Print Friendly and PDF

Büyük mütefekkir Dr. MUHAMMED İKBAL Hayatı, Şahsiyeti ve FİKİRLERİ 3

B- İKBAL VE TÜRKİYE

İkbal'in yaşadığı ve eserlerini verdiği dönem Osmanlı Devletinin çeşitli savaşlarda dağılma ve yıkılma dönemine rastlar. Bu dönemi takib eden kurtuluş mücadelesiyle birlikte Yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve bazı sosyal alandaki inkılaplar İkbal'in özellikle ilgi alanına girmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti meclisi ve hükümetinin faaliyetlerini, Türk Milletinin milli mücadelesini övgüyle sözederken, yapılan bazı yanlışları -özellikle kıyafet ve aşırı batılılaşma akımını benimsemelerini- eleştiri konusu yapmıştır. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki, İkbal'in Türk milletine derin bir sevgisi ve saygısı vardır.

İkbal'in bu özel ilgisini her şeyden önce Mevlana'ya bağlamak gerekir. Çünkü O'nun manevi mürşidi Mevlana, hemen her konuda her düşünce ve her aşamada İkbal'in manevi hocası, üstad ve mürşidi durumundadır[1]. Biz Mevlana-İkbal ilişkisini araştırmamızın muhtelif yerlerinde zikretmiştik.

İkbal'in 1908 tarihinde yazdığı "Bilad-i îslamiyye" şiirinde İstanbul'un uzun süre Osmanlı Devleti'nin merkezi olduğu ve toprağında bazı sahabeler bulunduğu için Kabe gibi kutsal saymış ve şöyle demiştir: "Konstanniyye (İstanbul) taprağı, yani kayserin diyarı, ümmetin mehdi'sinin şan-ü şevketinin parlak timsali harem (Kabe) toprağı gibi bu toprak da tertemizdir. Eyüp Ensari'nin türbesinden şu ses geliyor: Ey Müslüman, ümmetin kalbi bu şehirde atar, bu şehir yüzyıllar süren kanlı savaşların meyvesidir"[2].

1912'de Osmanlı Devleti ile İtalya arasında meydana gelen Trablusgarb Savaşı’nda Türk askerleri ve yerli mücahitlerin kahramanlığı- ve şehit düşenlerin hatırasına onlara duyduğu derin saygısını tasvir etmek amacıyla "Hz. Peygamber'in Huzurunda" adlı manzumesinde kendisinin, cennette, Hz. Peygamberin huzuruna çıktığını belirtmiş, Hz. Peygamber'in kendisine ümmetinden ne gibi bir hediye getirdiğini sorması üzerine şöyle bir karşılık verdiğini ifade etmiştir: (dedim)

"Ya Muhammed dünyada yok rahatlık

Bütün özlemlerinden umudu kestim artık,

Varlık bahçesinde binlerce gül, lale var

Ama ne renk, ne koku, hepside vefasızdır.

Yalnız bir şey getirdim, kutsanmıştır tekbirle

Bir şişe kan ki eşi yoktur cennette bile

Bu senin ümmetinin namusu vicdanıdır

Bu, Trablus şehidinin kanıdır."[3]

Trablusgarb savaşından sonra bu sefer Balkan Savaşı (1912-1913) patlak vermişti. Edirne düşman orduları tarafından kuşatılmıştı. Çarpışmalar uzadıkça askerin erzakı kalmaz. Edirne kalesi komutanı Şükrü Paşa askerleri için Edirne halkından erzak toplar. Ancak Edirne kadısı gayr-i müslim halktan da erzak toplandığını duyunca Paşa'yı uyarır. Şeriate göre Türk ve Müslüman olmayan azınlıktan toplanan malların geri verilmesini ister ve bu istek yerine getirilir. Bu hadise İkbal'i çok etkiler ve "Edirne Kuşatması" adıyla bir şiir yazar. Şiirin son mısraları şöyle biter: "Asker, Yahudi ve Hristiyanların mallarına bir daha dokunmadı. Müslüman Allah'ın emrine uymaya mecbur kaldı"[4].

Kurtuluş Savaşı'da Türk milletinin ve komutanlarının gösierdikleri kahramanlıkları sevinçle ve takdirle izleyen İkbal, Peyam-ı Meşrık'te "M. Kemal Paşa'ya Sesleniş" isimli şiirinde methiyeler yazarak mazlum milletlerin gözünü açtığını belirtir: "Bir ümmet var ki, biz onun hikmet akıl ve idraki sayesinde takdirin gizli alemindeki sırlara vakıf olduk.

Bizim aslımız, rengi uçmuş bir kıvılcım iken onun bir bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan güneş haline geldik.

Koş Mustafa Kemal koş. atın çatlayana dek,

Bizi tedbir mat etti, sana tedbir ne gerek"[5].

İkbal Türkiyenin geçirdiği değişikliği kurduğu rejimi ve yaptığı inkılapları da yakından takib etmektedir. İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu aldı eserinin altıncı bölümünde Türkiye'ye ve Türk inkılaplarına temas etmiş ve yapılanlara İslami bir temel arama çabasına girmiştir.

Önce, Türkiye’de ortaya çıkan dini siyasi düşüncelerden milliyetçilik ve dini terakkiperver adıyla iki gurup ortaya çıkmıştır. Birinci gurubun değer verip itibar ettiği şey devlet ve vatandır. Bu gurup için din herhangi bağımsız bir kimlik taşımıyor ve herhangi bir fonksiyonu da yoktur. Dolayısıyla din ile devletin birbirinden ayrılması görüşünü savunurlar[6], İkbal'e göre din-devlet işleri ruhi ve bedeni diye iki ayrı saha değildir. Türk Milliyetçileri bu görüşü Avrupanın siyasi düşünce tarihinden ödünç almışlardır ve bu düşünce yanlıştır[7].

Diğer bir gurup olan dini terakkiperver cemiyeti, Said Halim Paşa'n.ın görüşlerine genişçe yer veren İkbal, Sait Halim Paşa'nın, İslamiyetin mahalli şartlara göre îslami bir renge boyanmasından yakındığını belirtir. Said Halim Paşa; Temelde dinamik olan hayat görüşünü kımıldamaz hale getirmiş bulunan sert kabuğu İslamın üzerinen koparıp atmak, ahlaki sosyal ve siyasal ideallerimizi asıl olan sadelik ve evrensellik içinde yeniden bina etmek amacıyla, hürriyet, eşitlik ve dayanışmanın esas hakikatlerini yeniden keşfetmek gerekir. Yani yapılacak şey, ictihad hürriyetini kullanmayı teşvik etmektir.[8]

T.B.M.M.'nin hilafeti kaldırıp halifeliği ve içtihad yetkisini meclise devretmesi olayını yerinde ve İslamın ruhuna tamamıyla uygun olduğunu kabul eden İkbal: "İslam dünyasında halen etkinliklerini göstermekte olan yeni güçler karşısında bir zaruret haline de gelmiştir" demektedir[9]. İkbal belki kendi düşüncesine göre bu fikri benimsemekle haklı olabilir ancak asırlar boyu aynı ülkü ve aynı idealler peşinde bütün müslümanları tek vücut halinde tutmayı başaran halifelerin bu müessesenin kaldırılmasının Türkiye Cumhuriyeti ile pazarlığa girişen Batılı devletlerle gizli emeller uğruna feda edildiğini gözardı etmiş olduğunu kanaatini taşımaktayız[10].

Pratikte uygulanamazlığından sözederek aslında bu şartlar altında yapılması gereken şeyin, kendi devletini kuran bütün müslüman devletlerin kendi aralarında cumhuriyetler topluluğu kurabilecek kudret ve yetkiye ulaşabilmek olgunluğa erişebilmelidir. İkbal bir Türk Milliyetçisi olan Ziya Gökalp'in fikirlerine katılarak bu kanaatlere vardığını görmekteyiz[11] [12].

İkbal, Ziya Gökalp'in yeni Türkiye'ye fikri öncülüğünü yaptığı Türkçe ezan, namaz ve Kur'an okunması fikrini Kur'an-ı Kerim'de belirtilen kadının veraset ve boşanma ola­yının erkeğe nazaran eşit hale getirilmesi fikrini ve Türkiye'nin bunu uygulamaya koyması olayını tasvib etmez. Bunu Gökalp'in bilgisinin eksikliğine bağlayarak uygulama­nın yanlışlığını dile getirir135.

İkbal, bir süre geçtikten sonra Türkiye'nin Batı'dan yana tavır koymasını eleştirmeden de yapamaz. Çünkü yapılan inkilaplar getirilen yenilikler Avrupa'nın terkettiği eskilerdir:

"Yenileşme yolunda M. Kemal dedi ki,

Eski resme cila lazımdır,

Kabe'nin hayat elbisesini yenileştirmedi

Avrupa'nın yeni Lat ve Menat'ı ona geldiler

Türklerin kanununda yeni bir ahenk yoktur

Onların yenisi Avrupa'nın eskisidir

Türk kendisinden geçmiş Avrupa'dan sarhoştur

AvrupalIların elinden zehir içti"[13]

Bir başka eserinde de:

"Onlar kendilerini Avrupa'ya uyduruyorlar

Halbuki yıldızlar onlara daha yakındır"[14].

a- Mehmet Akif ve Muhammed İkbal

Akif ve İkbal aynı tarihlerde farklı coğrafyalarda yaşamış iki müslüman şairdir. Biri 1938'de, diğeri 1936'da vefat etmiş, aynı fikirde ayın ızdırabı paylaşan fikir adamlarıdırlar. Akif, baytarlık okumuştur. İkbal ise felsefe ve hukuk tahsil etmiştir. Meslekleri farklı olmasına rağmen bu iki fikir adamını birleştiren bir yakınlık vardır.Her ikisinin ortak yanı şair olmaları ve şiirlerini insanları uyandırmak için yazmalarıdır. Her ikisi de memleket meseleleriyle ilgilenen, müslümanlann düşmüş oldukları çöküntü durumundan kurtarmak için yazan, söyleyen fikir adamıdır.

Akif, yıllar süren savaşlardan sonra yorgun ve bitkin çıkmış Osmanlı Devleti'nin, maddi varlıklarını kaybettikleri kadar manevi benliklerini de yitirmiş bir milletin ancak gerçek İslam'a dönüşüyle kurtulabileceğine inanmaktadır[15].

İkbal'de yıllarca sömürge durumunda yaşayan, İslami ve değerlerini kaybetmiş olmasından ötürü köleleşmiş ve şahsiyetlerini yitirmiş, kendi anlayışlarına göre bir din ihdas etmiş bir milletin ancak gerçek İslamiyete dönüşle kurtulabileceğine inanmaktadır[16].

Akif, tkbal'i Mısırda iken tanımıştır, eline geçen ilk eserini okuduğunda Akif: "Çok güzel kıtalarıyla gazelleri var. Gazellerin bir ikisi bana sarhoş gibi na'ra attırdı" demektedir. Ayrıca İkbal'e ulaştırılmak üzere Safahat'ını gönderdiğinide kaydetmektedir[17].

İkbal'in Hindistan'da, Akif in Türkiye'de temas ettikleri içtimai meseleler benzerlik arzetmektedir. Bu da bütün Müslüman ülkelerde aynı cemiyet meselelerinin var olduğunu göstermektedir[18]. Bu iki mütefekkir şair ağız birliği etmişçesine hep aynı içtimai meselelerden dem vururlar. Müslüman ülkelerin acıklı halleriyle İslam'dan uzak müslümanların perişanlıklarını beraberce dile getirirler. İkbal, Peyam-ı Maşrık'ta, Akifte Süleymaniye Kürsüsünde isimli eserlerinde bu ıstırabı dile getirirler[19].

Her iki şairde, müslümanlarda "manevi bir diriliş" istemektedir. Nihayet Müslümanlarda bir kıpırdanış görmeyen her iki şairin Allah'a serzenişleri, şikayetleri aynıdır.

îkbal'in 191 l'de yazdığı "şikva" adlı şiirinde asırlar boyu dinini yüceltmek için çırpman müslümanların bugün düştükleri durumu haketmediklerini dile getirerek:

"Ey Rabbim sana bağlı olanların feryadını bir kerecik duy!

Sana daima şükredenlerden bir kerecik olsun sitem dinle

Buna rağmen başkalarına gelince bolca rahmet yağdırıyorsun

Gazabının yıldırımı ise yalnız biçare müslümanlara isabet ediyor[20]. .

Mehmet Akifte bu mealde pek çok şiirinde Allah'a serzenişte ve şikayette bulunur:

"Ya Rab bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi?

Senden daha bir emr-i sükun inmeyecek mi?

Her an ediyorsun bizi mahkur-i celalin

Kurban olayım nerde senin nerde cemalin

Sendense eğer çektiğimiz bunca devahi

Kimden kime feryad edelim söyle ilahi

La yüs'el'e binlerce sual olsa da kurban

İnsan bu muammalara dehşetle nigehban" l44.

İkbal ve Akif müslümanların düştükleri bu ıstıraplı durumun sorumluluğunu yine müslümanlara yükleyerek gerçek kurtuluşu İslam'a dönmekle ve onu gerçek yönüyle yaşamakla mümkün olacağını belirtirler145.

İkbal ile Akif'in daha pek çok fikirlerinde benzer yanlarını ortaya koymak mümkündür. Gayemiz onları birbiriyle mukayese etmek değildir. Onların benzerliklerini ortaya koymak, perişan hale düşmüş iki müslüman milletin bağrından çıkan iki şairin nasıl aynı dertleri dile getirdiklerini vurgulamaktır.

Akifin sefahatini okurken İkbal'in Peyam-ı Maşrık veya Darb-ı Kelim'ini okuyormuş gibi bir hisse kapılmak mümkündür. Ama bu iki şair birbirlerini hiç görüp tanımamışlar ve birbirleriyle fikir alışverişi yapmamışlardır.

I44Akif, Safahat, Tevhit Yahut Feryad, s.19.

'45Aynı eser, Süleymaniye Kürsüsünde, s.187, Krş. "Cevabi Şikva" Tere.

Ali Gencali, Pakistan Postası, c.XXIV, sayı 2, s.15.

SONUÇ

Muhammed İkbal, yirminci yüzyılın başlarında Hindistan'da yaşamış, İsam-Batı ve Hint kültürüyle yetişmiş, ilmiyle alim, fikirleriyle arif, ve şiirleriyle şair kişiliğe sahip yüzyılımızın yetiştirdiği büyük ilim ve fikir adamlarındandır.

O'nun bu kadar önemli bir kişiliğe sahip olmasının ve dünyada tanınmasının bize göre en önemli sebebi; İngiliz sömürgesi altında bulunan Hindistan alt kıtasında yaşayan müslümanların sözcüsü durumunda olarak yaptığı mücadele ve elde ettiği neticelere bağlamak gerekir. Çünkü İkbal yaşadığı bölgenin insanlarını dertlerini ve sıkıntılarını dile getirmekle kalmayıp, adeta sömürülen, ezilen ve toprakları işgal edilen tüm insanlığın uyanmasını ve şahsiyetlerine tekrar kavuşmalarını isteyen bayraklaşmış bir önder durumundadır.

Henüz 1909 senesinde Aligarh'taki bir konferansta Hindistan'ın kuzey-batısında müslümanların ayrı bir devlet halinde ortaya çıkmasından bahsederken dinleyiciler tarafından bu, îkbal'in hayali diye ciddiye alınmamıştı. Halbuki fikir planında önderliğini yaptığı ayrı devlet fikri, ölümünden dokuz yıl sonra Pakistan devleti olarak ortaya çıkmıştır.

Îkbal'in doğu-batı edebiyat ve kültürüne hakim olması, İslam ve batı felsefelerini yakından bilmesi yaşadığı çağda müslümanların sosyal, kültürel ve siyasal meselelerine bu iki kültürün ve düşüncelerin bakış açılarını birbirleriyle sentezleyerek ortaya yeni kavramlar çıkarmış ve yeni ufuklar açmıştır.

Îkbal'in şahsiyetinin oluşmasına etkili olan pek çok amil tespit ettik. Bunlardan en önemlisi yaşadığı dönem içerisinde müslümanların siyasi ve sosyal durumlarıdır, bilindiği gibi parlak bir geçmişe sahip olan müslümanlar son iki asırdan beri gerilemiş ve yıkılmaya yüz tutmuş bir hal almıştır. Öte yandan bununla da kalmayıp pek çok batılı devletin sömürgesi veya fiili işgallerine maruz kalmışlardı. Bu nedenle İslami ve insani şahsiyetlerini kaybeden müslümanların içler acısı hali îkbal'i hassas ruhlu, şair, mücadeleci ve benliğe çok önem veren bir şahsiyet kimliği kazandırmıştı.

îkbal’in şahsiyetinin oluşmasında etkili olan diğer bir husus da Mevlana’nın tesiridr. îkbal Mevlana'yı tanıdıktan sonra manen mürşid-mürid ilişkisi ortaya çıkmıştır. Mevlana’nın önemli eseri olan Mesnevi'yi hiç yanından ayırmayan İkbal, yazdığı bazı eserlerinde Mesnevi'ye telmihle söze başlar.

Çalışmamızın ağırlık noktasını teşkil eden felsefi ve tasavvufi kavramlardan en önemlilerini ele alarak inceledik. Ulaştığımız neticede şunu gördük:İkbal düşüncesini üç temel kavram üzerine kurmuştur. Benlik, însan-ı Kamil ve Aşk. Bu üç temel kavram incelendiğinde birbirleriyle çok yakından ilişkili oldukları görülür.

Doğu-Batı felsefelerini yakından inceleyen bir filozof olarak İkbal'in felsefe hakkındaki görüşleri dikkate değerdir. Çünkü İkbal, Yunan felsefesinin İslam düşüncesine önemli katkılarının yanısıra Kur'an'la ilgili görüşleri kararttığının kanaatindedir. Yani müslümanlar Kur'an'ı Yunan düşüncesiyle değil, kendi öz kültürlerinin ışığında okumalıydılar.

Felsefe, eşyaya akıl ve idrak yoluyla dışardan bakar. Din ise Mutlak Hakikati daha yakından bir temas içinde idrak eder. Bunun için felsefe tek başına insanların müşkillerini halledebilecek durumda değildir. Bunun için geçmişte olduğu gibi felsefi düşünce ile vahiy, yine ihtişamlı günlerdeki gibi beraber ve iç içe çalışmalıdırlar.

İkbal'e göre Varlık, aslında benlik cevherinin bir görünüşüdür. Bu nedenle varlıklar bünyelerinde taşıdıkları aşk ve cezbelerinden dolayı kendini ortaya koyma arzusu taşırlar. Evren'in sabit ve sakin olduğu Aristo'cu tezine karşılık İkbal, Eş'arilerin Atomculuk tezini savunur ve Allah'ın yaratıcı faaliyetinin bir özü olarak kabul eder.

Zaman ise münferit "şimdi"ler dizisi olup gerçek dış varlığı olmayan bir akıştır. İkbal'e göre üç çeşit zaman vardır. Maddi cisimlerin zamanı, maddi olmayan cisimlerin zamanı ve İlâhi zaman. Maddi olmayan cisimlerin zamanından kademeli olarak hareketle ilahi zamana ulaşılır. Bu zaman ise; Bütün tarih, sebep-netice sırasından bağımsız olarak bir tek bölünmez ebediyet üstü bir "şimdi"de toplanmıştır.

İkbal'e göre asıl bilgi, Mutlak Hakikat'in bilgisi olup bu bilgiye ulaşmanın yolu da iç tecrübeye dayanmaktadır. İkbal Tasavvufi tecrübeye dayalı bilgiyi hakiki bilgi olarak kabul eder ve inkar edenlerin aksine bunun savunuculuğunu yapar. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in verilerine dayanarak Tarih ve Tabiatın da bilgi kaynaklarından olduğunu ifade eder.

İkbal’in felsefi düşüncesinin en önemli konusu "Ego" felsefesidir. "Ego" filozofların "Benlik", mutasavvıfların "Nefs" dedikleri varlıktır. İkbal'e göre atomdan Allah'a kadar her varlık bir "ego" sahibidir. Her ego, kendisinden .daha yüksek seviyede bulunan bir ego haline gelmeyi hedefler. İkbal, Mutlak Hakikati bir "ego" olarak kabul ederek "Mutlak Ego"nun yaratıcı kudreti ego birliği olarak çalışır. Dünya madde atomu dediğimiz mekanik hareketten insan kişiliğindeki serbest fikir hareketine kadar, bütün ayrıntılarıyla "Büyük Benlik"in kişiliğinin belirtisidir.

İnsanda benlik tecrübesi halden hale geçen ve durup dinlenme bilmeden değişen sürekli bir oluşum içinde akıp giden bir tecrübedir. İnsani benliğin kendini bilme, kendini ortaya çıkarma, Hakkın huzurunda kendini yok etme gibi özellikleri vardır. İkbal'e göre benliğin terbiyesi için itaat, nefse hakimiyet ve Allah'a naip olmak gibi şartlar vardır.

İkbal'in düşüncesinde peygamberlik fikrinin yanısıra Hz. Peygamberin Peygamberliği önemli bir yer tutar. İkbal bu kavrama yeni bir yaklaşım getirerek dinamik bir mana yüklemiştir. Şöyle ki; Hz. Peygamber, insanların din ve dünyalarını mamur eden değersiz bir şeye dahi onun sayesinde değer kazandıran, insanları bir dava etrafında kenetlendiren müstesna bir şahsiyettir. Allah, Alemleri sadece Hz. Peygamber'in aşkına yaratmıştır. O halde dünya O'na ümmet olanlar için bir mirastır. Müslümanların maddi ve manevi güçlerini ortaya koyarak bu mirasa sahip olmaları gerekir.

îkbal'in yanlış telakkileri bertaraf ederek müslümanların düşüncelerinde yeni ufuklar açtığı bir başka günlerini kaybederek başka milletlerin siyasi ve kültürel sömürgesi durumuna düşünce, anlayışlarında aşırı kadercilik fikri yerleşmişti. İkbal, kader anlayışını yeni ve orjinal bir fikir olarak ortaya koymuştur. Kader, imkanları hala belli olmayan, yani kader, bir fikir veya hesap işi değil, hissedilen bir zamandır. Gelecek, Allah'ın yaratıcı hayatının organik bütünlüğü içinde mevcuttur. İkbal'e göre her şeyin kaderi bir efendi gibi dışardan emreden talihin acımasız eli değil, her şeyin iç yeteneğidir. Yani bunun yarattığı imkanlar elde edilebilir ve iç bünyesinde saklı olup herhangi bir dış baskı olmaksızın sıralarıyla kuvveden fiile çıkarlar.

İkbal'e göre tasavvufun ortaya çıkması ve toplumda icra ettiği fonksiyon itibariyle çok orjinal ve o derece güzeldir. Ancak daha sonra bu fonksiyonun yerini tembellik, miskinlik, ve geçim kaynağı olarak telakki edilmeye başlanmıştır. İkbal, sufilerden ve tasavvuf anlayışından bu noktada şikayet etmiş ve karşı çıkmıştır.İkbal'in düüncesinde Aşk anlayışı ayrı bir yer tutar. Aşk, benliği kuvvetlendiren en önemli unsurlardandır. İkbal, aşkı, hayatın usul ve kanunu olarak kabul eder. Bugün yaşayan müslümanların kalplerinde aşk ve cezbe kaybolduğundan hem Allah'ı unutmuşlar, hem de başka milletlerin kölesi durumuna düşerek benliklerini kaybetmişlerdir. Halbuki hayatta aşkın yapamayacağı ve aşamayacağı hiç bir şey yoktur. İkbal'e göre akıl, aşkın emrinde olmalıdır. Çünkü akıl, Hakkı tanırken aşka ihtiyaç duyar. Tek başına Hakkı bulamaz. İlim, aşkla kucaklaşırsa mutlu bir alemin hazırlayıcısı olur. Aksi düşünülecek olursa aşksız ilim kanlı savaşlara sebep olmaktadır. Bunun örnekleri dünyamızın her yerinde yaşanmaktadır.

İkbal'in düşüncesinde İnsan-ı Kamil, kıymeti ve imkanları bakımından o kadar büyüktür ki, o bu aleme sığmaz. Çünkü Allah'ın Zat, Sıfat, isim ve fiilleriyle en mükemmel biçimde tecelli ettiği insandır. İkbal'in ideali insanın yeteneklerini çok sıkı bir eğitimden geçirerek örnek yada ideal insanı yaratmaktır. Çünkü çağımızda insanlar en çok örnek alabilecekleri müstesna insanlara muhtaçtırlar. İkbal'in İnsan-ı Kamil düşüncesi Mevlana'nın Merd-i Hakk'ında ifadesini bulan, gönlü aşkla dolu yaşayışı Hz. Peygamberin hayatıyla paralellik arzeden bir yapıya sahiptir. Nietzsche'nin Allah'ı hesaba katmayan, inançlardan kurtulunca hür olacağını hedefleyen "üstün insan" anlayışının tam aksine; İkbal'de "Merd-i Mümin" dediği inançlara sıkı sıkıya bağlı böylece hürriyetine kavuştuğu inanmış mü'min anlayışıdır. Bu inanmış mü'min kainatta olan hadiselere katılır ve yönlendirir.

İkbal'e göre insanla Allah arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Bu durum söz ile değil, hal ile vuku bulmaktadır. Bu ilişki ibadet ve dua ile gerçekleştirilir. İkbal'e göre dua ve ibadet ister kişisel ister toplumsal olsun kainatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzusunun ifadesidir.

İkbal'in siyasi düşünceleri yaşadığı çağın siyasi ve sosyal hadiselerine göre şekillenir. Avrupa da doğan ırkçılık üzerine dayalı bir milliyetçilik anlayışıyla, devletlerin ortaya çıkmasıyla savaşların ve kanlı olayların meydana geldiğini belirtir. Ancak ikbal, milliyetçiliği bir realite olarak kabul eder ve Hindistan'nın kuzey batısında müslümanların yaşadığı bölgelerde ayrı bir devletin kurulmasını ister.

Devlet idaresinin dine dayalı olmasını isteyen İkbal, Demokrasinin İslami bir yönetimin ideal bir şekli olduğunu kabul etmesine rağmen pek çok eksikliklerden de söz eder. İkbal'e göre yöneticiler, seçkin ve kendisinin merdi mü'min diye tarif ettiği şahsiyetli ve benliği teşekkül etmiş insanlardan oluşmalıdır.

Günümüzde hilafetin siyasi fonksiyonunu kaybettiğini belirten İkbal, bundan sonra her müslüman devlet kendi bünyesine çekilerek kendi devletinin siyasi ve iktisadi yapısını geliştirmeye çalışmalıdır. Ancak sıkı bir işbirliği kurulacak bir siyasi teşkilatla bu devletler bir birlik oluşturmalıdırlar. B öylece bu devletler dini ve milli bir tevhidi gerçekleştirmiş olurlar.

Hindistan'da gelişen modemist akımın temsilcisi olarak İkbal kendinden önceki aynı akımın önderlerinden istifade etmesine rağmen kendisinden sonra fikirleri takip edilememiştir. Bunu pek çok sebeb.e dayandırabiliriz fakat en önemlisi onun ilmi ve fikri kültürünü derinliğinin anlaşılamamış, bu sonucu doğurmuştur.

Özet olarak İkbal, çağımızın yetiştirdiği en önemli ilim ve fikir adamlarından olup, Dünyada bir yandan müslümanların uyanışa ve sıkı bir işbirliğine gitmeye yöneldikleri gönümüzde, diğer yandan dünyanın bazı yerlerinde vatanlarından edilen müslümanların Haçlı zihniyetinin tekrar hakim kılınmaya çalışıldığı bir devirde şiddetle İkbal gibilere ihtiyaç olduğu görülmektedir.

İKBAL İN ŞİİRLERİNDEN

SEÇMELER

Bu fâni ve karanlık dünyanın menzili nerededir? Ne varsa hepsi akan kum gibi uçup gidiyor.

Tenim, Keşmir cennetinin bahçesinden bir güldür.

Gönlüm Hicaz’ın Kâbesinden, nağmalerim de Şiraz dandır.

Peyam-ı Maşrık'tan

                       ' X 'X : X ..,•••            •••  . .   . .

1.     Kanlı yaşımdan Arap diyarı baştan başa lâle bahçesi olsun. Kokusu uçmuş Acem'e nefesim bahar gibi taravet versin.

2.     Yaşamak, didinmek ve kıvranmaktır. Ebediyet ıstırap çekmektir. Toprağımın her zerresi çırpman bir gönül olsun.

3.     Ne bir yolda durup dinlenir; ne bir menzilde yerleşir. Benim gönlüm, benim yolcumdur; Allah ona yardımcı olsun!

4.     Akıldan sakın; o hep yoksulluklar besteler. Bizim gönlümüzü teli kırık bir sazla alıp götürür.

5.     Sen daha ham, iyi yanmamış bir gençsin; benim şiirim ise baştan aşağı yanıştır. Bu söylediğin gazel sana şifa versin!

6.     Benim canıma mahrem olursan artık hiçbir emelin kalmaz. Meğer ki senin çiğ danen uçsuz bucaksız bir umman olsun.

7.     Hayatın buhran ve ıstırabını bir kere idrak ettin mi artık canına bir an huzur nasip olmaz.

Peyam-ı Maşrık'tan.

Bu karanlık gecede bana sabahı müjdelediler.

Mumu söndürdüler, güneşi gösterdiler.

Peyam-ı Maşnk'tan

Hastalanırsan derdinden kendine derman yap.

Dikene alış ki, baştan başa çemen olasın!

Peyam-ı Maşnk'tan

Gençler uykuya dalmış; ihtiyarların gönlü ölmüş.

Seher vakti kimsenin gönlünden ah yükselmiyor,

* * *

HAYDAMA

Hicaz Devecisinin Türküsü

1

Sahralar aşan devem, benim güzel ceylânım! Sen benim gümüşümsün, sen benim altınımsm. Varım, yoğum hep senin. Benim uyanık bahtım.

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

2

Güzelsin, cana yakın; sevgilimsin, dilbersin; hûrilerden güzelsin. Leylâ seni kıskanır. Sen çöllerin kızısın.

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

3

Yakan güneş altında serap içine dalar, sanki yüzer, gidersin. Mehtaplı gecelerde şahap yıldızı gibi çakıp geçersin. Gözlerin uyku bilmez.

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

4

Almış başını gider bir bulut parçasısın, yelkensiz bir gemisin, geçeceğin yolları Hızır gibi bilirsin. En ağır şey sırtında bir tüy gibi hafiftir. Ey ciğer pârem, deve.

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

5

Dizginden hoşlanmazsm; kendi haline bırak, rahat rahat yürürsün. Aç ve susuz yürürsün, gece gündüz yürürsün. Bir yerde durmak seni hayli rahatsız eder.

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

6

Yemen’de akşamlarsın. Karen'de sabahlarsın, vatanın sert kumları ayağının altında bir yasemen gibidir. Ey Hutenİn ceylanı!

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

7

Bak ay artık yoruldu; dağ ardına çekildi. Doğu taraflarından sabahın ilk ışığı yavaş yavaş belirdi. Gecenin elbisesi yer yer sanki yırtıldı. Çölden bir rüzgar esti.

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

8

Nağmelerim güzeldir, duyan gönül açılır. Mızrabımdan uçuşan nağme cana can katar. Kervanların çanıdır. Gönülleri çoşturur. Kâbe yolcusu devem!...

Haydi biraz hızlıca;

Menzil uzak değildir.

Peyam-ı Maşnk'tan

Patron işçi kanından lâ'l yapar kendine

Köy ağaları köylüyü her an harap etmekte.

İnkilâp lâzım bize

Bize inkılâp lâzım

Şehrin şeyhi, elinde teşbih, evrad çekerek

Yüzlerce müslümanı tuzağa düşürüyor,

Saf cahil kâfir ise sapık bir brehmenin zünnarına bağlanmış.

Înkîlap lâzım bize

Bize inkilâp lâzım.

Beye bak, Sultana bak, hepsi hepsi kumarbaz.

Ellerindeki zarlar tamamen hilelidir.

Mahkûmların canını tenlerinden söktüler.

Onlar hâlâ uykuda.

İnkilâp lâzım bize

Bize inkilâp lâzım.

Va'iz mescidde halkı irşad ile meşguldür.

Oğluda medresede dersini okumakta.

Va'iz bir ihtiyardır; fakat kafası çocuk...

Oğlu bir gençtir; lâkin daha gençken bunamış

İnkilâp lâzım bize

Bize inkilâp lâzım.

Feryad ey müslümanlar, ilm-i feri fitnesinden

Cihanda Ehremenler çok ucuz., fakat yezdan..

Arada bul bakalım.

İnkilâp lâzım bize

Bize inkalâp lâzım.

Şu yüzsüz batıla bak!.. Hak yerine oturmuş

Yarasa kör gözü ile güneşe baskın yapar.

İnkilâp lâzım bize

Bize inkilâp lâzım.

Kilisede İsayı daraağacma astılar.

Muhammed Fâtihayı alıp Kâbeden göçtü.

İnkilâp lâzım bize

Bize inkilâp lâzım.

Bu asrın şişesinde ne zehirler gördüm ben

Öyle zehir ki bunlar, zehirli yılanları

Aman vermez öldürür.

İnkilâp lâzım bize

Bize inkilâp lâzım

Zaiflere verirler bazan kaplan kudreti

Kabarcık fanusundan alev fışkırmalıdır.

İnkilâp lâzım bize

Bize inkilâp lâzım.

Zebur-ı Acem'den.

Kör olmuştur bu cihan; Gönül denen aynadan Gafil ömür sürmede. Halbuki gören bir göz Evvelâ O'nu görür. Cihan ne kadar kördür. Gece; siyah, karanlık. Yollar karmakarışık. Yolcu, zavallı yolcu Ne yol bilir, ne de iz. Kervanın kılavuzu Çırpınır durur aciz.

Ham sevda rakip sarhoş; Aşık ise kör kandil. Haber getiren...sorma O da fitil mi fitil... Güzellerden bahs eden İşte bu zavallılar...

Gönlüm bir mü'min, iman Zevkini bilmiş tatmış. Yine gönlüm bir kâfir Şüphe batağına batmış. Müslümanlar, bi çare; İşim düştü gönüle. Bir gün bakarsın tufan

Olur gemime kaptan. Bazan bir ufak dalga Atar benim gemimi Sahilde kayalara.

Dalgaların gözü var; îşleri bilip yapar. Kim verdi gözü ona? İnci deniz dibinde Çörçöp çıkmış sahile

Kimse farkında değil; Yanıyor bu ciğerim. Ben bu korkunç azabı Senelerdir çekerim. Elimdeki iksiri Savurdum ben sahraya. Ne yazık oldu heba!

Gönlünde yepyeni bir Cihanın varsa eğer Haydi çıkar ortaya. Frenk âleminin var İçinde gizli yara.

Adım adım o âlem Yaklaşıyor mezara

Zebur-ı Acem'den

UYANIŞ

Derin uykuya dalan gonca, uyan, uyan kalk:

Nergis gibi gözünü açıp etrafına bak:

Safâ sarayımızı keder, talan etti bak:

Kuşlar ötüyor, uyan! Ezanlar okunmada.,.

Bu ateşli feryatlar:

Her tarafı kavurdu;

Her tarafta bir figan...

Uyan derin uykudan, Derin uykudan uyan!

Derin uykudan uyan!

Seher vaktidir, güneş ufukta yükseldi bak!

Şehrin kulağına kanlı bir küpe taktı.

Sahralardan, dağlardan, kafileler, kervanlar

Yola koyuldu uyan!..

Ey dünyayı gören göz, anlayan göz! Uyan da Gör ne haldedir cihan!

Uyan derin uykudan:

Derin uykudan uyan!

Derin uykudan uyan!

Bak bütün Şark ne halde;

Külü göğe savrulmuş...

Boğulmuş bir inilti; susuyor; eser yok Bu kaybolmuş bir feryad.

Bu toprakta her zerre bir muztarip nazardır.

Hindistan'dan isyan et, Semerkand'dan, Iraktan Hemedan'dan tuğyan et;

Bir hayat göster, canlan! Uyan derin uykudan! Derin uykudan uyan!

.                Derin uykudan uyan!

Sen ne biçim ummansın? ovalar gibi sakin! Böyle deniz olur mu? artmıyor, eksilmiyor. Kabaran dalgalar yok, timsahlar kaynaşmıyor, Böyle deniz olur mu? bu denizin yarılmış Göğsünden başı göğe eren bir dalga ol da

Ufuklara kanatlan

Uyan derin uykudan; Derin uykudan uyan! Derin uykudan uyan!

Bu nokta açmaktadır bütün gizi sırları: Bu toprak beden bir mülk, ruh-u revanı dindir. Tenle can birleşirse, ten diri, can diridir Kalkanı, seccadeni, kılıcını mızrağını

Ele alıp isyan et Uyan derin uykudan; Derin uykudan uyan! Derin uykudan uyan!

Ezeli kanunu Hak sana, emanet etmiş Allahın varsa eğer, sağı sen, solu sensin! O'nun serveti sensin, O'nun kudreti sensin! Topraktan yaratılan bir kulsun sen! Ey insan Lâkin zemin de sensin, evet zaman da sensin Hakka ermek sırrının şarabını iç ve kan!

Şüphe uçurumundan fırla; kendini kurtar!..

Ne duruyorsun davran! Uyan derin uykudan; Derin uykudan uyan! Derin uykudan uyan!

Feryad bu frenkten, onun gönül avlayan

Düzenlerinden feryad!

Feryad o şirinlikten, feryad o Husrevlıkten

Bütün cihan virane, onun zalimliğinden

Ey Kâ'be mi'marı, kalk

Bu dünyayı bir daha ma'mure haline koy.

Uyan derin uykudan;

Derin uykudan uyan!

Derin uykudan uyan!

Zebur-ı Acem'den

Cavid'e hitap

-1-

1-         Bu asır dini yağma ve perişan eden bir asırdar ve mahiyeti kafiranedir.

2-         Allah adamlarının eşiği padişapların sarayında daha güzeldir.

3-         Bu asır sihirbazlık asrıdır.

4-         Hayat pınarı kurudu. Artık gece şarabı nerede?

5-         Mekteplerde bakışları kamçı gibi müessir olan hocalar yok.

6-         Fakat sen zevki, hayatı ârifâne olan bir evin meş'alesisin.

7-         Eğer cevherinde levhid nuru varsa garbin ilminin sana bir zararı olmaz.

8-         Gül dalında terennüm et, şakı, amma dönüp geleceğin yer kendi benliğin olmalıdır.

9-         İnsan her katresi ayrı bir sonsuz derya olan bir denizdir.

10-      Çiftçi eğer tenbel ve rahatına düşkün olmazsa, bire yüzbin mahsul alır.

11-      Gafil oturma, oyun zamanı değil hüner kazanmak,

çalışmak zamanıdır. (Nizami)                                    

-2-

12-      Eğer sinemizde hararetli bir gönül yoksa hayatımız

olgunlaşmaz ham kalır,

13-      Eğer av çevik ve genç olursa avcının köhne tuzağı bir şeye yaramaz.

14-      Abı Hayat bu dünyada mevcuddur. Onu ele geçirmek için susamış olmak lazımdır.

15-      İnsan için hakiki tarikat onun ululuğu (izzet) dur. Fakrini ikmal için çalışmaktır.

16-      Canım evlâdım, şahin için sülüne köle olmayı kabul imkansızdır.

17-      Dünyada söz meta'ı (şiir) bulunmayan bir şey değildir. Yüzlerce En veri ve Cami vardır.

18-      Dünyada benim sermayem nedir? feryad ve figan.

19-      Beni Cihanın hürmetine mazhar eden sözlerimin doğru ve samimi olmasıdır.

20-      Yüksek bir nam ve şöhret miras sureti ile intikal etmez. Bu bir Allah vergisidir.

21-      Hz. Nizami oğluna ne güzel söylemiştir:

22-      Büyük olman icap ettiği yerde benim oğlum olman sana hiçbir fayda temin etmez.

-3-

23-      Bu gece ve gündüz imanlı bir insanın omuzlarına ne kadar ağır basar. Zira onun hepsinin devlet ve dini kumarbazlıktır.

24-      Amel ve işten sarhoş olmuş kul görünürde yok, laf kavafı çok ve baki.

25-      Eğer dünya lezzetlerinin fevkine çıkacak derecede himmet sahibi isen aslı Hicazlı (islami) olan fakri elde etmeğe çalış.

26-      Ancak bu fakrdir ki Hakkın "her şeyden müstağni"

vasfının insanda tecellisidir.

27-      Onun şahinlik makamı keklik ve kumru için ölüm

haberidir.

28-      Ancak bu fakr sayesinde akim gözü Ebu-Sina ve Razi'nin sürmesine muhtaç olmadan aydınlanır.

29-      Eğer yaradılışı Ayazlık (küçüklük ve düşüncesizlik) etmezse o fakr bize Mahmudun (Gaznevi) şevketini verir.

30-      Bu fakr senin dünyanın İsrafilidir. Fakat surunu çalmak istemez (yani seni diriltir ama, sur çalarak filân değil)

31-      Bütün gayretler, perde arkasında onun âlemi gayesi uğurunda harekete getiren bakışı sayesinde başarı ile neticelenenir.

32-      Bu gayretli; becerikli fakri ele geçiren, kılıç kullanmadan gazi olur.

33-      Mü'min ancak fakr sayesinde emir olmuştur. Bu fakri sana ihsan etmesini Cenabı Haktan niyaz et.

İlim ve aşk

1-          İlim bana: "aşk deliliktir" dedi.

Aşk ise: "ilim ancak bir zan ve tahminden başka bir şey değildir" dedi.

2-         Siz zan ve tahminin cazibesine kapılmamalı, kitap kurdu olmamalısınız. Aşk baştan başa huzur, ilim baştan başa perdedir.

3-         Kâinatın savaş meydanı aşkın harareti ile vücuda gelmiştir.

4-         Aşk sükûn ve sebat olduğu halde âlemin hayat ve ölümü ile ikizdir. İlim apaçık bir sualdir. Aşk ise gizli bir cevaba benzer.

5-         Fakrın ve dinin saltanatı aşkın mucizelerinden meydana gelir. Tac ve mühür (hakimiyet alameti) sahipleri aşkın hakir köleleridirler.

6-         Aşk hem mekandır, hem de o mekanda oturandır. Hem zamandır, hem de zemindir. Aşk baştan ayağa iman ve yakindir. İman ve yakin ise her başarının anahtarıdır.

7-         Aşk şeriatinde bir yerde konaklamak haramdır. Huzursuzluk, perişanlık, tufan, deniz aşk için helâl, fakat bir sahilde oturup dinlenmek haramdır.

8-         Aşk yalnız, çarpma, yıldırım ve şimşeği kabul eder, harman sahibi olmayı istemek ona haramdır.

9-         Aşk yalnız meşakkat ve mahrumiyetler içinde yaşar ve hiçbir maddi hedef gözetmez. İlim kitabın oğlu, aşk anasıdır (ümmü-1 -kitab)

Lâ İlâhe illallah

1-          Lâ İlâhe illallah, beşer "benliğinin" sırrıdır. Benlik bir kılıca, Lâ İlâhe illallah da bileği taşma benzer.

2-          Bu asır zamanının İbrahim'ini aramaktadır. Cihan baştan başa bir puthanedir. Fakat Allah'tan başka bir Hûda yoktur.

3-          Seni kâr've ziyan aldattı. Gurur ve tekebbüre düştün. Bilmelisin ki Allah'tan başka Hûda yoktur.

4-          Mal, zengenlik, maddeye bağlanak; bunlar bizim vehim ve zanlarımızm yarattığı putlardır. Lâkin Allah'tan başka Hûda yoktur.

5-          Akıl ve idrak zaman ve mekan tasavvurlarına saplanmıştır. Fakat ne zaman ne de mekanın asli bir varlığı vardır. Allah'tan başka Hûda yoktur.

6-          Bu "Allah'tan başka Hûda yoktur" nağmesi gül ve lâle mevsimine münhasır değildir. Bahar olsun hazan olsun Lâ İlâhe illallah nağmesi daima yükselecektir.

7-          Her ne kadar cemiyetimiz, yenleri içinde putları şaklarlarsa da bana Lâ İlâhe illallah, ezanını yüksek sesle haykırmak emri vermiştir.

Darb-ı Kelim'den

KÖLELERİN NAMAZI

(1930'larda Türk Kızılay Heyetinin Lahor'a gelişi dolayısıyla kaleme alınan şiir)

Türk mücahidi namazdan sonra bana.

"İmamlarımızın secdesi neden bu kadar uzun olur?" diye sordu

O saf mücahid, o hür mü'min:

Kölenin namazanın ne olduğunu bilmiyordu.

Özgür insanların dünyada (yapabileceği) binbir işi vardır;

Ulusların düzeni onların çalışma zevkine dayalıdır.

Kölelerin vücudu çalışma zevkinden mahrumdur

Kölelerin gece ve gündüzleri boşa geçer

(Hintli İmamların) secdeleri uzunsa bunda şaşılacak ne var?

Zavallıların yapacağı başka bir işi var mı ki?

, Allah Hintli İmamlara.

Millete yeni bir hayat müjdesi veren bir secde nasip etsin!

Armağan-i Hicaz'dan

DOĞU İLE BATI

Burada hastalığın nedeni Kölelik ve Taklitçiliktir.

Orada ise hastalığın nedeni demokratik düzendir.

Ne Doğu ne de Batı Bundan Müstesna değildir

Tüm dünya dertten kıvranıyor

Armağan-i Hicaz'dan

DUA

Ya Râb, müslümanlara öyle zinde bir arzu verki

Yüreği yansın ve ruhu çırpınsın

Faran (Hicaz) vadisinin her zerresini yeniden ışıldat

Yine seyir şevki ver yine ısrar zevki ver

Manzaradan mahrum olana yine görebilen göz ver

Gördüklerimi başkalarına da göster

Yolunu kaybetmiş ceylanı gene Harem'e doğru götür

Bu şehirliğe çöl genişliği ver

Yalnız olan kalbine gene mahşeri gürültü ver

Boş olan bu taht-ı revana yine Leyla gibi bir güzel ver

Bu çağın karanlığında her ızdırapiı kalbe

Ay'ı bile mahcup eden bir sevda ver

Hedeflerini yükseklik bakımından Süreyya'ya eşit kıl

Ona sahilin vekarını ve ırmağın özgürlüğünü ver

Sevgisi karşılıksız olsun

Doğruluğu atik olsun

Sinelerini aydınlat

Kalblerini kadeh gibi yap

Güçlük belirtilerine duyma hissi ver

Bugünkü gürültüler arasında geleceğin endişesini ver

Ben talan olmuş gül bahçesinin bülbülüyüm

Etki yapmayı arzuluyorum, muhtaç olana Rezzak versin

Armağan-i Hicaz'dan

İSLAM BELDELERİ

Delhi toprağı dertli insanlar için söcde yeridir

Her zerresinde seleflerin kanı vardır.

Bu viraneye dönmüş gül bahçesinin toprağı neden temiz olmasın

Bu toprak islamiyetin büyüklüğünün mezarıdır (simgesidir)

Bu toprakta Hayır-ül Ümem (Hz. Peygambir)'in hükümdarları

' yatıyör

O hükümdarlar ki dünya düzeni onların hakimiyetiyle kaimdi '

Sıcak sohbetin anısı hala yüreği hoplatıyor

Mahsul yanmıştır ama anısı hala yaşıyor

Gerçi Cihanabad (Eski Delhi)’da müslümanların uğrak yeridir

Ancak bu şerefi Bağdat da hakkeder

Bu öyle bir bahçedir ki

Çöl lalesi denilen Hicaz uygarlığı onun için iftihar vesilesidir

Buranın toprağı İrem (Cennet)'e neden rakip olmasın

O toprak ki üzerinde Peygamber'in haleflerinin ayak izleri vardır

Her goncası bir bahçeyi andıran gül bahçesi işte budur

Roma'yı titretenlerin gömüldüğü yer burasıdır

Kurtuba toprağı da müslümanın gözünün nurudur

O Kurtuba ki Batı'nın karanlığında Tur meş'alesi gibi ışık saçardı

Sönünce müslüman milletin evini viraneye çevirdi

(Buna karşılık) Bugünkü uygarlığın fenerini yaktı

Bu medeniyetin mezarı işte bu temiz topraktır

Öyle ki Avrupa'nın gül bahçesinin kökü bu topraktan su alır

Kostantiniye (İstanbul) toprağı, yani Kevser'in diyarı

Ümmetin Mehdi'sinin setvetinin parlak timsali

Harem (Kâbe) toprağı gibi bu toprak da tertemizdir

Leylak sahibi (Hz. Peygamber'in lakabı)'nın haleflerinin makamadır

Buranın havası gül kokusu gibi temizdir

(Ebu) Eyüp Ensari'nin türbesinden şu ses geliyor:

Ey müslüman. ümmetin kalbi bu şehirde atar

Bu şehir yüzyılların kanlı savaşlar sonucu elde edilmiştir

Ama ey (Hz.) Mustafa (s.â.v)'nın gömüldüğü belde, sen öyle

bir topraksın ki

Seni görmek bile Hacca Ekber'den daha büyük bir şereftir

Bu fani dünyada sen elmas gibisin sen

(Büyük Pcygamber’in) doğuşunun şerefine nail olmuşsundur

O azametli şeyhinşah ki dünya onun eteğinde (sayesinde)

huzura kavuştu

Senin topraklarında rahatı bulmuştur

Onun taraftarları olan kimseleri dünya hükümdarı, ve

Kayser'e halef. Cem (Pers İmpratoru)'in tahtına da varis oldular

Ah Yesrip (Medine), müsiümanların anayurdu ve mercii sensin

Tesir ışınlarının mihrak noktası sensin

Dünyada sen var olduğun sürece biz de varız

Bu bahçenin şafağı sen isen, orada çiy incileri de vardır. .

Armağın-ı Hicaz'dan

EDİRNE KUŞATMASI

Avrupa'da hak ile batıl arasında savaş başlayınca

Hak, kılıcına sarılmaya mecbur oldu

Haç tozu hilal çevresinde "hâle" kurdu**'

Şükrü (Paşa) Edirne kalesinde mahsur kaldı

Müslüman askerlerin zahiresi tükendi

Umut çehresi gözden uzaklaştı (ümetleri kalmadı)

Nihayet Türk ordusu kumandanın emriyle

Şehirde örfi idare kuruldu

Herşey ordunun anbarlarına taşındı

Şahin, zayıf kuşun yemine muhtaç oldu

Lâkin şehir fakihi (müftüsü) bunu öğrenir öğrenmez

Hiddetinden Tur gibi parladı

"Zımmi'nin malı müslamana haramdır"***'

Bu fetva tüm şehirde yayıldı

Asker, yahudi ve Hıristiyanların mallarına (bir daha) dokunmadı

Müslüman Allah'ın emrine uymaya mecbur kaldı

Armağan-i Hicaz'dan

**> Hâle : Ağıl

***' Zımmi: Müslümanların himayesinde yaşayan gayrimüslimler.

MİLLİ MARŞ

Çin bizim, Arabistan bizim, Hindistan bizimdir

Biz müslümanız, tüm dünya anayurdumuzdur

Sinemizde Tevhid'in emaneti vardır

Adımızın sanımızın silinmesi kolay değildir

Dünya tapınaklarında Allah'ın o ilk evi (Kâbe)

Biz onun koruyucusu, o da bizim koruycumuzdur

Biz kılıçların gölgesinde yetişmişizdir

Hilal'in hançeri ulusal armağanımızdır

Batı'nın vadileri ezanımızla çınladı

Kimse selimizi durduramazdı (sel gibi akıyorduk)

Batıldan korkmayız biz, ey felek

Yüzlerce defa imtihanımızı yapmışsmdır

Ey Endülüs (İspanya)ün gül bahçesi

Dallarında yuvalarımızın bulunduğu günleri hatırlar mısınız?

Ey Dicle dalgasi sen de bizi tanırsın

Senin nehrin hala öykümüzü anlatır

Ey mukaddes toprak! senin onurunu korumak için kendimizi

feda ettik

Damarlarında hala kanımız var

Kervanımızın lideri Hicaz Emiri (Hz. Peygamber) dif

Rahatımız için o tek is’me borçluyuz.

İkbal'in nağmesi uykudan uyandıran bir sesleniştir

Kervanımız yine yola çıkıyor

Armağan-ı Hicaz'dan

HZ. PEYGAMBER İN HUZURUNDA

Bu zaman hengamesi bana ağır geldi.

Pilimi pırtımı toplayarak bu dünyadan göçtüm

Hayatımı akşam ve seher sınırlarının içinde geçirdim.

Ama dünyanın eski düzenini öğrenemedim

Melekler beni Hz. Peygamber'in huzuruna götürdüler

Rahmet ayetinin sahibinin önüne çıkardılar

Hz. Peygamber buyurdu, "Ey Hicaz bahçesinin bülbülü

Senin Her goncan, senin terennümünün ateşiyle ısındı

Senin gönlün her zaman aşk şarabıyla çoşkundur

Senin çoşkunluğun (Allah'a) secde ve niyazda bulunmaktır

Sen dünyanın alçaklığından göklere doğru uçtuğun zaman

Melekler sana yüksekliğin sırrını öğrettiler

Cihan bahçesinden çıkıp bana bir koku gibi yaklaştın

Söyle bana ne gibi bir hediye getirdin" (dedi)

(Dedim) " Ya Muhammed, dünyada yok rahatlık Bütün özlemlerimden umudu kestim artık

Varlık bahçesinde binlerce gül, lale var

Ama ne renk, ne koku... Hepsi de vefasızdır

Yalnız bir şey getirdim, kutlanmıştır tekbirle

Bir şişe kan ki eşi yoktur cennette bile

Bu senin ümmetinin namusu, vicdanıdır

Bu, Trablus şehidinin kanıdır"

Armağan-ı Hicaz'dan

AKIL VE GÖNÜL

Akıl bir gün gönüle söyledi

Yolunu şaşıranın kılavuzuyum ben

Yerde olmama rağmen göklere giderim

Bak ne kadar yükseklere tırmanırım ben

Dünyada benim görevim kılavuzluktur

Hızır gibi hızlı ve hareketliyim ben

Hayat bir kitapsa yorumcusuyum ben

Cenab-ı Hakk'ın şanının bir cilvesiyim ben

Sen nesin ki, yalnız bir kan damlasısm.

Halbuki paha biçilmeyen bir elmasım ben

Bunları duyunca kalb dedi ki:

Benim ne olduğumu görmüyor musun sen?

Doğru, sen hayatın sırrını bilirsin

Ama onu gözümle görürüm ben

Sen yalnız dışıyla ilgilenirsen

Ben ise içine dalarım

İlim senden ise irfan bendendir

Sen Allah'ı ararsın, ben ise Allah'ın örneğiyim

İlmin sonu huzursuzluktur

Bu hastalığın ilacıyım ben

Gerçekler dünyasının mumusun sen

Güzellik diyarının ışığıyım ben

Zaman ve mekan bağıyla bağlısın sen

Göklere uçan özgür bir kuşum ben

Baksana benim yüsek mevkiime

Rabb-ı Çelil (Allah)in sırdaşıyım ben

Armağın-ı Hicaz'dan

BİR GENÇ İÇİN

Salonun avrupa tarzıdır senin halıların İran malıdır.

Gençlerin tembelliği ile eğlenceye düşkünlüğü bana kan ağlatmaktadır.

Beylik bir yana sultanlığa da konsan ne çıkar?

Çünkü sende ne Haydar'ın kuvveti ne de Selman-ı Farisi'nin gözüpekliği vardır!

Bunları yirminci asrın medeniyetinde aramak boşuna;

Ben onları yalnızca islaının miracı olan gözü peklikte bulmuşumdur.

Şahin şuhluluk gençlerde teşekkül edince,

Kendi mevki ve değerlerinin göklerde olduğunu göreceklerdir.

Ümitsiz olan, ümitsizlik ilmin ve irfanın yokoluşudur, Ümıd Allah yolunda olanlar için bir cevherdir.

Ey İslam genci! yuvan kraliyet saraylarının kubbeleri üzerinde değildir.

Kartalsın sen, daha yükseklerde, dağların zirvesinde yaşamaiısındır!

Babı Cibril'den

DİN VE SİYASET

Ruhbanlık idi Hıristiyanlığın temeli.

Peki o fakirlik ruhunda bugünkü maddecelik de ne kı?

Halbuki maddi azamet krallıkla ruhbanlık iki düşmandı.

Sultanlık azamet ve gururu ruhbanlık zillet ve meskeneti

temsil ederdi.

Papanın itiraz ve protestosuna hiç mi kulak asmadan, Neticede barış olsun diye ayırdılar siyasetten dini.

Nefsaniyyetin tahakkümü ile pis arzuların zorbalığından başka.

Din devletten ayrılınca ne oldu sanki?.. .

Bu ikilik hüsrana uğratacaktır vatanı ve dini!

Bu ikilik şaşırtacaktır basireti ve medeniyyeti!                                      .

Şu müthiş, sözüne bak o çölde yaşamış olan güneşin, Maneviyat bir aynadır hükümdarlığa yol gösterici.

Cüncyd'lik Erdeşir'lik bir olmalıdır,-

Böyle sağlanır ancak bu insanlığın selameti.

Baki Cibril'den

Ali Murtazanın isimlerinin sırları.

       İlk müslüman, erlerin şahı (şeh-i merdan) Ali, aşkın iman sermayesi Ali.

       Onun hanedanına karşı duyduğum muhabbetle yaşıyorum Bu sevgi iledir ki cihanda inci gibi parıl parıl parlıyorum.

       Bir nerkisim ki onun temaşası ilem kendimden geçip gitmişim. Onun hıyabanında koku gibi avare dolaşıyorum.

       Benim toprağımdan zemzem fışkırırsa ondandır. Eğer benim asmamdan şarap dökülürse ondandır.

       Ben bir toprağım; fakat onun sevgisi (güneşi) ile ayna haline gelmişim. O kadar şeffafım ki göğsümün içindeki sesi, terennümü görmek kaabildir.

       Peygamber, onun yüzünden uğur buldu, ,Hak milleti, onun azameti ile nur ve revnak kazandı.

       Onun emri, din-.i mübin kudretini haizdir. Kainat onun hanedanından usul ve ayin aldı.

       Hak elçisi ona Bû Türab adını verdi. Allah Kuranda ona Yedullah (hakkın eli) ünvanını verdi. ,

       Ali'ye verilen isimlerin sırrını ancak hayatın içindeki hakikatlerde eren insan anlayabilir.

       Ten adi verilen bu karanlık toprak, ki akil önün zulmünden feryad edip duruyor.

       O karanlık toprak ki feleklere yükselmeğe namzed olan tefekkürü,.yerlerde sürünmeğe mecbur ediyor; gözleri kör, kulakları sağır ediyor.

       O karanlık toprak ki elinde heves adında iki yüzlü bir kılıç. Hak yoluna gidenlerin yollarını kesip onları hezimete uğratıyor;

       İşte o Allahın Arslanı bu toprağı fethetti. Bu karanlık çamuru iksir haline getirdi.

       Murteza ki hak, onun kılıcı sayesinde parıl parıl parlar: ten iklimini fethettiği için Bû Türab adını almıştır.

       Hiç bir şeyden yılmayıp döne döne hücum eden bir bahadır, Karrar olduğu için memlemet fethetmiştir. Onun cevherinin yüz suyu nefsine hakimiyetidir.

       Cihan ufuklarında Bû Türab olan kimse, güneşi garpten şarka döndürür; mahrekini değiştirir.

       Bu ten bineğine sıkı eyer vurup oturan insan, devlet yüzüğünün üzerine yüzük taşı gibi kurulur.

       Bu âlemde Hayberleri fethedecek bir azamet, onun ayağının altına serilmiştir. Öteki âlemde onun eli kevser dağıtır.

       Kendini bildiği için bu âlemde Allahın eli olmak kudretini kazanmış ve bu kudretle padişahlar padişahı olmuştur.

       Onun zatı, ilimler şehrinin kapısıdır.[21]

Hicaz, Çin, Rum onun emri altındadır.

Müslüman kadınlarına hitap

       Ey örtüsü, bizim namusumuzun perdesi olan müslüman kadını, senin parıltın bizim fanusumuzun sermayesidir.’

       Senin temiz yaradılışın; bize Hakkın bir rahmetidir. Dinin kuvveti, milletin temelidir.

       Çocuğumuz, sütten kesilir kesilmez ona evvelâ Lâilâhe illallâhı sen öğrettin.

       Senin muhabbetin, bizim tavrımızı, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eder,

       Senin bulutunda yerleşmiş olan bizim şimşeğimiz; dağlarda çaktı; sahralarda koştu.

       Ey hak dini nimetlerinin kendisine emanet edildiği İslam kadını, hak dininin yanan aşkı senin nefeslerindedir.

       Bugünkü devir, mürai; dışı süslü, içi çirkin ve hilekardır. Onun kervanı, din malının yolunu vurur.

       Onun anlayışı kördür ve Allahı tanımaz. Ancak insaniyet vasfından tecerrüt edenler onun zincirine bağlanmışlardır.

       Gözü küstah ve pervasız bakar. Kirpiklerinin pençesi bir yakaladı mı bir daha bırakmaz.

       Ona avlanmış olan kendini hür sanır. Onun eliyle ölen kendini diri sanır.

       Cemiyetin fidanına su veren sensin. Milletin sermayesini muhafaza eden sensin.

       Ticaretinde kâr ve zarar düşünme, babalarının yolundan zinhar ayrılma.

       Hayat, felek çok haşin ve kudretlidir. Buna karşı daima uyanık olarak evlatlarını yetiştir.

       Daha kanat açmayan bu çemen evlatları, yuvalarından uzak düşmüşlerdir.

       Senin yaradılışının ulvî cazibeleri vardır. Akılâne hareket et, Hazret-i Batıma, müslüman kadını için bir örnektir.

Ondan gözünü ayırma.

• Ta ki senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin;
gülistana eski mevsimi getirsin.

Runıuz-i Bihodi'den

RUBAİ

Hasan'ın babası Ali'den öğrendim bu nükteyi ben, Ruh ölmez bedenin ölmesinden!

Güneşte ışık:devamlı kalır mı hiç,

Güneş bizar olmuşsa kendi ışığından!

RUBAİ

Rabbim ecdadın gönül cezbesini ihsan et!

Lâ yahzenûn zümresine idhal et!

Çözdüm aklın kör düğmelerini,

Sevgili Allahım beni cünûn sahibi et!..

RUBAİ

Bazan yersiz yurtsuz avaredir aşk,

Bazan şahlar şahıdır Nuşirevan'dır aşk,

Zırhını kuşanır ortaya atılır bazan;

Bazan çıplaktır oksuzdur kıl içsizdir aşk!

RUBAİ

Gençlere seher feryadlarını bağışla.

Kol kanat ve tekrar bu şahim yavrularına!

Biricik arzum şudur ki Allah'ım benim.

Basiret nurum bütün müminlere ulaşa!..

RUBAİ

Sevgiyle vefayla doldur gönülleri,

İlahi sırlara aşina eyle bizi.

Arpa ekmeği nasib ettiğine:

Bağışla bir de Haydar'ın kuvvetini!

RUBAİ

Allah'ım kurt kuş dünyasıdır dünya senin, Dünyam feryadıdır çığlığıdır seher vaktinin!

Senin dünyanda mahkumum, mecburum, kulum;

Benim dünyamda ise saltanatın vardır senin!

Bal-i Cibril'den

(KURTUBA CAMİİ NDE YAZILMIŞTIR)

Bismillahirrahmanirahim

DUA

İşte bu benim abdestim, işte bu benim namazımdır, Feryatlarımda ciğerimin kanı vardır!

Gönlü temiz olanlarla sohbet, nur huzur ve sevinçtir, Irmağın kenarındaki lâle sarhoş ve yanış doludur.

Aşk yolunda kim kimin arkadaşıdır?

Benimle beraber yalnızca aşkım kalmıştır!

Yuvam, sultanların ve vezirlerin sarayı değil, Yuvam da, yaptığım dal da ilahi aşkımdır.

Göğsümdeki "Allah hu" ateşi şendedir.

Senin yüzünden hayatım baştan başa dert, elem, ızdıraptır.

Senden dolayı, yakam kıyamet sabahının ufkudur sanki, Yalnız seni istemekle, yalnız seni aramaktayımdır.

Yanımda sen olmazsan şehir baştan başa harabe;

Sen olursan, o harabe evler ve mahalleler de saraydır.

Bana tekrar o eski şarabı sun ki ben;

Sürahi ve kadehi kırdıktan sonra onu aramaktayımdır!

Ey saki! Celveti ve Halveti müridlerinin testisi, Senin keremli bakışını bekliyor çoktandır!

Kendi mekansız olduğu halde, beni mekanla yarattı diye;

Cünûnum rububiyyetinden şikayetler etmektedir.

Şiir ve felsefe, sevgilinin yüzüne söylenemeyen.

Bir aşk ve muhabbet sözünden başka bir şey değildir.

Bal-i Cibril'den

KURTUBA CAMİİ

Gece ile gündüz zinciri, hadiselerin görünüş tablosudur, Gece ile gündüz zinciri, hayat ile ölümün aslıdır.

Gece ile gündüz zinciri iki renkli ipek ipliğidir sanki, Bunlardan örer zat-ı ilahi kendi sıfatlarını elbisesini.

Ezel sazının tellerinden çıkan feryat!ir g.-çc de gündüz zinciri, Bunlarla yapmakta Allah teala tiz. vc : tcnni.

Bu beni de seni de kontrol etmektedir.

Gece ve gündüz zinciri, kainatın sarraf id r

Senin ayarın düşük, benim de ayarım bozuksa eğer:

Ölüm senin fermanındır, beni de fermanımda'.

Allahım, senin gece ile gündüzünün aslı astarı nedir?

Gecesi ve gündüzü olan bir zaman akışı değil midir?

Geçicidir sanatın da tekniğin de bütün harikaları,

Yoktur yoktur dünya işlerinin kalıcılıkları.

Her şeyin önü de sonu da zahiri de batını da fânidir, Yapılan eski de olsa yeni de olsa son durağı yine faniliktir.

Buna rağmen Allah dostlarının eseri olan eşyada, Bir ölümsüzlük bir ebedilik vardır adeta!

Allah dostlarının her işinin olgunluğa gidişi aşktandır.

Aşk hayatınla kendisidir, ölüm ona haramdır.

Gerçi zamanın akışı pek hızlıdır her şeyi silip götürmektedir;

Ama aşkın kendisi diğer selleri durduran bir büyük seldir.

Aşk takviminde geçip giden asırlardan, Başka zaman mefhumları da vardır adı olmayan!

Aşk Cebral'in nefesi, aşk Mustafa'nın kalbidir, Aşk Allah'ın kelâmı, Aşk Allah'ın Peygamberidir!..

Topraktan olan insan aşkın cezbesinden canlıdır,

Aşk katıksız bir şarap, aşk cömert bir şarap bardağıdır!

Aşk Kabe'nin fakihi, aşk orduların önderdir,

Aşk binlerce uğrak yeri olan bir gezgr dır.

Hayat sazından gelen nağme aşk ızrabınnm vuruşundandır, Hayatın nuru saadeti aşktan, ar ¥>ı alemi yine aşktandır.

Ey Kurtuba Camii senin varlığın aşktandır, Aşk büsbütün devamlılıktır, onda fanilik yoktur.

Renk ya da taş tuğla, saz ya da kelime ve ses olsun hepsi bir, Sanatın harikalığı ciğer kanından meydana gelmesidir!

Ciğer kanıyla taş sütunları gönül olur,

Ciğer kanından ses-yanış, neşe ve nağme olur.

Ey.Kurtuba! fezam gönül açıcı, şiirim göğüs yakıcıdır, Senden gönüllere huzur, benden de heyecan ve yanış vardır.

Arş-ı Aladan daha kısa değildir, insanoğlunun göğsü imanla dolarsa;

Her ne kadar bu topraktan yaratık gök kubbe ile bağlanmışsa da!..

Melekler daima secdede bulunuyorlarsa ne var sanki?

Onların nasiblerinde secdelerin yanış ve yakılışları yok ki!

Hintli bir fakirim aşkıma ve cezbeme bak benim,

Salât ve selâma durmuştur kalbim ve dilim!

Aşk dilimdedir benim, aşk üflediğim ney'imdedir benim, "Allah hu" nağmesi kanımda, damağımdadır benim.

Ey Kurtuba! güzelliğin ve azametin kahraman bir insanın alametidir,

Sen güzel ve azametlisin, seni yapan da güzel ve azametlidir.

Senin mimarin ebedi, sütunların sayısızdır,

Sanki Şam yaylasında hurma ormanı gibidir.

Senin çatı ve kapına Sina çölünün ışı vurmuştur sanki,

O yüksek ve güzel minaren Cebrail'in tecelli yeridir sanki.

İslam milleti hiçbir zaman yok olmayacaktır,

Çünkü ezanlarında Musa ile İbrahim'in sırrı tecilli etmektedir.

Onun vatını sınırsız bütün dünya onun ufku gediksizdir, Denizin dalgaları Dicle, Nil ve Dinyeper nehirleridir.

Ne hayret vericiydi o müslümanların devri;

Medeniyetleri inanılması güç bir efsane gibiydi.

Köhne devirlere göç emrini verdiler.

Manevi zevk sahiplerine neşe cezbe vermiştiler.

Ve aşkın savaş meydanlarında onlar müthiş süvarilerdi, Onların şarapları tertemiz, kılıçları çok keskindi.

Zırhları "la ilahe illallah" olan erlerdi.

Kılıçların gölgesinde sığınakları yine tevhid idi.

Ey Kurtuba! sırrı seninle aşikar olmuştu mü'min'in, Gündüzlerinin vecd, gecelerinin yanış ve yakılış dolu olduğunu gösterdin!

Yüksek olduğunu makamının, ulvi olduğunu hayalini, Aşkını, neşesini naz ve niyazını sen gösterdin.

Allah dostlarının eli, Allah'ın elidir;

İş becerir iş yapar işi halleder ve galip gelir.

Bugün bile o memlekette ahu gözlüler pek çoktur, Ve gözlerin okları bugün bile tam yüreğe dokunur!..

O Endülüs'ün havasında hâlâ Yemen'in kokusu’var, Onun şarkılarında hâlâ Hicaz ahengi var!

Ey Kurtuba! Yıldızlara göre senin zeminin gök kubbe gibidir, Binlerce ah! ki asırlardır senin fezan ezansız beklemektedir!

İslam'ı tekrar buraya getirecek aşkın tufan gibi ordusu sert canlı,

Hangi duraklarda, hangi konaktadır, nerede kaldı?..

Almanya dinde reform hareketini, inkilabını gördü, O inkilab ki köhne devrin bütün izlerini silip, süpürdü..

Hıristiyanların papa'sının günahsız olduğu iddiası çürütüldü;

Bu çok nazik fikir gemisi aldı yürüdü.

Fransa'nın da gözü o müthiş inkilabı gördü,

O inkilap ki Avrupa dünyasını başka bir çehreye döndürdü.

Gelişen İtalyanlar da köhne fikirlere tapmaktan vazgeçti.

Yenilik lezzetinden o da tekrar gençleşti.

Müslümanın ruhunda bugün o devrimlerin dalgalanması vardır,

Lisan izah edemez; bu Allah'ın bir sırrıdır.

Denizde tufan kopmak üzere derinliklerde ne çıkacak bakalım, Gök rengini değiştirecek mi, bekleyip anlayalım!

Dağ yamaçlarında bulut gurubunun kurnazlığına boğulmuş, Güneş sanki Bedahşan yakutundan bir yığın alev koymuş.

İlahi sıfatları kuşanan kul, insan görünüşlü melektir, İki dünyada da kimseye minnet etmez, tok gönüllüdür.

Arzuları azdır onun, gayeleri çok yüksektir,

Bakışları gönül okşayıcı, tavırları büyüleyicidir.

Onun konuşması sıcak kanlı hakkı arayışta heyecanlıdır, Sohbet meclisinde de savaş meydanında da mü'min iyi kalbli ve iffetlidir.

Allah ehlinin gerçek imanı, hakkın bu dünyaya aksedişidir. Yoksa bu dünya bir efsane, vehim ve sahte oluştan ibarettir.

Mü'min kul, akim uğrak yeri aşkın ta kendisidir, Kâinat dizisinde meclisin ateşi ve hareketidir.

Ey Kurtuba Camii! Sanat aşıkların Kâbesi, İslam'ın azametisin,

Endülüs toprağı harem mertebesine çıkmıştır varlığınla senin!..   .

Eğer yeryüzünde varsa bir benzerin,

Müslümanın kalbindedir o da bulunmaz başka yerde eşin!

Ah! o hak yolcularım; Asil İslam izindeydiler,

Onun yüce ahlakının, doğruluğunu ve imanının örneği idiler.

Şu sade hakikati ortaya koymuştur onların hükümdarlığı;

Krallık değil fakirliktir, gönül ehlinin saltanatı.

Doğuyu ve batıyı onların görüşleri terbiye etmiştir, Avrupa'nın karanlık çağında onların aklı yol göstermiştir.

Bugün bile İspanya'lılar onların kanının geliştirdiğindendir, Hoş gönüllü tatlı hareketli açık ve temiz kimselerdir.

Köylü kızın şarkısı sade ve yıkıcıdır,

Gençlik devri gönül gemisi için bir sel gibidir.

Ey Kurtuba'mn önünden akıp giden Kebir Irmağı, kenarında senin,         -

(İkbal diye) Biri oturmuş rüyasını görmektedir bir başka devrin.

İstikbal henüz mukadderat perdesi altında gizlidir,

Gözlerimin önünde onun seheri perdesizdir!

Eğer fikirlerimin üzerinden perdeyi kaldırırsam görülecektir, Avrupa benim kehanetlerime tahammül edemiyecektir.

Kendisinde devrim olmayan hayat ölüm demektir, Milletlerin hayatı devrim çırpınışlarını gerektirir.

Kendini kontrol edebilen her millet hayatta kalabilir, Kaza ve kader elinde keskin bir kılıç gibidir.

Ciğer kanı olmadan her iş eksik ve bozuktur,

Çiğer kanı olmadan şairlik de sevdaların en boşudur.

Bal-i Cibril'den

LENIN ALLAH'IN HUZURUNDA

Ey yerde ve gökte varlığının alametleri alan Allah.

Şüphesiz var olan, tek olan, ebedi olan Allah!

Değişmekteydi daima filozofların akıl teorileri, Bu yüzden nasıl anlayabilirdim varlığını, sem?

Şuna inandım ki ister astrolog, ister biyolog olsun.

Yaratılışın ezeli nağmesinden, hepsi de birer yoksun!

Kilisenin hurafesi zannetiğim ahiret gününe, Bugün gördüğüm için inanıyorum gözlerimle!

Biz gece ile gündüz düğümlerinde bağlanmış kullarız, Sen asırları ve zamanları süsleyensin şüphesiz!

Filozofların kitaplarında çözemedikleri soruya,

Değinmek istiyorum izin buyurulursa,

Gök kubbenin altında yaşadığım sürece;

Diken gibi kalbime batıp durdu bu mesele.

Ruhun içinde fikirler iyice dalgalandığında, İnsan kendini alamıyor söylemekten açıkça!

Sormak istediğim; mabudu olduğun hangi insandır?

Gök kubbenin altında yaşayan topraktan yaratılmış insan mıdır?

Doğuya hakim olan beyaz Avrupalılar,

Batıya hakim olan pırıl pırıl madenler

Avrupa'da ilim ve sanat çok ilerlemiştir,

Ama bu karanlık Avrupa hakikat çeşmesinden nasipsizdir.

Yapı güzelliği temizlik ve süs bakımından,

Banka binaları çok üstündür kiliselerden!..

Görünüşte ticaret aslında kumardır,

Birine kazanç binlercesine ölümden daha acıdır.

Bu ilim ve felsefe, bu hükümet ve demokrasiyle batılılar, Doğuya eşitlik dersi verip, kanlarını içiyorlar!

Nihayet doğuda işsizlik çıplaklık ayyaşlık ve iflaslar arttı, Avrupa medeniyetinin yaptığı bunlar az mıdır, az mı?

Bir millet ilahi feyizden yoksun kalırsa yükselişi maddede kalır,

Makine hakimiyeti ise kalbin en gaddar celladıdır!

Aletler insanların insanlığını mahvediyor;

Zenginlerin paraya güvenmeleri ise, takdir önünde hiç kalıyor.

Dünyanın temelleri sarsılmağa başlamıştır,

Politakacılar artık oturmuş kara kara düşünmektedir.

Akşam üstü Avrupalmın çehresinde gözüken kızıllık nedendir?

(Sıhhat ve karın tokluğundan değil) Ya şaraptan ya da pudradandır!

Allahım sen kadir ve adilsin ama senin dünyanda, İşçi kullarım vakitleri acılar içinde geçiyor daima!

Kapitalizmin gemisi ne zaman batacaktır?

Dünyan çalışanın karşılığının verileceği günü beklemektedir! ..

(Bu marş Lenin'in insanların durumunu Allah'a şikayet edişinden sonra, meleklerin şikayeti tetkik ederek Allah'a arz edişlerini dile getirir?)

Akıl hala gemsiz, aşk hala yersiz, yurtsuz,

Ey ezeli yaratıcı Allahım, güzel yarattığın insan hala kemalsiz.

Allah'ın arzında insanlar dindar, rind, zengin ve fakir diye parçalanmışlar,

Senin dünyanda bunlar hala zaman düğümünde boğulmuşlardır.

Zengin kulların servetin sarhoşu, fakir kulların sefaletin kurbanı,

Zavallı fakirler hala başıboş, işsiz, zenginler eğlencededirler devamlı.

Alimler, dindarlar, sanatkarlar, hepsi de nefislerinin esiridirler,

İnsanları sevmek bütün zorlukları yenerdi ama o da herkeste yoktur.

Hayatın cevheri aşktır, aşkın cevheri de benliktir.

Yazık, keskin bir kılıç olan bu benlik henüz kınında beklemektedir!..

ALLAH'IN EMRİ

(Melekler durumu Allah'a arzedince,

Allah'ın meleklere nasıl emir verdiği dile getirilmektedir.)

Ey melekler kalkınız, benim dünyamın fakirlerini uyandırınız,

Zenginlerin villalarının kapı ve duvarlarını sarsınız.

Ezilen fakirlerin kanını yakîn iman ile ateşlendirin,

Cılız ve zayıfça serçeleri kartallarla çarpıştırınız!

Halkın kendi kendini idare etme zamanı gelip çatmıştır,

Eskimiş köhne devirlere ait ne bulursanız yok ediniz.

Köylüye rızkını vermeyen her bağın,

Bütün üzüm çubuklarını yakınız!

Neden yaratanlar yaratılan arasına perde gerilsin?

Kilise zorbaları papazları kiliselerden çıkarınız!

Hakka secdeler ruhsuz, putlara övgüler ve tapınmalar asılsız,

En iyisi haremin de puthanenin de lambalarını söndürünüz!

Mermer yığını ibadethanelerden bıkkın ve hoşnutsuzum,

Benim için topraktan bit Kâbe daha yapınız!

Yeni Avrupa medeniyyetinin ruhu ve özü ayyaşlıktır;

Bunu yıkmak' için şark şairine cezbeyi ve söz usûlünü öğretiniz!

Bal-i Cibril'den

bibliyografya

Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ank. 1992

Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerin Kelami Problemlere Etkileri, İst. 1992.

Akif, Mehmet, Safahat, Haz. Ömer Rıza Doğrul, İst. 1987.

Akseki, Ahmet Hamdı, Ahlak İlmi ve İslam Ahlâkı, sadeleştiren: Ali Aslan Aydın Ank. 1991.

Altıntaş, Hayrani, İbni Sina Metafiziği A.Ü.İ.F.Yay.Ank.1985   .

Altıntaş, Hayrani, İki Müslüman Şair M. Akif, M. İkbal, Milletler Arası İkbal Sempozyumu, İspanya 1992.

Altıntaş, Hayrani, Erzurumli İbrahim Hakkı, İst. 1992, . M.E.B. Yay.

Altıntaş, Hayrani, Tasavvuf Tarihi A.Ü.İ.F. yay. Ank. 1984.

Aminuddin, M. Mevlana C. Rumi'nin ?M. İkbal Üzerine Etkisi, Pakistan Postası Ank. Kasım 1977.

Armaoğlu, Fatih, 2O.yy. Siyasi Tarihi Ank. 1987.

Vsal, Sadri Maksudi, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, İst. 1975.

Alt ntaş, Hayrani, İbni Sina'da Arif ve İrfan Kavramları, Ank. 1990.

Arvası, Abdulhakim, Türk İslam Ülküsü, c.2, İst. 1992.

Asrar Ahmet, Doğudan Esintiler, İst. 1985.

Asrar, Ahmet, M. İkbal ve Mevlâna Pakistan Büyükelçiliği Ank. (tarihsiz)

Asrar, Ahmet İkbal ve Türkiye Ank. (tarihsiz)

Aydın Mehmet, Fazlurrahman ve İslam Modernizmi, İslarhi Araştırmalar Dergisi, Ekim 1990, c.4.s.4.

Aydın Mehmet, Din Felsefesi, İzmir 1990.

Aydın Mehmet, İkbal'in Felsefesinde İnsan, A.Ü.İ.F. Dergisi29.

Aydın Hüseyin, Yaratılış ve Gayelilik, Ank. 1991.

Bayraktar, Mehmet, İbni Sina'da Varlık Varoluşun Sebebi ve Varlığın Delili, Olarak Aşk. A.Ü.İ.F.D. Ank. 1985, c.27.

Bayraktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Ank. 1933.

Bayraktar, Yunus Emre ve Aşk Felsefesi, Ank. 1991.

Beyaz, Zekeriya, İslama Göre Milliyetçilik, İst. 1980.

Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlm-i Kelâm, İst. 1972.

Birand, Kamran, İlk Çağ Felsefesi Tarihi, Ank. 1987.

Bolay, Süleyman Hayri, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Ank. 1987.

Büyük Lügat, (heyet) Türdav yay. İst. 1990.

Canan, İbrahim, Kütüb-i S itte Muhtasarı, Ank. 1990. C.10.

Carrel, Alexis, İnsan Denen Meçhul Çev: Refik Özbek, İst. 1990.

Cebecioğlu, Ethem, Hacı Bayram-ı Veli ve Tasavvuf Anlayışı, Ank. 1994.

Cemile, Meryem,Batı Meteryalizmi Karşısında İslâm, çev: Kemal Kuşçu, İst. 1967.

Ceylan Haşan Hüseyin, Cumhuriyet Dönemi Din Devlet İlişkileri, İst. kİ991, c.l.

Çağatay, Neşet, İ.A. Çubukçu, İslam Mezhebleri Tarihi, Ank. 1985.

Çubukçu, 1. Agah, İslam Düşüncesi Hakkında Araştırmalar, Ank. 1983.

Çubukçu, İ. Agah, Türk Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri, Ank. 1986.

Dayanır Kemal, Büyük Türk Dostu M. İkbal, Ank. 1984.

Dikmen Mehmet, İslam Ahlakı, İst. 1985.

Doğan , Mehmet Batılılaşma İhaneti, İst. 1986.

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İst. 1989. C.9-12.

Edip Eşref, M.Akif Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, İst. 1960.

Eflatun, Devlet, çev: Sebahattin Eyyüboğlu, Ali Cimcöz, İst. 1975.        .

El Behiy, Muhammed, İslâm Düşüncesinin İlâni Yönü, çev: Sabri Hizmetli Ank. 1992.

El Buti, M. Said Ramazan, İslam Akaidi, çev: M. Yolcu, M. Altınalan, İst. 1983.           '           '

Ensari, Fazlurrahman, İlimden Felsefden Dine çev: Kemal Kuşçu, İst. 1967.

Esposito, John. L., Güçlenen İslâm'ın Yankıları, çev: Erol Çatalbaş, İst. 1989.

Fahri, Macit, İslam Felsefesi Tarihi, çev: Kasım Turhan, İst.1992.

Farabi, El Medinetiil Fazıla, çev: Nafiz Danışman, İst. 1989.

Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, çev: A. Açıkgenç, M. Hayri Kırbaşoğlu, Ank. 1990.

Fiğlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadi İslâm Mezhebleri, Ank. 1990.     ‘

Garaudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, çev: Cemal Aydın, İst. 1991.

Gazali, El Munkızu Mined Dalâl, çev: Salih Uçan, İst. 1990.

Gazali, İhyau Ulumiddin, çev: Ahmet M. Müftüğlu İst. 1982, c.2

Gökalp Ziya, Türkçülüğün Esasları, Haz: Mehmet Kaplan, İst. 1970.

Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İst. 1990.

Gümüşhanevi, M. Ziyaüddin Ehl-i Sünnet, İtikadı, çev: A. Kadir Kabakçı, Fuat Günel, İst. 1983.

Güngör Erol, İslâm'ın Bugünkü Meseleleri, İst. 1991.

Güngör Erol, K iltür Değişmesi ve Milliyetçilik, İst. 1992.

Güngör, Tasavvufun Meseleleri, İst. 1991.

Gedikli Ercüment, İslâm'da Asabiye Milliyetçilik, İst. 1990.

Gürkan Ahmet, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, İst. 1965.

Hamidullah, Muhammed, İslamda Devlet İdaresi, çev: Kemal Kuşçu, Ank: 1979.

Han Zulfikâr Ali, Doğudan Bir ses, çev: Turgut Akman, İst. 1981.

Hançerlioğlu Orhan, Felsefe Sözlüğü, İst. 1989.

Hnçerlioğlu, Orhan, İslam İnançları Sözlüğü, İst. 1984.

Hucviri Keşful Mahcup, çev: Nuri Gençosman, İst. 1990.

İbn Arabi, Fusus ul Hikem, çev; Selahattin Alpay, İst. 1971.

İbn Arabi, İlahi Aşk, çev: Mehmet Kanık, İst. 1992.

İbn Haldun, Mukaddime, çev: Zakir Kadiri Ugan, c.I.II. İst.1989.

İbn Rüşd, Faslu'l Makal, çev: Süleyman Uludağ, Felsefe Din İlişkisi, İst. 1985.

İbn Manzur, Lisan'ul Arab, Beyrut 1970.

İbrahim Hakkı Erzurumlu, Marifetname, çev: M. Faruk Meyan, İst. 1982.          .

Hatemi H., Cavide Hitap, İkbal'in Şiirlerinden Seçmeler, İst. 1965.

Havva Said, İslam, I. II çev: Salih Uçan, İst. 1987.

Havva Said, Ruh Terbiyemiz, çev: Cengiz Yağcı, İst. (tarihsiz)

İkbal Muhammed, Armağan-ı Hicaz, çev: Ali Nihat Tarlan, Ank. 1956.

İkbal Muhammed, Bal-i Cibril çev: Yusuf Salih Karaca -Cebrailin Kanadı- İst. 1983.

İkbal Muhammed, Bang-i Dera (Kervan Çağrısı) çev: Ahmet Asrar, Doğudan Esintiler'den.

İkbal Muhammed, Cavidname, çev: Annemarie Schimmel, T.T.K. yay. Ank. 1958.

İkbal Muhammed, Darb-ı Kelim, çev:Ali Nihat Tarlan (Esrar ve Rumuz), İst. 1958. (Rumuzi Bihodi ile Birlikte)

İkbal Muhammed, Gülşen-i Razi Cedid, çev: Ali Nihat Tarlan, Yeni Gülşen-i Raz, İst. 1960.

İkbal Muhammed, İran'da Metafiziğin Gelişimi, çev: M. M. Şerif, İst. 1971.

İkbal Muhammed, İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev: Ahmet Asrar, İst. 1984

İkbal Muhammed, çev: Misafir, çev: Ali Nihat Tarlan, İst. 1976. (Peşçe Payed Kerd ey Akvam-ı Şark ile Birlikte)

İkbal Muhammed, Peyam-i Meşrik, çev: Ali Nihat Tarlan Şarktan Haber. Ank. 1956.

İkbal Muhammed, Rumuz-i Bihodi, çev: Ali Nihat Tarlan, İst. 1958. Ayrıca Bkz. Benlik ve Toplum, çev; Ali Yüksel E. Hodi ve R. Bihodi Birarada) İst. 1990.

İkbal Muhammed, Zebur-u Acem çev: Ali Nihat Tarlan, Acem İlahileri, İst. 1971.

İslam Ansiklopedisi, c.9.

İz. Mahir, Din ve Cemiyet, İst. 1990.

İz. Mahir, Tasavvuf, İst. 1990.

İzutsu, Toshihiko, Kur'an'da Allah ve İnsan, çev: Süleyman Ateş, İst .(Tarihsiz)

Jaspers Kari, Felsefeye Giriş çev: Mehmet Akalın, İst. 1981.

Kabaklı, Ahmet, Temellerin Duruşması, İst. 1990

Kam, Ferit, Dini Felsefi Sohbetler, Sad: Süleyman Hayri Bolay, Ank. 1990.

Kara, İsmail, Türkiye de İslamcılık Düşüncesi c.I. II. İst. 1982.

Karahan Akbulkadir, Dr. M. İkbal ve Eserlerinden Seçmeler, İst. 1974.

Keşfül Hafa, c.I.

Kılıç, Recep, Ahlâkın Dini Temeli, Ank. 1992.

Kindi, Felsefesi Risaleler, çev: Mehmet Kaya, İst. 1994.

Kuşeyri, Abdülkerim, Risale-i Kuşeyriye, çev: Süleyman Uludağ, İst. 1991.

Kutub Muhammed, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, çev: Bekir Karlığa, İst. 1992.

Kutub Muhammed, İslamda Fert ve Cemiyet, çev: Mehmet Süsler, İst. 1985.

Larausse du XX. Sciecle, Londra 1930.

Malik bin Enes, el Mu vatta Beyrut, 1951.

Mevdudi Ebu'l Ala, Hilafet ve Saltanat, çev: Ali Genceli, İst. 1971.

Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi çev: Velet İzbudak, İst. 1988, c.I. II.

Mian Beşir Ahmet, Hz. Mevlana ve İkbal, Sebilürreşat c.5. Sayı 114.     -

Mustafa Sabri, în^an ve Kader, Hz. İsa Doğan, İst. 1989.

Mengüşoğlu Takiyyettin, Felsefeye Giriş, İst. 1968.

Nasr Seyyid Hüseyin, Batı Felsefesi ve İnsan, çev: Selahattin Ayaz, İst. 1980.

Necmeddin Kübra, Tasavvufi Hayat, Haz. Mustafa Kara, İst. 1980.

Nedevi Ebu'l Haşan, Dr. Muhammed İkbal, çev: Ali Ulvi Kurucu, İst. 1990.

Nesefi Azizuddin, İnsan-ı Kamil, çev: Mehmet Kanar, İst.1990.

Nietszche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, çev: Turan Oflazoğlu, İst.1991.

Nietzsche, Eylem Ödevi, çev: İsmet Zeki Eyüboğlu, İst. 1991.

Nicholson, İslam Sufileri, Tere: (Heyet) Ank. 1978.

Özsoy, Ömer, Kur'an da Sünnet Kavramı, (Basılmamış Doktora Tezi) , Ankara 1991.

Öztürk Yaşar Nuri, Din ve Fıtrat, İst. 1990.

Öztürk Yaşar Nuri, Kur'an ve Sünnete Göre Tasavvuf İst.1993.

Pakistan Postası, Pakistan Büyükelçiliği yay. Kasım 1975, c.24,25.

Rıaz Muhammed, Muhammed İkbal'in Eserleri, Pakistan Büyükelçiliği, Ank. 1993.

Sadi Kul, Doğunun Uyanışı, İst. 1985.

Said Halim Paşa, Buhranlarımız, İst. 1335.

Schimmel Annemarıe, Peygamberane Şair ve Filozof Muhammed İkbal, çev: Senail Özkan, Ank. 1990.

Schımmel Annemarıe, Tasavvufun Boyutları, çev: Ender Gürol, İst. 1982.

Shakil Akhtar, Mevlana ve Öğrencisi İkbal, Pakistan Büyükelçiliği, Ankara (Tarihsiz)

Sühreverdi, Şihabuddin, Avarifül Mearif, çev: H. Kamil Yılmaz, İrfan Gündüz, İst. 1990.

Şeriati, Ali, Biz ve İkbal, çev: Ergin Kılıçtutan, İst. 1988.

Şükün, Ziya, Farsça-Türkçe Lügat, İst. 1944.

Tanımı Kaynakları ve Teserleriyle Tasavvuf, Haz: Çoşkun Yılmaz, İst. 1991.

Taylan Necip, Ana Hatlanyla İslam Felsafesi, İst. 1985.

Tirmizi, Camiussahih, Mısır, 1937.

Tuna Taşkın, Uzay ve Dünya, İst. 1991.

Turhan Mümtaz, Garplılaşmanın Neresindeyiz, İst. 1957.

Ülken Hilmi Ziya, Genel Felsefe Dersleri, Ank. 1972.

Ülken Hilmi Ziya, İslam Düşüncesi, İst. 1946.

Ülken Hilmi Ziya, İslam Felsefesi, İst. 1993.

Ülken Hilmi Ziya, Türkiye'de Siyasi Düşünce Tarihi, İst. 1991.

Uludağ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İst. 1991.

Yaşar Selahattin, M. İkbal, Hayatı, Sanatı, Mücadelesi, İst. 1988.

Yazıcıoğlu M. Sait, Maturidi ve Nesefi'ye Göre, İnsan Hürriyeti Kavramı, Ank. 1988.

Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, c.:4

Yeğin Münip, Atomdan Hücreye, İst. 1983.

Yurdaydın H. Gazi İslam Tarihi Dersleri, Ank. 1988.

Wat. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev:



24Asrar Ahmet, M. İkbal ve Türkiye, Pakistan Büyükelçiliği. Ankara (tarihsiz)s.l, Krş.. Shakil Akhtar Mevlana ve öğrencisi İkbal, Pakistan Büyükelçiliği, Ankara, (Tarihsiz), s.!., Mevlana c. Rumi'nin Dr. İkbal üzerindeki Etkisi, M. Aminuddin.Pakistan Postası, Kasım 1977, Ahmet Asrâr, M. İkbal, ve C. Rumi, Pakistan Büyükelçiliği, Ankara, (tarihsiz) s.l, v.

'25Asrar Ahmet, Doğudan Esintiler, s.72.

[3]Asrar, Doğudan..., s.66, Krş. Asrar, İkbal ve Türkiye a.g.m. s.2, Çağatay Neşet, Muhammed İkbal ve Türkiye, Pakistan Postası, Ankara, 1976, c.24, sayı, 1, s.10.

[4]Asrar, Doğudan..., s.81, Krş. Asrar. İkbal ve Türkiye..., s.3.

[5]İkbal, P. Maşrık, s.88, Krş. Asrar, a.g.m.. s.3.

[6]İkbal, Dini Düşüncenin .... s.209, Krş. Doğuştan Günümüze..., c.12, s.62.

1313Laiklik konusuda Devlet idaresi bölümüne bakınız.

[8] İkbal, Dini Düşüncenin ..., s.213, Yurdaydın, a.g.e., s,173. Ülken, Türkiye'de..., s.202, Krş. Said Halim Paşa, Buhranlarımız. İst.. Şems Matbaası. 1335. s. 147.

[9]İ.D.D.Y.D. s.213.

[10]Geniş bilgi için Bkz. Kabaklı Ahmet, Temellerin Duruşması, İstanbul, 1990, s.!44v.d. Krş. H. H. Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din-Devlet İlişkileri, İst., 1991, c.I, s.107, ve 176.

[11]"Bkz. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Haz. Mehmet Kaplan, İst.,

1970, s. 176.

35 İkbal, Dini Düşüncenin ..., s.228. Krş. Gökalp, a.g.e., s.176.

’^İkbal, Cavidname, s.314-315.

[14]İkbal, Bal-i Cibril, s.81.

[15]Ersoy, M. Akif, Safahat, Haz. Ö. Rıza Doğrul, 22. Baskı, İst, 1987, s. 15, 185,187, 192, Krş, Altıntaş, iki Müslüman Şair, a.g.e., s.l.

[16]Asrar, İkbal ve Türkiye, s.l .Krş. Altıntaş, a.g.m. 2.

14®Asrar, İkbal ve Türkiye, s.l, Krş. Çağatay Neşat, Pakistan Postası, c.XXIV, s.l, Edip Eşref, M. Akif, Hayatı, Eserleri, ve yetmiş muharrin yazıları, s. 144.

[18] Altıntaş, Hayrani, İki Müslüman Şair, M. Akif, M. İkbal, a.g.m.s.2, Krş. Asrar, a.g.m., s.2.

[19]Alıntaş, a.g.m., s.2.

[20]Şikve, çev: Prof. Ali Gencali, Pakistan Postası, Ocak 1976, c.XXIV, sayı 1, s. 15.

[21]Ben ilim şehriyim; Ali onun kapısıdır (hadisi şerif)

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar