Büyük mütefekkir Dr. MUHAMMED İKBAL Hayatı, Şahsiyeti ve FİKİRLERİ 3
İkbal'in yaşadığı ve eserlerini verdiği dönem Osmanlı Devletinin çeşitli
savaşlarda dağılma ve yıkılma dönemine rastlar. Bu dönemi takib eden kurtuluş
mücadelesiyle birlikte Yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve bazı sosyal
alandaki inkılaplar İkbal'in özellikle ilgi alanına girmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti meclisi ve hükümetinin faaliyetlerini, Türk
Milletinin milli mücadelesini övgüyle sözederken, yapılan bazı yanlışları
-özellikle kıyafet ve aşırı batılılaşma akımını benimsemelerini- eleştiri konusu
yapmıştır. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, İkbal'in Türk milletine
derin bir sevgisi ve saygısı vardır.
İkbal'in bu özel ilgisini her şeyden önce Mevlana'ya bağlamak gerekir.
Çünkü O'nun manevi mürşidi Mevlana, hemen her konuda her düşünce ve her aşamada
İkbal'in manevi hocası, üstad ve mürşidi durumundadır[1].
Biz Mevlana-İkbal ilişkisini araştırmamızın muhtelif yerlerinde zikretmiştik.
İkbal'in 1908 tarihinde yazdığı "Bilad-i îslamiyye" şiirinde
İstanbul'un uzun süre Osmanlı Devleti'nin merkezi olduğu ve toprağında bazı
sahabeler bulunduğu için Kabe gibi kutsal saymış ve şöyle demiştir:
"Konstanniyye (İstanbul) taprağı, yani kayserin diyarı, ümmetin
mehdi'sinin şan-ü şevketinin parlak timsali harem (Kabe) toprağı gibi bu toprak
da tertemizdir. Eyüp Ensari'nin türbesinden şu ses geliyor: Ey Müslüman,
ümmetin kalbi bu şehirde atar, bu şehir yüzyıllar süren kanlı savaşların
meyvesidir"[2].
1912'de Osmanlı Devleti ile İtalya arasında meydana gelen Trablusgarb
Savaşı’nda Türk askerleri ve yerli mücahitlerin kahramanlığı- ve şehit
düşenlerin hatırasına onlara duyduğu derin saygısını tasvir etmek amacıyla
"Hz. Peygamber'in Huzurunda" adlı manzumesinde kendisinin, cennette,
Hz. Peygamberin huzuruna çıktığını belirtmiş, Hz. Peygamber'in kendisine
ümmetinden ne gibi bir hediye getirdiğini sorması üzerine şöyle bir karşılık
verdiğini ifade etmiştir: (dedim)
"Ya Muhammed dünyada yok rahatlık
Bütün özlemlerinden umudu kestim artık,
Varlık bahçesinde binlerce gül, lale var
Ama ne renk, ne koku, hepside vefasızdır.
Yalnız bir şey getirdim, kutsanmıştır tekbirle
Bir şişe kan ki eşi yoktur cennette bile
Bu senin ümmetinin namusu vicdanıdır
Bu, Trablus şehidinin kanıdır."[3]
Trablusgarb savaşından sonra bu sefer Balkan Savaşı (1912-1913) patlak
vermişti. Edirne düşman orduları tarafından kuşatılmıştı. Çarpışmalar uzadıkça
askerin erzakı kalmaz. Edirne kalesi komutanı Şükrü Paşa askerleri için Edirne
halkından erzak toplar. Ancak Edirne kadısı gayr-i müslim halktan da erzak
toplandığını duyunca Paşa'yı uyarır. Şeriate göre Türk ve Müslüman olmayan
azınlıktan toplanan malların geri verilmesini ister ve bu istek yerine
getirilir. Bu hadise İkbal'i çok etkiler ve "Edirne Kuşatması" adıyla
bir şiir yazar. Şiirin son mısraları şöyle biter: "Asker, Yahudi ve Hristiyanların
mallarına bir daha dokunmadı. Müslüman Allah'ın emrine uymaya mecbur
kaldı"[4].
Kurtuluş Savaşı'da Türk milletinin ve komutanlarının gösierdikleri
kahramanlıkları sevinçle ve takdirle izleyen İkbal, Peyam-ı Meşrık'te "M.
Kemal Paşa'ya Sesleniş" isimli şiirinde methiyeler yazarak mazlum
milletlerin gözünü açtığını belirtir: "Bir ümmet var ki, biz onun hikmet
akıl ve idraki sayesinde takdirin gizli alemindeki sırlara vakıf olduk.
Bizim aslımız, rengi uçmuş bir kıvılcım iken onun bir bakışı ile cihanı
kaplayan ve aydınlatan güneş haline geldik.
Koş Mustafa Kemal koş. atın çatlayana dek,
Bizi tedbir mat etti, sana tedbir ne gerek"[5].
İkbal Türkiyenin geçirdiği değişikliği kurduğu rejimi ve yaptığı
inkılapları da yakından takib etmektedir. İslamda Dini Düşüncenin Yeniden
Doğuşu aldı eserinin altıncı bölümünde Türkiye'ye ve Türk inkılaplarına temas
etmiş ve yapılanlara İslami bir temel arama çabasına girmiştir.
Önce, Türkiye’de ortaya çıkan dini siyasi düşüncelerden milliyetçilik ve
dini terakkiperver adıyla iki gurup ortaya çıkmıştır. Birinci gurubun değer
verip itibar ettiği şey devlet ve vatandır. Bu gurup için din herhangi bağımsız
bir kimlik taşımıyor ve herhangi bir fonksiyonu da yoktur. Dolayısıyla din ile
devletin birbirinden ayrılması görüşünü savunurlar[6],
İkbal'e göre din-devlet işleri ruhi ve bedeni diye iki ayrı saha değildir. Türk
Milliyetçileri bu görüşü Avrupanın siyasi düşünce tarihinden ödünç almışlardır
ve bu düşünce yanlıştır[7].
Diğer bir gurup olan dini terakkiperver cemiyeti, Said Halim Paşa'n.ın
görüşlerine genişçe yer veren İkbal, Sait Halim Paşa'nın, İslamiyetin mahalli
şartlara göre îslami bir renge boyanmasından yakındığını belirtir. Said Halim
Paşa; Temelde dinamik olan hayat görüşünü kımıldamaz hale getirmiş bulunan sert
kabuğu İslamın üzerinen koparıp atmak, ahlaki sosyal ve siyasal ideallerimizi
asıl olan sadelik ve evrensellik içinde yeniden bina etmek amacıyla, hürriyet,
eşitlik ve dayanışmanın esas hakikatlerini yeniden keşfetmek gerekir. Yani
yapılacak şey, ictihad hürriyetini kullanmayı teşvik etmektir.[8]
T.B.M.M.'nin hilafeti kaldırıp halifeliği ve içtihad yetkisini meclise
devretmesi olayını yerinde ve İslamın ruhuna tamamıyla uygun olduğunu kabul
eden İkbal: "İslam dünyasında halen etkinliklerini göstermekte olan yeni
güçler karşısında bir zaruret haline de gelmiştir" demektedir[9]. İkbal belki kendi düşüncesine
göre bu fikri benimsemekle haklı olabilir ancak asırlar boyu aynı ülkü ve aynı
idealler peşinde bütün müslümanları tek vücut halinde tutmayı başaran
halifelerin bu müessesenin kaldırılmasının Türkiye Cumhuriyeti ile pazarlığa
girişen Batılı devletlerle gizli emeller uğruna feda edildiğini gözardı etmiş
olduğunu kanaatini taşımaktayız[10].
Pratikte uygulanamazlığından sözederek aslında bu şartlar altında
yapılması gereken şeyin, kendi devletini kuran bütün müslüman devletlerin kendi
aralarında cumhuriyetler topluluğu kurabilecek kudret ve yetkiye ulaşabilmek
olgunluğa erişebilmelidir. İkbal bir Türk Milliyetçisi olan Ziya Gökalp'in
fikirlerine katılarak bu kanaatlere vardığını görmekteyiz[11]
[12].
İkbal, Ziya Gökalp'in yeni Türkiye'ye fikri öncülüğünü yaptığı Türkçe
ezan, namaz ve Kur'an okunması fikrini Kur'an-ı Kerim'de belirtilen kadının
veraset ve boşanma olayının erkeğe nazaran eşit hale getirilmesi fikrini ve
Türkiye'nin bunu uygulamaya koyması olayını tasvib etmez. Bunu Gökalp'in
bilgisinin eksikliğine bağlayarak uygulamanın yanlışlığını dile getirir135.
İkbal, bir süre geçtikten sonra Türkiye'nin Batı'dan yana tavır koymasını
eleştirmeden de yapamaz. Çünkü yapılan inkilaplar getirilen yenilikler
Avrupa'nın terkettiği eskilerdir:
"Yenileşme yolunda M. Kemal dedi ki,
Eski resme cila lazımdır,
Kabe'nin hayat elbisesini yenileştirmedi
Avrupa'nın yeni Lat ve Menat'ı ona geldiler
Türklerin kanununda yeni bir ahenk yoktur
Onların yenisi Avrupa'nın eskisidir
Türk kendisinden geçmiş Avrupa'dan sarhoştur
AvrupalIların elinden zehir içti"[13]
Bir başka eserinde de:
"Onlar kendilerini Avrupa'ya uyduruyorlar
Halbuki yıldızlar onlara daha yakındır"[14].
a- Mehmet Akif ve Muhammed İkbal
Akif ve İkbal aynı tarihlerde farklı coğrafyalarda yaşamış iki müslüman
şairdir. Biri 1938'de, diğeri 1936'da vefat etmiş, aynı fikirde ayın ızdırabı
paylaşan fikir adamlarıdırlar. Akif, baytarlık okumuştur. İkbal ise felsefe ve
hukuk tahsil etmiştir. Meslekleri farklı olmasına rağmen bu iki fikir adamını
birleştiren bir yakınlık vardır.Her ikisinin ortak yanı şair olmaları ve
şiirlerini insanları uyandırmak için yazmalarıdır. Her ikisi de memleket
meseleleriyle ilgilenen, müslümanlann düşmüş oldukları çöküntü durumundan
kurtarmak için yazan, söyleyen fikir adamıdır.
Akif, yıllar süren savaşlardan sonra yorgun ve bitkin çıkmış Osmanlı
Devleti'nin, maddi varlıklarını kaybettikleri kadar manevi benliklerini de
yitirmiş bir milletin ancak gerçek İslam'a dönüşüyle kurtulabileceğine inanmaktadır[15].
İkbal'de yıllarca sömürge durumunda yaşayan, İslami ve değerlerini
kaybetmiş olmasından ötürü köleleşmiş ve şahsiyetlerini yitirmiş, kendi
anlayışlarına göre bir din ihdas etmiş bir milletin ancak gerçek İslamiyete
dönüşle kurtulabileceğine inanmaktadır[16].
Akif, tkbal'i Mısırda iken tanımıştır, eline geçen ilk eserini okuduğunda
Akif: "Çok güzel kıtalarıyla gazelleri var. Gazellerin bir ikisi bana
sarhoş gibi na'ra attırdı" demektedir. Ayrıca İkbal'e ulaştırılmak üzere
Safahat'ını gönderdiğinide kaydetmektedir[17].
İkbal'in Hindistan'da, Akif in Türkiye'de temas ettikleri içtimai
meseleler benzerlik arzetmektedir. Bu da bütün Müslüman ülkelerde aynı cemiyet
meselelerinin var olduğunu göstermektedir[18].
Bu iki mütefekkir şair ağız birliği etmişçesine hep aynı içtimai meselelerden
dem vururlar. Müslüman ülkelerin acıklı halleriyle İslam'dan uzak müslümanların
perişanlıklarını beraberce dile getirirler. İkbal, Peyam-ı Maşrık'ta, Akifte
Süleymaniye Kürsüsünde isimli eserlerinde bu ıstırabı dile getirirler[19].
Her iki şairde, müslümanlarda "manevi bir diriliş" istemektedir.
Nihayet Müslümanlarda bir kıpırdanış görmeyen her iki şairin Allah'a
serzenişleri, şikayetleri aynıdır.
îkbal'in 191 l'de yazdığı "şikva" adlı şiirinde asırlar boyu
dinini yüceltmek için çırpman müslümanların bugün düştükleri durumu
haketmediklerini dile getirerek:
"Ey Rabbim sana bağlı olanların feryadını bir kerecik duy!
Sana daima şükredenlerden bir kerecik olsun sitem dinle
Buna rağmen başkalarına gelince bolca rahmet yağdırıyorsun
Gazabının yıldırımı ise yalnız biçare müslümanlara isabet ediyor[20]. .
Mehmet Akifte bu mealde pek çok şiirinde Allah'a serzenişte ve şikayette
bulunur:
"Ya Rab bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi?
Senden daha bir emr-i sükun inmeyecek mi?
Her an ediyorsun bizi mahkur-i celalin
Kurban olayım nerde senin nerde cemalin
Sendense eğer çektiğimiz bunca devahi
Kimden kime feryad edelim söyle ilahi
La yüs'el'e binlerce sual olsa da kurban
İnsan bu muammalara dehşetle nigehban" l44.
İkbal ve Akif müslümanların düştükleri bu ıstıraplı durumun sorumluluğunu
yine müslümanlara yükleyerek gerçek kurtuluşu İslam'a dönmekle ve onu gerçek
yönüyle yaşamakla mümkün olacağını belirtirler145.
İkbal ile Akif'in daha pek çok fikirlerinde benzer yanlarını ortaya
koymak mümkündür. Gayemiz onları birbiriyle mukayese etmek değildir. Onların
benzerliklerini ortaya koymak, perişan hale düşmüş iki müslüman milletin
bağrından çıkan iki şairin nasıl aynı dertleri dile getirdiklerini
vurgulamaktır.
Akifin sefahatini okurken İkbal'in Peyam-ı Maşrık veya Darb-ı Kelim'ini
okuyormuş gibi bir hisse kapılmak mümkündür. Ama bu iki şair birbirlerini hiç
görüp tanımamışlar ve birbirleriyle fikir alışverişi yapmamışlardır.
I44Akif,
Safahat, Tevhit Yahut Feryad, s.19.
'45Aynı
eser, Süleymaniye Kürsüsünde, s.187, Krş. "Cevabi Şikva" Tere.
Ali Gencali, Pakistan Postası, c.XXIV, sayı 2, s.15.
SONUÇ
Muhammed İkbal, yirminci yüzyılın başlarında Hindistan'da yaşamış,
İsam-Batı ve Hint kültürüyle yetişmiş, ilmiyle alim, fikirleriyle arif, ve
şiirleriyle şair kişiliğe sahip yüzyılımızın yetiştirdiği büyük ilim ve fikir
adamlarındandır.
O'nun bu kadar önemli bir kişiliğe sahip olmasının ve dünyada
tanınmasının bize göre en önemli sebebi; İngiliz sömürgesi altında bulunan
Hindistan alt kıtasında yaşayan müslümanların sözcüsü durumunda olarak yaptığı
mücadele ve elde ettiği neticelere bağlamak gerekir. Çünkü İkbal yaşadığı
bölgenin insanlarını dertlerini ve sıkıntılarını dile getirmekle kalmayıp,
adeta sömürülen, ezilen ve toprakları işgal edilen tüm insanlığın uyanmasını ve
şahsiyetlerine tekrar kavuşmalarını isteyen bayraklaşmış bir önder
durumundadır.
Henüz 1909 senesinde Aligarh'taki bir konferansta Hindistan'ın
kuzey-batısında müslümanların ayrı bir devlet halinde ortaya çıkmasından
bahsederken dinleyiciler tarafından bu, îkbal'in hayali diye ciddiye
alınmamıştı. Halbuki fikir planında önderliğini yaptığı ayrı devlet fikri,
ölümünden dokuz yıl sonra Pakistan devleti olarak ortaya çıkmıştır.
Îkbal'in doğu-batı edebiyat ve kültürüne hakim olması, İslam ve batı
felsefelerini yakından bilmesi yaşadığı çağda müslümanların sosyal, kültürel ve
siyasal meselelerine bu iki kültürün ve düşüncelerin bakış açılarını
birbirleriyle sentezleyerek ortaya yeni kavramlar çıkarmış ve yeni ufuklar
açmıştır.
Îkbal'in şahsiyetinin oluşmasına etkili olan pek çok amil tespit ettik.
Bunlardan en önemlisi yaşadığı dönem içerisinde müslümanların siyasi ve sosyal
durumlarıdır, bilindiği gibi parlak bir geçmişe sahip olan müslümanlar son iki
asırdan beri gerilemiş ve yıkılmaya yüz tutmuş bir hal almıştır. Öte yandan
bununla da kalmayıp pek çok batılı devletin sömürgesi veya fiili işgallerine
maruz kalmışlardı. Bu nedenle İslami ve insani şahsiyetlerini kaybeden
müslümanların içler acısı hali îkbal'i hassas ruhlu, şair, mücadeleci ve
benliğe çok önem veren bir şahsiyet kimliği kazandırmıştı.
îkbal’in şahsiyetinin oluşmasında etkili olan diğer bir husus da
Mevlana’nın tesiridr. îkbal Mevlana'yı tanıdıktan sonra manen mürşid-mürid
ilişkisi ortaya çıkmıştır. Mevlana’nın önemli eseri olan Mesnevi'yi hiç
yanından ayırmayan İkbal, yazdığı bazı eserlerinde Mesnevi'ye telmihle söze
başlar.
Çalışmamızın ağırlık noktasını teşkil eden felsefi ve tasavvufi
kavramlardan en önemlilerini ele alarak inceledik. Ulaştığımız neticede şunu
gördük:İkbal düşüncesini üç temel kavram üzerine kurmuştur. Benlik, însan-ı
Kamil ve Aşk. Bu üç temel kavram incelendiğinde birbirleriyle çok yakından
ilişkili oldukları görülür.
Doğu-Batı felsefelerini yakından inceleyen bir filozof olarak İkbal'in
felsefe hakkındaki görüşleri dikkate değerdir. Çünkü İkbal, Yunan felsefesinin
İslam düşüncesine önemli katkılarının yanısıra Kur'an'la ilgili görüşleri
kararttığının kanaatindedir. Yani müslümanlar Kur'an'ı Yunan düşüncesiyle
değil, kendi öz kültürlerinin ışığında okumalıydılar.
Felsefe, eşyaya akıl ve idrak yoluyla dışardan bakar. Din ise Mutlak
Hakikati daha yakından bir temas içinde idrak eder. Bunun için felsefe tek
başına insanların müşkillerini halledebilecek durumda değildir. Bunun için
geçmişte olduğu gibi felsefi düşünce ile vahiy, yine ihtişamlı günlerdeki gibi
beraber ve iç içe çalışmalıdırlar.
İkbal'e göre Varlık, aslında benlik cevherinin bir görünüşüdür. Bu
nedenle varlıklar bünyelerinde taşıdıkları aşk ve cezbelerinden dolayı kendini
ortaya koyma arzusu taşırlar. Evren'in sabit ve sakin olduğu Aristo'cu tezine
karşılık İkbal, Eş'arilerin Atomculuk tezini savunur ve Allah'ın yaratıcı
faaliyetinin bir özü olarak kabul eder.
Zaman ise münferit "şimdi"ler dizisi olup gerçek dış
varlığı olmayan bir akıştır. İkbal'e göre üç çeşit zaman vardır. Maddi
cisimlerin zamanı, maddi olmayan cisimlerin zamanı ve İlâhi zaman. Maddi
olmayan cisimlerin zamanından kademeli olarak hareketle ilahi zamana ulaşılır.
Bu zaman ise; Bütün tarih, sebep-netice sırasından bağımsız olarak bir tek
bölünmez ebediyet üstü bir "şimdi"de toplanmıştır.
İkbal'e göre asıl bilgi, Mutlak Hakikat'in bilgisi olup bu bilgiye
ulaşmanın yolu da iç tecrübeye dayanmaktadır. İkbal Tasavvufi tecrübeye dayalı
bilgiyi hakiki bilgi olarak kabul eder ve inkar edenlerin aksine bunun
savunuculuğunu yapar. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in verilerine dayanarak Tarih ve
Tabiatın da bilgi kaynaklarından olduğunu ifade eder.
İkbal’in felsefi düşüncesinin en önemli konusu "Ego"
felsefesidir. "Ego" filozofların "Benlik", mutasavvıfların
"Nefs" dedikleri varlıktır. İkbal'e göre atomdan Allah'a kadar her
varlık bir "ego" sahibidir. Her ego, kendisinden .daha yüksek
seviyede bulunan bir ego haline gelmeyi hedefler. İkbal, Mutlak Hakikati bir
"ego" olarak kabul ederek "Mutlak Ego"nun yaratıcı kudreti
ego birliği olarak çalışır. Dünya madde atomu dediğimiz mekanik hareketten
insan kişiliğindeki serbest fikir hareketine kadar, bütün ayrıntılarıyla
"Büyük Benlik"in kişiliğinin belirtisidir.
İnsanda benlik tecrübesi halden hale geçen ve durup dinlenme bilmeden
değişen sürekli bir oluşum içinde akıp giden bir tecrübedir. İnsani benliğin
kendini bilme, kendini ortaya çıkarma, Hakkın huzurunda kendini yok etme gibi
özellikleri vardır. İkbal'e göre benliğin terbiyesi için itaat, nefse hakimiyet
ve Allah'a naip olmak gibi şartlar vardır.
İkbal'in düşüncesinde peygamberlik fikrinin yanısıra Hz. Peygamberin
Peygamberliği önemli bir yer tutar. İkbal bu kavrama yeni bir yaklaşım
getirerek dinamik bir mana yüklemiştir. Şöyle ki; Hz. Peygamber, insanların din
ve dünyalarını mamur eden değersiz bir şeye dahi onun sayesinde değer
kazandıran, insanları bir dava etrafında kenetlendiren müstesna bir
şahsiyettir. Allah, Alemleri sadece Hz. Peygamber'in aşkına yaratmıştır. O
halde dünya O'na ümmet olanlar için bir mirastır. Müslümanların maddi ve manevi
güçlerini ortaya koyarak bu mirasa sahip olmaları gerekir.
îkbal'in yanlış telakkileri bertaraf ederek müslümanların düşüncelerinde
yeni ufuklar açtığı bir başka günlerini kaybederek başka milletlerin siyasi ve
kültürel sömürgesi durumuna düşünce, anlayışlarında aşırı kadercilik fikri
yerleşmişti. İkbal, kader anlayışını yeni ve orjinal bir fikir olarak ortaya
koymuştur. Kader, imkanları hala belli olmayan, yani kader, bir fikir veya
hesap işi değil, hissedilen bir zamandır. Gelecek, Allah'ın yaratıcı hayatının
organik bütünlüğü içinde mevcuttur. İkbal'e göre her şeyin kaderi bir efendi
gibi dışardan emreden talihin acımasız eli değil, her şeyin iç yeteneğidir.
Yani bunun yarattığı imkanlar elde edilebilir ve iç bünyesinde saklı olup
herhangi bir dış baskı olmaksızın sıralarıyla kuvveden fiile çıkarlar.
İkbal'e göre tasavvufun ortaya çıkması ve toplumda icra ettiği fonksiyon
itibariyle çok orjinal ve o derece güzeldir. Ancak daha sonra bu fonksiyonun
yerini tembellik, miskinlik, ve geçim kaynağı olarak telakki edilmeye
başlanmıştır. İkbal, sufilerden ve tasavvuf anlayışından bu noktada şikayet
etmiş ve karşı çıkmıştır.İkbal'in düüncesinde Aşk anlayışı ayrı bir yer tutar.
Aşk, benliği kuvvetlendiren en önemli unsurlardandır. İkbal, aşkı, hayatın usul
ve kanunu olarak kabul eder. Bugün yaşayan müslümanların kalplerinde aşk ve
cezbe kaybolduğundan hem Allah'ı unutmuşlar, hem de başka milletlerin kölesi
durumuna düşerek benliklerini kaybetmişlerdir. Halbuki hayatta aşkın
yapamayacağı ve aşamayacağı hiç bir şey yoktur. İkbal'e göre akıl, aşkın
emrinde olmalıdır. Çünkü akıl, Hakkı tanırken aşka ihtiyaç duyar. Tek başına
Hakkı bulamaz. İlim, aşkla kucaklaşırsa mutlu bir alemin hazırlayıcısı olur.
Aksi düşünülecek olursa aşksız ilim kanlı savaşlara sebep olmaktadır. Bunun
örnekleri dünyamızın her yerinde yaşanmaktadır.
İkbal'in düşüncesinde İnsan-ı Kamil, kıymeti ve imkanları bakımından o
kadar büyüktür ki, o bu aleme sığmaz. Çünkü Allah'ın Zat, Sıfat, isim ve
fiilleriyle en mükemmel biçimde tecelli ettiği insandır. İkbal'in ideali
insanın yeteneklerini çok sıkı bir eğitimden geçirerek örnek yada ideal insanı
yaratmaktır. Çünkü çağımızda insanlar en çok örnek alabilecekleri müstesna
insanlara muhtaçtırlar. İkbal'in İnsan-ı Kamil düşüncesi Mevlana'nın Merd-i Hakk'ında
ifadesini bulan, gönlü aşkla dolu yaşayışı Hz. Peygamberin hayatıyla paralellik
arzeden bir yapıya sahiptir. Nietzsche'nin Allah'ı hesaba katmayan, inançlardan
kurtulunca hür olacağını hedefleyen "üstün insan" anlayışının tam
aksine; İkbal'de "Merd-i Mümin" dediği inançlara sıkı sıkıya bağlı
böylece hürriyetine kavuştuğu inanmış mü'min anlayışıdır. Bu inanmış mü'min
kainatta olan hadiselere katılır ve yönlendirir.
İkbal'e göre insanla Allah arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Bu
durum söz ile değil, hal ile vuku bulmaktadır. Bu ilişki ibadet ve dua ile
gerçekleştirilir. İkbal'e göre dua ve ibadet ister kişisel ister toplumsal
olsun kainatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap
bulmak için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzusunun ifadesidir.
İkbal'in siyasi düşünceleri yaşadığı çağın siyasi ve sosyal hadiselerine
göre şekillenir. Avrupa da doğan ırkçılık üzerine dayalı bir milliyetçilik
anlayışıyla, devletlerin ortaya çıkmasıyla savaşların ve kanlı olayların meydana
geldiğini belirtir. Ancak ikbal, milliyetçiliği bir realite olarak kabul eder
ve Hindistan'nın kuzey batısında müslümanların yaşadığı bölgelerde ayrı bir
devletin kurulmasını ister.
Devlet idaresinin dine dayalı olmasını isteyen İkbal, Demokrasinin İslami
bir yönetimin ideal bir şekli olduğunu kabul etmesine rağmen pek çok
eksikliklerden de söz eder. İkbal'e göre yöneticiler, seçkin ve kendisinin
merdi mü'min diye tarif ettiği şahsiyetli ve benliği teşekkül etmiş insanlardan
oluşmalıdır.
Günümüzde hilafetin siyasi fonksiyonunu kaybettiğini belirten İkbal,
bundan sonra her müslüman devlet kendi bünyesine çekilerek kendi devletinin
siyasi ve iktisadi yapısını geliştirmeye çalışmalıdır. Ancak sıkı bir işbirliği
kurulacak bir siyasi teşkilatla bu devletler bir birlik oluşturmalıdırlar. B
öylece bu devletler dini ve milli bir tevhidi gerçekleştirmiş olurlar.
Hindistan'da gelişen modemist akımın temsilcisi olarak İkbal kendinden
önceki aynı akımın önderlerinden istifade etmesine rağmen kendisinden sonra
fikirleri takip edilememiştir. Bunu pek çok sebeb.e dayandırabiliriz fakat en
önemlisi onun ilmi ve fikri kültürünü derinliğinin anlaşılamamış, bu sonucu
doğurmuştur.
Özet olarak İkbal, çağımızın yetiştirdiği en önemli ilim ve fikir
adamlarından olup, Dünyada bir yandan müslümanların uyanışa ve sıkı bir
işbirliğine gitmeye yöneldikleri gönümüzde, diğer yandan dünyanın bazı
yerlerinde vatanlarından edilen müslümanların Haçlı zihniyetinin tekrar hakim
kılınmaya çalışıldığı bir devirde şiddetle İkbal gibilere ihtiyaç olduğu
görülmektedir.
İKBAL İN ŞİİRLERİNDEN
SEÇMELER
Bu fâni ve karanlık dünyanın menzili nerededir? Ne varsa hepsi akan kum
gibi uçup gidiyor.
Tenim, Keşmir cennetinin bahçesinden bir güldür.
Gönlüm Hicaz’ın Kâbesinden, nağmalerim de Şiraz dandır.
Peyam-ı Maşrık'tan
'
X 'X : X ..,••• ••• . . . .
1.
Kanlı yaşımdan Arap diyarı
baştan başa lâle bahçesi olsun. Kokusu uçmuş Acem'e nefesim bahar gibi taravet
versin.
2.
Yaşamak, didinmek ve
kıvranmaktır. Ebediyet ıstırap çekmektir. Toprağımın her zerresi çırpman bir
gönül olsun.
3.
Ne bir yolda durup
dinlenir; ne bir menzilde yerleşir. Benim gönlüm, benim yolcumdur; Allah ona
yardımcı olsun!
4.
Akıldan sakın; o hep
yoksulluklar besteler. Bizim gönlümüzü teli kırık bir sazla alıp götürür.
5.
Sen daha ham, iyi yanmamış
bir gençsin; benim şiirim ise baştan aşağı yanıştır. Bu söylediğin gazel sana
şifa versin!
6.
Benim canıma mahrem olursan
artık hiçbir emelin kalmaz. Meğer ki senin çiğ danen uçsuz bucaksız bir umman
olsun.
7.
Hayatın buhran ve
ıstırabını bir kere idrak ettin mi artık canına bir an huzur nasip olmaz.
Peyam-ı Maşrık'tan.
Bu karanlık gecede bana sabahı müjdelediler.
Mumu söndürdüler, güneşi gösterdiler.
Peyam-ı Maşnk'tan
Hastalanırsan derdinden kendine derman yap.
Dikene alış ki, baştan başa çemen olasın!
Peyam-ı Maşnk'tan
Gençler uykuya dalmış; ihtiyarların gönlü ölmüş.
Seher vakti kimsenin gönlünden ah yükselmiyor,
* * *
HAYDAMA
Hicaz Devecisinin Türküsü
1
Sahralar aşan devem, benim güzel ceylânım! Sen benim gümüşümsün, sen
benim altınımsm. Varım, yoğum hep senin. Benim uyanık bahtım.
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
2
Güzelsin, cana yakın; sevgilimsin, dilbersin; hûrilerden güzelsin.
Leylâ seni kıskanır. Sen çöllerin kızısın.
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
3
Yakan güneş altında serap içine dalar, sanki yüzer, gidersin. Mehtaplı
gecelerde şahap yıldızı gibi çakıp geçersin. Gözlerin uyku bilmez.
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
4
Almış başını gider bir bulut parçasısın, yelkensiz bir gemisin,
geçeceğin yolları Hızır gibi bilirsin. En ağır şey sırtında bir tüy gibi
hafiftir. Ey ciğer pârem, deve.
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
5
Dizginden hoşlanmazsm; kendi haline bırak, rahat rahat yürürsün. Aç ve
susuz yürürsün, gece gündüz yürürsün. Bir yerde durmak seni hayli rahatsız
eder.
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
6
Yemen’de akşamlarsın. Karen'de sabahlarsın, vatanın sert kumları
ayağının altında bir yasemen gibidir. Ey Hutenİn ceylanı!
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
7
Bak ay artık yoruldu; dağ ardına çekildi. Doğu taraflarından sabahın ilk
ışığı yavaş yavaş belirdi. Gecenin elbisesi yer yer sanki yırtıldı. Çölden bir
rüzgar esti.
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
8
Nağmelerim güzeldir, duyan gönül açılır. Mızrabımdan uçuşan nağme cana
can katar. Kervanların çanıdır. Gönülleri çoşturur. Kâbe yolcusu devem!...
Haydi biraz hızlıca;
Menzil uzak değildir.
Peyam-ı Maşnk'tan
Patron işçi kanından lâ'l yapar kendine
Köy ağaları köylüyü her an harap etmekte.
İnkilâp lâzım bize
Bize inkılâp lâzım
Şehrin şeyhi, elinde teşbih, evrad çekerek
Yüzlerce müslümanı tuzağa düşürüyor,
Saf cahil kâfir ise sapık bir brehmenin zünnarına bağlanmış.
Înkîlap lâzım bize
Bize inkilâp lâzım.
Beye bak, Sultana bak, hepsi hepsi kumarbaz.
Ellerindeki zarlar tamamen hilelidir.
Mahkûmların canını tenlerinden söktüler.
Onlar hâlâ uykuda.
İnkilâp lâzım bize
Bize inkilâp lâzım.
Va'iz mescidde halkı irşad ile meşguldür.
Oğluda medresede dersini okumakta.
Va'iz bir ihtiyardır; fakat kafası çocuk...
Oğlu bir gençtir; lâkin daha gençken bunamış
İnkilâp lâzım bize
Bize inkilâp lâzım.
Feryad ey müslümanlar, ilm-i feri fitnesinden
Cihanda Ehremenler çok ucuz., fakat yezdan..
Arada bul bakalım.
İnkilâp lâzım bize
Bize inkalâp lâzım.
Şu yüzsüz batıla bak!.. Hak yerine oturmuş
Yarasa kör gözü ile güneşe baskın yapar.
İnkilâp lâzım bize
Bize inkilâp lâzım.
Kilisede İsayı daraağacma astılar.
Muhammed Fâtihayı alıp Kâbeden göçtü.
İnkilâp lâzım bize
Bize inkilâp lâzım.
Bu asrın şişesinde ne zehirler gördüm ben
Öyle zehir ki bunlar, zehirli yılanları
Aman vermez öldürür.
İnkilâp lâzım bize
Bize inkilâp lâzım
Zaiflere verirler bazan kaplan kudreti
Kabarcık fanusundan alev fışkırmalıdır.
İnkilâp lâzım bize
Bize inkilâp lâzım.
Zebur-ı Acem'den.
Kör olmuştur bu cihan; Gönül denen aynadan Gafil ömür sürmede. Halbuki
gören bir göz Evvelâ O'nu görür. Cihan ne kadar kördür. Gece; siyah, karanlık.
Yollar karmakarışık. Yolcu, zavallı yolcu Ne yol bilir, ne de iz. Kervanın
kılavuzu Çırpınır durur aciz.
Ham sevda rakip sarhoş; Aşık ise kör kandil. Haber getiren...sorma O da
fitil mi fitil... Güzellerden bahs eden İşte bu zavallılar...
Gönlüm bir mü'min, iman Zevkini bilmiş tatmış. Yine gönlüm bir kâfir
Şüphe batağına batmış. Müslümanlar, bi çare; İşim düştü gönüle. Bir gün
bakarsın tufan
Olur gemime kaptan. Bazan bir ufak dalga Atar benim gemimi Sahilde
kayalara.
Dalgaların gözü var; îşleri bilip yapar. Kim verdi gözü ona? İnci deniz
dibinde Çörçöp çıkmış sahile
Kimse farkında değil; Yanıyor bu ciğerim. Ben bu korkunç azabı Senelerdir
çekerim. Elimdeki iksiri Savurdum ben sahraya. Ne yazık oldu heba!
Gönlünde yepyeni bir Cihanın varsa eğer Haydi çıkar ortaya. Frenk
âleminin var İçinde gizli yara.
Adım adım o âlem Yaklaşıyor mezara
Zebur-ı Acem'den
Derin uykuya dalan gonca, uyan, uyan kalk:
Nergis gibi gözünü açıp etrafına bak:
Safâ sarayımızı keder, talan etti bak:
Kuşlar ötüyor, uyan! Ezanlar okunmada.,.
Bu ateşli feryatlar:
Her tarafı kavurdu;
Her tarafta bir figan...
Uyan derin uykudan, Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Seher vaktidir, güneş ufukta yükseldi bak!
Şehrin kulağına kanlı bir küpe taktı.
Sahralardan, dağlardan, kafileler, kervanlar
Yola koyuldu uyan!..
Ey dünyayı gören göz, anlayan göz! Uyan da Gör ne
haldedir cihan!
Uyan derin uykudan:
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Bak bütün Şark ne halde;
Külü göğe savrulmuş...
Boğulmuş bir inilti; susuyor; eser yok Bu kaybolmuş bir
feryad.
Bu toprakta her zerre bir muztarip nazardır.
Hindistan'dan isyan et, Semerkand'dan, Iraktan
Hemedan'dan tuğyan et;
Bir hayat göster, canlan! Uyan derin uykudan! Derin uykudan
uyan!
. Derin
uykudan uyan!
Sen ne biçim ummansın? ovalar gibi sakin! Böyle deniz
olur mu? artmıyor, eksilmiyor. Kabaran dalgalar yok, timsahlar kaynaşmıyor,
Böyle deniz olur mu? bu denizin yarılmış Göğsünden başı göğe eren bir dalga ol
da
Ufuklara kanatlan
Uyan derin uykudan; Derin uykudan uyan! Derin uykudan
uyan!
Bu nokta açmaktadır bütün gizi sırları: Bu toprak beden
bir mülk, ruh-u revanı dindir. Tenle can birleşirse, ten diri, can diridir
Kalkanı, seccadeni, kılıcını mızrağını
Ele alıp isyan et Uyan derin uykudan; Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Ezeli kanunu Hak sana, emanet etmiş Allahın varsa eğer,
sağı sen, solu sensin! O'nun serveti sensin, O'nun kudreti sensin! Topraktan
yaratılan bir kulsun sen! Ey insan Lâkin zemin de sensin, evet zaman da sensin
Hakka ermek sırrının şarabını iç ve kan!
Şüphe uçurumundan fırla; kendini kurtar!..
Ne duruyorsun davran! Uyan derin uykudan; Derin uykudan
uyan! Derin uykudan uyan!
Feryad bu frenkten, onun gönül avlayan
Düzenlerinden feryad!
Feryad o şirinlikten, feryad o Husrevlıkten
Bütün cihan virane, onun zalimliğinden
Ey Kâ'be mi'marı, kalk
Bu dünyayı bir daha ma'mure haline koy.
Uyan derin uykudan;
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
Zebur-ı Acem'den
Cavid'e hitap
1-
Bu asır dini yağma ve perişan
eden bir asırdar ve mahiyeti kafiranedir.
2-
Allah adamlarının eşiği
padişapların sarayında daha güzeldir.
3-
Bu asır sihirbazlık
asrıdır.
4-
Hayat pınarı kurudu. Artık
gece şarabı nerede?
5-
Mekteplerde bakışları kamçı
gibi müessir olan hocalar yok.
6-
Fakat sen zevki, hayatı
ârifâne olan bir evin meş'alesisin.
7-
Eğer cevherinde levhid nuru
varsa garbin ilminin sana bir zararı olmaz.
8-
Gül dalında terennüm et,
şakı, amma dönüp geleceğin yer kendi benliğin olmalıdır.
9-
İnsan her katresi ayrı bir
sonsuz derya olan bir denizdir.
10-
Çiftçi eğer tenbel ve
rahatına düşkün olmazsa, bire yüzbin mahsul alır.
11-
Gafil oturma, oyun zamanı
değil hüner kazanmak,
çalışmak zamanıdır. (Nizami)
12-
Eğer sinemizde hararetli
bir gönül yoksa hayatımız
olgunlaşmaz ham kalır,
13-
Eğer av çevik ve genç olursa
avcının köhne tuzağı bir şeye yaramaz.
14-
Abı Hayat bu dünyada
mevcuddur. Onu ele geçirmek için susamış olmak lazımdır.
15-
İnsan için hakiki tarikat
onun ululuğu (izzet) dur. Fakrini ikmal için çalışmaktır.
16-
Canım evlâdım, şahin için
sülüne köle olmayı kabul imkansızdır.
17-
Dünyada söz meta'ı (şiir)
bulunmayan bir şey değildir. Yüzlerce En veri ve Cami vardır.
18-
Dünyada benim sermayem
nedir? feryad ve figan.
19-
Beni Cihanın hürmetine
mazhar eden sözlerimin doğru ve samimi olmasıdır.
20-
Yüksek bir nam ve şöhret
miras sureti ile intikal etmez. Bu bir Allah vergisidir.
21-
Hz. Nizami oğluna ne güzel
söylemiştir:
22-
Büyük olman icap ettiği
yerde benim oğlum olman sana hiçbir fayda temin etmez.
23-
Bu gece ve gündüz imanlı
bir insanın omuzlarına ne kadar ağır basar. Zira onun hepsinin devlet ve dini
kumarbazlıktır.
24-
Amel ve işten sarhoş olmuş
kul görünürde yok, laf kavafı çok ve baki.
25-
Eğer dünya lezzetlerinin
fevkine çıkacak derecede himmet sahibi isen aslı Hicazlı (islami) olan fakri
elde etmeğe çalış.
26-
Ancak bu fakrdir ki Hakkın
"her şeyden müstağni"
vasfının insanda tecellisidir.
27-
Onun şahinlik makamı keklik
ve kumru için ölüm
haberidir.
28-
Ancak bu fakr sayesinde
akim gözü Ebu-Sina ve Razi'nin sürmesine muhtaç olmadan aydınlanır.
29-
Eğer yaradılışı Ayazlık
(küçüklük ve düşüncesizlik) etmezse o fakr bize Mahmudun (Gaznevi) şevketini
verir.
30-
Bu fakr senin dünyanın
İsrafilidir. Fakat surunu çalmak istemez (yani seni diriltir ama, sur çalarak
filân değil)
31-
Bütün gayretler, perde
arkasında onun âlemi gayesi uğurunda harekete getiren bakışı sayesinde başarı
ile neticelenenir.
32-
Bu gayretli; becerikli
fakri ele geçiren, kılıç kullanmadan gazi olur.
33-
Mü'min ancak fakr sayesinde
emir olmuştur. Bu fakri sana ihsan etmesini Cenabı Haktan niyaz et.
İlim ve aşk
1-
İlim bana: "aşk
deliliktir" dedi.
Aşk ise: "ilim ancak bir zan ve tahminden başka
bir şey değildir" dedi.
2-
Siz zan ve tahminin
cazibesine kapılmamalı, kitap kurdu olmamalısınız. Aşk baştan başa huzur, ilim
baştan başa perdedir.
3-
Kâinatın savaş meydanı
aşkın harareti ile vücuda gelmiştir.
4-
Aşk sükûn ve sebat olduğu
halde âlemin hayat ve ölümü ile ikizdir. İlim apaçık bir sualdir. Aşk ise gizli
bir cevaba benzer.
5-
Fakrın ve dinin saltanatı
aşkın mucizelerinden meydana gelir. Tac ve mühür (hakimiyet alameti) sahipleri
aşkın hakir köleleridirler.
6-
Aşk hem mekandır, hem de o
mekanda oturandır. Hem zamandır, hem de zemindir. Aşk baştan ayağa iman ve
yakindir. İman ve yakin ise her başarının anahtarıdır.
7-
Aşk şeriatinde bir yerde
konaklamak haramdır. Huzursuzluk, perişanlık, tufan, deniz aşk için helâl,
fakat bir sahilde oturup dinlenmek haramdır.
8-
Aşk yalnız, çarpma,
yıldırım ve şimşeği kabul eder, harman sahibi olmayı istemek ona haramdır.
9-
Aşk yalnız meşakkat ve
mahrumiyetler içinde yaşar ve hiçbir maddi hedef gözetmez. İlim kitabın oğlu,
aşk anasıdır (ümmü-1 -kitab)
Lâ İlâhe illallah
1-
Lâ İlâhe illallah, beşer
"benliğinin" sırrıdır. Benlik bir kılıca, Lâ İlâhe illallah da bileği
taşma benzer.
2-
Bu asır zamanının
İbrahim'ini aramaktadır. Cihan baştan başa bir puthanedir. Fakat Allah'tan
başka bir Hûda yoktur.
3-
Seni kâr've ziyan aldattı.
Gurur ve tekebbüre düştün. Bilmelisin ki Allah'tan başka Hûda yoktur.
4-
Mal, zengenlik, maddeye
bağlanak; bunlar bizim vehim ve zanlarımızm yarattığı putlardır. Lâkin
Allah'tan başka Hûda yoktur.
5-
Akıl ve idrak zaman ve
mekan tasavvurlarına saplanmıştır. Fakat ne zaman ne de mekanın asli bir
varlığı vardır. Allah'tan başka Hûda yoktur.
6-
Bu "Allah'tan başka
Hûda yoktur" nağmesi gül ve lâle mevsimine münhasır değildir. Bahar olsun
hazan olsun Lâ İlâhe illallah nağmesi daima yükselecektir.
7-
Her ne kadar cemiyetimiz,
yenleri içinde putları şaklarlarsa da bana Lâ İlâhe illallah, ezanını yüksek
sesle haykırmak emri vermiştir.
Darb-ı Kelim'den
(1930'larda Türk Kızılay Heyetinin Lahor'a gelişi dolayısıyla kaleme
alınan şiir)
Türk mücahidi namazdan sonra bana.
"İmamlarımızın secdesi neden bu kadar uzun olur?" diye sordu
O saf mücahid, o hür mü'min:
Kölenin namazanın ne olduğunu bilmiyordu.
Özgür insanların dünyada (yapabileceği) binbir işi vardır;
Ulusların düzeni onların çalışma zevkine dayalıdır.
Kölelerin vücudu çalışma zevkinden mahrumdur
Kölelerin gece ve gündüzleri boşa geçer
(Hintli İmamların) secdeleri uzunsa bunda şaşılacak ne var?
Zavallıların yapacağı başka bir işi var mı ki?
, Allah Hintli İmamlara.
Millete yeni bir hayat müjdesi veren bir secde nasip etsin!
Armağan-i Hicaz'dan
Burada hastalığın nedeni Kölelik ve Taklitçiliktir.
Orada ise hastalığın nedeni demokratik düzendir.
Ne Doğu ne de Batı Bundan Müstesna değildir
Tüm dünya dertten kıvranıyor
Armağan-i Hicaz'dan
Ya Râb, müslümanlara öyle zinde bir arzu verki
Yüreği yansın ve ruhu çırpınsın
Faran (Hicaz) vadisinin her zerresini yeniden ışıldat
Yine seyir şevki ver yine ısrar zevki ver
Manzaradan mahrum olana yine görebilen göz ver
Gördüklerimi başkalarına da göster
Yolunu kaybetmiş ceylanı gene Harem'e doğru götür
Bu şehirliğe çöl genişliği ver
Yalnız olan kalbine gene mahşeri gürültü ver
Boş olan bu taht-ı revana yine Leyla gibi bir güzel ver
Bu çağın karanlığında her ızdırapiı kalbe
Ay'ı bile mahcup eden bir sevda ver
Hedeflerini yükseklik bakımından Süreyya'ya eşit kıl
Ona sahilin vekarını ve ırmağın özgürlüğünü ver
Sevgisi karşılıksız olsun
Doğruluğu atik olsun
Sinelerini aydınlat
Kalblerini kadeh gibi yap
Güçlük belirtilerine duyma hissi ver
Bugünkü gürültüler arasında geleceğin endişesini ver
Ben talan olmuş gül bahçesinin bülbülüyüm
Etki yapmayı arzuluyorum, muhtaç olana Rezzak versin
Armağan-i Hicaz'dan
Delhi toprağı
dertli insanlar için söcde yeridir
Her
zerresinde seleflerin kanı vardır.
Bu viraneye
dönmüş gül bahçesinin toprağı neden temiz olmasın
Bu toprak
islamiyetin büyüklüğünün mezarıdır (simgesidir)
Bu toprakta
Hayır-ül Ümem (Hz. Peygambir)'in hükümdarları
' yatıyör
O hükümdarlar
ki dünya düzeni onların hakimiyetiyle kaimdi '
Sıcak sohbetin
anısı hala yüreği hoplatıyor
Mahsul
yanmıştır ama anısı hala yaşıyor
Gerçi
Cihanabad (Eski Delhi)’da müslümanların uğrak yeridir
Ancak bu
şerefi Bağdat da hakkeder
Bu öyle bir
bahçedir ki
Çöl lalesi
denilen Hicaz uygarlığı onun için iftihar vesilesidir
Buranın
toprağı İrem (Cennet)'e neden rakip olmasın
O toprak ki
üzerinde Peygamber'in haleflerinin ayak izleri vardır
Her goncası
bir bahçeyi andıran gül bahçesi işte budur
Roma'yı
titretenlerin gömüldüğü yer burasıdır
Kurtuba
toprağı da müslümanın gözünün nurudur
O Kurtuba ki
Batı'nın karanlığında Tur meş'alesi gibi ışık saçardı
Sönünce
müslüman milletin evini viraneye çevirdi
(Buna
karşılık) Bugünkü uygarlığın fenerini yaktı
Bu
medeniyetin mezarı işte bu temiz topraktır
Öyle ki
Avrupa'nın gül bahçesinin kökü bu topraktan su alır
Kostantiniye
(İstanbul) toprağı, yani Kevser'in diyarı
Ümmetin
Mehdi'sinin setvetinin parlak timsali
Harem (Kâbe)
toprağı gibi bu toprak da tertemizdir
Leylak sahibi
(Hz. Peygamber'in lakabı)'nın haleflerinin makamadır
Buranın havası
gül kokusu gibi temizdir
(Ebu) Eyüp
Ensari'nin türbesinden şu ses geliyor:
Ey müslüman.
ümmetin kalbi bu şehirde atar
Bu şehir
yüzyılların kanlı savaşlar sonucu elde edilmiştir
Ama ey (Hz.)
Mustafa (s.â.v)'nın gömüldüğü belde, sen öyle
bir topraksın
ki
Seni görmek
bile Hacca Ekber'den daha büyük bir şereftir
Bu fani
dünyada sen elmas gibisin sen
(Büyük
Pcygamber’in) doğuşunun şerefine nail olmuşsundur
O azametli
şeyhinşah ki dünya onun eteğinde (sayesinde)
huzura
kavuştu
Senin
topraklarında rahatı bulmuştur
Onun
taraftarları olan kimseleri dünya hükümdarı, ve
Kayser'e
halef. Cem (Pers İmpratoru)'in tahtına da varis oldular
Ah Yesrip
(Medine), müsiümanların anayurdu ve mercii sensin
Tesir
ışınlarının mihrak noktası sensin
Dünyada sen
var olduğun sürece biz de varız
Bu bahçenin
şafağı sen isen, orada çiy incileri de vardır. .
Armağın-ı Hicaz'dan
Avrupa'da hak
ile batıl arasında savaş başlayınca
Hak, kılıcına
sarılmaya mecbur oldu
Haç tozu
hilal çevresinde "hâle" kurdu**'
Şükrü (Paşa)
Edirne kalesinde mahsur kaldı
Müslüman
askerlerin zahiresi tükendi
Umut çehresi
gözden uzaklaştı (ümetleri kalmadı)
Nihayet Türk
ordusu kumandanın emriyle
Şehirde örfi
idare kuruldu
Herşey
ordunun anbarlarına taşındı
Şahin, zayıf
kuşun yemine muhtaç oldu
Lâkin şehir
fakihi (müftüsü) bunu öğrenir öğrenmez
Hiddetinden
Tur gibi parladı
"Zımmi'nin
malı müslamana haramdır"***'
Bu fetva tüm
şehirde yayıldı
Asker, yahudi
ve Hıristiyanların mallarına (bir daha) dokunmadı
Müslüman
Allah'ın emrine uymaya mecbur kaldı
Armağan-i
Hicaz'dan
**> Hâle :
Ağıl
***' Zımmi:
Müslümanların himayesinde yaşayan gayrimüslimler.
Çin bizim,
Arabistan bizim, Hindistan bizimdir
Biz
müslümanız, tüm dünya anayurdumuzdur
Sinemizde
Tevhid'in emaneti vardır
Adımızın
sanımızın silinmesi kolay değildir
Dünya
tapınaklarında Allah'ın o ilk evi (Kâbe)
Biz onun
koruyucusu, o da bizim koruycumuzdur
Biz
kılıçların gölgesinde yetişmişizdir
Hilal'in
hançeri ulusal armağanımızdır
Batı'nın
vadileri ezanımızla çınladı
Kimse
selimizi durduramazdı (sel gibi akıyorduk)
Batıldan
korkmayız biz, ey felek
Yüzlerce defa
imtihanımızı yapmışsmdır
Ey Endülüs
(İspanya)ün gül bahçesi
Dallarında
yuvalarımızın bulunduğu günleri hatırlar mısınız?
Ey Dicle
dalgasi sen de bizi tanırsın
Senin nehrin
hala öykümüzü anlatır
Ey mukaddes
toprak! senin onurunu korumak için kendimizi
feda ettik
Damarlarında
hala kanımız var
Kervanımızın
lideri Hicaz Emiri (Hz. Peygamber) dif
Rahatımız
için o tek is’me borçluyuz.
İkbal'in
nağmesi uykudan uyandıran bir sesleniştir
Kervanımız yine
yola çıkıyor
Armağan-ı
Hicaz'dan
Bu zaman hengamesi bana ağır geldi.
Pilimi pırtımı toplayarak bu dünyadan göçtüm
Hayatımı akşam ve seher sınırlarının içinde geçirdim.
Ama dünyanın eski düzenini öğrenemedim
Melekler beni Hz. Peygamber'in huzuruna götürdüler
Rahmet ayetinin sahibinin önüne çıkardılar
Hz. Peygamber buyurdu, "Ey Hicaz bahçesinin bülbülü
Senin Her goncan, senin terennümünün ateşiyle ısındı
Senin gönlün her zaman aşk şarabıyla çoşkundur
Senin çoşkunluğun (Allah'a) secde ve niyazda bulunmaktır
Sen dünyanın alçaklığından göklere doğru uçtuğun zaman
Melekler sana yüksekliğin sırrını öğrettiler
Cihan bahçesinden çıkıp bana bir koku gibi yaklaştın
Söyle bana ne gibi bir hediye getirdin" (dedi)
(Dedim) " Ya Muhammed, dünyada yok rahatlık Bütün
özlemlerimden umudu kestim artık
Varlık bahçesinde binlerce gül, lale var
Ama ne renk, ne koku... Hepsi de vefasızdır
Yalnız bir şey getirdim, kutlanmıştır tekbirle
Bir şişe kan ki eşi yoktur cennette bile
Bu senin ümmetinin namusu, vicdanıdır
Bu, Trablus şehidinin kanıdır"
Armağan-ı Hicaz'dan
Akıl bir gün gönüle söyledi
Yolunu şaşıranın kılavuzuyum ben
Yerde olmama rağmen göklere giderim
Bak ne kadar yükseklere tırmanırım ben
Dünyada benim görevim kılavuzluktur
Hızır gibi hızlı ve hareketliyim ben
Hayat bir kitapsa yorumcusuyum ben
Cenab-ı Hakk'ın şanının bir cilvesiyim ben
Sen nesin ki, yalnız bir kan damlasısm.
Halbuki paha biçilmeyen bir elmasım ben
Bunları duyunca kalb dedi ki:
Benim ne olduğumu görmüyor musun sen?
Doğru, sen hayatın sırrını bilirsin
Ama onu gözümle görürüm ben
Sen yalnız dışıyla ilgilenirsen
Ben ise içine dalarım
İlim senden ise irfan bendendir
Sen Allah'ı ararsın, ben ise Allah'ın örneğiyim
İlmin sonu huzursuzluktur
Bu hastalığın ilacıyım ben
Gerçekler dünyasının mumusun sen
Güzellik diyarının ışığıyım ben
Zaman ve mekan bağıyla bağlısın sen
Göklere uçan özgür bir kuşum ben
Baksana benim yüsek mevkiime
Rabb-ı Çelil (Allah)in sırdaşıyım ben
Armağın-ı Hicaz'dan
Salonun avrupa tarzıdır senin halıların İran malıdır.
Gençlerin tembelliği ile eğlenceye düşkünlüğü bana
kan ağlatmaktadır.
Beylik bir yana sultanlığa da konsan ne çıkar?
Çünkü sende ne Haydar'ın kuvveti ne de Selman-ı
Farisi'nin gözüpekliği vardır!
Bunları yirminci asrın medeniyetinde aramak boşuna;
Ben onları yalnızca islaının miracı olan gözü
peklikte bulmuşumdur.
Şahin şuhluluk gençlerde teşekkül edince,
Kendi mevki ve değerlerinin göklerde olduğunu göreceklerdir.
Ümitsiz olan, ümitsizlik ilmin ve irfanın yokoluşudur, Ümıd Allah yolunda
olanlar için bir cevherdir.
Ey İslam genci! yuvan kraliyet saraylarının
kubbeleri üzerinde değildir.
Kartalsın sen, daha yükseklerde, dağların
zirvesinde yaşamaiısındır!
Babı Cibril'den
Ruhbanlık idi
Hıristiyanlığın temeli.
Peki o fakirlik
ruhunda bugünkü maddecelik de ne kı?
Halbuki maddi
azamet krallıkla ruhbanlık iki düşmandı.
Sultanlık
azamet ve gururu ruhbanlık zillet ve meskeneti
temsil
ederdi.
Papanın
itiraz ve protestosuna hiç mi kulak asmadan, Neticede barış olsun diye ayırdılar
siyasetten dini.
Nefsaniyyetin
tahakkümü ile pis arzuların zorbalığından başka.
Din devletten
ayrılınca ne oldu sanki?.. .
Bu ikilik
hüsrana uğratacaktır vatanı ve dini!
Bu ikilik şaşırtacaktır basireti ve medeniyyeti! .
Şu müthiş,
sözüne bak o çölde yaşamış olan güneşin, Maneviyat bir aynadır hükümdarlığa yol
gösterici.
Cüncyd'lik
Erdeşir'lik bir olmalıdır,-
Böyle
sağlanır ancak bu insanlığın selameti.
Baki
Cibril'den
Ali Murtazanın isimlerinin sırları.
•
İlk müslüman, erlerin şahı
(şeh-i merdan) Ali, aşkın iman sermayesi Ali.
•
Onun hanedanına karşı
duyduğum muhabbetle yaşıyorum Bu sevgi iledir ki cihanda inci gibi parıl parıl
parlıyorum.
•
Bir nerkisim ki onun
temaşası ilem kendimden geçip gitmişim. Onun hıyabanında koku gibi avare
dolaşıyorum.
•
Benim toprağımdan zemzem
fışkırırsa ondandır. Eğer benim asmamdan şarap dökülürse ondandır.
•
Ben bir toprağım; fakat
onun sevgisi (güneşi) ile ayna haline gelmişim. O kadar şeffafım ki göğsümün
içindeki sesi, terennümü görmek kaabildir.
•
Peygamber, onun yüzünden
uğur buldu, ,Hak milleti, onun azameti ile nur ve revnak kazandı.
•
Onun emri, din-.i mübin
kudretini haizdir. Kainat onun hanedanından usul ve ayin aldı.
•
Hak elçisi ona Bû Türab adını
verdi. Allah Kuranda ona Yedullah (hakkın eli) ünvanını verdi. ,
•
Ali'ye verilen isimlerin
sırrını ancak hayatın içindeki hakikatlerde eren insan anlayabilir.
•
Ten adi verilen bu karanlık
toprak, ki akil önün zulmünden feryad edip duruyor.
•
O karanlık toprak ki
feleklere yükselmeğe namzed olan tefekkürü,.yerlerde sürünmeğe mecbur ediyor;
gözleri kör, kulakları sağır ediyor.
•
O karanlık toprak ki elinde
heves adında iki yüzlü bir kılıç. Hak yoluna gidenlerin yollarını kesip onları
hezimete uğratıyor;
•
İşte o Allahın Arslanı bu
toprağı fethetti. Bu karanlık çamuru iksir haline getirdi.
•
Murteza ki hak, onun kılıcı
sayesinde parıl parıl parlar: ten iklimini fethettiği için Bû Türab adını
almıştır.
•
Hiç bir şeyden yılmayıp
döne döne hücum eden bir bahadır, Karrar olduğu için memlemet
fethetmiştir. Onun cevherinin yüz suyu nefsine hakimiyetidir.
•
Cihan ufuklarında Bû
Türab olan kimse, güneşi garpten şarka döndürür; mahrekini değiştirir.
•
Bu ten bineğine sıkı eyer
vurup oturan insan, devlet yüzüğünün üzerine yüzük taşı gibi kurulur.
•
Bu âlemde Hayberleri
fethedecek bir azamet, onun ayağının altına serilmiştir. Öteki âlemde onun eli
kevser dağıtır.
•
Kendini bildiği için bu
âlemde Allahın eli olmak kudretini kazanmış ve bu kudretle padişahlar padişahı
olmuştur.
•
Onun zatı, ilimler şehrinin
kapısıdır.[21]
Hicaz, Çin, Rum onun emri altındadır.
•
Ey örtüsü, bizim
namusumuzun perdesi olan müslüman kadını, senin parıltın bizim fanusumuzun
sermayesidir.’
•
Senin temiz yaradılışın;
bize Hakkın bir rahmetidir. Dinin kuvveti, milletin temelidir.
•
Çocuğumuz, sütten kesilir
kesilmez ona evvelâ Lâilâhe illallâhı sen öğrettin.
•
Senin muhabbetin, bizim
tavrımızı, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eder,
•
Senin bulutunda yerleşmiş
olan bizim şimşeğimiz; dağlarda çaktı; sahralarda koştu.
•
Ey hak dini nimetlerinin
kendisine emanet edildiği İslam kadını, hak dininin yanan aşkı senin
nefeslerindedir.
•
Bugünkü devir, mürai; dışı
süslü, içi çirkin ve hilekardır. Onun kervanı, din malının yolunu vurur.
•
Onun anlayışı kördür ve
Allahı tanımaz. Ancak insaniyet vasfından tecerrüt edenler onun zincirine
bağlanmışlardır.
•
Gözü küstah ve pervasız
bakar. Kirpiklerinin pençesi bir yakaladı mı bir daha bırakmaz.
•
Ona avlanmış olan kendini
hür sanır. Onun eliyle ölen kendini diri sanır.
•
Cemiyetin fidanına su veren
sensin. Milletin sermayesini muhafaza eden sensin.
•
Ticaretinde kâr ve zarar
düşünme, babalarının yolundan zinhar ayrılma.
•
Hayat, felek çok haşin ve
kudretlidir. Buna karşı daima uyanık olarak evlatlarını yetiştir.
•
Daha kanat açmayan bu çemen
evlatları, yuvalarından uzak düşmüşlerdir.
•
Senin yaradılışının ulvî
cazibeleri vardır. Akılâne hareket et, Hazret-i Batıma, müslüman kadını için
bir örnektir.
Ondan gözünü ayırma.
• Ta ki senin dalın da bir Hüseyin meyvesi
versin;
gülistana eski mevsimi getirsin.
Runıuz-i Bihodi'den
RUBAİ
Hasan'ın
babası Ali'den öğrendim bu nükteyi ben, Ruh ölmez bedenin ölmesinden!
Güneşte
ışık:devamlı kalır mı hiç,
Güneş bizar
olmuşsa kendi ışığından!
RUBAİ
Rabbim ecdadın gönül cezbesini ihsan et!
Lâ yahzenûn zümresine idhal et!
Çözdüm aklın kör düğmelerini,
Sevgili Allahım beni cünûn sahibi et!..
RUBAİ
Bazan yersiz
yurtsuz avaredir aşk,
Bazan şahlar
şahıdır Nuşirevan'dır aşk,
Zırhını
kuşanır ortaya atılır bazan;
Bazan
çıplaktır oksuzdur kıl içsizdir aşk!
RUBAİ
Gençlere seher feryadlarını bağışla.
Kol kanat ve tekrar bu şahim yavrularına!
Biricik arzum şudur ki Allah'ım benim.
Basiret nurum bütün müminlere ulaşa!..
RUBAİ
Sevgiyle
vefayla doldur gönülleri,
İlahi sırlara
aşina eyle bizi.
Arpa ekmeği
nasib ettiğine:
Bağışla bir
de Haydar'ın kuvvetini!
RUBAİ
Allah'ım kurt kuş dünyasıdır dünya senin, Dünyam feryadıdır
çığlığıdır seher vaktinin!
Senin dünyanda mahkumum, mecburum, kulum;
Benim dünyamda ise saltanatın vardır senin!
Bal-i
Cibril'den
(KURTUBA CAMİİ NDE YAZILMIŞTIR)
Bismillahirrahmanirahim
DUA
İşte bu benim abdestim, işte bu benim namazımdır, Feryatlarımda ciğerimin
kanı vardır!
Gönlü temiz olanlarla sohbet, nur huzur ve sevinçtir, Irmağın kenarındaki
lâle sarhoş ve yanış doludur.
Aşk yolunda kim kimin arkadaşıdır?
Benimle beraber yalnızca aşkım kalmıştır!
Yuvam, sultanların ve vezirlerin sarayı değil, Yuvam da, yaptığım dal da
ilahi aşkımdır.
Göğsümdeki "Allah hu" ateşi şendedir.
Senin yüzünden hayatım baştan başa dert, elem, ızdıraptır.
Senden dolayı, yakam kıyamet sabahının ufkudur sanki, Yalnız seni
istemekle, yalnız seni aramaktayımdır.
Yanımda sen olmazsan şehir baştan başa harabe;
Sen olursan, o harabe evler ve mahalleler de saraydır.
Bana tekrar o eski şarabı sun ki ben;
Sürahi ve kadehi kırdıktan sonra onu aramaktayımdır!
Ey saki! Celveti ve Halveti müridlerinin testisi, Senin keremli bakışını
bekliyor çoktandır!
Kendi mekansız olduğu halde, beni mekanla yarattı diye;
Cünûnum rububiyyetinden şikayetler etmektedir.
Şiir ve felsefe, sevgilinin yüzüne söylenemeyen.
Bir aşk ve muhabbet sözünden başka bir şey değildir.
Bal-i Cibril'den
Gece ile gündüz zinciri, hadiselerin görünüş tablosudur, Gece ile gündüz
zinciri, hayat ile ölümün aslıdır.
Gece ile gündüz zinciri iki renkli ipek ipliğidir sanki, Bunlardan örer
zat-ı ilahi kendi sıfatlarını elbisesini.
Ezel sazının tellerinden çıkan feryat!ir g.-çc de gündüz zinciri, Bunlarla yapmakta Allah
teala tiz. vc :
tcnni.
Bu beni de seni de kontrol etmektedir.
Gece ve gündüz zinciri, kainatın sarraf id r
Senin ayarın düşük, benim de ayarım bozuksa eğer:
Ölüm senin fermanındır, beni de fermanımda'.
Allahım, senin gece ile gündüzünün aslı astarı nedir?
Gecesi ve gündüzü olan bir zaman akışı değil midir?
Geçicidir sanatın da tekniğin de bütün harikaları,
Yoktur yoktur dünya işlerinin kalıcılıkları.
Her şeyin önü de sonu da zahiri de batını da fânidir, Yapılan eski de
olsa yeni de olsa son durağı yine faniliktir.
Buna rağmen Allah dostlarının eseri olan eşyada, Bir ölümsüzlük bir
ebedilik vardır adeta!
Allah dostlarının her işinin olgunluğa gidişi aşktandır.
Aşk hayatınla kendisidir, ölüm ona haramdır.
Gerçi zamanın akışı pek hızlıdır her şeyi silip götürmektedir;
Ama aşkın kendisi diğer selleri durduran bir büyük seldir.
Aşk takviminde geçip giden asırlardan, Başka zaman mefhumları da vardır
adı olmayan!
Aşk Cebral'in nefesi, aşk Mustafa'nın kalbidir, Aşk Allah'ın kelâmı, Aşk
Allah'ın Peygamberidir!..
Topraktan olan insan aşkın cezbesinden canlıdır,
Aşk katıksız bir şarap, aşk cömert bir şarap bardağıdır!
Aşk Kabe'nin fakihi, aşk orduların önderdir,
Aşk binlerce uğrak yeri olan bir gezgr dır.
Hayat sazından gelen nağme aşk ızrabınnm vuruşundandır, Hayatın nuru
saadeti aşktan, ar ¥>ı alemi yine aşktandır.
Ey Kurtuba Camii senin varlığın aşktandır, Aşk büsbütün devamlılıktır,
onda fanilik yoktur.
Renk ya da taş tuğla, saz ya da kelime ve ses olsun hepsi bir, Sanatın
harikalığı ciğer kanından meydana gelmesidir!
Ciğer kanıyla taş sütunları gönül olur,
Ciğer kanından ses-yanış, neşe ve nağme olur.
Ey.Kurtuba! fezam gönül açıcı, şiirim göğüs yakıcıdır, Senden gönüllere
huzur, benden de heyecan ve yanış vardır.
Arş-ı Aladan daha kısa değildir, insanoğlunun göğsü imanla dolarsa;
Her ne kadar bu topraktan yaratık gök kubbe ile bağlanmışsa da!..
Melekler daima secdede bulunuyorlarsa ne var sanki?
Onların nasiblerinde secdelerin yanış ve yakılışları yok ki!
Hintli bir fakirim aşkıma ve cezbeme bak benim,
Salât ve selâma durmuştur kalbim ve dilim!
Aşk dilimdedir benim, aşk üflediğim ney'imdedir benim, "Allah
hu" nağmesi kanımda, damağımdadır benim.
Ey Kurtuba! güzelliğin ve azametin kahraman bir insanın alametidir,
Sen güzel ve azametlisin, seni yapan da güzel ve azametlidir.
Senin mimarin ebedi, sütunların sayısızdır,
Sanki Şam yaylasında hurma ormanı gibidir.
Senin çatı ve kapına Sina çölünün ışı vurmuştur sanki,
O yüksek ve güzel minaren Cebrail'in tecelli yeridir sanki.
İslam milleti hiçbir zaman yok olmayacaktır,
Çünkü ezanlarında Musa ile İbrahim'in sırrı tecilli etmektedir.
Onun vatını sınırsız bütün dünya onun ufku gediksizdir, Denizin dalgaları
Dicle, Nil ve Dinyeper nehirleridir.
Ne hayret vericiydi o müslümanların devri;
Medeniyetleri inanılması güç bir efsane gibiydi.
Köhne devirlere göç emrini verdiler.
Manevi zevk sahiplerine neşe cezbe vermiştiler.
Ve aşkın savaş meydanlarında onlar müthiş süvarilerdi, Onların şarapları
tertemiz, kılıçları çok keskindi.
Zırhları "la ilahe illallah" olan erlerdi.
Kılıçların gölgesinde sığınakları yine tevhid idi.
Ey Kurtuba! sırrı seninle aşikar olmuştu mü'min'in, Gündüzlerinin vecd,
gecelerinin yanış ve yakılış dolu olduğunu gösterdin!
Yüksek olduğunu makamının, ulvi olduğunu hayalini, Aşkını, neşesini naz
ve niyazını sen gösterdin.
Allah dostlarının eli, Allah'ın elidir;
İş becerir iş yapar işi halleder ve galip gelir.
Bugün bile o memlekette ahu gözlüler pek çoktur, Ve gözlerin okları bugün
bile tam yüreğe dokunur!..
O Endülüs'ün havasında hâlâ Yemen'in kokusu’var, Onun şarkılarında hâlâ
Hicaz ahengi var!
Ey Kurtuba! Yıldızlara göre senin zeminin gök kubbe gibidir, Binlerce ah!
ki asırlardır senin fezan ezansız beklemektedir!
İslam'ı tekrar buraya getirecek aşkın tufan gibi ordusu sert canlı,
Hangi duraklarda, hangi konaktadır, nerede kaldı?..
Almanya dinde reform hareketini, inkilabını gördü, O inkilab ki köhne
devrin bütün izlerini silip, süpürdü..
Hıristiyanların papa'sının günahsız olduğu iddiası çürütüldü;
Bu çok nazik fikir gemisi aldı yürüdü.
Fransa'nın da gözü o müthiş inkilabı gördü,
O inkilap ki Avrupa dünyasını başka bir çehreye döndürdü.
Gelişen İtalyanlar da köhne fikirlere tapmaktan vazgeçti.
Yenilik lezzetinden o da tekrar gençleşti.
Müslümanın ruhunda bugün o devrimlerin dalgalanması vardır,
Lisan izah edemez; bu Allah'ın bir sırrıdır.
Denizde tufan kopmak üzere derinliklerde ne çıkacak bakalım, Gök rengini
değiştirecek mi, bekleyip anlayalım!
Dağ yamaçlarında bulut gurubunun kurnazlığına boğulmuş, Güneş sanki
Bedahşan yakutundan bir yığın alev koymuş.
İlahi sıfatları kuşanan kul, insan görünüşlü melektir, İki dünyada da
kimseye minnet etmez, tok gönüllüdür.
Arzuları azdır onun, gayeleri çok yüksektir,
Bakışları gönül okşayıcı, tavırları büyüleyicidir.
Onun konuşması sıcak kanlı hakkı arayışta heyecanlıdır, Sohbet meclisinde
de savaş meydanında da mü'min iyi kalbli ve iffetlidir.
Allah ehlinin gerçek imanı, hakkın bu dünyaya aksedişidir. Yoksa bu dünya
bir efsane, vehim ve sahte oluştan ibarettir.
Mü'min kul, akim uğrak yeri aşkın ta kendisidir, Kâinat dizisinde
meclisin ateşi ve hareketidir.
Ey Kurtuba Camii! Sanat aşıkların Kâbesi, İslam'ın azametisin,
Endülüs toprağı harem mertebesine çıkmıştır varlığınla
senin!.. .
Eğer yeryüzünde varsa bir benzerin,
Müslümanın kalbindedir o da bulunmaz başka yerde eşin!
Ah! o hak yolcularım; Asil İslam izindeydiler,
Onun yüce ahlakının, doğruluğunu ve imanının örneği idiler.
Şu sade hakikati ortaya koymuştur onların hükümdarlığı;
Krallık değil fakirliktir, gönül ehlinin saltanatı.
Doğuyu ve batıyı onların görüşleri terbiye etmiştir, Avrupa'nın karanlık
çağında onların aklı yol göstermiştir.
Bugün bile İspanya'lılar onların kanının geliştirdiğindendir, Hoş gönüllü
tatlı hareketli açık ve temiz kimselerdir.
Köylü kızın şarkısı sade ve yıkıcıdır,
Gençlik devri gönül gemisi için bir sel gibidir.
Ey Kurtuba'mn önünden akıp giden Kebir Irmağı,
kenarında senin, -
(İkbal diye) Biri oturmuş rüyasını görmektedir bir başka devrin.
İstikbal henüz mukadderat perdesi altında gizlidir,
Gözlerimin önünde onun seheri perdesizdir!
Eğer fikirlerimin üzerinden perdeyi kaldırırsam görülecektir, Avrupa
benim kehanetlerime tahammül edemiyecektir.
Kendisinde devrim olmayan hayat ölüm demektir, Milletlerin hayatı devrim
çırpınışlarını gerektirir.
Kendini kontrol edebilen her millet hayatta kalabilir, Kaza ve kader
elinde keskin bir kılıç gibidir.
Ciğer kanı olmadan her iş eksik ve bozuktur,
Çiğer kanı olmadan şairlik de sevdaların en boşudur.
Bal-i Cibril'den
Ey yerde ve gökte varlığının alametleri alan Allah.
Şüphesiz var olan, tek olan, ebedi olan Allah!
Değişmekteydi daima filozofların akıl teorileri, Bu yüzden nasıl
anlayabilirdim varlığını, sem?
Şuna inandım ki ister astrolog, ister biyolog olsun.
Yaratılışın ezeli nağmesinden, hepsi de birer yoksun!
Kilisenin hurafesi zannetiğim ahiret gününe, Bugün gördüğüm için
inanıyorum gözlerimle!
Biz gece ile gündüz düğümlerinde bağlanmış kullarız, Sen asırları ve
zamanları süsleyensin şüphesiz!
Filozofların kitaplarında çözemedikleri soruya,
Değinmek istiyorum izin buyurulursa,
Gök kubbenin altında yaşadığım sürece;
Diken gibi kalbime batıp durdu bu mesele.
Ruhun içinde fikirler iyice dalgalandığında, İnsan kendini alamıyor
söylemekten açıkça!
Sormak istediğim; mabudu olduğun hangi insandır?
Gök kubbenin altında yaşayan topraktan yaratılmış insan mıdır?
Doğuya hakim olan beyaz Avrupalılar,
Batıya hakim olan pırıl pırıl madenler
Avrupa'da ilim ve sanat çok ilerlemiştir,
Ama bu karanlık Avrupa hakikat çeşmesinden nasipsizdir.
Yapı güzelliği temizlik ve süs bakımından,
Banka binaları çok üstündür kiliselerden!..
Görünüşte ticaret aslında kumardır,
Birine kazanç binlercesine ölümden daha acıdır.
Bu ilim ve felsefe, bu hükümet ve demokrasiyle batılılar, Doğuya eşitlik
dersi verip, kanlarını içiyorlar!
Nihayet doğuda işsizlik çıplaklık ayyaşlık ve iflaslar arttı, Avrupa
medeniyetinin yaptığı bunlar az mıdır, az mı?
Bir millet ilahi feyizden yoksun kalırsa yükselişi maddede kalır,
Makine hakimiyeti ise kalbin en gaddar celladıdır!
Aletler insanların insanlığını mahvediyor;
Zenginlerin paraya güvenmeleri ise, takdir önünde hiç kalıyor.
Dünyanın temelleri sarsılmağa başlamıştır,
Politakacılar artık oturmuş kara kara düşünmektedir.
Akşam üstü Avrupalmın çehresinde gözüken kızıllık nedendir?
(Sıhhat ve karın tokluğundan değil) Ya şaraptan ya da pudradandır!
Allahım sen kadir ve adilsin ama senin dünyanda, İşçi kullarım vakitleri
acılar içinde geçiyor daima!
Kapitalizmin gemisi ne zaman batacaktır?
Dünyan çalışanın karşılığının verileceği günü beklemektedir! ..
(Bu marş Lenin'in insanların durumunu Allah'a şikayet edişinden sonra,
meleklerin şikayeti tetkik ederek Allah'a arz edişlerini dile getirir?)
Akıl hala gemsiz, aşk hala yersiz, yurtsuz,
Ey ezeli yaratıcı Allahım, güzel yarattığın insan hala kemalsiz.
Allah'ın arzında insanlar dindar, rind, zengin ve fakir diye
parçalanmışlar,
Senin dünyanda bunlar hala zaman düğümünde boğulmuşlardır.
Zengin kulların servetin sarhoşu, fakir kulların sefaletin kurbanı,
Zavallı fakirler hala başıboş, işsiz, zenginler eğlencededirler devamlı.
Alimler, dindarlar, sanatkarlar, hepsi de nefislerinin esiridirler,
İnsanları sevmek bütün zorlukları yenerdi ama o da herkeste yoktur.
Hayatın cevheri aşktır, aşkın cevheri de benliktir.
Yazık, keskin bir kılıç olan bu benlik henüz kınında beklemektedir!..
(Melekler durumu Allah'a arzedince,
Allah'ın meleklere nasıl emir verdiği dile getirilmektedir.)
Ey melekler kalkınız, benim dünyamın fakirlerini uyandırınız,
Zenginlerin villalarının kapı ve duvarlarını sarsınız.
Ezilen fakirlerin kanını yakîn iman ile ateşlendirin,
Cılız ve zayıfça serçeleri kartallarla çarpıştırınız!
Halkın kendi kendini idare etme zamanı gelip çatmıştır,
Eskimiş köhne devirlere ait ne bulursanız yok ediniz.
Köylüye rızkını vermeyen her bağın,
Bütün üzüm çubuklarını yakınız!
Neden yaratanlar yaratılan arasına perde gerilsin?
Kilise zorbaları papazları kiliselerden çıkarınız!
Hakka secdeler ruhsuz, putlara övgüler ve tapınmalar asılsız,
En iyisi haremin de puthanenin de lambalarını söndürünüz!
Mermer yığını ibadethanelerden bıkkın ve hoşnutsuzum,
Benim için topraktan bit Kâbe daha yapınız!
Yeni Avrupa medeniyyetinin ruhu ve özü ayyaşlıktır;
Bunu yıkmak' için şark şairine cezbeyi ve söz usûlünü öğretiniz!
Bal-i Cibril'den
bibliyografya
Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ank. 1992
Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerin
Kelami Problemlere Etkileri, İst. 1992.
Akif, Mehmet, Safahat, Haz. Ömer Rıza Doğrul, İst. 1987.
Akseki, Ahmet Hamdı, Ahlak İlmi ve İslam Ahlâkı,
sadeleştiren: Ali Aslan Aydın Ank. 1991.
Altıntaş, Hayrani, İbni Sina
Metafiziği A.Ü.İ.F.Yay.Ank.1985 .
Altıntaş, Hayrani, İki Müslüman Şair M. Akif, M.
İkbal, Milletler Arası İkbal Sempozyumu, İspanya 1992.
Altıntaş, Hayrani, Erzurumli İbrahim Hakkı, İst.
1992, . M.E.B. Yay.
Altıntaş, Hayrani, Tasavvuf Tarihi A.Ü.İ.F. yay. Ank. 1984.
Aminuddin, M. Mevlana C. Rumi'nin ?M. İkbal Üzerine
Etkisi, Pakistan Postası Ank. Kasım 1977.
Armaoğlu, Fatih, 2O.yy. Siyasi Tarihi Ank. 1987.
Vsal, Sadri Maksudi, Milliyet Duygusunun Sosyolojik
Esasları, İst. 1975.
Alt ntaş, Hayrani, İbni Sina'da Arif ve İrfan
Kavramları, Ank. 1990.
Arvası, Abdulhakim, Türk İslam Ülküsü, c.2, İst. 1992.
Asrar Ahmet, Doğudan Esintiler, İst. 1985.
Asrar, Ahmet, M. İkbal ve Mevlâna Pakistan
Büyükelçiliği Ank. (tarihsiz)
Asrar, Ahmet İkbal ve Türkiye Ank. (tarihsiz)
Aydın Mehmet, Fazlurrahman ve İslam Modernizmi,
İslarhi Araştırmalar Dergisi, Ekim 1990, c.4.s.4.
Aydın Mehmet, Din Felsefesi, İzmir 1990.
Aydın Mehmet, İkbal'in Felsefesinde İnsan,
A.Ü.İ.F. Dergisi29.
Aydın Hüseyin, Yaratılış ve Gayelilik, Ank. 1991.
Bayraktar, Mehmet, İbni Sina'da Varlık Varoluşun
Sebebi ve Varlığın Delili, Olarak Aşk. A.Ü.İ.F.D. Ank. 1985, c.27.
Bayraktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Ank. 1933.
Bayraktar, Yunus Emre ve Aşk Felsefesi, Ank. 1991.
Beyaz, Zekeriya, İslama Göre Milliyetçilik, İst. 1980.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlm-i Kelâm, İst. 1972.
Birand, Kamran, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, Ank. 1987.
Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü,
Ank. 1987.
Büyük Lügat, (heyet) Türdav yay. İst. 1990.
Canan, İbrahim, Kütüb-i S itte Muhtasarı, Ank. 1990. C.10.
Carrel, Alexis, İnsan Denen Meçhul Çev: Refik Özbek,
İst. 1990.
Cebecioğlu, Ethem, Hacı Bayram-ı Veli ve Tasavvuf
Anlayışı, Ank. 1994.
Cemile, Meryem,Batı Meteryalizmi Karşısında İslâm,
çev: Kemal Kuşçu, İst. 1967.
Ceylan Haşan Hüseyin, Cumhuriyet Dönemi Din Devlet
İlişkileri, İst. kİ991, c.l.
Çağatay, Neşet, İ.A. Çubukçu, İslam Mezhebleri
Tarihi, Ank. 1985.
Çubukçu, 1. Agah, İslam Düşüncesi Hakkında
Araştırmalar, Ank. 1983.
Çubukçu, İ. Agah, Türk Düşünce Tarihinde Felsefe
Hareketleri, Ank. 1986.
Dayanır Kemal, Büyük Türk Dostu M. İkbal, Ank. 1984.
Dikmen Mehmet, İslam Ahlakı, İst. 1985.
Doğan , Mehmet Batılılaşma İhaneti, İst. 1986.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İst. 1989. C.9-12.
Edip Eşref, M.Akif Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn
Yazıları, İst. 1960.
Eflatun, Devlet, çev: Sebahattin
Eyyüboğlu, Ali Cimcöz, İst. 1975. .
El Behiy, Muhammed, İslâm Düşüncesinin İlâni Yönü,
çev: Sabri Hizmetli Ank. 1992.
El Buti, M. Said Ramazan,
İslam Akaidi, çev: M. Yolcu, M. Altınalan, İst. 1983. ' '
Ensari, Fazlurrahman, İlimden Felsefden Dine çev:
Kemal Kuşçu, İst. 1967.
Esposito, John. L., Güçlenen İslâm'ın Yankıları, çev:
Erol Çatalbaş, İst. 1989.
Fahri, Macit, İslam Felsefesi Tarihi, çev:
Kasım Turhan, İst.1992.
Farabi, El Medinetiil Fazıla, çev: Nafiz Danışman, İst. 1989.
Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, çev: A. Açıkgenç,
M. Hayri Kırbaşoğlu, Ank. 1990.
Fiğlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda
İtikadi İslâm Mezhebleri, Ank. 1990. ‘
Garaudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, çev:
Cemal Aydın, İst. 1991.
Gazali, El Munkızu Mined Dalâl, çev: Salih Uçan, İst. 1990.
Gazali, İhyau Ulumiddin, çev: Ahmet M. Müftüğlu İst.
1982, c.2
Gökalp Ziya, Türkçülüğün Esasları, Haz: Mehmet
Kaplan, İst. 1970.
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İst. 1990.
Gümüşhanevi, M. Ziyaüddin Ehl-i Sünnet, İtikadı, çev:
A. Kadir Kabakçı, Fuat Günel, İst. 1983.
Güngör Erol, İslâm'ın Bugünkü Meseleleri, İst. 1991.
Güngör Erol, K iltür Değişmesi ve Milliyetçilik, İst. 1992.
Güngör, Tasavvufun Meseleleri, İst. 1991.
Gedikli Ercüment, İslâm'da Asabiye Milliyetçilik, İst. 1990.
Gürkan Ahmet, İslam Kültürünün Garbı
Medenileştirmesi, İst. 1965.
Hamidullah, Muhammed, İslamda Devlet İdaresi, çev:
Kemal Kuşçu, Ank: 1979.
Han Zulfikâr Ali, Doğudan Bir ses, çev: Turgut Akman,
İst. 1981.
Hançerlioğlu Orhan, Felsefe Sözlüğü, İst. 1989.
Hnçerlioğlu, Orhan, İslam İnançları Sözlüğü, İst. 1984.
Hucviri Keşful Mahcup, çev: Nuri Gençosman, İst. 1990.
İbn Arabi, Fusus ul Hikem, çev; Selahattin Alpay, İst. 1971.
İbn Arabi, İlahi Aşk, çev: Mehmet Kanık, İst. 1992.
İbn Haldun, Mukaddime, çev: Zakir Kadiri
Ugan, c.I.II. İst.1989.
İbn Rüşd, Faslu'l Makal, çev: Süleyman Uludağ,
Felsefe Din İlişkisi, İst. 1985.
İbn Manzur, Lisan'ul Arab, Beyrut 1970.
İbrahim Hakkı Erzurumlu,
Marifetname, çev: M. Faruk Meyan, İst. 1982. .
Hatemi H., Cavide Hitap, İkbal'in Şiirlerinden
Seçmeler, İst. 1965.
Havva Said, İslam, I. II çev: Salih Uçan, İst. 1987.
Havva Said, Ruh Terbiyemiz, çev: Cengiz Yağcı, İst.
(tarihsiz)
İkbal Muhammed, Armağan-ı Hicaz, çev: Ali Nihat
Tarlan, Ank. 1956.
İkbal Muhammed, Bal-i Cibril çev: Yusuf Salih Karaca
-Cebrailin Kanadı- İst. 1983.
İkbal Muhammed, Bang-i Dera (Kervan Çağrısı) çev:
Ahmet Asrar, Doğudan Esintiler'den.
İkbal Muhammed, Cavidname, çev: Annemarie Schimmel,
T.T.K. yay. Ank. 1958.
İkbal Muhammed, Darb-ı Kelim, çev:Ali Nihat Tarlan
(Esrar ve Rumuz), İst. 1958. (Rumuzi Bihodi ile Birlikte)
İkbal Muhammed, Gülşen-i Razi Cedid, çev: Ali Nihat
Tarlan, Yeni Gülşen-i Raz, İst. 1960.
İkbal Muhammed, İran'da Metafiziğin Gelişimi, çev: M.
M. Şerif, İst. 1971.
İkbal Muhammed, İslamda Dini Düşüncenin Yeniden
Doğuşu, çev: Ahmet Asrar, İst. 1984
İkbal Muhammed, çev: Misafir, çev: Ali Nihat Tarlan,
İst. 1976. (Peşçe Payed Kerd ey Akvam-ı Şark ile Birlikte)
İkbal Muhammed, Peyam-i Meşrik, çev: Ali Nihat Tarlan
Şarktan Haber. Ank. 1956.
İkbal Muhammed, Rumuz-i Bihodi, çev: Ali Nihat
Tarlan, İst. 1958. Ayrıca Bkz. Benlik ve Toplum, çev; Ali Yüksel E. Hodi ve R.
Bihodi Birarada) İst. 1990.
İkbal Muhammed, Zebur-u Acem çev: Ali Nihat Tarlan,
Acem İlahileri, İst. 1971.
İslam Ansiklopedisi, c.9.
İz. Mahir, Din ve Cemiyet, İst. 1990.
İz. Mahir, Tasavvuf, İst. 1990.
İzutsu, Toshihiko, Kur'an'da Allah ve İnsan, çev:
Süleyman Ateş, İst .(Tarihsiz)
Jaspers Kari, Felsefeye Giriş çev: Mehmet Akalın, İst. 1981.
Kabaklı, Ahmet, Temellerin Duruşması, İst. 1990
Kam, Ferit, Dini Felsefi Sohbetler, Sad: Süleyman
Hayri Bolay, Ank. 1990.
Kara, İsmail, Türkiye de İslamcılık Düşüncesi c.I.
II. İst. 1982.
Karahan Akbulkadir, Dr. M. İkbal ve Eserlerinden
Seçmeler, İst. 1974.
Keşfül Hafa, c.I.
Kılıç, Recep, Ahlâkın Dini Temeli, Ank. 1992.
Kindi, Felsefesi Risaleler, çev: Mehmet Kaya, İst. 1994.
Kuşeyri, Abdülkerim, Risale-i Kuşeyriye, çev:
Süleyman Uludağ, İst. 1991.
Kutub Muhammed, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler,
çev: Bekir Karlığa, İst. 1992.
Kutub Muhammed, İslamda Fert ve Cemiyet, çev: Mehmet
Süsler, İst. 1985.
Larausse du XX. Sciecle, Londra 1930.
Malik bin Enes, el Mu vatta Beyrut, 1951.
Mevdudi Ebu'l Ala, Hilafet ve Saltanat, çev: Ali
Genceli, İst. 1971.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi çev: Velet
İzbudak, İst. 1988, c.I. II.
Mian Beşir Ahmet, Hz. Mevlana ve
İkbal, Sebilürreşat c.5. Sayı 114. -
Mustafa Sabri, în^an ve Kader, Hz. İsa Doğan, İst. 1989.
Mengüşoğlu Takiyyettin, Felsefeye Giriş, İst. 1968.
Nasr Seyyid Hüseyin, Batı Felsefesi ve İnsan, çev:
Selahattin Ayaz, İst. 1980.
Necmeddin Kübra, Tasavvufi Hayat, Haz. Mustafa Kara,
İst. 1980.
Nedevi Ebu'l Haşan, Dr. Muhammed İkbal, çev: Ali Ulvi
Kurucu, İst. 1990.
Nesefi Azizuddin, İnsan-ı Kamil, çev: Mehmet Kanar, İst.1990.
Nietszche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, çev: Turan Oflazoğlu, İst.1991.
Nietzsche, Eylem Ödevi, çev: İsmet Zeki Eyüboğlu, İst. 1991.
Nicholson, İslam Sufileri, Tere: (Heyet) Ank. 1978.
Özsoy, Ömer, Kur'an da Sünnet Kavramı, (Basılmamış
Doktora Tezi) , Ankara 1991.
Öztürk Yaşar Nuri, Din ve Fıtrat, İst. 1990.
Öztürk Yaşar Nuri, Kur'an ve Sünnete Göre
Tasavvuf İst.1993.
Pakistan Postası, Pakistan Büyükelçiliği yay. Kasım
1975, c.24,25.
Rıaz Muhammed, Muhammed İkbal'in Eserleri, Pakistan
Büyükelçiliği, Ank. 1993.
Sadi Kul, Doğunun Uyanışı, İst. 1985.
Said Halim Paşa, Buhranlarımız, İst. 1335.
Schimmel Annemarıe, Peygamberane Şair ve Filozof
Muhammed İkbal, çev: Senail Özkan, Ank. 1990.
Schımmel Annemarıe, Tasavvufun Boyutları, çev: Ender
Gürol, İst. 1982.
Shakil Akhtar, Mevlana ve Öğrencisi İkbal, Pakistan
Büyükelçiliği, Ankara (Tarihsiz)
Sühreverdi, Şihabuddin, Avarifül Mearif, çev: H.
Kamil Yılmaz, İrfan Gündüz, İst. 1990.
Şeriati, Ali, Biz ve İkbal, çev: Ergin Kılıçtutan, İst. 1988.
Şükün, Ziya, Farsça-Türkçe Lügat, İst. 1944.
Tanımı Kaynakları ve Teserleriyle Tasavvuf, Haz:
Çoşkun Yılmaz, İst. 1991.
Taylan Necip, Ana Hatlanyla İslam Felsafesi, İst. 1985.
Tirmizi, Camiussahih, Mısır, 1937.
Tuna Taşkın, Uzay ve Dünya, İst. 1991.
Turhan Mümtaz, Garplılaşmanın Neresindeyiz, İst. 1957.
Ülken Hilmi Ziya, Genel Felsefe Dersleri, Ank. 1972.
Ülken Hilmi Ziya, İslam Düşüncesi, İst. 1946.
Ülken Hilmi Ziya, İslam Felsefesi, İst. 1993.
Ülken Hilmi Ziya, Türkiye'de Siyasi Düşünce Tarihi,
İst. 1991.
Uludağ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İst. 1991.
Yaşar Selahattin, M. İkbal, Hayatı, Sanatı,
Mücadelesi, İst. 1988.
Yazıcıoğlu M. Sait, Maturidi ve Nesefi'ye Göre, İnsan
Hürriyeti Kavramı, Ank. 1988.
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, c.:4
Yeğin Münip, Atomdan Hücreye, İst. 1983.
Yurdaydın H. Gazi İslam Tarihi Dersleri, Ank. 1988.
Wat. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev:
’24Asrar Ahmet, M. İkbal ve Türkiye,
Pakistan Büyükelçiliği. Ankara (tarihsiz)s.l, Krş.. Shakil Akhtar Mevlana ve
öğrencisi İkbal, Pakistan Büyükelçiliği, Ankara, (Tarihsiz), s.!., Mevlana c.
Rumi'nin Dr. İkbal üzerindeki Etkisi, M. Aminuddin.Pakistan Postası, Kasım
1977, Ahmet Asrâr, M. İkbal, ve C. Rumi, Pakistan Büyükelçiliği, Ankara,
(tarihsiz) s.l, v.
[3]Asrar,
Doğudan..., s.66, Krş. Asrar, İkbal ve Türkiye a.g.m. s.2, Çağatay Neşet,
Muhammed İkbal ve Türkiye, Pakistan Postası, Ankara, 1976, c.24, sayı, 1, s.10.
[4]Asrar,
Doğudan..., s.81, Krş. Asrar. İkbal ve Türkiye..., s.3.
[5]İkbal,
P. Maşrık, s.88, Krş. Asrar, a.g.m.. s.3.
[6]İkbal,
Dini Düşüncenin .... s.209, Krş. Doğuştan Günümüze..., c.12, s.62.
[8] İkbal, Dini Düşüncenin ...,
s.213, Yurdaydın, a.g.e., s,173. Ülken, Türkiye'de..., s.202, Krş. Said Halim
Paşa, Buhranlarımız. İst.. Şems Matbaası. 1335. s. 147.
[9]İ.D.D.Y.D. s.213.
[10]Geniş bilgi için Bkz. Kabaklı
Ahmet, Temellerin Duruşması, İstanbul, 1990, s.!44v.d. Krş. H. H. Ceylan,
Cumhuriyet Dönemi Din-Devlet İlişkileri, İst., 1991, c.I, s.107, ve 176.
[11]"Bkz. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Haz.
Mehmet Kaplan, İst.,
[14]İkbal,
Bal-i Cibril, s.81.
[15]Ersoy,
M. Akif, Safahat, Haz. Ö. Rıza Doğrul, 22. Baskı, İst, 1987, s. 15, 185,187,
192, Krş, Altıntaş, iki Müslüman Şair, a.g.e., s.l.
[16]Asrar, İkbal ve Türkiye, s.l
.Krş. Altıntaş, a.g.m. 2.
14®Asrar, İkbal
ve Türkiye, s.l, Krş. Çağatay Neşat, Pakistan Postası, c.XXIV, s.l, Edip Eşref,
M. Akif, Hayatı, Eserleri, ve yetmiş muharrin yazıları, s. 144.
[18]
Altıntaş, Hayrani, İki Müslüman Şair, M. Akif, M. İkbal, a.g.m.s.2, Krş. Asrar,
a.g.m., s.2.
[19]Alıntaş,
a.g.m., s.2.
[20]Şikve,
çev: Prof. Ali Gencali, Pakistan Postası, Ocak 1976, c.XXIV, sayı 1, s. 15.
[21]Ben
ilim şehriyim; Ali onun kapısıdır (hadisi şerif)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar