FATİH SERTÜRBEDÂRI TIRNOVALI Kutbu’l-Ârifîn, Gavsu’l-Vâsilîn MÜRŞİD-İ KÂMİL AHMED AMÎŞ EFENDİ
“Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden bana
gelinceye kadar bu tecelliye kimse mazhar olup erişmedi. Ben ise Rahmanirrahim
tecellisine mazharım.
Benden şer beklemeyiniz.”
Ahmed Amîş Efendi
Kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد
وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
(1807-20 Şaban 1338-9 Mayıs 1920 Fatih-İstanbul)
"Câmi-i makamât-ı kemâl, aziz-i kuds-i hisâl Eş-şeyh Ahmed Amîşül-Halvetiyyü’ş
Şabanî kaddes-allahü sırrehül-âlî Hazretleri Bulgaristan’daki Tırnova kabasında
dünyaya teşrif buyurdular. “Amîş” bazıları tarafından “Ammiş”
ismiyle yâd edilegelmiştir. Türkçesinde “küçük
amca” anlamına gelmektedir. [1] Çünkü Ahmed Amîş
Efendi orta boylu bir zat imiş.
İlk tahsilini tamamladıktan sonra, Gelenbevî
İsmail Efendinin talebelerinden olup Filibe'de ders veren Uzun Ali Efendinin
yetiştirdiği büyük bir zatın ve Vidinli hoca Mustafa Efendi öğrencilerinden
Klemençeli Mustafa Efendinin ve sair kemal ehlinin derslerine devam
buyurmuşlardır. Daha sonra uzun bir zaman mektep hocalığı ile meşgul oldular.
Esasen fıtratlarına gömülmüş olan ilâhî
cezbe-i ışık yüzünden bir manevî üstad ararken Bektaşî şeyhlerinden Servili
Sadık Efendiye müracaat ettilerse de:
“Sizin nasibiniz bizden değil, ırkı
pâklerdendir. Yerinize gidip ona intizar ediniz.” cevabını aldılar ve birkaç sene bu şekilde beklemek zorunda kaldılar.
O sıralarda âlem-ül irşâd ve kutb-ül-efrad Kuşadalı Eşşeyh, Esseyyid İbrahim
Efendi, talebelerinden mertebe-i kemale vasıl olan bazı kişileri, kendilerine
vekil olarak birer tarafa gönderdikleri gibi, Kadızade Ömerül-Halvetî
Hazretlerini de Tırnova'ya göndermişlerdi.
Ömer-ül-Halvetî Hazretleri Tırnovaya teşrif
edince başta Ahmed Amîş Efendi olduğu halde ulemadan Emrullah Efendi, eşraf-ı
beldeden Hacı Abdullah oğlu Hacı Mehmet Ağa ve takriben 35 sene mukaddem
İstanbul'da vefat eyleyen Tırnovalı Süleyman Efendi ve Büyükada Malmüdürlüğü
maiyetinde müstahdem iken irtihal eden Hacı Nesip Efendi ve diğer birçok
taliban-ı aşk-ı Muhammedi, Ömer-ül Halvetî Hazretlerinin meclis-i pürnur-ı
ezkârında sermest-i cezebat-ı hakikat oldular.
1259 (1842) senesinde Kuşadalı İbrahim Efendi,
hacca niyetle İstanbul'dan çıktılar. Hac dönüşü İstanbul’a dönmeyip Şam'da
kaldılar. İstanbul'da ve Anadolu ile Rumeli'nin birçok yerlerinde bulunan diğer
halifeleri ve Ömer-ül Halveti mektupla emirlerini alırlardı.
1262 (1845) sene-i hicriyelerinde ikinci hac seferi
için talebeleriyle Medine-i Münevvereye gitmişlerdir. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin huzurunda manevî birçok haller zuhur etmiş ve oradan Mekke-i
Mükerremeye müteveccihen yola çıkmışlardır. Ancak yol esnasında Hazret-i Pîr-i
Azamda kolera belirtileri görülmüş hacıların ehram giydikleri Rabiğ mevkiinde
Hakk’a yürümüşlerdir. [2]
Hazret-i Sultan Kuşadalı, Makam-ı Niyabet-i
Muhammediyede Kalb-i Âlem olmak üzere Bosnevî Mehmet Tevfık Efendi Hazretlerini
yerine “vekil” bıraktılar. Hazret-i Kuşadalının sırlanmasından sonra
Ömer-ül-Halvetî Hazretleri Tırnovada irşad ile neşr-i feyz ederek 1268 (1852)
senesinde evvelâ Ahmed Amîş Efendiye, biraz sonra da Emrulah Efendiye hilâfet
vererek, her ikisini de irşada mezun kıldılar.
Bir gece Ahmed Amîş Efendi, İstanbul'dan Tırnova'ya
gelen ihvandan iki üç kişi ile sohbet ederlerken Bosnevi Mehmet Tevfık Efendi
Hazretlerinin kemalât-ı kutsiyelerine dair söz geçmiş ve aynı gece de Efendi
hazretleri zuhur ederek Ahmed Amîş Efendi'yi İstanbul'a davet etmişlerdir.
Ahmed Amîş Efendi, bu hâdiseyi, mürşidi
Ömer-ül-Halveti Hazretlerine arzederek aldığı emre uyarak İstanbul’a gitmiş ve
vahid-i zaman Bosnevi Mehmet Tevfık Efendi Hazretlerinden bu sefer rabıta verme
izni ile Tırnova'ya dönmüşlerdir.
1281 (1864) tarihinde Bosnevi Mehmet Tevfik
Efendi Hazretleri yine İstanbul'a geldiler.[3] Ahmed Amîş Efendi, Hazretin görüştüğü Üsküdarlı Hoca Ali Efendi,
evamir müdürü Rifat Efendi, Üsküdarda Nalçacı dergâhı şeyhi Mustafa Bey, evamir
müdürü Rifat Efendi, Kâşgar hükümeti sefiri sıfatıyla İstanbul'a gelerek
Hazret-i Bosnevî'den istifade eyleyen eazım-ı ulema-yı İslâmdan ve
Füsus-ül-hikem sarihlerinden Yakup Han-ı Kâşgarî ve Fatih Türbedarı Niğdevi
Bekir Efendi kaddesallahü esrarehüm hazaratının her biri ile tekrar görüşerek
Tırnova'ya döndüler.
Ahmed Amîş Efendi 1294 (1877) senesine kadar
orada ikamet ettiler. O sene Osmanlı Hükümeti ile Rusya arasında vuku bulan
harp dolayısıyla ailesiyle İstanbul'a hicret ettiler. Bu son gelişlerinde
ihvandan yalnız Rifat Efendi ile Fatih Türbedarı Niğdevi Bekir Efendiyi
buldular ve iki üç sene bu iki zat-ı mükerrem ile sohbet ettiler. Bazen da Kuşadalı
Hazretlerinin telkinine izin buyurdukları Keçeci Hafız Ali ve İzzet efendiler
hazaratının medfun bulundukları Lokmacı tekkesine giderek halka-i ezkârda
bulunurlardı. İstanbul'a geldiklerinde Süleyman Efendi sohbet arkadaşı
olmuşlardı. Süleyman Efendi Tırnova'da senelerce Ömer-ül-Halvetî Hazretlerinin
huzurunda bulunmuş ve Mehmet Tevfik Efendi Hazretlerinin Hakk’a yürümelerinden İstanbul’a
gelmiş, birkaç sene meclisi sahib-i zamanda bulunmuş ve Bosnevi Hazret-i
Bosnevîden sonra tevhidin en büyük tercümanlarından sayılan evamir müdürü Rifat
Efendi Hazretlerinin sohbet ve yol arkadaşı olmuş idi.
Ahmed Amîş Efendi Hazretlerinin tecelligâh-ı
Sırr-ı ekmeliyet olduklarını feraset-i maneviye ile en evvel keşfeden Süleyman
Efendi Hazretleridir. Sarıgüzel’de İskender
Paşa Camiinin tabutluğunda mücahede ve halvetle meşgul olan Ahmed Amîş Efendi
Hazretlerini çok severlerdi. Onunla beraber sohbet ettiklerinde Ahmed Amîş
Efendi Hazretlerinin hem damad-ı âlileri ve Fatih ders-i amlarından ve Rusçuklu
Hasan Sabri Efendi Hazretlerinden başka bir kimse dâhil olamazdı.
İşte bu sıralarda Türbedar Bekir Efendi hazretleri
de, uhdelerinde bulunan türbedarlık görevini Ahmed Amîş Efendi Hazretlerine bırakmalarıyla
Fâtih Sultan Mehmed türbesinin türbedârı olmuş ve bu yüzden “Fâtih Türbedârı” olarak da anılmıştır.
Daha Tırnova'da iken, tanışmamalarına rağmen
İstanbul'da bulunan Nakşibendî şeyhi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevî (1813-1893)
kendisine hilâfet icazeti göndermiştir. Yine Melâmî tarikatının üçüncü devre
piri Muhammed Nûr’ül Arabî (1813-1887) tarafından Melâmî tarikatinden de
teberruken verilmiş icazeti vardır.[4]
Amîş Efendi taliplerine Halveti, nadiren de
Nakşî icazetnamesi vermiştir. Tarikatlerin merasim, âdâb ve erkânından uzak
kalarak melâmetle irşâda devam etmiştir. Fakat müridlerin “melâmet” kelimesini kullanmalarını yasaklamıştır. Kendisinden ders
isteyenlere tevbe ve istiğfar etmelerini, Kur'an okumalarını tavsiye ederdi.
Ahmed Amîş'in pek çok meşhur müridi vardır:
Mutasavvıflar İsmail Hakkı Bursevî (meşhur mutasavvıf değildir) ve Abdülaziz
Mecdi Tolun, Hüseyin Avni Konukman, âlim Hasan Basri Çantay, felsefe ve
tasavvuf üstadı İsmail Fennî Ertuğrul, Süheyl Ünver’in babası postacı Mustafa
Enver Bey, meşhur hattat Hasan Rızâ Efendi bunların arasındadır.
Amîş'in torununun damadı ise Mehmed Âkifin
yakın dostu olan Babanzâde Ahmed Naim Efendi'dir.
Ahmed Amîş Efendi 9 Mayıs 1920 tarihinde 126 (?)
yaşında iken İstanbul'da Hakk’a yürüdü.
Ahmed Amîş Efendi Hazretleri kutsal emaneti
Bekir Efendiden teslim aldıktan sonra bereketli bir ömür sürmüşler ve kendileri
de, kendilerince malum olan vakitleri yaklaştığında yerlerine Kayserili Mehmed
Efendi Hazretlerini tevkil eylemişlerdir. Ser Türbedar Ahmed Amîş Hazretleri,
aynı zamanda damatları bulunan Müderris Ahmed Nedim beyin Şehzâdebaşındaki
Fevziye çarşısı yanındaki evinde irtihal-i dâr-i beka buyurmuşlardır. Gasillerini
ise Fatih Camii imamı Bekir Efendi yapmıştır. Ancak bu konuda da şayan-ı
hayret bir hâdise cereyan etmiştir. Şöyle ki:
Vefat'ın vuku bulduğu ev Şehzadebaşı’nda olduğundan,
gaslin de bu semtin camii olan Şehzadebaşı Camii imamı tarafından yapılması
gerekirken, o gün tesadüfen Şehzade başı imamı bulunamamış, neticede Fâtih
İmamı Bekir Efendi gasil için çağrılmış. Bekir Efendi gasil işini büyük bir
tazim ve itina ile yaptıktan ve hazretin elini ve yüzünü öptükten sonra
ayrılmış. Bu hâl, orada bulunanların, bilhassa Ahmed Naim ve Evrenoszâde Sami
Bey'in dikkatlerini çekmiş ve hâdisenin sebebini İmam Bekir Efendiden öğrenmek
istemişler. İsrar karşısında Bekir Efendi şu hâdiseyi nakletmiştir:
"Bundan on sene kadar önceleri idi. Bir
gün sabahleyin Sarıgüzel hamamına gitmiştim. Kurnalardan birinin başında
yaşlıca, zayıf-nahiv bir zâtın yıkanmaya çalıştığını görünce yanına yaklaştım
ve Fâtih türbedârı olduğunu görünce kendilerinden müsaade isteyerek
yıkanmalarına yardımcı olmak istedim. Teşekkür ettiler, memnuniyetlerini izhar
ettiler, ancak şöyle buyurdular:
“Sen beni şimdi kendi halime bırak, fakat inşaallah
bilâhere beni iyice yıkarsın!..” Ben
o zaman bunun mânâsını (itiraf edeyim ki) anlamamıştım. Şimdi bu kutsal hizmet
bana düşünce anladım ve kerametlerinin bu suretle zuhur ettiğini idrâk edince
hayatlarında iken ne derece gaflette bulunduğumdan dolayı müteessirim."
Ahmed Amîş Hazretlerinin namazlarını Abdülaziz
Mecdi Efendi kıldırmıştır. Mecdi Efendi bu hususu şu şekilde nakletmiştir.
"Pîr-i tarikat Hazret'i NASUHİ'yi mânâ
âleminde gördüm. Ahmed Amîş Efendi'nin namazını kıldırmak hususunda sana teklif
vaki olacaktır, bunu kabul ve ifa et!" Buyurdular. Ben de o esnada vaki olan imamet teklifini bu emir ve
işaret üzerine kabul ve ifa ettim. Mübarek naşının namazını bu suretle edâ
ettikten sonra hazır bulunan cemaata karşı da:
"Ey camaat-i müslimîn!
Fâtih türbedârı Ahmed Amîş Hazretlerini; hamil-i
emânât-i süphaniye. Câmi-i kemâlât-ı insaniye, kutb-ül arifin, gavsul-vâsılîn,
olmak üzere tanırız; sizler de böylece tanır ve şahadet eder misiniz?"
diye soran Mecdi Efendiye cevaben hazır bulunan
mahşerî kalabalıktan gür bir ses yükselir: "Eveeet...biz de öyle bilir
ve tanır, şahadet ede-riz..."
Hakk’a yürümesi üzerine Evrenoszâde Sami
Bey'in yazdığı târih mısraı şöyledir:
“Gitdi
gülzârı cemâle pîri efrâdı cihan” (1338).
Yani,
Allah'ın Cemâli olan gül bahçesine, yani cennete dünyadaki herkesin piri olan
Ahmed Efendi gitti.
Makamı alisi, İstanbul Fatih Camii haziresinde
bulunan Ahmed Amîş Efendimiz Hazretlerinin sol yanında oğlu, sağ yanında ise
Maraşlı Ahmed Tâhir Memiş Efendimiz Hazretleri yatmaktadır.
Mezar baştaşındaki yazı şöyledir:
Hâmili
emânâtı Sübhâniyye,
Câmi'i
makâmâtı insâniyye,
Mürebbîi
sâlikânı Rahmâniyye
El Hâc
Ahmed Amîş el-Halvetî eş-Şa'bânî
kuddise
sırrûhû hazretlerinin rûhi şerifleri için
El-Fâtiha.
20 Şa'bân 1338/(9 Mayıs 1920)
Kabir
taşlarının diğerinde Evranoszâde Sâmî beyin şu manzumesi yeralıyor:
“Rûh-i pâk-i mürşid-i yekta cenâb-i Ahmede.
Sâye-i arş-i ilâhîdir mualla âşiyân
Matla'-i feyz-i velayettir o kutbu'l-vâsılîn
Sırr-i ferdiyyet olurdu vech-i pâkinden iyân
Râh-i Şâbân-i Velide ekmel-i devrân olup
Ehl-i hilme kıble-i irfan idi birçok zaman
Ah kim yükseldi lâhûta, muhit-i vahdete
Oldu envâr-i tecellî-i bekada bî nişan.
Neşvebâr oldukça envar-i cemali kalbime
Parlıyor pişimde eşvak-ı sayfa-yı cavidan
Cezbe-i vahdetle Sami söyledim tarh-i tam
كيتدي كلزار
جماله پير افرد جهان
20 Şa'bân 1338/(9 Mayıs 1920)
AHMED
AMİŞ EFENDİNİN KELÂMI ÂLİLERİNDEN
Abdulhamid
Han
• Efendi
Hazretleri buyurdular ki, [5]
“Abdülhamid Medine'ye ben de yavaş yavaş”
·
Abdülhamid imameyn mertebesine çıkmıştır.
·
Ölümü anlamak isterseniz Abdülhamid'in haline bakınız (Hal'inden
sonraki hâli)
·
Bir gün Efendi Hazretleri önde, biz de bir iki
ihvanla arkasından yürüyorduk. İçimden
“bana bir kudret ihsan et de
Abdülhamid'in tacını tahtını yıkayım” dedim. Efendi Hazretleri hemen
dönerek;
“Hasan zulüm neye derler bilir
misin?” buyurdular. İlaveten
“zalim bir padişaha karşı
silaha sarılmak da zulümdür,” buyurdular.
·
“Allah tecellisini tekrar etmez. O geçti” (Mehmed Efendi Hazretleri kalben Abdülhamid’in tekrar
saltanata gelmesi için temenniyatta bulundukları zaman buyurmuşlar).
·
Mehmed Efendimiz Hazretlerine meşrutiyeti müteakip birkaç kere kova ile
su getirtip leğene döktürüp badehu ellerini ayaklarını suyun içine biraz zaman
durdurduktan sonra
“al bunu,
el ayak değmez bir yere döküver” buyurmuşlar.
Adab
·
Adabı Muhammediyedendir. Bir yere girdiğiniz zaman namaz kılıyorlarsa
cemaatle namazı kılmış da olsanız oraya girip namaz kılınız.
·
Birgün huzurlarından çıkarken eliyle mumu söndüren Nevres Bey’e;
“Öyle yapma!
“hu” diye üfleyerek söndür.”
·
Necib Bey'in kardeşi Doktor Talat Bey'e
“Cemil Bey'e benden selam söyle” buyurmuşlar ve akabinde de
“Şeyhin mi selam söyledi, şeyhim mi selam söyledi
diyeceksin.” diye sormuşlar.
Talat Bey'de
“Şeyhim” cevabını vermiş,
“Güzel etmiş.”
·
“Alış veriş ederseniz ilk önce parayı veriniz, sonra malı alınız.”
·
Ahmed Amîş Efendimiz buyurdular;
Birgün üç ihvan ile Şeyhimizin huzurunda iken Emrullah
Efendiye
“O benim hocam, diğerine bu benim fakirimdir.” buyurdular. Ben de acaba bana ne buyuracaklar diye
muztarib iken
“bu da benim kıtmirimdir.” buyurduklarında pek memnun oldum.
·
Yusuf Bahri Bey rivayetiyle;
Balkan harbinde beni tayin ettiler. Huzura gittim,
efendim harbe gidiyorum dedim. “Yoo, öyle harbe gidiyorum denmez. Harp bir
emri azimdir, bilâ talep tayin edilirse tayin edildim” denir.
·
Süt içerken ağzınızda iyice dolaştırın, lûab (tükrük) ile karışsın.
(hazmı kolay olsun diye)
·
Allah olmak kolaydır, fakat Muhammed olmak güçtür.[6]
·
Ahmed Amîş Efendi Mecdi Efendiye, "mecdi, sakın sırrı faş etme
" der, Mecdi Efendi acaba bir şey mi yaptım diye korktum. Benim bu
korkumu gidermek ve bir hakikat bildirmiş olmak için buyurdular ki,
"Edemezsin ki, edilemez ki, ruhunu ortaya at, faş
et anlat bakalım. Edemezsin, O’da öyledir". [7]
·
Kazım Bey:
Sohbetlerine devam eder ve pek çok
istifadeler ediyordum. Günler aylar geçtikçe hazretin nasiyasinde parıldayan ve
görmekle mütelezziz olduğum bu hakikat güneşini bu olgun insani daha çok sevmeye
başlamıştım. Huzurunda bulundukça acaba bir hizmet emrederini velev, bir bardak
su olsun veya abdest tazelemek için olsun eline ayağına su dökmeyi isterdim. Ve
emrine müntazır bulunuyordum. Su içme tarzıda başka türlü idi. Bardağı iki
avucu içine alır ve evire çevire suyu avcunda ısıtır sonra üç yudumda bitirir
idi. Ve lezzetini çeşnisini karşıda oturana bakana bile lezzet verecek derecede
tam bir hevesle içerdi ve sonunda “yarabbi sana çok şükür” derdi.
·
Kazım Bey:
Mabeyni Humayün tarafından
gönderilen bazı hafiyeler Hazreti Azizin odasına kimlerin girip çıktığını
tarassut (gözetliyor) ediyorlarmış. Böyle zamanlarda zaillerini (sürekli
gelmeyenleri) kabul etmeyerek
“burada durmayın görmüyor musunuz,
hafiyeler geziyor” diyerek ziyaretçilerini kabul etmezlerdi.
·
Sahavet sıfât-ı enbiyâdır. Sahî adam cennete
girer. Cennet de burada başlar.
·
Âdeti bozmayın, âlemi günahkâr etmeyin.
·
Tevekkül babında durmazlarsa, (o kişiye) biraz
şey verip savarlar.
·
Kütahyalı Süleyman Bey rivayetiyle;
Huzurda Hazret Kur'an okurken iki, üç defa ziyaret
ettim, Kur'an'ı bitirip kapadıktan sonra “Bu
Kur'an'ın sevabını sana hediye ettim.” buyurdular. Ben sükût ettim,
“öyle olmaz,
üç defa aldım kabul ettim de.”
buyurdular. Ben de üç defa tekrar ettim.
Adak
·
Hastalandığınız zaman ağır gelmeyecek, yapabilecek bir neziri yapınız.
Mesela bu hastalıktan kurtulursan günde iki rekât nafile namaz kılayım, dersin.
Ahlak
·
Gör geç, belle geç, durma geç...
·
Biz köpek tabiatlıyız, kuçu kuçu derler geliriz, hoşt
derler gideriz.
·
İbrâhim-ül meşreb olunuz. Ama İbrahim aleyhisselâm olmadan da kendinizi
ateşe atmayınız.
·
Sen verdin, biz yedik; vermezsen ne yerdik.
Allah Teâlâ;
·
Kelami nefsî her lisandan sadır olur,
fakat lisanı Arab'a bürünmüştür.
·
Kimseye “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun” diye sormak caiz değildir,” eğer
sana birisi sorarsa “şuradan geliyorum,
buraya gidiyorum” daha doğrusu, “minhü
ileyhi” “O'ndan O'na” dersin.
·
“înnallâhe
latifün bi'l-ibâd” [8] Allah Teâlâ kullarına
latiftir değil, Allah kullarında latifdir. Çünkü evvelkisi isneyniyeti icab
eder.
·
Cemii mükevvenat Hakkın zuhurudur.
Şuunâtı ilahiye irâdei zatiyedendir.
·
Allah
hattı zatında ekberdir.
·
Kuşadalı
Efendimizden;
Hep kullar Allah Teâlâ'dan o da ulema kullarından haşyet eder. (korkar)[9]
·
“İlah,
şagil[10] manasınadır”
• Bütün arifler Allah'da fena
olur, Allah'da kamil de fena olur.
·
Mâ'na
kadîmdir. Kimsenin olmaz.
Ana-Baba hakkı
·
Analar Allah'ın rahim sıfatına, babalar da rezzak sıfatına mazhar
olurlar.[11]
·
Mehmet Efendim Hazretleri bir gün buyurdular ki,
“Huzurda idim, diğer bir zat da vardı. Hazreti Aziz o
zata bakarak ve fakiri göstererek
“ben dünyayı bunun evladlarına verdim, veririm ya!
bana kim karışır.” buyurdular. Ben
de;
“kimse karışamaz” dedim.
Besmele
·
Bismillahın manası, “Allah'ın bendeki taayyünü ile” [12]
Biat
·
Gıyaben biat vermek âdetimiz değildir. Fakat Yüzkere istiğfar, yüzde salât
u selam okusun. Bir de
“eseri eseri’ş
şey zâlike’ş-şey
Nuru nuru’ş
şey zalike’ş-şey” [13]olduğunu bilsin buyurdu.
·
Kuşadalı Efendimizden;
Kula kul olmayınca adam adam olmazmış.
·
Kuşadalı Efendimizden;
(Ululemirler için) Onlar Hakkın azametine mazhar
olmakla karşı durmak olmaz.
Borç
·
Bakkal yahut diğer birine borcunuz olursa aylığınızı alır almaz
borcunuzu ödeyiniz. Çünkü bu para ile bir iki el devreder ve kâr eder. Eğer
parayı vermezseniz haramdır.
Buğz
·
Hazreti Azizimiz birgün mübarek sağ ellerinin parmaklarının uçlarıyla
mübarek vücutlarına vurarak “bazıları gelip buna saplanırlar.” buyurdular.[14]
Cennetlik
ve cehennemlik
Nevres Bey 'den;
“Cennetlik
misin, Cehennemlik misin bilmek ister misin?
Bulunduğun
hale bak. Bulunduğun hal Cennetlik ise Cennetliksin, Cehennemlik ise Cehennemliksin.[15]
• Vakıf mala ihanet eden
cehennem azabından kurtulamaz.
·
Cehennemde bazısı beşbin, bazısı altıbin
sene durur.
·
Allah senin için ahrette odun kömür yakmaz.
Cezbe
·
Muhabbetin galeyanı halinde hüküm sâlikindir.
·
Halil Efendiye buyurmuşlar ki
“Ulan sen
beni gördüğün zaman cezbeleniyorsun. Dağı, taşı gördüğün zamanda cezbeleniyor
musun?” Halil Efendi;
“Hayır demiş.”
“Öyle ise
olmadı, ne zaman neyi görürsen hakikati ilahiyeyi müşahede ile cezbelenirsen o
zaman.”
·
Beyoğlu müftüsü olan Receb Arusan Mecdi
Efendinin Komşusu imiş. Bir gün Ahmed Amîş Efendinin ziyaretine giderler.
Hazretin elini öperek Mecdi Efendi Receb Efendiyi Fatih hocalarından diyerek
takdim eder. İlk söz olarak Efendi Hazretleri, "Allahü ekber de.
Müfaddalün aleyh nedir? Diye Receb Efendiye sorar. Receb Efendi
“Allah fî haddi zatihi
Ekberdir” bu ef’âlü, tef’il (babında) ve müfâddalün aleyh aranmaz, siz ararmısınız?
Yani, biz hocalar aramayız, siz mutasavvıflar arar mısınız?”[16]
Diye o da Ahmed Amîş
Efendiye sorar. Efendi Hazretleri;
“ Ben de bu suale
böyle cevab vermeni beklerdim" diyerek müftüyü
takdir eder. Elinde tuttuğu, enfiye kutusunu açarak bir tutam enfiye verir. O
sırada geride ayakda duran Mecdi Efendiye de bir tutam enfiye verir. Çekmekte
iken fartı muhabbetinden Mecdi Efendi birden bire cezbelenir, Efendi
Hazretlerinin üzerine atılır ve kucaklar.[17] Receb Arusan hayrete
varır. Mecdi Efendinin cezbe haline uğrayarak kendinden geçince aralarında
şöyle bir konuşma geçer.
“Hangi tarikdensiniz?”
“Halveti tarikindenim
sulûkümü Ömerli Halveti'den gördüm. Daha ilerisini sorar isen Şabani tarikine
ve Şabanı Veli'ye müntesibim.”
“Sizin için Arab hoca
ile görüşmüştür ve Melâmi'dir” diyorlar.
“Melâmet adında bir
tarikat yoktur, Bununla beraber umumiyet ile tarikatte Melâmet büyük bir makamdır.” “Tarikatı Seyyide
bak, Arab Hoca dediğiniz Seyyid Muhammed Nur’ül Arab ise çok büyük bir zat idi
ben onun ile görüştüm. O benim sohbet şeyhimdir" diye buyururlar. Söz
buraya gelince, Abdulaziz Mecdi Efendi de kendine gelerek birlikte çıkıp
giderler.
Çalışma ve gayret
·
Siz çalışırsanız ben size gelirim, çalışmazsanız yorulur bana
gelirsiniz.
·
Bulmalı, duymalı, doymalı.
·
Birgün ashabdan birisi
·
“Ya Resulallah sallallâhü aleyhi ve sellem ben filan zatın yanında
çalışıyorum. Yevmiye bana beş kuruş veriyor, yetişmiyor” derler.
Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz de
“dört kuruşa çalış” buyururlar. Bir müddet devam ettikten sonra gelip
“Ya Resulallah yine yetişmiyor.” derler. Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem Efendimiz
“Üç kuruşa çalış” buyururlar. Bu sefer para artmaya başlar. Sebebini
istizah (açıklarken) Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
“Paraya göre iş göremiyordu, fazlası helal olmuyordu.”
·
Kazım Bey:
Ahmed Amîş Efendi yine günlerden
bir gün sordu;
“Dersine çalışıyor musun?”
“Evet, efendim, çalışıyorum.”
Hâlbuki mektep derslerine çalışıp çalışmadığımı sormak istiyormuş,
“Evvela mektep dersi ikinci
derecede Ruh-i feyz-ı irfan bunları bir birine karıştırmamalıdır,” buyurdular.
Deprem
·
Hareket-i arz geçtikten sonra kendimi şu ayeti okurken buldum; Rabbena mâ halakte hazâ bâtılen sübhâneke
fe-kınâ âzâbe'n-nâr. [18]
“ Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen
münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru.”
Devriye
·
Tuizzü idim, tüzillü'ye geldim. [19]
·
Tenezzül aynî terakkidir.
Ebû Leheb
·
Biz “ Tebbet yedâ” suresini hatim tamam olsun diye okuruz.[20]
Ebû Tâlib aleyhisselâm
·
“Ebû Talib radıyallahü anhdır.”
Dört Halife
·
Sairleri halife-i Hakk’dır, Hazreti Ali Halife-i Rasul’dür.
·
Hazreti Rasûlüllah Efendimiz tarafından Hazreti Fatıma'ya (sallallahu
teâlâ aleyhimâ ve alâ âlihima.
“Allah mükevvenata nazar eyledi, iki kimseyi kendisine
intihap etti(seçti). Onun birisi senin baban, birisi de senin zevcindir.”
• Nevres
Beyefendiden;
Şeyhim bana sual buyurdu,
“Âdemden
evvel din var mıydı?
“Evet, efendim vardı, Dini İslâm.”
“Hazreti
Muhammed kaç kişiyi irşad buyurdu?”
Bende korktum, lisanen söyleyemedim. Şehadet parmağımı
işaret ederek bir dedim.
“Evet,
yalnız Hazreti Ali'yi irşad buyurdular.”
·
“Diğer Sahabe-i Kiram talim ve terbiye ile
Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz'i anladılar. Hazreti
Ali kerremallâhü veche aynaya baktı, kendini gördü.”
·
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyururlar
ki;
“Biz Ali ile
bir vücudduk, bu âleme geldik, baş ayrıldı.”
Bazı kişiler Hazret-i Ali
Efendimizi Hazretlerinden Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimize şikâyet ettiklerinde
“Ondan bana şikâyette
bulunmayınız.” înnehû mahsûsun fî zâtillâh .” buyurdular (O Allah'ın zatına
tahsis edilmiştir)
• Nevres Bey rivayetiyle
Bir gün Hazreti Ali
Efendimiz
“Ya Resulallah, namaz kılmak
istemiyorum ama ezan okunduğu zaman içim sızlıyor.” buyururlar,
“Akıbetinin
hayr olduğuna alamettir” buyurmuşlar.
• Her mü'min Alevîdir, ama her Alevî mü'min değildir.
Dünya (lık)
·
Birisi yeni bir ev yaptırırsa, rütbe alırsa, yeni bir elbise giyerse
tebrik etmeyiniz.
·
Yeni bir gömlek bile giyseniz iki rekât namaz kılınız.
Ne talibi
dünyayız,
Ne ragıbı ukbayız,
Biz aşıkı şeydayız.
Hu Hu ya men hû,
Leysel hâ di illâ Hu
Talibin matlubundur
Aşıkın seyrani Hû
Bunu Hazreti Azizimiz Efendimiz Makbule ve Nusret
Hanımlar birlikte söylerlermiş. Bazen Makbule hanıma
“Sen bana bir ilahi okuyuver.” buyururlarmış, Makbule hanım yukarıdaki ilahiyi
okurlarmış.
·
Fatih'in sandukasını etrafındaki demir parmaklıklar için;
“Bunlar zâit ve faydasız şeylerdir, satmalıdır, böyle
durdurulmamalıdır.”
·
“ İnsanda en son kaybolan, manevî saltanat hırsıdır.”
Eşkiya
·
Kuşadalı Efendimizden
Nakıs iken irşada kıyam
edenlerin mütenebbilerle (deliler) haşrından korkarım.[21]
Evlilik
·
Dünyada eşini bulamazsan, işini bilemezsen rahat edemezsin.
·
Hazreti Âdem’e Allah hitap etmiş;
“Ya Âdem sen
beni eskisi gibi göremezsin, görmek istediğin zaman fer'in olan Havva'ya bak.” Havva'ya hitap etmiş
“Ya Havva
sen beni eskisi gibi göremezsin, görmek istediğin zaman aslın olan Âdem’e bak.”
Felç
Kerime-i muhteremeleri (Ahmed Amîş Efendinin kızı) Ayşe
Hanım buyururlar,
Bir gün Efendibabamın yanına girmiştim, şimdi zuhur
etti;
Sübhâna
'ilâhi ve bi-hamdihî estağfırullâhe 'l-azîm. Sübhâna 'ilâhi 'l-azîm ve
bi-hamdihî estağfırullâh, lâ ilahe ve lâ kuvvete illâ billahi 'l-azîm
Bu zikre devam eden nüzul (felç) olmaktan mahfuzdur.
Feraset
·
Osmanlıdan sözünü, arifden gözünü, evliyaullahdan özünü saklamayazsın.
·
Vücuduna sözü geçmeyenin başkasına sözü geçmez.
Gaybî Haberler
·
Şam, Bağdat, Mısır, birisi sudan, biri saikadan (yıldırım) biri de
hareketi arzdan (deprem) harab olacaktır. Türk kavmi ebabil kuşu[22] ile helak
olacak. Türk tenassur edecek. (Türkler hıristiyanlaşacak)
·
Nazif Efendiye,
“Ben yakında
gideceğim, cenazeme gelme. Sen tahammül edemezsin.”
·
Nevres Bey;
“Ben gençliğimde
mutaassıbdım, lisan okuyanlara itiraz ederdim. Şeyhim bir gün buyurdu ki
“Ahmed bir
İngiliz, bir Fransız, bir Rus geldiler. Fatiha-i Şerifeyi kendi lisanlarında
okursan Müslüman olacaklar, buyurdu ben de durdum kaldım.”
·
Miralay Hilmi Bey rivayetiyle;
Hazreti Aziz'i ilk ziyaretimizde bu milletin hali ne
olacak diye sordum.
“Gâvurlar girer yine çıkar. Allah dinini hıfz eder.” buyurdular.
·
Bir gün, Ahmed Amîş Efendi, yemek yenilmek üzere tam sofraya oturduğu
sırada, evde ekmek olmadığını hanımı
haber verir. Ahmed Amîş Efendiye ekmek
almak için bakkala gönderilecek o sırada evde başka kimse de bulunmadığı için,
gidip kendisinin almasını, hanımına söyler. O da cevaben:
“Hemen dışarı çıkmak için
çarşaflı olmadığını, şimdi birinin geleceğini ve ona aldıracağını söylerse de Ahmed
Amîş Efendi beklemek istemeyerek
“Böyle çık
al, beis yok!” Der, ve hanımıda başına şöyle bir örtü
atarak, fakat üstünü bir şey giymeyerek, evdeki kıyafetiyle gidip bakkaldan ekmeği
alır, gelir.
Ertesi gün, türbede,
ziyaretine giden üstat Abdülâziz Mecdi ye, Ahmed Amîş Efendi, bu hâdiseyi
olduğu gibi naklederek
"Bir
defa ağzımdan çıkmış bulundu, söylememeli idim, fakat her halde söylediğim gibi olacak, çarşaf
kalkacaktır" buyurmuşlar.
·
Kazım Bey:
Yine Bulgar ihtilali zamanında Manastırda mülkiye hapishanesinin haricen
bir bölükle muhafazasına memur edilmiştim. Muhafızların ekserisi Bulgar
komitaları idi. bu meyanda nezaret altında bulunan Türk muhibbi bir Bulgar
papazı ile dost oldum. İsmi Papayorgi (Florinanın Nevokas ) köyünden idi
babası Türk annesi Bulgar idi. Bu papaz bana 1319 (1903) ihtilali başlayacağı
günü ve alametlerini bildirdi. Kendisine itimat edilerek vak'ayı olduğu gibi
hocam Mekteb-i Rüştiye Askeriye müdürü Bursalı Kolağası Tahir bey'e söyledim.
Ve o vasıta ile Valiye ve Askeri kumandanına da keyfiyeti arzeyledim. Filhakika
Papazın dediği gibi ihtilal dediği gün başladı Manastırda otluklu bahçenin küme
halindeki otlarının tutuşturulması ve köylerde müslüman hanelerinin yakılması,
İslamların katli gibi fecai ile başladı. Yapılan ihbarda hükümet vaktında
tertibat alarak ihtilali bastırmağa muvaffak oldu (Rus Konsolosunun iki
Jandarma tarafından katli ve jandarmaların salben (asarak) idamları )bu vukuat
cümlesindendir.
Bundan sonra Jandarmada yapılan tensikat (düzenlemeler) üzerine mezkûr
mesleke girdim. Beyrut Jandarma efradı cedide mektebi 4. Bölük kumandanlığına
tayin kılındim. Çok geçmeden İtalya-Trabulusgarp Harbi zuhur etti italyanlar
harp gemileriyle Beyruta gelerek bizim Avni ilâh ve Ankara torpitolarını
teslim almak istediler. Verilmeyince muharebe başladı ve gemilerin üzerine ateş
açtılar. Bizim torpitolarıyaktılar. Bu meyanda bir çok asker ve ahalinin şehit
olmasına sebebiyet verdiler. İşte böyle sıkıntılı bir zamanda ve her türlü
tehlikeye karşı mevcut Jandarma ile memleketin dâhili emniyet ve asayişini
temin ile meşgul iken garip bir müracaat vuku buldu. Arabın birisi Jandarma
alayına geldi cephaneliğin Paratonerlerinin kesilerek tanılmaz bir hale gelmesi
için bizleri ve zabitanı uyarıda bulundu. Bu mühim ve makul talep derhal kabul
ve icra kılındı. İtalya donanması cephaneliği ateşlemek için mevkiini denizden
Harp gemileriyle pek çok aradı ise de bulamadı. Böylelikle memleket mühim bir
içtihalden kurtuldu ve düşman Vapurları akşam; üzeri gittiler.
Beyrutta bundan sonra çok kalmadım. Rumeliye Üsküp alayına naklim için icra
kılındı oraya varmamla beraber Balkan harbi zuhura geldi Komanovada ordunun
mağlubiyete duçar olmasıyla Sırplılar Üsküp üzerine gelmeğe başladılar. Muhammed
Nur’ul Arab’ın hafidi (torunu) Hacı Kamal Efendiyi talabeleri ve ailesiyle
Selanik’e gönderdik. Fakirde bir gece sonra hareketle Selanik tarikiyle
Manastıra gelmiş bulunuyordu. Manastırında düşmesiyle beraber Görüce’ye
kadar gitmiş isemde o sarada Jandarmaya mensup ve ordu ile hiç bir irtibatım
bulunmadığı ve hastalanmaklığım üzerine iadeyi afiyete kadar Görüce’de yakın
akrabalarımın hanesinde misafir kaldım. Ve Görüce’ninde düşmesi üzerine ve
tekrar tebdilen Manastıra oradan da Selanik yoluyla İzmir’e ve oradanda
İstanbul’a geldim. Hazreti Ahmed Amîş Efendime ancak 14 sene sonra tekrar
kavuşmuş oldum.
Mübarek ellerini öptükten sonra ismimi sordu
“Kazım” dememle
“Bizim Kazım mı? ” diye sordu.
“Neredesin? Kazım kendini çok özlettin” buyurdular. Cevaben;
“ Ancak şimdi geliyorum efendim” dedim. Rumeli ahvalinden sorması
ile vekayıi muhtasaran arzettim. Merhameti ilahiyenin bu ümmeti merhumeye has
bir şevkatle tecellisâz olmasını diledim. Bu işlerin başında kalbimden
söyleyerek “hep Rus fırıldağı vardır”, dedim. Cevaben
“Fekatele Talute Calute ayetini” (Bakara, 251) okudu.[23]
“en nihayet Talut Caluti katledecek ve ancak o zaman ferahlık olacaktır.” buyurdular ve elimden tutarak
Fatih camii havlusunu beraberce yürüdük. Esna-i rahte (yol esnasında) eski
arkadaşım Veli’yi sordum.
“Kim bilir nerede sürtüyor” buyurdu. “Talebeliğimde beni onun
rehberliğine vermiştiniz” dedim.
“Biz İhvanımızı kendimiz terbiye eder başkalarıha vermeyiz.” buyurdular. Ve artık haneyi saadetlerine
doğru giderken müsaade isteyerek tekrar veda eyledim.
·
Hazreti Âdem'e bütün diller teklif edildi,
ama Türk lisanını seçti. Onun için Türk devleti ilelebet payidar olur.
·
Yerde gökte büyük değişiklikler olacak.
·
Semavatta büyük değişiklikler olacak bir
yıldız peyda olacak.
·
Paris şehri semavî bir hâdise ile mahvolacak.
·
Üçüncü Dünya Harbi çıkacak, Efendim hazretleri
buyurdu ki; “Rusya mahvolacak, küçük bir devlet haline gelecek.” Anadolu
ahalisine dua ettim, bu badirede onlara ziyan gelmeyecek. Bu esnada avucunu
sıkar gibi yaparak
“Rusyayı küçülttüm, küçülttüm.”
·
İngiltere ve Yunanistan mahva mahkûmdur.
İngilizler o zaman Türk donanmasına bakıp gıpta edecekler, hayıflanacaklar.
·
Ona memnunum ki sizi çok iyi günler bekliyor.
Efendim ( Mehmed Tevfik Efendi Hazretleri nakletti):
60 - 70 sene büyük iyilik olacak. Memleket selâmla idare edilecek. Ben
görmem ama sen görürsünüz, buyururlardı. Efendim de ( Hoca Efendi Hazretleri )
orada idi ama kemâlâtından ötürü ona değil bana söylerlerdi.
Bir sabah Efendimin huzuruna girdiğimde:
“Mustafa ne haberler var ?” diye sordular. O sabahki
gazeteler Yunanlıların Bursayı işgal ettiğini yazıyordu. Arz ettim.
“Gelen kitabî, biz değiliz” buyurdular. Gazeteyi kendilerine
verdim. Gazetedeki resimde bir Yunan zabiti Orhan Gazi'nin sandukasının üzerine
oturmuş, elindeki kamçı ile sandukaya vuruyordu. Bunu görünce mübarek gözleri
doldu. Hiddetle:
“Bu kâfirler Anadolu'dan çıkacak! Çıkacak! Çıkacak! Onlar nasıl
kaçtıklarını; kovalayan nasıl kovaladığını bilemeyecek” buyurdular. Her bir 'çıkacak ' lâfı
bir seneye tekabül etti. Üç yıl sonra Yunanlıları Anadolu’dan kovaladık. Onlar
nasıl kaçtıklarını, bizimkiler nasıl kovaladıklarını bilemediler.
·
(Bu beyan Mustafa Özeren Efendiden rivayettir. Nakleden Dr. Hamdi
Hizalan Beyefendi'dir)
1919 da Ahmed Amîş Efendi’ye: İzmir işgal oldu haberi
iletilince:
"Muvakattir!" (vakitli, geçici bir zamandır) buyurup, aynı sözü üç
defa tekrarlamışlar. Gerçekten İzmir işgali üç sene sürmüş..
·
A. Mecdi Efendi rivayeti ile
A. Mecdi
Efendi, aslen Sivaslı olup Konya’ya da yerleşen ve lise mekteblerinde din
bilgileri ve farisi, dillerini okutan ve bilahare mebus olan Ali Kemali
Efendi [24]
namınındaki bir zatı Ahmed Amîş Efendi götürür. Ali
Kemali Efendi elini öpüp diz çökerek karşısında oturduğu zaman Hazret,
" Rahmetmetullahi, aleyhi rahmeten vasıaten" [25]demiş ve başka bir söz söylememiş. Oradan ikisi
birlikte ayrılıp çıkmışlar.
·
Benî Kureyşden biri ( bir defasında:
Evlâd-ı Resulden birisi ) zulüm ve îtisafa mâruz kalınca Kayı Aşireti'ne iltica
etti. Mürûr-i eyyam ve zaman ile onlara baş oldu. Fakat kendileri de bilmez.
·
Fatih ile Yavuz Selim Han, İmâmeyn silkindendir.
Türk devleti ( bir defasında da: Türk Milleti) ilâ yevmi'l - kıyâme baki kalır,
payidar olur. Fakat şekl-i idaresi şekilden şekile tahavvül eder.
Hal
·
Bizler illetten, kılletten, zilletten âri olmayız, yalnız yatacak
derecede hastalık vücûdumuzu istila edemez.
·
Benim ihvanım bahtiyardır. O bahtiyarlığı, zuhurunda görürler.
·
Bendendirler, halka ne karışırlar; halktandırlar, bana ne gelirler.
Havatır
·
Hatıratı red ile uğraşma, hatırat, ilham, vahy hepsi birdir.[26]
·
Efendi Hazretlerine buyurdular ki;
Bir gün Hazreti Azizimizin huzuru saadetlerinde iken
“Ulan nasıl idare edebiliyorum mu? Ben de
“evet efendim” dedim.
“Mes'ulmüyüm?”,
“Hayır efendim.”
“Mes'ul olmadığımı neden anladın?” Efendim ilhamı zatî ile hareket ediyorsunuz.
“Hâ, ilhamı zatîde havatır olmaz.” buyurdular.
·
Kazım Bey; Yine günlerde bir gün
hazretin Türbe de ziyaretine gitmiştim. O gün pek hararetli ve coşkun bir hal
idi anlatarak takrirlerine devam ediyor ve. Dinleyen ihvanı mustagraki feyz-i
irfan ediyordu. Bu esnada muhabbetlerinden sermest ve cezbeli olduğum halde
gönlüme pek tuhaf bir hatır (vesvese) geldi. Şöyleki;
“Sizdeki bu fuyuzat-i ilahiyeden velevki bir şemme-i kalil veya bir zerre
kadar olsun ihsana nail olsam acaba sizin gibi pürzevk ve nişat olarak cuşi’d-derya
gibi bende sizin gibi muhataplarına böylece talim ve tevhime kadir ve muktedir
olabilirmiyim” gibi bir hatıra geldi. Derekap (hemen) saniye geçmeden hazret
başını bana çevirerek;
“yapabilirmisin be………..?” dedi.
Mürşit huzurunda yaptığım bu küstahlıktan pişman olarak kemali hacaletle
önüme baktım mürşit huzurunda nefes tutmanın[27] sırrı hikmetini bu acı ihtar ile
idrak eyledim ve bir daha muhabbetinden gayri hiç bir şeyin bir dilek veya
arzunun gönlüme girmesine muvafakat etmedim.
Hayvanlar
·
Meratibi hayvaniyeden insana en yakın olan beygirdir.[28]
·
Açlıktan ölme tehlikesi olursa köpek
etini yiyip kurtulmak varsa köpek etini yiyecek, yemez ölürse mes'uldur. Domuz
eti olursa yemez ölürse mes'ul değildir, yer kurtulursa yine mes'ul değildir,
çünkü nass-ı kâti vardır.
·
Bir hayvan keserken elinize bıçağı
aldığınız zaman, “dur hayvan şimdi seni
makamı insana getireceğim” deyiniz, bıçağı vurunuz.
·
Güvercinler ile örümcekler Allah'ın rahmet
askerleridir, birçok evliyaya hizmet etmişlerdir.
Hz. Hatice Kübra aleyhisselâm
·
Nusret Hanım rivayetiyle;
·
Hazreti Hatice aleyhisselâm validemizin vefatı sırasında Hazreti
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
“Ya Hatice, ortağın olan Hazreti Meryem'e benden selam
söyle.” demiş,
buyururlar.
Hediye
·
Asıl hediye bizlere verilir.
·
Birine bir şey verirken hediye veya sadaka deyiniz.
·
Suret insanın (avamın) anasını koşalar.[29]
·
Kuşadalı Efendimiz, Sultan Selim imamı Mehmet Can efendiye gönderilmiş.
Mehmed Can Efendi imam efendiye
“sizi bana gönderdiler ki kendilerini anlatsınlar.”
·
Hicaza gidip gelen bir zat Hazreti Azizimiz Sultanımıza bir tesbih
hediye eder. Hazret de Efendi Hazretlerinin
“Mehmed ben yar ile cünbüşde iken üstünü kopardım, sen
al da bak.”
“...Sen de koparırsan birine ver de çeksin” buyururlar.
Hikmet
·
Çerkesi Mustafa Efendi Azizimizin ihvanından bir zat Yozgat Valisi
imiş. Hasta olmuş, İstanbul'dan doktor çağırmış. Kendisini muayeneden sonra
“Çerkeş'te şeyhim vardır, Onu da tedavi et.” diye
Çerkeş'e gönderir. Doktor saadethanelerine müracaat eder. Haremde derler.
Ertesi gün ziyaretlerine gider. Valinin selamını ve kendisine verdiği emri arz
eder.
“Bak Doktor: Bu akşam bizim hastalıkla hasbihal ettik,
bana dedi ki biz seninle anlaştık, bu vücuda zararım yok. Şimdi beni vücutdan
atarlarsa yeni gelecek zarar verir dedi. Mamafih görüştüğümüze memnun oldum.” buyururlar.
·
İrşad neş'e-i Muhammediye ile olur. O da şimdi Halvetilerde vardır.
Biraz da Kadirilerde var.”
·
Nevres Bey’den;
“Sadık'a yaz; yanına
gelenlerin kimine cehren, kimine kalben benden selam söylesin, kalben selam
verdiklerinde “ve aleyküm selam” diyene rastgelir
buyurdular.
• Kuşadalı
Efendimiz Beypazarı Ali Efendimiz Hazretlerine devam ederken medresede arasıra
zikir ederlermiş. Talebe bundan müşteki olarak birgün odada bulunmadıkları bir
sırada eşyalarını, kitaplarını dışarı atmışlar. Kuşadalı Efendimiz dönüşlerinde
bu hali görünce hiçbir şey söylememişler. Doğrudan Hazretin huzurlarına
gitmişler.
“Ah İbrahim ne olurdu, ağzını açıp iki lâkırdı
söyleyeydin. Git gör eşyalarını atanların ikisi de öldüler.” buyurmuşlar.
• Bir yerde gördüm varlıktan yokluğa düşmüş olanlardan birisine
muavenet (yardım) etmek isterseniz kuvvetliye muavenette bulununuz.
·
Gökten düşenin parçası bulunur, gönülden
düşenin parçası bulunmaz.
·
Ne kadar terakki edersen et, üstünde yine fahâmet[30] vardır.
Himmet
• Nevres
Bey’den;
Birgün huzurda birkaç ihvanla (Ali, Asım) beraber
bulunuyorduk. Hazreti Aziz sohbet buyuruyorlardı.
Bir çocuk geldi, ileriye doğru giderek yüksek sesle
Kur'an okumaya başladı. Hazret sohbeti kestiler. Çocuk Kur'an'ı bitirdi,
giderken
“Gel şuraya otur, bana ilahi oku.” buyurdular. Çocuk ilahi okumaya başladı. Hazret
cezbelenip avuçlarının içini, çocuğa öptürerek bir de tokat atar gibi iltifat
buyurarak
“Haydi, (Hay de) git buyurdular.”
·
Ahmed Amîş Efendi dünya ahvalinin bozulduğuna dair şikâyette bulunan
müridlerinden Halil Efendiye,
"Halil baksana bana, ben bir çalgıyı bozar tekrar
yaparım ve çalarım, senin bu işlere aklın ermez " der. Ve bu zataa huzurlarında ileri geri söz
söyletmezlermiş,
Hizmet
·
İşiniz varken bırakıp bana gelmeyiniz.
·
“Efendim emret” deyip durmayın, (femi saadetlerini (dudaklarını) göstererek)
“buradan bir
şey çıkar yapamazsınız, mes'ul olursunuz.”
·
Birgün Hüseyin Avni Bey huzura gider. “Ben üç
şeyle hizmet ettim, bilirim şeyhe hizmet çok güçtür.” buyururlar.
Hüsn-ü zan
·
Sizden birisinin halini sorarlarsa tek bir iyi halini biliyorsanız onu
söyleyiniz. (İyi deyiniz.)
İlim
·
Âdem’e inen ilk suhuf u hesap birden dokuza kadar rakamlar, ikincisi
hendese, üçüncüsü mimaridir. Onun için hesap kıyamete kadar terakki edecektir.
İlişkiler
·
Kuşadalı Efendimizden;
Haşa bende hata olmaz, bir hata varsa o da Hacı Ahmed
dediğimdir buyurmuş.
·
El ile men et, dil ile men et, kalb ile men et, El ile men zahirûnun,
dil ile men ulemanın, kalb ile men evliyaullahın vazifesidir, ez'afu iman
(zayıf iman) yani en kuvvetlisi budur.[31]
·
İşi kendi haline bırak, Allah en iyisini yapar.
·
Kendi işini kendin gör.
·
Kaya gibi olmalı, kımıldatan olursa kımıldamalı.
·
Kaldırım olmuş, yere yatmış onu çiğnersin, lâkin ayağınla itmek olmaz.
·
Yanınızda biri Kur'an yanlış okursa tashih etmeyiniz. Biz bunu böyle
biliyorduk deyiniz.
·
Tuttuğunuz hizmetçi namaz kılmasını bilmiyor, okuması da yoksa
“Bismillahirrahmanirrahim,
elhamdü lillahi Rabbi'l-âlemîri'l öğretiniz, namazı kaldırınız, sonra
errahmanirrahim'i sonra mâliki yevmi'd-din .... ilâ ahir öğretiniz.”[32]
·
Kir kiri yıkar, kör körü yeder. Kirkor'a deme, Kirkor deme, Kirkor yol
doğru gider.[33]
·
Gitme, gitme diye ısrar etme, bu gece hacı Ahmed ikileşti.
·
Bir yere misafir gittiğiniz zaman sigara verirlerse içiniz, menhiyattan
bir şey olursa ona da bir bahane bulunuz, “haramdır”
diye red etmeyiniz, “mideme dokunuyor,
doktor men etti” gibi.
·
Bir kahvede oturursanız yanınıza birisi gelirse kahve ısmarlayınız.
Meyhanede olursa rakı ısmarlayınız. Osmanlılık böyledir.
·
Bir gün ashab-ı kiram ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz Hazretleri ile sohbet buyururlarken birisinin gelmekte olduğunu
görerek.
“Dünyanın en şerir adamı geliyor.” buyurdular. Geldikten sonra ridayı saadetlerini o
adamın altına yayıp oturttular. Kalkıp gittikten sonra Sahabe-i Kiram
“Ya Resulallah sallallâhü aleyhi ve sellem böyle
buyurdunuz, sonra da bu ikramı yaptınız” deyince Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz
“O kavminin ulusudur. Ululuk Haktan atadır. Onu
istihfaf etmek hatadır.”
buyururlar.[34]
·
Mehmet Efendimiz Hazretleri
“Efendim, Sadık Bey'e müracatla bir iş istemek
arzusundayım.” diye müracaatta
bulunurlar. Hazreti Azizimiz
“gücenmeyeceğine emin isen müracaat et” buyururlar.
·
Nevres Bey rivayetiyle
Bir gün üzüm alıyorduk. Üzümcü deneleri koyuyordu. Ben
itiraz edip koyma dedim. “Bırak! Taneleri kime verecek.” buyurdular.
·
Aşağı başa bağlıdır. Bütün kötülükler yukardan gelir.
İman
·
Kâfir yoktur, senin kâfir dediğin için kâfirdir.
·
Karşınızda bir adam geldiği zaman yüzünü gördüğünüzde Hakkı hatırlayıp
zikir ettiriyorsa o mü'mindir.
İnsân-ı Kamil
·
Hakk insanı kâmildir.
·
Benim yanıma gelip “li vechi'llâh” beş dakika oturan imanını
kurtarmadan gitmez (... imanını kurtarır).
·
Bizi sevenleri sevenler, imanını kurtarmadan ahirete gitmezler.
·
Beni çok sevin canınızı ben alayım, canınızı acıtmam.
·
Evliyaullahtan iki sınıf bahtiyardır. Biri hayatı cavidaniye mazhar
olanlar, diğeri sine-i Resulullah'ı (Muhammediyeyi) saran âdemler (Hayat-ı cavidaniye
mazhar olanlar yani hayat-ı zatiye ile hay olanlar).
·
Evliyaullahtan Azerî; “Bizim
yolumuzun esası Allah'tan gafil olmamak, kimseyi incitmemek.”
buyururlarmış.
·
Necip Bey rivayetiyle;
Bir kaç defa huzurlarına girdiğimde
“Neye geldin?” buyurdular. Ben de;
“Cemâli bâ
kemâlinizi görmeye geldim.”
dedim,
“Ha, sen onu göremezin, lakin lahm ve sahm (et ve içyağı) görürsün. Efendime geldim de o sana
yeter.” buyurdular.
·
Taşı nur toprağı nur, kâmil ölmez, kapdan kaba taşınır.
·
Hoca Efendimiz Hazretleri bizzat
“İnsanı kâmil” sahibinin bir sözü var pek hoşuma gider. Buyurdular
ki,
“Havf ve reca kaydında kurtulmadıkça insan insanı
kâmil olamaz. Meselâ yüz evliyaullah idam etseler kılı kıpırdarsa veyahut
kendisine kutbiyet ve gavsiyet zuhuru arzusu geldiyse fakrı tam sahibi olamaz.”
·
Evranos Sami Bey rivayetiyle
“Kuşadalı Hazretleri sahibi zuhurdur, iki üç yüz
senede bir zuhur eder. Karabaş Veli Hazretlerinden sonra sahibi zuhur
Kuşadalıdır.” buyurdular.
·
Hazreti Azizimiz, Sultanımız birgün Ömer-ül Halveti Hazretlerinin
huzurlarında bulunurken Kuşadalı Efendimiz Hazretlerinin sohbetlerinden bahs
buyurulmuş. Hazreti Azizimiz de zevki deruni hâsıl olmuş ve böylece zevk ve
tefekkürde iken Kuşadalı Efendimiz zuhur buyurmuşlar. Vücudu Mübareklerinin
sadrı alilerinden yemin ve yesar (sağ ve sol) ve fevk-i tahtlarından birer şems
zuhur ederek hepsinin şuaları Hazreti Azizimizin üzerinde toplanmış. Ömer-ül
Halveti Hazretlerine arz ettikte müşarünileyhin gözleri yaşarıp
“Ahmed, bu hali nice ehlullah arzu ederler, muvaffak
olamazlar. Cenabı Hak
sana nasip buyurdu. Kuşadalı'nın ayniyyeti kemali ile sizde zuhur edecek.”
buyurur.
·
Kuşadalı Hazretlerinin Şam'da bulundukları sırada Hazreti Halidi
Bağdadinin halifelerinden münzevi bir zat varmış. Bu zatı görenler hemen
vücudunun zikr ettiğini görürlermiş. O esnada kaymakamlıktan mazul bir zat pek
elim bir vaziyette kalmış, birisi kendisine burada bir Şeyhi Rumi vardır.
(Kuşadalı Efendimizi murad ederek) kendisine müracaat edersen işin olur der. O
zat da Hazreti ziyarete gidip arzı hal eder. Müşarün ileyh Hazretleri bu zata
filan zata (Halidi Bağdadinin halifesi) gidiniz buyurur. Efendim oraya giremem
ki der.
“Siz gidiniz, girersiniz, bizden de selam söyleyiniz.” buyurur. Bu zat gider hakikaten bir mânia müsadesi
olmadan zatın yanına girer. Selamı tebliğ eder.
“Biz pek ihtiyarız dışarı çıkamıyoruz, lütfen teşrif
buyururlarsa görüşürüz” derler. Bu zat da gelip Kuşadalı Efendimize söyler.
“Pekâlâ, gidelim.” buyururlar. Bu zatla birlikte giderek yanlarına
girdikleri zaman o zat istikbal eder, otururlar biraz sonra mazul (azledilmiş) zata
bir manzara açılır. Bakar ki Kuşadalı Efendimiz yüksek bir kürsüde oturuyorlar,
münzevi zat yerde bulunuyor. Kuşadalı Efendimiz ellerini uzatıp o zatın elinden
tutmak isterler. Üçüncüde ellerinden tutup kendilerini yukarı çıkarır. Manzara
kapanır. Biraz daha görüştükten sonra ayrılırlar. Müşarün ileyh Hazretleri
mazul kaymakama
“bu
zatın irşadı bize emr oldu. Lehülhamd bu da oldu” buyururlar.
·
Kuşadalı Efendimiz Hazretlerini bir zat davet eder. Namaz kılınacağı
zaman ev sahibi seccadeyi serer. Kuşadalı Efendimiz Kıbleye tam müteveccih
olmak üzere seccadeyi biraz çevirmesini emir buyurur. O zat
“Efendim Kıble bu taraftadır.” der, seccadeyi yine
aynı cihete serer. Müşarünileyh tekrar ihtar buyururlar. O zat yine ısrar
edince tüm oradakilerin keşiflerini açar, Kâbe-i Muazzamayı görürler ve
müşarünileyhin tayin buyurdukları mahallin hizasında olduğunu müşahede ederler.
Hazret
“Cümlenize Hac farz oldu.” Buyurur.
“Kâbe sizi ziyarete geldi; Sizin de onu ziyaretiniz
farz oldu.” Paşaya hitaben
“Bunların parasını sen çekerek hepsini Hacca götürüp
getirirsin.” buyurmuşlar.
·
Hoca Efendimiz Hazretleri;
Hamami Hazretleri için Hazreti Azizimiz “Yerlerde,
göklerde, dünyada ahrette zamanlarında ondan büyük kimse yoktur:”
buyururlardı.
·
İnsan gönlü, sırr-ı mübhemdir. İnsanla oynamaya gelmez.
·
Kâmilin kabulü, şefâat-i hassaya[35] nâiliyettir.
İrade
·
İnsan surette muhtar, hakikatte mecburdur.
·
Cenabı Hakk şerri Cüz'iyi kullanır ki altından hayrı külli zuhur eder.
Cenabı Hak hayrı Cüz'iyi kullanmaz ki altından şerri külli
zuhur eder diye.
·
İrade-i teklifiye irade-i tekviniyenin zuhuru içindir. İradei teklifiye
iradei tekviniyyenin aynı ise o adam saiddir, değilse şakîdir.[36]
·
“ İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn” irade-i cüziyyeyi silmiş
süpürmüştür.
·
Arifler için irade-i cüziyyeyi tasdik (var demek) küfürdür. Mahcuplar (perdelenmişler)
içinde irade-i cüziyyeyi ademi tasdik (yok demek) küfürdür.
·
Ayete bakılırsa Allah “kün!”
demedi, bir şeye ol demesini murad ettiği anda olur.
·
İradei külliyenin efradı beşerde zuhuruna o ferdin irade-i cüz'iyyesi
denir. [37]
İsim koyma
·
Herşeyin ismi âlîsini bil, babanın verdiği isimle çağır.[38]
·
Hoca Hüsnü Efendi huzura girdiğinde Azizimiz Efendimiz
“Adın ne?” buyururlar. Hoca Hüsnü Efendi de
“hangi adımı soruyorsunuz?” der.
“Senin kaç adın var.” buyururlar. O da;
“Bir anamın, babamın koyduğu ad var, bir de hakikat
adım var,” deyince öyle ise
“...” ayetine bir mana ver.” O da bir mana verir. Efendimiz
“Ooo sen buna mana veremedin, öyle ise hakikat ismini
de bilemezsin” buyururlar.
·
Cihangirli Hasan Efendi anlattılar;
Birgün huzura girdim. Abdülkadir Belhi Efendi
Hazretleri de huzurda idiler. Fakiri göstererek,
“Bu bizim ihvanımızdır. Bak omuzu toz olmuş,
silkiverin.” buyurdular.
Abdülkadir Hazretleri de silkdiler. Sonra Abdülkadir Hazretlerine
“İsminiz nedir?” diye sordular. Abdülkadir cevabını alınca
“Abe benim ismim de Abdullah'dır buyurdular.
• Avni
Beyin biraderi Selim Bey rivayetiyle;
Vahidül ehad'in arzu ve iradesine muhalif hiçbir şeyi
istemem ve kabul etmem.
İsmail Hakkı Bursevi
·
Bursa'yı teşriflerinde tekmil ervahı evliya kendilerini ziyarete
gelmiştir, en sonda Ruhulbeyan sahibi İsmail Hakkı Hazretleri gelmişler.
·
Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri Allah ile çok uğraştı, nihayet “kul
küllün min indillâh ...”[39] dedi, işin içinden çıktı buyurdular.
·
İsmail Hakkı Hazretlerinin şeyhi Osman Atpazarî rihletleri zamanında
İsmail Hakkı Hazretlerini yanlarına çağırarak,
“Kalbimi yokladım, -senin kalbin gibi kalbimi dolduran
bulamadım, nefesimi sana veriyorum.” buyurarak dillerini çıkarmışlar, İsmail Hakkı Hazretleri
öpmüşler, göçmüşler.
İş-Vazife
• Vazifeyi yaparken “Ya Rabbi, sana
hizmet ediyorum.” demeli.
·
Vazifeniz başında benden size selam getirip de bir şey teklif ederlerse
yapmayınız.
Hilâfet, ya sahîhun neseb-i bi'l istihkak,[40] ya bîat-ı âmme ve tâmme[41], ya da kahr'ı galebe[42] ile istihlâf [43]olunur. Yavuz Selim Han'da bu üçü de tahakkuk etmiştir.
Kabir halleri
·
Onların cesetleri - emr olunduğu gibi - kabirlerinde kırk sabah kalırlar.
Kader
·
Zahiren kaderiyyun, batınen ceberriyyun ol.
·
“Allah'ın senin dinine (kaderine) yazdığı şeyin men'ine Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellem bile kadir değildir buyurdular.
·
Bu niçin böyle oldu, bu böyle olmalıydı, gibi sözler caiz değildir,
çünkü bundan Allah Teâlâ'ya akıl öğretmek çıkar.
“Asâ en
yekrehû şey 'en fe-hüve hayrun leküm. Ve asâ en tuhibbû şey'en fe-hüve şerrun
leküm”. [44]
“İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir.
Ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir.” de vâki olur buyurdular. Hem haz etmezsin hem de
hakkında şerdir.
·
Bir gün Mecdi efendiye rast geldim. “Efendi harp olacak mı?”
dedim.
“Sulh istiyorum, harp olmasın. Sen de dua et.” dedi. Ben de
“Biz muradı Muhammediye tabiyiz, harp ve sulhtan
hangisi Muhammediyenin zuhurunu mucip ise ona talibiz.” dedim.
·
“Allah benimle kedi ile oynar gibi oynar.” buyurdular
·
(Benim Ahmed Tahir Sultandan işittiğim; Allah benimle, kedinin fare ile
oynadığı gibi oynar; şeklindedir. Oynar oynar sonra ne yapar?... yer).
·
Yaptığınız kabahati kimseye söylemeyiniz. Hüküm giyer çünkü şahit
oluyor.
·
Abdülmecit Sivasi Hazretleri buyurdu ki; “Kadiri anlamayınca kader
anlaşılmaz, kadir anlanınca da kader mestur kalır.”
Kadın
·
Kadınlar ilaç, sağlık vermek üzere tarafı risaletten memurlardır.[45]
·
Huzurlarına inabe (tevbe alıp ihvan) olmak üzere gelen 14-15 yaşlarında
bir kıza salatu selam getir, istiğfar getir, Kur'an oku. Sokak üzerindeki odada
okuma, dışarıdan geçenler sesini duymasın.
·
Kadınla muamelen üç şey iledir. İdare, mudara, dubara.
·
Efendi Hazretlerine Hazreti Azizimiz, Sultanımız, Efendimiz “Türbeye
gelen kadınlara dikkat ediyor musun, onların içinde erkekleri vardır, onlara
iyi dikkat et.” buyururlar.
Karı Koca
Nevres Bey rivayetiyle;
“Lüzum nasıl olup da hareminizle (eşinizden)
ayrılırsanız diğer bir ere varıncaya kadar; ere vardıktan sonra sizdeki rahatı
bulamazsa, onun kadar rahat ettirecek derecede yardım etmeye mecbursunuz.”
Kelime-i Tevhid
·
Yetmişbin kelime-i tevhid imansız gitmiş adamın imanını kurtarır.
·
“La ilahe illallah da ilah şagil manasınadır.”
·
Nevres Bey’den;
Ben size şimdi La ilahe illallah'ın Türkçesini söyleyeceğim.
“Yoktur, vardır, yoktur vardır; yoktur vardır. Öyle de anlar be” buyurdular.
·
Göztepe müezzini rivayetiyle;
“Çan sesini işittiğiniz zaman “ Rabbena lâ tüziğ
kulûbunâ ba'de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahme. İnneke ente'l-vehhâb
.” [46]deyiniz.
Kerâmet
·
Hafız Eşref Efendi rivayetiyle;
“Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden
bana gelinceye kadar bu tecelliye kimse mazhar erişmedi, ben Rahmanirrahim
tecellisine mazharım. Benden şer beklemeyiniz.”
·
Hasan! Eğer şeriatımız müsaade edeydi sana kendimi şu havlunun üzerinde
gösterirdim.
·
Rıza;
“Efendi Hazretlerinin köylerinin civarında Balımcık
Sultan namında bir zat yatarmış. Bir harb vukuunda eli kılıçlı olarak
görülürmüş ve türbesinde bulunan ibrik akşamdan doldurulur, sabahleyin boş
bulunurmuş.” Hazreti Aziz'e arz etmiş.
“Dur bakalım ulan.” buyurmuşlar. Ve iki mübarek parmakları ile iki
kaşlarının arasını tutarak bir lahza tevekkuftan sonra “Haa ulan, büyük zatmış.”
buyururlar.
·
Azizimiz Sultanımız Efendimiz Hazretlerine;
“Bir veli Hazreti İsa aleyhisselâm kademine varınca
kendisine maide-i İsa (sofrası) iner. Bana da filan mahalde indi, lakin inen
maideyi sana söylemem yalnız çift olsun” buyururlar.
·
Hoca Efendimiz rivayetiyle
Fatih için; “Kırk sene huzuru ruhu ile güleştim, en
nihayet bana muti oldu.” buyurdular.
·
Ehlullah yanında kerâmâtın celî ve azîmi, tâ'atle telezzüz eylemektir.
Halvet ve kesret ve dahî her nefeste hâzır olub, Allah'ı zikr eylemek
kerâmâttandır. Ve dahî varidat olub inşirah hâsıl oldukça vakar ve sekînesi
ziyâde olub, edeb ve hayâ üzerine olmak kerâmâttandır. Ve cem’i ahvâlde Allah
Teâlâ'dan razı olmak kerâmâttandır. Yoksa mücerred hırkada zuhur eylemek
keramet değildir. Zîrâ tasavvuf ehli mahcûbdur.
·
Ahmed Amîş Efendi, “Beni bu türbenin türbedârı zannederler, oysaki biz
bütün bu âlemin türbedarıyız” buyururdu.
·
Bakkal dükkânında duruyordum. Bir meczûb bana 'Ahmed' diyerek elime bir
metelik koydu. 'Sıkı tut' dedi. Hayatımda bu cihetle parasız kalmadım.
Kıyamet
·
Kuşadalı Efendimizden;
Kıyamet yaklaştıkça enbiya varisleri bulunan evliya
gittikçe makamları münhal kalır gitgide yalnız varisi Muhammedi kalınca ve ona
da biat eden bulunmayınca alameti kübrayı kıyamet yer yer başlar, buyurmuştur.
Kibir
·
Birinci senede imam, ikincide tamam, üçüncüde kalpaklı yuvan,
dördüncüde bir kalbur saman olmayın.
·
Nezâfeti şer’iyyenin haricindeki nezâfetten Allah'a sığınırım.[47]
·
Tenezzül ayn-ı terakkidir.[48]
Kitap
·
Her alınan kitabın üç defa okunmak hakkı vardır.
·
“Yüksek hakikatlere ulaşmayı kastederek: “Bu iş kitapla olmaz, fakat
kitapsız da olmaz.”
·
Bundan böyle tasavvuf kitaplarını okumak yasak. Kur'ân okuyun, Hadîs
okuyun, Mesnevi okuyun. (Niyazî-i Mısri Divanı içinde aynı beyanı vardır.)
Başka kitaplarla uğraşmayın. Tasavvuf kitaplarını yazanların çoğu yoldayken
yazdılar. Neş'e ve mertebe bakımından birbirini tutmaz sözler olur, şaşırtır
sizi. Ama Mevlânâ gitti, dönüp geldi. Mesnevi'sini sonra yazdı.
Kulluk;
·
“Va'büd Rabbeke hattâ ye'tiyeke'l-yakîn.”[49] Sana yâkin gelinceye kadar ibadet et, yakın gelince
kendisi eder.
·
Güneş yevmi kıyamette cehenneme gidecektir. Çünkü güneşe tapanlar
Allah’sız kalmasın buyurdular.
·
Yapmakla yapmamakda muhayyer bırakıldığımız bir şey de yapmamayı tercih
ediniz.
·
Ömer-ül Halveti Hazretleri Aziz Sultan buyurmuşlar ki;
“Ahmed, Ahmed! rûbubiyetin ubudiyetin rûbubiyetine
mani olmasın.”
·
Allah benden razı olmasaydı beni dünyaya getirmezdi. Ben Allah'tan razı
olmalıyım.
·
Yokuşu severim, inişi sevmem.
Kur’ân-ı Kerim
·
Bir gün Kur'an okuyorlardı.
“Ben âlimim
siz de Kur'an okursunuz amma benim gibi değil, ben okurum, mefhumu gözümün
önünden geçer.” buyurdular.
·
Hatime fatihanın aynıdır. Saadeteyn arasındaki şekavete(iki mutluluk
arasında kötülüğe), şekaveteyn arasındaki saadete itibar yoktur.
·
Çok Kur'an okuyan bunamaz.
·
Nevres Bey 'in rivayetiyle;
“Namazda
okunan Kur'an'ın her harfi için (her kelimesi) yüz sevap, namaz haricinde
abdestli okunan Kur'an'ın her kelimesi için elli sevap, namaz haricinde
abdestsiz okunan Kur'an'ın her kelimesi için yirmibeş sevap verilir.” buyurdular (Hadis).
·
Bir gün Hazreti Azizimizi ziyarete gelen bir hanım, Efendimizi Kur'an
okurken gördüklerinde,
“Efendim, ne zaman gelsem sizi Kur'an okurken buluyorum.”
demiş. Azizimiz de
“Hanım, ben
başka kitapları da okudum, aradığımı bunda buldum.” buyururlar.
·
Evliyaullahtan bir zat Kur'an tilaveti yüzünden mazhar-ı velayet olmuş.
Sonra gözleri âmâ târi olmuş, ne vakit Kur'an okurlarsa gözleri açılır,
hitamında (bitiminde) yine kapanırmış.
·
Kur'an-ı kapatırken “Yarabbi, cümle Ümmeti Muhammedle beraber
ilmiyle amil eyle.” Diye dua etmeli.
·
“Kur'an-ı Kerim'de bazı kelimat (kelimeler) vardır ki takdim tehir (öne
ve sona alınarak) okunursa manayı hakikat zuhur eder. Bazan harfi takdim ve
tehiri icap eder. Bunu arif bilir.
·
Abdül Gani bin İsmail En Nablusi
Hazretlerinin[50] huzurunda bir hafız Kur'an okudu.
“Gel öbür tarafa geçelim bir de ben okuyayım” buyururlar. Kur'an başlayınca akmakta olan dere durup
yükselmeye başlar. Hoca Efendimiz rivayetiyle Hazreti Azizimiz Sultanımız
“Ya dünya ahdümü men hademeni” kelami kudsisini bazan “lehdümü men hademeni”
diye buyururlarmış.
·
Kur'an okurken veya salevatı şerife getirirken nefesiniz kesildiği
zaman içeriye yutkunduktan sonra nefes alınız.
·
Kabire toprak atılırken Sûre-i
Rahmân'ı okuyunuz.
Kutsal mekânlar
·
Medine'de ölün, Medine'de oturmayın, çünkü (durdukça insan için bu
yerler) adileşiyor.
Latife-şaka
·
“Kuşadalı Efendimiz ihvanla latifeyi severlerdi ve bana benzerlerdi”
buyurarak ve ellerini göğüslerine götürerek
“Kuş baba, kuş baba” buyururlardı.
Necip Bey) Birkaç defa (Ahmed Amîş Efendime) tesadüf
ettim. Kuşadalı Efendimizden bahis buyururlarken “Kuşbaba” derler ve
bensiz sayha iderlerdi.
Marifet
·
Marifet Hakdan razı olmaktır.
·
Ve ma'rifet ehli eşyanın ilmi ne üzerine ise hakikatle bilmiş ve
görmüştür. Mahbûb şânında buyurur:
[Kul] hel yestevîllezîne yalemûne vellezîne lâ
yalemûn. Ulâike humul muflihûn. [51]
Ve humul mühtedûn. [52]
Lâ havlun aleyhim ve lâ humyahzenûn.[53]
İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultân.[54]
Ve alleme Âdemelesmâe kullehâ. [55] Ve nice bunun gibi âyât [âyetler] demiştir. İmdi
tasarrufa mail olanlardan [meyledenlerden] olmayasın!
Kellâ innehum an Rabbihim yevmeizin lemahcûbûn. Sümme
innehum lesâlülcahîm. [56]
Ve ma'rifet ehli şânında buyurur:
Ma'sıyetullâhi illâ biinâyetillah ve lâ kuvvete alâ
tâ'âtillâh illâ bitevfîkillâh. [57]
Mecâz-Rumuz
·
Kuşadalı Efendimizden;
Hoca Efendi Hazretleri Şeyhim evvela nasara yansurudan
başlattı, sonra celese yeclisüye geldim.
Daha sonra feteha yeftahu dedim. Maksudun mu'tellât
(illetli harfler) bahsi beni çok yordu. Kale (قال) aslı Kavele (قول) imiş bu kîlü kalleri ve bu tür şeyleri
anlayamadım. İzharı müzaheret [58] ile geçtim.. Fakat avamili bugün hala
anlayamadım. Niçin bazı kelimelerin sonu mazmum veya meftuhdur. Bir türlü
anlayamadım, buyurmuşlar.[59]
• Bir gün
huzurda bulunurken kendimi zabt edemeyerek sarıldım, bir müddet sonra efendim
gelip kapıdan çıkarken
“Çapkın dur ana iyice bir enfiye çekeyim” buyurarak parmakları ile enfiyeden alıp öyle bir
nazar buyurdular ki kendimi gayb edip huzurda bulunan ihvandan Feyzi Bey koluma
girip beni Karakulak Hanına kadar getirmiş.
Mekân
·
Fatih, İstanbul'un Medinesi'dir.
·
İyi bir iş yaparsan vücud giyer, o senin hadimin olur, O melaikedir.
Fena bir iş yaparsan o vücud giyer o senin zebanindir.
·
Melaikenin avamı, insanların havassına hadimdir. Melaikenin, havassı,
hassül havassı insanların hassül haslarına hadimdir. İnsanların hasları,
evliyaullah, hassül hasları enbiyaullahtır. Melaikenin hassül hasları Cebrail,
Mikail, İsrafil, Azrail’dir.
Müjdeler
• İbrahim
aleyhisselâm ile müşerref olduğumda uzun zaman yaşayacağımı tebşir buyurdular.
Mürşid-i
Kâmil
·
Mürşidin vazifesi müridini küfür ve iman ve havf ve reca kaydından
kurtarmaktır.
·
Mürşide mülaki olmayanlar şeriatın tarifi veçhile kızgın sacda kalırlar,
mürşide mülaki olanlar rahat kalırlar.
·
Bizim fabrikaya düşen paslı demir bile olsa 24 ayar altın ederiz. Bazan
bakırın üstüne bir altın cila vurur altın ayarında kullanırız. Gelen domuz ise
tuzlamız vardır, oraya atar mürûr-ı eyyam (zamanla) ile tuz olup her yemeğe
çeşni verir.
·
Biz bir binayı tamir ederken kiremitlerini sallamayız.
·
Biz nübüvvetin velayetinin sırrının neş'esine memuruz şimdi bu neş'e
yanlız halvetilerde bir parçada kadirilerde kaldı.
·
Kuşadalı Efendimizden;
Altın sırrı velayet, gümüş sırrı nübüvvete işarettir.
Mürşidin el ayası da sırrı zattır.[60] Mürşit, salikin teşriini muhafaza içindir buyurmuştur.
·
Dağ dağ, taşı taş gördükçe bir şeyhe muhtaçsın.
·
Şu şöyle olsun, bu böyle olsundan kurtulancaya kadar şeyhe muhtaçsın.
·
Kendinle konuşancaya kadar şeyhe muhtaçsın.
·
Helvaya şeker konulacak zamanı
helvacı bilir.
·
Onların kabulü herşeyden âlâdır. Asıl bahtiyarlık odur.
·
Damad Hasan Efendi için bir gün de “mürşid değildir, mürşid
muavinidir.” (Sebebi için) Hasan Efendi hazretleri cem'iyyete nail olmuşlar,
tenezzül etmemişler. (Cem-fark)
·
Efendi Hazretleri bir gün Hazreti Azizimiz Sultanımız Efendimize
“Efendim, sizin karşınıza günde bu kadar zevat gelir,
onların ne ahlakta, ne halde olduğunu nasıl anlarsınız? Gülmüşler de
“Onlar kendilerini bana anlatır.” buyurmuşlar.
·
İnsanların bazıları, kendilerini kurtarmadan başkalarını kurtarmaya
kalkışıyor.
Muhabbet (Sevgi)
·
Tilavet-i Kur'an, musahabeti-l ihvan, mülâkatı’r-rahman.[61]
·
“Üzkürullaha inde külli hacerin ve şecerin”[62] Zaman, mekân, ihvan.
·
Her şeyin muhabbeti fena bulur, mürşid muhabbeti fena bulmaz, gittikçe
artar.
·
Benim ihvanımı seven bendendir.
·
Miralay Hilmi Bey;
Üçüncü defa ziyaretlerine gittiğimde kalbimden
“Ben mürşidi kâmil istiyorum. Beni kabul et.”
diyordum.
“Sen mürşid istiyorsan ben de seni kabul ettim. Şimdi
ayaklarını omuzuna vur, git.”
buyurdular.
• Aziz
Sultan Efendi Hazretlerine “Bana kavuştuğuna şükür eder misin?” buyururlar.
“Ederim efendim”,
“Bana kavuşmasaydın ve senin halin ne olurdu?”
·
Kâmilin kabulü şefaat-ı hâceye nailiyettir. (kavuşmak)
·
Birgün muhabbet hakkında kalbimde hâsıl olan akideyi taşıyarak huzura
girdiğimde muhabbet ziyade noksan kabul eder. ... ille'l-meveddete fı'l-kurbâ [63] buyurdular.
·
Hoca Efendimiz Hazretleri hakim iken Azizimiz Sultanımız Hazretlerinin
haki paylerine yüz sürüp biraz hediye takdim ederler. Mehmed Efendimiz
Hazretlerine bunu kim gönderdi buyururlar. O da
“Efendim, ihvandan hakim Ahmed kulunuz.” der.
“Sen onlara selam yaz, dikkat et Kuşadalının
gülleridir.” buyururlar.
·
Kazım Bey:
Yine günlerde bir gün mektep arkadaşlarımdan
Remzi isminde biri var idi kendisi Nakşibendi Halidi tarikina intisap etmiş
idi. Bir gün bu zat “seni şeyhime götüreyim gelirmisin” dedi gidelim dedim.
Tekkeye gittik bizi o tarika mensup olmadığımız için zikirlerine sokmadılar.
Hariçte zikir hitame erinceye kadar bekledik bir günde Remzi’ye bu haftada
“benim şeyhime gidelim dedim” muvafakat etti. Her ikimiz huzura vardığımızda
hazret bana hitaben
“Muhabbet iki türlüdür birisi, hiç
bir itiraz ve illet kabul etmeyen muhabbetirki lillâ fillâh sırf Hakk için
muhabbettir. Bu Allah Teâlâ’nın Ya Vedud isminden alınmıştır. Ehlullah buna
meveddeti hakikiyede derler. Diğeri sadece muhabbettirki her türlü avariza
maruzdur, illet peyda eder. Mesela: Sevgilisinde gördüğü ve beğendiği her hangi
bir şeyin zavaliyle o muhabbette mahkumi inkirazdır. Birinin hüsnüne, parasına
veya mansıbına muhabbet.... . gibi bunlardan her hangi birinin zevaliyle
muhabbete arıza gelmiş olur ki, bu kısım muhabbet doğru değildir.”
Sonra bana dönerek
“sen zanneder misinki senin
muhabbetin gibi herkeste seni öylece seviyor bu öyle değildir aldanmağa gelmez” buyurdular, nitekim o arkadaş ile
muhabbetimiz bundan ileri gidemedi o benden bende ondan uzaklaştık.
·
“Her şeyin başı Ehl-i Beyt’ e muhabbetdir.”
Duaların en hayırlısı nedir? Diye sorulduğunda şöyle
buyurdular:
“Yarabbi bizi Ehl-i Beyt
kapısından ayırma.”
(Dilekleriniz olursa) “Hazreti Fatıma
radiyallahü anha Anamız’dan dileyin. O çok merhametlidir. Kendisinden niyaz
edileni geri çevirmez.”
“Mustafâ’yı, Murtezâ’yı bir
bilmeyen azabtan kurtulamaz.”
“Aynada baktım özüme, Ali göründü
gözüme”
·
Gittiğiniz yerde gönül safâsı bulabiliyorsanız
oraya devam ediniz. Gittiğiniz yer burası dahi olsa, gönül safâsı
bulamıyorsanız sizin için buraya gelmenin bir faydası yoktur.
·
Muhabbette fâni olan, vuslatta bâki olur.
Namaz
·
Ben namaz kılmasını sevmem, benden namaz kılanı severim.[64]
·
Cemaatle namaz kılarken imam cehren okursa dinleyiniz, cehren
okumuyorsa kendi virdinizle meşgul olunuz.
·
Nevres Bey’den
Bir gün abdet almışlardı. Kurulanmadılar
“Hazreti Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellembazen böyle yaparlardı” buyurdular.
·
Hayye ale's-salâh mü'minleri salata, hayye ale'l-felah münkirleri
felaha davettir.
·
Namaz kıldıktan sonra seccadeyi kaldırmayınız, gelecek namazı kılana
kadar namaz kılınmış gibi sevap yazılır.
·
Hakikatte salat insan-ı kâmile bir tek secdeden ibarettir. O secde
ruhun ruhu âzâmâ inkiyadından ibarettir. Elestü birabbiküm de ruhun “belâ'sını
burada izhardan ibarettir.
·
Kazım Bey:
Günlerde bir gün hazreti, odasında
namaz kılarken gördüm. Yaşının ihtiyar olması iktizası olarak odasında oturak
namaz kılıyorlardı. Odada başka kimse yok idi. Özendim. Arkada müsait bir yer
bularak kendiine iktida eyledim. Beraberce oturak namaz kıldık. Ba’desselam
enseme hafifçevurarak iltifat etti.
“sen gençsin kıyamda rükûda vaki
hareketleri emr olunduğu gibi ayakta yapacak idin” buyurducevaben
“Efendim oturak namazına özendimde
sana iktida eyledi dedim.”
Birşey demedi.
·
Namazı kılmazsan işine şeytan, kılarsan Rahman karışır.
·
Velînin namazında Hak ile arasındaki hâil (perde) kalkar. Hakk ile
karşı karşıya şühûda gelir. Bu şühûd da mutlaka namazda olur.
Rabıta
·
Kuşadalı Efendimizden;
Rabıta rabıta derler, Hakdan gafil olmamak demektir.[65]
·
Kuşadalı Efendimizden;
“Ahirete
intikal etmiş mürşide rabıta olmaz, eğer olsaydı Resul Efendimizden başkasına olmazdı.”
·
Huzurda teveccüh olmaz.
·
Asıl rabıta şeyhinin uluhiyyetini tasdiktir.
·
Nevres Bey’den;
Bir gün Hazret-i Aziz ile birlikte giderken yolda bir
küçük çocuğa rast geldik. Hazret dillerini çıkararak çocuğa “bööh” buyurdular. Çocuk da adını dedi.
O zaman
“Hazret-i Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz “Bazan çocuklara dillerini
çıkarırlardı, böylelikle çocuğa rabıta verirlerdi.” buyurdular.[66]
·
Hamami Tevfik Efendi Azizimizin müridanından birine rabıta halinde
giderken semavat münkeşif olmuş, rabıtadan gaflet etmiş huzura girdiğinde “Siz
rabıtayı şerifeyi bir temaşaya feda ettiniz.” buyurmuşlar.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
·
Tuzun iki maddeden ibaret olduğu her birisi ayrı ayrı alınırsa birer
semm-i mûhlik (öldürücü zehir) olduğu halde ikisinin birden alınması mücib-i
faidedir ifadesinde “Allah Teâlâ ile
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem öyledir” buyurdular.
·
(Lâ tükeddimu beyne yedeyillahi verresul)[67] ayeti celilesi Allah ile Muhammedi sallallâhü aleyhi
ve sellem tefrik etmeyiniz manasınadır.
·
Ravza-i Mutahhara'yı ziyaretle namaz kıldım. Dua ediyordum. Hazreti
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz sağ tarafımdan zuhur ile şu
ayeti kelimeyi okuduklarını işittim;
“velâ
tes'elnî ma leyse leke bihi ilmün” [68]
·
Kuşadalı Efendimizden;
Şeyhimin mertebesi Hakk, Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem Efendimizin Hayy, Allah'ın mertebesi Hu'dur,
buyurmuş.
·
Bir yere giderken “Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Mekke'den Medine'ye hicret buyurdukları
gibi hicret ediyorum”, deyiniz.
·
Evden çıkarken hicrete niyet ediniz. (Naim Bey Rivayetiyle) Efendimiz'e
ubudiyetine,
·
Diğer verese-i enbiya kendi müridlerini daire-i mezuniyetleri kadar
terakki ettirirler. Varisi Muhammed'e hudud yoktur.
·
İnnî le-ecidü nefessu 'r-rahmân min kıbeli 'l-“Yemen Hazreti Muhammedin
kâ'bına halel vermez.”
·
Türbede birgün Sakal-ı Şerif
ziyaret edilirken salat ü selam esnasında
“Medine'ye gidip
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi toprağın altında aramayınız”.
·
Medine'de minber ile mihrap arasından teveccüh ettiğinde Hazreti Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz zuhur buyururup ve bazı iltifatlarda bulunurlar. Hazreti
Azizimiz de kendilerinden üç şey sual buyururlar. Birisi Usame Kareni ile
mülakatlarıdır. Hakikatinde sual buyurmuşlar; O benim velayet-i âmmeme
kadehimiz gibidir, buyururlar.
·
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme muhabbet vâcipdir. Eğer
Resûl'ümüze muhabbet aşk derecesini bulursa, o vakit İnsan benim gizli hazinem,
ben insanın gizli hazinesiyim hadîsi vardır, onun sırrı tahakkuk eder.
·
Her saadetimiz Resûl-i Ekrem’e mubabbetimizledir.
·
Her velînin kemâli, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi anlayışı
nisbetindedir.
Resim
·
Eski peygamberler zamanında ümmetleri kendilerini unutmamak için
resimleri yapılıyordu. Fakat Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem bunu men
etti. Çünkü Ümmeti Muhammed'den bir adam eğer çalışırsa her istediği peygamber
kendisine temessül eder, görünür ve peygamberin kendisi ile görüşür. O halde
resme hacet kalmaz.
Rızık
·
Nasib olursa, nasibini yer altında da bulur.
·
Bak, sana kısaca söyleyeyim: 'Allahü latifün biibâdihi yerzüku men
yeşâ'. Ama rızık, yalnız yemek değildir. Söylemek, dinlemek, görmek, oturmak,
yatmak vs. hepsi rızıktır.
·
Vali ismi Esmâ-i Hüsnâ'dandır. Vali halka hizmetle mükelleftir. Rızık
sıkıntısı çekmekten berîdir.
Ricâl-i Gayb
·
Allah'ın öyle nedimleri vardır ki Muhammed'den dahi gizlidir.
·
Allah'ın öyle kulları vardır ki Allah'ın üzerine yemin verseler
behemehâl Allah onların yeminini icra buyurur.
·
Rical (adam) önünde kantarı[69] bulunan değildir. “ Ricâlün lâ tülhihüm ticaretün
velâ bey'in an zikrillâh ...”[70] ayeti ile tarif olunandır! Erkekten olduğu gibi
kadından da olur.
Rumuz
·
Büyük Hanım rivayetiyle
Leylek leylek löpürdek,
Hani bana çekirdek,
Çekirdeğin içi yok,
Kara kızın saçı yok.
Derviş derviş devrilmiş
Kabeye gitmiş kurulmuş.
Karnın doyuncaya kadar ye (nüsha; ölünceye kadar ye)
Seni Salih baba mı dövdü?
Seni Salih baba mı dövdü?
Rüya
Rüyada öldüm. Akşam ile yatsı arası bir bahçenin
arasından gidiyorum. Yolda bir hocaya rastgeldim.
“Bana ne
var?” diye sordu:
“Ben de
bilmem ben evden çıktım, arkamdan ağlaşıyorlardı” dedim, ayrıldık. Ben kendi kendime “bu ne anlayacak, ben âlemi letafette, bu âlemi
kesafette” dedim ve
“Kabrime
girdim. Örtüldüm. Münker Nekir gelmedi.”
Rüyamı Efendi Hazretlerine arz ettim.
“Efendim
Münker Nekir gelmedi” dedim,
“Ulan kim
kime ne soracak” buyurdular.
·
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin göründüğü rüyanın sahibi
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemdir, onu kimse tefsir edemez.
·
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizi rüyada gören münkir
ise müslim, fâsık ise salih, salih ise evliyaya terakki eder, mülhak olur.
Sağlık
·
Kuşadalı Efendimizden;
Şifayı ilaçdan değil anda mütecelli olan Hakk’dan
beklemeli.
• Bir gün
Baharcı Mustafa Efendi ile birlikte huzura girdik. Hazreti Aziz biraz vücudça
rahatsız görünüyorlardı. Mustafa Efendi;
“Efendim vücutça biraz hoşluk var galiba” dedi. Hazreti
Aziz üç defa
“Mustafa, sen Allah'ın işine karışma.” buyurdular.
·
Hastayı sık ziyaret ediniz, yanında çok durmayınız. Kendisine
hissettirmeden okuyup alnını okşayarak çıkınız.
·
“Kalb safâsı, beden hafifliği
iste!”
Savaş
·
Gümüşsuyu Askerî Hastanesi Baştabibliğinden
emekli Albay Doktor Hamdi Hızalan Bey, Ahmed Amîş Efendiden naklen anlatıyor:
Edirnekapı dışında kabri bulunan
Bekir Niğdevî’nin kabri yanında Amîş Efendinin talebelerinden Hilmi Şanlıtop
Bey’in kabri vardır. Hilmi Bey Çanakkale Savaşında Fransız zırhlısını Boğaz’ın
sularına gömen meşhur askerdir.
“Siz harbin fecaatini bilmezsiniz.
Ben Rus (Kırım) harbinde yaralıları sırtımda taşıdım. Harbin fecaatini yakinen
bilirim. Sakın harbi temenni etmeyin.”
Selam
• Mehmet Efendi anlatıyor.
Aziz Sultanımız bir gün birisini sordular.
“Efendim selamları var” dedim.
“Öyle şey istemem, bana selam göndermeyenden selam
getirmeyiniz. Birisi beni sorarsa selamı var deyiniz.”
Seyr-u Sulûk
·
Şeyhim beni demirci dükkânına götürdü. Kızgın demiri örse koyduktan
sonra beş, altı çekicin aynı noktaya düştüğünü göstererek “İşte Ahmed, sülük
böyle olacak.” buyurdular.
·
Osman Efendi (merhum Erzincanlı Tevfık Bey'in arkadaşı) medresede
okurken Hazreti Azizimizi ziyarete gider, kendisine
“sen medresede okuyorsun, tahsilini bitir, buraya öyle
gel, yalnız sana bir ders vereyim, kimseyi incitme, avcılıkla uçan kuşlara bile
dokunma” buyurmuşlar.
·
Mehmet Efendimiz buyurdular,
“Birgün huzurda iken gönlümden fakirde keşfi keramet
olsa” diye geçirdim.
“Ulan keşif, meşif ne yapacaksın sen bana bak ben sana
bakayım, bu sana yetmez mi?” buyurdular.
·
“Vuslat hakiki olmadan evvel Azizimiz Sultanımız dört defa kendilerini
envarı Ahmediyeleri ile bana gösterdiler.”
·
Yüzmeyi öğrenmeden denize girerseniz, boğulursunuz.
·
Abdülaziz Mecdi Tolon'un rivayeti ile
Hazreti Türbedara ilk intisaplarında bina ve emsile
okuyup okumadığını sormuş. O da
“okudum" demiş. Bunun üzerine buyurmuşlarki;
“Orada bir nasara var. Bu nassârun’da var, mensurunda
da var, yensuruda var, lemyesuruda da var lemma yensuruda da var. İşte o bir maddedirki
hepsinde var, hepsi ondan oluyor.” [71]
·
Kazım Bey:
Yine günlerde bir gün hazretin ziyaretine gitmiştim odasında diğer bir
ihvanda var idi, elini öperek teşehhüt mikdarı (az bir zaman) huzurunda
oturdum. O sırada: Ellerini kulaklarına kadar kaldırarak “Allahuekber” deyip
secdeye vardı ve tekrar “Allahuekber” diyerek doğruldu. Ve üç defa elini başına
vurarak bir işaret verdi. Ve huzurdan ayrılmaklıgımız için elini uzattı ve
elini öperek her ikimizde dışarı çıktık. Bilhare Bahriye kolağalıgından emekli
ve ismi Mehmet Efendi olduğunu anladığım bu zat bana hitaben
“bu işaret sana mı, bana mı?” diye sordular. Bilmem dedim ve
ilaveten
“siz bu işareti ne anlıyorsunuz” dedi “secdeye kapandığına nazaran
siz namaz kılıyor musunuz?” diye sordu cevaben dedim ki
“hiç bir şeybilmiyorum.”
Tekrar sordu; Mutlaka bir şey söylemekliğimi diledi bunun üzerine cevaben
“mürşit bir nur-u azamdır huzuru mürşide girdiğiniz zaman bu lahuti feyze
bakarak o huzurda eğiliniz kendinizin mevhum ve sahte varlığınızı vesair gayri
müstahsen halat ve muşvarınızı üzerinizden atınız. Sizde yalnız hakkın varlığı
ve bu ilahi varlığın muazzam sevdası kalsın eger böyle yaparsanız elini üç defa
başına koyduğu gibi sizler de baş tacı olmanızı ima ve remzen beyan
buyuruyorlar,” dedi.
Mehmet Efendi bu tevcihi çok beğendi ve tekrar tekrar teşekkürler ederek ayrıldı.
·
Kazım Bey:
Zabit olduktan sonra arz-ı veda için hazrete gitmiş idim elini öptükten
sonra bu müfarâkatın (ayrılmanın) acılıklarını hissederek huzurunda gayri
ihtiyari ağlıyordum. Bir hafta kadar bu üzüntüm devam etti, kendileri hiç bir
şey söylemez ve yine yaşlı gözlerimle kalkar giderdim. Nihayet bir gün sordu.
“Ne ağlıyorsun be çocuk” dedi Bu iltifatı celile karşı
gözlerim bir sel gibi coşarak
“efendim ben ağlamayım da kim ağlasın” diyebildim. Manevi rüyamı
hatırlayarak
“gözlerimin kapanıklığı henüz tamamen zail olmamış iken pürtaksir (kusurlu)
sizden ve huzurunuzdan ayrılıyorum teessüfüm bu yüzdendir dedim.” Hazret
cevaben
“Helvacı helvasına şeker katacak zamanını bilir ne sıkılıyorsun be”
“Senin isteğinle olmaz onun isteğiyledir.”
“Her şeyin zamanı vardır kederlenme” buyurdular. Ve nereye tayin
edildiğimi sordular. Cevaben Üsküp’e dedim.
“Oh desene Mekke’ye gidiyorum desene oraları Muhammet Nur’ul Arab’ın (Koca
Arabın) ayak bastığı mübarek yerlerdir, ne güzel güle güle git ferahlanırsın ve
ederek biz sizden asla münfek (ayrı) değiliz ki nereye gidersen git bizi kendi
nurunda, kendi ruhunda, manevi varlığında görür ve bulursun” diyerek izhar-ı teselli ve
beşaşet (müjde) buyurdular. Artık söylenecek söz kalmamıştı tekrar tekrar ve
doya doya mübarek ellerini öperek arzı veda eyledim.
·
İhvanıma kötü ruhlar musallat olamaz.
Aman diyecek kadar hastalanmazlar. Seyr-i sülûku itmam etmeden bu dünyadan
göçmezler.
·
İnsan yolunda yuvarlanmalı. Yuvarlandıkça toparlanır.
·
Bazı insanların gözü, bazılarının sözü, bazılarının da özü değer. Özü
değenler evliyâullâhtır.
·
Hepimizin hatâsı var. Hiç kimse hatadan münezzeh değildir. Tövbekâr
olunursa Allah affeder. İrtidâd başka; tövbe edilse bile kabul olunur mu
bilmem.
Sigara
·
Onlar muhamvil- al ahvaldırlar. Haramı helâle tahvil ile içerler.
·
“Mürşid buna sigara iç der o bırakamaz; birine içme der o da içemez”
buyurdular. Huzurda bulunan ihvandan Tahir Efendi;
“Evet, efendim takdiri hûdadır bozulamaz” dedi.
Sohbet
·
Benim sükûtumdan anlamayan kelamımdan bir şey anlamaz.
·
Sözün gelini nikâh edebildiğindir.
·
Kuşadalı Efendimizden
Şeriatı tut, hakikati yut, selâmet andadır.
·
Erce mi konuşalım oyuncakça mı? Erce akılca, oyuncakça hakikatçe.
·
Ahmed Amîş Efendi muazzam meselelerin vücudunda zuhurundan evvel
sohbetini buyurmazlardı. Birgün bir mesele zuhur etti, arz ettiğim zaman “Ha ... daha şöyle olacak, böyle olacak
diye” sohbetini buyurdular.
·
Bazen huzura gittiğimizde dış kapıyı kapat, iç kapıyı aralık bırak
buyururlardı.
·
Bir yere girdiğiniz zaman kapıyı nasıl bulursanız öyle bırakınız.
·
Eve girersen halvet, çıkarsan celvet
Şeyh Şaban-ı Veli
·
Kastamonu'ya giden ihvandan birisine
“Şaban-ı
Veli'yi ziyaret et benden selam söyle, redd-i selam oluncaya kadar ayrılma.” buyururlar. O zat da ziyaret eder ve selamı alilerini
tebliğ eder. Biraz bekledikten sonra Hazret-i Şaban-ı Veli zuhur ederek
“ ve
aleyhisselam” buyururlar.
Şükür
·
Şükrü’n-nimet, rü'yetül mün’im.[72]
Ölüm
·
Sekerat-ı mevte (ölüm sarhoşluğu) düşenlerin yanında dilindeki kuvvete
göre ya “la ilahe illallah” veyahut “Allah”
deyiniz. Bir defa “la ilahe illallah”
veya “Allah” derse lafı kesiniz.
Şayed o adam bundan sonra dünya kelamı ederse yine tekrar “la ilahe illallah” deyiniz yine bir defa Allah deyince yine
kesiniz buyurdular.
·
Onların kabirleri teslimi ruh ettikleri mahaldir.[73]
·
Kuşadalı Efendimizden;
Kamillerin irtihalden sonrada saliklerine feyzi devam
eder, sülükde vefat edenlerin terakkiyâtı devam ettiği gibi.
·
İhvanım tekmili meratib etmeden ahrete gitmesin, süflilere uğramasın,
son derece müzayakaya (zor durumda kalmak) düşmesin.
·
“Efendimiz Hazretleri buyurdular ki;
Bir gün huzura girdim, baktım Efendi Hazretleri gitmek
arzu buyuruyorlardı. İçimden feryat ettim.
“Aman efendim.” O zaman
“Ulan, tecelliî kemaldeyim, makamı müntehideyim, bu
akşam baktım. Hacı Ahmed ikileşmiş. Birini yükün önünde gördüm. Artık bana
gitmek lazım geldi. Elemlenme mahcub değilsin, muhtaç değilsin, hocan yok, ne
demleniyorsun?” buyurdular.
·
Hazret-i Azizimiz âlemi cemale intihalleri yaklaştığı zamanlarda
“Benden sonra benim gibisini bulamazsınız”
Birkaç defa da
“nefesimi içeri
alacağım, dışarı vermiyeceğim”
buyurdular.
·
Nusret Hanım rivayetiyle;
Efendi Hazretleri buyururlardı ki
“Bu âlemden giderken insanı kuruturlar yahud limon
gibi sıkarlar.”
• Şeyh
Bekir Efendimiz Türbeye Azizimiz Sultanımıza devir muamelesi ikmal olunup
muamelenin hitamında azizimiz kendilerine arz edince
“Sen şöyle bir dolaşıver de gel.” buyurmuşlar.
Azizimiz Camiye gidip biraz sonra hasta bulunan Hazreti Azizin huzurlarına
girdikte Hazreti teslimi ruh etmiş bulmuşlar.
“Bir de baktım ben ölmüşüm, o kalmış.” buyurmuşlar.
Talebe, Salik (Derviş)
·
Dershanede senin karşına gelip oturan talebenin indallahta (Allah Teâlâ
yanında) senden büyük olduğunu unutma.
·
Dersi hatırlayıp derse girmeyin. Dershaneye girerken siz kalben
talebeye biat edin. Onlar kendilerine lazım olan şeyi size söylerler.
·
Asıl derviş bayram namazını kılar kılmaz şeyhinin elini öpmeden
yerinden kalkmaz.
·
Kuşadalı Efendimizden;
Salik ne sofu ne sefih ikisi ortası olmak gerektir.
·
Göztepe Müezzininin rivayetiyle;
“Beni evlendirdiler, gerdeye koydular. Seccadede iki
rekât namaz kıldım. Baktım cemaatım ayakta duruyor. Bir mihrabiye okudum. Ondan
sonra iki ellerimi ileriye uzatarak ba'dehu geriye uyluklara doğru çekerek
(Şabanî tarikince kürek çekme zikri denirmiş) Kelime-i Tevhid zikrine başladım.
Cemaatim de bana uymasın mı?
·
Efendi Hazretleri birgün Yakacık'a giderken birdenbire cezbelenip
“İhvan bahtiyardır, o bahtiyarlığı zuhurunda
görürler.” buyurdular.
·
Damadı alileri Hasan Efendi hazretlerine “Hasan, ha sen ha ben” buyururlarmış.
·
Birgivi Mehmed Efendiye “Bana sarılsaydın daha iyi olurdu ama
Halil'e sarıldın. Benden Halil'e, Halil'den sana” buyurmuşlar.[74]
·
Zülüflü İsmail Paşa Hanımı Küçük Hüseyin Efendi Hazretlerinin dervişi
imiş. Birgün Hazreti Azizin dervişlerinden bazı hanımlar bu hanıma “gel türbeye
gidelim, bizim şeyhimizi de gör” demişler ve gitmişler. Hanımlar yed-i
mübarekei azizi öpmüşler. Bu hanım durmuş, Hazret de
“sen de gel hanım” buyurarak
davet etmişler ve “sen derviş misin?” diye sormuşlar.
“Evet
Efendim.”
“ Kimin?”
“Küçük Hüseyin Efendinin.”
“Benim de dervişim ol.”
“Efendim iki zata derviş olunur mu?” “Olur. Sen çok
Kur'an okuyorsun, onu biraz azalt. Kalbini daima Hakla bulundur. O vakit herşey
Kur'an olur, için dışın Kur'an olur” buyurmuşlar.
·
Çerkeşi Azize bir derviş gelmiş, biraz oturup giderken Efendim dergâhın
masrafına yardım olmak üzere hediyem olsun size biraz altın yapayım der. Tam bu
sırada Hazretin müridanından biri içeri girer ve torba içinde koca bir kitle
halinde bir şey getirir. Efendim rabıta-i şerifeye mülazemetle çift sürerken
sapana bu takıldı, fakir de Efendime getirdim der. Bir de torbayı açar bakarlar
ki yekpare bir altın kitlesi. Dervişe;
“Bakınız bakalım hakiki altın mı” buyururlar. Derviş bakar,
“Evet, Efendim hakika altın” der. Ben de
“Bir bakayım” buyururlar. Bir de derviş bakar ki kum. O zaman
Azizimiz “Bizim dervişlerimiz nefeslerini kimya ederler,
siz de böyle yapınız.” buyururlar.
·
Salihler, yollarını doğrultmuşlardır. Bize
küp dibindekiler lazımdır.
·
Ahmed Amîş Efendi tarikat ehli
için buyururdu ki;
“Yedi göbek
yukardan, yedi göbek aşağıdan kabul edilmiş” bahtiyar
kullardır. Derece derece, bu kişilerden kimi bilir, kimi bulur, kimi
olur. En az nasîbdar olanı bile, bu yüce zevatın nazarlarına mazhar
oldukları için akıbetleri İnşâallah hayra çevrilir.
·
Gelen defterle gelir, İnce elenip sık dokunmaz.
Tasarruf
·
Mustafa Özeren Efendi;
Mehmet Tevfık Efendi Hazretleri, “Bir Arifin
gönlüne girmek için ya siyim siyim ağlamalı ya haline acındırmalı, ya da peşin
peşin saymalı.
(Hoca Efendim Hazretlerinin bu sözü için, Arifinin
bunca eserlerini inceledim. Hakikatları bu dereceye kadar sinesinde cem eden
bir kelâmı-âliye rastlamadım.)
·
Size “kimlerdensiniz” diye sorarlarsa, “Ahmed Amîş kullarıyız”
dersiniz buyurmuşlardır.
·
“Azizanımızın gücü her şeye yeter.”
·
Benim Şeyhim Bekir Efendi İstanbul ile Manisa'ya hüküm ederlerdi, ben
her yere hükmederim.
·
Gam gam üstüne, gam gam üstüne veririz. Gelene sevinmeyinceye, gidene
yerinmeyinceye kadar.
·
Biz bir evi temelinden tepesine kadar değiştiririz, kiremiti
kımıldamaz.
·
Kapalı kutuya mal konmaz, domuza
inci takılmaz.
·
Beykozlu Ali Bey’den;
“Ben sağ iken kimseden korkmayın. Kimse size bir şey
yapamaz. Ben öldükten sonra hepten korkmayın. Mahşerde içlerimiz dış,
dışlarımız iç olacak.” [75]
·
Ömerü'l-Halveti Hazretleri bir gün “Ahmed, sen çok ricale mülaki
olursun, onlarda benim meslekimi ara, meşrebimi arama” buyurdular.
·
Mehmed Efendimiz buyurdular ki köpekleri topladıkları zaman Hazreti
Azizimize arz ettim.
“Ulan! Allah yerden taşları alır, insanların üzerine
yağdırır. Allah insanlara gelecek belayı bunlara yükletti, sus” buyururlar.
·
Nevres Bey;
“Şemseddini göndermezdim ama Hazreti Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem istedi, gönderdim. (Vezir Şemseddin Paşa Trablus-Garb'te
bulunmuştur.)
·
Tunuslu Hasan Efendi rivayetiyle
“Nasreddin Şah,[76] imanını kurtararak gitmiştir. Çünkü Şemseddini
severdi. Bizi sevenleri sevenler imanını kurtarmadan ahrete gitmezler.” buyurdular. O zaman Tunuslu Hasan Efendi,
“Efendim, ya seni seven deyince Hasan efendinin
yüzlerine elleriyle berayı iltifat vurarak “Sus, oraya laf yok.”
buyururlar.
·
Hoca Efendim Hazretleri (İmam Ziya efendi 'den);
Bir gün huzurda idim.
“Saatin var mı?” buyurdular, ben de
“var
efendim dedim.”
“Şimdi buraya bir bahriyeli geldi, saati işlemiyormuş,
saatini işlettim, ayaklarını omuzuna aldı gitti.” buyurdular.[77] (Ayni durum fakire de vaki oldu. Fikret, ben ve başka
birisi; belki Besim'di. Huzurda idik Fikret'e saatin var mı? Diye sordu. Yok
dedi. Elleriyle Fikret'in bileğini tutarak
“İşte saatin çalışıyor ya.” buyurdular. “Fakire de senin saatin de çalışır çünkü
ben kurdum” buyurdular - Ahmed Erdem).
• Bir gün
Süreyya Bey ile Mehmet Efendimiz huzurda bulunurlarken Efendi Hazretleri
Hazreti Azizin sohbetinde cezbelenmişler. Süreyya Bey bir iki defa Efendi
Hazretlerinin yüzlerine muterizane bakmış. Hazreti Aziz
“Ne bakıp durursun. Onun velayetinin nübüvveti zuhur
edecek, vucud-u mutlak olacak, onu kimse anlamayacak” buyurmuşlar.
·
Bir Süreyya Bey vardı. Efendim
Hazretleri : “İlmimi Süreyya'ya verdim” buyururdu. Bir gün Beyazıt'da
rastlamıştık. Beyaz sakallı güzel bir yüzü vardı. Efendimin elini öptü, Efendim
her zaman kalbimdesin ' dedi. Efendim de :
“Ah Süreyya,
kalbindeyim ama bilsen orada nasıl kalabiliyorum” buyurdu. Bir sabah Efendim:
“Süreyya her sabah
benden süt istemiye gelirdi. Bu sabah gelmedi. Bakın, acaba başına bir şey mi
geldi ?” buyurdular. Gittik tahkik ettik ki, vefat etmiş. Kabrine Makâm-ı
Süreyya derler.
·
Göztepe Müezzini Efendi rivayetiyle;
Hareketi arzdan birkaç gün sonra huzura gittiğimizde
“Ananız sizi beşiğinde salladı mı?” buyururlar.
·
Nevres Bey rivayetiyle Mehmet Efendimiz Hazretleri;
“Şeyhime ya ondur, ya öldür, ya seyahat ver” diye ricada bulundum. İki sene Trabzon havalisine
seyahat çıktı.
·
Bir zata “sen saz çalmasını bilir misin?”
“Evet Efendim.”
“Nasıl çalarsın bildiğin gibi mi?”
“Bildiğim gibi”
“Yok olmadı, ben kırk senedir çalarım lakin bulduğum
gibi çalarım.” buyurdular.
·
A. Mecdi Efendi rivayeti ile:
Girit'te iken talebesi ve Meclisi Mebusanda arkadaşı
sonra da Osmanlı Hükümetinde Hariciye Nazırı olan Girit’li Ahmed Nesimi Beyi Ahmed
Amîş Efendiye götürmek ister. Bir gün zihni bunun ile meşgul iken Hazreti
Türbedarın ziyaretine gider. Hazretin elinde bir miknatıslı demir görmüş, mıknatısı
çiviye doğru uzatınca mıknatıs onu çekmiş ve işte o zaman,
"Bak mıknatıs demiri nasıl çekti, ben istersem
istediğimi böyle çekerim, siz ötekini berikini getireceğiz diye neye
uğraşırsınız" diye buyurmuş.
·
Yine bir gün Mecdi Efendiye,
"Bu adamları getirip durma, herkes buraya giremez,
biz istemeliyiz, Biz isterken de istediklerimizi getirmeye muktediriz" buyurmuşlardır.
Tasavvuf
Bu neşe-i Muhammediye bir zamanlar Arabistan'da
çalkandı, nihayet meczupluğa müncer [78]oldu, İran'a intikal etti. Orada da ilhada müncer oldu.
Türkistan'a intikal etti. Orada da taarruzlara müncer oldu. Yine Arabistan'a
intikal edecektir.
Tevhid
·
Kuşadalı Efendimizden;
Yer taban, gök tavan, içindeki kâffe-i mahlûkat (bütün)
ihvan (kardeş) olmadıkça tevhid kokusu duyulmaz.
·
Ye Allah için, iç Allah için, otur Allah için, gez Allah ile.
·
Haydin haydin kapuları kakalım, yari canda kıstırıp anda halvet edelim.
·
Allah'tan gayrı bir şey yoktur. Allah'ın aynı da yoktur.
·
Esma-i ilahiye zat-ı ilahiyenin libasıdır. Her an bir libası ile zuhur
eder. Onun hükmü bitince diğer bir ismiyle tecelli eder.
·
Efendi Hazretleri buyurdular ki, bir gün huzurda idim. Hazret-i
Azizimiz şöyle buyurdular. Allah bu dünyada esma ile tecelli buyurur, hangi
esma ile zuhur ederse diğerleri ona tabi olurlar.
Efendim ... “mâni” ismiyle mi mütecelli dedim?”
“Evet”
buyurdular.
“Efendim
ya rahman, rahim isimleri var.”
“Haa ulan onlar Esma-i Muhammediyedendir, onunla zuhur
edince tadından yenmez.”
buyurdular.
“ ve le-sevfe yu'tîke Rabbüke fe-terdâ .” [79] İltifatında dedim ki
“Ya Rab bir vücud bul da onu razı et.” buyurdular.
• Kuşadalı
Efendimiz Beypazarlı Ali Efendimize hizmetleri esnasında birgün kahve ocağında
yemek yerken
“İbrahim” diye Efendimiz Hazretleri seslenmişler.
Hemen lokmalarını yutmadan koşmuşlar.
“İbrahim, yemek mi yiyordun, tevekkeli değil benim de
ağzımdan iki lokma geçiyordu. İki vücud bir oldu, artık burada durman olmaz.
Şimdi iskeleye binip gideceksin” buyurmuşlar. O da boyun eğerek Mısır'a hareket eden
vapura binip Mısır'a gitmişler. Sonra Beypazarı Ali Efendimiz Hazretlerinin
teşrifi bekâ buyurdukları gün İstanbul'a gelerek namazlarına yetişmişler.
·
“Sen verdin biz yedik, vermesen ne yerdik?”
·
“Tevhid lastik gibidir, uzatırsan kâinatı içerisine alır, daraltırsan
birçok şeyi almaz.”
·
Sıfat-ı celâl, cemâl; ikisi birleşdirir kemâl.
·
Zat görünür bilinmez, sıfat
bilinir görünmez.
·
Şeyh Bekir Efendimiz Türbedar Azizimiz Sultanımıza buyurmuşlar;
“Beni put yap, ya sen bana bir tekme atarsın, sen
kalırsın ya ben sana bir tekme atarım ben kalırım.”
·
“Mütecelli vâhid, mecâlî müteaddiddir.” (Yani, Allah'dan tecellî eden
tektir, bize ise çeşitli yollarla, Çeşitli şekillerde ulaşır.)
·
Hazreti Ahmed Amîş Efendi; "Tevacüd, vecd, vücud" der.
Sonra eliyle diline işaret ederek ve parmaklarını diline getirerek
"Hal dili ile buradan ötesi söylenemez ki" dermiş.
·
İnsanların çoğu mâbûd-i mevhuma tapar.
·
Aşk gönlü istilâ edince nefis ölür.
·
Abdülazîz Mecdî Beyefendiye
şöyle buyurmuşlar:
“ Zât, lâ-taayyünât'a girmedikçe olmaz.”
Vahdet-i vücud
·
Ben bazen, bensiz Allah derim.
·
Her ne zaman elimi duaya kaldırırsam bir de bakarım ki, bütün
mükevvenat dileklerini (bu) fakire arz ediyorlar.
·
Kuşadalı Efendimizden;
Hakk ûluhiyeti hiç kimseye vermez fakat bazan (bu) fakirden
tecelli eder buyururmuş.
·
Ahbereti'r-rusül tahavvüle'l-hakki bi's-suver. (Peygamber haber verdi, neyi de ben ilâve ettim.)
Allah suretle zahir oldu.
·
O, bu hep O derler. O, bu hep bu imiş, bunu anlayınca, üç sene
gökyüzüne bakamadım.
·
“Söyleyene bakma, söyletene bak.” derler, doğrusu “söyletene bakma, söyleyene bak”tır.[80]
·
Allah mükevvenatı zulmette halk etti, zulmet vahdet demektir.
Ebu Hüreyye radiyallâhü anh bir gün Sahabi ikram
“ Yetenezzelül emr ma beynehünne”[81] bu ayeti Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin bana tabir ettiği gibi size söylesem boğazını işaret ederek “kesersiniz” buyurdular.
Hazret-i Aziz burada “emr” zât demektir buyurdular.
·
Rüzgâr uğultusu kapı gıcırtısı, sinek vızıltısı hep Hakk’tır; kâmil
bunlardan Hakk’ı sima eder. (işitir ve görür) [82]
·
“ Küllü müsallin imâmün velev kâne münferiden” (Hadis) (Her namaz kılan, tek başına bile olsa
imamdır.)
İmam metbu demektir, cemaat de kendi vücududur.
·
Görünen mertebedir, hakikati hakk’dır.
·
(Arapça fiil )Kâne'nin manası “idi” dir, “oldu” manasına değil. [83]
·
Nevres Bey Harbiye mektebinde Fransızca muallimi idi. Ahmed Amîş
Efendiye danışyordu
"İmtihanda talebeye kaç numara verelim diye
mümeyyizlere sorduğun zaman ne verirlerse onu ver, vermiyecek isen sorma. Sözün
nereden geldiğini bil"
·
Göztepe Müezzini Mehmed Efendi rivayetiyle;
Birgün Sami Bey'le birlikte huzuru Hazreti Aziz'de
idik. Buyurdular ki;
“Bir bektaşî fakiri Üsküdar'dan Beşiktaş'a gitmek
üzere kayığa biner, giderken kayıkçıya, şu karşıki saray kimin deye sorar. O da
padişahın der. Öteki O da onun, daha öteki O da onun, ya en öteki O da onun
deyince o gün almış olduğu yeni çorapları ayağından çıkarıp, bunları da ona ver
diye denize atar.” buyurdular.
·
Bir gün Mecdi Efendi huzurda iken Efendi Hazretleri
“Ben Allah'ım, ben Allah'ım ben Allah'ım” buyurarak;
“Ben Allah'ım demekle insan Allah olur mu?” buyurmuşlar.[84]
·
Birgün bayram ziyaretine gittik. Yarım saat kadar sohbet buyurdular.
Sonra kalkıp mübarek parmaklarıyla oynar gibi neşelendiler.
“Ben neşelendim ki âlem de neşelensin.” buyurdular.
• Eşref
Efendi rivavetiyle;
“Bendendirler,
halka ne karışırlar, halkdandırlar bana ne gelirler, götürürler getirirler,
götürürler getirirler, götürürler getirmezler.”
·
Olmuş olmuştur, olacak da olmuştur, olacak bir şey yoktur
·
Şeyhim bana buyurdular ki “Ahmed sen huzurdasın, diz otur.” Buyurdular.
·
Baharcı Mustafa Efendi bir gün huzurda iken Hazreti Azizimize
“Efendim vücutça biraz hoşsunuz galiba” demiş. Hazreti Azizimiz de
“Mustafa, sen Allah'ın işine karışma.” buyururlar.
·
Kuşadalı Aziz tarafından hilafet verilerek Tırnova'ya irşad için
gönderilen Ömer-ül Halvetî Hazretlerine intisab eden Ahmed Amîş Efendiden
medresedeki hocası buna razı değildir. Ahmed Amîş Efendi üzüntülüdür. Hocasının
hatırını da kırmak istemez. Nihayet bir gün Ömerül Halvetî Hazretleri ile âni
karşılaşırlar. Halvetî şöyle buyurur:
"Biz senin
kalbine kancayı taktık. Ne tarafa dönsen delik Allahtan tarafadır!.." Ahmed Amîş Efendinin gönlünden geçirir ki, medrese
hocası da Ömer Halvetî Hazretlerine biat eylesin. Gerçekten de öyle olur.
·
Buna benzer Nevres Bey rivayetiyle Mehmet Efendimiz Hazretleri;
Kendilerinden kaçardım, yolumu değiştirdim Birgün hap
hap karşı geldi. “Ben senin ciğerine kancayı taktım, nereye gidersen git,
delik Allahadır.” buyurdular.
·
Kuşadalı Efendimiz, Mehmed Can efendiye
“Hicaz'da taş atarken taşlayan ile taşlananın kim
olduğunu gördün mü?” buyurdular.
• Bir kadın huzuruna Ahmed Amîş Efendinin
gelip, Medine’de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ravzasına konmak
üzere bir dua rica eder. Ahmed Amîş Efendi bir pusulaya bir iki satır yazıp
verir. Kadın:
“Ama bu kadarcık olur mu?” diye sorunca cevabı şu
olur:
“Hadi git be kadın, ben onu zatımdan Muhammedi’me
yazdım! Elbette olur!”
·
"Ağzımdan çıkan sözleri zaman ile unuturum. Fakat ne söyledimse
hadisât-ı âlem öyle zuhur eder"
·
Allah'ın akve'l kuvâ, â'ciz'ül â'ciz olduğunu anlayınca 'hah ' dedim.[85]
Vefâ
·
Kuşadalı Efendimizden;
Girdiğin kapıyı, geldiğin yolu sakın unutma ha.
(Mürşid ile şeriatı Ahmedî) buyurmuşlar.
Yaratılış
·
Ezelde hilkat yoktur, zuhur vardır.[86]
·
Taşda hayati ilâhi olmasaydı Musa'nın esvabını (elbiselerini) alıp kaçar
mıydı?
·
Tabiatında sekr vermek istidadı olan bir şeyi içmekten içmemeği tercih
ediniz.
·
Nevres Bey;
“Eğer senin sırrında işret etmek yoksa kimse senin
yanında işret edemez.” buyurdular.
·
Şeyhim bana buyurdu ki,
“Ahmed sen çok ricale mülâki olursun, onlarda benim
meslekimi ara meşrebimi arama.”
Yemek
·
Biz yemeği ağzımıza koyarken sabret seni makamı insana getireceğim
deyiniz, lokmayı ağzınıza koyunuz.
·
Her ne yerseniz sadaka diyerek yeyiniz.
·
Yediğim yemek Allah'ı zikr etsin. Ben de telezzüz ederek şükredeyim.
·
Şeyhleri kendilerine buyurmuşlar,
“Ahmed
açlığın aklına gelirse benden değilsin.”
·
Hazreti Azizimiz Efendimiz su içerken sudaki
tecelli-i Hakkiye işareten “sana çok şükür” buyururlardı.
Zalim
·
Bir zalimin karşısına çıktığınız zaman üç defa “eûzü bike minke” (O'ndan, O'na sığınırım.) deyiniz buyurdular.
Zikir
·
Ahmed
Amîş Efendi “Minel âbâd ilel âzâl, ila ma-lâyetenâhin müstecmiu bi
cemiissıfat, Allah” diyerek lafza-i celal zikrine başlardı.
(Ebedîlikten ezele, sonsuz olan bütün sıfatların hepsini toplayan,
Allah)
AHMED AMİŞ
EFENDİ (1807-1920) İLE AHMED AVNİ KONUK’UN SOHBETLERİ
[Ahmed Amîş Efendi, Konuk'un mürşidi olmamasına
rağmen, onunla tasavvufî sohbetler yapmış bir zattır.[87]
Amîş Efendi'nin yazılı eseri yoktur. Konuk, Amîş
Efendi'nin hayatının son yıllarında onun sohbetlerinden notlar tutmuştur.
Abdülbâkî Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri adlı
eserinde bu notların kendisinde olduğunu zikretmektedir. Biz bu notlara iki
farklı şekilde ulaştık.
Gerek Ahmed Avni Bey'in tasavvufî yönünü ortaya
koymak gerekse Amîş Efendi'nin manevî sohbetlerinden birer örnek vermek
açısından çok değerli olan bu notların bir kısmını Ahmed Güner Sayar Türk
Edebiyatı dergisinde yayınladı. Sayar, bu notların doğrudan Gölpınarlı
tarafından kendisine verildiğini yazmaktadır. Sayar, aynı sohbetlerin yazma
kaydını Süheyl Ünver’in de kendisine okuduğunu belirtmektedir. Ahmed Avni Beyin
kaydettiği beş sohbetin üçüne bu şekilde ulaşmış olduk.
Biz de geriye kalan iki sohbeti, yani
aşağıdaki ilk (9 Ağustos 1919) ve son sohbeti (6 Nisan 1920), Abdülbâkî
Gölpınarlı'nın Konya Mevlânâ Kitaplığı'nda bulunan yazma mecmuasından alarak bugünkü
alfabeye çevirdik. Aşağıya ekliyoruz. Böylece bütün sohbetleri okuyucuya
intikal ettirmiş oluyoruz. Fakat sohbetlerden anladığımız kadarıyla Ahmed Avni
Bey, aşağıda ilk sırada yer alan 9 Ağustos 1919 tarihinde kaydedilen ilk
sohbetten önce Ahmed Amîş Efendiyi en az iki kez daha ziyarete gitmiş
olmalıdır, çünkü sohbetin sonunda “Fakirin
huzûrı şerifine üçüncü defa gidişim idi” demektedir.
Ahmed Amîş Efendi'nin türbedarlığını yaptığı
Fâtih Sultan Mehmed'in türbesinde yapılan sohbetleri Konuk çıkar çıkmaz not
almıştır. Konuk'un bu kaydetme titizliği bizim açımızdan çok önemli bir kişilik
ipucu vermektedir. Değerli her şeyin yerini ve geleceğe aktarılmasını önemseyen
Konuk'un sohbetlerdeki ifadeleri de ne kadar yüksek bir tasavvufî olgunluğa
sahip olduğunu göstermektedir. Amîş Efendi'nin remzi (sembolik) sorularına o da
remzi cevaplar vermektedir. Sohbetlerde Konuk, mütevazı, edeb ve manevî
derinlik sahibi yüce bir kişilik olarak hemen kendini göstermektedir.
12 Zilka'de 1337 (9
Ağustos 1919)
335 senesi Ağustosi efrenciyyenin sekizinci ve
337 sâli hicrîsi Zilka'desi'nin (9 Ağustos 1919) on ikinci Cum'a günü kable'z
zuhr Hüseyin Avnî Bey biraderimizle yüz yirmi yaşını mütecaviz bulunan ve
zamanımızda vücûdi şerifi ile teberrük olunan insânı kâmil Fâtih Türbedârı Hacı
Ahmed Efendi Hazretleri'nin huzûrı şeriflerine gittik. Kimse yoktu. Mübarek
elini öptük. Önüne oturtup yakına gelmemizi işaret buyurdu. Aşağıdaki mükâlemât
cereyan etti.
Hazret: “Niçin geldiniz? Maksadınız,
emeliniz nedir, ne istersiniz?'
Fakîr: “Maksudumuz Hakk'tır.”
H: “Hakk
var mı, Hakk nerede?”
F: “Her taraf Hakla dolu, ondan gayrı bir şey
yok. La mevcûde illâ hû [Allah'tan başka varlık yoktur].”
H (Gülerek): “Öyle yâ, O'ndan gayrı bir şey yok...”
(Hüseyin Avnî Bey’e hitaben) “İsmin nedir?”
H: “Hüseyin Avnî...”
H (Fakire hitaben): “Senin ismin ne?”
F: “Ahmed Avnî...”
H: “O,
benim. Ben beraberim. Ahmed benim. Avni’yi sonra getiriverirsin olur gider.”
(Hüseyin Avnî Bey'e hitaben): “Nerede
oturuyorsun?”
“Sultan Mahmud türbesinde.”
“Türbenin
içinde de mi oturuyorsun?”
“Hayır, efendim, türbenin civarında...”
“Ooo,
büyük yer! Sultan Mahmud. Sözünün eri ise.” (Fakîre hitaben): “Sen nerede
oturuyorsun?”
“Unkapanı'nında.”
(Unkapanı lâfzım telâffuz edemez gibi birkaç
defa tekrar ettiler).
“Oo, orası çok uzak...” buyurdular. Sonra: “Hangi milletlerle görüşüp konuşuyorsunuz?”
“Yetmiş iki milletle görüşüp konuşuyoruz.”
“Kâh
talim ve kâh te’allüm ediyorsun, değil mi?”
“Evet, efendim, kah talim ve kâh te'allüm ediyorum.”
“İnneke
meyyitün ve innehüm meyyitûn sümme inneküm yevmelkıyâmeti inde rabbikum
tahtesımûn.” (Şüphesiz sen de
öleceksin, onlar da ölecekler. Ey insanlar! Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin
huzurunda duruşmaya çıkacaksınız. Zümer 30-31) İşte bu âyet tam sana göredir.”
(Bu cevab üzerine fakirin kalbinde bir ukde
peyda oldu. “Acaba ömrümün âhir olduğuna mı, yoksa Mûtû kable en temûtû sırrına mazhariyete mi işaret buyurdular?”
dedim.)
“Geceleri
ne yapıyorsunuz?”
“Evliyâullâhın nuruyla müstenîr oluyorum.”
“Çok
âlâdır, sa'âdettir.” “Elhamdûlillah.”
'Validenizi
görüyor musunuz?” (Ya'ni, anâsırı
erba'anın ahkâmını vücûdunuzda görüyor musunuz?)
“Her vakit temastayız. Görüyoruz efendim.”
(Hazret güldüler. Fakire hitaben): “Bak, sana kısaca söyleyeyim: Allahu
latifün biibâdihi yerzuku men yeşâ'. (Şura, 19) Allah denilen ma'nâ latiftir;
biibâdihi, ibâdına... 'Bâ', mülâbese (Benzeyen iki şeyin birbirinden ayırt
edilmeyerek karıştırılması) içindir.
Yerzuku men yeşâ, dilediğini ırzâk eder, amma rızk, yalnız yemek değildir.
Söylemek, dinlemek, görmek, oturmak, yatmak... ilh. hep rızıktır.”
“Hususuyla huzûrı âlinizdeki istikâmetimiz alâ
rızıktır.”
“İşte
rızkın âlâsı odur ya! En alâ rızık, rızkı ma'nevîdir.” (Biraz sükûttan sonra) “Söyleyiniz
bakalım! Lâ tüdrikühü'lebsâr ve hüve yüdrikü'lebsâr ve hüve'llatîfîi'l habîr. “(Gözler
O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O Latif'tir, haberdardır. Enam, 103)
(Hüseyin Avnî Bey’e hitaben): “Ne diyor?” buyurdular. Hüseyin Avnî
Bey âyeti kerîmeyi tekrar etti.
“Hah!
İşte öyle... 'Bâ'mülâbese içindir. Bismillâhi'deki bâ gibi. Bismillah budur.”
(Biraz murâkıb oturdular, ondan sonra) “Söyleyin bakalım!” buyurdular.
“Zâtı âliniz buyurun, dinleyelim!”
(Hüseyin Avnî Beye hitaben) “Ne söylüyor?”
“Zâtı âliniz...”
“Zâtı
âli, zâtı âli! Sen de mızmızsın...”
buyurdular. Bir müddet bir şey söylemediler. Sonra tekrar buyurdular ki: “Geceleri uyuyor musunuz? Yoksa âh... âh...
diye bağırıyor musunuz?”
“Kâh uyuyoruz, kâh bağırıyoruz efendim.”
“Öyle
olmalı. Nasıl geliyorsa öyle yapmalı, değil mi? Ananızı görüyor musunuz?”
“Görüyoruz efendim.”
(Fakire hitaben): “Nerede oturuyorsun?”
“Unkapanı'nda...”
“Orası
çok büyük yerdir. Çarşısı var, pazarı var. Çok aydınlıktı bir yerdir.”
“Evet, efendim. Kesret vardır.”
(Ba'dehu biraz yattılar, murâkıb bir halde
kaldılar. Yatarken rahatsız olmamaları mülahazasıyla:)
“Efendim rahatsız olmayın; gidelim mi, oturalım
mı?”
“Yoook.
Sakın bu sözü bir daha hiçbir yerde, hiçbir kimseye söyleme! Herkes, zâtında
muhayyerdir. Dilediğini işler. İster gider, ister oturursun...” (deyip bize müteveccihen sağ taraflarına yattılar. Beş dakika kadar
öylece murâkıb kaldılar. Biz de sâkitâne oturduk. Ba'dehu birden bire kalkıp
oturdular. İki ellerini açtılar. Du'â vaziyeti aldılar. Biz de ona muvâfakaten
ellerimizi açtık. Tatlı tatlı güldüler de buyurdular ki):
“Âmin ama
neye âmin?
Du'âya
değil mi?
Hangi
du'âya?
(Fakire
nazar edip) “Ömrün tavîl olmasına âmin, değil mi? Bak! Bu Kur'ân'dır. Tûbâ
limen tâle 'umruhû ve hasune 'ameluhû. (“Ömrü uzun ameli güzel olanlara ne mutlu” Hadis-i Şerif) Tûbâ, mübalağa ile sa'âdet, limen tâle
'umruhû, ömrü uzun olan ve ameli güzel olan kimse içindir. Ömrü uzun olmak ve
ameli hasen olmak büyük sa'âdettir.”
(Sükût ettik. Biraz zaman geçti).
“Söyleyin
bakalım!”
(Biz tebessümle yine sükût ettik.)
“Sizin
çıraklarınız var mı?”
“Kendimiz çırağız, efendim. Bizim çırağımız yoktur.”
“Hepimiz
çırak” (dedikten sonra) “İhtiyarlık var serde... Ben, ihtiyar değil miyim?”
“Hayır, efendim ihtiyar değilsiniz.”
(Hazret güldüler. Ba'dehû Hüseyin Avnî Bey biraderimiz
kıyam edip elini öpmeğe kast ettikte Hazret onun elini mübarek eli içinde tutup
buyurdular ki):
“Ben
du'â ediyorum. Fakat benim du'âm yalnız sana değil... Benim du'âm, 'âmmdır.
Hepinize du'â ediyorum.”
(Hüseyin Avnî Bey'den sonra fakîr yedi
şerifini takbîl ettim. Fakire hiçbir şey söylemediler. Kemâli âdâb ile buzûrı
şeriflerinden çıktık. Fakirin huzûrı şerifine üçüncü defa gidişim idi).
12 Zilhicce 1337 (7
Eylül 1919)
Hüseyin Avnî Bey biraderimizle 120 yaşını mütecaviz
[aşkın] bulunan ve zamanımızda vücûdi şerifi [şerefli vücudu] ile teberrük
olunan [bereket bulunan] insânı kâmil Fâtih Türbedârı Ahmed Amîş Efendi'nin
huzûru şeriflerine gittik. Hazret yalnızdı. Âtideki [aşağıdaki] mükâlemât
[konuşma] cereyan etti.
Amîş
Efendi: Hoşgeldiniz, bayrâmı şerifiniz mübarek olsun.
Ahmed Avnî: Teşekkür ederiz efendim.
Amîş
Efendi: Nerede eğleniyorsunuz?
Ahmed Avnî: Hakk'da eğleniyoruz efendim.
Amîş
Efendi: Kira ile mi?
Ahmed Avnî: Kira ile.
Amîş
Efendi: Pek alâ! İsmi şerifiniz?
Ahmed Avnî: Ahmed Avnî.
Amîş
Efendi: Ben de Ahmed'im.
Ahmed Avnî: Biz Ahmed'e Avnîlik [yardımcı olma]
de ilhak ediyoruz [ekliyoruz]. Acaba bu ilhak kendi hayâlimiz mi? Yoksa
hakikaten Avnîlik var mı efendim?
Amîş
Efendi: Nene lâzım? Orasını karıştırma. Lâ ilahe illallah Muhammedün
Resûlullah. Bu kâfidir.
Sonra vekilleri Türbedâr Mehmed Efendi geldiler.
Ona “Ne var?” buyurdular. Biz de destur alıp huzurlarından çıktık. Bu dördüncü
ziyâretimdi.
5
Sefer 1338 (31 Ekim 1919)
Hüseyin Avnî Bey ve Hayri Bey biraderlerimizle
Cum'a namazım Abdülhay Efendi'nin [Öztoprak] mescidinde edadan sonra Türbedar
Hacı Ahmed Amîş Efendi hazretlerinin ziyaretine gittik. Fakirin beşinci
ziyaretim idi. İçeriye girdiğimizde yalnız olup, gözleri kapalı müstağrak
[kendinden geçmiş] bir hâlde idiler. Bir müddet ayak üzerinde durduktan sonra
önüne oturduk. Mübarek gözlerini açtı ve bize nazar etti ve fakire hitâb ile
sordu:
“Nerede
sakinsiniz? Nerede tavattun ediyorsunuz [oturuyorsunuz]?”
“Şimdilik hazreti şehâdette, âlemi nefisde tavattun
ediyoruz.”
“Mâ
şâallahu kâne ve mâ lem yeşe'lem yekun [Allah neyi dilerse o olur, dilemediği
şey olmaz]. Hakk'ın dilediği olur, dilediği mevcûd olur, dilemediği mevcûd
olmaz. Ve bilkaderi hayrihi ve şerrini, bu kelâmın tefsiridir” buyurdular.
Bir müddet murâkıb olup [manevî tefekküre dalıp]
tekrar sordular:
“Niçin
geldiniz?”
“Zâtı âlinizle şerefyâb olmak için geldik.
Zâtı âlinizle müşerref olmağa
“Ziyaret...
Ziyareti bilir misiniz? Ben ziyaret bilmem.”
Tekrar murâkıb olup gözlerini açtılar: “Allahümme sallı alâ Muhammedin ve alâ
âlihi Muhammed” dediler. Ondan sonra “Allah
sizi Zâtına mazhar buyursun” diye du'â ettiler.
Fakir: “Du'âyı âliniz berekâtıyla inşâallah mazharı
ismi Zât oluruz”
Badehu [sonra] bir hayli müddet gözleri kapalı
murâkıb oturdular, sonra gözlerim açıp salevât getirdiler.
“Söyleyiniz
erkekler!” buyurdular.
“Söyletiniz de söyleyelim efendim” dedim. Hiç
cevap vermeyip yine murâkıb oldular, gözlerini açtıktan sonra tekrar salevât
getirdiler. Fakîre
“Sizin
taraflarınızda yangın var mı?”
“Bizim taraflar masun kaldı [yangından etkilenmedi)
efendim.”
Hazret güldüler. “Allah şifâ versin” buyurdular.
Ondan sonra yine bir müddet murâkıb oldular,
bâ'dehu gözlerini açıp yine salevât getirdiler.
Fakîr: “İnmemalkevnü fil hayâti ve hüve hakkun
fil hakîka” [yani, “Dünyada varlığa ait ne varsa hayâldir, fakat hakikatte
hakdır] dedim. Dikkatle dinlediler de “Peki,
peki” dediler. Bâ'dehu:
“Çok
sularınız var mı?”
“Var efendim”
“Kendi
kendine akan sular var mı?”
“Bazen bulunur efendim” dedim. ,
Bunun üzerine Hazret, Fakirin Önüne doğru yüzü
üzerine eğildiler. Bir müddet öyle durdular. Fakîr bâtınında [içimden] Cenâbı
Mevlânâ Efendimiz ile mürşidim Esad Dede hazretlerine müteveccih oldum [gönlümü
bağladım]. Bâ'dehu [sonra] kalktılar.
“İnneke
meyyitün ve innehu meyyitun” [Sen de ölüsün, o da
ölüdür]. Biz sükût ettik. Sonra buyurdular ki:
“Romatizma,
romatizma derler... İnsan uyanık iken gelir ise uyutmaz. Uyurken gelir ise
uyandırır. Rum rum yapar.”
“Romatizma hararet ister efendim”
“Biz
harareti bulamıyoruz ki...”
Bir hayli müddet yine murâkıb durdular. Bâ'dehu
gözlerim açıp salevât getirdiler. Sükût üzere oturduk. Bâ'dehu:
“Haydi
oğlum! Ben abdest bozayım. Ben abdest almam, bozarım” buyurdular. Biz de ellerini öpüp kalktık. Huzurlarından çıktık.
5 Rebiülevvel 1338 (28
Kasım 1919)
Salim Efendi ile beraber Türbedâr Efendi hazretlerinin
ziyaretine gittik. Yalnızdılar. Huzuruna girdiğimizde kendilerine yaklaşmamızı
işaret buyurdular. Gayet yakın olarak diz dize önlerine oturduk. Hazret, Salim
Efendiye “Safâ geldiniz” buyurdular.
Biz de “Safa bulduk efendim” dedik.
Salim Efendi: “Ben sensiz olamam, sen de bensiz
olamazsın” dedi.
Hazret: “Öyle
ya!”
Fakire hitaben: “Nerede tavattun ediyorsunuz?”
Fakîr: “Hak'ta tavattun ediyoruz.”
“Tavassul
mu ediyorsunuz [ulaşıyor musunuz]?”
“Evet efendim! tavattun ve tavassul ediyoruz.”
Gülerek fakire hitaben: “Bu hoca kim?”
“Salim Efendi.”
“Allah
bu hocayı mertebesinde dâim buyursun.”
Salim Efendi'ye hitaben, Fakîr için: “Bu efendi kim?”
Salim Efendi: “Bid'atün minnâ” [Bizden bir parçadır].
Bizim nurumuzdan Ahmed Avnî Bey. Posta müdür muavini.”
Fakire: “Ben
de Ahmed'im, sen de Ahmed'sin. Ahmed iki mi? Sen sensin, ben benim.”
Fakîr: “Ahmed'in mim'i kalkınca ahad [bir]
olur. O vakit bir olur.”
Hazret: “Mim
kalkar mı? Kalkar a! O vakit sen kalmazsın. Fakat bu vücûdunun kalkması lâzım
gelmez. Vücûdunla beraber sen kalmazsın. O vakit Hak sende mahfî [gizli] olanın
kim olduğunu bilirsin.”[88]
“Vücûdda mahfî olanın kim olduğunu bilmekle
beraber senlik vehmi kalıyor efendim. Vehim ise sultânı kuvâdır [kuvvetlerin
sultanı].”
“Ben
konuşurken yoruluveriyorum. Siz konuşun, ben dinleyeyim.”
Salim Efendi: “Söylemenizi bize intikal
ettirin, söyleyelim ve konuşalım.”
Fakire hitaben: “Oooo Nûrî Paşa! Söyle bakalım.”
Salim Efendi: “Efendim, Nûrî değil, Avni;.”
Hazret: “Avnî
mi?”
Fakîr: “Efendim, zâtı âlilerinin teveccüh buyurdukları
Nûrîliği kabul ettim.”
“Kabul
etmeseydin ne olacaktı?”
“Hiç bir şey olmayacaktı. Şu kadar var ki,
tevcihi âlilerini [yüksek teveccühünüzü] kemâli hoşnûdiyle [büyük bir
memnuniyetle] kabul ettiğimi arz ediyorum.”
“Pek
alâ! Dışarıda soğuk var mı?”
“Hayır efendim.”
“Rahmet
var mı? Kış ortası derler, geldi mi?”
“Hayır efendim. Hararet var.” “Yaaa!”
Biraz murâkıb olup, ba'dehu salevât
getirdiler. Sonra da “Lâ ilahe illa
hüve'r Rahmân” [Rahman olan Allah'tan başka ilâh yoktur] buyurdular. Ondan
sonra: “Ben hep böyle söylüyorum. Allahümme
salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. [Allahım! Muhammed aleyhisselâma
ve onun ailesine, soyuna, ehli beytine selâm olsun!] İşte bu üç kelime. Gecegündüz bunları söylüyorum. Bunları okuyorum.”
Fakire ellerini uzattılar. Tuttum. Oturdukları
mahalde doğruldular: “Tubâ, tûbâ, tûbâ
derler. Ömür uzunluğu imiş. Tûbâ limen tâle umruhû ve hasune ameluhû. Böyle uzayıp gidiyor.”
Ba'dehu yine murâkıb oldular, yine salevât getirdiler
ve “Lâ ilahe illa hüve'rRahmân” buyurdular.
Ellerini uzatır vaziyetinde bulunmakla Fakir ellerim
öptüm. Salim Efendi de öptü.
Kalktık. Kalkarken: “Ben umûma [herkese] du'â ederim. Başka bir şey elimden gelmez.
Cümleniz için du'â ediyorum” buyurdular. Ba'dehu huzurlarından çıktık.
9 Nisan 1336 (6 Nisan
1920)
17 Recebülmürecceb 338 ve 9 Nisan 336 Cum'a (6
Nisan 1920) günü Türbedâr Efendi Hazretleri'nin ziyaretine Salim Efendi
(merhum) ile birlikte gittik. Hazret “Hoş
geldiniz, safâ geldiniz!” buyurdu. Biz de “Hoş bulduk, safâ bulduk, efendim”
dedik.
Hazret:
“Veâyetün
leümü'lleyl,Neslehummhu'nnebâra (,..)Veküllün felekin yesbehûn'a (Yasin: 37-40)[89]kadar tilâvet buyurdu. Sonra “Ve kâlûlhamdü lillâhillezi sadekanâ
va'dehû (...)kıylelhamdü lillahi Rabbilâlemin (Zümer; 74-75) [90] kadar okuyup tekrar “Ve âyetün lehümülleyl, neslehu ….” okudu. Yâsînı
şerifin sonlarına doğru geçti. Sonra tekrar bu âyetten başladı. “Ve küllün fi
felekin yesbehûn..” a kadar birçok defa tekrar etti. Biz de huzurdan kalktık.
Bu hal, belki üç çâryek devam etmişti. Hazret 9 Mayıs 336 tarihinde, yani
bundan tam bir ay sonra intikâl buyurdular. 130 yaşında idiler.
Kaddesenâllâhu biesrârihi 'azzamellâhu zikrahu
ve nefa'anâ bifiiyûzâtihi yâ hüvelMuîn” (Allah bizi onun sırlarıyla kutsasın.
Allah zikrini azîz etsin. Feyizleriyle bizleri faydalandırsın. Ey Muîn olan
Allah!!
HATIRALAR
·
Ömerül Halvetî bir gün Ahmed Amîş Efendiye
şöyle der:
"Ahmed, Marko hastalanmış, benim adıma git kendisini ziyaret et,
şu pusulayıda kendisine ver"
der. Marko, aslında gayr-ı Müslim olmasına rağmen, bütün insanlara, özellikle
Müslümanlara hoşça muamele eden bir doktordur. Ahmed Amîş Efendi kendisini
ziyaret eder Efendi'nin selâmını söyler ve pusulayı da kendisine verir. Marko
kemâl-i ta'zımle aldığı pusulayı öper, başına koyar ve derhal açar. Bir de
bakar ki pusulada kelime-i şehadet yazılıdır. Marko bunu görünce:
"Biz ona çoktan inandık ve iman getirdik!.." der. Bir hafta sonrada hayata gözlerini yumar.[91]
·
Üstad Abdülaziz Mecdi Efendi, mürşidi Ahmed
Amîş Hazretlerinden naklen şöyle rivayet eylemişlerdir:
Türbedar
Bekir Efendi Hazretleri ömürlerini kuru ekmekle geçirmişlerdir. Fakat kutbiyeti
ve manevî dereceleri itibarıyla ne dileseler ânında olurmuş. Meselâ istediği
an, fakiri zengin, zengini fakir yapabilirlermiş. Ancak kendi fakir durumu
hatırladığı zaman
“Ya Rabbî ben senin üvey kulun muyum?”
diye nâz edermiş.
·
Ahmed
Amîş Efendi Tırnovada bir camide imam bulundukları sıra da fazlaca alkol almış
ve sokakta düşmüş bir şahsın etrafına halk toplanmış kendisine hakaret ederler.
Bunu gören hazret:
"Onu benim
sırtıma bindirin evine götüreyim" buyurur ve adamı sırtlayıp evine
yatağına taşır. Adam sabah uyandığında anasından bir hayli şikayetler işitir ve
çok mahcup olur ve şöyle der:
"Tevbeler
olsun bir daha içmeyeceğim!.." Adam gerçekten bu felaketten
kurtulur.
·
Ahmed Amîş Efendi şeyhi Fatih Türbedarı
Niğdeli Bekir Efendinin Hakk’a yürümelerinden birkaç gün önce gönülden muhabbet
bağladığı Ahmed Amîş Efendiye:
"Artık benim vaktim tamam, benim yerime sen türbedar
olacaksın. Evkafa git muameleni yaptır buyurmuşlar."
Ahmed
Amîş Hz.leri gitmiş fakat muamele bitmemiş.
Şeyhi
Bekir Efendiye gelip vaziyeti izah eylemiş. Bekir Efendi:
"Yarın git mutlaka yaptır buyurmuşlar."
Ertesi
gün tekrar giden Ahmed Amîş Efendi, muameleyi gene ikmâl edememiş ve durumu tekrar
Bekir Efendi'ye iletmişler. Bunun üzerine Bekir Efendi ertesi gün
“Git ve mutlaka üç saat içinde muameleyi ikmâl
ettir." buyurmuşlar.
Verilen
son talimat gereğince muamele tamamlanmış ve tekmil vermek üzere huzura giren
Ahmed Amîş Efendiye Bekir Efendi şöyle buyurmuşlar:
"Ahmed! Benim vaktim tamam, artık gidiyorum! Senin
yanında ölürsem belki dayanamazsın. Birkaç dakika çık da dışarıda şöyle bir
dolaş buyurmuşlar."
Gerçekten
birkaç dakika sonra içeriye girdiklerinde, Bekir Efendi Hz.lerinin ruhu ebedî
âleme intikal eylemiş, fakat aynen yerlerinde oturur vaziyette bulmuşlardır.
Ahmed
Amîş Hz.leri bu sahneyi anlatırken şöyle buyururlarmış:
"Ahh...o ölmedi ben öldüm!... O kaldı!"
·
Rüştü Bey ile
beraber bir gün Ahmed Amîş Efendinin huzuru saadetine gittik.
“Ulan bana boza getirdin mi?” buyurdular. Ben de
“getireyim efendim” dedim.
“Boza der demez aklınız bozacı dükkânına
gitmesin. Mürşid ne demek istiyor onu anla, sözünü anla, onlar boş söylemezler.” Ben de
“Evet, efendim “ve mâ yentiku an-il-heva” dedim.
Mübarek şahadet parmaklarını
ağızlarına götürerek işaretle “sus”
buyurdular.
“O yalnız
Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme mahsustur. Mürşidler hakkında da öyledir.
Biz ihvanımızdan böyle söz sudurunu severiz. Lâkin herkesin yanında söylenmez.”
·
Şeyhim bana dedi ki
“Allah'tan korkar
mısın?
“Hayır”dedim.
“Benden korkar
mısın?”
“Senden korkarım
dedim.” Ben de;
“Efendim ben ne
senden korkarım ne de Allah'tan korkarım çünkü sizden bana zarar gelmez ki.”
·
Mahdumu âlileri Ali Bey'e hitaben;
“Ali bana bu benim, babamdır, bu
benim hocamdır, bu benim şeyhimdir” diye hizmet edeceksen
hizmet etme” buyurdular.
·
Birgün huzuru saadetlerine girdim, kalabalık idi. Ellerini öpüp ihvanı
araladım, oturdum.
“Vakti saadette birgün sahabeden birisi
gelip huzuru saadette oturan ashabı aralayıp oturdu, bu günde aynıdır, buyurup
“Biz bir an zikirden hâli değiliz.” Bir sayha ile
“Allah” dediler. Bu da,
“ vele zikru'ilâhi ekber” [92]Allah'ı zikretmek en büyük (ibadet) 'tir.” buyurdular.
·
Bursa Lisesi Fransızca muallimi Nevres Bey’den rivayet:
Benim
şeyhim derdi ki,
“Ahmed birisi senin yanında benim
aleyhimde bulunursa beni müdafaa etme buyurdu.” Nevres Bey
içinden
“ben bu naneyi yiyemem” diye geçirince Ahmed
Amîş Efendi Efendi Hazretleri derhal
“Ben de şeyhime Efendim ben bu naneyi yiyemem
dedim. Şeyhim bana sen bu naneyi yiyemezsen sen de benim dediğim gibi adam
olamazsın.” buyurdu.
·
“Biz, bizim lafımız olduğu zaman sıkılıp
kaçandan korkarız” buyurdular.
Bende
(Nevres Bey) içimden hakikaten böyle bir hali kendisinde gördüğüm bir arkadaşı
düşündüm.
“Eyvah bizim arkadaş helak oldu dedim.” Derhal Efendi
Hazretleri
“Eh eh korkma ona da bir zat tecellisi
yapar, kurtarırız.” buyurdular.
“Ellerini göğüslerine vurarak bu ism-i zikretsinlerde (Ahmed)aleyhim
de bulunsunlar” buyurdular.[93]
·
Bir gün sinni alilerini (doğum tarihini) soran bir zâta cevaben
“Şeyhim bana dedi ki Ahmed senin tarihin
meçhuldür.”[94]
·
Hazreti Ali kerremallâhü veche buyurduki,
“Dünyada iki
şeyden korkmam. Biri Allah takdir ettiği, diğeri de etmediği şeyden.” Bunu bir yerden okudum. Ahmed Amîş Efendi Efendim Hazretlerine
arz ettim. Buyurdular ki
“Allah'ın
takdir etmediği vukua gelmez, takdir ettiğinden korkmak da küfürdür.”
·
Birgün ashabdan Hz. Rebîa radiyallâhü anh
Hazreti Fahri Alem Efendimize sallallâhü aleyhi ve selleme
“Ya
Resüllallah, Rebîa bendeniz rica eder ki fakir haneyi teşrifle cemaatle namaz
kılasınız.” Hazret Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem
“Peki ya Rebîa geliriz.” buyurdular.
Bir gün mescidde edayı
salatten (namaz kılındıktan ) sonra
“Ya Rebîa sana geleceğiz” buyurdular
ve haneyi Rebîa'ya teşrif buyurdular. Eshabı kiram da gelirler. Hazreti
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem Hazreti Rebîa'nın radiyallâhü
anhın gösterdiği odada cemaatla nafile namaz kılarlar. Ba'desselat (Namazdan
sonra) duyan ashap ta gelirler. Hazreti Rebîa taam hazırlar. Hazreti Rasulullah
Efendimiz sohbet buyururlarken ashapta bir zat “keşke filan da bulunsaydı” der. Orada bulunan ashabden diğer biri
“hayır, o münafıktır” der. Resul Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem
“Öyle deme!” buyururlar. Sohbete devam
ederler. Birinci zat yine “keşke filan
da bulunsaydı” der, diğer zat da
“hayır o münafıktır” der. Onun üzerine Hazreti
Fahri Alem Efendimiz
“HAYIR ÖYLE DEME, LA İLAHE İLLALLAH” DİYEN CENNETE GİRER buyururlar. Üçüncü defa aynı surette tekrar eden muhavere üzerine...
“Öyle deme, la ilahe illallah diyenin cesedine Allah ateşi haram kıldı.” buyururlar.
·
Kuşadalı Efendimizden;
Şeyhim dedi ki;
“Ahmed ayı ol ayı.” Ürkdüm. Sonra döndü:
“Yani zurnacı nasıl çalarsa
ona ayağını uydur. Ayının otuziki türküsü varmış onun da hepsi ahlat (yaban
armudu) üzerine imiş, Talip de böyle olmalı.”
·
(Nevres Bey) Bir gün huzur-ı saadetlerinde
yalnızdım.
“Efendim ahrette de böyle birleşip konuşacak mıyız?” dedim.
“Ulan Allah Allah, birde birleşmek olur mu?” buyurdular.
• (Nevres Bey) Yine bir gün huzurda iken kademi saadetlerini
tutarak
“Ulan Kur'an'daki “ve'l-teffeti's-sâku bi's-sâk ,” [95] O burasıdır” diye topuklarını gösterdiler, ben de hemen tutup öptüm, hafifçe bir
tokat lütfettiler.
·
Şükrü Bey'in rahatsızlığı esnasında uğradığım
korkudan dolayı huzur-ı saadetlerine girdiğim zaman
“Amirin emri ile hareket ettiğini bilsene” buyurdu. Sol omuzuma vurarak lâ
havfün aleyhim ve lâ-hüm yahzenûn, [96]
·
Makbule Hanım huzuru saadette iken yine huzurda
bulunan Süreyya Bey,
“efendim ben yağan kara dur diyorum, duruyor... şöyle ediyorum, böyle
ediyorum” diye söyler. Efendimiz de
“ben de kimsesizlere merhamet ederim” buyurdular.
·
Makbule hanımefendiye gitmeleri için müsaade
buyurdular. Hemen huzurdan ayrılmamak ve dayanamadığı sohbeti mübarekede devam
edebilmek üzere gecikirken Süreyya Bey,
“Efendim benim saçmalarımı dinlemek istiyordur,” der. Efendimiz de;
“onun senin saçmalarını
dinlemeye ihtiyacı yok” buyururlar.
·
Yine bir gün hanımefendiye, “Seni ağlatmam” buyurdular.
·
Efendi Hazretleri Aziz Sultanımızın teşriflerinde
Nusret Hanıma;
“Ben herkesi affettirdim, yalnız sen kaldın.” buyururlar.
·
Azizimiz, Sultanımız, Efendimiz türbede iken
bir zat gelir, Efendimize müteveccihen namaza dururlar. Orada bulunan ihvana
“Bu zat işi doğru yaptı amma git kıbleyi düzelt.” buyururlar.
·
Kuşadalı Efendimin müridanından birisi
adalardan birine kaymakam tayin edilir. Oradan
“Efendim buranın ahalisi gavur, hayvanları domuz” diye yazar.
“Ben de beni onlarda da görsün diye gönderdim.” buyururlar.
·
Şemseddin Paşa Bükreş'te iken
“Efendim iki karpuz bir koltuğu sığmıyor” diye Kuşadalı Efendim Sultana müracat ederler. Azizimiz Efendimiz de
“İki karpuzu bir etsin.” buyururlar.
·
Bütün hocalardan elif okudum, (Seyyid Muhammed)
Nurul arab'dan bütün okudum.
·
Bosnevi Hacı Mehmet Efendimiz Hazretlerine
pirdaşlarından birisi dil uzatırlarmış. Müşarünileyh bir gün
“Azizimizin ihsan buyurduğu geri alınmaz yalnız söylemesin” buyururlar. O anda o zatın dili tutulur.
·
Şemseddin Paşa türbede Kayserili Mehmet Tevfık
Efendi Hazretlerini görerek
“Efendim türbede bir zat var, kimdir?” diye sormuşlar. (Ahmed Amîş Efendi için)
“O benim vekilimdir. Bedelimdir. Bedel mübeddelü mislin aynıdır” buyurmuşlar.
·
Nevres Beye;
“Sen imam ol, Şemseddin de sana cemaat olsun, yabancı değil ya...”
·
Ahmed Naim (Baban) beyefendi rüyalarında
Hazreti Azizi görmüşler,
“Nevres benim kutbumdur”
buyurmuşlar.
·
Remzi Efendiyi huzura götürdük, iltifattan
sonra Ahmed Amîş Efendi
“innemâ yahşa'llâhe min ibâdihi'l-ulemâu. [97] ayetini okumuyoruz. Her fırsatta bilirim innemâ yahşa'llâhe min
ibâdihi'l-ulemâu, kıraati de vardır.
Allah alim kullarından haşyet
eder. Haşyet eder de titrer mi? Padişahın vezirini sayması gibi sayar” buyururlar.
• Ahmed Amîş Efendi;
Bir gün başlarını kaldırıp “ben
yazı tahtası değilim” buyurdular.
“Benim verdiğim Ali Paşa
vergisi değildir.”
·
Birgün Mehmet Efendimize
“Şu şeyi sana vereyim mi?” buyururlar.
“Ver Efendim.” dedim.
“Bana kim karışır ulan?”
·
Mehmet Efendimiz bir gün;
“Efendim benim Allahu ekbere kanaatim yok.” derler,
“Öyleyse hadsiz, hududsuz, kenarsız, sınırsız, Allah de.” buyururlar.
·
Mehmet Efendi kalben keşfinin açılmasın
istemişler.
“O zaman keşif meşif ne olacak, sen bana bak, ben sana bakayım” buyururlar.
·
Ahmed Amîş Efendi buyurdu ki;
“Beni senin elinden yine sen kurtarırsın.”
·
Halil Efendiye;
“Ulan karışma, ben bu sazı
bozuk düzen de çalarım.”
·
Bir gün huzura giren birisi Azizimiz Efendimize
birtakım tefevvühatı na-lâyıkada (Dil uzatma. Münâsebetsiz söz söyleme) bulunur.
Hazret;
“Oğlum beni sana yanlış anlatmışlar.” buyurur. Bu kadarı bile çok gördü, akabinde;
“Bir zat gelip esnayı kelamında Kuşadalı Efendimizin huzuru saadetlerine
birisi gelip birçok na-muvafık tefevvühatta bulunur. Hazret hiç itiraz etmeyip
ellerini göğsüne vurarak eyvah buyururlar dedi” buyurdular.
·
Mahdumu âlileri Ali Bey'in vefatı üzerine
kabirlerinin mahallerini tayin zımnında ihvan arasında münakaşa olurken
bazılarının Efendi Hazretlerine de bir yer ayıralım mütalâası geçer. Huzura
giren Nevres Bey'e daha kapıyı açar açmaz
“Onların kabri teslim-i ruh ettikleri mahaldir” buyururlar.
• Nevres Beye;
“Bizim tarikimiz Nuh Gemisi gibidir,” buyurdular.
“Ben de binenler selameti
bulmuştur” dedim.
“Evet binenler selameti bulmuştur.”
• Nevres Beye;
“Şeyhim beni çingenelere
dövdürdü. Çingeneden dayak yiyen pezevenk de kibir mi kalır?
·
Mehmet Efendi anlatıyor.
Bir gece Asım beye gidiyordum,
yatsıya yakındı. Hazreti Aziz'e Hafız Paşa Caddesinde, Kumrular mescidine yakın
bir yerde rast geldim.
“Nereye gidiyorsun” diye sordular.
“Asım Bey'e gideceğim” i
söyledim.
“Selam söyle” buyurdular. Sonra anladım ki
Efendi Hazretleri Karagümrük'ten geliyorlarmış. O gün buyurdular ki evkafdan
maaşım geldi, geç vakitte eve geldim, kapıyı çaldım,
“Beni yemeğe beklemeyin” dedim.
Karagümrüğe gittim, bizim bakkalın evini buldum ve borcumu verdim. Ben de bu
parayı sana ödemezsem bana haramdır dedim. Bakkal kilisede vaaz eden papaza;
“Papaz Efendi, seninkiler lafta kalıyor, Müslümanlar yapıyor. Parayı
evime kadar getirdi” demiş.[98]
·
Nusret Hanım bir gün kerimesi Ayşe Hanımla
birlikte huzuru saadete giderler,
“Efendim bülbülünüz hastalandı” der. Aziz
Sultan;
“Ya öylemi? Sen hasta mısın buyururlar.” Ayşe Hanımda
“Hayır, efendim, hasta değilim” der, bunun
üzerine Aziz Sultan
“Bak benim bülbülüm hastalığı kirletmiyor” buyururlar.
·
Nevres Bey rivayetiyle
Huzura girdim, içimden;
“Efendim ben bu Müslüman düşmanlarına karşı çalıştım. Şahsi menfaat
gözetmedim. Sen sahibi zaman değil misin? Nasıl olurda senin bir bendeni, bi-gayri
hak bu herifler sürüyorlar da sen beni kurtarmıyorsun?
Aziz Sultan ihvana karşı sohbet ederken sözünü
kesti ve fakire bakarak;
“Allah'ın senin alnına yazdığı şeyin men'ine Muhammed sallallâhü aleyhi
ve sellem bile kadir değildir. Ben buna kâni olamadım,” kalben yine teveccüh ettim; Bu sefer de yine bendelerine tevcihi hitap
buyurarak şu ayeti tilavet buyurdular.
“ İnneme 'n-necvâ mine 'ş-şeytani li-yahzüne 'llezine âmenû” [99]“
Ben yine kani olmadım, yine
yüklendim, bu defa da;
“Gam, gam, ba'de gam, kambur üzerine kambur verir” buyurdular. Yine kâni olmadım, bu defa da
“ Leyse bi-dârrin lehum şey 'en illâ bi iznillâh”[100]
Buna da kâni olmadım. Bu defa Ahmed
Amîş Efendim gayet şiddetle
“in yensurkümullâhe fe-lâ galibe leküm.” [101] Allah yardım ederse size kimse
galebe edemez. Allah sana yardım etmiyor, fazla lafa lüzum yoktur, gideceksin.
·
Mahdum-ı âlîleri Ali Bey'in nutk-ı âlîleri
Anayım ben kim doğurdum anamı
Yine anamdan doğup ben
doğurdum atamı (anamı)[102]
·
Hastayım Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz yanımda oturuyorlardı.
“Ben, aman Ya Resulallah, aman Ya Resulallah” diyordum, yanına gelenler beni sayıklıyor zan ediyorlardır.
·
Hasta idim. Doktorlar geldiler, muayene
ettiler, yavaş sesle beş dakika kadar yaşar, yaşamaz dediler (Hastanın yanında
en hafif lisanla bile konuşmayınız çünkü işitir). Ben bunun işitince kendi
kendime
“tu ... sana çatal bıçak Ahmed herkes senin öleceğini biliyor da senin
haberin yok...”
O anda Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemEfendimiz
“Sen daha huzurda bulunacaksın” buyurdu,
ben kalktım, oturdum ve bana pirzola getiriniz dedim. Doktorlar da kaçtılar.
·
(Nevres Bey) Bir bayram günü Beykozlu Ali Bey
ile birlikte (Ahmed Amîş Efendimin) devlethanelerine gittik. Ellerini öpük.
Kendileri odadan aşağı indiler, bahçeden iki çiçek koparmışlar, getirdiler,
birisini bana birisini de Ali Bey'e verdiler.
“Tu ... gördün mü bunu senin için, bunu da bunun için koparmıştım.
Patlayıp durma seninki sana gelir buyurdular” (Beykozlu Ali Bey'e buyurdular).
·
Rus vapuru ile Hicaz'a gidiyordum, vapurun
davlumbazında namaz kılmak istedim. Yolcular “sakın oraya çıkma, kaptan seni denize atar,” dediler. Ben kaptana
müracaatla ve işaretle orada namaz kılmak istediğimi anlattım. Kaptan müsaade
etti. Ertesi sabah birde baktım bir Rus tayfası omuzunda peşkir, elinde ibrik
yanıma geldi. Her ne kadar ısrar ettimse de kabul etmeyerek kendisi dökerek
abdest aldım. Vapurda su sıkıntısı vardı. Kaptan bana bir sürahi su gönderdi.
Hemen bir fincan buldum. O suyu herkese dağıttım.
·
Bir gün Efendi Hazretlerinin huzuruna gittim,
efendim açım dedim, keselerini çıkarıp bana uzattılar.
“Efendim öyle istemem hem içim aç hem gözüm aç” dedim.
“Ulan köftehor ben seni öyle de doyururum böyle de.” buyurdular.
·
Bir bayram günü bayram namazını, ba'de'l-eda
türbede ziyaret gittim. Türbeden çıktılar, ben de beraberdim. Cami etrafında
nöbet bekleyen askerler nöbetlerini bitirmiş gidiyorlardı. Türbenin Akdeniz
cihetindeki zincirli kapıdan geçtiler. O zaman Hazret-i Aziz şöyle buyurdular;
“Siz camide iken bunların beklediği nöbet senin yetmiş senelik
ibadetinden efdaldir.”
·
Bursa 'da Şerbetçi Ahmed Efendi 'nin rivayetiyle
Birgün huzurda iken Hazreti
Azizimiz tarafından
“Ahmed, tanbura çalar mısın?” buyurdular
(Aynı zamanda kendileri dımbır dımbır diye terennüm buyurdular),
“düzeyim deme ha koparırsın, nasıl bulursan öyle çal.”
·
Yorgancı Tırnovalı Nuri Usta, Ömer-ül Halveti
Hazretlerinden Hazreti Azizle pirdaşmışlar. Bu zatın irtihalini haber vermek
üzere huzura giren yorgancı Hacı efendiye - daha bir şey söylemeden-
“Nuri Ustanın vefatını haber vermeye geldin, O kendi kuşağını kendi
sıktı, hayatını aldı. Azrail'e canını vermedi.” buyururlar.
·
Yine Ahmed Efendi 'den
İhvandan Firuzağalı Hasan Efendi
anlatmışlar,
“Birçok ehlullaha hizmet ettim. Sonra, Yarabbi beni öyle bir zata
ulaştır ki emirlerini söylemeden ben yapayım” dedim. Duam kabul oldu. Hazreti Azize mülaki oldum. Hakikaten içimden
su vereyim gelir, kalkıp veririm buna mümasil birçok arzu buyurdukları
hizmetlerini şifahen buyurmadıkları halde yapardım. Birgün birkaç arkadaş
hendeseden bahs ettik, kalktım huzura geldim, gelirken vapurumuz diğer bir
vapurla hemen müsademe edecekti (çarpışacaktı). Ben korktum, huzura girer
girmez.
“Ulan ben sana öl demedim mi?” buyurdular.
Biraz sonra murakabe vaziyeti aldılar. Bize de bir uyku hali geldi. Birde
baktım ki beş altı deniz gördüm. Hazreti Aziz elimden tutarak o denizleri birer
birer derken ikişer ikişer, üçer üçer ve en nihayet hepsini birden atlattılar.
Kendime geldim. Bizde Aziz murakebe vaziyetini terk buyurmuşlar. Fakire bakarak
“Ulan Hasan bu, senin görüştüğün hendeseye benziyor mu? Buna ehlullah
hendesesi derler.” buyurdular.
·
Firuzağalı Hasan Efendi rivayetiyle
İhvandan Mustafa Efendi'nin
haremi (eşi) vefat eder. Arası biraz geçtikten sonra nefis galebe edip bir
kadın getirip hem-bezm (muhabbet; yiyip içme) olmak ister. Kadın yatağa yatar,
Mustafa Efendi de kadına yaklaşmak isteyince birde bakar ki yatakta hazret
yatıyor. İki üç defa bu vak'a tekrar edince hemen parasını verip çıkar. Bir
buçuk ay kadar huzura gidemez. Ondan sonra bir gün Hasan Efendi huzura
girdiklerinde
“oh oh Mustafa, Mustafalar ... olur.”
“Benim ihvandan bir Mustafa vardı, çok haşarı idi, külhanı bir akşam
beni düzeyazdı” buyurur. Sonra da diğer
ihvana bakarak
“Akrabanızdan biri vefat etmiştir, gidip cenazesini kaldırınız” buyururlar.
·
Nevres bey'le Beykozlu Ali Bey bir gün Aziz
Sultanı ziyarete giderler ve giderken
“kıyamet ne ise bize tarif buyursun” diye konuşurlar. Huzura girdiklerinde;
“Kıyamet içlerin dış, dışların iç olacağı gündür.” buyururlar.
·
Hafız Bekir Efendi rivayetiyle
Bir gün Doktor Talat Bey'le
birlikte rahatsızlıklarına müteessifane haber aldığımız Hazreti Aziz'in
devlethanelerine gittik. Kapıyı Cici açtı. İsimlerimizi söyledik, arz ettiler,
gelsinler buyurmuşlar. Huzura girdik, kendilerini kesbi afiyet etmiş bularak mesrur
olduk. Derecesi 43'e çıkmış. Nafiz Paşa'yı getirmişler, muayene ederek;
“Allah sizlere ömür versin, hasta artık gitmek üzeredir” dedi. Kendisini kovdum, evdekilere “böyle söylenir mi?” dedim. Derken
Hazreti Rasül Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem, Hazreti Ömer radiyallâhü
anh ve Hazreti Osman radiyallâhü anh ile birlikte zuhur ederek şuraya oturdular.
“Size bir kadın lahana turşusu suyu getirecektir, red etmeyin için” buyurdular. Hakikaten ertesi sabah bir hanım kapıyı çalarak Efendi
Hazretlerine ilaç getirdim, “lahana
turşusu suyu getirdim” dedi. Evden almamak istediklerini işittim, getir
getir dedim, içtim. 43° hararet hemen 37°'ye indi buyurdular. Sonra da doktora
(Talat Bey) tevcih-i hitap ederek; “doktor,
sakın şeyhime iyi geldi diye her hastaya lahana turşusu suyu tavsiye etme”
buyurdular.
·
Hoca Efendimiz Hazretleri rivayetiyle -
“Ben o pezevenge haber gönderdim.
“Ben o pezevenge
haber gönderdim.” Dedim ki:
Memuriyetin ne ise onu elinden geldiği kadar yap. Aklının ermediği yerde
erenden sor, başka şeye parmağını sokma dedim. O dinlemedi gitti, karışdı şimdi
pezevenk odasından odasına korkusundan gidemiyor.
·
Nevres Bey rivayetiyle;
Bir gün Ömerü'l-Halveti
Hazretleri abdest alacaklardı. Su dökmek üzere ibriği almaya koştum. Benden
evvel Bulgar Ayvaz ibriği kaptı. Ben almak istedim. Bırak buyurdular ve aynı
zamanda Bulgar'a bir nazar buyurdular. Gece oldu, benim odamın kapısı çalındı.
Baktım bir Bulgar,
“büyücü müsünüz bizim ayvaz deli oldu” dedi, gittim baktım.
“Allah, Allah” diye zikrediyor.
·
Bir gün Makbule Hanım kerimesi Nusret Hanımla
huzura girer. Hazret-i Aziz rahatsızlarmış. Doktorlar zatürre demişler.
Hanımlar müteessirlermiş. Büyük hanıma hitaben
“Korkma, merak etme, hastalık bu vücudda hükmünü icra edemez, size
merhameten duruyorum” buyururlar.
·
Akrabaları arasında Kuru Nimet Hanımın
dayısının kızı dargın iki kişiyi öyle yapar, böyle yapar barıştırırmış. Bir gün
hasta imiş,
Bu hanım rüyada Hazret-i
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz mübarek yedi şeriflerini
takbil (öpmek) etmişler. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz de
“Senden bu hastalık gitsin, selamette ol.” buyurmuşlar. Filhakika hanım iyileşmiş ve yed-i şerifin mübarek
kokusunu şimdi her yerde duyuyorum diyormuş.
·
Nevres Bey'in rivayetiyle Mehmet Efendi
Hazretlerinden
Bir gün Efendi Hazretleri
“Abdulehad Nuri'ye git benden selam söyle” buyurdu, ben de gittim türbeye yaklaştığımda türbedar kapıyı açtı, bana
“ Buyurunuz.” dedi. Kendisi girmedi. Ben
girip
“ Kutbul-arifin, gavsul'-vasilin biraderiniz Ahmed Amîş Efendi
Hazretlerinin selamı var.” dedim. Onlar da
“ aleykümselam ve aleyhisselam” buyurdular.
·
Hacı Necip Bey huzura ilk gidişlerinde;
“Ne istiyorsun?” buyururlar.
“Dua isterim” dedim.
“Camiye git, yetmiş bin kişi dua ediyor.”
“Efendim, Bursa'dan Halil
Efendi'den selam getirdim dedim.”
“Ya” ... buyurdular. İhvanı
sordular
“Zikir ediyor musunuz” buyurdular. İsmi zâtı (Allah)
telkin buyurdular.
“Orada Hancı İsmail Ağa vardır. Benim sarhoşum. Ben onun hanında misafir
kaldım, tanıyor musun?”
“Evet efendim” ...
“Ona selam götür.”
“Tuzcu Hasan Efendi'yi tanıyor musun? Pazar yerinde tuz satar. O bize
Tîrnova'da ilahi okurdu. Güzel sesi vardı, tanıyor musun? Ona da selam götür. Ilıcalara
giderken yolda kahve satar, iki kolları yok İbrahim vardır, onu da tanır mısın?
Ona da selam götür.” buyurdular.
·
Nevres Bey rivayetiyle
Birgün huzurda bulunuyordum.
Namık Kemal Bey'in Vatan Yahut Silistre”sinde
askerlerin
“Allah muinimiz olsun” sözlerine karşı Abdullah
Çavuş'un
“Allah'ın işine karışmayacağız, yoluna gideceğiz” dediğini arz ettim, ellerini vurarak “tam söz budur” buyurdular
·
Şerbetçi Ahmed Efendi biraderimiz rivayetiyle
Bursa'dan araba ile dönerken arabacı uyumuş, arabada yolun kenarına
gelmiş, lakin o uyumamış, selametle geldik, buyurdular.
·
“Bursa'da iki
eli bilekten kesik İbrahim Ağa namında bir zat varmış. Ona gider misiniz” buyurdu.
Bak biz Rumeli'de kahveye üç
arkadaş oturup kahve ısmarladık. Diğer bir arkadaş geldiği zaman ben kahvemi o
zata verirdim. Öyle hoşlanırdı ki gönlünü alırdım buyurdular. “ li-key lâ te 'sev alâ mâ-fâteküm ve lâ
tefrahû bimâ etâküm.”[103]
“ Elinizden bir şey giderse
yerinme, bir şey gelirse sevinme” buyurdular.
Ben de gayri ihtiyari
“Efendim
bu Allah mertebesidir.” dedim.
“Evet Allah mertebesidir.” buyurdular.
ve
“Bunu birini yaptım, birini yapamadım” buyurdular. Lakin hangisini yapamadım buyurduklarını hatırlamıyorum.
Hoca Efendimiz Rivayetiyle
Halil Efendi merhumdan Azizimiz Sultanımıza biattan birkaç gün sonra
huzurlarına girdiğimde
“Nihaksızsın, nihakın yok” buyurdular
ve bunu birkaç defa gidişimde tekrar buyurdular.
·
Hoca Efendimiz Hazretleri rivayetiyle
Meşrutiyetin ilanında Mehmed
Efendimiz Hazretlerini birtakım kendini bilmezler rencide ettiklerinden huzura
geldiklerinde Aziz Sultan
“Cenab-ı Hak yerden taşları alır, gökten yağdırır. Nitekim ümem-i
salifede olmuştur. Ne yapalım Allah “ Fe-câsû hilâle 'd-diyâr ve kâne va'den
mef'ûle.”[104] deyiverdi.
“Memleketine git, gel deyinceye kadar otur.” buyurdular. Mehmet Efendi Hazretleri de köylerine giderler. Üç sene
kadar kalırlar. Bir gün o civarda bir tepede bulunurken Azizimiz huzur ile “Gel” diye işaret buyururlar. Hemen “Ben İstanbul'a gidiyorum.” diye veda
ederken, efrad-ı aileleri gitmemeleri hakkında ısrar ederler, dinlemezler.
İstanbul'a gelirler. Huzura girdiklerinde
“Daha vakit de vardı. Seni benim misafir etmekliğim lazım gelirse de
evin müsaadesi olmadığından seni Hasan'a misafir edeyim” buyururlar.
“Orada nasıl geçindin” diye sorarlar.
“Efendim evvela bilezik, küpe gibi ziynetleri, sonra halıları ondan
sonra bakırları sattık.” deyince
“Desene Allah'ın keyfini getirdin” buyururlar.
• Aziz Sultana Ömer-ül Halveti Hazretleri
“Ahmed bana çarşıdan iki horoz al, gel” buyururlar.
Hazreti Aziz'de birisi iki,
diğeri bir kuruşa horoz alıp getirirler. Ömer-ül Halveti Hazretleri horozların
birini bir eline diğerini de diğer eline alarak
“Ahmed bunların hangisi iyi?” buyururlar.
“Efendim, bunu iki kuruşa diğerini bir kuruşa aldım.” derler. Ben sana ne soruyorum, sen ne söylüyorsun buyururlar. Tekrar
hangisi kötü derler. Üçüncüde yine Hazreti Azizimiz
“Efendim, ne bileyim bunu iki kuruşa bunu bir kuruşa aldım.” buyururlar. Onun üzerine Hazreti Ömerü'l-Halveti kaddese’llâhü
sırrahu’l azîz Hazretleri tebessüm buyurarak
“Ahmed buna kötü, şuna iyi deseydin, seni dergâhtan kovardım.” buyururlar.
·
Tırnova'da iken omuzlarında iki kova ile
saadethanelerine su getirirlermiş ve Kamile Hanımın bezlerini de bazen bazen
bizzat çeşmede yıkarlarmış. Birgün çeşme civarında bulunan bir zata selam
vermişler, o zat işitmemiş
“Çeşme taşının bana reddi selam ettiğini işittim.” buyururlar. Bunun üzerine Mehmet Efendimiz;
“Efendim nasıl oluyor?” diye sorarlar. Vakti gelince
anlarsın buyururlar.
·
Avni Bey'in bir dayısı vardı, hafifçe nüzul
inmişti. Berayı tedavi İstanbul'a gelmişti. Bizim de Hazreti Azize mülaki
olduğumuz ilk devrede idi. Kendisini huzura götürdük. Biz içeriye girmedik.
Hazret
“Sen nerelisin?” buyurdular.
“Mucurluyum.”
“Mucur nerdedir?”
“Efendim Anadolu'da
Kırşehir'dedir.”
“Buraya seni kim getirdi?”
“Yoksa kuşlar mı haber verdi?”
“Yapraklarda benim ismimi gördün mü?”
“Sokaklarda levhada mı yazılı gördün?” buyurdular.
·
Mehmet Efendimiz Hazretleri buyurmuşlar ki;
“Ulan, her gelen beni senin gibi anlasa yakamı paçamı yırtarlar.”
·
Birgün “araba
getir” buyurdular, arabayı getirdim. Baktım aranıyorlar.
“Efendim ne arıyorsun?” “Ulan, Cici araba parası koymamış.”
İçimden “Efendim, hâlikiyet yok mu? Yarat” diye yüklendim. O esnada
minderin altını kaldırıp iki çeyrek çıkardılar. “Ha, ulan burada imiş.” buyurdular.
“Vekil!, vekil! Dünyada, ahrette senden ayrı değilim,
beni meydana sen çıkardın.”
·
Bir gün yanında damadı Darülfünun müderrislerinden Ahmed Naim (Baban) Bey
bulunduğu sırada huzuruna bir genç gelir, elini öper, karşısında durur. Ahmed
Efendi, bu gence hitaben:
“Haydi, git, yine eskisi
gibi kârhanelerde, meyhanelerde gez, dur.” Der.
Genç, tekrar elini öper, kalkıp gider. Müderris Ahmed Naim Bey, bu
vaziyetler ve bu sözler karşısında hayretler içinde kalır. Bunu anlayan Amîş
Efendi, onun hayretini gidermek için der ki;
“Bunun âyan-i sabite’sinde (Levh-i
Mahfuz’da) kârhanelerde, meyhanelerde
gezmek vardır. Nasıl olsa bunu yapacak.
Ben böyle söylemekle, hiç olmazsa günahtan kurtulmuş olur. Çünkü bu takdirce
yaptıklarını emirle yapar.” Bunu böylece nakleden üstat Abdülaziz Mecdi Efendi,
bu şahsın hâlâ bu yolda gezmekte olduğunu söylerdi.”
·
Bektaşi Şeyhlerinden birisi dervişi ile beraber
Fırat kenarında balık tutup kızartıp yerlerken dervişin gönlüne
“Efendim teşrifi beka
buyururlarsa yerine kim gelir diye bir hatıra gelir. Hazret bu vakayı sana kim haber verirse ona yapış.” buyurur.
Aradan seneler geçer. Hamami Hazretleri ihvanı ile Çamlıca taraflarında bir
tenezzühe çıkarak yemekten sonra zikirederek hitamında o civarda bulunan mezkûr
Bektaşî fakirini yanlarına çağırarak
“Fırat kenarında filan zamanda
yediğimiz balıkta yanımızda bulunan fakir değil miydi” diye kulağına söyleyince derhal ayaklarına kapanıp bende olmuşlardır.
·
Avni Bey'in kardeşi Abdullah İstanbul'da
askerlik ediyordu. Bir gün Mehmed Efendi Hazretleri havaların sıcak olması
münasebetiyle Abdullah'a birkaç gün geceleri sen türbede yatar mısın?
buyurdular. Abdullah da yatarım dedi ve yirmi gün kadar geçtikten sonra “Abdullah,
sen artık işine bak, ben yatarım” buyurdu ve sonra fakire hitaben “Hoca
burada yirmi gün terledi, Azrail'e can vermesin buyurdular (ne lütuf).
·
Mehmet Efendi Hazretleri buyurdular ki,
“Birgün huzurda bulunuyordum.
Bir çocuk Kur'an okuyorlardı. Diğer bir adam geldi. Camekânın kapısını açık
bırakarak türbeye girdi. Badezziyaret yine kapıyı açık bırakıp gitti. Çocuk kalkıp
ve o adamın hareketine kızar gibi yaparak kapıyı kapadı. Hazreti Azizimiz
“Şu adamın istidatsızlığına ve
şu çocuğun istidadına bakın.” buyurdu.
·
Beykozlu Ali Beyden;
Amcam Miralay Hasan Bey'i
maiyetindeki Kaymakam Salih Bey jurnal eder. Amcam da üzüntüsünden felce uğradı
Hazreti Azizimiz'e teşriflerini rica ederek fakirhaneye getirdim. Evde diğer
bir odada Hasan Bey'in kızı son nefesinde yatıyordu. Hasan Bey'in odasına
girdiler ve secdeye kapanarak biraz durduktan sonra hastayı yukarı kaldırın
buyurarak diğer hastanın odasına teşrif buyurdular. Hâlbuki biz kendilerine
ondan hiç bahsetmemiştik. Ve kızcağıza;
“Pelte yapacak mısın?
“Evet efendim.”
“Kendi elinle getirecek
misin?”
“Evet efendim.”
“Ben börek de isterim.”
“Peki efendim.”
Efendi Hazretleri teşrif
buyurdular. Komşumuzda bulunan bir kız çocuğu vefat etti, bizim kızcağız
kurtuldu. Jurnal eden Salih Bey kapısının önünden geçerken orada bulunan
Hüseyin Bey'in çavuşuna;
“Bey nasıl oldu?” diye sorar. Çavuş da
“elhamdülillah iyileşti” der.
“Bekle onun müddeti kırk
gündür, kırk gün sonra ölür” der. Lakin üç gün geçmeden
kendisi öldü gitti.
·
Hoca Efendimiz Hazretleri;
Birgün Efendi Hazretleri
huzuru Hazreti Aziz'de cünbüşleşirken Cici Sultan içeri girmiş.
“A! ayol ne oluyorsunuz”
demiş. Hazreti Azizimiz de
“Biz Vekil ile görüşürken
dünya ve ahireti unuturuz.” buyurmuşlar.
·
Birgün Firuzağalı Hasan Efendi huzurda iken
kapı açılır, içeri bir hammal girip baştürbedar burda mıdır? der. Hazrette
“Başı yok, kıçı burdadır.”,
buyururlar,
“Ne istiyorsun?”
“Efendim, su getirdim, nereye
koyayım.” Onun üzerine Hasan Efendiye, Hasan efendi bunu eve götürüver ve Hasan
Efendi fıçıyı kendi götürmek ister. Hammal vermez. Eve gelip te fıçıyı
indirince Hasan Efendi hemen arkalığı kapıp benim de hizmetim olsun der, fıçıyı
arkasında taşır. Dönüşte hamal
“bu zat sizin nenizdir?” Hasan
Efendi de
“bizim efendimizdir,
huzurlarında mütenaim (nimetlenen) oluruz” der.
“Acaba ben de gelsem kabul eder mi?” der,
“Evet” der. Hamal türbeye gelince
“ben abdest alayım” der. Hasan efendi huzura girer.
“Hasan, hamaldan hoşlandın mı?
Apartalım mı?” buyurur. Hamal gelipte
mübarek ellerini öpünce elinden tutup huzurlarında oturturlar. Ben ne dersem
sen de onu söyle buyururlar.
“Nasara” buyurur, hamalda
“nasara.”
“Celese”
“celese”
“feteha”
“feteha”
buyurduktan sonra bir nazar
buyururlar. Hamal “Allah” deyip mağşi aleyh olur (bayılır), biraz sonra hamal
sahve (uyanınca)gelince,
“Ben seni sevdim, sen de beni
sevdin mi?” buyururlar. Hamal da
“sevdim efendim” der.
“Sen ara sıra buraya gel.” buyururlar. Altı ay sonra da işini ikmal ile memuren memleketine
gönderirler. Hamalın ismi Şizo'lu Osman imiş.
·
Firuzağalı Hasan Efendi Hazreti Nurularab'ın
mahdumları Hacı Şerif Efendi ile Kerim Efendi dergahında iken inkişaf hâsıl
olmuş, bazı uygunsuz hal görmüşler. Şerif Efendi
“Kalk Hasan bir daha bu dergâha
girmen olmaz” demişler, Hazreti Azize
gelmişler.
İlim irfan demektir.
İrfan Hakkı bilmektir.
Eğer Hakkı bilmezse
Ha bir kuru emektir.
·
Hamami Tevfik Efendimiz Hazretleri birgün
ihvanı ile birlikte Kağıthanede teferrüce çıkarlar. Beş on gün kalırlar. O
zaman Karyağdı Tepesinde de Bektaşi canlarından bir zat varmış. Orada tepeye
çıkar demlenilmiş ve bu zevata da “hay huyenlar” dermiş. Bir gün Hazret abdest
alıp o Can'ın bulunduğu tarafa doğru gider ve onun kulağına birşeyler söyler. O
can hemen Hazretin ayaklarına kaparak
“Vallahi budur, billahi budur,
bundan başka yoktur.” diyerek biat eder ve o
dergâhı terk ederek Hazrete kul olur. Sordukları zaman 45 sene evvel şeyhin
alemi cemali teşrif buyururken senin kulağına kim
“Taşı nur, toprağı nur, kâmil
ölmez, kabdan kaba taşınır” sözünü söylerse senin sülükun
onun elinde biter buyurdu. 45 senedir buna muntazır idim.”
·
Bir gün Makbule Hanım kızı Nusret Hanımla
birlikte huzura giderler, giderken de iki hevenk üvez [105] götürürler, huzura bırakırlar.
“Evkaftan bana haber
gönderdiler, Efendim sen Süleyman Bey, İstanbul'da azizanımızdan istekte
bulunup Kütahya'da yalnızım, konuşacak, görüşecek kimse yok, bana bir ihvanımızı
gönderseniz” derler. Bir müddet sonra Mustafa Özeren Sultanımız Kütahya'ya
tayin olurlar, Kütahya'ya vardıklarında bir müddet (9 gün) Süleyman Bey'in
evinde kalırlar, sohbet ederler. Süleyman Bey, 1940-1945 yılları arasında
Kütahya'da bulunan Mustafa Özeren Sultanımıza
“Beni burada sırlamadan seni
bir yere göndermem.” derler. Nitekim Süleyman Bey
vefat eder, Özeren Sultanımız Süleyman Bey'i kendi elleriyle defnederler. İhtiyarladın,
yerinize bir vekil tayin edin, etmezseniz biz tayin edeceğiz. Düşündüm, onların
tayin ettikleri benim işime gelmez, ben kendime vekil tayin ettim.
“Elvekil ke-l asîl, vekil
aslının aynıdır. Türkler bunu bilmez.” buyurunca Makbule Hanım,
“Efendim, kimse sana vekil olamaz” demiş. Sonra Hazreti Aziz Nusret
Hanım'a
“Git, türbede benim vekilim
vardır. Çağır lakin Vekil Efendi de haa!” buyurmuşlar. Nusret Hanım, türbeye girip Mehmed Efendimize; Efendim
çağırıyor der.
“Kız senin Efendin kimdir?” buyurur. Nusret Hanım
“Efendim işte” der. Müşarün ileyh de hemen koşar, huzura girer, al bunları eve götür.”
buyurur. Müşarün ileyh de hevenklerini birini bir eline diğerini diğer eline
alır. Bu sırada Hazreti Azizimiz Sultanımız mübarek ellerinin ayalarını yere
tevcih buyurarak sağa sola meyi ederek müşarün ileyhe nazar buyurunca Mehmet
Efendimiz de neşelenerek iki tarafa raks ederek epey müdded mecbubu neşe ile
pür zevk ve neş'elenir.
“Vekil, vekil; beni meydana
sen çıkardın. Dünyada, ahrette senden ayrı değilim,” buyururlar.[106]
·
Kayserili Mehmed Tevfik’in Ahmed Amîş
Hazretlerine intisabı bizzat kendilerinden rivâyeten Nevres Bey tarafından
naklolunduğu na göre;
Mehmed Tevfik (Kayserî) Hazretleri bir gece
rüya görürler. Rüyada Ayasofya ile Sultanahmed Camisi arasında büyük bir
kalabalık toplanmış, tellallar
"Hazret Muhammed sallallâhü
aleyhi ve selleme kurban olacak kimse yokmu?" diye bağırışıyorlar. Hemen Kayserili Aziz, kalabalığın arasından
sıyrılıp:
"Ben varım" diye çıkıyor. Bunun üzerine münâdîler Mehmed Efendiyi kalabalığın
ortasında kurulmuş bir tahtın önüne getiriyorlar. Elinde kılıç tutan ihtiyar
bir zat:
"Muhammed sallallâhü
aleyhi ve selleme kurban olacak sen misin?" diye soruyor.
"Evet, benim"
cevabını alınca, elindeki kılıçla Kayserili Azizi kurban ediyor. Ertesi gün
Fatihe yolu düşen Mehmed Efendi Hazretleri, türbeden içeri girince kendisini
mânâ âleminde kurban eden zâtı karşısında ansızın buluveriyor ki, bu zât Ahmed
Amîş Hazretlerinin tâa kendi leridir!.. Ahmed Amîş Efendi Hazretleri ise:
"Gel bakalım Muhammed
sallallâhü aleyhi ve selleme kurban olan!" deyiverince iş anlaşılıyor ve Kayserili Aziz'de böylece aradığını
buluyor. Derhal mübarek elini öpüp kendilerine teslim olmuştur.
·
Ahmed Amîş Efendi sohbetine gelenlerle
tatlı tatlı konuştuktan sonra, onun hakkında dua eder ve bazı müjdeler verirdi.
Evranoszâde Samî Bey, o zaman Rüşdiye öğretmeni olan Şerafettin Yaltkaya’yı,
Efendinin sohbetine getirdi. Fakat iki saat müddetle oturdukları halde Efendi
sessiz durup hiç konuşmadı. Evranoszâde Samî Bey, Efendinin böyle gelenlere dua
edip bâzı müjdeler verdiğini bildiği için bu durumu merak etti. O gün hiç
konuşmadan Ahmed Amîş Efendinin yanından ayrıldılar. Evranoszâde Samî Bey
ertesi gün tek başına Efendinin yanına gitti ve
“Efendim, Şerafettin için bir müjde
vermediniz sebebi nedir?” diye sordu. Ahmed Amîş Efendi,
biraz durakladıktan sonra;
“O (Şerafettin Yaltkaya) bulunduğu mesleğin en yükseğine çıkar.” dedi. [107]
·
Cafer bey Rivayetiyle;[108]
Harbiye Mektebinde ilk defa sınıf arkadaşım
küçükten beri tanıdığım Kazım Bey delaletiyle Ahmed Amîş Efendimizin Türbedeki zaviyesinde
ziyaret şerefine nail oldum Cemaline nazar ettim öyle bir hal müşahade ettimki
o ana kadar ve halada bu güne kadar hiçbir insanda o neş’e-i kemali göremedim. Tahminen
35 yaşlarında ateşi aşk ile yanmakta olan beyaz sarıklı bir hoca hazreti türbedarm
dizlerine kapanmış muttasıl ağlıyor ve feryadı derununu göz yaşlarıyle izhar
ediyordu. Oda gülerek kendisini okşuvor mukabil sevgi, ve muhabbetler ishar
ederek bu münasebetle
“Evliyaullah said miyim şaki miyim” diye ağlarlar buyurdular. Hayalimde tam manasıyle yer etmiş olan bu ulvi
manzara hiç bir vakit hatıramden silinmemiş ve daima aynı ile baki kalmıştır.
·
Cafer bey rivayetiyle;
1325 Rumi (1909) senesinde Evronoszade Sami Bey delaletiyle kendisine intisap
ettiğim zaman fakiri bendelige kabulü sırasında şu sözü sarf etmiştir.
“Bunuda köy namına alalım" buyurdular
bu sebeple Cafer Bey İnonü nahiyesinden bir türlü ayrılamamış ve orada sakin
kalmıştır,
·
Cafer Bey Rivayetiyle;
1328 (1912) senesi İşkodrada
muhasarasında bulunduğu zamanlarda bana bir hal arız ölmuştu. İçimden
Allah ile mücadele ediyordum. Şöyleki;
“Ey ulu Kudret bende ne kuvvet varki iyi veya kötü olabileyim. Bütün kudret
ve kuvvet senindir. Sen yardımcım olmaz isen ben ne yapabilirim diyordum.”
Bir Sene sonra tekrar İstanbula geldim Ve Ahmed Amîş Efendimi ziyaretim esnasında
yanında diğer muhatap ve ziyaretçileride vardı. Birden bire bir ayet okudu ve
dedi ki;
قَالَ لا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ
إِلَيْكُم بِالْوَعِيدِ مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ
“Allah dedi ki: 'Benim katımda çekişmeyin; size bunu önceden bildirmiştim.
Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla zulmetmem' der.”[109] dedi ve yüzünü bana dönerek gülümsedi anladım ki kaşifi kulub olan
Halifeyi Rasul razı derunuma vakıf ve benim halimi bana söylüyordu.
·
Cafer bey rivayatiyle:
Bir gün Mehmet efendi hazretleriyle birlikte huzuri mürşide giderek elini
öpüp oturduk derhal bilmünasebet düşünerek
“bir müminin yetmiş bin mümine şefaati vardır. Benim ise yetmiş kere yetmiş
bin mümine şefaatim olacaktır.” Buyurdular.
ve aynı zamanda elinide başına kadar kaldırdılar.
Huzurlarından çıktıktan sonra Mehmet Efendi gördünüzmü efendi hazretleri
elini başına götürdü bu işaret sizi kabul ve şefaatlerine mazhar buyurduklarına
delalet eder buyurdular.
“Haza min fazli rabbi”[110]
·
Kazım Birön Bey rivayetiyle: [111]
(Bu hatıra Hazret ile 1311 rumi (1895) senesinde Mektebi harbiyeye girdiğim
zamanda vaki oldu.)
Ahmed Amîş Efendimin Fadlı kemalini Manastırda
Askeri idadi mektebinde iken işittiğim ve kendisini görmek istediğim hazret ile
ilk mülakatta huzuruna girdiğimde elini öpmeyerek mensup olduğum tarikati
halvetiye usulü üzere avcunun içini öptüm. Derekap (arakasından) elimi yakalayarak
“Sen kimsin be” diye sordu. Hüviyetimi tesbit
ederek Manastırdan yeni geldim diye cevap verdim. Kaşifikulub olan bu sultani
alişan o zaman ki mücahedatımın temamen aynını ifade buyurarak bana hitaben
“Geceleri teheccüt namazına kalkarak
karanlık yerlerde kuru tahtalarda Allah’ı zikir eylemekten ise benim gibi pamuk
şilte üzerinde zikir yapsanız daha iyi değil midir?”
“Bian şart Allah Teâlâ’yı bilmek ilme’l yakîn,
ayne’l yakin, hakk’al yakîn ile bilmek lazımdır.”
“Şimdi seninlen biraz kelimeyi tevhit
zikrine devam edelim.” diyerek kendisini “lailaheillallah” diyerek zikir etmeğe
başladı, fakirde ihfaen (içimden) devam ediyordum. Birkaç defa tekrar eyledi
tekmil vücudum sanihay feyzinden duçari imbisat oldu. [112] Vücudunda gayri ihtiyari bir sallanma hareketi baş gösterdi bu kadarcık
bir vakfe bile bizi canlandırmağa kafi geldi.
Odasında ziyaret için gelenler bizim gibi Harbiye Mektebi talebelerindi onlara sordu.
“Siz de efendiyi tanıyor musunuz?;” onlarda cevaben
“Hayır yeni gelmiş bilemiyoruz.” dediler. Bunun
üzerine baha hitaben
“Benim bir tahririm var sen onu
bilirmisin?” diye sordular ve fazla tafsilata
ve izahata lüzum görmeden sözünü kestiler ve elini öperek ayrıldık.
·
Kazım bey rivayetiyle:
Çok geçmeden bir gece rüyamda gözlerimin ağrılı olduğunu gördüm manada ihtiyar
bir zat sordu.
“Gözlerinin tedavisi için bir tabibe müracaat etmedin mi? (Manevi gözlerimi)
Kasıt ve murat ederek sordu
“Hayır, etmedim dedim.”
“Geçen hafta gittiğin Fatih türbedarına git ve söyle o tabibi haziktir
senin gözlerini şifayap eder” buyurdular. Bunun üzerine gittim
ve Türbede huzurlarına girdim rüyamı kendilerine söyledim.
“Rüyada görülen zatın kim olduğunu bilebilir misin?” diye sordu.
“İhtiyar bir zat idi” diyebildim. Güldüler,
“Öyle ise diz dize gelde dua edelim şifalar isteyelim” buyurdular ve arapça olarak bir dua okuyrak bana türkçesi münfehim oldu.
(anladım)
Yanında bulunan kişiler “âmin” dediler. Ve bana hitaben günlük vakit
buldukça 30 istiğfar 50 salavat-i şerife çekmekliğiimi ve arada kendilerini
ziyaret eylemekliğimi tembih buyurdular.[113] Artık muntazaman ziyaretine gidiyordum.
·
Kazım Bey:
Günlerde bir gün benden karpuz istedi Fatih Camii havlusunda küme halinde
satılmakta olan karpuzlardan bir tane seçtirerek aldım ve götürdüm eve götür
bırak ve gel dedi Öyle yaptım huzuruna geldiğimde bana hitaben?
“Elin oğlu karpuza bir bakınca tanır ve eliyle sıkmaksızın olgununu seçer
sende böylece yapabilirmisin” buyurdular.
·
Kazım Bey:
Bir gün huzuruna bir fakir gelmişti sadaka istiyordu içimden geçti ki;
“bana emretse ben versem” bana hitaben
“oğlum iki kuruşunuz varsa bu fakire ver” buyurdular, sevinerek verdim.
·
Kazım Bey:
Bir gün bana sordu.
“Üzerinde giydiğin elbise kimindir? Sana kim verdi?
O zamanın usul ve kaidesinece
“Padişah verdi, onundur” dedim.
“Cebindeki para kimindir?”
“Padişahındır dedim.”
“İcabında kanını onun uğrunda feda edeceği ne dair sizin birde yemininiz
vardır onuda yapacakmısın?” dedi “hayhay” dedim.
“O halde kurulacak senin neyin kaldı be diye” buyurdular.
·
Kazım Bey:
Bir gün bana hitaben
“Talime çıkıyor musunuz?” diye bana sordu. Mektebi
harbiyede talebe bulunduğumuzdan
“her gün çıkıyoruz” diye cevap
verdim.
“Taburun hep birden yürüdüğünde ayakların rap, rap diye zikreleydiğini
işitiyor musun?” diye buyurdular.
·
Kazım Bey:
Yine günlerde bir gün huzura girdiğimde
“Kazım sen Arnavutça bilirmisin” diye sordular.
Cevaben
“bilmem efendim” dedim. Hazret
“Bir arnavuda sordum kiuşt nedir?” cevaben “bu imiş” diye söyledi.”
“Kurbalara dikkat ediyor musun bunlar hep bir ağızdan “bu imiş” “bu imiş”
diye nasıl bağırıyorlar” buyurdu.
·
Kazım Bey:
Bir gün huzurda sohbetlerini dinliyordum. Beni daha ziyade kendi arka
tarafına alır ve muvacehesinde bulundurmakdı. Çünkü O’nun yüzüne baktıkça -gayri ihtiyari
cezbeleniyordum. Sohbet bitti herkese yol verdi sıra bana gelmişti. Fakat
huzurlarında diz oturmak mutat olduğu için dizlerim uyuşmuş idi bir türlü
kalkamadım o vakit gülümsedi
“ayaklarını kapıya doğru uzat, başını da dizime koy dedi” uyuşukluk geçince gidersin. Bu teklif canıma minnet idi mürşit dizinde
başımın kaldığını hiç hatırlamamıştim. İstedi oldu emirleri gibi yaptım
dizlerimin uyuşukluğunu gidermeğe çalışır iken başımı mübarek eliyle bol bol
okşadı bana muhabbeti ilahiyenin yüksek tadını veriyordu biraz sonra ayağa
kalktım ve mübarek ellerini öperek gözüm yaşlı ayrıldım.
·
Kazım Bey:
Harbiye mektebi üçüncü sınıfına geçerken İkinci vatanımız kabul ettiğimiz
Rumelinde eski üçüncü ordu merkezi “Manastır” şehrine sılaya gittim. Orada iki
arkadaşım vardı. Biri Recep Fehmi, diğeri Niyazi Beylerdi. Bir gece evvel Recep
fehmi efendi bir rüya görmüş bize anlattı. Yine bu üç arkadaş bir mesire
mahallinde hep beraber gezerken, kurşun yağmuruna tutulmuşuz yanımızdan
kurşunlar geçerken bizlere hiç bir şey olmuyormuş. O sırada bir zat peyda olmuş.
Recep Fehmi Efendiye hitaben
“korkmayın sizlere bir şey olmaz, sahibiniz yerde gökte kuvvetli ve çok
büyük bir zattır” demiş.
O akşamüzeri birleşerek Manastırın şehir Altı nam mesiresine gittik. Bir
yerde mola vererek tarafımızdan bir ilahi okundu ve akabinde zikrullaha
başladık. Karşımızdaki tarlanın içinde birçok mandalarda var idi. mandaların
başlarını saga sola oynatarak bize müşareketle zikrimize onlarında iştirak
ettiklerini görüyorduk. O sırada silah sesleri duyuldu. Kurşunların uzaktan
atılmasına rağmen yanımızdan vızır vızır geçiyorlardı.
Niyazi Bey zikirden fariğ olmuş ve bizlere hitaben
“hepimiz vurulacağız, aşağıya hendeğe girelim bize siperlik yapar ve hemen
uzaklaşalım” diye bağırdı. Ve öylece yaptık. Allah Teâlâ’nın izniyle bizlere hiç bir zarar olmadı. Meğer kurşunlar
ciheti askeriyenin endaht (silah talimi) mahallinden geliyormuş bizim
bulunduğumuz yeri tutuyormuş. Recep Fehmi efendinin rüyası ayniyle zuhur etti.
·
Kazım Bey:
Bir gün arkadaşım Veli Ağa ile
mektebi harbiyede talebe iken sohbet arkadaşım idi. Bu zat ile birlikte ve
diğer üç arkadaşı da dâhil olmak üzere Edirnekapı sur haricine yakın bir
medresede sakin münzevi Ahmed Efendi namında birinin ziyaretine gidyorduk.
“Veli ağa son zamanlarda, Cibali de
odunculuk yapan Veli baba namıyla maruf idi. Bu zat ile yolda giderken bizden
biraz ileride diğer üç arkadaşı, gidiyorlardı. O sırada güzel bir koku duydum. Bu
kokukun nereden geldiğin araştırmakta iken, arkadaşım Veli ağa seslenerek
“biraz geri kal” dedi. Avucunun
içini koklattı aynı zamanda gögsün da açtı kokladığim rayihayı tayibenin aynını
veriyordu. Dayanamıyarak “bu güzel kokuyu bende isterim” dedim. Cevaben
“bu rayihanın membaı hazretin
vücudu mübareklerindedir ve oradan isteyiniz” söyledi. Bundan sonra Ahmed Amîş Efendi Hazretin ziyaretine gittiğimde
elini öperken bu rayihayı tayibeninde geldiğini duyardım. Bu rayihadan
“banada ver” diyemedim ve isteyemedim. Hazretin temerküz eden vo gittikçe
çoğalan yüksek muhabbet bana herşeyden üst geliyordu.
·
Kazım Bey;
Zabit çıktıktan sonra Rumeli’de çok kara
günler geçirdik. Arnavut ihtilali, Bulgar ihtilali, ilânı hürriyet, Balkan
harbi gibi ardı arası bitmeyen tükenmeyen azim ihtilaller ve harplar içinde
Yaşadık. Bu keşmekeşte İstanbula gitmek yasağı konulduğumdan artık çaresiz bu
muhitte haşır ve neşir oluyorduk. Bunlardan uzun boyrlu bahsetmeyeceğim. Yalnız
küçük bir kısmını hatırat kabilinde-yazarak geçeceğim.
1319 (1903) Bulgar ihtilalinde
Soroviç şimendifer (Demiryolu) köpüsünü bir bölükle muhafa etmeğe memur oldum. Sağ
ve soldaki istasyonlarda bulunan Karakollarımız Bulgar eşkiyası tarafından
birer birer baskına uğradı sıra bizim bulunduğumuz Şimendifer köprüsünü
bombalanmasına gelmiş idi. Köprünün münaasip mevkilerinde pusular ve istihkâmlar
tertip edilmişti. geceleri uyku yok idi, Hazreti Azizin ruhaniyeti
mürşidanelerine teveccüh sırasında manada uyur uyanık bir halde zuhur ederek
“Korkuyor musun be..” diye sordular.
“Korama korkma birşey olmaz
buyurdular.” Hakikaten o gece sabaha karşı
Bulgar eşkiyası bir cemmigafir (çoğunluk) halinde köprüyü berhava etmek (havaya
uçurmak) için geldiler ise de basiretkâr bulunmaklığımız ve istihkâmlarda
yapılan yaylım ateşler ile eşkiya dayanamayarak ve bir şey yapamadan kaçup ric’at
eylediler.
Hazretin “bizi her an kendi
manevi varlığında bulursun” sözünün birinci işareti zuhur etti artık ferahladım.
·
Kazım Bey:
Birinci Harbi umumide Trabzonda
Jandarma karakol kumandanları mektebi müdürü idim. Seferberlik vukuunda Trabzon
Depo taburu kumandanı oldum. Trabzon ve havalisinde icra kılınan Rus harbi
safahatını gördüm. Muharebe sona erince binbaşılığa terfiimi beklerken
Yüzbaşılık rütbesinden emekliliğim icra kılındı üzüntü ile İstanbula geldik. o
sırada Hazreti Ahmed Amîş Efendimin damadının damadı Naim Beyin hanesinde
ikamet buyuruyorlardı. Bir gün huzuru mürşide dâhil oldum. Kendileri teveccühte
idi. Fakirde karşısında diz çökerek oturdum ve içimden iç durumumu hikayeye
başladım. Hemen mübarek gözlerini açtılar ve bana hitaben
“git kapının süpürgeliğinde dur, oradan
söyle biz her yerden işitiriz.” buyurdular.
Öyle yaptım ve orada yine içimden söylüyordum.
“Beni erken emekliye sevkettiler yaşım henüz hizmete müsaittir. Hiç olmazsa
binbaşılık ile emekliye sevkedilse idim daha rahat bir emekli maaşına nail olur
evladı iyalimi daha ferih ve fehur beslerdim.” Demekliğim üzerine Ahmed Amîş
Efendim bulunduğu yerden üç defa;
“Sâlavat” diye emir buyurdular. bu üç salavatı beraberce çektik:
“Allahümme salli ala Muhammedin
veala Ali Muhammed” akibinde öyle bir
“Hû” çekti
“yer gök inlesin ve arkana bakma
git.” Buyurdular. İş bu emir üzerine
yüksek sesle bir “Hû” çektim ve arkama bakmayarak hatta elinide öpmeyerek
ayrıldım ve gittim. İçimden bu dileğimin husule geldiğini bana sırren ima
edlliyordu. Artık bundan sonra kendi razı derunuma tabi olmuş idim. Ertesi gün
bir istida yaparak Jandarma Müfettişi umumisi General Folon'a (Fransız Generaline)
gittim ve dilekçemi verdim. General Folon beni Edirne Mülhaklığın[114] dan tanıyordu. Alay kumandanım idi. Üç gün sonra kendisini görmekligimi
bildirdi. Benim bu suretle vaki olan müracaatımı haber alan ve beni emekliye
sevkeden Şube müdürleri General Folon’a girmek için üç gün sonra kapusında
beklerken kendi odalarına çağırarak beni tekrar vazifeye alacaklarını
söylediler ve bir muvafakat senedi aldılar. Ve yarın daireye gelmekliğimi
bildirdiler. Ertesi gün daireye gittiğimde iradeyi seniyesi çıkmış ve emekliliğimin
hiç olmamış gibi sayılarakk tekrar Trabzon alayına sevk ve istidamımı
bildirdiler ve emri resmiyeyi elime verdiler. Bunun üzerine General Folon’a
verdiğim dilekçemin takibinde sarfınazarla doğruca Trabzona müteveccihen
hareket eyledim. Trabzon alay kumandanı bizimle Pontüs eşkiyasının tenkili [115] hususunda ciheti askeriyeyle müştereken takibatta bulunmamızı emreyledi.
Tabur merkezi Maçka kazası idi. Bu kazanın İslam ve Hiristiyan kariyeleri
heyeti ihtiyariyelerinin merkebe celbi ile tarafımızdan nasayıhı müessirede
bulunulması ve eşkiyanın istiman eylemek suretiyle hükümete teslim olmalarını
daha ziyade faideli olacağını gözönünde tutarak hemen harekete geçildi. Ve
merkezi kazadan gelen heyeti ihtiyariyelere nasayhi lazime icra ediİmekte ve
eşkiyanın teslim olmaları için kendilerine 20 gün gibi az bir müddet içinde
arkasının alınması tebliğ edilmekte idi. Cenabı Hakk’a binlerce hamdu senalar.
İşbu müddet dolmadan gayri müslim eşkiyalar birer birer ve çete halinde silah
ve teçhizatlarıyle birlikte kaza merkezine gelerek teslim oldukları görüldü.
Durumu Maçka kazası kaymakamı vilayete bildirdi. Vilayet bunların silahları nın
alınarak kendilerinin hudut dışı çıkarılmak üzere merkezi vilayete sevklerini
ve teslim olan İslam çetelerinin de tüfenkleriyle beraber Ankara cephesine sevk
ve yollanmasını emir buyurdu. Verilen emir ifa edildi. Az zaman sonra eşkiyanın
arkası alındı ve böylelikle Trabzon mıntıkası Pontüs eşkiyasının istilasından kâmilen
temizlenmiş oldu. Bu suretle Erzurum Trabzon yolu açılmış ve ordudan Jandarma
alay kumandanlığına bir takdirname gönderilmesine karşı alay kumandanı benide Binbaşılığa
terfi ettirilmek üzere inha eyledi.[116] O sırada vilayetlerin İstanbul ile alaka ve muhabereleri kesilmiş
olduğundan Mustafa Kemal Paşanın iradeyi milliyesiyle Trabzon taburuna Binbaşı
olarak terfi ettirildim. Bir müddet sonra merkez Trabzon taburunun kadrosunun
lağvi ile Bayburt Tabur kumandanlığına yine bununda lağviyle Erzincan müstakil
tabur kumandanlığına tayin edildim. Erzincan’ana ulaşmamdan bir sene Kürt
eşkıyasının takibatında bulundu Birinci İmraniye hadisesi namıyla yad olunan iş
bu isyanda mutasarrıf Ali Rıza Beyin hakimane tetbirleri sayesinde eşkiyaların
Erzincana girmeleri tehlikesi de bertaraf edildi. Bir zaman sonra jandarma
dairesince kadro düzenlemeleri icra kılınmış ve 25 seneyi ikmal edenlerin emekliliğinin
yapıldığı bildirilmişti. Tarafımıza tekrar Binbaşılık rütbesinden emekliliğe
sevkedildiğim resmen bildirildi, Hesap ettim 3 seneyi geçmiş idi. işte üç salavatın
sırrı hikmetini bu suretle anlıyorum ve tekrar emekli olarak İstanbul’a ulaşınca
Sevgili azizimiz Hazreti Ahmed Amîş Efendimin bir sene evvel irtihali dar-i beka
buyurduğu haberini kemali teessürle öğrendim. Ve Fatihteki Medfeni mübarekesine
giderek ziyaretlerinde bulundum ve pek acı gözyaşları döktüm. Cenabı Hakk
şefaatlarını ve yardımlarını üzerime sayaban buyursun. Rahmetullahi aleyhi
ve rahmeten vâsiaten.
·
Hammami Muhammed Tevfik Efendi kaddese’llâhü
sırrahu’l azîz buyurdular ki;
''Kamil
Velilere makbul hediye ahde vefadır.”
MARAŞLI AHMED TÂHİR EFENDİ
(1885-1954)
Kadı, dersiam, vaiz, Halveti-Şâbânî
şeyhî.
Maraş'ta doğdu.
Maraş vilâyeti kâtiplerinden Berberzâde Hz. Efendi ile Hızanoğulları'ndan Esma
Hanım'ın oğludur. Dedesi Ahmed Efendi vilâyet başkâtibi idi. Ahmed Tâhir
Efendi'nin çocukluğu Maraş'ta geçti. Medrese tahsilini Kayseri"de tamamladı.
Pîrdaşı olacağı medrese arkadaşları Hüseyin Avni (Korıukman) ve Yozgatlı Yûsuf
Bahri (Nefesli) beylerle birlikte İstanbul'a giderek yükseköğrenime başladı.
Dârülfünun'un Ulûm-i Riyâziyye ve Tabîiyye Şubesi İle Hukuk Şubesi'nin ikisini birlikte
okuyarak mezun oldu. Daha sonra Medresetü'l-kudât'a girdi. Ömer Nasuhi (Bilmen)
ve Bekir Hâki (Yener) onun bu medresede beraber okuduğu arkadaşlarıdır. Ahmed
Tâhir Efendi, Fâtih türbedarı diye tanınan Halveti - Şâbânî şeyhi Ahmed Amîş
Efendi'ye bu yıllarda intisap etti.
Medresetü'l-kudât'ı
bitiren Ahmed Tâhir Efendi (1914), askerliğini I. Dünya Savaşı yıllarında
Kafkas cephesinde Üçüncü Ordu kumandanı Vehib Paşa'nın hukuk müşaviri olarak
tamamladıktan sonra Sivas'ın Suşehri kazasına kadı tayin edildi. Sivas
Kongresi'nin yapıldığı tarihe kadar (1919) burada kadılık ve kaymakam vekilliği
yaptı. Ardından İstanbul'a döndü ve Beyazıt dersiamı oldu. Cumhuriyet devrinde
dersiâmlık müessesinin kaldırılması üzerine Ayasofya Camii'nde vaiz olarak
görevlendirildi. Ayasofya Camii müzeye dönüştürülünce (1934) vaazlarını cuma
namazından sonra Sultan Ahmed, pazar günleri öğle namazından sonra Nuruosmaniye
camilerinde 1953 yılının ortalarına kadar sürdürdü. Bu görevinin yanı sıra
Nisan 1941 'de Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde Kütüphaneler Tasnif Heyeti üyesi
olarak çalıştı. 1951 yılında emekli oldu. 1947'de ciddi bir rahatsızlık geçiren
Ahmed Tâhir Efendi 1954 Temmuzunda mide kanaması geçirdi ve 11 Temmuz 1954'te
Haydarpaşa Numune Hastahanesi'nde vefat etti. Ertesi günü Beyazıt Camii'nde
kılınan cenaze namazının ardından vasiyeti gereği Fâtih Camii hazîresinde
mürşidi Ahmed Amîş Efendi'nin yanında toprağa verildi.
Dârülfünun'da
okuduğu yıllarda arkadaşları Hüseyin Avni ve Yûsuf Bahri beylerle mürşid
arayışı içine girip bu amaçla İstanbul'daki tekke şeyhlerini ziyaret eden,
ancak aradıkları nitelikteki şeyhi bir türlü bulamayan Ahmed Tâhir Efendi. son
olarak adını duyduğu Hamzavî - Melâmî kutbu Seyyid Abdülkâdir-i Belhîye
gittiklerinde Belhî, nasiplerinin Fâtih türbedarında olduğunu söyleyerek onları
Ahmed Amîş Efendi'ye göndermiş, arkadaşlarından bir gün sonra türbedarı ziyaret
eden Ahmed Tâhir Efendi'nin tarikata intisabı bu ziyaret sırasında
gerçekleşmiştir. Mürşidinin ölümünün ardından irşad makamına geçen Kayserili Mehmed
Tevfik Efendi'ye bağlanan Ahmed Tâhir Efendi onun 1927'de vefatı üzerine
halifesi olarak irşad faaliyetine başladı. Soyadı kanunu çıkınca mürşidinin
adına telmihen Memiş soyadını aldı.
Ahmed Tâhir
Efendi Arap, Fars ve eski Türk edebiyatlarını iyi bilir, vaazlarında âyet ve
hadislerden sonra genellikle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevi'si ile
Dîvân-ı Kebir'inden beyitler okuyup bunları herkesin anlayabileceği bir dille
açıklardı. Kendisi de mürşidleri gibi sohbet, muhabbet, hizmet ve rabıtayı esas
alan bir seyrü sülük usulünü benimsemiş, mensuplarını Koska'daki evinde,
dönemin aydınlarının devam ettiği Beyazıt'taki Küllük Kahvehanesi'nde, Beyazıt
Devlet Kütüphanesi'ndeki odasında ve yaz aylarını geçirdiği Çengelköy'deki
Sultan Vahdeddin Köşkü'nde kabul edip sohbet yoluyla irşad etmiştir. Tarikat
silsilesi Ahmed Amîş Efendi, Ömer el-Halvetî, Bosnalı Mehmed Tevfik Efendi
vasıtasıyla Halveti-Şâbânî tarikatının Kuşadaviyye (Kuşadalı) kolunun pîri
Kuşadalı İbrahim Efendi'ye ulaşır. Küllük Kahvehanesi'nde yaptığı sohbetlerde
Evrenoszâde Sami Bey, Mustafa Efendi (Özeren), Hasan Nevres. Miralay Hilmi
Şanlıtop, Muzaffer Ozak, Mehmed Ali Yitik, Vehbi Güloğlu, Fethi Gemuhluoglu
gibi müridlerinin yanı sıra Babanzâde Ahmed Naim Bey, Muhiddin Raif, Neyzen
Tevfik, Abdülbaki Gölpınarlı gibi dönemin önemli şahsiyetleriyle üniversite
öğrencileri katılmıştır. Özellikle Mevlânâ ve Mesnevi konusunda Ahmed Tâhir
Efendi'den İstifade eden Abdülbaki Gölpınarlı'nın birkaç defa ona intisap
etmeyi istediği, ancak onun bunu kabul etmediği bilinmektedir.
Mensupları
arasında "Hocaefendi" diye anılan Ahmed Tâhir Efendi'nin
mürşidi Ahmed Amîş Efendi'nin methine dair Farsça bir manzumesiyle Sultan Ahmed
ve Nuruosmaniye camilerinde verdiği bazı vaazlarından derlenmiş bir metnin bulunduğu
kaydedilmekteyse de bunlar henüz yayımlanmAmîştır. Sahip olduğu hukuk, fen ve
ilahiyat diplomalarının kendisine tasavvuf yolunda hiçbir faydası olmadığını
söyleyen Ahmed Tâhir Efendi'nin, "Resûlullah Allah'ın harem dairesidir;
insan bir ağaca benzer, kökü Allah, gövdesi Muhammed, yaprakları da kendisidir;
kişi çalışarak köküyle gövdesini bulmalı; mükevvenat bütün teferruatıyla
beraber insanın kendisinde mevcuttur, sahibi de beraber; insanda aşk-ı ilâhî o
kadar fazla olmalı ki ateşi yakmalı" gibi irfanı anlamlar taşıyan 131 vecizesi
Muhabbet Üzerine adlı kitapta yer almaktadır. Burada ayrıca mensuplarından Ömer
Lutfi Toygar'a yazılmış on beş mektubu da bulunmaktadır.[117] Yirmi dört vecizesiyle bazı
mektuplarından seçme parçalar Abdullah Kucur tarafından yayımlanmıştır.[118]
HUZUR NEDİR?
Tarif zor. Bu bir
his ve duygu meselesi. Şehevî ve meyve, gıda lezzetleri de lâyıkı ile
anlatılabilir mi? Şimdilik hissedebildiğim: Allah'a yakın olma duygusu; O'na
yaklaşmak, O'na kendimizi sevdirmek için, dünyevî hiçbir istek olmadan, ihlas
ile yapılan her gayretin verdiği bir rahatlık duygusu. Anladığımca da bu duygu
da hakikaten her an Hak ile beraber olan zatların yanında hissedilir ve hissedilmemesi
de mümkün değildir.
Bir demir
parçasının mıknatıs yanında bulundukça mıknasiyet aldığı gibi, kul eğer
dünyanın geçici, Allah'ın emirlerinin Hak olduğunu içten duyarak kabul etmiş,
Hak yoluna talipli ise, Hak ile her an beraber olan bir veli yanında bu huzuru
bulacaktır.
"Evliyanın
da sahtesi vardır evladım." buyurmuşlardı. Elbette sözleri haktı.
Talip huzur
bulmuyorsa, ya bakır gibi mıknasiyet kabul etmiyor, yahut evliyanın sahtesi ile
karşılaşmıştır, derim. Allah istediğini, ezel takdiri ile kendine doğru çeker.
Bizleri mahzun etmemiştir inşaallah."
“Bilenler Nasıl
buldun?" diye sorarlar: Hikâyem başkası için geçerli olur mu bilmem. Zira kimi
rüya ile, kimi tanıtım, kimi nisbet kokusu ile buldu denir. Elbet bir ilk sebep
mevcuttur. Anlatayım:
Günlerden
cumartesi, gece saat 24'e kadar okuldan dışarı çıkma izni var. Kimi sinemaya,
kimi gezintiye giderdi. Namazlı bir arkadaş abdest almış, acele hazırlık için
koridorda koşuyordu. Diğer biri de yüksek sesle soruyordu:
"Bu akşam
nereye gidiyorsunuz?" Koşan da durmadan yüksek sesle cevap verdi:
" Bizim bir
kalaycımız var, gönüllerimizi kalaylatmaya gidiyoruz."
O güne kadar
kararan gönlümün kalaya, temizliğe ihtiyacı olduğunun hissi ile mi bilmem,
cevabın cazibesinde kaldım.
Camide toplanan
arkadaşlar bir yere gitme hazırlığı içindeler. O gün herkes dağıldı gene
yalnızlıkta kaldım. Birkaç gün sonra, çarşamba ve hafta ortası galiba tatil
günleri vardı. Gece aynı grup arkadaşlar, yatsı namazını edadan sonra okul dışına
çıkma hazırlığı içinde idiler. Sevdik mi sevildik mi bilmem, Vahyi Ağabeye
danıştılar, "Ömer'i de götürelim mi?" Vahyi Ağabey ki
muhabbete kapı ve pencereleri açık, bir sıkıntımız olursa ona anlatırdık. Tabii
götürelim" teşvikinde bulundular. Meğer bu konuda "İstediğini
getirebilirsin" diye izinli imişler.
O günde, başka
ziyaretçilerin bulunması sebebiyle, biz talebelere ertesi gün için "gidebileceğimiz"
ruhsatı çıktı.
Gün perşembe, ben
yine merak ve iştiyakla arkadaşların peşlerini takiple onlara katıldım. Şimdi
Kanada'da doktorluk yapan, orada bir miktar ömür geçiren Edip Can'ın kolunda
idim.
Bir gün
sormuşlardı: " Seni kim getirdi be yahu?"
“Efendim, Edip'le
gelmiştik." " Yaa." Bu sualleri birkaç kere zuhur etmişti. Hâlbuki
bir öğrendiklerine tekrar sual açmazlardı. İlk vuslata sebep olmanın kıymetini
anlayabilmiştim ama, niçin tekrarla sorduklarını anlayamAmîştım. (sh:30-33)
(Nasıl tarif
etsem bilmem ki, edebiyat tarifi mi yapsam, nasıl?) diye bocaladım. Benim
sıkıldığımı anladılar. Ve Din ne yapar?" sualine çevirdiler. Din,
insanlara yöneltilen, Allah'a kulluğu, ibadeti emreden Allah'ın yalnız
insanlara mahsus emirleri, insanlığı öğreten kaidelerdi.
" İnsanı
insan yapar efendim" diyebildim. Onlar hakiki cevabı lütfettiler:
" Din,
İrade-i cüzi yeyi, İrade-i külliyeye götürür. (İradei cüzi-ye: İnsanların iradesi,
İrade-i Külliye Allah'ın iradesi). İrade-i Külliyeye ulaştın mı buradan
Bağdad'a bakarsan görürsün."
Sohbet ve
ilgileri hep benimle mi oldu? Daha neler anlatıldı bilemiyorum. Eski
arkadaşlara latifelerde bulundular. Zaman nasıl geçti, ne çabuk saat 23.30
oluverdi. "Haydi size izin vereyim." buyurdular. Geldiğimizde
olduğu gibi teker teker ellerini öptük. Kimi ellerinin içini, kimi üstünü
öpüyordu. Hatıralarımda saklı, bir de, ertesi gün tek başıma kendilerine gidip
sarılmamdır.
Şimdi, Onların
kelâmlarından bazılarım Edip Can'ın kaleminden yad edelim:
(1) İlk gittiğim günler bana şu misali verdiler:
"İnsan bir
tramvaya benzer. Tramvay, cereyan kesilince durur. O cereyanın bir merkezi
vardır, kesilen cereyan oraya avdet eder, insan da böyledir. Ondaki ruh,
tramvaydaki cereyan gibidir. Ruh çıkar, merkezi neresi ise oraya gider ve insan
hareketsiz kalan tramvay gibi işlemez, durur. İşte bu da ölümdür."
dediler.
(2) "İnsanlar Allah'a birçok yoldan
varırlar. Hüsnü hulk, ibadet, zikir, iyilik, vs. gibi. Fakat en kısa ve
kestirme yol Muhabbettir."
(3) "Namazı huzurla kılabilmek için namaza
başlamadan önce çok çok "Lâilâhe illallah Muhammedin sallallah" demeli
ve namaza ondan sonra durmalı, çünkü "Lâilahe illallah" kalbin süpürgesidir,
orasını temizler."
(4) "Namaza baş açık durmamak iyidir. Çünkü
(Biz Hıristiyanların yaptıklarının aksine yaparız) diye Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşlardır. Onlar çanla toplanır, biz ezanla,
onlar baş açık kılarlarsa biz örtüneceğiz."
(5) "Nefis ölmez, nefiste ilerleme
olur."
(6) "Herkesin şeytanı başka başkadır.
Bazılarınınki azılı olur. Resûlullah: (Benim şeytanım bana iyilikten başka bir
şey söylemiyor) buyurmuşlar.
(7) "Namazlardan sonra, (Beden afiyeti, ruh
afiyeti, kalp safası, ruh safası ihsan eyle Ya Rabbi) diye dua etmeli.
(8) "Fatiha ölülerin gıdasıdır."
(9) "Sağ tarafa "Lâilahe
illallah" sola "Muhammedin sallallah" diye zikir çekmeli.
(10) "Uyurken yatakta zikir çekerek uyunursa,
sabaha kadar gönül zikir ile geceyi geçirmiş olur.
(11) "Zikir çok çekmeli, bağıra bağıra gönül kapısını
zorlayıp içeri girmeye çalışmalı. Nasıl ki bir arkadaşınıza "Necmi,
Necmi" diye çağırırsanız, sağır dahi olsa nihayet bir an dönüp
"Efendim" diyecektir. İşte gün gelir bu kapıdan da ses gelir, o sesi
işittin mi tamam."
(12) Hz. Mevlâna'yı çok severler. Kendilerine, Nuri
Osmaniye'deki vaızlarında Mevlâna'dan pek fazla bahsettiklerinden "Siz
Mevlevi misiniz?" diye arkadaşlar sor muşlar. "Ben Mevlevi değil,
Mevlânavi yim" demişler.
(13) "İnsanı
kâmil o adamdır ki başını' göğsü
üzerine eğdiği zaman kendini huzurullahta bulur."
(14) Şeyhin ruhu
da Allah gibi her yerde hazır ve nazırdır. Mürit her zaman her yerde, sıkışık
anında, şeyhine sığınabilir.
(15) "Şeyh, kendiyle Allah arasında hiçbir şey
olmayandır."
(16) "Şeyh, müridini öyle yetiştirmeli ki
Allah'la arasında olan her şey silinip temizlenmeli. Bir altın düşünsek, onun
üzerindeki toprak, çamur ve işe yaramaz kısımların tasviyesinden sonra altını,
saf altını meydana çıkarmak nasılsa bu da öyledir. İnsanla Allah arasında
"hırs, hayal, kin, şehvet, vs." vardır; işte şeyh bunların tasviyesi
ile uğraşır.
(17) "Kendileri her zaman, sesli olarak "Lâ
ilahe illallahüverrahmanirrahim" zikrini tekrarlardı.
(18) "Müminlerin
sıratı, mizanı bu dünyadadır."
(19) "Abdülkadir
Geylâhi Hazretleri ölecekleri gün kapının eşiği önüne uzanmış, perişan bir
halde ağlıyorlarmış, sor muşlar:
"Ya Abdülkadir neye ağlarsın. Senden bahtiyar kimse
var mı? Sen zamanın kutbusun." "İşte en son mertebeyi burada zillette
buldum" demişler. Bizim Efendi Hazretleri türbedar da zillette buldular."
(20) "Namazlarda
şu iki duayı okumalı:
1- Ya Rabbi, hakkımda hayırlı tecelliyatlar ihsan et.
2- Kendi benliğimi ifna, Kendi varlığını icra eyle."
(21) "Mü'minlerin
çektiği azap, hastalık, günahlarını azaltır, ona karşılıktır. Bu adamına
göredir. Bazılarında da mertebe değişir."
(22) "İnsanda
Aşkı İlâhi o kadar fazla olmalı ki ateşi yakmalı."
(23) "(Tarikat
için) insan yolunda yuvarlanmalı, yuvarlandıkça toparlanır."
(24) "Zikir
çektirmek şeyhin kuvvetine, kâmilliğine bağlıdır. İsmi şeriflerden hangisini
söylersen olur. Hatta şeyh kâmil olunca (taş, taş) diye zikir çektirse, işler
gene olur. Müritlerinden birisi Kuşadalı Hazretlerine sormuş; onlar da (Günde
15 defa İbrahim çeksen sana kâfi) demişler.
(25) Aziz Ağabey
kendilerine sordular: "Bu zamanda Evliyaullah az mıdır, yoksa çoklar da kendilerini
göstermiyorlar mı?"
" Evliya
çoktur, fakat zamanımız dalâlet zamanı ve Allah'ın Celâl sıfatı hüküm sürüyor,
onun için kendilerini göstermiyorlar, yoksa, zenginler, fakat paraları
ellerinde değil. Güneş var, fakat arada bulut var, ziyası mestur."
(26) "Allah'ın kanunu icabı, bir dalâlet, bir
hidayet deye zamanlar hüküm sürer. Bu devrin en sonu delâlet bitecek, kıyamet o
zaman kopacak. Son zamanların en son hidayeti, Mehdi Aleyhisselâmla olacak.
Ondan evvel Hz. İsa aleyhisselâm inecek, bütün Hristiyanlar Müslüman olacaklar.
Mehdi Aleyhisse lâm zamanına 100 sene kadar var. (Sene 1947'de söylendi).
(27) "Maneviyatta ilerleye ilerleye evvelâ
adını, sonra tadını, sonra huzurunu, en nihayet kendini bulursun."
(28) "İnsan Allah'ın binasıdır, bir insan öldürmek,
kâinatı yıkmaktan fenadır."
(29) "Ruhlar ezelde yaratılmışlardır. Sırası gelince
kafese girerler. Daha kafese girmemiş ve sırasını bekleyen nice ruhlar var. Bazı
insanların ruhları Arşı aladan başlayıp, 7 (yedi) kat gökleri dolaştıktan sonra
vücut kafesine girerler. Bazıları 12, bazıları da 34 kat dolaşarak girerler. Ne
kadar dolaşmış ise, rücu, yani eskiye dönüş o kadar güçtür. Eskiye dönüş: İlâhi
kudretten maadasını atmaktır. Yalnız Arşı görerek kafese girmiş ruhlar da
vardır. Böylelerinde rücu çok erken ve basit olur, küçük yaşta zuhur eder.
Hazreti İsa aleyhisselâm gibi."
(30) "İnsan ruhu, bedene girmeden evvel 18.000
alem gezmiş, her birinden başka bir şey "nefis, şehvet, heves vs."
almış. Mürşidin vazifesi bunların hepsini temizleyip tek şeyi
bırakmaktır."
(31) "İnsan Lailahe illallah diye diye kalbi bununla
dolar, buna gebe kalır, günün birinde doğurur."
(32) Arkadaşlardan birisi Af. Hazretlerine şu
hikâyeyi anlattı:
Şeyhin birisi
dervişe sormuş: "Allah sana 100 yıl ömür verse ne yaparsın." Derviş
"İbadetle
geçiririm" dediğinde, şeyh efendi: "Ben olsam 99'unu İHLÂS ile, bir
yılını da ibadetle geçiririm" demiş.
Arkadaş bundan
bahis ile,
"İhlasın bu
kadar mühim olup olmadığını ve manâsını" sordu. Cevap olarak:
"O kadar
mühimdir evlâdım. İhlâs, insanda Allah'tan gayri her şeyin temizlenmesi, yalnız
Aşkı İlâhinin kalmasıdır. Daha doğrusu, (Halis olmaktır) ki bu da Evliyaullahın
son mertebesidir."
(33) "Allah'a varınca, insan Allah olur
mu?" diye soruldu:
" Allah,
Allah'lığını kimseye vermez, vermemiştir. Peygamberlerine dahi. Surete uluhiyet isnat ettirilemez.
Evliyaullahın durumu, bir denizin kıyısındaki ev sahibine benzer; hem denizden,
hem deryadan istifade eder. O deniz "Deryayı İlâhidir".
Evliyaullahın
halini sobanın içerisine sokulu, uzun müddet kalan bir demir parçasına da benzetebiliriz:
Sobanın içerisinde iken ve çıktıktan birkaç dakikaya kadar o demir de ateş
olmuştur ve ateş gibi kıpkırmızıdır. Fakat ona ateş diyebilir miyiz, o gene
demirdir. Allah Allah'lığından vazgeçer mi evlâdım."
(34) "İnsan iki defa doğmadan insan olmaz: Anasından
doğar, ikincisi de ruhun doğumudur. İkincisinin ebesi Mürşitlerdir."
(35) "Allah bir insan yapmış, içine 70.000
türlü terkip koymuş. İşe yaramayanlarını söküp atmalı. Nasıl ki bahçeye
ektiğimiz sebzenin etrafındaki muzır (faydasız) otları temizleyerek, sulayıp
büyütür, besleriz bu da öyledir."
(36) "Dışarısı esbaplı ve esbapsız şeytanlarla
doludur, sakınmalı."
(37) "Dünyevî işlerde yerine göre kafa
tutmalı, yerine göre ağlayıp sızlanmak. Fakat Allah işlerinde kafa tutmaya
gelmez, orası Babı tevazudur, kafa tutarsan bitirirler."
(38) Anatomi imtihanında muvaffak olamayarak
huzurlarına gittiğimde: "Ne vakit (Lâilahe illallah) ı kayıp edersen o
vakit üzül" dediler.
(39) Kurban bayramında ziyaretlerine gittiğimiz
gün:
"Ne yapıp
yapmalı, Allah'ı gönülden içerde kıstırmak, ondan sonra mesele tamam. Ya o seni
yahut sen onu becerirsin. Adamına göre... Fakat bunu başarmak için bir de pezevenk lâzım, onsuz
olmaz. O bazen Allah'a, bazen sana gelir. Allah'ı kandırır, yapar yakıştırır.
Ama zor evlâdım zor. Fazla muhabbet ister, fazla aşk ister. Aşkın kabarır da
ağlarsın, ağlarsın, yalvarırsan, nihayet acır. O zaman işini bitiriverir. Allah'ın
da cilvesi çoktur. Muhabbetin artar da kıvamına gelirse bu defa O rahat durmaz,
vakitli vakitsiz seninle oynar, arada bir çimdik atar, uyursun bir cezbe gelir
uykun kaçar."
(40) "Bir ilacı bir doktor verir, şifa
bulamazsan da başka doktordan alacağın aynı ilaçla iyi olursun. O hassa izni
ile müessirdir."
(41) "Meleklere verilen ömür defteri uzayabilir,
lâkin Allah indindeki ecel sabittir."
(42) "Türbedar Hazretleri; "Benim ecelim
6 sene önce geldi, sizler için bekliyorum" derdi. Onlara bu dünya tevkif
gibi gelir."
(43) "Ehlullah kâinata hâkim olurmuş, doğru
mu?" diye sordular.
"O kâmiller
içindir evlâdım, hepsi için değil. İşte ben onlardan bir tane gördüm ki
kâinatla mum gibi oynardı."
(44) 'İnsan nefse at gibi binerek Allah'a gider,
onun da yemini fazla kaçırmamak üzre vermeli."
(45) (Nefis için) "Yendim zannedersin, bir yerden
gene karşına pehlivan gibi çıkar. Burada yere atarsın, kapının Önünde
eskisinden daha azılı karşına çıkar."
(46) "Rüyaların hikmeti çok büyüktür. Bu alemin
ötesinde bir alem vardır. Burada olacak herhangi bir vak'a evvelâ orada olur,
sonra burada zuhur eder. O alem buraya benzemediği için ekseri rüyalar tabire
muhtaçtır. Orası buranın atölyesidir."
(47) İmtihanda muvaffak olamayıp huzurlarına
gittiğimde: "Türbedar (Amîş) Hazretleri ( Bir şeyin olup olmaması arasında
sence bir fark mevcutsa, nakıssın, tamamlanmaya çalış.) derdi. Sende de bir
fark mevcut mu?" diye sordular ve devamla: "Gene Efendi Hazretleri (Çalışma
ile olmaz, çalışmadan da olmaz) derlerdi. Bunu sana bir misalle anlatayım
mı? Meselâ: Bir fidan dikersin, ona emek çekip çalışmadan, sulamadan meyve
verir mi? vermez. Fakat, çalışıp sulamakla da meyve vereceğini garantileyebilir
misin? Hayır vermeyebilir de. Bu da öyle evlâdım, çalışıp didinmeli, dua
etmeli, ondan sonra gelene rıza göstermeli."
(48) "Üç
türlü kitap vardır:
Birincisi, sizin bildiğiniz ders
kitabı.
İkincisi, İmam-Din kitabı.
Üçüncüsü de, insanın kendi kitabı.
Üçüncüsünü okumak
çok zordur. Onun hocasını bulmalı, hocası da pek bulunmaz. Kitabın sahifeleri
namütenahidir. Hz. Mevlâna, Hz. Abdülkadir o kitabı son sahifesine kadar
okumuşlardır. Ben size onun ilk sahifesini söyleyeyim mi? "Lâilahe
illallah Muhammedin sâllallah."
(49) "Zikir çeke çeke, içerde bir şeyler kaynamaya
başlar, muhabbet doğar, zevk duyulur. İşte o zevki yakalamak ip ucudur. İp
ucunu elde ettikten sonra yavaş yavaş dürmeye başlamalı."
(50) "Zikir çekerken gözleri kapayarak sağa
sola ırgalanmalı, ırgalandıkça yayığın içindeki yağın toplandığı gibi, ruhtaki
muhabbet yağlan da bir araya gelerek, toplanır. Onun zevkine doyum olmaz."
(51) "İstanbul'a geleli, iki defa tiyatroya,
bir defa da sinemaya gittim. Terkide azıcık günah da olsun, Allah'ın gafur
sıfatına nail olmak için."
(52) "Havalar açıldı, bahar geldi, fakat
insanın içindeki bahar açmalı, gelmeli. O bahar da geldikten sonra yaz kış hep
bahar olur. Fakat onu bulmak pek zor: 70.000 tılsım var evladım."
(53) "Bazı insanların gözü, bazılarının sözü,
bazılarının da özü değer. Özü değenler Evliyaullahtır."
(54) "Evliyaullah iki kısımdır: Bir kısmı
istediği zaman kalbinden geçeni icra eder. Bir kısmı da içerde bir kabarma
olunca yapabilir."
(55) Kendisine zikir verilen bir arkadaş, rüyasında
zelzele görmüş.
" O zelzele
yaptığın zikir dolayısıyla gönlünde olan sarsıntıya işarettir, zamanla
diner." Buyurdular.
(56) Aziz ağabey, Necip Fazıl'ın (Çöle İnen Nur)
ismi altında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin hayatlarını
yazdığını söyledi:
"RESULULLAHIN
HAYATINI YAZABİLMEK İÇİN ONUN AHLÂKI İLE MÜEDDEP OLMAK LÂZIMDIR. ALLAH TEÂLÂ DA
BULANIKLIK İSTER AMMA RESULULLAH DA KAT'İYYEN. ALLAH'IN SIFATLARI ARASINDA
SARHOŞLUK, GADDARLIK, HER ŞEY VARDIR. RESULULLAHTA BULANIKLIK İSTEMEZ, TAM DURULMAK
LÂZIMDIR."
(57) "RASÛLÜLLAH SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE
SELLEM ALLAH'IN HAREM DAİRESİDİR."
(58) "Maneviyatta dahi salikin Allah'a varması
bir derece kolaydır. Fakat, Resulullaha varmak için: Aşk ister, ahlâk ister,
sayi (çalışmak) ister."
(59) Salih Yeşil'in muaviye davasıyla hâlâ alakadar
olduğunu söylediler:
" İyi amma,
onun muhakemesini bize mi verdiler. Her büyüğün bir Muaviye'si var;
Resulullahın Ebu Cehl'i, Hz. Musa'nın Firavunu, Hüseyin Efendimizin Yezid'i,
Hz. Ali'nin de Muaviye'si var. Dikensiz gül olur mu? Dikeni ile uğraşacağına
gülü ile uğraş. Dikeni koklarsan burnunu kanatır, gülü koklarsan zevk
duyarsın."
(60) "İnsan
bir ağaca benzer: Onun kökü Allah, gövdesi Muhammed, yaprakları da kendisidir.
Çalışarak köküyle gövdeni bulmalı."
(61) "Allah'ın yanında insanın bilgisi ve
kudreti, saçta kıl kadar bir şeydir. İnsan kudretini, bilgisini, hatta mümkünse
varlığını Allah'a teslim etmeli. Varlığını teslim edersen Evliyaullah olursun,
o da çok zordur."
(62) "Bir dışardan, bir de içerden adam olunur."
(63) Enfiye tabakalarını kaybetmişlerdi, yanlarına
düşürmüşler, buldular ve sonra:
" Bir gün
nerdeyse kendimi itireceğim. Fakat kendini itirmek iyidir. O zaman insan
Allah'ı bulur."
(64) Türbedar Hazretlerinin bir kerametlerinden
bahs ile: " Ne pezevenkmiş" dediler.
(65) "Aşkı kabarmış bir insan, dolaba gelmiş
hayvan gibi şuursuzdur, arar."
(66) İhvandan bir zat, Efendi Hazretlerini ziyaret
etmiş, gittik orada idiler, az sonra ayrıldılar. Efendi Hazretleri:
" Bu adam da
paraya düşkündür, sizden önce bir hayli münakaşa ettik, paralı olması için
benden dua istiyor. Herkes buraya soyunmak için geliyor, bu giyinmeye."
(67) "BİZİM İŞİMİZ ÇOK ZOR, BURAYA GELENLERİN
BİR KISMI DELİ, BİR KISMI MECZUP, BİR KISMI AKILLI OLUR. HER BİRİNE BAŞKA
ANAHTAR LÂZIM, HELE KADINLAR."
(68) Mutrip Muzaffere: " Sen çalgıya meraklısın,
üstüne fazla düşüyorsun. Şu Allah'ın üzerine de bir düşemiyor musun?"
(69) Gene Muzaffere: Madem kanuna hevesin var, sana
bir kanun bulalım beyahu ben kanunla ney'i severim. Fakat asıl mesele,
kanunsuz kanun çalmaktır, gönülden."
(70) "Maneviyatta son mertebeye kadar 6 basamak
vardır: Fenafişşeyh, Fenafirresul, Fenafillah, Fenafial'al, Fenafissıfat,
Fenafizzat."
(71) Adana'da bir zata bazen bir hal gelerek yere
düştüğü ve cezbe halinde birçok gazeller, kasideler okuduğunu, milletin
hayrette kaldığını, söylediler. Onlar da:
"İnsanlar
Allah'ın bir kuyusudur, bu dalâlet zamanında bile insanları Allah boş
bırakmıyor, kuyularından birini taşırıverir. Henüz hidayet zamanı gelmediği
için insanlar çok zamandır böyle şeyler görmedi. Arada vu ku bulan zuhuratlar
da gariplerine gidiyor. Henüz musluklar kapalı yakında açılırsa Füyuzatı
ilahiye müstalit kalplere akmaya başlar, cezbelenen sokağa düşer."
(72) "Tarikatın Halvetiyenin gayesi
faniliktir, faniliğin gayesi zatiyettir. Ricali Halvetiye, mazharı
zattandırlar."
(73) İmtihanlardan bahs olunuyordu: "Bu imtihanlar
kolay evlâdım, asıl imtihan Allah imtihanıdır. Orada da iki büyük imtihan var:
(a) Tevhid,
(b) Ameli saliha.
Ben bunlardan
birincisini çabuk verdim, ikincisinde bir hayli uğraştım."
(74) Maddî ve manevî imtihanlardan bahs olunuyordu:
" Her ikisinde de çalışmak lâzım, fakat maneviyatta hak yenmez, lâyık
olduğunu verirler. Bazen çalışmadan da verirler. Orada tek şey lâzım. İsteyici,
tırmalayıcı olmamalı, kalen istememeli, halen istemeli."
(75) "Herkesin sülûku ve seyri bir olmaz,
başka başkadır."
(76) Çengelköy'de V... ağabey manevî bir hal ile
sarhoş gibi olup yerlere uzanıverdi. Sonra kendine geldiğinde, bizleri
göstererek " Bunlara da himmet edin Efendim" dediler. Onlar da:
Zamanı gelince olur, şimdi o zevkin üzerinde bir kapak var, onun açılması
lâzım." Sonra bize dönerek: "V...'nin kapağı iki sene evvel
fırladı." ve devamla: " İşte bu zevk Neş'eyi Muhammediyenin en
basitidir." buyurdular.
(77) "Evliyaullah bir yaprağa baksa, sizin
cinsi münasebet anında duyduğunuz zevki duyar." (Manevi zevkin cinsi
olandan üstünlüğünü kastı ile. " Allah insanlara o zevki, arkasını
"yani manevî zevki" arasınlar diye vermiştir." buyurmuşlardı.)
(78) "Dünya işlerinde muvaffak olamayan, ahiret
işlerinde hiç olamaz. Bunlar ötekinin yanında sigara içimi kadar da
değildir."
(79) "Her ismi şerifte bir şarap mevcuttur, yeter
ki zaman gelsin o zevk zuhur etsin."
(80) "İçerde saklı bir mevcudiyet var, uyumaktadır.
Onu zikirle uyandırmalı. Zikir onun ninnisidir, uyutmaz, uyandırır. Bir defa da
uyandı mı, artık uyumak bilmez."
(81) As. Öğretmen Okulu, son sınıfta Sait isimli
arkadaş 34 dersten ikmale kalmıştır, daha evvel sene kaybı olduğu için,
ikmalini veremezse hem tahsili heba olacak, hem de er olarak kıtaya sevk
edilecektir. Memleketindeki evlerini annesine baskı yapıp satarsa, belki As.
okul masraflarını ödeyip, sivile çıkarak tahsiline devam edebilecektir ama,
buna da imkân yoktur. Bunalım ve çıkmazlar içinde ders de çalışamamaktadır.
Kendini İstanbul Boğazı sularına atıp, intiharı düşünmüş, sıkıntılar içinde
camide aramızda bulduk. Derdini önüne gelene anlatıyor. Arkadaşlar Efendi Hazretlerine
götürelim diye konuştular, o da Hazret ismini duyunca, belki para yardımı
yapıp, As. okul masraflarını öderler zannı ile huzura geldi.
" Arkadaşın
bir derdi var" dediğimizde:
" Hayırdır
inşallah, aşk işi ise, zorca, başka bir şeyse basit." diye lâtife ettiler. Arkadaş durumunu
anlattı, dinlediler ve gayet sakin:
" Bu kadar
mı? Bunda bir şey yok evlâdım. Sen günde 100 tane Lâilahe illallah, 33 tane de
Allahümmesalli çek, derslerine çalış, fakiri de gönlüne bir şey kalmaz. Bir
şeytanı tokatlarız, o bizim solumuzdadır ve sonra devamla:
"Bunu
Türbedara götürün, böyle işlerde Allah'ın adamını bulmalı, yapan var, yaptıran
var evlâdım. O dediğim, Allah'ın adımıdır. Biz de O'nun adamıyız, yalnız O'nun
tırnağının ucuyuz." buyurdular. Netice: Bu Sait denilen arkadaş imtihanlarını vererek
öğretmen oldu, hatta Efendi Hazretleri onu, rabıtalı. Lise mezunu bir kız ile evlendirdiler,
çocukları oldu. Fakat maalesef her şeyine ilgi gördüğü bu muhabbetin ikinci
sahifesinde koptu, nasip.
(82) ÇENGELKÖY'DE,
RAHMETLİ ALİ BEY, BİR ADAMIN TAHSİLDEKİ KIZINI ZORLA AMERİKA'YA GÖTÜREREK
TAHSİLİNİ İKMAL ETTİRMEKTE ISRAR ETTİĞİNİ VE KIZ İLE ANNESİNİN BU İŞE TARAFTAR
OLMADIKLARINI, DOLAYISIYLA EFENDİ HAZRETLERİNİN HİMMET BUYURMALARINI İSTİRHAM
ETTİKLERİNDE: BUYURDULAR:
" BİR KÂĞIDA
'LÂİLAHE İLLALLAH MUHAMMED RESULULLAH' YAZAR, ANNESİNİN ELİNE VERİRSİN.
ANNESİ KÂĞIDI İKİYE BÖLEREK, 'LA İLAHE İLLALLAH' KISMINI KENDİSİNDE
BIRAKIR, MUH... RES...'I KIZA VERİR, BABASI İSTERSE KIZI AMERİKA'YA GÖTÜRSÜN,
GENE ER GEÇ DÖNECEKTİR. ÇÜNKÜ, ALLAH, MUHAMMED'DEN AYRILMAZ."
(83) "Mükevvenat bütün teferruatıyla beraber
insanın kendisinde mevcuttur, sahibi de beraber."
(84) "Allah insanın gönlünün
derinliklerindedir ve daima insanla beraberdir. Uykuda ve uyanık hallerde de.
İşte Allah'ı orada, gönlünün lâyenetaha'sında aramalı."
(85) "Mürşid odur ki hasta kalpleri tedavi
etsin, ameliyat etsin. Zira her kalp hastadır, tedaviye muhtaçtır. Tedavi
görmüş bir kalp ile hasta kalbin 'Lâilahe illallah' demesi başkadır.
Berikinde 'Lâilahe illallah' yalnız ağzından çıkar, diğerinde, ağzı da varlığı
da zikir çeker, hatta karşıda eşyalar da aynı kelimeyi söylerler."
(86) "Hayatta hiçbir şeye üzülmemeli, yalnız
bir şeye üzünülse yeridir; o da 'Allah her zaman benimle beraber de ben neden
O'nun cahiliyim. O'ndan bihaberim.' Akıllı insanlar buna üzülmüşler, bunu arAmîşlar.
Hz. Mevlâna, Hz. Abdulkadir gibileri de bulmuşlar."
(87) Bahsi geçen, bunalım ve sıkıntılarından
kurtulan Sait, şiirler yazardı. Bir gün Sait'e:
" Gene şiir
yazıyor musun?" diye sordular ve " Bundan sonra Allah'a ait şiirler yazmaya
çalış. Bu güzellikler hep O'ndan gelmedir, O'nun bir cüz'üdürler, O'ndan
sıçramalardır, şerraresidirler. Zevklerin güzelliklerin membaı, deposu Allah'tandır."
buyurdular.
(88) "Gönüldeki emaneti burada iken yakalamalı,
ölünce ruh anı terk eder seninle beraberken yakalayamazsan, ayrılınca nasıl
yakalanırsın? Burada iken kuyruğundan, saçından, ele neresi gelirse orasından
yakala."
(89) "Hocalık kolay, lâkin Allah hocalığı zor.
O hocadan dünyada 35 tane ancak bulabilirsin. Allah'a yol çok, gitmesi zor.
Yolda bin bir türlü eşkiya, hain, şeytan dolu. İşte kâmil şeyh bunların hepsinden
atlatarak saliki yürütendir."
(90) Sait'e sigara içip içmediğini sordular. "
İçerim" dedi. Onlar devamla: " Fazla içme, günde 10 tane kadar
normaldir, tiryakisi olma. Dünyada hiçbir şeyin tiryakisi olmamalı, yalnız
gönüldeki zevke tiryaki olmak iyidir. Orada neler var. Başka şeye tiryaki
olursan orası kıskanır." ve Said'e dönerek:
" İşte
sendeki, kıskandığından olacak, senin sağa sola meylettiğini görünce
kırbaçladı, kendi mevcudiyetini belirtti. O halin ondandır, öyle bil."
dediler.
(91) "Rüyada büyüklerle münasebeti cinsiyede
bulunmak, ilerde ondan feyz alınacağına işarettir. O hal ruhun ruha
ilkahıdır."
(92) "Şehvet maneviyatta mubah ve makbuldür."
(93) "Evvelâ kahvehane, sonra meyhane, sonra
kârhane." (Herhalde bu misallerle, maneviyatta da zevk basamaklarının
mevcudiyetine işaret ettiler.)
(94) "Eşkiyalığın da 3 nev'i vardır.
Birincisi,
bildiğimiz "Şekaveti amme'
ikincisi,
tahsildarların, polislerin, hükümetin yaptığı 'Şekaveti kanuni',
üçüncüsü
doktorların yaptığı 'Şekaveti tıbbi.'"
(95) "Kur'an'ın bir mektubî, bir de gayri mektubî
kanunları vardır. Yerine göre, bilhassa bu zamanda ikinciyi de
yapacaksın." 'polisin eline 5 lira sıkıştırma gibi.'
(96) "His, akla hakimdir. Hisse hakim olacak
tek şey de İmandır."
(97) Türbedar Hazretleri için, "Mükevvenat iki
dudağı arasında idi." derler.
(98) Bir ağabey, kendilerine 'Efendim, bana
manevî zevk kâfidir, evlenmesem olmaz mı?" diye sordular. " Hayır,
biri ruh, Öbürü kalıp zevkidir. İkisi de yerine gelecektir." buyurdular.
Bir gün de: " Kalp zevki tamam olmadan, kalp zevki tamam olmaz."
buyurdular.
(99) Said'e sordular:
" Artık şiir
kapısını bırakıp, şuur kapısına mı başladın? Güzellere şiir yazıyordun, şimdi
Allah'a yaz, onu onlara veren Allah'taki güzellik nihayetsizdir."
(100) "Bir
kimse hakiki ışığını sever de, yolundan, dediğinden gitmezse, o sevgi makbul
değildir, hayvanidir."
(101) "Şeyh
o kimsedir ki saliklerinden birisi Mağrip'de, diğeri Maşrik'de olsa, ikisi de
aynı zamanda tehlikeye düşse, ikisine de aynı anda yetişsin."
(102) Gurupdan ve
güzelliğinden bahs olunuyordu: Asıl tulü ve gurup insandakidir." buyurdular.
(103)
"İnsanın içinde lâakal 7 türlü insanlık vardır, bizler onun nefis
katındayız. Onun ardında Sır, onun ardında Aşk, sonra Felek, öyle gider."
(104) "İnsan
kâinatın dışında olup kâinatı seyretmeli."
(105) İmtihanda
muvaffak olamayarak üzüldüğüm gün, " İmtihanı gene kayıp ettin ha.
Üzülüyor musun? Ne vakit 'Lâilahe illallah'ı kayıp edersen o vakit üzül."
buyurdular.
(106)
"Gönüldeki muhabbet elde iş, düsturumuzdur."
(107)
"Derviş için her yer birdir, Şam'ı da İstanbul'u da, Bağdat'ı da bir,
Güneş'i aynı, Ay'ı bir Allah'ı bir. Yalnız şu var ki nerenin Evliyaullahı zenginse
oranın Allah'ı daha iyidir." (Yani, kendine vusul vesilesini daha fazla
zuhur ettirmiştir.)
(108)
"İnsan, 18.000 alemle münasebette, Ay, Güneş, şehvet, nefis vs. Bunların
hepsine karşı bir istinatgaha muhtaçtır: İşte oda Allah..."
(109) Namazı
istediğimiz şekilde, oturarak, rahatça kılmak hususunda hükümet adamlarının
fikri söylendi. Cevaben: "Doktorun reçetesindeki terkiplerden bir tanesi
değişse, o ilaç müessir midir? Değil. Tesirini kaybeder, şifasız kalır, bu da
böyle; bu işler aklile değil naklile olur.
(110) "Ruh
zevki başka beden zevki başkadır. Beden zevki ruh zevkine haildir, ikincisinde
perhiz etmeli, onda tenzil olunca, öbüründe tezyit olur."
(111)
"İnsanın ruhu Allah'a yakın, bedeni uzaktır. Asıl mesele ikisini de yaklaştırmaktır."
(112)
"İradeyi kırmamalı, iradeli olmalı. İradeyi kullana kullana inkişaf eder,
iradeyi külliye yaklaşır."
(113)
"Allah'ın lûtfu hangi taşın altında olduğu bilinmez, usanmadan çalışıp
aramak lâzım."
(114) "Bu,
verilmez, alınır. Biz haline göre vermek mecburiyetindeyiz, meselâ, dışarda
Güneş var, sen pencereni kapıyorsun, ne yapmalı."
(115) "Meyve
gibidir, bazıları evvel, bazıları orta, bazıları da geç yetişir tecelliyatına
göre."
(116) "Bu
yolun evveli şiir, sonu kimyadır."
(117) "Namazı
kılmazsan işine şeytan, kılarsan Rahman karışır."
(118)
"Bazıları odun gibidir, yakmak için çok emek ister, güç yanar. Bazıları da
çıra gibi bir kibritle tutuşur."
(119) "Peygamberimizin
doğumları, nübüvvete ermeleri, ölümleri hep Pazartesine rastlAmîştır. Onun için
tarikatımızda Pazartesi, Perşembe oruç tutmak sünnettir."
(120) "Namaz
olmazsa niyaz olmaz, niyaz olmazsa münacaat, münacaat olmazsa rüyet, rüyet
olmazsa hakikat olmaz, o da olmazsa Hak bulunmaz."
(121)
"Herkes Allah'ı bir yoldan bulur. Lâkin en kestirmesi Hayrat ve Muhabbet
yoludur."
(122)
"Namazı öyle kılmalı ki sen değil kılan kılsın. Bizimkiler namaz değil,
namaz taklididir."
(123) "KADINLARA
MÜMKÜNÜ KADAR İYİ MUAMELE EDİP ONLARA HAKARET ETMEMELİ; ZİRA ONLAR
MAZURDURLAR."
(124) "Hz.
Türbedardan naklettiler: Bir hafız bir gün Türbedar Hazretlerinin huzurlarına
giderek:
"İçimden
doğdu, size bir Kur'an okuyayım Efendim." demiş. Onlar da: Hafız, bir nokta, iki
nokta, üç nokta" demişler. Hafız; " Evet" demiş. Sonra,
" Üç nokta,
iki nokta, bir nokta" demişler. Hafız gene:
" Evet" demiş. Devamla: " İki nokta, bir
nokta" demişler. Hafız,
“Evet" demiş. Ellerini vererek
" Haydi
git" demişler ve işini halletmiş.
Efendim:
"Onlar bazen
dolarlar, saçacak yer ararlar, neresi olursa saçıverirler."
"O zaman
olurdu, ama şimdi pek olmaz. Zira o zaman harman zamanı idi, şimdi başak
zamanı, hafız'a olan da işin harmanı."
(125)
"Zikir, cilayı kulüptür, kalp cilalanır da alemi melekût o aynadan kalbe
akseder."
(126)
"Efendi Hz.'leri (Türbedar) , bazen huzurlarına gittiğimizde, ellerini
uzatarak,
"Beni meşgul
etme evlâdım, haydi git" derlerdi. Bu "Haydi git"in manasını anlayıncaya
kadar kafamız şişti."
(127) "Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ile Hz. Ali birbirinden ayrılmazlar. Onlar paranın
iki tarafı gibidir, birisi yazı, öbürü turası."
(128) Milleti,
Hz. Türbedara, zındık demeleri üzerine:
"
Secdelerin, rükûların kime olduğunu bilmezler de konuşurlar. Aldulkadirül
Geylâni Hazretleri,
"Hiç bir
Cami yoktur ki orada bana secde olmasın" demiş. O ki daha Kutbiyyet makamından
hitaptır. Orada Türbede senelerce Veraset ve Kutbiyyet makamında oturdu da
kimseler bilmedi."
(129)
"Fenafillah nedir?" diye sordular:
“Allah'a banmak,
yani Allah'ın cebine girmektir." buyurdular.
(130) Uzak
illerden birinde bir zat, Efendi Hazretlerine (Türbedara) mülâki olmak istemiş.
Onlar da cevap olarak: " İstemez, yalnız şunu bellesinler ona yeter Bir
şeyin şeyinin şeyi, o şeydir. Bir nurun nurunun nuru, o nurdur."
(131) "En
büyük ibadet ve sevap, bir kalbi şad etmek, sevindirmektir. En büyük günah da
bir gönlü kırmak, ihtizaz ettirmektir."
Cihana padişah
olmak bir kuru dava imiş,
Bir veliye bend
olmak her işten ala imiş
(Garibullahi
Sivasi- Bunu çok tekrar ederdi.)
Edip Can'ın,
seneler önce bana vermiş olduğu notlar, 131 adet kıymetli sözler, sonunda bir
beyit ile son buldu. Onun günlük kayıtlan ile feyiz bu kelâm ve irşatların
devamı ve ilâvelerin kendisinde var olduğunu sanırım. Ben fakir kula böyle
notlar yazmak nasip olmadı, inşaallah, herkese lüzumlu olanlar verilmiş ve
pırıl pırıl hatıra ve feyizleri gönüllere işlenmiştir. Ve O Işık aile, dostlar
muhitinde, sevenden sevene naklolmaktadır.
Kendilerine,
kavuşma ve ayrılık zamanlarında, bir evlâdın babasına sarılıp öpmesi gibi
sarılır, sakallarını koklayıp yanaklarından öpmemize de izin verirlerdi. Zahir
muhabbet izharından, gerçek gönül muhabbetine yol vardır herhalde, mektuplara
muhakkak cevap yazarlar ve kendilerine muhabbetli mektuplar yazılmasından
memnun olurlardı. Bu sevgi vasıtasının zuhur tecellisine her zaman hamd ederim.
Ve´s-selamü ala men ittebeal Hüda
اَللَّهُمَّ صَلِّى عَلىَ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ
وَ الْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ
KİTAP YAZILIRKEN FAYDALANILAN KAYNAKLAR
BARKÇİN Savaş Ş. Ahmed Avni KONUK
[Kitap]. - İstanbul : Klasik Yay. , 2011.
BİRÖN Em. Binbaşı Kazım Sohbetname
Ahmed Ammiş Efendi [Kitap]. - Bilecik : [s.n.], 1953.
ERDEM Ahmed Fatih Sertürbedarı Ahmed Amîş
Efendinin Kelamı Alilerinden Zaptedilen Bazıları [Kitap]. - Ankara :
İSBN: 975-7852-85-6, Tarihsiz.
ERGİN O. Nuri Balıkesirli Abdülazîz Mecdi Tolun
Hayatı ve Şahsiyeti [Kitap]. - İstanbul : [s.n.], 1942.
GÜNEREN Fatih Halvetiye-i Şabaniyye Azizanın
Hikmetli Sözleri ve Hatıralarım [Kitap]. - İstanbul : Seçil Ofset.
KÜÇÜK Hasan Halvetiye-i Şabaniyye Silsile ve
Evrad-ı [Kitap]. - İstanbul : Seçil Ofset.
MEMİŞOĞLU Erdem Ehlibeyt Aşkı ve Niyâzî-i Mısrî
[Kitap Bölümü]. - Ankara : İmaj, 2003.
TOYGAR Ömer Lutfi Muhabbet Üzerine
[Kitap]. - İstanbul : Seçil Ofset, Ocak-2009.
[1] Amîş kelimesinin Arapçadaki amîş
veya a’meş’le ilgisi yoktur. Bu kelime Rumeli’de amca mânâsında “amm”ın
tasğir (küçültme) sigası olup “amcacık”
demektir. Rumeli’de çok sevilen çocuklar bu tâbirle çağrılırlar) olup, “Türbedar”
veya “Türbedar Ahmed Efendi” isimleriyle de tanınır.
Talebelerinden Em. Binbaşı
Kazım BİRÖN’ün Sohbetname- isimli notlarında “Ahmed Ammiş Efendi” olarak
yazılıdır. Sürekli olarak isim bu şekilde yazılı olunca zühul veya sehven
olmadığı görülmekte olup, Efendi Hazretlerinin “Ammiş” ismiyle
anılmasının sebebini de ayrıca araştırmak gerekmektedir.
[2]
Vahhabî hükümeti gelene kadar kabr-i saadetleri bilinmekteydi. Şu an ehline
yine malumdur.
[3]
1283 (1866) tarihinde Bosnevi Mehmet Tevfik Efendi Hazretleri hakka yürüdü.
[4] Rumeli'nde mesleki Melâmeti intişar ettiren büyük mutasavvıf Seyyid
Muhammed Nur’ül Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin Ahmed Amîş Efendi ile
görüşmeleri şu suretle vaki olmuştur.
Nur’ül Arabî Hazretleri Hakk’a yürümeden altı ay
önce İstanbul’a geldiğinde, Ahmed Amîş Efendi kendisini onun ziyaret edeceğini
ummuş ve hatta kalben istemiş. Ancak Nur’ül Arabî ziyaret etmeden gitmiştir. Ahmed
Amîş Efendi bu durumdan Nur’ül Arabî’nin manevi mertebesinin yüksek olduğunu
keşfen anlayınca Usturumca kasabasına gitmek arzusu içinde doğmuştur. Bu
nedenle türbedeki arkadaşına bir hafta on gün kadar hava tebdiline gideceğini
söylemiştir. O gün Sirkeci’ye indiğinde müridlerinden bir zâta tesadüf etmiş ve
nereye gideceği sorunca, Selanik’e gideceğini söylemiş, bunun üzerine müridi hemen
bir bilet alarak kendisine takdim etmiş Ahmed Amîş Efendiyi vapura bindirmiştir.
Rivayete göre daha vapurda bulunurken Nur’ül
Arabî keşfen Türbedar'ın geleceğini bildiğinden her zaman bindiği hayvanını
müridlerinden birisi ile Selanik'e göndermiş ve
“Falan gün falan saatte şu şekilde şu şemailde vapurdan
bir adam çıkacak onu al, bu hayvana bindir, sen de rikâbında (özengide) olduğun
halde buraya getir" diye
emreylemiştir. Bu suretle Ahmed Amîş Efendi 1304 Rumi senesinde (1888)
Usturumca kasabasına gidip Seyyid Muhammed Nur’ül Arabî'ye mülâki ve bir hafta
kadar misafir olmuştur. Aralarında samimi muhabbetler ve konuşmalar olmuş ve bu
arada Nur’ül Arabî altı ay sonra " Ben de sana misafir geleceğim"
buyurmuştur? Bu sözün manasını yanındakiler anlayamamış, fakat Ahmed Amîş
Efendi derhal anlamış ve memnunen dönmüştür. Seyyid Muhammed Nur’ül Arabî’nin
bu sözden kasdettiği mana, altı ay sonra Hakk’a yürüyüşlerini ihbar ve ondan
sonra da bu muazzam sırrı ruhînin idraki meâlide
" Kutbiyetin kendisine intikal edeceğini
tebşirden ibarettir.”
Melâmilerin ekseriyeti Seyyid Muhammed
Nur’ül Arabî den sonra veraseti Muhammediyenin Hacı Ahmed Efendiye intikal
ettiğine kail iken gulât-ı Melâmiye ve çoğunluğun şer’î hatalarından dolayı Ahmed
Amîş Efendi Melâmetini izhar etmedi. Bu nedenle Melâmîlik
hakkındaki halkın yanlış ve haksız telâkkisini büsbütün kaldırmak maksadıyladır
ki;
“Biz o adı yasak ettik!” demiştir.
Hazreti Ahmed Amîş Efendi melâmî olan kişiler içinde
müstesna olarak salikleriyle yalnız sohbet ve nazar ile teslik eder ve meratib
telkin etmezlerdi.
[5] (Nakledilen bütün kelâm-ı şerifler mümkün
olduğunca Ahmed Amîş Efendi Hazretlerinin kullanmış olduğu orijinal kelimeler
ve kaynaklardaki şekil üzere verilmektedir. Sözler içinde bazı elemeler
yapılmıştır. Ancak bazı sözlerin O’nun şahsına ait olmaması durumu konuya arif
olanlar tarafından tenkide uğrayabilir. Bu yöndeki özrümüzü Ahmed Amîş
Efendinin yetiştirdiği talebelerininde aynı düşünce ve usulde olmasından dolayı
hepsinin hürmete haiz olacağını takrir ederiz.)
[6]
Üstat Abdülâziz Mecdi Efendi bu sözü şöyle tefsir ederlerdi:
Allah Teâlâ’da cemal ve celâl tecellileri vardır. Küfrü
de, imanı da halkeden O’dur. Bununla beraber küfre razı değildir. Muhammediyet
mertebesi ise yalnız cemal tecellisidir. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem
ancak küfür olmayan şeyleri yapmakla mükelleftir; bu ise zordur.
[7]
Bu tenvir ve irşaddan mülhem olarak, Mecdi Efendi derlerdi ki, "Cenabı Hak
sırrı vahdetin gizlenmesini ister, ve bu işi mahdut kulları ile idare eder,
irşad ve idlal kendisindendir .”
[8] Şûra, 19
[9] “Bütün kullar Allah'tan korkar, Allah da
âlim kullarından korkar.” Çünkü alim sıfatı Allah Teâlâ’nın sıfatlarındandır.
[10] Şagil: İşgal eden, tutan.* Meşgul eden,
meşgul edici. * Meşgul olmayı gerektiren. * Bir mülkte oturan.
[11] Rızık vermek külfetli olduğundan babanın
buğzuna düşen hiç iflah olmaz.
[12] “Bu fiil zâtu’llah, sıfâtu’llah ve
halku’llah ile zuhura geldi” diye söylemektir.
[13] “Bir şeyin eseri kendisi olunca nurun
karşlığıda yine nurdur”
[14]
Bu söz muhabbet içinde söylenebilir.
[15] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“İnsanlar
yaşadıkları hâl üzere ölürler ve öldükleri hâl üzere toplanırlar.” (Taberânî,
el-Mu'cemü'l-evsât, IX/462; Hâkim, el-Müstedrek, III/284.)
[16] Sarf kaidesi.
[17]
A. Mecdi Efendinin bir sayha kopararak Ahmed Amîş Efendinin üzerine atılmasının
ve onu kucaklamasının sebebi o sırada Efendi Hazretlerinin "enfiye öyle
çekilmez böyle çekilir" demesinin verdiği zevkden ileri gelmiş bu
davet dili ile değil gönül ile olmuş olacak ki Receb Arusan işitmemiş, fakat
Mecdi Efendi böyle olduğunu söylerlerdi. Abdülaziz Mecdi ile Receb Arusan ne
zaman bir arada bulunsalar bu hadiseyi tekrar ederler, tazelerler idi. Bu
sırada Mecdi Efendi bir. Enfiye çeker ve “enfiye sebebi saadetimdir”
derlerdi. Yine kendileri de ara sıra bu hadiseyi başkalarına naklederler ve “meczub
olmak istemem, cazib olmak isterim” derlerdi ve böyle demek ile
Türbedar'daki başkasını cezbede bilmek kuvvet ve kudretini haiz olmayı arzu
ederim, demek isterlerdi A. Mecdi Efendi bu cezb hadisesini şu cümleler ile
izah ederlerdi.
"Bazen mürşid bütün kuvvet ve kudretini bir an
için müridine verir, mürid o kuvvet ile öyle bir aşka düşer ki kendisini hemen
mürşidinin üzerine atar onu öper, ısırır ve kemiklerini karacak derecede sıkar,
işte cezb budur", ve bunu mürşid yapar, yani kuvvet ve keramet müridde
değil mürşiddedir.
Ahmed Amîş Efendide de bu hal üç defa vaki olmuştur.
Biri Balıkesirli Halil Efendi, Amîş Efendiyi o kadar
sıkmış ve ısırmış ki bazı dişleri dökülmüştür.
Bir defasında Nevres Bey sarmış ve sıkmıştır. O derecede
ki Amîş Efendinin üzerinde bulunan bir madeni kalem kırılmış ve pantolon
askısının demiri kemiklerine batarak zedelemiştir,
Üçüncüsü de Mecdi Efendi İle vaki olmuştur.
Abdülaziz Mecdi Efendi de iki zatı böylece cezb ettiği,
hatta Rüştü adında birisinin sıkışından sırtında ki kemiklerin hayli
zedelendiği ve irtihallerinden dört beş ay önce sanatkâr bir genç muallimin
birdenbire Mecdi Efendinin üzerine atılarak dişlerini kanattığı görülmüş tür.
Şu halde Mecdi Efendi de "cazib” olmak hususundaki arzularına nail
olmuşlardır demek olur.
[18] Âl-i İmrân, 191
[19] Nevres Bey rivayetiyle Mehmed Efendimiz
'in Aziz Sultan'dan rivayetleri (Azizlikten, zellilliğe; Allah Teâlâ’dan
kulluğa indim)
Maraşlı Ahmed
Tâhir Efendi buyurdu ki;
"Abdülkadir
Geylâhi Hazretleri ölecekleri gün kapının eşiği önüne uzanmış, perişan bir
halde ağlıyorlarmış, sormuşlar:
"Ya
Abdülkadir neye ağlarsın. Senden bahtiyar kimse var mı? Sen zamanın
kutbusun."
"İşte en
son mertebeyi burada zillette buldum" demişler. Bizim Efendi Hazretleri Türbedar
da zillette buldular."
[20] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
amcası sebebiyle üzmekten çekindiğimizden dolayı demektir.
[21] Nakıs iken şeyhliğe kalkanların delilerle
haşrından korkarım.
“İrşada mezun
olmadığı halde başına adam toplayanın, Müseylemet'ül-Kezzâb ile haşrından
korkulur.”
[22] Hava harekâtları ile
[23] Tâlût: İsrailoğullarının
meliki. Esas adı Saul'dür.
Kelime olarak "Tâlût" İbranice bir lakabdır. Arapça
"Tûl" kelimesi ile alakalı olup, aşırı derecede boylu ve kudretli
anlamına gelir.
Kur'an'da iki yerde Tâlût kelimesi geçmektedir. Birkaç yerde de, ona işaret
eden zamirler bulunmaktadır.
Mısır ile Filistin arasında yaşayan Amalika adlı bir kavim vardı. Başlarında Câlût adında bir kral bulunuyordu. Bunlar
İsrailoğullarına saldırıp onları perişan ettiler. İsrailoğulları da, kendi
peygamberlerinden, düşmanlarıyla çarpışmak için kendilerine bir kumandan tayin
etmesini istediler. Onların bu peygamberi, Musa aleyhisselâmdan sonraki
peygamberlerden biriydi. Onların bu talebi üzerine, peygamberleri onların
basına, nesli Ya'kûb aleyhisselâm'ın oğlu Bunyamin'e dayanan Tâlût'u hükümdar
olarak tayin etti. Bu durum Kur'an'da söyle ifâde edilmiştir:
"Peygamberleri onlara: "Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar
olarak gönderdi" dedi. Bunun üzerine (onlar): "Biz hükümdarlığa daha
layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar
verilmemişken, o bize nasıl hükümdar olur?" dediler. (Peygamberleri):
"Allah sizin üzerinize onu seçti. İlimde ve cüssede ona, sizden daha çok
üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihâta eder ve
her şeyi bilendir" dedi" (Bakara, 247).
İsrailoğulları onun krallığını tasvip etmek istemediler; işi zenginlik ve kısır
kavmiyet noktasından ele almaya çalıştılar. Oysa ayette ifâde edildiği gibi,
Yüce Allah, Tâlût'a ilimde ve cisimde, maddî ve manevî yönden bir üstünlük
vermişti. Maddî yönden iri cüsseli, güçlü, kuvvetli ve güzel olarak yaratmıştı.
Manevî yönden de, dinî, siyasî, fen, teknik ve savaş ilimlerinde ona üstün bir
başarı ve maharet vermişti. Aynı zamanda o, fakirlere karşı merhametli ve
şefkatliydi, yoksulların dertleriyle dertlenir, sıkıntılarını gidermeye
çalışırdı. Bir de, Yüce Allah amirliği dilediğine verir. Komutanlık ve amirlik
için bunlar önemlidir. Yoksa veraset, soy-sop, ayrı nesepten gelme şartları
geçerli ve önemli değildir.
Tâlût komutanlığı ele aldıktan sonra, askerleriyle Câlût'a karşı cihada
çıkıyor ve önce askerlerini deniyor. Askerlerinden ihlaslı ve samimi olanlar
belirlendikten sonra, düşmanlarıyla cihada devam ediyor. Yüce Allah bu hususta
Kur'an'da şu açıklamada bulunmuştur:
Tâlût, ordusuyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi
bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve
kim de -eliyle bir avuç avuçlayanlar hariç- onu tatmazsa, o bendendir."
Onlardan az bir bölümü dışında ondan içtiler. O, kendisiyle beraber imân
edenlerle onu (ırmağı) geçince, onlar (geride kalanlar): "Bugün bizim
Câlût'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman)
Allah'a kavuşacaklarına kesin gözü ile bakanlar: "Nice az bir topluluk,
daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah
sabredenlerle beraberdir" dediler" (Bakara, 249).
Tâlat ve askerlerinin, Câlût ve askerlerine karşı cihada
hazırlandıklarında, Allah'a karşı yaptıkları niyâz ve duaları, Kur'an'da şöyle
haber verilmiştir:
"Onlar, (Tâlût ve ordusu) Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa)
çıktıklarında, dediler ki:-Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Adımlarımızı sabit
kıl (kaydırma) ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et" (Bakara,
250).
Tâlût ile askerlerinin zaferini ve Câlût ile askerlerinin de yıkılışını
haber veren bir ayetin meâli ise, şöyledir:
"Derken, Allah'ın izniyle onları bozdular. Dâvûd Câlût'u öldürdü.
Allah ona (Dâvûd'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer
Allah, insanların bir kısmıyla diğerlerini savmasaydı, dünya bozulurdu. Fakat
Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir" (Bakara, 251).
Ayette de ifâde edildiği gibi, Dâvûd aleyhisselâm, Tâlût'un komutasında
toplanmış bulunan İsrailoğullarının arasındaydı ve karşı ordunun başında
bulunan Câlût'u öldürdü. Böylece İsrailoğulları bu savaşta galip çıktı.
Filistin ordusu yenildi. Dâvûd aleyhisselâm bilâhare Tâlût'un kızı ile evlendi
ve onun ölümünden sonra da onun yerine kral oldu.
[24]
İlim
öğrenme isteğiyle diyar diyar dolaşan Ali Kemalî ilim ve bilim merkezi olan
Mevlâna diyarı olan Konya'ya gelerek yerleşir ve ömrü vefa edinceye kadar da
Konya'ya, Konyalıya hizmet eder. 5 Nisan 1912'de açılıp 19 Temmuz 1912'de
kapanan Osmanlı Meclis-i Mebusanı' nda kısa süreli mebusluk yapar. Ali Kemalî
Efendi, Konya'da Mustafa Kemal'in ve Kuvayı Milliye' nin maksat ve gayesini ilk
anlayanlardan olmuştur. 8 Ekim 1335 (1919) tarihinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
Konya Merkez heyeti için seçimler yenilenmiş ve bu seçim sonucunda Ali Kemalî
Efendi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi görevine getirilmiştir. Ankara'da
kurulan Milli Hükümete karşı İstanbul Hükümeti düşmanca davranışlar içine
girmiş ve Anadolu'da yer yer ayaklanmaların çıkmasına sebep olmuştur. Bu
ayaklanmaların odak noktalarından biri de Konya olmuştur. Konyalı Zeynel Abidin Hoca, Konya'da Bozkır
isyanına katılan ve daha sonra pişman olarak Kuva-yı Milliye saflarına geçen
cahil köy ağası Delibaş Mehmed'i kandırarak saflarına çekmeyi başarır. Delibaş
Mehmed önce Çumra'yı daha sonra da Konya'yı basarak Kuva-yı Milliye taraftarlarının
evlerine baskın düzenler. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Sivaslı Ali Kemalî
Efendî'de evinden alınarak şehit edilir.Son nefesinde yanında bulunan dostu postahane
memurlarından Isa Ruhi'ye " Müsebbib cehalettir. Aileme söyleyiniz davacı
olmasınlar." diye vasiyette bulunur.
[25]
Allah Teâlâ’nın büyük rahmeti üzerine olsun.
[26] Hatıra gelen şeyler, vesvese bile olsa
meşul omayın demektir.
[27] Nefsin isteklerini içten
geçirme
[28] Hayvan sınıfında insana en yakın gelen
“at” dır, diyerek maymundan da gelmediğine de işaret etmiştir.
[29] Trakya Argosunda koşalamak:
Kovalamak.
[30] Ululuk, itibâr, değer,
kıymet
[31] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
zayıf iman olarak hadiste buyurması nadirattan olduğu içindir. Kalb ile
tasarruf edebilmek ne büyük servettir.
[32] Azar azar, birer ayet öğreterek;
[33] Kiri terk eder doğru yol gider.
[34]
Bir gün Sahabe-i Kiram Huzuru Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
ile oturur iken ashaptan bir zat gelip Efendimiz'e sarılır. Huzurda bulunan
eshab bunu terki edebe hamlederler. O zat gittikten sonra Hazreti Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz yine aynı sözleri buyururlar.
[35] Hususi şefaat
[36] İrade-i teklifiye: İnsanın cüz-i iradesi
İrade-i tekviniye: Allah Teâlâ’nın
yaratmasındaki iradesi
[37] Nevres Bey rivayetiyle Sadık Bey 'den
lâkin söyleyeni meçhul
[38] Mürşidin verdiği isme itibar etmenin
önemi anlatılmıştır. Harflerin sırları nedeniyle ismin değişmesi kaderide
değiştirir.
[39]
Nisa,78; “Her şey Allah katındandır.”
[40] Doğru ( hakiki ) nesebe
(soya) göre kazanmak suretiyle
[41] Kamunun tamamının
bağlılık ve îtimâdmı bildirmesi
[42] Zor kullanarak üstün
gelmek
[43] Birinin yerine geçmek,
halef olmak
[44] Bakara, 216
[45] Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem tarfından görevlidirler.
[46]
Âl-i İmran, 9; “Rabbimiz! Doğrusu geleceği şüphe götürmeyen günde, insanları
toplayacak olan sensin. Şüphesiz Allah verdiği sözden caymaz.”
[47] Nezafet; temizlik-gösteriş
Burada
bahsedilen şeriatın emretmediği temizlik bile olsa şerrinden Allah Teâlâ’ya
sığınırım.
[48] Kibirden kurtulmak terakkinin kendisidir.
[49] Hicr, 99
[50]
Abdül Gani bin İsmail En Nablusi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz; 1670-1730
yılları arasında yaşamış olup kabirleri Şam'da bulunmaktadır. Sultan'ın 194
adet eseri bilinmektedir. Ukud ül-lû'lüiyye fı Tarik is sadet il Mevleviye adlı
eserin sahibi olup Müstekimzade Süleyman Saadet tarafından tercüme edilen eseri
Ankara Milli Kütüphane'de HK Mf 1994 - 292 kayıt no ile bulunmaktadır.
[51]
Zümer, 7 “ De ki: «Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl
sahipleri öğüt alırlar.”
[52]
En’am,82; “Onlar doğru yoldadırlar.”
[53]
Bakara, 262;“Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”
[54]
İsra, 65; “Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin olamaz.
Rabbin vekil olarak yeter.”
[55]
Bakara, 31 “ Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti,”
[56]
Mutaffifin, 15-16; “Hayır; doğrusu onlar o gün, Rablerinden yoksun
kalacaklardır. Sonra onlar, şüphesiz, cehenneme gireceklerdir.”
[57]
“Ancak Allah Teâlâ’nın inayeti ile günah işlenir ve ancak Allah Teâlâ’nın
muvaffak kılması ile Allah Teâlâ’ya taate güç yeter.”
[58] Muzaheret: isim, eskimiş
(muza:heret) Arapça: Destekleme, yardım
etme, arka çıkma
[59] Harf, kelime ve cümle sırlarından
bahseden sarf ile asıllar ilmi olan yaratılış hikmetlerine işaret edilmektedir.
Bu sözleri zahirine hükmetmemelidir.
[60] Mürşidin elinin içini öpmek levhi mahfuzu
öpmektir, derler.
[61] İnsan, Kur’ân-ı Kerim’i okumaya,
arkadaşıyla sohbet etmeye ve Allah Teâlâ ile konuşmaya doyamaz.
[62] Her taşın ve ağacın
altında Allah Teâlâ’yı zikredin.
[63]
Şûra, 23; “Ey Muhammed! De ki: Ben sizden buna karşı, yakınlara sevgiden başka
bir ücret istemem.”
[64] Bu söz Ebû Tâlib
radiyallâhü anh’e aittir.
[65]
Kuşadalı Hazretleri manevî irşada izin verdiği kişilerin her biri, âlem-i
velayeti vermişsede rabıta telkinine salâhiyetine kavuşmamıştı. Bu âli yolda rabıta
telkin etmek her asırda sahib-i vakitte tecelli eden bir lûtf-i kübradır.
Kuşadalı Hazretleri, hal-i hayatta iken kendileriyle şeref-i mülakata nail
olmayanların rabıta etmelerini men buyururlardı. Bu gibiler biat ettikleri
vekilin delaletiyle âlem-i sülûke dâhil ve istidadı olanlar mertebe-i velayete
bile vasıl olurlar. Ancak kemâl bad-el-kemâl bulmak naib-i ekmel-i Muhammedîye
mülakat ile olur, denilmektedir.
[66] Albert Einstein (14 Mart 1879 - 18 Nisan
1955), Yahudi asıllı Alman teorik fizikçi. Dilini çıkarmış olduğu fotoğrafından
çıkarmamız gereken çok manalar var demektir.
[67] “Ey iman edenler! Allah'ın ve
Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir,
bilendir.” (Hucurat, 1)
[68] (Hûd, 46), “ Öyleyse bilmediğin şeyi
benden isteme.”
[69]
Argoda “tenasül uzvu”
[70]
Nûr, 37; “Bunları ne ticaret, ne de alış veriş Allah 'ı anmaktan, namaz
kılmaktan, zekât vermekten alıkoyar.
[71] Arapçadaki sarf
bilgilerinden bir kelimeden türetilen yüzlerce kelime bilgisi. Kendisi hoca
mesleğinde ve kıyafetinde olduğu için bana boyle hitap etti.
Maksadı
“Allah Teâlâ böyledir, herşeyde vardır, her şey ondandır ve O’dur,”
demek idi.
[72] Nimete şükür, vereni görmektir.
[73] Nebiler ve Allah Teâlâ dostları teslim-i
ruh ettikleri mekânda sırlanırlar. Bu nedenle makam denilen yerlerde bu sırlar
vardır.
[74]
(Mustafa Ozeren Efendimizden; “Ya yol verir, ya vermez” ilavesi vardır).
(Halil Efendinin çeşitli hallerini gören Mehmet Efendi “Halil sen bana
Efendiden daha ileri geliyorsun dermiş, onun üzerine yukarıdaki kelâm zuhur
etmiş - Ahmed Erdem).
[75] “İki âlemde tasarruf ehlidir ruhu veli
Deme kim bu
mürdedir, bunda nice derman ola
Ruh şimşiri
Hudâ’dır ten gılaf olmuş ana
Dâhi âlâ kâr
eder bir tığ kim üryân ola”
(Müfti-i’s-sakaleyn
Kemal Paşazâde)
[76]
1836'de Feht Ali Şah'ın yaklaşık 100 çocuğundan Muhammed Şah tahta çıkmıştır.
Bu dönemde Britanya güneyden İran'ı yarı sömürgesi yapmaya başlamıştır.
İsmaililiğiin önderi Ağa Han isyanı ettiyse de bastırılarak
Hindistan'a sığınmıştır. 24 Mart 1844'de Seyyid Ali Muhammed vahiyin indiğini
ve kendisinin gayba eden imam olduğunu iddia ederek Babiliğini örgütlemeye
başlamıştır. Babiler Kaçarların siyasetini, mevcut Şiiliğini ve başta Rusya ve
Britanya olmak üzere Avrupalıların sömürgeciliklerini eleştirmiştir.
1848'de Muhammed Şah öldüğünde Babiler isyan etmiş ve
Nasreddin Şah Rusya'nın yardımıyla Babileri bastırmaya çalışmıştır. Babileri
bastırmakla başarılı olan sadırazam Emir Kabir İran'ın ıslahatını başlatmış
ancak 1852'de Nasreddin Şah tarafından öldürülünce ıslahat hareketi de sona
ermiştir.
1870'da Kacar Hanedanının ekonomisi ifras etmiş ve
Avrupalı yatırımcılara ekonomik ayrıcalık haklarını vermeye başlamıştır.
Böylece İran, Rusya ve Britanya'nın yarı sömürgesi haline gelmiş ve dünya
ekonomisinin de parçası olup dışarıdan ucuz malları girdikleri için İran'ın
ekonomik gücü zayıflamıştır.
Britanya'ya gizlice tütün üretimi ve satışının 50 yıllık
hakkını tekel olarak verilmiştir. 1890'de İstanbul'da çıkan Akhtar gazetesi
tarafından bu ortaya çıkarılınca İran'da ulemalar ve bazariler 'Tütün Kıyamı'
adlı protest hareketini başlatmış ve Kacar Hanedanı tütün ile ilgili ayrıcalık
haklarını Britanya'dan geri almıştır.
[77] Kalbin manevi yolculuk
için kabiliyet kazanması.
[78]
Müncer: dayanmak, nihayet bulmak; bir tarafa çekilmek, sürüklenme, sona eren,
neticelenen.
[79]
Duhâ, 5; “Ta razı oluncaya kadar vereceğim.”
[80] Söyleyende söyletende Allah Teâlâ’dır.
[81] Talak, 12 “Yedi göğü ve yerden de bir
o kadarını yaratan Allah'tır, Allah'ın herşeye Kadir olduğunu ve Allah'ın
ilminin herşeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner
durur.”
[82] Bir gün mübarek parmakları ile enfiye
alıp;
“Arif, te bu
zerreden bile hakkı sima eder rüzgâr iniltisi, kapı gıcırtısı, sinek vızıltısı
hep Hakdır.”
[83] Sonradan oldu demek değil.
[84]
Vahdet-i vücud meselesini ağızlarına lakırtı edenler için söylemektedir.
[85] Akve'l kuvâ = Güçlülerin
en güçlüsü Â'ciz'ül â'ciz = Âcizlerin en âcizi
[86]
Bize görünen görünen şey o takdirin gerçekleşmesidir
[87]
[88] Ahmed Amîş Efendi …der ve
sonra eliyle diline işaret ederek ve parmaklarını, diline değdierek, hal
diliyle:
“Bundan
ötesi söylenmez ki!”
[89] Onlara bir delil de gecedir; gündüzü
ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de yörüngesinde yürüyüp
gitmektedir. Bu, güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de sonunda
kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Aya erişmek güneşe
düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler. (Yasin:
37-40)
[90] Onlar: «Bize verdiği sözde duran ve bizi
bu yere varis kılan Allah'a hamdolsun. Cennette istediğimiz yerde oturabiliriz.
Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!» derler. Melekleri, arşın etrafını
çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken görürsün. Artık insanların
aralarında adaletle hüküm olunmuştur. «Övgü, Alemlerin Rabbi olan Allah
içindir» denir. (Zümer; 74-75)
[91]
Bu yapılan hareket imanını ibraz için iki şahit getirilmesi hikmetini gösterir.
[92] Ankebut, 45
[93]
Maraşlı Ahmed Tâhir Efendi buyurdu ki;
"Zikir çektirmek şeyhin kuvvetine, kâmilliğine bağlıdır.
İsmi şeriflerden hangisini söylersen olur. Hatta şeyh kâmil olunca (taş, taş)
diye zikir çektirse, işler gene olur. Müritlerinden birisi Kuşadalı
Hazretlerine sormuş; onlar da (Günde 15 defa İbrahim çeksen sana kâfi)
demişler.
[94]
(Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti" isimli eserin
sayfa 134. vd.) Ahmed Amîş Efendiden bahsederken, Hazretin Hakk’a yürümesi
esnasında 116 yaşlarında bulunduklarının rivayet olunduğunu beyan eder. Keza
söz konusu eserin aynı sahifesindeki bir
ifadeye göre, Ahmed Amîş Efendiye, mürşidi
Ömer-ül-Halveti:
"Ahmed! Senin tevellüdün belli değildir."demiştir.
Bu söz tasavvufî bir neş'e ile söylenmiş ve mecazî olarak
nitelendirilmiştir.
[95] Kıyâmet, 29; “ Ayak ayağa dolaştığı
zaman” bilir misin?
[96] Bakara, 38 “ Onlar için korku yoktur.
Onlar üzülmeyeceklerdir.
[97]Fâtır Suresi, 28
[98] Bakkal yahut diğer birine borcunuz olursa
aylığınızı alır almaz borcunuzu ödeyiniz. Çünkü bu para ile bir iki el devreder
ve kâr eder. Eğer parayı vermezseniz haramdır.
[99] Mücadele, 10; اِنَّمَا النَّجْوَى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذِينَ اَمَنُوا وَلَيْسَ بِضَارِّهِمْ شَيًْا اِلاَّ بِاِذْنِ اللهِ وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (Gizli toplantılar, inananları üzmek için
şeytanın istediği şeydir. Allah'ın izni olmadıkça şeytan onlara bir zarar vermez.)
[100] Mücadele, 10;
[101] Âl-i İmran, 160
[102] Arif-i billah ve vâsıl-ı illallah Selanikli
Hacı Ali Örfi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Hazretlerinin seyri sülükde etvar-ı
bedia ve üslub-ı güzideyi cami gazelleri de bu beyte benzer.
Babam da ben
baba iken baba doğurdu anamı
Anam da meme
emerken anam doğurdu babamı
Babam anamı
doğurdu, anam babamı büyüttü.
İkisi de
birlik idi talâk etmezden evvel anamı
Böyle bir
zâde-i mâder değilim sanma ben ebter
Babamla ahd
ettim ol demki doğursun o anamı
Babam bana
veled dedi her emrine mütekidem
Anama mahrem
dedi görmedim vech-i anamı
(Bu gazeli Şeyh Hacı Maksud Hulusi Piriştinevi
şerh etmiştir).
[103] Hadîd, 23 “Bu, kaybettiğinize
üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah,
kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez;”
[104] İsrâ, 5 “Onlar memleketlerinizde her
köşeyi kontrollerine alacaklar...”
[105] Hevenk: Bir ipe
geçirilmiş veya birbirine bağlanmış yaş yemiş veya sebze bağı
[106] Mehmed Tevfik Kayseri
Hazretleri Sertürbedar Ahmed Amîş Efendi'nin halifesidirler. Kayserili olmaları
dolayısıyla "Kayseri" lakabıyla marufturlar. Ahmed Amîş Efendiden
aldıkları emaneti 1921-22' lerden 1927'ye kadar muhafaza etmişlerdir. 1927'den
1933-34'lere kadar geçen bekleme devresinden sonra, kendi ifadelerine göre
emaneti Ahmed Tahir Maraşi Efendi Hazretleri devralmıştır.
Mehmed Tevfik Efendi Hazretleri, Sultan Abdülhamid Han'ın
sofra hizmetlerini görmekte bulundukları sıralarda gönül muhabbeti ile meşgul
olmuşlar, bilahare Sultan Abdülhamid'in tahttan ayrılmasını müteakip saray
erkânı ve personel dağılmıştır. Mehmed Efendi ise, zaman zaman iltifatlarına mahzar
olduğu Ahmed Amîş Efendinin tavsiyesi üzerine bir ara Kayseriye git mişler ve
bir müddet sonra dönmüşlerdir. Kayseri dönüşü Ahmed Amîş Efendi Hazret
kendilerine hal hatır sorduklarında şu cevabı verirler:
"Efendim, tencere iki ise birini sattım, yatak iki
ise birini sattım, bağı da tefeciye verdim sonra geldim!". derler.
Ahmed Amîş Efendi kendisine:
"İyi yapmışsın" buyururlar.
[107] Hakikaten Şerafettin Yaltkaya
zamanla yükselip profesör ve Diyanet İşleri Reisi oldu. Fakat İslâm dinîne
hizmet edeceği yerde pek çok sorunların çıkmasına sebebiyet verdi. Bu yüzden,
icraatını bilenler tarafından Telafüddîn Haltkaya adı ile anıldı.
[108] "Emekli Binbaşı olup
1953 yıllarında Bilecik İnönü nahiyesinde mütemekkinen sakinlerindendir.
[109] Kâf, 28-29
[110] Bu Allah Teâlâ’nın büyük
lütfudur.
[111] Kazım bey Emekli binbaşı
olup 1953 yılında Bilecik vilayeti merkezinde mütemekkiren sakindir.
[112] Hayat veren feyzinden
genişledi
[113] Mürşid mürşid olursa bu
kadarı da yeter. Olmazsa zikir çek çek dur, ne faide olur ki;
[114] Mülhak: isim, askerlik
Bir asker karargâhında subay yardımcısı.
[115] Düşman veya zararlı
kimseleri topluca ortadan kaldırma.
[116] İnha:isim, Resmî bir
göreve atama veya bir üst aşama için yazılan yazı:
[117] Ömer Lütfi Toygar 1924 yılında Ödemiş'te dünyaya geldi.
Babası Hacı Yusuf Toygar, annesi Fatma Üzire hanımdır.
Hacı Yusuf, doğduğu ve büyüdüğü yer olan Konya'dan medrese tahsili
için genç yaşta ayrılmış ve Dava Vekilliği yaptığı Ödemiş'e ilk eşi Şefika
Hanım ile evlenerek yerleşmiştir. Şefika Hanım'dan çocuğu olmayınca Şefika
Hanım'la beraber hacca gitmeleri şartı ile Yusuf Efendi'ye çocuk verebilecek
bir hanımla evlenmesine izin vermiş ve dünyaya gelen Mehmet Kemal ile Ömer Lütfi'ye
ikinci annelik yapmıştır. Ağabeyi Mehmet Kemâl, İstanbul Hukuk Fakültesi'nde
okuduğu için Ömer Lütfi, Denizli Lisesi'ni (o tarihte Ödemiş'te lise yoktu)
bitirdikten sonra ailesine yük olmamak için askeri talebe olarak İstanbul Diş
Tabipliği Fakültesi'nde okuyarak 1949 yılında mezun olmuştur. Teğmen rütbesi
ile mezun olduğu yıl Fatma Müesser Hanım ile evlenen Ömer Lütfi, Ankara,
Merzifon, İzmir, Visbaden, Kütahya ve Eskişehir Hava Hastanelerindeki görev
yıllarından sonra albay rütbesi ile emekliye ayrılmıştır. Bu yıllar sırasında
Ödemiş'te büyük kızı Hasene, Merzifon'da Atiye ve büyük oğlu Yusuf Ammar,
İzmir'de de küçük oğlu Ahmed Tahir ile küçük kızı Feyziye dünyaya gelmişlerdir.
İstanbul'da diş tababetinde okuduğu yıllarda tanımak bahtiyarlığına eriştiği Ahmed
Tahir Memiş Hazretlerinden aldığı feyz ve muhabbet vefatlarında vazifeyi
devrettikleri Mustafa Özeren Efendi Hazretleri ile devam etmiş ve Ömer Lütfi bu
rabıtanın bu dünya ile ilgili kısmını son nefesindeki "ALLAH"
kelamına kadar terk etmemiştir.
Bu rabıtada aldığı zevki ve heyecanı paylaşmak isteği ile okuyacağınız
"Muhabbet Üzerine" adını verdiğimiz eseri kaleme almıştır.
Allah Teâlâ bizlere de bu rabıtanın kokusunu nasip eder inşallah.
Amin.
[118] İlmiyye
Salnamesi (haz. Seyit Ali Kahraman v.dgr.), İstanbul 1998, s. 225, 660; Mahir
İz. Yılların İzi, İstanbul 1975, s. 230; Muzaffer Gökman. Kitaplar Arasında 44
Yıl, İstanbul 1977, s. 140; Ömer Lütfi Toygar, Muhabbet Üzerine, İstanbul, ts.,
s. 12-72; Abdullah Kucur, "Hoca Ahmed Tahir Memiş Efendi", Sahabeden
Günümüze Allah Dostları, İstanbul 1996, X, 21-31. Nihat Azamat
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar