar. İmparatorluk ve feodal sistemde kuvvetlidir. Kapitalizm onu devam ettirir. Sosyalizmle beraber ferdî mülkiyete karşı mücadele başlamıştır.
Münacat (invocation): Tanrıdan yardım isteme, yalvarma, Ek. Yakarış. Herhangi bir dua ve namazdan ayrılır. Şür olarak, edebî bir şekildir. Kelime anlamı: kurtuluş istemek.
Münazara (d i s c u s s i o n): Tartışma: iki karşıt görüşün taraflıları: arasında bir hakemle yöneltilen düzenli ve mantıkî tartışma.
Mtinci (redempteur): Hıristiyanlıkta îsâ’da görülen kurtarıcı vasfu Müneccimlik (astrologie): Keldanlılardan beri yıldızlarla insanları» kaderi arasında münasebet olduğu inancına dayanarak, insanların ge^ leceği hakkında hüküm vermek üzere yıldızlara bakmadan ibaret ilim -dışı bir teknik. Bu türlü çalışmalarda elde edilen empirik bilgi sonradan İlmî astronomi’nin (heyet) doğmasında işe yaramıştır.
Münafık (hypocrite religieux): Bir inanç sistemi içinde yaşadığı ve bu sisteme inanmadığı halde inanır görünen kimse. Bu görünüş korkudan veya bir çıkar düşüncesinden ileri gelebilir.
Miirit (n e o p h y t e): Bir tarikata yeni giren ve tarikattaki manevî mertebelerde yükselmek isteyen kimse. Mürit, anlamı ile Allahı isteyen demektir. Fakat Allahın istediği anlamında “Murad” olur.
“Müsadere”: Osmanh Devletinde Kapıkulu’ndan yükselen devlet adamları yerlerini kaybettikleri zaman devletçe bütün mallarının “müsadere” edilmesi, yani mülk ve servetlerinin devlet zimmetine geçirilmesi âdeti vardı. Bu âdet özel mülkün kurulmasına büyük engeldi.
Müteahhit (fournisseur): Devlet adına bir teşebbüsü ele alan kimse. Yapı veya imâlde müteahhit masrafı görür ve teslim ettiği işe karşı kararlaştırılan parayı alır.
“Mütegallibe” (oppresseur): Bir köy veya kasabada gelenekten, şeref ve “itibar” dan kuvvet alarak değil, haksız olarak zorla sözlerini geçirenler, zorbalar. “Mütegallibe” halk üzerinde nüfuz kazanmak için hileden, para kuvvetinden, bazen Devlet kuvvetinden faydalanmaya çalışırlar. Asıl “eşraf” la “mütegallibe” veya devletle “mütegallige”, genel olarak halkla onlar çatışma halinde bulunabilir. En zayıfı bu sonuncusudur.
Mütevelli (administrateur d’une fondation): îslâm devletinde bir vakf’ı idare görevini alan kimse. Mütevellilik hakkı soyda devam eder. Bazen Vakf’ı yapan kimsenin ailesi mütevelli olurdu.
Müze (m u s e e): Eski çağların eserlerini sınıflayarak saklayan yer. İlkçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ müzeleri olduğu gibi, silâh, para ve arma müzeleri de vardır. Müzeler tarih ve sosyolojinin laboratuvarlandır.
Müzik (m u s i q u e): Musikî yalnız alaturka için kullanıldığı halde, genellikle müzik alafranga için kullanılmaktadır.
Müzika (m u s i q u e): Yalnızca bando ile çalınan askerî müzik için kullanılır.
N
Nakib (suppleant): Tekke şeyhlerinin ayin yaptıkları sırada yamakları olan bir iki kişi.
Nakil (transfert): Psikoloji ve sosyal psikolojide bir eğilim veya heyecanın yönünü değiştirmek başka bir yöne çevirmek anlamında kullanılır. Fakat toplum hayatında yaş zümreleri, meslek hayatına girme, eğitim gibi sebeplerle toplumun fertlerdeki eğilimleri yükseltme veya yön değiştirme üzerinde büyük etkisi vardır.
Namaz (p r i ere): îslâmda farz olan özel dua şekli. Arapça “salât”. Bk. Dua. (bir ayin olmayan dua’dan ayrılır). Kelimenin kökü hintçe-den gelmiştir.
Namus (honneur): “Şeref”, (dignite) ve yunanca kök kelimeye göre Nomos (kanun) demektir. Sosyoloji de din, ahlâk, örf ve âdet, hukuk, meslek, iş hayatı (itibar) gibi birçok kurumlan aynı zamanda ve geniş ölçüde ilgilendirir, “namuslu adam” aile, meslek, kamu sanısı, kanun, âdetler, v.b. gibi bütün değer ve kurumlarca itibar sahibidir.
Narh veya Nark (taxo): Devletçe bir satış için konulan resmî fiat. "Narhsız satış” devlet kurallarını çiğnemek demektir. Değişim hürlüğüne dayanan bir iktisat sisteminde “narh” yoktur.
Nazar: İnsanlar ve şeyler, din ve büyü inançlarına göre uğurlu - uğursuz diye iki zıt kutba ayrıldığına göre, uğursuz olanların insanlar üzerinde zararlı etkileri vardır, uğursuz bir insanın, bilerek veya , bilmeyerek, başka insanlar üzerinde etkisi “nazar” adını alır. Buna “nazar değmek” ve bundan korunmak için baş vurulan beyaz büyüye “nazarlık” veya “muska” denir.
Nazarlık (amulette): Nazar değmesin diye elbisenin bir yanma takılan muska cinsinden bir şey. “Kem gözden korumak” için kullanılan büyü inancına ait bir araç. Büyünün kaybolduğu toplumlarda kalıntı halinde yaşar.
Nazizm (Nazi): Alman nasyonal sosyalist örgütünün adı. Hitler’in kurduğu bu teşkilât İkinci Dünya Savaşında faşizmle birlikte rol oynamıştır.
Nezir (promesse de sacrifice): Bir dileğin yerine getirilmesine karşı yatırlara bir kurban adamak. Bk. Adak, adamak.
Nesli düzeltme (e u g e n i s m e): (e u: iyilik, g e n e s i s: nesil) Euge-nique ilminin uygulanması suretiyle elde edilen neticedir. Genel olarak ırkın ıslahı için kullanılan vasıtalar bilgisi diye tarif edilir. Eugenigue ilminin hudutları vardır. Nazi idaresinde ırkın ıslahı fikri kötüye kullanılmıştır: çelimsiz olanları iğdiş etme (castration) gibi.
Nikâh (contrat de mariage): Evlenmeyi dince veya kanunca tesbit eden sözleşme. Dince nikâh “İmam” m önünde, kanunca nikâh “nikâh memuru” ııun önünde kıyılır. Bir başka fiil ile “nikâh” bozulur ki bu “boşanma” dır.
Nişan (medaille): Yararlığı veya başarısı görülen kimselere her toplumda siyasî güc tarafından verilen şeref ödülü. Nişan orduda askerî yararlığı gösterdiği gibi ilim başarısına veya halk hizmetine karşı da verilebilir. Nişan almak bir şeref derecesi kazanmak demektir.
Nihilizm (n i h i 1 i s m e): İlk defa Tourguenief’in “Babalar ve Oğullar” (1862) adlı romanında zikredilmiş olan rus siyasî ve felsefî partisinin doktrini. Bu parti önce toplum örgütüne karşı fertçi açıdan kötümser bir tenkitti: fert üzerindeki her türlü baskıyı meşru değil görüyordu. Bu partinin bir kısmı 1875 den sonra suikasdlar yapan bir teşkilât halini almıştır. (İranda eskiden Batınîler aynı rolü oynamışlardı.)
Nişanlı bedeli (p r i x de la fiancee): ilkellerde nişanlı erkeğin veya ana-babasmm nişanlı kız ana-babası veya yakın akrabasına nikâhı kıymak ve ailenin bir üyesini kaybetmesine karşılık olmak üzere ödediği para veya mal. Ödemeler birçok eşya çeşitlerinde olabilir ve bazen birinci, hatta ikinci çocuk doğduğu zamana kadar yıllarca sürer.
Nişanlılık (f i a n ç a i 11 e s): Eevlenmeden önceki adaylık safhasıdır ki bunun süresi birçok kavimlerde örf ve âdetlere ve aile bünyesine göre değişir. Bazı yerlerde “nişanlılık” beşikten başlar. Orada çocuğun ilerde kiminle evleneceği ailesince bellidir. Buna “beşik kertmesi” denir. Bazı yerlerde gençlerin nişanlılarını seçme hürlüğü vardır ve nişanlılıkla asıl evlenme arasındaki zaman süresi çok uzundur; bu sürenin uzaması ya erkeğin vereceği “kaim” ı hazırlaması, ya da kızın “çeyiz” yapmasından ileri gelir.
Nom (no m e): Eski Mısır’da henüz site halini almamış olan küçük yerleşme çekirdekleridir ki bunların bir tapmak veya saray yakınında büyümesinden site’ler doğmuştur.
Nominalizm (nominalisme): Felsefede “isimcilik” cins ve türlerin isimlerden ibaret olup gerçek karşılıklarının olmadığı şeklindeki görüştür. Sosyolojide “isimcilik” veya nominalizm deyince klan, fratri gibi zümre adlarının sınıflanmasına göre toplumun şekli alması anlaşılır. Böyle bir isimcilikte zümrelerin adları ile tabiat eşyasının adları veya coğrafî yönlerin adları arasında bir uyarlık (corres-pondance) görülmektedir ve toplum sınıflamaları aynı zamanda tabiat sınıflamalarını göstermektedir.
Norm (norme): Norm kural, kanun demektir. 1) Gündelik dilde kural olarak kullanılıyor: ahlâk kuralları gibi. Norm ile ortalama’yı karıştırmamalıdır. Nitekim ortalama marazî veya anormalden ayırmayı sağlar. Norm bir değerler skalasını gerektirir. O zaman ortalamadan çıkarılamaz. Eğer bir memlekette insanların çoğu az gıda alıyorsa, gıda tüketiminin ortalaması bir norm gibi alınamaz. 2) Teknik normlar: teknikte normlaştırma, mahsulleri ve iş araçlarını or-ganlaştırmaya götürür: o İlmî terimleri tesbit ve malzemenin kalitesini tarif eder. Normalleşmenin hedefi üçtür: a) çeşitli mahsulleri . değiştirmek için birleştirmek; b) tetkiki, imali basitleştirmek: şekilleri en aza indirmek; c) özelleştirmek, yani en aşağı kalite kaideleri koymak.
Normallik (n o r m ali t e): Bir toplum veya kültür olgusunun, tamamlayıcı bir kısmını teşkil ettiği bir bütün ile tutarlığı. Bir toplumda geçerliği olan tiplerle uzlaşmayan davranış şekilleri, fikirler anormaldir. Kültürün bütünlüğünü kaybetmesi, toplumun organlaşmasını kaybetmesi anormal olguların çoğalmasiyle anlaşılır. Organlaşmanın kaybolma safhalariyle birlikte meydana gelen toplum ve kültür değişmesi, önce anormal gibi görülen davranış modellerinin yeniden değerlerindirilmesini gerektirir. Normallik kavramı göreli (r e 1 a t i f) dir, bunun için onun anlamı belirli bir kültür sistemine nisbetle kullanılış tarzına bağlıdır, “normal” kelimesi bazen yalnız niceliğe göre, ortalama anlamında kullanılır. Durkheim buna yakın bir tanım vermiştir (Bk. Sosyolojide Metod).
Normatif (kurallı): Olgu halinde değil, kural halindeki toplum görünüşü. Fakat Gurvitch, hukukun normatif oluşunu da bir olgu sayıyor ve buna “normatif olgu” diyor.
Nöbetçi (fonctionnaire de garde): Bir daire veya askerî birliği korumak için bekleyen görevli. Okul, kışla, hastane, eczane, depo, v.b. gibi kurumlarda nöbetçinin esaslı rolü vardır.
Nutuk (d i s c o u r s): Bir kalabalığa veya topluluğa söylenmiş olan Sözlerdir. Heyecanlandırmak hedefi ile, özel bir zümreye ilmi olarak söylenen konferans’tan ayrılır.
Nüfus (p o p u 1 a t i o n): Belirli bir anda herhangi bir havzada oturan kimselerin toplamı. Sabit kalan, azalıp çoğalmayan haline “dengeli nüfus” denir. Denge ölümlerle doğumlar, dıştan içe göçlerle içten dışa göçler arasında kurulur, o suretle ki bunların toplamında nüfus toplamı değişmez. Yerinde kalan nüfus (s t a b i 1 i s e e s) nicelik bakımından elverişli yaşama vasıtalarına karşılık olan nüfustur.
Nüfusbilgisi (demographie): Bk. Demografi.
Nüfus azalması (depopulation): Belirli bir toprak üzerinde herhangi bir nüfusun nicelik bakımından azalması. Nüfus azalması ölümlerin doğumlardan fazla olmasından, bir kısım nüfusun devlet kuvvetince memleketten çıkarılmasından veya İktisadî sebeplerle kendiliğinden dış göçlerinin artmasından ileri gelebilir.
Nüfus değişimi gerginliği (tention d’echange de popula-t i o n): Sığınanlara (r e f u g i e s) ait tetkiklerde esaslı konulardan biridir.
Nüfus sayımı (r e c en s e m e n t) i Statistik usulleriyle bir memleketin nüfusunu değerlendirme işlemi. Ortaçağda fiyef’lere ait başlangıç halinde nüfus sayımları vardı. Bunlar başlıca, asker olacakların tesbi-tine yarıyordu. Etraflı olarak nüfus sayımı Batı memleketlerinde 19.
> yüzyılda başlamıştır. Fransa’da ilk sayım 1801 de yapılmıştır. Türkiye’de Cumhuriyetten sonra nüfus sayımı 1927 de başladı ve her beş yılda bir yapılmaktadır.
Nüfus piramidi (pyramide de population): Belirli bir nüfusun yaş, cins, meslek, milliyet (uyrukluluk) gibi bazı karakterlere göre grafik halinde gösterilmesi şeklidir.
Nümayiş (demonstration): Herhangi bir maksatla yerli veya yabancı kuvvetlere karşı sempati ve antipati gösterilerini zümre halinde yapmadan ibaret halk hareketi. “Gösteri” bunun tam karşılığı değildir.
O
Oba (hameau): Köyün küçüğü. Bazen birkaç evden ibaret olan köy. Köy deyince anlaşılan ve kabile (fratri) ye bağlı olan mekanik dayanışma, muhtar, okul, cami, meydan, mahalle gibi başlangıç yerleşme kurumlanndan yoksundur. Oba’lar çoğu “aşiret” lerin yerleştirilmesinden doğmuşlardır. Bazen yalnız çobanın yatacağı yer ve ko-yunlann ağılından ibaret olacak kadar küçük şekilleri vardır.
Objektiflik (objectivite): Sosyolojide araştırıcının birinci derecede gözönünde bulunduracağı vasıf: sosyolog araştırmasında kendi düşüncesi ve duygularından sıyrılacak ve araştırdığı konuyu tam “objektif” olarak ele alacaktır.
Objeleştirme (objectivation): Toplumda hayallerin dışta sembollerle gösterilmesi genel bir vasıftır. Mitoloji, ideogram yazı, plastik sanatlar başlıca objeleştirme şekilleridir.
Ocak (f a m i 11 e e t a b 1 i e): Ev veya barınak halini almış olan aile. Burada kandaşlık zümresi olan aile ile yerleşme zümresi olan barınak birleşmiştir. “Konak” bababuyruğu ailesine ait iken “ocak” parçalanmış ve küçülmüş aileye aittir. “Ocağına incir dikmek”, “ocağım söndürmek”, “ocağın tütmesi” sözleri bu küçük zümrenin türk top-lumundaki önemini gösterir.
Odalık (c o n c u b i n e): “Cariye”, “müstefrişe” kelimeleriyle karşılanmıştır. Fakat “odalık” kelimesi de eskiden beri kullanılmaktadır. Atasoylu ve çokkarılı ailede erkeklerin nikâhlı olmadan eve aldıkları kadınlardır ki geniş anlamı ile ailenin bir unsurudur. Odalıklar ya sonradan nikâhla alınır, veya çırak edilerek evlendirilir.
Oğul (fi Is): Büyük oğul ve küçük oğul kavimler ve kültürlere göre farklı yer alırlar. Hanedanlarda da veraset ailedeki en büyük erkeği veya büyük oğula göre kurulursa da bazen bu hak küçük oğula geçer.
Oğuladuıı almak (tecnonymie): Bazı kavimlerde oğul baba adını alacak yerde baba oğul adı ile öğünür. Araplarda bu kurum yaygındır: Ebu Bekir, Ebu Talip gibi. Bize de bir süre geçmişti: Ebu Ziya, Ebu Bekir Hâzim gibi.
Okuldışı (e x t r a-sc olair e): Bk. Öğretim.
Okul-öncesi (p rese olaire): Yedi yaşından önceki devredir ki, bütün toplamlarda ev ve sokak çocuğun bu sıradaki yetişme şartlarım verir. İleri toplumlarda “ana okulu”, “çocuk bahçesi” bu yaştakiler! okula hazırlar.
Okul (e c o 1 e): içinde öğretim yapılan kurum, ilkel toplumlarda böyle ayrı bir kurum yoktur. Empirik veya dinî bilgi nesilden nesle ev hayatı, ayinler ve av, çobanlık gibi işler sırasında geçer, tik okul büyücülüğün öğretilmesiyle başlayan büyücü tarikatinde görülür. Eski Mısırda Harpedonapte rahiplerinin matematiği öğreten okulları vardı. Ancak sitelerin ve gök dinlerinin gelişmiş şeklinde (Manastır ve Medrese) sistemli okul başladı. Çağdaş okul ilk, orta ve yüksek olarak üç derecedir. (Suryanca kökü u s k u 1 dur ki, Batı dillferine oradan geçmiştir).
Okullu (e c o 1 i e r): Yedi yaşından üniversitenin sonuna kadar öğrenme yaşında olan ve “okul” a giden kuşaklardır ki, okuldışı öğrenme şekillerini de içine aldığı zaman “öğrenci” denir.
Okumuş (intellectuel): Bu yerde bir süreden beri “aydın” kelimesi kullanılıyor. Fakat bu, arapça “münevver” sözünün çevirisidir ve intellectuel kavramını karşılamadığı gibi, ayrıca “aydın” kelimesi clair’in tam karşılığıdır (clarte: aydınlık). “Okumuşluk” halkça eskiden beri “intellectuel” anlamında kullanılıyordu.
Ok-yay (arc et fleche): Barutlu silâhların icadından önce, kılıçla birlikte eski kavimlerin kullandıkları esaslı silâh.
Okumamışhk (analphabetisme): Okumak - yazmak bilmeyenler. Demokratik1 yönetimin esas görevlerinden biri okumamışlıkla savaş ve okumuş sayısının artırılmasıdır.
Oligarşi (oligarchie): Siyasî gücün sınırlı bir takım kimseler elinde bulunduğu rejimdir. Görevleri bakımından “oligarşi” siyasî gücün eşitsiz bölünüşü veya imtiyazlı statüsü olan bir zümrenin toplumda devamlı yerleşmesine doğru gider. Aristokrasi’den farkı bu zümrenin mutlaka toplumda “itibar” ı olan bir üstün soylular sınıfı olmaması ve güc kullananların elinde bulunmasıdır. “Mütegallibe” denen Ana-doludaki bazı kuvvetler bir çeşit bölge oligarşisi sayılabilir. Aristo buna aristokrasi’nin bozuk şekli diyor.'
Olgu (f a i t): Bir toplum olgusu, belirli bir tür içinde kendinde tekil (s i n g u 1 i e r) vasıfları toplayan ve türün incelenmesinde temel olan değişme halidir. Olay (phenomene) genelliği ve tekrar edi-lirliği ile “olgu” dan ayrılır. Ayrıca, tek olan, tekrar edilmeyen ve zaman içinde meydana çıkan “vaka” (eve nem en t) tarihe aittir.
, Sosyal süreçlerin tarihî oluşları için “vaka” demek yerinde olur. — Dar anlamı ile bütün toplum etkileşme süreçlerine "toplum olgusu” denebilir.
Olgunluk (m a turi t e): Fizyolojik ve psikolojik olgunluk aslında bir sosyoloji terimi değildir. Fakat bunların elde edilmesi toplum şartlarına, disiplininine, kültür tarzına bağlıdır. Ispartalılar genç nesillere istedikleri olgunluğu vermek için sıkı bir eğitimden geçirirlerdi. Beden sağlığı ve güçlülüğü için çok sıkı bir disiplin altında yetiştirirlerdi. Benedict bazı yerli kültürlerinde olgunlaşma için kullanılan sıkı rejimleri anlatıyor. Bazı kültür çevrelerinde ise cinsî hayatın disiplinsizliği, eğitimin gevşekliği olgunluğu çok geçiktirmektedir. Melanez-ya’da durum böyledir. Zuni’lerde ise çok sıkı bir disiplin vardır.
Ongun (totem): Klanlardaki kutsal hayvan ve bitki türleridir ki eski türklerde bu yerde “ongun” kelimesi kullanılırdı. (Bk. Totem). Ongun bir boyun hayvanlarının sırtına vurulan bir damga idi ki, stilleştirilmiş bir takım resim ve işaretlerdi.
Omacı (croque-mitaine, loup-garou): ilkel kavimlerin inançlarından kalıntı olması gereken bugünkü gelişmiş toplumların halk tabakaları arasında da devam eden hayalî ve tabiat galatı (monstre) varlıklar. Primitif zihniyetin mahsulü olan “omacı” bir kısım çocuk masallarında devam eder. Kötü bir eğitim vasıtası olarak çocukları korkutmak için “omacı geliyor” diyen dadı ve anneler vardır.
Ordali (ordalie): İlkellerde sanığın masumluğu veya suçluluğunu tanıtmak için, dayanabilme derecesini gösteren mistik bir çeşit soruşturma ve suç bulma yolu. Ateşten geçirme veya suya batırma denemelerinden sağ olarak çıkan sanığa suçsuz gözü ile bakılır. Ordali, bizim akılcı ceza sistemimizde olduğu gibi suça ait bazı izlerin bulunması üzerine ele geçen sanığa uygulanmaz. Bir ölüm veya kutsalı çiğneme olayında, o olay yakınında bulunan kimsenin “büyü” gücü ile bu zararı verdiğine inanıldığı için “ordali” bu büyü suçunu, meydana çıkaran mantık-öncesi bir isimdir.
22(İ
Ordu (armee, horde): Aslında “orda”, dirlikli bir insan yığını demektir. “Altın orda” da kullanılır. Batı dilinde sürü anlamına gelmek üzere “horde” şeklinde geçmiştir. Sonradan düzenli asker (armee) anlamında kullanılmıştır. Kabile bünyesindeki toplamlardan beri teşkilâtlanmaya başlamış olan savunma ve saldırma görevlerini yapan zümre. İlkellerde bu görev bütün topluma aittir. Toplum karmaşık şekiller aldıkça ordu ayrı bir zümre haline gelir. Devamlı ve düzenli ordular site devletlerinde başlamıştır: Mısırlılar, Asurlular, İranlIlar gibi.
Ordu-miIIet (nation-armee): Milletin temel kuvvetini yalnız devamlı silâh altında bulunan kuvvetler teşkil eden toplum şeklidir. İlkçağda İsparta ve Roma, zamanımızda bazen Almanya böyle sayılabilir.
Ordu yardımlaşması (cooperation militaire): Yeni bir İktisadî ordu organlaşmasıdır.
Orji (o r g i e): Cinsî yasakların kalkmasına kadar varan taşkın kollek-tif eğlence. Bazı ilkel kavimlerde mutlak yasakların aralarındaki kısa zaman sürelerinde bu yasakların kalktığı veya gevşediği olgusu birçok etnologca ileri sürülmüştür. Bu nokta sosyologlar arasında tartışma konusudur. Fakat gelişmiş toplumlarda dahi yasakların gevşemesine ait örnekler vardır: Karnaval, Kermesse, Mardi-gras, Fasching, v.b. merasimleri gibi.
Organizmcilik (organicisme): Sosyolojide toplum olaylarının biyolojideki organik olaylara benzetilerek açıklanmasından doğan görüş. Her “b i y o 1 o j i z m” bir organizmcilik değildir. Meselâ Spen-cer, Schâffle, Worms, v.b. larının sosyolojileri birer “b i y o 1 o j i z m” dir. Fakat, geniş olarak organik varlıklarda parça ve bütün ilişiğim ve organlar arasındaki farklaşmayı toplumlarda arayan görüş bir organizmciliktir: Durkheim gibi.
Organlaşma (organisation): Gündelik dilde eskiden “teşkilât” denirse de buradaki anlamı karşılamadığı için arapça terimle “taazzi” deniyordu. Organlaşma bunu ifade eder. Bk. Örgüt.
Organlaşmakâybı (desorganisation): Ferdî hal ve gidiş (con-duite) tipinin kesintiye uğramasından doğan çatışma veya gerginlik halidir ki, kişiyi zıt davranış normları arasında bırakır. Bu, toplumdaki organlaşma kaybının ruhdaki aksinden başka bir şey değildir. Toplum bağlılaşmasının (consensus) çözülmesi, ferde emin bir hal ve gidiş vermeden ibaret olan kültürün başlıca görevini bozar. Moral bozulması (eski terimle “maneviyat bozulması”) organlaşma-kaybının en şiddetli derecesidir. Aşın halinde suçlan, ruh hastalıklarını, kendini öldürmeleri doğurur.
Ortak: Bir kocanın aynı zamandaki ikinci' kansı. Bu yerde Anadoluda “kuma” sözü de kullanılır. Kadınlar bazen iş hayatının gereği olarak kocalarına “kuma” veya “ortak” bulurlar: Aydın tarafında hah dokuyan köylerde kadın sayısı tezgâh sayısını arttırır. Ortak, ikinci bir anlamda bir şirketin “hisseli” leri demektir.
Ortak duyu (s e n s e o m m u n): Felsefe ve sosyolojide ortak terimdir. Halkın ilim eleştirmesinden geçmemiş ve basit sanı (doxa) derecesinde kabul ettiği görüş tarzı. Bunu Kamu sanısı’ndan ayırmalıdır.
Ortak pazar: Milletler veya genel olarak toplumlar arasında ortak bir ölçüye göre alım ve satımın yapıldığı pazar. Ortak pazar herhangi bir milletlerarası pazardan farklıdır. Burada bir kıt’a veya bir uygarlığa bağlı olanlar kendi aralarında ortak sürüm ve istek ölçüle-. rini belirtirler.
Ortakçı: Toprağı olmayan köylülerin çalıştıkları toprak üzerinden ürün payı almaları haline denir. Bu pay yarı yarıya olduğu zaman bu, “yarıcı” adını alır. Anadoluda “ortakçılık” yaygın bir geçim şeklidir. (Mehmet Ali Şevki, Ortakçı Destanı.)
Orta oyunu: Türk halk oyunlarından biridir ki, temsil sahnede değil halka yapmış olan seyircilerin ortasında oynanır. Rol alanlar bir parava arkasında hazırlanır veya seyircilerin arasından ortaya gelirler.
Orta sınıflar (classes moyennes): Çağdaş toplum olan gelişmiş milletlerde kapitalist sınıf ile işçi ve köylüler arasında serbest meslekler, esnaf, küçük zanaatçiler, memurlar, teknisyenler, v.b. dan ibaret oldukça geniş sınıfların bütünü. Orta sınıflar patron - işçi gerginliği ve bundan doğan sınıf çatışmasını gevşetir ve çağdaş toplumda denge unsuru olur. Fakat Marx’a göre kapital birikmesi süreci küçük teşebbüsleri ortadan kaldırdıkça orta sınıflar da silinir. Ya burjuvalaşır, yahut proleterleşir. Marx’ı yorumlayanlardan Bernstein’a göre orta sınıflar kaybolmamaktadır. Bu görüşe revisi-onisme deniyor. Kautsky’ye göre bu- kaybolma ağır ağır bir evrim halinde gerçekleşerek sosyalizmi hazırlar. Avrupa’da orta sınıflar şimdi birçok yerde (Fransa, Belçika, Avusturya, Holanda, v.b.) rollerini muhafaza ediyorlar.
Ortakçılık (m e t a y a g e): Bir toprak sahibinin bir ortakçıya toprağını işletmek için vermesi demektir. O randımandan ve işletmeden faydalanır. Fermaj’m statüsü ortakçılığı da düzenler. Ortakçılığın fer-maj halini alması mümkündür.
Ortaklaşacılık (collectivisme): Kollektivizm kelimesine Bk.
Ortaklaşa evlenme (pir aur u): Bu olay birçok eski etnologca ilkellerde “fücur” şeklinde yorumlanmışsa da, aslında aynı kabilenin klanları arasındaki evlenme sınıflamasıdır.
Ortaklık (compagnie): “Şirket” yerine kullanılabilir. Henüz yaygın değildir.
Ortalama (a v e r a g e): Her bir konuda toplanan sayıların taşıdıkları değerin bu sayıya bölünmesinden elde edilen soyut netice. Ortalama kavramı istatistikte ve onun uygulandığı bütün bilgi dallarında kullanılır. Şişman, zayıf, uzun, v.b. insanların beden vasıflarını ayırmaya imkân olmadığı için böylece bir “ortalama” soyut insan kavramı elde edilir. Fakat bir sebepler kompleksi karşısında bulunduğumuz zaman onların görülmesine engel olan böyle bir kavrama baş vurmak zararlı olur. O vakit ortalama yalnız belirli bir toplum olgusuna ait istatistikte yalnız o olguya ait olacaktır: diyelim 25 yıla ait kendini öldürme istatistiklerinin ortalaması bu yıllara ait toplanmış sayılar bütününün 25 e bölünmesinden elde edilir.
Ortam (m i 1 i e u): Bir ferdin veya bir zümrenin organik, sosyal ve kültürel hayatları üzerine etki yapabilen dış faktörlerin bütünü. İnsanların değişikliğe uğrattığı coğrafî ortamın yanında toplum ve kültür ortamları vardır. Ferde göre zümre ve kültür bir “ortam” teşkil eder. Toplum ortamı, üyeleri üzerine etki yaparak onların kişiliklerini meydana getiren belirli bir toplumun kurucu unsurlarının bütünü demektir.
Oruç (jeun): Bütün dinlerde kutsal şeylere dokunma ve onları yeme yasağı birer “oruç” dur. Fakat ileri dinlerde bu yasak belirli bir zamana bağlanmış ve bu zaman süresince belirli saatlerde yeme-içme, cinsel ilgi yasağı şeklinde kurallaşmıştır. îslâmda oruç “Ramazan” ayında tutulur ve “iftar” zamanı oruç bozulur.
Otağ (tente large): Orduda başbuğların oturduğu çadır. Otağı humayun: (tente imperiale) Hakan veya Han’ın çadırı.
Oyun (j e u): Biyoloji, psikoloji ve sosyolojide ortak terim. Çocuk, ergin ve yaşh oyunları toplum hayatında büyük yer alır (Bk. spor, halk oyunları). Huizinga, HomoLudens.
Ozan (şair): Toplamların evriminde “ozan” toplum geleneğini anlatan “destan” lan “ağıt” lan yazan, okuyan, “bakşi” den sonra rol almış kimsedir. Araplarda “şair” 1er “Fahriye” lerle kendi kabilelerini öğer, “hicviye” lerle karşı kabileyi yerer ve kavga kızıştmrdı.
ö
Öbek (g r o u p e) “zümre” yerinde bazı' durumlarda kullanılabilir. în« sanların, şeylerin “öbek öbek” ayrılması gibi. Fakat henüz “öbekleş-me” (zümreleşme) kelimesi kullanılmamaktadır.
ödeme (compensation): Eski terimle “taviz” denirdi. Toplum hayatında zümrelerarası ilişiklerde, evlenmede, ticaret sözleşmelerinde, ceza hukukunda, v.b. “ödeme”nin çok geniş bir kaplamı vardır.
Ödağacı (bois embaume): Tapınaklarda buhurdan içinde yakılan ve dualar veya İlâhiler okunurken güzel bir koku yayan özel ağaç. Ayin sırasında bu güzel kokunun (bütün haz verici kokulardan farklı) mistik bir etkisi vardır (J. M. Guyau, L’art au point de vuesociologique).
Ödenek: Aylıktan ayrı verilen ek para.
Ödev (d e v o i r): Eski terimle “vazife”. Eskiden bu kelime “hayatî vazife” de olduğu gibi fonction vitale karşılığı, aynı zamanda ahlâkta yükümlü olduğumuz iş karşılığı kullanılırdı. Bugünkü dilde “ödev” ve “görev” bunları ayırmaktadır.
Ödül (recompense): İyi hareketler, başarılar, toplumda ilerleyici buluşlar karşısında toplumun gösterdiği değerlendirme (e s t i m e) şeklindeki tepki. Ödül sözle, yazı ile veya bir bedel ödemek, bir Unvan vermekle olabilir. Dinden başlayarak bütün değerler alanında cezalara karşılık ödüller vardır: fikir, sanat, teknik, ahlâk, dil, v.b. ödülleri.
Ödüllenme (remunâration): Kapitalin ödüllenmesi, işin ödüllenmesi gibi şekiller alır.
Öcalma (vengeanc e): Osm. intikam, kangütme şeklinde kurumlaşmış öcahnadan ayn olarak sırf şahsî sebeple bir saldırma veya hak-yemeği ödetmek için yapılan karşı saldırıdır.
Öğme (a p o 1 o g i e): Osm. medhiye. Bir üstün güc sahibinin veya bir toplum kuruntunun değerlerini göstermek için yazılan şey. Bu, kabileler arasındaki şeref yarışmasında kendini öğme, öğünme (fahriye) veya karşısındakini yerme (hicviye) şeklini alır.
Öğrenme süreci (learning p r o c e s s): İnsan zümrelerinde kültür değişmesi veya kültür gelişmesinin cereyan ettiği süreç. Psikolojiden çok sosyoloji ve antropolojiye aittir
Öğreti (doctrin e): Bk. Doktrin.
Öğretim (enseignement): Okulda ve okul dışında yeni kuşakları okuma ve çıraklık yolu ile yetiştirmek için baş vurulan yolların bütünü. Öğretim organlaşmış ve dirlikli olabileceği gibi (okul öğretimi, Maarif), yaygın ve organlaşmamış da olabilir (evde, camide, kulaktan). Yalnız âdetlere dayanan İkincisi şuurlaşmış olan birincisince kontrol edemezse toplum için zararlı olabilir.
öğüt (c o n s e il): Atalar ve Ede’lerin, yani halk bilgelerinin verdikleri nasihat.
Öğme (e 1 o g e): Birini methetme, göklere çıkarma. Halk şiirinde bu “methiye” şeklini ahr. Kendini methetme halinde öğünme (fahriye) olur.
öksüz (orphelin): Ana veya babadan, yahut her ikisinden yoksun olarak büyüyen çocuk. Bu çocukların bakıldığı yer “Öksüz yurdu” (orphelinat) dur. Öksüzlerin bakımı toplumda esaslı bir görev teşkil eder.
öldürme (hom i c ide:) insan öldürme toplumlararası savaşlarda bir görev, toplum içinde en büyük suçtur. Fakat insan kurbanı şeklinde dinî bir ödev halini alır. Bazı ilkel kavimlerde savaşlarda öldürme “kafa avcılığı” şeklini alır: savaş sonunda kafalardan puramitler yapılır. Moğollar savaşlarda dehşet vermek için bu usule baş vururlardı. Balkan kavimleri türkleri kaçırmak için aynı usulü kullan--mıslardı.
ölümlülük (m o r t a 1 i t e): Belirli bir nüfusta, yine belirli bir zaman süresince meydana gelen Ölümlerin orantılı sayısı. Bk. Demografi.
Öncekifikir (prenotion): Durkheim “Sosyoloji metodunun kuralları” adlı kitabında, ilk kurallardan biri olarak toplum incelemesinde her türlü önceden edinilmiş fikirleri bir yana bırakmayı ileri sürüyor: din, ahlâk, v.b. üzerinde önceden bazı fikirlerimiz vardır. Bunların etkisinde kaldıkça toplum üzerinde ilmi inceleme yapamayız. Kendi inançlarımıza verdiğimiz değere göre din olaylarını incelemeye kalkarsak ilmin istediği objektifliği kaybederiz.
önder (p r e c u r s e u r): Herhangi bir zümreye, başlıca hareketli ve teşkilâtlı zümrelere başkanlık eden ve yol açan kimse. Bir mesleğin, bir siyasî partinin, bir ilim kurumunun, bir kulüp veya iş teşkilâtının önderleri vardır.
Öncü (a v a n t - g a r d e): Bir fikir, bir âdet veya bir moda memlekete girdiği zaman eski âdetlerin direnmesiyle karşılaşır. Muhafazam ■ kuşaklar onu benimsemek istemezler. O zaman bu yeni âdet veya modayı ilkin benimseyenlere öncü denir. Öncüler muhafazacılarca iyi görülmez, fakat çoğu kere bu âdetler yerleştikçe bütün toplum tabakalarına yayılır. Bu bakımdan öncü (avant - garde) ların âdet ve fikir değişmelerinde büyük rolü vardır.
Öngörü (prâvision): Gözlem ve tecrübelerle incelenen bir konunun gelecekte nasıl bir şekil alacağı için yapılan tahmin. Böyle bir tahmin empirik olarak sırf olayların gidişi hakkındaki bir sezişten ibaret olacağı gibi, tümevarış (induction) metodunu kullanarak gelecek için kesine yakın hüküm vermek surtiyle de olabilir. Tabiat ilimleri bu ikinci öngörüyü kullanırlar. Sosyoloji gibi insan ilimlerinde de sta-tistiklerin zenginliği nisbetinde bazı öngörüler yapılabilir.
Öncelik (p r i o r i t e): Bir toplum mertebelenmesinde merasim ve törende önce gelecek olan zümre veya kimsenin bu hakkı kullanması. Mertebeli toplumlarda öncelik hakkı çok büyük rol oynar ve toplum düzenini kurar. Onun bozulması zümreler arasında şiddetli çatışmalara sebep olabilir.
Örgüt (organisation): Bu kelime örmek fiilinden örgü ve örgüt olarak kullanılıyor. Fakat organlaşma kavramım her zaman karşılayamaz. Eskiden kullanılan “teşkilât” kelimesi yalnız iradeli olarak yapılmış sun’i organlaşmaları gösterir. “Taazzi” kelimesi anlama daha yakın ise de bugünkü türkçe ile uzlaştınlamaz. Bundan dolayı, anlamı bozmayan ve gerek canh varlıklara, gerek insan şuuru ve toplum gibi varlıklara ait organların birbirini tamamlamasını ifade etmek üzere organlaşma demek daha elverişlidir.
Öndegiden (F ü h r e r): Totaliter rejimlerde mutlak salâhiyeti olan başkan. Demokrat rejimlerin liderliği ile ilişiği yoktur. Lider’ler siyasî partileri temsil ederler ve hangi siyasî parti seçimle iktidara geçerse, onun lideri idareyi eline alır. Önder ise seçimle gelmez ve iradesi mutlaktır. Bu kelime ilkin Hitler için kullanılmıştır.
öndeyiş (prediction): îlim yolu ile ilgisiz, “kâhin” lerin, büyü yolu ile ilerde olacağını iddia ettikleri bazı olaylardan haber vermeleri. Eski terimle “kehânet”. Eski çağlanla devlet adamları bütün işlerinde böyle “kâhin” lere baş vururlardı. Fakat bu kelime induction metodu ile geleceğe ait hüküm verme için de kullanılır.
Öngörmek (p r e v o i r): Olayların ilerde nasıl olacağı hakkında, tü-mevarış metoduna dayanarak ilim yolundan yapılan yorumlamalara denir. Başka tabiat ilimleri gibi sosyolojide toplum olaylarına incelemelere dayanan bazı “öngörüş” ier yapabilir: nüfus olayları, İktisadî olaylar, suçlar, kendini öldürmeler gibi olaylar statistiğe dayandığı için öngörüşe elverişlidir.
Örf (m o e u r s): Âdet’e Bk. Örf kelimesi tam moeurs karşılığı olduğu ve âdet kelimesinin coutume karşılığı kullanılması gerektiği halde yanlış olarak Science des moeurs’e karşı “âdetler ilmi” denmektedir. Halbuki örf (moeurs) daha kuvvetli ve yaptırıcı güce Sosyoloji Sözlüğü — 15 sahip, âdet (e o u t u m e) daha yumuşak ve gevşektir. Kur’an’da “emri bi’l-ma’ruf” denirken örf kastedilmektedir.
Örnek (esemple): Toplumda değer modelleri yeni kuşakların yetişmesinde onlara hareket ve düşünce de örnek olur. Daha önceki kuşakların iyi ve güzel diye tanılan hareket tarzları olduğu gibi aynı kuşak ' içinde en başarılı ve yetkin olanların başkalarına karşı örnek olmaları da mümkündür. Bu kelimeyi t y p e karşılığı da kullanıyoruz. Felsefede Prototype için İlkörnek, Archetype için Kökör-nek diyebiliriz. Bunlar sosyolojide de kullanılır.
Örnekleme (e c h an t i 11 o n age): Anglo-sakson memleketlerinde Sampling deniyor. Kamu sanısının büyük çeşitlilik gösteren olaylarını tetkik edebilmek için bütün süjeler üzerinde gözlemler yapmak ve onların statistik neticelerini çıkarmak kabil olmadığı için örnekleme denen bu metod kullanılmaktadır. Etnologlar ilkel kavimlerin nisbeten basit bünyelerinde de bu metodu kullanıyorlar. Fakat örneklemenin en çok kullanıldığı saha kamu sanısı olgularıdır. Kamu sanısı, toplumun büyük bir kısmının gündelik ve önemli sayılan vakalar karşısında yaptıkları tepkidir. Ani fiat yükselmesi, seçimler, savaş tehlikesi, siyasî buhran ve gerginlik, v.b. gibi olgular karşısında kamu sanısı harekete geçer. Kamu sanısını bildirme araçları gazete, radyo, televizyon, sinema, v.b. dır. Kamu sanısının hareketliliğinden faydalananlar tüccar, siyasî partiler ve devlettir. Bu faydayı sağlamak için propagandaya baş vurulur. Fakat kamu sanısının akıldan ziyade his ve heyecana dayanan yayılışından faydalananlar olduğu kadar zarar görenler de olabilir. Her iki bakımdan onun tetkik edilmesi gerekir. Bundan dolayı sosyal psikologlar örnekleme metodu ile kamu sanısını tetkike büyük önem vermektedirler. Bu araştırıcılardan Lassvvell, Berelson, Fransada J. Narbonne ve Stoetzel’i zikredelim. Örnekleme’nin sosyolojik cephesinde sanı modelleri seçilirken neticeler cinsiyete, yaşa, mesken tiplerine, mesleklere, sosyo-ekono-mik seviyelere, hatta daha ince tahlillerde itibar seviyesine, gündelik vakalara ve siyasî cereyanlara karşı ilgi derecesine göre sınıflanır. Böyle bir sınıflamada sosyal tabakalaşma da esaslı yer almalıdır. Sayısız süjelerin pek çok sayıda vaka karşısındaki tavrını tesbit etmeye imkân olmadığı için örneklemenin takribi olacağı bilindiği halde kullanılmaktadır. Ancak kamu sanısının yayılmasında sosyal sınıf, siyasî parti ve hükümet menfaatleri işe karıştığı için bu tetkikler karşılıklı onlardan her biri tarafından karşı tarafa silâh olarak kullanılabilir. Ayrıca kamu sanısı üzerine tesir ederek onu bulandırmak mümkün olduğu için, radyo parazitleri gibi bunlarda tetkikleri güçleştirmektedir. İncelenecek konunun en tipik örneklerini seçerek onlar yardımiyle bu tipi incelemekten ibarettir. Sanılar, inançlar, görenekler, gelenekler, hal ve gidiş motivation’ları, hayat tarzları, dinlenme ve eğlence şekilleri, v.b. böyle tetkik edilir.
Öreke (qu e n ou i 11 e): İplik bükmeye mahsus alet. Dokuma işinde kullanılan en basit başlangıç tekniğidir.
•Örtünme (c o u v e r t u r e): Osm. Tesettür. Her ne kadar erkek ve kadınların töre ve âdetlere göre giyinmeleri demekse de özel olarak kadınların örtünmelerini ifade eder. Âdetler ve inançlara göre bu örtünme bazen çok kapalı şekiller alır: kadın bütün vücudunu, yüzü ve elleriyle birlikte, örter. Bu örtünme şekli bazı Şark islâmlarmda vardır. İslâmlığın başında tam örtünme yoktu. Hür ve köle kadınları ayırmak için “celbab” örtme emri geldi. İran ve Hint’de görülen aşırı örtünme “Harem” kuvvetlendikçe doğmuştu. Ferâce giyilirken Osmanlı kadınları yüzlerini örtmezlerdi. Çarşaf ve peçe göreneğinde arttı, fakat peçe gittikçe inceldi ve sonunda kalktı. Yeldirme ve maşlah giyilirken yüz ve eller örtülmezdi. Anadoluda yörük kadınları ve bir kısım köylüler yüzlerini örtmezler. Köylüler birbirinden değil, yabancıdan kaçarlar.
öşür (d î m e): Osmanlı İmparatorluğunda toprak mahsulünden alman onda bir vergi. Çoğ. aşâr. Eski timar sistemi bozulduktan ve toprak iltizama’a verildikten sonra “a'şar” usulü kullanılmıştır. Eski yahu-dilerde topraktan onda bir alma usulü kullanılırdı. Sonra Katolik kilisesi de bu usulü kullandı. Bundan dolayı öşür OsmanlIlara mahsus bir vergi sistemi değil yaygın bir sosyal sistemdir.
övgü (medhiye): Yararlığı ve başarısı olan kimselerin şeref kazanmasını sağlamak üzere yapılan destekleme ve alkışlamalar. Övgü, eski arap kabilelerinde şairlerin kendi kabilelerinin şerefini arttırmak için yazdıkları şiirlerdir ki “Medhiye” veya daha dar bir anlamda “fahriye” adını alır. Bunun karşıtı “yergi” (hicviye) dir.
Özel inceleme (case study): Tek bir konuyu ele alarak onun dolayı-smdaki bütün olayları bu merkeze göre toplayan derinliğine incelemedir. Znaniecky ve Thomas’m Polonya’dan Amerika’ya göç ederek kültür değiştiren Molokan’lar üzerindeki araştırmaları böyle bir özel incelemedir. Bunu “Saha incelemesi” nden (f i e 1 d w o r k) ayırmalıdır.
Özel mülk (propriete privee): Bk. Mülk.
özerklik (au t on o m i e): Dıştan etki ile hareket etmiyerek kendi iradesiyle kendini düzenleme ve yöneltme, başına buyruk olma hali, özerkliğin karşıtı özerksizlik (heteronomie) dir. Eski terimde birincisine “ihtiyar” İkincisine “igtiyar” deniyordu. Kelimenin barbarlığından başka, birincisi yaşlı, koçalmış anlamına gelen “ihtiyar” ve mahalle, köy cemaatlerindeki özel meclis anlamları ile karışıyordu. Toplumda merkezsiz yönetimler bölgelerin özerkliğine dayanmaktadırlar.
Özümseme (assimilation): Türkçede “özümseme” çift anlamı ayrı kelimeyle gösterilir. Bir toplumdan kültürce farklı olan başka bir topluma geçen kimselerin uğradığı değişme halidir.
özümseme ve özümsenme (assimilation): Fransızca kelime kullanışa göre her iki anlamı ifade ettiği için türkçesi daha açıktır. Bir fert veya zümrenin yeni bir kültür tarafından benimsenerek kendine maledilmesi özümsenme, bu kültürün bu fert veya zümreyi kendi içinde eritmesi özümsemedir. Eski terimle bunlar “temessül” ve “temsil” diye ifade edilirdi. Fransızca kelime çift anlamı kaplıyor: 1) Özümseme: bir organizmin aldığı besini kendine maletmesi, organik hale getirerek, özümsemesi. Aynı anlam bir toplumun kendine giren fert veya zümre halinde yeni unsurları özümsemesi demektir. 2} özümsenme: herhangi bir besinin organizm içinde eriyerek onun organik bütünü ile birleşmesi olduğu gibi bir fert veya zümrenin de bir toplum tarafından özümsenmesi, onunla bütünleşmesi anlamına gelir.
Özel okul (e c o 1 e p r i v e e): Özel sermaye ve teşebbüsle kurulmuş okul. Öğretimin seviyesini kaybetmemesi için devlet, kontrolü altında bulunur. Anglo-saxon memleketlerinde gelişmiştir.
özel sektör (secteur prive): İktisadî teşebbüslerde özel sermaye ile işleyen kuramların bütününe bu ad verilir. Devletçiliğin kuvvetli yerleştiği ülkelerde özel sektör çok zayıftır veya yoktur. Sosyalist memleketler özel sektörü tamamen kaldırırlar. Sosyalist olmayan, fakat yabancı sermaye baskısı altında bulunan memleketlerde de yabancı sermaye tarafından korunan azınlıklara ait özel teşebbüs tehlike halini alabilir (Osmanlı devleti son zamanları).
özgürlük (liberte): Bk. hürlük.
özelhak (privilege): “İmtiyaz” privilegium: özel kanun demektir. Terim anlamında kanunla bazı kimseler veya zümrelere tanınan özel haktır. Gündelik dilde bir sosyal zümrenin başka sosyal zümrelere göre sahip olduğu özel hak anlamına gelir. Her rejimde “imtiyaz” 1ar vardır: zadegan imtiyazları, ruhban imtiyazları, zenginlerin fiilî imtiyazları, askerlerin fiilî imtiyazı, Sovyetlerde işçi sınıfının imtiyazları gibi.
p
Paça günü (lendem a i n des n o c e s); Düğünün hemen arkasından gelen gün yapılan tören ve ziyafet, v.b.
Padişahçıhk: Tek üstün soylu bir aile ile yönetilen devlet şeklinin hasretini çeken ve o rejime dönmek isteyen görüş. Böyle bir rejimin hâkim olduğu bir yerde padişahçılık’tan söz edilemez. Ancak Cumhuriyetle yöneltilen bir ülkede aşılmış olan bu eski rejime dönmek isteyen eğilim için bu söylenebilir. Bu anlamda “padişahçıhk” bir gericiliktir. Aynı zamanda rejim devirme eğilimi olduğu için siyasî bir suçtur.
Paganizm (p a g a n i s m e): Pagan kelimesi yunanca köylü anlamına gelir. Hıristiyanlık şehirlerde (gens) yayıldığı için gentil adını almış, eski dinler köylerde kaldığı- için onlara inananlara köylü anlamında pagan (paîen) ve bu dinlerin tarafını tutanlara paganist denilmiştir.
Pahalılık (c h e r e t e): Hayat pahalılığının artması İktisadî krizin başlıca belirtilerindendir. Fakat o aynı zamanda üretimin ve hayat seviyesinin yükselmesinin bir belirtisidir.
Palanka (m a c a r c a): Küçük kale. Çevresi kale ile çevrili kasaba.
Paleososyoloji (paleosociologie): Arkaik kavimlerin ve tarihten önceki çağların toplum bünyelerinin incelenmesi ile uğraşan sosyoloji dalı.
Palavra (fausse parole): Kökü isp. Palabra. Yüksekten atmak üzere söylenen söz. Gerçekle ilgisi olmayan ve yapılamıyacak şeyleri söylemek, Ortaçağ şövalyelerinde gerçekle ilgisiz kahramanlık hikâyelerinden gelir. Tipik örneği Don Quichotte’dur. Osmanlı devrinde bunun karşılığı “acem mübalâğası” idi.
Pan-cennanizm (pangermanisme): Cermen ırkının üstünlüğü ve dünyaya hâkim olacağı iddiasıdır ki, önce cermen aslından bütün milletleri birleştirme politikası ile Bismark tarafından savunulmuş ve comte de Gobineau’nun ırkçılık teorisine dayanan bir ideoloji haline getirilmiş olduğu gibi 1914 ve 1939 dünya savaşları sırasında canlandırıldı. Nazi hareketi bu ideolojinin en aşırı şekli olarak doğdu.
Pan-islâmizm (pan-islamisme): Doğuda “İttihadı İslâm” adı ile yayılmış olan bu hareket birincinin etkisi altında ve alman propagandası ile doğmuştur. Bu hareket, çoğu İngiliz ve fransız kolonisi olan İslâm memleketlerini uyandırmak fikri ile doğmuş ise de, bu memleketler toplum ve kültürce gelişmiş olmadıkları için kendi başına yayılma gücü göstermemiştir.
Pan - slavizm (p an - sİ a v i s m e): Rusya dışındaki slav ırkından memleketlerle birleşmek amacını güden hareket pan - cermanizme karşı çarlık zamanında doğmuş, fakat sovyet idaresi zamanında da komünizm rejimi içinde başka bir şekilde devam etmiştir.
Pan - türkizm (p a n t u r k i s m e): Türk ırkından olan milletleri birleştirmek amacı ile Türkiye dışındaki türkler arasında “Turancılık” adı altında doğmuş, Macarlar arasında da “Turan” adlı dergide taraflıları bulunan fikir Türkiyeye 2. Meşrutiyet başında girmiş, önce “Türk Yurdu” dergisi ve “Türk ocağı” nda savunulmuşken sonra Gökalp da ateşli bir ideolog bulmuştur. Fakat Gökalp 1922 den sonra Diyarıbakır’da “Küçük Mecmua” yi çıkarırken Türkiyeciliğe döndü.
Panayır (foire): Yılda bir kutlanan ticarî bayram ki, aynı zamanda bir çok kasabalar, şehirler, hatta milletler arasında — önem derecesine göre — büyüklüğü değişen satış yeridir. Kökü: yun. Paniguris.
Panik (p a n i q u e): Bk. Bozgun (debacle kelimesinin de karşılığıdır. Fakat buradaki terimdir).
Panteon (p a n t h e o n): Site ve kabile tanrılarını birleştiren tapmak. Roma’da Pantheon İlkçağın yıkılmış bütün sitelerinin tanrılarını bir araya getiriyordu. Mekke’de Kâbe, islâmiyetten önce kabile putlarını birleştiren bir Panteon haline gelmişti. Bütün paganist imparatorluklarda benzerleri vardır.
Papağanlik (psittacisme): Belirli sözlerin anlamsız olarak tekrarından ibaret davranış ki, psikolojiyi olduğu kadar sosyolojiyi de ilgilendirir. Toplumda klişe fikirlerin tekrarı kamu sanısının bulandırılması ve köklü toplum duyguları yerine yüzde kalan ve yalnız kalabalığı ve yığını harekete getiren boş kalıpların (slogan) ez-berletilmesi “papağanlık” tır ve toplumu yığın haline getirerek iradesiz kılan demagoglarca çoğu kere alet olarak kullanılmaktadır.
Papalık görüşü (e n c y c 1 i q u e s o c i a l e): Papa’nın bir dogm veya ahlâk konusunda eveaue’lere yazdığı açık mektuplara verilen isimdir. Fakat sosyal Encyclique’ler Papalığın dünya sosyal problemleri karşısındaki görüşlerini açıklaması bakımından kayda değer. Bu bazen her yıl yayınlanan bir kitaptır ki katolik kilisesinin günün sosyal problemleri karşısındaki tavrını ve görüşünü ifade etmektedir.
Para (m o n n a i e): Alış verişte değişim aracı olan ve devletçe kabul edilmiş maden veya başka maddelerden sembolik nesne. Başlangıçta hayvanlar ve başka eşya da “para” görevini görmüştür. Karşılığı külçe altın veya devletin İktisadî kredisi olan, devletçe basılmış özel kâğıtlar da para görevini görür (kağıt para). Maden veya kâğıt paranın sahtesinin piyasaya sürülmesinden doğan “kalp para” vardır ki, bunu sürenlere “kalpazan” denir ve büyük suç konusudur. Bir milletin içinde veya milletler arasındaki değişimi para sistemine göre yapan iktisat “para iktisadı” dır.
Para bölgesi (zöne monetaire): Parasına, bir merkez memleket parasına nisbetle istikrar veren memleketlerin bütünü. Meselâ ster-ling bölgesi 1931 de altına nisbetle liranın devaluation’undan doğmuştur. Para bölgesinin üye memleketlerine nisbetle merkez memleketin oldukça çok geniş bir İktisadî potansiyeli vardır. Para bölgesi ikti-sadî’den ziyade siyasî hatta sosyal bir gerçektir. Az gelişmiş memleketlerin siyasî bağımsızlığı para bölgesinden çıkmaları ile mümkün olmuştur: Viet-Nam, Guinee gibi. Başlıca para bölgeleri: 1) sterling bölgesi, 2) dolar bölgesi, 3) escudo bölgesi (Portekiz nüfuzu), 4) ruble bölgesi (Sovyet nüfuzu) dir.
Paradoks (p ar ad o x e): Mantıkî düşünceye aykırı olarak kabul edilen sanı. İlkel dinlerde birçok inançlarda bu paradoks vasfı göze çarpar: Bir şeyin aynı zamanda hem kendisi hem kendisinden başka bir şey olması gibi. Hıristiyanlıkta “üçleme “T r i n i t e) inancı da böyle bir paradokstur: Allah hem bir hem üçtür gibi.
Paralelcilik (p ar ali el is m e): Aynı kültür unsurlarının farklı toplamlarda bağımsız gelişmesi hali.
Paranın düşmesi (inflation): İktisadî kriz hallerinde para değerinin düşmesi, eşyanın değerini kaybetmesi şeklindeki millî iktisadı yıkan çözülme olayı.
Parçalı bünye (structure segmentaire) Kendi içinde bölümlere ayrılmış, ve her biri arasında çatışmalar, uyuşmazlıklar olan bünye. Böyle bir bünye henüz tam bircinstenliğini kazanamamıştır. Fonksiyonları ayrılmamış şehirlerde her parçanın ayrı ayrı bir bütün gibi görevini yapmasından ibaret olan çokparçalı (poly segmentaire) bünye böyledir.
Parçalılık (s e g m e n t a t i o n): Bk. Şehir, parçalı bünye.
Parlementoculuk (parlementarisme): “Parlemento” denen Millet meclisi ile yönetilen devlet şekilleri. Parlementolu rejimler de Millet Meclisini (Parlement) bazen Senato tamamlar. Osmanlı Meşrutiyetinde ve bugünkü Türk Cumhuriyetinde Parlemento ve Senato vardır. .
Parlemento (Parlement): Halkın belirsiz devrelerde krala bazı dileklerini arzetmek için yaptıkları toplantıya verilen isimdi. Sonradan sık ve devamlı aralıkla toplanmış ve kendini kabul ettirerek bir devlet kurumu olmuştur.
Parazit (p a r a s i t e): Çalışmadan başkasının sırtından geçinen kimse. Toplamlarda daima dalkavuk, sığıntı, v.b. şekillerinde parazitler vardır. Fakat bir görüşe göre çalışmadan yaşayan bütün îrat sahipleri (rentier) de parazit sayılır.
Parazitlik (parasitisme): Osm. tufeylilik. Biyolojide kullanılan bu kelime bazı toplamlardaki görevi belirsiz zümreleri ifade için de kullanılır. Espinas hayvan toplamlarındaki bu hali analoji yolu ile inceliyor.
Pasif direnme (re s is t ene e p a s s i v e): Gandhi’nin Hindistan’da Avrupa İktisadî ve siyasî istilâcılığına karşı aldığı savaşma şekli. Gandhi, bu savaşmasında silâh ve şiddet kullanmadan, yalnız yabancı malları kullanmamak ve yakmak, yabancı okullarına gitmemek ve Batı kültürüne, üretimine “iştiraksizlik” (non-participation) usullerine baş vuruyordu.
Paskalye (pâques): Hıristiyan bayramı. Kökü yun: Paskhalia. Hıristiyanların İsa’nın dirilişi inancına göre yaptıkları bayram.
Parola (m o t d”ordre, slogan): Bir halk toplantısında (miting, grev) halk eğilimlerini gösteren yazılı veya yazısız cümle ki, halk psikolojisinde önemli rol oynar.
Partiler uzlaşması (c o a 1 i t i o n): Siyasî hayatta farklı veya karşıt görüşleri olan partilerin olağanüstü durumlarda uzlaşmak suretiyle kurdukları karma hükümet şekilleridir.
Parya (p a r i a): Hint toplumunda kastsız kimseler. Fakat yeni araştırmalar bu eski görüşün yaınldığını gösterdi: buna göre paryalar da bir kast’dır ve kastlar birbirine organik bağlarla bağlıdır. Paryalar . kurban ayininde kurban kesmede kullanılan aletleri yapan kabiledendirler. Parya kelimesi genel olarak toplum tabakalarında en aşağı derecede olanlar için de kullanıılmaktadır: lumping proletarya gibi.
Patenta (patente): Bir ilim veya teknik buluşuna, bir esere ait dev-, letten alınmış imtiyaz.
Pater Familias: Roma ailesinin başkanı olarak baba tipine verilen ad. Pater Familias aile mallarının sahibi, rahip ve yargıç görevlerini kendinde topluyordu ve eşi, oğulları, torunları ve köleleri üzerinde hemen sınırsız bir otoriteyi temsil ediyordu. Ancak birinci yüzyılda Roma kaûunu Pater Familias’m gücünü daraltabildi.
Patolojik (pathologique): Bk. Marazî.
Patridem (p at r idem e): İçten evlenmeden dıştan evlenmeye geçen “deme” 1er, yani içtenevlenmeli yerleşmiş cemaatler vardır. Dem’-lerin üyeleri birbirinin akrabasıdır ve kandaş zümrelerine bölünmemişlerdir: tipleri matrideme, patrideme.
Patrimonialisme: Üstebağhiık (subordination) ilgisi ile yönetilenler ve yönetenler arasında gelenekçi namus ve saygı duygulariyle ve İktisadî bağımlılıkla gerektirilmiş olân siyasî organlaşma şekli. Patrimonial devlette siyasî münasebetler, karşılıklılık kanunu ile sınırlı olan “senyörlük” münasebetleridir. Bu karşılıklılık, yönetilenlerin yönetenlere hizmet etmesi, ötekilerin de bunları koruması esasına dayanmaktadır.. Patrimonial rejim ancak “büyük aile” deki atabuy-ruğunun merkezî gücünü kaybetmesinden sonra doğabilir.
Patripotestal: Başlıca ailede veya evde babanın yahut büyük babanın otorite kurmasından ibaret kurum. Karşıtı: Matripotestal.
Patron sistemi (system e patrona 1): Kapitalist iktisatta patronun yönetimine göre kurulmuş olan sistem. Patron sistemi, sosyalizme, devletçiliğe olduğu kadar dayanışmacılık ve kooperatizme karşı da vaziyet alır.
Patrona: Osmanh donanmasında bir gemi subayı derecesi.
Patronluk (patronage): Bir iş yerinin başı ve teşebbüsün sahibi olan kimse. Ortaçağda Gedik sahibi bir patron’dur. Bugünkü İktisadî sistemde kapital sahibi büyük teşebbüsçü (entrepreneur) “patron” sayılmaktadır. Eskiden patron - çırak münasebeti baba - oğul münasebeti gibi idi. Bugün patron - işçi münasebeti çatışma halindeki bir münasebettir.
Patronymie: Çocuğun adı babası veya eski kuşaklardan başka baba akrabasından gelen soydaşlık sistemi.
Paydaşlık (participation): Bk. Katılma. “Paydaş” olma bir şeye katılma, onun işleminden bir pay alma demektir. Bu anlamda her iki kelimeyi kullanabiliriz.
Paydos (cessation du travail): îşlerin isteyerek veya zorlama ile bırakılması, yun. kökü: P a u o.
Paylaşma (distribution des parts): Ortaklar veya aile üyeleri arasında payların bölüşülmesi.
Paye (grade intellectuel): Başlıca ilim adamlarının kazanmış oldukları derece. Eskiden “payeli” denirdi: “İzmir paye-i mücerredi” gibi.
Pax Romanum (1 at ine e): Roma barışı. Rmanın bütün Akdeniz memleketlerini ele geçirdikten sonra kurulmuş cebrî barışa verilen ad.
Pazar dili: Ayncinsten etnik zümrelerin yanyana yaşadıkları kasabalarda veya bu tarzdaki köylerin ortak pazarında hepsinin anlayabileceği karma ve basit bir dil doğar ki, burada yine asıl siyasî birliğin dili temeli teşkil eder. Batı Afrika’da ve Güney Amerika’da İspanyolca veya İngilizce temeli üzerine kurulmuş yerli kelimeleri ile karışık pazar dilleri vardır.
Pazar (m a r c h e): İktisadî değişimin yapıldığı ve istek - sürüm kanununu gerektiren ticaret alanı. Fakat Adam Smith’in tasarladığı gibi yalın İktisadî olguların işlediği ve “homo oeconomicus” soyut fikrine dayanan bir pazar yoktur. Pazar, bütün toplum olayları yani kolektif tasavvurlar bütünü ile şartlandırılmıştır. Çeşitli şartlara göre: 1) millî pazar, 2) milletlerarası pazar, 3) iç pazar, 4) dış pazar, v.b. vardır.
Pazarlık (marchandage): Çarşıdaki alış verişte fiatı düşürmek için alıcı ile satıcı arasında yapılan tartışma.
Peçe (v o i 1 e) Çarşafla birlikte kullanılan ve yüzü örten tül. Ferace’-deki tül burundan aşağısını örter ve çok incedir. Peçe de âdetlere ve modaya göre kalın veya ince olabilir.
Perhiz (abstinence): Hemen bütün dinlerde belirli zamanlarda organik ihtiyaçları doyurmayı bir süre için durdurmak. îslâmiyette “oruç” adını alır. Bk. Oruç, zahitlik.
Peri (f e e): Masallarda güzellik ideali olarak yer alan hayalî varlıklar, güzel varlıklar.
Penates Publici: İlkçağ sitesinin umumî Tanrıları. Bunlar Gens, Curie tanrılarının üstünde olup bütün site halkı kendilerine tapınır.
Perspektiv karşılıklılığı (reciprocite des perspectives): Sosyal psikoloji ve sosyolojiye ait terim. Ayrı açılardan bakan süje-ler arasındaki karşılaşma. Birbiriyle çatışır veya birbirini tamamlar. Peşinhükiim (p r e juge): Basit inanç, sam, genelleştirme üzerine dayanan ve başka fertler veya zümrelere karşı sempati ve antipati ile bakan heyecanlı tavır. Başlıca çeşitleri şunlardır: ırk peşinhükmü, millî peşinhüküm, sınıf peşinhükmü, din peşinhükmü. Peşinhükmün etnosantrizm ile sıkı ilişkileri vardır.
Peştimalhk (droit de tablier): Ortaçağda korporasyon ve loncalarda bir zanaatı yapma imtiyazı.
Peygamber (prophete): Türkçede “yalavaç”, arapçada “nebi” ve “resul”. Tanrıdan aldığı emirleri insanlara bildirmekle yükümlü kimse ki, bu^emirler “vahiy” (r e v e 1 a t i o n) la gelir. Bk. yalavaç.
Phalhıs ayini (rite phallaphorique): Cinsiyet organina ait ayin: Payan dinlerden bazılarında görülmektedir. Gök dinleri bu tarzda ayinleri ortadan kaldırmıştır.
Piç (bâtard): Tam anlamı ile sosyolojik terim. Herhangi bir toplum şeklince meşru sayılmış yoldan, yani aile şekillerinden herhangi birine göre belli bir ana ve babadan doğmuş olmayan çocuk. Piçlik aile
haklarından faydalanmaya engeldir. Ancak bazı kanunlar babanın meşru olmayan çocuğu evlât tanımasına yer verdikleri için, orada bu dürümdakiler baba adını taşırlar ve aile haklarından faydalanırlar.
Pietas (1 a t i n c e): Dindarlık.
Pir: Ahilik veya tarikat’da başkan. Bu iki anlamından dolayı “Pir” dinî olduğu kadar da İktisadî bir Ortaçağ zümresi başkamdir. Yeniçeriler Hacıbektaş’a “Pirimiz, üstadımız” derlerdi. Bu anlamda Pir, bir kor-porasyon veya ortaçağ zümresinin eski başkanı ve kurucusu demektir.
Pirauru (yerli kelimesi): Fücur halinde evlenme iddiasındaki bazı eski etnologların sanısı.
Piyango: Olasılık (ihtimal) hesabına göre kazanma talihine dayanan bir oyun. Kumardan farkı bu sonuncunun fertler arası olması ve bazı durumlarda dinler veya siyasî rejimlerde yasaklanmasına karşılık, piyangonun devletçe veya devlet korumasındaki kurumlarca düzenlenmiş olmasıdır.
Piyasa (marche de monnaie): 1) Alış verişte hüküm süren bir millete ait veya milletlerarası geçerlikteki paraların değişim değeri 2) Eğlence yerinde ve sokaklarda gezinti (kelime ital. place — meydan demektir.)
Planlama (p 1 a n i f i c a t i o n, p1 a n n i n g): Umumî anlamda plan bir şeyin şematik tasarısıdır, yapılması istenen şeylerin projesidir: bir evin planı, bir şehrin ürbanizm planı gibi. İktisatta bu kelime üretim araçlarının en rasyonel ve en verimli bir tarzda teşkilâtlandırılması demektir: bir bölgenin elektriklendirilmesi gibi. Kolektivist iktisat sistemlerinin, başlıca güdümlü iktisadın (economie diriğe e) meydana çıkmasından sonra “planlama” önem kazanmıştır. Plan belirli bir süre için hazırlanır: beş sene planı, on sene planı gibi. Statistik ve comptabilite tekniğinin, öngörü metodlarının ilerlemesi bütün İktisadî hayat için planlamaya imkân vermektedir. îki türlü planlama vardır: 1) Emperatif planlama: üretim ve dağıtımın sorumluluları planın verdiği bilgiye uyma zorundadırlar. 2) îşarî (indicatif) planlama: bu tipte plan’ın yalnız istişarî rolü vardır. Planlar daima kıvrak, yani düzeltilebilir olmalıdır. Burada teknik ve sosyal terakki gözönüne alınmalıdır. Monnet planı (1953) işarî bir plan’dır. Marshal planı, Be-veridge planı en tanınmışlarıdır. Planning kelimesi öngörüyü ifade eder. Planlama ile beraber kullanılır. îmal ilerlemesinin kontrolü, dış memleketlerden ısmarlamalara nezaret, stokların kontrolü, atölye ve makinelerin kontrolü başlıca işleridir.
Planlaştırma (plannification): Başta İktisadî olaylar gelmek üzere toplum olaylarını bir plana göre düzenleyerek yöneltmek gerektiği fikrine dayanan siyasî davranış. Bu tanıma göre eğitim planlaması, hukuk planlaması, dil planlaması, teknik planlaması, şehir planlaması, vb. vardır.
Platonculuk (p 1 a t o n i s m e): Eflâtun’un Devlet diyoloğunda anlattığı toplum teorisi. Bu teori gerçek bir toplumu değil, filozofun Idee teorisine göre tasarladığı ideal bir toplumu anlatmaktadır. Bunun için, sonradan ileri sürülen bütün ideal veya hayalî toplum görüşlerinde Platonculuk örnek olmuştur. Fakat Eflâtun yaşlılığında yazdığı Kanunlar (Nomoi) adlı diyalogunda bu ilk fikirlerinde değişiklik yapmış ve gerçeğe yakın bir toplum görüşünü anlatmıştır. Bu bakımdan Aristo’nun “Politik” adlı eseri gerçek toplum tasvirine daha yakındır.
Pogrom (p o g r o m): Yahudi mahalleleri olan Guetto’larda, onlara karşı yapılan bir nevi kıtal. Pog romlar, yahudilerin sinagogue’da toplandığı sırada en büyük vahşet halini alır. Çoğu kere ırkçılıkla birlikte İktisadî rakabet sebeplerinden doğmuştur. îlk dafa 1903 de Ruslar tarafından yapılmıştır. 1917 Rus devrimi sırasında beyaz Rus generali Denikin ve “yeşil” çeteler bazı bölgelerde pogramlar yaptılar. 2. Dünya Savaşında Hitler idaresi aynı şeyi daha geniş ölçüde uyguladı.
Polis (poliçe): Şehir içinde asayişi koruma görevini taşıyan örgüt. Candarma köylerde polisin yerini alır. Şehirde “inzibat” neferleri polise yardım edebilir. Belediye zabıtası ve trafik polisi tamamlayıcı kuvvetlerdir.
Post: Bektaşi dergâhlarında şeyhin (dede veya baba’nın) oturduğu yere bir koyun postu serilir. Post dede makamının adı olarak kullanılır. Horasan postu gibi.
Pranga (İtalyanca): Suçluların zincirli olarak işe koşulması.
Prevantorium: Zayıf ve verem istidadında olanların bakıldığı ve iyileş-tirildiği kurum. Burada bakılanlar verem hastanesi olan Sanatorium’a girmezler.
Projektif teknikler (techniques projectives): Sosyal psikolojisinin esaslı metodlandır. Ferdin güdüleri hakkında bir bilgi kaynağıdır. Şüjenin bir mürekkep lekesi, ondan meydana gelen karışık şekilleri, bir dizi belirsiz resimlere verdiği türlü anlamlan yorumlamak suretiyle o andaki eğilimleri, impulse’leri hakkında geniş bilgi edinmek mümkün olacağı fikrinden doğmaktadır. Bu testler geniş olarak Rorschach tarafından ferdî ve marazî psikolojide kullanıldıktan sonra özel şekillerde sosyal psikolojiye geçmiştir. Sosyoloji de bu son ilim dalı ile ilişiği nisbetinde ondan faydalanır.
Proletarya (proletariat): Endüstrileşmiş toplumlarda organlaşmış işçi sınıfıdır ki, kendisini en “aşağı” sayar. Gerçekte bu organlaşma işçi sınıfının toplumda en şiddetli etki yapmasını sağlar. İktisadî ve onun sonucu olarak hukukî eşitsizlikler yukarıdan aşağı doğru indikçe baskıyı artırır ve aşağı tabakada sosyal huzursuzluğu en yüksek dereceye çıkarır. Bu da “sınıf şuuru” dedikleri bir dayanma ve karşı koyma şuurunu doğurur. Bu sınıf şuuruna katılanlar kendilerini proletarya’dan sayarlar. Buna karşı, bir kısım uzmanlaşmış “kalifiye” işçiler bu şuura katılmazlar. Onları proletarya’dan ziyade orta sınıflardan saymalıdır.
Proletarius (proles — lignee kelimesinden) Roma’da yalnız işe yarar diye kullanılan fikirlere denirdi. İşinden başka geçim yolu yoktu.Proletariat: medenî hürlüğe sahip ise de işinden başka yaşama vasıtası olmayanların bütünü. Proleterleşme: yüksek veya orta sınıflarda iken proleter sınıfın içine düşmek, Marx’a göre artık-değer ve kapital birikmesi olaylarının zarurî neticesi proleterleşmedir.
Proleterleşme (proletarisation): Orta veya yüksek sınıflardan fertler veya zümrelerin statü'sünün alçalması halidir ki, bunlar derece derece proletaryaya yaklaşırlar. Gerçek proleterleşme işçilerde sınıf şuurunun doğması demektir.
Proleterlikten çıkma (deproletarisation): İşçi sınıfından olan bazı kimselerin İktisadî ve sosyal yükselme süreci. Fert, kapitalist dünyada gündelikçinin vasfı olan bağımsızlıktan kurtulma suretiyle proleterlik statüsünü kaybeder. Böylece onu başka proleterlere bağlayan dayanışma da çözülür.
Propaganda (propagande): Belirli çıkarlara göre bazı zümrelerde, telkin ve fikir yardımiyle, bağlılaşma (consensus) yaratmak için kullanılan teknik. Propaganda bütün toplum, millet için başka milletlere karşı yapılabildiği gibi, bir sınıf için başka sınıflara karşı da yapılabilir. Bu teknik başlıca sosyal psikoloji’den faydalanır.
Protesto (proteste r’den): Bir zümrenin özel bir kanaatle iktidara veya yabancı kuvvetlere karşı şiddetli itirazı. Tarihte en bariz örneği Katolik kilisesine karşı Luther’in itirazıdır ki, protestanlığı doğurdu. Zamanımızda Orta ve Uzak-Doğu memleketlerinde Amerikan kuvvetlerine karşı yapılmaktadır.
Potlatch (p o 11 a ç): Birçok ilkel kavimlerde kabileler veya aileler arası bir sözleşme şeklidir ki, çok karmaşık bir karakter gösterir. Potlaç iki zümrenin üstün şeref kazanmak için yarışması demektir. Bu yarışma zümrelerden birinin ötekine ait olan bir ayin ve törenin yapılması işini üzerine alması suretinde gerçekleşir: düğün, ziyafet, cenaze töreni, bir giriş veya komünyon ayini, v.b. Potlaç için vesile olabilir. Potlacı veren zümre aktör, kendisi için Potlaç verilen zümre seyirci durumundadır. Ayinin sonuna kadar seyirci klan veya kabile eleştirici olarak bulunur. Törenin detayına ait en ufak yanlış şiddetli tepki uyandırır ve zümreler arasında düşmanlık başlar. Potlaç başarı üe sona erince iki zümre anlaşmış sayılır, böylece aralarında dinî -hukukî - İktisadî vasıfları olan bir ilk sözleşme kurulur (G. Davy, La Foi Juree). Potlaç ayrıca birçok sanat şekillerinin ve sahne eserlerinin köküdür.
Politika (politique): Dar anlamda siyasî etkinlikte bulunmak ve onunla ilgili bütün işlemler.
Polis hükümeti (poliçe state): Hükümetin organlaştırdığı bir polis kuvveti iktidarın devamını sağladığı zaman bu şekil yönetim meydana gelir. 19. yüzyıl sonundan beri bu yönetim şekli çok yaygınlaşmıştır.
Psikanaliz (psychanalyse): Freud’un çağdaş psikolojide devrim çığırı olmakla birlikte, dışşuur olguları ile toplum arasındaki sıkı bağdan dolayı sosyolojiyi de ilgilendirir. Bu ilişiği Jung görmüş ve “kolektif dışşuur” adiyle ifade etmiştir. Moreno da bunu “s o c i o d-r a m a” metodunda ve sociometrie dediği küçük zümrelerin doğuşuna ait araştırmalarında kullanmıştır.
Psikopatoloji (psychopathologie): Ruh hastalıkları ilmi. Son zamanlarda toplum olaylarının bir kısım ruh hastalıkları üzerinde doğrudan doğruya etkisi olduğu dikkati çekmeye başladı. Fakat re-actif deliliklerin İktisadî kriz zamanlarında arttığını inceleyen Le-conte’un görüşünden farklı olarak, toplum her şeklinde bir emirler -yasaklar sistemi olduğu için, toplum içinde bulunan kimselerin ruhî hayatında bu emir - yasak sistemi bir çözülme (alienation) meydana getirir. Ruhî gelişme yaşlarının (ergenlik, erginlik, erişkinlik, v.b.) her birinde bu çözülmeler yeni sentezlerle tamir edilir: böylece ruh gelişmesi bir dönüşler (conversion) silsilesi halini alır. (H. Z. Ülken. Cemiyet ve Marazı Şuur, 1931; — Eğitim Felsefesi, 1967). K
Psikoteknik (psychotechnie): Endüstride ve genel olarak iş hayatında çalışanların zihnî emeği ve bütün kişiliği ile iş verimi arasındaki münasebeti inceleyen psikometri de sosyoloji ile paralel çalışan bir bilgi dalıdır. îç organlaşması, planlama, endüstri ve “teşebbüs” ne derecede topluma ait ise bu teknik çalışma da o derece topluma aittir ve sosyolojiye bağlıdır.
Pulluk (c h a r r u e): Başlangıç şeklinde tarlayı sürme a^eti. Saban’dan farkı bunun daha derin kazacak derecede gelişmiş olmasıdır. Pulluk’-ta birçok kazma demiri vardır. Bk. Saban.
Punalua: Birçok kadın birçok erkeğin ortak karısı olup birlikte yaşarlar. Bu evlenme şekli geçen yüzyıl sonlarında Howitt, Spencer ve Gülen taraflarından Hawaî adalarında tesbit edilmiş ve bilinen evlenme şekillerinden hiç birine girmeyen bir evlenme şekli olarak anlatılmış idi. Fakat Durkheim’m “Fücurun yasak edilmesi” adlı araştırmasından beri hayli eleştirildi. Pirauru’dan farklı olmakla birlikte “fücur” a benzeyen bu olayda da aynı kabilede işten ve dıştan evlenmelerin birleşmesi hali vardır.
Putkırıcılık (iconoclastie): Göksel dinler.genel olarak putlarla savaşırlar. Onların içinde de Tanrı veya azizlerin heykel veya küçük modellerine saygı tapınma şeklini aldığı zaman, bu küçük modellere (i c o n e) karşı tepki uyanmıştır ki, bu “putkırıcılık” kavramının özel şeklidir. Ortodokslukta ve İslâmda resme karşı, (yun. eikön = image).
Putatapıcılık (i d o 1 â t r i e): îlkel dinlerden başlayarak İlkçağ sitelerinin çoktanncılığma kadar birçok dinlerin ortak karakteri. Göksel dinler doğduktan sonra bunlar Paganizm veya “payen” inançlar diye ayrılmıştır. îslâmdan önce araplardaki şekilsiz kayalardan Yunanlıların veya Hintlilerin olgun heykellerine kadar bütün tapınılan ferdî ve büyük kıt’ada kutsal taşlara “put” denir. Arapçası “sanem” (id ol e).
K
Rabat: Kuzey Afrika’da İslâm savaşçı tarikatlarının sığınmak için yaptıkları kaleler ki aynı zamanda tekke veya “zaviye” görevini görmektedir. “Murabit”ler devleti bunlardan doğmuştur. Bugün de Sünû-sîler gibi birçok savaşçı tarikatlarda rol oynamaktadır. (Şehirde yerleşme demektir.)
Radikalizm (radicalisme): Bk. Köktencilik-
Radyo (radio): Elektro-manyetik dalgalardan faydalanmak üzere çağdaş tekniğin icat ettiği bu yeni alet, her şeyden önce sosyal bir bildirme, yayma ve haberleşme aracı olmuştur. Radyo’nun sosyal sonuçlarından en önemlisi insanları hatip, konferansçı, v.b. larmı dinlemek üzere bir salon veya meydanda toplanmaktan kurtarmasıdır. Radyo, haberleri insanın evine, koltuğunun yanına kadar getirmek üzere, büyük bir nisbette, tiyatro ,konser, toplantı salonu zahmetlerinden ayırıyor. Bu da radyonun ferdî hayatı, aileyi canlandıran bîr araç olduğunu gösterir.
Rahiplik (c 1 e r g e): Toplumda din işlerini ayrı bir meslek haline koymuş olanların teşkil ettiği sınıf, ilk ve Orta çağlarda Batıda “rahiplik” sınıfının toplumda özel yeri ve siyasî nüfuzu vardır. îslâmda “kadı” 1ar ve “müftü” 1er rahip değildirler.
Rakabe (droit de pr o p ri e t e): Osm. Toprak hukukunda arazi’-nin mülkiyet hakkı, ki çoğu yerde devlete aittir.
Rakabet (concurrence): “yarışma” (e on c ou r s) dan ayırmak için eski kelimeyi kullanıyoruz. Açık pazarda tüccar ve üreticilerin serbest yarışması demektir. Bugün kelime yalnız başına kullanılmıyor: tam rakabet, eksik rakabet şekillerinde kullanılıyor. Tam rakabet: alıcı ve satıcıların sayısı yeter derecede ise ve kuvvetleri hemen eşit ise, alıcı ve satıcılar pazara serbestçe girebiliyorsa, en elverişli şartlarda satıyor ve alıyorlarsa orada tam rakabet vardır. Aksi halde yoktur. Yarışmanın rakabetten daha geniş bir sosyal anlamı vardır. Bütün sosyal işlemler ve değerlerde fertler veya birlikler arasında meydana gelir. Spor yarışması, fikir yarışması, sanat yarışması, teknik yarışma, icat ve keşif yarışması, araştırma ve ten-kid yarışması, hatta fedakârlık ve yardım yarışması başlıca tipleridir. Demokrat toplumlarda yarışma bütün değer ve kuramlarda tam serbesttir. Fakat vasıta değerlerde yarışma (İktisadî yarışma veya rakabet) gaye - değer yarışmalarının gelişmesine engel olur.
Rakabet merkezi (çent re de concurrence): Şehir sosyolojisinde, şehrin banka, borsa, büyük ticaret merkezlerinin bulunduğu ve İktisadî rakabetin nüfus birikmesini doğurduğu çekirdek kısmı. Bu kısım, ekolojik bakımdan da tam merkezde olur. Fakat bazı şehirlerin kuruluş tarzı ve topografik durumuna göre deniz kenarına ve yana gelebilir.
Ramazan: İslâmlıkta oruç tutulan aydır ki, sonunda bayram gelir. Arap-lyd-i Fitır. Oruç (savm.)
Rasyonelleştirme (rationalisation): Felsefedeki “aklileştirme” den farklı anlama geldiği için aynı kelime ile karşılayamıyoruz. 1) Rasyonelleştirme bir eylemin gerçek saikleri (motivation) yerine toplumca kabul edilen başka saikleri şuurlu veya şuursuz olarak koymak demektir. Toplumun modellerden ayrılan davranış tarzlarına ceza olarak verdiği ayıplayım yaptıncıhklardan kaçınmak için fertler ve zümrelerin baş vurduğu dolambaçlı bir tekniktir. 2) İktisatta detayı azaltarak verimi çoğaltmak amaciyle baş vurulan ve planlaştırma ile ilgili metod.
Realizm (realisme): Toplum yönetiminde gerçeğe uygun ve toplum olaylarını incelemeden doğan görüş.
Recm (1 a p id a t i o n): Taşa tutma sureciyle cezalandırma. Toptan kamu sanısını ve toplum vicdanını rahatsız eden büyük suçlarda halk, organlaşmış ceza kurumunun işlemesini beklemeden, suçluyu taşa tutma suretiyle cezalandırır.
Reaya (sujets chretiens): Aslında çoban ve köylü anlamında “raiyye” kelimesinin çoğulu olarak bütün Osmanh tab’ası için kullanılırken sonradan yalnız hıristiyan uyruklular için kullanılmıştır.
Reform (reform e): 1) Toplumda yıpranmış kurumlan düzeltmek, kalıntılardan kurtararak yenileştirmeden ibaret, kültür değişmesine yardım eden iradeli karışma. Reform kökten değil, ağır ve evrene uygun bir değiştirmedir. Bu bakımdan “devrim” den ayrılır. 2) Özel olarak “Reform” 16 ncı yüzyılda Almanya’da Katolik Kilisesine karşı tepki olarak doğan mezhep hareketine verilen addır.
Rehin (h y p o t h e q u e): Bir alacaklının teminatı görevini gören kurumdur. Alacaklı borçlunun bir gayrı menkulünü rehin altına koyar. Borç ödenmediği takdirde alacaklı gayrı menkulü satarak parasım alabilir. Alacaklı binayı almak veya parasını almak hakkını taşır. Rehin meşru olabilir, mahkeme karariyle olabilir, İktisadî olabilir. Borçluyu rahatsız etmeden rehin alacaklıya garanti verir.
Reji (regie, monopole): Eski terimle “inhisar”, yeni terimle “tekel” de denir. Bir kısım üretim maddelerinin yalnız devletçe yapılması ve satılmasından ibaret iktisat sistemi.
Rejyonalizm: Bk. bölgecilik.
Reklâmcılık (r e c 1 a m e): Çağdaş medeniyeti ayırdeden vasıflardan biri de reklâmdır. Vitrin ve reklâm üretim mahsullerini yayan esaslı vasıtalardır. Eski kültürlerde gösterişi oluştan üstün tutan böyle bir vasıta kullanılmazdı. Bunun sebebi çağdaş medeniyetin kapitalizme ve aşırı üretime dayanan bir medeniyet olmasıdır.
Rençber (ouvrier d’agriculture): Toprakta çalışan ve kendi toprağı olmayan işçi. Toprak kölesi (serf) gibi haklardan yoksul değildir, işçi haklarından faydalanır. Fakat işçi teşkilâtına ve sendikalarına giremez, çünkü şehirlerden uzak ve dağınık yaşar ve yetişme tarzı işçilerden farklıdır. Başlarında “rençber başı” veya “çavuş” bulunur. Büyük toprak sahipleri ve ağaların hizmetinde çalışırlar.
Remil (geomancie): Falcılık ve okuyuculuk gibi büyücülük (sihir) şekillerinden biridir. İlkel toplumlarda esaslı rolü olmakla kalmaz, gelişmiş toplumlar içinde de kalıntı halinde yaşamakta devam eder. Göksel dinler yasakladıkları gibi, ilim görüşü ve laik devlet anlayışı Sosyoloji Sözlüğü — 16 bu kalıntıların canlanmasına karşı koyar. Bununla uğraşana “rem-mal” denir.
Remiz (s y m b o 1 e): Kültür unsurları arasında insan davranışlarını ve tavırları ifade bakımından sıkı bir bağlılık vardır. Ev eşyası, kılık, ayinler, selâmlaşma tarzları, mimik ve işaretler arasındaki bu bağlılaşma onların her kültüre vergi davranış tarzının sembolü olmalarından ileri gelir. Buna kültürün masallar, mitolojiler, danslar, v.b. unsurlarını da katınca “remiz” lerin kültür hayatında ne kadar geniş yeri olduğu görülür.
Ressamlık (art de peinture): Güzel sanatların plastik denen kısmının en önemli bölümü. Ressamlık öteki sanatlarla birlikte bir toplum kurumudur. Sanat değeri, yeni resim eğilimleri, Güzel Sanatlar Akademisi, ressamlar derneği, resim eleştirmesi, resme rağbet ve satış olmak üzere bu kurumun bütün yönleri sosyolojiyi ilgilendirir.
Rejim (r eğim e): Yönetim tarzı demektir. Belirli bir ideolojiye bağlı hükümet yönetimine rejim denir.: Demokratik rejim, totaliter rejim, Sovyet rejimi, Cunta rejimi, v.b. gibi. Rejim değişmeleri hükümet
• darbeleri ve devrimlerle olur. Özel olarak ferdî hayatta beslenme tarzına ait tutulan disiplin anlaşılır.
Rey (o p i n i o n, v o t e): Bu eski arapça kelime iki ayrı kavramı karşılamakta idi, bu yüzden karşıhkhğa sebep oluyordu: 1) opinion kavramı ki, bugün “sanı” kelimesiyle bunu ayırıyoruz. 2) vote kavramı ki, buna da “oy” diyoruz. Büsbütün ayrı olan bu iki kavram böylece aydınlık ve seçiklik kazanmıştır.
Rezalet (scandale): Kamu sanısını sarsacak derecede tepki yapan âdetler ve ahlâka aykırı hareket. Kelime asıl “sürçme” demektir; fakat bir toplumun vicdanını rahatsız edecek kadar tepki yapan utanılacak hareketler için kullanılır.
Riba (i n t e r e t): Bk. Faiz.
Rica! (hommes d ’ E t a t): Siyasî hayatı yönelten başlıca devlet adamları için kullanılan eski terim.
Rind (type 1 y r i q u e): Doğu - Islâm memleketlerine vergi ince zevkli ve toleranslı tip. Iranda ve başlıca Osmanlı imparatorluğunda gelişmiştir. Bunu halk şairi (âşık) ve bektaşi tiplerinden ayırmalıdır. Yahya lîemal eserinde bu tipi canlandırdı.
Rişvet (veya Rüşvet): Toplumda dirliğin bozulmaya başladığı zaman, kanun-dışı (illegal) yoldan bazı işleri yürütmek için yetkililere verilen gizli para veya mal. Rişvet, bir toplumda ahlâk değerinin sarsıldığı ve İktisadî, hukukî dirliğin bozulduğunun başlıca işaretle-rindendir. Ahmet III zamanında Defterdar Sarı Mehmet Paşa “Na-
sayih iil Vüzera” adlı kitabında bu anormal olayın yaptığı yıkıntıları anlatıyor ki, bu kitap yazarın öldürülmesine sebep oldu.
Ritm (r y t h m e): Toplamlarda ayinler ve törenlerin bağlı olduğu düzenli aralıklarla yapılma şekli. Törenler yılın belirli zamanlarında, çoğu kere mevsim dönümlerinde yapılır. Özel olarak ayinlerde danslar ve taklitli (mimetique) hareketlerin uyduğu vezinli düzen demektir. Başlıca ritm şekilleri: 1) mevsim ritmi (ekim, biçim); 2) dinî ritm (ayinler, bayramlar); 3) cinsî ritm (yasakların artması, gevşemesi); 4) on yıllık ritm, v.b. gibidir.
Romantizm (romantisme): Toplum yönetiminde romantik görüş gerçeğe ait incelemeleri bir yana bırakarak duygu ve heyecan taşkınlığını ön plana almadan ibarettir. “D e m a g o g” 1ar bu eğilimden faydalanarak iktidarı “kalıp sözler” (slogan) lerle ele geçirirler. Fakat samimî romantizmi, başarısız olsa da, bundan ayırmalıdır.
Ruh (esprit): Dinler ve sihirlerde bedenden ayrı olarak yer yüzünde, toplumun civarında veya başka bir âlemde devam eden ve ölümden sonra insanlar üzerinde iyi ve kötü etkileri olan “manevî cevher”. Bu görüş psikolojinin ruh görüşünden büsbütün ayrıdır.
Ruhanî (c 1 e r i c a 1): Dünya işleriyle uğraşmayan din adamları zümresi. “Ruhanî” 1er siyasî hayata karışmadıkları için tam bir sınıf değildirler.
Ruhban sınıfı (c 1 e r g e): Ruhanîlerin teşkilâtlanmasından doğan toplum sınıfı: 17. yüzyıl Batıdaki gibi.
Ruhbilimcilik (psyehologisme): “Psikolojizm” de diyebileceğimiz bu eğilim toplum olaylarını ruhî olaylar ve psikoloji ile açıklamak istemeden ibaret akımdır. Gabriel Tarde tipik bir psikolojist idi. Çünkü toplum olaylarını taklit ve icat dediği iki ruhî olaya indiriyordu. Bugün de “rubilimcilik” eğiliminin taraflıları vardır.
Ruhgöcü (metempsyehose): Ruhların ölümden sonra başka bedene göç ettiği inancı. Bazı eski dinlere göre ruhlar bedenden bedene göç etmek üzere bu dünyada kalır ve eskiden yaptıklarının cezasını bu suretle çekerler. Arapça “tenasüh”, fransızca “transmigration” da denir. Bu inanç Fisagor ve Platon felsefelerine de sokulmuş ise de ilkel dinler ve toplumun evrimi ile ilişiği vardır ve göksel dinlerde s “öteki âlem” fikrinin doğuşu ile ortadan kalkmıştır.
Ruh sağlığı (hygiene morale): Akıl sağlığından daha geniş ve yumuşak anlamda zihin, irade, duygu ve dışşuur buhranlarını önlemek için alınan İlmî tedbirlere verilen addır. Ruh sağlığı, ruh hastalıklarını inceleyen psikopatoloji ve psikiyatrinin tekniğidir. Fakat ruh sağlığının başarılması için monografi ve statistiğe dayanan sosyal tetkikler yapılması gerektiği gibi, ayrıca Ruh sağlığı kurumlan (Akıl hastanesi, Şifa yurdu, Ruh sağlığı araştırma derneği gibi kurumlar) topluma aittir.
Rufai ayini (rite roufaîte): İslâm tarikatlanndan Afrika ve Arabistan’da yaygın olan Rufaîliğe mahsus ayin. Mevlevi ayini olan Se-ma'ın sakin ritmli devranının aksine olarak dervişlerin kendinden geçecek derecede coştuklan ve cezbeli hareketleri sırasında duyuların azalması gibi, beden üzerinde etkileri olduğu görülür. Rufai ayininde duyuların kaybolması o dereceye gelir ki dervişler ağızlarına ateş alabilir, yüzlerine kan çıkmadan şiş batırabilir ve kızgın demiri tutabilirler. Bk. Vaudou ayini.
Ruus: Medresede lisans ve doktora imtihanı geçirmek.
Rüsumat (doua.ne): Türkçesi: gümrük, Bk. Gümrük.
Rütbe (g r a d e): Askerlik, rahiplik, zanaat gibi İlkçağdan beri kapalı dirliği olan toplum organlaşmalarında bu dirliğe giren aday birçok sınavlardan geçmek üzere yükselir. Bu yükselişinde kazandığı derecelerden her birine “rütbe” denir. İlim hayatı da bir çeşit korporasyon sayıldığı için eski üniversitelerden kalıntı halinde ilim “rütbe” leri vardır. Bu terimi bir (h i e r a r c h i e) mertebelenme’deki “mertebe” (r a n g) 1erden ayırmalıdır. Rütbe kapalı zümre tarafından özel törenlerle verilir; “mertebe” büyük topluma ait olup daha geniş anlamda ve kuşaklar boyunca kazanılır. Bk. Subay.
Rüya tabiri (interpretation des re ve s): Rüyaların geleceğe ait vakaları ifade ettiği inancı ile rüya tabirleri eski çağlarda büyük bir yer ahr.Rüyaları yorumlayan “tabirname” 1er vardır. Freud rüyanın yorumlanmasını bir Psikanaliz dalı haline getirmeye çalıştı.
S
Sabit gelir (revenu fixe): Tüccar, patron veya serbest meslek sahipleri gibi üretiş veya değişim miktarına göre çoğalıp azalmayan ve sabit bir ücret ve maaş alan kimsenin geliri.
Sabit sermaye (c a p i t a 1 constant): Bk. Sermaye.
Saban (charrue): Tarlayı sürmeye yarayan alet. En basit şekli başlangıç çiftçilikte kullanılan ve çift öküzle sürülen bir kazıcı demirle onun takılı olduğu bir tahta kısım ve sapıdır. Fakat sabanın tekerlekli; demirden ve çok ilerlemiş şekilleri oldukça gelişmiş tarım sisteminde kullanılmaktadır.
Sabıkalı (r e c i d i v i s t e): Bir suçu birçok defalar işleyen kimse. Sabıka (delit repete) cezanın ağırlaştırılmasına sebep olur.
Sacra privata (özel kutsallık): Eski Roma’da aileye mahsus ayin ve kurbanlar. Bu törenlerde Vesta’ya, ocak tanrısı olan Lares’e, ataların ruhlarına, aile anbarını kutlayan (takdis eden) Penates’e dua edilir. Ailenin babası bu özel tapınmanın rahibi görevini görür: tapınmada karısı ve çocukları hazır bulunur. Törenin sonuncu üyesi camili ve camillae'dir. Bazı yazarlar toga praetexta’yı (yani çocuk burnusunu) giymiş olarak törene katılmalarına izin verildiğini yazarlar. Bu burnus rahipler ve yargıçların imtiyazıdır.
Sacra publica (kamu kutsallığı): Liberalia denen günde (Martın 16 sı) Romalı çocuklar, çocukluk humuslarını (toga) erişkinliğe ulaştıklarının sembolü olarak toga v i r i 1 i s’le değiştirdikleri zaman yapılan ilk Roma törenleri. Gün, aile mihrabında ev tanrılarına tapınmayla başlar. Orada çocuk en iyi oyuncaklarını ve bulla’yi, yahut muskayı yanma alır. Bunun arkasından kanunun katıldığı meydanda (forum) büyük bir tören gelir. Yakınları ve arkadaşları ile gelen patricien çocuğu forum’a götürülür ve oradan Roma’nm millî tanrıları olan Penates publici’ye kurban vermek üzere Capitole’a gider.
Sadrazam (g r a n d v i z i r): Osmanlı devletinde idare gücünü temsil eden vezirlerin başı. Başka türk - İslâm devletlerinde bu görevi görene Veziri-âzam denir.
Sadaka (aumöne): Şefkat duygusu ile fakirlere yardım için verilen para veya yiyecek ve giyecek. Hıristiyanlık ve İslâmlıkta sadaka “ihsan” m eseridir. Hıristiyan ahlâkında bu “charite” adını alır. Sadaka dinî ve İnsanî bir erdem olmakla beraber, insanlık şerefini alçaltacak tarzda sadaka istemek (dilenmek) büyük bir düşüklüktür.
Sadakat (fidelite): Toplum erdemlerinin başta gelenlerindendir. İnsanın vefalılığı, dostuna ve ailesine sadıklığı, inancına sadıkhğı ile hayvanlardaki sadakat arasında münasebet aramak boşunadır. Çünkü hayvanda sadıklık, sahibi ile kendi arasında kurulmuş bir şartlı refleks ve alışkanlık olduğu halde insanda bir inancın ve kararın sonucudur. Sadakatin şartları toplum değerlerinin kuvvetle yaşanmış olmasıdır.
Sadizm (sadisme): Birine işkence etmeden hoşlanmak anlamında ’ psikolojik bir terim ise de işkence şekillerinin bu en vahşicesi toplum-
lara, toplum âdet ve inançlarına bağlı olduğu için sosyolojik terim olarak alınmalıdır. Marquis de Sade’m kendi tecrübelerine dayanarak yazdıklarından beri bu türlü hareket ve duygular onun adı ile tanınmaktadır. Tam karşıtı: mazochisme, kendisine işkence olunmak ve kırbaçlanmaktan hoşlanmak anlamına gelir. Her iki kelime Psikanaliz konusu olarak ele alınabilir.
Safha (phase): Toplumun veya bir toplum kurumunun zaman içinde geçirdiği evrim dönemlerinden her biri. Safha tekrarlı bir olay cinsine ait olduğu için doğrudan doğruya sosyolojiyi ilgilendirir. Devir (p e r i o d e) tek ve tekrarsız vakalara ait olduğu için Tarihe girer.
Sağcılık (parti droite): Geleneğe, kalıntı kuramlara bağlı veya yıkılmış kurumlan diriltme eğiliminde olan siyasî partilerin genel olarak aldığı ad.
Sağdıç: Düğün günü evlenen erkeğin sağ yanından giden ve onu geline götüren adam. Sağdıç kadın, aynı hizmeti geline gören ve onu damada götüren kadındır.
Sağduyu (b o n s e n s): İlimden değil görgüden kuvvet alan olaylara ait doğru görüş. Fakat “sağduyu” toplum ve kültür seviyesine göre değişir. Her ne kadar filozoflar (Descartes) “sağduyunun insanlar arasında en iyi bölünmüş” olduğunu söylüyorlarsa da, o kültür çevrelerinde, hatta bir toplumdaki birçok seviyeler arasında birçok değişiklikler gösterir.
Sağlık sigortası (assurance de s a n t e): İleri Batı memleketlerinde işçiler, işde kullanılanlar (müstahdem) ve görevlilerin (memur) hastalık, yaşlılık, ameliyat ihtiyaçlarını karşılayan böyle sağlık sigortası teşkilâtı vardır. Türkiye’de bunun için şimdi kanun projesi hazırlanmaktadır.
Saha (d o m a i n e): “Alan” terimini “champ” karşılığı kullandığımız için burada “saha” demek zorundayız. Toplumda ayrı egemenlik “saha” sı vardır. Bu kelimeyi federe devletler için de kullanabiliriz. Bilgide uzmanlık alanları için de aynı kelime kullanılır.
Saldırma (agression): Bir veya birkaç yoksunluğa (frustration) uğramış olan toplumda parçalayıcı davranış veya fiil. Sınıf ve züm-relerarası gerginliklerden “saldırma” 1ar doğar. Yaygınlaştığı zaman “ayaklanma” halini alır ve çoğu kere “homurtu” ile başlar.
Sanat sosyolojisi (sociologie de l’art): Plastik ve iç sanatlar denilen güzel sanatların toplum kurumlan olarak doğuşları, gelişmeleri ve başka kuramlarla karşılıklı ilişkilerini inceleyen sosyoloji dalıdır. Sânat sosyolojisi bu tanıma göre normatif bir bilgi olan Estetik’ten, sanatın özü ve değerler arasındaki yerini inceleyen sanat felsefesinden ayrılır. En çok ilişiği olan sanat psikolojisi ile kültür antropolojisidir.
Sakatlık (i n f i r m i t e): Kaza veya savaşta yaralanma ve bir uzvunu kaybetme hali. Bu biyolojik eksikliğin birçok sosyal sonuçları vardır: Sakat, toplumda bazı görevleri yapamaz, yolda hareketi güçleşir. Ona yardım toplumun ödevi haline gelir. Bazı durumlarda sakatların hareket edememeleri onların bakımevi’ nde ayrı bir bakıma tabi tutulmasını gerektirir.
Sal (radeau): Odunların birbirine pekiştirilin esinden meydana gelen ve su üzerinde yüzen en basit taşıt aracı. Dereden veya ırmaktan geçmek için kullanılmaktadır. Aslında yalnız bunun için kullanıldığı halde nadir olarak küçük denizleri geçmek için de kullanılmıştır: Türkler Kümeliye salla geçtiler.
Salgın korkusu (terreur de contagion): Aslında biyolojik bir olaya dayansa da salgın bir hastalığın yayılışı, ürküntüsü tam sosyolojik bir olay manzarası gösterir. Ortaçağda veba korkusu, Uzak-Doğudan gelen salgın hastalıklardan ürküntü, kanser korkusu, v.b bunlardandır.
Sampling (e c h a n t i 11 o n a g e): Bk. örnekleme.
Sanatın evrimi (evolution de l’art): Sanat her çağda, içinde doğduğu toplum ve kültürle ilgili olarak gelişir. Bundan dolayı bir toplum olayı halinde incelenmelidir. Toplumun evrimine göre başlıca şu sanat şekillerini ayırabiliriz; 1) İlkel sanat: buna “primitif sanat” da denmektedir. İlkel toplamlarda veya tarihöncesi yazısız devirlerin sanat eserlerinde görülür. Başlıca vasfı perspektifsiz olması, çizgi ve renklerde ifade (e x p r es s i on) kuvveti ve bazen stilleş-tirmedir. Eski Mısır sanatına kadar sürer. Bu sanatın yeni sanat akımları üzerine tesiri olmaktadır. 2) Klasik sanat: Akdeniz kültüründe, başlıca eski Yunanda olgun şeklini alan ve tabiat-insan hakkında İlmî - gerçek görüşe dayanan sanattır. Anatomi, optik, pers-pektiv bilgisi bu sanatı geliştirmiştir. Bir vasfı da insan bedenine (anatomi) ait başarılı eserleridir. Uzak-Doğuda da (Hint, Uygur) örnekleri vardır. 3) Ortaçağ sanatı: başlıca vasfı manevileşme ve soyutlaşmadın. Klasik sanatın insanlaşmasına karşılık bu sanat insan şeklinden uzaklaşır. Genel olarak putkıncılık (icönoclastie) ve soyut ifade hâkimdir. Bizans, Islâm, Gotik ve Uzak - Doğu (Çin) sanatları gibi. Roman sanatında payen resimli süslü sütun başlıklarına hücum, islâmda yazı sanatı, arabesk ve resme hücum bunun sonuçlardır. 4) Modern sanat: Renaissance’la başlayan realizmin zaferini temsil eder. Klasik sanata dönüşle başlar ve ifadeciliğe (expressionisme) doğru gelişir. Bu sanatın son halkası gerçeküstü (sürrealiste) ve soyut (abstrait) sanattır ki, bir bakımdan primitif sanatla birleşir.
Sancak (drapeau, provin ce): Ordunun önünde giden bayrak. Ele geçen kaleye sancıldığı için bu adı almıştır. Ayrıca Osmanlı devletinde idari bölümlerden biridir ki başlarında has sahipleri veya şehzadeler bulunurdu.
Sanı (opinion): Toplumda henüz ortaklaşmış olmayan bulanık fikirel-re verilen addır.
Sanık (conjecture): Bir suç işlediği şüphesi ile tutuklanan veya serbest olarak yargılanan kimse. Mahkeme tanıkları ve kanıtları (a rg um en t) dinledikten sonra suçlu olduğu sabit olursa hüküm verir.
■ Sansür (censure): Psikanalize göre Libido’ya ait eğilimleri durdurarak dışşuura atan güc. Sansür toplumda emirler veya yasaklar sistemindeki baskı (contrainte) gücüne karşılıktır. Ayrıca siyasî gücün basın ve yayını kontrol için kullandığı kuvvete denir.
Sapıklık (perversion): Eğilimlerde ve başlıca cinsî eğilimde normalden ayrılarak sapmış şekiller. Kendi cinsine karşı eğilim (homosexu-alite) başlıca şeklidir. Toplumların özel şartları (bababuyruklu aile ve Harem, kışla ve gemi hayatı, kadının aşağı görülmesi, v.b.) bu sapıklığı geliştirir. Bundan dolayı onu psikolojiden çok, bir sosyoloji olayı olarak ele almalıdır.
Sanatorium: Veremlilerin iyileştirilmesi için yapılmış sağlık kurumu.
Sarık (turban): îslâm memleketlerinde eskiden çok yaygın olan ve başta külâh üzerine sarılan tülbent. Sarık şiddetli sıcak ve soğuklara karşı kulakları ve yüzü koruma vazifesini de görürdü. Step ve yayla iklimlerinde kullanılırdı. Osmanlı devrinde fes kullanıldıktan sonra yalnız “ilmiye” sınıfının başlığı olmuştur, şapka kullanılalı beri yalnız namaz zamanı imamlar tarafından giyilmektedir.
Saray (pal a i s): Tekbuyruklu (monarchique) yönetimde egemenliği elinde tutan ailenin oturduğu yer. Saray, böyle bir rejimde kuvvet örneği olarak en büyük ve en zengin yapıdır. Toplum, saray hayatını örnek alır ve onu ilk taklit eden büyük aileler “konak” lan kurarlar.
Sarsıntılar (secousses): Toplumda değerler ve kurumlar arasındaki dengeyi ve consensus’ü bozan iç savaş etkileri sarsıntıları meydana getirir. Sarsıntılar ekonomik, siyasî, ahlâkî olabilir. Yahut bu kurumların bütününe tesir edecek kadar kuvvetli olabilir. Geçici veya uzun süreli olabilir. Bu durumlara göre sarsıntının yalnız yüzde bir değişiklikle kalması, veya bütün toplum değerlerinin temelinde değişiklik meydana getirmesi mümkündür. Sarsıntı yayıldığı zaman sosyal bulaşma (e p i d e m i e) halini alır. Şiddeti arttığı ve kurumlan geri dönülemez bir derecede değişikliğe uğrattığı zaman buna sonyıkılış (catastrophe) denir. Sarsıntı bazen toplumda bu devrim karakterini kazanmaz, yalnız çöküntü (d e p r e s s i on) olarak kalır. Yahut toplum değişmelerini durdurur ve gerileme (r e g-r e s s i o n) manzarasını alır. Genel olarak devamlı sarsıntıların temel yandaşları (corollaire) kriz, savaş ve devrimdir.
Satınalmalı evlenme (mariage par achat): Erkek eşini bir bedel karşılığı satın alır. Bu eski ve ilkel şeklin kalıntısı olarak gelişmiş toplumlarda da ödenen “mihr” ve “ağırlık” gibi kurumlar vardır.
Satyagralıa: Gandhi’nin Hindistan’da AvrupalIlara karşı açtığı silâhsız savaşta “Aşk doktrini” diye tanınan görüştür ki asıl hinduizm’de ve budizm’de bulunmayan bu fikri Gandhi Hind’e girmiş İslâm tarikatları aracı ile tasavvufa borçludur.
Savaş (guerre): İlkel toplumlar arasında aslî hal. Yalnız evlenme, sözleşmeler gibi olağanüstü vesilelerle savaşa son verilir. Bu sözleşmeleri iki taraftan birinin küçük bir sebeple bozması üzerine savaş yeniden başlar. Karşıtı: barış (paix).
Savaş sonucu toplumun siyasî kaderi üzerine etki yapan döğüşme (bataille) lerin toplamıdır.
Savaşma (1 u 11 e, s t r u g g 1 e): Biyolojide Ch. Darwin tarafından kullanılan bu terim sosyolojide de fertler, zümreler, sınıflar arasındaki gerginlikleri ve çatışmaları ifade etmektedir. Bu kelimeyi toplumlar arasındaki sistemli ve ordu ile yapılan “savaş” tan ayırmalıdır.
Savaş sosyolojisi (sociologie de la guerre): İlkin Steinmetz, Soziologie des Krieges adlı büyük eseri yazdı. Sonra birçokları bu konuya dokundular. Bouthoul, buna Polemologie dedi ve ayrı bir kitap yazdı. İkinci Dünya Savaşından sonra birçok araştırıcı bu konu üzerinde durmaktadır.
Savcı (procureur general): Gelişmiş sitelerde meydana çıkan ve kamu hukukunu temsil eden iddia yeri. Böyle bir kurum daha önceki toplum şekülerinde (aşirette, gelişmemiş sitede) yoktur. Onlarda töre (âdet) hukuku yalnız aile ve kişilere ait hakları tanır. Kur’an’da “muamelât” konulan ceza, miras, evlenme, v.b. haklarından ibarettir. İlk defa Savcı hizmeti Roma’da doğmuştur.
Savunma kurumu (compurgatio): Latince kelime. En basit toplumlarda rastlanan ve sanığın mahkeme önüne, yeminle kendi suçsuzluğunu söyleyecek tanıklan getirmesinden ibaret hukukî savunma kurumu.
Sayılmışcılık (conventionnalisme): Gerçek olgular dışında sırf “varmış gibi” sayıldığı için yer alan bazı sanılar üzerine kurulmuş görüş. Sayılmışçılığa götüren, gerçek davranış modellerinin kaybolmasıdır. Çözülme safhasında bulunan kültürlerde “öyle sayılmış” olmak çok rastlanan bir haldir.
Sayılma (convention): Toplamlarda herhangi bir şeyin gerçekten değil, kamu sanısı ile öyle sayılmış olması hali. Eski terimde “itibar” kelimesi hem bu yerde, hem kredi anlamında kullanıldığı için karışıklığa sebep olurdu. Âdetler öyle sayılmış şeylerdir.
Sebil: Hayır için su dağıtmak üzere yapılan özel bir vakıf kurumdur ki, Ortaçağ türk-islâm toplumlarında büyük rolü olmuştur.
Seçim hakkı (s u f f r a g e): Demokratik (halk buyruklu) toplumlarda Parlementoya girmek üzere milletvekillerinin seçilmesi temelli haklardandır. Seçim bölgelere göre, mesleklere göre, bir bölgede çoğunluğu sağlayanlara göre yapılabilir. Bu sistemlerden her biri Parle-mento’lu rejime türlü şekiller verir.
Sayıştay (cour des comptes): Osm. Divanı muhasebat. Devlete ait bütün maliye işlerinin kontrol edildiği daire.
Sema* (danse mystique): Mevlevîlerin tarikat ayinleri sırasında dervişlerin Allah adını zikrederken vecde gelmelerinden dolayı dönmelerinden ibaret âdet. “Sema1” Mevlânâ’mn Mesnevî’sini okurken ve dinî musikiyle birlikte yapılır. Zikr ederek dönen dervişler tam bir cezbe içinde bulunurlar.
Senato (S en at): Yaşlıların (senex) Meclisi olarak Roma’yı idare eden asiller sınıfının meclisi. Sonradan çağdaş İngiliz devletinde Lordlar Kamarası aynı görevi görmüştür. Fakat Senato daima asiller meclisi değildi. Millet meclisini teşkil eden millet vekillerinden daha yaşlı, tecrübeli ve belki de bilgili oldukları için onların hazırladıkları kanunları kontrol edebilen meclis olabilir. Türkiye’de senato bu şekilde kurtulmuştur. Osmanlı Meşrutiyetinde “Ayan Meclisi” bu görevi gördü.
Sefahat (d e b a u c h e): Tüketimde ölçüyü kaçıran ve toplum düzenini bozan aşırılık. îsraf’dan ayırmalıdır.
Sefalet (m i s e r e): insanların yaşamak için zarurî gıdayı ve başka ihtiyaç maddelerini elde edemiyecek derecede sıkıntıda bulunmaları hali. Sefalfet fakirliğin en aşağı derecesidir. Böyle bir durum tabiî kaynakların yetmezliğinden, toplumun en basit üretim yapamıyacak kadar teknikten ve güçten yoksun olmasından ileri geldiği gibi, üretimin aşırı derecede gelişmiş olduğu ülkelerde mahsullerin nisbetsiz bölünmesinden de ileri gelebilir. Bu ikinci şekil üzerinde Marx du-muş ve sefaleti işle anamal arasındaki büyük ayrılıştan doğan proleterleşmenin neticesi olarak görmüştür. Ona göre bu durumda olanlar lumping proletariat dır. Fakat büyük endüstri memleketlerinden en gelişmişlerinde işçi sınıfı bu durumda değildir. Bu, daha çok geri kalmış memleketlerde genel olarak işçi ve köylüde görülmektedir.
Seçim sosyolojisi (sociologie electorale): Parlementolu rejimlerde seçimin bağlı olduğu şartları inceler. Konusu seçimin nasıl olması gerektiği değil, ne olduğudur. (Goguel, Chauchat, v.b. larmın Fransa’ya ait incelemeleri).
Seçkinler (el i t e): Toplumda itibarlı (pr estiğe) olan ve daha geniş zümrelere hükmeden bir azınlık. Seçkinlerden olmak bazı toplum-larda soydangelen (hereditaire) bir vasıftır: babalan ve dedeleri bazı imtiyazlı kastlara ve “tabaka” lara (e t a t) mensup oldukları için, doğuş hakkı ile aynı statüyü alırlar. Başka toplumlarda ise hür rakiplik vardır: orada bazı kimseler yarışmalar sonunda daha üstün bir statü kazanabilirler. Bu türlü “seçkinler” in yetişmesi toplumda bir çeşit elekten geçme (tamisage) meydana getirir. Bazı zümrelerde seçkinler arasına karışmak için giriş, sınav, test, staj, yarışma gibi birçok denemelerden geçmek gerekir.
Seçkinleşme (selection): Ağır çoğalan bir zümreye göre hızlı çoğalmakta olan bir zümrenin hali. Bu kelime asıl biyolojide “tabiî seçkinleşme” şeklinde Ch. Darwin tarafından kullanılmış, oradan antropoloji ve sosyoloji gibi insan ilimlerine geçmiştir. Bazı zümrelerin seçkinleşme sonunda gücünü artırması ve bazılarının da kaybolması bu olayın insanlık alanında da benzer görünüşleri olduğunu gösterir. Yalnız burada sebepler farklıdır ve seçkinleşme faktörleri organizmden değil, kültürden gelmektedir.
Selâmlaşma (salutation): Toplumlar arasındaki münasebetlerde barışma, yaklaşma işaretleri halinde ilkellerde başlamıştır. 1) Saldırıcı selâmlaşma: konuğu düşmanlık gösterileri ile karşılayan bazı ilkel kavimlerdeki tören, aslında bir naziklik gösterisi diye yapılır. Eskimolarda selâmlaşanlar birbirlerine tokat atarlar. Bazı etnologlar bu selâmlaşmayı düşmanlık zamanının bir kalıntısı gibi yorumlamaktadırlar. 2) Ağlayıcı selâmlama: bazı kavimlerde bir konuğun gelmesi üzerine ağlayıcı şarkılar söylenir, onlarda son günlerin kötü vakalarından söz edilir. Bu tören kadınlarla ve evin içinde veya ocağın yanında yapılır. 3) Burunla selâmlaşma. 4) Eli yukarı kaldırma karşı kabileye elinde silâh olmadığını, yani düşmanlığı bıraktığını gösteren bir hareketin sembolüdür.
Selâmlık: Ortaçağ türk konağında devamlı olarak erkeklerin oturmasına ve erkek konukların ağırlanmasına ayrılmış olan kısım. Törenler “selâmlık” ta yapılır.
Sembol (syffibole): İnsan, jest, formül, işaret veya maddî bir şeydir ki, özel bir anlam alır ve belirli bir kültürün muhtevasında bir duyguyu, bir fiili, bir tavn gösterir. Sembollere örnek olarak bayraklar, armalar, üniformalar, nişanlar, mihaplar, dinî İlâhiler, taçlar, yüzükler, anıtlar, kutsal kitaplar, yazılı taşlar, törenler, büyü formülleri gösterilebilir. Semboller, toplum ve kültürün devamını sağlamada esaslı rol oynarlar. Bk. Remiz.
Sembolleştirme (symbolisation): Topluma ait duygular, fikirler ve idealleri sembollerle gösterme yoludur. Bir fiile, bir tavır veya bir duyguya sembolik değer verilmesini de aynı kelime ile anlatabiliriz.
Sendika (syndicat): işçilerin kurdukları yardımlaşma birliğidir ki, işsizlik (chömage) halinde “işçi” lerin birbirlerini korumalarını sağlar. Fakat patronun işinden çıkardığı veya iş bulamayan işçilerin yeni bir iş buluncaya kadar bakımını sağladığı gibi patrona karşı çarpışmaya giren ve “grev” yapan işçilerin de beslenmesini başardığı için, etkin ve saldırıcı bir kuruluş halini alır.
Sendika enternasyonali (internationales syndicaies): Milletlerarası sendika teşkilâtı ayrıca meydana gelmiştir. Başlıca üçü: Dünya sendika Federasyonu (F. S. M.) Milletlerarası Hür Sendikalar Teşkilâtı ve Milletlerarası Hıristiyan Sendikaları Teşkilâtı faaldirler.
Sendikacılık (s y n d i c a 1 i s m e): Sendikalara dayanmak üzere işçi sınıfının kapitalist sınıfa karşı giriştiği savaşın metodunu veren görüştür. Buna göre sendikalar önce direnme (sabotage), sonra grev (greve) yardımiyle işçilerin patronu dize getirmelerini sağlar. Fakat Devlet ve kapitalist sınıf birleştiği zaman grevler birleşerek genel grev (greve generale) o da büyüyerek siyasî grev (greve politique) olur. Böylece siyasî iktidar ele geçirilir. (Georges Sorel, Reflexions sur la violence). Fakat bu günkü teknik ve askerî kuvvetlerle G. Sorel’in savunduğu bu siyasî grevi vç sendikacılığı gerçekleştirmek mümkün değildir.
Senkretizm (synchretism e): iki veya daha çok kültür unsurunun tek bir unsur içinde kaynaşması. Bununla birlikte onların ayrı köklerden geldiklerinin alâmetleri yine görülür.
Senyöre bağlı (v i 1 a i n): Şato sahibinin hizmetinde ve dolayında oturan kimseler ki, ilk şehir çekirdeğini meydana getirdikleri için “şehirli” anlamına bu adı alırlar. Fakat ayrıca “adî” anlamına gelmiştir.
Serbest meslekler (p r o f e s s i o n s 1 i b e r a 1 e s): Avukatlık, hekimlik, eczacılık, kimyagerlik, v.b. gibi hayatlarını devlet hizmetine veya patrona bağlamadan kazananların meslekleridir.
Serbest sanatlar (arts liberaux): Ressamlık, heykelcilik, müzikçilik, mimarlık, v.b. gibi sanatların meydana getirdiği mesleklerdir. Bu ve yukarıkiler kendi meslek dayanışmaları ile orta sınıfların en esaslı kısmını meydana getirirler.
Serbest şehir (municip i um): Batı Roma devletinde bölge yönetiminin geliştirilmesine imkân veren şehir bağımsız yöntimleri. Bu erken kuruluş, sonradan Batıda “belediye” organlaşması komünlerin ve şehir cumhuriyetlerinin gelişmesine temel olmuştur. Doğu Roma ile Batı Roma arasındaki bu fark Batı uygarlığının üstünlüğünü sağlayan sebeplerden biridir.
Serdengeçti: Osmanh akıncıları devrinin özel bir terimidir. Serdengeç-tiler ölümü göze alarak ordudan önce düşman safları içine dalan fedailerdi. Bugün aynı işi paraşütçüler görmektedir.
Seranaye (capital): Büyük endüstrili toplumda artık - değerin birikmesini sağlayan üretim araçları, ürün ve paradan ibaret bütündür. Sermaye fertler elinde biriktiği için “burjuvazi” denen bir sınıfı doğurur. Sermayenin doğuşu çağdaş Batı uygarlığına ait yeni bir olaydır. Eski toplamlarda sermaye ve onun birikmesinden söz edilemez. Sermaye “sabit” (c on s t an t) ve değişen (variable) olarak iki şekilde görünür. Kapitalizmi doğuran bu İkincisidir.
Sesegöre adverme (onamotopee): Birçok dillerde insan veya eşya adları onların çıkardıkları sesi taklitten doğmakta,dır. Bu olay dil bilgisini olduğu kadar toplum bilgisini de ilgilendirir.
Sessiz ticaret (commerce m u e t) :Kelimeli anlaşma ve sözleşme olmaksızın meydana gelen ticarî değişim şekli. Bazı ilkel kavimlerde âdet (töre) belirli bir yere değişilecek şeyleri koymaktır. Sonra, birinci kabileden kimseler bu yere ikinci kabilenin koyduğu mallan alır, ona karşılık kendi mallarını bırakırlar. Eğer oraya konan mallar doyurucu görünmezse, herkes kendi mallarını alır ve gider.
Sevgi (a m o u r): Bu kelimeyi “aşk” yerine kullanabiliriz. Ana sevgisi, cinsî sevgi, yurt sevgisi, meslek sevgisi, insanlık sevgisi gibi türlü şekilleri olmakla beraber dar anlamda aşk deyince iki cins arasındaki duygu bağlılığı anlaşılır. Aşk, toplum şekillerine ve kültürlerin gelişmesine göre türlü manzaralar almıştır. İlkel toplamlarda bizim anladığımız tarzda aşk yoktur. İlkeller için kadın, kendisinde tabu kuvveti belirli zamanlarda artan çarpıcı ve tehlikeli bir varlıktır. Cinsî yasak bundan ileri gelir. Bu bir yana, kadına karşı cinsî duygıi dışında bir saygı ve sevgi gösterilmez. Kabile halindeki toplumlarda kadının kaçırılarak elde edilmesi, ele geçmesi güç bir varlık olması idealleştirilmesinin başlangıcıdır. Harem’in doğuşu kadını erkekten tamamen ayırınca, tahsilsiz ve kapalı kadın ideal olmaktan çıkmış, erkek meclislerine katılan courtisane’lar onun yerini almıştır. Fakat daha önemlisi erkek meclislerinde tahsilli delikanlılara karşı aşkın doğuşudur ki, bu gynecee kuruntunun neticesi olan aşk’m tik ve Orta çağlarda edebiyata girmiş olan homosexuel şeklidir. Göksel dinler, insanda manevîliğe karşı ilgiyi uyandırdıkları zaman aşk görüşü de değişmiştir. Bu sonuncusu, kabile aşkı ile İlâhî sevginin birleşmesinden doğmuş olan Leyla ve Mecnun aşkıdır. Bunun özel bir şekli de Batı trouvere ve Troubadour’larında, türk âşık şairlerinde görülen şövalye aşkıdır. Burada sevgili, her türlü ulaşma arzusunun üstünde, sanki vücuttan ayrılmış bir varlık olmuştur. Çağdaş toplumda bu ' aşk kaybolmaktadır. Kadın tahsil görerek toplum içinde faal bir , rol aldıkça, aşk bir yönlü bir idealleştirme değil, iki yönlü bir seçme ve tercih halini almakta, bir hayalin idealleştirilmesi yerine iki bağımsız kişinin duygu ve düşünce ile anlaşması geçmektedir. Bugünkü edebiyatta Ortaçağ klasik aşk anlayışına karşı tepki bundan ileri gelmektedir.
Sevicilik (clitorisme): Kadınlar arasında tabiata aykırı ilgi. Biyolojiyi olduğu kadar sosyolojiyi de ilgilendirir. Aile hayatının bozukluğu ve harem gibi bünyeler içinde artabilir. Tabiata aykırı ve bütün âdetlerce kötü görülmüş olduğu halde bazı memleketlerde yayılmıştır. 1966 Ingiliz Parlementosunca meşru görülmesi istisnai bir olaydır.
Seyyar satıcı (marchand ambulant): Şehirlerde küfe veya araba içinde mahalle aralarında satıcılık yapan, işporta satışı da bu zümreye girer. Seyyar satıcının sabit yeri olmadığı için belediye sınırlamasına bağlı değildir, işportaların pazar kurdukları yer belediyece tayin edilmiştir. Seyyar satıcıların bağırarak dolaşmaları şehir halkını rahatsız ettiği için Batı şehirlerinde yoktur. Doğuda esaslı bir düzensizlik amilidir.
Sıla (pay s n a t a 1): Şehre iğreti olarak yerleşmiş veya iş tutmuş olan köylülerin yılda veya birkaç yılda bir doğdukları yere dönmelerine “sılaya gitme” denir. Bunu mevsimlik iş için şehre gelip devreli olarak , bir mevsimi köyde geçilenlerin hareketliliğinden ayırmalıdır.
Silo (silo): Büyük şehirlerde Gar ve limanlarda buğday, arpa ve v.s. saklamaya mahsus büyük anbar. Dış ülkeden getirilen veya dışa gön-
derilen buğdayı tren ve gemilere koymak iğin yanlarında birçok vinç makineleri bulunur. i
Sınav (examen): Osm. İmtihan. İlkden üniversiteye kadar bütün okullara girmek, bitirmek ve sınıf geçmek için geçirilen bilgi kontrolü kurumu. Yeni yetişenlerin başarı derecesi, kabiliyet ve meslek seçkinleşmesi bununla sağlanır. Sınavlar yazılı veya sözlü olur. Problem soruları veya test’ler şeklinde uygulanır. Demografik ve demokratik zaruretler (nüfus artışı, şehirlere birikme, okuyanların okul sayısiyle nisbetsiz çoğalması) test sınavlarına baş vurma zorunluluğunu doğurmaktır.
Seviye (n i v e a u): 1) Hayat seviyesi (n i v e a u de v i e): bir zümre veya bir toplum tabakasının, hayatın esaslı ihtiyaçları yetecek gibi görülmek üzere, ortalama durumu. 2) Toplum seviyesi: Bir toplum bünyesinin mertebelenmesinde belirli bir tabaka. Bir ferdin veya bir zümrenin toplum' seviyesi, onun ait olduğu toplum tabakasının “tabakalaşma” vaziyeti ile tanımlanabilir.
Seviyedüşmesi (denivellement): Belirli bir takım kültür unsurlarının kaybolmasından ileri gelen toplum ve kültür değişmesi. Seviyedüşmesi bir toplumun tabiî, tabiatüstü veya sosyal çevreyi kontrol-daki tesirliliğini azaltır. Göçler yüzünden bazı çiftçilik veya'endüstri tekniklerinin kaybolması ve bundan dolayı çevre değişmeleri (girilecek pazarların eksilmesi) daha basit ve geri tekniklere dönmeye sebep olur.
Sığman (refugie): Eski terimle “mülteci”. Bir memleketten, uğradığı siyasî baskı veya kültür çatışması yüzünden başka bir memlekete geçen ve sığman insanların durumu. Hindistanla Pakistan, Demir Perde mmeleketleri ile Demokrat dünya, Balkanlarla Türkiye arasında bu tarzda birçok sığınma olayları olmakta, pek çok sığınanlar yeni ülkelere yerleşmektedir.
Sığınanlar birliği (associatioıı des refugies): iki Dünya Savaşı arasında ve bugün Avrupa’da olduğu gibi bütün dünyada sığınanlar, baskı altında memleket değiştirenler, yahut karşılıklı anlaşma ile iki memleket arasında nüfus değişimi yapanlar o kadar çoğalmıştır ki, bu tarzda sığınma zorunda kalanlar, kendi aralarında bir birlik kurmuşlardır.
Sığınanlar eğitimi (education des refugie s): Baskı altında memleket değiştiren ve yeni bir yurda sığınanlar, bu yeni şartlara kolayca uyamazlar. Onların yeni çevre içinde bütünleşmesini sağlamak için özel bir eğitime ihtiyaç vardır.
Sığınanlar tetkik derneği (association de 1’etüde des refugies): Avrupa ve Asya’da bu tarzda meydana gelen sürekil nüfus hareketi sosyoloji, demografi, coğrafya ve siyasî ilimleri aynı derecede ilgilendiren çok geniş bir araştırma konusu doğurmuştur. Böylece bu adı taşıyan bir Avrupa araştırma birliği kurulmuşken sonradan bu birlik bir Dünya Birliği haline geldi. Bu birlik In-tegration adında bir dergi çıkarmakta ve çoğu almanca olmak üzere devamlı yayınlar yapmaktadır. Birliğin merkezi Lichtenstein’in başkenti olan Vaduz şehridir.
Sığır: Eski türklerde dinî bir ayin olan “şölen” e gereken kurban hayvanı ele geçirmek için yapılan av töreni.
Sınıf (classe): Toplumda sınıf deyince, meslek, eğitim seviyesinde, bundan başka ahlâkî tavırlarda tüketimin nicelik ve niteliğinde, meslek gelirinde, siyasî ve dinî bağlanışta birbirlerini eşit gibi gören ve soydangelme olmayan kimselerin teşkil ettiği tabaka veya derece anlaşılır. Toplum sınıfları aşılabilir, yani birinden ötekine geçilebilir ve değişmeye elverişlidirler. Sınıflar halinde tabakalaşmış olan toplum bünyeleri dengesizliğe doğru giden bir dinamizm gösterirler. An-tagonizma, çatışma, sınıf savaşması arızî olan olaylar değildir, bu bünyenin esasında vardır. İşbölümü ve iktidar bakımından sınıflar birbiriyle siyasî egemenlik konusunda kavga halindedirler, ve bundan dolayı toplumun bütünlüğünü çözülmeye götürürler. Sınıf savaşmasının şiddeti yalnız İktisadî ve siyasî seviye farkından ileri gelmez, aynı zamanda sınıf şuurunun doğmasından, ve onun sonucu olarak bir sınıf üyelerini birbirine bağlayan dayanışmadan ileri gelir. Fakat, kültür çevreleri ve milletleri görmeyerek sınıflan biricik sosyal gerçek saymak insan bilgisine ait büyük bir yanılmadır.
Sınıf bölünüşü (fraction de classe): Bir toplum sınıfına bağlı ise de, aynı sınıf içinde bazı “çıkar” farklariyle ayrılan ve aralarında bir dereceye kadar gerginlik olan bölümlerdir: burjuva sınıfında ilericiler veya gericiler, işçi sınıfında evrimci veya devrimciler gibi.
Sınıf sosyolojisi (sociologie des classe s): Toplum sınıflarını ve genellikle tabakalaşmaları konu olarak alan sosyoloji dalı. Bu araştırma yolu Marxçı görüşe bağlı değildir. Türlü toplumlarda ve özel olarak çağdaş toplumda sınıf kuruluşunu incelerken yapılan araştırmalar Marxçı görüşün hükümlerine daima uygun gelmemektedir (Warner a n d Lund, The social life in a modern C o m u n i t y).
Sigorta (assurance, securite): Sigorta sözleşmesi manevî bir kişi olan sigorta şirketi ile sigorta olunan kimseyi birbirine bağlar. Teknik ve kanunî sebeplerle, her tehlike sigortalanamaz. Sigorta kamu hukukuna bağlıdır. Hayat sigortası, sağlık sigortası, zarar ve ziyan sigortası, sorumluluk sigortası gjbi nevileri vardır. Hedefi uğranan zararı ödemektir. Devlet memurlarının maaşlarından kesilen para çalışma devreleri sonunda alacakları emekli maaşını meydana getirdiği için bu da bir nevi sigorta sayılmalıdır, işçilerin böyle bir sigortası yoktu. Son zamanlarda kurulan işçi sigortası teşkilâtı bunu sağladı. İşçi sigortası Sendikalara karşı sayılmaktadır.
Sihir (m a g i e): Bk. Büyü. Ancak büyüden daha geniş kaplamı vardır. Sihirbaz (magicien). Büyücülük (sotcellerie) sihir’in kalıtnısı gibi görülebilir.
Silâh (a r m e): Savaşta düşmanı yoketmek veya dize getirmek için kullanılan öldürücü ve yaralayıcı araçlar. Savaş dışında polis tarafından emniyeti sağlamak için kullanıldığı gibi haydut veya ayaklanan kuvvetler tarafından asayişi bozmak için kullanılır.
Silâhlanma (rearmement): Toplumun tehlike zamanında silâhlarını artırması veya bir savaşa hazırlanmak üzere silâhlı sayısının artırtması. Seferberlik ilânında silâhlanma en yüksek dereceye çıkar.
Silâhsızlanma (desarmement): Barışta veya devletlerarası anlaşmada silâhlar sayısının azaltılması veya silâhların bırakılması. Siyasî gerginlikler devam ettikçe- silâhsızlanmaya girilemez.
Sıkışık köy (village c om p a c t): Korunma ihtiyaciyle yamaçlarda, veya tepelerde kurulan köylerin evleri dar arazi üzerinde pek sıkışıktır. Ortaçağda Gelâli’ler ve sonra eşkiya korkusu bu tarzda köyleri doğurmuştur. Karşıtı: dağınık köy (village disperse) Bk. köy.
Sınır (frontiere): Toplum morfolojisi ve coğrafya terimi. Yurtlan veya bölgeleri birbirinden ayırır. Deniz, nehir, göl veya dağlar zinciri gibi tabiî olabilir, yalnız siyasî ahitleşmelerden doğmak üzere suni de olabilir.
Sevgi topluluğu (Lieb en sgem e ins eh af t): Manevî ilimler ve fe-nomenolojinin anlayışına göre toplum terimi. Üyeleri arasında kandaşlık, arkadaşlık veya ülkü birliği olarak bir “cemaat” kuracak kadar sıkı bağlarla bağlı olan topluluk şekli. Bazı aile şekilleri, bir ideal için birleşenlerin topluluğu, tarikatlar ve ahilikler böyledir. Her cemaat mulaka bir sevgi topluluğu değildir: Köyler veya aileler cemaat oldukları halde içlerinde şiddetli gerginlikler olabilir.
Selâmet dini (religion du salut): Tipik örneği hıristiyanlığın insanları kurtaracak Mesih’e inanmalarıdır. Fakat bu inancın benzeri Mehdi şehlinde İslâmlıkta da vardır.
Site yayılması (expansion deü çite s): İlkçağın bağımsız top-Sosyoloji Sözlüğü — lî lumu olan site, kendi dışındakileri yabancı sayar. Ticaret için gelenler site yanında ayrı bir mahalle kurarlar ve sitelilik hakkı olmayan meteoue’Ieri meydana getirirler. Aynı dili konuşan siteler arasında gerginlik, savaş vardır, site tapmakları ve tanrıları ayrıdır. Fakat birbirlerini tanırlar. Başka kavimlere yabancı (barbare) gözü ile bakarlar. Ancak siteler ticaret ve savaş yolu ile yapılabilirler. Ticaretle yayılanlar başka ülkelerde antrepoları ile yeni site çekirdekleri kurarlar: Yunanlılar, Fenikeliler gibi. Yahut başka siteleri istilâ ederek yayılırlar: Asur, İran, Makedonya ve Roma gibi.
Site (çite): İlkçağda bir tapınak veya tapınak ve pazar dolayında kurulan ve halkı rahipler, asiller, aşağı tabaka, dışardan gelenler, köleler olarak tabakalara ayrılan bağımsız şehir. (F üstel de C o u-lange, Le çite antique).
Siteli (citoyen): Sitede oturup onun kanunlarına göre bütün imtiyazlarından faydalananlara “siteli” denir. Köleler, mercator’lar, me-teque’ler siteli sayılmazlar. Siteler yayılarak dıştan gelen halk çoğaldıkça azatlı köleler (client), plebe’ler de sitelilik hakkı kazanırlar. Burgların bir merkezde toplanmasından monarşiler ve çağdaş milletler doğdukça sitelilik kavramının anlamı değişmiştir. Fransız devrimi (1789) siteliliğe yurddaşlık anlamını verdi. Ayrıca bir “dünya siteliliği” (citoyen bu monde) kavramı doğdu. Oliver Goldsmith’in bu adda eseri tanınmıştır (1762).
Sivil savunma (d efense çivi1 e): Yeni savaşların kara, deniz ve havadan çok şiddetli hücumlarına karşı sivil halkı korumak için alınan tedbirlerden ibaret kurum. Zehirli gazdan ve bombalardan halkı korumak üzere sığnaklar yapılır. Sığnağı kullanmaya vakit kalmadığı zaman maskeler kullanılır.
Siyaset (p o 1 i t i q u e): Toplumda devlet ve hükümetle temsil edilen güce (iktidar) sahip olmak suretiyle toplum problemlerini çözmeye çalışan faaliyetlerin bütünü. Siyaset görüşleri parlementolu toplum-larda siyasî partilerle ifade edilir. Bu faaliyetler toplum faydasını sağlamak amaciyle ileri sürülürse de bazı kliklerin veya kimselerin şahsî çıkarlarını sağlamak için iktidarı ele geçirme amacı da bunun yanında yer alır. Kanun sanısının bu ikinci amacı görmesine engel olan demogojik propagandalardır. Bunlardan korunmak için halkın eğitim seviyesinin yüksek olması gerekir.
Siyaset meydanı. (place d ’ e x e c u t ion): “Siyaset” in kelime anlamı seyislik olduğu gibi, bununla atların kırbaçlanması kastedilirdi. Sonra, suçlara ceza verilen ve idam hükmünün uygulandığı yer anlamını almıştır.
Siyasî ilimler (Sciences politigues): Eskiden hukuk ilimlerine bağlı iken gittikçe ayrı bir bilgiler dalı ve bir Fakülte halini almaktadır. Genel devlet teorisi, kamu yönetimi, şehircilik, diplomasi, siyasî coğrafya, ırklar ve sınıflar savaşı' demokratik idare, v.b. siyasî tarih bu disiplinin başlıca dallarıdır.
Seminarium rei publici (latince): Kamu oyuna baş vurulan toplantı, Romalılar kamu oyuna önceleri belirli devrelerde olmamak üzere baş vururlardı. Sonradan bu millet vekili seçimlerinde olduğu gibi her dört yılda bir baş vurulan bir kurum olmuştur.
Sınıflama (classification): ilkellerde zümre ve totem sınıflaması bu kavimlerin düşünce tarzı üzerinde esaslı rol oynamaktadır. Bu sınıflamalarda coğrafî yönler, yer ve gök, kutsal hayvan ve bitkilerin bazı vasıfları, erkeklik ve dişilik hâkim olduğu gibi ayrıca zümre, tabiat ve eşya sınıflamaları arasında aranan uyarlık (corres-pondance) ta düşünülmektedir. Durkheim, ilkellerdeki mantıkî düşüncenin köklerini bu dinî sınıflamalardan çıkarıyor. Levi - St-rauss ise bu sınıflamalarda toplum tecrübesi ve tabiat uyarlığı görmektedir (Levi - Strauss, La P en s e e sauvage).
Sınıflayım akrabalık (p ar e te classificatoire): Belirli bir akrabalıkta statü ve adın türlü derece ve kategorilerdeki yakınlara yayılması demektir. Bazı ilkellerde aynı terim çocuğu ve onun erkek kardeşini göstermek için kullanılır. Kız kardeşle teyze kızının, erkek kardeşle kayının aynı akrabalık adları taşıdıkları çok görülmüştür. (Güney Amerika’da).
Sınıf mücadelesi (lutte des classes): Sınıf mücadelesi Marxcı sosyolojiye mahsus bir ifadedir. Her bakımdan marxism’e bağlıdır ve onun ideolojik neticesidir. Sınıf şuuru fikri de ona bağlı olarak düşünülmelidir. Marx’a göre tarihin determinismi başka determinism-lerden üstündür ve onlara tesir eder. Sınıf mücadelesi fikrinin yo-
■ ramlanması bakımından Marx’dan sonra gelenler ayrılırlar: Kautsky, Bernstein, Jaures, Lenine, v.b. lan gibi.
Smır (b a r r i e r e): Tabakalar veya sınıfları birbirinden ayıran çizgi, “hudut.”
Sipahi: Toprak beyliği. Türk devletlerinde Feodallik yerini alan bu organlaşmanın en olgun şeklini Osmanlı İmparatorluğunda buluyoruz. Sıra (o r d r e): Düzenli olarak bir toplumda yapılan işler, hareketler ve davranışların aldığı ardardalık hali. Yürüyüşte, satınalışta, bir taşıta binişte, bir yolculuğa çıkışta “sıra” büyük rol oynar. Sıranın kaybolması, sıraya uymamak, sırayı bozmak toplumun düzen ve dirliğini kaybettiğinin işaretleridir.
Sıradan tipli (s t e r e o ty p e): Kendiliğindenliğini, orijinalliğini kaybetmiş olan tekrarlı ve otomatik tip. Moreno’ya göre küçük zümreler başlangıçta özgürlüğe sahip olduğu halde geliştikçe tekrarlı şekiller alır ve bir çeşit determinizme bağlanırlar.
Sinema (c i n e m a): Yeni tenikte sosyal etkileri en geniş olanlardan biri de sinemadır. Bir hayal oyunu olarak, tiyatronun yerini ala-mıyan sinema, ondan farklı bir alanda gelişmektedir. Tiyatro sahne tekniğine bağlı kaldığı halde, sinema ufkunu bütün dünyaya kadar yayar. Karanlıkta seyrediş onu rüyaya benzer bir hale koysa dar karanlık dikkatin daha kolay merkezleşmesini sağlar. Hatiplik ve fazla sözün yerini hareket ve ifade ahr. Tiyatroyu anlamıyanlar sinemada ortak bir taraf bulabildikleri için daha popülerleşir. Bu vasıfları ile yığınların hüküm sürmeye başladığı ve düşünce yerini slo-gan’larm aldığı zamanımız toplumunda sinemanın rolü tiyatrodan' büyüktür.
Siyans sosyal (science sociale): Le Play’nm kurduğu toplum ilmi. Türkiye’de Sabahattin tarafından “ilmi içtima” adiyle tanıtılmış olup, bu çığırdan ayırmak için Aug. Comte’un sociologie’sine “ilmi İçtimaî” denilmişti. Gökalp önce bu kelimeyi benimsemişken sonra “içtimaiyat” yapma terimini kullandı. Fakat, bütün ilim adları kuruldukları batı dillerinden almalı beri içtimaiyat ve ilmi içtima terimleri bırakılmıştır. Hangi çığırı temsil etiğini açıkça göstermek içim biz Le Play’nin kullandığı terimi alıyoruz. Bu çığırda daha sonra Henri de Tourville, Edmond Demolins, Paul Bureau, Paul Descamps, v.b. lan yetişti. Sosyoloji çığırlannm çoğalması yüzünden ilk kullanılan terimin tutmayacağını hisseden bu sonuncu zat kendi mesleğine tecrübî sosyoloji (sociologie experimentale) dedi.
Siyasî parti (parti politique): Amacı siyasî iktidarı kontrol etmek ve kendi sanısını topluma yayarak seçimlerle iktidara gelmek olan az veya çok sıkı bir surette birleşmiş fertlerden ibaret birlik. Toplum yöneltme tarzları, topluma verilmesi istenen yön siyasî partilerin doğmasını hazırlar. Rekabet, çatışma, sınıf savaşması ideolojileri doğurur, bunlar da yalnız siyasî partileri değil, bütün toplumun siyasî organlaşmasının temelini meydana getirir. Partiler Parlemento’-da toplum ilerlemesinin derecelerine göre yer alırlar: toplumda evrimli değişmeyi isteyen parti devrimci (ihtilâlci) partiye göre ortada sayılır. Eski kurumlara dönmek veya onları canlandırmak isteyen partiler başka bir kutuptadırlar. Böylece siyasî partiler aşın soldan aşın sağa doğru sıralanırlar.
Siyasî kriz (erişe p o 1 i t i q u e): Demokratik rejimde partilerarass gerginliğin doğurduğu krizdir ki, seçimlerde bir partinin üstün başarı sağlamad’ğı gibi, partilerin uzlaşmasından doğan coalition hükümetine de gidilemediği zaman meydana çıkar. Siyasî krizler İktisadî krizlerle birlikte veya ayrıca meydana gelebilir. Parlementolu yönetimde denge tamamen bozulunca, bu krizleri, ya yeni seçimlerde bir siyasî partinin üstün başarısı, yahut sınıf diktatörlüğüne kadar giden hareketler ortadan kaldırır.
Siyasî sosyoloji (sociologie p o 1 i t i q u e): Devlet şekilleri ve siyasî bünyeleri inceleyen sosyoloji dalıdır. Hukuk sosyolojisi ile bazı noktalarda birleşir. (G. Davy, S o c i o 1 o g i e politique).
Slogan (kalıp sanı): Sosyal psikolojinin esaslı konularından biri olup, (ing. kelime) fransızcada “devise” ve “mot d’ordre” denen kalıplaştırılmış, halk ruhunu sürükleyen “kalıp sanılar” büyük rol oynamaktadır. Duvar ilânlarında, gazete reklâmlarında, politikanın aydın bir karşılığı olmayan “parlak cümle” lerinde bu kalıplaşmış; sanılan buluruz. (Muzafer Sherif, Outline of social psy-chlogy).
Sokak (la r u e): Şehrin bölgelerini birbirine bağlayan en önemli vasıta sokaktır. Vücutta kan damarları ne ise şehirde sokak odur. Bir şehrin hayatında gündelik nüfus hareketi, banliyö-merkez veya iç daireler arası her günkü gidiş gelişler şehir hayatının en esaslı faaliyetini teşkil eder. Şehrin ticaret, endüstri, eğitim, yönetim hayatının düzenli işleyebilmesi, yani şehri teşkil eden bu fonksiyonların verimli olabilmesi için her şeyden önce taşıt araçları ve yayaların hareketini sağlayan sokakların hazırlanmış olması gerekir. Bundan anlaşılır ki sokak, çağdaş şehirde en önemli problemdir. Sokaklar caddelere ulaşır. Caddeler meydanlarda birleşir, yahut Garlara ve şehrin dış mahallelerine ulaşır. Fonksiyonları farklılaşmış bir şehirde ticarî rekabet merkezi, hükümet daireleri, eğitim kurumlan, orta tabakanın meskenleri, zenginlerin evleri, banliyö, fabrikalar, işçi evleri tekmerkezli daireler halinde birbirini kuşattığı için, bu geniş sahada milyonlarca insanın her günkü yer değiştirmesini ayarlamak son derece güçleşir. Bunu sağlayacak trafik kolaylığının ilk şartı sokaktır.
Sokak süpürgesi (t r o t t e u s e): Sokaklarda gezen ve sevişecek erkek arayan kadın veya kız. Daha hafif derecesi “sürtük” olup her ikisini toplumdışı sayılan fahişe’den ayırmalıdır. Bu tipi Vâsıf Enderunî şu mısrala anlatıyor: “Olma sokak süpürgesi, kadın kadıncık ol!”
Sofa (espace entre les chambreş): Bu, eski tip evlerde dehliz, koridor ve salondan farklı, odaların açıldığı geniş boş yerdir. Her katta böyle bir sofa bulunur, fakat salon gibi kullanılmazdı.
Softa (etudiant de theologie): Kökü: sûhte = pişmiş. Eskiden medrese öğrencilerinden ilerlemiş olanlara verilen isimdi. Softalar tahsillerini bitirince molla olurlar, müderris veya kadı olmak için bir “mülazemet” devresinden geçerlerdi. Bk. Mülazemet.
Softa isyanları (re volt e des etudiant s): Osmanlı tarihinde Celâli isyanlarından önce İstanbul ve Anadolu’nun bazı kısımlarında halkı ve devleti rahatsız eden ve toplum düzenini bozan böyle isyanlar görülmektedir. Bu gün birçok ülkede görülen öğrenci, ayaklanmaları onun yerini almıştır.
Solculuk (e t re partisan de gauche): Siyasî parti sıralanmasında sol yanı tutanların durumu.
Sondaj (s o n d a g e): Sosyal psikolojinin en çok kullandığı metodlar-dandır. Sosyoloji de ondan faydalanır. Bu, soru cetvelini kullanmak üzere yapılan her türlü tetkiktir. Bu suretle fertlerarası münasebetler, toplum gerginlikleri, sosyal roller, statüler, davranışlar, hatta kurumlaşmalar incelenebilir. Sondaj kamu sanısı tetkiklerinde de kullanılır. Kalabalık, yığın psikolojisindeki geçici toplum cereyanlarında, galeyanlar ve homurtularda, modaların yayılışında da sondaj bazı şartlarda kullanılabilir. Fakat bunlardaki başarı kamu sanısı tetkikleri kadar değildir. Sözgelişi radyo, televizyon, sinema gibi sosyal etkisi geniş olan tekniklerin uyandırdığı kamu sanısını incelemek için sondaj anketle birlikte kullanılmalıdır.
Sondaj (sondage): Sosyoloji deneylerinde kullanılan özel bir metod. Kamu sanısı, piyasa üzerinde sampling suretiyle araştırma yapmadan ibaret bir metoddur.
Sonyıkıhş (c a t ast r ophe): Mars’a göre sınıf savaşması sonunda insanlığın, bütün kapitalizm sisteminin yıkılışını görmek üzere varacağı son adım. Bazı dinlerde “Deccal”, “ahiret” görüşleri ve insanlığım kurtuluşunu haber veren gelecek ümitleri olduğu gibi Marx’da da bu “sonyıkıhş” proletarya ideali olarak ileri sürülmüştür.
Sop (elan): Ana soylu klandır ki türklerin boy organlaşmalarında (Yakutlar) baba soyuna karşılık “soy”, ana soyuna karşılık “sob” veya “sıb” kelimeleri kullanılır. Soy - sob tek kelime halinde bugünkü türk-çede de kullanılmaktadır.
Sorucetveli (q u e s t i o n n a i r e): Le Play’nin kurduğu “science s o c i a 1 e” çığırında, bir monografide öğrenilmesi gereken noktaların listesini içine alan cetvel. Sonradan Amerikada ve Ingiltere’de yeni araştırmalarda daha çeşitli ve değişik konulara ait soru cetvelleri kullanılmıştır. Başlıcaları Ekoloji araştırmalarına ve şehir sosyolojisine ait soru cetvelleridir. (Ruth Glass, The social background of a p 1 a n, A Study of Middlesbrough).
Sorumluluk (responsabil i te): Her toplumda insanların kanun, kamu sanısı, meslek dayanışması ve kendi vicdanlarına karşı içinde bulundukları “cevap verme yükümlülüğü” demektir. Bu geniş tanıma göre sorumluluğun hukukî, ahlâkî, fikrî, meslekî türlü şekilleri vardır. Fakat hepsinde toplum baskısı önünde sorumlu olan ferdin vicdanıdır. Çünkü fert yaptığı işleri irade hürlüğü ile yapmazsa, toplum kendisini “sorumlu” sayamaz. Ancak, toplumlar üzerindeki araştırmalar bu duygunun her yerde aynı şekilde olmadığını, ilkel birçok toplamlarda toplum kurallarına karşı işlenen suçtan yalnız bir ferdin değil, onun ait olduğu bütün zümrenin (aile, sob, klan, kabile) sorumlu sayıldığını gösteriyor. “V e n d e 11 a” kurumu bü “kolektif sorumluluk” üzerine dayanmaktadır. Bu inanç şeklinde sorumlunun aranması “mistik” bir takım usullerle olur: dereye düşen bir kimseden, onun dolayında bulunan insanlar, hatta canh ve cansız “eşya” sorumlu sayılır. Bu kolektif sorumluluğun bizim “ferdî” sorumluluğumuz şeklini alabilmesi uzun bir toplum evrimin eseridir. (F a u-c on ne t, La responsabilite).
Sosyal adalet (justice sociale): Adalet, İlkçağdan beri toplum düzeninde temel sayılan erdemdir. Başlıca hukuk, ahlâk, eğitim kuramlarım ilgilendirir. Fakat “sosyal adalet” özellikle sosyalist görüşün anladığı gibi, İktisadî eşitliği sağlama fikrinde toplanır. Hangi teoriye dayanırsa dayansın, bütün sosyalist ve dayanışmacı görüşler sosyal adelet fikrinde birleşirler. Yalnız onun gerçekleştirilmesi bakımından birbirlerinden ayrılırlar.
Soruşturma (interrogation): Bir toplum monografisinde kullanılan “anket”, “sondaj” gibi metodlarda konuyla ilgili insanlar üzerinde derinliğine inceleme yapabilmek için kullanılan yol. Soruşturulan kimselerin kuşkulanmamaları için dolambaçlı sorulara baş vurulur.
Sosyalizm (s o c i a 1 i s m e): Toprak ve sermaye halinde üretim araçlarının kolektif mülkiyetini ve sınıfsız bir toplum organlaşmasını savunan doktrin. Marx, kendinden önceki bütün sosyalizm çığırlarına “ütopik” ve kendisinin ileri sürdüğü tarihî maddecilik görüşüne “İlmî” diyor. Fakat 19. yüzyıl İngiliz B. endüstrisindeki işçi hareketlerine ait derin tetkikin bütün yeryüzüne ve tarihe genelleştirilmesi yüzünden bu da başka bir ütopi’ye ulaşır. Zamanımızda Batı toplumlar! içinde rol oynamakta olan birçok sosyalizm görüşleri ya Marxçıhğm türlü şekillerde rötuş edilmesinden doğmuş, ya da ondan büsbütün ayrı ilkelere göre kurulmuşlardır. Von Mises, Schumpeter, Laski, v.b. larmm görüşleri böyledir. Genel olarak sosyalizmleri “evrimci”1 ve “devrimci” olarak ayırmalı ve ikinci görüşün komünizm ile bir» leştiğini işaret etmelidir.
Sosyal yardım (aide social): 1953 kararı ile yardım işleri statüleş-tirilmiştir. Mecburî tıp yardımı, sokakta bırakılmış çocuklara yardım,, ihtiyaçlılara, hastalara, tedavi edilemeyenlere yardım, çocuk korun-■ ması, veremle savaş, kör ve dilsizlere yardım, sefaletle mücadele v.b., gibi.
Sosyografi (sociographie): Sosyoloji araştırmasına hazırlıktan ibaret sırf tasvirci olan disiplin. Sosyografi yalnız demografi, statis-tik, tarih, folklor, coğrafya ve ekoloji malzemesini toplumla ilişiğine göre sıralamaktan ve sınıflamaktan ibarettir. Etnolojiye göre etnografya ne ise, sosyolojiye göre sosyografi de odur.
Sosyoloji (sociologie): 19 uncu yüzyıl ortalarında adı Aug. Comte tarafından konarak temelleri atılmış olan yeni ilim. Fakat Aug. Com-te’dan beri sosyoloji araştırmaları çok ilerlemiştir. Bir yandan Le Play’nin monografi incelemeleri ve onun çığırını sonradan çok genişleten tecrübî sosyolojinin Amerika’da kazandığı yenilikler, öte yandan yeni toplum görüşleri ve yeni metodlar sosyolojinin gelişmesine yaradı. Fakat bu yeni görüşler, karşıt fikirler halini aldığı ve ideolojilerle karıştığı zaman içinden çıkılmaz bir durum doğurdu: bu karşıtlık marxçı sosyolojinin devrimci şeklinde olduğu gibi toplum bütünlüğünü reddederek onun yerine yalnız sosyal “sınıf” ların gerçekliğini Savunduğu halde Comte’dan gelen gelenek ve Durkheim sosyolojisi toplum bütünlüğü ve “millet” gerçeği üzerinde durmaktadır. Bu iki görüşü savaşır (m i 1 i t a n t) şeklinde uzlaştırmaya imkân yoktur. Bununla birlikte, Pareto’nun sosyolojisi ile Tönnies’in sosyolojisinde gerçek payları bulmak ve bunları Durkheim temel fikirleri ile birleştirmek mümkündür. Sosyolojiyi dağınıklıktan kurtaran ve ortak bir gerçek bulduran da böyle bir bakıştır (Hans Freyer, Soziologie als ' Wirklichkeitslehre).
Sosyolojik gerekircilik (determinisme sociologiçue): Toplum olayları arasında zorunluluk ve gerekirlik bulunduğu hakkında sosyologların ortak görüşü ise de türlü tarzlarda yorumlanır. Başlıca iki gerekirlik şeklini işaret edelim: 1) demografik gerekirlik: Durk heim en kesin şeklini vermiştir. Buna göre toplum değişmelerinde hakîm rolü nüfusla toplum hacmi arasındaki nisbet ve yoğunluk teşkil eder. 2) İktisadî gerekirlik: Marx, tarihî gerekirlik şeklinde toplum gelişmesinin hâkim sebebi olarak görmektedir. 3) Max We-her, Pareto, v.b. sosyologlar bir faktörler çokluğu ve ihtimali gere-kerliği, yukanki iki görüşe karşı savunmaktadırlar. Demografik ve İktisadî gerekircilik, aslında birbirini tamamlar, fakat Pareto’nun gösterdiği gibi toplum olgularının çokşekilliliği bir faktörler bütününü hesaba katmayı gerektirir. Böyle bir komplekste faktörlerden birini “sebep” ötekileri “şart” diye ayırmak basit, ircacı ve yanlış bir görüştür. Şart veya faktörler bütünü daima birlikte ele alınmalıdır.
Sosyolojizm (sociologisme): Toplum araştırmalarında Durkheim ve ardından gidenlerin yaptıkları gibi yalnız topluma ait sebeplerin rol oynadığını, toplumu şartlandıran antropolojik, coğrafî, psikolojik, biyolojik olguların rolü olmadığını ileri süren icracı görüştür'ki Sorokin buna “sociologisme” diyor. Pareto bu görüşe karşı gelmekte ve bir sebepler Kompleksine, bir de şartlar kompleksine yer vermektedir.
Sosyometri (s o ç i o m e t r i e): Moreno’nun temellerini kurma iddiasında bulunduğu, küçük zümrelerin doğuşunu açıklamaya çalışan bilgi dalı. Moreno, Freud’un psikanaliz’i ile Bergson’un ruh hürlüğü felsefesini uzlaştırmak üzere giriştiği bu yolda önce psikanalizi sahneye koymak üzere “psikodrama” metodunu kullanmış, böylece dış-şuur boşalmasını sahnede ve eylem içinde gerçekleştirmeye kalkmış, sonra bu iyileştirme (th e r ap e u t iq u e) usulünü genişleterek “s o c i o d r a m a” haline getirmiş ve bundan sonra da küçük zümrelerin doğuşunu gösteren “sociogramme” lan çizerek arkadaşlık ilişkilerinin toplumlaşmayı aydınlatabileceği sanısına varmıştı. Ona göre bu metod sosyolojinin yapamadığı işi başaracak ve zümreleşmeleri meydana çıkaracaktır. Fakat, kesin determinist olan Freud ile kesin indeterminist olan Bergson’u uzlaştırmak imkânsız bir düşüncedir.
Soyaçekme (atavisme): Biyolojide bir kuşak atlayarak büyük babalara ait vasıfların torunlarda meydana çıkmasıdır. Biyolojik benzeyişlerle sosyal benzeyişler karşılıklı birbirine etki yaptığı için, sosyolojiyi ilgilendirir. (H. Z. Ülken, Veraset ve Cemiyet).
Soydangehne (h e r e d i t e): Bazı özel yetiler, “istidat” 1ar belirli ailelerde sürüp gider: müzik, ilim, iş adamlığı yetileri gibi. Böyle durumlarda toplum ve biyoloji olayları birbirine karışır. Eğitimle soydan-gelme ’nin sınırlarını belirtmek güçtür. Eski terimle “veraset”.
Soydankahna (h e r i t a g e): Eski terimle “miras”. Bir ailede eski kuşaklardan çocuklara geçen mal, mülk ve para. Buna eserler, yazılar, şeklinde “manevî” soydankalanlar da girer. Toplumun soydankalan-lan (heritage social) bazen bütün kültür anlamında kullanılır.
Soylu- soysuz: Bu kelimeler türkçede “asil” ve “asil-değil” yani halk anlamlarında kullanılır, “soy” baba nesli, “sob” ana nesli olduğuna göre “soyu sobu belli” sözü iki bakımdan soylu demektir.
Soysuzlaşma (değen eres cence): Biyolojik ve psikolojik anlamda vasıfların bozulması ve alçalması demektir. Fakat, alkolizm, “yapma cennetler” denen kokain, afyon, v.b. lan aşırı yorgunluk ve düzensiz hayat, yani bütün toplum etkileri biyolojik bünyede bozukluğu ve “soysuzlaşma” yı meydana getirdiği için, olay aynı zamanda bir toplum olayıdır. îçtenevlenme patolojik vasıflann artmasına sebep olduğu için önemli bir soysuzlaşma amilidir.
Spor (sport): Yarışma ve rakabet üzerine kurulmuş, savaşçı güçleri olgunlaştıran disiplinli bir kolektif oyun tarzıdır. Spor hemen bütün toplümlarda büyük rol oynar ve her birinde özel şekiller alır. Bir nevi savaşa hazırlık olan silâhlı eski sporların yerine zamanımızda koşu, boks, güreş ve top sporları geçmiştir. Boğa güreşinde kanlı şekil görülür.
Sömürge (c o 1 o n i e): Bir devlet tarafından kontrol edilen ve dışardan gelip yerleşmiş kimselerin oturduğu, o devlete ait toprak parçası. Bu dar anlamım “sömürge” kelimesiyle karşılamadansa, olduğu gibi “koloni” demek daha doğrudur. Geniş anlamda İktisadî gelişme halinde bulunan büyük kapital milletlerinin elde ettikleri ham madde memleketleridir ki, önce birincisilerin İktisadî, sonra siyasî kontrol ve nüfuzu altına girerler.
Sömürge sosyolojisi (s o c i o 1 o g i e coloniale): Emperyalizm ve sömürgelerin doğuşu, büyük göçler ve yeni kıt’alara yerleşmeler, ana-milletten ayrılan yeni milletlerin doğuşu, bu yeni toplumlarm bünye özellikleri konusudur. (Rene Maunier, Sociologie coloniale).
Sömürgecilik (colonialisme): Kapitalist iktisadın hâkim olduğu milletlerin bundan yoksun olan memleketlere doğru yayılım siyaseti. “Sömürgecilik” dış pazara hâkim olmak üzere üretici olmayan memleketleri İktisadî nüfuzu altına koyan memleketlerin “e m p e r y a-1 i z m” lerinin sonucudur. İleri toplumlara ait nüfusun ilkel kavimler elindeki topraklara yerleşmeleri de “sömürgeleşme” adım alır.
Söz birliği: Bir ortak hedef ve amaçta birleşenlerin sonuna kadar birlikte çalışacakları şeklinde bir ahitleşmeye varmaları demektir. Söz birliği sözleşmeden kuvvetlidir.
Sözleşme (c o n t r a t): Bir toplumda fertler arasında kurulan ve hukuk esaslarına dayanan yazılı anlaşma. Sözleşme’nin ilk şekli ilkel kavimlerdeki dinî - hukukî - İktisadî bir kurum olan Potlatch’tır. Bu karmaşık ve bulanık kurum ileri toplümlarda yalnız İktisadî veya yal-mz hukukî birer kurum olan “sözleşme” 1er halini almıştır. — 17-18 inci yüzyıllarda toplumun sözleşmeden .doğduğu fikri yayılmıştı ki son temsilcisi J. J. Rousseau’dur. Etnoloji ve sosyoloji araştırmaları gösterdi ki sözleşme toplumu değil, tersine toplum her türlü sözleşmelerin doğuşunu açıklar.
Statistik: Toplum olaylarını araştırmada kullanılan esaslı matematik metod ise de aslında birçok ilimleri ilgilendirir. Tabiat olaylarında f kesin sebeplik ve determinism değil, “olasılık” (probabilisme) olduğunu ileri süren yeni bir görüş fizikten astronomiye kadar bütün ilimlerde statistiği kullanmaya çalışıyor. Fakat sosyolojide onun rolü birinci derecededir. Çünkü toplum olayları, hele devremizde olup bitenler çok karmaşık bir sebepler yumağı içinde olup bitmektedirler. Onları çözmek için mutlaka büyük sayılara yükselmek ve grafikler yardımıyle az çok sabit münasebetler bulmak gerekir. Erzak fiatları, nüfus değişmeleri, göçler, suçlar, kendini öldürmeler, akıl ve ruh bozuklukları, âdetlerin değişmesi, moda hareketleri, basın olayları, kamu sanısı olayları, üretim, değişim ve daha birçokları statistikle İncelenmektedir ve incelenebilir. (statistique).
Statü (s t a t u t): Her kişinin toplumda ve zümrelerde kendine vergi bir “yer” i vardır. Toplum bir insan kümelenmesi değildir, bu kümenin içinde düzenli bir yeralmadır. Toplum statüsü bir kimsenin, o top-lumca değerlendirilmiş bir yer tutması demektir. Herkesin bir “statü” sü vardır. Yükselme fırsatları, servet, eğitim, doğuştan “imtiyaz” 1ar, vasıflar, hayat seviyesi, v.b. statünün kuruluş ve değişme şartlarıdır. Herhangi bir toplumda bir ferdin toplum statüsü onun katıldığı zümrelerden her birindeki (aile, kilise, siyasî parti, kulûb, V.b.) parçalı statülerinin toplamıdır. Bu 1) Ona dıştan yüklenmiş bir statü olabilir: bu ona, kendi yetilerine baş vurmadan dıştan verilmiştir. 2) Özel yetileri ve kendi çabası ile “kazanmış” olduğu statüdür. Statülerden çoğu birinciye aittir: çocuk ve erişkinin, erkek veya kadının, ananın, babanın, oğlun, eşin, soylunun, köylünün statüleri gibi. İkinciler İktisadî' etkinliklerle ilişiği olanlardır (Joseph Fichter, S o c i o 1 o g i e, trad. de G. Hoyois).
Stadium (stadium): Büyük şehirlerde başlıca futbol maç’lannm yapındığı gibi yuvarlak veya ellips biçiminde amphitheâtre’la çevrilmiş büyük spor sahaları. Roma’da gladiateur’lerin, Ispanya’da boğa güreşlerinin seyredildiği halk meydanlarının yerini çağdaş milletlerde sta-dium’lar almıştır. Maç tutkusu (passion) halktaki vahşî eğilimlerin hedef değiştirmesini (transferi;) sağladığı gibi siyasî gerginlikleri de bir dereceye kadar gevşettiği için iktidarlar özel bir yer vermektedirler. Fakat bir yândan da vahşî eğilimleri ve lüzumsuz yarışmaları kırbaçlamaktadır. Kısmen millî mücadele gücünü artırmaya yarar.
Stil (s t y 1 e): Her kültüre vergi, kılık, konuşma tarzı, dans, müzik, tavır ve hareket ritminin aldığı özel şekil. Buna belirli bir kültürün kendi “stil” i denir. Bu başlıca sanat eserlerinde kendini gösterir.
Subaşı (chef de poliçe): Eski askerî organlaşmada bir. kale içindeki askerlerin kumandanı.
•Subay (o f f i c i e r): Asker takımlarına kumanda eden tahsilli kimse. Osm. zabit. Subaylar Harp okulundan mezun olurlar ve mesleklerine göre piyade (yaya), topçu, istihkâm, levazım gibi meslek dallarına ayrılırlar. Kara subaylığından ayrı deniz ve hava subaylarının okulları vardır. Subayların as-teğmenden generalliğe kadar kademeli rütbeleri yükselir. Bir rütbede başarı gösterenler üst rütbeye geçer. Sınavla Harp okulu üstünde bir tahsil veren Kurmay okuluna (erkânı harp) girebilirler.
Sulh (la p a i x): Bk. Barış.
Sulta (aut o r it e): Bugün daha çok otorite diye kullanılıyor. Herhangi bir yönetimde yönetici yerinde olanların yönetilenlere karşı sahip oldukları güc. Bu, devlet işlerinde en çok kullanılmakla beraber öğretim işlerinde (müdür, öğretmen) askerlik işlerinde (kumandan, subay), herhangi bir resmî veya özel iş organizasyonunda da kullanılır. Bu güce sahip kimseye sultah (otoriter) denir. Otorite irade, zekâ, üstün kişilik gibi psikolojik vasıflara bağlı olduğu gibi değer hükümlerine ve kamu sanısına da bağlıdır.
Sultan (em p ereur): İslâm - türk devletlerinde bazen kral, bazen imparator karşılığı kullanılır. Osmanlı padişahlarında kullanılan “sultan” tabiri ikinci, Magrip hükümdarlarında kullanılan birinci anlamdadır. Kelime “sulta” dan, siyasî otorite sahibi demektir. Sultanlık anlamında “Saltanat” kelimesi kullanılırdı.
Suçluluk (c r \m i n a 1 i t e): Belirli bir toplumda kanun veya töre halindeki kuralları çiğneyen ve “meşru değil” sayılan hareket ki, buna karşı toplumun belirli yaptırıcı güçleri vardır. Durkheim “kolektif şuurun inançlarını çiğneyen fiil” diye tanımlamaktadır. Kamu vicdanını çiğneyen bazı fiilleri toplum “linç” şeklinde doğrudan doğruya, mahkemesiz cezalandırır. İlkellerde suçluluk mantık-öncesi zihniyete bağlı ve mistik usullerle belirtilir: Bk. Sorumluluk (Ernst Seelig, Traite de Criminologie, trad. Petit et Pariser).
Suç (erime, d e 1 i t): Toplum düzenini bozan ve toplum değerlerini çiğneyen her fiil suç sayılmıştır. Toplum bünyelerine göre suç anlayışı değişir. Suçlu (criminel) yu yargılayan “mahkeme” (tribunal) ve suç, kamu vicdanım rahatsız eden neviden ise onu mahkemeye veren savcı’dır.
Suç statistiği (statistique erim ineli e): Her memlekette işlenen suçlan nevilerine göre inceleyen statistiklerdir ki, suç ilmini veya suçluluk sosyolojisini ilgilendirir.
Suçluluk-ilmi (c rimin ol ogie): Suçların sosyal, psikolojik, antropolojik sebeplerin araştıran ve ceza hukuku’na yardım eden ilimdir.
Suç sosyolojisi (sociologie criminelle): Genel olarak suçum bütün sebepleri arasından yalnız sosyolojik sebepleri ve “suçlu” hak-kmdaki kolektif hükümleri inceleyen ilimdir.
Suçlu göçü (ing. c o n v i c t): Suçluların kafile halinde başka bir ülkeye, çoğu bir koloniye göç ettirilmelerinden ibaret âdet. Avrupadan Ame-rikaya ilk göçlerden bir kısmı böyle idi. Abbe Prevost, “M anon L e s c o t” da bu göç cezasını anlatır. Avustralya suçlu göçleri ile . doldu.
Sûfîlik (soufisme): İslâm dünyasına mahsus olan mistisizm şekli. “Suf” (yün aba) giydikleri için bu ismi aldıkları söylenir. Sufîlik İslâm tarikatlarının ortak yoludur. Genellikle sufî, Allaha cezbe ve vecd yolu ile ulaşacağı kanaatindedir. Bunun için bütün sufîler Allaha yaklaşmak için çeşitli vecd tecrübelerinden geçmişlerdir. îlk sufîler teşkilâtlanmamış ve kendiliğinden (spontane) coşkunlardı: Cüneyd Bağdadî Hallaç gibi. Sonradan çeşitli sufîlik tecrübelerinin teşkilâtlanmasından tarikatlar doğmuştur. Bunlardan bazılarında devran çok ritmli ve bediî bir manzara alır: Mevlevîlerin Sema'ı gibi. Bazılarında hareketsiz, sakin bir mürakabe halini alır: Naksî’lerin zikr*î gibi.
Sübjektif metod (methode subjective): Çekoslovak okulu diyebileceğimiz sosyologlar arasında Masaryk, Chalupny, v.b. toplum incelenmelerinde gözlem ve deneyin ancak içebakışla tamamlamak mümkün olduğu kanısmdadırlar.
Sübjektiflik (subjectivite): Toplum içinde ferdin aldığı içe çevrilmiş durum. Toplumda yasaklar, baskı ve dirlik çocukluktan başlayarak eğilimlerin durdurulması ve içe katlanmasına sebep olur. Bu hal de “sübjektiflik” dediğimiz ruhî hali doğurur, ki buna “süb-. jektifleşme” (subjectivation) denir.
Sünne (coutume de Prophete): îslâmda Peygamberin sözleri: ve fiilleridir ki, Islâm dünyası için örnek sayılmış ve Kur’an’m hükümlerini tamamlamıştır. Bundan dolayı da Batı dillerinde Tradi-t i o n s diye de karşılanır.
,Süreç (processus): Eskiden bu yerde “vetire” kelimesi kullanılırdı. Fakat aynı kelime procede karşılığı da kullanıldığı ve İkincisinin birincisiyle hiç bir münasebeti olmadığı için yanlıştı. Bundan dolayı processus karşılığı olguların sürüp gitmesi anlamında “süreç” diyoruz. Kelime önce Fizik’te kullanılmıştır. Sosyoloji ve iktisada oradan geçmiştir: bir üretim süreci gibi. Zincirleme bir vakalar serisi göz-öniine alınınca süreç meydana çıkar. Bütün değerler ve sosyal kuramların işleyişinde çeşitli süreçlerle karşılaşırız. Sosyoloji, süreçleri meydana çıkararak sebeplikleri arar.
Süredurum (inertie): Toplumda veya kültürde “süredurum”, bazı kültür unsurlarının değişmeye karşı direnmesi, intibak edemediği bir ortamda devam etme gücü göstermesi halini ifade için kullanılan bir terimdir. Asıl bir Fizik terimidir.
“Sürek”: Anadolu’da alevîler arasındaki öz türkçe ile yapılan bir törenin adı. Ayrıca bunlardan Doğu bölgesinde oturan bir kısım da bu adı alır.
Sürgün (exil): Toplumda bir kimse veya bir zümrenin toplum içinde yalnız bırakılması ve yerinden uzaklaştırılması, bazen toplum dışına çıkarılması demektir. “Sürgün” çoğu kere siyasîdir. Kolektif iç ve dış sürgün İkinci Dünya Savaşı içinde en sert şekilde “Temerküz; kampları” denen kuruluşta görüldü. İlkçağda ostracisme âdeti vardı..
Sürgün avı (chasse de poursuite): Orman veya kırda avcıların avlanacak hayvanları her taraftan sıkıştırarak tuzağa düşürme-suretin.de yakalamalarına denir. Eski türklerin “sığır” dedikleri aır ayini bir nevi sürgün avi idi. (Mahmut Kaşgarî, Divan-ı Lügat; Mir Hund, Ravzat-üs Safa).
Sürtük: Bk. sokak süpürgesi.
Sürü (horde): Devamlı olarak birleşmiş aileler ki, belirli bir bölgede otururlar. (Eşanlamı: bande). Sürü genel olarak acvı — toplayıcılardan ibarettir. Bu kelimeyi yerleşmiş veya yarıyerleşmiş zümrelerde kullanmamalıdır. Sürü, daha geniş bir zümrenin çözülmesinden doğabilir, fakat yine de onun içinde yaşayabilir: Çingeneler gibi. — Haydut sürüsü bir çeşit “çete” (gang) dir, yalnız daha az organlaş-mıştır. — Gençler sürüsü, toplum kontrolünden kaçan delikanlı ya-şındakilerin meydana getirdiği dirliksiz kalabalıktır ki, zamanımızda “âsi gençlik” adı altında türlü şekilleri görülmektedir.
Sürü içgüdüsü (i n s t i n e t g re g air e): Bir kısım sosyal psikolog-larca toplum hayatının temeli olarak ileri sürülen ve bazı hayvanlarla insanlarda ortak sayılan bir içgüdü şekli. Başlıca Mc Dougall tarafından savunulmuştur. Arı, karınca, köstebek gibi mafsallı veya fıkralı hayvanlarda bu içgüdünün çok gelişmiş şekilleri olmakla birlikte, insanların toplum hayatını onunla açıklamak yanlıştır.
Sürüm ve istek (offre et d em and e): Klasik iktisat görüşünde en temelli sayılan olay ki, Adam Smith onu bir kanun şeklinde göstermişti. Fakat toplum olaylarının incelenmesi sürüm ve istek arasındaki orantının içinde bulunduğu toplumun değer hükümlerine bağlı olduğunu göstermiştir (Simiand, Ekonomi ilminde müsbet usul).
“Sütü bozuk”: Irkçı görüşe göre toplum dayanışmasını bozan en önemli faktör. Bu görüşte olanlar toplum dayanışmasının temelini kandaşlıkta görürler. Eğer toplum içine ayrı köklerden gelenler karışmışsa, onlara göre, böyle bir durum toplumun bozulmasında rol oynar. Irkçı teori gibi “sütü bozuk”, “kanı bozuk” hükümleri de temelsiz peşin hükümdürler.
Syndiasmik aile (fa m ille syndiasmique): Lewis Morgan’m anabuyruklu bir aile tipine verdiği addır ki, ona göre “Punalua” ailesinden sonra gelir ve onunla ferdî evlenme başlar, ancak yine birçok aileler ananın otoritesi altında birlikte otururlar.
Ş
Şahid (t emoin): Bir vakanın oluşunu gören ve bunu kanun (mahkeme) önünde anlatan kimse. Bu kimsenin yaptığı işe şahitlik (şahadet) denir. Hukukî vakalar dışında da tekrarı mümkün olmayan toplum olaylarında şahide baş vurulur. O zaman yakın olaylar için canlı şahid’lerden, uzak olaylar için tarihî vesikalardan faydalanılır.
Şakird (e 1 e v e): Bk. öğrenci, talebe.
Şamar oğlanı (bouc em is s a i r e): Eski İsrail âdetinde bütün suçlar üzerine yüklenen kimse. Herkesin hücum ettiği ortak hedef. Türkçede bu yerde “Şamar oğlanı” tabiri kullanılır.
Şakavet (brigandage): Asayişin bozulduğu ve şehirlerarası emniyetin kalmadığı zamanlarda köyleri ve taşıt araçlarını basan çetelerin yaptığı saldırıcı hareketler. Şakavet ve eşkiyalık anlamdaştır ve aynı kökten (şakî) gelir.
Şad-pit: Eski türklerde devlet mertebelenmesinde belirli bir otorite derecesi. Daha üstün derecede “Yabgu” lar bulunur.
Şaman (c ham an): Orta Asya’da en çok türkler arasında yaygın olan ilkel bir dinin büyücü ve ayin başkanlanna verilen ad. Buradan, din de şamanlık (chamanisme) adını alır. Fakat bu din şekli bütün Kuzey Asya’da, türk olmayan kavimler arasında da yaygın olduğu için onu ilkel din şekillerinden biri saymak daha doğru olur. Şaman-lığm en tipik örneğini Yakutlar arasında buluyoruz. Şamanlıkta Gök tanrıları ve karmaşık bir mitoloji vardır. Şamanlar kadın elbisesi giyer, ayinde kendilerinden geçerler. “Barak” dedikleri bir atla göğe yükseldiklerine inanırlar. Anadoludaki bir kısım Tahtacı ayinleri ile şamanlık arasında münâsebet arayanlar olmuştur. (Baha Sait, Bektaşilik, Türk Yurdu, 1925; F. Köprülü, Influence du chamanisme turca - mongol, 1929).
Şark (Orient): Doğu kelimesi yalnızca bir coğrafî yön gösterir: Anadolu’nun doğusu gibi. Aynı zamanda Avrupa ve Amerika kültürlerinin dışında kalan eski kültürlerin bütününü ifade etmek istediğimiz zaman Şark veya Doğu kelimelerini kullanırız. İslâm, Hint, Çin ve eski İran kültürleri bu Şark (Doğu) kavramının içine girer. Şimdi “yan-gelişmiş” veya “gelişmemiş” terimleri ile Batı kültüründen ayırma şeklindeki adlandırma, yerinde değildir. Çünkü bu kelimeler yalnız teknik ve ilim bakımından yetmezliği gösteriyor. Halbuki, bu kültürlerden her birinin kendine vergi özellikleri ve orijinallikleri vardır.
Şarkı (c h a n s o n): Tam halk ağzı olmayan, daha çok şehirli orta tabakalarının zevkini ifade eden lirik musikî besteleri. “Şarkı” ların konusu sevginin türlü safhaları ve eğlencelerdir. Çalgıh kahvelerde şarkı söyleyen erkek veya kadın şarkıcı (chanteur, chanteuse) olduğu gibi, şarkı besteleyenler (chansonnier) de vardır.
Şantajcılık (art de chantage): İktisadî düzenin bozulduğu zamanlarda gizli mal getirenleri veya piyasadan mal çekenleri tehdit ederek kazanç sağlayanların baş vurduğu eşkiyalık şekli. Aslında şantajcının tehdit ettiği “ithalâtçı” veya “istifçi” nin durumları da şantajcı gibi ahlâka - aykırıdır ve hepsi anormal İktisadî durumdan faydalanmaya çalışan “vurguncu” lardır.
Şarlatanlık (cha r 1 at an er i e): Ağız kalabalığı ve göz boyacılık ile halkı kandırmaya çalışanların hali. Şarlatanlık, demagojinin hâkim bulunduğu zamanlarda yayılır. Halkı uyarıcılar bulunmaz ve halkın eğitim seviyesi düşük olursa şarlatanlık ciddî bir tehlike halini alabilir.
Şapka (chapeau): Batı mületlerine mahsus başhk (serpuş). Türkiye’de batılılaşma hareketi başladığı zaman ilk şapka giyen zat Ab~
dullah Cevdet oldu. Atatürk 1925 de bir kanunla şapkayı fes, külah ve sarık yerine resmî başlık haline koydu.
Şecaat (bravo ur e): Savaşta veya memleket içindeki saldırma hareketleri zamanında bunlara karşı duran ve önlerinde irkilmeyen cesur kimselerin erdemi. Şecaat toplamlarda daima üstün bir değer olarak görülmüş ve öğülmüştür. Bu da toplumlar arasında ortak bazı ahlâk temellerinin olduğunu gösterir.
Şehid (m a r t y r): Din uğrunda kendini feda eden kimse. Mecaz olarak herhangi ideal uğruna feda edene de derler. Ortaçağ İslâm ve Hıristiyan dünyaları şehid (martyr) lerle doludur. Bu ölümü göze almaya “şehadet” (marthyre) denir. Islâmda şehid din uğruna savaşta ölenlere denir. Hıristiyanlarda bu daha ziyade savaş dışında inanç mücadelesinde kendini kurban edenler için kullamlmışıtır. İslâmin doğuşu sırasında mürşidlerden şehid (martyr) 1er vardır.
Şehirli (c i t ad in): Şehre yerleşmiş ve bir şehrin devamlı sakini olan .kimse. Karşıtı: köylü (paysan, villageois). Eskiden şehir halkı köylüden âdet, kılık ve kuralları ile ayrılırdı. Şehirle köy arasındaki ilişik yalnız köyden gelen seyyar satıcılardan ibaretti. Şimdi hızlı endüstrileşme hareketi yüzünden köylerden şehirlere devamlı akın olmakta ve şehirlerin etrafı gece kondularla dolmaktadır. Buna şehirlerin köyleşmesi denebilir. Böyle bir tehlike önünde şehirlilerin kendi aralarında dayanışma yapmaları ve şehircilik şuurunu uyandırmaları gerekir. Şehirli Dernekleri bu şuuru canlandırmada rol oynayabilir.
Şehir planlaması (planification urbaine): Modem şehirlerin, bir yandan nüfus birikmesi ve yoğunlaşma, bir yandan da tam tersine endüstri merkezlerine ve uydu - şehirlere doğru dağılma yüzünden nisbetsiz tarzda bölümlere ayrılması ve parçalanması önünde İktisadî ve fikrî fonksiyonlarını birinci derecede gözönüne alarak planlaştırılması zarureti doğmaktadır. Şehir planlaması işine şehircilik, şehir sosyolojisi, iktisat, teknoloji, demografi, coğrafya’nm ortak çalışmaları ile girilmektedir. Böyle bir dağılmanın planlama ile önlenememesi şehrin parçalanmasına kadar gidebilir. Belediye hizmetleri işlemez olur. Şehrin yapılarını kontrol, kanalizasyon, trafik, sokakların temizliği işleri felce uğrar. Susuzluk, pislik, sağlık şartlarının yetmezliği ile belediye içi ve dışı arası ayrılamaz bir hale gelir. Orta - Doğu’nun bir kısım bölgesi, meselâ İstanbul böyledir.
Şart (condition): Toplum olaylarının açıklanmasında asıl sebepleri “şart” lardan ayırmalıdır: meselâ sitenin doğuşunda kabile inançlarının birleşmesi sebep, birleşme yerinin seçilmesi, en elverişli pazar Sosyoloji Sözlüğü — 18 yeri, aynı dili konuşanların yaklaşması, v.b. şarttırlar. Bunlara, böyle birçok olunca, “hal ve şartlar” (circonstances) da denir.
Şartlı hürriyet (1 i b e r t e conditionnelle): Çağdaş toplumda mutlak hürriyet ve mutlak disiplin görüşlerine karşı vaziyet alan ve kişiciliği (personnalisme) savunan Em. Mounier’nin görüşüdür (1940). — Biz de buna benzer bir görüşü “Aşk Ahlâkı’ ve “İnsanî vatanperverlik” te savunduk (1930 -1933).
Şecere (ge n e a 1 o gi e) : Bk. Tomar.
Şehir (ville): R. Maunier’nin tanımına göre, şehir “münasebet” (rela-tion) leri artırma ihtiyacından doğan yerleşme cemaatidir, “korunma” ihtiyacından doğan köyden bu vasfiyle ayrılır. Az veya çok büyük olabilir. Site, Burg, serbest şehir, tüccar sitesi gibi tarihte türlü toplum şekilleri şehrin çeşitleridir. Eski şehirler, çoğu kere, başlı başına bir toplum veya siyasî bir bütün oldukları halde çağdaş şehirler “millet” denen yeni büyük toplumun bir parçasıdırlar. Başlıca şehir çeşitleri: 1) Eyalet şehri (ville provinciale): Tesiri ve organlaşması bir bölgeye bağlı olan, fakat oradaki bütün köy, kasaba ve başka küçük yerleşme birlikleri üzerinde İktisadî etkisi olan şehir havzası köy alanları ile şehir alanlarını birbirine bağlar. 2) Sığmak şehir (ville de refuge): İstemeden suç işlemiş kimselere sığnak görevi gören şehir bölgesi. Meselâ eski İbranîlerde sığnak şehir kurumu vardı. Suçlu orada kendinden öç almak isteyenlere karşı emniyette bulunurdu. Kuzey Afrikada, bir zaman Orta Amerikada vardı. 3) Başkent şehir (ville de Capitale): Bir millet veya konfederasyonda siyasî egemenliği temsil eden ve devlet merkezinin bulunduğu şehir. Çoğu kere bu şehir memleketin en büyük ve yoğunlu şehridir. Bazen yalnızca siyasî merkezdir: Wachington gibi. 4) Uydu-şehir (ville satellite): Ana şehre veya Başkende yakın olup, şehir yoğunluğunu gevşetmek için kurulur. Şehirlerin gelişmesi çağdaş toplum olan milletin gelişmesi ve büyük endüstrinin doğması ile paraleldir. Bu olay îlk ve Orta çağların görevleri farklılaşmamış şehirleri yerini farklılaşmış şehirlerin alması sonucunu doğrumuştur. Eski şehirlerde birbirine organik olarak bağlı olmayan ve her biri çarşısı, tapmağı, medresesi, v.b. ile ayrı birer küçük site gibi yaşayan kasabaların birleşmesinden doğuyordu. Onları birleştiren yalnız saray, kale gibi siyasî gücün merkezi idi. Yeni şehirler bir rekabet merkezi etrafında tekmerkezli daireler halinde kurulmakta olup şehrin ekonomik, fikrî görevleri arasında organik bir bütünleşme doğurmuştur. Merkezden dışa doğru sanat ve fikir kurumlan, zengin mahalleleri, orta tabaka mahalleleri, fabrikalar, işçi mahalleleri, banliyöler yer ahr. Bu sonuncula-nn sırası türlü, şartlara göre değişir. Orta-Doğu şehirleri henüz eski bünyelerini kıramamışlardır. [Şehir sosyolojisine temel araştırmalar Maunier, Mc Kenzie, Park, Burgess, E. Warner, George, M. Quoist, Sorokin, Osborn, v.b. tarafından yapılmıştır.] Eski şehirlerde kare -plan (Pekin gibi), yuvarlak - plan (eski Viyana veya Bağdad gibi), kaleli şehir, açık şehir, yeni şehirlerde koloni şehri, tarihî gelişme şehri, v.b. tipleri aynlabüir.
Şehirbirleşmesi (c o n u r b a t i o n): Ayrı şehirlerin ortak iş kuruluşları yüzünden birbirine yaklaşması ve bunların tek bir büyük şehir içinde erimesi hali. Genel olarak böyle bölgelerde yine eski şehir merkezlerinde çok büyük demografik yoğunlukta bazı çekirdekler vardır. Bu çekirdekleri bağlayan kısımlar bir derece daha az şehirleşmiştir. Parçalar birleşmeden önce bu kısımlar “banliyö” görevini görüyordu.
Şehir ekolojisi (e c o 1 o g i e urbaine): Şehir morfolojisinin nüfus hareketine göre incelenmesi, şehri meydana getiren “daire” 1er ve “mahalle” lerin sosyal fonksiyonların “rakabet” temel fikrine göre farklılaşmasına göre ayrılışına, ticaret merkezi, zenginler ve orta hallilerin mahallesi, işçiler mahallesi, endüstri bölgesi, banliyö olmak üzere birmerkezli daireler halinde şehir bölgelerini inceleyen sosyoloji dalıdır.
Şehir sosyolojisi (sociologie urbaine): Şehirlerin doğuşu, evrimi, İktisadî ve fikrî fonksiyonları, şehir morfolojisinin gelişmesi, ekolojik incelenmesi, şehir tipleri, v.b. le uğraşan bir sosyoloji dalıdır. “Şehircilik” (u r b a n i s m e) denen daha çok teknik konuya temel olur.
Şehir tıkanması (congestion urbaine): Nüfusun bazı şehirlerde az bir alan üzerinde fazla yoğunlaşmasından doğan olay. Bu hal, şehirlerin dışa doğru genişleme aramasına, şehir çevresinin (banlieue, faubourg) bünyesine, en sonra uydu - şehirlerin doğmasına sebep olur.
Şehir yerdeğiştirmesi (deplacement urbain): Şehirlerin zaman içinde ilk kuruldukları yerden başka yere doğru kaymaları hali. Yeni bir cezip merkezinin doğması, siyasî ve İktisadî değişme buna sebep olabilir. Malatya, Nezip savaşında ordu konaklaması yüzünden yer değiştirdi. “El-Aziz” mamuresindeki tren yolu yüzünden Harput yer değiştirdi. İstanbul’da Tanzimattan sonra yerdeğiştirme devamlı olarak rol oynuyor.
Şehircilik (u r b a ni s m e): (u r b s : şehir) Şehirler kurma sanatı. 1935 deki Milletlerarası modern mimarlık kongresinin kararlaştırdığı ve 1941 de Fransa’da neşr edilen Charte d’Athenes bir şehrin dört esaslı fonksiyonunu gösterdi: 1) insanlara sağlam bir mesken sağlamak (mekân, temiz hava, güneş), 2) tabiî-beşerî faaliyetin yapılabilmesine elverişli iş yerlerini organize etmek, 3) serbest saatler için kullanılacak olan tesisleri meydana getirmek (dinlenme, eğlenme yerleri, 4) mesken, iş ve eğlence yerlerini birbirine bağlayan bir ulaştırma şebekesi kurmak. Fransa’da birçok şehirlerde buna göre projeler hazırlanmıştır. Urbanisme planında şehrin türlü sosyal 'fonksiyonlarına karşılık olan ayrı bölgeler düşünülmüştür. Urbanisme şehir sosyolojisi ve Ekoloji tetkiklerinden önce doğmuş olduğu için başlıca mimarlar ve belediyecilerin düşünceleri hâkim olmuştur. Bir toplum şekli olarak şehrin evrimi ve sosyal fonksiyonları gözöniine alınmayınca bazen ütopik görüşlere doğru gidebilir.
Şehirleşme (urbanisation): Nüfusun şehirlerde merkezleşmesidir ki, gittikçe artan fertleşme ve dünyalaşma (secularisation) dan ibaret bir toplum ve kültür değişmesi doğurur.
Şekilcilik (f o r m a 1 i s m e): Şekillere, kurallara kesin olarak bağlanmadan ibaret toplum davranışı. Böyle bir davranış kültür değişmelerine karşı direnme, hareketsizlik ve her türlü gelişme imkânsızlığı halini alır. Şekilcilik, Gökalp’m gösterdiği gibi, yalnız eski donmuş kurallara (kaidelere) bağlanan muhafazam görüşte değil, aynı zamanda geleneği raddeden ve toptan değişmecilerde, radikalistlerde de vardır. Bunun için, türk sosyologu onlara hareketli, dinamik ve kültür değişmelerine elverişli gelenekçilikle karşı koyuyor.
Şekilcilik, hukukta (f o r m ali s m e j u r i d i q u e): Hukukta olayların değil, kanun şekilleri, norm’ların bulunduğu fikrini savunan görüş. Sosyoloji, başka toplum olayları gibi hukuk olgularını da bir şey gibi ele alır ve onları kolektif tasavvurlar içinde görür. Gurvitch hukuk olgularını öteki toplum olgularından ayırmak için onlara “normatif olgu” diyor.
Şekilci sosyoloji (sociologie formelle): Toplum olaylarının fert-lerarası ilişkilerden doğduğu ve “muhteva” nm insan ruhlarına, şuurlara ait olduğu düşüncesine dayanan bu görüşe göre sosyolojinin asıl konusu bu ilişik (münasebet) şekillerinden ibarettir. Bu görüşü önce Simmel savundu. Daha yakında L. von Wiese onu yeni bir tarzda canlandırdı.
Şekildeğiştirme (t r an s f o r m a 11 o n): Bunu evrim, devrim ye ilerleme (p r o g r e s) den ayırmalıdır. Şekildeğiştirme aynı tip içinde esaslı bir toplum değişmesi olmadan da olabilir. Bu, birbirine komşu kültürler arasındaki etkinin veya üstün bir tekniğin etkisinin sonu-eu olarak doğan yeni şekilleri almadan ibarettir. Şekildeğiştirme’nin arkasından gerçek bir evrim veya kültür değişmesi gelebüir, nitekim bu süreç hiç bir esaslı kültür değişmesi doğurmadan kalabilir.
Şemalar (s e h e m e s): Davranışçı sosyoloji görüşüne göre (b e h a v i-orism) toplumda davranışın dış şemaları (Pattern: modele) vardır. Model veya şemalar ile kişilikler ve toplum statüleri arasında bağlantıyı gözönünde bulundurmalıdır. Şemaların sıralanmasında üç unsuru incelenir: a) evrensellik (uygunluk seviyesi ve derecesi); b) toplum basıncı; c) toplum değeri; — Bundan sonra kültür modelleri tetkik edüir. Bunlar da: 1) yerleşmiş örfler (töre) ki en sağlam olanlardır; 2) âdetler, daha gevşektir; 3) basit görenekler (usage). Modellerde (Pattern) değişmeler: başlıcaları ideal şemalar, gerçek şemalar, davranış normu olarak şemalardır. Normlar da iki türlüdür: A) açığa vurulmuş normlar, B) gizli kalmış (implicite) normlar.
Şeref sistemi (sy s teme d’honneur): Bütün toplumlarda bir yandan zümrelerarası, bir yandan fertlerarası rakabet (competition) esasına dayanan bir şeref sistemi hüküm sürer. Buna göre toplumda yaşayan kültürün değerler sisteminde üstün yer almak gerekir. Bu değer alma yarışı toplum psikolojisi bakımından bir şeref sistemi manzarası gösterir: değerlerde en üstün hükmü toplayan kimse en şerefli sayılır. Bütün ayinler, törenler, geçim için yapılan kolektif işlemlerde değer yarışı ve şeref bakımından mertbelenme toplumda bir yandan zümreler arasında, bir yandan fertler arasında birer mer-tebelenmenin doğmasına sebep ölür. Böyle bir şeref mertebelenme-sinin en kesin şekli kabileler arasındaki rakabette veya çağdaş toplumda demokratik bir hürlük düzeni içindeki “rakabet” lerde kendini gösterir.
Şeriat (legislation): Dinî kanun. Peygamberler yalnız Tanrının emirlerini getirdikleri ve halkı doğru yola çağırdıkları zaman “nebi”, fakat yeni bir kanun (Şeriat) getirdikleri zaman “resul” dürler. Benî İsrail peygamberleri genel olarak “nebi” dir. Yalnız Yahudilik (Tevrat), hıristiyanlık (İncil) ve İslâmlık (Kur’an) resullarla gönderilmiş olan yeni şeriatlar kurmuşlardır.
Şey (c lı o s e): Durkheim’a göre toplum olaylarını bir “fikir” gibi değil, bir “şey” gibi görmelidir. Sosyolojiyi gündelik bilgiden, sübjektif görüşlerden ayırarak ilim haline koyan budur. Monnefot ve Dufrenne toplum olgularını “şey” gibi görmek imkânsız olduğunu iddia ediyorlar. Existentialisme’e dayanan bu düşünürler için toplum olguları “İnsanî” olduklarından dolayı varoluşa ait ve sübjektif’dirler. ( J. Monnerot, L e s f a i t s s o c i a ux ne sont pas d e s( c h o-s e s).
Şeytan (Satan, d i a b 1 e): îlkel dinlerde aynı zamanda hem koruyucu hem çarpıcı olan kutsal güc (mana) ileri dinlerde birbirinden ayrılarak iki karşıt güc veya biri ötekinden çıkmış olsa da ona karşı koyan menfi güc halini alır. Böylece gelişmiş dinlerdeki “şeytan” tasavvuru doğar. İslâmlıkta Şeytan, Tanrıya isyan eden melek, menfi kuvvet, insanları kötülüğe doğru götüren, yoldan çıkarıcı'güc olarak anlaşılır.
Şirket (c o m p a g n i e): “Ortaklık”. Sözleşme ile kurulmuş İktisadî birliklerdir ki, sözleşmenin özelliklerine göre anonim, limited, kolektif adlarını alır. Ortakların eşit haklan olduğu ve yalnız kazanç amacıyle kurulmadığı zaman kooperatif olur. Şirketlerin sermayesinin birleşmesinden Tröst, Kartel, Konzern, Konsorsium, v.b. adlarını alan çök büyük sermayeli Şirketler Birlikleri meydana gelir. Kapital merkezleşmesi ve rakabetin kaybolması olayının en önemli sonucu budur.
Şizofreni (schizo phrenie): Toplumla her türlü münasebetleri kesen, içe kapanıklık hastalığı. Bir bakımdan tedavi olununca baştan sosyalleşme sürecinin görülmesine yaradığı için, başka bir bakımdan zaman ve mekân tesbitleri dışında bulanık şuuru ile ilkellerin dünyasını hatırlattığı için sosyologları ilgilendirir.
Şom ağızlılık (mauvaise augure): Gelecek üzerine kötü görüşlü kâhinlikte bulunmak. Falcılar ve kâhinler iyi haber verdikleri gibi kötü haber de verirler. Bu İkincisini yapanlardan korkulduğu ve ür-küldüğü için “büyücü” genel olarak kendisinden korkulan, fakat yine de vazgeçilemeyen kötü bir kuvvet sayılır.
Şoför (chauffeur): Dizel motörü ile işleyen bütün yeni taşıt araçlarını (otomobil, kamyon, otobüs, minibüs) idare eden kimse. Arabacı hayvan kuvvetini, şoför makineyi kullandığı için, İkincisi tabiî determinizme göre hareket ettiğini fark etmeye başlar. Fakat şoför reflekslerini geliştirir ve yeni toplumdaki bütün insan tipleri arasında en atılganı ve insafsızı olur. Makine kuvvetini insana karşı kullanması ona tehlikeli bir statü verir. Keiserling, bundan dolayı, yeni dünyada hareketi düşünceyle tersine orantılı olarak artan yeni tip olarak şoförü gösteriyor (Keiserling, Le monde qui naît.)
Şölen: Eski türklerde bir kurban töreni olmak üzere “sığır” da avlanan hayvanın kesilerek boy beyleri, Hakan ve Hatun tarafından belirli yerlerinin bölümlü yenmesi şeklindeki ziyafet töreni. Bu ziyafetteki bölünmüş düzeni boylar arasındaki bağı ve mertebelenmeyi gösterir. İlkel dinlerdeki c o m m u n i o n’a bağlıdır,
§uur (conscience): Sosyolojide “şuur” kavramı birkaç yerde kullanılır: 1) Kolektif şuur: bütün toplum değerlerini, kamu sanısını, toplumda baskı’yı meydana getiren toplum heyecanını ifade eder.
2) Sınıf şuuru (conscience de c 1 a s s e). 3) Tür şuuru (c o n-science d’espece): ırk, hatta insan türü şuuru halini alır. İkincisi daha çok ideal halindeki, toplum ve uygarlık derecelerine göre değişir.
Şûra (Consultation): Islâm devletlerinde Kur’an esaslarına göre halkın oyuna baş vurma şekli. Batıdan gelmiş olmayan bu oya baş vurma şekli Ilkhalifeler zamanında uygulandığı gibi sonradan da bazen canlanmıştır.
Şftrayı-Devlet (C ons e il d ’ E t a t): Bk. Danıştay.
Şarta (poliçe): Eski İslâm ve bugünkü arap devletlerinde polis kuvveti.
T
Tabaka (e t a t): Monarşi (Tekbuyrukluluk) gibi siyasî toplumlarda mertebelenme aşağıdan yukarıya doğru bir dereceye kadar yükselme imkânı verdiği zaman doğan toplum derecelerinden her biri. Böyle bir rejimde bir tabaka içinde birçok “mertebe” 1er vardır ve birinden ötekine geçilebilir. Fakat ayrı tabakalar, geçilemez olarak kalırlar. “Asiller” tabakası içinde bir mertebelilik olduğu gibi, “rahipler” tabakası içinde de ayrı bir mertebelilik vardır. Ayn kalan bu tabakalar “orta tabaka”, “halk tabakası” adlarını aldığı gibi, yalnız “orta halli” de görüldüğü üzere fransızca “etat” kelimesinin tam karşılığı ile de gösterilir. Gelişmiş şeklinde “kazanılmış asillik” (nob-lesse acquise) doğduğu için geçilmezlik gevşemeye başlamıştır.
Tabaklaşma (stratification): Bk. Katlaşma, Tabaka.
Tabiatatapınma (n a t u r i s m e): İlkellerin dinlerinden bir kısmında bütün kutsal varlıklar tabiat kuvvetleridir. Ayrıca Max Müller, böyle dinleri incelerken bütün dinlerin tabiat kuvvetlerinden korkmak veya onları faydalı bulmaktan doğduğu sanısına düşmüştür. Bu artık bir din şekli değil, bugün tarafhsı kalmamış olan, dinlerin doğuşuna dair bir teoridir. Bk. Doğacılık.
Tabiatüstü (surnaturel): Yüksek dinlerde kutsal varlıklar insan-. lann dolayında bir çevre olmaktan çıkarak insan ve tabiatüstü bir âlem meydana getirirler. Tabiatüstü âlem fikri ilkel dinlerde doğmaya başlar. Kutsal yönler dört esas yönden başka gök ve yeraltı yönlerini, kabilenin bulunduğu merkezi içine almak üzere yedidir (Kuzey Amerika yerlileri). İlkçağ dinlerinde tabiatüstü âlem fikri daha belirlidir. Bu ayrılış sosyal tabakalaşmaya da karşılıktır.
Tabirname (livre d’interp. des reves): Animizm inançlannm kalıntısı halinde rüya ile ruhların göçü arasında münasebet görmeden doğan ve geleceğe ait vakaları yorumlayan kitap. Psikolojideki ilmi rüya araştırmaları ile karıştımıamalıdır.
Tabu (t ab ou): Totemizm denen ilkel din şeklinde kutsal hayvan ve bitki türlerinin çarpıcı kuvvetleri olduğuna inanılır ve onlara dokunulamaz. Bu kuvvet “tabu” dur. Tabu yalnız totemlerde değil, klan fertlerinde de vardır. Bunun için aynı klandan olanlar birbirleriyle evlenmezler. Kadınların âdet (regle) zamanlarında kendilerindeki kutsal kuvvet, yani “mana” en şiddetli olduğu için onların tabu olma halleri de en yüksektir. Bu sırada veya lohosalık süresinde kadın bir çadıra kapanır. Kendisiyle kimse görüşemez. Yemeği çadırın kenarından verilir (Harem’in başlangıcı). Tabu olan şeylere, cisimlere dokunulamaz. Ayrıca kutsal şeylerin, totemlerin “ad” lan da tabu’-dur. Bu adı kimse ağzına alamaz.
Tabur (b a t a i 11 o n): Alaylan teşkil eden askerî birliktir ki binbaşı kumandasmdadır ve yüzbaşı kumandasındaki bölüklere ayrılır. “Taburcu olmak” askerlik hizmetini bitirmek ve izinli olmak demektir.
Taç giyme (cour onnem en t): Hükümdarlı devletlerde, kral, imparator veya padişahın bu siyasî güce sahip olduğunu gösteren törendir. Bütün hükümdarlar böyle bir törenden geçerek “taht” a çıkarlar.
Tahttan düşme (d e t r ö n e m e n t): Bir hükümdarın başka bir hanedan veya kendi ailesinden başka biriyle, en sonra halk iradesiyle tahttan indirilmesi halidir. Bu suretle tahtını kaybeden hükümdarın yerine halk iradesinin şartlandırdığı bir başkası çıkarılırsa, artık hükümet “Meşrutî” (constitutionnel) bir şekil almış demektir. Halkın indirdiği hükümdarın yerine bir başka hükümdar gelmez ve egemenlik doğrudan doğruya halkın eline geçerse, bu Cumhuriyet şeklinin doğması demektir.
Tahtakale (q u a,r t i e r pres de la citadelle): İslâm şehirlerinin birçoğunda İçkalenin yanında veya altındaki mahalle. Kelime “taht-el-kal’a” (kalealtı) dan bozmadır. İstanbul’da da vardır.
Tasavvuf (my s t i c isme i sİ a m i q u e): Sufîlîk’ten sistemli bir şekil almasıyle ayrılır. İslâmda Zühd ve sufîlik cereyanlarından sonra, bu alandaki mistik tecrübeleri sistemleştiren ve akılcı felsefe çığırları dışında çığırlar halini alan tasavvuf başlıca Vahdeti-vücud ve Vah-
deti-şühud şekillerinde sistemleşmiştir. Büyük mutasavvıflardan bir kısmı aym zamanda tarikat teşkilâtları kurdukları için toplumda rolleri daha büyük olmuştur: Abdül-Kâdir Geylânî, Seyid Ahmet Rufai, Mevlânâ Celâleddin Rumî, Hacı Bektaş Veli gibi.
Tasarruf (droit de possession): Bir mülkün yalnız kullanma hakkına sahib olmalıdır ki, mülk hakkı (rakabe), ya üstün bir sınıfta (Lord’larda), yahut devlettedir.
Tahrikçilik (p r o v o c a t i o n, agitation): Bir eğilimi halk arasında yayarak onları ayaklandırmaya çalışmak demektir. Ayaklanmalar, isyanlar ve ihtilâllerin tahrikleri vardır. Bunlar beyanname ve broşür dağıtmak veya halk tabakaları arasındaki hoşnutsuzluğu alevlendirecek nutuklar vermek suretiyle yığınları harekete getirirler. Bunun için halk ruhunu taşıracak slogan’lardan faydalanırlar.
Talan (gaspillage): Toplumlar arasındaki çarpışmalarda savaş dışı ve savaş kurallarına aykırı olarak yağma şeklinde yapılan saldırmalara denir. Düzenli barışlar, ahitler (p a c t e) toplumlararası kuralların doğuşu talan şeklindeki saldırıcı münasebetleri ortadan kaldırmaya başlamıştır.
Tâlim (instruction): Eğitimde bir şeyi öğretmek demektir. Öğretim ile anlamdaş olarak kullanılır. Askerlere egzersiz yaptırmaya da özel olarak tâlim denir. Kelime anlamı ile bilgi vermek demektir.
Takımbuyruğu (oligarchie): Bk. Oligarşi.
Tamir (r e p a r a t i o n): Yıpranmış yapıların kullanma süresini uzalt-mak için baş vurulan tedbir. Tamir, yapılar gibi kuramlarda işe yarar. Tamir edilemeyecek hale gelmiş yapı ve kuramlar çökmeye mahkûmdur.
Taklit (imitation): Tekrarı çok iyi sayılan modeller veya tipler üzerine kurulmuş davranış. Taklit şuurlu veya şuursuz olabilir: Şuurlu olduğu zaman da akılla veya duygu ile yapılmış olabilir. Taklit edilen kimsenin oynadığı rol de şuurlu veya şuursuz, maksatlı veya maksatsız olabilir. Taklit davranışı, başlıca duygulu şeklinde, toplum hayatında esaslı rol oynar. Çünkü o toplumun içinde bulunduğu kültür tiplerine insanı alıştıran ruhî mekanizmadır. Kültürlerin yayılışında, hatta bir kültür çevresinden başka kültür çevrelerine kültür unsurlarının geçişinde taklidin rolü büyüktür. Gabriel Tarde bütün toplum hayatını “icat” ve “taklit” dediği iki ruhî olayla açıklamak istiyordu. Bu aşın görüş bugün bırakılmıştır. Durkheim’a göre taklit toplumu değil, toplum taklidi açıklar (Regles de la methode soci-ologique). Yalnız taklidin toplum gerçeği içinde yukardan aşağıya. üstünden zayıfa, yaşlıdan çocuğa doğru inen bir güc olduğu ve toplum olaylarının yayılmasına yaradığı meydandadır. En belirlisi modanın yayılışıdır. (G. Tarde, Les lois de 1 ’ Im i t a t i o n.)
Taklit gayreti (emulation): Toplumca beğenilen bir tipin rakabetli taklidi. Başarı kazanan fertlerin sayıca sınırlanması ile “rakabet” ■ den ayrılır: bu sınırlanma rakiplerce istenen şeyin azlığından ileri gelir.
Takvim (calendrier): Yıl, ay, hafta ve güne göre zamanı ölçen cetvel. Takvimler kültür çevrelerine göre değişir. Orta Asya’da ve Uzak - Doğuda hayvan isimlerine göre düzenlenmiş 12 li bir takvim vardı. Bunun türkler arasında doğduğu ve Kırgızlar vasıtasiyle Çin’e ve daha sonra başka Asya kavimlerine geçtiği kabul ediliyor (Ed. Chavannes, Le cycle turc des douze animaux). Fakat, kökünün Çin olduğu halde başka Asya kavimlerine oradan yayıldığı da iddia edildi. (Peliot, Le cycle de douze animaux). Akdeniz uygarlığının takvimi Keldan’dır. Kullandığımız ay adlarından birçoğu oradan gelmektedir: Nisanu, Teşrinu, Domuzu, îlulu, v.b. gibi. Islâm dünyasında hicri, batıda milâdî takvim kullanılmıştır. Bu takvimler ayın veya güneşin devri hareketine göre ölçülmüştür. Güneşe göre olan takvim astronomik hesaplara daha uygun ve sabit olduğu için umumileşmiştir.
Tamamlayıcılık (c o m p 1 e m e n t a r i t e): Bu kelime sosyolojide birkaç yerde kullanılır: 1) toplum bağlarının tamamlayıcılığı; 2) ihtiyaçların tamamlayıcılığı; 3) değerlerin tamamlayıcılığı. Bu sonuncusu değerlerin farklılaşmasından sonra onlar arasında dayanışmayı sağladığı için toplum bütününün esaslı temelidir. (Bk. Dayanışma: organik dayanışma.)
Tamu (enfer): Büyük dinlerde Ahirete ait cezanın çekileceği yer: “cehennem”, Batı dilinde Gehen de denir. İlkel dinlerde ahiret ve tamu tasavvuru yoktur. Tevrat’ın sonraki kitaplarında doğmaya başlamıştır. Eski Mısır dininde, Yunanda açıkça görülüyor. Yunan dininde yeraltı tanrısına Hades diyorlardı. Hinduism ve Budism’de de ahiret ve tamu fikirleri vardır.
Tam erişmiş (vollstândig durchrângkt): Bazı fertler veya zümrelerin bir toplum ve kültür bütünü içinde onunla tam kaynaşmış hale gelmesi demektir. Bu terim “manevî ilim” görüşünde olanlar veya, fenomenolog sosyologlar tarafından kullanılmaktadır.
Tann (D i e u): Yüksek dinlerde kutsal varlıkların fertleşmesi ve kişileşmesinden doğmuş üstün varlık fikri, ilkel dinlerde Tanrı fikrî yoktur. Kabilelerin birleşmesinden doğan Site dinlerinde çoktanrıcı-lık, çokta bir tanrıcılık ve daha evrimli şeklide Tektanrıcılık halini almıştır.
Tannsalbuyruk (theocratie): Devletin din adamları elinde bulunduğu ve dünya işlerinin yalnız din kurallarına göre yöneltildiği siyasî rejim. Burada devlet din adamları zümresinin (ruhban) elindedir ve kanunları yalnız onlar yaparlar. Bu anlamda Osmanh “halifelik” organlaşması tam bir tanrısal buyruk değildir.
Tanrısızlık (atheisme): Esasında bazı filozoflara veya fikir adamlarına ait Tanrının kabul edilmemesinden ibaret bir görüş ise de, toplum içinde yaygın bir akım halini alınca sosyolojiyi ilgilendirir. Marx’çı ideoloji ve bu çığırı güdenler tanrısızdırlar.
Tanrısal güe (c h a r i sm e): Bk. Keramet.
Tansık (m i r a c 1 e): Eski terimle “mucize”. Bk. Mucize.
Tapmak (temple): Genel olarak bütün dinlerde kutsal varlıklara ve Tanrılara tapınmaya yarayan yer. Özel olarak payen dinlerin tanrıları için yapılmış tapınma yapısı. îslâmda bu “Cami”, hıristiyanlıkta “Kilise” adını alır. Tapmak site’nin merkezidir.
Taoism (t aoîsme): Çinlilerin Kong-tseu mezhebinden önceki eski dini, Tao dini gök-yer-merkez başta olmak üzere dört coğrafî yönün kutsallığına dayanır. Buna benzer bir inanç eski türkler ve jüponlarda da vardır. Çinlilerin Yin - Yang ikiliğine karşı türklerde Gök Tanrı - Asra yer, Japonlarda İzanami - İzanagi vardır. Bu dinlerden yalnız Japonlara ait olan Şintoizm bugün de millî din olarak yaşamaktadır. Hepsinin ortak vasfı erkek - dişi iki karşıt kuvvet arasındaki birleşmeden âlemin düzeni doğduğu inancıdır.
Tapınma (c u 11 e): Tanrılara, cetlere veya başka tabiatüstü varlıklara yapılan yalvarma ve günah çıkarmalar halindeki ayinlerin toplamı. — Ruhlara tapınma: Ölülerin ruhları ile ilgili, kötülükten korunmak iğin yapılan ayin. Tütsü şeklinde yapılır ve mangala çöre otu atılarak dumanı kötü ruhlardan korunmak istenen kimseye üflenerek “iyilik gelsin, kemlik gitsin!” cümlesi tekrar edilir.
Tapu (registre): Nüfus toprağa yerleştikten sonra, yerleşen boylar ile yerleştikleri toprak parçası arasında mülk olma ve kullanma münasebetini belirten kuralların bütünü “Tapu” adını alır. Türk toprak hukukuna ait bu terim genel olarak bütün toplumlarda toprak kullanma (tasarruf) sistemini göstermeye yaramaktadır.
Tapu: Toprak bölümleri ve “tasarruf” una ait İslâmî türk devletlerinin kurumu.
Tarhanlık: Eski türklerde ele geçen topraklar boy beyleri ve başbuğlar arasında bölüşüldüğü zaman iğreti bir toprak soyluluğu meydana gelir ki, bu Tarhanlık’tır. Tarhanlık geleneğe göre dokuz kuşak sürer. Bu âdet (töre) sonradan Tîmar ve Zaamet şeklini alacaktır. Tarkan'ın yurtluğu, ocaklığı içinde oturan vergi ve askerlikten muaftır. Bu resimlerin alınması Tarhana aittir. Dokuz suça kadar cezadan affedilir. Hakanın otağına izinsiz girip çıkar. Tarhanlık bir nevi kazanılmış asillik (noblesse acguise) dir ki, bunu İlhan veya Hakan verirdi.
Tarancı: Çiftçi. Doğu Türkistan halkının adıdır ki, Batı Türkistanın göçebelerine karşı yerleşmiş olanları ifade eder.
Tarım (agriculture): Toplumun temelli geçim şekillerinden biridir. Bütün toplamlarda rolü vardır. Ancak ilkeller yalnız toplayıcılıkla veya deniz ve kara avı ile geçindikleri geçim safhasında tarımı bilmezler. Bunun için toplumun temelli olarak toprağa yerleşmiş olması gerekir. Tarım da, henüz köyler halinde dağınık yaşayan toplumlar ile büyük şehir ve büyük endüstri kurmuş toplumlarda çok farklı şekiller gösterir. Tarımın en gelişmiş derecesi yoğunlaştırılmış makineli tarımdır. Bk. Çiftçilik.
Tarih metodu (m e t h o d e historigue): Sosyolojide kullanılan esaslı metodlardan biridir. Toplum tiplerinin incelenmesi, toplumda evrimin meydana çıkarılmasını karşılaştırma metodu ile birlikte sağlar. Yalnız başına “tarih” tikel (particulier) vakalarla uğraştığı için, toplum tiplerini genel olarak kavrayamaz. Fakat çeşitli tarih süreçlerinin karşılaştırılması ve bunların etnoloji ve bugünkü gelişmiş toplumlara ait bilgilerle tamamlanması bu metodu sosyoloji için verimli bir hale koyar.
Tarihçilik (historicisme): Hukuk, iktisat ve genel olarak insan ilimlerinde doğan “tarihçilik” çığırı sosyolojik araştırmalara zemin " hazırlamıştır. (İktisatta Lassale, List, v.b.)
Tarihî maddecilik (m at eri al i s m e historigue): Bk. Marxisme. Tarikat (Ordre): Göksel dinlerde Tanrıya giden sayısız zahitlik yollarından Jıer biri ki, dinin mistik tarzda yorumlanmasından doğmuş özel organlaşmalardır. Islâmda “tarikat” tasavvufun organlaşması demektir ve Ortaçağ toplumunda büyük rol oynamıştur.
Taşra (p r o v i n c e): Başkent veya büyük merkez dışındaki yerler. Taşra, kültürün çevresi olduğu için orada yoğunluk kaybolur. Monarşi ve imparatorluk gibi toplum bünyelerinde “taşra” değerlerin alçalmasının işaretidir: “taşralı” olmak seviyece aşağı olmayı gösterir. Fakat merkezsizliğin baskın olduğu federal bünyelerde, birçok kültür merkezine sahip olan memleketlerde taşralılık kavramı kaybolur. Taşra ve taşralılık monarşilerden sonra önemini kaybeder.
Tavır (attitude): Belirli şeyler ve kişilere karşı şu veya bu tarzda davranmada kazanılmış istidat ve eğilim. Tavırlar hareket ve kaslara ait olabilir, jestler ve eksik fiiller halinde dışta ifade edilebilirler. Eylemi gerektirebilen düşünce ve duyuş tarzları halinde zihnî tavırlar da vardır. Tavırlar her zaman bir değer veya değerler kompleksi ile yöneltilirler. Axiologie (değer bilgisi) anlamında tavrın kültürü ilgilendiren tarafı budur. Toplumda tavırlar zümre üyeleri arasında bölümlere aynlnlar ve davranış normlarını meydana getirirler.
Taylorculuk (Tayrolisme): Amerikan mühendisi F. W. Taylorun ilk defa yapmış olduğu iş organizasyonu idi. Sonradan geliştirildi. Taylor önce çırak, sonra işçi oldu. Kendi tecrübeleri ile atölye işini sistemli olarak gördü. Zaman kaybının önceden işe ait hazırlık yapıl-mamasmdan ileri geldiğini anladı: 1) Her iş, yapılmadan önce düşünülmeli ve bütün teferruatı ile nasıl yapılacağı tayin edilmelidir. Bunları özel bir Büro hazırlayacaktır. 2) İşlerin işçiler arasında dağıtılması da önceden yapılmalıdır. Bu işlem Planning’dir. Taylor iş bölümünü ve uzmanlaşmayı çok ileri götürdü. Çünkü istenen bütün kalitelere sahip ustabaşılar bulmanın çok güç olduğunu görünce, bu görevi bölmeyi ve dört uzmanlaşmış usta başı sınıfını koymayı düşündü. Bu görüş sonradan fransız mühendisi Fay ol tarafından ten-kid edildi. Taylorism çok randıman elde etmek için işçiyi fazla yoruyordu, neticede yine randımanı azaltıyordu. Bugün bu cereyan işçinin kişiliğini tetkik etmek ve özel kabiliyetlere göre randıman almak suretiyle farklar psikolojisi yolundan aşılmıştır.
Tedavi (traîtement): Aslında tıpta kullanılan bir terimdir ve hastanın şifa bulması için alman ilmi tedbirler demektir. Fakat topulum buhran içinde veya gelişmemiş olduğu zaman kalkındırmak ve krizi çözmek için başvurulan tedbirler için de kullanılır. Uzviyette hastalığı tedavi için önce teşhis koymak (diagnostic) gerektiği gibi toplumda yalnız bu yoldan toplum kalkınmasına girilebilir. Tıpta teşhis labo-ratuvar muayenesi ile yapıldığı halde, toplumda monografik anketler, testler, örneklemeler ve statistiklere dayanan toplum araştırmasiyle yapılır. Bk. Toplum araştırma merkezi.
Tekbuyruk (au t ocra t i e): Monarşinin daha sıkı şekli. Birincisinde tek ailenin yönetimi olduğu halde burada tek kişi bir aile olmayabilir. İngiltere’de Cromwel’in idaresi gibi.
Tekatalı zümre (1 i g n a g e): Tek bir ataya bağlı olan küçük bir zümredir ki “sob” un bir parçasıdır.
Tekelcilik (monopolisme): Bazı üretim işlerinin Devlet eliyle yapılması şeklindeki smrılı bir “devletçilik” rejimi. Bk. inhisarcılık.
Tekin (f as t e): Karşıtı “tekinsiz” (nefaste). Bu kelimeler “uğurlu” ve-“uğursuz” kelimeleri ile de ilişiklidir. Kutsal gücün bulanık değerliliğinden (ambivaleııce) dolayı, o bazen tekin ve bazen "tekinsiz, yahut bu eğer “mana” gücünü kara büyü şeklinde kendinde bulunduran kimseye aitse “uğursuz” olabilir. Bazı kimseler veya bazı işler için “tekin değil” dendiği zaman anlaşılan budur.
Tekke (c o u v e n t): Bir tarikatın kendi “seyr ve sülük” üne göre ayinlerini yaptığı, kendi dervişlerini yetiştirdiği yer. Tekke bir tasavvuf okuludur ki orada pratik olarak bu eğitim alınır. Tasavvuf kitaplarının öğrettiği mistik hakikat, tarikat mensuplarının bir tabiri ile “yaşanarak bilinir.” Tekke’de bir Pir, onun halife’leri, derviş’leri ve mü-rid’ler vardır. Müridlikten şeyhliğe kadar yükselmek için “manevî” bir eğitimden geçmek gerekir. Bu eğitim, medrese gibi hafızaya ve zihne değil, zihinle birlikte kalbe hitabeder. İslâm memleketlerinde, Batının Manastır eğitiminde olduğu gibi, skolastik bu iki kutbu birleştirmediği için, medrese ile tekke daima çatışma halinde kalmıştır. Tarikatların zikir ve ayinlerini yaptıkları yerdir ki, içinde tarikatın nevine göre “çile” çıkarılır, “devran” yapılır, “semâ” yapılır, v.b.
Tekkocahhk (monogamie): Bir kadının yalnız tek koca ile evlenmesi ki, “tekkarılılık” da denebilir.
Teknik (technique): Üretici aletlerden ibaret topluluk kurumudur ki, bununla uğraşan antropoloji dalı teknoloji (technologie) adım alır.
Teknik ilerleme (avancement teehnique): Keşifler, icatlar ve uygulamanın 18. yüzyıldan sonra Batı ülkelerinde yoğunlaşmasiyle meydana gelen olay. Teknik ilerleme, başlıca, 20. yüzyıl içinde çok hızlanmıştır. Bu ilerlemenin medeniyeti ve insanların huzurunu artırdığı kanaati terakkicilik (progressisme) ve teknik ilerledikçe insanların dahâ kötü duruma girdikleri kanaatinden terakki düşmanlığı (anti-progressisme) doğmuştur. Birincisi Turgot, Condorcet, Aug. Comte, v.b. tarafından, İkincisi Rousseau, Marx ve Georges SoreJ tarafından savunulmuştur.
Teknokrasi (technocratie): Son 30-40 yılda Birleşik Amerika Devletlerinde doğan ve toplumu teknik adamlarının yöneltmesi fikrine dayanan siyasî akım. Teknokratlar serbest seçimle iktidara gelen
bilgisiz kimselerin demokraside doğurduğu buhrandan ancak teknik uzmanları ve ilim adamlarının yardımiyle kurtulmak mümkün olduğu kanısmdadırlar. Fakat bu akım başarı kazanamamıştır.
Teksoyluluk (unilinearite): Yalnız ana veya yalnız baba soyuna göre tomarı olmadan ibaret olan aile şekli.
Teksoylubuyruğu (m o n a r c h i e): Bk. Monarşi.
Televizyon (t e 1 e v i s i o n): Radyonun başarısını ileri götüren bu yeni teknik icat cellule photo - electrique’in uygulanmasından doğmuştur. Radyo dersi, konferansı, tartışmayı eve getirdiği gibi, televizyon da sinemayı, tiyatroyu, operayı, maçı eve getirmektedir. Bu iki teknik birbirini tamalamak üzere evi kuvvetlendiren vasıtalar halini almaktadır. Fakat İkincisi henüz gerçekleşme safhasındadır.
Telkin (suggestion): Aslında ruhî bir olay olmakla birlikte toplum içinde taklit gibi temelli rol oynar. Toplumca şartlandırılmış bir uyarımın meydana getirdiği yayılım kandırma şeklidir. Telkin ve taklit birlikte işler. Sempati, üstebağlılık (subordination), itibar, otorite telkinin etkisini açıklayan ve artıran faktörlerdir.
Telkin (suggestion): Hareketler, mimikler, duygular ve sanıların yayılmasında büyük rolü olan telkin, psikolojik bir olgu olsa da, neticeleri bakımından sosyaldir. Telkin, kendine telkin, telkin olunma (he t e r o sugges tio n) gibi türlü şekillerinde toplum inançları, kamu sanısı ve fikirlerin yayılmasına sebep olur. Telkin aslında, bu görünüşleri ile, sosyal psikoloji tarafından tetkik edilir. Fakat, taklit gibi onu da toplum kurumlan ve değerlerinin hareketliliğinde (m o b i 1 i t e) gözönüne almak gerekir.
Temas (contact culturel): “Kültür teması”. Kültürce farklı toplumlar ve zümreler arasında meydana gelen ilişikler ki, etkileşme halinde bulunan kültür sterlerinde veya bir kısmında çalışmalar, darbalar ve değişmeler doğurur (Bk. Kültürleşme, değişme, yayılma). — Toplum teması: birliğin başlangıç safhası, toplum etkileşmesinin meydana geliş tarzıdır. Toplum temasları yardımiyle aynı zümrenin üyeleri veya farklı zümreler karşılıklı ilişkiler kurarlar. Temaslar maddî veya ruhî, doğrudan doğruya veya dolayısiyle, sembolik veya kategorik olabilir. Dil aracı ile olan temaslar “sembolik” dir. Anlaşma ve kişiliğe ait değerlendirme üzerine dayanan temas “sempatik” tir.
Temel eğitim (e d u c a t i on de bas e): Eğitimin okulu aşan ve okuma yaşındakileri de içine alan en geniş şeklidir ki, eğitimde eşitlik ilkesine göre okumamışların sayısını azaltmak için Unesco’ya bağlı milletlerin uygulamaya çalıştıkları eğitim tarzıdır.
Temel kişilik (personnalite de bas e): Kardiner, Linton, v.b. kültür antropologlarının savundukları görüş ki, kişiliğin kültür etkisi ile doğumdan önce başlayarak ömür boyunca süren kuruluşudur. Bu görüş kişiliği yalnız psikolojik veya yalnız sosyolojik bir tarzda açıklayanlara karşı, onun uzviyet üzerinde derin iz bırakan kültür etkilerinden doğmuş bir kompleks olduğunu gösterir. (Dufrenne, Personnalite de base).
Temerküz kampı (camp de concentration): ikinci Dünya Savaşında meydana çıkan bir olgudur. Fakat eskiden beri tutsaklan» saklandığı yerler olduğu gibi, büyük nüfus değişimi ve sığınma olaylarında temerküz kamplan rol oynamaktadır.
Temlik (statut de propriete): Bir toprağı, bir binayı veya eşyayı bir kimseye veya bir zümreye mülk olarak vermek. Bu hakkı almaya “temellük” denirdi. Bunlara mülkverriıe ve mülkedinme diyebiliriz.
Temsilli yönetim (reğime representatif): Parlemento ve Senato şeklinde milleti temsil eden devamlı Meclisler aracı ile yönetilen devlet şekli.
Tercihli evlenme (heterogamie): Bazı zümrelerde ırk, millet, sınıf, din, meslek bakımından bir tercih gözeterek yapılan evlenme şeklidir.
Terakkicilik (progressivisme): Toplumda teknik gelişme ve ilerlemenin toplumun bütününde gelişme yaratacağı kanısında olanların görüşü. Başlıca Fransız devriminden önce ve içinde Turgot, Condor-cet, daha sonra Aug. Comte tarafından savunulmuştur. Bugün de tarafları vardır. Terakki fikri üzerinde L. Weber durdu. (Le ry t lime du Progres).
Terbiye (education): Toplumda kuşakları birbirine bağlayan esash fonksiyon. Buna özel olarak kurum da denebilir. Eski terimde atların takımları için ve bir yemek salçası için de kullanılırdı. Yeni terim bu bulanıklığı kaldırıyor. Bk. Eğitim.
Tercihli içevlenme (homogamie): Bazı zümrelerde aynı ırk, millet, sınıf, din veya meslek içinden tercihle evlenmelerin bulunması hali.
Tercihli yüksekleevleııme (hypergamie): Bazı zümrelerde daha yüksek toplum statüsü olanla evlenme.
Test: Psikoloji, sosyal psikoloji ve sosyolojinin ortak metodudur. Asıl psikolojide Würtzburg ekolü ve Fransa’da ona benzer çalışmaları olan Binet ve Simon tarafından kullanıldı. Psikolojideki verimliliğinden cesaret alanlar bu metodu psikoteknik’te kullandılar. Bu suretle ; İktisadî hayata girdi. îlk kullanılanları zekâ testleridir ki bugün de
okulların giriş sınavlarında kullanılmaktadır. Sosyal psikoloji ve etnoloji ayrıca kişilik test’leri kullandılar. Bu arada Leighton ve Klukhohn’un, Henry ve Spiro’nun adlarını zikretmeliyiz.
Teyze (tante maternelle): Batı dillerinde ana ve baba kız kardeşlerini ayıran terimler olmadığı halde, tiırkçede hala (bibi) ve teyze terimleri bunları ayırmaktadır.
Tezgâh üretimi (production m an uf ac turiere): Ortaçağ top-lumlarındaki esaslı üretim şekli. Kalıntıları zamanımıza kadar gelmiş olup halıcılık, dokuma bez imâli, v.b. gibi sanat değeri olan bazı dalları büyük endüstri devrinde de değerini ve yerini saklamaktadır.
Teşebbüs (entreprise): Genel olarak “teşebbüs” üretim, değişim, mallar ve hizmetlerin dolaşımına ait İktisadî bir ünite (birim) meydana getirir. Bu tarif bakkal dükkânından en büyük mağazalara kadar özel teşebbüsleri olduğu gibi devlet teşebbüsleri yahut millî teşebbüsleri de içine alır. Dar anlamda teşebbüs kapitalist rejimin sos-sal hücresidir. Serbest bir pazar içinde çalışır.
Teşebbüs, özel (entreprise privee): İktisat hayatında fertlerin kendi başlarına giriştikleri ve Devlet, Birlik yardımı olmadan başardıkları üretim ve ticaret işleri.
Teşebbüsçü (en t repreneur): Teşebbüs adamı (müteşebbis) özel mülkiyete dayanan İktisadî rejimlerde bu tarzda bir faaliyete giren kimsedir. Özel teşebbüs böyle bir rejimde kanunlarla teminat altına alınmıştır. Bunun kötüye kullanılmasından doğacak neticeler üzerinde sosyalist meslekleri durmuşlardır.
Tılsım (talisman): Bazı güçlükleri çözen ve engelleri aşan büyü gücüne sahip şey, söz veya fiildir ki ilkel kavimlerde olduğu gibi birçok masalların esaslı motifini meydana getirmektedir.
Ticaretleşme (commercialisation): Belirli bir toplumda iktisadi seferlere yabancı olan bazı etkinliklerin bir çıkar elde etmek isteği ile para değişimine bağlanmalarına sebep olan olay. Bütün ticaretleşme halleri gelenekçi kültürle açık çatışmaya girer. Hekimlik, eğitim, din görevlerinin ticaretleşmesi gelenek normlarına aykırı görülür ve birçok yerlerde toplum çözülmesi alâmeti gibi karşılanır. Sosyalist rejimler de buna karşıdır.
Ticaret bölgesi (a ire commerciale): Ticaret merkezine iktisatça bağlı olan topraklar (territoires). Şehirlerin dolayında bir kısım banliyö ve koy nahiyeleri “ticaret bölgesi” görevini görür.
Ticaret merkezi (centre commercial): Bir şehrin bankalar, büyük oteller, büyük ticaret evleri, küçük endüstri, tiyatro ve sinemalar, kamu yönetimine ait Bürolar, gazeteler gibi kuramlarının top-
Sosyoloji Sözlüğü — 19 landığı merkez. Burası şehrin malî siyasî ve kültürel merkezidir. Şehir orada en canlı, yoğunluk en yüksektir, bütün mahalleler oraya bağlanır.
Ticaret odası (c ha m bre de commerce): Meslekdaşlarınm seçtiği tüccar ve endüstricilerden kurulmuş kamu kurumudur. Belirli devrelerde üyeleri değişir. Bazı mühim problemlerde kanaatini devlete bildirir. Ticarî kanunlarda değişiklik için isteklerde bulunur. Şehir bölgesiyle temasa girer. Bazı Ticaret odaları kamu hizmetlerine ait tavizat alırlar. Ticaret odaları İktisadî bölge kadrosuna girerler. 1946 dan beri bunlara bölge ticaret ve endüstri odası denmektedir. (Bu adlandırma Fransa’ya aittir.)
Timar: Eski türk toprak rejiminde yarı yüksek soyluluğa dayanan bölümlerden en küçüğü, ki bu “imtiyaz” devletçe verilir ve iyi kullanılmayınca yine devlet onu alarak başkasına verebilir.
Tin (e s p r i t): Eski türkçede ruh anlamında kullanılmış olan tin kelimesi Batı türkçesinde unutulmuş ve İslâmlıktan, tasavvuf eğitiminden gelen ruh, can, nefs (nefis) kelimeleri onun yerini almıştır.
Tip (type de culture): “Culture pattern”. Toplumca kabul edilmiş düşünce, duygu ve eylem tarzlarının oldukça bircinsten şeklidir ki, aynı zamanda onlara bağlı olan maddî şeyleri de içine alır. Bir kültür tipi toplum etkileşmesinden doğar ve belirli, bir toplum organlaşmasında koruma görevini görür. Her toplumda kültür tiplerinden ayrılmalara karşı cezalandırma şekilleri vardır. En önemlileri davranış modelleri (veya tipleri) dir. Davranış tipleri âdetler, töre (ahlâk), bir zümre fertlerinin davranışına model olan tüzükler, yasalar ve göreneklerdir.
Tipleştirme (typification): Davranış şekillerini, maddî olan ve olmayan kültürün başka unsurlarını tek şekle koymaya çalışan toplum kontrolü süreci.
Tipsiz (atypique): Belirli bir tipe girmeyen toplum olgusu. Toplum-lann evriminde kurumlar birbirinden ayrıldıkça açık ve belirli tipler doğar. Fakat yaygın olgular organlaşmış, olgu halini alacakları sırada olabilirler. Bunlara “tipsiz” olgular denir. Değişme hızı artan toplum-larda bir halden başka bir hale geçme ve yeniden kurumlaşma sırasında böyle 'tipsiz olgulara çok rastlanır.
Tirakî kahvesi: Tütün, kahve ve belki de afyonun içildiği kahveler. Uzak Doğu’dan, bir kısmı da Amerika’dan dünyaya yayılmış olan bu “yapma cennet” (paradis artificiel) sığnaklan birçok devirlerde hükümetlerin şiddetli takibine uğradığı halde devam etmiştir. (Kâtip Çelebi, Mizan ül-Hak).
Tiranlık (tyrannie): İlkçağda demokrasiden sonra kamu sanısını kendilerine çeviren bazı zorbaların kurdukları iğreti ve şiddetli tek-buyruk rejimi.
Tire: Oğuz türklerinde töreye göre boylar teşkilâtı söyle bölümlere ayrılmaktadır: Oğuz kavmı, Oğuz’un altı oğlundan türeyen Ulus’lara ayrılır. Her Ulus da dörder boya bölündüğü için Oğuzlar 24 boydur. Altı Ulus’tan sağda bulunan üçü “Bozok”, solda bulunan üçü “Üç ok” adımı alır. Oğuzlar bir yere göçtükleri zaman bu düzene göre göçülür ve yeni yurda yerleşilir. Boylar da ayrıca sıra ile şu tarzda alt - bölümlere ayrılırlar: Anar, Urug, Oymak, Tire. Demek Tire bu alt - bölümlerin en küçüğüdür ki, o da “ocak” lardan ibarettir. Arapiar “boy” a karşılık “Batın”, Tire’ye karşılık “Ammare” derler. Tiyatro (theâtre): Eski Yunandan beri sahne eserlerinin oynadığı yapı. Aynı zamanda oynanan eserler için de kullanılır. Açık, kapalı, amfi veya düz salon halinde olur. Doğu kültürlerinde tiyatro sanatları gelişmemiştir. Ancak Batı ile temastan sonra tercüme ve adaptasyon suretiyle doğmuş, son yarım yüzyılda telif eserler başlamıştır. Tiyatro eserlerinin toplum üzerinde doğrudan doğruya ve coşturucu etkisi vardır. Tiyatro eserleri başlıca trajedi (tragedie), komedi (co-m e d i e), dram (d r a m e) nevilerine bölünür. Komedinin de Vaud-v i 11 e ve f a r c e denen çeşitleri vardır. Komedi ile dram arasında olanına melodrame denir. Tiyatro yazarlığı ve oynayıcılığı üstün bir tanrı vergisine ve öğrenime muhtaçtır. Bunun için tiyatro yüksek okulları vardır.
Tomar (genealogie): Ana veya baba yönünden bir soyun köklerini gösteren yazılı cetvel. Araplarda soy eskiliği üstün değer sayıldığı için “tomar” ların önemi büyüktü. Türklerde yalnız belirli ailelerin tomarı vardır, o da çoğu kere sonradan doldurmadır.
Toplantı (re union): Bir maksada göre bazı kimselerin veya bir Birlik üyelerinin belirli zamanlarda yaptıkları birleşmelere denir. Eski terimle “içtima”.
Toplayıcılık (cueillette): Bir kısım ilkel kavimlerdeki yaşayış şeklidir ki ağaç kökleri ve yemişleri toplama başlıca geçim kaynağıdır. Toplulaşma (agregation): “Toplanma” da denebilir. Bir boş alanda insanların bir maksada göre veya gelişi güzel birikmesi toplanma (tecemmu’) dur.
Topluluk (agregat): Mahalle, seyirci kalabalığı, v.b. gibi şekillerde görünür (J. H. Fichter, Sociologie). Yığın, kütle, seyirciler, kalabalık, bir dükkân seyircileri, v.b. gibi .
Toplum (s o ci e t e): Organlaşmış veya yaygın bütün zümrelerarası birliklerin bütününe verilen ad, ki iki cinsi, her yaştan insanı içme alır, devamlıdır ve herhangi bir sözleşme veya içgüdü eseri olmayıp ortak inançlar, kuramlara dayanan tabiî bir kuruluştur. Toplum aile, kilise, sendika, cemaat, yerleşme zümresi gibi çeşitli zümreleri içine alır. Eski terimle “cemiyet”, ayrıca Birlik (Association) ve “düğün” anlamlarını da gösterir.
Topluluktan uzaklık (G emein sch af t sf e r n e): Bu da M. Weber’-in sosyolojisinde kullanılan terimlerdendir. L. von Wiese de kullanır. Topluluğa yakınlık (Gemeinschafsnahe): Yukarıki durumun karşıtı olarak kullanılır.
Toplum cazibesi (p r estiğe social): Toplumun değerleri ve inançları ile içinde bulunanları kendine bağlama gücü. Toplumun kendi halkı veya içinde yaşayan yabancılar üzerinde yasa, töre ve âdet şeklinde yaptırıcı bir gücü olduğu gibi, bu gücü hiç kullanmadığı zaman da yine mensupları veya komşuları üzerinde değerlerinin çekiciliği şeklinde bir cazibesi vardır. Bazı kavimler veya milletlerin kültürleri ile komşu kavimler üzerinde bu çekici güçleri olduğu için, onlar tarafından taklit edilirler. Kültürün yayılma-yolu, başka toplum-larm taklit ve çıraklık safhasından geçmesi çoğu kere toplum cazi-besindendir.
Toplum araştırması (social su r vey): Toplum problemlerini, coğrafi bakımdan sınırlanmış toplum birliklerini incelemek ve düzeltmek için baş vurulan zümre halinde çalışmalara denir. îlk defa böyle araştırmalara giren Fr. Le Play oldu (19 uncu yüzyıl ortasında). Fransız klasik sosyolojisi buna karşı ilgisiz kaldı. Halbuki Ingiltere’de bu tarzda araştırmalar yapıldı. Le Play “Avrupa işçileri” adlı büyÜK kitabında araştırmaları doğudan batıya, kuzeyden güneye kadar bütün Avrupa ülkelerine yaydı. “Fransada toplum reformu” adlı kitabında, bundan pratik sonuçlar çıkarmaya çalıştı. Sonradan Ed. Demolins ve arkadaşları bu çalışmaları ileri götürdüler. İngiltere’de Charles Booth “Londra halkının iş hayatı” adlı büyük kitapta (17 cilt, 1903) bu cins araştırmaların en büyük örneğini verdi. B. S. Rowentree “Fakirlik, bir şehir hayatı incelemesi” adlı eseri yazdı (1901 - 1902). P. U. Kellog ve arkadaşları yeni araştırmalar yaptılar, Russell Sage Foundation, toplum araştırmasını kurumlaştırdı. 1912 -1914 den beri social survey, köy ve kasaba araştırmalarının esaslı metodu oldu. (Bk. H. Z. Ülken, Sosyolojinin Problemleri, 1955).
Toplum atomu (atome social): J. Moreno’nun ileri sürdüğü sos-yometri kavramıdır ki, “fertler ve onların katıldıkları veya dışarda
kaldıkları zümreler tarafından aynı zamanda iki yerden aksettirilen çekme ve itme şeması” diye tanımlanır.
Toplum bağlılığı (dependance sociale): Bazı fertler veya zümrelerin etkin oluşu veya olmayışı başka fertler veya zümrelere bağlı olan bir altbağlılık (subordination) düzeni. Bağlılık Birlik sürecinin içindeki bir olaydır. Baskınlık (domination) ile sıkı ilgisi vardır.
Toplum kaynaşması (cohesion sociale): Bağlılaşma (c o n s e n-s u s) ve Dayanışma kelimelerine Bk.
Toplum çıraklığı (a p p r e n t i s s a g e): Çıraklık, belirli bir mesleği öğrenmek için geçilmesi gereken hazırlık ve yetişme dönemidir. Bütün mesleklerin çıraklıkları vardır. Bu bakımdan ister okul, ister zanaat ve pratik yolu ile, toplum hayatı içinde bulunan kurum çeşitleri kadar çıraklık çeşitleri vardır. Topluma girmek bu çıraklık dönemlerinden geçmek demektir. Ayrıca, bütün bir toplum kendinden daha yetişkin kültürü olan başka bir toplum önünde uzun veya kısa süreli bir çıraklık safhasından geçer: Yunan, Mısır kültürünün, - Roma Yunan kültürünün, Ortaçağ Batı İslâm kültürünün çıraklığından geçmiştir. Bugün de Doğu milletleri ve bu arada biz Batı kültürünün çıraklığından geçiyoruz.
Toplumun davranışı (expectative sociale): Bir toplum veya zümrenin üyelerine karşı aldığı tavırdır. Bir ferdin toplumlaşması büyük bir nisbette. toplum tavırlarına ait yapılan çıraklığa bağlıdır. Toplum tavırları bütün organlaşmış toplumlarda kuvvetli toplum baskısı ve kontrol amilidirler. Fert, tecrübeleri arttıkça zümre tavırlarına uymaya çalışır ve onun kendisine verdiği rolü başarır. Çözülme halindeki toplumlarda toplum tavırları da ayrıcinsten ve kararsızdır. Aynı toplmun zümreleri arasında yalnız çatışkan tavırlar bulunmakla kalmaz, aynı zümrenin tavırları da pek çabuk değişikliğe uğrar ve böylece fertlerin görüşlerinde tutarsızlıklar meydana getirirler.
Toplum dengesi (e q u i 1 i b r e s o c i a 1): Çeşitli toplum kuvvetleri ve kurumlan arasındaki bütün çatışma ve gerginliklere rağmen meydana gelmiş olan denge halidir ki belirli bir siyasî toplum şeklinin devamını sağlar. Çağdaş toplumlarda bu denge en çok Parlementolu rejimlerde siyasî partiler arasında görülür.
Toplum değişmesi (changement social): Toplum bünyesinde yüzde kalan veya derin, güçlendirici veya zayıflatıcı ve dağıtıcı bütün değişmelere verilen isimdir ki, başlıca Amerikan sosyologları social change diye kullanırlar. Evrim, devrim ve ilerleme kelimelerinden daha geniş bir kaplamı vardır. 3 üncü Dünya Sosyoloji kongresi bu temayı esas olarak almıştı (1956).
Toplum-dışı (a s o e i a 1): Eski terimle “lâ-içtimaî” deniyordu. Toplum-dışı olaylar doğrudan doğruya toplumla hiç ilişiği olmayan fizik, biyolojik, v.b. gibi olaylardır. Toplum-dışı konular bitkiler, hayvanlar v.b. dır. Bunlar herhangi bir toplum çevresi içinde bulunsalar bile, toplum değerleri ve kuramlarına girmez, toplumu anlamaz ve onun hayatını yaşamazlar.
Toplum enerjisi (energie sociale): Toplum üzerinde etki yapmak üzere birçok kimsenin enerjilerini birleştirmeleri halidir. Bu bağlılaşma (consensus) şekli türlü şartlara göre rolleri değişen, fakat genel olarak temel biyolojik ve sosyal ihtiyaçları ele alan bir kuvvettir.
Toplum fiziği (physique sociale): Belçika’da Quetelet tarafından statistiğe dayanarak kurulan sosyolojinin bir eski anlayışı. Bu kelime daha önce Aug. Comte tarafından kullanılmıştır.
Toplum fizyolojisi (physiologie sociale): Her toplumda onun organları olan kuramların işlemesi ve bu işleyişin birbiriyle ilişiğini inceleyen sosyoloji dalı.
Toplum hareketliliği (mobilite sociale): Bk. Hareketlilik. 1) iç hareketlilik; 2) dış hareketlilik diye iki bölümde incelenebilir. Birincisi toplum veya zümre içinde olan hareketler ve değişikliği, İkincisi toplumlar arasında ve toplum dışında olanlara aittir.
Toplum hareketsizliği (immobilite sociale): Belirli bir bünyede tabakalar arasında geçme imkânsızlığından ibaret olan toplum hali. Böyle şartlarda yükselme hareketleri nadirdir ve fertlerin toplum statüsü soydangelmedir. Bk. Toplum kılcallığı, toplum hareketliliği.
Toplum hizmeti (service social): Fertler ve zümreler arasında toplum ayarlaması bozukluğundan korunmaya ve onları ortadan kaldırmaya mahsus meslek tekniği ve etkinliği. Toplum hizmeti, uygulanmış (tatbikî) sosyoloji ve sosyal reform ile karıştırılmamalıdır.
Toplum kategorileri (c at e g o r ies social es): “Kategori” yi zümre ile k'arıştırmamahdır. Bununla anlaşılan fikirler, inançlar, duygular, davranışlar, v.b. dır.
Toplum kılcallığı (capillarite sociale): Aşağı gibi görülen toplum sınıflarına mensup üyelerin, tabakalaşmış bir bünyenin aralıkları ve yükselme kanalları arasından daha yüksek bir toplum statüsüne doğru yükselme hareketi. Toplum kılcallığının esaslı şartı, bünyeyi
meydana getiren tabakalarca beğenilen davranış tipi olarak sınıflar arası “rakabet” (e o m p e t i t i o n) in varlığıdır. Bk. Hareketlilik, tabaklaşma.
Toplum kontrolü (contröle social)': veya toplum baskısı. Bk. Baskı. Amerikan sosyoloji kitaplarının çoğunda fransız sosyolojisindeki “toplum baskısı” ndan ayrı anlaşılmak üzere özel bir yer alır.. Polis, Emniyet teşkilâtı, Basın, Kamu sanısı, v.b. şekillerde görünür. “Toplum baskısı” bütün kuramlara yaygın iken, toplum kontrolü çok -şekilli ve farklıdır.
Toplum morfolojisi (morphologie sociale): Toplumların şekilleri, dış ve iç bünyelerini inceleyen, sosyolojinin önemli bir dalıdır. Ekoloji ile işlerinin birleştiği noktalar vardır. Bk. morfoloji.
Toplum rolü (röle social): Belirli bir toplumda bir ferde statüsünün verdiği görevlerin bütünü. Bu, statünün dinamik manzarasıdır. Fert, içinde bulunduğu her zümrede kendisine verilen veya kazandığı statü ile ilgisi olan bir rol görür. Özel çeşitli rollerin bütünü ferdin toplum rolünü temsil eder. Birçok roller arasında uyuşmazlık veya çatışma bir kültür çözülmesi ve toplum organlaşmasının kaybolması işaretidir.
Toplum sağlığı (social w el f a re): Fransızcada “h y g i e n e m e n-t a 1 e” veya “h y g i e n e sociale” kavramları bunu bir derecede gösterir. Toplumda ihtiyaç şartlarını ve marazî halleri düzeltmek için özel veya kamu hizmetleridir. Toplum sağlığı, hizmetlerin bütününe ait teşkilâtı içine alır. Suçlular, anormaller, anormal çocuklar, aşağı tabakalardaki ruh hastalıkları, toplum şartlarının yetmezliğinden ileri gelen ruh ve beden bozuklukları, bu şartları düzeltme yolu ile ruh ve beden sağlığını koruma çareleri bu araştırmalara girer.
Toplum salgını (epid em i e sociale): Temsil yolu ile toplum içinde kötü fikirler, dağıtıcı akımların yayılma gücü için kullanılır. Bk. Bulaşma (contagion).
, Toplum statüsü (statut social): Bir ferdin başkalariyle münasebetlerinde durumunu belirten hakları ve ödevlerinin bütünü. Belirli bir toplumda bir ferdin toplum statüsü onun katıldığı aile, kilise, ocak, cemaat, siyasî parti, Birlik gibi zümrelerin kısmî statülerinin toplamıdır. Bu, dışardan ferde yüklenmiş bir statü olabilir; yahut fert tarafından kazanılmış bir statü de olabilir. Statülerin çoğu birinci zümreye girer.
Toplum sürekliliği (continuite sociale): Buna kültür sürekliliği (continuite culturelle) de denir. Nüfusta görülen, bitmez tükenmez, değişmelere rağmen kültür şekilleşmesinin (configuration) devamı halidir. Böyle bir durumda kuşaklar birbiri ardından gelir, fakat çıraklık süreci ile yeni kuşaklar erişkinlerin temsil ettiği kültür geleneğine sokulurlar. Tam kültür değişmesi çağlarında bile süreklilik: büsbütün kaybolmaz (A. de Tocqueville, Ancien r eğim e et la re v o 1 u t i o n).
Toplum süreci (processus social): Belirli bir toplum olayları zinciri. Aynı kuruma veya değere ait olup sebeplik bağı ile bağlı bir takım olaylar bir toplum süreci meydana getirirler.
Toplum tavrı (attitude social e): Ferdî tavırların belirli toplum objelerine çevrilmesinden doğar. Kolektif tavırlar belirli şartlarla* zümre içinde standartlaştırılmış olan ferdî tavırlardan doğarlar. Tavır, aslında, eksik bir deneme cevabıdır ki, standardlaştıkça devamlı şekil alır. Belirli şeyler veya kimselerle münasebette filân tarzda hareket etmek için kazanılmış bir istidatdır. Hareketli ve kastlı olabilir, jestler ve eksik fiiller halinde dışta ifadelerini bulurlar. Ayrıca düşünme, duyma, eylemde bulunmadan ibaret zihniyet (görüş) tavırları da vardır. Toplum tavırları zümre üyeleri arasında türlü; tarzlara ayrılır ve davranışın kurallarını teşkil eder. “Tavır” (Vazi-yetalış) karşılığı bazen “alışkanlık” da kullanılır.
Toplum terkibi (composition social e): Belirli bir nüfusu meydana getiren bazı niteliklere ait demografik kavram. Kültürün kökü,, din ve siyasî bağlanış, millet, tutulan meslekler, gelir ve başka kriterler belirli bir nüfusun toplum terkibini incelemeye yararlar.
Toplum uzaklığı (distance social e): Toplum organlaşmasını» içinde bulunan “sayılmalar” (convention), peşinhükümler (önyargılar), kültür farkları ile birlik derecesi. Üstebağhlık şeklindeki bütün ilişiklerde değişik dereceden toplum uzaklığı vardır. Meslek, sınıf, millet, ırk farkları toplum uzaklığının (mesafesinin) kaynakları olabilir. Belirli bir kimsenin başka biriyle ilişikliğinde saklamak istediği toplum aralığı ne kadar büyükse, kişiliğin kurulmuş ilişiğe katılma derecesi o kadar yüksektir. Zümrenin üyeleri arasında aralık en azdır; yabancı zümre üyeleri arasında ise en yüksektir.
Toplumda yükseliş (ascension social e): Fertlerin veya zümrelerin toplum basamaklarında ilerlemesinden ibarettir. Yükselmenin birçok faktörleri vardır: servet birikmesi, bir işe tayin edilme, rütbe alma, itibar kazanma, v.b.
Toplum yoğunluğu (densit e social e): Buna demografik yoğun luk da denebilir. Belirli bir yerde oturan fertler, aileler sayısı ile o-yer arasındaki orandan ibarettir. Toplum yoğunluğunu Durkheim
iki türlü tanımlıyor: 1) Nüfus sıklığı, şehirlerin kurulması, taşıt araçları hızı ve sayısını içine alan maddî, yoğunluk; 2) inanç ve fikir bağları kuvvetlenmiş olan bir toplumdaki fertler arasında “manevî” veya “dinamik” yoğunluk.
Topluma - karşı (anti-social): İçinde bulunduğu toplum değerlerine karşı bir tavır alan, onlardan ayrılmakla kalmayıp, onlara karşı saldırıcı ve yıkıcı olan kimsenin halidir. Topluma karşılık, genel olarak toplum kurumlan veya değerlerini çiğneme şeklinde “suçluluk” olur. Eğer, içinde bulunduğu toplumu beğenmemek, başka bir toplumu imrenmek şeklinde ise “yabancı hayranlığı” dır. Siyasî topluma karşı olduğu zaman “anarşistlik” denebilir.
Toplumatapmma (sociolâtrie): Toplumun toptan kutsallığı inancına dayanan görüştür ki, ilkel dinlerde, totemcilikte bunun bir görünüşü vardır. Fakat Durkheim sosyolojisine de bir bakımdan bu ad verilebilir.
Toplumbilgisi (sosyoloji: sociologie): Bk. Sosyoloji.
Toplumcu Danvincilik (D a r w i n isme social): Başlıca Gumplo-vicz, Nowikov, v.b. tarafından ileri sürülmüş olan ve Darwin’in “seçkinleşme” ve “hayat savaşı” ilkelerini toplamlara uygulamadan doğan görüş.
Toplumlaşamaz (insociable): Toplum hayatındaki organlaşma yetmezliği veya ruhî yetmezlik yüzünden topluma uyma gücünün bulunmaması hali. “Avare” 1er, “serseri” 1er (v a g a b o n d), insandan kaçanlar (m is an t h r o p e), nevrestenikler (neurasthenique) türlü dereceden, bir kısmı toplum organlaşmasının yetmezliğinden, bir kısmı ruhî yetmezlikten toplumlaşamamıştırlar.
Toplumlaşamazhk (i n s o c i a b i 1 i t £): Ferdin ruhî şartları herhangi topluma uymasına elverişsiz olduğu zaman buna “toplumlaşamazlık” denir. Belirli bir derecede delilik, toplumlaşmazlık için temel şarttır. Doğuştan bazı yetmezlikler pek nadir durumlarda toplumlaşa-mazlığı meydana getirir. (Corrado Gini, Ho mo s o c i a 1 i s et dissociatis, 15 inci M.arası Sosy. Kongresi, 1952 İstanbul).
Toplumlaşma (socialisation): Ferdin biyolojik anlamda belirli bir toplumla bütünleşmesinden ibaret süreç. Bu toplumlaşma ile fert, bir insan kişiliği olur ve onu belirli bir toplumda yaşamaya elverişli kılan davranışları kazanır. Toplumlaşma, kelimenin en geniş anlamı ile çıraklık ve eğitimi gerektirir. Bu çıraklık ilk çocukluk yaşında başlayarak ömrün sonuna kadar sürer. Toplumlaşma, bazı istenmeyen içtepiler (impulsion) üzerinde baskı yaptığı zaman, belirli bir kültürün tiplerine göre ayarlamalar diye de tanımlanabilir. Üretim araçlarının toplumlaştırılması denince, bunların özel mülk halinden toplum mülkü haline getirilmesi anlaşılır ki, sosyalist mesleklerin savunduğu budur.
Toplumlaşmamış (non-socialise): Daha toplum hayatı ve değerlerini benimsememiş olan çocuk eğitim yolu ile toplumun bütün kuramlarına derece derece girebilir ve onları özümseyebilir.
Toplumsallık (sociabilite): Hem toplumlaşma eğilimini, hem de fertlerin belirli bir toplum içinde kaynaşma tarzlarını gösterir.
Toplumsuz (non-social): Toplumsuzluk, topluma girememek veya ona karşı olmak demek değildir. Bu durumda olan, aslında, topluma bağlıdır, ancak iğreti olarak toplumla ilişikleri gevşemiştir. Bu ya sübjektif olarak gevşemiştir ki, “hastalık” halinde görülür; ya da objektif olarak gevşemiştir ki, “işsizlik” te görülür.
Toplumtipi (sociotype): J. Haesaert, türlü yerler ve çağlarda iktisat, din, hukuk, töre, görenek, ruhî ve siyasî davranış bakımlarından özel vasıflar gösteren toplum tiplerine “sociotype” diyor. Toplayıcılık, avcılık, çobanlık, çiftçilik, endüstricilik, v.b. birer toplum-tipi’dirler. Bu anlayışa göre tek faktörlü toplumtipleri olduğu gibi,, çokyönlü veya karma toplumtipleri de vardır.
Toprak köleliği (s e r v a g e): Çiftçilikle uğraşan aşağı bir toplum tabakasının üstün bir tabakaya iktisat ve kişilik bakımından bağlılığıdır ki, hukukça belirli fakat sınırlı hizmetlerin yapılmasını gerektirir. Senyör denen üstün sınıf kendi toprağını, içinde bulunan toprak köleleri (serf) ile birlikte başkasına satabilir; bu toprak miras olarak başkasına geçebilir ve serf’ler bu yeni senyörün hizmetine girerler. Serf’lerin cezalandırılması hakkı senyöre aittir. Toprak köleliği Batı Ortaçağında en tipik örneğini gördüğümüz bir kurumdur. Benzerleri Hint ve İran’da vardır. Türk toprak sisteminde köylü ile timarlı arasında bir çatışma olduğu zaman bunu “kadı” halleder, gerekirse timarlıya karşı hüküm verebilir, onun köylüyü cezalandırma hakkı yoktur. Bundan dolayı Ortaçağ türk toprak sisteminde “toprak köleliği” aramak yanlıştır. Ancak, Anadolu ve Rumeli beylerbeylikleri dışında “malikane” şeklinde yöneltilen Doğu vilâyetleri, Suriye, Mısır gibi yerlerde köylünün toprağa bağlılığı farklıdır.
Toprak ofisi (office des produits de terre): Tarım mahsullerinin her türlü şevki ve yönetimi ile uğraşan geniş kuram.
Toprak reformu (reforme agraire): Toprak mülkünün tarihi bu reformların nasıl doğduğunu gösterir: 1) Büyük toprak mülkü fetih, yağma, gasp ve köylü kütlesinin fakirleşmesi eseridir. 2) Küçük mülk her zaman iğreti ve kararsız olmuştur ve şiddetli hareketlerden sonra kurulabilmiştir. 3) Toprağa sahip olmak köylülerin İktisadî bağımsızlığı için yetmez. Toprağın topraksız köylülere dağıtılması, toprak köleliğinin tam olarak kalkması uzun bir evrimin neticesidir. (Arthur Wauthers, La reforme agraire en E u-rope). Büyük toprakların (malikâne, büyük çiftlik) imtiyazlı ailelerden alınarak topraksız köylülere dağıtılmasından ibaret reformdur ki, sosyalizm gibi devrimle değil dereceli olarak bütün yurtdaş-lan toprak sahibi etmek amacına göre uygulanır. Avrupa’da toprak reformları uzun sürede derece derece gerçekleşmiştir.
Toptan göç (e x o d e) Bütün bir memleket halkının toptan yurt değiştirmesi nadir olgulardandır. Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmesi bunlardan biridir. Fakat asıl exode zor altında yer değiştirmedir ki Titus zamanında yahudilerin yurtlarını bırakmaları veya Hitler’in baskısı ile Almanya’dan çıkmaları örnek diye gösterilebilir.
Tortu (residu): Karmaşık bir toplumda, onu yönelten ve mantıkla ilgisi olmayan temel eğilimlerin bütünüdür. Bu görüş özel bir şekilde Vilfredo Pareto tarafından ileri sürülmüştür. Oha göre “tortu” 1ar bütün toplumlarda temeli meydana getirirler ve pek güç değişirler (V. Pareto, Traite de Sociologie Generale, 1916). Bk. türeyişler.
Totaliter yönetim (t o t a 1 i t a r i s m e): Siyasî toplum dengesi kaybolduğu zaman toplum sınıflarından birinin üstünlük kazanmasından ibaret olan siyasî şekildir ki, siyasî partiler kalktığı ve sınıf diktatörlüğü kurulduğu için, buna “topyekûn yönetim” de denir. Nazi, Faşist ve Sovyet rejimleri birer totaliter yöntimdirler.
Totem (totem): Bazı ilkel toplumlarda bir klan veya sob’un kendi adını aldığı bitki, hayvan veya tabiî olay nevidir ki, bu klan ve sob o şeye kendini bağlı sayar. Bazen bu bağlılık klan veya sob fertlerinin totem soyundan geldiklerine inanmaları şeklini alır. Bir kısım ilkel toplumlarda da çok uzak bir atanın totemle tabiatüstü münasebeti olduğu şeklindeki bir inanca dayanmaktadır. Fakat hemen hepsinde totem olan hayvanı veya bitkiyi kesmek ve yemek yasağı vardır ki “tabu” adını alır. Totem inancına bağlı zümrelerde, bu inancın sonucu olmak üzere dıştanevlenme kuralı hüküm sürer. To-temli zümre yalnız akraba kimselerden ibaret değildir. Bazı Avustralya kabilelerinde kadınların totem ruhları bulunan yerlerden geçtikleri sırada “mistik” bir surette gebe kaldıklarına, yani çocukların evlenme eseri olarak doğmamış olduklarına inanırlar. Bazı kabile üyelerinin yaptıkları tabiatüstü deneylerden gelen ferdî totemler de vardır ki, bunlar bu kimseler üstünde koruyucu ruh görevini görürler. Bk. Ek bölümünde: Nagualizm.
Totemcilik (t o t e m i s m e): Totem olan bitki veya hayvan nevilerinin kutsallığına inanmaktan ibaret ilkel din şeklidir. Durkheim’a göre totemcilik dinlerin başlangıç şeklidir ve bütün öteki dinler bunun evriminden çıkmıştır. (E. Durkheim, Les Formes elementaire de la vie religieuse). Bazı etnologlar şu totemcilik şekillerini ayırmaktadırlar: 1) Kabile totemciliği veya zümre totemciliği ki, asıl totemciliktir. 2) Cinsiyet totemizmi ki, aynı zümredeki erkekler ve kadınların ayrı totemleri vardır. 3) Ferdî totemcilik ki, yukarda gördük. Bütün şekilleri ile totemcilik ilkel kavimlerin toplum organlaşmaları üzerinde büyük tesir yapar.
Toyonculuk (t oy o n isme): Z. Gökalp “Toyon” u eski türk dini olarak görüyor ve “şamanlık” veya “kamlık” için de büyücülük diyor. Fakat şamanizmin yalnız Kuzey Asya’da değil, bu kıta’nın başka yerlerinde de yaygın olmasından dolayı ona büyücülük değil, bir din şekli demek gerekir. Buna karşılık “toyonizm” in bir din şekli olduğuna dair sağlam kanıtlar yoktur.
Töre (tradition, moeurs): Türemek fiilinden “Türe” de denebilir. Oğuz töresi, türklerin Oğuz soyundan türemiş olmaları temeline dayanan bir gelenek ve âdet düzenidir. Anadolu’da bu fiil “türemek” şeklinde de kullanılır. Oğuz Töresine göre bu ilk atanın altı oğlundan altı “ulus”, onlardan her birinden dörder “boy” meydana geldiği için Oğuzlar 24 boydan ibarettir. Bir yerden başka yere gö-çüldüğü zaman boylar belirli bir düzene göre yerleşirler: bozok’lar sağ yana, üçok’lar sol yana yerleşir. Anadoluya yerleşmeden sonra da bu “bozok” ve “üçok” dirliği kalmıştır. [Kelimenin türemek’-ten geldiği tahmin edilir. Tevrat’ın asıl adı olan Tora’dan geldiğini söyleyenler var.]
Töre hukuku (droit coutumier): Bk. Âdet hukuku.
Törebilim (m o'r a 1 e): Bk. Ahlâk.
Törecilik (t r a d i t i o n al i s m e): Bk. Gelenek ve gelenekçilik.
Trafik (trafic): Çağdaş milletlerde demografik yoğunluk, büyük şehirlerde “trafik” diye çok önemli bir problem meydana çıkarmıştır. 1920 den beri şehir nüfusunun hızlı artışı, taşıt araçlarının motör-lüleşmesi, sokaklar ve meydanların tıkanması, gerek yayaların gerek bu araçların hareketini sıkı kurallara bağlama zorunluluğunu ortaya koymuştur. Trafik bugünkü toplumda yaşamanın esaslı şartlarından biri haline gelmiştir.
Transit (transit): İki deniz veya iki ülke arasında geçit görevini gören aracı ülkelerde transit çok önemli ekonomik bir rol oynar. Bazı ülkeler gerek iktisat gerekse, genel olarak, kültür alanındaki gelişmelerini bulundukları bölgenin transit değerine borçludurlar. Fakat bu yalnız coğrafî bir olay değildir. Bir ülkenin uygarlık seviyesinin yükselmesi onun transit değerini artırdığı gibi, kültürünün zayıflaması da transit değerini düşürebilir. Batı milletleri açık deniz pazarlarını elde ettikten sonra Akdenizdin belli başh transit şehirleri eski önemlerini kaybetmişlerdir.
Tröst (t r u s t): Şirketler birleşmesinin özel bir şeklidir. Yönetim bakımından merkezleşmiş ve üretilen ham maddelerin üretimi bakımından dikey bir tarzda sıralanan parçalardan ibaret büyük üretim organlaşması.
Tuğra (chiffre imperial): Egemenlik sembolü olarak hükümdarın adı veya mührü içinde bulunan bir çeşit resim halini almış yazı. Tipik örneği Osmanlı tuğra’larıdır.
Tuğla (b r i qu e): Kırmızı topraktan fırınlanarak yapılan, ve bir kısım yapıların inşa maddesi. Taş ve ahşap yapılardan daha çok kullanılır. Beton veya yığma olarak bugünkü yapıların esasını meydana getirir.
Tulumbacı: Yakın zamanlara1 kadar Türkiye’de yangın söndürme teşkilâtı yoktu. İstanbul yangınları da, binaların ahşaphğı yüzünden, şehrin büyük bir kısmım yok ederdi. Yangın söndüren biricik teşkilât “tulumbacılar” denen ve yangın yerine bir tulumbayı koşarak götüren takımlardan ibaretti. Her mahallenin kendi tulumbacıları vardı. Önden “köşklü” bağırarak ve koşarak halkı uyarır, bekçiler “yangın var!” diye bağırırlar, tulumbacılar en kısa yoldan yangın yerine koşarlardı. Hizlı hareketleri ve bağırmalarından dolayı bu kelime sonradan pejoratif bir anlam almıştır.
Tutacak (E r s a t z): Bunun yerine “tutarsı” kelimesi de ileri sürülmüştü. “Tutacak” herhangi bir'temel tüketim maddesi eksik olduğu zaman, onun yerini tutacak olan başka bir maddeyi koymadan ibaret-tir.Birinci Dünya Savaşında buğday yerine mısır ve daha sonra süpürge tohumu konmuştu. “Ersatz” almanca kelimesi başka dillerde de kullanılmaktadır.
Tutum (e p a r g n e): İktisat olaylarında fertler veya zümrelerin tükettikleri dışında artırdıkları para veya eşyayı gösterir. Eski terimle “tasarruf”.
Tüccar sitesi (cite-marchand): İlkçağ sitelerinden çoğu çiftçi ve savaşçıdır. Fenike ve bir kısım Yunan siteleri ticaret gemileri ile birçok üretim bölgeleri arasında ulaştırma ve değiştirme aracılığı görerek yaşamışlardır. Ortaçağda Venedik, Ceneviz (Cenova). Ragüza ve Holanda siteleri de tüccar siteleri idi.
Tüketim (consommation): İktisadî hayatın temelli dört olayından biridir ki, ötekiler üretim, değişim, dolaşımdır. Tüketim ihtiyaçları doyuracak “sarfetme” 1er demektir. Fakat toplumda tüketim daima organik veya ruhî ihtiyaçların doyurulmasından ibaret değildir. Birçok tüketim şekilleri semboliktir. Bir kimsenin toplumdaki statüsünü yükseltmek için sarfetme şeklinde tam sembolik karakter alır. İlkellerde Potlacch kurumu yalnız şeref kazanmak, daha üstün bir statü kazanmak için “mal yağmalama” dan ibarettir. Tüketimin artması insanın toplumdaki yeri ve derecesinin yükseldiğini gösterir.
Tümen (division): Askerlikte kolordunun bölündüğü parçalardan her birinin adıdır. Eskiden “fırka” denirdi. Tümen kelimesi eskiden beri kalabalık ve çok anlamına gelirdi: tümen tümen gibi: Askerlikte tümenler alaylara, alaylar taburlara ayrılır.
Tüketim kooperatifi (cooperative de c o n s o m m a t i o n) : Dar gelirli tüketicilerin pahalılık yaratan ihtikârcı tüccar ve satıcılar yüzünden sıkıntıya düşmemeleri için kendi aralarında kurdukları kooperatiftir. Tüketim kooperatifi dayanışmacılık (solidarisme ) fikrinden kuvvet alır ve bütün orta halli tabakaları toplamaya çalışır. Fakat, hem büyük endüstri ve patron sınıfı, hem marxçılar onun aley-hindedirler.
Tünel (t u n n e 1): Türkçe halk dilinde asıl tonel diye kullanılır. Şose veya tren yollarım kısaltmak için dağları delerek açılan geçitlerdir. Şehir içinde de yeraltı trafik yollan olan Metro’lar (metropolitain) tünellerdir. Büyük şehirlerin esaslı ulaştırma aracıdır.
Türkân: Hakan soyundan olan, hakanın eşi. Türkân, Hatun’lann başı da demektir. “Türkân hatun”, Hakanın zevcesi diye kullanılır.
Tümdanış (p 1 e b i s c i t e): Bir kanun çıkarırken millet vekilleri ile değil, doğrudan doğruya halkın oyuna baş vurarak oy toplama yolu.
Türbe (m a u s o 1 e e): Bir devlet adamı veya bir velî’nin yattığı yerde yapılan binadır. Veli türbeleri halk arasında devlet adamlarının türbelerinden daha çok rağbet görmüştür.
Türeyiş (d e r i v a t i o n): Yine Pareto’ya göre temel tortuların üzerinde fikirler, inançlar, kamu samları, ideolojiler yer almaktadır. Bunlar birbirlerine göre değişme nisbetleri farklı olmakla birlikte, hepsi de değişebilirler. Pareto bunlara “rüzgâra göre yöndeğiştiren hava fırıldakları” diyor. Tortular mantıkî olmadığı halde bunlar mantıkî’-dirler ve bütün toplum değişmeleri bunlarda meydana gelir.
Türk aile Terimleri: Türklerde aile terimleıi çağdaş Batı milletlerindeki terimlerden oldukça farklı özellikler gösterir. Ana ve baba soyu akrabasını ifade eden ayrı terimlerin bulunması, kardeşlerin büyük ve küçüğünü ayıracak kelimeler olması, evlenmiş kız veya erkek kardeşlerin koca ve karıları ile akrabalık ilişiğinin gösterilebilmesi, kan ve kocanın ana-babalarının birbirine yakınlık nisbetinin gösterilebü-mesi, kısaca ana soyu ve baba soyunun aynı derecede önemli olması yüzünden iki soy arasındaki ilişkilerin özel terimlerle ifadesi türk aile sosyolojisinin başlıca zenginliklerini meydana getirir. Ailenin çekirdeğini ana, baba ve çocuklar teşkil eder. Fakat bu küçük çekirdek dolayında iki soyu birleştiren büyük aile kurulur. Bu kuruluşun ilk halkası karı ile kocayı birleştiren düğümdür. Önce oğlan kanadından bir kimse kız tarafına “görücü” gider. Kız beğenilirse nişanlanılır. “Nişanlılık” devresi uzun veya kısa süreli olabilir. Bu bazen çocuklukta büyüklerin seçmesiyle başlar ki, buna “beşik kertmesi” denir. Gençler eşlerini seçemedıkten başka, böyle bir durumda evlenecekleri kimseye daha beşikten bağlanırlar. Bu âdet gevşemiştir ve nişanlılık ileri yaşta başlar. Kız tarafı nikâh sepeti hazırlar, oğlan tarafı “yüzgörümlülük” takar. Nikâhta “kalın” verilir ki, şer’î adı “mihr” dir. Üçüncü safha düğündür. O da “kına gecesi”, “koltuk” ve “paçalık” olarak birçok kısımlardan ibarettir. Kına gecesi yalnız evlenecek delikanlının arkadaşlarına verdiği bir ziyafettir. Kız tarafı “çeyiz” i hazırlar. Oğlan tarafı “yüzgörümlüğü” nü takar. “Sağdıç”, “gelin” in sağ yanında bulunur ve onu “güvey” e doğru götürür. Nitekim oğlanın, yani “güvey” in sağdıcı da onun sağ yanındadır. —• Ailenin her iki yanında baba veya anneler karşılıklı birbirlerinin “dünür” üdürler. Anneden önceki kuşak “anne anne” ve “dede” dir. Babadan önceki kuşak da “baba anne” ve “büyük baba” dır. Aşağı doğru oğullar, kızlar ve daha scnraki kuşakta “torun” 1ar gelir. Güvey ve gelin karşılıklı birbirlerinin büyüklerine “kayın baba” ve “kaynana” derler. Güveyin kız kardeşi gelinin “görümce” si, erkek kardeşi “kayın” ıdır. Gelinin kız kardeşi güveyin “baldız” ı, erkek kardeşi yine “kayın” dır. İki kardeşin kocaları birbirinin “bacanak” ı, iki erkek kardeşin karıları birbirinin “elti” sidir. Kayınların veya yakın akrabanın kocalarına “enişte” der. Türkçede erkek ve kız kardeş için ayrı terimler yoktur. Buna karşılık, büyük kız kardeş “abla” ve büyük oğlan kardeş “ağabey” adını alır. Eskiden bu yerde “paşa” kelimesi kullanılırdı. Ananın erkek kardeşi “dayı”, kız kardeşi “teyze” dir. Babanın kız kardeşine ise “hala” veya “bibi”, erkek kardeşine “amca” denir. Kardeş çocuklarına “yiğen”, amca, dayı hala ve teyze çocukları (c o u s i n) dayı oğlu, amca oğlu, v.b. adlarım alır Karının üstüne ikinci defa evlenirse bu “ortak” veya “kuma” adım alır. İkinci anadan olan çocuklar birincilere göre “üvey” olurlar.
’ Böylece “üvey ana”, “üvey baba”, “üvey kardeş” kelimeleri kullanılır. Bazı haklar tanınmak üzere evlât edinilmişse ona “evlâtlık”,
. ev hizmetinde devamlı kalan “ahretlik” olur. Aynı kadından süt . emenler birbirlerine “süt kardeş” dirler. Bazı kavimlerde olduğu gibi özel bir ayinle kanlarını birleştirenler “kan kardeşi” dirler. Çocuklar, anadan başka bir kadından süt emerlerse o “süt nine” dir, onun ço-’■ cukları ile “süt kardeş” liği kurulur. Oğlan çocuk büyüdüğü ve sünnet olacağı zaman buna yardım eden akraba veya bir aile dostu “kirve” dir. Düğüne çağırılan ailelere birer bardak gönderilir. Bu bardaklara “oku” ve bunları götürüp dağıtan kimseye “okucu” denir. “Oku” lan alan ailelerin düğüne birer hediye ile gelmeleri gerekir.
Türk hukuk terimleri (t e r m e s du droit turc): Tarihte “kadı”, “kadı-ül-kudat”, “kazasker”, “mevleviyet” gibi terimlerin yerini batılılaşma hareketinden sonra hâkim, mahkeme, müddei-i-umumî, mücrim, şahid, delil, v.b. lan almıştı. Zamanımızda Yargıyeri, yargı-tay, yargıç, savcı, suçlu, tanık, kanıt kelimeleri aldı. Bugün bir kısım eski kelimeler arasında yenileri de yerleşmektedir.
Türkü (musique folklorique): Kelime türk kelimesinden geldiği için, aslında türk folkloruna ait halk şarkılarını göstermekte ise de, genel olarak halk müziğine mahsus bir terim gibi kullanılabilir.
Türsel (s p e c i f i q u e): Bu kelime bütün ilimlere yaygın olan bir terim olmakla birlikte sosyolojide de özel bir anlamı vardır. Toplum olguları arasında belirli bir türe (nev’e) mahsus olanına “türsel” (speeifique) diyoruz. Türsel vasıfları bulmadıkça toplum olaylarını inceleyemeyiz. Meselâ “boy” veya “site” denen toplumun türsel vasıfları onları birbirinden tam olarak ayırır: birincisinin türsel vasfı göçebelik, kandaşlık, çobanlık, bir başbuğa bağlılık olduğu halde İkincisi içip türsel vasıf yerleşme, bir tapmak etrafında toplanma, tabakalar halini alma, çiftçilik ve küçük endüstridir, v.b.
Tütsü (propitiation): Tabiatüstü varlıkların yardımını elde etmek ve onların öc almasından korunmak için yapılan bir beyaz büyü törenidir ki çok karmaşık şekillerinden pek basit ve ferdî olanlarına kadar türlü çeşitleri vardır. Tütsü ruhlar, “iyi saatta olsunlar”, cinler ve tanrılarla uzlaşmaya mahsus bir büyü tekniğidir.
Tütsülemek (p r o p i t i e r): Tütsüyü yapmadan ibaret fiil. Bu, bazen çöreği otunu ateşe atarak dumanını hastaya veya çocuğa savurmadan ibarettir ki, bu suretle cinlerin kötülüğünden korunulacağına inanılır.
Tüzük (loi, reglement): Eskiden türklerle “tüzük” kanun karşılığı kullanılmıştır: “Timur’un Tüzükleri” veya “Babur’un tüzük’leri” gibi. Fakat daha temelli ve geniş anlamda kanun için “Yasa” dendiğinden, Tüzük, bu temel kanunun uygulanmasına ait kurallar (reglement) anlamında alınabilir.
U
Uçmak (paradis): İleri Gök dinlerinde Ahirette alınacak ödülün verileceği yer: “Cennet”. Uçmak fikri de tamu fikri gibi oldukça ileri dinlerde doğmuştur, (farçsa firdevs kelimesinden yunanca paradis kelimesi doğmuştur.) Uçmak ve Tamu eski türkçedir.
Uğru (uğrak): Eski türklerde çapulçu, akıncı anlamlarında kullanılırdı. Akmcılık ve yağma ayıp değildi (Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi). Gündelik dilde hırsız anlamına gelir.
Uğurlamak (ceremonie du depar t): Osm. teşyi’. Konuk toplum veya konak yerinden ayrılırken yapılan dostça tören.
Uğur (chance m y s t i q u e): Kutsal bir gücün verdiği talih açıklığı. Böyle olan olaylara “uğurlu”, olmayanlara “uğursuz” denir. Bu mistik görüşte yerler, günler, bazı insanlar ve isimler uğurlu, bazı yerler, günler, v.b. da uğursuz sayılmıştır. Salı günü uğursuz sayıldığı için işe başlanmaz. 13 uğursuz sayılır. Eski türklerde bu sayı 9 idi.
Ulaştırma (transport): Toplumlar arasındaki ilişikleri kurması bakımından esaslı rolü olan bir toplum kurumudur. Ulaştırma, aynı toplum içinde olduğu gibi, toplumlar arasında da olabilir. Üretim merkezleri birbirine büyük ticaret yollan ve ulaştırma araçları ile bağlanır. Kültürlerin temasını sağlayan ve kültür yayılmaları ile değişme ve evrimlerinin şartını veren ulaştırma yollan ve araçlarıdır. Bundan yoksun olan kültürler içlerine kapanarak gerilemişlerdir. Göçebe kavimlerde kervanlar başlıca ulaştırma araçlarıdır. Devamlı ve düzenli yollar ancak site halini almış toplumlarda ve daha çok imparatorluklarda yapılmıştır.
Ulus (n at i on): Bu kelimeyi “millet” karşılığı sayıyorsak da, Oğuz töresinde Ulus, “Budun” (bütün) un parçalarından biri olduğu için
Sosyoloji Sözlüğü — 20 millet olmamak gerekir. Millet çağdaş bir toplum şekli olduğu ve ancak işbölümü ve büyük endüstri ile doğduğu için, gerek “ulus” gerek “budun” a millet değil, kavim, ethnie anlamı vermek daha dbğru olsa gerektir. Budun araplardaki “kavm”, Ulus da “Fahz”, boy “Şa’-ıb”, Anar ve Uruğ “aşire” ve “kabile”, oymak “semiyye” (elan), Ocak “aile” karşılığıdır. Her iki toplum organlaşması kandaşlık bağına ve kabile bünyesine dayandığı için, Tomar (genealogie) kurma bakımından farkları ve birleşme şekilleri bir yana bırakılırsa, birleşik vasıflarım görmek yanlış olmaz.
Umacı: Kötü cin. Bk. Omacı.
Umay: Eski türklerde bir Tanrı tipidir.
Urug: Eski türklerde kavim organlaşmasında bir bölüm, Moğollarda “Eruk” evlât ve nesil (soy) anlamına gelir.
Usta (m a î t r e): Ortaçağ Corporation teşkilâtında her zanaatın en yetişkin ve başı olan kimsedir ki, görevi yalnız o zanaati yapmak ve yapılan şeyleri satmak değil, aynı zamanda çırakları yetiştirmektir ki, onlardan en yetişkini sonradan kendi yerini alacak olan “kalfa” dır. Usta, tarikat halindeki zanaatlerde “pir” veya “şeyh” adını alır.
Ustalık (m a î t r i s e): Zanaatin en yüksek derecesine ait vasıf. “Ustalık” bütün ömür boyu kazanılan maharetlerle elde edilir. Ustalığa erişmeyenlere “gedik” verilemez.
Uşak (garçon, d ome s t i q u e): Küçük çocuk anlamına gelmekle birlikte, özel olarak kapı hizmetçisi demektir. Bu hizmeti yapma fiili olan “uşaklık” en aşağı derece gibi görülür.
Utanma (püdeur): Utanma, örtünme veya saklanma şekillerinde görünür. Utanma duygusu insanda doğuştan değildir. Aslında ne biyolojik hayat, ne ruhî hayat utanmanın doğması için gereken şartlan vermez. İnsan toplumlarmın evrimine ve bugünkü çeşitli kültür çevrelerine bakacak olursak, utanmanın pek farklı manzaraları olduğu, her yerde ve her zaman aynı tarzda bulunmadığı görülür. Örtünmede, türlü devirlerde artmış, azalmış, hatta bazen kaybolmuştur. Yaptığı kusurlar, işlediği kötü fiillerden dolayı utanma da birinciden farklı olmakla beraber değişik manzaralar gösterir. Utanmanın kökü ilkellerdeki tabu inancından gelir. İnsanda ve eşyada yayılım olan Mana’nın arttığı zamanlarda örtünme, saklanma başlar. Âdet gören kadın bir çadıra kapanır, yiyeceği, çadır kenarından kendisine verilir. Kimse kendisini bu sırada göremez, çünkü onda çarpıcı kuvvetin olduğuna inanılır. Tarih boyunca Örtünme, harem ve utanma bu inancın gelişmesinden doğmuştur. Harem kurumunun şiddetlendiği devirlerde örtünme de en ağır şeklini almıştır. Bizansta, İranda kadınlar yüzlerini peçe ile örterlerdi. Çağdaş toplumda bababuyruklu aile ve harem yerine ana-baba ve çocuklardan ibaret yuva aldığı için kadma tabu ve köle gibi bakma düşünceleri de kaybolmuştur. — Ahlâkî kusurları veya sürçmelerinden dolayı utanma, gerçek anlamı ile devam eden utanmadır ki, bu günün toplumunda onun kaybolmamasına çalışmalıdır.
Uydu - şehir (ville-satellite): Büyük şehirlerin etrafında banliyöler ve Faubourg’lardan ayrı, şehir tıkanmasını önlemek için kurulmuş tâbi şehirler. Bk. Şehir.
Uygarlık (civilisation): Bazı dillerde, meselâ fransızcada uygarlık (eski ter.: “medeniyet”) ile kültür (eski ter.: “hars”) aynı “civilisation” kelimesi ile ifade edilir. İngilizce’de daha çok “culture” kelimesi kullanılır. Almanlar Civilization ve Kültür kavramlarını ayırırlar. Gökalp, Durkheim’m bir makalesine dayanarak (Anne S o-ciologique, vol. 12) almanlar gibi bu ayırış üzerinde İsrar etti. Onca uygarlık (“medeniyet”) milletlerarası olduğu halde, kültür (“hars”) millîdir. Bu ayırış bizce fazla kesindir ve iki kavramı daha çok birincisinin statik, İkincisinin dinamik olması bakımından ayırmalıdır. Kültür yaratıcı, uygarlık yaratılmıştır. Bir alman, fransız kültürü olduğu gibi bir Avrupa kültürü de vardır. Fakat bu kültürlerin ürünleri (eserler, fikirler) olarak uygarlık dünyaya yayılma gücündedir. (Kesin ayrısına rağmen Gökalp da “Türk Medeniyeti Tarihi” kitabım yazarken Türk kültürünün eserlerine “medeniyet” demek zorunda kalıyordu.)
Uygulama sosyolojisi (sociologie appliquee): Sosyolojinin bütün dallan (kuramlara ait sosyolojiler ve empirik sosyoloji) eğitime, siyasete, ahlâka uygulandığı zaman pratik değer alır. Bu uygulama matematik ve Fizikle mühendisliğin, tabiat ilimleri ile Hekimliğin ilişiği gibidir. Yani uygulanmış sosyoloji eğitim ve siyaset tekniğini hazırlar.
Uygunlaştırma (accomodation): Terimin en geniş anlamında çatışmaların bırakılmasına götüren her süreç. Toplumlaşma ve özümseme süreçleri zümrenin istediği şeylerle bazı ferdî tavırlar arasında meydana çıkan çatışmaların uygunlaştırılmasını gerektirir. Bu anlamda uygunlaştırma fertlerle kültür arasındaki çatışmayı ortadan kaldırır. Fakat bu terim zümreler arasında, ve başlıca aileler, kabileler, siyasî partiler, toplum sınıfları, meslek Birlikleri, kiliseler, mezhepler, milletler ve ırklar arasındaki savaşlarda da kullanılır. Bu çatışmaların uygunlaştırılması genel olarak baskınlık, uzlaşma, barışma veya dönme yolu ile gerçekleşir. Bk. Kültürleşme, ayarlama, toplulaşma, özümseme.
Uylaşım (convention): Eski terimle “itibar.” Bk. Sayılma, (öyle sayma).
Uyma, uyarlama (adaptation): Fransızca terim aynı zamanda hem aktif hem pasif çift anlama geldiği için türkçede onu iki kelime ile karşılıyoruz: bir insanın bir ortama alışması anlamında “uyma”, bir insanı bir ortam veya zümreye alıştırma anlamında “uyarlama.” Eski terimde her ikisine “intibak” deniyor. (Aktif için uyarkılma denebilir.)
Uyrukluğa giriş (naturalisation): 1) Fert olarak yeni bir devletin uyrukluğunu kabul etme her zaman görülen bir şeydir. Ancak, yığın halinde uygarlık değiştirme yalnız göç ve sığınma olaylarının sıklaştığı zamanlarda meydana gelmektedir.
2) Bir uyrukluğun yerine başka bir uyrukluğu koymak demektir. Batı uygarlığının çağdaş Devletlerinde yabancının yurtdaş siyasî statüsünü elde edebilmesi için özümseme yetmez. Yabancının millî cemaatle birleşmesinin kabulünden ibaret olan hukukî bir yaptırıcı güce baş vurulur ki, bu ona yutdaşlık haklarım verir.
Uyrukluk (n a t i o n a 1 i t e): Eski terimle “tâbiiyet.” Bir millete, kültür ve soy bakımlarından bağlılığı söz konusu olmadan, yalnız siyasî bağlılık ifade eder. Bununla birlikte, bir kimse hem kültür, hem soy hem uyrukluk bakımlarından bir topluma bağlı olabilir. Uyrukluk bakımından türk olmak için Nüfus kütüğüne kayıtlı olmak yeter. Gerçekten türk olmak için kültürce ve soyca türk olmalıdır.
Uza: Yakutlarda Tanrıların Gök yönlerine göre bölünüşünü gösterir. Yakut mitolojisi bunları önce: 1) Dokuz Ağa Uza; 2) Sekiz Ağa Uza olarak ikiye ayırır. Altay türklerinde olduğu gibi tanrılar Göğe ve yere ait olarak iki yöne bölünür.
Uzlaşma (c o m p r o m i s): Birlik kurmanın başlangıç safhasıdır ki, karşılıklı “taviz” 1er (faydalandırmaları yardımiyle orada barıştırıcı bir anlaşma kurulur. Bir uzlaşmanın olabilmesi için, bir dereceye kadar doyurulmuş olan katılaniar sayısının uzlaşmadan öncekinden üstün olması gerekir. Bir çatışmayı ortadan kaldıran uzlaşmalar uygunlaştırma veya onun bir kısmı ile karışırlar.
Uzlet (s o 1 i t u d e): Zahitlik veya siyasî düşünce yüzünden toplum dışında yalnız yaşamak arzusu ile geçirilen hayat şekli. Anachorete’ler, keşişler ve bazı dervişler uzlet’de yaşarlardı. Uzlet toplum etkilerinden kaçmak değil, bunları içten daha kuvvetle yaşamak için tutulan yoldur. Bk. îtikâf.
Uzmanlaşma (specialisation): Tercihli veya inhisarcı bir tarzda yapılan ferdî veya kolektif faaliyetlerin belirli bir şekilde sınırlandırılması. Uzmanlaştırmanın biyolojik temeli “küçük değişiklikler” dir. İlkel toplumlarda bile tanrı vergisi bir “farkhşlaşma” ve fertler arası bir dereceye kadar uzmanlaşma vardır. İşbölümü bu Tann vergilerini sarihleştirir ve onlardaki güçlerden en çok faydalanma çaresini verir. Uzmanlaşmaların sayısı toplum farklılaşması derecesine ve bundan dolayı ayrı değer alanlarının (sphere) varlığına bağlıdır. Teknik, iktisat, yüksek ilim, eğitim, sanat, siyaset ve yönetim alanlarında ayrı ayrı uzmanlaşmalar vardır. Uzmanlaşma kavramı bütünleşme kavramına karşılıktır. Uzmanlaşma bir millet içinde olduğu gibi milletler arasında da olur: coğrafî farklar milletleri üretim, sanat, hatta ilim bakımından başlıca bir alanda derinleşmeye götürür.
Uzmanlık (s p e e i a 1 i t e): Eski terimle “ihtisas” kelimesi yeni harfle hem uzmanlık, hem duygululuk demek olduğu için, bulanıklığa sebep oluyordu. İşbölümünün sonucu olarak bilgi dalları bölündükçe uzmanlıklar artar ve herkes bir ilmin yalnız çok sınırlanmış bir bölümünde derinleşerek yaratıcı olma imkânı kazanır. Son yüzyıllarda keşifler ve icatların büyük bir hızla artması işbölümünün ve uzmanlıkların derinleşmesinin eseridir. Batılı olmanın başlıca vasıflarından biri bilgide uzmanlıkların tam olarak kurulmasıdır. Eski toplumlarda bu pek az sağlandığı için, bir insan birçok işlerle aynı zamanda uğraşmak zorunda kalıyor, “ansiklopedik” kafa hakikî yaratıcılığa imkân vermiyordu.
Uzun ev (1 o n g h a b i t a t): Bölünmemiş aile tipinde, ailenin bütün parçalarını içine alan “uzun ev” çok rastlanan bir barınak şeklidir. Uzun ev’i Eskimo’larda, Kuzey Amerika yerlilerinde, Malezya’da, Kuzey Afrika’da, Eski Mısır’da görüyoruz. Barınak, divanlarla çevrili, bir veya iki katlı tek bir yapıdır. Slavların Zadruga tipi birleşik ailesi de “iglou” denen bir çeşit uzun evde oturur. Yapının boyu 20 - 70 metre olabilir, çoğu kere ahşaptır ve her bölümünde ailenin bir kısmı yaşar. Bölümler birbirinden tahta perdelerle ayrılmıştır.
Ü
Üç hail kanunu (loi de trois e t a t s): Aug. Comte’a göre insan toplundan zihniyet bakımından üç safhadan geçerek evrim yapmaktadırlar: 1) Birinci safha teolojik devir (theologique) dir ki, burada insanlar olaylan tabiatüstü sebeplerle açıklamaktadırlar: mitolojiler, ilkel ve üstün dinler buraya aittir. 2) İkinci safhada insanlar olayları yine tabiatüstü sebeplerle açıklamakla birlikte, onları tanrısal olmayarak “manevî” (spirituel) saymaktadırlar: buna metafizik devir diyor. 3) Üçüncü safha pozitif devirdir ki, burada insanlar olayları yine başka olaylarla, yani tabiat içinde açıklamaya başlamışlar ve bu devrede “müspet” (p o s i t i f) ilimler doğmuştur. Aug. Comte’un diye tanınan “Üç hal kanunu” ilkin Turgot, daha genişletilmiş olarak Saint Simon tarafından ifade edilmiş, fakat Comte onu kendi tarih görüşü ve toplum evrimi fikrinin temeli haline koymuştur.
Ücret (salaire): Bk. Gündelik, gündelikçi (salarie), gündelikçilik (salariat).
Ücretli asker (m e r c e n a i r e): Ortaçağ toplumlarında bir çeşit “azatlı köle” olan, gerçekte kendilerini bir devlet hizmetinde döğüşmeye bağlayan kimseler. Ücretli askerler tek tük veya zümre halinde bu işe girerler. Bazı durumlarda aileleri ile birlikte ve devamlı olarak iş alırlar. Bu son durum ücretli askerlerin kabileler halinde yeni hizmet ettikleri ülkeye göç etmelerine sebep olur. Türkler Abbasî’ler hizmetine böyle girmişler ve Bizans’a karşı “sügûr” savaşlarını yapmak üzere Anadolu sınırlarına yerleşmişlerdi. Kartaca ordusu Afrikalı “ücretli asker” ierle dolu idi. Renaissance’ta İtalya’da onlara “condotieri” deniyordu. İsviçreliler (Helvetia) yüzyıllarca birçok Batı devletinde bu hizmeti gördü.
Üçüncü dünya (tiers-monde): İkinci Dünya Savaşından sonra Varşova paktı ve Atlantik paktı ile Sovyetler Birliğine veya Birleşik Amerika’ya siyasetçe bağlanan devletler dışında tarafsız kalan ve komünist veya demokratik ideolojilerden uzak duran devletlerin teşkil ettiği dünyaya verilen isim. Üçüncü dünya’da kalmak güç şartlarda gerçekleşmekle beraber birçokları bu durumda bulunmaktadır. Ülema sınıfı (les savants theologiens): Eski medrese teşkilâtında müderris ve kadılardan ibaret bilginler sınıfı. Fransızcada da “les ulemas” diye kullanılır.
Ülke (territoire, p a y s): Bu kelime dar anlamda bir “memleket” içindeki bir bölge veya alan, geniş anlamda bütün memleket demektir. Türklerin Sovyetler birliğinde veya Iranda kapladıkları ülkeler dediğimiz zapıan birinci anlamı, “Fransa beş yanından komşu devletlerle çevrili bir ülkedir” dediğimiz zaman ikinci anlamı kastediyoruz. Ülke», (frere ai n e): Eski türk (Yakut) mitolojisinde Bay Ülken Gök tanrılarından birinin adıdır. Kuzey türkçesinde, bugün de, büyük kardeş demektir, ve aile terminolojisinde yer alır. Çoğu yanlış kullanılan ve karıştırılan “ülgen”, ölmek üzere olan (moribond) demektir.
Ülkü (ideal): Türkçede yapma kelime olarak kullanılan “ülkü” felsefedeki “ideal” den ayırmak ve yalnız toplumdaki üstün bir amaç güden akımları göstermek için kullanılabilir. Eski terimde önce bu yerde “Gaye-i hayal”, daha sonra Gökalp tarafından “mefkûre” yapma kelimesi kullanılmış (1914-1924), ondan sonra ülkü ve ideal kelimeleri onun yerini almıştır.
Ülkücülük (i d e a 1 i s m e): Toplumda üstün bir amaç güden ve bunu bir “ideoloji” haline koyan bütün hareketlere bu ad verilebilir. Milliyetçilik henüz gerçekleşmeden önce bir “ülkücülük” tür. Çözülme halindeki bir toplumda ideal değerlere bağlanmak için savaş bir ülkücülük olur. Felsefedeki idealizm’den ayırmalıdır.
Ülküleştirme (idealisation): Kültür gelişmesinde “ülküleştirme” yetkin ve tam gibi görülen ve gerçekte ulaşılması gereken bir hedef sayılan eylem normlarının hayaldeki yaradılışından ibarettir. Ülküleştirme, kültür sürecinin bütün manzaralarında esaslı rol oynar.
Ümmet: îslâm dünyasına vergi olan bu kelime hıristiyanlıkta Eglise Catholique (Umumî Cemaat) karşılığıdır. Aslında, kavim ayrılıkları hesaba katılmadan bütün İslâmları içine alan dinî Cemaat demektir. Fakat arapçada buna “Milleti İslâmiye” denir, soy birliği anlamında (ana: ümm) “Ümmet” kelimesi “Ümmeti Muhammed” şeklinde kullanılırdı. Sonradan yanlış olarak kelimeler yer değiştirmiş ve “Ümmet” üniversel Cemaat anlamını almıştır (“galatı-meşhur”). Gökalp bu yaygın anlam üzerinde durarak, Üç ha! kanununa benzer bir toplum evrimi şemasında toplumların “kavim”, “ümmet” ve “millet” safhalarından geçtiği fikrini savundu. (Z. Gökalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak, muasırlaşmak). [Bakara suresi, ayet 213: “İnsanlar tek bir Ümmet idi”; Yunus suresi, ayet 19: “İnsanlar bir Ümmetten ibaretti. sonra ayrıldılar”.]
Ümmetçilik: Gökalp’m geçilmiş bir evrim dönemi olarak gösterdiği “Ümmet” i bağlanacak devamlı bir toplum şekli ve bir ülkü gibi görenlerin görüşüdür. Bazıları bu görüşte Gökalpı kendilerine mal etmek istiyorlarsa da bu doğru değildir. “İslâm ümmetinden” olmak, “muasırlaşmaya” engel olmak şöyle dursun, ancak onun içinde yer alır (Gökalp, adı geçen kitap). Daha önce doğmuş olan “ittihadı İslâm” fikrini de bu “ümmetçilik” ile kanştırmamahdır. Çünkü o fikir uyanmış milletlerin ve millî kültürlerin yalnız siyasî anlamda anlaşmaları ve yalnız bu anlamda anlaşabilecekleri sanısına dayanıyordu. (Cemaleddin Efgânî, Ur v e t - ü 1 - V ü s k â, arapça-fransızca dergi 1RR8-70, Paris).
Ünivesite (üniversite): Batıda 12 nci yüzyılda küîseye bağlı seminerlerde öğretim yapan bazı bilginlerin öğrenci ve devlete karşı direnmek için kendi aralarında kurdukları corparation’a verilen addı. Sonradan özerklik kazanan aynı cinsten kuramların bütünü anlamını almıştır. Kilise ve devletle uzun mücadeleden sonra özerkliğini kazanmıştır. İslâmda karşılığı “Medrese” lerdir.
Üreme (reproduction): Bir mal veya kültür unsurunun artması ve çoğalması demektir. Ayrıca bu kelime heykelde “replique”, müzikte “plak” larda bu görevi görürler. Reproduction’lar uygarlık halini almış olan bir kültürün eserlerini başka ülkelere yayma bakımından rol oynar. (Tabloların renkli kopyalan için kullanılır).
Üretim (production): İktisat anlamında üretim bir ham maddeyi az çok işlenmiş bir ürün (mahsul) haline getirmektir. Simiand üretimde şunları ayırıyor: 1) Üretim nevileri: yemiş ve kök toplama, deniz avı, kara avı, çiftçilik (tarım), endüstri. 2) Üretim rejimleri: toprak köleliği, Esnaf (lonca) rejimi, gündelikçilik, işbirliği (coo-peration) rejimi, millileştirilmiş teşebbüsler, kolektivizm. 3) Üretim şekilleri: Ocak (ev) üretimi, zanaat üretimi, el tezgâhı, fabrika, makine imâli, “rasyonelleşmiş” iş, aşın makinelşme (automation).
Üretim araçları (moyens de production): En basit kazma ve sabandan en ileri çağdaş makinelere kadar bütün teknik evrim üretim araçlarım meydana getirir. K. Marx’a göre üretim ve ulaştırma araçlarının bütünü bir toplumun alt-bünyesini yapar. Toplumun evrimini gerektiren bu üretim araçlarının gelişmesidir ki, bu gelişme üst-bünyeye etki yaparak toplumu değiştirir.
Üretim bölgeleri (regions de production): Her memlekette belirli üretim maddeleri belirli bölgelerde toplanmıştır. Bu toplanma üretimin kuvvetlendiği ve yoğunlaştığının belirtisidir. Bu bölgeleşme, üretilen maddelerde uzmanlığı artırır ve ürünlerin daha verimli olmasını sağlar, Maden işletme bölgesi, tarım bölgesi, dokuma ve ağır endüstri bölgeleri gelişmiş memleketlerde ayrılmıştır.
Üretim kooperatifi (cooperatives de production): Küçük üreticilerin büyük kapitalist önünde dayanabilmek için kurduğu teşkilât. Şirketlerin birleşmesinden doğan Holding ve tröst gibi kuramlar önünde üretim kooperatiflerinin dayanması çok güç ise de, nakliyat ve ham madde güçlükleri olmayan bazı üretim konularında bu tarzda kooperatif yerli ihtiyaçlara daha uygun olduğu için yaşayabilir.
Üst-bünye (superstructure): Manda göre hukukî normlar, ahlâkî kurallar, sanat görüşleri, dinî emirler, v.b. dan ibaret olan bir
toplumun fikir, inanç, sanı halindeki bütün kurumlan ve değerleridir ki onun evrimi alt-bünyenin evrimine bağlıdır. Biz bu terime karşılık alt-yapı veya üst-yapı demiyoruz. 'Çünkü “yapı” kelimesi “bâti-ment”, hatta “c on s t r uc t i o n" karşılığı kullanıldığı için karışıklığa sebep olacaktır. Ayrıca “strusture” kelimesi sosyoloji, psikoloji ve biyolojide yapı değil, “bünye” ve “şekil” demektir.
Üst-insan (s u r h o m m e): F. Nietzsche’nin felsefesinde “Kudret İradesi” ile başka insanları aşarak değerler lavhasını değiştiren yaratıcı insan ve dehâ anlamına gelir. Fakat Nietzsche’nin görüşü sosyolojiye de etki yapmıştır. Marx’çılar onu devrimci insan diye anlamışlardır. Genel olarak sosyoloji görüşünde, her toplumda bazı üstün yetileri olan insanlar o toplumun değerlerini temsil etmekte, onu yöneltmekte veya ileri götürmektedirler. Bunlara toplumun yetiştirdiği, fakat yine de toplum üzerine etki yapan “dahi” 1er denir. Toplumcu determinist görüş böyle “dahi” leri ve “üst-insan” lan kabule engel değildir. Onlar belirli toplum şartları içinde yetişmiş ve onların eseri iseler de, kendi yetişdikleri toplum üzerinde etki yaparken üstün rol oynarlar. Nitekim bu etki de toplum determinizminin sonucudur.
Üstünlük (superiorit e): Toplumlarda tabakalaşma, katlaşma, mer-tebeleşme şekillerindeki bütün derecelilik hallerinde türlü şekillerde “üstünlük” 1er meydana gelir. Bu bazen sihrî-dinî gücü elinde bulunduranların üstünlüğüdür. Bazen bu, üstün sayılan bir soyun ötekilerine göre daha “imtiyazlı” olmasından ileri gelir. Bazen de seçimli toplumlarda belirli kimselerin başkanlık vasıfları olduğu için bir siyasî parti veya Birlik içinde “liderlik” kazanmalarından ileri gelen üstünlüktür. Ayrıca iş bölümü ilerlemiş toplumlarda bilgi, sanat, fikir bakımlarından üstünlük gösterenleri de işaret etmelidir. Üstünlük psikolojik olmaktan çok sosyolojik bir kavramdır. Bundan dolayı sos-yo - psikolojiyi ilgilendirir.
Üstünlük kompleksi (complexe de superiorit e): Psikanaliz’-de A. Adler’in ileri sürdüğü görüşe göre doğuştan yetmezlikler bazı çocuklarda “aşağılık kompleksi” ve onun sonucu olarak “hayalî kişilik” doğurur. Bu marazî psikoloji teorisine göre “üstünlük kompleksi” de onun başka bir görünüşüdür. Burada söz konusu olan “üstünlük kompleksi” toplum tabakalaşmasında üstün derecelere çıkma arzusiyle ruhî yetmezliğin birleşmesinden doğduğu için, sırf psikolojik değil, aynı zamanda sosyolojidir.
Ütopia (u top i e): Geniş anlamı ile: zihinde tasarlanmış felsefî bazı ilkelere göre hayalî ve yetkin bir toplum şeklinin savunulması. Dar anlamı ile: şimdiki toplum düzeninin yerine konmak istenen, fakat toplum olgularının İlmî incelenmesinden çıkarılmış olan ileri bir toplum fikri. Bu kelime ilkin Thomas Morus’ün Ütopia adlı eserinde kullanıldı. Bu zat, 16 ncı yüzyıl İngiliz toplumundaki krizleri anlattıktan sonra, onlardan kurtulmak için Atlantik denizindeki bir adada sosyalist düzene göre hayalî bir toplum kuruyordu. Ondan sonra bütün bu tarzdaki “hayalî” toplum projelerine “ütopia” denmiştir. Mannheim Ütopia’yı İdeoloji’den ayırıyor. İdeoloji ona göre, içinde doğduğu toplum gerçeğini aştığı ve olgulara hiç uyamadıği halde, ütopia yaşanan düzeni bozmağa ve toplumu değiştirmeğe çalışır. (K. Mannheim, Id e o 1 o g i e et utopie).
Üvey: Aynı anadan veya babadan olmayan soydaşlar arasındaki akrabalık münasebeti: ananın yerine gelen ikinci ana veya babanın yerine gelen ananın ikinci kocası çocukların üvey anası veya babasıdır. Bu durumdaki ayrı ana veya babadan olan çocuklar birbirlerine göre üvey kardeşlerdir.
Üzerlik: Beyaz büyüde bir kimseyi kötü gözden, “mana” nın çarpıcı gücünden korumayı sağlayan ve o kimsenin üzerine takılan sihirli şey veya şeyler. Bk. Muska (a m u 1 e 11 e).
V
Vahşî dansı (candomble): Brezilyanın yerli halkında kutlanan ve tambur sesi ile birlikte danslar şarkılardan ibaret tören. Bazı yazarlar bu tören veya ayini asıl zencilerin Afrikadan getirmiş, sonra buna bazı hıristiyanlık unsurlarının karışmış olduğunu söylüyorlar. Daha dar bir anlamda “vahşî dansı” (c a n d o m b 1 e) Brezilyadaki Afrika köklü tapınmanın her yıl yapılan büyük bayramlarına verilen addır. Afrikada “Tamtam” denen ayinler de buna benzemektedir.
Vahşilik (sauvagerie): Teknik seviyesi ve genellikle kültürleri bakımından bizim kültürlerimizden çok aşağı seviyede olan kavimlerin hali. Fakat ilkellik (p r i m i t i v i t e) ile vahşiliği ayırmalıdır. Birincisi yalnız zihniyet ve kültür bakımından başlangıç halini ifade ettiği halde İkincisi âdetleri ve kurumlannda şiddetli ve korkunç törenler, ayinler bulunmasını gösterir: kafa avcılığı, çocukları öldürme, yaşlıları öldürme, deri soyma, dağlama, v.b. kurumlar gibi. Vahşîlik, gelişmiş toplumlara yaklaşmayan ve gelişemeyen ilkel toplumlann halidir. Avustralya, Afrika, Güney Asya’nın bir kısmı, yerli Kuzey ve Güney Amerika halkı, kutba yakın Eskimolar, v.b. bu vahşî kavim-lerdendir.
Vaiz (p r e di c a t e u r): Din konularında halka camide açık ders veren kimse. Bu tarzda verilen derse “vaaz” denir.
Vaka (evenement): Toplumda genel bir tip olan ve tekrar edilen “olay” dan, tekil (singulier) olan “olgu” dan farklı olarak, tarihî oluş içinde ferdî olarak kalan “vaka” sosyolojinin malzemelerinden birini meydana getirir. Sosyolog vakaları karşılaştırır, yaşayan toplum içindeki olgularla benzerliklerini bulur. Ancak ondan sonra kendi işine yarar bir hale gelmiş olur.
Vakayazan (c h r o n i q u e u r): Tarihte vakaları zaman sırasına göre (kronolojik olarak) tesbit eden ve bu tesbiti inceleyen kimse. Bu tarzda yazılmış olan kronolojik tarih “vakayazış” (c h r o n i q u e) dir. Eskiden buna “Vekayiname” veya “Vak’anüvis tarihi” deniyordu. Vakayazarlık ilkin Sitelerde meydana gelmiştir: İlkçağ sitelerinin bayram ve tören günlerini savaş ve barışları tesbit eden “Yıllık” (A n n a 1 e) lan ve bunları tutan “vakayazan” lan vardı. Tarih yazma ve zaman şuuru bunun için site toplumlarının bu geleneğinden doğmuştur. Araplarda soy eskiliğinin “şeref” de büyük rol oynaması yüzünden “Tomar” (genealogie) tarih yazarlığının başlangıç] olmuştur. Atların bile “şecere” leri vardır.
Vakıf (Fondation pieuse): Ferdî mal ve mülkün bir kısmını belirli bir toplum amacı ve iyilik için sarf etmek üzere miras bölümünden, devlet karışması ve herhangi bir ele geçirmeden koruyan toplum kurumu. Vakıf Ortaçağda doğmuş dinî bir kurumdur. Bir kısmı kamu hizmetlerine, bir kısmı da özel maksatlara göre kurulmuş olan Vakıflar özel mülkü Devletçe ele geçirilmeden (“müsadere”) koruduğu için, çok geniş yer almıştır. Kilise Vakfı en önemlisidir. Türkiye’de Vakıf, işaret edilen sebepten büyük rol oynamıştır.
Vapur (bateau â vapeur): Buharlı gemi şeklinde 18. yüzyılda başlayarak 2 yüzyıldır transatlantik gemilerine kadar birçok gelişme safhalarından geçen deniz taşıt araçlarının adı.
Varlık (richesse): Felsefede “etre” anlamına gelen Varlık, türk’-çede özel olarak zenginlik demektir. Zengin kimseye “varlıklı adam” derler. 1945 de azınlık zenginlerinden alman özel vergiye, bundan dolayı “varlık vergisi” denmişti.
Varoş (macarca: faubourg): Surlar içinde barınmış mahalle, kale dışındaki surlarla çevrili kısım Bk. Şehir, burg Faubourg.
Varsayış (supposition): Bir toplumda sözsüz bir anlaşma veya “varmış gibi sayma” (comme si) ya dayanan sanılara denir. “Var-sayış” aslında matematikten sosyolojiye kadar bütün ilimlerde kullanılan bir terimdir. Sosyolojide normatif değerlere (dil, iktisat ve hukuk) ait, sözleşmelere dayanan “ölçü” (etalon) lere birer var-sayış gözü ile bakanlar vardır. Sözleşme teorisi ve toplum olaylarını “c on v en t i on” sayanların gözünde varsayış en temelli ilkedir. (Max Nordau, Les mensonges conventionnels de nötre civilisation). — Özel olarak: ilkel toplumda bir kısım kandaşlık bağlan biyolojik bakımdan gerçek olmayıp, mistik bir bağlantıya dayanmaktadır, yani “mevhum” (f i c t i f) dir. Bunlardaki akrabalığa da “varsayılmış” (s u p p o s e) denebilir. — Eskiden “faraziye” denen “hipotez” (hypothese) terimini bundan ayırmalıdır.
Vasilikten kurtuluş (e m a n e i p a t i o n): (e x: dış, m a n u s: el, e a-pere: almak) üzerinden elini kaldırmak, vasi altında bulunmadan kurtulmak demektir. Bir yurddaş 18 yaşında vasilikten kurtulur. Kadınlar 19 uncu yüzyılda Ingiltere’de başlayan feminizm mücadele-lesi ve suffragette’ler denen taraflılarının siyasî hakları kazanma yolundaki savaşları sonunda Batı memleketlerinde vasilikten kurtulmuşlardır. Bizde de her türlü kamu hizmetlerini almaya 1. Dünya Savaşı sonlarında başladılar. Siyasî hakları Cumhuriyet kurulduktan sonra verildi. Sömürgeleşmiş olan koloniler millî mücadelelerle vasilikten kurtulmaya çalışıyorlar.
Vaudou (veya V and o un): Güney Amerika’da Caraîbe’ler arasına Afrika’dan gelen zenciler tarafından sokulmuş olan “ruh” (esprit) inancı. Vaudou Haiti kavmmın kuruluşunda esaslı rol oynamıştır. Ruhlara yemek yedirmeden ibaret “loa yemeği” veya “loa hizmeti” sırasında, buna inananlar bir “hungan” (rahip) veya bir “mambo” (rahip kadın) etrafında toplanırlar, ve “tanrılar” a kurbanlar verirler. O sırada ayine katılanların bedenine giren ruhlar yüzünden taşkınlık krizleri başlar ve ağızları ile bu taşkınlığı ifade ederler. Ruhların musallat olduğu bir Vaudou ’lu tamamen değişir, yorulmadan bir teviye coşkunca dans eder, hatta ateşte kızarmış demiri ağzına alabilir. Bk. Rufaî ayini.
Vect (e x t a s e): Bk. Esirme. Dinî hayatta ayinler ve törenlerin doğurduğu coşma ve kendinden seçme halidir ki, insan bu sırada normal ferdî şuura'ait bazı vasıflan kaybeder, buna karşılık ferdî ruhta olmayan (coşkunluk, cesurluk, üstün duyguluk gibi) vasıflan kazanır, ilkel ve yüksek bütün dinlerde “vect” halleri vardır ve toplum ayinlerine yeni giren çocuk ve delikanlı bu vecdi (esirmeyi) yaşamak üzere toplumlaşır. Bu hal devamlı olarak yaşanamadığı için, ona toplumun gizli (esoterique) noktası ve bundan dolayı da “gizem” (mystere) denir. Bunun için her dinin dıştan hemen görülmeyen bir
“'gizemli” (mystiçpıe) yanı vardır. îslâmda bu “Tasavvuf” adını alır. Fakat toplum vecdi yalnız dinî hayatta değildir. Bütün topluluklarda coşkunluk doğuran bütün toplum olayları “vect” halini alır: Millî bayramlar, devrim zamanlan, miting ve grevler gibi. Sonuncular bir sınıf coşkunluğudur.
Velî (s a i n t): Bk. Eren. Ortaçağ toplumunun Tanrıya en yakın olan örnek insanı. Çoğulu olan Evliya kelimesi de kullanılır.
Vendetta (v i n d i c t): “Kan davası” veya “öcalma” da denebilir. Kabile halindeki toplamlarda rastlanan, Devletin işe karışmadığı durumda düşman ailelerin karşılıklı birbirlerini cezalandırmaları şeklidir. Kan -davası bazen kuşaklar boyu iki aile veya kabile arasında sürer gider. Ancak evlenme, Potlatch, gibi uzlaştırıcı bir kurum işe karışırsa kan davası durur. Bk. Kan davası.
Veraset (h e r e d i t e): Bk. Soydangelme. Biyolojik ve psikolojik olaydır. Fakat etkileri bakımından aynı zamanda sosyolojik bir olay gibi görülmelidir.
Veraset ilmi (eugenique): Nesli düzeltme ile uğraştığı için biyolojinin uygulanmasına ait ise de, eğitim kurumlan, ile sıkı ilişiği doia-yısiyle sosyolojiye de aittir. Darwin’in yiğeni Francis Galton (1822 -1911) tarafından kuruldu.
Vergi (i m p ö t): Siyasî toplumun gelir ve giderlerini ayarlamak üzere Bütçesini kurabilmesi için yurtdaşların ortak yardımından faydalanması gerekir: bu yardım, yurtdaşlar için bir yükümlülük ve bir ödevdir ki, buna “vergi” denir. îlkel toplumlarda siyasî güc organlaşmış olmadığı için, vergi yalnız ortaklaşa üretim ve komşu zümrelerden yapılan yağmalamalardan ibarettir. Siyasî güc organlaştıkça bu, egemen zümrenin ötekilerden zorla aldığı “haraç” ve “baç” şekline girer. Bütün yurtdaşlarının özgürlüğü olan ve millet denen toplumlarda vergi bütün yurtdaşlar için eşit bir ödev haline gelir.
Verimlilik (fert il i t e, produetivite): Çiftçilikte toprağın üstün ürün verme gücünü gösterir (Tarım). Fakat bütün kültürde, çeşitli değer alanlarına ait yaratıcılık gücünü de ifade eder, iktisattaki verimliliğe paralel ve ondan bağımsız olarak fikirde, ilimde, sanatta, hatta erdemli fiiller ve ahlâk eylemlerinde verimlilikten söz edilir. Bu geniş anlamdaki verimlilik kültürün dinamizminin ölçüsüdür.
Vesika (d o c u m e n t): Tarih, protohistoria ve paleontoloji gibi bilgi alanlarında tekrarı mümkün olmayan tek ve konkre vakaların tetkikine imkân veren yazılı veya yazısız kanıt. Sosyoloji de kullanır.
Vezir (minîstre islamigue): İslâm devletlerinde Ortaçağda icra gücünün bir bölümünü yönelten kimse ki, bütününe başkanlık eden Vezir-i âzam’dır. Osmanh devletinde vezirlerin dereceleri seferde taşıdıkları tuğ sayısiyle ölçülürdü: böylece bir tuğlu, iki tuğlu, üç tuğlu vezirler olurdu.
Vicdan (conscience morale): “Vicdan” (bulunç) her şeyden önce ahlâk felsefesine ait bir terimdir. Fakat “ahlâk” da aslında töre, gelenek, görenek şekillerinde dışta görünen olayların içe ait deyişleri olduğu için, burada onu sosyolojik açıdan ele alıyoruz. Vicdan, insanın kendisini sorguya çekmesi, içi ile hesaplaşması, kendi kusurlarını görmesi, bunlardan dolayı sorumluluk korkusu ve iç üzüntüsü duyması, üzerine düşen işleri yapmakla kendini yükümlü sayması demektir. Teorik ahlâk bu vasıfları “Vicdan” m özerkliğinden (autonomie) geliyor diye sayar. Halbuki sosyoloji, insanın iç hayatına ait olan bu olguların köklerinin toplumda olduğunu ve “vicdan” a ait yükümlülük, sorumluluk ve iç üzüntüsünün (vicdan azabı, remord) toplum baskısından doğduğunu, insan bu kurallara uymayınca bu baskının yaptırıcı gücünün üzerinde şiddetli etki yapma suretiyle kendini göstediğini anlatır.
Virane (d e c o m b r e s): Yıkılmış yapılar veya yıkılmaya bırakılmış boş-yapılann bulunduğu yer. “Virane” 1er toplumun en fakir tabakasının sığınağı olduğu gibi, hırsızlar ve şakilerin de sığnağı olabildiği için, toplumun aşağı tabakalarının hayatında yer alır.
Vurgunculuk (accaparement): Ticarette meşru yollardan kazanmakla yetinmeyerek piyasadan mal çekmek, fiatları yükseltmek, bazı toptan satıcıları korkutarak (türlü şekillerde şantaj yaparak) ellerindeki malın bir kısmını almak, fiatların yükseleceğini veya parada devaluation olacağını önceden haber alarak bazı malları istif etmek (istifçilik) ve daha başka meşru olmayan şekillerde üstün kazanç sağlamaya çalışmaktır. Vurguncular, normal ticaretteki % 20 -30 kazancı yetmez gördükleri için % 100-200 kazançla kısa zamanda meşru olmayan yoldan büyük servet biriktirmek isterler. Birçok toplum şekillerinde baskın, yağma, kılıçtan geçirme ve köle kaldırma tarzında, çoğu savaş-dışı, kaçanzlar “vurgunculuk” olduğu gibi,, sömürgecilik de emperyalist toplumlann ilkel kavimler üzerindeki baskısı şeklinde bir vurgunculuktur. İkinci Dünya Savaşı sırasında ekonomik düzenin bozulması ve Devlet gücünün kötüye kullanılması vurgunculuğu artıran sebeplerdendir.
Y ~
Yabancı (et ran ger): Bir toplumun dışında bulunan kimse. Toplumun kültürüne yabancı olan ve onun dilini bilmeyen insan o toplum için tehlike gibi görülür. îlkel kavimler “yabancı” ya çok kötü gözle bakar ve ondan çekinirler. O kendilerine zarar verecek bir büyü yapabilir. Bundan korunmak için, önce bir takım “tedbir” 1er almalıdır: karşılıklı büyü yapmak, toplum kurallarına uygun hareket edip etmediklerini denemek ki, bunun içine çok değişik konuk karşılama (hospitalite) şekilleri girer. Bu yollardan yabancı ile uzlaşma sağlanamazsa, ona karşı düşmanlık başlar. İlkellerde yabancıya düşman gözüyle bakmak aslî haldir. Ancak ortak ayinler yapmak, Pot-latch vermek, evlenmek gibi uzlaştırıcı şekiller düşmanlığı kaldırır.
Yabanilik: Bk. Vahşilik. İnsanlar için “vahşî” denildiği halde hayvanlar için “yabani” kelimesi kullanılır. Bundan dolayı “yabani” terimini “vahşî” yerine almak alışıkhğı bozmaktadır ve bir az güçtür, özel olarak, toplumdan kaçan ve yalnızkalanlara “yabani” denir.
Yabgu: Eski türklerde (Gök Türkler) Devlet teşkilâtında Kağan’dan sonra ve Şad’dan önce gelen bir mertebedir ki boy beyi veya üstün soylu olmadan çok bir yönetim gücünü temsil eder. Yabgular mer-kezsiz bir yönetimde bir bölgenin geniş iktidarına sahiptirler.
Yaderklik (h e t er on o m i e): Bu, özerklik (autonomie) in karşıtıdır. İnsan toplumda din, büyü, teknik, hukuk gibi kuramlarda toplumun buyruğu altındadır: bunun için böyle durumlara “başkasında buyruk” da denebilir. Nitekim ahlâk fiillerinde insan toplum içinde onun baskısına bağlı olsa da, bu baskıyı kendi sorumluluğu ve yükümlülüğü ile aldığı için, böyle bir duruma “başına buyruk” denebilir. Bu iki kelimeyi Özerklik ve Yaderklik terimlerinin eşanlamları olarak kullanabiliriz. Bk. Özerklik (autonomie).
Yadkişilik (i m p e r s o n n a 1 i t e): Toplum olaylarında kişilik ve yad-kişilik aynı derecede rol oynayan iki kavramdır. Kalabalık (f o u 1 e), topluluk (agregat), yığın (m as s e) gibi toplum hallerinde fert-lerarası ilişiklerde kişiliklerin yeri yoktur ve daha önce varsa bile bu zümrelerde silinir. Kişiliği meydana çıkaran asıl toplum, onun türlü dayanışma şekilleri, tabakalaşması, işbölümü, meslek dayanışması, v.b. dır. Bunlar ilkel toplumlarda dahi, başlangıç halinde vardır. Ayinler, törenler, düğünlerde herkesin kendi yetisine göre aldığı toplum rolü ve statüsü bu kişileşmenin ilk görünüşleridir. Gelişmiş toplumlarda değerler ve kurumlar farklılaştıkça bu kişileşmeler de artar. Buna rağmen, bu gelişmiş toplumun içinde dahi kalabalık ve
yığın halleri her zaman doğabilir ve böyle durumlarda hemen kişilikler silinir: vapurdan çıkarken, bir gişe önünde, bir miting sırasında, hele kalabalık ruhu hüküm sürdüğü sırada mertebe, düzen, kişilik, dereceleri kaybolur, (Polinezya’daki Bali adası halkı ayinlerinde, bir sahne eseri şeklini aldığı zaman âyine katılanlardan her birinin ayrı rolü ve statü’sü orada bir kişileşme olduğunu gösteriyor.)
Yahudi düşmanlığı (a n t i - s e m itişme): Batı milletleri arasında, kökleri İktisadî rakabetten gelen bu eğilim Yahudilerin bazı- şehirlerde ayrı ve düşük mahallelerde oturmalarına sebep olduğu gibi (ghetto), toplumdaki hâkim sınıfın kışkırtması sonunda bu mahallelere yapılan baskın ve yığın halinde öldürme (pogrom) olgularını doğurmuştur. Pogromlar Çarlık Rusyasında başlamış, sonradan Hitler Almanyasmda geniş ölçüde ve çok vahşî sürgünler, kovmalar ve öldürmeler halini almıştır. Yahudi düşmanlığı, yahudi ırkçılığının bir tepkisi olduğu için şiddetli bir ırkçı hareketidir.
Yakarış (invocation): Eski terimle “münacat”. Ezberlenen veya okunan bir takım sözlerle üstün, kutsal varlığa yapılan bir yalvarış ki, bununla bazı dileklerin elde edilmesine çalışırlar. Eski dinlerde de “münacat” 1ar vardı. Gök dinlerinde yakarış (münacat) Allaha yapılır ve dinî edebiyatta bu tip şiirler önemli bir yer tutar.
Yakmçevre (Um w e İt): Yeni antropolojide Jacob von Uexküll, Max Scheler ve Arnold Gehlen’in hayvanla insan arasındaki farkı belirtmek için üzerinde durdukları kavram: hayvanın “yakmçevre” si, insanın “dünya” sı (Welt) vardır. Hayvan yakınçevre’ye etki ve tepki ile bağlı, insansa dünya’ya açıktır ve kendi çevresini yaratır. Bu ayı-nş Beşerî coğrafya, ekoloji, sosyoloji ve kültür antropolojisi alanlarındaki araştırmaları aydınlatacak ve onları 19. yüzyıl darvvincili-ğinin yanlış yorumlamalarından kurtaracaktır. Bu değişme bugiin-başlamıştır.
Yakınlarıtutma (nepotisme): Eski terimle “iltimas”. Yakın akrabayı veya yakın dostları tutarak onların toplumda yükselmelerini sağlamadan ibaret davranış. Burada tutulan kimsenin gerçek değeri olmadığı hal söz konusudur. Bundan dolayı yakınları tutma toplumun zayıflamasına sebep olan kötü bir davranıştır.
Yakiaşma (rapprochement): Birliğin başlangıç safhası.
Yalavaç (prophete): Arapçada “nebi” ve “resul”, farsçada “pey-amber” veya “peygamber” diye karşılanan yalavaç, Tanrıdan aldığı emirleri insanlara bildirmekle yükümlüdür. Yalavaç’m Tanrıdan aldığı emirler akıldışı bir yoldan “vahiy” (r e v e 1 a t i o n) ile gelir. Peygamber veya Yalavaçlar sitenin geliştiği toplumlarda eski kural-
lann yerine yeni kurallar getirirler. Bunun için devrimcîdirler, çünkü yeni bir “Şeriat” (L e g i s 1 a t i o n) kurarlar. Sitede geleneğin bekçisi olan “rahip” lere karşıdırlar ve odlarla savaşırlar. Yalavaçlar daha çok, site kurmuş kavimlerde vardır. Ancak, Akdeniz sitelerinde “bilge” (sage) olarak görünürler. Çinde Tseu adını alırlar. İran ve Hint’de her devirde birçok yalavaçlar gelmiştir. Fakat en çok “nebi” ve “resul” samî kavimlerde görülmektedir.
Yalnız kalma (isolement): Kültürler arasında temasın azalması ve bazı kültür çevrelerinin iç veya dış sebeplerle yalnız kalmaları yüzünden uğradıkları gerileme ve donup kalma halidir ki, böyle kültürler yeryüzünün en kötü şartları olan bölgelere çekilerek silinmeye başlamışlardır. Avustralya, Groenland, bir kısım yerli Amerika kültürleri gibi. (Bulletin international des Sciences sociales: Cultures en voie de disparition, 1957, Unesco).
Yaltaklanma (flatterie): Üstün bir statü elde edebilmek için yukarı mevkide bulunanlara karşı gösterilen ahlâk-dışı yaranma gayretini sarf eden kimse. Onun yaptığı şey “yaltaklanma” dır. Bürokratik yönetimlerde gerçek özellikleri olmayan kimselerin başarı elde etmek için baş vurdukları yoldur ki, bütün mertebeli toplumlarda gerçek “meziyet” lere göre yükselişin yanında toplumun değerini düşüren böyle yükselişe baş vuranlar da vardır.
Yamyamlık (cannibalisme, anthropophagie): Bir kısım ilkellerde rastlanan ve kökleri dinî inançlarına bağlı olan bir kurumdur. Yamyamlık insan eti yemek olduğu için ilkin birçok etnologca gıda azlığından ileri geldiği kabul edilmişti. Fakat araştırmalar ilerledikçe bu âdetin gıdanın bol olduğu yerlerde de bulunduğu ve belirli durumlarda bazı yabancılara karşı kullanıldığı anlaşıldı. Bu âdetin kendileri için sihri bakımdan tehlikeli sayılan yabancı ile kutsal birliğini sağlamak üzere kanlarını karıştırmak, tıpkı “communion” ayininde olduğu gibi etini yemek suretiyle cevherbirliği (consubs-tantialite) temin etmekten ileri geldiği görülüyor. En çok beyazların etinin yenmesi, beyaz insanlara rengi kaçmış ölü ruhları gözü ile bakılmasından ve ölülerin ruhlarından gelecek kötülükten, bu cevherbirliği ile kurtulma inancından ileri gelmektedir.
Yamak (apprenti de cu isine): Aşçıların yanında çalışarak yardımcı hizmetlerinden sonra yemek pişirmeyi öğrenenlere verilen ad. Yamaklıktan usta aşçılığa geçilir. Yamaklar Konak’larda erkek aşçılar ve aşçıbaşı’ların yanında yetişirler ve daima erkek çocuklardır. Yanaşma (ouvrier provisoire): Bir iş ekipinde tam görev almadan önce, iğreti olarak işe başlatılan kimse. Yanaşma, ya birkaç Sosyoloji Sözlüğü — 21 gün için çalıştırıldıktan sonra bırakılır; yahut çalışmasında başarılı görürlerse asıl işçi sıfatını kazanır.
Yangın (incendie): En çok şehirlerde büyük zararlar verdiği için bir şehircilik olayı gibi görünmekle birlikte, genel olarak toplumu ilgilendiren yıkıcı bir olaydır. En büyük zararı yeni yerleşmiş göçebelerin ekim alanları elde etmek için yaptıkları orman yangınlarında görülür. Toplum morfolojisi bakımından geri zümrelerin verdikleri bu zarar yalnız ormanın yok olmasiyle kalmaz; toprakların'kayması yüzünden doğan erosion ile bozkırlaşmalara sebep olur. Bu tehlikeli olayla savaşmak için kanun tedbirleri yetmez, toplum bünyesini incelemeli ve onu değiştirmeye çalışmalıdır. — Büyük şehir yangınları bazen bir nüfus yoğunluğunu bannaksız bırakacak kadar yaygın olabilir. Evlerin çoğunun ahşap olduğu devirde İstanbul yangınları, eskiden Londra yangını gibi. (Daniel de Foe, Le Grand incendie de Londres, trad. Pierre Cerdagne, 1945).
Yankesici (pick-poket): Toplumda başıboş ve serseri kimseler arasında, cepten çalma suretiyle sokak hırsızlığı yapan. Hırsızın özel bir tipi olan “yankeseci” (aslı: yankesici) toplum dirlik ve kontrolünün gevşediği zamanda büyük şehirlerde artan suçlulardandır.
Yanlış-inanç (superstition): Her toplumda din ve büyü şeklinde inançlar vardır. Bunları âdet ve kamu sanısı, ideoloji samları tamamlar. Fakat bu inançlar, içinde bulundukları toplum bünyesinin gereği ve onunla uyarlı iseler onlara “yanlış inanç” denemez. Toplum şekli ve onun kültürü gelişmiş olduğu halde bir kısım inançlar onunla ilgisiz olarak devam etmiş kalıntılar halinde ise, inançlara “yanlış inanç” denebilir: Modern bir mülüman toplumunda büyücülük, efsunculuk, falcılık, türbelere iplik bağlamak, adak adamak gibi inançlara yanlış inanç demek doğru olur. İslâmlık zaten doğuşunda, bunları yanlış inanç diye reddetmiştir.
Yapı (bâtiment, construction): Toplumlann yapma gücünün bir kısmı ev eşyası, taşıtlar, giyim kuşam, taşınabilir şeyler ise de büyük bir kısmı taşınamaz şeyler, yani “yapı” lardır. Eski terimle bunlara “bina” veya “inşaat” diyoruz. Yapı, köy kasaba ve şehir gibi yerleşime cemanaatlerinin barınak, kamu hizmetine ait yerler, tanpmaklar, meydanlar, anıtlar gibi maddî temelini meydana getirirler. Bundan dolayı, toplumun incelenmesinde “yapı” 1ar çok önemli, bir yer alır. Bu konu “şehircilik”, “mimarlık” gibi teknik bilgilerin konusu olabilmek için, her şeyden önce şehir sosyolojisi, köy sosyolojisi içinde bir yapı sosyolojisi olarak ele alınmalıdır. Bir kabile toplumunda çadır yapısı, bir sitede tapmak ve Agora yapısı, bir
çağdaş millette Parlemento, Opera ve Gar yapısı bu toplum şekilleri ile karşılıklı bağlılık halinde incelenmedikçe değerlendirilemezler ve mimarlıkta yapı olarak yerleri ancak' böyle bir incelemeden sonra görülebilir.
Tapı endüstrisi (Industrie de construction): Modern top» lumlarda dokuma, maden, askerlik endüstrileri yanında yer alarak gittikçe önemi artan ve onlardan daha çok yayılan endüstri dalıdır. Büyük şehirler ve endüstri bölgelerinde en yüksek derecededir.
Tapma-işi (fabrication): Buna “imâl işi” de deniyor, Toplum kuramlarında tekniğin esaslı etkinliklerinden biridir. Ham maddeden bir şey yapmanın tekniği olduğu kadar sanatın, bilginin, v.b. de teknikleri vardır. Maddî kültürün bütün unsürları buradan çıkar. Yapma işinin gelişmesi kültürün gelişme derecesini gösterir. Yaratıcı kültürler ham madde vermeden başka bir işe yaramayan ilkel veya az gelişmiş kültürlere kendi sanat, bilgi ve teknik eserlerini yaymak suretiyle onları nüfuzları altına alırlar. Yapma işinde yeni yetişen kültürler yetişkin kültürlere uzun bir süre çıraklık ettikten sonra yaratıcı olabilirler.
Yapmacıiık (artificialisme): Çocuk psikolojisinde animizm denen ve eşyayı canlı gibi görmeden ibaret ruhî dönemden sonra, çocuğun uzak ve yakın çevresindeki bütün şeyleri insan eliyle veya daha büyük varlıklar eliyle yapılmış gibi görmesinden ibaret görüş tarzı. Çocuktaki bu yapmacıiık devresi toplumun evriminde de bir safhaya karşılık gibi görülmektedir. (Jean Piaget, La naissance de l’intelli-gence chez l’enfant).
Yaptıncıgüc (sanction): Toplumun baskısına karşı koyan kimseler üzerinde, bu fiilleri düzeltici veya cezalandırıcı bir gücü vardır ki, buna yaptıncıgüc denir. İlkellerde henüz değerler ve kurumlar farklılaşmamış olduğu için, böyle bir toplumun yaptıncıgücü doğrudan doğruya “tabu” olan şeyleri, yani “mana” nm kendisinde göründüğü bütün şeyler ve hareketleri çiğneme toplumun şiddetli tepkisini uyandırır. Bu, ordali denen mistik ceza şekillerinde veya bütün zümrenin toptan taşlaması (linç) şeklinde görünür. — gelişmiş toplum-larda yaptıncıgüc dinî, hukukî, fikrî, ahlâkî, estetik olmak üzere türlü şekiller alır. Dinî değerde günah ve ahiret cezası, hukukî değerde kanun cezası, ahlâkî değerde vicdan azabı ve kamu sanısının kötülemesi, fikrî değerde eleştirme ve alayetme (ironie) olur.
Yararlık (competence): Eski ter. “salahiyet” aynı zamanda cesaret (eourage) anlamına gelir. [Lehcei Osmani],
Yaratıcılık (c r e at ioni s m e): Dinlerde Tanrıların âlemi ve insanları yaratmış olduğu inancından ibarettir. Yaradış fikri ilkel dinlerde bir derecede vardır. Ancak yaratıcı ham maddeyi çoğu kere hazır bulduğuna inanılır. Mutlak yaratıcılık samî dinlerde ve tek Allah fikri ile birlikte İslâmlıkta doğmuştur. (Pr. Scmidt, Die Gottesidee adlı büyük eserinde etnoloji verilerine dayanarak bu fikri savunuyor.)
Yardım teşkilâtı (aumöncrie): Yığın halinde yer değiştirmeler ve sığınmalarda yardım teşkilâtı büyük bir rol oynar. Son Çekoslovak sığınanlarını işe yerleştirmek, başka ülkelere göndermek ve kısa süre beslemek ve barındırmak için bu teşkilât Avusturya’da çalışmıştır.
Yardımlaşma (cooperation): İktisadî teşebbüslerin bir ahlâk dirliği içinde yapılması ve bu işde birleşenlerin birbirine karşılıklı yardım etmesinden ibarettir. Yardımlaşma, L. Bourgeois’nm “dayanışmacılık” ((solidarisme) dediği görüşe dayanır ve kooperatifler halini alır.
Yardımlaşma (aide mu tu eli e): Bu kelime için aynı türkçe terimde kullanılan “cooperation” a Bk. karşılıklı yardım. Birinin ihtiyacı öteki tarafından temin edilen kimseler veya zümreler arasındaki karşılıklı yardım, yardımlaşma’nın bu özel anlamını ifade eder.
Yargıç (ju g e): Hukukî değeri ve hukuk kurumu organlaşmış olan bir toplumda bu değerin ölçüsü olan Yasa ve tüzüklere göre toplumun yaptıncıgücünü kullanan yetkili kimsedir. Yargıçlık özel bir eğitimle yetişmiş olmayı gerektirir ve kamu hukukunu çiğneyen suçlarda Savcı tarafından suçlandırılan sanığın durumunu inceleme ve cezasını verme görevi vardır.
Yargıyeri (t r i b u n a 1): Bk. Mahkeme.
Yan-göçebelik (transhumance): Yazın yaylakta, kışın kışlakta oturmak üzere mevsimlere bağlı olarak iki yerleşme yeri ve iki barınağı olan halkın yaşayış tarzıdır. Yarı-göçebelikte asıl göçebeliğin bazı kurumlan devam eder, bir kısmı kalıntı halindedir. Tam yerleşme olmamıştır. Cezairde Kabylie denen halk, Anadolu’da bazı köyler yarı-göçebe haldedirler.
Yarıcılık: Anadolu’da toprak sahibi olmayan bazı köylülerin ekip biçtikleri toprak veriminden yarısını toprak sahibinden alması şeklindeki çalışma şeklidir. Bu, ortaklığın az çok farklı bir çeşididir.
Yarım (m o i t i e): Bazı etnologların “phratrie” dedikleri ve kabileyi meydana getiren iki parçadan biridir ki, o da birkaç klan’a ayrılır. Klanlarda dıştanevlenme, yarım veya fratriler arasında ise içtenev-lenme kuralı hâkim olduğu için bir kabileyi meydana getiren parçalar arasında hem içtenevlenme hem dıştanevlenme sınıfları doğar.
Yarış (c o n c o u r s): Eski terimle “müsabaka”. Yarış sporda, sanatta, fikir alanında olabilir. Yarışa girenler eşit şartlarda ve aynı hizadan başlayarak belirli ve eşit bir zaman süresinde hedefe ulaşma veya onu elde etme zorundadırlar. Yarışta zaman bakımından hedefe ulaşma sırasına göre yarışçılar derece kazanırlar. Bu derecelenme onların toplumda belirli bir kuruma göre statüsünü tayin eder. Yarışların yapılabilmesi için insanların hür ve eşit sayılmaları gerekir. Bunun için de onlar asıl demokratik toplumlarda gerçekleşir. Bununla birlikte ilkel toplumlarda da yarışlar vardır: bunların en tipik örneği Potlatch’dır. Bu, iki zümre veya aile arasında birinin ötekine ait bazı ayin ve törenleri yapmasından ibaret olan bir yarıştır ki, burada ayin ve töreni başarı ile yapanların toplumda “şeref” i artar. En başarılı Potlach veren en “şerefli” sayılır.
Yarışma (concurrence): Yarışın toplumda devamlı ve baskın bir kurum halini almasından ve başlıca iktisat hayatında temel halini almasından “yarışma” denen üretim ve değişim düzeni doğar. Yarışma yalnız büyük endüstri ve kapitalin doğurduğu ve klasik iktisat görüşüne göre serbest gümrük (laisser-faire) sisteminden doğmuş değildir. Onu hazırlayan toplum şartlarını daha önceki devirlerde, yarışların gelişmesinde aramalıdır. İlkellerde İktisadî - dinî, hukukî karma bir kurum olan Potlatch’da yarış daha çok mal yağmalamak için mal “biriktirme” yi gerektirdiğinden, 18 inci yüzyılda, doğacak olan hür değişim sisteminin kapital birikmesinin uzak köklerini teşkil eder.
Yariıg (d e c ret i m p e r i a 1): Eski türkçe kelime. Başka dillerde tam karşılığı yoktur. Devlet başkanmın (Hakan) verdiği emirler, fermanlar gibi bütün buyruklara denir.
Yarlık (charite): Arapçada “ihsan” ve eski terimle “şefkat” denen yarlık Tanrı sevgisi içinde bütün insanlara yaygın olan sevgidir. Hıristiyanlıkta Augustinus tarafından savunulmuş, Kur’an’ın esaslı ilkelerinden birini meydana getirmiştir. Budizmde de geniş yeri olduğu için onu Göksel dinlerin temel erdemi olarak görebiliriz. Yarlık fikrinin doğabilmesi için Tanrı karşısında kulların eşitliği görüşünün doğması, köleliğin fiilen değilse de “hükmen” kalkmış olması gerekir. Hz. Ali bir sofrada yanlış hizmet eden, kölesine darıldığı zaman, köle ona “Öfkelerini tutarlar, ve halkın kusurlarını bağışlarlar. Allah ihsan edenleri sever” ayetini okuyunca, hemen kölesini azat etmişti.
Yasa (1 o i): Eski türklerde en geniş anlamda kanun. Yasa kelimesi “yasak” tan geliyor. Cengiz Han kendi kanununa Yasa diyordu. Sonradan daha özel kanunlar için “tüzük” kullanıldı. Bugün bütün kanun-lann temeli olan kanun için "Anayasa” deniyor (eski terimle “Teşkilâtı Esasiye Kanunu”). Ayrıca “yasakçı” kelimeleri kullanılır.
Yasak (prohibition, interdicti on): Bu iki kelime arasında fark varsa da onları türkçede aynı terimle karşılıyoruz. Adetlerle, kanunla yapılmaması kesin olarak emredilmiş olma halidir. Toplum hayatı bütün şekillerinde bir emirler ve yasaklar sistemidir. Bu yasaklar ilkel kavimlerdeki dinlerden başlar ve en gelişmiş toplumlarda kurumlar farklılaştığı zaman, türlü şekiller alır: en organlaşmış ve açık olanı “kanun” ile ifade edilen hukuk yasaklarıdır. Toplumlarm başlangıç şekillerinde görülen bazı yasaklar, meselâ yakın akraba ile evlenme yasağı bütün toplumlarda bugüne kadar sürüp gelmiştir (Durkheim, Prohibition de l’inceste et ses ori-g i n e s).
Yasakçı (huissier des corteges): Bir siyasî kuvvet veya kilise alayı yoldan geçerken halkı dağıtarak alaya yolu açan kimse. Batıda ve Doğuda devlet adamları (hükümdar, vali) veya başka bir tören alayının yollardan rahat geçmesi için önce yasakçılar halkı sıraya dizerdi. Şimdi bu görevi polis kuvvetleri görmektedir.
Yaş pramidi (py ram i de d’âge): Demografi’de nüfus grafikleri yapıldığı zaman yaşlara göre hazırlanan grafikteki nüfus dağılışı iğrisi. Bu, yükseliş ve iniş oranında bir piramit şekli alır.
Yaş sınıfı (classe d’âge): Toplum sınıfları üstün soyluluğa, siyasî otoriteye veya İktisadî farklara göre kurulmakla birlikte, bazı toplumlarda yaş farkları aynı zamanda iktidarı ve sınıf farkını gösterir: meselâ yaşlılar yönetimi (girontocratie) de en yaşlı kuşaklar üstün sınıf sayıldığı halde bazı toplumlarda gençler döğüşme güçleri ile bu üstün yeri alırlar (eski türklerde Batır, bahadır, bagatur); böyle durumlarda yaşlılar bir kenara atılır.
Yaş zümresi (groupe d’âge): Çoğu kere birlikte topluma girmiş olanları içine alan, aynı kuşaktan fertlerin birliği. Yaş zümrelerine bağlı olan mertebelenme mefhumları pek çoktur. îşin türlü yaş zümrelerine göre bölündüğü kavimler vardır.
Yaşıt (1 e s p a hr s): Eski ter. “akran”; aynı yaşta olanlar, ki toplumlarda yaş sınıflamalarında büyük rol oynar. “Akranlık” birçok züm-releşmelerin temelidir.
Yaşlıöldürme (g i r o n t i e i d e): Bk. Baba öldürme (parricide).
Yaşlılar yönetimi (girontocratie): Toplum kontrolünün yaşlılar tarafından yapıldığı organlaşma şekli. Yaşlılar iktidarı şekilsiz, yaygın veya organlaşmış olabilir. Bu son durumda, toplumun eskileri,
kocalmışlan Töre ile kabul edilmiş bir yöneltenler heyeti meydana getirir: Roma sitesinde, eski İsrail’de böyle idi. Türklerde de bazen Ede’ler ve Ata’lann Törede üstün yeri olması bu tipe girer. Yaşlılar yönetiminin kökleri kuşaklar arasında görgü (empirik tecrübe) ba-•. kımından birikmiş farktan ileri gelir. Birçok ilkel toplumlarda yaşlılar iktidarı ellerinde tutmak' için kendilerindeki büyü gücünden faydalanırlar. "Büyücü kocakarı” tipi masallarda kötü anlamda yer alır.
Yaşmak: Ferace giyildiği zaman yüzün burundan aşağısını Örten ince tül. Çarşaf çıkınca yerini peçe almıştır.
Yaşlılık sosyolojisi (sociologie du vieillissement): Sağlık şartları ve hastalıklara karşı tedbirlerin artması yüzünden ortalama ömür süresi, gelişmiş ülkelerde oldukça artmıştır. Bu da iş hayatını bırakan çok sayıda yaşlı kimsenin toplum içindeki yeri, bunlara bakım ve bunlardan faydalanma problemlerini doğurmuştur. Bunun için yaşlılık sosyolojisi ayrı araştırmaları doğurmaktadır. (Leonard D. Cain, The sociology of ageing, Unesco, 1959).
Tatıh okul (i n t e r n a t): Öğrencilerin gece - gündüz okulda kalarak haftada bir evlerine çıktıkları okul şekli. Kimsesiz veya ailesi uzakta olan öğrenciler tatil günlerini da okulda geçirirler: bunlara daimî öğrenci denir.
Yatır (s e p u 1 c r e d ’ u n s a i n t): Eren (veli) lerden birinin yattığı yer ki, halk için ziyaret yeridir, iplik bağlamak, mum adamak, kurban adamak gibi yanlış inançlar bu yatır türbeleri etrafında kurulur. Birçok kavimlerde yatır’lar halk inancında üstün rol oynarlar ve asıl dinden daha derin iz bırakırlar. Müslüman îstanbulda “Tez-veren Dede,” Lâleli”, “Eyüp Sultan” gibi. Anadolu yatır türbeleri ile doludur.
Yatırım (investissement): Bazı üretim dallarım geliştirmek için millî bütçeden önemli bir kısmın bu işe ayrılması demektir. Çağdaş toplumlarım endüstrileşmesinde büyük rol oynar. Yatırımlar iç veya dış borçlarla hızlı gelişmeyi sağlamak için yapılır. Fakat, üretimin yatırımı çabuk kapatması ve borcu kısa zamanda ödeyecek cinsten olması şarttır.
Yatkınlık (accoutumanee): Buna “alışkanlık” da denir. Esasta psikoloji terimidir. Fakat âdetlerin (c ou t um e) kurulmasiyle ilgili olduğu için sosyolojide de kullanılır. Bir çevreye pasif (edilgin) olarak uyma ve alışmadan ibarettir. Psikolojide aktif (etkin) olan “meleke” veya “yetikazanma” (babitude) dan ayrılır.
Yaygın (diffus): Bir kurum henüz organlaşmamış bir halde ise ona' “yaygın” denir. Kamu sanısı veya inançlardan büyük bir kısmı yay-gm haldeki kuramlardır. Âdet hukuku (d r o i t coutumier) yaygın olduğu halde kanunlar ve tüzükler olgunlaşmışlardır.
Yaya geçidi (passage des p i e t ons): Büyük şehirlerde caddeler veya meydanlardan, trafiği aksatmadan yayaların geçmesini sağlamak için yer altından açılan geçitlerdir.
Yayılma (d i f f u s i o n): Kültür unsurlarının içinde doğdukları toplum- v da veya farklı kültürleri olan toplumlar arasında dağılma, süreci. Yayılma gerek doğrudan doğruya, gerekse dolayısiyle, başlıca kitap, basın, radyo, televizyon ve sinema yolu ile meydana gelir. Eski kültürlerin yayılmasında göçebe toplumlann hareketliliğinin büyük rolü vardı. Üniversel dinler yayılmada ayrıca âmil olmuşlardır. Bk. Kültürleşme.
Yayıhşçılık (diffusionisme): Kültürün gelişmesini bir toplumdan başka topluma veya kültür merkezlerinden bütün havzalara (aire) kültür unsurlarının yayılma süreci olarak açıklamaya çalışan toplum antropolojisindeki bîr görüşün adıdır. Aşırı yayılışçılar bir kültürün yabancı unsurlar almadan kendi kendine gelişmesi imkânını reddederler. Bu derecede anlaşılan yayıhşçılık dogmatik ve ilme aykırı bir doktrin halini alır. Bugün yayılma ile birlikte kültür gelişmesinin baş-' lıca faktörü gibi görülmesi gereken “icat” m öneminden kimse şüphe etmiyor. “Diffusionnisme” teorisi dar şeklinde Frobenius, Schmidt, pere Koppers, v.b. karafından ileri sürülmüştür.
Yayın (presse): Eski toplumlarda pek az rolü olan ve bazen hiç rolü olmayan Basın, baskı makinesinin icadından beri çağdaş toplumlarda çok Önemli yer almıştır. Basın, böyle gelişmiş toplumlar içinde kamu sanısının aynası veya onun üzerinde etki yapan türlü akımların ifade aracıdır. Bunun için bazıları Basm’a demokratik rejimlerde dördüncü kuvvet derler. G. Tarde’a göre gazete halkın, kitap okumuşların sanılarını yaymaya yarar.
Yayın hakkı (Copyright): Kitaplar üzerinde yazarlar ve yayınlayanların hakkını koruyan milletlerarası anlaşma. Bu hak, eserlerin belirli bir zaman süresinde tam veya parça olarak başka dile çevrilmesi halinde yazardan izin almayı gerektirir. Bazı şartlarda varislere de geçer.
Yaylı araba (voiture â ressorts): Kağnı ve adî dört tekerlekli-j den daha ileri bir ulaştırma aracıdır ki, yol sarsıntısına katlanmak için ön ve arka tekerleklerin arasında yay bulunur.
Yaylak (campement d’et e): Yarı göçebe (transhumant) halkın yazı geçirdikleri barınakları, tam göçebelerde yazın çadır kurdukları yer.
Yaylak (1 i e u e s t i v a 1): Göçebe veya yan göçebe toplumlarm mevsimlere göre değiştirdikleri iki yerden yazı geçirdikleri bölge veya yer. Göçebeliğe geçiş derecesine göre yaylak az çok değişik veya sabit olabilir.
Yazı (e c r i t u r e): Kültürün bir yandan yayılmasına, öte yandan tes-bit edilmesine yarayan temelli alet. Tarih yazının icadı ile başladığı gibi, kültürleri de yazısı olan ve olmayan diye ayırma doğru olur. Geçmişe ait şeyler yazı ile tesbit edildiği için, gerçekten zaman fikri ve tarih onunla başlar. 2) Yaylak anlamında da kullanılır.
Yazıbilgisi (graphologie): Elyazısmdan insanların karakterini çıkarmaya çalışan bilgi dalı. Karakter bilgisi (caracterologie) nin içinde ve psikolojiye bağlı olarak incelenirse de, karakterlerin toplum bünyelerine, devirlere göre değişen yanları bakımından sosyoloji ile ilgilidir. <
Yazıdan-önce (pre-literate): Aslında İngilizce, İspanyolca olan bu kelime Amerikan antropologlarınca yazı ve yazma sanatının henüz gelişmemiş olduğu kavimleri göstermek için kullanılmaktadır.
Yazılı taş (kitabe): Bir tarih çağını, önemli bir vakayı anlatırken, aydınlatan yazılı taşlar tarihin esaslı vesika (document) lan olduğu kadar sosyolojinin de vesikalarıdır.
Yeldirme: 1925 yıllarına kadar Türkiye şehirlerinin yazlık mahallelerinde, banliyölerde kadınların çarşaf yerine giydikleri ve yüzleri açık olan dış giyim ki, bir nevi manto idi.
Yeni yerleşme (neolocalit e): Yeni bir çiftin kendi ailelerinin bulunduğu yerden farklı bir yere geçmelerini gerektiren matrimonyal düzen.
Yenilik korkusu (m i s o n e i s m e): Birçok kavimlerde insanların alıştıkları hayat tarzında küçük bir değişiklikten kaçınma halleri. Bu hal ilkellerde çoktur. Âdetlerine, alıştıkları kültür tarzına mutlak olarak bağlı kalırlar. Değişmek ve değişmeyi iyi karşılamak kültür münasebetlerinin çoğalması ve toplumun gelişmiş olmasını gerektirir.
Yeraltı faaliyeti (a c t i v i t e souterrai ne): Ayaklanma ve ihtilâllerden önceki safhalarda hoşnutsuzların hazırlık yapmalarını ifade eder.
Yerleşme (et ablissement, Siedlung): Toplumun belirli bir toprak parçasına bağlı devamlı bir hayat kurmasıdır. İlkeller ve kabile toplumları toprağa yerleşmemişlerdir, bu yüzden yerleşmeye bağlı olan üretim şekilleri (çiftçilik, ileri endüstri) onlarda doğamaz. Göçebelikten yerliliğe geçiş çok uzun süreli ve en güç toplum evrim-lerindendir. Germenler, araplar, türkler, moğollar, ancak Ortaçağ dediğimiz tarihî devir içinde yerleşmişlerdir ve bir kısım henüz yerleşmektedir. Site, burg, monarşi bünyeleri, ve başhca millet bu yerleşme süreci tam şeklini aldıktan sonra doğabilir.
Yerli: Bu kelime türkçede pek çeşitli anlamlara gelir. 1) Yerli (se-d e n t a i r e): bir memleketten çıkmayan, devamlı olarak orada oturan demektir. Bu, hareketli nüfusa karşı yerini hiç değiştirmeyen, anlamına gelir. 2) Yerli (indıgene): Batıh mületler tarafından zaptedihneden önce, yine aynı ülkede oturmakta olan ilkel kavimler demektir. Amerika, Avustralya’nın eski yerli halkı gibi. 3) Yerli (a b o r i g e n e): ilkel olsun olmasın, bir memleketin aslî halkı. Bu anlamada, o yerin aslî bitki ve hayvanları için de bu kelime kullanılır. 4) Yerli (i n d i e n): Cristophe Colombe Amerikayı bulduğu zaman, önce orasını Hindistan zannettiği için halkına Hintli anlamında “indien” demişti. Sonradan asıl Hintlilerden bunu ayırmak için, İkincilere Indou dendi. Böylece bu yanlış kelime Amerikanın eski halkı anlamında kullanıldı.
Yeşilay teşkilâtı (organisation du eroissant ver t): içki ve başhca alkolizmle mücadele edenlerin teşkilâtı. Alkolizmin zararlarını halka anlatmak için yayınlar yapar, sergiler açar.
Yetiştirme (d r e s s a g e): insanın eğitimle alacağı kültüre hazırlık olmak üzere doğduğu zamandan başlayarak türlü yönlere doğru ayrı ayrı gelişen ve her biri bir toplum kurumuna göre insanı hazırlayan beden ve zihin yetilerini kazandırma süreci. Yetiştirme evde, atölyede, iş hayatı içinde veya organlaşmamış olarak tarlada, kırda ve sokakta olabilir. Bazı beden yatkınlıklarının kazanılması şeklinde gerçekleştiği için, yetiştirme hayvan ve insanda, bir dereceye kadar, ortaktır. Fakat insan toplumuna vergi olan kurumlar içinde, onlara ait yetilerin verilmesi şeklini alınca tam İnsanî bir güc olur ve o zaman sosyolojiyi ilgilendirir.
Yetke (au tor it e): Bk. Otorite.
Yetki (c omp e t en c e): Eski terimle “salâhiyet”. Bir meslek dalında özerklikle söz söyleme gücüne sahip olan kimsenin hali. Yetki, işbölümünün ilerlemiş olduğu ülkelerde uzmanlık derecesine göre doğar. Bununla birlikte fonksiyonları farklılaşmamış olan toplumlarda da belirli işlerde yetki sahibi olan kimseler vardır: ilkellerde herkes büyücü, mobung olamaz. Deniz ve kara avı ile geçinen vahşilerde piro-gue denen sandalları kullananlar, okları yapanlar, şikârı (avlanan hayvanı) sürükleyen ve derisini yüzenler ayrıdır. Her birinin ayrı uzmanlığı ve yetkileri vardır. Bk. yararlık.
Yığın (m a s s e): İnsanların inanç, fikir ve değer birlikleri halinde organlaşmış zümreler, tabakalardan ibaret toplumu meydana getirecek yerde, bu vasıfları dışında topluluk halinde bulunmalarından doğanı kümeleşme. Yığın, şekilsiz, isimsiz, kişiliksiz ve kişilik özerkliği olmayan bir kümeleşmedir. Bundan dolayı orada organlaşmış toplumun meydana getirdiği bütün kişiye ait statüler kaybolur. Yığının baskısı şiddetli, fakat süresi az ve organlaşmamıştır. Yığınlarda hüküm süren kalabalık psikolojisi olguları (telkin, homurtu, heyecan salgını) olduğu için, onları harekete getiren ve coşturan parlak cümleler» kalıp-sözler (slogan) yolu ile bazı kimseler kolayca sürükleyebilirler. Bunlar “demagog” lardır.
Yıldıza tapınma (a s t r o 1 a t r i e): Tabiatatapınma (naturisme) denen ilkel dinin gelişmesinden doğmuştur. Yıldızların kutsal sayılması, onlara ait araştırmaları dinî yoldan hazırladığı için, insanların talihi ile yıldızlar arasındaki ilişikleri ayarlar, yıldıza bakıcılar (astrologuc) ve onların bilgisi olan astrologie (“müneccimlik”) den asıl yıldızların müspet ilmi olan astronomi doğmuştur.
Yıkılma (r u i n e, c h u t e): Osm. inkiraz. Bir devletin, bir toplumun tam çökmesi bütün kurumlan ile birlikte yok olması. Mutlak anlamı ile yıkılma yoktur. Yıkılan devlet veya toplumların yerinde yenileri meydana çıkar, şekil değiştirir. Ancak bir salgın hastalık küçük toplumlar! yok olmaya yakın bir hale koyabilir. Üstün bir kültür içinde bir küçük toplumun erimesi yıkılma değil, özümsenmedir. Toplumlar arasındaki mücadelede gerileyerek en kötü tabiat şartları içine sığınanların durumu da bir nevi yıkılmadır: Laponlar, Eskimolar, v.b.. gibi.
Yıllık (A n n a I e s): Siteler ve imparatorluklarda bayramlar, savaşlar, v.b. kutsal günleri, kaydetmeye yarayan bir kurumdur. Bu kurum ilkel zümrelerde olmayan tarih ve zaman fikrinin doğmasını sağlamıştır: Yunanda, Romada, Çinde “Yıllık” ların büyük yeri vardı.
Yiğit (c h e v a 1 i e r) Türkçede “yiğit” Batı Ortaçağında olduğu gibi toplumda soyluluk mertebelenmesinin ilk basamağı olarak tam organlaşmış değilse de ona çok yakın bir anlama gelir. “Ahilik” teşkilâtında “yiğitlik” hem bir mertebe, hem bir erdemdir. Fakat Batıdaki monarşilerin Hiyerarşisi türk imparatorluklarında bulunmadığı için, bu başlangıçtan bir “soyluluk” mertebelenmesi doğmuş değildir.. Bugün ahilikteki anlam kaybolmuşsa da “babayiğit” denince yine’ şövalyeliğe benzer vasıflar anlaşılıyor. Eski türklerde Batur (bahadır) veya Anadolu’da “alp” 1er ve “alperen” 1er aynı değeri taşıyordu..
Yoğcu: Cenaze töreninde matemi ifade etmek üzere belirli bir takma kimseler, başlıca kadınların gördükleri görev. Eski türkçede “yığla-mak”, “yoğlamak” ağlamak demek olduğu için, “yoğcu” ağlayıcı anlamına gelir. İran’da buna “nevhagerân” araplarda “nâî” 1er deniyordu. Birçok kavimlerde bu görevi gören kadınlar parayla tutulur. Yoksulluk (pauperisme): Fakirliğin yaygın bir şekil almasından ibarettir. Bu olgu sosyalizmin konusu olan işçi sınıfının sömürülmesi olgusundan ayrıca ele alınmalıdır. Burada söz konusu olan yoksulluk veya fakirleşme kültür çözülmesi ve üretim yokluğu yüzünden, iç veya dış kapitalizmin doğrudan doğruya etkisiyle meydana gelmemiş olan umumî hayat seviyesinin düşmesi halidir. Bk. Fakirlik.
Yokçuluk (n i b i 1 i s m e): Anarşizmdin özel bir şekli. Toplumun eşitlik ve adillik ilkelerine tam uygun yaşaması için fertler üzerinde her şekilde bir baskı olan Devletten kurtulmak gerektiği sanısından doğmaktadır. Sosyoloji görüşü ile bir ütopia’dır ve yalnız toplum felsefesine ait bir kavramdır. Yokçular (nihiliste) bir zaman devlet adamlarına suikast yapan siyasî bir akım olmuştur, demografik yoğunluk. Yoğunluk (d e n s i t e): Toplum yoğunluğu, veya demografik yoğunluk. Fertlerin, ailelerin ve genel olarak sakinlerin sayısı ile belirli bir ülke arasındaki (kilometre kareye göre) oran. Toplum yoğunluğunu Durkheim açıkladı. Ona göre 1) maddî yoğunluk, 2) manevî veya dinamik yoğunluk olarak iki türlü yoğunluk vardır. Her ikisi de toplumda bünye ve görev gelişmelerini açıklayan temel sebeplerdir.
Yol (la r o u t e): Toplum kuruluşu ve gelişmesi üzerinde etki yapan şartların başında yol gelir. Yollar önce: a) tabiî, b) yapma olarak ayrılır. Tabiî yollar deniz veya kara yollarıdır. Denizler toplumların birbiriyle münasebetini sağlayan başlıca araçtır. Kara yolları, geçit, vadiler gibi çabuk aşılma imkânlarını verir. Yapma yollar, insanlar tarafından döşenmiştir. Teknik ilerledikçe bu yolların yapılış tarzları da değişir ve mükemmelleşir. Yollar kullanıldıkları maksada göre: 1) ticaret yolları, 2) askerî yollar olarak ayrılır. Bazen aynı yol her iki görevi görür, iki büyük üretim bölgesi arasında transit görevli toplum-ların gelişmesini sağlarlar. Edmond Demolins, “Yollar sosyal tipi nasıl yaratır”'adlı kitabında ilkçağ ve Yeniçağ yollarının medeniyetler ve kavimlerin gelişmesi üzerindeki büyük rolünü açıklmaktadır. Buna göre Tatar-Moğol tipi, çobanların istilâsı, Lapon - Eskimo ve kızıl derili tiplerinin kuruluşu, Güney Amerika yerlisi ve zenci tipleri, arap ve Asur tipleri; çinli, japon ve hindu, Akdeniz yolları üzerinde doğan Fenike, Kartaca, Makedonya ve Helen, nihayet Roma tipleri eski çağlara ait kültür ve toplum kuruluşlardır. Yeniçağda yarı göçebe Baş-kırk tipi, ilk imâl şekli, Doğu Avrupa’da Fin tipi, güney slav ve türk tipi, ticaret şehirlerinin yarattığı tip, dağ tipi, yabancı fatihlerin tesiri, kelt tipinin doğuşu ve yerleşmesi, infiratçı tipin göçleri, frank ve saxon tiplerinin ilk merhalesi (Norveç, İsveç, Danimarka), saxon tipinin ikinci merhalesi (Almanya, Kolanda), vardır. Ed. Demolins’in başlangıç araştırması yeni monografilerle tamamlanmalıdır. [Ed. Demolins, Comment la route cree le type social, 2 vols]. Bu eserin 1. cildini 1913 de Ahmet Sanih türk. çevirdi.
Yontmataş devri (periode paleolithique): Tarihten önceki top-lumlann içinden geçtikleri ilk kültür seviyesi. Ondan daha önceki başlangıç şekli kaba taş devridir. “Yontmataş” da insanlar taşları yontarak onlardan silâh, biftçilik aletleri, av aletleri yapmışlardır. Bu terim tarihi olduğu kadar paleososyoloji’yi de ilgilendirir. Daha gelişmiş kültür seviyesi “cilâhtaş devri” (periode neolithi-q u e) dir. Bk. Cilâhtaş.
Yorma: Rüyayı veya başka bir olağanüstü olguyu mistik görüşe göre yorumlamaktan ibaret âdet: iyiye yormak, kötüye yormak.
Yöneticiler (dirigeants): Her hangi bir siyasî bünyede dinî güçle (charism at i q ue), soy üstünlüğü ile, cebirle veya seçim yolu ile iktidarı elinde bulunduran zümreye verilen genel addır. Demokratik bir rejimde “yöneticiler” seçimle gelirler ve Hükümet onların eliyle kurulur. Hükümeti yönetenler de bu yoldan tayin edilir. Her hükümette bir yönetici, bir de yönetilen zümre vardır (diriges).
Yöntem (orientation): Başlıca meslek seçme işinde hazırhk görevini gören incelemelerde kullanılır. “Meslek yöntemi” (orientation professionnelle) çocuğun toplum ve iş hayatına hazırlanması için yapılması gereken esaslı eğitim planı kısımlarından-dır. İlkokul yaşından başlayarak eğitim, öğretim, karakter, temel eğilimler ve kabiliyetler üzerinde her çocuk için tutulacak dosyaya dayanmak üzere meslek seçimini rastgele bırakmamaktan ibarettir. Meslek yöntemi güç bir iş olmakla birlikte, toplumun hakikî gelişmesi için gereklidir.
Yörük: Anadolu’da göçebe aşiretlere verilen özel bir addır. Fakat aslında göçebe olanlar yerleştikten sonra da bu adı saklarlar: “yörük köyleri” gibi.
Yörük beyliği (chefferie des nomades): Bu terim Anadolu göçebe, yarı-göçebe veya yeni yerleşmiş olan yürüklerin boy beylerine mahsus olmakla beraber Suriye, Irak ve İran içindeki türkmen beyleri için de kullanılır.
Yurt (p a t r i e): Tanzimattan sonra bu yerde “Vatan” kelimesi kullanıldı. [Namık Kemal] (aslında yalnız içinde doğulan yer demektir). Yurt bir milletin içinde yaşadığı ve tarih boyunca sınırları çizilmiş olan ülkedir. Göçebelerde Yurt kavramı yoktur. Eski Siteler ve Ortaçağdaki burg’lann kapladıkları küçük toprak parçasına yurt denmez. İlhanlıkların veya imparatorlukların ellerinde bulunan topraklar onların “ülke” leridir, “Yurt” lan değildir. Yurt çağdaş bir toplum kavramıdır ve milletle eşittir.
Yurtdaş (compatriote): Aynı yurtda oturan bir milletin fertlerine denir. Fakat kültür, tarih ve ülkü birliği ile meydana gelen milletin tam anlamda bir parçası olmamakla birlikte, bir milletin uyrukluğunu kabul etmiş ve o milletle aynı yurtda oturan kimselere de yurtdaş denir. Osm. Vatandaş.
Yurtdaşlık bilgisi (notions c i v i q ue s): Yurtdaşın ödevleri ve haklannı, içinde yaşadığı Devlete karşı görevlerini ve bu Devleti teşkil eden siyasî organların işleyişini öğreten bilgi.
Yurtseverlik (patriotisme): Bir yurdun üyesi olan ve onu kendisine değişmez barınak yapan kimsenin bu yurda karşı duyduğu sevgi. “Millet” bir gerçek, “yurtseverlik” onun sonucu olan bir ödev ve bir erdemdir. Fakat “milliyetçilik” ile “yurtseverlik” arasında tıpatıp aynılık yoktur. Bazen Millet, bağımsız olan yurt sınırlarından daha geniş olabilir. Milliyetçilik sınır-dışmda yaşayan milletdaşlara karşı ilgidir. Yurtseverlik ise, yalnız bağımsız ve sınırları tarih boyunca çizilmiş (bu şuurlar az çok değişebilir) “Yurd” a çevrilmiştir.
Yuva (m a i s o n c on j ug a 1 e): Büyük ailenin toplum evrimine uygun olarak, ana, baba ve evlenmemiş çocuklardan ibaret küçük şekli alması ve babaya ait otoritelerden bir çoğunun devlete geçmesinden doğan modem aile ve onun barınağı. (Gökalp, Aile içtimaiyatı, Yeni Mecmua, 1917.)
Yücelme (s u b 1 i m a t i o n): Eğilimlerin üstün hedeflere çevrilmesi ve idealleştirilmesi demektir. Toplumda değerler canlı ise, toplum ve kültür çözülme halinde değilse orada “yücelme” vardır. Toplumun sarsıntı zamanlarında, kültür çözülme halinde ise eğilimler üstün hedeflere, ideal değerlere çevilecek yerde doyurulması kolay ve aşağı hedeflere çevrilir, erdemler ve sağlam karakterlerin yerini düşüklükler (v i c e) alır. Aslında bir sosyoloji kavramı ve toplum olgularına ait bir işlem olan “yücelme” yi psikanaliz metodunu ileri sürenler benimsemişlerdir. Onlara göre yücelme dışşuurda itilmiş (re-f o u 1 e) eğilimlerin üstün hedefe çevrilerek değerleri doğurması de-inektir. Fakat bu yorumlama yanlıştır. Eğer eğilimler “üstün hedefler” e çevriliyorsa, bu da gösterir ki zaten önceden bu hedefler, yani değerler vardır. Demek ki yücelme değerleri değil, değerler yücelmeyi açıklarlar.
Yükümlülük (obligation): Normatif ahlâk ve felsefede insanın vicdanında bir işi yapmakla kendi kendini borçlu görmesi anlamında kullanılır. Bir insanın bir fiili yapmada kendini yükümlü görmesi için o kimsenin vicdanında özerklik olması yani bu fiili bir dış etki ile değil kendi kendini “mecbur etmesi” üe yapması gerekir. Sosyoloji insanların bu özerkliğinin toplum eğitimi eseri olduğunu ve aslında onun dış etkilerden doğduğu halde, evrimle alışkanlık, iç duygusu ve “kendini mecbur etme” haline geldiğini gösteriyor. Bu noktada sosyolojinin görüşü ile ahlâk felsefesininki birbirine zıttır. Sosyoloji ilkel ka-vimlerde içten duyulmuş ve özerkli bir yükümlülüğün olmadığı, tabu ve Mana karşısında duyulan korkunun dıştan geldiği, ancak değerleri farklılaşmış bir toplumda kişilik ve özerklik ile birlikte içe ait yükümlülüğün meydana geldiği, yani onun sebep değil eser olduğunu söyler.
Yürüyüş (marche): Grev, miting, boykut gibi düzenli toplum hareketlerinde bir isteğin yerine getirilmesini sağlamak için yapılan gösteri hareketi. Yürüyüş sessiz olabilir; yahut nümayişin derecesine ve şiddetine göre gürülütiilü olabilir. Ancak her iki halde yürüyüşün bir düzeni vardır.
Yüzgörümlüğü: Türk düğünlerinde evlenecek erkeğin ailesi tarafından evlenmenin başlangıcında geline verilen değerli hediye. Bu, çoğu kere kıymetli taş olan bir yüzük veya gerdanlıktır. Bu kelime güveyin gelinin duvağım kaldırarak onun yüzünü görebilmesi için verilmiş olmasından ileri gelir.
Z
Zaamet: Türk Devletlerinde toprak rejiminin doğurduğu ve mülk hakkı (“rakaba”) devlete, kullanma hakkı (“tasarruf”) devletin görevlendirdiği kimseye veya ailesine ait olan mertebeli görevlerden birinin adı. Bu görevler aşağıdan yukarı doğru “timar”, “zaamet” ve “has” tır. Timar ve zaamet sahipleri orduya “sipahi” denen bir asker ve “eşkinci” üe katılmak, onların yolluk ve cihazlarını sağlamak zorundadırlar. Bu sistem, Mülk hakkına sahip olan ve köylüler üzerinde “toprak köleliği” hakkını kullanan Batı milletlerinin Ortaçağ toprak rejiminden çok farklıdır.
%/adruga: Balkan slavlarmda görülen özel aile tipidir. Bölünmemiş ag-natik ailenin bir çeşididir. Burada nesü yalnız baba yönündendir: Roma’da buna “agnation” deniyordu ve akrabalık sırf erkek tara-fındaydı. Roma’da bu aile pek çabuk bölündüğü halde güney slavla-nnda (Bosna’da, Hersek’te Karadağ’da, Sırbistan ve Hırvatya’ya) devam etmiştir ki, işte buna Zadruga deniyor. Zadruga 20 - 60 kişilik bir zümredir ve 200 kişilik, “bratsvo” denen bir klan veya fratri’nin parçasını teşkil eder. Bratsvo’nun üyelerine ‘kardeş” (frere) denir ve zümrenin atası olan bir efsane kahramanının adım taşırlar. Zadruga’da erkek neslinden birleşen kandaş gerçek akrabalar vardır. Çocuk anasından miras alamaz, ve onu en uzak erkek akrabasından daha uzak görür.
Zahitlik (ascetisme): Bütün dinlerde genel kuralları aşan ve dinin inançları ve “cezbe” lerine devamlı ve aşırı şekilde bağlananlar vardır. Onlar herkesin katıldığı ayinler ve törenlerden başka zamanlarda da kendilerini dinin inanç ve ibadet (pratik) lerine verirler. Bu tarzdaki bir hayat “zahitlik” ve onu yapanlar “zahit” lerdir. Zahitlik, bu yolu tutanları dinin özüne, devamlı ve iç cezbe haline götürür. Buna dinin mistikliği, ve bu yolu tutanlara “mistik” 1er denir. Mistiklik veya zahitlik dinlerin içyüzü (e s o t e r i q u e) dür. Onun dışında bulunanlar dinin yalnız dışyüzü (e x o t e r i q u e) ile kananlardır.
Zaman ölçüsü (c h r onom e t r a g e): Bir işlemin yapılması için gereken zamanı ölçmek metod ve araçlarıdır. En iyi imâl metodlannı kullanmayı sağlar. Taylor’dan önceki kronometraj şimdi hareketlerin tetkikinin ayrılmaz unsuru olmuştur. Zaman ölçme usulleri çoktur: mediane usulü gibi. îş organizasyonlarında zamanın ölçülmesi çok mühimdir: bu yalnız iş zamanından tasarruf için değil, ham maddenin dolaşım zamanım azaltmak ve makinelerin kullanma zamanını artırmak içindir. Gündeliğin tesbiti işine de yarar.
Zanaat (a r t i s a n a t): Genel olarak küçük sanatlara verilen addır. Büyük endüstrinin doğuşundan sonra küçük endüstri ve ona bağlı olan zanaatların ortadan kalktığı söylenir. Başlıca Marxçılar tarafından savunulan bu fikre göre büyük endüstri ve kapitalizm zanaatlarla birlikte orta sınıfları da kaldırmaktadır. Onlar ya proleterleşmeye, ya da kapitalizm içinde rol almaya başlarlar. Fakat bu iddia gerçeğe uygun görünmüyor. Büyük endüstri her ne kadar seri imâl suretiyle birçok elişlerini ortadan kaldırmakta ve zanaatleri geriletmekte ise de, bu bütün zanaat dallan için değildir. Bir yandan güzel sanat değeri olan ve makine ile yapılamayan bazı zanaatler yerlerinde duruyorlar: halıcılık, savatçılık, gümüş işleri, v.b. gibi. Öte yandan büyük endüstrinin yanı başında onun için gerekli olan yeni bir taknn zanaatlar kuruluyor; otomobil tamirciliği, benzin deposu, boyacılık, v.b. gibi. — Zanaat Ortaçağ topluıpunda özel organlaşması olan çok önemli bir daldır. Bk. Lonca, Korporasyon.
Zaptiye nezareti (prefecture de la poliçe): İstibdat idaresinde siyasî dengenin sağlamlanmasmda esaslı rol oynayan kuvvet. Siyasî partiler olmadığı ve fikirlerin yayınlanması sansüre bağlı olduğu için istibdata karşı gizli faaliyetleri takibeden ve “hafiye” lerle bu türlü hareketleri meydana çıkararak ilgilileri türlü şekillerde soruşturmak üzere tutuklayan kurum.
Zenci düşmanlığı (m o u v em ent an t i ■ ne g r e): Başlıca Birleşik Amerika Devletlerinde ayrılış savaşlarından beri doğan hareket. Güney Amerika’ya da yayılmıştır. Doğuda ve başlıca Osmanh imparatorluğu yöntiminde pek çok zenci bulunduğu halde bu problem doğmamıştır.
Zenginlik (richesse): Para, mülk veya üretim bakımından geniş ölçüde tüketim yapabilecek halde bulunmak. Zenginlik fertler ve ailelere olduğu kadar milletlere de ait olabilir. Fakat bir milletin toptan zengin olmasına imkân olmadığı için, ancak zenginler tabakasından bahs edilebilir. Bazı çok elverişli coğrafî şartlar veya zamanlar bir memleketin - nisbeten - bütününe bolluk ve bereket verebilir. Fakat bunu zenginlikle kanştırmamalıdır.
Zenginbuyruğu (p I o u t o c r a t i e): Bir toplumda, ister mertebelilik üzerine kurulsun, ister hukukî eşitlik ve hürlük üzerine dayansın, eğer fiilde başlıca İktisadî ve siyasî güçler zenginlerin elinde ise orada “zenginbuyruğu” var denir.
Zehirli gaz (gaz as p hy x i an t): Yeni savaşlar için icad edilmişse de karşılıklı iki tarafın kullanması halinde doğacak felâket korku-suyle şimdilik kullanılmayan savaş silâhı. Yalnız faşist italyanlar 2. Dünya Savaşından önce kolonileştirmek istedikleri Habeşistana karşı kullandılar.
Zekât (d î m e): İslâmlıkta malının % 2,5 unu (40 da birini) mühtaçlara vermek beş temel farzdan biridir. Fakat farzların en önemlisidir. (Fussilet Suresinde: “O kimseler ki zekât vermezler, Ahirette kâfir olarak dirileceklerdir” deniyor. Halbuki başka farzları yapmayanlar yalnız “günah işlemiş” sayılıyor. Bu da verilen önemin büyüklüğünü gösteriyor.)
Zihniyet (m e n t a 1 i t e): “conception” kelimesini Görüş ile karşılamamış olsak buna “görüş” de denebilirdi. Zihniyet kültürler ve uy-
Sosyoloji Sözlüğü — 22 garlıklarm kendilerine vergi olan görüş, anlayış tarzlarıdır. L. Lğvy -bruhl’ün deyişiyle ilkel kavimlerin bizimkine benzemeyen ve “mantıktan - önce” (prelogique) dediği bir zihniyeti vardır. Çünkü onlar bizim gibi çelişmezlik ilkesine bağlı olarak düşünmezler. Bir Bororo (klan adı) kendisini aynı zamanda hem “arara” (papağan) hem buğday sanır. Bizim zihniyetimizin temeü ise mantık, yani çelişmezlik ilkesine uygun düşünmektir. Fakat ayrıca İlkçağ kavimlerin.de mistik ve mitolojik zihniyetler vardır. Bunlar bugünkü kavimlerin birçoğunda da devam etmektedir. Çağdaş batı kültürünü ötekilerden ayıran, onun İlmî .zihniyeti olmasıdır.
Zinunî (su jet non-musulman): İslâm devletlerinde cizye ve haraçla vergiye bağlı olan ve müslüman olmayan uyruklara verilmiş isim. Tarihî olduğu kadar sosyolojik bir terimdir.
Zina (adultere): Toplumdan topluma değişen aile ve evlenme tipleri dışında, evli kadının meşru olmayan cinsî münasebette bulunması halidir. Belirli bir kültür şeklinin kurumu olan çokkocalıhk (polyan-drie) ile zinayı kanştırmamalıdır. Bazı toplumlarda zina “recm” (lincetme), taşlama şeklinde cezalandırılır.
Zindan (p r i s o n): Toplumdan ayırarak cezalandırılan kimsenin ceza süresini geçirdiği en kötü yer. Toplum şartlan geliştikçe zindan insanileşerek düzeltici ve eğitici yer halini alır. Çağdaş hapishane kavramı ile eski “zindan” kavramı arasındaki fark buradadır..
Zulüm (t y r a n n i e): Yunan sitelerinde demokrasiyi bozan ve şiddetli ve zorba yönetimi kuranlar tiran’lar olduğu için bu kelime bütün bu türlü yönetimlerde terim olmuştur. Zulüm, genel olarak toplum yönetiminde adilliğin tam karşıtıdır.
Zümre (g r o u p e): Bir toplumu meydana getiren ve her biri yine birçok fertlerden ibaret parçalara zümre denir. En basit toplumlar dahi zümrelere ayrılır: kabile fratrilerden, fratri klanlardan kurulur. Klan’da bile yaş zümreleri, başlangıç halinde bazı iş farklılaşmalarının zümreleri vardır, öyle ise toplum, zümrelerin meydana getirdiği az veya çok karmaşık ve organlaşmış bir bütündür. Organizmada ilkbirim “hücre (c el lüle), cansız maddede birim atom olduğu gibi toplumda da ilk birim “zümre” dir. — Yaş zümresi (groupe d ’ â g e): Aynı kuşaktan fertlerin birliği. Birleşik Zümre (g r o-upe compose): değişik sayıda birçok alt - zümrelerden meydana gelen zümre. A) Aile zümresi: (kandaşlık). Kandaşlık bağları birleşmenin gerektirici faktörü olan topluluktur. Bu zümre de kandaşlığın ve soyun genişleme nisbetine göre çok büyük veya çok küçük olabilir. Bk. aile, evlenme, klan, yarım kabile, soy. B) işlem zümresi (groupe fonctionnel): Aynı işlemi yapan insanlardan kurulu zümre. Meslek zümreleri, tarikatlar, klübler, ordu, ücretli askerler, v.b. gibi. C) Yerleşme zümresi (groupe de localite): komşuluk, mahalle, kamp, köy, çeşitli anlamda ev, konak, v.b. gibi. D) Eğitim zümresi (groupe d ’ e d u c at i o n): okul, Enstitü, İlmî Birlik, Akademi, v.b. gibi. E) İktisat zümresi (groupe eco-n o m i q u e): özel olarak İktisadî işlerle uğraşan zümredir. Şirket, kooperatif, sendika, korporasyon, esnaf Birliği, çarşı, v.b. gibi. — F) Siyasî zümre (groupe p o 1 i t i q u e): özel olarak siyasî işlerle uğraşan faaliyet zümresidir. Siyasî parti, Meclis, devrimci zümre, '‘ihtilâl komitesi”, v.b. gibi. — G) Dinî zümre (groupe religi-e u x): Tarikat, medrese, kilise, manastır, dinî cemaat, v.b. gibi. -— H) Eğlence zümresi (groupe de distration): Kahve, klüb, spor klûbu, izcilik, turist kafilesi, v.b. gibi. — Bunlardan başka zümreleri: a) aynı toplum tabakasına mensup kimselerden meydana gelen, b) daha geniş bir zümrenin içinde ona alttan bağlı, zaman zaman toplanıp dağıldığı için “fasılalı”, c) bir toplum içinde dil, din ve âdet gibi kültür farklariyle ayrılan “azınlık zümresi”, d) üyeleri pek az sayıda, fakat sıkıca bağlaşmış olan “ilk zümre” (groupe primaire), e) üyeleri genel olarak çok ve kalabalık ve kişiliklerinin yalnız bir yanını ilgilendiren bir “çıkar” la birbirine bağlı olanların meydana getirdiği “ikinci zümre” (groupe secondaire) diye ayırabiliriz. İlk zümrenin başlıca örneği aile, ikinci zümrenin örnekleri meslek sendikaları, İktisadî teşebbüsler, siyasî partilerdir. Temaslar onlarda çoğu kişidışı, faydacı ve dolayısiyledir. Sayıca artma bazı ilk zümreleri ikinci zümre haline getirir: köyler şehir olur, kabileler millet haline kadar yükselir.
Zümrecilik (gregarisme): Toplumda zümrelerin özerkliğine önem veren ve toplum gelişmesinin zümre bağımsızlıklarına dayanarak gerçekleşeceği fikîrini savunan görüş.
Ziimreler-arası (int ergro u p al): Bu ilişik, zümreleri birbirine bağladığı için toplumu kurucu bir rol oynar. Mesleklerarası dayanışma, sınıflararası gerginlik gibi.
Zünıre-dışı (out-group, e x t ra-group al): Bir zümrenin dışına ait olan; bu, toplumun içinde veya dışında olabilir: meslek dışında olan bir iş o mesleğin içinde bulunan topluma aittir.
Zümre-içi (intra-groupal): Böyle bir münasebet ancak zümreyi meydana getiren fertler veya kişilerin statüleri arasındadır. Bir aile, bir sanat içindeki münasebetler gibi.
Zümre içgüdüsü (i n s t i n c t grega ri e) : Bazı psikologlar toplum hayatının kökünde insan ve bir kısım hayvanlarda ortak olan “zümre içgüdüsü” nün bulunduğunu söylerler. Espinas böyle düşünenlerin başında gelir. Ayrıca Mac Dougall gibi psikologlar bu içgüdü üzerinde — yukanki aşırı iddiaya kalkmaksızm — araştırma yapmışlardır. Rabaud, J. H. Fabre, Bıiytandijk zümre içgüdüsünü araştıran bilginlerdendir. Bk. Toplum içgüdüsü.
Zorbalık (violence injuste): Dirlik ve düzeni bozacak surette toplumda baskı yapmak isteyen kimse veya kimseler ki, bazen bir çete (hande) olacak derecede çoğalır ve menfaat kliği denen zümreleri meydana getirir.
Zorlu dirlik (discipline a u t o r i t a i re): Herhangi bir disiplin şeklinden, yaptırıcı gücünü hep zora kullanarak ve çok şiddetle uygulaması bakımından ayrılır. Zorlu dirlik hükümdarlıkta olduğu zaman “istibdat” (despotisme), aristokratik yönetimde olduğu zaman “oligarşi”, Parlementolu bir yönetimde sınıf zoru halini aldığı zaman “diktatörlük” adını alır. İlkçağda zorlu dirlik kuranlar “tiran” 1ar idi.
Zorunluluk (necessite): Bu kelimenin “zor” la ilgisi olmadığı için kullanmadan çekinenler vardır. Fakat tabiat olguları arasında sebep-lik bağının “ister istemez” olacağını söylemek onlarda eserin meydana gelmesine doğru bir çeşit zorlama olduğunu gösterir. Zorunluluğun bulunması, olguların bir kanuna göre işlemesinin gerekli olduğunu gösterdiği için, böylece “gerekirlik” (determination) fikrine ulaşırız. Kanunun gerekir olduğu fikrini savunduğumuz için de, toplum olguları alanında “gerekircilik” (determinisme) vardır demek istiyoruz. [Güç ve güçlük kelimelerini difficile ve difficulte karşılığı kullanıyoruz.]
Zorunsuzluk (contingence): Eskiden bu kelimenin karşılığı yoktu. Arapçada “possibilite” ve “contingence” kavramlarım aynı “imkân” kelimesiyle karşılıyorlardı. Bu da büyük karışıklığa meydan veriyordu. Halbuki birincisi sırf mantık, İkincisi tabiat olgularına ait birer kavramdır. Meselâ toplum olgularında imkân’dan değil, zo-runsuzluktah sözedilebilir. Bu da onların sebeplik zincirinde kesin bir zorlamaya bağlı olmadıklarını ve olduklarından başka türlü de olabileceklerini söylemek demektir.
SOSYOLOGLAR CETVELİ
Adler, Max. -— (1873-1937): Avusturya Marxçılığınm başlıca temsilcisi. Bazı eserleri: Marx als Denker: 1908; Das soziologische in Kants Erkenntniskritik, 1924; Soziologie und Erkenntniskritik, 1925; Das Ratzel der Geselschaft, 1936.
Adonıo, Th. W. 1903 de Frankfurt’da doğdu. Felsefe ve sosyoloji tahsil etti. Başlıca eserleri Yeni Müzik tarihi (1949), Otoriter kişilikler (1950), Askerî Ahlâk (1951), Kulturkritik und Geselschaft (1955), Hegel felsefesinin manzaraları (1957) dir.
Ahmet, Cevdet (1822 -1895): Lofçada doğdu, İstanbulda öldü. Tanınmış devlet adamı, tarihçi ve sosyolog. İbn Haldun’un “Mukaddime” sini arapçadan başka dile ilk çevirisini yaptı. İslâm kanunlarım tetkik ederek “Mecelle” yi vücude getirdi. “Tezâkir” adlı eserinde Türkiye’nin toplum problemlerini inceledi.
Allier, Raoul (1862 -1940): Paris protestan Theologie Fakültesinde fahri dekanlık yaptı. L. Levy - Bruhl’ün prelogique fikrini tenkid etti. Başlıca eserleri: Les non civilises et nous (1928), Magie et Religion (1935), La Psychologie de la Conversion chez les peuples non - civilises (1925), v.b. dır.
Allport, G. W. (1897): Kuzey Amerikalı toplum psikologu. 1942 den beri Harvard üniversitesinde psikoloji profesörü. Başlıca eserleri: The Psychology of Radio, 1935; Personality, a psychological interpreta-tion, 1937; Psychology of Rumor, 1947; Tensions et conflits, etudes de psychologie sociale, 1951.
Anderson, Niels (1889): Kuzey Amerikalı sosyolog. Başlıca yayınlan: Men on Move, 1939; Urban soeiology, 1930; Recherches sur la fa-mille, 1956; The Urban community, 1959.
Angel, Robert, 1899 da Michigan’da doğdu. Bu şehrin üniversitesinde doçent ve prof. oldu. 1949 da Unesco himayesiyle kurulan Milletlerarası Sosyoloji Birliğinin 1952 - 56 da başkanlığım yaptı. Fikirleri Cooley’in tesiri altında gelişti. Başlıca eserleri The Campus (1928) , The Family Encounters, the Depression (1936), The Integration of American Society (1941), The Moral Integration of American Cities (1951) dir.
Aron, E. (1905): Fransız sosyologu ve publiciste yazarı. 1955 den beri Sor-bonne’da profesör. Başlıca eserleri: Sociologie des socıetes industriel-les, 1959; La societc industrielle et la guerre, 1960; Le developpement de la societe industrielle et la stratification sociale, 1956.
Azevedo, Fr. (1894): Brezilyalı sosyolog ve pedagog. Eserlerinden baş-lıcası: Sociologia educational, 1940.
Bachofen, J. Jakob (1815 -1887): İsviçreli hukukçu ve tarihçi, Basel üniversitesinde Roma hukuku profesörü. En tanınmış eseri Das Mu-terrecht, eine Untersuchung über die Gynâkokratie der alten Welt nach ihrer religiösen und rechtlichen Natur’dır.
Bagehot, W. (1826-1877): İngiliz iktisatçı ve sosyologu. Londra üniversitesinde profesör (1844), Physics and Politics adlı eseri Lois scientifigues du developpement des nations adı ile fransızcaya çevrilmiştir (1873).
Bakunin, ÎL (1818-1876) : Rus sosyal filozofudur. Ona göre, o devirdeki birçok sosyologda olduğu gibi, toplumlar uzviyetlerdir. Toplum kanunlarının köklerini uzvi kanunlarda aramalıdır. Eserleri, Gesam-melte Werke adı ile üç cilt halinde çıkmıştır.
Balaider, G. 1921 de Aillevülers’de doğdu. 1942 de Institut d’Ethnologie’-den mezun oldu. Kuzey Afrika sosyolojik tetkiklerine kendini verdi. Marcel Mauss, Max Weber, Marx tesirleri ile fikirleri gelişti. Başlıca eserleri Sociologie de l’Afrique Noire (1955), Le Tiers Monde (1956), Sociologie et Ethnologie (dans le Traite de Gurvitch, 1958), Sociologie des regions sous - developpees, v.b. dır.
Baldus, H. (1899): Brezilya etnoloğu.
Barnes, H. E. (1889) : Kuzey Amerikalı sosyolog. Clark üniversitesinde profesör, daha sonra başka üniversitelerde çalıştı. Başlıca eserleri: Soeiology befçre Comte, 1917; Soeiology and Political Theory, 1923; Historîcal Soeiology, 1948; New Horizons in Criminology, 1951 dir.
Barth, P. (1858 -1922): Alman pedagog ve sosyal filozofu. Başlıca eseri: Die Philosophie der Geschiehte als Soziologie, 1897.
Bastian, A. (1826-1905) : Tanınmış alman etnoloğu. Der Menseli in der Geschiehte, 1860, Allgemeine Grundzüge der Ethnologie, 1884, başlıca eserleridir.
Bastide, R. (1898): Fransız sosyologu. Başlıca eserleri: Elements de Soci-ologie religieuse, 1956; La sociologie en Amerique latine, 1945; So-ciologie et psychanalyse, 1950; Les relrgions africaines au Bresil; v.b.
Bayet, A. (1880): Fransız sosyologu ve ahlâkçısı. Önemli eserleri: La Science des faits moraux, 1924; La morale et la Science, 1936; Eloge de la laîcite, 1952.
Becker, Howard, 1899 da doğdu. Max Scheler’in fenomenolojik görüşünün etkisi altında kaldı. Max Weber, Durkheim, Halbwachs ve Tön-nies ile fikirlerini geliştirdi. Esaslı tetkik konusu Bilgi sosyolojisi idi. Başlıca eserleri: Social Though from Lore to Science (1952), Through Values to Social Interpretation: Actions, Types and Pros-pects (1950), Max Schelers Sociology of Knowledge (1942), The Sociology of knowledge, v.b. dır.
Benedict, Ruth (1887 -1949): Kuzey Amerika kültür antropologu. Pat-tern of Culture, 1934, Zuni Mythology, 1934; The Chrysanthemum and the Sword, 1946, başlıca eserleridir.
Benes, Ed. (1884-1948): Çek Devlet adamı: Le Probleme autrichien et la question tcheque, 1908.
Bernsdorf, W. (1908): Alman sosyologu. Başlıca eseri: Soziologen Lexi-kon.
Bemstein, Ed. (1850: - 1932): Berlin’de bir lokomotimçinin oğlu idi. Marx’m sınıf mücadelesi teorisi üzerinde çalıştı. Orta sınıfların derece derece silindiği şeklindeki Marx’m izahını tenkit etti ve bu görüşte esaslı düzeltmeler yapılabileceğini gösterdi. Başlıca eserleri: Die heutige Sozialdemokratie in Theorie und Praxis (1906, 1917) Völ-kerrecht und Völkerpolitik (1919), Der Sozialismus einst und jetzt, (1922), v.b. dır.
Berr, Henri (1863-1954): 1900 da Revue de Synthese historique’i kurdu. 1920 de Evolution de l’Humanite adı altında büyük tarih serisini hazırladı. Bu seride her cilt ayrı biryazar tarafından yazılmakla birlikte sentezde H. Berr’in sosyolojik tarihî sentez fikri hâkimdi.
Beveridge, W. H. 1879 da doğmuş İngiliz iktisatçısıdır. 1946 dan beri Lord unvanını aldı. London School of Economics de müdürlük yaptı. İşsizlik, Endüstri problemi, Aile hayatında değişmeler, Hür bir toplumda Tam iş, İktidar ve tesir adlı eserleri, fakat asıl kendi adı ile tanınmış İktisadî Plan’ı vardır.
Blaha, I. A. (1879 -1960): Çek sosyoloğu ve Mazarik’in öğrencisidir. Le village, etüde sociologique 1924; Societe paysanne et ouvriere, 1925; La vie envisagee de point de vue sociologique, 1949, v.b. gibi eserleri vardır.
Biondel, Ch. (1876 -1939): Fransız sosyal psikologu. Aslında psikiatri doktorudur. Durkheim metoduna göre sosyoloji ile Bergson felsefelerinden mülhem olarak Paris akıl hastanesinde birçok vakaları ferdî ruh ve toplum şuurunun sınırlarını belirtmek için inceledi. Başlıca eseri: La Conscience morbide, 1916, dır. (La mentalite primitive, La psychologie collective adlı eserleri de vardır).
Boas, F. (1859 -1942): Kuzey Amerika antropologu. Colombia üniversitesinde antropoloji profesörü oldu. The Mind of primitive Man, 1911 ve 1938; Kültür und Rasse, 1914, The Methods of Etnology, 1920, Race, Language and Culture, 1940, başlıca eserleridir.
Bogdanovv, A. A. (1873 -1928): Rus marxist filozof ve sosyologu. Bu teorinin esaslarında bazı rötuşlar yaptı. Fikirleri Tektologie adı ile tanınmıştır. Sonradan Deborine tarafından tenkit edildi. Başlıca eseri Allgemeine Organisationslehre: Tektologie, 1925 - 29, 3 Bânde’dir. Die Entvvicklungsformen der Geselschaft und die Wissenschaft almanca olarak çıkmış tır (1924).
Bogardus, E. S. (1882): Kuzey Amerikalı sosyolog ve antropolog. Im-migration and Race Attitudes 1928; Sociology, 1934 ve 1949; Social Life and Personality, 1938; The making of Public Opinion, 1950 en önemli eserleridir.
Booth, Ch. (1840 -1916): Le Play metoduna uygun deneye dayanan araştırmaları Ingiltere’de ilk kullanan sosyologdur. Londra şehri üzerindeki 17 ciltlik büyük eseri ile yeni bir çığır açmıştır.
Bougle, C. (1870 -1940); Durkheim ekolünden ve onun metoduna tam uygun araştırmalar yapmış bir fransız sosyologudur. Başlıca eserleri Les Idees egalitaires, 1899, La Democratie devant la Science,. 1903, Essai sur le Regime des Castes, 1908; Evolution des valeurs, 1922, De la sociologie â l’action sociale, 1923, v.b. dır.
Boukharine, N. (188 -1938): Marxçı eğilimde Rus sosyoloğudur. Bu eğilimi ilk dafa bir sistematik sosyoloji kitabı haline getirmeyi düşündü, ve burada Durkheim’a ve Stammler, Simmel gibi alman sosyologlarına hücum etti. Resmî sosyolog sayılırken sonradan Staline’in hücumuna uğradı ve hayatını kaybetti.
Breisig, K. (1866 -1940): Alman felsefe tarihçisi: başlıca eseri Der Stu-fenbau die Gasetze der Weltgeschichte, 1907; Geschichte der Mens-chheit, 1907.
Brinkmann, E. (1885 -1955): Alman sosyologu. En son eseri Die soziolo-gische Dimension der Fachıvissenschaft’dır. Birçok kitabında Devlet ve toplum problemini incelemiştir.
Bunge, C. (1875 -1918): Arjantinli hukukçu ve sosyologdur. Buenos Aires üniversitesinde profesör idi. “Ferdî ve sosyal psikoloji ilkeleri”, 1903, “Hukuk teorisi”, 1915, “Bizim Amerikamız” 1918 başlıca eserleridir. Bunge, “Hukuk kuvvettir” düsturunu savunan bir teori ileri sürdü.
Bnreau, Paul (1865 -1923): Le Play’nin Science sociale çığırını geliştiren ve bu çığırın metod problemi ile uğraşan bir sosyologdur. Norveç köylüsü üzerindeki monografisi ile mühim bir adım attı. Iııtroduction â la methode sociologique (923) çeşitli sosyoloji cereyanlarına karşı Science Sociale’ı savunmaktadır.
Burgess, E. W. (1886): Amerikan Sosyoloji Derneği Başkanlığı yaptı. The Function of socialization in social evolution, 1916, Park la birlikte Sociology, 1921; The Urban Community, 1926, Environment and ’ Education, 1924; v.b. başlıca eserleridir.
Bücher, K. (1847 -1930): Alman iktisatçısı ve sosyologu. “İktisadî seviyeler” teorisini kurmuştur. Arbeit und Rythmus adlı eserinde çok dikkate değer bir iş ve sanat teorisi ileri sürdü. Buna göre birçok il-' kel kavimler işlerini şarkı ile ve bîr ritm içinde yapmaktadırlar. Bu suretle hem işi kolaylaştırıyorlar, hem iş hayatı içinde sanat doğuyor.
Bülow, F. 1890 da Hamburg’da doğdu. Leibzig’de Wundt, Volkelt, Win-delband, Bücher, Eulenburg’dan sosyoloji tahsil etti. 1937 de Berlin üniversitesinde doçent, 1940 da aynı üniversitede sosyal iktisat profesörü oldu. îş seçimi, sefalet, sosyalizm, fertçilik problemleri ile uğraştı.
Carli, Filippo (1876 -1938): Gumplovvicz ve L. von Wiese’nin tesiri ile sosyolojiyi umumî sosyal olgular ilmi değil, sosyal münasebetler ilmi olarak anlamakta ve münasebet fikrini derinleştirmektedir.
Cassirer, E. (1874 -1945): Almanya’da Cohen tarafından kurulmuş ve Natorp tarafından geliştirilmiş olan Marburg felsefe cereyanı içinde yetişti. Fakat öncekilerden, sosyolojiye doğru fikirlerinin gelişmesi ile ayrıldı. Başlıca eserleri: Philosophie der symbolischen Formen (1923-1929), Zur Logik der Kultunvissenschaften (1942), Essay of Man (1949), The Myth of the State (1946) dır.
Chalupny, E. (1879 - ): Tanınmış Çek sosyoloğu ve Devlet adamıdır.
• Mazarik ekolündendir. Introduction â la sociologie, 1905; Systeme de sociologie, (15 vols. 1916 -1929) nin fransızca bir özeti olan Pre-cis de sociologie. 1930 bu dilde yayınlanmış kitaplardır. Sosyolojide özelliği sübjektif metodu kullanması ve Aug. Comte sınıflamasında konkre ilim olan kozmografyayı dışarda bırakmasıdır.
Champault, Philippe: Science Sociale dergisinde bu ekolün esaslarına göre tarihî metodu geliştirdi. Le Play’den bu güne kadar ekolün fikrî evrimini gösteren yazılar yayınladı.
Cohen, M. (1884): Fransız dilcisi ve sosyologudur. Pour une sociologie du langage adlı kitabında linguistik’e dair araştırmalarını sosyoloji yönüne doğru götürdü.
Condorcet, (1743 -1794): 18 inci yüzyılda henüz sosyoloji kelimesi yokken toplum olaylarını incelemeye başlayan ilk fikir adamlarındandır. Saint Simon ve Proudhon ile beraber bu bakımdan sosyolojinin öncüsü sayılabilir. Başlıca eseri Esguisse d’un tableau historique des progres de l’esprit humain’dir (ük basılışı 1883).
Comte, Aug. (1793-1857): Pozitivizm diye tanınan felsefenin, aynı zamanda sosyolojinin kurucusu olan Aug. Comte Cours de Philosophie Positive adlı büyük eserinin son üç cildini sosyolojiye ayırmış olduğu gibi ayrıca Systeme de Politique Positive adlı daha sonraki eserinde bir tarih felsefesi ve sisteminin sonucu olan bir siyasî felsefe yapmaktadır. Aug. Comte’un sosyolojisinin birçok detayı sonradan bırakılmış olmakla birlikte, ana fikirleri kalmıştır. En çok üzerinde durduğu nokta toplum olgularının en karmaşık olgular oldukları için daha önceki olguların incelenmesine bağlı olduğunu söylemesi, biyolojiden sosyolojiye geçerken metodu sübjektif olan psikolojiye ilimler sınıflamasında yer vermemesidir. Comte’a göre toplum olguları “statik” ve “dinamik” olarak iki tarzda incelenmelidir.
Cooley, Ch. H. (1867 -1929): Kuzey Amerikalı sosyolog, Birleşik Amerika’da sosyolojinin önderlerinden biridir. İlk defa Birinci zümreler ile ikinci zümreleri ayırdı. Human Natur and social Organization, 1909, Social Process, 1918, Sociological Theory and social Research, 1930 adlı eserleri önemlidir.
Comejo, M. (1870 -1942): Devlet adamı ve sosyologdur. Lima üniversitesinde profesör idi. 1911 de fransızcası çıkmış olan Sociologie Generale adlı eseri en önemlisidir.
Cosentini, F. (1870): Napoli üniversitesinde profesör oldm La sociologie genetique adh eserinde kendi fikirlerini açıklamaktadır.
Coste, Adolphe (1842 -1901): Fransız iktisatçı ve sosyoloğu. Sosyometri terimini ilk kullananlardandır. Sosyolojiye ait görüşlerini Principes d’une sociologie objective 1899, adh kitapta topladı.
Cuvillicr, Armand. 1887 de Paris’de doğdu. Devamlı olarak lise felsefe ve sosyoloji öğretmenliği yaptı. Bu arada bir süre Sorbonne’da öğretim görevlisi oldu. Manuel de Sociologie adlı eseri ile sosyolojik araştırmalar için en geniş bibliyografyayı ve malzemeyi vermiştir. Intro-duction â la Sociologie ve Problemes actuels de la Sociologie bunu tamamlamakta, Manuel de Sociologie’din 3. cildini yayınlamaktadır, ki, bu suretle kitap fransızcada en etraflı manüel oluyor.
Cünow, H. (1862 -1936): Alman etnolog ve siyasî felsefecisi. Berlin üniversitesinde profesör ve Etnoloji müzesi müdürü idi. Başlıca eserleri ilkel kavimlere ait araştırmalarıdır.
Czarnovvski, S. S. (1879 -1937): PolonyalI sosyolog olup Berlin’de Sim-mel’in öğrencisi oldu. Sonradan Fransada yerleşti ve Durkheim’m çıkardığı Annee sociologique de yazdı. Onun metodunu benimseyerek Le culte des heros: Saint Patrick adlı monografiyi yayınladı.
D
Demolins, Ed, (1852-1907): Le Play’nin Science sociale diye tanınan çığırında deneyli araştırmalar yapmış ve monografi metodunu ilerletmiş bir fransız sosyoloğudur. Science Sociale dergisinin yöneticisi idi ve bu çığırın fikirlerini uygulamakta olan Ecole des Roches’u kurdu. A quoi tient la superiorite des anglo-saxons?, 1897; Comment la route cree le type social 1901; La classifiication sociale, 1905; başlıca eserleridir. Bunlardan birinci ve İkincisi Prens Sabahattin’in açtığı “Meslekî İçtimaî” çığın içinde türkçeye çevrilmiştir. Demolins’den bu Meslek taraflıları çok bahsettiler. Ingiltere’ye ait araştırmasını Prens Sabahattin’in teşviki ile yazmıştı.
Davis, Kingsley (1908): Kuzey Amerikalı sosyolog. Başlıca eserleri Pri-mitive Kinship and social Organization, Mariage and the Family, Mental hygiene and class structure, World population in transition’dır.
Davy, G. (1883): Durkheim ekolünden fransız sosyoloğudur. Son görevi sorbonne sosyoloji profesörlüğü idi. Başlıca eserleri: La foi juree, 1922; Le Droit, l’idealisme. et l’experience, 1922, Des clans aux Empi-res, 1924, Sociologie politique, Sociologues d’hier et d’aujourd’hui, 1931 dir.
De Greef, G. (1842 -1924): Belçikalı sosyolog, Bruxelles’de sosyoloji profesörü oldu. Introluction â la sociologie, Le transformisme social, La strusture generale des societes adh eserleri yazdı. Durkheim’dan önceki kuşağa ait olduğu için kendisinde henüz sosyolojinin bağımsız meotları tam olarak belirmemiştir.
Deniker, 3. (1852 -1918): Fransız ahtropoloğu olup başlıca ırklar sınıflaması ile tanınmıştır. Les races de l’Europe, Race et Peuples de la terre başlıca eserleridir.
De Man, Hendrik (1885 -1953): Belçikalı sosyal psikolog ve siyaset adamıdır. La Psychologie du Socialisme, La erişe de socialisme (1927), Massen und Führer (1932), Nationalisme et socialisme (1932), Le Plan du travail (1934) başlıca eserleridir.
De Man. H.: Marxçı olarak başlayan Belçikalı iktisatçı ve sosyologu. Fakat işçiler arasında yaptığı monografik anket metodu neticesinde Marx görüşünü aştı. Başlıca eserleri Au delâ du marxisme, La joie au travail, Les Masses, v.b. dır.
Descamps, P. (1872 -1934): Fransa, İngiltere, Almanya ve Portekiz’de anketler yapmış Le Play ekolünden bir fransız sosyologudur. Lis-bonne üniversitesinde profesör oldu. Başlıca eserleri: La formation sociale de l’Anglais moderne, Le Prussien modeme, Etat social des peuples sauvages, La sociologie experimentale’dir. Bu son kitabının ilk yansı türkçeye çevrilmiştir. Mesleki İçtimaî dergisini çıkaran Mehmet Ali Şevki ondan çok bahs etti ve 1938 - 40 arasında İstanbul üniversitesinde öğretim görevlisi olarak bu kitabı okuttu. Portekiz diktatörü Salazar kendisini devlet işlerinde rehber olacak bir monografi yazmaya memur etti. Bu suretle Le Portugal adlı eseri meydana geldi.
Dewey, J. (1859 -1952): Pragmatist filozof ve tanınmış eğitim ve pedagoji bilgini olan Dewey, birçok kitaplarında sosyoloji problemlerine de dokunmaktadır. Avni Başman tarafından bazı eserleri çevrilmiştir.
Dodd, Stuart C. 1900 de Kayseri’ye yakın Talas’da doğmuştur. Oradaki Amerikan koleji hocalarından birinin oğludur. Yedi yaşma kadar Türkiye’de yaşadığı için ana dili türkçe idi. Sonradan babasiyle Amerika’ya gitti ve Washington üniversitesinde profesör oldu. Systematic Social Science (1947), Dimension of Society (1948), Studies on In-teraetions (1954), Technigues for World Polis (1956) adlı eserleri vardır. ' :
Dufrenne, Mikel, 1910 da doğdu. Fransız filozof ve sosyologu. Fenome-noloji ve felsefî antropoloji eğilimi fikirlerinde hâkimdir. Sanat fcifesine dair etraflı kitabından sonra, Personnalitç de base adlı eseri ile Kardiner ve başka Amerikan sosyal psikologu ve antropoğunun araştırmalarını tanıttı, Pour l’Homme adlı son kitabında Structuralis-me çığırma ve başlıca Levi - Strauss’a karşı vaziyet aldı.
Duguit, Leon (1859 -1928) Fransız hukukçusu. Klasik görüşten ayrılarak ilk sosyolojik eğilimi hukuk araştırmalarına sokanlardandır. Le droit social, le droit individuel et la transformation de l’Etat (908) Sou-verainte et liberte başlıca eseridir. Davy, Gurvitch, Eisermann ondan bahsetmekte ve sosyolojik hukuk görüşüne hizmetini belirtmektedirler. Uzun zaman Bordeaux’da profesör oldu.
Dumezil, G. (1898): Meillet’nin öğrencisi ve onun yerine College de Fran-ce da filoloji profesörü oldu. Dumezil meslek hayatının başlarında İstanbul İlahiyat Fakültesinde dinler tarihi profesörlüğü yaptı. Doktora tezi olan Festin d’immortalite ile ün kazandı. Eserlerinden çoğu birçok kavimlerin mitolojilerine aittir.
Dunkmann, K. (1868 -1932): Alman sosyoloğu ve sosyal filozofu. Berlin Technische Hohschule de profesör. Archiv für angeıvandte Soziolo-gie (uygulanmış sosyoloji arşivi) ni ölümüne kadar idare etti. Bu konudaki yayınları bugün de değerini saklamaktadır.
Duprat, G. L. (1872 -1956) Fransız sosyoloğu. Önce Tıp sonra felsefe tahsil etti. Gaston Richard ile birlikte Revue Internationale de so-ciologie de çalıştı. Başlıca eserleri: Morphologie des faits sociaux (1899), Les causes sociales de la folie (1900), Le Mensonge 1903, Essai de psychologie sociale (1918), Essai d’un traite de sociologie (1936), v.b. dır.
Dupreel, Eug. (1879 - ): Bruxelles üniversitesinde profesör idi. Le
pluralisme sociologique, Sociologie generale, Esquisse d’une philo-sophie des valeurs, v.b. eserleri vardır. Dupreel, toplumda kolektif tasavvur ve baskıdan önce sosyal bağlantılar (rapports) ın esas rolü olduğunu söylediği için Durkheim sosyolojisinden ayrılır ve bunu ifade için de kendi görüşüne “pluralisme sociologique” der.
Durkheim, E. (1858 -1917): Comte’dan sonra Avrupa’da en çok etki yapan fransız sosyologudur. Bordeaux’da pedagoji profesörü iken Sor-bonne’a aynı dersi okutmak için çağrılmış, sonradan bunu sosyoloji dersi haline koymuştur. Durkheim sosyolojiye keshı ilim metodu getirdi ve bu metoda uygun olarak derin araştırmalar yaptı. O vakte kadar fizik, biyoloji, psikoloji etkileri altında iken bu ilmin bağımsız olarak araştırma yapmasını sağladı. Başlıca eserleri: Regles de la methode sociologique, De la division du travail social, Le Suicide, Les formes elementaires de la vie religieuse, Sociologie et philo-sophie’dir. Ölümüne kadar yayınladığı Annce Sociologique’de açtığı yeni çığın yayan pek çok araştırma neşretti. Fransa’da ve başlıca Türkiye’de en derin iz bırakmış olan sosyologdur. Gökalp Türkiye’de onun izinden gitti. . . .
E
Elvvood, Ch. A. (1873 -1946): Kuzey Amerikalı sosyolog. Başlıca eseri Society and its psychological aspect’de Durkheim’m kesin toplumculuğuna karşı toplumla fert arasında iki manzara halinde birbirini tamamlayan ilişik görmektedir. Elwood bu bakımdan G. Mead’in görüşüne çok yakındır.
Engels, Fr. (1820 -1895): Alman iktisatçısı ve devlet adamı. Marx’m iktisat ve toplum görüşünü benimsemiş olan Engels onun fikirlerini felsefe açısından savunmaya ve tamamlamaya çalıştı. “Aile, mülk ve devletin doğuşu” adlı kitabı türkçeye çevrilmiştir. Feuerbach adlı eseri Marxçılığa dayanan bir tenkittir. Ölümünden sonra “Tabiat diyalektiği” adlı eseri yayınlanmıştır. Dayandığı etnoloji araştırmalarının bugün değeri kalmadığı için hükümlerine güvenilemez.
Espinas, A. V. (1844-1922): Fransız sosyoloğu, en sonra Sorbonne’da profesör. Des Societes animales adlı eserinde toplamların köklerini hayvan hayatmda ve içgüdülerinde aradı. Biyolojist denen ekoldendir. O sırada henüz Durkheim’m toplum olgularına ait türsel karakterleri göz önüne alma kuralı ileri sürülmüş değildi.
Essertier, D. (1889 -1931): Fransız sosyoloğu. Poitiers de ve Kahire’de-felsefe okuttu. Bergson’un psikolojisi yardımiyle sosyolojiyi yenileştirmeye çalıştı, Durkheim ve Levy - Bruhl’e karşı vaziyet aldı. Sosyoloji ile psikoloji arasında hudut problemi ile uğraştı. Başlıca eseri Les formes elementaires de l’explication (1927), Psychologie et so-ciologie (1927) dir.
Eubank, E. E. (1887 -1945): Kuzey Amerikalı sosyolog. 1941 den beri Cincinatti üniversitesinde profesör oldu. Aile sosyolojisine, nüfus olgularına ait araştırmalar yaptı. The concepts of sociology adlı kitapta temel fikirlerini topladı.
F
Farabî, (870-950): Türk filozof ve bilgini. Devlet teorisine ait fikirlerini' “Erdemli Medine’ye dair düşünceler” ve “Site siyaseti” adlı kitaplarında ifade etmiştir. Fikirlerini Platon’a borçlu olmakla beraber kendi fikirlerini de katmıştır. Eserlerini arapça yazmıştır. Buharada. doğdu ve Halepte yaşadı, gamda öldü.
Fauconnet, P. (1874-1938): Durkheim ekolünden bir transız sosyologudur. Toulouse üniversitesinde profesör oldu, sonra Sorbonne’a geçti. Annee sociologique’de Durkheim metoduna göre araştırmalar yayınladı. En dikkate değer eseri La Responsabilite (sorumluluk) adlı kitabıdır, burada hukuk ve ahlâk alanlarındaki sorumluluğun ilkel toplumlardaki kolektif şeklinden başlayarak toplum evrimine göre gittikçe nasü ferdileştiğini anlatmaktadır.
Ferri, E. (1856 -1929): İtalyan cezacısıdır. Turin, Bologne, Bruxelles ve Roma üniversitelerinde profesörlük yaptı. Lombroso ile birlikte kri-minoloji’ye yeni bir yön verdi. Ceza sosyolojisinin kurucusu sayılır. Fakat Lombroso gibi suçun doğuştan geldiği, yani ırk ve organizm vasıflarına bağlı olduğunu söylediği için, bu antropolojik görüşle asıl sosyolojik açıklamadan çok uzakta kalmaktadır. La sociologia cri-minale (1884) adlı kitabı böyle tanınmasına sebep olmuştur.
Firfch, E. W. (1901): Yeni Zelandah antropolog, önce Sidney sonra Londra üniversitesinde profesör. Yeni Zelanda, Salomon ve Malezya’da araştırmalar yaptı. Human types, 1930: Primitive Economics of the New Zeland Maori, 1939; Elements of the social Organization 1952; Social Organization and social Change, 1954 başlıca eserleridir.
Fortune, E. (1903): Yeni Zelandah antropolog, Avustralya hükümetinin yardımı ile birçok “anket” 1er yaptı. Başlıca eserleri Manus Language, Omaha secret society, The future of African languages, Arapesh.
Fouiliee, A. (1838-1912): Fransız filozofu ve sosyoloğu. “Idee-force” teorisiyle geçen yüzyıl sonunda Durkheim’dan önce büyük etki yapmıştı. Gökalp ilk fikirlerinde ona bağlı idi ve ölümüne kadar bu tesir kaybolmamıştır. Les elements sociologiques de la morale, Le socia-lisme et la sociologie reformiste adlı eserlerinde asıl sosyolojiye girer.
Frazer, J. G. (1854 -1940): Tanınmış İngiliz antropoloğu, animizm teorisinin kurucularından. Totemism, Golden Bough,, Totemism and Exo-gamy gibi çok önemli eserlerin sahibidir. Durkheim’m şiddetli hücumuna uğramakla birlikte bugün de taraflıları vardır.
Frazer, E. F. 1894 de Baltimore’da doğdu. Giddings ve Park’m tesiri ile yetişti. Fakat başlıca araştırma konusu ırk ve kültür münasebetleri idi. Kültürleşmiş bir kurum olarak aileyi inceledi. “Birleşik Amerika’da zenci ailesi” (1939) ve “Birleşik Amerika’da zenciler” (1949), başlıca tetkikleridir.
Freyer, Hans, 1887 de Leipzig de doğmuş bir alman sosyologudur. Orijinal görüşü yoksa da, bu yüzyıl başmda ahnanya’da hüküm süren • Simmel ve von Wiese’nin şekilci sosyolojisine karşı toplumu muhtevası ile ayn bir gerçek olarak ele almak zaruretini göstermesi bakımından rol oynamıştır. Başlıca Tönnies, Pareto ve Durkheim’m fikirlerine dayanmaktadır. Fikirlerini Soziologie als Wirklichkeitslehre adlı eserinde toplamıştır. Ankara üniversitesinde birkaç yıl kadar misafir profesörlük yaptı.
Freud, S. (1856 -1941): Psikanaliz teorisinin kurucusu AvusturyalI tanınmış ruh hekimi ve psikolog ise de sosyoloji ile ilgili eserleri de vardır. Bunlarda Freud birçok ilkel kültür ve toplum olgularım psikanaliz ile açıklama iddiasındadır. Başlıcaları Totem und Tabu 1924, Psychologie collective et analyse de moi (fransızcası), Das Unbe-hagen in der Kültür 1929 dır.
Friedmann, G. (1902): Fransız sosyologu. 1930 da Plan dergisini çıkardı. Sonradan kendisini Endüstri sosyolojisine verdi. Bu konuda 2 ciltlik büyük eseri verdi. P. Naville ile birlikte Revue de sociologie du Travail’ı çıkarmaktadır.
Frobenius, Leo (1873 -1938): Alman etnologu ve araştırıcısı. Afrika’da etnografya araştırmaları yaptı. Frankfurt’da profesör idi. Die Ursprung der afrikanischen Kültür, Problem der Kültür en önemli eserleridir. Kültür değişmelerinin yayılma suretiyle meydana geldiği şeklindeki diffusionisme teorisinin kurucularındandır.
Fromm, E. (1900): Alman psikanalisti, sonradan Amerikaya yerleşti. Freud’çıhk ile Marxçıhğm bir sentezini yapmağa çalıştı. Individual and social Origins of Neurosis başlıca eseridir.
G
Gallup, G. H. (1901): Kuzey Amerikalı statistikçi. Psikoloji ve sosyolojide kullanılan yeni ölçme metodlari buldu. The Pulse of Democraty; A Guide to Public Opinion adh eserlerinde kendi ölçme metodunun ululanma şeklini gösterdi.
Gehlen, A. (1904): Alman antropolog ve sosyologu. İnsanın kökleri hakkında Danwincilikte değişme yapan yeni görüşlerden faydalandı, bu tesirle teknik ve endüstri sosyolojisine dair eserler verdi. En önemli eseri Der Mensch, seine Natur und seine Stellung in der Welt’dir (1950). 1954 de İstanbul üniversitesine gelerek bu konuda bir seri konferans vermiş, bunlar “İnsan” adı ile yayınlanmıştır.
Geiger, Th. (1891 -1952): Alman sosyoloğu. Sonradan Danimarka’da profesörlük yapmıştır. Tönnies’in Cemaat ve Toplum fikirleri tize-rinde durdu ve bunları zümrenin iki manzarası olarak açıkladı. Die Masse und ihre Aktion 1926 en önemli eseridir.
Giddings, G. H. (1855 -1931): Kuzey Amerikalı sosyolog. Spencer ve antropogeograflann etkisiyle yetişti. Statistik metodunu kullandı. The Principle of sociology 1897, fransızca çevirisi ile birlikte Durk-heim’dan önce iz bırakmış olan önemli eserlerdendir.
Gini, Corrado ((1884 -1964): Tanınmış İtalyan istatistikçi ve demografı. Sosyolojide Pareto’nun tesiri altında idi. Demografik faktörün toplumda hâkim olduğu tezini savunuyordu. 1952 de İstanbul üniversitesinde bir seri konferans verdi.
Ginsberg, Morris, 1889 da doğmuş İngiliz sosyoloğudur. Hobhouse’dan sonra London School of Economics de sosyoloji okuttu. Gerek bu zatın gerek Westermarck’m yollarından gitti. Bugün tek İngiliz sosyologu sayılıyor. Başhca eserleri: The Materiel Culture and Social Institutions of the simpler Peoples (1915), Sociology (1934), Reason and Unreason in Society (1947), v.b. dır.
Gökalp, Z. (1875 -1924): Türk sosyologu. Spencer ve Tarde’m fikirlerini tenkid etti. Önce Fouillee’ye bağlı idi. Sonra Durkheim’in etkisi daha üstün geldi. Aile sosyolojisi, hukuk sosyolojisi üzerinde araştırmalar yaptı (Yeni Mecmua, İslâm Mecmuası). Türkiye’de modernleşme fikirlerinin yerleşmesinde büyük tesiri oldu. Türk uygarlığı tarihini Durkheim sosyolojisine göre incelemeye çalıştı.
Goldenweiser, A. (1880 -1942): Rus asıllı Kuzey Amerika sosyologu ve antropologu. Totemism ve Exogami, ilkel kültürler üzerinde Durkheim’in fikirlerinden çok ayrılan araştırmalar yaptı. Fikirleri türk ilim çevresinde tanınmamıştır.
Graebner, F. (1877 -1934): Alman etnologu. Bonn ve Köln üniversitelerinde etnoloji profesörlüğü yaptı. “Kültür havzaları” teorisinin kurucularındandır. Ethnologie; Das Weltbild der Primitiven adh eserleri en önemlileridir.
Granet, M. (1884 -1940): Fransız sosyolog ve tarihçisi. Durkheim ekolü metodlarına uygun olarak Çin tarih ve toplumu üzerinde araştırmalar yaptı. Başlıca eserleri Fetes et danses anciennes de la Chine, 1919, La religion des chinois, 1922, La Pensle chinoise, 1934 dır.
Gumplowicz, L. AvusturyalI hukukçu ve sosyolog. Devlet üzerindeki sos-
< yolojik teorisi ile tanındı. Darvinciliği ırkların savaşması fikrine tatbik etti. Der Rassenkampf, Grundriss der Soziologie başhca eserleridir. (1838-1909).
Gunûtch, G. (1894 -1964): Rus asıllı fransız sosyologu. Önce Hukuk felsefesiyle uğraşırken sonra kendisini sosyolojiye verdi. Mikrososyoloji Sosyoloji Sözlüğü — 23 Ve toplum olgularında tabakalı inceleme görüşü ile bir çeşit pluralisme fikrini savundu. Diyalektik metodunu Marx’dan farklı anlamda kullandı. Sociologie du 20 eme şiecle; Traite de Sociologie adlı kolektif eserleri ile tanındı. Cahiers internationaux de sociologie’yi çıkardı.
Gusti, D. (1880 -1957): Rumen sosyolog ve devlet adamı. Biikreşte çok geniş buutlarda bir etnoloji ve sosyoloji müzesi ve Arşivi kurdu. 14 üncü Milletlerarası Sosyoloji kongresini hazırladı, fakat 2 nci Dünya Savaşı çıkınca yarım kaldı (1939).
Guyau, J. M. (1854 -1888): fransız filozof ve sosyologu. Fouillee’nin damadı. L’art au point de vue sociologique doğrudan doğruya sosyolojiye aittir.
H
Halbvvachs, M. (1877 -1945): Durkheim ekolünden fransız sosyologu. Bu ekolün ilkelerine uygun olarak iktisat sosyolojisine dair araştırmalar yaptı. Başlıca eserleri: La classe ouvriere et les niveaux de vie, L’evolution des besoins dans les classes ouvrieres’dir. Bunlardan başka Halbwachs Les cadres sociaux de la memoire ile başlayan bir kısım eserinde de sosyolojik psikoloji araştırmaları yaptı.
Hauriou, M. (1854 -1929): Fransız hukukçu ve toplum filozofu. Kamu hukukunda kurum (institution) teorisi ile tanındı ve sosyolojik devlet fikrinin doğmasına yardım etti. Principe de Droit Public, La Souverainete nationale başlıca eserleridir.
Herskovits, M. J. (1895): Kuzey Amerikalı antropolog. Boas’m öğrencisi, Kuzey Amerika zenci tipi üzerinde araştırmalar yaptı. Afrika yerlileri üzerinde araştırmalarım ilerletti. Kültür antropolojisine dair eserleriyle tanındı.
Hertz, K. (1882 -1915): Fransız sosyologu, Durkheim ekolünden. En değerli araştırmalarını Melanges de sociologie religieuse et de Folklore adı altında topladı (1928).
Hobhouse, L. T. (1864-1929): Ingiliz sosyologu. London Scholl of Eco-nomics de ölümüne kadar sosyoloji profesörü oldu. Sosyoloji ona göre insana ait sentez ilmidir. Spencer gibi o da sosyoloji sistemini genel evrim felsefesinin bir parçası saymaktadır. Başlıca eseri Moral in Evolution (1906), The Elements of Şocial Justice (1922) dir.
Howitt, A. W. (1830 -1908): Ingiliz antropologu. Avustralya yerlileri üzerinde araştırmalar yaptı. Durkheim “Dinî hayatın başlangıç şekilleri” adlı kitabında bunlardan faydalandı.
Hubert, H. (1885 -1927): Fransız sosyologu. Durkheim ekolünden. Mauss la birlikte Melanges d’histoire des religions, Esquisse d’une theorie generale de la magie’yi yazdı. Büyünün açıklanmasında Durkheim’-dan ayrıldı.
Hubert, Rene (1885 -1954): Durkheim ve Hamelin’in öğrencisi olup Ma-nuel elementaire de Sociologie ile meslek hayatına başladı. Le sens du reel (1925), Traite de Pedagogie generale (1946) ile Durkheim ekolünde değerli çalışmaları vardır.
Huntington, E. (1876 -1947): Kuzey Amerika coğrafyacı ve araştırıcısı. İklimin etkisi üzerinde durdu.
I
Ibn Khaldun (1332 -1406): Tanınmış arap tarihçisi. Eserine yazdığı “Giriş” kitabında toplamların doğuşu, gelişmesi ve çöküşüne dair açıklamaları ile sosyolojinin kurucusu diye gösterilmektedir. Her şeyden önce ilk tarih filozofudur. Türkçeye Piri zâde ve Cevdet Paşa çevirdiler. Batı dillerinde daha sonra tanındı.
İzoulet, 3. (1854 -1929): Sosyolojinin metafiziğini yapmasiyle tanınmıştır. La çite moderne adlı eserini sonradan büyülterek 6 cilt halinde yayınladı. Pozitif sosyoloji araştırmalarından çok uzaktır.
İzzet, M. (1891 -1930): Türk filozof ve sosyologu. Sosyolojide Durkheim ve Frazer’den faydalandı. Felsefede yeni schellingci idealizmin tesirinde kaldı. “Milliyet nazariyeleri” ve “sosyoloji” adlı kitapları, “Büyük adamlar ve Cemiyet” adlı seri yazıları vardır.
J
"Jerasalem, W. (1854-1923) : Alman filozof ve sosyologu. Viyana’da profesör idi. Sosyolojik bilgi teorisi ile uğraştı. Sosziologie des Erkennens (1909), Die soziologische Bedingtheit des Denkens und der Denkfor-men (1924) başlıca eserleridir.
K
Kardiner, A. (1881): Amerikan sosyal psikologu. “Temel kişilik” adım verdiği bir görüşü derinleştirdi. The Individual and Society, The trâumatic Neurosis of War başlıca eserleridir.
Kautsky, (875 -1938): Marxçı görüş üzerinde rötuşlar yaparak onu evrimci bir toplum teorisi haline getirmeye çalıştı. Sonradan Sovyet devrimini yapanlar, en başta Lenine’in hücumuna uğradı. Materia-listische Geschichtsauffassung başlıca eseridir.
Kınalı-zâde (Ali): Ahlâk-ı alâî” adlı eserinde Aristo ahlâkmı Gazali’nin ahlâk görüşü ile uzlaştırmaktadır. Tedbir-el-menzil adlı bölümde iktisat ve siyasete ait fikirlerini açıklıyor.
Klineberg, O. (1899): Kuzey Amerikalı sosyal psikolog. Bir kısım eserleri fransızcaya çevrilmiştir. Araştırmalarını Psychologie sociale de toplamaktadır (2 c. Fran. çev. Avigdor-Coryell).
Kluckhohn, C. 1905 de doğdu. Novaho’lann dilini öğrendi ve Kuzey Amerika yerli kavmini tetkik etti. Personality in Nature, Society and Culture (1953) adlı önemli eseri yazdı. Kültür antropolojisi ve sosyolojiye dair ciddî yazılan Amerikan dergilerinde çıkmaktadır..
Koppers, W. (1886 -1962): AvusturyalI etnolog. Sshmidt’in ilkellerde de tek Tanrı inancının bulunduğu tezini savunan etnoloji ekolündendir. Başlıca eseri Völker und Kulturen, 1924.
König, Rene, 1906 da doğmuş bir alman sosyologudur. Milletlerarası Sosyoloji Derneğinin kurucularındandır. Türk sosyoloji Cemiyetinin fahri üyesidir. Birçok Doğu ve Batı memleketlerinde misafir profesör olarak çalıştı. En çok aile sosyolojisi ile meşgul oldu. Recherches sur la f amille (1956), Materiaux pour une sociologie de famille (1957) başlıca eserleridir.
Kroeber, A. (1876 -1960): Kuzey Amerikalı antropolog. Kuzey ve Güney Amerika yerlileri üzerinde araştırmalar yaptı. Çok zengin malzeme vermektedir.
Kropotkin, P. A. (1842 -1921): Rus toplum filozofu. Devlet kurumunun insan tabiatına aykırı olduğu ve devletsiz toplumlann daha iyi gelişeceğini savunan bir anarşist teori ileri sürdü. Başlıca eseri Etika’yr Ahmet Ağaoğlu türkçeye çevirdi.
L
X
Labriola, (1843 -1904): İtalyan sosyolog ve filozofu. Bir süre tarih felsefesiyle uğraştı ve Marxçıhğm geniş bir yorumlamasını yaptı. Eseri: A proposita del Marxismo Crisi.
Uo, Charles (1877 -1953): Victor Basch’tan sonra Sorbonne’da Estetik profesörü oldu. Durkheim’in tesiriyle estetik konularım sosyolojik açıdan inceledi. Programme d’une esthetique sociologique’de bu
tezi savundu. L’art et la vie sociale (1921) de bu fikri genişletti. J. M. Guyau’nun. başlamış olduğu sosyolojik sanat tetkikinde bir adım teşkil eder. .
Lang, Andrevv (1844 -1912): Ingiliz antropolog folklorcusu. Custom and Myth, The making of Religion, Magic and Religion, The secret of the Totem adlı eserleri vardır.
Laski, Harold (1893 -1950): Mc Gill, Yale ve Harvard da profesörlük yaptı. Grammer of Politiks adh eseri ile şöhret kazandı. Başlıca eserleri The Problem of Sovereignty (1919), Democracy in Crisis (1933) , Faith, Reason, Civilization (1944) dır.
Lassale, Ferdinand (1825 -1864): Tarih ve hukuk filozofu ve tarihî ekol diye tanınan çığın açanlardandır. Onun devlet anlayışı Kari Marx’m tam zıttıdır. Alman idealisminden mülhem olarak nasyonalisttir. Kültür devleti fikrini savunur, iktisat ve sosyoloji tarihinde iz bırakmıştır.
Lazarsfeld, P. F. 1901 de doğdu. Viyanadan Amerikaya geçti ve orada profesörlük yaptı. Raydo’nun Sosyal etkilerini inceledi. Panel tech-nique’i kullandı ve durgun toplum bünyeleri üzerinde çalıştı. Radio and the printed Page (1940), How the Voter Makes up his Mind in a presidential Campaign (1944 -1948), Continuities in Social Research (1950) başlıca araştırmalarıdır.
Lazarus, M. (1824-1903): Alman etnoloğu. “Volksgeist” teorisini kuranlarla birlikte çalıştı. Almanya’da sosyolojinin önderliğini yaptı.
Le Bon, G. (1831 -1931): Fransa’da “Volksgeist” çığırına benzer bir kalabalık psikolojisi (psychologie des foules) fikrini savundu. Durk-heimden önce itibarda idi. Sonradan Durkheim’cılann hücumuna uğradı.
Le Bras, G. (1891): Fransız din sosyoloğu. Paris Hukuk Fakültesinde profesördü. Din Sosyolojisinde deney metodunu kullanan 2 cilt yayınladı.
Leenhardt, M. (1878 -1954): Fransız etnoloğu. Rahip olan Leenhardt yerliler arasında yaşadığı sırada aynı zamanda onların hayatmı inceledi. Fakat bu araştırmalarında dinî peşin-hükümlerden kurtulduğu söylenemez. Levy - Bnıhl’ün mantıköncesi teorisine karşı idi. Ölümünden sonra Levy - Bruhl’ün bıraktığı ve ilk fikirlerinden vaz geçtiğini gösteren notlarım Camets adı altında yayınladı.
Lefebvre, H. (1901): Marxçı eğilimde fransız sosyoloğu. Sonradan bu fikirde bazı rötüşlar yaptı ve Strasbourg üniversitesinde profesör oldu. Marxisme et sociologie, Probleme de sociologie rurale, Les com-munnautes paysannes, Retour â Marx, Sociologie dü Roman, Pers-pectives de la sociologie ruale (1953) başlıca eserleridir.
Lenine, W. I. (1870 -1924): Marxçı devlet adamı, filozof ve sosyolog. Sovyet ihtilâlinden önce uzun bir süre Zürich’te yaşadı ve eserlerinden bir kısmını orada yazdı. Marx’ın Bernstein ve Kautsky tarafından tenkid edilen görüşüne yeniden dönüşü ile şöhret aldı. Materia-lisme et ampriocraticisme, L’Etat et la Revolution, Imperialisme derniere etape du capitalisme adlı eserleri ile tanınmıştır.
Le Play, F. (1806 -1882): Maden mühendisi olan Le Play kendi işçilerinin hayatını incelerken bu araştırmalarını genişleterek Science Sociale çığırını kurdu. Monografik anket kullanmak ve ölçü birimi olarak bir işçi ailesinin bütçesini almak üzere araştırmalarını bütün Avru-paya yaydı. Bunlardan Les Ouvriers Europeens adlı büyük eseri doğdu. Bunu La reförme sociale en France adlı eseriyle tamamladı. Teorici ve dedüktif olan Comte’un sosyolojisinin tam zıt kutupta çalışıyordu.
Letourneau, CH. (1831-1902): Pariste Ecole d’Anthropologie de profesör idi. Spencer’in evrim felsefesine bağlı olarak etnoloji ve antropoloji araştırmaları ile tanındı. La sociologie d’apres l’ethnologie (1880), L’evolution de la famille (1888), L’evolution de la propriete (1888), L’evolution politique dans les diverses races hnmaines (1890), Evolution de l’esclavage (1896), Evolution de l’education dans les diverses races humaines ‘(1898), Evolution de la femme dans les diverses races et civilisations (1903) başlıca eserleridir.
Levy-Bruhl, L. (1859 -1939): Fransız sosyolog ve filozofu. Asıl Durk-heim çığırına bağlı olmakla birlikte birçok açıklamalarında ondan ayrıldı. İlkellerdeki mantık öncesi zihniyeti inceleyen bir seri eser yayınladı ki, en tanınmışı La mentalite Primitive’dir. Ayrıca Levy-Bruhl normatif ve teorik ahlâk yerine bir “âdetler ilmi” kurmaya çalıştı. (La Science des moeurs.)
Levî - Strauss, C. 1908 de doğmuş bir fransız antropolog ve sosyoloğudur. Sosyal bünyeleri araştırmakta olup, açtığı çığır structuralisme dîye tanınmaktadır. Son zamanlarda Durkheim sosyolojisine ve Levy -Bruhl’ün ilkel zihniyet görüşüne karşı savunucuları çoğalmakta ise de felsefî antropoloji mensuplarının hücumuna uğramıştır. Levi -Strauss’un başlıca eserleri Les Structures ^lementaires de la parente (1949), Tristes Tropiques (1955), Anthropologie structurale (1958), La Pensee sauvage (1962) dir.
1Lewin, Kurt, (1980 -1947): Önce Almanyada Geştalt psikolojisinin tanınmış bir bilgini iken sonra Amerikaya giderek orada toplum psi-
kolojisi ile uğraştı ve orada “zümre dinamiği araştırma merkezi” ni kurdu. Kolektif tavırlar (attitude) ve toplum problemleri ile uğraştı. Dynamic theory of Personality ve Fıeld Theory in social Sciences başlıca eserleridir.
lâlienfeld, P. (1829 -1903): Rus sosyoloğu. Organiciste (uzviyetçi) sosyolojinin en aşın temsilcisi sayılmaktadır. Aynı çığırdan Worms ve Schaeffle’yi zikredebiliriz. Fransızcada La Pathologie sociale, almanca Zur Verteidigung der organischen Methode in der Soziologie başlıca eserleridir.
lânton, R. (1893 -1953): Kuzey Amerikalı antropolog, Wisconsin ve Co-lombia üniversiteleri antropoloji profesörü. Amerikan Ahthropölogist dergisini çıkarmakta idi. Amerika, Madagaskar, Güney Afrika ve Polinezya yerlilerinde derin araştırmalar yapmıştır. The material Culture of the Marquisas Islands, The Tanala, a hill tribe of Ma-dagascar, The Study of Man, Culture and mental Disorders başlıca eserleridir.
lâtt, Theodor, 1880 de Düsseldorf’ta doğdu. Felsefe, pedagoji ve sosyal ilimlerle meşgul oldu. Başlıca eserleri Geschichte und Leben (1918), Individuum und Gemeinschaft (1926), Mensch und Welt (1948), Denken und Sein (1948), Staatsgewalt und Sittlichkeit (1948) dir.
Ix>mbroso, Cesare, (1835-1909): Italyan kriminolojisti ve sosyologudur. Suçlunun antropolojik istidatla doğmuş olduğunu, yani doğuştan suçluların bulunduğunu iddia eden antropolojik suç teorisi sosyologların şiddetli hücumlarına uğramıştır. Genio e Follia (1864), L’uomo delinquente (suçlu adam) (1876), L’uomo di genio (dahi adam) (1894) adlı eserleri ile tanınmıştır.
Lorenz, Charlotte, 1895 de doğmuştur. 1952 den beri Göttingen üniversitesinde iktisat ve sosyal statistik profesörüdür. Asıl uğraştığı konu statistik sosyoloji, demografi ve kültür sosyolojisi’dir. Toplum tabakalarının tiplerini statistik ve indüktif metodla incelemiştir. Eserlerinden Sozialvvissenschaften (1952), Soziologische Verbrauchsfor-schung (1955), Geselschaft als Lebenszusammenhang (1955) zikre değer.
Lowie, R. (1883 -1957): Kuzey Amerikalı antropolog, aslı AvusturyalIdır. Kuzey Amerika yerlileri arasında çalıştı Culture and Ethnology, Myths and Traditions of the Crow Indians, Primitive Society, The Origin of the State, v.b. eserleri vardır.
Lukacz, G. (1885): Macar sosyoloğu, Marxçı eğilimde olup “Tarih ve sınıf şuuru”, “Ruh ve şekiller” “Modem dramın evrimi” gibi eserleri vardır. Çağdaş felsefe ve sosyolojilerin kendi açısından tenkidini fran-sızca “Destruction de la raison” da yapmıştır.
Lımdberg, G. (1895): Kuzey Amerikalı sosyolog. Toplum bilgisinde metodoloji ve statistik tekniklerinin uygulanması üzerinde derinleşti. Sosyometri’de Dodd ile birlikte matematikçi görüşü temsil eder. Field Studies in Sociology, Foundations of Sociology, Sociology, başlıca eserleridir.
Luxemburg, Rosa, (1870 -1919): Marxçı eğilimin tanınmış yazarlarındandır. Başlıca eserleri Sozialreform öder Revolution (1899), Mas-senstreik, Partei und Gevverkschaften (1919), Die Krise der Sazial-demokratie (1919), Die russisclıe Revolution (1948), Die Akkümii-lation des Kapitals (1921) dir.
Lynd, R. S. 1892 de Indiana’da doğmuş Amerikan sosyologudur. Küçük şehir (Middle town) araştırması ile tanınmıştır. Başlıca eserleri Middletowon in Transition (1937) ve Knowledge for What? (1938) dir.
M
Mac Dougall, W. (1871 -1965): Ingiliz toplum psikoloğu ve sosyoloğudur. Oxford, sonra Harvard üniversitelerinde profesör oldu. Toplum olaylarının açıklanmasında “ilk içgüdüler” in rolü fikrini savundu. Intro-duction to social Psychology de bu fikrini anlatır. Bugün eski değerini saklamamaktadır.
Mac iver, R. M. (1882): Asıl îskoçyahdır. Toronto ve Colombia üniversitelerinde profesör oldu, Toplum olaylarında motivation’lann incelenmesine önem verdi. Başlıca eseri Society, its structure and Change’-dir. Society, a textbook of Sociology de bunu genişletti.
Mac Lennan, J. F. (1827 -1881): Ingiliz etnologu. Hukukçu olduğu için üniversite mesleğinin dışında idi. Primitive Marriage, Studies in an-cient Society, The patriarcal Theory adlı eserleri ile çağdaş etnoloji ve sosyolojiye hizmet etti.
Maine, Summer, (1822 -1888): Toplum tarihçisi olarak sosyolojide değerli eserler vermiştir. Hukuk kurumlarınm evrimini incelerken uygarlığın kökleri problemine girdi. Patriyarkal aileyi ilkel toplum organlaşmasının temeli sayıyordu.
Malinovvski, B. K. (1884 -1942): Aslı PolonyalI olan İngiliz antropoğu. Londra üniversitesinde profesördü. Yeni Gina, Melanezya, Afrika,. Meksika yerlilerinde araştırmalar yaptı. Trobriand adalarındaki ça-
lışmalan Morgan, Tylor ve Boas’a benzeyen bir düşünceye onu götürdü, Evrimci teori yerine fonksiyoncu teoriyi savundu. Kültürleri insan ihtiyaçlarını doyuran “alet - gerçekler” gibi gördü. Sex and repression in Savage Society, sexual Life in Melanesia, v.b. eserleri vardır. Bu araştırmalar Freud’un ilkelere ait Oedipe kompleksi görüşünü hayli sarsmıştır.
Malthus, Th. (1766 -1834): İngiliz iktisatçı ve sosyologu. Bütün araştırmaları nüfus problemi üzerinde toplanır. Malthus’ün teorisi insan ilimleri ve siyasî hayata büyük etki yapmıştır.
Mandeville, Bernard (1670 -1733) Sosyolojinin doğuşunda çok önce toplum konularını inceleyen tanınmış düşünürlerdendir. Arıların hikâyesi yahut özel kötülükler kamu iyiliklerini yapar (The fables of the Bees or private vices made public benefits) adlı eseri ile şöhret kazanmıştır.
Mannheim, K. (1893 -1947): Macar toplum filozofu ve sosyolog. Londra-da profesör oldu. Bilgi sosyolojisi başlıca konusu idi. Ideologie and Utopie, Essays on the Sociology of Knovriedge, Essays on the Soci-ology of Culture başlıca eserleridir.
Marx, K. (1818 -1883): Alman toplum filozofu ve iktisatçısı. Hegel’in diyalektik metodunu maddeci bir görüş açısından kullanarak tarihî maddecilik teorisini kurdu. Fakat bütün çalışmaları çağdaş iktisatta kapital birikmesinin doğurduğu "artık - değer” dediği olay üzerinde toplandı. Ona göre bu işçi sınıfının organlaşmasını doğurmakta ve sınıf savaşma varmaktadır. Kapital, Komünist beyannamesi, İktisat ilminin tenkidi, sosyalist meslekleri tarihi başlıca eserleridir.
Masaryk, T. G. (1850 -1937): Çek devlet adamı, sosyolog ve filozofu. Viyana ve Prag üniversitelerinde profesör oldu. Eserlerinin çoğu konkre toplum sorularına, başlıca Çek ülkesine aittir. Le suicide, Logique conçrete, Les problemes de la democratie gibi bazı teorik eserleri de vardır.
Maunier, K. (188 -1946): Durkheim ekolünden bağımsız ve onunla çağdaş fransız sosyologudur. Paris hukuk Fakültesinde profesör idi. Başlıca eserleri L’Origine et la fonction economigue des villes, Introduc-tion â la sociologie, Essai sur la classification des groupements so-ciaux, Sociologie coloniale’dir. Maunier’nin yeni bir metodu ve doktrini yoktur. Durkheim ve Tarde’m tesiri altındadır. Fakat sınıflaması ve şehre ait konkre araştırması kendine aittir.
Mauss, M. (1872 -1950): Durkheim ekolünden olmakla birlikte araştırmalarının sonunda ondan bazı esaslı noktalarda ayrılmış bir fransız-sosyologudur. Mauss önce büyünün ferdî dinin kolektif olduğunu söylerken Durkheim’dan ayrılıyordu. Sonra, toplum olaylarında biyolojik - psikolojik temelle birlikte inceleme gerektiğini, bu olguların, “total - toplum olguları” olduğunu söylerken ayrı yollardan Kardi-ner’in “temel kişilik” fikrine çok yakın bir sonuca varıyordu. Baş. eser. Sociologie et Anthropologie’dir.
Mead, G. H. (1863-1931): Kuzey Amerikalı filozof ve sosyolog. Fert ve toplumun aynı olaylara ait iki manzara olduğunu söylemesi bakımından öteki sosyologlardan ayrılır. Başlıca eseri Mind, Self and Society ile The Philosophy of the Act’dır.
Mead, Margaret, (1901): Kuzey Amerikalı antropolog. Psikanalizi ve antropolojiyi birleştirerek ilkel toplumlarda pek çok araştırmalar yaptı. Corning of age in Samoa, Growing up in NewGuinea, The chan-ging Culture of an Indian Tribe, Sex and Temperament in primitive-Societies, Cultural Pattern and Technical Change başlıca eserleridir.
Meillet, P. J. A. (1866 -1.936): Fransız linguisti ve sosyologudur. Dil olgularının topluma göre değiştiğini ilk defa inceleyen odur. Linguis-tique historique et linguistique generale’de bu araştırmalarının bir kısmını toplamıştır.
Mensching, G. (1901): Alman dinler tarihçisidir ki, ilk defa sistemli olarak bunu bir din sosyolojisi haline getirmiştir. Fakat bu konuda, onun öncüleri vardır.
Merton, R. K. (1910): Kuzey Amerikalı sosyolog. Durkheim üzerinde çalıştı, toplum bilgilerinin metodolojisinde bazı yenilikler yaptı. Gözlem ve deneyin geniş ölçüde kullanılması yollarım aradı. Fakat kendisi doğrudan doğruya araştırıcı olmadı.
Metzger, Wilhelm (1879 -1916). Felsefi araştırmalarla başlayarak oradan sosyal ilimlere geçti. Sosyal değerler teori ve tarihi başlıca uğraştığı saha idi. Geselschaft und Recht und Staat in der Ethik des deutshen loealismus, Theorie und Geschichte der sozialen Fortschritt sosyolojiyi ilgilendiren eserleridir (1917).
Mili, J. Stuart, (1806 -1873): Pozitivist eğilimde İngiliz filozofu. Aynı zamanda iktisatçı ve sosyolog sayılabilir. Utilitarisme, Kadınların seçime girmesi,'Din, v.b. konular üzerinde çalışmaları, başlıca Hürriyet adlı kitabı ile tanınmıştır.
Montesquieıı, (1689-1755) : Fransız ihtilâlini hazırlayan devrinin büyük fikir adamlanndandır. Kanunların ruhu (De l’Esprit des Lois, 1748)„ Acem mektupları (Lettres persanes 1721), Romalıların yükseliş ve çöküşleri (De la grandeur des Romains et leur decandence, 1734) adlı eserleri ile modern devlet teorisine ve sosyolojiye öncülük etmiştir.
Moreno, J. L. (1892): Aslı Rumanyalı olup Amerikaya yerleşmiş bir akıl doktorudur. Fakat araştırmaları onu psikanalizden yeni bir sosyoloji görüşü çıkarmaya götürdü. Psikanaliz tedavisinde kullandığı psikod-rama ve sosyodrama’yı sonradan küçük zümrelerin doğusunu gösteren sosyogram’larla ifade etti ve çocuklar arasındaki hür seçmelerden çıkan bu küçük spontane zümrelerin bilgisine Sociometrie dedi. Bergson’la Freud’u uzlaştırmaya çalışması paradoksal görülmüştür.
Morgan, Levvis H. (1818-1881): Amerikan etnolog ve sosyologlarının öncülerindendir. Teorisi Ancient Society (1877) adlı eserde toplanmıştır. Lowie tarafından tenkid edildi. Leslie White, Julian Steward ve Gordon 'Childe’m yetişmelerini hazırladı.
Mukerjee, R. (1890): Hintli sosyolog. Lucknow da profesör. Başlıca Eco-logie üzerinde derinleşti.
Murdock, G. P. (1897): Kuzey Amerikalı antropolog. Yale üniversitesinde profesör. The Evolution of Culture, Outline of cultural Materials, Social Structure, Anthropology as a comparative Science başlıca eserleridir.
Müller-Lyer, F. C. (1857-1916): Tıp tahsili ile başlamışken sonradan sosyoloji ile uğraştı. Phasen der Kültür and Richtungslinien des Fort-schritts (1908) adlı büyük eseri yazdı. Aynca Die Familie (1912), Phasen der Liebe (1913), Soziologie der Leiden (1914) adlı eserleri vardır. Der Sinn des Lebens (1923) ölümünden sonra eşi tarafından yayınlanmıştır.
N
Naville, Pierre, 1904 de doğmuş Marsçı eğilimde fransız psikolog ve sosyologudur. Les conditions de la liberte (1947), La formation professionnelle et l’ecole (1948), La vie de travail et ses problemes (1954), Genese de la socıologie du travail (1956), başlıca eserleridir.
Newcombe, Th. M. 1903 de doğmuş Amerikan sosyologudur. Asıl çalışma alanı sosyal psikolojidir. Başlıca eseri Personality and Social Change (1943) ve Social Psychology (1950) dir.
Niceforo, A. (1876): Italyan statistikçisi, Lausanne’da profesör oldu. En sonra Komada ders verdi. Les classes pauvres, Les indices nu-meriques de la civilisation, Criminologia gibi demografik sosyolojide iz bırakmış olan eserleri vardır.
Nimkoff, M. F. (1904): Kuzey Amerikalı sosyolog. Aile organlaşması ve bu organlaşmanın bozulması başlıca araştırma konusu idi. The Family, The Child, ayrıca Ogbum’le birlikte Sociology adlı eserleri vardır.
Novikov, J. A. (1848 -1912): Rus sosyologu, Darwin’in Struggle for Life fikrinden mülhem olarak Les luttes entre les societes humaines, La theorie organique des societes, Critique de darwinisme social gibi eserleri yazdı.
O
Odum H. W. (1884 -1954): Social and Mental traits of the Negro (1910), Sociology and Social Problems (1925), American Regionalismus (1938), American Sociology (1951), eserleridir.
Ogbura, W. F. (1886 -1959): Kuzey Amerikalı Toplum ve kültür değişmeleri olgusunun en derin araştırıcısıdır. Bu alanda ilk eseri Social Change 1922 de çıkmıştır. Ondan sonra aynı konuyu derinleştirmek üzere bir seri eser yayınladı. Bunlardan büyük bir kısmı bugün de değerini saklamaktadır. Sociology adlı elkitabmı Mimkoff ile birlikte yazmıştır.
Oppenheimer, F. (1863 -1943): Alman iktisatçı ve sosyoloğu. Aslında hekimken toplum soruları ile ilgilenmeye başladı. Berlin üniversitesinde sosyoloji profesörü oldu. Sytem der Soziologie adlı 4 ciltlik eserinde araştırmalarından büyük bir kısmını topladı. Fenomenoloji metodunu sosyolojide uygulayanlardandır.
Ossowski, Stanislas 1897 de doğmuş PolonyalI sosyologdur. Felsefeden sosyolojiye geçmiştir. Historische Gesetze in der Soziologie (1935), The Humanities and Social Ideology (1938), Soziale Bildung und die Bluterbschaft (1939) başlıca eserleridir.
Pareto, V. (1848 ? 1923): Tanınmış İtalyan sosyoloğu. Toplum olaylarının açıklanmasında yeni bir teori ve metod ortaya koydu. Lausanne’-da profesör oldu. Traite de sociologie generale de çok geniş ve derin ölçüde yeni fikirlerini anlattı. Ona göre toplum olaylarının temelini “tortular” meydana getirir ki tarih boyunca değişmeyen derin eğilimlerden ibarettir. Onun üzerinde dış etkilerle devamlı olarak değişmekte olan “türeyiş” 1er (derivation) gelir. Bütün ideolojiler, kamu sanısı, siyasî akımlar bu derivation’lara aittir. Toplumun üstünde bulunan “seçkinler” nüfus değişmeleri ve savaşlarla birkaç kuşakta bir değişir ve bu değişme toplumu yenileştirir. Marx ve Weber gibi Pareto’nun da, bu yüzyıl sosyologları üzerinde etkisi büyük olmuştur.
IFark, Robert (1864 -1944): Burgess’le birlikte yazdıkları sosyoloji elki-tabı bir zaman çok beğeniliyordu. Ayrıca The City adlı eseri ile şehir sosyolojisine hizmet etti.
Farsons, Talcott, 1902 de doğmuş .Amerikan sosyologdur. Başlıca eseri The Structure of Social Action (1937, 1958) dir. Toward a General Theory of Action adı ile (1951) genişletti. Robert Bales ile birlikte Family, Socialization and and Interaction Process adlı eseri yayınladı (1955).
Püaget, Jean, 1896 da doğmuş İsviçreli transız psikolog ve sosyoloğudur. Cenevre’de J. J. Rousseau Enstitüsünde, daha sonra Sorbonne’da çalıştı. Çocuk psikolojisi ve sosyoloji araştırmaları arasında paralel kurmaktadır.
Hechanov, G. W. (1857 -1918): Marxçı eğilimde rus filozof ve sosyoloğudur Kunst und Literatür (1946), Grundprobleme des Marxismus (1929), başlıca eserleridir.
Povina, A. (1904): Arjantinli sosyolog, Cordoba ve Buenos Aires üniversitelerinde profesör oldu. Tarde ve Durkheim üzerinde çalıştı, sosyoloji ile felsefenin sınırlarına ait problemleri inceledi. Max Weber sosyolojisine meyil gösterdi, fakat genel olarak eklektik olarak kaldı. Çağdaş sosyolojinin dengesi adlı yazısı bunu gösterir.
iPreuss, K. Th. (1869 -1938): Alman etnologu olup başlıca din etnolojisinde derinleşti.
Q
<JueteIet, A. (1796 -1874): Belçikalı astronom ve statistikçi. Belçika’da statistik merkez komisyonunun başkam oldu. Onun statistikte tesiri başlıca nüfus olaylarında oldu. Bu metodu nüfus sayımlarında uyguladı. Bunun için de “ortalama insan” dediği bir ölçü biriminden hareket etti: bu, ne uzun, ne kısa, ne şişman ne zayıf olan ortalama insan sayılarda temel olacaktı. Fakat gerçekte böyle bir ortalama insan olmadığı için bu fikir sonradan çok eleştirildi. Quetelet’nin başlıca eseri Physiçue sociale idi.
R
Radcliffe - Brovvne (1881-1955): Rivers’in öğrencisi olan bu zat Cam-bridge ve Londra üniversitelerinde ders verdi. Antropoloji teorilerini birleştirme bakımından büyük tesiri oldu. Eserlerinden büyük bir kısmı Journal of Royal Anthropoiogical Institute de yayınlandı. Bir kısım eserleri fransızcaya çevrilmiştir.
Ratzel, Fr. (1844 -1904): Alman antropogeografıdır. Ortamın insan ve toplum üzerindeki etkisini inceleme bakımından onun açtığı çığırın rolü büyük olmuştur. Başlıca eseri Anthropogeographie’dir.
JRiclıard, Gaston (1860 -1945): Fransız sosyoloğu, Bordeaux üniversitesinde profesör. Önce Annee Sociologique le işbirliği yaptığı halde sonradan ayrıldı. Ferdîn toplum içinde gerektirici bir rolü olduğunu ve Durkheim’ın dediği gibi yalnız toplumun eseri olmadığını ileri sürdüğü için onlardan ayrılıyordu. Başlıca eserleri: Notions elementaires de sociologie (türkçesi tarafımızdan, 1924), L’Idee d’evolution dans la nature et dans l’histoire, La femme dans l’histoire, L’evolution des moeurs, v.b.
'Rivers, W. H. (1864 -1922): İngiliz antropologu, Cambridge üniversitesinde profesör. Psikiyatri ve etnolojiyi birleştirdiği için ilkel kavim-lere dair araştırmalarında toplumumuzun marazî halleri arasında karşılaştırma yapma gücündeydi. Kinship and social Organization, Instinct and the Inconscious, Psychology and Ethnology başlıca eserleridir.
Boberty, Eugene, (1853 -1915): Heidelberg’de iktisat ve biyoloji tahsil etti. Asıl kökü olan Rusyaya döndü ise de orada kalmayarak Fransa’da yerleşti. Eserlerini fransızca olarak yayınladı. Fikirleri Comte Speneer ve Nietzsche’nin tesiri ile gelişti. Nouveau Programme de Sociologie (1904), Sociologie de l’action (1908) başlıca eserleridir.
Rousiers, Paul de (1857 -1934): Le Play ekolüne mensup olup Henri de Tourville ile birlikte çalıştı. Societe Internationela de Science Soci-ale’m başkanlığını yaptı. La question ouvriere aux Etats-Unis (1899) » La Methode Söciale (1904), L’elite dans la Societe moderne (1914)» Les Cartels et les Trusts (1934) başlıca tetkikleridir.
Rousseau, J. J. (1712 -1778): Fransız İhtilâlini hazırlayan büyük fikir adamıdır. Contrat Social adlı eseri ile toplum görüşü üzerinde derin tesir yaptı. Fakat onun ileri sürdüğü “sözleşmeden doğmuş toplum’1, fikri Comte ve başlıca Durkheim tarafından şiddetle tenkid edildi.
S
Sabahattin, Prens, (1877 -1952): Mahmut Çelâlettin Paşanın oğlu ve ana yanından Osmanlı hanedanından olduğu için “Prens” denilen Sabahattin, jön türklerle birlikte Avrupa’da çalışırken Le Play ve Ed. De-molins’in toplum görüşlerine dayanmak üzere “Meslekî İçtimaî” programını kurdu. Sonradan, Meşrutiyette, “İzahlar” ve “Türkiye nasıl kurtarılabilir” adlı kitaplarında ve birçok makalelerinde savunmada devam etti.
Saint - Simon, C. H. (1760 -1825): Fransız toplum filozofu, 18 inci yüzyıl anarşizmine karşı savaştı ve Aug. Comte’un gerçekleştireceği pozitivizmin bütün asaslarını tesbit etti. Ona sosyolojinin tam habercisi denebilir. Memoire sur la selence de l’homme, De la reorganisa-tion de la societe europeenne, L’Industrie onun fikirlerini geliştirdiği eserleridir.
Schaeffle A. F. (1831-1903): Alman iktisatçısı ve filozofu, Tübingen’de profesör oldu. Organicisme yani toplumu organik varlıkla açıklama eğiliminin başlıca temsilcilerindendir. Abriss der Soziologie, Das ge-selschaftliche System der menschlichen Wirschaft eserleridir.
Schelsky, Helmut, 1912 de doğmuş bir alman sosyoloğudur. Hamburg’da profesör oldu. Başlangıçta felsefe ile uğraştıktan sonra kendini sosyolojiye verdi. İşsizlik, endüstri sosyolojisi başlıca araştırma alanıdır. Arbeitslosigkeit und Berufsnot der Jugend (1952), Wandlungen der deutschen Familie in der Gegenvvart (1955), Soziologie der Sexualitât (1955), başlıca eserleridir.
Sâtı’ (1881 -1969): Aslı Yemenli arap ise de Osmanlı devletinin son zamanında türk fikir hayatında büyük rol oynamıştır. îlk defa Etnografya kitapları yazdı. Pedagojiye dair birçok yayınlar yaptı. 1919 da imparatorluğun parçalanması üzerine Arap devletlerine hizmetine geçti. Sonraki yayınları arapçadır. Ibn Haldun üzerinde etraflı araştırmalar yaptı. Arapça yayınlarında Sâtı - El-Husrî diye tanılır.
Scheler, M. (1874 -1928): Husserl’in açtığı Fenomenoloji çığırından yetişmiş çağdaş alman filozof ve sosyologu. Scheler Felsefî antropolojinin öncüsü olduğu gibi bilgi sosyolojisinin de öncüsü olmuştur. On-l dan eski bu konuda Durkheim’m mantıkî fikirlerin dinî hayattan doğuşunu açıklayan genetik görüşü ile Marx’m sınıf savaşma göre açıklaması vardır. Schelerin kitapları şunlardır: Schriften zur Soziologie und Weltanschauungslehre, 1925; Die Wissensformen und die Ge-selschaft, 1926; Mensch und Geschichte, 1929. (Felsefî olanları zikretmiyoruz) .
Schmidt, W. (1864 -1954): AvusturyalI antropolog. Anthropos Dergisini kurdu. Viyana, Uppsala, Stockholm, Lund ve Copenhague’da ders verdi. Schmidt, arkadaşları ile birlikte “historico - culturel” denen antropoloji ekolünün temsilcisidir. İlkel kavimlerde bütün din şekillerinin içinde tek Tanrı fikrinin bulunduğu tezini savunur. En önemli eseri Die Gottesidee (13 cilt) dir.
Schumpeter, J. A. (1883-1950): National ekonomi alanındaki araştırmaları ile şöhret kazanmıştır. İktisadî evrim teorisi (1912), Sosyal ilimlerin geçmişi ve geleceği (1915), Emperyalizm sosyolojisi (1919), Sosyalizm ve demokrasi (1942), v.b. eserleri vardır. Eserlerinin bir kısmı almanca bir kısmı İngilizce olarak yazılmıştır.
Servet Berkin, (1898 -1943): İstanbul Edebiyat Fakültesinde okudu (Gök-alpm öğrencisi) Almanya’da bulundu. Liselerde felsefe öğretmenliği yaptı. 1927 de Felsefe ve İçtimaiyat derneğini kurdu. Simiand’dan Statistik ve tecrübe’yi yayınladı, Comte’un Cours de Philosophie positive’ini çevirdi. İş üzerinde Sombart etkisinde makaleler yazdı. Erken ölümü fikirlerini geliştirmesine fırsat vermedi. Aug. Comte’un büyük eserinin çevirisi Devlet Basımevinde kalmıştır.
Sighele, Scipio (1868-1913): Kalabalık (foule) psikolojisi sorulan üzerinde derinleşmiştir. Başlıca eserleri: La Folla delinquenta, 1891; Psychologie des sectes, 1898.
Simiand, Fr. (1873 -1936): Fransız iktisatçısı ve sosyologu. Durkheim ekolünün ilkelerini iktisat olgularına uygulayan Simiand bu konuda başlıca şu eserleri yazdı: Salaire des ouvriers des mines de charbon en France, 1907; La methode positive en selence economique, 1912; Statistique et experience (türk, çev.: Servet Berkin), Le Salaire l’evolution socialc et la Monnaie, 1932; La Monnaie, realite sociale (türk. çev. S. Evrim). La Psychologie sociale des crises, 1937.
Simmel, G. (1858 -1910): Alman sosyolog ve filozofu. Berlinde, sonra Strasbourg’da profesör. Toplumun şekli ile maddesinin bağımsızlığını göstermek üzere “Toplum Şekilleri” sosyolojisi yaptı. Bu konudaki eserleri: Das Problem der Soziologie, Comment les formes sociales se maintiennen^ (Annee sociologique, I), Grundfragen der Soziologie, 1917, Individuum und Geselschaft’dır.
Sismondi, 3. C. (İsviçreli iktisatçı. 1773 -1842): İktisadî krizler teorisinin kurucusu olarak tanınmaktadır. Nouveaux Principes d’Economie politique, bu konudaki başlıca eseridir.
Smith, Robertson (1846 -1894): İngiliz rahibi. “Kutsal” mefhumunun bulanık değerliliği (ambivalence) üzerine ilk defa dikkati çeken Smith’dir: buna göre kutsal aynı zamanda hem çekici hem korkunç, hem iyi hem kötü güderi temsil eder.
Sombart, W. (1863-1911): Alman iktisatçi ve sosyologu. Breslau, sonra Berlin üniversitesinde profesör. Marxçı fikirleri geliştirerek başladı, sonra onu milliyet fikri ile uzlaştırdı. Alman nasyonal sosyalizminin başlıca önderi sayılır. En önemli eseri Apogee du capitalisme moderne, Nazi’lere önder olan kitabı Le Socialisme allemand’dır, 1938.
Solvay, E. (1838-1922): Belçikalı sosyolog. Bruxelles’de kendi adını taşıyan Enstitü’yü kurdu. Başlıca eserleri: Etudes sociales, Principeş d’Orientation sociale, Questions d’Energetique sociale.
Sorel, G. (1847 -1922): Aslında Marxçı olan bu fransız iktisatçısı, onun fikirlerini paradoksal bir şekilde Bergson ile uzlaştırdı. Sendika-lizm çığırım açtı. Siyasî grev ve ihtilâl üzerindeki düşüncelerini başlıca “Şiddet üzerinde Düşünceler” de geliştirdi, bu ve başka eserlerinde Marx’m sosyal devrim fikrini Bergson’ın yaratıcı hamle fikri ile uzlaştırmak üzere kendi sendikalizm teorisini ortaya koymuştur. Baş-hca eserleri Reflexions sur la Violence (1901), La ruine du monde antique (1898), Decomposition du marxisme (1906), Les illusions du progres (1908), De l’utilite du pragmatisme (1921) dir.
Sorokin, P. A. (1889 -1968): Rus asıllı Amerikan sosyologu, Minnesota ve Harvard üniversitelerinde profesör. Theories sociologiques contempo-raines, Tendances et Deboires de la Societe americaine adı ile iki eseri fransızcaya çevrilmiştir. Eserlerinin çoğu sosyolojinin teorik kısmına ve tarih felsefesine aittir. Social and Cultural Dynamics en büyük araştırma eseridir. Craetiv Altruism diye bir araştırma merkezi kurmuştur.
Spann, Ottmar (1878 -1950): Felsefeden sosyolojiye geçen Spann zümrelerin tetkikinde genel kavramlar üzerinde durmaktadır. Simmel, von Wiese gibi fertlerarası münasebetleri inceleyen sosyologlara karşılık, zümreler ve topluluklarda bütünlüğe önem vermekte, münasebetleri ancak bütünler içinde ele almak suretiyle değerlendirmektedir. Ge-selschaftphilosophie (1914), Wirschaft und Geselschaft (1907) başlıca eseridir.
Spesncer, H. (1820 -1903): 19 ncı yüzyılın Kant geleneği ile İngiliz empi-rismini uzlaştıran en tanınmış filozofu. Bilgi teorisinde “agnosticis-me”, gerçeklerde “evrimcilik” adı ile yayılmış felsefelerin kurucusudur. Camte’dan sonra sosyolojiye evrim fikrini uygulayarak toplumu canlı varlıkların evrimi ve biyolojik şartlarla açıklamaktadır. Bunun için biyolojik sosyoloji akımları arasına girmektedir. Bu konuda baş-Sosyoloji Sözlüğü — 24 hca eseri Principles of Soeiology, 3 vol. dir. Ayrıca Introduction to Social Science’ı vardır.
Spengler, O. (1880 -1936): Çağdaş Alman tarih filozofudur ki, “Batının çökmesi” (Untergang des Abendlands) adlı tarih felsefesinde aynı zamanda toplum hakkmdaki fikirlerini de açıkladı. Ayrıca Der Mensch und die Technik kitabında toplum problemlerini daha çok ele aldı. Jahre der Entscheidung da (1933) Hitler idaresine karşı öğücü davranışı ile asıl eserinde yaptığı tesiri bozdu.
Sprott, W. J. H. 1897 de doğmuş İngiliz sosyolog ve psikologudur. Sosyoloji ona göre çeşitli kurum düzenleri (tabakalar, zümreler, sınıflar, meslekler) arasındaki sosyal münasebetleri inceleyen ilimdir. Bütün olarak toplumlardan ziyade sosyal eylemleri inceler. Başlıca eserleri Soeiology (1949), Living in Crowds (1949), Science and Social Ac-tion (1954) dır.
Stamnder, Rudolf, (1856-1938): Hukuktan sosyolojiye geçmiştir. Yeni kantcı olarak başlamış, Marx’m maddeci' görüşü ile spiritüalist sosyolojiyi toplumun İktisadî muhtevası ve hukikî şeklini birleştirmek üzere uzlaştırmıştır. Wirschaft und Recht nach der materialistisehen Geschichtauffassung (1898) başlıca eseridir.
Stein, Lorenz von (1815 -1890): Fransız sosyolizmi ve Alman iealist felsefesinden tesir alan L. Stein Toplumu çok cepheli bir sistem olarak görmektedir. Sosyolojinin görevi ona göre, bu cepheler arasındaki karşılıklı etkiyi incelemektedir. Lehrbuch der Volkswirschaft (1887) ve Vervvaltunggslehre (1865) başlıca eserleridir.
Steinmetz, S. R. (1869 -1946): HollandalI antropolog ve sosyolog. Ut-recht, Leyden, Amsterdam üniversitelerinde profesördü. Sociogra-phie terimini icat etti. Toplumları açıklamaya -girmeden yalnız bünyelerini tasvirle yetinen bir bilgi kurmak istiyordu: etnolojiye göre etnografya ne ise sosyolojiye göre bu da öyle olacaktı. Önemli eserlerinden biri Soziologie des Krieges’dir 1929.
Sumner, W. G. (1840 -1910): New Jersey’de doğmuş bir Amerikan sosyologu. Sosyal danvinizm, toplum araştırmalarının hareket noktasıdır. Spencer, Gumplowicz, Ratzenhofer, Lippert onun başlıca kaynakları oldu., Fakat şahsî araştırmalariyle bu yolu ilerletti. Başlıca eserleri: Folksways (1907), The Science of Society (1927) dir.
S
Şevki, M. A. (1881 -1963): Türk sosyologu, Prens Sabahattin’in Science Sociale çığırını devam ettirdi. “Mesleki İçtimaî” adında bir dergi çıkardı (1918). Memleketi tanıma adlı bir monografik anket soru cetveli yayınladı. İstiklâl savaşı sırasında anket cevapları yarım kaldı. Sonradan Mülkiye Dergisinde scienee sociale açısından eğitim sorularına dair makaleler ve bir monografi örneği yayınladı. Ortakçı Destanı adlı incelemeyi çıkardı. İst. Edebiyat Fakültesinde P. De-camps’m söciologie experimentale’ini okuttu.
T
Taine, Hyppolyte, (1828 -1893): Pozitivist fransız filozof ve sosyoloğudur. Les origines de la France contemporaine (1875), Philosophie de l’art (1882) da kan, (ırk), zaman (traih) ve mekân (coğrafya) olarak toplum olaylarının başlıca üç esas faktörünü incelemektedir.
Tarde, G. (1843 -1904): Fransız toplum psikoloğu. Suç statistikleri ile uğraştı. Toplum olgularını “icat” ve “taklit” dediği iki ruhî olayla açıklamaya çalıştı. Sonradan Durkheim onun sosyal olguların özel karakterini görememiş olmakla itham etti. Tarde fikirlerini başlıca Les Lois de l’Imitation, Les lois sociales, L’Opinion et la foule gibi eserlerde açıkladı.
Tavmey, R. H. 1880 de Kalkutta’da doğmuş İngiliz sosyologu. Başlıca eserleri The Acquisitive Society (1921), Religion and the Rise of Ca-pitalism (1926) dır.
Thurınvald, R. C. (1859 -1954): Asıl AvusturyalI, alman etnoloğu. Halle ve Berlin üniversitelerinde profesörlük etti. Yeni Gine, Doğu Afrika-da çalıştı. Völkerpsychologie und Soziologie adlı araştırmalar seri-risini yayınladı. Doğu Hint ve Afrika yerli kültürlerine dair pek çok araştırmasını Völkerpsychologie adı ile çıkardığı bir dergide yazdı.
Timatscheff, N. S. (1886): Rus asıllı hukuk sosyoloğu olup sonradan Ford-ham üniversitesinde hukuk sosyolojisi okuttu. An Introduction to Sociology of Law başlıca eseridir.
'Togueville, A. Ch. H. (1805 -1859): Siyaset adamı olmak toplum sorularını inceleme fırsatı verdi. Amerika’ya yaptığı bir geziden sonra De la Democratie en Amerique’i yazdı. Devrimlerin toplumlardaki temel olguları değiştiremediğini tarih araştırmalarına dayanarak L’Ancien Regime et la Revolution adlı kitabında gösterdi.
Tönnies, F. (1855 -1936): Tannımış alman sosyoloğu. Kiel üniversitesinde profesör idi. Başlıca fikirlerini Gemeinschaft und Geselschaft adlı eserde topladı. Burada “Cemaat” i organik bir bütün ve unsurları sıcak bağlarla bağlı olarak görüyor. “Toplum” (Geselschaft) deyince - unsurları sözleşmelerle ve soğuk bağlarla, çıkarlarla bağlı toplulukları anlıyor. Bu sınıflama Le Play’ninkine benzemekle birlikte burada değer hükmü tersine verilmiştir.
Tourville, H. de (1842 -1903): Le Play'nin çığırını ileri götürdü ve Nomen-clature des faits sociaux adlı eserinde araştırmalarının sonuçlarından bir sınıflama çıkardı. La question auvriere en Angleterre, Histoire de la formation particulariste de değerli çalışmalardır.
Troeltsch, E. (1865 -1923): Alman ilâhiyatçısı ve tarihçisidir. Tarihe ait eserlerinde sosyoloji için değerli bilgi vardır. Bu bakımdan o din sosyolojisinin kurucuları arasında sayılır.
Tugan - Baranovvsky, (1865-1915): Rus iktisatçı ve maxismin sosyolojik yorumlayıcısı. İnsanların hayatında fizyolojik, cinsî, sempatik, benci - başkacı, pratik olmayan beş hâkim ilginin rol oynadığını ka-bûl eden bu zat sosyal zümre ve sınıf çatışmalarına geniş bir anlam vermiştir. Theoretischen Grundlagen des Marxismus (1905), Die sözialen Grundlagen der Genossenschaft (1921), başlıca eserleridir.
Tylor, E. B. (1832-1917): İngiliz antropologu, Frazer’le birlikte ani-misme denen ilkel din teorisinin kurucusudur. Kültür yayılması olayında da önde gelenlerdendir.
V
Vacher de Lapouge, (1854 -1920): Fransız antropologu, Les selection so-ciales adlı eseri ile tanınır.
Van der Leeuw, G. (1890 -1950): Holandalı dinler tarihçisidir ki, başlıca. Fenomenoloji metodunu bu ilimde ilk defa kullanmış ve Din Fenome-nolojisi (Phânomenologie der Religion) adlı eseri yazmıştır.
Van Gennep, A. (1873 -1957): Fransız sosyolog ve etnologudur. Manueî de Folklore français contenprain (1921) adlı büyük eserinden başka sayısız etnolojik araştırması vardır. En tanınmışları Les rites du passage (1909), La formation des legendes (1910), L’etat actuel dut probleme totemigue (1921) dir.
Veblen, Th. B. (1857-1960) : Kuzey Amerikalı sosyolog. En tanınmış eseri Theory of the Leisure Class’dır.
Vendries, J. (1875-1960)1 Fransız linguisti ve sosyologu. Sorbonne’da. profesör oldu. Meillet’nin çalışmalarını tamamladı. Le caractere so-cial du langage, Le langage, introduction linguistique â l’Histoire başlıca eserleridir.
Vieo, J. B. (1664-1744)1 Sosyolojinin doğuşundan çok önce toplum olgularının tarihî evrimini inceleyen tarih filozofu. “Cori et ricorsi” dediğe tarihî eserler teorisi ile îbn Haldun’un tarih felsefesi ve sosyolojisini başka bir şekilde ifade etti. Scienza Nuova (Yeni İlim) adlı eseri bugün de değerini saklıyor.
Vidal de la Blache, (1845 -1918): Fransız coğrafyacısıdır ki„ çalışmaları Amerikada Ecology çalışmalarım andırır ve toplum morfolojisini incelemeye hazırlık teşkil eder. Principe de Geographie Humaine esaslı kitabıdır.
Vierkandt, A. (1867 -1953): Alman sosyologu. Berlin üniversitesinde profesör idi. Geselschaftslehre de Geştalt teorisini sosyolojiye uyguladı. Simmel ve Tönnies’in etkisi altında idi. İlkin bir sosyoloji sözlüğü yaptı. Sozialpsychologie’ye dair eserler yazdı.
W
Wach, J. (1898-1955): Alman din sosyologudur. Eserlerinden çoğu bu konuya ayrılmıştı. Wach’dan önce din sosyolojisi ayrı bir konu değildi. Durkheim’ın “Dinî hayatın başlangıç şekilleri” bu konuda ilk eser ise de sistematik kitap Wach’a aittir. O ayrıca M. Weber’in metodunu kullanması bakımından Durkheim’dan ayrılır.
Ward, L. F. (Kuzey Amerikalı sosyolog ve filozof. Brown üniversitesinde profesör oldu. Aug. Comte’un tesiri altında fikirleri gelişti. Amerikada sosyolojinin kurucularından sayılır. Dynamic Sociology, Outline of Sociology, Applied Sociology başlıca eserleridir.
Warner, W. L. Kuzey Amerikalı antropolog - sosyolog. Harvard’da antropoloji profesörü oldu. Avustrayla ve İrlanda’da araştırmalar yaptı. En önemli eseri Lund ile birlikte yayınladıkları The social Life of a modern Community’dir ki onun ardından gelen kitaplarla birlikte aynı konuda 5 ciltlik büyük bir araştırmadır. Toplum sınıflan konusunda yapılmış monografik en derin incelemedir.
Waxweiler, E. (1876-1916): Belçikalı sosyolog. Bruxelles üniversitesinde profesör ve Solvay Enstitüsü müdürü idi. Solvay’in fikirlerinden ilham alarak “toplum enerjetik” i üzerinde çalıştı. Archives de So-ciologie’deki makalelerinden başka Esquisse d’une Sociologie adlı eseri vardır.
Weber, M. (1864-1920): Alman iktisatçı ve sosyologu. Friburg ve Hei-delberg de profesör oldu. Comte ve Spencer’den beri yerleşmiş metodu bırakarak Dilthey’ın Geisteswissenschaft görüşüne dayanan bir sosyoloji kurmaya çalıştı. “Anlayıcı” (Verstehende) denen bu sosyolojiyi tabiat ilimleri gibi değil, manevî bir ilim gibi kurmaya çalışıyor, yalnız Dilthey’dan farklı olarak bunu statistik (olasılık) metodu ile tamamlıyordu. Weber’in en büyük eseri Wirschaft und Geselschaft’-dır. İkinci önemli eseri Gesammelte Aufsâtze zur Religionssoziologie*-dir.
Weber, Alfred (1868 -1958): Alman iktisatçı ve sosyologudur. Kültür felsefesi ve kültür sosyolojisine dair esaslı eserleri vardır. Başlıca eserleri Religion und Kültür (1924), Freier Sozialismus (1946) dır. Bugün de alman sosyologlarından bazıları üzerinde tesiri devam etmektedir.
Westermarck, E. A. (1862 -1939): İngiliz sosyolog ve etnologu, aslı fin-landiyahdır. Berlin, Barcelone, Londra üniversitelerinde profesör oldu. History of Kuman Mariage, The Origin and Development of the moral ideas en önemli eserleridir. Her ikisinin de fransızca çevirileri vardır.
Wiese, L. von: Alman sosyologu, önce iktisat profesörlüğü ile başladı. Orta ve Uzak Doğudaki uzun gezilerinden sonra kendini sosyolojiye verdi, Köln üniversiaesinde profesör oldu. Fertlerarası ilişkilere dayanan ve Beziehungssoziologie dediği bir görüşü savundu.. Bu esasa dayanarak deneyler yaptı, (doğ. 1876). Beziehungssoziologie adı altında birçok yayınları vardır.
Wilbois, J. (1876 -1952): Durkheim sosyolojisinden yetişmiş ise de Berg-son’un felsefî fikirleri ile bunları uzlaştırmaya çalıştı. Bir yandan Demolins ve de Tourville’in deneyci sosyolojisine karşı da ilgi gösteriyordu. Bu eklektik düşüncelerden Devoir et Duree adlı eseri doğdu. Principe de Morale de bu sentez denemesi devam etti. Psychologie . de l’entrepreneur konusundaki eserlerde uygulamaya girdi.
Wirth, L. (1897-1952): Kuzey Amerikalı sosyolog, Chicago’da profesör oldu. 1949 da Uriesco yardımiyle Oslo’da kurulan Milletlerarası Sosyoloji Derneği başkanı seçildi (Türk delegesi Ülken idi). The City, The Ghetto, Urban Government, Kuman Ecology, v.b. eserleri vardır.
Worms, R. (1867 -1926): Fransız sosyologu, Caen üniversitesinde profesör. Institut International de Sociologie’yi kurdu ve onun dergisini çıkardı. Biyolojik sosyoloji eğiliminde idi. Organisme et Societe, Philosophie des Sciences sociales, Sociologie başlıca eserleridir.
Wundt, W. (1832 -1920): Alman psikologu ise de Tarde gibi psikolojik sebeplerle toplum olgularını açıklamaya çalıştığı için bir bakımdan sosyolog sayılabilir. Psikolojide laboratuvar çalışmaları pek çoktur. Fakat sosyoloji ile ilgili olan başlıca kitabı zengin malzeme ile dolu olan Völkerpsychologie adlı 10 ciltlik eseridir (1900-1920). Ayrıca Die Sprache, Mythus und Religion, Die Kunst, Der Geselschaft da bu konudadır.
Y
Young, Kimball (1893): Kuzey Amerikalı sosyolog. Wisconsin üniversitesinde profesör oldu. Social Psychology, Source Book for Sociology eserleridir.
Z
.Ziegier, Heinz 1903 de doğmuş alman sosyologu. Pareto’dan mülhem olarak modern milletlerin ideolojik temellerini tetkik etti. Başlıca eserleri Ideologienlehre (1927), Zur Souverânitat der Nation (1930), Die moderne Nation (1931) dir.
Zimmermann, C. C. (1897): Kuzey Amerikalı sosyolog, köy sosyolojisinde derinleşti. Journal of Rural Sociology’yi çıkardı. Harvand’da profesör oldu. Birçok araştırmalarından başka A systematic Source -Book in Rural Sociology adlı 2 ciltlik eseri 1932 ye kadar bu konuda yapılmış bütün çalışmaları toplamaktadır. 1965 - 66 da Türkiye’de ders verdi.
Znaniecki, F. (1882-1958): PolonyalI sosyolog. Varşova üniversitesinden koğulduktan sonra Cenevre, Zürich ve Paris’te okudu. Chicago, Co-lumbia ve Illinois üniversitelerinde profesör oldu. Sosyoloji ve felsefeye dair lehçe ve İngilizce birçok yayınlar yaptı. En önemli araştırması Thomas ile yaptıkları Molokan’ların Amerikaya yerleşmesi yeni kültüre uyma süreci üzerindeki geniş gözlem ve deney incelemesidir.
Zoltowski, V. (1900): Polonya asıllı fransız sosyologu. Paris İlmî araştırma Enstitüsünde araştırıcı. Simiand’ın metodundan ilham aldı ve sta-tistiğe dayanarak bir tarihî devreler (cycle) teorisi kurmaya çalıştı. La fonction sociale du temps et de l’espace, Les cycles de la creation intellectuelle, Histoire et algebre araştırmalarıdır.
SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜNE
E K
A
Açık oturum (panel) Siyasî ve genel olarak sosyal ve ideolojik sorularda tartışmak üzere az sayıda kimse arasında yapılan toplantılara bu ad verilmektedir. Bununla “Yuvarlak masa konferansı” (R o u n d Table Conference) ve Sempozyom (S y m p o s iu m) gibi toplantılar anlaşılabilir. Açık oturumda belirli sayıda kimse tartışmaya karışır. Bunu iki karşıt görüşün temsilcileri tarafından yapılan ve bir hakem zümresiyle değerlendirilen tartışmadan (münazara) ayırmalı-■ dır.
Açlık grevi (greve par la fai m) : İsteklerini siyasî bir kuvvete karşı zor kullanmadan kabul ettirebilmek için baş vurulan pasif bir direnme şeklidir. İlkin devamlı olarak güney Afrika ve Hindistanda Gandhi tarafından tatbik edildi. Belirli bir süre yemek yememek suretiyle siyasî gücün baskısına karşı koymaktır. Ancak buna baş vuranın hayatına üstün değer verildiği zaman tesirli olabilir. Böyle değilse ve açlık grevinin doğurduğu hastalık ve ölüm ilgisizlikle karşılanırsa, o her türlü yaptırıcı gücünü kaybeder. Ancak, kendisini bir fikir veya inancın sembolü haline getirmiş olan kimselerin açlık grevinde ölmeleri kamu sanısında şiddetli tepki yapacağı için, o yıpratıcı gücünü saklar. (Bir nevi dinî olmayan şehitlik dileğidir de denebilir.)
Ahund (jurisconsulte chiite): İranda şiy’î doktrininin üstadları sayılan hocalar ve müderrislere verilen isimdir. Önce Timur devrinde Orta Asya’da, sonra İranda bilginler için kullanılmıştır. Doğu Türkis-tanda "efendi” anlamını da alır. Batı Türkistanda mahalle imamlarına başkanlık eden imamla müftü arasında olan kimsedir. Kelime farsça “khavend” den geldiği sanılıyor. Fakat Mogollar devrinde hıristiyan türk rahiplerine arhun deniyordu ki, ahund’un buradan gelmesi de mümkündür. Argun kelimesi de aynı kökle ilgilidir. Halk şairi anlamında akün denmektedir.
(Zeki Velidi Tugan, Ah u n d maddesi, İslâm Ansiklopedisi)
Akçe bozulması (devaluation) : Gümüş paranın kenarından kesilerek ağırlığını azaltmak ve para miktarını çoğaltmak üzere baş vurulan malî denge tedbirine verilen isimdir. Bu suretle bozulan paraya “mağşuş akça * denirdi. Para bozulması Osmanlı tarihinde daha 1 7 nci yüzyılda başlamış olan malî krizin başlıca vasıllarındandır. (Belin, Türkiye İktisadî Tarihi, çev. Ziya Karamürsel).
Antikacı (marchand des an ti q u i t e s) : Eskiciden tamamen ayrı bir satıcı tipidir. Eskici, yıpranmış ve kullanılmış eşya toplayarak onları tamirden sonra satan kimsedir. Antikacı yalnız tarihi değeri olan eski yüzyıllara ait eşyayı satan kimsedir ki sattığı şeyler arasında tarih ve sosyoloji bakımından vesika değeri taşıyanlar vardır. Eski para, silâh koleksiyoncuları da bu kelimenin kaplamı içine girebilir. Fakat onlar sistemli bir bilgi halini alınca, eski paralar bilgisi (Numisma-t i q u e) eski silahlar bilgisi (heradique) halinde tarihin yardımcı bilgileri arasında yer alır. (H. Balzac, M a i son des An-tiq ui t es).
Amîn! (A m en) : Hıristiyanlıkta duaların sonunda Amen! dendiği gibi, İslâmlıkta da Amin! denir. Kökü İbranca olan bu kelime bir tahmine göre Allahın isimlerindendir. Ayrıca kelime “Duayı kabul et!’ anlamına gelir. Eski türkçede çocukların okula başlamasi için yapılan özel bir törene “Amin duası” denirdi. (Ş. Yaltkaya, Amîn, Islâm Ansiklopedisi)
Amentii (credo) : Bütün göksel dinlerde, temel inancın sözle ve yürekten kabul edilmesi anlamına gelir. Her dinin amentü'sü farklı şekiller alır. İslâmlıkta bu kısa şekli ile “kelimei şehadet” (Allahın birliği, Muhammed’in onun peygamberi olduğunu tasdik) dir. Uzun şekli ile amentü’nün unsurları Allaha, meleklerine, kutsal kitaplarına, peygamberlerine, Ahret gününe, insan iradesinin, iyilik ve kötülüğün Allahtan geldiğine inanmaktır.
Anka (Foenix ): Türk ve Iran masallarında rolü olan çok büyük efsanevî kuşdur ki (Zümrüdi - Anka) alın yazısı olarak bir kuyudan yeraltı dünyasına düşen kimseyi kurtarır. Iran mitolojisinde bu Sîmurg şekline geçer. Gökalp’ın yorumlamasına göre bu kelime sek = köpek ve mürg = kuş kelimelerinden doğmuş yapma bir isimdir. (Z. Gökalp, Eski türklerde din, Edebiyat Fak. Mecmuası, 1333 - 1919) Anka arapça, Sîmurg farscadır.
Askı (an n önce d u m a r i a g e) : Nikâhtan önce, evleneceklerin halkça tanınmaları için nikâh dairesi levhasında ilân edilmeleridir. Askı, nikâhta kanunî bir engel olup olmadığının toplumca kontrol edilmesini sağlar. “Askıda bırakmak" çözüm yolu bulmadan bir işi yanda bırakmak demektir.
Ateşten geçirmek (o r d a I i e d u feu): İlkel dinlerde, suçun köklerini araştırma usulleri doğmadan önce kullanılan mistik tarzda suçluyu arama yollarından biridir. Ordali’nin bir-nevi ateşten geçirmedir. Ateşten geçirilen yanmazsa suçlu olmadığına inanılır. Şehname’de Siyaviiş -iin üvey anası Sûdabe’nin iftirasına karşı babası Keykâvus tarafından ateşten geçirildiği anlatılır. Ortodoks hıristiyanlarında “ateşten geçirme” ayini bugüne kadar devam etmektedir.
Ateşte yakmak (autodafe): Hıristiyan Ortaçağında kullanılmış olan en ağır ceza şekillerinden biri. Bu cezaya çarptırılan kimse bir odun yığınının üzerinde direğe bağlanır ve diri diri yakılır. Katolik kilisesi dinsizlik suçundan dolayı bu cezayı uygulardı. En tanınmışları Renaissance’-m büyük filozofu Bruno ile Fransayı İngiliz istilâsından kurtadan Jean d’Arc’ın ateşte yakılmasıdır.
Avam (tiers - e t a t, peuple): Yüksek tabakadan olmayan bütün halk anlamında kullanılmıştır. Karşılığı “havas” tır. Fakat İslâm - Orta Doğu ülkelerinin tarihinde Batıda olduğu gibi organlaşmış bir asiller sınıfı ile rahip sınıfı olmadığı için “avam” kelimesi daha ziyade okumamış ve özel bir tahsille yetişmemiş bütün halk anlamına gelir. Avamdan ayrılmak ya tahsille olur (Ulema ve devlet adamları), yahut “eşraf” ve “âyan’ den olmakla mümkün olur. Birincisi her zaman kazanılabileceği için, bu anlamda avam ve havas arasında kesin dıvar yoktur. İkincisi organlaşmış bir imtiyaz sistemi ile kurulmuş değilse de gelenekle kurulmuştur. Ve bu anlamdaki havas’la avam arasında daha güç aşılan bir duvar vardır.
Avam kamarası (chambre des communes): Bu tabir seçimli hükümet şekillerinden önce belirli zamanlarda toplanan halk meclisleri için kullanılırdı. Özel halk îngilterede Parlamentoya verilen isimdir. Bu - na karşı asiller sınıfının temsilcilerinden ibaret Lordlar kamarası bulunur.
Ayan (1 es nobles de province): Vilâyet merkezlerinin ileri gelen aileleri o bölgenin “âyan”ım teşkil eder. Kasablann “eşrafına karşı şehirlerin “âyan”ı vardır. Eşraf töre ve geleneneğe dayandığı halde, âyan gelenekle birlikte devlet nüfuzuna dayanır. “Müderrisler”, ce ve itibarca nüfuzlu ailelerinden de meydana gelir. Ayan ve Eşrafı mütegalibe’den ayırmalıdır.
Ayan meclisi (S e n a t) : Meşrutî devletlerde tam Senato karşılığı kullanılmıştır. İkinci Meşrutiyet de (1908) “Mebusan”m yanında (Parle-mento) asiller Meclisi değil üstün tahsile ve yaş tecrübesine dayanan bir de “Ayan” vardı. 1960 dan sonraki Cumhuriyette az çok buna karşılık Senato kurulmuştur.
Ayîni Cem (culte bacchanale): Bektaşi teşkilâtında Dede-baba*-nın başkanlık ettiği “Meydan evi”nde yapılan en önemli törenin adı. Kelime arapça “ayn iil-cemi” (Allahla bir olmak) ile farsca “ayîni Cem” (Cemşid veya Güneş tanrısı ayini) nin bulanık şekilde birleşmesinden doğmuştur. Bu ayin, adayın (muhib) bektaşî ocağına girişine ait bir takım törenlerden ibarettir ki en önemlisi “ölmezden 'önce ölünüz!” (Mutû kable en temûtû!) âyetinin yorumlanmasından ibaret olan kısımdır. Burada aday yere yatar, üstüne bir örtü örtülür ve eski hayatı için ölmüş sayılır. Bazı gülbank’lerden sonra kalkar ve yeni bir hayata doğmuş sayılır.
Anane (tradition): Bk. gelenek. Kelime arapca filandan filana (an-an) anlamında olup yeni icşt edilmiştir. Gelenek kelimesi daha elverişlidir.
Aylık (a p p oin t e m e n t) : Devletin veya özel teşebbüsün hizmet karşılığı gereken ücreti aydan aya vermesi şekli. Çalışmasına karşı hak edilmiş sayılırsa ay sonunda, önceden geçimi sağlamak için ay başında verilebilir. Bareme’e bağlı memur aylığı olduğu gibi, hizmette kullanılan (employe) veya gündelik hesabına göre çalışan uzmanların da aylığı olabilir.
Asî gençlik (jeunesse revol te e): Son yılların toplum olayları arasında göze çarpan bir kriz halidir. Onu erginlik yaşının psiko-sosyal krizinden ayırmalıdır. İkincisi gencin ruhî dönüm yaşından ileri gelir ve yakın çevresiyle (aile, akranlar, okul) kendi arasındadır. Erginlik krizi kültür çevrelerine ve eğitim tarzlarına göre erken veya geç aşılır. “Asi gençlik” denen yeni toplum olayı yalnız Batı kültüründeki ülkelere mahsus olmaması, Doğu memleketlerinde yayılması, ideolojik akımlarla ili— çiği olsa bile karşı kutuplarda aynı derecede meydana çıkması vasıfla-riyle ayrılır. İdeolojilerle ilişiği ikinci derecedir. Çünkü işçi hareketleri ve grevlerden, halk isyanlarından ayrılır. Başlıca vasfı kurulmuş değerler düzenine karşı isyandır. Bu vasıf milliyetçi veya sosyalist bütün idealizmlere karşı cephe alan nihilizmden gelmektedir. 1945 den beri genişlemekte olan bu âsi insan (l’homme r e v o 1 t e) tipi yaşayış tarzı, kılığı ve davranışı ile topluma isyanı ifadeye başlamış ve genç kuşaklar arasında her türlü kurala karşı koyma şeklini almıştır. Existence felsefesinin bir nevine (Sartre, Camus) dayanan bu nihilist hayat tarzının başlıca sosyal saiki ikinci Dünya savaşının doğurduğu “yaşamanın anlamsızlığı" duygusudur.
B
Bacı (soeur aînee, servante ne'gre): Bu kelime Anadoluda asıl büyük kız kardeş anlamında kullanılır. Eski konaklarda satın alınmış zenci kızlarının yaşlıcaları için de kullanılır.
Baç (droit de transport): Eskiden dış veya iç sınırları geçenlerden geçme hakkı olarak alınmış para veya maldır. Bir devletin dış sınırlarına ait olduğu zaman “gümrük hakkı" (drait de douane) şeklini alır.
Balayı (lune de mi el): Yeni evlilerin ilk onbeş günlerini tam neşe içinde geçirmeleri için, başka bir şehre veya ülkeye gitmelerinden ibaret âdet. Batıdan Doğu ülkelerine de yayılmıştır. Evliliğin en mutlu devresi sayılır.
Başmaklık (ration des sultanes): Sarayda hükümdarın eşlerine veya kızlarına verilen para ve ayn halindeki tahsisat.
Beşik (berceau): Çocukların doğumdan bir yaşma kadar geçirdik
leri devrede iç algı davfanışlariyle dış algı davranışları arasında uyarlığın kurulmadığı zamanki intibaksızlık halini aşmak için türlü kültür çevrelerinde baş vurulan uyuşturarak uyutma aleti. Çocuğun düzensiz tepkilerini uyuşturmak için beşiğin sallanmalarından faydalanılır. Bazı kültür çevrelerinde çocuk tarlada anasının yanında bakıldığı için be-şiksiz olarak bu ağlama safhasından daha normal geçer. Bu uyuşturma aletine monoton seslerin tekıarından ibaret “ninni” de yardım eder.
Bayrakdar (porte-enseigne): Orduda bir kıt’anın başında bayrağı taşıyan kimse. Herhangi bir küçük zümrenin başında bulunana da denir.
Bibi ( tante pa temelle): Baba kardeşine Anadoluda bibi denir. Aynı anlamda Batı Anadolu'da hala kelimesi kullanılır, (kökü arapça). Birlikte - oluş (Mitse in): Almanca yeni felsefe dilinde kullanılan bu kelime existence felsefesini olduğu kadar sosyolojiyi de ilgilendirir. Sübjektif idealizmin kapalı şuur görüşüne karşı açık şuur (c on Science ouverte) görüşünü savunan yeni felsefe, insanlararası ilişiği açıklamada güçlüğe uğrayan eski filozoflardan tamamen ayrılır. Bu yenilere göre insanın hali insanlarla veya "başkası”yla birlikte varoluştur.
Bütünleşme (Ganzheitlichkeit): Alman sosyologları ve başlıca Viekandt tarafından kullanılan bu terim tam olarak “bütünlük halinde olma” diye de karşılanabilir. Aynı anlama yakın olmak üzere bütünleşme denebilirse de onu totalite karşılığı olan bütünlük’ten ayn malıdır.
c
Casusluk (espionnage): Bir memleketin gizli teşkilâtını öğrenmek için her türlü araca baş vurarak sokulan yabancının, yahut aynı bilgiyi başka bir devlete vermek için kendi ülkesinin sırlarını satan kimsenin yaptığı iş. Casusluk sosyal işlemlerin en tehlikelisi ve en zararlısıdır. Casusların verdiği bilgi bir ülkenin bağımsızlığını tehlikeye düşürebilir. Bundan dolayı casusluk bütün ülkelerce en ağır suç sayılmuştır.
Cellat (bourreau): Kanun karariyle ölüme mahkûm edilen kimsenin öldürülmesi görevini üzerine alan kimse, ölüm cezası, ister kanuna dayansın, ister keyfi kararla verilsin, bunu uygulama işini üzerine alan kimse toplumda en kötü görülendir.
Civar (entourage, voisinage): Yerleşme zümrelerinde (oba, köy, kasaba, şehir) daima yerleşmiş olanların barınakları ve bahçelerinden ibaret yoğunluk ile onun çevresindeki topraklar ve sosyal şartlar arasında sıkı münasebet vardır. Bu münasebetin kurulduğu çevreye yerleşme zümresinin “civar”ı denir. Köyde baltalık, otlak, yol ve dere, v.b. onun civarı olduğu gibi, şehirde de banliyö, uydu-şehir, yakın köyler ve endüstri bölgesi onun civarıdır.
Coşkunluk (e x a 1 t a t i o n) : Toplum hayatı devreli sıklaşma ve gevşeme ritmlerinden ibarettir. Hasad, av, yemiş toplama, savaş v.b. gibi sıklaşma ritminde toplum coşkunluk içinde bulunur. Bunların ardından gelen devrede coşkunluk azalır ve birinci ritmin hatırlamaları yaşanır. Toplumda ayinler ve törenler coşkunluklarda, masallar ve efsaneler hatırlamalarda doğar. Bu ikili ritmin bariz örneğini Eskimoların hayatında görürüz. (Marcel Mauss, Melenges de s o c i o 1 o g i e religieuse).
Curnal (rapport d’espion): Yabancı bir memleket hesabına olduğu gibi memleket içinde de devlet veya onu koruyan gizli bir teşkilât hesabına çalışan kimsenin verdiği rapor. Böyle rapor verenlere jurnalci denir. Abdülhamit hafiye teşkilâtı kurmuş ve hürriyetçilere karşı jur-nalcılar yetiştirmişti. Bu sistem sonraki idarelerde de kullanılmıştır.
Ç
Çalap (c r o i x, Dieu): Hıristiyanlıkta Isâ’nm öldürüldüğü haç biçimi direk Allahın oğlunun göğe yükseldiği yer olduğu için sembolik olarak Tanrı anlamına gelir. Kelime kökü asmak’tan “salib” ise de çalab şeklini almıştır. (Çelipa da denir).
Çelebi (Serviteur de Dieu, gentillhomme): Aslında Tanrıya hizmet eden demektir. Fakat bu gönülsüz ve dervişçe yetişme iyi yetişmiş insan (gentilhomme) anlamını almıştır. Mevlânâ ve Hacı Bek-taş soyundan gelenlere “çelebiler” dendiği gibi, halk arasında dervişlik ve zariflik güçlerine sahip olanlara da çelebi denir.
Çıkar (i n t e r e t) : Özel olarak iktisatta, genel olarak toplum hayatında ferdin veya zümrenin faydasını sağlayan şey demektir. Eskiden bu yerde “menfaat” kullanılırdı. Ferde ait çıkarla topluma ait çıkar bazen ça-tışkan halde bulunur. Meselâ ferdin mal biriktirmesi kendi çıkarı, toplumun ortak ihtiyaçlarını düşünmesi toplumun çıkarıdır. Bu iki çıkar, çoğu çatışma halindedir. Bu yüzden toplumcu bir kimse ferdin çıkarma karşı koyar veya onu toplum çıkan hesabına sınırlamak ister. Toplumcu bir kimsenin toprak bölümü istemesi veya büyük servet birikmelerinin doğurduğu adaletsizlikleri önlemeye çalışması bundandır. Yalnız Stuart Mili gibi hürriyetçi ve faydası (utilitariste) görüşe dayananlar ferdin çıkarı ile toplumun çıkan arasında uygunluk olduğu sanısındadırlar. Onlara göre toplum çıkan derin görülmüş bir fert çıkandır. Çünkü fert toplumun faydasını düşünerek kendi geleck çıkarlarını sigortalamış olur. Fakat bu faydacı teorinin iyimser görüşü fert ve toplum çıkarları arasındaki çatışmayı her zaman ortadan kaldırma gücünde değildir.
Çokcephelilik (vielseitigkeit): Toplum olayları, bünyeler ve kurumlar başka tabiat olaylarından başlıca “çokcephelilik" vasıflariyle ayrılırlar. İnsanların birleşmesinden meydana geldikleri için antropolojik, şuurlararası ilişiklere ait oldukları için psikolojik, nüfus yoğunluğuna ait oldukları için demografik, canlı varlığa ait çoğalma fiiline ait oldukları için biyolojik, toprağa ve çevreye dayandıkları için coğrafî ve fizik, v.b. cephelerini aynı zamanda gözönüne almak gerekir. Sosyal olaylar ve bünyelerinin çokcepheliliğini en iyi gören Pareto olmuştur.
Çorbacı (no tabi e de village. chef des Jannissaires): Köy ağası veya Yeniçeri ortasındaki baş anlamında kullanılmakta idi. Ayrıca Türkiyede Rum ve Ermeni azınlıklarında başkan anlamında bir saygı terimi diye de kullanılmıştır.
D
Dâhi (g e n i e) : Doğuştan üstün başarı gücü gösteren kimsenin meslek ve eylem hayatında bu başarısını toplum üzerine etki yapacak derecede yükseltmesinden doğan insan kişiliği, insan dâhi olarak doğmaz, toplum şartları üstün bazı melekeleri geliştirerek onu bu hale koyar. Dâhi’de biyo-psikolojik amil ile sosyal amilin paylarını ayırmalıdır. Bütün hazırlayıcı şartlara rağmen toplum elverişli çevreyi vermezse, dâhi yetişmez. Her mesleğin, her çağın, her kültür seviyesinin ayrı dâhi tipleri vardır. Dâhileri yetiştiren toplum olduğu kadar, topluma yön veren ve gelişmesini hızlandıran da dâhilerdir. Sosyolojik ve antropolojik teoriler bu noktada karşılıklı aşırı hükümlere varmış (Lambroso, L’homme de gen i e; Gökalp, Büyük adamlar ve cemiyet, İçtim, Mec., 1 9 1 7; M. İzzet, İçtimaiyat, muasır hayat ve büyük adamlar, 1923).
Daralma (v erengerung): Toplum şartlarının (coğrafî, demografik, v.b.) yetmezliğinden veya tıkanmasından dolayı toplum gelişmesinde duraklama, hattâ gerileme olmasına toplum daralması denir. Bir kısım alman sosyologları bu kelimeye hacimde veya coğrafî zemindeki daralmadan başka bir de münasebetlerin (Beziehung) daralması anlamını verirler. (L. von Wiese, Beziehungssoziolo-gi e).
Danışma kurulu (chambre d u c o n s e il): Çok gelişmiş çağdaş toplumlarda farklılaşmış ve tam uzmanlaşmış olan toplum işlerinin siyasî kurumlan yöneltenler tarafından başarılı olarak görülmesine imkân olmadığı için, işlerin gereğine göre yetişmiş uzmanlardan ibaret bir danışma kurulu devlete yardımcılık eder. Hiç bir toplum görevi böyle bir kurula baş vurmadan yapılmaz. Çok gelişmiş toplumun en bariz vasfı seçim veya tayin ile gelen yöneticilerin uzmanlar kurulu ile işbirliği yapmasıdır. Almanlar danışılan bu uzmanlara Geheimrat, sarayca tayin edilmiş iseler Hofrat derler. Fakat akademik seviyesi yüksek Batı toplumlarında bütün planlama işleri bu danışma kurulları ile uygulanır.
Devlet kuşu (chance, o i s e a u legendaire): Şark masallarında bir çok çileler geçiren kahramanın, sonunda bu sıkıntıları atlatarak feraha kavuşmasını sembolleştiren bir masal tema’sıdır. Masalda “Devlet kuşu”: bir padişahın ölümü üzerine yeni padişah seçileceği zaman meydana toplanan halk arasına bir kuş salıverilir, kuş çile çekmiş adamın başına konar. Devlet kuşu sembolü masaldan günlük hayata geçerek üstün talihe ulaşma anlamını almıştır.
Dede - baba (1 e premier de l’ordre): Bektaşilerde ocağın en büyük başkamdir ki, Hacı Bektaş denen merkezlerinde “Meydan evi”nde oturur. Dede baba, taşra ocaklarından derece derece yükselerek Hacı Bektaş’ta Mihman evi, Aşevi, Kilerevi, v.b. babalıklarından geçtikten sonra Meydan evi babalığına yükselen kimsedir. Bu teşkilât seçimlidir. Halbuki alevî köylerinin bağlandıkları çelebilik soydan
gelmedir. Çelebiler Hacı Bektaşm neslinden olduklarını söyleyerek alevîlere hükmederler. Eskiden babalarla çelebiler arasında başkanlık yarışması vardı. >
Dergâh (couvent des d er viclıes): Tarikatlarda dervişlerin zikr ve ayinlerini yaptıkları bina. Bk. Tekke, zaviye, hankah.
Dıştaduran (Au ssens t eh ende): Kapalı cemaatlerin dıştan başkanı olarak görünen kimsedir ki asıl başkan iç teşkilât tarafından seçilir ve yalnız cemaat mensuplarınca bilinir. Bektaşi ocağı kaldırıdıktan sonra (Mahmut II) Dede baba makamına devlet bir nakşi şeyhi oturtmuştu. Fakat tarikatın yine iç başkanı vardı.
Demografi (demographie): demos = halk, graphos = yazmak kökünden nüfus değişmelerini inceleyen ilim. Fakat kelime her dilde kullanılır. İlk adım Quetelet tarafından atılmıştır. Malthus gıda maddeleri çoğalmasiyle insanların çoğalmasından birinin sayı silsilesi, ötekinin geometrik silsileyle arttığı için bir gün yer yüzünde nüfusu besleyecek gıda bulunamıyacağı şeklindeki kötümser sonuca vardı. Buna karşı yeni malthuscular doğuşun kontrolü fikrini ileri sürdüler. Demografi devletlerce tutulan genel ve sınıflanmış statistiklere dayanır. Bu yüzden gelişmiş milletlerde statistik kurumlan esalı yer tutmaktadır. Ayrıca bütün özel sektör teşebbüsleri de kendilerine ait statistikler yaparlar. Quetelet’-ye göre demografik incelemede ölçü birimi insandır. Fakat insan deyince soyut bir ortalama esas olarak alınmaktadır. Böyle bir insan ne uzun ne kısa, ne şişman, ne zayıf, v.b. dir. Bu özeliklerden ayrılınca “insan” soyut bir isimden ibarettir. Bunun için uzmanlaştırılmış istatistiklerde ortalama insan değil, çeşitli olaylar tetkik edilir. Meselâ suç, intihar, alış veriş, göçler, eşya fiatları v.b. ait statistikler gibi. Böyle alınınca, demografi sosyolojinin esalı yardımcılarından biri olarak kullanılmaktadır. (Simiand, Statistik ve tecrübe, çev. M. Servet, 1928).
Diyalektik maddecilik (materialisme dialectique): Bu kelime Platon tarafından diyalog şeklindeki eserlerinde karşılıklı fikirlerin tartışmasından daha üstün fikirlere, sentezlere yükselme anlamında kullanılmıştı. Sonradan Hegel bunu statik Aristo mantığını aşan dinamik mantık anlamında kullandı. Hegel’e göre, diyalekttikte karşıtlar veya çelişikler birbirini tamamlayarak sentezi meydana getirirler: her tez bir antitezle karşılaşır ve onlar sentezle aşılır. Mutlak Ruh'tan ibaret olan âlem bu diyalektik oluş halindedir. Marx, Hegel’in bu metodunu kendi materyalist toplum görüşüne tatbik etti ve buna diyalektik materyalizm dedi. Ona göre birbiriyle çatışan ve sentezleri meydana getiren Ruh’un lahzaları değil, maddenin çelişik kuvvetleridir. Marx bu fikrini İktisadî olaylarda gördüğü sınıf çatışmasını bütün tarihe yaymak suretiyle çı-Sosyoloji Sözlüğü — 2F kardı. Fakat çelişikler birleşemezler, yalnız farklılar birleşirler ve tabiatta çelişiklerden değil yalnız çatışan olgu zincirlerinden (p r o c e s s) bahsedilebilir. Bu görüş türlü şekillerde tarihî maddecilik, tarihî deter minizm veya İktisadî determinizm adlarını alırsa da başka sosyoloji ve iktisat görüşleriyle karışmamak için kendilerine diyalektik materyalizm demeyi tercih ederler.
Dostluk (amiti e): Senpati ilgisi ile birbirine bağlı kimseler arasında kurulan en küçük zümre. Dostluk arkadaşlıktan daha ileri bir bağlanış şeklidir. Dost olanlar mutlaka aynı meslekten veya zümreden olmayabilirler. İki ayrı topluma mensup olanlar arasında da dostluk kurulabilir. Dostluk ferdî ilişkilerle kurulduğu gibi, zümreler veya toplumlar arası ilişkilerle de kurulur. İki toplum arasında siyasî çıkarlar veya ideolojik ortak görüşlerle belirli bir süre için dostluk kurulabilir. Bazı toplum dostlukları dil akrabalığı, din, mezhep ve ideoloji gibi bir çok faktöre dayandığı zaman daha dayanıklı olur. Fakat buna rağmen siyasî gerginlikler ve çıkar ayrılıkları bu dostlukları bozabilir. Ruslar ve Çekoslovaklar gibi.
Düşmanlık (i n i m i t i e) : İki veya daha çok kimse arasında antipati hattâ zarar verme şeklini alan münasebettir. Düşmanlık dostluğun zıttı olarak ayırıcıdır. Fertler arasında olduğu gibi zümreler ve toplumlar arasında da olur. Düşmanlıkları besleyen bir çok etnosantrik eğilimler ve peşinhükümler (p r e j u g e s) vardır. Yeni sosyal psikoloji araştırmaları milletlerarası anlaşma konusunda bunları tetkik etmekte ise de, çözülmesi kolay değildir. Unesco’nun ele aldığı Batı ve Doğu problemi bunlar arasında yer alır. Fakat milletler, ırklar, ideolojiler, sınıflar, hatta bir etnik zümre içinde bölümler arasında gerginlik ve düşmanlıkların çok çeşitli sebepleri olduğu için onları ayrı ayrı, ele almak gerekir.
E
Emektar (veteran, v i e u x ser viteur ): Eski konaklarda ömrünü bir ailenin hizmetine bağlamış yardımcılar vardı. Bunlar vekilharç, aşçı, ortalık hizmetçisi, kapıcı, v.b. işlerde çalışırlar ve ölünceye kadar aynı kontakta kalırlardı. Konak denen baba soylu ve baba uyruklu &»te parçalandıktan ve zadegan sınıfı çöktükten sonra, emektarların yeri kalmamıştır. Burjuva sınıfında emektarın yerini gündelikçi ve geçici hizmet görevlileri almıştır.
G
Gündem (ordre du jour): osm. ruznâme. Bir meclis veya derneğin devreli toplantılarında veya kongrelerinde konuşulması kararlaştırılan maddeleri önceden üyelere bildiren yazı. Gündemde olmayan bir madde dernek toplantılarında konuşulamaz. Fakat unutulmuş veya yeni meydana çıkan bir madde üyelerden bir kaçının teklifi üzerine gündeme katılabilir. Gündem maddeleri sırasında değişiklik yapmak için oya baş vurulur.
G.P.U. Sovyetlerin toprağı kollektif olarak işletmek için yaptıkları teşkilâttır ki, buna karşı direnen ve mahsulü kamu hizmetinden kaçıran köylüler şiddetle cezalanırılmıştır. Cholokhov bu tedbirleri bir romanında »anlatıyor (Cholokhov, L e s terres def f richees, Türk. çev. Uyandırılmış topraklar).
Geştalt sosyolojisi: Wertheimer, W. Köhler, Lewin, v.b. psikologların açtığı Geştalt psikolojisi sosyolojide de taraflılar bulmuştur. Psikolojide bu akım algının duyumlar birleşmesinden doğmuş olmayıp doğrudan doğruya bünyenin (Geştalt) kavrandığına ait tecrübelere dayanmaktadır. Gestaltciler yalnız insanda değil, maymunlar ve tavuklar gibi hayvanlarda da bu tarzda tecrübeler yapmışlardır. Sosyolojide Vier-kandt, daha önceki fertler arası münasebetler fikrine dayanan sosyoloji görüşüne (Simmel, von Wiese) karşı tepki halinde sosyal bütünler, bünyeler (Geştalt) fikrini ileri sürdü. Simmel’in sosyal şekiller görüşünden tamamen farklı olan bu görüşte sosyal bünyeler muhtevalı şekillerdir.
Gece klûbu (night club): Büyük şehirlerde eğlence zamanı çok olan refahlı sınıfların eğlendikleri ve geniş ölçüde tüketim yaptıkları klûb-lardır. Gece klûblan bir yandan düzensiz hayatın, bir yandan hudutsuz masrafın ölçüleridir.
Grafik (graphique): Statistiği kullanan bütün ilimler gibi sosyal ilimlerde de grafik, olayların zaman içinde değişmesini göstermeye yarar. Koordinat’ın bir çizgisi zamana, öteki çizgisi olayın değişmesine ayrıldığına göre olayın geçirdiği evrim ile zaman arasında bir fonksiyon ilişiği kurulur. Buradan zaman fonksiyon, olayın evrimi değişgen rolü oynar. Eğer başka değişgenler de varsa grafik karmaşık bir şekil alır. Aynı grafikte bir kaç değişgenin çizdikleri iğriler arasında ilişik olup olmadığı araştırılır. İktisatta sürüm ve istek kanunu böyle tek değişgenli bir grafikle gösterilir. Fakat İktisadî olayların kamu sanısına, ahlâkî, siyasî, v.b. fikirlere göre değiştiği hesar>a katılacak olursa karma grafik kullanılır. Adam Smith’in soyut sürüm ve istek kanununu düzelten ve psikolojik denen Viyana ekolü böyle grafikler kullanmaktadır. Bir ma-İm suriimü onun istenilirliği (desirabilite) ne bağlıdır. Pareto bu istenilirliğe, bütün sosyal münasebetleri kuşatmak üzere o p beli m i te diyor. O zaman grafikte değişgenler ve iğriler sayısı yükselecektir.
Günah (peche): Bütün dinlerde . kutsal varlıklar, kendisinde Mana bulunan herşey (insanlar, totemler, bazı eşya, v.b.) Tabu’durlar, yani onlara dokunulamaz. Tabu olan şeylere saygı gösterildiği için “haram” (interdit) dırlar. Haram olan şeyler veya fiillere dokunma, çarpılma şeklinde ceza görür. Yüksek dinlerde Tabu görüşü, haram’a dokunanın “vicdan”ına ait bir sorumluluk, yani günah (peche) halini almıştır. Günah duygusu dinî yasakların sübjektifleşmesi ve ferdileşmesinden doğan bir toplum evriminin eseridir. İlkçağ payen dinlerinde bu duygu henüz gelişmemiştir. Hıristiyanlık, İslâmlık, budizm gibi üniversel dinlerde günah fikri, yunanlılardaki akıl ölçüsüne bağlı “ahlâkî kusur” un yerini almış olup temeli akıldışı (irrationnel) dır. Güvenlik (confiance): Toplum içi ve toplumlar arası siyasî ve askerî gerginliklerde, toplumu temsil eden Meclis üyelerinin hükümete verdiği müsbet oy. Güvenlik oyu alamıyan bir hükümet böyle durumlarda siyasî gücünü kaybeder. Gerginliğin derecesine göre güvenlik oyunun dağılabilmesi halinde karma hükümet (c o a 1 i ti o n) şekline baş vurulur.
H
Halk cephesi (front populaire): Fransada aşırı kutuptaki partilere karşı savaşabilmek için Leon Blum’un baş vurduğu tedbirdir ki, orta ve mutedil sağ ve sol partileri birleştirmek üzere meydana gelen bir nevi karma hükümet şeklidir. “Halk cephesi” tedbiri İktisadî krizler ve savaş tehdidi önünde başarılı olamamıştır.
Haçlaşma (Ve rschrankung): Sosyal olaylarda iki süreç birbirini kesmek üzere haçlaşma meydana getirebilirler: meselâ bir göç süreci ile onun geçtiği yerde karşılaşacağı bir siyasî değişme süreci gibi. Haçlaşma, karşılıklı her iki süreç üzerine etki yapar.
Hamam, Halk hamamı (b a i n p u b 1 i c): Romada ve Bizansta mühim bir yer hitan halk hamamları Türk devletlerine geçmiştir. Hamam toplum hayatında büyük bir yer tutar. Erkek ve kadın hamamları ayrılır. Dellâkler, natırlar hamamların hizmetçileridir.
Hârika (p r o d i g e) Ortanın çok üstünde başarı gösteren çocuklara verilen isimdir. Erken gelişmiş (precoce) zekâ ve hafıza ile böyle çocukların kuvvetli bir eğitim ve elverişli toplum şartları içinde ilerde büyük başan göstermesi mümkün olduğu gibi, bu şartların eksikliği karakter ve kişilik kuruluşunun yarım kalması yüzünden şımarık ve faydasız tipler halini alması da mümkündür. Hârika çocukların özel bir eğitimden geçirilmesi içlerinden büyük adamların yetişmesini temin edebilir. Ancak, “kolaylık”ların kötüye kullanılması ve toplumda hiç bir direnmeye uğramamaları başarıyı aazltabilir. Buna, erken gelişme yüzünden enerjinin tükenmesi gibi nadir halleri de katmalıdır.
Havas (1 e s e 1 i t e s) : Sınıfları kesin sınırlarla ayrılmamış olan ve aşağıdan yukarıya yükselme imkânı bırakılmış bulunan toplumlarda okumuşlar, subaylar ve devlet adamlarından, toprakta yalnız tasarruf hakkı olan âyan’dan ibaret üstün tabakaya Havas denir. Bu sistem Orta Doğunun bir çok toplumlarında, başlıca Abbasî, Selçukî, Osmanlı ve İran Türk imparatorluklarında görülmektedir. Avam’dan olan bir kimse medrese, Acemi oğlan ve Enderun mektebi tahsili ile üstün görevleri kazanarak Havas arasına girebilir.
Hayat darlığı (Lebensschwierigkeit): İktisadî krizler, para değerinin düşmesi (i n f 1 a t i o n) ve paranın yabancı para ölçüsüne göre ayarlanması (devaluation) olayları pahalılığı gittikçe arttırır. Arsa ve bina fiatlannı yükseltir ve başlıca dar gelirliler üzerinde büyük bir yük halini alan hayat darlığını doğurur. Buna karşı kapitalist sistem, müteşebbislerin kâr haddinin artması, sabit geliri olan görevlilerin aylıklarının yükseltilmesi gibi geçici tedbirlere baş vurursa da her yeni ayarlama pahalılık üzerine tesir edeceği için bu tedbirlerden müsbet bir netice alınamaz.
Hayat merkezi (Lebenszentrum): Bir toplumda üretim faaliyetinin en sık olduğu yer demektir. Dağınık köy ve burg bölgelerinden ibaret eski imparatorluklar ve feodal toplumlarda tam hayat merkezi yoktur. Çoğunda Başkent büyük bir tüketim merkezi görevini görür. Gelişmiş milletlerde derece farkı ile ayrılan bir çok hayat merkezleri vardır. Genel olarak üstün endüstrileşmiş bir ülke, toptan, dünya içinde bir hayat merkezi sayılır. Mahsulünü satacağı ve ham maddesini alacağı hayat sahaları arar.
Hayat sahası (Lebensraum): Yeteri kadar kolonisi olmayan ve üstün derecede endüstrileşmiş memleketlerde malını satacağı ve ham maddeyi alacağı endüstrileşmemiş ülkeler bulma ihtiyacı vardır. Bu durumda olanlar endüstrileşmemiş ülkeleri göç, ticaret ve mecburi alıcı bölgesi haline koymaya çalışırlar. Hitler Almanyası bu ihtiyacı sağlayacak endüstrileşmemiş ülkeleri kendi “hayat sahaları” saymakta ve oraya doğru İktisadî - askerî akını meşru görmekte idi.
Hazne (tresor): Devlet haznesi. Osm. Hazinei hassa, imparatorlukta bütün hizmetler ve ordunun masrafı devlet hâzinesiyle sağlanırdı. Devlet hâzinesinin kaynaklan başlıca Mısır haznesi, Rumeli beylerbeyliğinden alman irat ve ganimetler, v.b. idi. Devlet haznesi bir bütçe şeklinde düzenlenirdi. En eskisi aKnunî bütçesi idi. (Aynı Ali bütçesi, Eyyubî bütçesi, v.b. gibi).
Horasan postu (s i e g e r eli g i e u x de Kho tassan): Bektaşi ocağında en yüksek makam. Dede babanın Meydan evindeki dinî yeri ki, “Horasan postu" sembolü ile gösterilir.
Hükümet darbesi (coup d' E ta t): Askerî veya sivil bir kuvvetle, çoğunda silahlı olarak, iktidardakiler! düşürmek, seçim ve tâyin dışında yeni hükümet kurmaktan ibaret siyasî hareket. Devrim veya “ihtilâl” ile karıştırmamalıdır. (Malaparte, Techni que du coup d ’ E t a t).
î
Îcisjcu Ümmet (accord public de la c o m m u n a u.t e) : İslâm toplumunda hukukî bir soruda karar vermek için Kur’anı, peygamberin sözünü, temel hukuk doktrinlerinin karşılaştırılmasını birbiriyle tamamlamak yetmez, aynı zamanda bunların dokunmadıkları yeni toplum sorularında halkın oyuna baş vurulur. Bu bir nevi millî Şurâ, yahut vasıtasız halk oyuna baş vurma (referendum) dır. “Halkın sözü Hakkın sözüdür” denmesi bundan ileri geliyor.
İhvanlık (confrerie): Bir çok İslâm tarikatlarında aynı yolu tutmuş olan müridler arasındaki tarikat kardeşliği demektir. Her tarikatta “ihvan” 1ar arasında sıkı sempati ve aile bağından kuvvetli mahrem bir daynışma vardır. Fakat ihvanlık, başka insanlara karşı yabancı ve soğuk olmak demek değildir. Tersine, insanları eşit görmek ve hepsini sevmek ihvanlığm neticesidir. Bunun özel bir şekli Anadoluda Ahi teşkilâtında vardır. (İbn-i Batuta, Seyehatname, türk. çev. Ahilere ait bilgi)
iltimas (sollicitation des faveurs): Genel olarak bazı kimselerin yükselişinde fazla yardımda bulunmak demektir. Bu geniş anlamında iltimas, değerlilere yapılan takdiri de içine aldığı için müs-bet bir rol oynar. Fakat değersizlerin korunması şeklini alınca toplum yarışmalarında gerçek bir seçkinleşmeyi bozduğu için menfi ve zararlı olur. Yakınlan koruma, bazı çıkarlar sağlamak için yardım şekillerini alan “iltimas” toplumun en zararlı olaylarındandır. Rüşvetle birlikte hâkim olduğu zaman hak kavramı kaybolur ve değerlerde gerçek seçkinleşme imkânsız hale gelir.
Ilgar (course d e s che vaux): Eski türklerde at koşularına ve tören olarak yapılan koşulara verilen isimdir. Bu, yunanlılardaki Olym-piade’ler gibidir.
İmtihan (examen): Kelime kökü mihnet'den zahmet çekerek kazanmak demektir. (Bk. Sısav). imtihan, hayatın her devresinde aşılacak adımları kazanmak için girilen yarışlara denir. Okullarda olduğu gibi askerlik, spor, dinî yetişme, çağdaş toplumda bütün meslek yetişmelerinde hayat bir çok imtihan adımlarından ibarettir. Okul devresindeki imtihanlardan sonra meslek hayatının en üstün basamağına kadar yükselme ve derece almalar imtihanlarla olur. Bu organlaşmış imtihanlar dışında, hayat boyunca süren seçkinleşmelere de imtihan denir. Burada başarı kazanamayanlar toplum yarışmalarında geri kalır, "seçkin” 1er arasında yerlerini kaybederler. Toplumun iç hayatı sürekli bir seçkin elemesidir.
İhsan (c h a r i t e) : Hıristiyanlıkta Allah sevgisi içinde insanların birbirini sevmesi anlamına gelir. Augustin buna Caritas diyor. İslâmlık ihsan ile adalet’i, biri kalbe, İkincisi akla ait olmak üzere birleştirir. Zamanımızın ırkçılık, marxcıhk gibi şiddet isteyen ideolojileri ihsan ilkesini gölgede bırakmada yahut darvvinciliğe dayanrak onu reddetmektedir. Fakat şefkate dayanmayan bir sosyal adalet gerçekleşmez.
imsak (abstinence) : Genel olarak gıdaya ve cinsî hayata ait arzuları sınırlamak demektir. Fakat, başlıca dinlerde perhiz, oruç, zühd, çile şekillerinde eğilimler üzerinde inançların (emir ve yasaklar sisteminin) kurduğu smırlamdır. Onun bulunmadığı din şekli yoktur. Yalnız “imsak’’ zamanlan dışında yasaklann gevşediği veya kalktığı devreler de vardır. Tabu olan şeylere dokunmak ve yemek, adlarını ağza almak gibi bazı yasaklar devamlıdır. Sağlık şartı olarak kullanılan imsak tıpda rejim veya diyet adını alır.
In (caverne du sauvage): Bu kelime daha çok vahşi hayvanlar için kullanılır; ayılann, arslanların ini gibi, İnsandan ve uygarlıktan kaçan içe kapanık zümrelerin, şakîlerin sığındıkları gizli yer için de kullanılır. [Ayrıca "insan” kelimesinin kısaltılmışıdır: “Ne in var ne cin” gibi].
insancılık (humanisme): Dar anlamı ile klasik edebiyat ve fikrin kökleri olan Yunan ve Lâtin edebiyatına çıkmak demekse de, genel anlamı ile insanlık hedefine yönelen her ideal için kullanılır. Her kültür ve uygarlık tipinin kendi insancılık görüşü, yani kendine vergi bir insanlık ideali vardır. Kabile ve site gibi kapalı toplumlarda henüz insancılık doğmamıştır. Ancak sitelerin yayılması ve imparatorlukların kurulmasından sonra Siteli ye Barbar ayırışını aşan bir İnsan görüsü ve dünya siteliliği fikri uyanmıştır, insancılığın doğmasında üniversel dinlerin büyük rolü olmuştur. Zamanımızda fransız Devriminin insancılığı eşitlik ve hürriyet fikirleri ve insan haklan beyannamesi ile ifade edildiği halde, marxism’in insancılığı yalnız eşitlik ve sosyal adalet fikrine dayanmaktadır. Fakat bütün insancılık şekilleri belirli bir kültür tarafından yaratıldığı ve istilâcı olduğu nisbette parçalı (partiel) olmakta ve birbiriyle çatışmaktadır. Zamanımızda parçalı hümanizmleri, kültür orijinalliklerine dayanan bir çok humanism açılarını birleştirecek bütüncü (i n t e g r a 1) humanism arayışı karşısında bulunuyoruz. Doğu ve Batı arasında yaklaşma arayanlar bu yol üzerindedirler. (Olken, Humanisme des Cultures, 1967).
insaniyetcilik (humanitarisme): Bu kelimeyi insancılık'tan ayırmalıdır. İnsaniyetcilik, etnik zümreler ve kapalı toplumlar arasında ortak İnsanî duygulara dayanan bir insanlık sevgisini yayma hareketidir. İnsancılık akımları insan idealine çeşitli açılardan baktıkları sırada birbi-rile çatıştıkları halde, insaniyetcilik veya insan sevgisi çatışmaz. Barışçı ve uzlaştırıcıdır. Bir kısım Gök dinlerinde, Kızılay ve Kızılhaç teşkilâtlarında, manevî silâhlanma veya üniversel ahlâk cereyanlarında insani-yetçilik yolunda gayretler görülür. Böyle anlaşılan insaniyetcilik savaşçı olmamakla beraber milliyetçilikle çatışmaz. Oniversal ahlâk ırk ve dil aileleri arasındaki gerginliklere rağmen yayılmaktadır. Hıristiyanlık İslâmiyet ve budizmin mission’lan (sufîlik ve zahitlik) veya normatif ve mutlak ahlâklar böyledir. Sert çatışmalara göre bunlar utopia gibi görünür. Fakat düşmanlıklar kadar dostlukların da sosyal gerçekliği vardır.
irşad (apologetique): Dinin yayılması ve savunulması için verilen vaazlar ve konferanslardan ibaret telkin faaliyeti. Apologetigue hıristi-yanlıkta büyük bir yer alır. Misyoner yetiştiren kurumlar bu bilgiye büyük yer verirler. îslâmda irşad dinî bir görev olmakla beraber kurum-laşmamıştır. En çok orta Afrika ve güney-doğu Asyada hızla yayılan İslâm tarikatları i 7 nci yüzyıldan sonra bu irşad rolünü oynadılar.
izbe (c a b a n e, t a u d i s) : Slavca kökü yazbina olan kelime, türkçede izbe şeklini almıştır. Balkanlardan geçmiştir. Sığınılacak küçük yer, sefil ve karanlık kulübe anlamında kullanılır.
K
Karmatip (mirotype): Belçikalı sosyolog Haesaert’a toplulumun başlıca karakterlerine dayanan tipleri (s o c i o t y p e) vardır: köy, şehir, belediye, site, burg, millet, v.b. gibi. Şehir veya millet bu görüşte bir tip teşkil eder. Fakat bazı değişme halindeki toplumlarda şehirlerin birbirine etki yapan karmaşık izleri görülür. Bu izler birbirini işlemeksizin yanyana yer alır. Haesaert’a göre bunlar karmatip (m i x o t y p e) dirler. Kahire, Beyrut, İstanbul birer karmatiptir. Çünkü onlarda fes, şapka, sarık, batılı ve doğulu kadın kılığı karışık olarak bulunmaktadır. Kılık devriminden sonra İstanbul un böyle sayılmasının doğru olmadığı şeklindeki tartışmamıza rağmen (1. baskı, 1938) yazar ikinci baskısında bu fikrinde İsrar etmiştir (Jean Haesaert, Sociologie Generale, 1956, 2. edit. Erasma, Bruxelles).
Karye (village, ünite administrative): Toplumda köy dediğimiz yerleşme zümresinin idare teşkilâtında aldığı isim. Bazı küçük köyler veya obalar karye değildirler. Bunun için devlet mekanizmasının işlemesini sağlayacak bazı kuramların başlaması gerekir. Halkın seçtiği ihtiyar heyeti ile onların başkanı olan muhtar karye işlerini düzenler. Hükümet kuvvetini jandarma, öğretmen, eğitmen, müfettiş temsil eder. Merkezin tayin ettiği ilk görevli müdür nahiye’de başlar. Bunun için karye kendi kendini yönelten bir yerleşme zümresi, bir cemaat sayılmalıdır.
Kapalı bölge (geschlossene Kreis) Coğrafî bakımdan civar toplumlarla teması kesilmiş veya çok az temasta olan toplumlar bir kapalı çevre içinde bulundukları gibi, yalnız kültür bakımından başka kültürlerle teması kaybetmemiş, geri itilmiş veya seviyesi düşmüş kültürler de kapalı bölge içinde bulunmaktadır. Bunu kendine yetme (a u t a r-c i e) ile karıştırmamalıdır. Bu hal başlıca kavimler arası savaşmada geri itilerek tabiatın en elverişsiz şartlarına sığınan ilkellerde görünür (Eskimolar, AvustralyalIlar).
Karargâh (q u a r ti e r militaire): Ordunun uzun süre veya iğreti olarak konakladığı yer. Savaşlarda belirli karargâh’lar olduğu gibi barış zamanlarında da manevrada ordu kışla’dan çıkarak karargâha yerleşir. Türk - Moğol devletlerinde devamlı savaşlar yüzünden hükümet merkezleri aynı zamanda ordu merkezi olduğu için Ordukent adını alırdı: Karakurum, Bilasağpn gibi.
Karışma (m e 1 a n g e) : Asıl fiziğe a;it olmakla beraber sosyolojide analoji yolu ile kullanılır. Karışma bir takım unsurların birbiri içinde eri-meksizin yanyana yanaşmasından ibaret bir zümre hayatıdır. Dil, din , ve ırkça ayrı kökten etnik unsurların aynı mahallelerde veya karışık olarak, fakat birbirinden ayrı hayatları olmak üzere yaşamaları bir karışma halidir. Orta Doğuda bu tip şehirlere rastlanır. Osm. İhtilat.
Kaynaşma (c o m p o s i t i o n): Yine biyoloji ve fizikten alınmış sosyolojik bir terimdir. Oksijen ve hidrojenden meydana gelen su bir kaynaşma veya terkip eseridir. Toplumlar ayrı etnik köklerden gelseler bile kaynaşma ve terkip neticesinde bir kültür bütünlüğü halini alırlar. Kültür bütünlüğü kazanan siteler, milletler böyle kaynaşmalardan doğmuştur. Çağdaş milletler etnik heteroj enlikten kültür bütünlüğüne geçişin, yani toplum kaynaşmasının örnekleridir. Osm. İmtizaç.
Kaymakam (sous - gouverneur): İdare teşkilâtında vilâyetlere bağlı idare bütünü olan kaza veya kaymakamlıkları yönelten hükümet görevlisi. Eski teşkilâtta kaymakamlar mutasarrıflara, onlar valilere bğlı idi. Meşrutiyet sonunda bu ara derece kalkmıştır. Bir kaymakamlık bölgesi nahiyelere, onlar da karyelere ayrılır. Mahkeme, vergi dairesi, askere alma merkezi, sıhhiye müdürlüğü, eğitim müdürlüğü gibi görevliler ona bağlıdır.
Kendini yakma (culte d’auto-brûlure): İnsanlığa aykırı sayılan hareketi protesto için budist rahiplerinin baş vurdukları bir mazoşist nümayiş şekli. Bu âdet açlık grevine göre etkisi çok şiddetli olan bir protesto şekli olduğu için son zamanlarda Batı ülkelerinde veya komünist baskısına karşı bazı memleketlerde de uygulanmıştır.
Kompleksler (les complexes): Psikanaliz metodunu kullananlar (Freud, Adler, Jung, v.b.) dışşuur hayatında ruhî huzursuzluğu ve bazı ruh hastalıklarını doğuran iç çatışmalarının olduğunu iddia etmektedir. Bunlara göre bu hastalıkların düğüm noktası bu kompleklerdir ve kompleksler psikanaliz metodu ile çözülür. Kökleri Aristonun catharsis fikrinden gelen Psikanaliz dışşuurda buhran yapan komplekslerin bir nevi ruhî temizlenme (desinfection mentale) ile çözülmesinden ibarettir. Freud ekolünde başlıca şu komplekslerden bahsediliyor: I) kişilik kompleksi: fertlerin hayatına aittir ve çok değişiktir. Bir çocuk sarhoş babasının tehdidi yüznüden, aynı zamanda şahlanan bir at yüzünden korkmuş olabilir. Sonradan şahlanan at imajı onda ilk müphem ürküntüyü çağırır. Buna şahsî dışşuur diyorlar. 2) İlkel kompleksler: insanlık boyunca dışşuuru meydana getirmek üzere birikmiştir. Jung’un tabiriyle bunlar kollektif dışşuur kompleksidir. Irkların ve milletlerin dışşuuru halini almıştır. İlkel komplekse ait bir çok örnekler verilebilir. Başlıcaları Oedipus kompleksi, organ kesme (m u t i 1 a -ti o n) kompjeksi, Narcisse kompleksidir. Oedipus kompleksi dışşuur çocuk cinsiyetinde erkek çocuklarda babaya, kız çocuklarında anaya karşı nefretle karışık sevgi şeklinde müphem (ambivalent) kompleksdir. Bunun mitolojide karşılığı kral Oedipus’te görülür Narcisse kompleksi çocuk cinsiyeti kompleksinin içedönük görünüşüdür. Hastanın içedönmesi, dünya ile ilişiğini kesmesi halidir. Mitolojide karşılığı kendine aşık olan Narcisse mitosudur. 3) Her ikisinin izlerini taşıyan çeşitli kompleksler vardır. Freud, “Totem ve Tabu" adlı eserinde yücelme olayını bunlarla açıklamaya çalışıyor. Başlıca tipleri tra-uma kompleksi veya seyretme kompleksidir. Bu konuda Auto Rank, Baudouin, Havelock Ellis, v.b. çalıştılar. 4) Aşağılık kompleksi, Adler tarafından işlenmiştir. Freud sonradan bu komplekslerin kök sebepleri üzerinde düzeltmeler yaptı ve içgüdü çatışmalarını süper - Ego fikriyle tamamlamak istedi. Kompleksin yalnız biyolojik iki kuvvetin çatışma-siyle açıklanamıyacağını anlamıştı. Fakat Süper - Ego’nun mahiyeti belirsiz kalıyordu. Aslında kompleksi meydana getiren biyolojik ve sosyolojik iki zıt gerçek alanı arasındaki çatışma idi. Bundan dolayı Psikanalizi tekrar kurmak ve komplekslerin açıklanmasında sosyal ve vital iki zıt kuvvet arasındaki münasebeti ele almak gerekiyor. (Hilmi Ziya, Cemiyet ve maraz î şuur, Felsefe Yıllığı, 1. 1931).
Korporatizm (corporatisme): Ortaçağda korporasyon denen ve çağdaş toplumda aşılmış bulunan bu teşkilâtı başka bir şekilde canlan-‘ dırmak isteyen ve bu suretle sınıf gerginliklerinin doğurduğu buhranı önlemek mümkün olacağını iddia edenlerin görüşüdür. Korporatizm başlıca orta sınıfların teşkilâtlanması suretiyle işçi - patrpn gerginliğinden doğan modern ekonomik krizlerin önleneceği kanaatinden doğmuştur. Bu fikir Mussolini tarafından fachisme adiyle organlaştırılmış, sınıf çatışmasından doğan aşırı sosyalizm hareketlerini önlemek için hürriyetçi parlamentolu rejimlere karşı “Aileler meclisi" ve “Meslekler meclisi” diye iki kuruma dayanan ve tam parlamento rejimine karşı olan Mussolini integral milliyetçilik ve totaliterlikle bu İktisadî görüşü birleştiriyordu. Fakat Walther Rathnau (Berin, 1918) Eden ve Cedar Paul (Londra, 1921) ile parlementolu ülkelerde de korporsayon can-landırılmıştır. Bu teşkilât, İktisadî teşebbüste modern dev kuramların (Kartel, v.b.) aşırı fertçiliğe karşı koyması için ileri sürülmüşse de, bunları Faşizmde organlaşan korporatismden ayırmalıdır. Ortaçağda Kilise birinci derecede kuvvet olduğu için İktisadî organlaşma üzerine baskı yapıyordu. Modern korporasyon İktisadî merkezleşmeyi siyasî kuvvetle yapmakta ve meslek teşkilâtlarını kendi sahalarında özerkli bırakmaktadır. Bu bakımdan totaliter rejime girmeksizin korporasyon, yeni İktisadî devletin önemli bir potansiyeli sayılabilir. (Ancyclopedia of Social Sciences, Corporation).
Kolculuk (Service de gardien): Toplum kontrolünde özel rolü . olan bir görevdir. Kolccular toplumlar arasında veya toplum içindeki bütün münasebetlerde dirlik ve düzenliği sağlarlar. Jandarma ve polisten farklı olarak, görevleri yalnız düzeni korumak değil, Hudut, orman, tarım sahası gibi yerlerde kurallara aykırı hareketleri kontrol etmektir. Bundan dolayı gümrük kolcusu, kaçak tütün kolcusu, Afyon kolcusu, orman kolcusu v.b. vardır.
Kula (m istik değişi m) : Melinowski’nin başlıca Trobriand’lılar ve hemen bütün Melanezya’da gördüğü bir mistik değişim sistemidir. Burada değiştirilen eşyanın pratik faydası söz konusu değildir. Yalnız itibar (prestige) ların, yani manevî değerlerin değişimi söz konusudur. Kula, Potlaç’ın özel bir tipidir. Onun gibi evlenme, yanşa girme, karşılıklı dinî törenler yapma yarışı şeklinden çıkmış ve yalnız dinî -İktisadî bir değişim kurumu halini almıştır. Her adamın değişimde devamlı bir ortağı vardır. İkisi birbiriyle iş görürler. Bunlar genel olarak ya akraba, ya andiçmiş arkadaş, yahut kula denen değişim sisteminde ortakdırlar. Her komünde her çift ortak totemik alt - klanlara göre sıralanır. Böylece değişim fertle fert, akraba zümle ile akraba, köyle köy arasında bir bağlantı sistemi meydana getirir (Malinowski, ilkel toplumda suç ve âdetler, çev. Ercüment Atabay, Sosy, Dergisi, I. 1942).
Kundak (m a i 11 o t) : Bazı kültür çevrelerinde bakımı kolaylaştırmak için çocukları bir yaşına kadar sıkıca sarmadan ibaret başvurulan usul. Kadının tarlada çalıştığı yerlerde kundaklı çocuk ananın sırtına bağlanır. Kundaklamanın kalıntısı çağdaş şehirlerde devam etmiştir. Bazı ka-vimlerde (Arnavutlar gibi) kundaklı kalmanın uzun sürmesi (1,5 yaşma kadar) çocukta hapsedilen tepkilerin birden meydana çıkması yüzünden tepkili fiillerin ileri yaşta da devamına sebep olur. Kundağı kullanmayanlarda (Cezair) çevreye uyma gücü daha kıvraklaşır. (Yous-souf Mourad, L’eveil de l’intelligence, P.U.F.)
Kundakçılık (complot de I’incendi e): isyancılar veya toplum düzenini bozanların evlere koydukları yağlı bezlerle yangın çıkarmalarından ibaret sui kasd teşebbüsleridir ki, büyük şehir yangınlarında bazen rol oynamıştır. Anarşistler, toplumu parçalamak isteyenler böyle kundakçılık yapmışlardır.
Kuyruk yapma (faire la queue, Şehla ngemachen): Ulaştırma ve alış veriş işleri aşırı yoğunlaşmış toplamlarda bilet ve eşya alma işlerini düzenlemek için halkın sıraya girmesinden ibaret. Batı toplamlarında yeni doğan bir âdetdir ki, aynı zaruretler bu âdeti Doğuda da yaymaktadır. Dünya savaşı içinde rationne gıda maddelerini alabilmek için yarı askerî tarzda başlamışken barış zamanında yeni şehir zaruretleri ile devam etmiştir. Kuyruğa girme kalabalığın doğurduğu bir çok saldırmaları, hukuk çiğnemelerini önlemektedir. Kanun ve belediye tüzüklerinih yaptırıcı gücüne dayanmadığı halde kendiliğinden kuruluyor.
Mevâcib (solde): Osmanlı devletinde askere verilen para. Yeniçeriler padişah değiştikçe aryıca "ulufe” alırlar ve bunu verilmesi gecikince “kazan kaldırır” lardı. Bu âdet devafnh şekil alınca, Roma ve Abbasî’lerde olduğu gibi hassa ordusu isyanları çıkmış ve ocağın devlet merkezinde zararlı bir kurum halini almasına sebep olmuştur. “Mevâcib” askere olduğu gibi ilmiye sınıfına ve başka görevlilere ve emeklilere de verilirdi. Buna “vezâif" de denirdi.
Meyhane (c a b a r e t) : İçki içilen yer. İslâm memleektlerinde içki dince yasak olduğu için aşhane veya imaretlerden tamamen ayrılmış az çok gizli "meyhane” ler vardı. Fakat dinî yasağa rağmen halk şairleri “tavuk pazarı" meyhanelerinde şiirlerini okumak için toplanırlardı. İran ve tiirk edebiyatında meyhane’nin öezl bir yeri vardır. Koca Ragıb paşa ve Yahya eKmal’in şiirinde bu özel yer ifade edilmiştir. Devlet bazen bu kuruluşlara karşı koymuştur (Kâtip Çelebi, Mizan ül-Hak). Muhalif parti (parti d’opposition): İktidarda olan siyasî parti veya partiler birliğine karşı koyan ve tenkitçi durumunda kalan partiye “muhalif parti” denir. Her seçim değişmesinde partiler rol değiştirerek, iktidarda olan partilerin muhalif parti halini alması mümkündür. Muhalif partiler iktidarı kontrol ettikleri için parlemetolu demokratik rejimin temelini teşkil ederler.
Mucize (miracle): Tabiat kanunlarına aykırı harikalı bir olayın meydana getirilmesine denir. Dinlerde Mucize, peygamberlere vergi bir giic sayılır. Mucizeler, peygamberin Allahtan haber getirdiğine halkı inandırmak için Allahın onlara bir imtiyazı gibi görülmüştür. Bu suretle Tanrının kendi düzenini değiştirerek harikalı bir olay yapma iradesinde onun habercisi araç görevini görmektedir. Mucizeyi gösteren peygamber, onu asıl meydana getiren Allahtır.
Müsadere (confiscation): Osmanlı İktisadî sisteminde toprak, aslında, devlet aracı ile, Allaha ait sayılırdı. Onu işletenler yalnız kullanma hakkına (tasarruf) sahipti. İyi kullanmayanlardan veya hizmeti beğenilmeyen büyük görevlilerden devlet bütün haklarını alabilirdi. Bu geri alış toprakla birlikte bina ve servete de yaygın olduğu için; devletçe hizmeti beğenilmeyen bir kimsenin toprağı ve malı geri alınırdı ki, buna müsadere deniyor. Müsadere sistemi ferdî mlkiyete ve servet birikmesine, verasetle teyid edilmiş bir sınıfın kurulmasına engel oluyordu. Buna karşı bazıları bir kısım binaları ve topraklarını hayır işleri için vakfetmek ve mütevelliliğine kendi soyundan gelenleri tayin etmek suretiyle Musadere’yi önlüyorlardı. Batı memleketlerinde burjuvazinin doğmasına karşılık İslâm - türk devletlerinde doğmamasınm sebeplerin biri budur.
Mutasarrıf (sous-gouverner d’un province): Eskiden vilayetler mutasarrıflık ve sancaklara, onlar da kaymakamlık (kaza) lara ayrılırdı. Valiliğe değil, doğrudan doğruya merkeze bağlı müstakil mutasarrıflıklar da vardı: Canik, Lübnan gibi. Sonradan mutasarrıflık vilayet halini almıştır. Irak devleti Osmanlı idaresinin kalıntısı halinde valiliklere “mutasarrıflık” demektedir.
Münadî (c r i e u r p u b 1 i c) : Radyo, televizyon, gazete ■ gibi Kamu sanısına bildirilecek yayın araçlarının bulunmadığı devirlerde seçim, askere çağırma, savaş, kamu oyu gibi bir kamu hizmetini bildirmek üzere “münadî” 1er çıkarılırdı. Bunlar meydanlarda bu hizmeti yüksek sesle duyururlardı.
Müşavir (Geheimrat): İlimce ilerlemiş ülkelerde hükümet işleri yalnız görevlileri tarafından başarılmaz, bu işlerle ilgili uzmanlara ve ilim adamlarına baş vurulur. Devlet tarafından görevlendirilen ve ihtiyaç oldukça çağırılan bu ilim adamlarına Müşavir denir. Müşavirler profesörlük ve araştırıcılık dışında bu işi iğreti olarak yaptıkları gibi (Geheimrat), hükümet dairesinde devamlı olarak ta çalışabilirler (conseiller). Devlet, genel seçimle kurulan Meclislere dayanmakla beraber, bu Meclis’ler akedemik müşavirler tarafından desteklendikçe icra işleri ihtisasla ilişiği olmayan halkın tesirinden kurtulur ve ilmileşir.
N
Nagual: Trilles, Malinowski, O. Leroy, v. b. etnolog ve antropologun araştırmalarında gösterdikleri Nagual, genel olarak Totem’den ayrılan bir nevi hayvan totemidir. Çünkü, klana değil ferde aittir. Nagual ile sahibi arasında sıkı esrarlı bir bağ vardır. Hayvanın hayatı insanın hayatına bağlıdır. (Van dar Leeuw, L’homme primitif et la religion, P.U.F.).
Nagualizm (nagualisme): Bu inanç sistemi totemizmden olduğu
gibi bir hayvan nevi ile insan nevi arasında sosyal bir münasebete değil, bir adamla her hangi bir hayvan arasında ferdî mistik münasebete ait olan bir inanç sistemidir. Bu olay başlıca güney' Amerika yerlilerinde görülür. Fakat başka yarlerde, meselâ Bantu’larda da vardır. Trilles, geceleyin çadıra giren yılanın seyyah tarafından öldürülmesi vakasını anlatıyor. “Kabile başkanı ile aynı çadırdaydık. Gece bir yılan girdi. Tehlike yaklaşınca yılanı öldürmek istedim. Başkan ile aramız çok iyi olduğu halde buna öfkelendi. -Yılanı öldürürsen, beni öldürürsün, dokunma zarar vermez! dedi. Hayvan hakikaten bir şey yapmadı ve kabile başkanının koynuna gelip yattı.” Bu vaka Hintlilerin fakirizm’ini ve eski Mısırda kutsal öküz ve hamam böceği inancını hatırlatıyor. Bunlarda, büyücü ile hayvan arasında "ferdi” bir cev-herbirliği olduğuna inanılır.
Nahiye (commune): İdare bölümlerinde nahiye, commune karşılığıdır. Fakat ayrıca bölge (r e g i o n) anlamında da kullanılır. Batıdaki commune’ler ile bizdeki İdarî nahiyeler arasında çok fark vardır. Commune’ün Batı milletleri kuruluşunda esaslı rolü olmuştur. Batı Roma imparatorluğunda konsüller yerine Potestat (şehir beyi) şehir iktidarını temsil ettiği zaman komünler doğmaya başladı. Kendini yönelten serbest şehir (municipium) halini aldı. 14 üncü yüzyılda komünler kalabalıklaştı. Komünlerin en çok geliştiği yerler Flandr ve Fransa idi. Fakat krallık kuvvetlendikçe fransız komünleri merkeze bağlandı. Flandr ve Hollanda da ise bölge özerkliklerini sakladılar. Dokumacıların Jurande lan şehir idaresini ellerinde tutuyorlardı. Guil--de idareleri bunların birleşmesinden doğuyordu. Şehir cumhuriyetleri ve Batının cumhurî bünyedeki küçük milletleri buradan doğduğu gibi, bütün belediyecilik teşkilâtının kökleri de buradadır. Türk idaresinde ise nahiye şun’i bir kuruluş olduğu için' bunlar yoktur. Batıda Maire, nahiye müdürü, Belediye başkanı, hatta Maire de Palais bir nevi baş vekil anlamlarına gelir. Buna karşı bizde yalnız “şehir emini” vardı.
Nakib ül-eşraf (chef des notables): Bir kasabe veya küçük şehirde eşraf denilen itibarlılar sınıfının başı veya en kıdemlisine denir. Nakib ül-eşraf lık resmî bir ünvan olmamakla beraber devletçe tanınır ve bazen ünvan olur.
O
Ocaklık: Serhad kalelerindeki neferlerin mevâcib’leri için, yine bu kaleler civarındaki neferler tarafından alınmak şartiyle, evvelce fetih sırasında “ocaklık” verilmiştir. Bundan başka iç memlekette, mukataa, cizye ve başka mallardan kendileri zaptetmek üzere yeniden ocaklık vermede büyük mahzur olduğunu Ahmet III devri Maliye vekili Sarı Mehmet paşa işaret ediyor. “Ocaklık bağlandığı vakit devlet işinde gayret görülür, fakat bu hizmetlerin zaptı için ağalardan bir kaçı bir-leşerek bu hizmetleri çıkarlarına göre kullanırlarsa halka zulm etmiş olurlar” diyor. (Defteri San Mehmet paşa, Nasayih ü I - v ü -zera ve’l-ümera, Dr. Right baskısı, Prinston).
Ordukent (Capitale des n o m a d e s) : Mogollar ve tiirklerde göçebe ve yarı göçebe devletlerde ordu karargâhından ibaret olan Başkent: Karakurum, Blasagun (Kara Balgasun).
s
Sembolizm (sy mb o lisme): Sembolizm kelimesi birbirine benzemeyen bir çok tavır ve davranışları ifade eder. Asıl anlamında bazı kişiler, objeler, vakalar veya eşyalara aksedilmiş bir eylemi obje nevinden ifade etmeye denir. Kelimenin derece derece anlam genişlemesiyle sembol ve sembolizm yalnız adî objeleri değil, biitün fikir ve hareketlerin şeylerle ifadesini içine alır. Toplum hayatı düşünce, duygu, eylem tarzlarından ibaret olduğu için onlardan her birinin türlü kültür çevrelerinde ayrı sembolizmleri vardır. Her şeyden önce dil, kelimeleri ve kuralları ile topluma ait bir sembolizm sistemidir. Bu sistem dil ve kültür ailelerine göre değişir. Sonra her kültür çevresinde tavır ve hareketler, mimikler, kılıklar, ev eşyası bu sembolizmin ikinci bir halkasını, dinî ayinler, törenler, bunlarda gelenekle tesbit edilmiş fiil ve düşünceler daha geniş üçüncü bir sembolizm halkasını meydana getirir. Toplumlarda zümreler ve tabakalar farklaşdıkça aynı toplum içindeki sembolizmlerde farklar meydana çıkar. Buradan türlü sembolizmler yalnız sosyal duygu ve eylemleri değil, ferdileşmeye başlayan ve kişiye ait duygular ve eylemleri ifadeye başlarlar. Yine dil ve din sembolizminin gelenek köklerine bağlı olmak üzere sübjektifleşmiş ve kişi-leşmiş sembolizmler sanat eserlerinde görünür. İleri toplumlarda bu süjeleşme ve kişileşme daha barizdir. Edebiyatta “sembolism” adı verilen ve 19 uncu yüzyılda doğan eğilim bu geniş sosyal anlam içinde özel olarak yer alır. Aslında, onunla ilişiği devanı eder. Psikanaliz, sembolizmi dışşur olaylarının rüya veya sanatta meydana çıkışı şeklinde yorumlar.
Sendikalizm (s y n d i c a 1 i s m e) : İlk işçi hareketlerinin doğduğu patrona karşı savaş için birleşme kurumu sendika'dır. İlk sendika îngilte-rede 1774 de Spitalfield dokuyucuları tarafından kurulmuştur. Par-lemento yeni endüstri şartları dolayısıyla korporasyon'larm artık işlemez hale geldiğini kabul etmişti. Serbest Piyasa benimsendi. “Fakirlerin sosyal hali” adlı eseri yazan Eden (1797) bu hareketi destekledi. 19 uncu yüzyılda sendikalar gittikçe işçi hareketlerinin en büyük kuvveti haline geldi. Asıl sendika hareketi 1823 den sonra canlandı. Yorkshire da bir zanaatler birliği doğdu (1831). Bir kaç yıl sonra birlikçiler, toplumu değiştirmek için en önemli teşebbüse girdiler. Bu yeni hareket karşısında hükümetin ürküntüsü artıyordu. Çünkü sendika’lar siyasî hayata tesir edecek bir kuvvet olmakta idi. İşin korunması için zanaatlerin millet çapında birlik kurması 1860 dan sonra gerçekleşti. Sendikalizm bir cereyan oldu. İngiltereden kıt’adaki başka memleketlere yayıldı. 1860 ile 1886 arasında siyasî bir baskı kuvveti haline geldi. Trade-Union’cular parlementoda temisiciler elde ettiler. 19 uncu yüzyılın son dörtde biri sendikalizmin en faal devri idi. 1918 den beri bütün Batı memleketlerine yayılarak milletlerarası teşkilât kurdu. Enternasyonal’lerin kurulmasında başlıca amil oldu. Önce Manx, sonra Sorel’de ateşli bir teorici buldu. Eskiden sendika kavramı yalnız işçi sınıfını ifade ediyordu. Bugün kelimenin anlamı çok genişledi. İşçileri, okumuşları, teknikçileri, tüccarı, zanaatcileri, çiftçileri, memurları ve işde kullanılanları (employes) içine almaktadır. Onlardan her birinin ayrı sendikaları vardır. Bu yüzyıl başına kadar barikatlarla işçi ihtilâllerini hazırladığı halde, şimdi her memlekette ayrı fonksiyonlar görmektedir. Reformcu sendikalar bunlardan biridir. Bu günkü sendi-kalai’dan bir çoğu orta sınıfların teşkilâtlanmasını ve kendini her iki kutup sınıflara karşı korumasını sağlamaktadır. Sovyet Rusya sendikaları devletleştirdiği için, o memleketlerde nüfuzu kalmadı. Demokrat ülkelerde devlet kontrolü ve yeni silahlar eski ihtilâlci karakterini zayıflattığı için, bazen devletle veya özel teşebbüsle anlaşmaya meyleden kuruluşlar halini almaktadır. Bazı kriz anlarında mücadeleci karakterini yeniden kazanmaktadır. Milletlerarası mahiyette ihtilâlci sen-dikalist Genel konfederasyonu (C.G.T.S.R.), Iş Genel konfederasyonuna (C.G.T.) karşı çıktı ve Birleşik iş genel konfederasyonu (C.G.T.U.) da onların dışında kaldı. Bugünkü haliyle sendikalar 19 uncu yüzyılda oynamış oldukları rolden uzaklaşmış bulunuyorlar. (Piotr Mahortynsky, H i s t o i r e du syndicalisme; Henry Pelling, Histoire du syndicalisme britannique, 1 967; Lewis L. Lorwin, Syndicalism, Ancyclopedia of social Sciences, vol. 13-14).
Sosyal sınıflar (classes sociales): Çağdaş toplumdaki öneminden dolayı bu kelimeden Ek'de etraflıca bahsediyoruz. Toplum, ilkellerden başlayarak tabakalaşmıştır. Büyücüler zümresinin klan içinde ayrılması tabakalanma alâmetidir. Kabilelerde savaşçılar ayrı bir zümre olmuş ve başkan ailelerini meydana getirmiştir. Kast’lı toplumlarda tabakalaşma kesin sınırlarla ayrılmış tam bir mertebelilik halini almış olup her tabaka irsî imtiyazlar ve iş farklariyle birbirinden ayrılır. Hint kastları binlerce yıl donup kalmış bir tabakalaşma manzarası göstermektedir. Ortaçağ imparatorluklarında tabakalaşma "mertebelenme” ye (hierar-chisation) çevrilmiştir. Burada mertebelilik bir piramit manzarası gösterir ve aşağıdan yukarıya doğru yükselme imkânları verir. Piramidin zirvesi halife, şah, padişah olmak üzere mertebeler halktan başlar; toprak idarecileri, ilmiye tabakası, Kapı kulu ve devlet memurları (vezirler) olmak üzere derecelenir. Mertebelenmiş toplumda yükselmek Sosyoloji Sözlüğü — 26 hanedanın en biiyiik memuru veziri - âzam’lığa kadardır. İktidar hanedanın elindedir ve veziri âzam Kapı kulu’ndandır. Siyasî gücünü bir anda kaybedebilir. Bu sistemde asiller ve rahipler gibi kökleşmiş sınıflar yoktur. Batı monarşilerinde toplum halk, asiller, rahipler sınıflarına ayrıldığı gibi, bunlardan her birinde kendi cinsinden mertebeler vardır. Bu mertebelilik İslâm - türk devletleri gibi memurluk şeklinde kazanılan ve kaybedilen dereceler değildir. Kral ile asillerin her hangi bir mertebesi arasında karşılıklı zımnî bir sözleşme, asilin krala boyun eğmesi, fakat kendi sınıf imtiyazlarının ırsî olarak tanınmasını gerektirir. Buna yeminli iman (la foi jure) denir ve suzerain -vassal münasebetini kurar. Asiller sınıfında burg sahibi olan üstün derecelilerle onlara hizmet eden serfler, burg civarındaki zanaatciler (v i 1 a i n) den ibaret bir çevre arasında devamlı münasebet, bu İkincilerin servet kazandıkça birincilerden bazı imtiyazlar almasını sağlamış, burg etrafında bourgeois (burjuva) denen bir sınıfı doğurmuştur. Bu yeni sınıf kendi imtiyazlarını, yukarı sınıflara ağır ağır nüfuz ederek (Ingiltere) veya zorla (Fransa) kabul ettirdikçe eski sosyal sınıflar sistemi yerine siyasî hürriyet ve eşitlik üzerine kurulmuş yeni bir sistem doğmuştur. Modern toplumu meydana getiren çeşitli sınıf tarzları buradan çıkmıştır. Fakat burjuvazi içinde endüstrileşme ye kapital birikmesi ile yeni bir sosyal sınıf rejimi meydana geldi. Hukukî hürriyet ve eşitlik serfliği kaldırdığı için, endüstri üretiminde kullanılan insanlar “işçi sınıfı”nı teşkil etti, işçi - Patron münasebeti Ortaçağdaki Burjuva - Asiller münasebetinin yerini aldı. Kapitalin sınırlı ellerde birikmesine sebep olan artık - değer işçinin gündeliğini arttırmak için patrona karşı teşkilâtlanarak Sendikaları kurmasına vardı. Çağdaş toplumda sosyal sınıflar arasındaki bu savaşma sosyalizm fikirlerini doğurdu. Fakat, kapitalistlerin kurduğu emperyalist rejim yıkıldıkça, koloniler elden çık-dıkça metropoldeki üretim kendine yeter satıcı - alıcı bulamıyacak hale geldi. Bundan dolayı, işçi ile patron arasında iç pazarı bölüşmek üzere anlaşmalar doğdu. Batı memleketlerinde enternasyonal sosyalizm yerine sosyal problem millî sınırlar içinde türlü çözüm yollan buldu, işçi sendikaları patronla anlaşarak işçi şartlannı yükseltti ve kapitalistin kazancına katıldı. îşçi hayat seviyesi yükseldi. Bazı şartlarda bir çok orta sınıflar doğdû. Bu başlıca küçük memleketlerde daha çok gerçekleşti. Buna karşı endüstrileşmemiş büyük ülkeler metropolden kurtulmak için sosyalleşme yoluna daha hızla girdi: Rusya ve Çin gibi. Geri kalmış ülkelerde yabancı sermaye yardımı ile hızlı endüstrileşme nisbetsiz servet birikmeleri orta sınıfları zayıf bıraktığı için komünizm ve geri akımlar şeklinde kutuplaşmalar meydana geldi. Batı ülkelerinden her birinde sosyal sınıfların doğuşu ve gelişmesi özellikler ve ayrı manzaralar göstermektedir.
Sosyografi (sociographie): Sosyolojiden farklı olarak toplum süreçleri ve kurumlarının sebeplik zincirleri ile açıklanmasına çalışacak yerde yalnız onların tasviri ve sınıflanması ile yetinen bilgiye bugün sosyografi denmektedir. Bu, etnolojiye göre etnografi, jeolojiye göre jeografi, kozmolojiye göre kozmografi’nin durumu gibidir. Zümre kavramı sosyografide anahtar kavram sayılmıştır. Bundan dolayı o bir sosyal zümreler teorisi yapmaya çalışır. Sosyografi tetkikleri bugün sosyoloji içinde önemli bir yer alıyor. Bir çok sosyoloji ekolleri içinde bu bakımdan ayrı teori denemeleri yapılmıştır. Durkheim ekolünde Bougle bunu denedi. Maunier, "Sosyal sınıflar denemesi”nde bunu tamamlamak istedi. Gurvitch bir çok eserinde derinliğine mikyaslara göre pluralist bir sosyal zümreler teorisi ileri sürdü. İngilterede Ginsberg bununla uğraşmaktadır. Almanyada en tanınmış görüş Tönnies’in "Cemaat ve Toplum’ a ayırışma dayanan zümreler teorisidir. Ondan sonra şekilci sosyologlar (Simmel, von Wiese) muhtevadan boşaltılmış sosyal şekillere göre zümre teorileri yapıyorlar. Birleşik Amerikada Laster Ward, Giddings, E. D. Ross ve Cooley, Small çeşitli sosyal zümre teorileri kurdular. Son zamanlarda yeni sosyografi teorileri ileri sürülüyor. Bunların başlıca ölçüleri şunlardır: 1 ) sosyologlar ve etnologlarda rastlanan etnografik ve antropolojik sınıflamalar. 2) Umumî sosyal sınıflamalar. Meselâ Park ve Burgess’e göre zümre tipleri: aile, dil zümresi, yerleşme zümresi, çatışma zümresi, uzlaşma zümresidir. 3) Medeniyet seviyesine göre sınıflamalar: evrim derecesine göre yüksek ve aşağı, arkaik veya çok gelişmiş zümreler, gibi. 4) Bünyelerine göre sınıflamalar: Meselâ H. Miller’in yatay zümreler, dikey zümreler sınıflaması gibi. 5) Görevlerine göre sınıflama: kurumlaşmış zümreler, kurumlaşmamış zümreler: akrabalık zümreleri, siyasî birlikler, İktisadî teşebbüsler, kamu hizmetleri, dinî zümreler, dostluk zümreleri, sosyal sınıflar gibi. 6) Sosyal temasların genişliğine göre kurulmuş sınıflama: Sunner’in zümre olarak “Biz” zümresi (iç hayat), “Başkası” zümresi (dış hayat); yahut Cooley'in “İlk zümreler” ve “İkinci zümreler” (veya karmaşık zümreler”, von Wiese’nin yığın, zümreler ve soyut kollektif heyetler sınıflaması, 7) Zümreyi devam ettiren bağın tabiatına göre yapılmış sınıflamalar: Tönnies’in "Cemaat” ve “Toplum” ayınşı, spontane ve cebirli zümreler, Eubank’ın karmaşık kollektif heyetler, basit zümreler, ayınşını zikredelim. Fakat bu sınıflamada çok fazla detaya girdikçe sosyoloji, sosyal psikoloji hudutları kaybolur ve konu ikinci ilimle karışır. (Logan Wilson, Sociographie des groupements, La Socio-logie du XX eme siecle, 1947, vol. I.).
Sosyalist partiler (les partis s o ci a 1 i s t e s) : Sosyalist partiler fran-sız devriminden sonra insan hakları beyannamesinden sosyal adalet fikrini hedef edinerek doğmuşlardır. Bu devrimdeki eşitliği İktisadî eşitlik haline getirmedikçe sosyal adaletin gerçekleşemiyeceği temel fikrinden hareket eden bu partiler, hedefe ulaşmadaki ritmleri, metodları ile birbirlerinden ayrılırlar. Marx’ın komünist beyannamesi’ne dayanan, zorlu proletarya devrimi fikrini savunan aşırı sol parti, komünist partisi adını alır. Revision’cu Bernstein görüşüne dayanan ve sosyalizmin sınırlar içinde demokrat bir dünyada tedrici gerçekleşeceğini kabul eden ortaya en yakın sol parti, sosyal - demokrat partidir. Hürriyetçi bir rejime dayanan sosyalist parti liberal sosyalizmdir. Daha kökten değişiklik isteyen, fakat komünizmden ayrılan (yani devrimci olmayan) parti radikal sosyalizm’dir. Sosyalizm fikirlerini milliyetçilik ile uzlaştıran (Sombart) nasyonal sosyalizm partisini de buna katmalıdır. Fakat işçi Enternasyonallerinin hedefi olan üniversel sosyalizm fikrinden vaz geçerek sosyalizmi bir millet hudutları içinde gerçekleştiren Sovyet görüşü de (Staline) bir nevi millî sosyalizm manzarası almıştır.
Sosyalleşme (s ocial i s a tio n) : Çocuğun toplum hayatına girmesinden ibaret uzun devreli süreçdir ki sosyolojiden ziyade sosyal psikolojiye aittir. Toplumlaşma da denebilir. Çocuk, her ne kadar topluma girmeye elverişli şartlara sahip bulunursa da yetiştirme, eğitim safhalarından geçerek uzun bazı safhalardan sonra tam anlamiyle sosyalleşir. Bunun birinci safhası çocuğun davranışlar ve tavırları almasından ibaret olan sathî sosyalleşmedir ki Burada o henüz taklit derecesindedir. Asıl sosyalleşme çocuğun toplum değerlerini kendi iç dünyasına mal etmesi, özümsemesinden ibaret olan uzun süreçtir. Burada çocuk 1 ) vicdan duygusunu kazanın: bu onun kendini tenkit etmesi, sorumluluk ve yükümlülük duygularını kazanması demektir. 2) Çocukta bağlılık duygusu meydana gelir; çocukla anne, aile münasebetinden daha geniş zümrelere bağlılık şuuru doğar. Fakat bu bağlılık, kişilik duygusunun gelişmesine engel olmamalıdır. 3) Çocukta saldırıcılık eğilimleri gelişir. Çocuk kendini çevresinden ayırmaya çalıştıkça çevreye karşı vaziyet alır. Fakat sosyalleşmenin bu safhası iyi bir eğitimle bağımsızlık ve kişilik halini alacağı gibi kötü örneklerle ve ayarlanmamış bir eğitimle çocuğu öfkeli ve ^alchncı yapabilir. Sosyalleşmenin bu üç safhasının iyi örneklerle şuurlu eğitici tarafından aştırılması gençleri topluma normal intibak etmiş hale koyar. (Halide Yavuz, Çocuklarda sosyalleşme, Bakırköy Ruhsağlığı hastanesi.)
Sonradan görmüş (parvenu): Toplum içinde elverişli şartlardan faydalanarak sınıf değiştiren, yahut savaş ve kriz devirlerinin fırsatları ile birden zenginleşerek şehre yerleşen kimselerin içinde bulundukları hal, Moliere bunu Bourgeois Gentilhomme adlı komedisinde tasvir ediyordu, "Sonradan görmüş” üstün toplum değerlerini hazmedemediği için onların papağanı veya bu değerler tarafından yadırganan kimse olarak kalır. Onun başlıca vasfı şımarma ve hazımsızlık yüzünden üstün topluma kendini kabul ettirmek kompleksi içinde bulunmaktır.
Sui kast (c o m p 1 o t, conspiration): Bir hükümet darbesi niyeti ile hazırlıklı siyasî saldırma. Sui kast yakalanırsa, suç (cinayet) halini alır. Başarı kazanırsa hükümeti devirir ve yeni hükümeti kurar. Sui kastlar yalnız bir ferdi hedef edinebilir: anarşistler, batınîler ve komitecilerin belirli siyasî düşmanlarını yok etmek için yaptıkları sui kastler gibi.
T
Tayın (ra ti on): Gıda maddelerinin sınırlı olduğu kriz veya savaş zamanlarında, bunların insan başına belirli bir miktarda verilmesine ra-tion (tayın) denir. Yiyecek tayınları, savaş tayınları toplum bu güçlükten çıkıncayü kadar devam eder. İkinci Dünya Savaşında uzun bir süre gıda maddeleri savaş halinde, hattâ savaşdışı ülkelerde tayinli (ra-t i o n n e) idi.
Tâyin (nomination): Bir kimseye hükümetçe belirli ve ücretli bir görev verilmesine “tâyin” denir. Özel sektör veya ferdî teşebbüs de kendi teşkilâtına uzmanlar, bilginler ve hizmetlileri (employes) tâyin edebilir. Tâyin bir sözleşmeye dayanır. Ya müddetsizdir ve belirli bir miktar aylık veya ücretten kesilerek emekli hakkı diye hizmet maximum süresi sonunda verilir. Yahut müddetlidir ve sözleşmenin belirttiği süre sonunda tâyin edilen görevlinin hizmeti biter. İki tarafın anlaşması ile yenileştirilebilir. Görev şartlarına uygunsuz hareket görevlinin hizmetinden uzaklaştırılmasına sebep olur. Bu uzaklaşma görevliye ait ise buna görevden çekilme (istifa), hükümet veya ferdî teşebbüs tarafından yapılmışsa görevden çekme (Vekâlet emrine alma, azil) denir. Sebepsiz kadrosu kaldırılan kimsenin durumu kadro dışı kalmadır ki, yeni bir tâyin oluncaya kadar 1 /3 maaş alma hakkı vardır.
V
Vahiy (revelation) : Peygamberlere Allahtan gönderilen emir ki, insanları uyarmak için gönderilmektedir. Peygamber bu emri doğrudan doğruya Allahın sesini dinleyerek değil, bir aracı ile alır ki, bu da melek (Cebrail) veya Allahın ruhu (Ruh - Allah) dır. “Vahy”in peygambere vergi özel bir algı gücü ile olduğu kabul edilir. Bu güce Aristocu filozoflar kutsal güc (h a b i t u sacrum, el - kuvvet el kudsiyye) derler. Bununla insan aklının İlâhî âlemden ilk basamak olan Faal Akıl’la temasa geldiğini söylerler. Filozoflar Melek âlemini veya Allahın Ruh -unu Faal Akıl diye yorumlarlar. "Vahiy” inancı yalnız İbranî kökten dinlerde değil Mezopotamya, eski İran ve Hint dinlerinde de vardır.
Vali (go u v e r n e u r) : Vilâyet denen bir İdarî bölümün başındaki yö-neltici kimse. Vilâyet departement gibi küçük, province gibi büyük olabilir. Bazen çok geniş bir koloniyi idare eden kimse Umumi Vali adını alır: İngiliz idaresinde Hindistan umumi valisi gibi.
Veşîm (tatouage): Bk. dağlama. İlkel kavimlerde totem şekillerini (eski türlerde ongun) vücuda kazmak ve bedenin bir çok kısımlarını bu şekillerle süslemekten ibaret âdettir. Fakat veşim Estetik bir gaye ile değil sihrî - dinî bir gaye ile yapılır. Araplar “vaşm” derler. Kazaklar arasında bu anlamda “Tamga” kelimesi kullanılır. Eski türkler sürülerini ayırdetmek için davarların üzerine Orgun şekillerini kazarlardı. Bu âdetin kalıntısı ileri toplamlarda da kola ve bedene resim kazdırma halinde devam etmiştir. Başlıca örneğini deniz erlerinde görüyoruz.
Vilayet (province): Bk. Vali. Bir vali tarafından yöneltilen az veya çok büyük İdarî bölüm.
Y
Yıkıcılık (destructivisme): Osm. tahripcilik. Bir kısım fikir akımları her devirde müsbet değer getirmekten ziyade mevcut değerleri yıkmak, her türlü değer sistemine karşı menfi tavır almak vasfını taşımaktadır. İlkçağda sofism, şüphecilik. Ortaçağda dehrîlik, Yeniçağda nihilism, özel bir anlamda anarşizm, umumiyetle kötümserlik, bugün bir kısım existence felsefeleri (Sartre, Camus, v.b.) değer ve ideal bakımından yakıcı olarak görünüyorlar. Burada onlara ferdî fikir sistemleri, belirli toplum şartları içinde doğmuş sosyal olaylar gözüyle bakınca, yıkıcı olmalarına rağmen, toplumda menfi de olsa önemli bir rol oynamaktadırlar ve belirli sosyal değişmelerin neticesinde meydâna gelmişlerdir. 20 inci yüzyılın niftilist akımlarını hazırlayan güc, kapitalist sistemin çökmekte oluşu, sosyalist sistemin yeni bir düzen getiremeyişi, ikinci Dünya savaşının yaptığı neticesiz ve korkunç yıkıntılardır. Bu sonuncunun doğurduğu sosyal bunalış ile existence felsefelerinin ölüm ve bunalma fikri (angoisse) arasında sıkı ilişik vardır.
Yoldaş (c a m a r a d e s o v i e t i q u e) : Bir çok toplumlar ve dinler ideal birliğini ifade etmek için özel kelimeler kullanırlar. İslâm tarikatlarında “ihvan”, müslümanlar arasında ‘‘Ümmeti Muhammed", hıris-tiyanlarda gentil, fransız devriminde citoyen tabirleri kullanılmakta idi. Sovyetler de kendi aralarında “yoldaş” tabirini kullanıyorlar.
FKANSIZCADAN TÜBKÇEYE
A
Abondance: bolluk
Aborigene: yerli halk
Abstinence: perhiz
Action: eylem, etki sehim (çoğ. esham)
Accaparement: ihtikar
Accident du travail: iş arızası
Acdimatation: iklime alışma
Accomodation: uyma
Accoutumance: alışma
Action reciproque: karşılıklı etki
Acculturation: külkürleşme
Accumulation: birikme
Achat - vente: satmalına - satma
Administration economique: İktisadî yö
netim (aire industrielle)
Adolescence: delikanlılık, erginlik
Adaptation: intibak, uyma
Adoption: Evlat edinme
Adoptif: evlatlık
Adulation: yaltaklanma
Adultere: zina
Affiliation: dalbudak salma
Affinite esthetique: estetik ilgi
Affinite elective: seçme ilgisi
Affinite sociale: toplum ilgisi
Affranchissement: kurtulma
Agent: aniil
Agregat: küme
Agregation: kümeleşme, bir sinav çeşidi
Agora: meydan
Agreşsion: saldırma
Agressif: saldırıcı
Agriculture: tarım, ziraat
Ajustement: ayarlama
Ajustement institutionnel: kurum ayarla
ması
Aide mutuelle: karşılıklı yardım
Aire de culture: kültür havzası Aire de transition: geçiş havzası Akhimsa: ahimsa Albinisme: albinizm Alcoolisme: içki düşkünlüğü Alliance par le sang: kan kardeşliği Alienation: bağ çözülmesi Alteration: başkalaşma Altruisme: başkacılık
Ambivalence: bulanık değerlilik
Amenagement des territoires: toprak arazi yönetimi
Amortissement: eskime bedeli
Amulette: tılsım
Amphibologie: müphemlik Anarcbie: anarşi, devletsizlik Anarcbisme: ararşism
Androcratie: erkekler yönetimi Ange: melek
Anaiyse factorielle: faktörler hesabı Androgyne: ikicinslilik
Animisme: cancılık, ruhculuk Animalisme: hayvana tapınma Animatisme: “anıma” cılık Angoisse: bunalış, bunalma Anti - social: topluma aykırı Annales: site takvimleri, yıllık Anomalie: anormallik
Anomique: kural - dışı Anormal: anormal Antbropologie: antropoloji, insan ilmi Anthropömetrie: antropmetri, insan - öl -çüsü
Anthropogeometrie: antropgeometri Ânthropogeograpbie: beşerî coğrafya Aritagonisme: çatışma
Antbropologie culturelle: kültür antropo lojisi
Antbropologie sociale: sosyal antropoloji Anti - semitisme: yahudi düşmanlığı Anthropoîde: insana benzer, yarı-insan Anthropos: insan Anthropomorphisme: insana benzetme Anthropocentrisme: insanı merkez sayma Appreciation: değer verme Apprentissage: çıraklık Appointement: aylık, maaş Archeologie: arkeoloji Archetype: ilk - tip Argent: para Argot: argo Aristocratie: Asiller idaresi, aristokrasi Armoire: Arma Aruspiciation: karaciğer falı Arbitrage: hakemlik Armee: ordu
Art de peînture: resim sanatı Arts liberaux: serbest sanatlar Artificialisme: yapmacıhk Artisan: zanaatçı Asocial: toplum dıŞı Ascension sociale: toplum yükselmesi Ascete: zahit Ascetisme: zahitlik Association: birlik, dernek, çağırışına Assimilation: özümseme, özümsetme Assurance: sigorta Astro - biologie: Astrologie: müıneccimlik Astrologue: müneccim Association du travail: iş birliği Atavisme: soya çekine Atome social: sosyal atom (toplum atomu)
Attitude sociale: sosyal davranış Atypique: tipsiz Autarcie: kendine yetme Autarchie: kendini idare Autocratie: tek buyrukluhık Automation: makineyle - iş Autonomie: özerklik Autochtone: yerine bağlı, eski yerli Autonomie academique: ilim Özerkliği Autorite: otorite Average: ortalama
Avunculat: aynı (avunkulat)- |
Avatar: aynı İ
Axiologie: değerler bilgisi (değer teorisi)
B
Banqueroute: iflâs
Baniieue: banliyö
Banque: banka
Bazar: pazar
Barriere: hudut
Bas - fonds: aşağı tabaka
Bastonnade: dayak, değnek cezası
Bâtard: piç
Bataille: döğüşme
Bâtiment: yapı
Beaute: güzellik
Beaux - arts: güzel sanatlar
Berger: çoban
Besoin: ihtiyaç
Bigamie: iki evlilik
Bilineaire: iki yönlü soy
Bilocalite: iki yerde olma
Birth control: doğum kontrolü
Biyalenve: ikideğerliiik
Bolchevisme: bolşevîklik
Bourgade: küçük burg
Bon sens: sağduyu
Bourse: borsa
Bourg: burg
Bourgeoisie: burjuvalık
Bourgeois: burjuva
Bouc emissaire: şamar oğlanı
Bureaucratie: memurlar yönetimi, kırtasiyecilik
Boycottage: boykot yapma
Boy - scout: izcilik
Bourgmeister: belediye başkanı
Budget de KEtat: devlet bütçesi
C
C-ıfeterie: kahvehane
Cannibalısme: yamyamlık
Capillarite sociale: toplum kılcallığı
Capitalisme: kapîtalism
Capitalîste: kapitalist
Castration: iğdiş etme
Categorie sociale: toplum kategorisi
Caracterologie: karakter ilmi
Capital: sermaye, anamal, kapital Capital constant: sabit sermaye Capital mobile: hareketli sermaye Capitale: Başkent Catastrophe: son yıkılış Castrum: site içi mahalle, eski şehir Caste: kast Caractere: karakter Castration rituelle: iğdişetme ayini Car tel: kartel Classement: sınıfa koyma Classif ication: sini flama Candomble: aynı Case Study: saha incelemesi Cercle ferme: kapalı çevre Celibataire: bekâr Caiifat: halifelik Celeste: göksel Censure: sansür Centralisation: merkezcilik Ceremonie: merasim, tören Olerc: rahip Clerical: rahipliğe ait Clericalisme: rahiplik idaresi Clerge: rahipler tabakası Cessation du travail: işin bırakılması Classe sociale: sosyal sınıf Cbant populaire: halk şarkısı Chaman: şaman Chose: şey Cbasse de tete: kafa avcılığı Citadelle: iç - kale (şehir merkezi) Çite: site (Civitas): site Citoyen: siteli Citadin: şehirli Clan: klan Cbarisme: keramet Cbarismatique: keramete dayanan Circulation: dolaşım Chef: baş Climat: iklim Circonstances: hal ve şartlar CIique: klik Club: kulüp Chiffres imperiales: tuğra, sultanî arma Coercition: baskı gücü Continence rituelle: perkiz ayini Compagnonage: zanaat kalfalığı
Complexe d’inferiorite: aşağıolma kompleksi
Chasseurs - collecteurs: toplayıcı - avcı Contrainte sociale: sosyal baskı Communication: haberleşme, bildirme Consensus: bağdaşma Commission: komisyon Contagion sociale: sosyal bulaşma Compurgatio: aynı Coemptio: aynı Conferratio: aynı Commensalisme: ilgisiz komşuluk Conflit: çatışma Competition: rekabet Congenitale: doğuştan Conversion: dönüş Concentration: merkezleşme Concentration industrielle: endüstri merkezleşmesi
Conquete: fetih
Conception virginale: bâkir - gebelik Conception du monde: dünya görüşü Commis - voyageur: gezgin tacir Conduite: hareket tarzı Convergence: bir merkezde loplarıma Compromis: uzlaşma Client: azatlı
Concubinage: odalık alma Communaute: Cemaat Chomage: işsizlik Chomeur: işsiz Cognation, agnatİon*un karşıtı: kandaşlık Compiexite: karmaşıklık Complication: karmaşıklaşma Corfrerie: ahilik, ihvanlık Catharsis: boşalma Confederation: konfederasyon Conscience collective: kolektif Şuur Code: mecelle, kütük Commerce: ticaret
Corporation: korporasyon, lonca Complexe culturel: kültür kompleksi Conseil National: Millî Şura (Kurultay) Cohesion sociale: toplum kaynaşması Consanguinite: birkandan-olma Consommation: tüketim Confident du prince: prensin mahremi, sırdaşı
Conte populaire: halk hikayesi
Contrat de mariage: evlenme sözleşmesi Contrat social: toplum sözleşmesi Compagnie: şirket
Coalition: parti uzlaşması Communisme: komünistlik Configuration culturelle: kültür şekilleş-mesi
Controle Social: toplum kontrolü Coventionnalisme: itibarcılık Communaute Üniverselle: ümmet Commerce muet: sessiz ticaret Commerce: ticaret
Condition sociale: toplum şartı Congestion urbaine: şehir tıkanması Conurbation: şehirler birleşmesi Complementarite: tamamlayıcılık Combat: dijğüş Cooperation: işbirliği
Contact culturel: kültür teması
Compositioiı sociale: toplum terkibi Continuite sociale: toplum sürekliliği Converti: dönme Corvee: angarya
Carrierisation: meslekleşme Cîvilisation: uygarlık, medeniyet Chevalier: sipahi, şövalye Coutume: adet
Courtiser: aşıklaşma
Cooperatives: kooperatifler Courage: cesaret
Courant: akım, cereyan Cooperatives: kooperatifler Cosmopolitisme: kozmopolitlik, dünya -hemşeriliği
Corps: heyet
Couche: tabaka
Coordination: düzenlenme
Compensation: ödeme
Couple: çift
Couronnement: taç giyme Credit: kredi, itibar Crise: kriz, buhran
Criminologie: suçluluk ilmi (kriminoloji) Crime: suç (cinayet)
Çriminalite: suçluluk
Crise juvenile: gençlik krizi
Criminel - ne: doğuştan suçlu
Critique: eleştirme, tenkit, buhranlı
Croyance: inanç
Croissance: artma, çoğalma
Crise politique: siyasî buhran (kriz) Crise economique: İktisadî buhran (kri^) Culte des heros: kahramanlara tapınma Chronique: kronik, yıllık
Conscience morale: ahlâk şuuru (vicdan} Construction: kuruluş
Competence: salâhiyet, yetki Collaboration: işortaklığı Concours: yarış
Concurrence: yarışma (rakabet) Compatriote: yurtdaş
Contingence: zorunsuzluk Combinat: kombine
Colonisation: sömürgeleştirme
Concentration des entreprises: teşebbüslerin merkezleşmesi
Confederation ouvriere: işçi konfederasyonu
Conjoncture: konjonktür
Constitution: Anayasa
Conseil Municipal: (şehir meclisi) Comprador: komprador
Cultural Congerie: kültür yığını Culture: kültür
Culte des morts: ölülere tapınma
Culte des ancetres: atalara tapınma Charite: şefkat, dinî yardım, ihsan Classe d’âge: yaş sınıfı
Creationisme: yaratıcılık Cadastre: Kadastro
Capitulation: Kapitülasyon (borç köleliği) Chambre de commerce: ticaret odası Cbambre des metiers: esnaf odası Chronometrage: kronometraj, zaman ölçüsü
Conseil d’Etat: danıştay, devlet şurâsı Complexe industriel: endüstri karması Culture pattern: kültür temeli Cyde institutionhel: kurum devresi Culpabilite: suçluluk (mahkûmluk)
D
Darwinisme social: toplum darvinciliği Oegradation: derece düşmesi Decentralisation: merkezsizleşme Decouverte: keşif
Demographie: demografi, nufus bilgisi Depopulation: nufusun azalması Deproletarisation: proleterlikten çıkma Dependance sociale: toplum tabiliği Depense: masraf
Densite sociale: sosyal yoğunluk Derivation: türeyiş
Deme: nahiye
□elit: suç
□elinquance: suçluluk
Deontologie: ödevler ilmi Democratie: demokrasi Demagogie: çoğunluğa yaranma Despotisme: despotluk, istibdat Demonisme: demonculuk Demen: demon
Determinizme: gerekircilik, determinism
Decadence: alçalma
Defendu: yasak
Destin: kader
Devoir: ödev, vazife
Denivellement: seviye kaybı, seviye ayrımı
Desorganisation: organlaşma kaybı
Detrânnement: tahtdan düşme (düşürme)
Developpement: gelişme
Dialecte: lehçe
Dialectique: diyalektik
Distribution des parts: payların bölünmesi
Diable: şeytan
Dieu: tanrı
Distance sociale: sosyal mesafe (sosyal uzaklık)
Diffus: yaygın
Diffusionisme: yayılıcıhk
Dirigeants - diriges: yönetenler, yönetilen* ler
Dîme: dim, öşür
Discipline: disiplin, inzibat
Dictature: diktatörlük Divorce: boşanma Decombres: enkaz
Division du travail: işbölümü Doctrine: doktrin Domaine: saha .
Douleur: acı
Differenciation: farklılaşma Deterioration: bozulma
Depression: çöküntü, çökme Dissemination: dağılma
Divinites Generatrices: cinsiyet tanrıları Dominance: baskınlık
Dominance: tahakküm, baskılama
Domestique: eve ait (beyti) Domicile: mesken
Distraction: dinlenme (eğlence)
Dressage: yetiştirme, yetişme Discriminatîon: ayırdetme Drapeau: sancak
Droit represşif: cezalayıcı hukuk
Droit des Notables: nüfuzluların hakkı Droit divin: tanrısal hukuk
Droit coutumier: âdetler hukuku
Droit restitutif: düzeltici hukuk
Droit d’heritage: miras hakkı Droits de l’Homme: insan hakları Droits de travail: iş hukuku Dot: çeyiz
Dynamique: dinamik
Dynamisme: dinamizm Dynastîe: hanedan Dhartna: darma
E
Ecologie: ekoloji
Ecriture: yazı
Element de culture: kültür unsuru
Eglise: kilise
Echange: değişim
Elevage: hayvan besleme (hayvan yetiştirme)
Environnement: civar
Economie dirigee: güdümlü iktisat
Egalite: eşitlik
Economie: iktisat
Education: eğitim
Ecolier: okullu (öğrenci)
Ecclesiastique: ruhban sınıfına ait
Ecart: aralık
Energie sociale: toplum enerjisi
Eloge: öğme
Egoisme social: toplum benciliği Egocentrisme: benmerkezcİlik
Egotisme collectif: kolektif bencilik Employeur: işveren
Employe: işalan (müstahdem)
Economie Politique: iktisat ilmi Enlevement: kızkaçırma Empire: imparatorluk
Endogamie: içten evlenme
Empereur: imparator, sultan, hakan
Echantillonage: örnekleme
Enseignement: öğretim
Emulation: Önegeçnıe gayreti Enfer: cehennem, tamu
Economie fermee: kapalı iktisat Elite: seçkin tabaka (seçkinler) Enquete: anket
Enquete monographique: monografik anket
Entente industrielle: endüstri anlaşması Epidemie sociale: toplum bulaşıcıhğı Epargne (caisse d’): biriktirme kasası Ersatz: yerine konan (ikame) Erotisme: eros’culuk
Endogamie: içten eylenme
Equilibre social: toplum dengesi Ergotisme: ince eleyiş Esoterisme: kapalıöğreti
Esdavage: kölelik
Esclave: köle
Emancipation: azatlık kazanma
Echanges internationaux: milletlerarası değişim
Emploi: kullanma
Emprunt: borç alma (istikraz)
Encyclıques sociales: papanın tebliğleri Enseignement professionnel: meslek eğitimi
Entreprise: teşebbüs
Entrepreneur: t eşebbüscü (m üteşebbis )
Eschatologie: Ahret bilgisi Evolution culturelle: kültür evrimi Esprit: ruh, tin Evolutionnisme: evrimcilik
Evenement: vaka
Esprit gardien: koruyucu ruh
Eternisme: başsız ve sonsuzluk, ezeliyet-cilik
Ether: “esir” Etat: devlet Etatisme: devletçilik
Etat: tabaka, hal (orta halli)
Ethnologie: etnoloji
Ethnographie: etnografya Ethnocentrisme: etnosantrizm
Etablissement: kuruluş
Ethnie (ethnique): kavim, halk, budun Etats marginaux: kenarda kalan
Extra - groupal: zümre - dışı
Expulsion: koğma Excommunİcation: aforoz Extreme - droite: aşırı sağ Extrenıe - gauche: aşırı - sol
Exogamie: dıştan evlenme
Exode: tam göç*
Extase: vecd
Explication: izah, açıklama
Exemple: örnek, misâl
F
Faim: açlık Famille:. aile Fatalite: alın yazısı
Famille patriarcale: bababuyruklu aile
Famille paternelle: babadirlikli aile • Famille indivîse: bölünmez aile Fabrique (usine): fabrika Fabrication: imâl (Fabrique: imâledilmiş)
Fabrique: imâlathane (fabrika)
Fakirisme: fakirîsm (hint inancı) Fascisme (fachisme): faşism
Fanatisme: taassup (fanatizm), inanca saplanma
Feodalite: derebeylik (feodallik) Federalisme: federallik Feminisme: feminism
Feodalişme: feodalisin (feodallik sistemi)
Fetichisme: fetişism Festin rituel: mensek bayramı Faste (Nefaste): uğurlu, uğursuz Fee: peri
Facteur: faktör
Fete: bayram
Flagellation: kırbaçlanma, falaka
Famille taisible: iğreti aile
Field Work: alan araştırması
Fief: fiyef
FamHle etablie: yerleşmiş (oturmuş) aile Kamille syndiasmique: sindiasmik aile Finaltte: gayelilik
FiscaKte: vergi - alma sistemi
Fiction: varsayma [ hypothese’için bu kelimeyi kullanmıyoruz]
Fiction juridique: hukukî varsayma
Fluidite: akıcılık
Fiançailles: nişanlanma
Fiance - fiancee; nişanlı oğlan, nişanlı kız
Fabulation: masal uydurma
Flatterie: öğrne, dalkavukluk
Forçat: prangalı, kürek mahkûmu
Foîklore: folklor
Fok inanç
Formariage: serfin başka sınıftan evlenmesi
Formaiisme juridique: hukukî şekilcilik Forteresse: kale
Foule: kalabalık
Foyer: ocak
Famille souche: kök-aile
Fondation pieuse: vakıf
Fonctionnement: işleme
Fonctionnaire: memur, görevli
Fonctionnarisme: memurlar yönetimi Fonctionalisme: görevcilik, fonksiyoncu teori
Fertilite: verimlilik
Formalisme: şekilcilik
Freudisme: freud’culuk
Fraternite: ahilik, fiitüvvet, kardeşlik Frustration: itilip - kalma, mahrumluk Frere aîne: büyük erkek kardeş Foire: panayır
Formalite: kurala uyma
1 ractıon de elasse: sınıf bölümü
Fusion: erime
Fmerailles: cenaze merasimi, ölüm töreni
F ubourg: foburg
G
Gage: rehin
Garçon (âomestique) j hizmetçi çocuk
Gaspillage: yağma
Gang (gangster): çete Gendarme: jandarma Genre de vie: hayat tarzı (yaşayış biçimi)
Gens: “jens”, ilkçağ sitesinde Geographie Humaine: beşerî coğrafya Geştalt: bünye, şekil, geştalt Gerilla: iç savaş Gerontocatie: yaşlılar yönetimi Geomancie: falcılık, remil Geisteswissenschaften: manevî ilimler Genealogie: nesep, tomar Gnosticisme: ariflik Gnostique: arif Gnosis: irfan Geopolitique: geopolitik Gouvernement: hükümet Groupe: zümre Grapbique: grafik Goupement: zümre
Groupe de consanguinite: kandaşlık süm-resi
Groupe d’âge: yaş zümresi Gironticide: yaşlıları öldürme Girontocratie: yaşlılar yönetimi Graphologie: grafoloji, yazı karakter, bilgisi
Grade: derece Graduation: dereceleme Grade intellectuel: okumuşluk derecesi Groupe d’enfants: çocuk zümresi Graduation sociale: sosyal derecelenme Groupe disperse: dağınık zümre Groupe secondaire: ikinci zümre Groupes premieres: ilk zümreler Guerre: savaş
Guelfe: İtalya’da bir parti Guerre sainte: kutsal savaş Greve: grev
Guetto: getto, yohudi mahallesi Guilde: gild
Guillotine: giyotin
Gynecocratîe: kadınlar yönetimi Gynecee: harem
H
Hameau: oba Hanse: hanze Hanseatique: hanze birliği Habitude sociale: toplum alışkanlığı (toplum melekesi)
Habîtation: mesken, barinak Hagiographie: erenlerin hayatı Heroisme: kahramanlık Heraldique: tarihî silâhlar ilmi Heros: kahraman Hermaphroditisme ikicinslilik Heredite (hereditaire) s soydan gelen (soydan gelme) Heresie: müşriklik Heritage: miras Head Hunting: kafa avcılığı Hepatoscopie: karaciğere bakma falı Heterogene: ayrıcinsten Heterogeneite: ayrıcinstenlik Heterogamie: ayrısoydan evlenme Hîerarchie: hiyerarşi, mertebelilik Hieratique: ruhanî sınıf Historisme: tarihçi görüş Hîstorîcisme: tarihî açıklama görüşü Hierocratie: ahretegöre yönetim Heteronomie: özerksizlik Homme d’Etat: devlet adamı Homicide: adam öldürme Homogeneite: birci nstenlik Homosexuailte: aynı cinse eğilim Hotnogamie: aynıcinsle evlenme Honneur: şeref Hordeî sürü Hotelî konak Hospitalîte: konukseverlik Humanisme: insancılık Humanitarisme: insaniyetcilik Humain: İnsanî Humanites: insanlı^, İnsanî kültür Hygiene sociale: toplum sağlığı Hymne: ilâhı Hypergamie: çok aşırı evlilik
I
Iconoclastie: putkırıcıhk fdole: put
Idolatrie: putatapıcılık ideal: ideal, ülkü
Idealisme Idealisation: idealisin, idealleştirme
Ideologie: ideoloji
Ideogramme: ideogram
Idiome: ağız, şive
illegal: kanun - dışı
Illicite: meşru - dışı
Imposture: aldatma (igfâl)
Impot: vergi
Impöt forçe: zorlama vergi
Impot des non musulmans: haraç, cizye
Immigration: dışa göç
Imperialisme: emperyalism, imparatorluk kurma akımı
Impersonnalite: kişilik yokluğu
Impersonnalisme: kişisizcilik
Inceste: fücur
Indîvidu: fert
IndividuaKsme: fertçilik
Individualisation: fertleştirme
Inflation: paranın düşmesi
Infidelite: sadakatsizlik
Inconscient collectif: kolektif dışşuur
Industrie: endüstri (sanayi)
Industrialisation: endustricilik
Interet: çıkar, kâr, ilgi
Inertie: süredurum (atalet)
Imîtation: taklit
İmmobilite sociale: sosyal hareketsizlik
Incendie: yangın
Incantation: büyüleme
Indigene: yerli halk
Instinct gregaire (gregarisme): zümre içgüdüsü
Identification: aynılaştırma
Independance: bağımsızlık
Inegalite: eşitsizlik
Infanticide: çocuk öldürme (ve’id)
Institutions primaires: ilk kurumlar Institution secondaire: ikinci kurum Interpenenatration: karşılıklı nufuz
Inculturation: kültüralma
Indeterminisme: gerekirsizlik, indetermi-nism
Injustc (juste): haksız (haklı)
Infeodation: toprağı tımara vermek Inguietude: huzursuzluk
Instruments âlet
Infrastructure: alt - bünye
Insurrection: ayaklanma, isyan Institution de l’Etat: devlet kurumu Ironie: alayetme (istihza)
Intellectueh okumuş, aydın, münevver
Isolement: yalnızlık
Isolation: yalnızbırakma
Interdiction: yasaketme
Insociabilite: topluma aykırılık
Integration: bütünleşme
Interdependance: karşılıklı bağlılık
Invasion: istilâ
Invention: icat
Invocation: tanrıya yalvarma (müna-caat)
Introversion: içe dönme
Interrogation: soruşturma
Interventionnisme: müdahalecilik, karışı r-cılık
Investissement: yatırım
Integrisme: bütüncülük
Internationale ouvriere: işçi enternasyonali
Internationale syndicale: sendika enternasyonali
Itineraire: gezi yolu
J
Jeu: oyun
Jetin: oruç
Jeunesse: gençlik
Javelot: çevgân
Juge religieux: kadı, dinî yargıç
Jurisprudence: mahkeme usulü (fetva)
Juridiction: hüküm gücü
Jurisconsulte: hüküm - veren, hüküm
danışmanı
Juste: haklı, âdil
Justesse: doğruluk
Justice: adillik, adalet
Juîf: yahudi (musevî)
Jubilee: anma töreni
K
Kibbouth: aynı
Kolkhoze: aynı
L
Lapidation: recim, taşa tutma Lai'cisme: laiklik görüşü Laicite: laiklik Legielation: kanun kurma (şeriat) Legalite: kana ululuk Legitime: şer’î (meşru) Leğende: efsane Levirat: levirat
Latifundia: aynı (büyük toprak mülk-lerı)
Langage: lisan
Langue: dil Les pairs: çiftler Lieu festival: bayram yeri Lignage: nesil, nesep Libre - echange: hür - değişim Libre - echangisme: hür - değişimcilik Liberalisme: liberalisin
Liberation: kurtuluş '
Liberte: hürlük, hürriyet Linguistigue: dil ilmi (linguistik) Liturgie: dinî tören
Lendemain des noces: düğünün ertesi (paça günü)
Libido: cinsî iigi Ligue: uzlaşanlar Leadersbip: liderlik Loge: lonca x Long habitat: uzun ev Loi des trois etats: üç hal kanunu Loi: kanun '
Loterie: piyango Lutte des classes: sınıf mücadelesi Lutte des races: ırklar mücadelesi Licence: lisans Localisation: yere yerleştirme Loisir: boş - zaman
M
Machinisme (maşinizm): makineli iktisat sistemi
Marche: pazar
Marche commun: ortak pazar
Magie: sihir Magicien: sihirbaz Maître: usta (Contre • maître: usta başı)
Maîtrise: ustalık
Maison conjugale: ana - baba evi Marchandise: mal
Mariage: evlenme
Mariage civil: medenî evlenme
Mariage religieux: dinî nikâh
Mana: mana
Marxisme: marx’cılık
Marginalisme: enson fayda teorisi
Mariage par achat: satın alınalı evlenme Masse: yığın Machine: makine
Materialisme historique: tarihî maddecilik >.
Marginalite culturelle: kültür kenarında kalma
Masque (persona): maske
Marche de monnaie: para borsasi
Mari de la soeur: bacanak
Manie: düşkünlük
Maturite: olgunluk
Matriarcat: anabuyruğu
Matronymie: ana evinde olmak
Marilinearite: anasoyluluk
Matrilocalite: ana yerliliği
Matrideme: analık nahiyesi
Mausolee: türbe
Mauvaise augure: kötüye yormak
Metropole: metropol: ana - şehir
Metempsychose: kalıp değiştirme (tenasüh)
Medecin - feticheur: büyücü hekim
Methode comparative: karşılaştırmalı me-tod
Mentalite primitive: ilkel düşünce (iptidaî zihniyet)
Messianisme: mesihcilik
Metabolisme social: toplum metabobis-ması
Metissage: melezleşme
Metis: melez
Mercator: merkator
Mercantilisme: merkantilism
Methode historique: tarihî metod
Medaille: madalyon
Medresse: medrese
Metayage: ortaklık, yarıcılık
Merite: meziyet, liyakat
Methode statistique: statistik metodu Mercenaire: ücretli asker Mentalite logique: mantıklı görüş Mentalite pre «logique: mantık - öncesi görüş
Mentalite hyperlogique: mantık • sonrası görüş
Minorite: azınlık Majorite: çoğunluk Migration: göç Migration interne: iç göçü Migration du travail: iş göçü Mixture: karışına (karışım) Mir: ortak mülklü^ köy (eski Rusya’da) Miracle: mucize Milice: sivil ordu Milieu: ortam, çevre Miting (meeting): miting Milling:
Microsociologie: küçük zümreler sosyolo~ jisi
Macrosociologie: büyük zümreler sosyo» lojisi
Militarisme: askerlik egemenliği Misoneisme: dışı yadırgama Mecanographie: mekanografi Mediane: medyan Morale: ahlâk Moralisme: ahlâkçılık Mobilite: hareketlilik Morbidite: marazîlik Monographie: monografi Mode: tarz, moda Moderne: çağdaş, modern Morphologie sdciale: sosyal morfoloji Mobung: klan büyücüsü Mortalite: ölümlülük nisbeti Mouvement reactionnaire: gerici hareket Monastere: manastır Monopole: tekel, inhisar Modele (pattern): örnek • Mobile: saik Monarchie: monarşi Moyens de production: üretim araçları Monogamie: tekevlilik Malthusianisme: malthus’culuk Moitie (Phratrie): yarım, fratri Motif: saik (motivation)
Moeurs et coutume: örf ve âdet Musee: müze
Musique: müzik, musikî
Mutualisme: karşılıklı ilgi
Municipium: serbest şehir
Municipalite: belediye
Musique folklorique: folklor müziği
Mythe: mitos
Mythologie: mitoloji
Mystique: mistik
Mysticisme: mistisizm
Monnaie: para
N
Nazisme: alman totaliterliği
Nation: millet
Nationalisme: milliyetçilik
National socialisme: (alman sosyalismi) Nationalisation: devletleştirme Naturisme: tabiat dini Naturalisme: tabiatcılık
Nature Humaine: insan tabiatı
Natalite: doğumiuhık
Nativisme: doğuştanlık
Neophyte: mürid
Neolithique: cilâlı - taş devri
Nepotisme: akrabayı kayırma
Neolocalite: yeni yerleşme
Necessite sociale: sosyal zorunluluk, toplum zarureti
Niveau: seviye
Niveau de vie: hayat seviyesi
Nome: eski Mısır kasabası
Nomînalisme: isimcilik
Nombre sacre: kutsal sayı
Normatif: normatif, norma ait
Normalite: normallik
Norme: norm, kural
Normal: normal
Non - socialise: toplumlaşmamış
Non - social: topluma ait olmayan
Noblesse: asillik
Notions civiques: yurtdaşlık bilgisi Nuptialite: evlenirlik
Non - differencie: farklılaşmamış
Numismatique: eski paralar ilmi (mes-kükât)
O
Occidentalisme: batıcılık
Occidentalisation: batılılaşma Objectivation: objeleşme, objeleştirme Of f re. et demande: sürüm ve istek Oligarchie: oligarşi
Obligation: yükümlülük
Oligopole: dar veya sınırlı tekel
Objectivite: objektiflik
Optimum: yeter derece
Option: seçmeye bağlı
Opulence: bolluk, bereket
Opinion: kanaat, sanı
Opinion Publique: kamu sanısı, umumi efkâr
Oppression: baskı yapmak
Onamotopee: sesle anlam ilgisi
Oracle: kâhin
Ordalie: sihri ceza tarzı
Organisation: organlaşma, teşkilât, örgüt Organisme: organizma, uzviyet
Organicisme: organizmcilik
Ordre social: sosyal düzen
Orgie: taşkınca eğlence
Organisation du travail: iş organizasyonu Orientation: yöntem
Organisation professionnelle: meslek organizasyonu (teşkilâtı)
Orientation Professionnelle: meslek yöntemi
Orientalisme: şarkiyatçılık
Ouverture: açılış
Ouvrier: işçi
Ostracisme: toplumdan çıkarma
Ossification: kemikleşme
Ouvrier d’agriculture’: tarım işçisi (ziraat işçisi), rençber
P
Pater familias: aile başkanı Paleosociologie: tarihöncesi sosyolojisi Palais: saray
Parlement: parlemento
Pacte: ahitleşme (muahede)
Pabique: bozgun
Parente: akrabalık
Patrilinearite: baba soyluluk
Sosyoloji Sözlüğü — 23 Patrilocalite: baba yerinde kalmak Patronymie: baba sanlılığı Patriarcat: bababuyruğu Parricide: baba öldürme Paix; barış
Pauperisme: fakirlik
Palier en profondeur: derinliğine katlar Parente maternelle: ana soyu akrabalık Pantheisme: heptanncıhk, vahdeti vücud Participation: katılma, iştirâk Paradoxe: paradoks Paria: parya
Parola (mot d’ordre): parola, slogan Patrona: kalyon kaptanı Parlementarisme: parlementolu yönetim Parti politique: siyasî parti Parallelisme: paralellik Patrideme: babalık nahiyesi Patrimonialisme: babasoyluluğu Paternalisme: vasilik iddiası Patronage: patronluk Pathologie: patoloji, marazı bilgisi Patrie; yurt, vatan Patrimoine: mülk
, Patristique (Patrologie): kilise babaları, Abâi - kinisâiyye
Parti droite: sağcı parti Parti gauche: solcu parti Pauvrete: fakirlik Patriotisme: yurtseverlik, yurtkoruyuçulu k
Paleolithique: yontmataş devri Pattern: model
Paradis: cennet, uçmak Peche: balık avı Pacifisme: barışçılık Pression: basınç Presse: basın Presidence: başkanlık Periode: devir Pedagogie: pedagoji Presage: falcılık (tefe’ül) Peche: günah Pelerinage: hac Patois: köylü ağzı Penurie: kıtlık Prelogique: mantık - öncesi Persona (masque): maske
Prevision: öngörü:? Prediction: Öndeyiş Prenotion: peşin - fikir Pejuge: peşin hüküm Personne: kişi Personnalite: kişilk Personnalisme: kişicilik Peuples chasseurs: avcı kavimler Peuple: halk, kavirn Pessimisme: kötümserlik, karamsarlık, bedbinlik
Parente classîficatrice: sınıflayıcı akrabalık
Pick - poket: yankesici Planification: planlama, planlaştırma Planning: plan sistemi Ploutocratie: zenginler yönetimi Perversion: sapıklık Pluralisme: çokçuluk Plus - value: artık - değer Phenomenologie: fenomenoloji Plebiscite: kamu oyuna başvurma Petite ville: küçük şehir, kasaba şehir Place publique: halk meydanı, büyük meydan Phratrîe: fratri Physique sociale: sosyal fizik Polysegmentaire: çok - parçahlık Polygamie: çokevlenme Poîygynie: çok - karılılık Polyandrie: çok - kocalılık Polytheisme: çok - tanrıcılık Poliçe State: polis - devleti Politique: siyaset Phase: safha Potlatch: potlaç Pre - literale; yazıdan önce Priere: dua Production: üretim, istihsal Prix: fiat Projet: proje Propriete hereditaire: soydangelen mülk Propriete foncîere: toprak mülkü Prix de fiançee: nişanlılık bedeli Population: nüfus Pirauru: kolektif evlenme sistemi Propriete privee: özel mülk, hususî mülkiyet
Privilege: imtiyaz, özel hak Patente: patenta Pouvoir: iktidar, siyasî güc Prophete: peygamber, yalavaç Pranga: pranga Prestige: icaz, çekme gücü Prison: hapisane, cezaevi Primaute: ilk - olma Primogeniture: büyük oğlum önceliği Priorite öncelik Prostitution: fuhuş Progres: ilerleme, terakki Progressisme: terakkicilik Frovocateur: kışkırtıcı Providence: tanrı kayırması, inayet Providentiel: tanrı - kayırıcılığı Proletariat: proletarya, işçi sınıfı Proletarisation: proleterleşme Propagande: propaganda Province: eyalet Processus: süreç, vaka zinciri {Es. türk. yanlış olarak: vetire) Procureur general: savcî, (tnüddeîi umumî)'
Professions liberales: serbest meslekler Prohibition: yasaketme (yasakedilme) Probite intellectuelle: fikir ahlâkı Propitiation: Kötü ruhlara karşı korunma ayini
Propitier: kötü ruhları kaçırmak Pratiçue: pratik, uygulama Pratique religieuse: ibadet (dinî uygulama)
Prospective: geleceğin incelenmesi Polarisation: kutuplaşma Protectionnisme: koruyuculuk, himayecilik
Panel: açık oturum
Psychologie collective: kolektif psikoloji Psychologie sociale: sosyal psikoloji Possession: cin - çarpması Possede: cin çarpmış ' Psîttacisme: papağanlık "
Psychanalyse: psikanaliz Psychotechnie: psikoktekni Psychologisme: psikolojiyle açıklama
akımı
Pyramide d’âge: yaş piramidi
Punualua: Aynı
Publicite: kamuya yayılma, tanınma Politique economique: İktisadî siyaset Petite Industrie: küçük endüstri
Q
Qualification professionnelle: meslek niteliği kazanma
Qualite: nitelik, kalite
R
Race: ırk Racisme: ırkçılık Rationalisation: aklileşme Rapprochement: yaklaştırma
Rabat: çöl kalesi (boş göçebe kalesi) Raptî kız kaçırma
Radicalisme: köktencilik, radikalizm Revolte militaire: askerî İhtilâl Republiçue: Cumhuriyet
Refoulement: itilme
Reproduction: tekrar üretim, (sanat; kopyalar çıkarma)
Reforme agraîre: tarım reformu (siraat reformu)
Recompense: Ödül (mükâfat) ,
Remuneration: ücret, ödül
Reaiisme: realism
Regime representatîfs temsil rejimi
Reunion: toplantı
Resistance: dayanma (mukavemet)
Regressif: geriye gidici
Relatîonisme: ilişkicilik < Resurrectîon: yeniden doğma Refugies: sığınanlar
Repartition des productîons: üretimin bö°» lünüşü
Revolution: devrim (inkılâb, ihtilâl)
Religİonî din
Regie: tekel, inhisar
Responsabilite: sorumluluk
Residu: tortu
Referandum; referendum, araçsız seçim
Reglement: tüzük, nizamname
Registre; sicil, kütük
Recherche operationaelle: işlemli araştım ma
Recensement: nüfus sayımı Rearmement moral: manevî silahlanma Readaptation: yeniden uyma (yeniden intibak)
Rentabilite: gelir getirebilme Ren te: gelir Rendement: verim Revenu: irat Rentier: gelirli Rite: ayin
Rituel: ayine ait
Rite d’Initiation: topluma giriş ayini Rite -de passage: geçiş ayini Ritualismv: ayincilik görüşü
Rite de communion: birleşme ayini Ri^hesse: zenginlik, baylık Role social: sosyal rol Roi: kral
Rituel mimetique: taklidi! ayin
Roman t isme: romantizm
Royaume: krallık
Rythme social: toplum ritmi (sosyal ritm)
Rythme saisonnier: mevsim ritmi Routine: pratik maharet, görenek
S
Salaîre: gündelik
Salariat: gündelikçilik Salarie: gündelikçi Saint: eren, veli, aziz Saintete: erenlik, velilik, azizlik Sanction: yaptırıcı güc Sage: bilge (hakim)
Sagesse: bilgelik (hikmet) Sacre: kutsal Sacrilege: kutsalı çiğneme Sacrifice: kurban Securite sociale: sosyal sigorta Selection professionnelle: meslek seçkinleşmesi
Service Public: kamu hizmeti Service social: sosyal hizmet Sexologie: cinsiyet ilmi Sabotage: ayak direnme (işçi hayatında) Science .Sociale: toplum ilmi Scandale: sürçme (Ssander fiilinden) gündelik ani.: rezalet Science des moeurs: âdetler ilmi Secularisation; dünyaiaştırma (dünyalaş-ma)
Satan: şeytan
Sauvagerie: vahşilik
Sedentaire: yerlilik
Sepulcre d’un saint: bir erenin türbesi Sentiment social: sosyal duygu, toplum?
duygusu
Salutation: selamlaşma
Self govrnment; kendi başına yönetim Servage (serf): serflik, toprak köleliğe Siedlüng: yerleşme Signification: belirtiş, işaretleme, anlâ’m Signe: belirti, işaret Situational approach: yaklaşma durumu Secte: mezhep
Sens commun: ortak duyu Sanctuaire: mihrap Segmentation: parçahlık Selection: seçkinleşme Segregation: bölünme, bütünden ayrılma; Solidarisme: dayanışmacılık (tesanütcü-liik)
Solidarite professionnelle: meslek dayanışması
Schemes: şema
Sociolatrie: topluma tapınma
Socialisation: toplumlaşma, sosyalleşme, Secousse: sarsılma
Sociologie appliquee: uygulanmış sosyoloji Sociologie formelle: şekilci sosyoloji Sociologie coloniale: sömürge sosyolojisi Sociologie des classes: sınıflar sosyolajisi Sociologie de la guerre: savaş sosyolojisi Sociologie politique: siyasî sosyoloji Sociologie economique: İktisadî sosyoloji? Sociologie de Fart: sanat sosyolojisi Sociologie religieuse: din sosyolojisi Sociologie juridique: hukuk sosyolojisi Sociologie de la connaissance: bilgi sosyolojisi
Sociologie du langage: dil sosyolojisi Sociologie electorale: seçim sosyolojisi Societes animales: hayvan toplundan' Sociologie rurale: köy sosyolojisi Sociologie urbaine: şehir sosyolojisi
Sociologîe relationnelle: ilişikler sosyolojisi
Sociologîe genetique: genetik sosyoloji Solde: askere verilen ücret Soldat volontaire: gönüllü asker Sodomie: cinsî sapıklık Souii ler: kirletmek Sondage: sondaj Sociologisme: sosyoloji ile açıklama eğilimi
Socialisme: sosyalisin Sovnakhoze: aynı Souverainete: egemenlik, hakimiyet Sociologîe de l’Education: eğitim sosyolojisi Sport: spor Style: stil, üslûp Sociai survey: toplum koruma Sociabilİte: toplumlaşahilirlik Sociotype: toplum tipi Specifique*. neve vergi (türsel) Speculation: ihtikâr, soyut düşünce Slogan: kamu sanısını harekete getiren cümleler
Statistique: statistik Stratification: tabakalaşma Schemes de concept: kavram şeması Spontaneite: kendiliğindenlik Specialısation: uzmanlaşma, özelleşme Statut social: toplum statii’sü Stabilite sociale: sosyal dengelilik Stereotype: sıradan tip Sorcier: büyücü Sorcellerîe: büyücülük Surproduction: aşırı üretim Superiorite: üstünlük Supposition: varsayma S12.• - homme: üstün-insan Sublîmation: yücelme (yüceltme) Surnaturel: tabiat - üstü Subjectivisme: sübjektiflik akımı (sübjek-tivizm)
Subjectivite: sübjektiflik Superstîtion: yanlış - inanç Subdîvision: altbölüm Subconscient social: toplum altşuuru Suppleant: yerini tutan Structure segmentaire: parçalı bünye Suffrage üniversel: genel seçim Symbîose: hayat - birliği Synergie: birleşik enerji Synchronisme: zamanbirliği Syndicat des ouvriers: işçiler sendikası Survivance (survival): kalıntı, arta- ■= kalan (peszinde) Sujcide: kendini öldürttıe (intihar) Symbole: sembol Symbolisation: sembolleştirme Symbolisme: sembolizm Syncretisme: uzlaştırıcılık Surnom: lakap, mahles Syndicatisme: sendikacılık Strategie: strateji, tabiye
T
Tabou: tabu Tatouage: dağlama (veşm) Tabou nominal: îsîm tabusu Travail manuel: el emeği Talion: kısas Talisman: tılsım Tecbnocratie: teknokrasi Technique: teknik v
Tendance: eğilim Tension: gerilme Travaillisme: iş-organlaşması çığın Travail: iş, emek Taylorisme: taylorculuk Theocratie: tanrısal yönetim (dinî devlet)
Temple: tapmak
Temps de Tobie: tobia zamanı, cinsî pefr-hiz
Tamisage: elekten geçirme Tradition: gelenek (an’ane) Traditionnalisme: gelenekçilik Technologie: teknoloji Technicieri: teknisyen, teknikçi Tenue: kılık (kıyafet) Taxe: nerh Technonymie: teknik adlılı ğı Totemisme: totemcilik Totem: totem Totalitarisme: bütüncü devlet (totaliterisin)
Transhumance: yarı göçebelik Transit; transit Tranport: ulaştırma Trafics trafik Toyonisme: toyonculuk Torture: işkence Tribunal: mahkeme Traitement: maaş, aylık Trııst: tröst Tribu: kabile Troubadour (Trouvere): aşık, ozan Type de culture: kültür tipi Typification: tipleştirme
Type social fiğe: donmuş toplum tipi Type ideal: ideal tip
ü
Vnicite: teklik, biriciklik Universalisme: evrensellik Usıne: fabrika, imalâthane Usage: kullanma Utopie: ütopya, boş hayal Ultimcgeniture: küçük oğlun üstünlüğü Urbanisme: şehircilik Urbanisation: şehirleşme Unilinearite: teksoyluluk
V
Variante: çeşit Valorisation: değerverme
Valeur: değer Validite: geçerlik Vendetta: kişisel öcalma
Verbalisme: kelimecilik (boş kelimecilik) Ville: şehir
Vılle • satellite: uydu - şehir
Vice: kötülük, düşüklük
Vindict: kişisel öcalma
Vilain: âdi (şehirli)
Vieiliesse: yaşlılık
Vieillissement: yaşlanma
Village: köy
Volüme social: sosyal hacim
Vote: oy
Violence injuste: haksız şiddet Villegiature: yazlık ev, köşk Voisinage: komşuluk
X
Xenophobie: yabancı korkusu
Z
Zone monnetaire: para havzası
Zone de salaire: ücret havzası Zadrouga: zadruga
KONU ENDEKSİ
-
1. Dîn Terimleri
Ahret: Fautre monde, FAu-delâ (Ahiret)
Allah: Dieu
Adak: promesse â. un saint
A’raf: Purgatoire
Atalara tapınma: culte des ancetres
Ad tabusu: tabou nominal
Aforoz: excommunication
Bakıcı-hekim: medecin - sorcier
Büyücü: sorcier
Bağırsak falı: aruspication
Beden değiştirme: metempsychose
Cenaze töreni: funerailles
Cami: mosquee
Cennet: paradis (uçmak)
Cehennem: enfer (tamu)
Ceza günü: jugement dernier (kıyamet.
ruzi ceza)
Cemaat: communaute
Çoktanrıcılık: polytheisme
Çoktabirtanrıcılık: hcnotheisme
Çile: Penitence
Çilehane: celinle penitentielle
Çan: Cloche de Feglise
Din: religion
Dindar: religieux
Dinsiz: irreligieux
Ezan: Appl â la priere
Eren: veli, aziz, saint
Fetiş: fetiche
Fetişcilik: fetichisme
Halifelik: califat
întişiyuma: intichiuma
Fetva: dinî hukuk karan (İslâm)
Fakih: dinî hukuk adamı (İsi.)
Fıkıh: droit dirin
Fütüvvet; confr^rie (İslâm) ,
Günah: peche
Hac: pelennage
Haç: croix
Hatib: predicatur de la mosquec
Heptanrıcılık: pantheisme
İbadet: adoration
İkitanrıcdık: dualisme
İman: foi
İnanç: croyance
İnsanatapınma: anthropolatrie
İmam: le chef religieux, le chef de la priere
Kıble: direction de la priere
Kilise: eglise (kinisâ)
Kabe: centre religieux de Flslam (â la Mecque)
Kutsal: sacre, (mukaddes)
Kurban: sacrifice Keramet: charisme
Keramete ait: charismatique Mucize: miracle
Ölüm ayini: culte des morts
Remil: geomancie
Şeriat: legislation religieuse Tılsım: talisman.
Totem: totem
Tütsü: propitiation
Tütsülemek: propîtier
Melek: ange
Mahşer: jugement dernier
Mescid: petite mosquâe
Mezin (müezzin): celui qui appelle â la priere
Minare: minaret, la tour pour l’appel â la priere
Mihrab: autel (namaz yönü) Minber: estrade
Namaz: priere (salat)
Oruç: jeun (savın)
Şeytan: diable, satan
Tekke: couvent (zaviye, hânkah)
Teşbih: Allah adını zikr etmek (zikFde
kullanılan alet) chapelet
Tapınmak: adoration (ibadet) Tapmak: temple (ınâbed) Totemcilik: totemisıne
Tektanrıcılık: nıonotheisnıc (vahdaniyet)
Tabiattanrıcıhğı: deisme
Tabiat dini: religion ııaturelle
Tabiatatapınma: naturisınc
Tanrısızlık: atheîsme (ilh a d )
Türbe: mausolee
Vaiz: cami’de vaiz veren (predicateur) Veli: saint (eren, aziz)
Rahib: pretre, papas
Ruhban: clerge (rahiplik)
Yatır: le tonıbeau d’un saint
Yıldıza tapma: astrolatrie
Zikr: Jnvocation des noms de Dieu
Zaviye: tekke (couvent)
Zekât: düne anınoniere de % 2,5
Zangoç: prâtre Zühd: ascetisme Zahidlik: ascese Zahid: ascete
Zebani: ies gens qui font İa torture â l’enfer
-
2. Şehir terimleri
Asma köprü: pont suspendu
Araba vapuru: ferry - boat
Arsa: t er rain
Afiş: affiche
Alış * veriş: marchandage
Apartıman: appartements
Banliyö: banlieue
Belediye: municipalite
Belediye başkanı: maire
Belediye meclisi: conseii municipal
Bekçi: garde champetre
Burg: bourg
Burç: bastion, tour d’un chateau Bucak: comnıııne
Bourgades: İes villages d’un Bourg Cadde: avenue
Civar: environnement
Çarşı: bazar
Dışkent: faubourg
Durak: arret
Dükkan: boutique
Dış mahalle: varoche
Ev: ınaison
Eşraf: İes uotables
Hal: Halle
Halk: peııple
İstimlâk: appropriafîon
işçi mahallesi: quarlier des ouvriers
İçkale: citadelle
İstasyon: station
Kale: forteresse
Komşuluk: voisinage
Kasaba: petitc ville
Kaldırım: trottoir, pavet
Kapan: Halle
Kapalı çarşı: bazar couvert
Köşk: maison de banlieve (villegiature)
Köprü: pont
Liman: port
Mağaza: magasin
Mahalle: gııartier
Metro (yeraltı yolu): tünel (nıetropoli-tain)
Meydan: place publique
Merkator: mercalor
Nüfus hareketi: ınouv. de population
Ocak: foyer
Opera: opera
Orta tabaka: elasse moycnne
Panayır: foire
Piyasa: nıarclıĞ
Plaj: plage
Pasaj: passage
Pazar: uıarelıe
Pazarlık: marchandage
Radyo: radio
Rekabet merkezi: eentre de concurrence
Site: çite (medine)
Seçkinler: elite (güzideler)
Sokak: la rue
Şehir: ia ville (kent)
Şehir merkezi: eentre urbain
Şehir sosyolojisi: sociologie urbaine
Şehircilik: urbanisnıe
Şehir genişlemesi: extension urbaine
Şehir yerdeğîştirmesi: deplacement ur> bain
Şehirleşme: urbanisation
Şehir tıkanması: congestion urbaim
Şehirbirleşmesi: conurbalion
Trafik: trafic
Trafik kazası; accident de trafic
Taşınma: dernenagcnıcnt
Televizyon: telcvisiun
Tersane: arşe nal
Transit; transit
Tiyatro: theatre
Taşıt aracı: moyens de transport
Uydu şehir: vilJe satellite f
Ulaştırma: transport
Yerleşme: etablissemcnt
Yerli: scdentaire
Yabancı: etranger
Yalı: maison sur 1c rivage
-
3. İktisat terimleri
Atölye: atelicr
Artık - değer: phıs - value
Ayak direnine: sabotage
Ahilik: cornpagnonagc
Aşırı - üretim: surproduction
-Alış veriş: rnarchaiKİage
Alıcı: achcteur
Anamal: Capital (sermaye)
Avcılık: deniz avı (la peehe) kara avı (la ciıasse)
Açık pazar: marehe ouvert
Bahçıvanlık: puericulture
Balıkçılık: peehe
Banka: banque
Borsa: bourse
Büyük endüstri: grande Industrie
Çobanlık: elevage
Çiftçilik: agriculture
Çırak: apprenti
Çıraklık: apprentissage
Dağıtım merkezi: centre de dîstribution
Depo: depot
Dolaşım: circulation
Değişim; eehange
Endüstri: Industrie
Ev üretimi: produetion domestique
Esnaf birliği: Corporation
Esnaf odaları: chambres des artisans
Endüstrileşme: industrialisation
Endüstri havzası: aire d’industrialisation Esham: aetions (tek: sehim) Ei-emeği: main d* ceuvre Fayda; ıntcret Fiat: prix Fütüvvet: eonpagnonage Fabrika: usine, fabrique Faiz: interet, produit de Fargent Fakirleşme: pauperisme Gelir: revenu Gündelik: .salairc Gündelikçi: salarie Gümrük: do u a ne Gümrük resmi: prix de donane Grev: greve Grevci: greviste Gedik: jtırande Güdümlü iktisat: econonıie diriğce Ham madde: matiere brüte Hür değişimcilik: libre • cchangisme Himayecilik: proteetionnisme İş: travail ' (emek) İşçi: otıvrier (emekçi) İş bölümü: division de travail İş teşkilâtı: organisation de travail İş birliği: eooperation İşsizlik: chomage İş arızalan: accidents de travail İşçi sigortaları: assurances de travail İş taatili: conge de travail
İşbulma kurumu: organisation de i’emploi İşveren: employeur İthalât: inıportations
İhracat: exportations
Kapalı iktisat: eeonomie fermee (autarcie) Kartel: cartel Konzern: conzern Kooperatif: cooperatives Kapital: Capital (sermaye) Kredi: eredit (itibar)
Kalfa: adjoint du maître, arehiteete Kapitalizm: capitalisme Müdahalecilik: interventicunisme Şirket: compagnie, societe Tezgâh: manufacture
Tezgâh sanayii: industrie de manufacture Taşıt: transport
Tekrar üretim: reproduetion Tüketim: consommation
Toptancılık: vente en stock Takas: clearing Tröst: trust
Tüccar: com m erçant
Ortak pazar: marche commun
Mamul madde: matiere fabriguee Mal: marchandise
Mahreç: ,debouche
Maliyet fiatı: prix de revient
Maliye: finances
Lisans: licence
Lonca: loge (Corporation)
Perakende satış: vente en detail
Piyasa: marche
Pey verme: donner des arrhes Pazarlık: marchandage Peşin: avance
Sendika: syndicat
Sendikalizm: syndi calisin e Solidarizm: solidarisme Sosyalizm: socialisme Usta: maître
Usta - başı: contre - maître
Üretim: production
Satış: vente
Satıcı: vendeur
Seyyar satıcı: marchand - ambulant Zanaat: artisanat
Zanaatçı: artisan ' Silo: Silo
Serbest pazar: marche libre
-
4. Aile terimleri
Ana: mere
Anaadlığı: matronymie
Anasoyuyerliliği: matrilocolite
Akraba: parents
Amca: önele paternel
Anayurtluluk: nıatrilocalite
Anabuyrukluluk: matriarcat
Ana soyluluk: matrilinearitd
Aile: famille
Aile evrimi: evolution de la famille
Ana soyu: lignage maternelle
Baba: pere
Babalık aile: famille paterneile
Baba buyruğu: pater familias
Baba buyrukluîuk: pater familias
Baba buyruktu aile: famille patriarcale-Baba soyu: lignage paterneile Babaadhlığı: patronymie
Babalohusahğı: couvade
Baldız: saeur de la femme
Baldızla evlenme: mariage sororial Besleme: servante sans salaire
Büyük anne, Büyük baba: grande -grand - pere
Büyükoğlun üstünlüğü: primogeniture Boşanma: divorce
Beden ayrılığı: separation des corps Bacanak: mari de la soeur de l’epouse Cariye: odalisgue, jeune eselave Çocuklar (oğul, kız): les enfants Çift evlenme: bigamie
Çeyiz: dot
Çok evlilik: polygamie
Çok karılılık: polygynie
Çok kocaldık: polyândrie
Dayı: önele maternel
Damat: gendre
Dıştan evlenme: exogamie
Düğün: noce
Evlat edinme: adoption
Evlatlık: fils adoptif
Elti: les femmes de deux freres Evlenme: mariage
Gelin: bru
Gerdek: le soir de la noce
Görümce: la soeur de l’epoux
Güvey: le nouveau ınarie
Gebelik: conception
Hala: tante paterneile
Hülle: remariage avec l’epouse aprİs Sh divorce
İğreti aile: la famille taisible
İçten evlenme: endogamie
İmam nikâhı: nariage religieux Kandaşlık: consanguinite
Kan kardeşliği: fraternite consanguine
Kına gecesi: le festin nocturn avant les noces
Kandaş soyu: cognation
Kardeşlik: fraternite
Lohosahk: etat d’une femme en couche Medenî nikâh: mariage civil
Miras: heritage
Metres: maîtresse
Nikâh kıyma: contraeter le mariage Nişanlanma: fiançaillcs Nişanlı: fiance, fiancee
Ortak: deusiene fenııne legitime
Odalık: odalisque
Özerkli aile: famillc conjugale
Parçalanmış aile: famiile dispersee Resmi arus: fornıariage
Sarsılmış aile: famille ebranlee
Noter: notaire
Torun: petit - fils, petite - fille Teyze: tante maternelle
Tekevlilik: monogamie
Teksoyluluk: unilinearite
Tercihli içevlenme: honıogaınie
Tercihli yükseke vlenme: h y p e rgam ie
Vasiyet: testanıcnt
Vasiyetname: testament
Vekâlet: mandat
Vekâletname: İettre de mandat
Vekil: mandataire
Yiğen: neveu, niece
Yenge: la femme du frcre
Yüzgörümlüğü: les bijoux donnes par l’epoux pendant les noces
Yerleşmiş aile: famille etablie
Kefil (kefalet): garant (caution)
Varsayımlı kandaşlık: consonguinilc fîc-tive
Zadruga: zadruga
Zina: adultere
-
5. Nüfus hareketi terimleri
Göçebe: nomâde
Göçebelik: nomadisme
Göçmen: emigre
Göç: ^migration
Biiyük göç: exode
Dışa göç: immigration
Demografi: demographie
Derece düşmesi: degradation
Dağ köyleri: villages montagnards İçe göç: migration interne İş göçü: migration de travail Yan göçebelik: transhumance Boş kale: forteresse vide
Sığınanlar: les refugîds Konuk merkezi: centre d’hebergement İç sığmağı: asile interne Dış sığınağı: asile externe
Sığınanlar birliği: assocİation des refu-gies
Yardım teşkilâtı: aumonerie
İçten yer değiştirme: deplacement â Fin-tcrieur
Yaşlılar sığmağı: asile des vieillards Temerküz kampı: camp de concentration Toplum sigortası: ussurance sociale İş kütüğü: code de travail
İş bölgesi: dcpartenıent de travail Yerleşme: etablissement Uyrukluğa giriş: naturalisation Kabul merkezî: centre d’accueîl Yeniden eğitim merkezi: centre de rec-ducation
Azınlıklar: minorites
Ayrıcinsdenlik: heterogeneite
Özümseme: assimilation Bütünleşme: integration
Aşağı tabaka: bas - fond, tiers-etat Orta tabaka: classe moyenne Yüksek tabaka: classe superieure Tabakalanma: stratification Köy: village Oba: hameau
Dışkent: faubourg Kışlak: lieu hivernal
Yaylak: campement d’ete sur la mon-tagne
Nüfus hareketi: mouvement de populatiortı İstilâ: invasion
Koğulma: expulsion
'Yerli: indigene, aborigene, sedentaire Yabancı: etranger Yörük: nomade Manav: sedentaire Köylü ağzı: patois
Şehir tıkanması: congestion urbaine Şehirbirleşmesi: conurbation Hanze: hans6 Guilde: guilde
Serbest şehir: Municipium
Gece kondu: constructior. illegale
-
6. Devlet ve Hukuk terimleri
Adet: moeus Adetler ilmi: selence des moeurs Adalet: Justice Adillik: Justesse
Ağalık hakkı: droit du notable Adam öldürme: homicide Ahitleşme: pacte Anayasa: constitution Angarye: corvee Aristokrasi: aristocratie Baba öldürme: parricide Ceza: châtiment, pcinc Ceza hukuku: droit penal Cebir: coercition Cezaevi: prison Çocuköldürme: infanticide Demokrasi: democratie Despotluk: despotisme Devlet: Et at Devletçilik: etatisnıe Devrim: revolution Dindevleti: theocratie Diktatörlük: dictature
Doğuştan - suçlu: erimine! - ne Düello: duel Devletleştirme: nationalisation Egemenlik: souverainete Feodalizm: feodalisrne Hak: droit Hukuk: droits
Hakemlik: arbitrage
Hukuk uydurması: fiction juridique Hukuk şekilciliği: formalisme juridique Haklı; juste Haksız: injuste Halifelik: califat
Hukuk devleti: Etat de droit
İçtihat: interpr^fation juridique İhtiyarlar yönetimi: gerontoeratie İnsan hakları: droits de l’hotnme İdam: execution
İş hukuku: droit de travail İşkence: torture
Kadı: juge religieux
Kanun: loi
Kadınlar yönetimi: gynecocratie
Kamu oyu: plebiscite
Kanun kütüğü: code
Kan davası: vendetta, vindict
Kangütme: vangeance h£redîtaire
Kolektif sorumluluk: responsabilit€ col* lective
Kırbaçlama: flagellation
Kriminoloji: criminologie
Krallık: royaute
Kamu hukuku: droit public Medeni hukuk: droit civil Normatif: normatif Oligarşi: oligarehie
Örf ve adet: mceurs et coutume
Ordali: ordaiie
Mahkûm: coupable
Savcı: procureur general
Sanık: prevenu
Suç: erime, delit
Suçluluk: delinquance
Siyasî güc: pouvoir poiitique
Sürgün: exi!
Siyasî kriz: erişe politique
Senyöre bağlı: vilain
Sözleşme: contrat (konturato)
Şeriat: Legislation
Tabu: Tabou
Temsilli yönetim: regime repr^seatatif
Tiranlık: tyrannie
Tümdanış: plebiscite
Tüzük: loi, reglement Tanık: temoin
Yaşlı öldürme: gironticide
Yaşlı yönetimi: girontoeratie
Yasak: interdietion, prohibition
Yükümlülük: obligation
Yaptırıcı güc: sanetion
Yargıç: juge
Zorlu dirlik: discipline autoritaîre
Zorbalık: violence *
Zindan: prison, cachot Zulüm: cruaute
Zina: adultere
Ville - satellite.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar