Print Friendly and PDF

HÂFIZ DİVÂNI / HÂFIZ-I ŞİRÂZÎ 0



 Hazırlayan: ABDÜLBÂKIY GÖLPINARLI

Düzenleme:
İhramcizade İsmail Hakkı

 

1

Sâki, döndür kadehi, herkese sun, bana da ver. Çünkü aşk, önce kolay göründü ama sonradan çok müşküller meydana geldi.

Sabah yeli, misk kokusu almak ümidiyle sevgilinin alnına dökülen saçları açınca o güzel kokulu saçların kıvrımlarından yürekler ne kanlara boyandı!

Pîr-i Mugân, sana “Seccadeyi şaraba boya” derse çekinme, dediğini yap. Çünkü yol ehli, konakların yolundan, yordamından bihaber değildir.

Sevgiliye giden yolun konaklarında nasıl istirahat edebilir, nasıl zevk ve safaya dalabilirim? Çan, yükleri bağlayın diye feryadedip durmakta.

Kapkaranlık bir gece... dalga korkusu ve bu derece dehşetli bir girdap. Sahilde rahat rahat yolculuk edenler, halimizi nerden bilecekler?

Sevgilinin muradını gözetmeden kendi dileğime uyup yaptığım her iş, beni rusvay edip gitti; nihayet adım kötüye çıktı. Zaten meclislerde söylenip duran sır, nasıl olur da gizli kalır ki?

Hâfız, daimî bir huzura ermek, sevgiliye vâsıl olmak istiyorsan ondan gafil olma. Sevdiğine ulaşınca da artık dünyayı bırak, âlemi terk et.

Elâ-yâ eyyühesâki edir ke'sen ve nâvilhâ

Ki'ışk asan nemüd evvel veli uftâd müşkilhâ

1‏

 

الا يا ايها الساقی ادر کاسا و ناولها

که عشق آسان نمود اول ولی افتاد مشکل‌ها

به بوی نافه‌ای کاخر صبا زان طره بگشايد

ز تاب جعد مشکينش چه خون افتاد در دل‌ها

 

مرا در منزل جانان چه امن عيش چون هر دم

جرس فرياد می‌دارد که بربنديد محمل‌ها

به می سجاده رنگين کن گرت پير مغان گويد

که سالک بی‌خبر نبود ز راه و رسم منزل‌ها

شب تاريک و بيم موج و گردابی چنين هايل

کجا دانند حال ما سبکباران ساحل‌ها

 

همه کارم ز خود کامی به بدنامی کشيد آخر

نهان کی ماند آن رازی کز او سازند محفل‌ها

حضوری گر همی‌خواهی از او غايب مشو حافظ

متی ما تلق من تهوی دع الدنيا و اهملها

**

 

2.

Sâki, kadehimizi şarabın nuruyle parlat. Çalgıcı, sen de çal. Çünkü âlem tam istediğimiz hale geldi, bize uydu.

Ey şaraptan aldığımız lezzetten haberi olmayan! Biz, kadehte sevgilinin yüzünün aksini görmüşüz.

Uzun boylu güzellerin işveleri, nazları, salına salına yürüyen selvi boylumuzun cilvelerle gelişine kadar sürer.

Gönlü aşkla diri olan asla ölmez. Biz de âşıkız, şu halde ebediliğimiz âlem ceridesine kaydedilmiştir.

Korkarım, hesap gününde şeyhin helâl ekmeği, bizim haram suyumuzdan fazla bir işe yaramayacak, ikisi de bir tutulacak!

Ey rüzgâr, yolun dostların bahçesine uğrarsa sevgiliye selâmımızı arz et, sakın unutma ve tarafımızdan

De ki: Adımızı neye anmıyor, neden bizi kasten hatırdan çıkarıyorsun ?

Zaten anılmayacağımız bir zaman gelecek!

Gönlümüzü alan sevgilimizin gözlerine sarhoşluk ne de güzel yaraşıyor. O cihetten bizim de irade ve ihtiyarımızı sarhoşluğa teslim etmişler.

Hâfız, gözünden gözyaşı tanelerini saç dur, belki vuslat kuşu tuzağımıza gelip konar, olur ya!

Yeşil felek deniziyle hilâl kayığı bile Hacı Kıvam’ımızın nimetine gark olmuştur.

Sâki benür-ı bade berefrüz câm-ı ma

Mutrib bigü ki kâr-ı cihan şud bekâm-ı ma

10‏

 

ساقی به نور باده برافروز جام ما

مطرب بگو که کار جهان شد به کام ما

 

ما در پياله عکس رخ يار ديده‌ايم

ای بی‌خبر ز لذت شرب مدام ما

هرگز نميرد آن که دلش زنده شد به عشق

ثبت است بر جريده عالم دوام ما

 

چندان بود کرشمه و ناز سهی قدان

کايد به جلوه سرو صنوبرخرام ما

 

ای باد اگر به گلشن احباب بگذری

زنهار عرضه ده بر جانان پيام ما

 

گو نام ما ز ياد به عمدا چه می‌بری

خود آيد آن که ياد نياری ز نام ما

مستی به چشم شاهد دلبند ما خوش است

زان رو سپرده‌اند به مستی زمام ما

ترسم که صرفه‌ای نبرد روز بازخواست

نان حلال شيخ ز آب حرام ما

 

حافظ ز ديده دانه اشکی همی‌فشان

باشد که مرغ وصل کند قصد دام ما

 

دريای اخضر فلک و کشتی هلال

هستند غرق نعمت حاجی قوام ما

**

SOFİ, GEL... KADEHİN AYNASI TERTEMİZ

 

3.

Sofi, gel... kadehin aynası tertemiz. Gel de lâl renkli şarabın anlığını gör, neşesini, zevkini seyret!

Anka kimseye avlanmaz, tuzağını topla. Burada tuzağın eline havadan başka bir şey geçmez.

Eldeki fırsatı ganimet bilmeye çalış. Âdem bile nasibi tükenince cenneti terk etti.

Âlem meclisinde bir iki kadeh çek, sonra yürü, git; yani daimi vuslata tamah etme.

Gönül, gençlik çağı geçti, hayattan bir gül deremedin. Artık kocalıkta bir şey yap bari.

Eşiğinde çok hizmetler ettik, sende hayli hakkımız var. Sen de köleyi, merhamet et de bir gör, gözet!

Perdenin içyüzündeki sırrı sarhoş rintlere sor. Bu hal, makamı yüce zahitte yoktur.

Hâfız, şarap kadehinin mürididir, ey seher yeli, bu kulun kulluğunu Câm Şeyhi’ne arz et!

Sufî biyâ ki âyine sâfist câmrâ

Tâ bingeri sefâ-yı mey-i la'l-fâmârâ

7‏

 

صوفی بيا که آينه صافيست جام را

تا بنگری صفای می لعل فام را

راز درون پرده ز رندان مست پرس

کاين حال نيست زاهد عالی مقام را

عنقا شکار کس نشود دام بازچين

کان جا هميشه باد به دست است دام را

 

در بزم دور يک دو قدح درکش و برو

يعنی طمع مدار وصال دوام را

ای دل شباب رفت و نچيدی گلی ز عيش

پيرانه سر مکن هنری ننگ و نام را

در عيش نقد کوش که چون آبخور نماند

آدم بهشت روضه دارالسلام را

 

ما را بر آستان تو بس حق خدمت است

ای خواجه بازبين به ترحم غلام را

حافظ مريد جام می است ای صبا برو

وز بنده بندگی برسان شيخ جام را

**

 

4.

Gönül elden gidiyor, ey gönül sahipleri. Allah için yardım edin. Yazıklar olsun, gizli dert, açığa çıkacak!

Gemimiz oturmuş, hareketten kalmış. Ey muvafık rüzgâr, kalk, es. Belki aşina sevgilinin yüzünü bir daha görürüz.

Dostum, feleğin on günlük sevgisi masaldan, hikâyeden ibarettir. Dostlara iyilik etmek için şu on günlük fırsatı ganimet bil!

Bülbül dün gece gül ve şarap meclisinde "Sarhoşlar, uyanın... sabah şarabını getirin" diye ne güzel de şakıdı...

İskender’in aynası şarap kadehidir. Bir bak da sana Dara saltanatının akıbetini göstersin.

Ey kerem ve ihsan sahibi, selâmettesin, sağ esensin. Buna şükret de yoksul biçareyi bir günceğiz olsun, sor, soruştur!

İki cihanın da istirahati şu iki sözün tefsirinden ibarettir: Dostlara mürüvvet, düşmanlarla geçim!

Bize iyi ad san kazanma civarına yol vermediler. Beğenmiyorsan takdiri değiştir!

Zahidin “kötülüklerin aslı” dediği o üzüm suyu yok mu... bize kızoğlan kızları öpmeden daha hoş, daha tatlı!

Elin daraldığı vakit, yoksulluğa düştüğün zaman içmeye, sarhoş olmaya çalış. Çünkü bu varlık kimyası, yoksulu Karun yapar.

Serkeşliğe kalkışma sakın. Avucunda mermeri bile balmumu gibi eriten sevgili, gayrete gelir, kıskanır da seni mum gibi yakar, yandırır.

Farsça söyleyen güzeller, adamın ömrüne ömür katarlar. Sâki, zahit rintlere müjde ver!

Ey eteği temiz şeyh, bizi mazur gör. Hâfız, bu şaraba bulaşmış hırkayı kendiliğinden giymedi ya!

Dil mireved zi destem şâhib-dilan Hudârâ

Derdâ ki derd-i pinhan hânedşud âşikârâ

 

5

 

دل می‌رود ز دستم صاحب دلان خدا را

دردا که راز پنهان خواهد شد آشکارا

 

کشتی شکستگانيم ای باد شرطه برخيز

باشد که بازبينيم ديدار آشنا را

 

ده روزه مهر گردون افسانه است و افسون

نيکی به جای ياران فرصت شمار يارا

 

در حلقه گل و مل خوش خواند دوش بلبل

هات الصبوح هبوا يا ايها السکارا

 

ای صاحب کرامت شکرانه سلامت

روزی تفقدی کن درويش بی‌نوا را

آسايش دو گيتی تفسير اين دو حرف است

با دوستان مروت با دشمنان مدارا

 

در کوی نيک نامی ما را گذر ندادند

گر تو نمی‌پسندی تغيير کن قضا را

آن تلخ وش که صوفی ام الخباثش خواند

اشهی لنا و احلی من قبله العذارا

هنگام تنگدستی در عيش کوش و مستی

کاين کيميای هستی قارون کند گدا را

سرکش مشو که چون شمع از غيرتت بسوزد

دلبر که در کف او موم است سنگ خارا

 

آيينه سکندر جام می است بنگر

تا بر تو عرضه دارد احوال ملک دارا

 

خوبان پارسی گو بخشندگان عمرند

ساقی بده بشارت رندان پارسا را

حافظ به خود نپوشيد اين خرقه می آلود

ای شيخ پاکدامن معذور دار ما را

**

 

5.

Sâki, kalk... kadehi doldur, sun. Dünya gamının başına toprak saç!

Şarap kadehini elime ver de bu gök renkli hırkayı üstümden atayım.

Sarhoşluk, akıllılara göre kötü bir şöhrettir ama biz şanı, şöhreti zaten istemiyoruz ki.

Şarap sun, ne vakte dek sürecek bu gurur yeli?

İnsanı böyle şeylerle aldatan nefsin toprak başına!

Ağlayıp inleyen gönlümün ahındaki duman bu ham ve donmuş kişileri yaktı, yandırdı.

Deli gönlümün sırrına mahrem olacak ne halktan kimse var, ne ileri gelenlerden!

Yalnız, gönül avutan sevgiliyle hatırım hoş. O, benim gönlümden sabrı, rahatı bir uğurdan aldı, götürdü.

O gümüş endamlı sevgiliyi gören artık çayırdaki selviye bakamaz.

Hâfız, nihayet günün birinde mutlaka muradına erişmek istersen gece gündüz şiddetlere, mihnetlere sabret.

Sâkiyâ berhiz-u berdih câmrâ

Hâk ber ser kun ğam-ı eyyâmrâ

8‏

 

ساقيا برخيز و درده جام را

خاک بر سر کن غم ايام را

 

ساغر می بر کفم نه تا ز بر

برکشم اين دلق ازرق فام را

گر چه بدناميست نزد عاقلان

ما نمی‌خواهيم ننگ و نام را

باده درده چند از اين باد غرور

خاک بر سر نفس نافرجام را

 

دود آه سينه نالان من

سوخت اين افسردگان خام را

 

محرم راز دل شيدای خود

کس نمی‌بينم ز خاص و عام را

با دلارامی مرا خاطر خوش است

کز دلم يک باره برد آرام را

 

ننگرد ديگر به سرو اندر چمن

هر که ديد آن سرو سيم اندام را

 

صبر کن حافظ به سختی روز و شب

عاقبت روزی بيابی کام را

**

 

6.

Gül bahçesine yine gençlik çağının parlaklığı geldi. Güzel nağmeli bülbüle yine gül müjdesi erişti.

Ey sabah rüzgârı, terütaze yeşilliğe uğrarsan selviye, güle, fesleğene selâmımızı götür.

Şarap satan muğbeçe böyle cilvelenip durursa meyhane kapısını kirpiklerimle süpürürüm.

Amber gibi güzel kokulu, simsiyah ve büklüm büklüm saçlarını ay yüzüne çevgân yapan güzel, zaten hayran olup kalmışım, beni ıstıraba düşürme, başımı büsbütün döndürme.

Korkarım, tortulu şarap içenlere gülen, onlarla alay eden bu kavim, meyhane havasıyle imanını da elden çıkarır.

Tanrı erlerine dost ol. Nuh’un gemisinde öyle bir toprak var ki Tufanı bile bir damlacık su sayar!

Son yatacağı yer bir iki avuç topraktan ibaret olan kişiye de ki: Sarayını, çardağını göklere kadar yüceltmeye ne hacet var?

Feleğin evinden çık, oradan ekmek isteme. Bu zalim, nihayet konuğunu öldürür.

Benim Kenan ayına benzeyen güzelim, Mısır saltanatı eline geçti, artık zindanı terketmenin tam vakti.

Hâfız, şarap iç, rintlikte bulun, hoş ol. fakat başkaları gibi Kur’an’ı tezvir tuzağı yapma!

Revnak-ı ‘ahd-ı şebâbest diğer bustanrâ

Miresed müjde-i gul bulbul-i hoş-elhanrâ

9‏

 

رونق عهد شباب است دگر بستان را

می‌رسد مژده گل بلبل خوش الحان را

ای صبا گر به جوانان چمن بازرسی

خدمت ما برسان سرو و گل و ريحان را

 

گر چنين جلوه کند مغبچه باده فروش

خاکروب در ميخانه کنم مژگان را

 

ای که بر مه کشی از عنبر سارا چوگان

مضطرب حال مگردان من سرگردان را

 

ترسم اين قوم که بر دردکشان می‌خندند

در سر کار خرابات کنند ايمان را

 

يار مردان خدا باش که در کشتی نوح

هست خاکی که به آبی نخرد طوفان را

برو از خانه گردون به در و نان مطلب

کان سيه کاسه در آخر بکشد مهمان را

 

هر که را خوابگه آخر مشتی خاک است

گو چه حاجت که به افلاک کشی ايوان را

ماه کنعانی من مسند مصر آن تو شد

وقت آن است که بدرود کنی زندان را

حافظا می خور و رندی کن و خوش باش ولی

دام تزوير مکن چون دگران قرآن را

**

 

7.

Ben nerde, nefsini ıslah etmek nerde?

Aradaki aykırılığa bak, yol nerden nereye gidiyor?

Salihlikle takvanın rintlikle ne münasebeti var? Vaiz dinleme nerde, rebap sesini dinleme nerde?

İbadet yerine gitmeden, riya hırkasını giymeden usandım artık. Muğların manastırı nerde, halis ve sâf şarap nerde?

Vuslat zamanı gelip geçti, hatırası kaldı. Allah selâmet versin... nerde kaldı o cilveler, ne oldu o azarlayışlar?

Düşmanların gönlü, sevgilinin yüzünden ne haz duyabilir? Sönmüş mum nerde, güneş nerde ?

Sevgilinin çene çukuruna pek bakma, yolda kuyu var. Gönül, bu aceleyle nereye koşup gidiyorsun ?

Basiretimizin sürmesi eşiğinin toprağıdır. Emret, biz bu kapıdan nereye gidelim?

Sevgili, Hâfız’dan karar isteme, uyku bekleme, karar ne demek, sabretme de ne, uyku da nerde ki?

Salâh-ı kar kucâ vu men-i harâb kucâ

Bibin tefâvut-ı reh ez kucâst ta be kucâ

2‏

صلاح کار کجا و من خراب کجا

ببين تفاوت ره کز کجاست تا به کجا

 

دلم ز صومعه بگرفت و خرقه سالوس

کجاست دير مغان و شراب ناب کجا

 

چه نسبت است به رندی صلاح و تقوا را

سماع وعظ کجا نغمه رباب کجا

ز روی دوست دل دشمنان چه دريابد

چراغ مرده کجا شمع آفتاب کجا

 

چو کحل بينش ما خاک آستان شماست

کجا رويم بفرما از اين جناب کجا

 

مبين به سيب زنخدان که چاه در راه است

کجا همی‌روی ای دل بدين شتاب کجا

بشد که ياد خوشش باد روزگار وصال

خود آن کرشمه کجا رفت و آن عتاب کجا

 

قرار و خواب ز حافظ طمع مدار ای دوست

قرار چيست صبوری کدام و خواب کجا

**

 

8.

O Şirazlı Türk güzeli, bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı kabul eylerse yanağındaki kara bene Semerkand’i de bağışlarız, Buhara’yı da!

Sâki, o kalan şarabı sun. Çünkü cennette ne Rüknâbât suyunun kıyısını bulabilirsin, ne de Gülgeşti Musallâ’yı.

Feryat, feryat... bu şuh, bu cilveli, bu şehri birbirine katan kara kaşlı, kara gözlü güzeller, sabrımızı öyle bir yağmaladılar ki Türkler de hanı yağmayı ancak öyle kapışır, öyle yağmalarlar.

Ben o Yusuf’un günden güne artan güzelliğinden anladım ki aşk, Zelihâ’yı bile ismet perdesinden çıkarır.

Bana kötü söz söyledin, razıyım. Tanrı affetsin, iyi söyledin ama o şekerler çiğneyen lâl renkli dudağa acı söz yaraşıyor mu?

Sevgili, nasihatimi dinle. Saadetli, bahtiyar gençler bilgili ihtiyarın nasihatim dinlerler.

Sevgilinin güzelliği, bizim noksan aşkımızdan müstağnidir. Güzel yüzün düzgüne, allığa, bene, rastığa ne ihtiyacı var?

* Musikiden, şaraptan bahset. Zamanın sırrına ait münakaşaya pek girişme. Çünkü bu muammayı, felsefeyle kimse halletmedi de, edemez de!

Hâfız, gazel söyledin, inciler deldin. Gel, şimdi bir de güzelce oku da felek, Süreyya yıldızını senin bu inci dizine saçsın,  

Eğer an Turk-i Şirâzi bedest âred dil-i mara

Be hal-i hinduyeş bahşem Semerkand-u Buhârârâ

3‏

 

اگر آن ترک شيرازی به دست آرد دل ما را

به خال هندويش بخشم سمرقند و بخارا را

 

بده ساقی می باقی که در جنت نخواهی يافت

کنار آب رکن آباد و گلگشت مصلا را

 

فغان کاين لوليان شوخ شيرين کار شهرآشوب

چنان بردند صبر از دل که ترکان خوان يغما را

 

ز عشق ناتمام ما جمال يار مستغنی است

به آب و رنگ و خال و خط چه حاجت روی زيبا را

من از آن حسن روزافزون که يوسف داشت دانستم

که عشق از پرده عصمت برون آرد زليخا را

 

اگر دشنام فرمايی و گر نفرين دعا گويم

جواب تلخ می‌زيبد لب لعل شکرخا را

نصيحت گوش کن جانا که از جان دوست‌تر دارند

جوانان سعادتمند پند پير دانا را

 

حديث از مطرب و می گو و راز دهر کمتر جو

که کس نگشود و نگشايد به حکمت اين معما را

 

غزل گفتی و در سفتی بيا و خوش بخوان حافظ‏

که بر نظم تو افشاند فلک عقد ثريا را

**

 

9.

 

Sevgili, güzellik ayı, yüzünden ziyalanmakta; güzellik, çene çukurundan şeref bulmakta.

Acaba bizim hiç bir yere dağılmayan, ancak sende olan düşüncemizle senin dağınık zülfün ne vakit bir araya gelecek; ne vakit bu muradımıza erişeceğiz?

Dudağa gelmiş can, seni görmek dileğinde. Geriye mi dönsün, çıksın mı; fermanın nedir ?

Bizim yanımıza uğrayınca eteğini topraktan, kandan sakın. Çünkü bu yolda birçok kurbanların var!

Dostlar, gönül, sırrını faş ediyor. Aman, sevgiliye haber verin, merhamet etsin de ben de kurtulayım, siz de kurtulun!

Gözünün hüküm sürdüğü devirde hiç kimse zâhitlikten faydalanmadı, herkes, o gözlere âşık oldu. Sarhoş gözlerinin de zahitlik satmaması, âşıklara bakması daha iyi.

Uykulara bulanmış bahtımız galiba uyanacak. Çünkü parlak yüzün, bahtımızın gözüne su serpti!

Yanağından sabah rüzgârına bir deste gül yoldaş et de gönder... Belki ayağını bastığın gül bahçesinin toprağından bir koku duyarız.

Ey Cem meclisinin sâkileri, zamanınızda kadehiniz şarapla dolmadı ama yine ömrünüz uzun olsun, muradınıza erişin!

Ey yıldızı yüce padişahlar padişahı, Tanrı için olsun bir himmet et de yıldız gibi ben de sarayının toprağını öpeyim!

Sevgili, Hâfız bir dua etmekte, işit ve amin de: Dilerim, şeker saçan dudağın bize kısmet olsun!

*          Ey seher yeli, Yezd’lilere tarafımızdan de ki: Hakkınızı tanımayan, gözetmeyen, kişilerin başı, çevgânınızın topu olsun!

*          Sizden uzağız ama yine padişahınızın kuluyuz, yine sizi övmekteyiz.

Ey furüğ-ı mâh-ı hüsn ez rây-ı rahşân-ı şumâ

Ab-ı rüy-ı hübi ez çâh-ı zenehdân-ı şumâ

12‏

 

ای فروغ ماه حسن از روی رخشان شما

آب روی خوبی از چاه زنخدان شما

عزم ديدار تو دارد جان بر لب آمده

بازگردد يا برآيد چيست فرمان شما

 

کس به دور نرگست طرفی نبست از عافيت

به که نفروشند مستوری به مستان شما

بخت خواب آلود ما بيدار خواهد شد مگر

زان که زد بر ديده آبی روی رخشان شما

با صبا همراه بفرست از رخت گلدسته‌ای

بو که بويی بشنويم از خاک بستان شما

 

عمرتان باد و مراد ای ساقيان بزم جم

گر چه جام ما نشد پرمی به دوران شما

دل خرابی می‌کند دلدار را آگه کنيد

زينهار ای دوستان جان من و جان شما

کی دهد دست اين غرض يا رب که همدستان شوند

خاطر مجموع ما زلف پريشان شما

 

دور دار از خاک و خون دامن چو بر ما بگذری

کاندر اين ره کشته بسيارند قربان شما

 

ای صبا با ساکنان شهر يزد از ما بگو

کای سر حق ناشناسان گوی چوگان شما

گر چه دوريم از بساط قرب همت دور نيست

بنده شاه شماييم و ثناخوان شما

 

ای شهنشاه بلنداختر خدا را همتی

تا ببوسم همچو اختر خاک ايوان شما

 

می‌کند حافظ دعايی بشنو آمينی بگو

روزی ما باد لعل شکرافشان شما

**

 

10.

Ey seher yeli, o güzel ceylana mülâyemetle söyle, bizi dağlara, ovalara salan sensin!

Ömrü uzun olasıca şekerci, bilmem ki neden şekerle beslenen duduyu bir arayıp sormaz!

Ey gül, yoksa güzelliğinin verdiği gurur müsaade mi etmiyor, neden şeyda bülbülün halini bir kerecik olsun sormuyorsun?

Nazar ehli; güzel huyla, lütuf la avlanabilir. Akıllı kuşu bağla, tuzakla tutmak imkânı yoktur.

Sevgilinle oturup şarap içtiğin vakitte bari senden nasibi olmayan dostları hatırla!

Bilmem ki neden selvi boylu, kara gözlü, ay yüzlü güzeller kimseye bir aşinalık göstermiyorlar?

Güzelliğinde hiç bir ayıp, hiç bir noksan yok. Ancak şu kadarcık bir şey söylenebilir; Sevgiden anlamıyorsun, vefasızsın!

Gökyüzünde Zühre, Hâfız’ın şiirlerini terennüm ederek İsâ’yı bile oynatsa şaşılmaz doğrusu.

Sabâ be lütf bigü an ğazâl-i ra'nârâ

Ki ser be kühu beyaban tu dâdei mârâ

4‏

 

صبا به لطف بگو آن غزال رعنا را

که سر به کوه و بيابان تو داده‌ای ما را

شکرفروش که عمرش دراز باد چرا

تفقدی نکند طوطی شکرخا را

غرور حسنت اجازت مگر نداد ای گل

که پرسشی نکنی عندليب شيدا را

به خلق و لطف توان کرد صيد اهل نظر

به بند و دام نگيرند مرغ دانا را

 

ندانم از چه سبب رنگ آشنايی نيست

سهی قدان سيه چشم ماه سيما را

چو با حبيب نشينی و باده پيمايی

به ياد دار محبان بادپيما را

 

جز اين قدر نتوان گفت در جمال تو عيب

که وضع مهر و وفا نيست روی زيبا را

در آسمان نه عجب گر به گفته حافظ

سرود زهره به رقص آورد مسيحا را

**

 

11

O güzellik padişahının yanında bulunanlara bu dileği kim bildirecek? Padişahlık şükrânesi olarak yoksulu gözden çıkarmasın.

Şeytan huylu engelden Tanrı’ma ağlayıp yalvarmadayım, belki Hakk rızasıyçin o şihap bir yardım eder.

Yanağını parlattın mı bütün âlemin gönlünü yakıyorsun. Fakat bundan sana ne fayda var? Niçin herkesle iyi geçinmiyorsun?

Sevgili, siyah kirpiklerin kanımıza girmeyi emrettiyse onların hilesine kapılıp yanılma, bir düşün, taşın!

Bütün gece şunu ummaktayım: Seher yeli, aşina âşıkı, aşinaların haberini getirerek belki memnun eder.

*          Sevgili, parlayan ay gibi yüzünle, gönül kapan selvi gibi boyunla âşıkların başına kopardığın bu kıyamet ne?

*          Allah için olsun seher vakitlerinde kalkan Hâfız’a bir yudumcuk şarap ver de duasını al, seher çağlarındaki dua makbuldür.

Be mulâzimân-ı sultan ki resâned in dü'ârâ

Ki be şukr-i Pâdşâhi zi nazar meran gedârâ

6‏

 

به ملازمان سلطان که رساند اين دعا را

که به شکر پادشاهی ز نظر مران گدا را

ز رقيب ديوسيرت به خدای خود پناهم

مگر آن شهاب ثاقب مددی دهد خدا را

مژه سياهت ار کرد به خون ما اشارت

ز فريب او بينديش و غلط مکن نگارا

 

دل عالمی بسوزی چو عذار برفروزی

تو از اين چه سود داری که نمی‌کنی مدارا

همه شب در اين اميدم که نسيم صبحگاهی

به پيام آشنايان بنوازد آشنا را

 

چه قيامت است جانا که به عاشقان نمودی

دل و جان فدای رويت بنما عذار ما را

به خدا که جرعه‌ای ده تو به حافظ سحرخيز

که دعای صبحگاهی اثری کند شما را

**

 

Dün gece Pîrimiz, mescitten meyhaneye geldi. Yoldaşlar, bundan sonra ne yapalım, ne tedbirde bulunalım ki?

Biz müritleriz. Pirimiz meyhaneye yüz tutunca biz nasıl kıbleye yöneliriz?

Artık biz de muğların harabatına konalım, orayı yurt edinelim; ezelden takdirimiz böyleymiş!

Eğer akıl, zülfüne bağlanan gönlün ne hoş bir halde olduğunu bilse bütün akıllar bizim zincirlerimize düşmeye, divane olmaya çalışırlardı.

Güzel yüzün, bize lütfedip güzellikten bir ayet, bir bürhan gösterdi. O zamandan beri bizim tefsirimizde her söz, güzellikten, letafetten ibaret.

Bütün gece çektiğimiz ateşli ahlarla bütün gece dinmeyen gönül ateşimiz, acaba bir gececik olsun yüreğine tesir eder mi ki?

Hâfız, artık sus. Ah okumuz gök kubbesini bile delip geçer. Canına acı, okumuzdan sakın.

Düş ez mescid suy-i meyhane amed Pır-i mâ

Çist yâran-ı tarikat ba'dezin tedbir-i mâ

10‏

 

دوش از مسجد سوی ميخانه آمد پير ما

چيست ياران طريقت بعد از اين تدبير ما

 

ما مريدان روی سوی قبله چون آريم چون

روی سوی خانه خمار دارد پير ما

در خرابات طريقت ما به هم منزل شويم

کاين چنين رفته‌ست در عهد ازل تقدير ما

 

عقل اگر داند که دل دربند زلفش چون خوش است

عاقلان ديوانه گردند از پی زنجير ما

روی خوبت آيتی از لطف بر ما کشف کرد

زان زمان جز لطف و خوبی نيست در تفسير ما

با دل سنگينت آيا هيچ درگيرد شبی

آه آتشناک و سوز سينه شبگير ما

 

تير آه ما ز گردون بگذرد حافظ خموش

رحم کن بر جان خود پرهيز کن از تير ما

 

**

 

 

 

13.

Sevgiliye dedim ki; ey güzeller padişahı, bu garibe acı; dedi ki: Yoksul garip, gönül havasına uyar, gönül peşine düşerse yolunu azıtır gider.

Bir an olsun dur, geçip gitme dedim. “Evde yetişen, yabancılarla düşüp kalkmayan bir kişi bu kadar garibin derdine nasıl takat getirebilir?" dedi.

Garip, dikeni döşek edinir, taşı yastık yaparmış. Padişahın üstünde yattığı sincap kürküne yan gelmiş uyumuş olan bir nazeninin umurunda mı?

Ey zincire benzeyen saçları, bunca aşina âşıkın mekânı olan sevgili, kızıl yanağına öyle misk gibi simsiyah ve eşsiz ben ne de güzel yaraşmış.

Sevgili, ay gibi yüzünde şarabın aksi, ağustos gülü üzerinde erguvan yaprağının eşsiz güzelliği gibi görünmekte.

Nigâristanda misk gibi nakışlara şaşılmazsa da senin yanağının etrafında o karınca gibi ince nakışlar pek şaşılacak bir güzellikte!

Alnına dökülen ve gece renginde olan saçları garipler akşamı dilber, bu garip, seher çağlarında ağlayıp inlerse bu ağlayıştan, bu inleyişten çekin, dedim.

Dedi ki: Hâfız, aşinalar bile hayret makamındayken senin gibi garibin hasta ve miskin bir hale düşmesinden daha tabiî ne olabilir?

Güftem ey sultân-ı hüban rahm kun ber in ğarib

Guft der dunbâl-i dil reh gum kuned miskin ğarib

14‏

 

گفتم ای سلطان خوبان رحم کن بر اين غريب

گفت در دنبال دل ره گم کند مسکين غريب

 

گفتمش مگذر زمانی گفت معذورم بدار

خانه پروردی چه تاب آرد غم چندين غريب

خفته بر سنجاب شاهی نازنينی را چه غم

گر ز خار و خاره سازد بستر و بالين غريب

 

ای که در زنجير زلفت جای چندين آشناست

خوش فتاد آن خال مشکين بر رخ رنگين غريب

 

می‌نمايد عکس می در رنگ روی مه وشت

همچو برگ ارغوان بر صفحه نسرين غريب

 

بس غريب افتاده است آن مور خط گرد رخت

گر چه نبود در نگارستان خط مشکين غريب

 

گفتم ای شام غريبان طره شبرنگ تو

در سحرگاهان حذر کن چون بنالد اين غريب

 

گفت حافظ آشنايان در مقام حيرتند

دور نبود گر نشيند خسته و مسکين غريب

**

 

Sabah oluyor, bulut göğe perde çekti hava sünbüli; arkadaşlar, şarap getirin, şarap!

Çiğ tanesi lâlenin yanağına damlamakta. Dostlar, durmayın, getirin şarabı!

Çayırlıktan cennet yeli esiyor. Haydin, her an halis şarap için!

Gül, çimenlikte zümrüt tahtını kurdu. Sen de ateş gibi lâl renginde kızıl şarabı ele al.

Eğer meyhanenin kapısını kapadılarsa ey bağlı kapıları açan Tanrı, lütfet, aç!

* Canımızda ve yanmış, kebab olmuş gönüllerin yaralarında dudaklarının ne kadar tuz hakkı var.

Böyle bir mevsimde meyhaneyi kapatırlarsa şaşılır doğrusu.

* Hâfız gibi, peri bedenli sâkinin yüzüne bakarak halis ve berrak şarabı çek gitsin!

Midemed subh-u küleh best sehâb

Es sabüh es sabüh yâ ashâb

13‏

 

می‌دمد صبح و کله بست سحاب

الصبوح الصبوح يا اصحاب

 

می‌چکد ژاله بر رخ لاله

المدام المدام يا احباب

 

می‌وزد از چمن نسيم بهشت

هان بنوشيد دم به دم می ناب

تخت زمرد زده است گل به چمن

راح چون لعل آتشين درياب

در ميخانه بسته‌اند دگر

افتتح يا مفتح الابواب

 

لب و دندانت را حقوق نمک

هست بر جان و سينه‌های کباب

اين چنين موسمی عجب باشد

که ببندند ميکده به شتاب

 

بر رخ ساقی پری پيکر

همچو حافظ بنوش باده ناب

**

 

Devlet sabahı açılmakta... güneşe benzer kadeh nerde? Ele bundan daha âlâ bir fırsat nerden geçecek? Sun şarap kadehini!

Evde ağyar yok. Sâki yâr, çalgıcı lâtifeler etmekte, işret mevsimi, kadehin döneceği zaman, gençlik çağı...

* Hususî bir halvet, emniyetli bir yer, gönül açan bir seyrangâh... yarabbi, bunları uyanıkken mi görüyorum, yoksa uykuda rüya mı görmekteyim ?

İç açmak, neşeye güzellik vermek için erimiş lâlle altın kadehi mezcetmek pek hoş, pek münasip.

Anlayışlı tabiat bezeyicisi, şarabın letafetini düşündü de gül suyundan daha hoş olduğunu anlayıp gül suyunu ne de hoş bir surette gül yaprağının gönlünde gizledi.

Dilberle sâki el çırpmakta, çalgıcı raks etmekte... Sâkinin bakışı şaraba tapanların gözlerinden uykuyu uçurdu gitti!

O ay, Hâfız’ın incilerine müşteri olalı rebap sesi, her an ta Zührenin kulağına kadar varmakta!

*          Dünyaları ihsan eden padişah neşe meclisinde ihamla konuşmakta, lâtifeci ve tatlı sözlü Hâfız da hazır cevaplık etmekte, nükteler yapmakta!

Subh-ı devlet midemed ku cam hemçun âftâb

Fursati zin bih kucâ yâbem bidıh cam ı serâb

**

 

 

16.

Gönül, onun muhabbetinin haremidir, göz, yüzüne ayna tutmaktadır.

İki cihana da baş eğmediğim halde boynum, onun minnet yükünün altında.

Sen Tûba’yı düşünmedesin, biz sevgilinin boyunu. Herkesin düşüncesi, himmetincedir.

Ben, eteği bulaşmış bir adamsam ona ne ziyanı var? Bütün âlem onun ismetine şahittir.

O haremde ben kim oluyorum ki sabah rüzgârı bile hürmete değer hareminin perdeciliğini yapmakta.

*          Göz penceresi hayalinden hali kalmasın. Çünkü bu bucak, ancak onun halvet yeri.

*          Yeşilliği bezeyen her taze gül, onun sohbetinin renginden, onun dostluğundan kokusundan bir eser. Hepsi rengi, kokuyu ondan kazanmış.

Mecnun’un devri geçti, şimdi nöbet bizim. Bu âlemde herkesin beş günceğiz bir nöbeti var!

Âşıklık saltanatı, neşe hâzinesi... Hulâsa nem varsa hepsi onun himmetiyle.

• Ben ve gönül, yok olacakmışız, varsın olalım, ne korkumuz var? Maksat, bu arada onun selâmeti.

Hâfız’ın zahiri yoksulluğunu görme. Gönlü, onun sevgi hâzinesi.

Dil serâ-perde-i mahabbet-i ost

Dide âyinedâr-ı tal'at-i ost

56‏

 

دل سراپرده محبت اوست

ديده آيينه دار طلعت اوست

 

من که سر درنياورم به دو کون

گردنم زير بار منت اوست

 

تو و طوبی و ما و قامت يار

فکر هر کس به قدر همت اوست

 

گر من آلوده دامنم چه عجب

همه عالم گواه عصمت اوست

 

من که باشم در آن حرم که صبا

پرده دار حريم حرمت اوست

 

بی خيالش مباد منظر چشم

زان که اين گوشه جای خلوت اوست

هر گل نو که شد چمن آرای

ز اثر رنگ و بوی صحبت اوست

دور مجنون گذشت و نوبت ماست

هر کسی پنج روز نوبت اوست

ملکت عاشقی و گنج طرب

هر چه دارم ز يمن همت اوست

 

من و دل گر فدا شديم چه باک

غرض اندر ميان سلامت اوست

 

فقر ظاهر مبين که حافظ را

سينه گنجينه محبت اوست

**

 

17.

*Başımızı sevgilinin eşiğine koymuş, onun her dileğine razı olmuşuz. Başımıza her ne gelirse onun dileğiyle gelir.

Sevgilinin yüzüne karşı aydan, günden aynalar kodum ama benzerini göremedim.

Sabah rüzgârı bizim daralmış gönlümüzü nasıl açabilir? Goncanın kıvrım kıvrım yaprakları gibi birbiri üstüne sarılmış, kat kat!

Bu, rintleri yakıp yandıran ibadet yurduna yalnız ben testi getirmiyorum. Bu yurtta nice başlar var ki eşiğine taş, toprak olmuş!

Amberler saçan saçlarını mı taradın? Rüzgâr, güzel kokular saçarak esmekte, topraktan amber kokuları çıkmakta.

Bahçedeki her gül, yüzüne kurban olsun... ırmak kıyısındaki her selvi fidanı, boyuna feda olsun!

Yüzünü hatırladım, herhalde muradım olacak. Çünkü iyi faldan sonra iyilik zuhur eder.

Neşeyi anlatmada natıkanın bile dili tutulmuş... beyhude yere söylenip duran dili kesik kalem, nerden anlatacak?

Hâfız’ın gönlü heves ateşine şimdi düşmedi. Kendi kendine biten lâleler gibi ezelden dağlı!

Ser-i irâdet-i mâ v’âstân-ı hazret-i dost

Ki her çi ber ser-i mâ mireved irâdet-i ost

58‏

 

سر ارادت ما و آستان حضرت دوست

که هر چه بر سر ما می‌رود ارادت اوست

نظير دوست نديدم اگر چه از مه و مهر

نهادم آينه‌ها در مقابل رخ دوست

 

صبا ز حال دل تنگ ما چه شرح دهد

که چون شکنج ورق‌های غنچه تو بر توست

نه من سبوکش اين دير رندسوزم و بس

بسا سرا که در اين کارخانه سنگ و سبوست

مگر تو شانه زدی زلف عنبرافشان را

که باد غاليه سا گشت و خاک عنبربوست

 

نثار روی تو هر برگ گل که در چمن است

فدای قد تو هر سروبن که بر لب جوست

زبان ناطقه در وصف شوق نالان است

چه جای کلک بريده زبان بيهده گوست

رخ تو در دلم آمد مراد خواهم يافت

چرا که حال نکو در قفای فال نکوست

نه اين زمان دل حافظ در آتش هوس است

که داغدار ازل همچو لاله خودروست

**

 

18.

O esmer güzeli dünyanın bütün şirinliğine şarap renginde güzel gözlere, gülümseyen dudaklara, neşeli bir gönüle maliktir.

Ağızları tatlı güzeller padişahtır ama sevgilim zamanın Süleymanıdır, hatem de ondadır.

O buğday renkli benizdeki misk gibi kara ben yok mu? Âdem’in yolunu vuran tanenin sırrı tamamıyle o bende!

Dostlar, sevgilim gidiyor. Bu yaralı gönülle ben ne yapacağım? Merhemim de onda.

Güzel yüz, hünerdeki kemal, temiz bir bilgi... Hulâsa iki âlemin de tertemiz erlerinin himmetine mazhar.

Bu nükteyi kime söyleyebilirim: O taş yürekli, İsa nefesine sahip olduğu halde bizi öldürdü!

Hâfız, inananlardandır... onu ulu tut. Çünkü nice büyük ruhların ihsanına, feyzine sahip!

An siyeh çerde ki şirini-i â'lem bâ ost

Çeşm i mey-gun leb-i handan dil-i hurrem bâ ost

57‏

 

آن سيه چرده که شيرينی عالم با اوست

چشم ميگون لب خندان دل خرم با اوست

 

گر چه شيرين دهنان پادشهانند ولی

او سليمان زمان است که خاتم با اوست

 

روی خوب است و کمال هنر و دامن پاک

لاجرم همت پاکان دو عالم با اوست

 

خال مشکين که بدان عارض گندمگون است

سر آن دانه که شد رهزن آدم با اوست

 

دلبرم عزم سفر کرد خدا را ياران

چه کنم با دل مجروح که مرهم با اوست

 

با که اين نکته توان گفت که آن سنگين دل

کشت ما را و دم عيسی مريم با اوست

حافظ از معتقدان است گرامی دارش

زان که بخشايش بس روح مکرم با اوست

**

 

19.

Sevgilinin diyarından gelen ve mektup getiren bu güzel haberci, âdeta onun miskler kokan siyah hattından bize bir can hamaili getirdi.

O haberci, sevgilinin ululuğundan, güzelliğinden ne güzel nişaneler vermekte... yüceliğini, vekârını ne hoş anlatmakta.

Ona muştuluk olarak gönlümü verdim ama sevgiliye saçtığım bu kalp akşamdan dolayı da utanıp durmaktayım.

Tanrı’ya şükrolsun, bahtımız uygun geldi de sevgilinin bütün işi gücü, dileğimizce oldu.

Ne feleğin dönüşünde bir irade ve ihtiyar var, ne ayın devrinde. Onlar, sevgilinin iradesiyle dönmekteler.

Fitne yeli, iki âlemi birbirine katsa biz, yine göz ışığımızı sevgiliyi bekleme yolundan ayıramayız.    

Ey sabah rüzgârı, bana sevgilinin geçtiği yoldaki iyi bahtlı topraktan bir parçacık getir de gözüme sürme edeyim.

* Niyaz başımızı dostun aşk eşiğine koymuşuz. Sevgilinin kucağında kim tatlı bir uykuya dalabilir?

Düşman, Hâfız hakkında kötü söylerse ne korkum var? Tanrı'ya şükürler olsun, sevgiliden utanacak bir işte bulunmadım.

An peyk-i hoş-haber ki resid ez diyâr-ı dost

Âverd hırz-ı can zı hat-ı müşk-bâr-ı dost

  60‏

آن پيک نامور که رسيد از ديار دوست

آورد حرز جان ز خط مشکبار دوست

 

خوش می‌دهد نشان جلال و جمال يار

خوش می‌کند حکايت عز و وقار دوست

دل دادمش به مژده و خجلت همی‌برم

زين نقد قلب خويش که کردم نثار دوست

 

شکر خدا که از مدد بخت کارساز

بر حسب آرزوست همه کار و بار دوست

 

سير سپهر و دور قمر را چه اختيار

در گردشند بر حسب اختيار دوست

 

گر باد فتنه هر دو جهان را به هم زند

ما و چراغ چشم و ره انتظار دوست

 

کحل الجواهری به من آر ای نسيم صبح

زان خاک نيکبخت که شد رهگذار دوست

 

ماييم و آستانه عشق و سر نياز

تا خواب خوش که را برد اندر کنار دوست

 

دشمن به قصد حافظ اگر دم زند چه باک

منت خدای را که نيم شرمسار دوست

**

HOŞ GELDİN EY İŞTİYAK ÇEKENLERE HABER GETİREN

 

20

Hoş geldin ey iştiyak çekenlere haber getiren... sevgiliden bir haber ver de canımı, seve seve onun adına feda edeyim.

Dostun şekerinin, bademinin aşkıyle tabiatımın dudusu, kafese düşmüş bülbül gibi daima hayran, daima perişan bir halde.

Saçı tuzak, beni tane. Ben de bir tane dileğiyle dostun o tuzağına düşmüştüm.

Kim, benim gibi, sevgilinin kadehinden bir yudumcuk şarap içerse öyle sarhoş olur ki başını mahşer sabahına kadar kaldıramaz.

İştiyakımın cüzi bir miktarını bile anlatmamaktayım. Çünkü sevgilinin üstüne bundan fazla düşmek, başını ağrıtır.

Elime fırsat düşerse sevgilinin ayaklarından şeref bulan yolun toprağını tutya gibi gözlerime çekerim.

Ben vuslatına mailim, o ayrılık istemekte. Sevgilinin dileği olsun diye kendi dileğimden geçerim.

Hâfız, derdiyle yan, dermansız bir hale düş. O halde kal. Çünkü zaten sevgilinin derman kabul etmez derdine bir deva yok ki!

Merhaba ey peyk-i muştâkan bidih peyğâm-ı dost

Tâ kunem can ez ser-i rağbet feda yı nâm-ı dost

62‏

 

مرحبا ای پيک مشتاقان بده پيغام دوست

تا کنم جان از سر رغبت فدای نام دوست

واله و شيداست دايم همچو بلبل در قفس

طوطی طبعم ز عشق شکر و بادام دوست

زلف او دام است و خالش دانه آن دام و من

بر اميد دانه‌ای افتاده‌ام در دام دوست

سر ز مستی برنگيرد تا به صبح روز حشر

هر که چون من در ازل يک جرعه خورد از جام دوست

 

بس نگويم شمه‌ای از شرح شوق خود از آنک

دردسر باشد نمودن بيش از اين ابرام دوست

 

گر دهد دستم کشم در ديده همچون توتيا

خاک راهی کان مشرف گردد از اقدام دوست

ميل من سوی وصال و قصد او سوی فراق

ترک کام خود گرفتم تا برآيد کام دوست

 

حافظ اندر درد او می‌سوز و بی‌درمان بساز

زان که درمانی ندارد درد بی‌آرام دوست

**

 

21.

Gel, gel... emel köşkü pek temelsiz. Şarap getir, ömrün yapısı yel üstüne kurulmuş.

Himmetine kulum, himmetine köleyim o kişinin ki gök kubbe altında taalluk rengini kabul eden her şeyden hürdür, bağlanılabilecek her şeyden kurtulmuştur.

Sana ne söyleyeyim? Dün gece sarhoş ve harap bir haldeyken meyhanede gayıp âleminin meleği, bana ne müjdeler verdi:

*Bir ay yüzlüye mi gönül verdin ki? Çünkü gönül, bütün dertlerden onun sevgisiyle kurtulur, şad olur.

Ey makamı Sidre olan yüce bakışlı doğan, durağın mihnetlerle dopdolu olan bu bucak değil.

Sana Arşın korkuluğundan ıslık çalıyorlar. Bilmem ki bu tuzakta ne var? Ne buldun burada da buraya bu kadar yapıştın?

Bir nasihat vereyim, dinle ve tut. Bu sözü tarikat Pîrimden duydum, ondan hatırımda kaldı.

Dönek tabiatlı dünyadan ahde vefa umma. Çünkü bu kocakarı, binlerce damadın gelinidir.

Dünya gamını yeme. Nasihatim hatırından çıkarma. Bu aşk nüktesini bir yol erinden duyup belledim:

Tanrı tarafından verilen kısmetine razı ol, alnını kırıştırma. İhtiyar kapısını ne sana açtılar, ne bana!

Gülün gülümsemesinde ahde vefa nişanesi yok. Ağla bülbül, ağla ki tam ağlanacak iş, tam feryat edilecek çağ.

Ey düşük, bozuk şiirler yazan. Hâfız’a neye hased ediyorsun? Şiire kabiliyet ve güzel şiir yazma tanrı vergisi.

Biyâ ki Kasr-ı "emel sâht sûst bunyâdest

Bıyâr bade ki bunyâd-ı ömr bebâdest

37‏

 

بيا که قصر امل سخت سست بنيادست

بيار باده که بنياد عمر بر بادست

 

غلام همت آنم که زير چرخ کبود

ز هر چه رنگ تعلق پذيرد آزادست

 

چه گويمت که به ميخانه دوش مست و خراب

سروش عالم غيبم چه مژده‌ها دادست

 

که ای بلندنظر شاهباز سدره نشين

نشيمن تو نه اين کنج محنت آبادست

 

تو را ز کنگره عرش می‌زنند صفير

ندانمت که در اين دامگه چه افتادست

 

نصيحتی کنمت ياد گير و در عمل آر

که اين حديث ز پير طريقتم يادست

 

غم جهان مخور و پند من مبر از ياد

که اين لطيفه عشقم ز ره روی يادست

رضا به داده بده وز جبين گره بگشای

که بر من و تو در اختيار نگشادست

 

مجو درستی عهد از جهان سست نهاد

که اين عجوز عروس هزاردامادست

 

نشان عهد و وفا نيست در تبسم گل

بنال بلبل بی دل که جای فريادست

حسد چه می‌بری ای سست نظم بر حافظ

قبول خاطر و لطف سخن خدادادست

**

 

22.

Hayalini kurdukça şaraba ihtiyacımız mı var? Küpe, başının çaresine bak, de; meyhane yıkıldı, artık oraya gitmemize lüzum yok.

Cennet şarabı da olsa yere dökün. Sevgili olmadıkça içilen her tatlı şey, azabın ta kendisi.

Yazıklar olsun... Sevgili gitti. Ağlayan gözlerimdeki kaşının, gözünün nakşı da ancak su üstüne çizilmiş bir nakıştan ibaret.

Ey göz, uyan. Bu uyku yerinde şu daimî sel oldukça emin olmaya gelmez.

Sevgili, senin yanından apaçık geçip gider, senden gizlenmez. Fakat ağyar görür diye nikap tutunmakta.

Gül, rengin yanağını lâtif bir surette terlemiş görünce haset ateşlerine daldı, gönü! gamiyle gül suyuna gark oldu.

Senin yolun ne yoldur, makamın ne makamdır ki ona nispetle uçsuz bucaksız bir denize benzeyen gök bile serabın ta kendisi.

Aklımın bucağında nasihat girecek bir yer arama. Bu bucak, çenk ve rebap nağmeleriyle dopdolu.

Hâfız, âşık ve rintse, güzellere hayransa ne çıkar ki? Birçok tuhaf haller vardır ki gençlik çağının icaplanndandır.

Mârâ zi hayal-i tu çi pervâ-yı şerâbest

Hum gü ser-i hod gir ki humhane herâbest

29‏

 

ما را ز خيال تو چه پروای شراب است

خم گو سر خود گير که خمخانه خراب است

 

گر خمر بهشت است بريزيد که بی دوست

هر شربت عذبم که دهی عين عذاب است

افسوس که شد دلبر و در ديده گريان

تحرير خيال خط او نقش بر آب است

 

بيدار شو ای ديده که ايمن نتوان بود

زين سيل دمادم که در اين منزل خواب است

 

معشوق عيان می‌گذرد بر تو وليکن

اغيار همی‌بيند از آن بسته نقاب است

گل بر رخ رنگين تو تا لطف عرق ديد

در آتش شوق از غم دل غرق گلاب است

 

سبز است در و دشت بيا تا نگذاريم

دست از سر آبی که جهان جمله سراب است

 

در کنج دماغم مطلب جای نصيحت

کاين گوشه پر از زمزمه چنگ و رباب است

 

حافظ چه شد ار عاشق و رند است و نظرباز

بس طور عجب لازم ايام شباب است

 

23.

Yüce, güzel ve ebedî cennet bahçesi dervişlerin halvetidir; ululuğun, saadetin sermayesi onlara hizmet etmektir.

Acayip tılsımları olan uzlet hâzinesi, onların rahmet nazarlariyle açılır.

Rıdvan’ın kapıcılık ettiği cennet köşkü, onların zevk ve neşe çimenliğinden bir görünüş, bir numunedir.

Parıltısıyle kapkara kalbi altın haline getiren şey dervişlerin sohbetindeki kimyadır.

*          Güneşin bile ululuk tacını çıkarıp önüne koyduğu ululuk, dervişlerin ululuğudur.

Zevale düşme kaygısı olmayan devlet, ancak dervişlerin devletidir, bunu böyle duy.

Hâlâ başaşağı batıp gitmekte olan Karun hâzinesi, belki okumuşsundur, dervişlerin kahrı yüzünden battı ve hâlâ da batıp gider.

Ey zengin, bu kadar ululanma. Başın da dervişlerin himmetiyle sağdır, paraya da onların sayesinde nail oluyorsun.

Padişahların dualarla diledikleri murat yüzü, dervişlerin ayna gibi olan yüzlerinde görünür.

*          Âlemi bir uçtan bir uca zulüm askeri kaplamıştır. Fakat ezelden ebede kadar fırsat yine dervişlerin elindedir.

Hâfız, burada edebini takın. Padişah ve sultan bile dervişler huzurunda kuldur.

* Eğer ezelî abıhayat istersen halvet kapısını bırakma. Çünkü abıhayat kaynağı, dervişlerin halvetlerinin kapısındaki topraktadır.

* Zamanın Âsaf’ının nazarına kulum. Sureti zengin ama sireti dervişlerin sireti.

Ravza-i huld-i berin halvet-i dervişânest

Mâye-i muhteşemi hidmet-i dervişânest

49‏

 

روضه خلد برين خلوت درويشان است

مايه محتشمی خدمت درويشان است

گنج عزلت که طلسمات عجايب دارد

فتح آن در نظر رحمت درويشان است

 

قصر فردوس که رضوانش به دربانی رفت

منظری از چمن نزهت درويشان است

آن چه زر می‌شود از پرتو آن قلب سياه

کيمياييست که در صحبت درويشان است

 

آن که پيشش بنهد تاج تکبر خورشيد

کبرياييست که در حشمت درويشان است

 

دولتی را که نباشد غم از آسيب زوال

بی تکلف بشنو دولت درويشان است

خسروان قبله حاجات جهانند ولی

سببش بندگی حضرت درويشان است

روی مقصود که شاهان به دعا می‌طلبند

مظهرش آينه طلعت درويشان است

 

از کران تا به کران لشکر ظلم است ولی

از ازل تا به ابد فرصت درويشان است

 

ای توانگر مفروش اين همه نخوت که تو را

سر و زر در کنف همت درويشان است

 

گنج قارون که فرو می‌شود از قهر هنوز

خوانده باشی که هم از غيرت درويشان است

من غلام نظر آصف عهدم کو را

صورت خواجگی و سيرت درويشان است

حافظ ار آب حيات ازلی می‌خواهی

منبعش خاک در خلوت درويشان است

**

 

24.

Âlemde senin kapından başka bir penahım, bu kapıdan başka başvuracağım yer yok.

Düşman kılıç çekti mi onunla savaşmaz, siperimizi atarız. Çünkü feryattan, ahttan başka kılıcımız yok ki.

Niçin meyhaneden yüz çevireyim? Cihanda bana bundan daha iyi yol yordam olamaz.

Zaman ömrünün harmanına ateş salarsa de ki: Yak, zaten bence ömür harmanının bir saman çöpü kadar bile değeri yok.

O suna boylu selvinin hırsızlama bakan nerkislerine kul olayım. Gurur şarabından öyle sarhoş ki kimseye iltifat etmiyor.

Kimseyi incitme de dilediğini yap. Şeriatımızda bundan başka günah yok.

Ey güzellik ülkesinin padişahı, dizginini kas da at sür; hiç bir yolbaşı yok ki orada senden adalet isteyen birisi olmasın.

Her tarafta bir tuzak görmedeyim, onun zülfünün himayesinden başka bir sığınağım yok.

Hâfız’ın gönül hâzinesini zülfe, bene verme. Böyle işler her kara kölenin, her kadir bilmezin harcı değil!

Cuz âstân-ı tuem der cihan penâhi nist

Ser-i mera becuz ez nâlei vu âhi nist

76‏

 

جز آستان توام در جهان پناهی نيست

سر مرا بجز اين در حواله گاهی نيست

عدو چو تيغ کشد من سپر بيندازم

که تيغ ما بجز از ناله‌ای و آهی نيست

چرا ز کوی خرابات روی برتابم

کز اين به هم به جهان هيچ رسم و راهی نيست‏

 

زمانه گر بزند آتشم به خرمن عمر

بگو بسوز که بر من به برگ کاهی نيست

غلام نرگس جماش آن سهی سروم

که از شراب غرورش به کس نگاهی نيست

مباش در پی آزار و هر چه خواهی کن

که در شريعت ما غير از اين گناهی نيست

عنان کشيده رو ای پادشاه کشور حسن

که نيست بر سر راهی که دادخواهی نيست

چنين که از همه سو دام راه می‌بينم

به از حمايت زلفش مرا پناهی نيست

خزينه دل حافظ به زلف و خال مده

که کارهای چنين حد هر سياهی نيست

**

 

25.

Sofi, şarabın parıltısıyle gizli sırları bildi. Herkesin içyüzünü bu lâl ile bilebilirsin.

Gül mecmuasının kadrini bülbül bilir. Her kitap okuyan, manasını anlamaz ki.

Ey akıl defterinden aşk ayetini öğrenmeye çalışan! Korkarım bu ince meselenin künhüne eremeyeceksin.

iki âlemi de tecrübeli gönüle arzettim; senin aşkından başka her şeyi fâni bildi.

Yemen’den gelen nefesin kadrini bilen kişi nazariyle taşı, toprağı lâl ve akik haline getirir.

Artık halktan pervam kalmadı, çünkü muhtesip de gizli işreti öğrendi, şarabın tadını aldı!

Sevgili, zevk ve huzura erişmemizi şimdilik münasip bulmadı; yoksa gönlümüzün dileğini anlamadı değil.

* Şarap getir, çünkü güz rüzgârının yağmacılığını bilen cihan bahçesindeki güle güvenmez.

Hâfız, tabiatı şairanesinden alıp meydana getirdiği bu inci dizisini Âsafı Sânî’nin lûtfu ve mürüvvetinin eseri bildi.

Sûfi ez pertev-i mey râz-ı nihâni dânist

Gevher her kes ezin la'l tevânidânist

48‏

 

صوفی از پرتو می راز نهانی دانست

گوهر هر کس از اين لعل توانی دانست

قدر مجموعه گل مرغ سحر داند و بس

که نه هر کو ورقی خواند معانی دانست

عرضه کردم دو جهان بر دل کارافتاده

بجز از عشق تو باقی همه فانی دانست

آن شد اکنون که ز ابنای عوام انديشم

محتسب نيز در اين عيش نهانی دانست

دلبر آسايش ما مصلحت وقت نديد

ور نه از جانب ما دل نگرانی دانست

سنگ و گل را کند از يمن نظر لعل و عقيق

هر که قدر نفس باد يمانی دانست

ای که از دفتر عقل آيت عشق آموزی

ترسم اين نکته به تحقيق ندانی دانست

می بياور که ننازد به گل باغ جهان

هر که غارتگری باد خزانی دانست

حافظ اين گوهر منظوم که از طبع انگيخت

ز اثر تربيت آصف ثانی دانست

**

“ŞARAP HARAMDIR AMA VAKIF MALINI YEMEDEN EHVEN”

 

26.

Şimdi gülün elinde sâf şarap kadehi var. Bülbül, yüz binlerce dille onu övüp duruyor.

Sen de şiir defterini iste, çayırlığın, çimenliğin yolunu tut. Medresenin zamanı, Keşfin Keşşafın sırası değil.

Halkı bir yana bırak, yalnızlığı ihtiyar et. Anka’dan ibret al, bir köşeye sığınıp gizlenenlerin şöhreti Kaftan Kaf’a bütün âlemi kaplar.

Medrese fakihi dün sarhoştu. “Şarap haramdır ama vakıf malını yemeden ehven” diye fetva verdi.

Tortulu, yahut sâf şarap senin hükmünde değil. Bunu sâki bilir ve sâkimiz ne yaparsa lütfün ta kendisidir.

Şairlik taslayanların lâflarıyle bizimle aynı derecede olan şairlerin şiirleri hasır örenlerle altın sırmalı kumaş dokuyanların hikâyesinin aynıdır.

Hâfız, sus ve kızıl altına benzeyen bu nükteleri muhafaza et. Çünkü şehir kalpazanı sarraftır, anlar da çalar ha!

Künun ki her kef-i gul câm-ı bâde-i sâfest

Be sad hezar zeban bulbuleş der evsâfest

44‏

 

کنون که بر کف گل جام باده صاف است

به صد هزار زبان بلبلش در اوصاف است

 

بخواه دفتر اشعار و راه صحرا گير

چه وقت مدرسه و بحث کشف کشاف است

 

فقيه مدرسه دی مست بود و فتوی داد

که می حرام ولی به ز مال اوقاف است

به درد و صاف تو را حکم نيست خوش درکش

که هر چه ساقی ما کرد عين الطاف است

ببر ز خلق و چو عنقا قياس کار بگير

که صيت گوشه نشينان ز قاف تا قاف است

 

حديث مدعيان و خيال همکاران

همان حکايت زردوز و بورياباف است

 

خموش حافظ و اين نکته‌های چون زر سرخ

نگاه دار که قلاب شهر صراف است

**

 

27.

Bahçeme çam ve selvi dikmeye ne ihtiyacım var? Evimizde yetişen şimşirimiz kimden aşağı ki?

Nazlı yavru, hangi mezhebe girdin ki sence kanımız, ana sütünden daha helâl!

Gamın suretini ta uzaktan gördün mü şarap iste. Tecrübe ettik, anladık, gamın devası şarap.

Piri muganın kapısından neye baş çekeyim ? Devlet o tapıda, işlerin gelişmesi o kapıda.

Dün akşam beni vuslatına nail edeceğine dair söz verdi, fakat sarhoştu. Bugün bilmem ne deyecek, yine başında bilmem ne hava var?

Aşk gamı, ancak bir hikâyecik. Fakat şaşılacak şey şu ki hangi dilden duyarsam duyayım tekrarlanmamış, yepyeni söyleniyor gibi!

Şiraz, Rüknâbâd ırmağı, bu hoş rüzgâr... Kusura bakma, yedi iklimin yanağında bir ben!

Hızır’ın suyu ile bizim suyumuz arasında fark var. Hızır’ın abıhayatı karanlıklar diyarından coşuyor. Bizim Rüknâbâd ırmağımızın kaynağı Allahu Ekber tepesi.

Yoksulluk ve kanaat şerefini terk etmeyiz. Padişaha söyleyin: Rızık mukadderdir.

Hâfız, kalemin ne tuhaf bir nebat dalı ki meyvası, gönüle baldan da tatlı geliyor, şekerden de!

Bâğ-ı mera çi hâcet-i serv-u sanovberest

Şimşâd-ı hâne-perver i mâ ez ki kemterest

39‏

 

باغ مرا چه حاجت سرو و صنوبر است

شمشاد خانه پرور ما از که کمتر است

 

ای نازنين پسر تو چه مذهب گرفته‌ای

کت خون ما حلالتر از شير مادر است

 

چون نقش غم ز دور ببينی شراب خواه

تشخيص کرده‌ايم و مداوا مقرر است

 

از آستان پير مغان سر چرا کشيم

دولت در آن سرا و گشايش در آن در است

 

يک قصه بيش نيست غم عشق وين عجب

کز هر زبان که می‌شنوم نامکرر است

دی وعده داد وصلم و در سر شراب داشت

امروز تا چه گويد و بازش چه در سر است

 

شيراز و آب رکنی و اين باد خوش نسيم

عيبش مکن که خال رخ هفت کشور است

 

فرق است از آب خضر که ظلمات جای او است

تا آب ما که منبعش الله اکبر است

 

ما آبروی فقر و قناعت نمی‌بريم

با پادشه بگوی که روزی مقدر است

حافظ چه طرفه شاخ نباتيست کلک تو

کش ميوه دلپذيرتر از شهد و شکر است

**

 

28.

Ey bülbül, benimle yoldaş olmak niyetindeysen, bana dost olmak hevesini güdüyorsan ağla, inle. İkimiz de âşıkız, işimiz ağlayıp inleme.

Sevgilinin saçlarından esip gelen rüzgârların estiği yerde artık Tatar diyarındaki nafelerden bahsedilir mi?

Şarabı sun da riya elbisesini boyayalım. Çünkü adımız ayık ama gurur kadehinin sarhoşlarıyız.

Zülfüne tutulmayı düşünmek, her ham kişinin harcı değil. Zincirlere bağlanıp yürümek ayyarlık yoludur.

Aşkı meydana getiren, gizli ve lâtif bir şeydir. Onun adı ne lâl dudaktır, ne yeni terlemiş bıyık ve sakal!

Kişinin güzelliği gözle, saçla, yanakla, benle olmaz. Gönül elde etmede binlerce nükte var!

* Hakikat kalenderleri, hünersiz kişinin giydiği atlas kaftanı yarım arpaya bile almazlar!

Eşiğine ulaşmak müşkül. Evet, ululuk göğüne çıkmak güç bir iş!

Seher çağı, gözünün vuslata işaret ettiğini rüyada görüyorduk. Ne güzeldir uyanıklıktan yeğ olan öyle bir uyku!

Hâfız, sevgilinin gönlünü ağlayıp inlemenle incitme... yeter artık. Ebedî kurtuluş,, kimseyi incitmemededir.

Binâl bülbül eğer bâ menet ser-i yârist

Ki mâ du âşık-ı zârim-u kâr-ı mâ zârist

 

66‏

 

بنال بلبل اگر با منت سر ياريست

که ما دو عاشق زاريم و کار ما زاريست

 

در آن زمين که نسيمی وزد ز طره دوست

چه جای دم زدن نافه‌های تاتاريست

بيار باده که رنگين کنيم جامه زرق

که مست جام غروريم و نام هشياريست

 

خيال زلف تو پختن نه کار هر خاميست

که زير سلسله رفتن طريق عياريست

 

لطيفه‌ايست نهانی که عشق از او خيزد

که نام آن نه لب لعل و خط زنگاريست

 

جمال شخص نه چشم است و زلف و عارض و خال

هزار نکته در اين کار و بار دلداريست

 

قلندران حقيقت به نيم جو نخرند

قبای اطلس آن کس که از هنر عاريست

 

بر آستان تو مشکل توان رسيد آری

عروج بر فلک سروری به دشواريست

سحر کرشمه چشمت به خواب می‌ديدم

زهی مراتب خوابی که به ز بيداريست

دلش به ناله ميازار و ختم کن حافظ

که رستگاری جاويد در کم آزاريست

**

 

29.

Gerçi sevgilinin huzurunda hünerini ortaya koymak edepten dışarıdır, dilim hiç bir şey söylememekte: Fakat ağzım Arapça ile dolu!

Peri yüzünü gizlemiş, şeytan güzellik satmakta. Gözüm hayretten yandı, bu ne şaşılacak şey!

Felek neden aşağılık kişilere yâr oluyor diye sebep araştırmaya kalkma. O, birisinin muradını verirse bu husustaki bahanesi, sebepsizlikten ibarettir.

Bu bahçede kimse dikensiz bir gül dermedi. Mustafa’nın mumu bile, Ebuleheb’in kıvılcımıyle bir arada!

Tekkenin, zaviyenin kemerini yarım arpaya bile almam. Çardağım meyhane sofasıdır, konağım küp dibi!

Üzüm kızının güzelliği, galiba gözümüzün nuru. Çünkü o da gözümüzün nuru gibi sırça bir nikap içinde ve üzüm perdesi altında.

* Efendi, benim de binlerce aklım, edebim vardı. Fakat şimdi harap bir sarhoşum, bu halde bana en uyar iş, edeple mukayyet olmamaktır.

** Şimdi derdinin devasını o çini sürahide, o halebî şişede duran ferah verici ilâçta ara.

Getir şarabı. Hâfız gibi daima seher çağındaki ağlayışa, gece yarısındaki niyaza güvenmekteyim.

Egerçi arz-ı hüner piş-i yâr bi edebıst

Zeban hamüş ve leykin dehan pur ez 'Arabist

64‏

 

اگر چه عرض هنر پيش يار بی‌ادبيست

زبان خموش وليکن دهان پر از عربيست

 

پری نهفته رخ و ديو در کرشمه حسن

بسوخت ديده ز حيرت که اين چه بوالعجبيست

 

در اين چمن گل بی خار کس نچيد آری

چراغ مصطفوی با شرار بولهبيست

سبب مپرس که چرخ از چه سفله پرور شد

که کام بخشی او را بهانه بی سببيست

به نيم جو نخرم طاق خانقاه و رباط

مرا که مصطبه ايوان و پای خم طنبيست

جمال دختر رز نور چشم ماست مگر

که در نقاب زجاجی و پرده عنبيست

هزار عقل و ادب داشتم من ای خواجه

کنون که مست خرابم صلاح بی‌ادبيست

بيار می که چو حافظ هزارم استظهار

به گريه سحری و نياز نيم شبيست

**

 

30.

Gül yanımda, şarap elimde, sevgili mutadımca bana yâr... Cihan sultanı bile böyle bir günüme köle olur.

Söyle, bu meclise mum getirmeyin. Bu gece, meclisimizde sevgilinin tolunay gibi olan cemali kâfi.

Mezhebimizde şarap helaldir amma ey gülfidanı gibi nazik selvi boylu güzel, sen olmazsan haramdır.

Meclisimize güzel koku katma. Çünkü her an senin saçlarının kokusunu almakta, onunla neşelenmekteyiz.

Kulağım, tamamıyle neyin sözünde, çengin nağmesinde. Gözüm, tamamıyle lâl gibi dudakta ve kadehin dönüşünde.

* Şeker lezzetinden, şekerden bahsetme. Muradım, ancak senin tatlı dudağında.

Gam def’ine virane gönülde mukim olalı makamım, daima harabat civarıdır.

Ayıptan, ardan neye bahsediyorsun ki? Şöhretim, ayıpla, arla. Şöhretimi neye soruyorsun ki? Ayıbım, arım şöhretten!

Şarap içmekteyiz, sarhoşuz, rindiz, güzellere bakıyoruz, hayranız, doğru... Fakat bu şehirde hangi adam bizim gibi değil? Onu bir göster!

Ayıbımı muhtesibe söylemeyin. O da bizim gibi durmadan daimî işret aramakta, o da bizimle bir halli!

Hâfız, şarapsız, sevgilisiz bir an bile durma. Gül mevsimi, yasemin safası, ramazan bayramı!

Gul der ber-u mey der kef-u ma'şük be kâmest

Sultan-ı cihânem be çunin rüz gulâmest

46‏

 

گل در بر و می در کف و معشوق به کام است

سلطان جهانم به چنين روز غلام است

 

گو شمع مياريد در اين جمع که امشب

در مجلس ما ماه رخ دوست تمام است

 

در مذهب ما باده حلال است وليکن

بی روی تو ای سرو گل اندام حرام است

گوشم همه بر قول نی و نغمه چنگ است

چشمم همه بر لعل لب و گردش جام است

 

در مجلس ما عطر مياميز که ما را

هر لحظه ز گيسوی تو خوش بوی مشام است

از چاشنی قند مگو هيچ و ز شکر

زان رو که مرا از لب شيرين تو کام است

 

تا گنج غمت در دل ويرانه مقيم است

همواره مرا کوی خرابات مقام است

از ننگ چه گويی که مرا نام ز ننگ است

وز نام چه پرسی که مرا ننگ ز نام است

ميخواره و سرگشته و رنديم و نظرباز

وان کس که چو ما نيست در اين شهر کدام است

 

با محتسبم عيب مگوييد که او نيز

پيوسته چو ما در طلب عيش مدام است

 

حافظ منشين بی می و معشوق زمانی

کايام گل و ياسمن و عيد صيام است

**

 

31.

Bahçe, insana zevk vermekte... dostlarla konuşup görüşme de pek tatlı. Gül selâmette olsun, şarap içenlerin zamanı, onun yüzünden hoş bir hale girdi.

Seher yelinden can dimağımız güzel kokulara gark oluyor. Evet, evet... dostların nefeslerinin güzel kokusu hoş olur.

Gül nikabını açmadan göçmeye hazırlanıyor. Ağla ey bülbül, gönlü yaralı âşıkların feryadı hoş olur.

Güzel sesli ve geceleri uyumayan bülbüle müjdeler olsun. Sevgili, aşk yolunda geceleri uyanık olan âşıkların feryatlarından hoşlanmakta.

Âlem pazarında gönül hoşluğu yoktur ya... fakat varsa bile ayyarların rintliğinden, her şeyi hoş görmelerinden ibaret.

Hür süsenden kulağıma çalındı: Bu köhne kilisede ancak yükü hafif olanların işi iş!

Hâfız, dünyayı terkettim demek, gönül hoşluğuna erişmenin yoludur. Sakın cihana mukayyed olan, dünyayı ele geçiren kişilerin halini hoş sanma.

Sahn-ı bustan zevk-bahs-u sohbeti yaran hoşest

Vakt-i gul hoş bâd kez vey vakt-i mey-hâran hoşest

 

43‏

 

صحن بستان ذوق بخش و صحبت ياران خوش است

وقت گل خوش باد کز وی وقت ميخواران خوش است

 

از صبا هر دم مشام جان ما خوش می‌شود

آری آری طيب انفاس هواداران خوش است

ناگشوده گل نقاب آهنگ رحلت ساز کرد

ناله کن بلبل که گلبانگ دل افکاران خوش است

 

مرغ خوشخوان را بشارت باد کاندر راه عشق

دوست را با ناله شب‌های بيداران خوش است

نيست در بازار عالم خوشدلی ور زان که هست

شيوه رندی و خوش باشی عياران خوش است

از زبان سوسن آزاده‌ام آمد به گوش

کاندر اين دير کهن کار سبکباران خوش است

 

حافظا ترک جهان گفتن طريق خوشدليست

تا نپنداری که احوال جهان داران خوش است

**

 

32.

Yalnızlığı seçen kişinin âlemi seyre ne ihtiyacı var? Sevgilinin civan varken sahraya ne hacet?

Sevgili, elbette Tanrı’dan bir hacetin var, işte o hacet hakkıyçin ne hacetin var diye bir kerecik olsun da bize sor!

Ey güzellik padişahı, yandık, Allah için olsun bir kere sor: Yoksulun neye ihtiyacı var!

Hacet sahipleriyiz, fakat dilemeye dilimiz varmıyor. Kerem sahibinin kapısında isteğini arz etmenin ne lüzumu var?

Kanımızı dökmek istiyorsan uzun söze, manasız tevillere lüzum yok. Mal mülk zaten senin, yağmaya ihtiyacın mı var?

Sevgilinin aydın gönlü Camı cihannüma’dır. İhtiyacını söylemenin lüzumu var mı?

Artık kaptana minnet etme zamanı geçti, inci ele geçtikten sonra denize ne hacet?

Yoksul âşık, sevgilinin ruh bağışlayan dudağı sana verilecek şeyi bilir, ısrara lüzum yok.

Ey davalara düşen kişi, yürü, seninle işim kalmadı. Dostlar buradayken düşmanlara ihtiyaç olmaz.

Hâfız, sözünü kes, uzatma. Hüner zaten meydana çıkar, gizlenemez. Davacı ile savaşa, çekişe düşmeye hacet yok.

Halvet-guzidera betemaşa çi hacetest

Çun kuy-ı dost hest be şehrâ çi hacetest

33‏

خلوت گزيده را به تماشا چه حاجت است

چون کوی دوست هست به صحرا چه حاجت است

جانا به حاجتی که تو را هست با خدا

کخر دمی بپرس که ما را چه حاجت است

ای پادشاه حسن خدا را بسوختيم

آخر سال کن که گدا را چه حاجت است

 

ارباب حاجتيم و زبان سال نيست

در حضرت کريم تمنا چه حاجت است

محتاج قصه نيست گرت قصد خون ماست

چون رخت از آن توست به يغما چه حاجت است

 

جام جهان نماست ضمير منير دوست

اظهار احتياج خود آن جا چه حاجت است

 

آن شد که بار منت ملاح بردمی

گوهر چو دست داد به دريا چه حاجت است

 

ای مدعی برو که مرا با تو کار نيست

احباب حاضرند به اعدا چه حاجت است

ای عاشق گدا چو لب روح بخش يار

می‌داندت وظيفه تقاضا چه حاجت است

حافظ تو ختم کن که هنر خود عيان شود

با مدعی نزاع و محاکا چه حاجت است

**

 

33.

Bahar çağında bahçede işret ve sohbetten daha hoş ne var? Sâki nerde, söyle, bu bekleyişin sebebi ne?

Ele geçen her fırsatı ganimet say. Çünkü işin sonu neye varacak? Kimsenin haberi yok.

Ömrün günleri bir kılla bağlanmıştır. Aklım başına topla, kendi derdine düş. Âlemin derdi de nedir ki?

Abıhayatla İrem Bağı’nın manası, ırmak kıyısıyle lezzetli şaraptan başka bir şey değildir.

Takva ehliyle isyan ehlinin ikisi de bir kabiledendir. Şu halde kimin işvesine gönül verelim, hangisinin yolunu ihtiyar edelim?

Felek, perde ardındaki gizli şeyi ne bilsin. Sus ey davacı, perdeciyle kavgan ne?

* Tanrı indinde kulun suçunun, hatasının bir itibarı yoksa suçlan bağışlayan Tanrı’nın af ve rahmetinin ne manası var?

Zahit Kevser Şarabını istedi, Hâfız şarap kadehini, Tanrı, bu ikisinden hangisini istiyor, acaba onca makbul olan hangisi?

Hoşter zi ayş-u sohbet-i bağ-u behar çist

Sâki kucâst gü sebeb-i intizâr çist

65‏

 

خوشتر ز عيش و صحبت و باغ و بهار چيست

ساقی کجاست گو سبب انتظار چيست

هر وقت خوش که دست دهد مغتنم شمار

کس را وقوف نيست که انجام کار چيست

 

پيوند عمر بسته به موييست هوش دار

غمخوار خويش باش غم روزگار چيست

 

معنی آب زندگی و روضه ارم

جز طرف جويبار و می خوشگوار چيست

مستور و مست هر دو چو از يک قبيله‌اند

ما دل به عشوه که دهيم اختيار چيست

 

راز درون پرده چه داند فلک خموش

ای مدعی نزاع تو با پرده دار چيست

سهو و خطای بنده گرش اعتبار نيست

معنی عفو و رحمت آمرزگار چيست

زاهد شراب کوثر و حافظ پياله خواست

تا در ميانه خواسته کردگار چيست

**

 

34.

Şimdi gül bahçesinden güzel kokulu cennet rüzgârı eserken zamanımı ferahlık veren şarap ve huri yaratılıştı sevgiliyle geçiririm.

Yoksul, bugün ne için saltanattan dem vurmasın? Otağ, bulutun gölgesi, meclis yeri de ekin kenarı.

Yeşillik bana nisan ayının feyzini göstermede. Böyle bir zamanda veresiyeyi alıp peşini bırakan akıllı değil.

Şarapla gönül yapmaya bak... bu harap dünya, toprağımızdan kerpiç yapma sevdasında !

Düşmandan vefa umma. Kilise mumunu ibadet yurdunda yaksan da aydınlık vermez.

Amel defterinin karalığı yüzünden bu sarhoşu kınama. Kaza ve kader kalemi başına ne yazdı, kim bilir?

Lütfet, Hâfız’ın cenazesine gelmekten çekinme. Gerçi suçlara gark olmuştur ama cennete gitmektedir.

Kunun ki midemed ezbüsitan nesim-i behişt

Men-u şerâb-ı ferah-bahş-u yâr-ı hür-sirışt

 

79‏

 

کنون که می‌دمد از بوستان نسيم بهشت

من و شراب فرح بخش و يار حورسرشت

 

گدا چرا نزند لاف سلطنت امروز

که خيمه سايه ابر است و بزمگه لب کشت

 

چمن حکايت ارديبهشت می‌گويد

نه عاقل است که نسيه خريد و نقد بهشت

 

به می عمارت دل کن که اين جهان خراب

بر آن سر است که از خاک ما بسازد خشت

 

وفا مجوی ز دشمن که پرتوی ندهد

چو شمع صومعه افروزی از چراغ کنشت

مکن به نامه سياهی ملامت من مست

که آگه است که تقدير بر سرش چه نوشت

 

قدم دريغ مدار از جنازه حافظ

که گر چه غرق گناه است می‌رود به بهشت

**

 

35.

Ey tertemiz yaratılıştı zahit, rintleri ayıplama. Başkalarının günahını sana yazmazlar ki!

Ben ister iyi olayım, ister kötü... sana ne? Sen kendi derdine bak. Nihayet herkes ektiğini biçer.

Herkes sevgiliyi istemekte... ayık kim, sarhoş kim? Her yer aşk yurdudur... mescit ne... kilise ne?

Ben teslim başımı meyhaneler kapısındaki kerpiçe koymuşum, oradan ayrılmama imkân yok. Benimle davaya girişen, sözümü anlamazsa ne yapayım? Ona söyle: Hangi taş pekse başını ona vursun!

Tanrı’nın ezelî lûtfundan beni meyus etme. Perde ardında kim güzeldir, kim çirkin; ne bilirsin?

Takva perdesinden çıkan, o perdeyi yırtan sade ben değilim ya. Atam da ebedî cenneti elinden çıkarmıştı.

Hâfız, ecel günü eline bir kadeh alırsan seni sorusuz, hesapsız hemencecik harabattan cennete götürüverirler.

* * Tabiatın hep buysa, yaratılışında bundan başka bir şey yoksa ne güzel yaratılışın, ne pâk tabiatın var!

Ayb-ı rindan mekun ey zâhid-i pâkize-sirişt

Ki gunâh-ı digeran ber tu nehâhend nuvişt

80‏

 

عيب رندان مکن ای زاهد پاکيزه سرشت

که گناه دگران بر تو نخواهند نوشت

 

من اگر نيکم و گر بد تو برو خود را باش

هر کسی آن درود عاقبت کار که کشت

همه کس طالب يارند چه هشيار و چه مست

همه جا خانه عشق است چه مسجد چه کنشت

 

سر تسليم من و خشت در ميکده‌ها

مدعی گر نکند فهم سخن گو سر و خشت

نااميدم مکن از سابقه لطف ازل

تو پس پرده چه دانی که که خوب است و که زشت

نه من از پرده تقوا به درافتادم و بس

پدرم نيز بهشت ابد از دست بهشت

 

حافظا روز اجل گر به کف آری جامی

يک سر از کوی خرابات برندت به بهشت

**

 

36.

Bu varlık ve mekân iş yurdunun meydana getirdiği şeyler, hiç bir şey değil. Şarap sun, dünyanın malının, mülkünün hiç bir değeri yok!

Gönülden, candan maksat sevgiliyle sohbetten başka bir şey değil. Yoksa ne gönlün kıymeti var, ne canın!

Bir gölge için ne Sidre’ye minnet et, ne Tûbâ’ya. Selvi boylu sevgili, ibretle bakarsan görürsün, bunların da bir değeri yok!

Devlet ona derler ki gönül kanı dökülmeden adamın kucağına gelsin. Yoksa ibadetle elde edilen cennet bağının ne değeri var?

Bu konakta beş günlük bir mühletin var; bir zamancağız hoş geçinmeye bak, çünkü zamanın bir ehemmiyeti yok.

Sâki, yokluk denizinin kıyısında bekleyip duruyoruz. Fırsatı ganimet bil, şarap sun. Dudaktan ağıza ne mesafe var ki?

Bu yanıp yakılan, bu ağlayıp inleyen kulun dertli halini anlatmak ihtiyacı da lüzumsuz bir şey, meydanda bu!

Zahit, Tanrı’nın mekrinden sakın emin olma. Çünkü ibadet yurduyla muğların kilisesi arasındaki yol, o kadar uzak değil, pek yakın!

Hâfız’ın adı iyiye çıktı ama rintlerce kâr ve ziyan yazısına ne itibar?

Hâsılı kârgeh-i kevn-u mekân in heme nist

Bade piş âr ki esbâb-ı cihan in heme nist

74‏

 

حاصل کارگه کون و مکان اين همه نيست

باده پيش آر که اسباب جهان اين همه نيست

 

از دل و جان شرف صحبت جانان غرض است

غرض اين است وگرنه دل و جان اين همه نيست

 

منت سدره و طوبی ز پی سايه مکش

که چو خوش بنگری ای سرو روان اين همه نيست

دولت آن است که بی خون دل آيد به کنار

ور نه با سعی و عمل باغ جنان اين همه نيست

پنج روزی که در اين مرحله مهلت داری

خوش بياسای زمانی که زمان اين همه نيست

بر لب بحر فنا منتظريم ای ساقی

فرصتی دان که ز لب تا به دهان اين همه نيست

زاهد ايمن مشو از بازی غيرت زنهار

که ره از صومعه تا دير مغان اين همه نيست

 

دردمندی من سوخته زار و نزار

ظاهرا حاجت تقرير و بيان اين همه نيست

 

نام حافظ رقم نيک پذيرفت ولی

پيش رندان رقم سود و زيان اين همه نيست

 

**

 

37.

Hiç kimse yok ki o iki kat zülfe düşmüş olmasın. Yolunun uğrağında bir belâ tuzağı bulunmayan kim var?

Yüzün, olsa olsa Tanrı lûtfunun aynası olacak; hem de öyle. Bu sözde de hiç bir riya yok.

* * Zahit, o yüze bakma, o dilbere âşık olma diye bana öğüt vermede. Ama ne yüz? Bakmamaya imkân mı var? Hiç mi Allah’tan utanmaz, hiç mi yüzünden haya etmez?

Tanrı hakkıyçin zülfünü bezeme, seher yelinin eline verme. Hiç bir gece yok ki bu yüzden seher yeliyle yüzlerce kavgamız olmasın!

Ey gönül aydınlatan çırağ, yine gel, yine gel ki sarhoşlar meclisinde senin yüzün olmadıkça ne nurdan eser var, ne safadan eser!

Gariplere bakmak, iyi adla anılmaya sebeptir. Sevgili, yoksa bu âdet sizin şehrinizde yokmu ki?

Sevgili dün gidiyordu. Güzelim, ahdinde dur dedim. Dedi ki: Hocam, yanılmışsın sen, bu ahde vefa olmaz.

Gözün, bir bucağa sığman, halktan kesilen zahitlerin bile gönlünü kapmışken biz ne yapalım; sana uyduksa suç bizde değil ki!

Mürşidim, Pîr-i Mugân olduysa ne var ki? Hiç bir baş yoktur ki onda Tanrı’nın bir sırrı olmasın!

* Âşık, melâmet okuyla oklanmasın da ne yapsın? Hiç bir yiğitin kaza ve kader okuna karşı kalkanı yoktur.

Zahidin ibadet yurdunda da, Hâfız’ın halvetinde de kaşından başka dua mihrabı yok!

* Ey elini Hâfız’ın kanına batıran dost, yoksa Tanrı gayretini düşünmez misin, Tanrı Kur’an’ını fikretmez misin?

Kes nist ki uftâde-i an zulf-i duta nist

Der rehguzer-i kist ki dâmi zi belâ nist

69‏

کس نيست که افتاده آن زلف دوتا نيست

در رهگذر کيست که دامی ز بلا نيست

چون چشم تو دل می‌برد از گوشه نشينان

همراه تو بودن گنه از جانب ما نيست

 

روی تو مگر آينه لطف الهيست

حقا که چنين است و در اين روی و ريا نيست

نرگس طلبد شيوه چشم تو زهی چشم

مسکين خبرش از سر و در ديده حيا نيست

 

از بهر خدا زلف مپيرای که ما را

شب نيست که صد عربده با باد صبا نيست

 

بازآی که بی روی تو ای شمع دل افروز

در بزم حريفان اثر نور و صفا نيست

 

تيمار غريبان اثر ذکر جميل است

جانا مگر اين قاعده در شهر شما نيست

 

دی می‌شد و گفتم صنما عهد به جای آر

گفتا غلطی خواجه در اين عهد وفا نيست

گر پير مغان مرشد من شد چه تفاوت

در هيچ سری نيست که سری ز خدا نيست

عاشق چه کند گر نکشد بار ملامت

با هيچ دلاور سپر تير قضا نيست

 

در صومعه زاهد و در خلوت صوفی

جز گوشه ابروی تو محراب دعا نيست

ای چنگ فروبرده به خون دل حافظ

فکرت مگر از غيرت قرآن و خدا نيست

**

 

38.

Şarap cana ferah vermekte, rüzgâr çiçekleri etrafa saçmakta... fakat çenk nağmesiyle şarap içme, çünkü muhtesip hiddetli.

Eline bir sürahi şarapla bir musahip dost geçerse akıllıca iç, zaman fitnecidir.

Kadehi, yamalı hırkanın yeniyle gizle. Çünkü zamane, sürahinin gözü gibi kan dökücüdür.

Hırkaları göz yaşıyle yıkayıp şaraptan arıtalım. Mevsim takva mevsimi, zaman pehriz zamanı,

Bu yüce felek, öyle bir kan saçıcı elek ki bundan dökülenler Kisra’nın kellesiyle Perviz’in tacı!

Baş aşağı dönmüş feleğin devrinden rahat bir dirlik dileme. Bu küpte saf bile tortulu!

Hâfız, güzel şiirlerinle Irak ve Fars ülkelerini zaptettin, gel, şimdi nöbet Bağdat’la Tebriz’e geldi!

Egerçi bade ferah-bahş-u bâd gulbizest

Be bang-i çeng mehor mey ki muhtesib tizset

41‏

 

اگر چه باده فرح بخش و باد گل‌بيز است

به بانگ چنگ مخور می که محتسب تيز است

صراحی ای و حريفی گرت به چنگ افتد

به عقل نوش که ايام فتنه انگيز است

 

در آستين مرقع پياله پنهان کن

که همچو چشم صراحی زمانه خون‌ريز است

به آب ديده بشوييم خرقه‌ها از می

که موسم ورع و روزگار پرهيز است

 

مجوی عيش خوش از دور باژگون سپهر

که صاف اين سر خم جمله دردی آميز است

سپهر برشده پرويزنيست خون افشان

که ريزه‌اش سر کسری و تاج پرويز است‏

 

عراق و فارس گرفتی به شعر خوش حافظ

بيا که نوبت بغداد و وقت تبريز است

 

**

 

 

39.

Halvet ehlinin Kadir Gecesi dedikleri gece yok mu? İşte bu gece. Yarabbi, bu devlet hangi yıldızın tesiriyle meydana geldi ki?

Layık olmayan kişilerin elleri, saçlarına ulaşmasın diye her gönül, o saçların halkalarından birine yapışmış, “Yarabbi, Yarabbi” diye dua etmede.

Yüz binlerce canın gerdanı, çene topağının halkası altında olan, yüz binlerce canı esir etmiş bulunan gamzenin şehidiyim ben,

Ay, eşsiz bir binici olan sevgilime hizmet etmekte, ayna tutmakta. Yüce güneşin tacı da onun binek atının nalına toprak olmuş!

Yanağındaki terin aksine bak! Pek tez giden güneş bile ömrünce o terin hevesiyle yanmakta.

Sevgilinin lâl dudağıyle şarap kadehini terketmem. Zahitler, beni mazur görün, mezhebim bu!

* Sabah yeline eğer vurup bindikleri zaman Süleyman’la nasıl at koşturabilir, onunla nasıl yarışa girişebilirim ki? Benim bineğim kannca!

Gözüyle gönlüme gizlice ok atan sevgilinin dudak altından gülümsemesi Hâfız'ın canına can katar, ruhuna gıda verir.

Kuzguna benzeyen kalem, maşaallah, ne de yüksek meşrepli. Belâgat gagasından abıhayat damlatmakta.

An şeb-i kadri ki göyend ehl-i halvet imşebest

Yâ Rab in te’sir-i devlet der kudâmin kevkebest

31‏

 

آن شب قدری که گويند اهل خلوت امشب است

يا رب اين تاثير دولت در کدامين کوکب است

 

تا به گيسوی تو دست ناسزايان کم رسد

هر دلی از حلقه‌ای در ذکر يارب يارب است

کشته چاه زنخدان توام کز هر طرف

صد هزارش گردن جان زير طوق غبغب است

 

شهسوار من که مه آيينه دار روی اوست

تاج خورشيد بلندش خاک نعل مرکب است

 

عکس خوی بر عارضش بين کفتاب گرم رو

در هوای آن عرق تا هست هر روزش تب است

من نخواهم کرد ترک لعل يار و جام می

زاهدان معذور داريدم که اينم مذهب است

 

اندر آن ساعت که بر پشت صبا بندند زين

با سليمان چون برانم من که مورم مرکب است

 

آن که ناوک بر دل من زير چشمی می‌زند

قوت جان حافظش در خنده زير لب است

 

آب حيوانش ز منقار بلاغت می‌چکد

زاغ کلک من به نام ايزد چه عالی مشرب است

**

 

40.

Bu zamanda en vefalı arkadaş, halis şarap sürahisiyle gazel cöngünden ibaret.

Hiç bir şeyle alâkadar olma, hür ve serazat yürü... afiyet geçidi dar. Kadehi ele al... aziz ömre değer, hiç bir şey yok!

Cihanda amelsizlikten melûl olan sade ben değilim ya. Âlimlerin kınanması da amelsiz ilimden.

Bu fitnelerle, bu kargaşalıklarla dopdolu geçitte akıl ve basiret gözüyle bakılırsa görülür ki cihanın da sebatı yok, cihandaki işlerin de.

Bir ay yüzlünün saçlarını tut, okşa. Dünyadaki saadetle nuhuset, Zühreyle Zuhalin ıtesirindendir diye masal okumaya kalkışma.

Gönlüm vuslatını pek umuyor... Fakat ecel, ömür yolunda emelleri uğrulamakta!

Hâfız, ezel, şarabından öyle sarhoş ki hiç bir zaman onun ayrıldığım görmeye imkân yok.

Der in zemane refiki ki hâli ez halelest

Surâhi-i mey-i nab-u sefine-i ğazelest

45‏

 

در اين زمانه رفيقی که خالی از خلل است

صراحی می ناب و سفينه غزل است

 

جريده رو که گذرگاه عافيت تنگ است

پياله گير که عمر عزيز بی‌بدل است

نه من ز بی عملی در جهان ملولم و بس

ملالت علما هم ز علم بی عمل است

به چشم عقل در اين رهگذار پرآشوب

جهان و کار جهان بی‌ثبات و بی‌محل است

بگير طره مه چهره‌ای و قصه مخوان

که سعد و نحس ز تاثير زهره و زحل است

 

دلم اميد فراوان به وصل روی تو داشت

ولی اجل به ره عمر رهزن امل است

به هيچ دور نخواهند يافت هشيارش

چنين که حافظ ما مست باده ازل است

**

 

41.

Ben o kişiyim ki meyhane bucağı tekkem, Pîr-i Mugâna dua da seher çağındaki virdimdir.

Çenk teranesiyle sabah şarabı yoksa ne korkum var? Banim musikim, sabahleyin özür isteyen ahımdır.

Tanrı’ya hamdolsun ki padişahtan da fariğim, yoksuldan da. Sevgilinin kapısındaki yoksul bile benim padişahım.

Mescitten de maksadım vuslatın, meyhaneden de. Tanrı şahittir ki bundan başka bir hayalim yok.

Bu eşiğe yüz koyduğum zamandan beri dayandığım yer, güneş mesnedinden bile üstün.

Devlet kapısından kaçmak, benim yolum, yordamım değil. Meğer ki ecel kılıcı otağımın ipini kessin, otağım yıkılsın.

Hâfız, günah işlememek ihtiyatımıza bağlı değilse de sen yine edep yolunu gözet de deki: Suç benim!

Menem ki gûşe-i meyhane hânkâh-ı menest

Du'â-yı Pîr-i muğan vird-i sûbhgâh-ı menest

 

53‏

 

منم که گوشه ميخانه خانقاه من است

دعای پير مغان ورد صبحگاه من است

گرم ترانه چنگ صبوح نيست چه باک

نوای من به سحر آه عذرخواه من است

ز پادشاه و گدا فارغم بحمدالله

گدای خاک در دوست پادشاه من است

غرض ز مسجد و ميخانه‌ام وصال شماست

جز اين خيال ندارم خدا گواه من است

 

مگر به تيغ اجل خيمه برکنم ور نی

رميدن از در دولت نه رسم و راه من است

 

از آن زمان که بر اين آستان نهادم روی

فراز مسند خورشيد تکيه گاه من است

 

گناه اگر چه نبود اختيار ما حافظ

تو در طريق ادب باش و گو گناه من است

**

 

42.

Ey kutsi güzel, nikahını kim açar ? Ey cennet kuşu, sana kim yem ve su verir?

Bu ciğerler yakan düşünce gözüme uykuyu haram itti. Kimin kucağı, istirahat ve uyku konağın oldu ?

Yoksulu hiç sormuyorsun. Korkarım, sende yarlıganma düşüncesi, sevap ümidi yok!

* O mahmur gözler, âşıkların yolunu vurdu. Bundan da anlaşılıyor ki şarabın, öldürücü!

Ey gönlü parlatan köşk, dostluk ve vefa konağısın. Dilerim Rabbimden zamanın âfeti seni harabetmesin.

Ne kadar ağladım, ne kadar inledim... fakat bir türlü duymadın. Herhalde, sevgili, eşiğin, konağın pek yüksek!

Aklını başına al, bu çölde kaynak yok... golyabani, seni serap göstererek aldatmasın.

* Gönül, gençlik çağın yanlış bir yola harcandı gitti. İhtiyarlık yoluna nasıl gideceksin acaba?

Hâfız, efendisinden kaçacak kul değil. Benimle barış, yine gel, azarından haraboldum.

Ey şâhed-i kudsi ki keşed bend-i nikâbet

Vey murğ-i behişti ki dehed dâne-vu âbet

15‏

 

ای شاهد قدسی که کشد بند نقابت

و ای مرغ بهشتی که دهد دانه و آبت

خوابم بشد از ديده در اين فکر جگرسوز

کاغوش که شد منزل آسايش و خوابت

 

درويش نمی‌پرسی و ترسم که نباشد

انديشه آمرزش و پروای ثوابت

راه دل عشاق زد آن چشم خماری

پيداست از اين شيوه که مست است شرابت

 

تيری که زدی بر دلم از غمزه خطا رفت

تا باز چه انديشه کند رای صوابت

هر ناله و فرياد که کردم نشنيدی

پيداست نگارا که بلند است جنابت

 

دور است سر آب از اين باديه هش دار

تا غول بيابان نفريبد به سرابت

 

تا در ره پيری به چه آيين روی ای دل

باری به غلط صرف شد ايام شبابت

ای قصر دل افروز که منزلگه انسی

يا رب مکناد آفت ايام خرابت

 

حافظ نه غلاميست که از خواجه گريزد

صلحی کن و بازآ که خرابم ز عتابت

**

 

43.

O gönül okşayan sevgilime şükür mü ediyorum, yoksa ondan sana şikâyette mi bulunuyorum ? Aşk nüktesini biliyorsan bu hikâyeyi dinle!

Ettiğim her kulluk, karşılıksız kaldı, hattâ bir minnet duygusu bile uyandırmadı. Yarabbi, kimse inayetsiz kimseye hizmetkâr olmasın.

Susamış rintlere kimse su vermiyor. Sanki dost tanıyanlar, nimet kadrini bilenler bu vilâyetten çekilip gittiler.

Şerefimi korumadın ama ben yine kapından yüz çevirmem. Yârin cevrü cefası, ağyarın vefasından boş!

Gönül, kement gibi olan zülfüne dolaşma. Orada suçsuz, cinayetsiz kesilmiş nice başlar görürsün.

Gözün, bakışıyle kanımızı içmekte, sen de bunu takdir ediyorsun. Sevgili, kan dökücüyü korumak caiz değildir.

Bu kapkaranlık gecede maksat yolumu kaybettim. Ey hidayet yıldızı, bir köşeden çık, görün!

Ne yana gittiysem vahşetim arttı. Aman bu çölden, feryat bu sonu olmayan yoldan!

* Ey güzeller güneşi, aşktan gönlün kaynamakta. Bir an olsun beni inayet gölgesine al, sığındır!

Bu yola nasıl bir nihayet tasavvur edilebilir? Daha başlangıçta yüz binlerce, hatta daha da fazla menzil var!

Hâfız, gibi on dört rivayete göre Kur’an’ı ezbere okusan da faydasız. Feryadına yine ancak aşk erişir, aşk!

Zan yâr-ı dil-nevâzem şukrist fi şikâyet

Ger nükte-dan-ı ışki bişnov tu in hikâyet

94‏

 

زان يار دلنوازم شکريست با شکايت

گر نکته دان عشقی بشنو تو اين حکايت

بی مزد بود و منت هر خدمتی که کردم

يا رب مباد کس را مخدوم بی عنايت

رندان تشنه لب را آبی نمی‌دهد کس

گويی ولی شناسان رفتند از اين ولايت

در زلف چون کمندش ای دل مپيچ کان جا

سرها بريده بينی بی جرم و بی جنايت

چشمت به غمزه ما را خون خورد و می‌پسندی

جانا روا نباشد خون ريز را حمايت

 

در اين شب سياهم گم گشت راه مقصود

از گوشه‌ای برون آی ای کوکب هدايت

از هر طرف که رفتم جز وحشتم نيفزود

زنهار از اين بيابان وين راه بی‌نهايت

ای آفتاب خوبان می‌جوشد اندرونم

يک ساعتم بگنجان در سايه عنايت

 

اين راه را نهايت صورت کجا توان بست

کش صد هزار منزل بيش است در بدايت

 

هر چند بردی آبم روی از درت نتابم

جور از حبيب خوشتر کز مدعی رعايت

عشقت رسد به فرياد ار خود به سان حافظ

قرآن ز بر بخوانی در چارده روايت

**

 

44.

Yarabbi, bir sebep halk et de sevgilim yine sağ esen dönüp gelsin, beni de bu melâmet pençesinden kurtarsın.

O sefere giden sevgilinin yolunun toprağını getirin de cihanı gören gözlerime sürme çekeyim.

Feryat ki o ben, o hat, o zülüf, o yanak, o yüz ve o boy, altı taraftan da yolumu kesti!

Bugün senin elindeyken acı. Yoksa yarın toprak olursam nadim olup ağlamadan ne fayda!

Ey sözle aşktan dem vuran, ey dille aşkı anlatmaya çalışan, seninle sözümüz yok. Hadi hayra karşı, selâmetle, güle güle!

Ey derviş, dostların kılıcından feryadetme. Bu taife, öyle bir taife ki adamı öldürürler de kolumuz yoruldu diye ölenden kan diyeti alırlar!

Hırkanı ateşe at. Çünkü sâkinin yay gibi kaşları imamet mihrabını yıkar, dağıtır, seni ibadet etmeye bırakmaz.

Haşa... senin cevrinden, cefandan ağlamam. Lâtif kişilerin zulmü de lûtuftan, keremden ibarettir.

Hâfız, zülfünden bahsetmeyi kısa kesmez. Bu silsile kıyamet gününe kadar uzayıp gider!

Yâ Rab sebebi saz ki yârem be selâmet

Bâz âyed-u berhândem ezçengi melâmet

89‏

 

يا رب سببی ساز که يارم به سلامت

بازآيد و برهاندم از بند ملامت

 

خاک ره آن يار سفرکرده بياريد

تا چشم جهان بين کنمش جای اقامت

فرياد که از شش جهتم راه ببستند

آن خال و خط و زلف و رخ و عارض و قامت

 

امروز که در دست توام مرحمتی کن

فردا که شوم خاک چه سود اشک ندامت

 

ای آن که به تقرير و بيان دم زنی از عشق

ما با تو نداريم سخن خير و سلامت

 

درويش مکن ناله ز شمشير احبا

کاين طايفه از کشته ستانند غرامت

 

در خرقه زن آتش که خم ابروی ساقی

بر می‌شکند گوشه محراب امامت

حاشا که من از جور و جفای تو بنالم

بيداد لطيفان همه لطف است و کرامت

 

کوته نکند بحث سر زلف تو حافظ

پيوسته شد اين سلسله تا روز قيامت

**

 

45.

Ne lûtuftur bu ki ansızın kaleminin sızıntısı aramızdaki hukuku keremine arzediverdi.

Kaleminin ucuyle bana bir selâmcağız yazmışsın. Dünyalar durdukça dur, şu dönüp duran iş yurdundan yazın eksik olmasın!

Bu âşıkı yanıldın da andın demiyorum. Akıl bakımından düşünülürse zaten kalemin yanlış bir iş yapmaz.

Ebedî devlet, seni ağırlayıp ululadı. Bu nimetin şükrânesi olarak sen de beni hor tutma!

Gel... zülfünle şöyle bağdaşalım: Başım kesilse ayağından baş kaldırmayacağım ben.

Gönlün ahvalimizi duyar... duyar ama gamından ölenler hâk ile yeksan olur, topraklarından lâleler biter; işte o zaman!

** Seher yeli, her güle, her selviye saçından bahsedip durmada. Rakip, bu gammazı bilmem nasıl oldu da haremine bıraktı!

Sana Cem’in camiyle Hızır’ın abıhayatını sunup duruyorlar... artık gönlü hasta olanlar ne umurunda?

Gönlüm, gamında mukim. Seni Tanrı nasıl hoş tuttuysa sen de onu öyle hoş tut!

Ey sabah rüzgârı İsa’sı, vaktin daima hoş olsun. Hâfız’ın hasta gönlü, nefesinle dirildi.

Çi Iutf bud ki nagâh reşhe-i kalemet

Hukuk-ı hidmeti mâ 'arze kerd ber keramet

93‏

 

چه لطف بود که ناگاه رشحه قلمت

حقوق خدمت ما عرضه کرد بر کرمت

 

به نوک خامه رقم کرده‌ای سلام مرا

که کارخانه دوران مباد بی رقمت

نگويم از من بی‌دل به سهو کردی ياد

که در حساب خرد نيست سهو بر قلمت

 

مرا ذليل مگردان به شکر اين نعمت

که داشت دولت سرمد عزيز و محترمت

 

بيا که با سر زلفت قرار خواهم کرد

که گر سرم برود برندارم از قدمت

 

ز حال ما دلت آگه شود مگر وقتی

که لاله بردمد از خاک کشتگان غمت

 

روان تشنه ما را به جرعه‌ای درياب

چو می‌دهند زلال خضر ز جام جمت

هميشه وقت تو ای عيسی صبا خوش باد

که جان حافظ دلخسته زنده شد به دمت

 

 

**

 

46.

Ey nazardan gaip sevgili, seni Tanrı’ya ısmarlıyorum. Sen, benim canımı yaktın ama ben seni canla, gönülle sevmekteyim.

Kefenimin eteğini toprağın ayağı, altına çekmedikçe elimi eteğinden çekmem; çekeceğimi de umma.

Kaşlarının mihrabını göster de seher çağında ellerimi duaya kaldırayım, boynuna dolayayım... kem göz değmesin.

Sana ulaşmak için Babil kuyusundaki Hârût’un yanına bile gitmem lâzımsa yüz türlü sihirler yapar, seni elde eder, yine sana ulaşırım.

Ey vefasız doktor, huzurunda ölmek istiyorum. Sen de hastanı bir kerecik olsun sor, soruştur. Ben, seni beklemekteyim.

Gönlüme sevgi tohumunu ekmek için etrafında göz yaşlarımdan yüzlerce ırmak akıttım.

*          Ercesine hançer kullanan gamzenden memnunum doğrusu, kanımı döktü de beni ayrılık derdinden kurtardı.

*          Ağlayıp duruyorum, gözyaşlarımdan seller meydana geldi, maksadım da gönlüne muhabbet tohumunu ekmek!

* Yanına gelmeme müsaade et de gönül hararetiyle her an ayağına gözlerimden inciler yağdırayım.

Hâfız, şarap içmek, güzel sevmek ve rintlik, senin harcın değil, sen de bunları az çok yapmaktasın ama benim ehemmiyet bile verdiğim yok.

Ey ğâib eznazar be Huda misipâremet

Cânem bisuhti be dil-i dost dâremet

91‏

 

ای غايب از نظر به خدا می‌سپارمت

جانم بسوختی و به دل دوست دارمت

تا دامن کفن نکشم زير پای خاک

باور مکن که دست ز دامن بدارمت

 

محراب ابرويت بنما تا سحرگهی

دست دعا برآرم و در گردن آرمت

 

گر بايدم شدن سوی هاروت بابلی

صد گونه جادويی بکنم تا بيارمت

خواهم که پيش ميرمت ای بی‌وفا طبيب

بيمار بازپرس که در انتظارمت

 

صد جوی آب بسته‌ام از ديده بر کنار

بر بوی تخم مهر که در دل بکارمت

خونم بريخت و از غم عشقم خلاص داد

منت پذير غمزه خنجر گذارمت

 

می‌گريم و مرادم از اين سيل اشکبار

تخم محبت است که در دل بکارمت

 

بارم ده از کرم سوی خود تا به سوز دل

در پای دم به دم گهر از ديده بارمت

حافظ شراب و شاهد و رندی نه وضع توست

فی الجمله می‌کنی و فرو می‌گذارمت

**

 

47.

Kızıl gül açıldı, bülbül sarhoş oldu, feryada başladı. Ey şaraba tapan sofiler, sarhoşluğa salâ!

Sağlamlıkta taş gibi görünen tövbeye bir bak, ne tuhaf, sırça -bir kadeh nasıl da onu kırıverdi!

Şarap getir, istiğna makamında padişah,, yoksul... ayık, sarhoş; hepsi birdir.

Mademki bu iki kapılı evden göçmek zaruri; yaşayış çardağı, yeyim kemeri ha yüksek olmuş, ha alçak!

Dünyada zahmetsiz aşk müyesser olmuyor. Evet, Elest ahdini Belâ’ya bağlamışlar.

Vara, yoğa gönül koyup incinme, yüreğini hoş tut. Dünyadaki her kemalin sonu, nihayet yoktur.

Âsaf’ın azameti, yel at, kuş dili... hepsi yele gitti, sahibine hiç bir fayda vermedi.

Kolum, kanadım var diye yoldan çıkma.. Menzil oku da bir zamancık yükselir, havada gider ama sonunda toprağa düşüp kalır.

Hâfız, kaleminin dili nasıl şükredebilecek? Sözlerini elden ele gezdirip duruyorlar.

Şukufteşud gul-i hamrâ vu keşt bulbul mest

Salâ-yi serhoşi ey süfiyân-ı bâde-perest

25‏

 

شکفته شد گل حمرا و گشت بلبل مست

صلای سرخوشی ای صوفيان باده پرست

اساس توبه که در محکمی چو سنگ نمود

ببين که جام زجاجی چه طرفه‌اش بشکست

بيار باده که در بارگاه استغنا

چه پاسبان و چه سلطان چه هوشيار و چه مست

 

از اين رباط دودر چون ضرورت است رحيل

رواق و طاق معيشت چه سربلند و چه پست

 

مقام عيش ميسر نمی‌شود بی‌رنج

بلی به حکم بلا بسته‌اند عهد الست

به هست و نيست مرنجان ضمير و خوش می‌باش

که نيستيست سرانجام هر کمال که هست

 

شکوه آصفی و اسب باد و منطق طير

به باد رفت و از او خواجه هيچ طرف نبست

 

به بال و پر مرو از ره که تير پرتابی

هوا گرفت زمانی ولی به خاک نشست

زبان کلک تو حافظ چه شکر آن گويد

که گفته سخنت می‌برند دست به دست

**

 

48.

Saçları dağınık, terlemiş, gülümsüyor, sarhoş... gömleği açık, gazel okumakta, elinde bir sürahi.

Nerkis gözü kavga arıyor, dudaklarından teessüfler dökülmekte,,, dün gece tam gece yarısında yastığımın baş ucuna gelip oturdu.

Kulağıma eğildi de hüzünlü bir sesle “Ey eski âşıkım, uykun mu var?” dedi.

Bir ârife böyle bir gece şarabı sunulur da artık şaraba tapmazsa aşk kâfiri olur.

Yürü be zahit, tortulu şarap içenleri kınayıp durma. Bize Elest günü bundan başka bir armağan vermediler ki.

Kadehimize ne döktüyse içtik, ister helâl cennet şarabı olsun, ister haram şarap!

Şarap kadehinin gülümsemesiyle sevgilinin büklüm büklüm saçları, Hâfız’ın tövbesi gibi nice tövbeler bozdu..

Zulf aşüfte vu hoy-kerde vu handan-leb u mest

Pirehen çâk-u ğazel-hân-u surâhi derdest

26‏

 

زلف آشفته و خوی کرده و خندان لب و مست

پيرهن چاک و غزل خوان و صراحی در دست

نرگسش عربده جوی و لبش افسوس کنان

نيم شب دوش به بالين من آمد بنشست

 

سر فرا گوش من آورد به آواز حزين

گفت ای عاشق ديرينه من خوابت هست

عاشقی را که چنين باده شبگير دهند

کافر عشق بود گر نشود باده پرست

 

برو ای زاهد و بر دردکشان خرده مگير

که ندادند جز اين تحفه به ما روز الست

 

آن چه او ريخت به پيمانه ما نوشيديم

اگر از خمر بهشت است وگر باده مست

 

خنده جام می و زلف گره گير نگار

ای بسا توبه که چون توبه حافظ بشکست

**

 

49.

Tanrı, senin gönüller açan yüzünü, kaşını bu kadar güzel yarattı da benim işimin, gücümün açılıp ferahlamasını da o kaşın, gözün işaretlerine bağladı.

Zamane, nerkisi kaftanının kuşağım bağlayınca beni de hayretle yola dikti, selviyi de.

Gonca gibi, senin muhabbetine gönül bağlayanın işi, elbette bir gün senden esip gelen rüzgârla açılır.

Gül bahçesinden esip gelen rüzgâr, senin muhabbetine gönül verince bizim işimizdeki yüzlerce düğümü de açtı, koncanın gönlündeki, düğümü de.

Felek, beni senin kulluğuna verdi ve buna razı da etti ama ne fayda ki yine işi senin rızana bağladı.

Bu hor, hakir kulun gönlüne konca gibi düğümler vurma. Senin düğümler açan zülfüne bağlandı ve oradan ayrılmamaya ahdetti.

Ey vuslat yeli, sen zaten başkasının hayatıydın. Fakat hataya bak ki gönül vefam umdu.

Senin cevrinin yüzünden şehirden gideyim dedim. Güldü de dedi ki: Hadi Hâfız, git.... senin ayağını kim bağladı ki

Huda çi sûret-u ebrü-yı dil-guşâ-yı tu best

Guşâd-ı kârı men ender girişmehâ-yı tu best

32‏

 

خدا چو صورت ابروی دلگشای تو بست

گشاد کار من اندر کرشمه‌های تو بست

مرا و سرو چمن را به خاک راه نشاند

زمانه تا قصب نرگس قبای تو بست

ز کار ما و دل غنچه صد گره بگشود

نسيم گل چو دل اندر پی هوای تو بست

مرا به بند تو دوران چرخ راضی کرد

ولی چه سود که سررشته در رضای تو بست

چو نافه بر دل مسکين من گره مفکن

که عهد با سر زلف گره گشای تو بست

تو خود وصال دگر بودی ای نسيم وصال

خطا نگر که دل اميد در وفای تو بست

ز دست جور تو گفتم ز شهر خواهم رفت

به خنده گفت که حافظ برو که پای تو بست

**

 

50.

Göz seyrengâhımın çardağı senin yuvandır. Kerem et, gel kon. Ev, senin evin.

Hal ve hattının güzelliğiyle âriflerin gönlünü aldın. Tuzağının, tanenin altında ne şaşılacak lûtufların var.

Ey sabah bülbülü, gönlün gülün vuslatıyle hoş olsun... çimenlikte duyulan ancak senin âşıkane gülbangin.

Gönlümüzdeki zayıflığın tedavisini dudağına havale et. Çünkü bu gönül ferahlatıcı) yakut macunu ancak senin hâzinende.

Bedenimle senin mülâzemetinde değilim ama canım eşiğinin toprağı.

Ben her şuha gönül verecek adam değilim. Gönül hâzinemin kapısında senin mührün, senin nişanın var.

Ey her işi tatlı ve yerli yerinde olan tek binici, sen ne oyunbazsın... felek gibi serkeş bir at bile kamçına râm olmuş!

Ben kim oluyorum? Oyunbaz felek bile, senin bahane dağarcığındaki hileler yüzünden sürçmekte.

Meclisindeki musiki, şimdi feleği bile raksa soktu. Çünkü nağmelerin, tatlı sözlü Hâfız’ın şiirleri!

Ruvâk ı manzar ı çeşm-i men âşiyâne-i tust

Kerem nema vu furud â ki hâne hâne-i tust

34‏

 

رواق منظر چشم من آشيانه توست

کرم نما و فرود آ که خانه خانه توست

 

به لطف خال و خط از عارفان ربودی دل

لطيفه‌های عجب زير دام و دانه توست

دلت به وصل گل ای بلبل صبا خوش باد

که در چمن همه گلبانگ عاشقانه توست

 

علاج ضعف دل ما به لب حوالت کن

که اين مفرح ياقوت در خزانه توست

 

به تن مقصرم از دولت ملازمتت

ولی خلاصه جان خاک آستانه توست

من آن نيم که دهم نقد دل به هر شوخی

در خزانه به مهر تو و نشانه توست

 

تو خود چه لعبتی ای شهسوار شيرين کار

که توسنی چو فلک رام تازيانه توست

چه جای من که بلغزد سپهر شعبده باز

از اين حيل که در انبانه بهانه توست

 

سرود مجلست اکنون فلک به رقص آرد

که شعر حافظ شيرين سخن ترانه توست

**

 

51.

Hâce’nin canına, ezelî hukuka ve aramızdaki bozulmaz ahde andolsun ki sabah çağlarında senin devletine dua etmekteyim; munisim bu!

Nuh tufanını bastıran gözyaşım, gönlümden senin sevgini mahvedemedi gitti.

Bir alışverişte bulun da şu kırık gönlümü ele al. Çünkü kırıklığıyle bile yine yüz binlerce sağlam gönüle değer!

* Sarhoştur, rusvaydır diye kınama beni, çünkü aşk mürşidi, daha ezel gününde nasibini meyhaneden verdi!

Karınca, Âsaf’a dil uzattı ama yerinde. Çünkü o, Süleyman’ın mührünü kaybetti de aramadı bile.

Gönül, sevgilinin sonsuz lûtfundan ümidini kesme. Mademki aşktan dem vurdun, durmadan başınla oynayıver!

*          Doğruluğa savaş da nefesinden güneş doğsun. Subhu kâzibin yüzü, yalancılığından karardı.

*          Elinden dağların delisi, çöllerin şeydası oldum da hâlâ merhamet edip bu silsileyi gevşetmiyorsun!

Hâfız, incinme ve güzellerden pek o kadar vefa umma. Ot bitmediyse bağın ne suçu var?

Be cân-ı Hâce vu, hakk-ı kadim-u ahd-ı dürüst
Ki münis-i dem-i subhem du'ây-ı devlet-i tust

28‏

 

به جان خواجه و حق قديم و عهد درست

که مونس دم صبحم دعای دولت توست

سرشک من که ز طوفان نوح دست برد

ز لوح سينه نيارست نقش مهر تو شست

 

بکن معامله‌ای وين دل شکسته بخر

که با شکستگی ارزد به صد هزار درست

زبان مور به آصف دراز گشت و رواست

که خواجه خاتم جم ياوه کرد و بازنجست

دلا طمع مبر از لطف بی‌نهايت دوست

چو لاف عشق زدی سر بباز چابک و چست

به صدق کوش که خورشيد زايد از نفست

که از دروغ سيه روی گشت صبح نخست

شدم ز دست تو شيدای کوه و دشت و هنوز

نمی‌کنی به ترحم نطاق سلسله سست

مرنج حافظ و از دلبران حفاظ مجوی

گناه باغ چه باشد چو اين گياه نرست

**

 

52.

Gördün mü? Sevgili, ancak cevretmeye, sitem etmeye koyuldu, başka bir hevesi de yok. Ahdim bozdu, bizim dertlerimizle hiç mukayyed olmadı.

Güvercine benzeyen gönlümü vurdu, öldürdü, haremde avlanmanın haram olduğuna aldırış bile etmedi. Fakat Yarabbi, yine sen suçuna bakma!

Cefa, bana kendi talihimden. Yoksa sevgili lütfetmesin, keremde bulunmasın... hâşa, böyle şey olamaz.

Bütün bunlarla beraber ondan horluk çekmeyen nereye giderse gitsin, kimse tarafından ağırlanmaz, ululanmaz.

Sâki, şarap sun, muhtesibe de de ki: Bizi hoş gör, kınama, Cem’in bile böyle bir kadehi yoktu.

Kapısının harimine yol bulmayan yolcu,, ovayı beyhude yere dolaştı, hareme yol bulamadı gitti.

Hâfız, sen fesahat topunu kap, götür. Çünkü davacının bir hüneri olması şöyle dursun, işten haberi bile yok!

Didi ki yâr cuz ser-i cevr-ü sitem nedâşt
Bişkest 'ahd-u vez ğam-ı mâ hiç ğam nedâşt

78‏

 

ديدی که يار جز سر جور و ستم نداشت

بشکست عهد وز غم ما هيچ غم نداشت

 

يا رب مگيرش ار چه دل چون کبوترم

افکند و کشت و عزت صيد حرم نداشت

 

بر من جفا ز بخت من آمد وگرنه يار

حاشا که رسم لطف و طريق کرم نداشت

 

با اين همه هر آن که نه خواری کشيد از او

هر جا که رفت هيچ کسش محترم نداشت

ساقی بيار باده و با محتسب بگو

انکار ما مکن که چنين جام جم نداشت

 

هر راهرو که ره به حريم درش نبرد

مسکين بريد وادی و ره در حرم نداشت

حافظ ببر تو گوی فصاحت که مدعی

هيچش هنر نبود و خبر نيز هم نداشت

 

 

**

 

53.

Bir bülbül, gagasına güzel renkli bir gül yaprağı almış, o vuslat nimetine eriştiği halde yine hazin hazin, tatlı tatlı feryada koyulmuştu.

Vuslata eriştiğin halde bu feryadü figan nedir dedim. Dedi ki: Sevgilinin cilvesi bizi bu işe saldı.

Sevgili bizimle düşüp kalkmazsa itiraza imkân mı var? O muradına erişmiş bir Padişah elbette yoksullardan arlanır.

Bizim naz ü niyazımız, sevgilinin güzelliğine tesir etmedi gitti. Sevgili, bizim yalvarışlarımıza hiç bir suretle aldırış etmedi. Nazeninlerden iltifat görecek kişiler, ancak bahtı olan kişilerdir.

Kalk, o nakkaşın kalemine canımızı feda edelim. Bütün bu şaşılacak nakışlan, pergeliyle o meydana getirdi!

İradeni aşk yoluna verdiysen adın kötüye çıkacak diye düşünme. Şeyh-i San’an bile hırkasını meyhaneciye rehin vermişti.

Sülûkünde meleklerin tespihini zünnariyle çeken, zünnar kuşanmış olduğu halde meleklerin tespihiyle meşgul olan kalender, vaktini ne de hoş geçirmiştir.

O huri yaratılıştı sevgilinin köşkünün damı altında Hâfız’ın göz yaşlan cennette akan ırmaklara döndü.

Bulbuli berg-i guli hoş-reng der mınkâr dâşt
Vanderan berg-u neva hoş nâlehâ-yi zar dâşt

77‏

 

بلبلی برگ گلی خوش رنگ در منقار داشت

و اندر آن برگ و نوا خوش ناله‌های زار داشت

گفتمش در عين وصل اين ناله و فرياد چيست

گفت ما را جلوه معشوق در اين کار داشت

 

يار اگر ننشست با ما نيست جای اعتراض

پادشاهی کامران بود از گدايی عار داشت

در نمی‌گيرد نياز و ناز ما با حسن دوست

خرم آن کز نازنينان بخت برخوردار داشت

 

خيز تا بر کلک آن نقاش جان افشان کنيم

کاين همه نقش عجب در گردش پرگار داشت

 

گر مريد راه عشقی فکر بدنامی مکن

شيخ صنعان خرقه رهن خانه خمار داشت

 

وقت آن شيرين قلندر خوش که در اطوار سير

ذکر تسبيح ملک در حلقه زنار داشت

 

چشم حافظ زير بام قصر آن حوری سرشت

شيوه جنات تجری تحتها الانهار داشت

**

 

54.

Şuh kaşının kurduğu yay, bu kudretsiz âşıkın helâki için kurulmuş, onunla benim canıma kasdetmekte.

Şarap için terleyerek bahçeye ne zaman gittin ki bu güzelliğin, erguvanı ateşe verdi.

Nergis, kendini beğendi de bir işvelendi; gözün bundan dolayı onun rağmine cihana yüzlerce fitne saldı.

Senin yüzüne benzettim diye seher çağı da hemen sabah rüzgârının eliyle ağzıma toprak saçtı.

Menekşe büklüm büklüm turalarını düğümlerken seher yeli, zülfünün hikâyesini ortaya koydu.

Ben, bundan önce zâhittim, ne şarap görmüştüm, ne çalgı duymuştum. Fakat meyhane sâkilerinin havası, beni ona da düşürdü, buna da.

Şimdi lâl renkli şarapla hırkamı yıkayıp duruyorum. Fakat ezelî nasibi yıkayıp arıtmaya imkân mı var?

İki cihanın da nakşı yokken aşk ve muhabbet şivesi vardı; zamane, sevgi âdetini ortaya şimdi atmadı ki.

Hâfız’ın açılıp gelişmesi, herhalde muğlann şarabından harabolmaktadır, ezeli takdir böyle.

* Zaman, beni Cihan Hacesi’nin kulluğuna saldı. Anladım ki artık âlem, muradımca dönecek.

Hami ki ebru-yı şuh-ı tu der keman endaht
Be kasd-ı can-ı men-i zar-ı natevan endaht

 16‏

 

خمی که ابروی شوخ تو در کمان انداخت

به قصد جان من زار ناتوان انداخت

 

نبود نقش دو عالم که رنگ الفت بود

زمانه طرح محبت نه اين زمان انداخت

 

به يک کرشمه که نرگس به خودفروشی کرد

فريب چشم تو صد فتنه در جهان انداخت

 

شراب خورده و خوی کرده می‌روی به چمن

که آب روی تو آتش در ارغوان انداخت

به بزمگاه چمن دوش مست بگذشتم

چو از دهان توام غنچه در گمان انداخت

 

بنفشه طره مفتول خود گره می‌زد

صبا حکايت زلف تو در ميان انداخت

 

ز شرم آن که به روی تو نسبتش کردم

سمن به دست صبا خاک در دهان انداخت

 

من از ورع می و مطرب نديدمی زين پيش

هوای مغبچگانم در اين و آن انداخت

کنون به آب می لعل خرقه می‌شويم

نصيبه ازل از خود نمی‌توان انداخت

مگر گشايش حافظ در اين خرابی بود

که بخشش ازلش در می مغان انداخت

جهان به کام من اکنون شود که دور زمان

مرا به بندگی خواجه جهان انداخت

**

 

55.

Meyhane mahallesine yol bulan yolcu, başka bir kapı çalmanın beyhude ve abes bir düşünce olduğunu anlamıştır.

Zamane, rintlik tacını, ancak âlemdeki yüceliği o taçta bilen kişiye verdi.

* Meyhane eşiğine yol bulan şarap kadehinden feyzaldı da tekkelerde açılan sırları anladı.

Bizden, divaneler ibadetinden başka ibadet isteme. Ne yapalım, şeyhimiz, akıllılığı günah saymakta.

Kadehin ağzındaki yazıdan iki âlem sırrını okuyan, Cem’in kadehindeki remizleri, yoldaki izlerden bile anlar.

Gönlüm, sâkinin gözünden canının bağışlanmasını dilemedi. Neden mi diyeceksin? Çünkü o kalbi kara merhametsiz güzelin âdetini biliyor.

Bahtımın yıldızının tesiriyle gözlerimden seher çağlarında öyle yaşlar aktı, öyle ağladım ki bu ağlayışı Zühre de gördü, ay da anladı.

** Kadehin dudağıyle sâkinin yüzünü, bir gecelik hilâlle ayın on dördü bilen kişinin bakışı, ne hoş bakıştır!

Hâfız’ın gizlice şarap içtiğini muhtesiple şahne şöyle dursun, padişah bile duydu, bildi.

O padişah, öyle bir derecesi yüce padişahtır ki dokuz felek eyvanını, divanhanesinden bir nümune saymıştır!

Be küy-ı meykede her sâliki ki reh dânist
Deri diğer zeden endişe-i tebeh dânist

47‏

 

به کوی ميکده هر سالکی که ره دانست

دری دگر زدن انديشه تبه دانست

زمانه افسر رندی نداد جز به کسی

که سرفرازی عالم در اين کله دانست

بر آستانه ميخانه هر که يافت رهی

ز فيض جام می اسرار خانقه دانست

هر آن که راز دو عالم ز خط ساغر خواند

رموز جام جم از نقش خاک ره دانست

 

ورای طاعت ديوانگان ز ما مطلب

که شيخ مذهب ما عاقلی گنه دانست

دلم ز نرگس ساقی امان نخواست به جان

چرا که شيوه آن ترک دل سيه دانست

 

ز جور کوکب طالع سحرگهان چشمم

چنان گريست که ناهيد ديد و مه دانست

 

حديث حافظ و ساغر که می‌زند پنهان

چه جای محتسب و شحنه پادشه دانست

بلندمرتبه شاهی که نه رواق سپهر

نمونه‌ای ز خم طاق بارگه دانست

**

 

56.

Ağlamaktan gözbebeklerim kanlar içinde. Bir bak da gör, iştiyakınla halkın hali nasıl?

Lâl dudağınla şarap rengindeki gözünü anarak gam kadehinden içtiğim kızıl şarap,, kandan ibaret!

Civarın maşrika benziyor; oradan yüzünün güneşi doğarsa ne kutlu talihim var!

Ferhad’ın sözü, ancak Şirin’in dudağına hikâyesi; Leylâ’nın saçlarındaki büklüm de Mecnun’un durağı!

Gönlümü bir sor, soruştur... çünkü boyun selvi gibi gönül alıcı. Söz söyle... çünkü sözün lâtif ve düzenli!

Şarap döndür de cana biraz rahat ve huzur ver ey sâki; çünkü hatırım, feleğin çevriyle perişan.

Aziz sazım, elimden gideli eteğimin kenarı Ceyhun ırmağına döndü.

Gamlı gönlüm, ihtiyarımla nasıl neşelensin? Bu gam, benim ihtiyarımla değil ki.

Hâfız, kendinden geçmiş olduğu halde sevgiliyi istemekte... âdeta Karun hâzinesini isteyen müflise dönmüş!

Zi girye merdum-ı çeşmem nişeste der hünest
Bibin ki der talebet hâl-i merduman çunest

54‏

 

ز گريه مردم چشمم نشسته در خون است

ببين که در طلبت حال مردمان چون است

 

به ياد لعل تو و چشم مست ميگونت

ز جام غم می لعلی که می‌خورم خون است

ز مشرق سر کو آفتاب طلعت تو

اگر طلوع کند طالعم همايون است

 

حکايت لب شيرين کلام فرهاد است

شکنج طره ليلی مقام مجنون است

دلم بجو که قدت همچو سرو دلجوی است

سخن بگو که کلامت لطيف و موزون است

 

ز دور باده به جان راحتی رسان ساقی

که رنج خاطرم از جور دور گردون است

 

از آن دمی که ز چشمم برفت رود عزيز

کنار دامن من همچو رود جيحون است

 

چگونه شاد شود اندرون غمگينم

به اختيار که از اختيار بيرون است

 

ز بيخودی طلب يار می‌کند حافظ

چو مفلسی که طلبکار گنج قارون است

**

 

57.

Sâki, şarap getir. Sevgili yüzünden nikabı kaldırdı. Halvettekilerin çırağı yeniden yalınlandı.

O başı alınmış mum tekrar yüzünü aydınlattı. Şu gün görmüş, yaş yaşamış ihtiyar, yeniden gençleşti.

Aşk, bir işveye başladı ki müfti bile yoldan çıktı. Sevgili bir lütuf ta bulundu ki düşman bile artık sevgili elden gitti diye çekinmeye başladı.

Aman o gönül aldatan tatlı sözlerden. Sanki ağzın, sözü, şekere bandırdı.

Tanrı bir İsa nefesli kişi gönderdi de gönlümüzü mecruh eden gam yükünü aldı, bizi kurtardı.

Aya, güne güzellik satan ve huriye benzeyeni, her güzel, sen gelince başka bir işin peşine düştü, güzellik satmadan vazgeçti.

Yedi gök, aşk hikâyesinin sedasıyle dolu, Öyle olduğu halde kısa görüşlü, bu husustaki sözü kısa kesti, aşka ehemmiyet vermedi!

Hâfız, sen bu duayı kimden öğrendin ki baht bile şiirini muska yaptı, altınla kapladı.

Sâki biyâ ki yar zi ruh perde ber girift
Kâr-ı çerâğ-ı halvetiyan bâz der girift

86‏

 

ساقی بيا که يار ز رخ پرده برگرفت

کار چراغ خلوتيان باز درگرفت

 

آن شمع سرگرفته دگر چهره برفروخت

وين پير سالخورده جوانی ز سر گرفت

آن عشوه داد عشق که مفتی ز ره برفت

وان لطف کرد دوست که دشمن حذر گرفت

 

زنهار از آن عبارت شيرين دلفريب

گويی که پسته تو سخن در شکر گرفت

بار غمی که خاطر ما خسته کرده بود

عيسی دمی خدا بفرستاد و برگرفت

هر سروقد که بر مه و خور حسن می‌فروخت

چون تو درآمدی پی کاری دگر گرفت

زين قصه هفت گنبد افلاک پرصداست

کوته نظر ببين که سخن مختصر گرفت

 

حافظ تو اين سخن ز که آموختی که بخت

تعويذ کرد شعر تو را و به زر گرفت

 

**

 

58.

Ken’an Piri’nin söylediği hoş bir söz duydum: sevgilinin ayrılığı, adama bir iş eder ki sözle söylenmesine imkân bulunmaz.

Şehir vaizinin dün söylediği kıyamet korkusu yok mu? Ayrılık zamanından bir kinaye.

Sefere giden sevgiliyi kimden sorayım? Sabah rüzgârının söylediği sözlerin hepsi darmadağın, ipe, sapa gelmiyor ki.

Eski derdi yıllanmış şarapla giderin, gönül hoşluğunun tohumu ancak bu. Bunu ihtiyar ekinci de söyledi.

Feryat ki düşmana dost olan merhametsiz sevgili, ben dostların muhabbetinden vazgeçtim diye nasıl da pervasızca söyleyiverdi.

Bundan böyle dosttan gelen her cefaya razıyım, hatta rakibe şükredeceğim. Çünkü gönül, derdine alıştı, derman istemem dedi.

Muradınca esse de rüzgâra gönül bağlama, güvenme. Çünkü rüzgâr, bu sözü Süleyman’a misal olarak söyledi.

* Felek sana bir fırsat verirse sakın yolundan çıkma. Kim dedi sana ki bu kocakarı hileden vazgeçti?

Nasıldan, niçinden dem vurma. Kabiliyeti olan kul, sevgili ne derse canla kabul eder.

Hâfız, senin aşkından, seni düşünmeden vazgeçti diye kim söyledi ki? Bunu ben demedim, kim söylediyse bühtan etmiş!

 

88‏

 

شنيده‌ام سخنی خوش که پير کنعان گفت

فراق يار نه آن می‌کند که بتوان گفت

حديث هول قيامت که گفت واعظ شهر

کنايتيست که از روزگار هجران گفت

 

نشان يار سفرکرده از که پرسم باز

که هر چه گفت بريد صبا پريشان گفت

 

فغان که آن مه نامهربان مهرگسل

به ترک صحبت ياران خود چه آسان گفت

 

من و مقام رضا بعد از اين و شکر رقيب

که دل به درد تو خو کرد و ترک درمان گفت

 

غم کهن به می سالخورده دفع کنيد

که تخم خوشدلی اين است پير دهقان گفت

گره به باد مزن گر چه بر مراد رود

که اين سخن به مثل باد با سليمان گفت

 

به مهلتی که سپهرت دهد ز راه مرو

تو را که گفت که اين زال ترک دستان گفت

 

مزن ز چون و چرا دم که بنده مقبل

قبول کرد به جان هر سخن که جانان گفت

 

که گفت حافظ از انديشه تو آمد باز

من اين نگفته‌ام آن کس که گفت بهتان گفت

 

**

 

59.

Kıvırcık saçlarının kokusu, beni daima sarhoş etmekte... Sihirbaz gözünün aldatışı, beni her an harabeylemekte.

Bunca sabrettim, Yarabbi, gözümün şem’ini mihraba benzeyen kaşlarıyle aydınlatmak üzere bir gececik olsun sevgiliyi görebilecekmiyim?

Gözbebeğim, onun siyah beninden canımda bir muska. Onun için o görüş karaltısını aziz tutuyorum.

Cihanı ebedî bir surette bezemek istersen seher yeline söyle. Yüzündeki nikabı bir an için kaldırsın.

Alemden yokluğu kaldırmak dilersen saçlarını dök, silk... Her telinden binlerce can, binlerce ruh dökülsün; âlem, ervah âlemi haline dönsün.

Ben ve seher yeli... elinde bir kâr olmayan iki perişanız. Ben, gözünün sihrinden sarhoşum; o, saçlarının kokusundan.

Hâfız’daki bu himmet, ne himmettir ki civarındaki topraktan başka gözünde ne dünya var, ne ahret:

Mudâmem mest midâred nesim-i c'ad-ı giysüyet Harabem mikuned her dem firib-i çeşm-i câdüyet

95‏

 

مدامم مست می‌دارد نسيم جعد گيسويت

خرابم می‌کند هر دم فريب چشم جادويت

پس از چندين شکيبايی شبی يا رب توان ديدن

که شمع ديده افروزيم در محراب ابرويت

 

سواد لوح بينش را عزيز از بهر آن دارم

که جان را نسخه‌ای باشد ز لوح خال هندويت

 

تو گر خواهی که جاويدان جهان يک سر بيارايی

صبا را گو که بردارد زمانی برقع از رويت

و گر رسم فنا خواهی که از عالم براندازی

برافشان تا فروريزد هزاران جان ز هر مويت

 

من و باد صبا مسکين دو سرگردان بی‌حاصل

من از افسون چشمت مست و او از بوی گيسويت

زهی همت که حافظ راست از دنيی و از عقبی

نيايد هيچ در چشمش بجز خاک سر کويت

 

**

 

60.

Güzelliğin, alımla birleşti, bütün dünyayı zaptetti. Evet, birlikle âlem zaptedilebilir.

Mum, halvetindekilerin sırrını meydana koymaya yeltendi; fakat Tanrı’ya şükrolsun ki gönlündeki sır, ağzında kaldı, söyleyemedi.

Gönlümdeki bu gizli ateş yok mu? Gök yüzündeki güneş onun ancak bir yalımı!

Gül, sevgilinin renginden, kokusundan bahsetmek, onlara benzediğini söylemek istedi. Seher yeli gayrete geldi, gülü söyletmedi, sözünü ağzına tıkadı.

Pergel gibi bir kenarda rahatça oturmaktaydım. Devran, nihayet beni nokta gibi ortaya aldı.

Sâkinin yüzündeki ateş, kadehe aksettiği günden beri şarap kadehinin şevki, vücudumun harmanını yaktı, yandırdı.

Âhır zamanın eteğini tutan bu fitnelerden yenlerini silkerek salma salına muğlann mahallesine gideceğim... Başka çarem yok.

Şarap içmeye bak. Dünyanın sonunu gören, gamdan silkinip kurtuldu, ağır kadehi eline aldı.

Gül yaprağına şekayıkın kanıyla şöyle yazmışlar: Pişkin adam, erguvan gibi şaraba düşer.

Hâfız, senin şiirinden letafet suyu damlamakta, hased eden nasıl olur da bir söz söyleyebilir?

Husnet be ittifak-ı melâhat cihan girift
Ari be ittifak cihan mitevan girift

87‏

 

حسنت به اتفاق ملاحت جهان گرفت

آری به اتفاق جهان می‌توان گرفت

افشای راز خلوتيان خواست کرد شمع

شکر خدا که سر دلش در زبان گرفت

 

زين آتش نهفته که در سينه من است

خورشيد شعله‌ايست که در آسمان گرفت

 

می‌خواست گل که دم زند از رنگ و بوی دوست

از غيرت صبا نفسش در دهان گرفت

 

آسوده بر کنار چو پرگار می‌شدم

دوران چو نقطه عاقبتم در ميان گرفت

 

آن روز شوق ساغر می خرمنم بسوخت

کتش ز عکس عارض ساقی در آن گرفت

خواهم شدن به کوی مغان آستين فشان

زين فتنه‌ها که دامن آخرزمان گرفت

 

می خور که هر که آخر کار جهان بديد

از غم سبک برآمد و رطل گران گرفت

 

بر برگ گل به خون شقايق نوشته‌اند

کان کس که پخته شد می چون ارغوان گرفت

حافظ چو آب لطف ز نظم تو می‌چکد

حاسد چگونه نکته تواند بر آن گرفت

 

 

**

 

61.

Ey sabah hüthüdü, seni Seba’ya gönderiyorum. Bir bak, gör... nereden nereye yolluyorum.

Senin gibi bir kuş, tozlu, topraklı gam yurdunda kalırsa yazık. Seni buradan vefa yurduna gönderiyorum.

Aşk yolunda yakınlık, uzaklık konağı yoktur. Seni apaşikâr görmekte, sana dualar, senalar yollamakta;

Her sabah, seher rüzgârıyle, her akşam da şimal rüzgârıyle bir hayır dua kafilesi göndermekteyim.

Gam askeri, gönül yuvasını yakıp yıkmasın diye aziz canımı azık olarak yolluyorum.

*          Ey nazardan gaip sevgili, daima gönlümdesin; sana dua etmekte, selâmlar yollamaktayım.

          Yüzüne bak da Tanrı sanatını seyret diye Tanrı’yı gösteren kalb aynasını gönderiyorum.

• Çalgıcılar, sana iştiyakımı bildirsinler diye şiirler düzüp, gazeller koşup sazla, nağmeyle yolluyorum.

Gel ey sâki, gayp hâtifi beni, müjdeledi de dedi ki: Sabret, sana deva göndermekteyim.

Hâfız, meclisimizin nağmesi, seni hayırla anmadan ibarettir. Sen de acele et, gel... sana at ve kaftan yolluyorum.

Ey hudhud-i sabâ be Sebâ mîfurustemet
Binger ki ez kucâ be kucâ mifurustemet

90‏

 

ای هدهد صبا به سبا می‌فرستمت

بنگر که از کجا به کجا می‌فرستمت

حيف است طايری چو تو در خاکدان غم

زين جا به آشيان وفا می‌فرستمت

در راه عشق مرحله قرب و بعد نيست

می‌بينمت عيان و دعا می‌فرستمت

هر صبح و شام قافله‌ای از دعای خير

در صحبت شمال و صبا می‌فرستمت

تا لشکر غمت نکند ملک دل خراب

جان عزيز خود به نوا می‌فرستمت

ای غايب از نظر که شدی همنشين دل

می‌گويمت دعا و ثنا می‌فرستمت

در روی خود تفرج صنع خدای کن

کيينه خدای نما می‌فرستمت

تا مطربان ز شوق منت آگهی دهند

قول و غزل به ساز و نوا می‌فرستمت

 

ساقی بيا که هاتف غيبم به مژده گفت

با درد صبر کن که دوا می‌فرستمت

حافظ سرود مجلس ما ذکر خير توست

بشتاب هان که اسب و قبا می‌فرستمت

**

 

62.

Kana susamış terütaze lâl, sevgilimin dudağıdır; onu görmek için can vermek de benim işim.

Onun gönül kapışım görüp de halimi inkâr eden, o kara gözlerden, o uzun kirpiklerden utansın!

Kervan başı, pilimi, pırtımı mahalle kapısından dışarı çıkarma. O mahalle sevgilimin konağı olan bir ana cadde, dışarıda ne işim var benim?

Talihime kulum doğrusu... bu vefa kıtlığında o esmer güzelin aşkı, beni satın aldı, ateşlere yandım!

Gülün güzel kokulu tablasıyle amber kokulan saçan zülfü, benim güzel kokular satan sevgilimin kokusunun pek az bir feyzinden ibaret.

Bahçıvan, beni yel gibi kapından sürme.

Senin yetiştirdiğin gül bahçesinin suyu, benim gül renkli göz yaşlarımdır.

Sevgilinin, hasta gönlümün doktoru olan nergis gözleri, dudağından bal ve gül şerbeti içmemi emretti.

Gazel vâdisinde Hâfız’a nükte öğreten, sözde misli olmayan o tatlı sözlü dilberin yadıdır.

La'l-i sirâb be hun teşne leb-i yâr-ı menest
Vez pey-i diden-i o dâden-i can kâr-ı menest

51‏

 

لعل سيراب به خون تشنه لب يار من است

وز پی ديدن او دادن جان کار من است

شرم از آن چشم سيه بادش و مژگان دراز

هر که دل بردن او ديد و در انکار من است

 

ساروان رخت به دروازه مبر کان سر کو

شاهراهيست که منزلگه دلدار من است

 

بنده طالع خويشم که در اين قحط وفا

عشق آن لولی سرمست خريدار من است

طبله عطر گل و زلف عبيرافشانش

فيض يک شمه ز بوی خوش عطار من است

باغبان همچو نسيمم ز در خويش مران

کب گلزار تو از اشک چو گلنار من است

 

شربت قند و گلاب از لب يارم فرمود

نرگس او که طبيب دل بيمار من است

 

آن که در طرز غزل نکته به حافظ آموخت

يار شيرين سخن نادره گفتار من است

 

**

 

63.

Nice demlerdir, güzellerin sevdası dinimdir; nice demlerdir bu sevdanın derdi, gamlı gönlümün neşesidir.

Lâlini görmek için canı görebilen bir göz lâzım. Benim cihanı gören gözüm ise bu mertebeye erişemez.

Bana dost ol ki felek, ancak senin ay gibi yüzünle benim pervin gibi yaşlarımdan bezenir.

Aşkın, bana söz söylemeyi öğrettiği andan itibaren halk beni övmeyi, beğenmeyi vird edindi.

Yarabbi, bana yokluk devletini ihsan et. Çünkü yüceliğimin sebebi, ancak budur.

Şahneyle arkadaşlık eden vaize de, ululuk satmasın. Çünkü benim hor gönlüm, sultan konağı!

* Yarabbi, bu maksat Kâbesini kim seyrediyor ki yolundaki dikenler bile benim gülüm, nesrinim...

Hâfız, gayri Perviz hikâyesini söyleme. Çünkü onun dudağı, benim Şirin Hüsrevimin içtiği şarabın ancak bir yudumunu içmekte, Perviz, ancak sevgilimin artığıyle feyizlenmekte.

Rüzgârist ki sevda-yı bütan din-i menest
Gam-ı in kâr neşat-ı dil-i ğamgin-i menest

52‏

 

روزگاريست که سودای بتان دين من است

غم اين کار نشاط دل غمگين من است

 

ديدن روی تو را ديده جان بين بايد

وين کجا مرتبه چشم جهان بين من است

 

يار من باش که زيب فلک و زينت دهر

از مه روی تو و اشک چو پروين من است

تا مرا عشق تو تعليم سخن گفتن کرد

خلق را ورد زبان مدحت و تحسين من است

 

دولت فقر خدايا به من ارزانی دار

کاين کرامت سبب حشمت و تمکين من است

 

واعظ شحنه شناس اين عظمت گو مفروش

زان که منزلگه سلطان دل مسکين من است

 

يا رب اين کعبه مقصود تماشاگه کيست

که مغيلان طريقش گل و نسرين من است

 

حافظ از حشمت پرويز دگر قصه مخوان

که لبش جرعه کش خسرو شيرين من است

 

**

 

64.

Yarabbi, bu gönül aydınlatan çırağ, kimin köşkünün çırağı? Canımızı yaktı, yandırdı; bir sorun, kimin sevgilisi bu.

Şimdi benim gönlümü yıkmakta, dinimi harabetmekte... acaba kimin koynunda yatıyor, kiminle kol boyun uyuyor, kimi mamur ediyor ?

Dudağının şarabı dudağımdan uzak olmayasıca, acaba kimin hayat şarabı, kiminle kadeh tokuşturmada?

Allah aşkına bir sorun; kimin pervanesi, ziyası âleme saadetler veren o şem’in sohbeti devletine kim erişmiş, kim bu devlete kavuşmuş?

Herkes, onu teshir için bir çeşit afsunla meşgul. Fakat onun nazik gönlü kimin efsanesine mail? Bilinmedi gitti!

Yarabbi, o padişahlara benzer ay yüzlü, Zühre alınlı güzel, kimin incisi, kime ait?

Dedim ki: Hâfız’ın divane gönlü sensiz ne yapacak, ne hale gelecek?

Ah! Dudak, altından güldü de dedi ki: Ben bilmem, kimin divanesi o?

Yâ Rab in şem'-i dil-efrüz zi kâşâne-i kist
Can-ı mâ süht bipursid ki cânâne-i kist

67‏

 

يا رب اين شمع دل افروز ز کاشانه کيست

جان ما سوخت بپرسيد که جانانه کيست

 

حاليا خانه برانداز دل و دين من است

تا در آغوش که می‌خسبد و همخانه کيست

باده لعل لبش کز لب من دور مباد

راح روح که و پيمان ده پيمانه کيست

 

دولت صحبت آن شمع سعادت پرتو

بازپرسيد خدا را که به پروانه کيست

 

می‌دهد هر کسش افسونی و معلوم نشد

که دل نازک او مايل افسانه کيست

 

يا رب آن شاهوش ماه رخ زهره جبين

در يکتای که و گوهر يک دانه کيست

گفتم آه از دل ديوانه حافظ بی تو

زير لب خنده زنان گفت که ديوانه کيست

**

 

65.

Yüzünü kimse görmedi, binlerce gözcün var. Henüz gonca halindesin, açılmadın, yüzlerce bülbülün var!

** Dilerim, kimse senden ayrı düşmesin... ben, senden ayrı düştüm ama umuyorum ki pek yakında vuslatına kavuşacağım.

Civarına geldiysem şaşılacak ne var? O diyarda benim gibi binlerce garip mevcut.

Kim âşık oldu da sevgili onun haline bakmadı, onu görüp gözetmedi? Hocam, dert yok... yoksa doktor meydanda.

Bir yerde ibadet yurdunu bezediler mi elbette orada rahip manastırındaki nakusun sesi de duyulur, salibin şöhreti de.

Hâfız’ın bu derece feryadı boş yere değil herhalde. Mutlaka duyulmamış bir efsane, şaşılacak bir iş oldu!

Ruy ı tu kes nedid-u hezaran rakib hest
Der ğonce-i henüz-u şedet 'endelib best

63‏

 

روی تو کس نديد و هزارن رقيب هست

در غنچه‌ای هنوز و صدت عندليب هست

گر آمدم به کوی تو چندان غريب نيست

چون من در آن ديار هزاران غريب هست

 

در عشق خانقاه و خرابات فرق نيست

هر جا که هست پرتو روی حبيب هست

آن جا که کار صومعه را جلوه می‌دهند

ناقوس دير راهب و نام صليب هست

 

عاشق که شد که يار به حالش نظر نکرد

ای خواجه درد نيست وگرنه طبيب هست

فرياد حافظ اين همه آخر به هرزه نيست

هم قصه‌ای غريب و حديثی عجيب هست

 

**

 

66.

Yüzünün ziyasından aydınlanmayan bir göz, bir görüş yok. Kapının toprağını, gözüne minnetle çekmeyen bir göz olsun... imkânı mı var?

Nazar ehli, yüzüne bakmada... doğru, fakat bir baş olsun dâ onda senin zülfünün havası olmasın... buna imkân yok.

Sırrını gizleyemeyen gözyaşlarım kanlarla bulanık akarsa şaşılacak şey mi? Sırrını faş edenin utanmaması, yaptığına nadim olmaması mümkün mü?

* Rüzgârdan eteğine bir toz konmasın diye geçeceği hiç bir yol yok ki göz yaşlarımın seliyle sulanmasın!

Zülfünün gecesinden her yerde dem vurmasın diye hiç bir sabah yok ki seher yeliyle konuşup çekişmiyeyim.

Ben talihimden incinmekteyim... yoksa zaten senin civarından muradına erişen kişi yok!

Ey ballar, şekerler kaynağı, âlemde bir şeker yok ki tatlı dudağından utanmasın; suya, tere gark olup erimesin!

* Sırrın açığa vurulması doğru değil... yoksa rintler meclisinde duyulmayan bir şey mi var?

* Arslan bile senin aşk yolunda tilkileşir.

Ah bu yoldan... Hiç bir tehlike tasavvur edilemez ki bu yolda bulunmasın!

*          Gözyaşlarım, kapının toprağına akmakta... o yüzden sana minnettar. Fakat hiç bir kapı toprağı yok ki orayı suladığı için göz yaşlanma yüzlerce defa minnettar olmasın!

*          Varlıktan şu kadar bir ad san var ki var denmekte... yoksa zayıflıktan bir eseri bile yok mu, yok.

Baştan başa vücudunda hiç bir hüner yoktur ki olmasın. Yalnız cefacı sevgili, şu kadarcık bir şey var: Hâfız, senden razı değil-

Ruşen ez pertev-i rûyet nazari nist ki nist
Minnet-i hâk-i deret ber basari nist ki nist

73‏

 

روشن از پرتو رويت نظری نيست که نيست

منت خاک درت بر بصری نيست که نيست

ناظر روی تو صاحب نظرانند آری

سر گيسوی تو در هيچ سری نيست که نيست

اشک غماز من ار سرخ برآمد چه عجب

خجل از کرده خود پرده دری نيست که نيست

تا به دامن ننشيند ز نسيمش گردی

سيل خيز از نظرم رهگذری نيست که نيست

تا دم از شام سر زلف تو هر جا نزنند

با صبا گفت و شنيدم سحری نيست که نيست

من از اين طالع شوريده برنجم ور نی

بهره مند از سر کويت دگری نيست که نيست

از حيای لب شيرين تو ای چشمه نوش

غرق آب و عرق اکنون شکری نيست که نيست

مصلحت نيست که از پرده برون افتد راز

ور نه در مجلس رندان خبری نيست که نيست

شير در باديه عشق تو روباه شود

آه از اين راه که در وی خطری نيست که نيست

آب چشمم که بر او منت خاک در توست

زير صد منت او خاک دری نيست که نيست

از وجودم قدری نام و نشان هست که هست

ور نه از ضعف در آن جا اثری نيست که نيست

غير از اين نکته که حافظ ز تو ناخشنود است

در سراپای وجودت هنری نيست که نيست

**

 

 

67.

Ey Sâki, bayram geldi/bayramın kutlu olsun... ettiğin vaidler hatırından çıkmasın.

Hayretteyim, bu ayrılık günlerinde dostlardan nasıl vazgeçtin? Gönlün bunu kabul etti ha!

Sâki, bizden asma kızına selâm götür ve de ki: Artık meydana çık, gayret ve himmetimiz seni artık azâd etti!

Meclistekilerin neşesi senin kademinle, senin gelişinle. Seni neşeli görmek istemeyen gönül, gam yurdu olsun.

Şükr olsun Tanrı’ya... yasemin, selvi, gül ve şimşat bahçen, bu güzün yağmasına uğramadı.

Kem göz değmesin o ünlü talibine, o doğuştan olma devletine. Seni o perişanlıktan yine kurtardı.

Hâfız, bu Nuh gemisinin devletini, bu büyük şarap kadehini elden bırakma. Yoksa hadiseler tufanı, varlığının kökünü bile siler süpürür.

Sâkiyâ âmeden-i id mübarek bâdet
Van mevâ'id-ki kerdi nereved ez yâdet

18‏

 

ساقيا آمدن عيد مبارک بادت

وان مواعيد که کردی مرواد از يادت

در شگفتم که در اين مدت ايام فراق

برگرفتی ز حريفان دل و دل می‌دادت

برسان بندگی دختر رز گو به درآی

که دم و همت ما کرد ز بند آزادت

 

شادی مجلسيان در قدم و مقدم توست

جای غم باد مر آن دل که نخواهد شادت

شکر ايزد که ز تاراج خزان رخنه نيافت

بوستان سمن و سرو و گل و شمشادت

 

چشم بد دور کز آن تفرقه‌ات بازآورد

طالع نامور و دولت مادرزادت

 

حافظ از دست مده دولت اين کشتی نوح

ور نه طوفان حوادث ببرد بنيادت

**

 

68.

Aşk yolu, bir yoldur ki ne ucu var, ne kıyısı. O yolda can vermeden başka hiç bir çare bulunmaz.

Aşka ne zaman gönül verirsen o zamanın hoş bir andır. Hayır işte istihareye hiç hacet yok.

Rintlik yolunu fırsat bil. Bu yol, definenin bulunduğu yer gibi herkese aşikâr değildir-

Bizi, akıl bunu menetmekte diye korkutma, şarap getir. Çünkü akıl dediğin o şahnenin, bizim vilâyetimizde hiç bir işi yok;

Hilâl gibi olan sevgili, temiz ve aydın bir gözle görülebilir. Her göz, o ay parçasının cilvegâhı olamaz.

Bizi kim öldürüyor? Gözünden sor. Sevgili, ne talihin bir suçu var, ne yıldızın!

Hâfız’ın ağlaması, sana hiç bir suretle tesir etmedi gitti. Hayretteyim o gönüle; katılıkta hiç de mermerden aşağı değil!

Râhist râh-ı 'ışk ki hiçeş kenâre nist
Anca cuz an ki can bisipârend çâre nist

72‏

 

راهيست راه عشق که هيچش کناره نيست

آن جا جز آن که جان بسپارند چاره نيست

 

هر گه که دل به عشق دهی خوش دمی بود

در کار خير حاجت هيچ استخاره نيست

 

ما را ز منع عقل مترسان و می بيار

کان شحنه در ولايت ما هيچ کاره نيست

 

از چشم خود بپرس که ما را که می‌کشد

جانا گناه طالع و جرم ستاره نيست

 

او را به چشم پاک توان ديد چون هلال

هر ديده جای جلوه آن ماه پاره نيست

فرصت شمر طريقه رندی که اين نشان

چون راه گنج بر همه کس آشکاره نيست

 

نگرفت در تو گريه حافظ به هيچ رو

حيران آن دلم که کم از سنگ خاره نيست

 

**

 

 

69.

Sana gönül ahvalini söylemek hevesindeyim, senden gönül haberini duymak isteğine düştüm.

Ham tamaha bak ki etrafa yayılmış hikâyeyi rakiplerden gizlemek niyetindeyim.

Böyle bir aziz ve şerefli kadir gecesi, sabaha kadar seninle beraber uyumak istiyorum.

Eyvah, böyle nazik bir inciyi, kapkaranlık gecede delmek, böyle bir şiiri geceyarısı söylemek hevesine kapıldım!

Ey sabah rüzgârı, bu gece bana yardım et. Çünkü seher çağı açılmak, neşelenmek niyetindeyim.

Yüceltmek için yolunun toprağını kirpiklerimin ucuyla süpürmek isterim.

İddiaların rağmine Hâfız gibi rintçe şiirler söylemek hevesindeyim.

Hal-i dil ba tu guftenem hevesest
Haber-i dil şunuftemen hevesest

42‏

 

حال دل با تو گفتنم هوس است

خبر دل شنفتنم هوس است

 

طمع خام بين که قصه فاش

از رقيبان نهفتنم هوس است

 

شب قدری چنين عزيز و شريف

با تو تا روز خفتنم هوس است

 

وه که دردانه‌ای چنين نازک

در شب تار سفتنم هوس است

 

ای صبا امشبم مدد فرمای

که سحرگه شکفتنم هوس است

 

از برای شرف به نوک مژه

خاک راه تو رفتنم هوس است

 

همچو حافظ به رغم مدعيان

شعر رندانه گفتنم هوس است

**

 

Zülfün, binlerce gönlü bir tek kılla bağladı. Binlerce çareye başvurmanın yolunu dört yandan da kesti.

Âşıklar, ondan esip gelen rüzgâra can versinler diye nafesini açtı, zülfünü çözdü, fakat istek kapısını bağladı, kimseye koklatmadı bile.

Sevgilim yeni ay gibi kaşım gösterdi, cemalini arzetti de sonra yine yüzünü örttü, gizlendi. O yüzden çıldırdım işte.

Sâki, nice hilelerle kadehe şarap döktü, nice sanatlarla kadehi doldurdu. Şarap kabındaki nakışlara bak, kadehteki nakışlar, bunlar!

Yarabbi, sürahi ne fenalık etti de küpün kanı kul kul nağmeleriyle boğazında düğümlenip kaldı.

Çalgıcı, ne perde düzdü, nasıl bir nağmeye başladı da vecit ve hal ehli, semâ perdesindeyken hay huyu bıraktı. Onu dinlemeye koyuldu.

Hâfız, kim, aşka düşmeden vuslat dilediyse gönül Kâbesini tavaf etmeye aptessiz ihram bağlandı demektir.

Zulfet hezar dil be yeki tar-ı mu bibest
Râh-ı hezâr çâreger ez çâr sü bibest

30‏

 

زلفت هزار دل به يکی تار مو ببست

راه هزار چاره گر از چار سو ببست

 

تا عاشقان به بوی نسيمش دهند جان

بگشود نافه‌ای و در آرزو ببست

شيدا از آن شدم که نگارم چو ماه نو

ابرو نمود و جلوه گری کرد و رو ببست

ساقی به چند رنگ می اندر پياله ريخت

اين نقش‌ها نگر که چه خوش در کدو ببست

 

يا رب چه غمزه کرد صراحی که خون خم

با نعره‌های قلقلش اندر گلو ببست

مطرب چه پرده ساخت که در پرده سماع

بر اهل وجد و حال در های و هو ببست

حافظ هر آن که عشق نورزيد و وصل خواست

احرام طوف کعبه دل بی وضو ببست

**

 

Ay yüzlü sevgili, bu hafta şehirden gitti. Fakat bu birkaç gün, gözüme bir yıl gibi görünmekte. Ayrılık ne müşkül bir iştir, sen ne bilirsin?

Göz bebeği, sevgilinin yüzünün letafetinden yüzünde kendi aksini gördü de misk renginde bir ben sandı.

Şeker gibi dudağından hâlâ ana sütü damlamakta. Öyle olduğu halde işvede her kirpiği bir kan içici katil.

Ey bütün şehirde kerem hususunda parmakla gösterilen sevgili, yazık... gariplere kerem etmede bu ne acayip ihmâldir.

Bundan böyle artık cevheri ferdin varlığında hiç şüphem kalmadı, ağzın buna aydın bir delil.

Bize uğrayacağını müjdelediler... Bu, bizim için kutlu bir fal; bu hayırlı niyetten vazgeçme !

Hasta Hâfız’ın vücudu, feryattan kamış kaleminin içindeki kıla döndü, senin ayrılık dağını hangi gücüyle, hangi kuvvetiyle çekecek?

Mâhem in hefte şud ez şehr-u be çeşmem sâlist
Hâl-i hicran tu çi dâni ki çi muşkil hâlist

68‏

 

ماهم اين هفته برون رفت و به چشمم ساليست

حال هجران تو چه دانی که چه مشکل حاليست

 

مردم ديده ز لطف رخ او در رخ او

عکس خود ديد گمان برد که مشکين خاليست

 

می‌چکد شير هنوز از لب همچون شکرش

گر چه در شيوه گری هر مژه‌اش قتاليست

ای که انگشت نمايی به کرم در همه شهر

وه که در کار غريبان عجبت اهماليست

 

بعد از اينم نبود شابه در جوهر فرد

که دهان تو در اين نکته خوش استدلاليست

 

مژده دادند که بر ما گذری خواهی کرد

نيت خير مگردان که مبارک فاليست

 

کوه اندوه فراقت به چه حالت بکشد

حافظ خسته که از ناله تنش چون ناليست

 

**

 

Sabah çağı bülbül, yeni açılmış güle “Az nazlan, bu bağda senin gibi nice güller açtı”' dedi.

Gül gülüp “Doğru sözden incinmeyiz ama hiç bir âşık da sevgiliye ağır söz söylememiştir” diye cevap verdi.

O murassâ kadehten lâl renkli şarap içmeye niyetin varsa kirpiklerinin ucuyla bir hayli inciler delmelisin.

Meyhane kapısı topraklarını yanaklarıyle süpürmeyen kişinin burnuna ebediyen muhabbet kokusu erişmez.

Dün gece İrem gülistanında havanın letafetiyle seher rüzgârı esmiş, sümbülün zülfü perişan bir hale gelmişti.

Dedim ki: Ey Cem’in makamı, cihanı gösteren kadehin nerde kaldı ? Eyvah, o uyanık devlet uyudu, o devir gelip geçti, diye cevap verdi.

Ağıza gelen, söylenebilen söz, aşk sözü olmaz. Sâki, şarap sun ve bu dedikoduyu kısa kes.

Hâfız’ın göz yaşı, aklı da denizlere gark etti, sabrı da. Ne yapsın ? Aşk gamının hararetini gizleyemedi.

Subh-dem murg-ı çemen ba gul-i nov haste guft
Naz kem kun ki derin bağ besi çun tu şukuft

81‏

 

صبحدم مرغ چمن با گل نوخاسته گفت

ناز کم کن که در اين باغ بسی چون تو شکفت

گل بخنديد که از راست نرنجيم ولی

هيچ عاشق سخن سخت به معشوق نگفت

 

گر طمع داری از آن جام مرصع می لعل

ای بسا در که به نوک مژه‌ات بايد سفت

تا ابد بوی محبت به مشامش نرسد

هر که خاک در ميخانه به رخساره نرفت

 

در گلستان ارم دوش چو از لطف هوا

زلف سنبل به نسيم سحری می‌آشفت

گفتم ای مسند جم جام جهان بينت کو

گفت افسوس که آن دولت بيدار بخفت

 

سخن عشق نه آن است که آيد به زبان

ساقيا می ده و کوتاه کن اين گفت و شنفت

اشک حافظ خرد و صبر به دريا انداخت

چه کند سوز غم عشق نيارست نهفت

 

 **

 

 

Sevgilinin eşiğinden lütuf ve inayet ummaktayım. Bir suç işledim ama ümidim onun affında.

Bilirim ki suçumdan geçer, peri gibi güzel ama melek huyludur.

Öyle bir ağladım ki kim geçti de göz yaşlarımın akmakta olduğunu gördüyse bu ne ırmaktır, dedi.

O ağız o kadar bir hiçtir, o derecede âdeta yok denecek kadar küçüktür ki bir nişanesini bile bulamıyorum. O bel o kadar incedir ki âdeta bir kıl. Fakat ne çeşit kıl? Onu bilemiyoruz.

Şaşıyorum doğrusu, gözümün işi gücü her an yıkanmak olduğu halde hayalin nasıl oldu da gözümden gitmedi?

Saçın, gönlü sebepsiz, bahanesiz çekip gitmekte. Zaten senin gönülleri çeken zülfünden sebep sormak, bahane aramak kimin haddine düşmüş?

Nice zaman önce zülfünden bir kokudur duydum, hâlâ burnumdaki koku, o koku.

Hâfız, perişan halin kötü ama sevgilinin zülfünün kokusuyla perişan oluşun iyi!

Dârem umid-i atıfeti ez cenâb-ı dost
Kerdem cinayeti vu umidem be afv-i ost

59‏

دارم اميد عاطفتی از جانب دوست

کردم جنايتی و اميدم به عفو اوست

دانم که بگذرد ز سر جرم من که او

گر چه پريوش است وليکن فرشته خوست

 

چندان گريستم که هر کس که برگذشت

در اشک ما چو ديد روان گفت کاين چه جوست

 

هيچ است آن دهان و نبينم از او نشان

موی است آن ميان و ندانم که آن چه موست

دارم عجب ز نقش خيالش که چون نرفت

از ديده‌ام که دم به دمش کار شست و شوست

 

بی گفت و گوی زلف تو دل را همی‌کشد

با زلف دلکش تو که را روی گفت و گوست

عمريست تا ز زلف تو بويی شنيده‌ام

زان بوی در مشام دل من هنوز بوست

حافظ بد است حال پريشان تو ولی

بر بوی زلف يار پريشانيت نکوست

**

 

 

Ey sabah yeli, sevgilinin ülkesine uğrarsan onun amberler kokan saçlarından bana bir koku getir.

Sevgilinin canına andolsun, bana ondan bir haber getirirsen şükrâne olarak sana canımı saçarım.

Tapusunda, sana yük olmazsa eğer, lütfet, kapısından bu iki göze bir avuç toz getir!

Benim gibi yoksul birisi, onun vuslatını umsun, dilesin ha! Heyhat... ben, olsa olsa belki sevgilinin hayalini rüyamda görebilirim!

Çam kozalığına benzeyen kalbim sevgilinin çam gibi uzun boyunun hasretiyle söğüt gibi titreyip durmakta.

Sevgili, bizi hiç bir pula almasa bile biz, onun başındaki bir tek kılı, iki cihana da satmaz, iki âleme de değişmeyiz.

Gönlü, gam bağından kurtulursa ne var ki? Güzel sesli Hâfız, sevgilinin kulu, kölesi!

Sabâ eğer guzeri uftedet bekişver-i dost
Biyâr nefhai ez giysuy-i mu‘anber-i dost

61‏

 

صبا اگر گذری افتدت به کشور دوست

بيار نفحه‌ای از گيسوی معنبر دوست

به جان او که به شکرانه جان برافشانم

اگر به سوی من آری پيامی از بر دوست

و گر چنان که در آن حضرتت نباشد بار

برای ديده بياور غباری از در دوست

من گدا و تمنای وصل او هيهات

مگر به خواب ببينم خيال منظر دوست

 

دل صنوبريم همچو بيد لرزان است

ز حسرت قد و بالای چون صنوبر دوست

اگر چه دوست به چيزی نمی‌خرد ما را

به عالمی نفروشيم مويی از سر دوست

چه باشد ار شود از بند غم دلش آزاد

چو هست حافظ مسکين غلام و چاکر دوست

 

**

 

O peri yüzlü güzel, elbisesine bürünüp bizden ayrıldı gitti. Acaba ne suç gördü de hata yolundan yürüdü ki?

O âlemi gören göz, nazarımdan gideli gözden neler gitti? Kimsecikler bilmez.

Dün gece ciğerimizin yanışından meydana gelen ve başımızdan gelip geçen duman, mumun bile başından geçmemiştir!

Onsuz ve ondan uzaktayken anbean gözüme gelen göz yaşı seli, gözümden giden belâ tufanı!

Ayrılık derdi gelince yere yıkıldık, elden deva gidince dert içinde kaldık.

Güzel, vuslata dua ile erişmenin imkânı var dedi. Bir ömürdür bütün günüm dua etmekle geçti.

Neye ihram bağlayayım? O kıble burada değil ki. Neye sâyedeyim? Merve’nin Safa’sı gitti.

Dün doktor beni gördü de tahassürle dedi ki:

Heyhat, hastalığı şifa kanununu da aştı!

Sevgili, Hâfız yokluk yurdundan gitti denmeden ne olur, hatırını sormak üzere bir kerecik olsun gel!

An Turk-i peri çihre ki der zır-i kaba reft
Âyâ çi hatâ did ki ez râh-ı hatâ reft

82‏

 

آن ترک پری چهره که دوش از بر ما رفت

آيا چه خطا ديد که از راه خطا رفت

 

تا رفت مرا از نظر آن چشم جهان بين

کس واقف ما نيست که از ديده چه‌ها رفت

 

بر شمع نرفت از گذر آتش دل دوش

آن دود که از سوز جگر بر سر ما رفت

 

دور از رخ تو دم به دم از گوشه چشمم

سيلاب سرشک آمد و طوفان بلا رفت

 

از پای فتاديم چو آمد غم هجران

در درد بمرديم چو از دست دوا رفت

 

دل گفت وصالش به دعا باز توان يافت

عمريست که عمرم همه در کار دعا رفت

 

احرام چه بنديم چو آن قبله نه اين جاست

در سعی چه کوشيم چو از مروه صفا رفت

دی گفت طبيب از سر حسرت چو مرا ديد

هيهات که رنج تو ز قانون شفا رفت

 

ای دوست به پرسيدن حافظ قدمی نه

زان پيش که گويند که از دار فنا رفت

 

**

 

Vâiz, bu ne feryat? Var git işine. Yoldan çıkan benim gönlüm, sana ne oldu ki?

Mademki sevgilinin dudağı beni ney gibi muradıma eriştirmiyor, bütün âlemin nasihati, kulağıma yel gibi gelir!

Tanrı’nın yoktan yarattığı beli, tasavvuru müşkül öyle bir ince mesele ki hiç bir mahlûk halledemedi gitti.

Civarındaki yoksul, sekiz cennetten de müstağnidir. Aşkının tutsağı, iki cihandan da hürdür.

Aşk sarhoşluğu beni harabetti ama varlığımın esası, o haraplıktan mamur olmada.

Gönül, sevgilinin zulmünden, cevrinden ağlayıp inleme, sevgili, sana ancak bunu nasibetmiş, bunu vermiş!

Yürü Hâfız, masal söyleme, afsun okuyup üfürme. Hatırımda bu çeşit masallar, buna benzer afsunlar pek çok!

 

Birov be kâr-ı hod ey vâ'iz in çi feryâdest
Mera futâd dil ezreh tura çi uftâdest

35‏

 

برو به کار خود ای واعظ اين چه فريادست

مرا فتاد دل از ره تو را چه افتادست

 

ميان او که خدا آفريده است از هيچ

دقيقه‌ايست که هيچ آفريده نگشادست

 

به کام تا نرساند مرا لبش چون نای

نصيحت همه عالم به گوش من بادست

 

گدای کوی تو از هشت خلد مستغنيست

اسير عشق تو از هر دو عالم آزادست

 

اگر چه مستی عشقم خراب کرد ولی

اساس هستی من زان خراب آبادست

دلا منال ز بيداد و جور يار که يار

تو را نصيب همين کرد و اين از آن دادست

 

برو فسانه مخوان و فسون مدم حافظ

کز اين فسانه و افسون مرا بسی يادست

**

 

Ey seher rüzgârı, sevgilinin istirahat ettiği yer, o âşık öldüren hileci ay yüzlünün konağı nerde?

Karanlık gece, önde Eymen Vâdisi’nin yolu... fakat Tur’da görünen ateş nerde, vuslat vâdisi hani?

Cihana kim geldiyse harabolmuş, bir haraplığa düşmüştür. Söyleyin, nerde harabatta bir akıllı ?

Beşaret ehli, işaretten anlayandır. Nice nükteler var, fakat hani bir esrara mahrem?

Seninle her kılımızın binlerce işi var. Biz neredeyiz, işi gücü olmayıp bizi kınayan nerede?

* Büklüm büklüm saçlarından bir sorun: Bu gama düşmüş, başı dönmüş gönül hangisine giriftar?

Akıl divane oldu, o misk gibi siyah ve kokulu silsile nerde? Gönül bizden kaçıp bir bucağa gitti, sığındı, sevgilinin kaşı nerde?

Sâki, çalgıcı, şarap... hepsi hazır. Fakat işret, sevgili olmadıkça olmaz, nerde sevgili?

Hâfız, dünya yeşilliğinde güz rüzgârından incinme... makul düşün, dikensiz gül nerde ki?

Ey nesim-i seher ârâmgeh-i yâr kucâst
Menzil-i an meh-i âşık-kuş-i 'ayyar kucâst

19‏

 

ای نسيم سحر آرامگه يار کجاست

منزل آن مه عاشق کش عيار کجاست

 

شب تار است و ره وادی ايمن در پيش

آتش طور کجا موعد ديدار کجاست

 

هر که آمد به جهان نقش خرابی دارد

در خرابات بگوييد که هشيار کجاست

 

آن کس است اهل بشارت که اشارت داند

نکته‌ها هست بسی محرم اسرار کجاست

هر سر موی مرا با تو هزاران کار است

ما کجاييم و ملامت گر بی‌کار کجاست

 

بازپرسيد ز گيسوی شکن در شکنش

کاين دل غمزده سرگشته گرفتار کجاست

 

عقل ديوانه شد آن سلسله مشکين کو

دل ز ما گوشه گرفت ابروی دلدار کجاست

ساقی و مطرب و می جمله مهياست ولی

عيش بی يار مهيا نشود يار کجاست

حافظ از باد خزان در چمن دهر مرنج

فکر معقول بفرما گل بی خار کجاست

 

**

 

Misk gibi zülfünün elinden bir hata çıktıysa çıktı; kara beni, bize bir cefa ettiyse etti.

Aşk şimşeği bir yün hırka giyinen kişinin harmanını yaktıysa yaktı; muradına ermiş padişah, bir yoksula cevrettiyse etti.

Bir gönül, sevgilinin bakışlarından bir yük yüklendiyse yüklendi, olup bitti. Canla canan arasında bir macera olduysa oldu geçti.

Söz getirip götürenlerden elemeler meydana geldi ama arkadaşlar arasındaki bu yakışmaz iş geçti gitti, gayri anılmaz bile!

Tarikatta kırılmak yoktur, şarap sun... gördüğün her keder, bize aynı safa gibi gelip geçti.

** Gönül, âşıklıkta tahammül gerek, ayağını dire. Bir elem olduysa oldu, bir hata yapıldıysa yapıldı.

Vaize söyle: Hâfız’ı, tekkeden çıkıp gitti diye ayıplamasın. Hür kişilerin ayakları bir yere bağlanmaz ki, gittiyse gitti.

Ger zi dest-i zulf-i muşkinet hatâi reft reft
 Ver zi hindü-yı şumâ ber mâ cefai reft reft

83‏

 

گر ز دست زلف مشکينت خطايی رفت رفت

ور ز هندوی شما بر ما جفايی رفت رفت

برق عشق ار خرمن پشمينه پوشی سوخت سوخت

جور شاه کامران گر بر گدايی رفت رفت

در طريقت رنجش خاطر نباشد می بيار

هر کدورت را که بينی چون صفايی رفت رفت

عشقبازی را تحمل بايد ای دل پای دار

گر ملالی بود بود و گر خطايی رفت رفت

گر دلی از غمزه دلدار باری برد برد

ور ميان جان و جانان ماجرايی رفت رفت

از سخن چينان ملالت‌ها پديد آمد ولی

گر ميان همنشينان ناسزايی رفت رفت

عيب حافظ گو مکن واعظ که رفت از خانقاه

پای آزادی چه بندی گر به جايی رفت رفت

**

 

Lâl dudağından bir şerbet içirmeden geçti gitti. Ay gibi yüzünü doya doya seyredemedik vesselam.

Sanki bizim sohbetimizden adamakıllı sıkılmıştı. Yükünü bağladı, tozuna bile erişmedik, geçip gitti:

Seferden vazgeçmesi için Fatiha’yı, Hırz-ı Yemânî’yi, İhlâs suresini okuyup üfürdük ama hiç bir tesiri olmadı, yürüdü gitti:

Bizi melâmet civarından gitmem diye aldatırdı. Fakat gördün mü? Bu çeşit aldatışlara inandık ama aldatıp gitti!

Güzellik ve letafet çimenliğinde salınan bir fidan oldu. Fakat biz vuslatının gülistanında salınamadık, geçti gitti!

Hâfız gibi, “Vah yazık, gitti de vedalaşamadık bile” diye bütün gece ağlayıp inledik.

Şerbeti ez leb-i la'leş biçeşıdim-u bireft
Ruy-ı meh-peyker-i o sir nedidim-u bireft
 

85‏

 

شربتی از لب لعلش نچشيديم و برفت

روی مه پيکر او سير نديديم و برفت

گويی از صحبت ما نيک به تنگ آمده بود

بار بربست و به گردش نرسيديم و برفت

 

بس که ما فاتحه و حرز يمانی خوانديم

وز پی اش سوره اخلاص دميديم و برفت

عشوه دادند که بر ما گذری خواهی کرد

ديدی آخر که چنين عشوه خريديم و برفت

شد چمان در چمن حسن و لطافت ليکن

در گلستان وصالش نچميديم و برفت

 

همچو حافظ همه شب ناله و زاری کرديم

کای دريغا به وداعش نرسيديم و برفت

**

 

Ben sarhoşum, bu sarhoştan ibadet ve salâha ait ahd ü peyman isteğinde bulunma. Ben, daha Elest gününde sarhoşlukla meşhur oldum.

Aşk çeşmesinden aptes alır almaz her ne varsa, bütün varlığa dört tekbir getiriverdim!

Şarap sun da seni kaza ve kaderden agâh edeyim. Kimin yüzüne âşık oldum, kimin kokusundan sarhoş., anlatayım.

Ey şaraba tapan, aşk yolunda dağın beli, karınca belinden daha ince, daha ehemmiyetsizdir; rahmet kapısından ümit kesme!

Nazar değmesin, o mestane gözden başka hiç bir kimse bu gök kubbenin altında hoş ve rahat değil!

Can, ağzına kurban olsun. Cihan yeşilliğini bezeyen, görünüş bağında bu koncadan daha güzel hiç bir şey yaratmadı.

Hâfız, aşk devletiyle bir Süleyman kesildi.

Yani sevgili, vuslatına dair elinde ancak bir rüzgâr var!

Metaleb tâ'at-u peymân-ı selâh ez men-i mest
Ki be peymâne-keşi şöhre şudem rüz-ı Elest

24‏

 

مطلب طاعت و پيمان و صلاح از من مست

که به پيمانه کشی شهره شدم روز الست

من همان دم که وضو ساختم از چشمه عشق

چارتکبير زدم يک سره بر هر چه که هست

 

می بده تا دهمت آگهی از سر قضا

که به روی که شدم عاشق و از بوی که مست

کمر کوه کم است از کمر مور اين جا

نااميد از در رحمت مشو ای باده پرست

 

بجز آن نرگس مستانه که چشمش مرساد

زير اين طارم فيروزه کسی خوش ننشست

جان فدای دهنش باد که در باغ نظر

چمن آرای جهان خوشتر از اين غنچه نبست

حافظ از دولت عشق تو سليمانی شد

يعنی از وصل تواش نيست بجز باد به دست

**

 

 

Gözlerimin bebekleri, yüzünden başka bir şeye bakmamakta... perişan gönlümüz, senden başkasını anmamakta.

Gönül yarasının kanından bir an bile temiz olmamakla beraber göz yaşlarım, yine haremini tavaf etmek için ehramlara bürünmekte.

Sidre kuşu, seni dilemek hevesiyle uçmuyorsa dilerim, vahşî kuş gibi tuzağa tutulsun, kafese girsin!

Müflis âşık, sana kalb gönlünü veriyorsa ayıplama. Ne yapsın, geçer akçası yok ki!

Kimin himmeti onu dilemekte noksan değilse, kim onu azmederek isterse nihayet eli, elbette o yüce selviye ulaşır.

İsa’nın ruh bağışlamasını anmam bile. Çünkü can arttırmada dudağın kadar mahareti yok!

Aşkının ateşini sarf etmekte, bir ah bile etmemekteyim. Böyle olduğu halde bana gönül yarasına sabretmiyor denebilir mi?

Daha zülfünün ucunu gördüğüm gün dedim ki: Bu silsilenin perişanlığına nihayet olamaz.

Sana ulaşmak, yalnız Hâfız’ın gönlünde olan bir şey değil. Hatırında bu istek olmayan kim vardır?

Merdum-i dide-i mâ cuz be ruhet nazır nist
Dil-i ser-geşte-i mâ gayr-i tura zâkir nist

70‏

 

مردم ديده ما جز به رخت ناظر نيست

دل سرگشته ما غير تو را ذاکر نيست

 

اشکم احرام طواف حرمت می‌بندد

گر چه از خون دل ريش دمی طاهر نيست

بسته دام و قفس باد چو مرغ وحشی

طاير سدره اگر در طلبت طاير نيست

 

عاشق مفلس اگر قلب دلش کرد نثار

مکنش عيب که بر نقد روان قادر نيست

 

عاقبت دست بدان سرو بلندش برسد

هر که را در طلبت همت او قاصر نيست

 

از روان بخشی عيسی نزنم دم هرگز

زان که در روح فزايی چو لبت ماهر نيست

من که در آتش سودای تو آهی نزنم

کی توان گفت که بر داغ دلم صابر نيست

روز اول که سر زلف تو ديدم گفتم

که پريشانی اين سلسله را آخر نيست

سر پيوند تو تنها نه دل حافظ راست

کيست آن کش سر پيوند تو در خاطر نيست

 

**

 

Güneş gibi olan yüzün gizlendi, günümün aydınlığı bitti: Ömrümden kalan ancak kapkaranlık bir gece!

Ayrılığının çaresi ancak sabır. Fakat takatim kalmadı, nasıl sabredeyim?

Seninle vedalaşırken o kadar ağladım ki gözünden ırmak olsun, gözümde nur kalmadı.

Hayalin, gözümden hem gider, hem de “Yazıklar olsun... böyle bir bucak haraboldu” derdi.

Vuslatın, başımdan eceli uzaklaştırdı. Fakat ayrılığının devleti sayesinde şimdi o uzaklaştırma geçti, ecelim gelip çattı artık!

Rakibin “Başın sağ olsun, senden ayrı olan o hasta öldü” diyeceği an yaklaştı.

** Bundan böyle sevgili, zahmet edip gelse bile ne faydası var ki? Hasta bedenden can çıkmak üzere; yaşamama imkân yok!

Firakından gözlerimin yaşı akıp gidiyorsa de ki: Ciğer kanını da dökmek gerek!

Hâfız, gamdan, gussadan ağlayıp duruyor, güldüğü hiç yok. Yaslıda düğün, dernek düşüncesi kalmaz ki.

Bi mihr-i ruhet rüz-ı mera nur nemandest
Vez ö'mr-i mera cuz şeb-i deycür nemandest

38‏

 

بی مهر رخت روز مرا نور نماندست

وز عمر مرا جز شب ديجور نماندست

 

هنگام وداع تو ز بس گريه که کردم

دور از رخ تو چشم مرا نور نماندست

 

می‌رفت خيال تو ز چشم من و می‌گفت

هيهات از اين گوشه که معمور نماندست

 

وصل تو اجل را ز سرم دور همی‌داشت

از دولت هجر تو کنون دور نماندست

 

نزديک شد آن دم که رقيب تو بگويد

دور از رخت اين خسته رنجور نماندست

 

صبر است مرا چاره هجران تو ليکن

چون صبر توان کرد که مقدور نماندست

 

در هجر تو گر چشم مرا آب روان است

گو خون جگر ريز که معذور نماندست

 

حافظ ز غم از گريه نپرداخت به خنده

ماتم زده را داعيه سور نماندست

**

 

Zülfün, rüzgârın eline düşünce sevdalı gönül, hasedinden, kederinden iki parça oldu.

Sihirbaz gözün sihrin ta kendisi, sihre ait ne varsa onda yazılı. Yalnız şu kadar var ki bu muskanın kendisi de hasta!

Zülfünün büklümündeki o kara ben nedir, bilir misin? Cim harfinin çanağına düşen mürekkep noktası!

Cennet gibi yanağında misk gibi siyah ve güzel kokulu zülfün nedir? Cennet bahçesindeki tavus!

Ey canımın munisi sevgili, yüzünü görmek hevesine düşen gönlüm, yolda bulunan ve rüzgârın eline düşmüş olan bir avuç tozdan, topraktan ibaret!

Bu toprak beden, civarına öyle bir düşüş düşmüş ki toz gibi kalkıp savrulmasına imkân yok!

Ey İsa nefesli canan, vücuduma vuran selvi boyunun gölgesi, âdeta Çürümüş kemiklere düşen bir ruhun aksi!

Durağı ancak Kâbe olan zahidi gördüm: O bile dudağının zikriyle meyhane kapısında mukim olmuş!

Aziz dost, sevginde kendini kaybetmiş Hâfız’ın derdinle bağdaşması dünden, bugünden değil, ezelî bir ahit!

Tâ ser-i zulf-i tu der dest-i nesim uftâdest
Dil-i sevdâ-zede ez ğussa du nim uftâdest

36‏

 

تا سر زلف تو در دست نسيم افتادست

دل سودازده از غصه دو نيم افتادست

 

چشم جادوی تو خود عين سواد سحر است

ليکن اين هست که اين نسخه سقيم افتادست

 

در خم زلف تو آن خال سيه دانی چيست

نقطه دوده که در حلقه جيم افتادست

 

زلف مشکين تو در گلشن فردوس عذار

چيست طاووس که در باغ نعيم افتادست

 

دل من در هوس روی تو ای مونس جان

خاک راهيست که در دست نسيم افتادست

 

همچو گرد اين تن خاکی نتواند برخاست

از سر کوی تو زان رو که عظيم افتادست

سايه قد تو بر قالبم ای عيسی دم

عکس روحيست که بر عظم رميم افتادست

 

آن که جز کعبه مقامش نبد از ياد لبت

بر در ميکده ديدم که مقيم افتادست

 

حافظ گمشده را با غمت ای يار عزيز

اتحاديست که در عهد قديم افتادست

 

 

**

 

 

84.

Gönül, kendi kendisini zülfünün tuzağına müptelâ kıldı, onu gamzenle öldür... lâyığı bu!

Gönlümüzü ele almak, muradımızı vermek elinden geliyorsa durma, lütfet... çünkü tam yerinde bir hayırdır doğrusu.

Gülün güzelliği Çin ve Çigil diyarındaki miske muhtaç değildir. Nefesi kendi kaftanının iliğinden hâsıl olur.

Ey tatlı dilli sevgilim, canına andolsun, karanlık gecelerde mum gibi yanıp yakılmadaki maksadım kendimi yok etmektir.

Ey bülbül, sana gülün işvesini, tabiatını söyledim ya., bırak bu aşkı, çünkü o gülümseyen gül, ancak kendisini beğenir, kendi fikrine uyar.

Âlemin mürüvvetsiz devletlilerine başvurma, onların kapılarına varma. Afiyet hazinen,. yine kendi evinde, yine kendi yurdundadır.

Hâfız, yandı, bitti deyi ne sevgiliye karşı beslediği aşk şartını bozmadı. Hala ahdinde duruyor, hala vefakar !

Be dam-ı zulf-i tu dil mubtela-yı hiştenest
Bikuş be gamze ki ineş seza- yi hiştenest

50‏

 

به دام زلف تو دل مبتلای خويشتن است

بکش به غمزه که اينش سزای خويشتن است

 

گرت ز دست برآيد مراد خاطر ما

به دست باش که خيری به جای خويشتن است

به جانت ای بت شيرين دهن که همچون شمع

شبان تيره مرادم فنای خويشتن است

چو رای عشق زدی با تو گفتم ای بلبل

مکن که آن گل خندان برای خويشتن است

به مشک چين و چگل نيست بوی گل محتاج

که نافه‌هاش ز بند قبای خويشتن است

مرو به خانه ارباب بی‌مروت دهر

که گنج عافيتت در سرای خويشتن است

بسوخت حافظ و در شرط عشقبازی او

هنوز بر سر عهد و وفای خويشتن است

 

**

 

85.

Göğsüm, sevgilinin derdiyle gönül ateşine yandı. Bu gönül yurdunda öyle bir ateş vardı ki göğüs kâşenesini yaktı, yandırdı.   

Tenim, sevgilinin ayrılığıyle eridi. Canım, sevgilinin yüzünün güneşiyle yandı.

Peri yüzlü güzel, kim, senin zincire benzeyen zülfünü gördüyse sevdalı gönlü, bu divaneye sızladı, yandı.

Beni tanıyanların gönülleri yanarsa, tanıdıklarım, bana acırlarsa şaşılacak bir şey mi?

Ben kendimden geçtim mi, tanımayanların bile gönülleri yanıyor!

Zahitlik hırkamı harabat suyu alıp götürdü. Akıl evini de meyhane ateşi, silip süpürdü!           

** Gönlüm, ettiğim tövbeyi kadeh gibi kırıverdi; ciğerim de şarapsız, kadehsiz kaldı da şarap gibi yanıp yakıldı!

Macerayı kısa kes, tekrar gel ki gözbebeğim, gömleğini başından          çıkardı, şükrâne olarak ateşe yaktı, sulh etti. Sen de geçmişi bırak artık!

* Gönül yanışına bak ki gözyaşımdaki fazla hararetten mum bile dün gece bana acıdı da pervane gibi yandı, yakıldı.

Hâfız, masalı bırak, bir zaman da şarap iç. Çünkü bütün gece uyumadık, mum da efsanelerle yandı durdu.

Sineem zâteş-i dil der ğarn-ı cânâne bisüht
Ateşi bud derin hâne ki kâşane bisüht

17‏

 

سينه از آتش دل در غم جانانه بسوخت

آتشی بود در اين خانه که کاشانه بسوخت

تنم از واسطه دوری دلبر بگداخت

جانم از آتش مهر رخ جانانه بسوخت

 

سوز دل بين که ز بس آتش اشکم دل شمع

دوش بر من ز سر مهر چو پروانه بسوخت

 

آشنايی نه غريب است که دلسوز من است

چون من از خويش برفتم دل بيگانه بسوخت

 

خرقه زهد مرا آب خرابات ببرد

خانه عقل مرا آتش ميخانه بسوخت

 

چون پياله دلم از توبه که کردم بشکست

همچو لاله جگرم بی می و خمخانه بسوخت

ماجرا کم کن و بازآ که مرا مردم چشم

خرقه از سر به درآورد و به شکرانه بسوخت

 

ترک افسانه بگو حافظ و می نوش دمی

که نخفتيم شب و شمع به افسانه بسوخت

 

 

 

**

 

86.

Zâhire tapan zahit, bizim halimizi bilmez. Onun için hakkımızda ne derse desin, hoş görürüz.

Tarikatta sâlike ne zuhur ederse hayır odur. Gönül, doğru yolda kimse azıtmamıştır.

Bakalım ne oyun görünecek, hele bir beydak sürelim. Rintlerin satranç meydanında şah, yelip yortmaz.

Bu nakışları çok, sade ve yüce tavan nedir? Hiç bir ârif bu muammayı bilmiyor.

Yarabbi, bu ne istiğna, bu ne kudretli hikmet? Bütün yaralar gizli, ah etmeye bile mecal yok!

Bizim Sahib-Divanımız, galiba soruya, hesaba, kıyamete inanmıyor. Çünkü bu hükümde “Hasbeten lillâh Tanrı için” yazısı yok.

Kim gelmek isterse “gel” de. Kim ne söylemek isterse “söyle” de. Bu kapıda perdeciyle kapıcının kibri, nazı yok.

Kusur, noksan, bizim düzgün olmayan boyumuzda, posumuzda. Yoksa senin ihsan ettiğin elbise kimsenin boyuna kısa gelmez.

Meyhane kapısına gitmek, tek renkli kişilerin harcıdır. Kendilerini beğenip satanlara şarap satanlar mahallesine yol yoktur.

Meyhane Pîrinin kuluyum, onun lütfü daimi. Yoksa zahit şeyhin lûtfu bazan var, bazan yok!

Hâfız, başköşeye oturmuyorsa meşrebinin yüceliğinden. Sarhoş âşık, mal, mevki kaydında değildir ki.

Zâhid-i zâhir perest ez hâl-i mâ âgâh nist
Der hakk-ı mâ her çi gûyed cây-ı hiç ikrah nist

71‏

 

زاهد ظاهرپرست از حال ما آگاه نيست

در حق ما هر چه گويد جای هيچ اکراه نيست

در طريقت هر چه پيش سالک آيد خير اوست

در صراط مستقيم ای دل کسی گمراه نيست

تا چه بازی رخ نمايد بيدقی خواهيم راند‏

عرصه شطرنج رندان را مجال شاه نيست

 

چيست اين سقف بلند ساده بسيارنقش

زين معما هيچ دانا در جهان آگاه نيست

 

اين چه استغناست يا رب وين چه قادر حکمت است

کاين همه زخم نهان هست و مجال آه نيست

 

صاحب ديوان ما گويی نمی‌داند حساب

کاندر اين طغرا نشان حسبه لله نيست

 

هر که خواهد گو بيا و هر چه خواهد گو بگو

کبر و ناز و حاجب و دربان بدين درگاه نيست

 

بر در ميخانه رفتن کار يک رنگان بود

خودفروشان را به کوی می فروشان راه نيست

هر چه هست از قامت ناساز بی اندام ماست

ور نه تشريف تو بر بالای کس کوتاه نيست

بنده پير خراباتم که لطفش دايم است

ور نه لطف شيخ و زاهد گاه هست و گاه نيست

 

حافظ ار بر صدر ننشيند ز عالی مشربيست

عاشق دردی کش اندربند مال و جاه نيست

**

 

87.

Gönül ehlinin sözünü duyunca "Yanlış” deme. Söz anlamıyorsun canım, efendim... yanlış burada.

Başım dünyaya da eğilmemekte, ahrete de. Başımızdaki bu fitneleri Tanrı mübarek etsin.

Bu gönlü dertli âşıkın gönlündeki kimdir bilmem ki? Ben susmaktayım, gönülde feryatlar, kavgalar var!

Gönlüm perdeden çıktı. Çalgıcı, nerdesin? Çal, oku, kendine gel. İşimiz bu perdeden düzene girmekte.

Dünya işine hiç iltifatım yoktu. Fakat yüzün dünyayı da, dünya işlerini de bezedi, bana güzel göstermeye başladı.

İştiyakını çektiğimden, hayalini kurup durduğumdan nice gecelerdir uyumadım. Yüz gecelik sersemliğim var, meyhane nerde?

Bir bak, ibadet yeri, gönlümün kanıyla bulandı. Artık beni şarapla yıkasanız da haklısınız !

Hiç sönmeyen ateş bizim gönlümüzde. Onun için Pîr-i Mugân aziz tutuyor, ağırlıyor.

O çalgıcının çaldığı nağme neydi ki ömür geçip gitti de aklım hâlâ o havayla dolu, fikrimde hâlâ lezzeti var.

Dün gece gönlüme aşkından haber verdiler. Hâfız’ın gönül fezası, hâlâ o sesle dolu:

Çu bişnovi suhan-ı ehl-i dil megü ki hatâst
Suhan-şinâs nei cân-ı men hatâ incâst

22‏

چو بشنوی سخن اهل دل مگو که خطاست

سخن شناس نه‌ای جان من خطا اين جاست

سرم به دنيی و عقبی فرو نمی‌آيد

تبارک الله از اين فتنه‌ها که در سر ماست

 

در اندرون من خسته دل ندانم کيست

که من خموشم و او در فغان و در غوغاست

 

دلم ز پرده برون شد کجايی ای مطرب

بنال هان که از اين پرده کار ما به نواست

 

مرا به کار جهان هرگز التفات نبود

رخ تو در نظر من چنين خوشش آراست

 

نخفته‌ام ز خيالی که می‌پزد دل من

خمار صدشبه دارم شرابخانه کجاست

 

چنين که صومعه آلوده شد ز خون دلم

گرم به باده بشوييد حق به دست شماست

 

از آن به دير مغانم عزيز می‌دارند

که آتشی که نميرد هميشه در دل ماست

چه ساز بود که در پرده می‌زد آن مطرب

که رفت عمر و هنوزم دماغ پر ز هواست

 

ندای عشق تو ديشب در اندرون دادند

فضای سينه حافظ هنوز پر ز صداست

 

**

 

Zülfünün büklümü, küfürün de tuzağı, imanın da. Bu, sanat yurdundaki sanatlarından bir parçacığı!

Yüzün, güzellik mucizesi ama bakışının sözü, apaçık sihir!

* O şuh gözden canını kurtarmaya imkân mı var? Daima elinde yay, pusuda!

O siyah göze yüzlerce aferin! Aşık öldürmede sihirler yaratıyor!

Aşkın heyet ilmi, ne şaşılacak ilim. Gökün yedinci katı, o ilme göre yerin yedinci katı!

Samimisin ki kötü sözlü öldü de canını kurtardı? Hele dur bakalım, daha Kirâmen Kâtibîn’le görülecek hesabı var!

Hâfız, zülfünün mekrinden emin olma. Zira gönlü aldı, şimdi de dini almak kaydında!

Ham-ı zulf-i tu dâm-ı kufr-u dinest
Zi kâristân-ı o yek şemme mest

55‏

 

خم زلف تو دام کفر و دين است

ز کارستان او يک شمه اين است

 

جمالت معجز حسن است ليکن

حديث غمزه‌ات سحر مبين است

 

ز چشم شوخ تو جان کی توان برد

که دايم با کمان اندر کمين است

 

بر آن چشم سيه صد آفرين باد

که در عاشق کشی سحرآفرين است

عجب علميست علم هيت عشق

که چرخ هشتمش هفتم زمين است

 

تو پنداری که بدگو رفت و جان برد

حسابش با کرام الکاتبين است

 

مشو حافظ ز کيد زلفش ايمن

که دل برد و کنون دربند دين است

**

 

Gönlüm de gitti, dinim de. Sevgili beni kınamaya kalkışıp haydi git, benimle düşüp kalkma; gayri sende hayır kalmadı, dedi.

Kimi duyduk ki bu mecliste bir an olsun meserretle oturdu da sohbet sonu nedametle kalkmadı.

Mum nasılsa yanılıp sevgilinin gülümseyen parlak yüzüne kendisini benzetti. Fakat bu suçun affı için âşıklarının huzurunda nice geceler ayaküstü dikilip ağladı, yandı yakıldı.

Çayırda bahar rüzgârı, o yanağın, o boyun posun havasıyle gül ve selvi yanından kalkıp esmeye başladı.

Sarhoş bir halde geçip gittin. Melekût âleminde halvete girmiş olanlar bile seni görünce birbirlerine karıştılar, bir kıyamettir koptu!

Boyum posum var diye naza kalkışan selvi, senin yürüyüşüne karşı utancından baş bile kaldıramadı, ayağını bile atamadı.

Hâfız, şu hırkanı at, belki canını kurtarabilirsin. Çünkü riya ve keramet harmanı tutuştu, alevlendi.

Dil-u dinem şud-u dilber be melâmet berhâst
Guft bâ mâ menişin kez tu selâmet berhâst

21‏

 

دل و دينم شد و دلبر به ملامت برخاست

گفت با ما منشين کز تو سلامت برخاست

 

که شنيدی که در اين بزم دمی خوش بنشست

که نه در آخر صحبت به ندامت برخاست

 

شمع اگر زان لب خندان به زبان لافی زد

پيش عشاق تو شب‌ها به غرامت برخاست

 

در چمن باد بهاری ز کنار گل و سرو

به هواداری آن عارض و قامت برخاست

مست بگذشتی و از خلوتيان ملکوت

به تماشای تو آشوب قيامت برخاست

پيش رفتار تو پا برنگرفت از خجلت

سرو سرکش که به ناز از قد و قامت برخاست

حافظ اين خرقه بينداز مگر جان ببری

کاتش از خرقه سالوس و کرامت برخاست

**

 

90.

O fettan nergisin uykuya dalması, tegafülden gelmesi sebepsiz değil. O perişan zülfünün bükümlerinde elbet bir sebep var.

Dudağından henüz süt akıyordu. Ben, bu tuzluğun etrafındaki şeker, herhalde sebepsiz değildir, derdim.

Ömrün uzun olsun, iyice biliyorum ki yay kurduğun kirpik oklarının bir sebebi var.

Gönül herhalde gama, mihnete, derde, ayrılığa müptelâsın. Bu nâle, bu feryat, asılsız olamaz.

Dün gece yel, sevgilinin civarından gülistana geldi, oradan gelip geçti. Ey gül, yakam yırtman sebepsiz değil.

Gönül, aşk derdini halktan gizliyor ama Hâfız, senin bu ağlayan gözlerin sebepsiz ağlamıyor ya.

Hâb-ı an nerkis-i fettan-ı tu bi çizi nist
Tâb i an zulf-i perişân-ı tu bi çizi nist

75‏

 

خواب آن نرگس فتان تو بی چيزی نيست

تاب آن زلف پريشان تو بی چيزی نيست

از لبت شير روان بود که من می‌گفتم

اين شکر گرد نمکدان تو بی چيزی نيست

جان درازی تو بادا که يقين می‌دانم

در کمان ناوک مژگان تو بی چيزی نيست

مبتلايی به غم محنت و اندوه فراق

ای دل اين ناله و افغان تو بی چيزی نيست

دوش باد از سر کويش به گلستان بگذشت

ای گل اين چاک گريبان تو بی چيزی نيست

درد عشق ار چه دل از خلق نهان می‌دارد

حافظ اين ديده گريان تو بی چيزی نيست

**

 

Oruç geçti, bayram geldi, gönüller neşelendi. Şarap, meyhanede köpürdü, şarap istemek zamanı gelip çattı.

Zahitlik satan ağır canlıların nöbeti geçti. Rintlerin rintlik ve neşe zamanı geldi.

Bizim gibi şarap içen niçin kınansın? Âşık rinde bu, ne ayıptır, ne de hata!

Böyle riyasız şarap içiş, riya ile zahitlik satıştan yeğdir.

Biz ne riyakâr rindiz, ne nifak adamı. Gizli şeyleri bilen Tanrı, buna şahittir.

Tanrı’nın farzını yerine getirir, kimseye kötü söylemeyiz. Bu caiz değildir dedikleri şeye caizdir demeyiz.

Seninle birkaç kadeh şarap içersek ne olur ki? Şarap, zamanın kanı, senin kanın değil ya!

Bu, kimseye zarar verecek bir ayıp değil. Hatta ayıp olsa bile ne var? Ayıbı olmayan adam nerde?

Hâfız, nasıl, ne için sözünü bırak... biraz da şarap iç. Tanrı hükmüne karşı nasıl, ne için demeye mecal mi var?

Rüze yeksü şud-u ciyd âmed-u dilhâ berhâst
Mey zi humhâne becüş âmed-u mey bâyedbâst

20‏

 

روزه يک سو شد و عيد آمد و دل‌ها برخاست

می ز خمخانه به جوش آمد و می بايد خواست

نوبه زهدفروشان گران جان بگذشت

وقت رندی و طرب کردن رندان پيداست

چه ملامت بود آن را که چنين باده خورد

اين چه عيب است بدين بی‌خردی وين چه خطاست

باده نوشی که در او روی و ريايی نبود

بهتر از زهدفروشی که در او روی و رياست

ما نه رندان رياييم و حريفان نفاق

آن که او عالم سر است بدين حال گواست

 

فرض ايزد بگذاريم و به کس بد نکنيم

وان چه گويند روا نيست نگوييم رواست

 

چه شود گر من و تو چند قدح باده خوريم

باده از خون رزان است نه از خون شماست

اين چه عيب است کز آن عيب خلل خواهد بود

ور بود نيز چه شد مردم بی‌عيب کجاست

**

 

92.

Sevgili, elinde bir kadeh, şaraptan sarhoş olmuş... muğların ibadet yerine geldi. Şarap içenlerse onun mest gözlerinden sarhoş olmuşlardı.

Bindiği atın nalının izinde hilâl şekli görünmekte, uzun boyuna karşı çamın boyu alçak kalmaktaydı.

Ona nasıl var diyeyim? Kendimden haberim yok. Fakat nasıl da yok diyebilirim? Ona bakmakta, onu görmekteyim.

O kalkınca iştiyak çekenlerin gönül mumları söndü, oturunca görenlerin feryatları yüceldi.

Galiyenin kokusu güzelse saçlarına sürüldüğünden, rastık, yay şekline büründüyse kaşlarına çekildiğinden.

Tekrar gel ki Hâfız’ın giden ömrü geriye gelsin... Her ne kadar yaydan fırlayan ok, bir daha gelmezse de!

Der deyr-i muğan âmed yârem kadehi derdest
Mest ez mey-u mey-haran ez nerkis-i mesteşmest

27‏

 

در دير مغان آمد يارم قدحی در دست

مست از می و ميخواران از نرگس مستش مست

در نعل سمند او شکل مه نو پيدا

وز قد بلند او بالای صنوبر پست

آخر به چه گويم هست از خود خبرم چون نيست

وز بهر چه گويم نيست با وی نظرم چون هست

شمع دل دمسازم بنشست چو او برخاست

و افغان ز نظربازان برخاست چو او بنشست

 

گر غاليه خوش بو شد در گيسوی او پيچيد

ور وسمه کمانکش گشت در ابروی او پيوست

بازآی که بازآيد عمر شده حافظ

هر چند که نايد باز تيری که بشد از شست

**

 

Beyim, ne güzel gitmektesin, sana kurban olayım. Güzel güzel, salına salına yürü de o güzel boyuna, posuna canlar vereyim.

Hadi, öl bakalım demiştin, acelesi yok ya., ne güzel tarizlerde bulunuyorsun, tarizine feda olayım.

Âşıkım, sarhoşum, sevgiliden ayrılmışım. O güzel sâki nerde? Söyle, salınsın da onun selvi boyunun önünde can vereyim.

Bir ömürdür, sevdasından hastalandığım sevgiliye söyle: Bize bir bak da şehlâ gözlerine kurban olayım.

Lâl dudağım hem dert verir, hem deva demişsin! Canım, gâh derdine feda olsun, gâh devana!

Salına salına ne de hoş yürüyorsun, kem göz, senden ırak olsun... ayağının altında ölmek fikrindeyim.

Vuslatının halveti Hâfız’ın yeri yurdu değil ama her yerin hoş, her yerde sana kurban olayım.

Mir-i men hoş mîrevi kander ser-u pâ miremet
Hoş hıraman şov ki piş-ı kadd-i ra'nâ miremet

92‏

 

مير من خوش می‌روی کاندر سر و پا ميرمت

خوش خرامان شو که پيش قد رعنا ميرمت

 

گفته بودی کی بميری پيش من تعجيل چيست

خوش تقاضا می‌کنی پيش تقاضا ميرمت

عاشق و مخمور و مهجورم بت ساقی کجاست

گو که بخرامد که پيش سروبالا ميرمت

 

آن که عمری شد که تا بيمارم از سودای او

گو نگاهی کن که پيش چشم شهلا ميرمت

گفته لعل لبم هم درد بخشد هم دوا

گاه پيش درد و گه پيش مداوا ميرمت

 

خوش خرامان می‌روی چشم بد از روی تو دور

دارم اندر سر خيال آن که در پا ميرمت

 

گر چه جای حافظ اندر خلوت وصل تو نيست

ای همه جای تو خوش پيش همه جا ميرمت

**

 

Yüzünün hayali, her yolda yoldaşımız... zülfünün kokusu daima bu kokuya agâh olan canımızda.

Aşkı hoş görmeyen davacıların rağmine yüzün, bizim kaatı’ ve kesin bürhanımız.

Bir bak, dinle, elmaya benzeyen çenendeki çukur ne diyor:         Mısır’daki Yusuf gibi binlerce güzel bizim kuyumuza düşmüştür!

O uzun zülfüne elimiz erişmezse sende ne kabahat var? Suç, bizim perişan bahtımızda, günah bizim kısa elimizde!

Hususî halvet sarayının kapıcısına söyle: Filân, eşiğimizin bir bucağında oturanlardandır.

Zahiren huzurumuzda değil, fakat hakikatte daima natırımızda, gönlümüzden hiç çıkmaz.

Eğer Hâfız bir şey dileyerek kapıyı çalarsa aç. Çünkü yıllardır bizim ay gibi yüzümüze müştak.

Hayâl-i rüy-i tu der her tarik hemreh-i mâst
Nesim-i müy-ı tu peyvend-i cân-ı âgeh-i mâst

23‏

 

خيال روی تو در هر طريق همره ماست

نسيم موی تو پيوند جان آگه ماست

به رغم مدعيانی که منع عشق کنند

جمال چهره تو حجت موجه ماست

 

ببين که سيب زنخدان تو چه می‌گويد

هزار يوسف مصری فتاده در چه ماست

اگر به زلف دراز تو دست ما نرسد

گناه بخت پريشان و دست کوته ماست

 

به حاجب در خلوت سرای خاص بگو

فلان ز گوشه نشينان خاک درگه ماست

 

به صورت از نظر ما اگر چه محجوب است

هميشه در نظر خاطر مرفه ماست

 

اگر به سالی حافظ دری زند بگشای

که سال‌هاست که مشتاق روی چون مه ماست

**

 

Sâki, şarabı sun, oruç ayı geçti. Kadehi ver, ad san zamanı geçip gitti.

Aziz vakit geçti, gel de sürahi ve kadehsiz geçen ömrü kaza edelim.

Beni öyle bir sarhoş et ki kendimden geçeyim de hayal sahasına kim geldi, nereye gitti? Hâberim bile olmasın!

Kadehindeki bir yudum şaraba nail oluruz ümidiyle meyhanede her sabah, her akşam sana dua edilmekte.

Dimağına senin kokun erişince ölmüş can, yeniden hayat buldu, yeniden dirildi.

Zahit gurura daldı, sağlık, esenlikle yol alamadı. Halbuki rint, niyaz yoluyle doğruca melâmet yurduna vardı, cennete girdi.

Elimizdeki gönül, şaraba sarf oldu. Herhalde kalp akçeydi; o yüzden harama gitti!

Tövbe hararetiyle ödağacı gibi nice bir yanıp yakılacağız? Şarap sun., ömür, ham bir sevda ile gelip geçti.

Artık Hâfız'a nasihat etme, damağında halis şarabın lezzeti kalan ve kendisini kaybeden kişi, kurtuluş yolunu bulamaz.

Sâki biyâr bade kı mâh-ı sıyâm reft
Derdih kadeh-ki mevsim-i nâmûs-u nâm reft

84‏

 

ساقی بيار باده که ماه صيام رفت

درده قدح که موسم ناموس و نام رفت

 

وقت عزيز رفت بيا تا قضا کنيم

عمری که بی حضور صراحی و جام رفت

مستم کن آن چنان که ندانم ز بيخودی

در عرصه خيال که آمد کدام رفت

 

بر بوی آن که جرعه جامت به ما رسد

در مصطبه دعای تو هر صبح و شام رفت

دل را که مرده بود حياتی به جان رسيد

تا بويی از نسيم می‌اش در مشام رفت

زاهد غرور داشت سلامت نبرد راه

رند از ره نياز به دارالسلام رفت

 

نقد دلی که بود مرا صرف باده شد

قلب سياه بود از آن در حرام رفت

در تاب توبه چند توان سوخت همچو عود

می ده که عمر در سر سودای خام رفت

ديگر مکن نصيحت حافظ که ره نيافت

گمگشته‌ای که باده نابش به کام رفت

**

 

 96. *

Niyaz yüzüm, kapısında., bu yüzden Tanrı’ya şükrolsun meyhane kapısı açık.

Küplerin hepsi de sarhoşlukla köpürmüş, coşmuş. Ortadaki şarap, hakiki şarap, mecazî şarap değil!

Canana lâyık olan daima sarhoşluk, gurur ve ululanma. Bize uyan da daima çaresizlik, acizlik ve niyaz!

Başkasına söylemediğimiz ve söylemeyeceğimiz sırrı dosta söyleyelim, çünkü o, sırra mahremdir.

Sevgilinin büklüm büklüm zülfünün şerhi kısa kesilmez ki... bu kıssa çok uzun!

Mecnun’un gönlündeki ıstırap, daima Leylâ’nın zülfündeki büklümlerden, Sultan Mahmud’un yüzü, her an Eyaz’ın ayağında.

Gözüm, senin o güzel yüzünü göreli doğan kuşu gibi bütün âlemden göz yumdum.

Senin hakikat kâbesi olan civarına gelen her kişi, kaşlarının kıblesine dönmüş, namazın ta kendisinde!

Ey meclistekiler, Hâfız’ın gönlündeki yanışı, daima yanıp yakılan muma sorun!

Elminnetu lillah ki der-i meykede bâzest
Zan ru ki mera ber der-i o ruy-i niyâzest

40‏

 

المنه لله که در ميکده باز است

زان رو که مرا بر در او روی نياز است

خم‌ها همه در جوش و خروشند ز مستی

وان می که در آن جاست حقيقت نه مجاز است

از وی همه مستی و غرور است و تکبر

وز ما همه بيچارگی و عجز و نياز است

رازی که بر غير نگفتيم و نگوييم

با دوست بگوييم که او محرم راز است

 

شرح شکن زلف خم اندر خم جانان

کوته نتوان کرد که اين قصه دراز است

 

بار دل مجنون و خم طره ليلی

رخساره محمود و کف پای اياز است

بردوخته‌ام ديده چو باز از همه عالم

تا ديده من بر رخ زيبای تو باز است

در کعبه کوی تو هر آن کس که بيايد

از قبله ابروی تو در عين نماز است

ای مجلسيان سوز دل حافظ مسکين

از شمع بپرسيد که در سوز و گداز است

 

**

S -

 

 

Medet, medet... derdimize derman yok, ayrılığımıza bir son!

Dini, gönlü alıp götürdüler, şimdi de cana kasdedecekler. Medet güzellerin cevrinden!

Bir öpüş karşılığı can istemekteler. Aman bu gönül alıcılardan!

Bu kâfir yürekliler kanımızı içtiler. Aman müslümanlar, derman edin bize! 

Hâfız gibi gece gündüz kendimden geçmiş bir halde yanıp ağlamaktayım, medet, medet!

Derd-i mârâ nist derman el ğıyâs
Hecr-i mârâ nist pâyan el ğıyâs

96‏

 

درد ما را نيست درمان الغياث

هجر ما را نيست پايان الغياث

 

دين و دل بردند و قصد جان کنند

الغياث از جور خوبان الغياث

 

در بهای بوسه‌ای جانی طلب

می‌کنند اين دلستانان الغياث

خون ما خوردند اين کافردلان

ای مسلمانان چه درمان الغياث

همچو حافظ روز و شب بی خويشتن

گشته‌ام سوزان و گريان الغياث

 

**

C

 

 

Sen, ülkedeki bütün güzellerin başlarının tacısın. Bütün güzeller sana vergi verseler yaraşır.

İki şuh gözün, Hıta ve Habeş ülkelerini birbirine katmış, zülfünün büklümlerine Maçin ve Hint diyarları haraç vermiş!

Yüzünün beyazlığı, gündüzden.. siyah zülfünün siyahlığı, gecenin karanlığından daha parlaktır.

Ballı ağzın Hızır’ın abıhayatına revaç veriyor.. şeker gibi dudağın Mısır’da yetişen şeker kamışını andırmaz olmuş.

Eğer sen, gönül derdine ilâç vermezsen, hakikaten ben, bu hastalıktan kurtulamayacağım.

Taş yüreklisin., neden merhamet etmiyor, neden daima gönlümü kırıyorsun! Öyle bir gönlü kırmadasın ki sırça gibi nazik.

Dudağın Hızır, ağzın abıhayat., boyun selvi, belin kıl, göğsün fil dişi!

Hâfız’ın gönlüne senin gibi bir padişahın aşkı düştü. Keşki kapındaki toprağın değersiz bir zerresi olsaydı!

Tui ki ber ser-i hüban-ı kişveri çun tâc
Sezed eğer heme-ı dilberan dehendet bâc

97‏

 

تويی که بر سر خوبان کشوری چون تاج

سزد اگر همه دلبران دهندت باج

 

دو چشم شوخ تو برهم زده خطا و حبش

به چين زلف تو ماچين و هند داده خراج

 

بياض روی تو روشن چو عارض رخ روز

سواد زلف سياه تو هست ظلمت داج

 

دهان شهد تو داده رواج آب خضر

لب چو قند تو برد از نبات مصر رواج

 

از اين مرض به حقيقت شفا نخواهم يافت

که از تو درد دل ای جان نمی‌رسد به علاج

چرا همی‌شکنی جان من ز سنگ دلی

دل ضعيف که باشد به نازکی چو زجاج

لب تو خضر و دهان تو آب حيوان است

قد تو سرو و ميان موی و بر به هيت عاج

فتاد در دل حافظ هوای چون تو شهی

کمينه ذره خاک در تو بودی کاج

**

 

 

 

Mezhebinde âşıkların kanını dökmek helâlsa münasip gördüğün ne olursa olsun, biz de münasip görür, ondan hoşlanırız.

Siyah zülfünün karanlığı zulmetleri meydana getirmede, ay gibi yüzünün beyazlığı sabahlan izhar etmektedir.

Kimse ne kement gibi zülfünün büklümlerinden kurtuldu, ne küçük birer yaya benzeyen kaşlarınla ok gibi gözlerinden halâs oldu!

Gözümden yanıma öyle bir ırmak akmış ki gemicilerin bile o suda yüzmeye kudretleri yok.

Abıhayat gibi dudağın cana kuvvet vermede. Bu toprak bedenimiz, şarap lezzetini onda bulmada.

Lâl dudağın yüzlerce minnetle bir öpücük verdi; gönlüm yüzlerce ısrardan sonra muradına erişti.

Akşam geçip sabah geldikçe, gündüz bitip akşam oldukça âşıkların diline senin duan vird olmuştur.

Hâfız, bizden tövbe ve takva umma. Hiç kimse rint, âşık ve mecnun kişinin doğru yola geldiğini görmemiştir.

Eğer be mezheb-i tu hün-ı ‘âşikest mubah
Salah-ı mâ heme ânest kan turast salâh

98‏

 

اگر به مذهب تو خون عاشق است مباح

صلاح ما همه آن است کان تو راست صلاح

 

سواد زلف سياه تو جاعل الظلمات

بياض روی چو ماه تو فالق الاصباح

ز چين زلف کمندت کسی نيافت خلاص

از آن کمانچه ابرو و تير چشم نجاح

 

ز ديده‌ام شده يک چشمه در کنار روان

که آشنا نکند در ميان آن ملاح

 

لب چو آب حيات تو هست قوت جان

وجود خاکی ما را از اوست ذکر رواح

بداد لعل لبت بوسه‌ای به صد زاری

گرفت کام دلم ز او به صد هزار الحاح

 

دعای جان تو ورد زبان مشتاقان

هميشه تا که بود متصل مسا و صباح

 

صلاح و توبه و تقوی ز ما مجو حافظ

ز رند و عاشق و مجنون کسی نيافت صلاح

 

**


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar