ÇİFTÇİLİK - ORTAKLIK İLMİHALİ ve HAYVAN HAKLARI
YAZAN: Sivas Vaizi Ahmed YILMAZ
1960/Esnaf Matbaası/Sivas
Hamdolsun
Allah Teâlâ Hazretlerine ki Ziraatçiliği nev’i beşerin hayatının devamı ve
neslinin devamı için en mühim sebeb kıldı. Ve Salât ü selam Peygamberi Zişan Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellem üzerine olsun.
Müslümanların
birbirlerine yardım yapmaları için ortaklık usullerini bize açıkladı ve yine salât
ü selam onun âlinin ve esbabının üzerine olsun. Onlarda ziraatçiliğin
hükümlerini ve şartlarını ve rükünlerini bize naklettiler.[1]
Ben
aciz, Memleketin ziraat ortaklığında Müslüman kardeşlerimin bazı hatalarını gördüm
ve vaizlerimde de bu hususda birkaç defa uzun boylu izah ettimsede tabi’i
herkese duyurmama imkân olmadığından, Din kardeşlerimin bazıları benden
ziraatçilik hakkında bir risale yazmamı istediler. Bende ilk önce yazmak
istemedim, Fakat o kardeşlerimin istek ve ısrarlarını üç bakımdan haklı buldum.
Birincisi İslam
dinine bir hizmet yapmış olurum.
İkincisi
Müslüman kardeşlerimin bu husustaki hatalarını kendilerine bildirmek ve o
hatalardan kendilerini korumak, ve meşru bir şekilde ziraat ortaklığını
açıklamak ve bu sebeple mahsullerinin helal olmasına mümkün olduğu kadar
yardım etmiş olurum. Üçüncüsü, insanın eseri ikinci ömrü olduğu için
yani bir insan Müslümanların saadetlerini temin edecek bir eser bırakırsa Müslümanlar
eserin sahibini hayır ile anacaklarından dolayı o kişi ölmüş bile olsa âmel
defteri açık, hergün sevap yazılacağından o esere ikinci ömür denilmiştir.
İşte
bu üç bakımdan yazacağıma söz verdim. Allah Teâlâ bana kâfi ne güzel vekildir.
Evvela
ziraatin İslam dinindeki yüksek şerefini ve eheınmiyetini bir miktar izah
edelim, ondan sonra meselelerinin tafsilatına girişelim.
Müslüman
kardeş bilmiş olunuz ki insanlar hayatı üç şeyle devam ettirir.
Ticaret, Ziraat, Sanat;
İnsanlar
ticaretsiz, ziraatsız ve sanatsız yaşıyamazlar.
Ziraatta bir sanattır topraktan mahsul almak en iyi bir sanattır.
Gıdamızı
çoğaltmak, bereketlendirmek sanattır. Bir dane buğday zirâat sayesinde on olur,
kırk olur, yüz olur, Allah Teâlâ’nın toprağa bahşettiği feyzine, bereketine
nihayet yoktur. Onun içindir ki ziraat hakkında birçok âyet inmiştir.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem “rızkı toprağın derinliğinde arayınız” buyurmuştur.
“Yerin altında rızık arayın” demek, toprağın altını üstüne çevirmek tam
bir nadas herk vücuda getirmek demekdir ki en iyi mahsul nadas herkten alınır.
Yahut rızkı toprağın derinliğinde aramak maden aramak demektir. Rızkın en
büyüğü topraktadır.
Peygamber
efendimiz diğer hadisi şerifinde şöyle buyuruyor.
“Bir müslüman bir ağaç diker yahut tarlaya
birşey eker biten meyve ve sebzeden insan yahut her hangi bir mahluk yerse
ekenin sevap defteri ne sadaka yazılır.”
Ziraat
sayesinde insan ölmüş toprakları canlandırır bu suretle hem kendi faydalanır
hem başka insanlar hemde hayvanlar, kuşlar sebeplenir başkalarının
yediklerinden bile sevap alır oda kıyamet günü terazisine konur.
İşte
ziraat bu kadar bereketli bu kadar feyizlidir. Bununla beraber eğer bir
memlekette ziraat olmazsa o memlekette hiçbir şey olmaz ne ticaret ne de sanat
olur.
Bir millet ziraattan düştümü her şeyden düşmüştür. Çünkü bütün ticaret ve sanat yollarının önemi
ziraatın ilerlemesine ve bol mahsul almmasına bağlıdır. Eğer çiftçimiz
mahsulünü satıp ve alacağını almazsa bakarsın alışveriş durdumu ve ziraatta
olmazsa Aleyhisselâm korusun kıtlık olur. Ne yiyecek ki, ticaret yapsın ve
sanatında çalışsın.
Şu
hususta vardır ki, ziraatta en yeni usul ne ise onu arayıp bulmakta üzerimize
vaciptir. Öyle göreneğe âdete saplanıp kalmamalıdır. Çünkü sanaatı günden güne
ilerletmek sanatta zamana göre yenilik göstermek her sanatkara lazımdır. Bugün
ziraat usulleri çok değişmiştir. Günden güne değişmektedir İnsan ziraatta
yenilikleri öğrenmez ve dedesinden gördüğü sapanın kuyruğunu bırakmazsa sonra
toprağın altını üstüne getirmezse hiçbir şey kazanamaz.
Peygamberimiz
aleyhisselatü vesellim efendimiz bizi ziraata teşvik ediyor hemde ziraatla
alacağımız hasılatı mahv etmemek ve hasılatı ziyade almak için lâzım gelen makul
yollardan gitmemizi emrediyor. Ziraatı kolaylaştıran ziraatta feyz ve bereketi
ziyadeleştiren yeni usulları almak kabili tatbik olan arazide, bunları tatbik
etmek bizi daima terakkiye daima tekâmüle sevk eder. Her şeyde ciddiyet
göstermemizi her şeyde mükemmeliyetin esbabını araştırmamızı İslam dini emrediyor
öyle ise bu gün ziraatımızın ilerlemesi ve tarladan fazla mahsul alınması neye
bağlı ise orları yapmak gerektir. Yeni ziraat aletleri ile bir saatte
kolaylıkla görülecek bir işi eski usullerle on saat yirmi saat beyhude bir
uğraşmaktan ve kendini yormaktan, başka birşey değildir. Hâlbuki Peygamberimiz
bu gibi şeylerle meşgul olmamızdan bizi şiddetle men ediyor.
“İnsanın
iyi bir müslüman olduğunun alameti beyhude şeylerle meşgul olmayı terk
etmesidir.” Buyurmuştur.
Şu
halde böyle lüzumsuz şeylerle uğraşanlar iyi bir müslüman sayılamaz Öyle ise bugünkü
ziraat neyi istiyorsa onu kullanmalı zamanında tarlaya iyi bakmalı tarlanın
istediğini vermeli sonra biçme ve harman makinaları ve sair makineler gibi
neler çıkmışsa onlarıda almalıdır. Dedemizden, Babamızdan böyle gördük böyle
gideceğiz diye inat etmemelidir. Böyle diyenler, Dünyada rahat yaşıyamazlar. Âlem
makinalarla ekip biçerken binlerce adamın günlerce çalışarak yapabilecekleri
bir işi âlem makinalarla birkaç saatte yaparken biz hala eski bildiğimizden
ayrılmazsak vay halimize; bu hareketimiz ne dine hizmettir nede dünyaya böyle
yürümekte inat edersek ne varlığımızı ne istikbalimizi koruyamayız. Bugün
milletler nasıl çalışıyorsa biziınde öyle çalışmamız lâzımdır. Onlar nasıl
ekip biçiyorlarsa biz de öyle yapmalıyız. Topraklarımızı boş bırakmamalıyız.
Mevsime göre ne biterse usulü dairesinde onu ekmeliyiz. Hemde en yeni usullarla
ekip biçmeliyiz. Çünkü dinimiz terakkiyi tekâmülü emr ediyor. Terakki ve tekâmül
ise en yeni ve en faydalı şeyleri kabul etmekle olur. Fakat ziraatın İslam
dinindeki yüksekliği ziraatı meşru bir surette yapmakla olur. Meşru surette bu
risalede yazılan meseleleri tatbik etmekle olur. Sahih ve caiz dediklerimiz
İslam dininin esaslarına uygun fasid ve batıl dediklerimiz İslam dininin esaslarına
uygun değildir. Bizim üzerimize lâzım olan doğru ve yanlış olanı açıklamaktır.
Tatbiki müslümanların kendilerine aittir. Cenabı Hakk cümle müslümanları İslâmın
emirlerine uymayı muvaffak buyursun âmin.
Dürrül
Muhtar vesair fıkıh kitaplarında beyan olunduğu üzere ziraatçiliğin dört
tarafı vardır.
Tarla, tohum, çalışmak ve çift hayvanı ile
ziraat aletidir.
Bu
dört tarafa göre bir aklı taksim ile ziraatçiliğin yedi kısım olduğunu
bildiriyoruz ki bunlardan üçü caiz ve sahih o birleri fasid olan
ortaklıktır. Şimdi bunları izah ederken görüleceği üzere ziraatçiliğin bu yedi kısım
dört taraftan bir kısmının ortaklardan birisi o bir kısmını diğer ortak
tarafından konulmuş olması itibariledir.
ZİRAATÇİLİKTE SAHİH OLAN ORTAKLIKLAR
BİRİNCİSİ
İki
ortağın birisi tarlası ile o biriside tohum, çalışmak ve çift hayvanı ve
levazımı ile tarla sahibine çıkan hasılattan hisse’i şayia [2]
verilmek üzere mukavele yapılan bir ortaklıktır. Bu şekilde vücut bulan
ortaklık sahih bir ziraatçılıktır. Çünkü bu surette tohum sahibi olan ziraatçı
hasılatın muayyen bir cüz’i ile tarla sahibinden toprağını icar etmiş bulunuyor.
Tarlanın para ile icara sahih olduğu gibi hasılatın biı cüz'i şay’i mukabilinde
icarıda sahihtir.
İKİNCİSİ
Çalışmak
iki ortağın birine ait diğer ortağa tarla tohum çift hayvanı ve ziraat
aletleri ait olmak üzere mukavele yapılan bir ortaklıktır.
Buda
caiz ve sahihtir bu surette de tohum sahibinin kendi tarlasında kendi traktörü
ile ve levazımı ziraiyyesiyle kendi tohumu ile ziraat etmesi için hasılatın
cüz’i muayyeni mukabilinde ortakçıyı icar etmiş oluyor. Nasıl ki kendi sanat
aletiyle bir marangozun ve diğer erbabı sanatın icar sahih olduğu gibi
aletsizde sahihdir.
ÜÇÜNCÜSÜ
Tarla
ve tohum bir ortağa traktör, ziraat âleti ve çalışmak diğer ortağa ait olmak üzere
yapılan bir ortaklıktır. Bu ortaklıkta sahih ve muteberdir. Bu suretle işçi
olan ortakçı kendi traktörü ile tarla ve tohum sahibi olan ortağının tarlasında
çalışmak üzere tarla sahibi tarafından icar edilmiş oluyor. Bu ziraatçılıkta
icar çalışmak üzerine vuku bulmuştur. Traktörü çalışan ortağın bir âletidir.
Ziraat aletlerinden sayılmıştır, Sair sanaatlar erbabının âlet ve edavatı
sanatının levazımından olduğu gibi
Binaenaleyh
ziraatçılığın bu nev’i ide caiz ve sahihdir.
Ziraatçılığın
bu üç kısmında ortaklar arasında mahsulün taksimindeki nisbet her zanaave her
nev’ ida müsavi miktarda değildir. İki tarafın rızalarına göre üçte bir dörtte
bir yarı gibi mutabık kaldıkları miktarda değişebilir yahut bu günki ticari
nisbetlerde konuşulan yüzde kırk yüzde otuz gibi bir nisbette mutabık kalmaları
ile değişir. Mahsûl dediğimiz vakit “Saman” da mahsule dâhildir. Eğer mukavele
esnasında hububat yarı yahut üçte bir yahut dörtte bir olduğu gibi samanda öyle
olsun derlerse caiz ve doğrudur. Eğer mukavele esnasında hububat bir tarafa
samanda bir tarafa olsan diye şart koşsalar bu sekiz kısım olur ki
altısı fasid ikisi sahih ve doğrudur.
Fasit
olan kısmın birincisi hububat ortağa veren kişiye saman ortakçıya
İkincisi
saman ortağa veren kişiye hububat ortakçıya
Üçüncüsü
hububat ortağa veren kişiye saman ortak
Dördüncüsü
saman ortak hububat ortakçıya
Beşincisi
hububat ortak saman ortağa veren zata
Altıncısı
saman ortak hububat hakkında.
Süküt
etseler hiç bir şey konuşmasalar şu kısımların hepisinde ziraatçılık fasıddır.
Doğru değildir. Bu suretlerde ortaklık kesiliyor. Çünkü dane olupta saman
olmamak yahut saman olupta dane olmamak muhtemeldir. Sahih doğru olan iki kısmın
birincisi hububat ortak saman tohum veren ortağa şart kılınsa bu doğru ve
caizdir. Eğer samanın hepisini tohum vermeyen ortakçı alacak olursa caiz
değildir. İkincisi eğer hububat ortak saman hakkında sukut etseler bu ziraat
caiz vo samanda örf ve adette ortak olur.
ZİRAATÇİLİKTE FASİD OLAN ORTAKLIKLAR
BİRİNCİSİ
Ortaklardan
birisi tarlası ile traktörü ile o biriside tohumu ile ve çalışması ile mutabık
kalınan ortaklıktır. Bu ziraatçılık fasıddir doğru değildir.
İKİNCİSİ
Tohum
bir ortakdan diğerleride yani tarla çalışmak traktörü ve ziraat aletleride bir
ortakdan olmak üzere mutabık kalınan ortaklıktır. Bu nevi’de fasiddır.
ÜÇÜNCÜSÜ
Tohum
ile traktör bir ortaktan çalışmak tarlada o bir ortakdan olmak üzere mütebabık
kalınan bir ortaklıktır, bu da fasıddir.
Eğer
tarla iki ortağın biri tarafından tohumda ortadan yani yarısını tarla sahibi
yarısınıda ortakçı koyacak ve ortakçıda çalışacak çıkan hasılatı ikisi ortadan
bölmek suretiyle şart koşsalar ziraatçılık yine fasid olur. Çünkü bu surette
tarla sahibi ortakçıya şöyle demiş oluyor, “benim tohumumu benim tarlama ek
çıkan hasılatın hepsi bana senin tohumunu ek çıkan hasılatın hepsi sana tarlanın
yarısı sana emanet faydalan bu ziraatçılıkta ortaklık yoktur. Çünkü tarla
sahibinin tohumundan çıkan hasılat hep kendisinedir. Ortakçının tohumundan
çıkan hasılat yine hep kendisin bu ise caiz değildir. Ziraatçilik ise çıkan hasilata
ortak olmaktır. O da tohum bir taraftan olmalıki tahakkuk etsin.
Eğer
tarla ikisinin ortak olsa tohumuda ortak koysalar ve her ikiside beraber
çalışsalar çıkan hasılatı ortadan taksim etseler caiz ve sahihdir.
Eğer
tarla ikisinin ortak olurda tohum ile çalışmak bir taraftan yapılmasını şart
koşsalar caiz olmaz. Çünkü tohumu vermeyen ortak diğerine şöyle demiş oluyor,
sen kendi tarlanı kendi tohumunla ek çıkan hasılatın hepsi sana ve benim tarlamı
senin tohumunla ek çıkan hasılatın hepsi bana böyle bir ziraatçılık ise
fasiddir doğru değildir.
Eğer
tarla ikisinin ortak olur birisi tohumu verir biriside çalışır eker biçer
çıkan hasılatı ortadan taksim yapsalarda yine doğru değildir. Çünkü tohum sahibi
bu surette ortağına demiş oluyor ki tohumun yarısını sana bağışladım tarlanın
yarısınıda çalıştığın mukabili olarak bu ise batıldır doğru değildir.
Eğer
mahsulün üçte ikisi çalışana üçte birde tohumu verene yahut üçte ikisi tohumu
verene üçte biri çalışana taksim edecek olsalar yine doğru değil batıldır.
Eğer
tarla ikisinin ortak olur tohumda çalışıp ekip biçen koyarsa ve çıkan
hasılatımda üçte ikivsini çalışıp ekip biçen alır üçte birinide diğer ortak yarım
tarla mukabilinde alırsa bu ziraatçılık caiz ve doğrudur. Çünkü tohumu olmayan
ortak tarlasını çıkan hasılatın üçte birine icara vermiş olur ki bu da şeran
caizdir.
DÖRDÜNCÜSÜ
Traktör
bir ortakdan tarla, çalışmak, tohum, bir ortakdan temin edilen bir
ortaklıktır. Bu da fasidtir doğru değildir.
ZİRAATÇILIKTA
ORTAKÇI ÇALIŞMASI
BİRİNCİ DEVRE
Ekin
yetişmeden evvel ziraatın kendisine muhtaç olduğu işlerdir. Tarlayı herk nadas
etmek ve tohumu tarlaya nakletmek ve tohumu saçıp sürmek ve sulak tarla ise sulamak
ve güzel muhafaza etmek bu işler tamamen ziraat işlerini üzerine alan ortakçıya
aittir. Bunlar ortakçı tarafından ifa edilmesi örf en yani âdeten ziraatçılığın
gereğidir. Bu sebeple ortakçı bu işlerin hepsini yahut bazılarnıı terk etmekle
ekin bozulsa ortakçıya tazmini lâzım gelir.
İKİNCİ DEVRE
Ekin
yetişmiş fakat taksim edilmezden evvelki işlerdir ki ekini biçmek harman
yerine nakletmek, döğmek savurmak gibi işler yine ortakçıya aittir ve fetvada
bu şekildedir.
ÜÇÜNCÜ DEVRE
Mahsul
yetişip iki ortak arasında taksim edildikten sonraki iştir, Buda hububatın ve
samanın harman yerinden naklidir ki o da herkesin hissesini nakletmek kendisine
aittir.
Müslüman
kardeş ziraatçılık denildiği zaman şüphe yokki bostancılıkta ziraatçılığa dâhildir.
Çünkü biz yukarıda ziraatçılık topraktan mahsul almak sanatıdır dedik,
Binaenaleyh ziraatçılıkda geçen hükümler bostancılıkdada aynen caridir.
ZİRAATÇILIKTA
ORTAKLIK YAPABİLME ŞARTLARI
BİRİNCİSİ
İki
ortağın bir birine bağlanmasının şartı Ziraat mukavelesini yapan her iki zatın
mukaveleye ehil olması yani akıllı olmasıdır. Esasen alışverişte,
icarede, kefalette ve havale gibi akitlerin yani pazarlıkların hepsinde akıl
bir şartı esas olarak kabul edilmiştir.
Ehliyetsiz
hiçbir akit, hiç bir pazarlık sahih olmaz. Binaenaleyh birisi veyahut ikisi birden
deli veya aklı iş kesmeyen çocuk olsa ziraat mukavelesi batıl olur. Yani caiz
değildir. Şu kadarki, Ziraatçılıkta mukavele yapan iki zatın baliğ olması şart
değildir. İzin verilen ve akıllı olan çocukta ziraat mukavelesi yapabilir. Binaenaleyh
mukavele yapanların ikiside akıllı ve izin verilmiş çocuk olabileceği gibi biri
velisi tarafından mukaveleye mezun diğeri akıllı olabilir. Eğer aklı kesen çocuk
mezun değilse onun yaptığı mukavele velisinin iznine bağlıdır, izin verirse
sahih olur izin vermezse sahih olmaz.
İKİNCİSİ
Tohum
kimin tarafından verileceğinin tesbiti çiftçinin hasılattan cüz’i şayi’i yani
yarısı veya, üçte biri veya dörtte biri, veya yüzde, kırk, yüzde elli, yüzde
altmış, gibi hissesinin tesbiti ve ziraat müddeti ve tohum cinsinin tayin
edilmesi gibi şartlardır.
Bütün
bu şartlar ileride vuku’u muhtemel olan nizayı vuku’undan evvel def etmek
gayesine matufdur Evvela ziraatçılığın sahih olmasının şartı, tohum tarla
sahibinden mi? Yaksa çiftçi tarafından mı? Verileceğinin tayini vukuu muhtemel
olan nizayı def için lazımdır.
İkinci,
her iki tarafın hisselerinin yarı, üçte bir gibi cüz’i şayi’i olarak tayin
edilmesi şarttır. Çünkü ziraatçılık evvelce icare halinde isede nihayet
mahsulün yetiştiği zamanda ortaklık mukavelesi olduğundan hissesi hasılattan
ortak olmak lazımdır. Hatta çiftçinin hissesi hasılattan başka birşey verilmek
üzere tayin edilirse ziraatçılık sahih olmaz.
Mesela;
tarla sahibi hasılattan değilde kendi malından şu kadar verilmesini şart koşarsa
ziraatçılık sahih olmaz. Yine böyle iki ortağın hisselerinin cüz’i şayi’i
olarak mahsulün yarısı yahut üçte biri yahut dörtte biri diye tayin edilip te
beş, on, yirmi ölçek veyahut verilen tohum evvelce ortadan alınmasını sonra
geri kalanının taksim edilmesini şart koşsalar bu şartların hepsi fasiddir. Hiç
biri doğru değildir. Çünkü mahsulün miktarını yetişmezden evvel tayin ve takdir
etmek mümkün değildirki mahsulün tayin edilen miktar o tohumdan az olmasıda ihtimal
dâhilindedir. Bu surette hasılatta ortaklık bulunmaz ve ziraatta sahih olmaz.
Yine böyle ziraata konulan tarlanın muayyen bir mahallinin hasılatı ortaklardan
birine ait olmak üzere hisselerinin mahallen tayin edilmemeside lazımdır.
Hisseler bu surette tayin edilirse ziraatçılık sahih olmaz. Çünkü bir tarafa
tayin edilen toprak daha mümbit ve mahsüldar olabilir. Ve bu surette o bir
ortağın zararını mucib olur, Sonra böyle mahallen hisse tayininde, yani filan
tarla sana, filan tarla bana denilirse bir tarafın hissesine bir afet isabet
edipde o bir ortağın hissesinin mahfuz kalması muhtemeldir. Buda iki tarafın
birisinin zararını mucip olduğundan sahih değildir.
Yine
böyle ziraata konulan arazinin sulak kısmı birine kurak kısmıda diğerine yahut
filan hark ile sulanan bir ortağa bışka bir hark ile sulanan diğer bir ortağa
ait olmak üzere hisse tayinide doğru değildir. Bunda da ortaklardan birinin
zararı muhakkaktır. İki tarafın hisselerinin bu yolda mâhallen tayinini şart
koşmak ziraatçiliği ifsat eder. Çünkü ortaklığı kestiğinde Peygamber sallallâhü
aleyhi ve sellem tarafından men edilmiştir.
ÜÇÜNCÜSÜ
Ziraat
müddeti bir iki sene olarak tayinide şarttır. Buda ileride vuku’u muhtemel olan
nizayı def için pek lüzumlu bir işarettir:
Eğer
müddet açıklanmazsa ilk bir senede alınacak ilk mahsul zamanına kadar sahih
olur ondan sonraki sahih olmaz.
DÖRDÜNCÜSÜ
Tohumun
cinsinin Buğday ve Arpa gibi hangi hububattan ekileceğinin tesbitide yine gelecekte
düşünülen ve muhtemel bir nizayı def etmek için şarttır. Çünkü bazı ekin bazı
toprağa muzır olabilir. Bu cihetle buda bir düşmanlığa sebep olur. Şu kadarki
tohumun cinsi mukavele esnasında tayin edilmez ve tohumunda tarla sahibi
tarafından verilmesi şart kılınan ziraatçılıkta caizdir. Eğer tohum ortakçı
tarafından atılacaksa muhakkak tohumun cinsini tayin etmek lazımdır. Aksi takdirde
tayin etmezlerse ziraatçılık fasid olur. Fakat mukavele esnasında tarla sahibi
ortakçıya dilediğini ekmek üzere umumi bir selahiyet vermiş olursa bu suretle
ziraatçılık yine sahih olur.
ORTAKLIĞIN
BOZULMASI
Ziraatçılığın
en mühim bir bahsi de ziraat mukavelesinin, ziraat pazarlığının bozulmasına
dair olan meselelerdir. Ziraat mukavelesi beş sebeple bozulur.
BİRİNCİ SEBEP
Mukavele
yapılanların birisinin vefatıdır ki bu takdir de ziraatçılık batıl ve
binaenaleyh bozulmuştur. Çünkü ziraatçılık iptida bir İcaredir. İcare ise
mukavele yapanlardan birisinin vefatı ile batıl olur şu kadar ki vefatın henüz
ziraat edilmeden veyahut ziraat edilip ekin bitip yetişdikten sonra yahutta
ziraat edilipde bitmeden evvel vu’ku bulması ayrı ayrı izaha tabidir.
Tarlaya ekin ekildikten sonra mukavele
yapanlardan birinin ölümü halinde ziraatçılık batıl olur. Yine böyle üç sene müddetle mukavele edilipde
birinci sene ekildikten sonra ikisinden birisi vefat ederse ikinci ve üçüncü
seneler için ziraatçılık batıl olur. Birinci sene için ekin yeşil iken tarla
sahibi vefat ederse ekin yetişinceye kadar çiftçi işine devam eder. Ölen adamın
varisleri ona mani olamazlar. Eğer çiftçi vefat etmiş bulunursa varisi onun
makamına kaim olup dilerse ekin yetişinceye kadar ziraat işine devam eder tarla
sahibi ona mani olamaz. Dilerse terk eder tarla sahibi çiftçiyi devama icbar
edemez. Ekinden evvel vefat veya herhangi bir sebeple ziraatçılık bozulmuş
olurda çiftçinin tarlayı Herk nadas etmek gibi çalışması geçmiş bulunursa bu
çalışmak mukabilinde çiftçiyi razı etmelidir. Ekin ekildikten ve yetişip
yeşillendikten sonra vefat vukuunda şimdi izah ettiğimiz veçhile çiftçi işine
devam eder ve mahsul çiftçi ile ölenin varisleri arasında mukavele mucibince taksim
olunur. Ölenin varisleri mani olamazlar. Çünkü mukavelenin ifasında hem
çiftçinin, hemde veresenin haklarına riayet vardır. Çiftçinin varisleri ziraat
işine devam etmek istemezlerse tarla sahibi tarafından devama icbar edilemez.
Ekin
ekilip fakat henüz bitmeden vefat vukuundaki vaziyetin hükmüde geçen mes’ele
gibi çiftçinin işine devam etmesine mani olamazlar. Ye çiftçinin varisleri ziraata
devam etmeyeceklerse icbar edilmez.
Tohum
sahibinin, tohum ekilmezden evvel özürsüz bile olsa ziraat mukavelesini bozmakla
bozulur. Ortakçı eğer tarlaya bir emek vermiş ise, emeği mukabili razı edilir.
ÜÇÜNCÜ SEBEP
Tarla
sahibinin özrü olur, icare gibi ziraatçılıkta özürler dolayısiyle bozulur, Şöyleki;
tarla sahibinin tarlasını satmağa mecbur eden bir borcu zuhur ederse ekilmezden
evvel ziraatçılık bozulur ve tarla satılabilir. Ye ziraatçı emeği mukabilinde
razı edilir. Ekin bitip yeşillendikten sonra ziraatçılık bozulup tarla
satılamaz.
Ekinci
hastalansa yahut yolculuğu çıksa yahut başka bir mesleğe girmek zorunda bulunsa
ziraatçılık yine bozulur.
BEŞİNCİ SEBEP
Ziraatçının
hiyaneti zahir olup mahsulü çalmasından korkulmasıdır. Bu suretle diğer taraf
ziraat mukavelesini bozabilir. Ve onun bozması ile ziraatçılık bozulur.
Şu
meselelerle beraber iki şey’e daha riayet etmek lâzımdır.
İNSAN
HAKLARI
İnsan
hakkı, insanların her türlü hukukuna riayet edileceği gibi çiftçilikte de
birinci derecede riayet edilecek şey, kimsenin haksızlıkla, zorbalıkla
tarlasına tecavüz etmemektir.
Peygamber
efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyuruyorIarki.
“Her kimki bir karış yeri haksızlıkla zabt
ederse kıyamet gününde yerin yedi katı halka gibi boynuna geçirilir.”
Diğer
bir hadisi i^nfte şöyle buyuruyor
“Her hangi bir insan başkasının toprağından
bir karış yeri zabt ederse Allah ona yedi kat yerin nihayetine erişinceye kadar
tecavüz ettiği yerin kazmmasını teklif eder.
Sonra o yeri arasat meydanında halk arasında hesap bitinceye kadar o
haksızın boynuna geçirirler.”
Bu
iki hadisi şerifte açıkça beyan buyurulan bir karış yere bu kadar ağır ceza
tereddüp ederse başkasının tarlasını veya arsasını kendi tarla veya arsasına
katan veyahut hile yoluyla birçok yerleri zabt eden veyahut kendi babasından
kalan arazi ve emlakin semtine kendininmiş gibi varis olan erkek ve kız
kardeşlerini uğratmayan, zalim kendi halini yani müstehak olacağı cezayı düşünsün
bu haksızlıkla zabt ettiği yeri yalan yere yemin yaparak yalancı şahit
düzerek mahkeme marifetiyle bile kazansa yine o adam kıyamet günü şu ağır
cezaya müstehaktır. Çünkü Peygamber aleyhisselatü vesellem efendimiz zevcesi Ümmi
seleme radiyallâhü anhanın odası önünde şiddetli bir kavga işitti de bunlara
çıktı ve şöyle buyurdu
“Şüphesiz bende sizin gibi bir insanım zaman
olurki bana sizden iki hasım gelirde bazınız haksızken daha düzgün ifade’i meram
etmiş olabilir.
Bende o düzgün sözlerini doğru zan ederek onun
lehine hüküm edebilirim, Binaenaleyh kimin lehine bir müslimin ve gayri
müslimin hakkıyla hükmettimse bilsinki bu hak ateşden bir parçadır, isterse onu
alsın isterse bıraksın.”
Bu
hadisi şerifin bir rivayetinde muhakkak ben işittiğime göre hüküm ederim buyurmuştur.
Yani benim için eşittiğimden başka türlü hüküm etmek ihtimali yoktur. Hadisi
şerifin manasından anlaşılıyor ki Hâkimin hükmü zahir hale göredir. Yani iki
davacının ifadeleri ve şahitlerin şahadetine göre hâkim hükmeder. Davacıların
ifadelerinden ve şahitlerin şahadetlerinden başkasıyle hüküm caiz olmaz.
Bununla beraber yalancılık ve yalan yere yemin ve düzgün ifade ve yalancı şahit
düzmekle mahkemede kendi lehine hasmının aleyhine hüküm alan bir kimse
haksızlıkla kazandığı şey ona helal olmaz. Çünkü hadisi şerifin sonunda bende
onun düzgün sözlerini doğru zannederek onun lehine bir müslim ve gayri müslimin
hakkıyla hüküm ettimse bilsinki bu hak ateşten bir parçadır. İsterse onu alsın,
isterse bıraksın, emri şeriflerinin manası şöyle oluyor, Mahkemede hüküm
kazanmakla Allah Teâlâ’nın heram kıldığı şey helal olmaz yine haramdır.
Bunun
üzerine Peygamber efendimizin huzuruna gelen iki hasım ağlayarak her biri
benim hakkım arkadaşımın olsun demişler ve Peygamber efendimiz kendi aranızda
hakkınızı tayin ediniz ve helallaşınız buyurmuştur.
Hazreti
Ümmi Seleme radiyallâhü anha validemiz buyuruyorki; “Sure-i Bakara’nın 188. nci ayeti bu vak’ada
Peygamber efendimizin mübarek nutku şerifleri üzerine nazil olmuştur.
Şöyleki
“Ey müminler aranızda birbirinizin mallarını heram olarak yemeyin ve insanların
mallarından bir miktarını yemek için malınızın bir miktarını hâkimlere vermeyinki
bildiğiniz halde günâh olarak başkasının malını yemeyesiniz”
Yani
sizden herbiriniz haksız ve zorbalıkla başkasının malını elinden çekip almak
hırsızlık ve faizcilik yapmak ve rüşvet almak suretiyle diğerinin malını
yemeyin ve insanların mallarından bir parçasını hâkimlere verdirecek iftirada
bulunupta güııah olduğunu bildiğiniz halde nasın malından bir miktarını hâkimlere
vermek ve kendiniz yemek için hükümete müracaat edip mahkemelerde dolaşmayın
zira füzuli olarak sahibinin izni olmaksızın başkasının malını yemek haram
olduğu gibi hakimlere ve daha başka yerlere verdirmekde heramdır.
Mesela
elinde bulunan emaneti inkârla mahkemeye müracat olunduğu vakit yarısını kendi
yemek için yansımda hâkime rüşvet dava vekiline ücret vermek ve yetimin malını
inkârla bir miktarını yine başkalarına vermek ve verdirmek veyahut para alarak
yalan yere şahitlik yapıp başkasının hakkını huzuri hâkime iptal etmek gibi;
Hazreti
Abdullah İbni Mesûd radiyallâhü anhden (Nebi Sellallahü Aleyhi vesellemin)
Şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
“Herkim müslüman kimsenin malını koparmak için
yemininde yalancı olarak and içerse kıyamet gününde Cenabı Hakk’ın gazabına uğrayarak,
Allahın huzuruna çıkar” buyurdu ve
müteakiben şu mealde âyeti kerime nazil olmuştur.
“Onlarki Allah’ın ahdini ve kendi yeminlerini
çok az bir para ile satarlar işte bunların ahirette hiç nasibi yoktur.” “Kıyamet günü Allah onlara söylemeyecek
onlara iltifat etmeyecek, onları temiz çıkarmıyacak, onların yalnız nasibi
kendilerini ağrıtıp inleten müthiş bir azaptır.” ( Âli İmran 77 )
Müslüman
kardeş!
Aklımızı
başımıza toplıyalım şu âyeti kerimelerden ve hadisi şeriflerden vazü nasihat
alalım, nefse şeytana uymayalim, hiç bir ferdin ufak bir hakkına tecavüzde
etmeyelim. Çünkü müslümana âdaletten başka bir şey yakışmaz.
Dünyada
insanlar hükümetin kanunlarına riayet etmezde mahkemede ceza alır hapse düşerse görülüyorki bu adam
eşi ve dostunu gördükçe suçlu olduğu tehakkuk ettiğinden dolayı utanıyor.
Onların yüzüne bakamaz oluyor, Allah Teâlâ’nın kanunlarına riayet etmeyenlerde
aynı surette bu kadar Peygamberberler, evliyalar ve bütün mahlûk içerisinde melekler
tarafından vurulup döğülerek Cehenneme sevk olunduğu vakit bu suçlunun ne
derece utanacağın buna kıyas et, fakat ahiretin ceza evi denilen Cehennem
Dünyanın cezaevi olan hapishaneye kıyas olunmaz ki burada utanan kimsede
ahirette utanan kimseye kıyas olunsun.
Onun
içindirkı Abdulkadir Geylâni hazretleri diyorki;
“Yarabbi eğer beni cehennemde yakacak isen
gözlerimi kör ette öyle yak ki mahşer yerinde gözlerim görürse kimsenin
yüzüne bakamam”
Düşünelim
böyle bir veli bu derece kıyamet korkusu çekiyorda bizler hiç asla hatırımıza
korku getirmiyoruz. Hâlbuki insanları her kötülükten men edende Allah
korkusu ve kuldan utanmasıdır. Bilakis Allahtan kormaz ve kuldanda utanmazsa
her şeyi yapar.
Unutulmaması
gereken ikinci önemli bir hususta; koşulan hayvanları yaylım yerinde kimsenin
tarla ve çayırı gibi koru olan yerlere sahibinden izinsiz bırakmamalı ki o hayvanlar
vasıtasiyle kazanılacak mahsûl helal olabilsin şayet bu hususlara riayet
edilmezse kazancımıza haram girer, haram gıda ise insanları fenalığa sevk
eder. Bilâkis helâl gıdada insanların ahlâkını güzelleştirerek tâat ve ibadete
sevkeder ve kâmil bir insan olurki esas gaye olanda budur. Cenabı hak cümle müminlerin
imanını kâmil etsin. Âmin
HAYVAN
HAKLARI
Çiftçilikte
ikinci bir hakta hayvan hakkıdır ki: O da koşulan hayvanın götürebileceği yükü
yüklemek ve çekebileceği kadar çektirmek lâzımdır. Çünkü hayvanlara taketinden
fazla yük yüklemek haksizliktir, zulümdür, o hayvanın yükü üzerine binmek son
derece insafsızlıktır.
Çünkü
hayvanın yükünü tamam yükledikten sonra üzerine binmek takatinden fazla yük
yüklemektir. Sahabe-i Kirâmdan Hazreti Ebu’d Derda radiyallâhü anh vefat
edeceği zaman kendine mahsus olan devesine hitaben
“Ey deve benimle düşmanlık yapıpta beni
rabbine şikayet etme çünkü ben sana takatinden fazla yük yüklemedim.” Buyurdu. Çünkü hayvanın haklarına riayet etmeyen
kimse Allah huzurunda mahkeme olacağını bildiğinden korkuyordu.
Ve
hayvanları aç ve susuz bırakmakta bir haktır insanın kullandığı hayvanı aç ve
susuz bırakması zulümdür.
Yine
pazar yerine satmağa götüreceği hayvanı satacağım diye aç, susuz bırakmak veyahut
mezbahaya kesilmeye gidecek hayvanı keseceğim diye aç, susuz bırakmakta bir
zulümdür.
Çünkü
ister kes ister sat hayvan sahibinin elinde oldukça sahibi hayvanın aç ve susuzluğundan
Allah yanında mesuldür Sebebi ise açlık ve susuzluk gibi daha büyük azab olamaz.
Şu hayvanların yiyeceği aleş zahirde bir ticaret görünüyorsa da hakikatte ateşe
sebep olduğundan bir ateşdir.
Hayvanı
döğmekte zulümdür. Bu nedenle hayvanın başına ve yüzüne vurmak daha büyük
zulümdür. Hayvan suçlu sayılarak bile olsa yine kıyamet günü başına vurduğundan
dolayı Allah huzurunda mahkeme olacaktır. Hayvanları sevk ederken ucu sivri
veya çivili deynek kullanmak aynı surette hayvanı döğmek mesabesindedir.
Yanlarına
aşağı kan aktığı vakit daha büyük günahtır. Şöyleki kendi vücudumuzda birisi
tarafından âdi bir vuruşla müte’ezzi olduğumuzu hissediyoruz. Yine böyle birisi
tarafından adi bir iğne batırılsa vücudumuzun daha ziyade diksinip ve
müte’ezzi olacağı herkesçe malûmdur.
Sakat,
hasta ve zayıf hayvanları çalıştırmakta zulümdür. Çünkü kıyası nefs ederek
bunu kolayca idrak edebiliriz. Mesela bir insanın kolu, bacağı ve gözü veya
herhangi bir azası sakat olsa veyahut çok zayıf veya hasta olsa sağlam insana
teklif edilecek bir iş bu sakat ve hasta insana teklif edilip ve yaptırılırsa
acaba adalet ve insafa layık olurmu?
Elbette
lâyık olmadığı her akıl ve idrak sahibine açıkça malümdür. Bu insan yine şikayet
ve özür beyan ederek kendisinin istirahata ihtiyacı olduğunu temin eder. Fakat hayyan
nutku olmadığından birşey anlatamaz ve sahibide onun dilinden anlamazsa vay haline
ne o hayvanın kazancında hayır bereket olur ne de ahirette o hayvanın sahibi
selamete erer. Sonra hayvan zayıflığı dolayısiyle eğer telef olursa ikinci bir
günahta israfdır.
İsraf:
Din ve dünyaya faidesi olmayarak zayi olup giden mala denir bu ise kesinlikle haramdır.
Cenabı Hakk Ku’ran-i Kerim’inde israf edenler şeytanın kardeşidir buyurmuş
Şeytanın kardeşi ise oda şeytandır. Ne büyük günah ve ne kötü ad, öyle ise bir
miktar israfdan bahs edelim.
Meselâ:
Hayvanın telef olacağı bir yerde onu bırakıp içeri almamak bazen kurt yer bazende
zayıflığından bir dereye veya çukura düşer ölür. Bazen hırsız götürür her ne
suretle olursa olsun hayvan faidesiz zayi olup gittiğinden buna İsraf denir
sahibi de müsriftir. Öyleki, bir küçük ve zayıf dana veya ufak bir kuzu diye
bırakmamalıyız bir danaya bir öküz veya bir inek bir kuzuya bir koyun veya bir
koç gözüyle bakmayan köylümüz senelerce kazancını şarktan gelen öküze veya
ineğe veriyorki onlar haddi zatında bir danadan ileri gelmiştir.
Eğer
bir adam bir tarlaya bir tohum ekerde vakti geldiği zaman o mahsulü biçip toplamazsa
bu da israfdır. Çünkü nimet ve rızıktır. Biçilip toplanmadığı takdirde faidesiz
zayi olur gider. Ağaç üzerinde meyve yetişir ve zamanında toplanmaz zayi olursa
oda israfdır.
Bir
insan mahsulünü içeri alır fakat iyi muhafaza edemez, meselâ rutubetli yerlerde
tahıl bitlenirse yahut fare yerse veyahut patates, soğan ve herhangi bir yaş
sebze veya meyveye iyi dikkat etmezde çürür zayi olursa o da israfdır.
Ekmeği
sofra üzerine fazla dökmek de israfdır. Çünkü sofra üzerine ekmek çok dökülünce
parçalanır ve üzerine yemek dökülür ekmeğe hürmet azalır ve bazende yenmez bir
hale gelir ve çocukların eline ekmek verip sokaklarda ayaklar altına
dökdürmekte israfdır.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem;
“Ekmeği muhterem tutunuz” buyurmuştur. Yani ekmeği ayakaltında
bırakmayınız. Ekmeğin kadrini küçültmeyiniz. Hâlbuki sofra üzerine çok ekmek
döküldüğü vakit kadri küçülüyor çocukların eline verildiği zaman ayakaltına
bırakılıyor hele çöp tenekelerine atılıp çöp arabasına verildiği vakit yahut
sofra bezleri ayaklar altına silkindiği vakit asla ekmeğe hürmet kalmadığı gibi
bilâkis küfrani nimet oluyor. Her kim ekmeğe hürmet etmezse Allah Teâlâ onu
açlıkla terbiye eder.
Et
ve peynir gibi çabuk zayi olacak şeyleri iyi muhafaza edemez de zayi olursa bu
da israfdır. Bunların her hangisinin zayi olacağını his ederde biran evvel fakire
verirse defterine sadaka sevabı yazılır.
Bir
insan elbise ve ayakkabıyı iyi muhafaza edip de güzel giyinemezse o da
israftır. Mesela aynı meslekten iki kişinin birisi elbiseyi bir sene giyerde o
biride altı yahut sekiz ayda yırtarsa yahut lekeledir giyilmez bir hale
getirirse bu da israfdır. Bir odada lambayı ihtiyacından fazla yakmakta
israftır.
Mesela
kırk mumluk bir lambanın aydınlatması kâfi geliyorsa altmış mumluk lamba
yakmakta israftır.
Cenazenin
kefeninide sünnet miktarından ziyade yapmak meselâ erkeklere iki kat kefen bir
kıyamet gömleği ve kadınlara iki kat kefen bir kıyamet gömleği bir başörtüsü
birde dıştan bir kuşak hulasa erkeğe üç kadına beş parça kefen sünnettir.
Bunun
üzerine bir kat daha ziyade yapmak yahut enini, uzununu haddinden fazla yapmakta
israftır.
Allah
Teâlâ’nın yasak ettiği herhangi bir yere malını sarf etmekte israftır. Meselâ
içkiye, zinaya, kumara, çalgıya, oyunbaza, para vermek gibi;
Gelelim
yine mevzuumuza Tavuk, Hindi gibi kümes hayvanlarını başları aşağı tutmak
zulümdür. Hâlbuki köylülerimiz bu hayvanları saatlerce baş aşağı asarak şehire
getiriyorlar ve şehirlimizde aynı surette pazardan eve götürüyorlar, hiçte biri
hatırına getirmiyorki bu hayvan yürürken başı yukarıda olduğu halde yürüyor
simdi böyle başı aşağı olduğu halde müte’ezzi (eziyet çekme) olurmu yoksa
olmazmı?
Kendimize
kıyas edelim gerek yürürken gerekse otururken başımız yukardadır. Bizi başı
aşağı assalar ne kadar müte’ezzi olur ve nekadar tahammül edebiliriz?
Fakat
hayvanın nutku olmadığından ifadeyi meram edemiyor biz zannediyoruz ki tahammül
ediyor ne tahammül bazanda bakıyorsun hayvan yolda murdar olarak ölmüş bu
surette günah iki olur.
Birincisi
zulüm ile hayvanı öldürmek, İkincisi faidesiz zayi olup gittiğinden israfdır ki
her ikiside günah-i kebâirdir.
Kolaylık
olsun diye bu kümes hayvanlarını boğazlandığı gibi hemen diri, diri tüylerini
yolmakta zulümdür günahtır. Çünkü hayvana eziyettir.
Bir
taraftan hayvan can veriyor, canın acısı, bu yetmiyormuş gibi bir tarafdanda
tüyü yolunuyor.
Tavuk
boğazlandıktan sonra karnı yarılıp içerisinin pisliği temizlenmezden evvel
tüyü kolay yolunması için kaynayan suyun içerisine sokulurda suyun kaynaması
durmaz veyahut suyun kaynaması durur tekrar kaynarsa tavuğun eti murdar olur
yenmez. Eğer su kaynamıyorsa tavuk suyun içerisine sokulur ve yine kaynamadan
çıkarılırsa temizdir.
Yüklü
hayvanları güneş altında uzun müddet bekletmek ve binek hayvanının sırtına bindiği
halde hayvanı durdurup şununla bununla konuşmakta hayvana fûzuli eziyet olduğundan
zulümdür. Çünkü yük ve binek hayvanları insanlar kolaylıkla nakledemiyeceği bir
yükü hayvanın sırtına yüklemek suretiyle kolayca nakletsin ve piyade olarak
kolayca varamayacağı bir mahalle hayvanın sırtına binmek suretiyle kolayca
varması için halk olunmuştur. Öyle ise hayvanın sırtına bindiği ve yük
yüklediği halde hayvanı durdurmak elbette zulümdür.
Bakınız
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz hadisi şeriflerinde buyuruyor
ki;
“Hayvanların sırtlarını minber yapmayınız
Çünkü Allah Teâlâ o hayvanları size ram etti ve itaat edici kıldı ki uzak şehir
ve köylere varasınız için o şehir ve köylere kolaylıkla varamazdınız. Ancak
nefislerinizi birçok müşkilata koştuktan sonra varabilirdiniz.”
Yani
hayvanlar sizin çetinlikle varabileceğiniz uzak mesafelere kolaylıkla varasınız
için halk olunmuştur. Şu halde camilerdeki minberler gibi hayvanların sırtları
hitabet yeri değildir. Hayvanın üzerinde iken hayvanı durdurup konuşmak bu
hadisi şerif mucibince yasaktır ve zulümdür. Konuşmak icabetiği vakit hayvanın
sırtından yere atlamak layıki adalettir.
At,
Katır ve Merkep gibi eti yenmeyen hayvanlar ihtiyarlayıp iş göremez hale
geldikleri vakit şurada burada perişan bir halde terk edilmeside zulümdür.
Hiçbir işe yaramayan hayvanı boğazlayıp derisinden istifade etmek mübahtır.
Öyle
perişan ve muaddel terk etmek günahtır.
Hayvanları
tehammüllerinden fazla yürütmekte zulümdür.
Hayvan
gerek koşulsun gerek binilsin dinlenmeye muhtaç olduğu vakit dinlendirmek bir
haktır, Öyle ise hak sahibinin hakkını kendisine vermemek elbette zulümdür.
Hayvanları
boğazlarken eziyet etmek ve bilhassa kör bıçakla kesmek günahtır. Hayvanı
kesmek mübah fakat öyle zalimane şiddetle yatırmak güya eline bir düşmanı
geçirmiş gibi muamele yapmak heramdır Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir
hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyorlar.
“At, Deve, Manda, öküz, İnek, Koyun vs.
insanın bütün işlerinde kullanılan bil cümle hayvanatın yedirilmesi,
içirilmesi, yatırılması, kaldırılması, ve timar edilmesi gibi her türlü
haklarına riayetle Allah Teâlâ’dan korkun ve hayvanları çok zahmet ve meşakkate
sokmayınız. Şöyleki,
binilmeye, kullanmağa selahiyeti olsun.”
Bu
hadisi şeriften açıkça anlaşılıyorki hayvanların haklarına riayet etmeyen
sahipleri Allah Teâlâ katında mes’ul olacağı gibi bilumum Belediyeler için
şayanı dikkat bir ağır mes’uliyet vardır. Ye hayvanları korumak için cemiyetler
kurulmadığından dolayı müslümanların her ferdine o mes’uliyetten bir hisse
isabet eder.
Diğer
bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor. “Eğer hayvanat hakkında yaptığınız fena
muameleden bağışlansaydınız çoğunuz bağışlanmış olurdunuz.”
Yani hayvan hakkından kurtaracak kimseler pek
az olur demektir.
Müslüman
kardeş!
Hayvan
hakkına riayet edelim şu iki hadisi şeriften anlaşılıyorki hayvan hakkı
insan hakkından daha büyüktür. Çünkü birinci hadisi şerifte hayvanların
hakkına riayetle Allah Teâlâ’dan korkun buyuruyor bu ne büyük emir ve ne
şiddetli sakındırmadır. Yani hayvan hakkından çok sakınınız demektir. Mesela
bakarsın adamın birisi çok büyük haksızlıklar yaptığı vakitte ona “Allah’tan
kork” derlerki bu sözden o adamın Allahtan hiç korkusu olmadığı anlaşılır.
Çünkü Allahtan korksa bu kadar zulmü irtikâp etmez. Peygamber efendimizde hayvanların
haklarının büyük olduğunu bizlere bir cümle ile açıklamıştırki: O da “Allahtan
kork” emridir. Yani Allahtan korkusu olan bir müslüman Allahın emaneti ve kendi
menfaati için yaradılmış olan bu hayvanlara karşı zulüm etmez demektir.
İkinci
hadisi şerifte hayvan hakkından kurtaracak kimselerin pek az oluşu yine hayvan
hakkının büyük olduğunu açıklamıştır, bu hak az ve küçük olsaydı hayvan hakkından
kurtaranlar yani Allah huzurunda mahkeme olduklarında berat edenler çok olurdu
mademki hayvan hakkından kurtaran berat edenler pek azdır. Öyle ise hak çok
büyüktür şu halde hayvanlara eziyet etmek her ne surette olursa olsun heramdır.
Bıldırcın ve keklik gibi kuşların başlarını
koparmak suretiyle öldürmek zulümdür ve son derece insafsızlıktır.
Çünkü
İslâm dininde meşru olan gerek bu gibi kuşlar gerek sair hayvanları insani bir
şekilde keskin bir bıçakla ve besmele ile kesmek lâzımdır.
Aksi
takdirde böyle vahşice başları koparıldığı zaman temiz hayvanın eti pis olur yenmez
ve keserkende kemiğin içersinde bulunan iliğe bıçağı vurmamak lazımdır. Çünkü
hayvana eziyet olduğundan mekruhtur.
Manda, sığır, koç ve horoz gibi hayvanları
birbiri ile döğüştürülmeside zulümdür. Günahtır.
Çünkü faydasız boşu boşuna hayvana eziyyettir.
İnsanlık
ve İslâm dininin icabı bu gibi hayvanların döğüştüklerî görüldüğü vakit hemen
onları çabukça ayırıp müptela oldukları eziyetten kurtarmak lazımdır.
Müslüman
kardeş!
Çocuklarımıza
varıncaya kadar hayvan haklarını tavsiye etmek her ana ve babanın üzerine
borçtur. Çünkü görülüyor ki çocuklar hayvanların haklarını bilmediklerinden dolayı
hayvanları taşlıyor ve fena muamelede bulunuyorlar ve nihayet ellerinde hayvanlarıda
güvercin serçe gibi hayvanlarıda öldürüyorlar.
Allaha
hamd olsunki beni bu risaleyi yazmağa muaffak kıldı. Allah cümlemize okuyup
içindekilerle amel etmemizi nasıb ü müyesser kılsın. Âmin.
Ve´s-selamü ala men ittebeal Hüda
[1] Düzenlemede
günümüz insanı için bazı kelimeler manayı bozmayacak şekilde tahvil edilmiştir.
[2] Hisse’i
şayi’a : Meselâ şu araziden çıkan hasılatın yarısı yahut üçte biri yahut
dörtte bir demektir. Yahut bugünkü ticari nisbetlerde konuşulan yüzde elli
yahut yüzde kırk veyahut yüzde otuz gibi bir nisbet demektir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar