HÂFIZ DİVÂNI / HÂFIZ-I ŞİRÂZÎ 0
Hazırlayan: ABDÜLBÂKIY GÖLPINARLI
Düzenleme:
İhramcizade İsmail Hakkı
Sâki, döndür kadehi, herkese sun, bana da ver. Çünkü aşk, önce kolay
göründü ama sonradan çok müşküller meydana geldi.
Sabah yeli, misk kokusu almak ümidiyle sevgilinin alnına dökülen
saçları açınca o güzel kokulu saçların kıvrımlarından yürekler ne kanlara
boyandı!
Pîr-i Mugân, sana “Seccadeyi şaraba boya” derse çekinme, dediğini yap.
Çünkü yol ehli, konakların yolundan, yordamından bihaber değildir.
Sevgiliye giden yolun konaklarında nasıl istirahat edebilir, nasıl zevk
ve safaya dalabilirim? Çan, yükleri bağlayın diye feryadedip durmakta.
Kapkaranlık bir gece... dalga korkusu ve bu derece dehşetli bir girdap.
Sahilde rahat rahat yolculuk edenler, halimizi nerden bilecekler?
Sevgilinin muradını gözetmeden kendi dileğime uyup yaptığım her iş,
beni rusvay edip gitti; nihayet adım kötüye çıktı. Zaten meclislerde söylenip
duran sır, nasıl olur da gizli kalır ki?
Hâfız, daimî bir huzura ermek, sevgiliye vâsıl olmak istiyorsan ondan
gafil olma. Sevdiğine ulaşınca da artık dünyayı bırak, âlemi terk et.
Elâ-yâ eyyühesâki edir ke'sen ve nâvilhâ
Ki'ışk asan nemüd evvel veli uftâd müşkilhâ
1
الا يا ايها الساقی ادر کاسا و ناولها
که عشق آسان نمود اول ولی افتاد مشکلها
به بوی نافهای کاخر صبا زان طره بگشايد
ز تاب جعد مشکينش چه خون افتاد در دلها
مرا در منزل جانان چه امن عيش چون هر دم
جرس فرياد میدارد که بربنديد محملها
به می سجاده رنگين کن گرت پير مغان گويد
که سالک بیخبر نبود ز راه و رسم منزلها
شب تاريک و بيم موج و گردابی چنين هايل
کجا دانند حال ما سبکباران ساحلها
همه کارم ز خود کامی به بدنامی کشيد آخر
نهان کی ماند آن رازی کز او سازند محفلها
حضوری گر همیخواهی از او غايب مشو حافظ
متی ما تلق من تهوی دع الدنيا و اهملها
**
Sâki, kadehimizi şarabın nuruyle parlat. Çalgıcı, sen de çal. Çünkü
âlem tam istediğimiz hale geldi, bize uydu.
Ey şaraptan aldığımız lezzetten haberi olmayan! Biz, kadehte sevgilinin
yüzünün aksini görmüşüz.
Uzun boylu güzellerin işveleri, nazları, salına salına yürüyen selvi
boylumuzun cilvelerle gelişine kadar sürer.
Gönlü aşkla diri olan asla ölmez. Biz de âşıkız, şu halde ebediliğimiz
âlem ceridesine kaydedilmiştir.
Korkarım, hesap gününde şeyhin helâl ekmeği, bizim haram suyumuzdan
fazla bir işe yaramayacak, ikisi de bir tutulacak!
Ey rüzgâr, yolun dostların bahçesine uğrarsa sevgiliye selâmımızı arz
et, sakın unutma ve tarafımızdan
De ki: Adımızı neye anmıyor, neden bizi kasten hatırdan çıkarıyorsun ?
Zaten anılmayacağımız bir zaman gelecek!
Gönlümüzü alan sevgilimizin gözlerine sarhoşluk ne de güzel yaraşıyor.
O cihetten bizim de irade ve ihtiyarımızı sarhoşluğa teslim etmişler.
Hâfız, gözünden gözyaşı tanelerini saç dur, belki vuslat kuşu
tuzağımıza gelip konar, olur ya!
Yeşil felek deniziyle hilâl kayığı bile Hacı Kıvam’ımızın nimetine gark
olmuştur.
Sâki benür-ı bade berefrüz câm-ı ma
Mutrib bigü ki kâr-ı cihan şud bekâm-ı ma
10
ساقی به نور باده برافروز جام ما
مطرب بگو که کار جهان شد به کام ما
ما در پياله عکس رخ يار ديدهايم
ای بیخبر ز لذت شرب مدام ما
هرگز نميرد آن که دلش زنده شد به عشق
ثبت است بر جريده عالم دوام ما
چندان بود کرشمه و ناز سهی قدان
کايد به جلوه سرو صنوبرخرام ما
ای باد اگر به گلشن احباب بگذری
زنهار عرضه ده بر جانان پيام ما
گو نام ما ز ياد به عمدا چه میبری
خود آيد آن که ياد نياری ز نام ما
مستی به چشم شاهد دلبند ما خوش است
زان رو سپردهاند به مستی زمام ما
ترسم که صرفهای نبرد روز بازخواست
نان حلال شيخ ز آب حرام ما
حافظ ز ديده دانه اشکی همیفشان
باشد که مرغ وصل کند قصد دام ما
دريای اخضر فلک و کشتی هلال
هستند غرق نعمت حاجی قوام ما
**
SOFİ, GEL... KADEHİN AYNASI TERTEMİZ
Sofi, gel... kadehin aynası tertemiz. Gel de lâl renkli şarabın
anlığını gör, neşesini, zevkini seyret!
Anka kimseye avlanmaz, tuzağını topla. Burada tuzağın eline havadan
başka bir şey geçmez.
Eldeki fırsatı ganimet bilmeye çalış. Âdem bile nasibi tükenince
cenneti terk etti.
Âlem meclisinde bir iki kadeh çek, sonra yürü, git; yani daimi vuslata
tamah etme.
Gönül, gençlik çağı geçti, hayattan bir gül deremedin. Artık kocalıkta
bir şey yap bari.
Eşiğinde çok hizmetler ettik, sende hayli hakkımız var. Sen de köleyi,
merhamet et de bir gör, gözet!
Perdenin içyüzündeki sırrı sarhoş rintlere sor. Bu hal, makamı yüce
zahitte yoktur.
Hâfız, şarap kadehinin mürididir, ey seher yeli, bu kulun kulluğunu Câm
Şeyhi’ne arz et!
Sufî biyâ ki âyine sâfist câmrâ
Tâ bingeri sefâ-yı mey-i la'l-fâmârâ
7
صوفی بيا که آينه صافيست جام را
تا بنگری صفای می لعل فام را
راز درون پرده ز رندان مست پرس
کاين حال نيست زاهد عالی مقام را
عنقا شکار کس نشود دام بازچين
کان جا هميشه باد به دست است دام را
در بزم دور يک دو قدح درکش و برو
يعنی طمع مدار وصال دوام را
ای دل شباب رفت و نچيدی گلی ز عيش
پيرانه سر مکن هنری ننگ و نام را
در عيش نقد کوش که چون آبخور نماند
آدم بهشت روضه دارالسلام را
ما را بر آستان تو بس حق خدمت است
ای خواجه بازبين به ترحم غلام را
حافظ مريد جام می است ای صبا برو
وز بنده بندگی برسان شيخ جام را
**
Gönül elden gidiyor, ey gönül sahipleri. Allah için yardım edin.
Yazıklar olsun, gizli dert, açığa çıkacak!
Gemimiz oturmuş, hareketten kalmış. Ey muvafık rüzgâr, kalk, es. Belki
aşina sevgilinin yüzünü bir daha görürüz.
Dostum, feleğin on günlük sevgisi masaldan, hikâyeden ibarettir.
Dostlara iyilik etmek için şu on günlük fırsatı ganimet bil!
Bülbül dün gece gül ve şarap meclisinde "Sarhoşlar, uyanın...
sabah şarabını getirin" diye ne güzel de şakıdı...
İskender’in aynası şarap kadehidir. Bir bak da sana Dara saltanatının
akıbetini göstersin.
Ey kerem ve ihsan sahibi, selâmettesin, sağ esensin. Buna şükret de
yoksul biçareyi bir günceğiz olsun, sor, soruştur!
İki cihanın da istirahati şu iki sözün tefsirinden ibarettir: Dostlara
mürüvvet, düşmanlarla geçim!
Bize iyi ad san kazanma civarına yol vermediler. Beğenmiyorsan takdiri
değiştir!
Zahidin “kötülüklerin aslı” dediği o üzüm suyu yok mu... bize kızoğlan
kızları öpmeden daha hoş, daha tatlı!
Elin daraldığı vakit, yoksulluğa düştüğün zaman içmeye, sarhoş olmaya
çalış. Çünkü bu varlık kimyası, yoksulu Karun yapar.
Serkeşliğe kalkışma sakın. Avucunda mermeri bile balmumu gibi eriten
sevgili, gayrete gelir, kıskanır da seni mum gibi yakar, yandırır.
Farsça söyleyen güzeller, adamın ömrüne ömür katarlar. Sâki, zahit
rintlere müjde ver!
Ey eteği temiz şeyh, bizi mazur gör. Hâfız, bu şaraba bulaşmış hırkayı
kendiliğinden giymedi ya!
Dil mireved zi destem şâhib-dilan Hudârâ
Derdâ ki derd-i pinhan hânedşud âşikârâ
5
دل میرود ز دستم صاحب دلان خدا را
دردا که راز پنهان خواهد شد آشکارا
کشتی شکستگانيم ای باد شرطه برخيز
باشد که بازبينيم ديدار آشنا را
ده روزه مهر گردون افسانه است و افسون
نيکی به جای ياران فرصت شمار يارا
در حلقه گل و مل خوش خواند دوش بلبل
هات الصبوح هبوا يا ايها السکارا
ای صاحب کرامت شکرانه سلامت
روزی تفقدی کن درويش بینوا را
آسايش دو گيتی تفسير اين دو حرف است
با دوستان مروت با دشمنان مدارا
در کوی نيک نامی ما را گذر ندادند
گر تو نمیپسندی تغيير کن قضا را
آن تلخ وش که صوفی ام الخباثش خواند
اشهی لنا و احلی من قبله العذارا
هنگام تنگدستی در عيش کوش و مستی
کاين کيميای هستی قارون کند گدا را
سرکش مشو که چون شمع از غيرتت بسوزد
دلبر که در کف او موم است سنگ خارا
آيينه سکندر جام می است بنگر
تا بر تو عرضه دارد احوال ملک دارا
خوبان پارسی گو بخشندگان عمرند
ساقی بده بشارت رندان پارسا را
حافظ به خود نپوشيد اين خرقه می آلود
ای شيخ پاکدامن معذور دار ما را
**
Sâki, kalk... kadehi doldur, sun. Dünya gamının başına toprak saç!
Şarap kadehini elime ver de bu gök renkli hırkayı üstümden atayım.
Sarhoşluk, akıllılara göre kötü bir şöhrettir ama biz şanı, şöhreti zaten
istemiyoruz ki.
Şarap sun, ne vakte dek sürecek bu gurur yeli?
İnsanı böyle şeylerle aldatan nefsin toprak başına!
Ağlayıp inleyen gönlümün ahındaki duman bu ham ve donmuş kişileri
yaktı, yandırdı.
Deli gönlümün sırrına mahrem olacak ne halktan kimse var, ne ileri
gelenlerden!
Yalnız, gönül avutan sevgiliyle hatırım hoş. O, benim gönlümden sabrı,
rahatı bir uğurdan aldı, götürdü.
O gümüş endamlı sevgiliyi gören artık çayırdaki selviye bakamaz.
Hâfız, nihayet günün birinde mutlaka muradına erişmek istersen gece
gündüz şiddetlere, mihnetlere sabret.
Sâkiyâ berhiz-u berdih câmrâ
Hâk ber ser kun ğam-ı eyyâmrâ
8
ساقيا برخيز و درده جام را
خاک بر سر کن غم ايام را
ساغر می بر کفم نه تا ز بر
برکشم اين دلق ازرق فام را
گر چه بدناميست نزد عاقلان
ما نمیخواهيم ننگ و نام را
باده درده چند از اين باد غرور
خاک بر سر نفس نافرجام را
دود آه سينه نالان من
سوخت اين افسردگان خام را
محرم راز دل شيدای خود
کس نمیبينم ز خاص و عام را
با دلارامی مرا خاطر خوش است
کز دلم يک باره برد آرام را
ننگرد ديگر به سرو اندر چمن
هر که ديد آن سرو سيم اندام را
صبر کن حافظ به سختی روز و شب
عاقبت روزی بيابی کام را
**
Gül bahçesine yine gençlik çağının parlaklığı geldi. Güzel nağmeli
bülbüle yine gül müjdesi erişti.
Ey sabah rüzgârı, terütaze yeşilliğe uğrarsan selviye, güle, fesleğene
selâmımızı götür.
Şarap satan muğbeçe böyle cilvelenip durursa meyhane kapısını
kirpiklerimle süpürürüm.
Amber gibi güzel kokulu, simsiyah ve büklüm büklüm saçlarını ay yüzüne
çevgân yapan güzel, zaten hayran olup kalmışım, beni ıstıraba düşürme, başımı
büsbütün döndürme.
Korkarım, tortulu şarap içenlere gülen, onlarla alay eden bu kavim,
meyhane havasıyle imanını da elden çıkarır.
Tanrı erlerine dost ol. Nuh’un gemisinde öyle bir toprak var ki Tufanı
bile bir damlacık su sayar!
Son yatacağı yer bir iki avuç topraktan ibaret olan kişiye
de ki: Sarayını, çardağını göklere kadar yüceltmeye ne hacet var?
Feleğin evinden çık, oradan ekmek isteme. Bu zalim, nihayet konuğunu
öldürür.
Benim Kenan ayına benzeyen güzelim, Mısır saltanatı eline geçti, artık
zindanı terketmenin tam vakti.
Hâfız, şarap iç, rintlikte bulun, hoş ol. fakat başkaları gibi Kur’an’ı
tezvir tuzağı yapma!
Revnak-ı ‘ahd-ı şebâbest diğer bustanrâ
Miresed müjde-i gul bulbul-i hoş-elhanrâ
9
رونق عهد شباب است دگر بستان را
میرسد مژده گل بلبل خوش الحان را
ای صبا گر به جوانان چمن بازرسی
خدمت ما برسان سرو و گل و ريحان را
گر چنين جلوه کند مغبچه باده فروش
خاکروب در ميخانه کنم مژگان را
ای که بر مه کشی از عنبر سارا چوگان
مضطرب حال مگردان من سرگردان را
ترسم اين قوم که بر دردکشان میخندند
در سر کار خرابات کنند ايمان را
يار مردان خدا باش که در کشتی نوح
هست خاکی که به آبی نخرد طوفان را
برو از خانه گردون به در و نان مطلب
کان سيه کاسه در آخر بکشد مهمان را
هر که را خوابگه آخر مشتی خاک است
گو چه حاجت که به افلاک کشی ايوان را
ماه کنعانی من مسند مصر آن تو شد
وقت آن است که بدرود کنی زندان را
حافظا می خور و رندی کن و خوش باش ولی
دام تزوير مکن چون دگران قرآن را
**
Ben nerde, nefsini ıslah etmek nerde?
Aradaki aykırılığa bak, yol nerden nereye gidiyor?
Salihlikle takvanın rintlikle ne münasebeti var? Vaiz dinleme nerde,
rebap sesini dinleme nerde?
İbadet yerine gitmeden, riya hırkasını giymeden usandım artık. Muğların
manastırı nerde, halis ve sâf şarap nerde?
Vuslat zamanı gelip geçti, hatırası kaldı. Allah selâmet versin...
nerde kaldı o cilveler, ne oldu o azarlayışlar?
Düşmanların gönlü, sevgilinin yüzünden ne haz duyabilir? Sönmüş mum
nerde, güneş nerde ?
Sevgilinin çene çukuruna pek bakma, yolda kuyu var. Gönül, bu aceleyle
nereye koşup gidiyorsun ?
Basiretimizin sürmesi eşiğinin toprağıdır. Emret, biz bu kapıdan nereye
gidelim?
Sevgili, Hâfız’dan karar isteme, uyku bekleme, karar ne demek, sabretme
de ne, uyku da nerde ki?
Salâh-ı kar kucâ vu men-i harâb kucâ
Bibin tefâvut-ı reh ez kucâst ta be kucâ
2
صلاح کار کجا و من خراب کجا
ببين تفاوت ره کز کجاست تا به کجا
دلم ز صومعه بگرفت و خرقه سالوس
کجاست دير مغان و شراب ناب کجا
چه نسبت است به رندی صلاح و تقوا را
سماع وعظ کجا نغمه رباب کجا
ز روی دوست دل دشمنان چه دريابد
چراغ مرده کجا شمع آفتاب کجا
چو کحل بينش ما خاک آستان شماست
کجا رويم بفرما از اين جناب کجا
مبين به سيب زنخدان که چاه در راه است
کجا همیروی ای دل بدين شتاب کجا
بشد که ياد خوشش باد روزگار وصال
خود آن کرشمه کجا رفت و آن عتاب کجا
قرار و خواب ز حافظ طمع مدار ای دوست
قرار چيست صبوری کدام و خواب کجا
**
O Şirazlı Türk güzeli, bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı
kabul eylerse yanağındaki kara bene Semerkand’i de bağışlarız, Buhara’yı da!
Sâki, o kalan şarabı sun. Çünkü cennette ne Rüknâbât suyunun kıyısını
bulabilirsin, ne de Gülgeşti Musallâ’yı.
Feryat, feryat... bu şuh, bu cilveli, bu şehri birbirine katan kara
kaşlı, kara gözlü güzeller, sabrımızı öyle bir yağmaladılar ki Türkler de hanı
yağmayı ancak öyle kapışır, öyle yağmalarlar.
Ben o Yusuf’un günden güne artan güzelliğinden anladım ki aşk,
Zelihâ’yı bile ismet perdesinden çıkarır.
Bana kötü söz söyledin, razıyım. Tanrı affetsin, iyi söyledin ama o
şekerler çiğneyen lâl renkli dudağa acı söz yaraşıyor mu?
Sevgili, nasihatimi dinle. Saadetli, bahtiyar gençler bilgili ihtiyarın
nasihatim dinlerler.
Sevgilinin güzelliği, bizim noksan aşkımızdan müstağnidir. Güzel yüzün
düzgüne, allığa, bene, rastığa ne ihtiyacı var?
* Musikiden, şaraptan bahset. Zamanın sırrına ait münakaşaya pek
girişme. Çünkü bu muammayı, felsefeyle kimse halletmedi de, edemez de!
Hâfız, gazel söyledin, inciler deldin. Gel, şimdi bir de güzelce oku da
felek, Süreyya yıldızını senin bu inci dizine saçsın,
Eğer an Turk-i Şirâzi bedest âred dil-i mara
Be hal-i hinduyeş bahşem Semerkand-u Buhârârâ
3
اگر آن ترک شيرازی به دست آرد دل ما را
به خال هندويش بخشم سمرقند و بخارا را
بده ساقی می باقی که در جنت نخواهی يافت
کنار آب رکن آباد و گلگشت مصلا را
فغان کاين لوليان شوخ شيرين کار شهرآشوب
چنان بردند صبر از دل که ترکان خوان يغما را
ز عشق ناتمام ما جمال يار مستغنی است
به آب و رنگ و خال و خط چه حاجت روی زيبا را
من از آن حسن روزافزون که يوسف داشت دانستم
که عشق از پرده عصمت برون آرد زليخا را
اگر دشنام فرمايی و گر نفرين دعا گويم
جواب تلخ میزيبد لب لعل شکرخا را
نصيحت گوش کن جانا که از جان دوستتر دارند
جوانان سعادتمند پند پير دانا را
حديث از مطرب و می گو و راز دهر کمتر جو
که کس نگشود و نگشايد به حکمت اين معما را
غزل گفتی و در سفتی بيا و خوش بخوان حافظ
که بر نظم تو افشاند فلک عقد ثريا را
**
Sevgili, güzellik ayı, yüzünden ziyalanmakta; güzellik, çene çukurundan
şeref bulmakta.
Acaba bizim hiç bir yere dağılmayan, ancak sende olan düşüncemizle
senin dağınık zülfün ne vakit bir araya gelecek; ne vakit bu muradımıza
erişeceğiz?
Dudağa gelmiş can, seni görmek dileğinde.
Geriye mi dönsün, çıksın mı; fermanın nedir ?
Bizim yanımıza uğrayınca eteğini topraktan, kandan sakın. Çünkü bu
yolda birçok kurbanların var!
Dostlar, gönül, sırrını faş ediyor. Aman, sevgiliye haber verin,
merhamet etsin de ben de kurtulayım, siz de kurtulun!
Gözünün hüküm sürdüğü devirde hiç kimse zâhitlikten faydalanmadı,
herkes, o gözlere âşık oldu. Sarhoş gözlerinin de zahitlik satmaması, âşıklara
bakması daha iyi.
Uykulara bulanmış bahtımız galiba uyanacak. Çünkü parlak yüzün,
bahtımızın gözüne su serpti!
Yanağından sabah rüzgârına bir deste gül yoldaş et de gönder... Belki
ayağını bastığın gül bahçesinin toprağından bir koku duyarız.
Ey Cem meclisinin sâkileri, zamanınızda kadehiniz şarapla dolmadı ama
yine ömrünüz uzun olsun, muradınıza erişin!
Ey yıldızı yüce padişahlar padişahı, Tanrı için olsun bir himmet et de
yıldız gibi ben de sarayının toprağını öpeyim!
Sevgili, Hâfız bir dua etmekte, işit ve amin de: Dilerim, şeker saçan
dudağın bize kısmet olsun!
* Ey seher yeli,
Yezd’lilere tarafımızdan de ki: Hakkınızı tanımayan, gözetmeyen, kişilerin
başı, çevgânınızın topu olsun!
* Sizden uzağız ama yine
padişahınızın kuluyuz, yine sizi övmekteyiz.
Ey furüğ-ı mâh-ı hüsn ez rây-ı rahşân-ı şumâ
Ab-ı rüy-ı hübi ez çâh-ı zenehdân-ı şumâ
12
ای فروغ ماه حسن از روی رخشان شما
آب روی خوبی از چاه زنخدان شما
عزم ديدار تو دارد جان بر لب آمده
بازگردد يا برآيد چيست فرمان شما
کس به دور نرگست طرفی نبست از عافيت
به که نفروشند مستوری به مستان شما
بخت خواب آلود ما بيدار خواهد شد مگر
زان که زد بر ديده آبی روی رخشان شما
با صبا همراه بفرست از رخت گلدستهای
بو که بويی بشنويم از خاک بستان شما
عمرتان باد و مراد ای ساقيان بزم جم
گر چه جام ما نشد پرمی به دوران شما
دل خرابی میکند دلدار را آگه کنيد
زينهار ای دوستان جان من و جان شما
کی دهد دست اين غرض يا رب که همدستان شوند
خاطر مجموع ما زلف پريشان شما
دور دار از خاک و خون دامن چو بر ما بگذری
کاندر اين ره کشته بسيارند قربان شما
ای صبا با ساکنان شهر يزد از ما بگو
کای سر حق ناشناسان گوی چوگان شما
گر چه دوريم از بساط قرب همت دور نيست
بنده شاه شماييم و ثناخوان شما
ای شهنشاه بلنداختر خدا را همتی
تا ببوسم همچو اختر خاک ايوان شما
میکند حافظ دعايی بشنو آمينی بگو
روزی ما باد لعل شکرافشان شما
**
Ey seher yeli, o güzel ceylana mülâyemetle söyle, bizi dağlara, ovalara
salan sensin!
Ömrü uzun olasıca şekerci, bilmem ki neden şekerle beslenen duduyu bir
arayıp sormaz!
Ey gül, yoksa güzelliğinin verdiği gurur müsaade mi etmiyor, neden
şeyda bülbülün halini bir kerecik olsun sormuyorsun?
Nazar ehli; güzel huyla, lütuf la avlanabilir. Akıllı kuşu bağla,
tuzakla tutmak imkânı yoktur.
Sevgilinle oturup şarap içtiğin vakitte bari senden nasibi olmayan
dostları hatırla!
Bilmem ki neden selvi boylu, kara gözlü, ay yüzlü güzeller kimseye bir
aşinalık göstermiyorlar?
Güzelliğinde hiç bir ayıp, hiç bir noksan yok. Ancak şu kadarcık bir
şey söylenebilir; Sevgiden anlamıyorsun, vefasızsın!
Gökyüzünde Zühre, Hâfız’ın şiirlerini terennüm ederek İsâ’yı bile
oynatsa şaşılmaz doğrusu.
Sabâ be lütf bigü an ğazâl-i ra'nârâ
Ki ser be kühu beyaban tu dâdei mârâ
4
صبا به لطف بگو آن غزال رعنا را
که سر به کوه و بيابان تو دادهای ما را
شکرفروش که عمرش دراز باد چرا
تفقدی نکند طوطی شکرخا را
غرور حسنت اجازت مگر نداد ای گل
که پرسشی نکنی عندليب شيدا را
به خلق و لطف توان کرد صيد اهل نظر
به بند و دام نگيرند مرغ دانا را
ندانم از چه سبب رنگ آشنايی نيست
سهی قدان سيه چشم ماه سيما را
چو با حبيب نشينی و باده پيمايی
به ياد دار محبان بادپيما را
جز اين قدر نتوان گفت در جمال تو عيب
که وضع مهر و وفا نيست روی زيبا را
در آسمان نه عجب گر به گفته حافظ
سرود زهره به رقص آورد مسيحا را
**
O güzellik padişahının yanında bulunanlara bu dileği kim bildirecek?
Padişahlık şükrânesi olarak yoksulu gözden çıkarmasın.
Şeytan huylu engelden Tanrı’ma ağlayıp yalvarmadayım, belki Hakk
rızasıyçin o şihap bir yardım eder.
Yanağını parlattın mı bütün âlemin gönlünü yakıyorsun. Fakat bundan
sana ne fayda var? Niçin herkesle iyi geçinmiyorsun?
Sevgili, siyah kirpiklerin kanımıza girmeyi emrettiyse onların hilesine
kapılıp yanılma, bir düşün, taşın!
Bütün gece şunu ummaktayım: Seher yeli, aşina âşıkı, aşinaların
haberini getirerek belki memnun eder.
* Sevgili, parlayan ay
gibi yüzünle, gönül kapan selvi gibi boyunla âşıkların başına kopardığın bu
kıyamet ne?
* Allah için olsun seher
vakitlerinde kalkan Hâfız’a bir yudumcuk şarap ver de duasını al, seher
çağlarındaki dua makbuldür.
Be mulâzimân-ı sultan ki resâned in dü'ârâ
Ki be şukr-i Pâdşâhi zi nazar meran gedârâ
6
به ملازمان سلطان که رساند اين دعا را
که به شکر پادشاهی ز نظر مران گدا را
ز رقيب ديوسيرت به خدای خود پناهم
مگر آن شهاب ثاقب مددی دهد خدا را
مژه سياهت ار کرد به خون ما اشارت
ز فريب او بينديش و غلط مکن نگارا
دل عالمی بسوزی چو عذار برفروزی
تو از اين چه سود داری که نمیکنی مدارا
همه شب در اين اميدم که نسيم صبحگاهی
به پيام آشنايان بنوازد آشنا را
چه قيامت است جانا که به عاشقان نمودی
دل و جان فدای رويت بنما عذار ما را
به خدا که جرعهای ده تو به حافظ سحرخيز
که دعای صبحگاهی اثری کند شما را
**
Dün gece Pîrimiz, mescitten meyhaneye geldi. Yoldaşlar, bundan sonra ne
yapalım, ne tedbirde bulunalım ki?
Biz müritleriz. Pirimiz meyhaneye yüz tutunca biz nasıl kıbleye
yöneliriz?
Artık biz de muğların harabatına konalım, orayı yurt edinelim; ezelden
takdirimiz böyleymiş!
Eğer akıl, zülfüne bağlanan gönlün ne hoş bir halde olduğunu bilse
bütün akıllar bizim zincirlerimize düşmeye, divane olmaya çalışırlardı.
Güzel yüzün, bize lütfedip güzellikten bir ayet, bir bürhan gösterdi. O
zamandan beri bizim tefsirimizde her söz, güzellikten, letafetten ibaret.
Bütün gece çektiğimiz ateşli ahlarla bütün gece dinmeyen gönül
ateşimiz, acaba bir gececik olsun yüreğine tesir eder mi ki?
Hâfız, artık sus. Ah okumuz gök kubbesini bile delip geçer. Canına acı,
okumuzdan sakın.
Düş ez mescid suy-i meyhane amed Pır-i mâ
Çist yâran-ı tarikat ba'dezin tedbir-i mâ
10
دوش از مسجد سوی ميخانه آمد پير ما
چيست ياران طريقت بعد از اين تدبير ما
ما مريدان روی سوی قبله چون آريم چون
روی سوی خانه خمار دارد پير ما
در خرابات طريقت ما به هم منزل شويم
کاين چنين رفتهست در عهد ازل تقدير ما
عقل اگر داند که دل دربند زلفش چون خوش است
عاقلان ديوانه گردند از پی زنجير ما
روی خوبت آيتی از لطف بر ما کشف کرد
زان زمان جز لطف و خوبی نيست در تفسير ما
با دل سنگينت آيا هيچ درگيرد شبی
آه آتشناک و سوز سينه شبگير ما
تير آه ما ز گردون بگذرد حافظ خموش
رحم کن بر جان خود پرهيز کن از تير ما
**
Sevgiliye dedim ki; ey güzeller padişahı, bu garibe acı; dedi ki:
Yoksul garip, gönül havasına uyar, gönül peşine düşerse yolunu azıtır gider.
Bir an olsun dur, geçip gitme dedim. “Evde yetişen, yabancılarla düşüp
kalkmayan bir kişi bu kadar garibin derdine nasıl takat getirebilir?"
dedi.
Garip, dikeni döşek edinir, taşı yastık yaparmış. Padişahın üstünde
yattığı sincap kürküne yan gelmiş uyumuş olan bir nazeninin umurunda mı?
Ey zincire benzeyen saçları, bunca aşina âşıkın mekânı olan sevgili,
kızıl yanağına öyle misk gibi simsiyah ve eşsiz ben ne de güzel yaraşmış.
Sevgili, ay gibi yüzünde şarabın aksi, ağustos gülü üzerinde erguvan
yaprağının eşsiz güzelliği gibi görünmekte.
Nigâristanda misk gibi nakışlara şaşılmazsa da senin yanağının
etrafında o karınca gibi ince nakışlar pek şaşılacak bir güzellikte!
Alnına dökülen ve gece renginde olan saçları garipler akşamı dilber, bu
garip, seher çağlarında ağlayıp inlerse bu ağlayıştan, bu inleyişten çekin,
dedim.
Dedi ki: Hâfız, aşinalar bile hayret makamındayken senin gibi garibin
hasta ve miskin bir hale düşmesinden daha tabiî ne olabilir?
Güftem ey sultân-ı hüban rahm kun ber in ğarib
Guft der dunbâl-i dil reh gum kuned miskin ğarib
14
گفتم ای سلطان خوبان رحم کن بر اين غريب
گفت در دنبال دل ره گم کند مسکين غريب
گفتمش مگذر زمانی گفت معذورم بدار
خانه پروردی چه تاب آرد غم چندين غريب
خفته بر سنجاب شاهی نازنينی را چه غم
گر ز خار و خاره سازد بستر و بالين غريب
ای که در زنجير زلفت جای چندين آشناست
خوش فتاد آن خال مشکين بر رخ رنگين غريب
مینمايد عکس می در رنگ روی مه وشت
همچو برگ ارغوان بر صفحه نسرين غريب
بس غريب افتاده است آن مور خط گرد رخت
گر چه نبود در نگارستان خط مشکين غريب
گفتم ای شام غريبان طره شبرنگ تو
در سحرگاهان حذر کن چون بنالد اين غريب
گفت حافظ آشنايان در مقام حيرتند
دور نبود گر نشيند خسته و مسکين غريب
**
Sabah oluyor, bulut göğe perde çekti hava sünbüli; arkadaşlar, şarap
getirin, şarap!
Çiğ tanesi lâlenin yanağına damlamakta. Dostlar, durmayın, getirin
şarabı!
Çayırlıktan cennet yeli esiyor. Haydin, her an halis şarap için!
Gül, çimenlikte zümrüt tahtını kurdu. Sen de ateş gibi lâl renginde
kızıl şarabı ele al.
Eğer meyhanenin kapısını kapadılarsa ey bağlı kapıları açan Tanrı,
lütfet, aç!
* Canımızda ve yanmış, kebab olmuş gönüllerin yaralarında dudaklarının
ne kadar tuz hakkı var.
Böyle bir mevsimde meyhaneyi kapatırlarsa şaşılır doğrusu.
* Hâfız gibi, peri bedenli sâkinin yüzüne bakarak halis ve berrak
şarabı çek gitsin!
Midemed subh-u küleh best sehâb
Es sabüh es sabüh yâ ashâb
13
میدمد صبح و کله بست سحاب
الصبوح الصبوح يا اصحاب
میچکد ژاله بر رخ لاله
المدام المدام يا احباب
میوزد از چمن نسيم بهشت
هان بنوشيد دم به دم می ناب
تخت زمرد زده است گل به چمن
راح چون لعل آتشين درياب
در ميخانه بستهاند دگر
افتتح يا مفتح الابواب
لب و دندانت را حقوق نمک
هست بر جان و سينههای کباب
اين چنين موسمی عجب باشد
که ببندند ميکده به شتاب
بر رخ ساقی پری پيکر
همچو حافظ
بنوش باده ناب
**
Devlet sabahı açılmakta... güneşe benzer kadeh nerde? Ele bundan daha
âlâ bir fırsat nerden geçecek? Sun şarap kadehini!
Evde ağyar yok. Sâki yâr, çalgıcı lâtifeler etmekte, işret mevsimi,
kadehin döneceği zaman, gençlik çağı...
* Hususî bir halvet, emniyetli bir yer, gönül açan bir seyrangâh...
yarabbi, bunları uyanıkken mi görüyorum, yoksa uykuda rüya mı görmekteyim ?
İç açmak, neşeye güzellik vermek için erimiş lâlle altın kadehi
mezcetmek pek hoş, pek münasip.
Anlayışlı tabiat bezeyicisi, şarabın letafetini düşündü de gül suyundan
daha hoş olduğunu anlayıp gül suyunu ne de hoş bir surette gül yaprağının
gönlünde gizledi.
Dilberle sâki el çırpmakta, çalgıcı raks etmekte... Sâkinin bakışı
şaraba tapanların gözlerinden uykuyu uçurdu gitti!
O ay, Hâfız’ın incilerine müşteri olalı rebap sesi, her an ta Zührenin
kulağına kadar varmakta!
* Dünyaları ihsan eden
padişah neşe meclisinde ihamla konuşmakta, lâtifeci ve tatlı sözlü Hâfız da
hazır cevaplık etmekte, nükteler yapmakta!
Subh-ı devlet midemed ku cam hemçun âftâb
Fursati zin bih kucâ yâbem bidıh cam ı serâb
**
Gönül, onun muhabbetinin haremidir, göz, yüzüne ayna tutmaktadır.
İki cihana da baş eğmediğim halde boynum, onun minnet yükünün altında.
Sen Tûba’yı düşünmedesin, biz sevgilinin boyunu. Herkesin düşüncesi,
himmetincedir.
Ben, eteği bulaşmış bir adamsam ona ne ziyanı var? Bütün âlem onun
ismetine şahittir.
O haremde ben kim oluyorum ki sabah rüzgârı bile hürmete değer
hareminin perdeciliğini yapmakta.
* Göz penceresi
hayalinden hali kalmasın. Çünkü bu bucak, ancak onun halvet yeri.
* Yeşilliği bezeyen her
taze gül, onun sohbetinin renginden, onun dostluğundan kokusundan bir eser.
Hepsi rengi, kokuyu ondan kazanmış.
Mecnun’un devri geçti, şimdi nöbet bizim. Bu âlemde herkesin
beş günceğiz bir nöbeti var!
Âşıklık saltanatı, neşe hâzinesi... Hulâsa nem varsa hepsi onun
himmetiyle.
• Ben ve gönül, yok olacakmışız, varsın olalım, ne korkumuz var?
Maksat, bu arada onun selâmeti.
Hâfız’ın zahiri yoksulluğunu görme. Gönlü, onun sevgi hâzinesi.
Dil serâ-perde-i mahabbet-i ost
Dide âyinedâr-ı tal'at-i ost
56
دل سراپرده محبت اوست
ديده آيينه دار طلعت اوست
من که سر درنياورم به دو کون
گردنم زير بار منت اوست
تو و طوبی و ما و قامت يار
فکر هر کس به قدر همت اوست
گر من آلوده دامنم چه عجب
همه عالم گواه عصمت اوست
من که باشم در آن حرم که صبا
پرده دار حريم حرمت اوست
بی خيالش مباد منظر چشم
زان که اين گوشه جای خلوت اوست
هر گل نو که شد چمن آرای
ز اثر رنگ و بوی صحبت اوست
دور مجنون گذشت و نوبت ماست
هر کسی پنج روز نوبت اوست
ملکت عاشقی و گنج طرب
هر چه دارم ز يمن همت اوست
من و دل گر فدا شديم چه باک
غرض اندر ميان سلامت اوست
فقر ظاهر مبين که حافظ را
سينه گنجينه محبت اوست
**
*Başımızı sevgilinin eşiğine koymuş, onun her dileğine razı olmuşuz.
Başımıza her ne gelirse onun dileğiyle gelir.
Sevgilinin yüzüne karşı aydan, günden aynalar kodum ama benzerini
göremedim.
Sabah rüzgârı bizim daralmış gönlümüzü nasıl açabilir? Goncanın kıvrım
kıvrım yaprakları gibi birbiri üstüne sarılmış, kat kat!
Bu, rintleri yakıp yandıran ibadet yurduna yalnız ben testi
getirmiyorum. Bu yurtta nice başlar var ki eşiğine taş, toprak olmuş!
Amberler saçan saçlarını mı taradın? Rüzgâr, güzel kokular saçarak
esmekte, topraktan amber kokuları çıkmakta.
Bahçedeki her gül, yüzüne kurban olsun... ırmak kıyısındaki her selvi
fidanı, boyuna feda olsun!
Yüzünü hatırladım, herhalde muradım olacak. Çünkü iyi faldan sonra
iyilik zuhur eder.
Neşeyi anlatmada natıkanın bile dili tutulmuş... beyhude yere söylenip
duran dili kesik kalem, nerden anlatacak?
Hâfız’ın gönlü heves ateşine şimdi düşmedi. Kendi kendine biten lâleler
gibi ezelden dağlı!
Ser-i irâdet-i mâ v’âstân-ı hazret-i dost
Ki her çi ber ser-i mâ mireved irâdet-i ost
58
سر ارادت ما و آستان حضرت دوست
که هر چه بر سر ما میرود ارادت اوست
نظير دوست نديدم اگر چه از مه و مهر
نهادم آينهها در مقابل رخ دوست
صبا ز حال دل تنگ ما چه شرح دهد
که چون شکنج ورقهای غنچه تو بر توست
نه من سبوکش اين دير رندسوزم و بس
بسا سرا که در اين کارخانه سنگ و سبوست
مگر تو شانه زدی زلف عنبرافشان را
که باد غاليه سا گشت و خاک عنبربوست
نثار روی تو هر برگ گل که در چمن است
فدای قد تو هر سروبن که بر لب جوست
زبان ناطقه در وصف شوق نالان است
چه جای کلک بريده زبان بيهده گوست
رخ تو در دلم آمد مراد خواهم يافت
چرا که حال نکو در قفای فال نکوست
نه اين زمان دل حافظ در آتش هوس است
که داغدار ازل همچو لاله خودروست
**
O esmer güzeli dünyanın bütün şirinliğine şarap renginde güzel gözlere,
gülümseyen dudaklara, neşeli bir gönüle maliktir.
Ağızları tatlı güzeller padişahtır ama sevgilim zamanın Süleymanıdır,
hatem de ondadır.
O buğday renkli benizdeki misk gibi kara ben yok mu? Âdem’in yolunu
vuran tanenin sırrı tamamıyle o bende!
Dostlar, sevgilim gidiyor. Bu yaralı gönülle ben ne yapacağım? Merhemim
de onda.
Güzel yüz, hünerdeki kemal, temiz bir bilgi... Hulâsa iki âlemin de tertemiz
erlerinin himmetine mazhar.
Bu nükteyi kime söyleyebilirim: O taş yürekli, İsa nefesine sahip
olduğu halde bizi öldürdü!
Hâfız, inananlardandır... onu ulu tut. Çünkü nice büyük ruhların
ihsanına, feyzine sahip!
An siyeh çerde ki şirini-i â'lem bâ ost
Çeşm i mey-gun leb-i handan dil-i hurrem bâ ost
57
آن سيه چرده که شيرينی عالم با اوست
چشم ميگون لب خندان دل خرم با اوست
گر چه شيرين دهنان پادشهانند ولی
او سليمان زمان است که خاتم با اوست
روی خوب است و کمال هنر و دامن پاک
لاجرم همت پاکان دو عالم با اوست
خال مشکين که بدان عارض گندمگون است
سر آن دانه که شد رهزن آدم با اوست
دلبرم عزم سفر کرد خدا را ياران
چه کنم با دل مجروح که مرهم با اوست
با که اين نکته توان گفت که آن سنگين دل
کشت ما را و دم عيسی مريم با اوست
حافظ از معتقدان است گرامی دارش
زان که بخشايش بس روح مکرم با اوست
**
Sevgilinin diyarından gelen ve mektup getiren bu güzel haberci, âdeta
onun miskler kokan siyah hattından bize bir can hamaili getirdi.
O haberci, sevgilinin ululuğundan, güzelliğinden ne güzel nişaneler
vermekte... yüceliğini, vekârını ne hoş anlatmakta.
Ona muştuluk olarak gönlümü verdim ama sevgiliye saçtığım bu kalp
akşamdan dolayı da utanıp durmaktayım.
Tanrı’ya şükrolsun, bahtımız uygun geldi de sevgilinin bütün işi gücü,
dileğimizce oldu.
Ne feleğin dönüşünde bir irade ve ihtiyar var, ne ayın devrinde. Onlar,
sevgilinin iradesiyle dönmekteler.
Fitne yeli, iki âlemi birbirine katsa biz, yine göz ışığımızı sevgiliyi
bekleme yolundan ayıramayız.
Ey sabah rüzgârı, bana sevgilinin geçtiği yoldaki iyi bahtlı topraktan
bir parçacık getir de gözüme sürme edeyim.
* Niyaz başımızı dostun aşk eşiğine koymuşuz. Sevgilinin kucağında kim
tatlı bir uykuya dalabilir?
Düşman, Hâfız hakkında kötü söylerse ne korkum var? Tanrı'ya şükürler
olsun, sevgiliden utanacak bir işte bulunmadım.
An peyk-i hoş-haber ki resid ez diyâr-ı dost
Âverd hırz-ı can zı hat-ı müşk-bâr-ı dost
60
آن پيک نامور که رسيد از ديار دوست
آورد حرز جان ز خط مشکبار دوست
خوش میدهد نشان جلال و جمال يار
خوش میکند حکايت عز و وقار دوست
دل دادمش به مژده و خجلت همیبرم
زين نقد قلب خويش که کردم نثار دوست
شکر خدا که از مدد بخت کارساز
بر حسب آرزوست همه کار و بار دوست
سير سپهر و دور قمر را چه اختيار
در گردشند بر حسب اختيار دوست
گر باد فتنه هر دو جهان را به هم زند
ما و چراغ چشم و ره انتظار دوست
کحل الجواهری به من آر ای نسيم صبح
زان خاک نيکبخت که شد رهگذار دوست
ماييم و آستانه عشق و سر نياز
تا خواب خوش که را برد اندر کنار دوست
دشمن به قصد حافظ اگر دم زند چه باک
منت خدای را که نيم شرمسار دوست
**
HOŞ GELDİN EY İŞTİYAK ÇEKENLERE
HABER GETİREN
Hoş geldin ey iştiyak çekenlere haber getiren... sevgiliden bir haber
ver de canımı, seve seve onun adına feda edeyim.
Dostun şekerinin, bademinin aşkıyle tabiatımın dudusu, kafese düşmüş
bülbül gibi daima hayran, daima perişan bir halde.
Saçı tuzak, beni tane. Ben de bir tane dileğiyle dostun o tuzağına
düşmüştüm.
Kim, benim gibi, sevgilinin kadehinden bir yudumcuk şarap içerse öyle
sarhoş olur ki başını mahşer sabahına kadar kaldıramaz.
İştiyakımın cüzi bir miktarını bile anlatmamaktayım. Çünkü sevgilinin
üstüne bundan fazla düşmek, başını ağrıtır.
Elime fırsat düşerse sevgilinin ayaklarından şeref bulan yolun
toprağını tutya gibi gözlerime çekerim.
Ben vuslatına mailim, o ayrılık istemekte. Sevgilinin dileği
olsun diye kendi dileğimden geçerim.
Hâfız, derdiyle yan, dermansız bir hale düş. O halde kal. Çünkü
zaten sevgilinin derman kabul etmez derdine bir deva yok ki!
Merhaba ey peyk-i muştâkan bidih peyğâm-ı dost
Tâ kunem can ez ser-i rağbet feda yı nâm-ı dost
62
مرحبا ای پيک مشتاقان بده پيغام دوست
تا کنم جان از سر رغبت فدای نام دوست
واله و شيداست دايم همچو بلبل در قفس
طوطی طبعم ز عشق شکر و بادام دوست
زلف او دام است و خالش دانه آن دام و من
بر اميد دانهای افتادهام در دام دوست
سر ز مستی برنگيرد تا به صبح روز حشر
هر که چون من در ازل يک جرعه خورد از جام دوست
بس نگويم شمهای از شرح شوق خود از آنک
دردسر باشد نمودن بيش از اين ابرام دوست
گر دهد دستم کشم در ديده همچون توتيا
خاک راهی کان مشرف گردد از اقدام دوست
ميل من سوی وصال و قصد او سوی فراق
ترک کام خود گرفتم تا برآيد کام دوست
حافظ اندر درد او میسوز و بیدرمان بساز
زان که درمانی ندارد درد بیآرام دوست
**
Gel, gel... emel köşkü pek temelsiz. Şarap getir, ömrün yapısı yel
üstüne kurulmuş.
Himmetine kulum, himmetine köleyim o kişinin ki gök kubbe altında
taalluk rengini kabul eden her şeyden hürdür, bağlanılabilecek her şeyden
kurtulmuştur.
Sana ne söyleyeyim? Dün gece sarhoş ve harap bir haldeyken meyhanede
gayıp âleminin meleği, bana ne müjdeler verdi:
*Bir ay yüzlüye mi gönül verdin ki? Çünkü gönül, bütün dertlerden onun
sevgisiyle kurtulur, şad olur.
Ey makamı Sidre olan yüce bakışlı doğan, durağın mihnetlerle dopdolu
olan bu bucak değil.
Sana Arşın korkuluğundan ıslık çalıyorlar. Bilmem ki bu tuzakta ne var?
Ne buldun burada da buraya bu kadar yapıştın?
Bir nasihat vereyim, dinle ve tut. Bu sözü tarikat Pîrimden duydum,
ondan hatırımda kaldı.
Dönek tabiatlı dünyadan ahde vefa umma. Çünkü bu kocakarı, binlerce
damadın gelinidir.
Dünya gamını yeme. Nasihatim hatırından çıkarma. Bu aşk nüktesini bir
yol erinden duyup belledim:
Tanrı tarafından verilen kısmetine razı ol, alnını kırıştırma. İhtiyar
kapısını ne sana açtılar, ne bana!
Gülün gülümsemesinde ahde vefa nişanesi yok. Ağla bülbül, ağla ki tam
ağlanacak iş, tam feryat edilecek çağ.
Ey düşük, bozuk şiirler yazan. Hâfız’a neye hased ediyorsun? Şiire
kabiliyet ve güzel şiir yazma tanrı vergisi.
Biyâ ki Kasr-ı "emel sâht sûst bunyâdest
Bıyâr bade ki bunyâd-ı ömr bebâdest
37
بيا که قصر امل سخت سست بنيادست
بيار باده که بنياد عمر بر بادست
غلام همت آنم که زير چرخ کبود
ز هر چه رنگ تعلق پذيرد آزادست
چه گويمت که به ميخانه دوش مست و خراب
سروش عالم غيبم چه مژدهها دادست
که ای بلندنظر شاهباز سدره نشين
نشيمن تو نه اين کنج محنت آبادست
تو را ز کنگره عرش میزنند صفير
ندانمت که در اين دامگه چه افتادست
نصيحتی کنمت ياد گير و در عمل آر
که اين حديث ز پير طريقتم يادست
غم جهان مخور و پند من مبر از ياد
که اين لطيفه عشقم ز ره روی يادست
رضا به داده بده وز جبين گره بگشای
که بر من و تو در اختيار نگشادست
مجو درستی عهد از جهان سست نهاد
که اين عجوز عروس هزاردامادست
نشان عهد و وفا نيست در تبسم گل
بنال بلبل بی دل که جای فريادست
حسد چه میبری ای سست نظم بر حافظ
قبول خاطر و لطف سخن خدادادست
**
Hayalini kurdukça şaraba ihtiyacımız mı var? Küpe, başının çaresine
bak, de; meyhane yıkıldı, artık oraya gitmemize lüzum yok.
Cennet şarabı da olsa yere dökün. Sevgili olmadıkça içilen her tatlı
şey, azabın ta kendisi.
Yazıklar olsun... Sevgili gitti. Ağlayan gözlerimdeki kaşının, gözünün
nakşı da ancak su üstüne çizilmiş bir nakıştan ibaret.
Ey göz, uyan. Bu uyku yerinde şu daimî sel oldukça emin olmaya gelmez.
Sevgili, senin yanından apaçık geçip gider, senden gizlenmez. Fakat
ağyar görür diye nikap tutunmakta.
Gül, rengin yanağını lâtif bir surette terlemiş görünce haset
ateşlerine daldı, gönü! gamiyle gül suyuna gark oldu.
Senin yolun ne yoldur, makamın ne makamdır ki ona nispetle uçsuz
bucaksız bir denize benzeyen gök bile serabın ta kendisi.
Aklımın bucağında nasihat girecek bir yer arama. Bu bucak, çenk ve rebap
nağmeleriyle dopdolu.
Hâfız, âşık ve rintse, güzellere hayransa ne çıkar ki? Birçok tuhaf
haller vardır ki gençlik çağının icaplanndandır.
Mârâ zi hayal-i tu çi pervâ-yı şerâbest
Hum gü ser-i hod gir ki humhane herâbest
29
ما را ز خيال تو چه پروای شراب است
خم گو سر خود گير که خمخانه خراب است
گر خمر بهشت است بريزيد که بی دوست
هر شربت عذبم که دهی عين عذاب است
افسوس که شد دلبر و در ديده گريان
تحرير خيال خط او نقش بر آب است
بيدار شو ای ديده که ايمن نتوان بود
زين سيل دمادم که در اين منزل خواب است
معشوق عيان میگذرد بر تو وليکن
اغيار همیبيند از آن بسته نقاب است
گل بر رخ رنگين تو تا لطف عرق ديد
در آتش شوق از غم دل غرق گلاب است
سبز است در و دشت بيا تا نگذاريم
دست از سر آبی که جهان جمله سراب است
در کنج دماغم مطلب جای نصيحت
کاين گوشه پر از زمزمه چنگ و رباب است
حافظ چه شد ار عاشق و رند است و نظرباز
بس طور عجب لازم ايام شباب است
Yüce, güzel ve ebedî cennet bahçesi dervişlerin halvetidir; ululuğun,
saadetin sermayesi onlara hizmet etmektir.
Acayip tılsımları olan uzlet hâzinesi, onların rahmet nazarlariyle
açılır.
Rıdvan’ın kapıcılık ettiği cennet köşkü, onların zevk ve neşe
çimenliğinden bir görünüş, bir numunedir.
Parıltısıyle kapkara kalbi altın haline getiren şey dervişlerin
sohbetindeki kimyadır.
* Güneşin bile ululuk
tacını çıkarıp önüne koyduğu ululuk, dervişlerin ululuğudur.
Zevale düşme kaygısı olmayan devlet, ancak dervişlerin devletidir, bunu
böyle duy.
Hâlâ başaşağı batıp gitmekte olan Karun hâzinesi, belki okumuşsundur,
dervişlerin kahrı yüzünden battı ve hâlâ da batıp gider.
Ey zengin, bu kadar ululanma. Başın da dervişlerin himmetiyle sağdır,
paraya da onların sayesinde nail oluyorsun.
Padişahların dualarla diledikleri murat yüzü, dervişlerin ayna gibi
olan yüzlerinde görünür.
* Âlemi bir uçtan bir uca
zulüm askeri kaplamıştır. Fakat ezelden ebede kadar fırsat yine dervişlerin
elindedir.
Hâfız, burada edebini takın. Padişah ve sultan bile dervişler huzurunda
kuldur.
* Eğer ezelî abıhayat istersen halvet kapısını bırakma. Çünkü abıhayat
kaynağı, dervişlerin halvetlerinin kapısındaki topraktadır.
* Zamanın Âsaf’ının nazarına kulum. Sureti zengin ama sireti
dervişlerin sireti.
Ravza-i huld-i berin halvet-i dervişânest
Mâye-i muhteşemi hidmet-i dervişânest
49
روضه خلد برين خلوت درويشان است
مايه محتشمی خدمت درويشان است
گنج عزلت که طلسمات عجايب دارد
فتح آن در نظر رحمت درويشان است
قصر فردوس که رضوانش به دربانی رفت
منظری از چمن نزهت درويشان است
آن چه زر میشود از پرتو آن قلب سياه
کيمياييست که در صحبت درويشان است
آن که پيشش بنهد تاج تکبر خورشيد
کبرياييست که در حشمت درويشان است
دولتی را که نباشد غم از آسيب زوال
بی تکلف بشنو دولت درويشان است
خسروان قبله حاجات جهانند ولی
سببش بندگی حضرت درويشان است
روی مقصود که شاهان به دعا میطلبند
مظهرش آينه طلعت درويشان است
از کران تا به کران لشکر ظلم است ولی
از ازل تا به ابد فرصت درويشان است
ای توانگر مفروش اين همه نخوت که تو را
سر و زر در کنف همت درويشان است
گنج قارون که فرو میشود از قهر هنوز
خوانده باشی که هم از غيرت درويشان است
من غلام نظر آصف عهدم کو را
صورت خواجگی و سيرت درويشان است
حافظ ار آب حيات ازلی میخواهی
منبعش خاک در خلوت درويشان است
**
Âlemde senin kapından başka bir penahım, bu kapıdan başka başvuracağım
yer yok.
Düşman kılıç çekti mi onunla savaşmaz, siperimizi atarız. Çünkü
feryattan, ahttan başka kılıcımız yok ki.
Niçin meyhaneden yüz çevireyim? Cihanda bana bundan daha iyi yol yordam
olamaz.
Zaman ömrünün harmanına ateş salarsa de ki: Yak, zaten bence ömür
harmanının bir saman çöpü kadar bile değeri yok.
O suna boylu selvinin hırsızlama bakan nerkislerine kul olayım. Gurur
şarabından öyle sarhoş ki kimseye iltifat etmiyor.
Kimseyi incitme de dilediğini yap. Şeriatımızda bundan başka günah yok.
Ey güzellik ülkesinin padişahı, dizginini kas da at sür; hiç bir
yolbaşı yok ki orada senden adalet isteyen birisi olmasın.
Her tarafta bir tuzak görmedeyim, onun zülfünün himayesinden başka bir
sığınağım yok.
Hâfız’ın gönül hâzinesini zülfe, bene verme. Böyle işler her kara
kölenin, her kadir bilmezin harcı değil!
Cuz âstân-ı tuem der cihan penâhi nist
Ser-i mera becuz ez nâlei vu âhi nist
76
جز آستان توام در جهان پناهی نيست
سر مرا بجز اين در حواله گاهی نيست
عدو چو تيغ کشد من سپر بيندازم
که تيغ ما بجز از نالهای و آهی نيست
چرا ز کوی خرابات روی برتابم
کز اين به هم به جهان هيچ رسم و راهی نيست
زمانه گر بزند آتشم به خرمن عمر
بگو بسوز که بر من به برگ کاهی نيست
غلام نرگس جماش آن سهی سروم
که از شراب غرورش به کس نگاهی نيست
مباش در پی آزار و هر چه خواهی کن
که در شريعت ما غير از اين گناهی نيست
عنان کشيده رو ای پادشاه کشور حسن
که نيست بر سر راهی که دادخواهی نيست
چنين که از همه سو دام راه میبينم
به از حمايت زلفش مرا پناهی نيست
خزينه دل حافظ به زلف و خال مده
که کارهای چنين حد هر سياهی نيست
**
Sofi, şarabın parıltısıyle gizli sırları bildi. Herkesin içyüzünü bu
lâl ile bilebilirsin.
Gül mecmuasının kadrini bülbül bilir. Her kitap okuyan, manasını
anlamaz ki.
Ey akıl defterinden aşk ayetini öğrenmeye çalışan! Korkarım bu ince
meselenin künhüne eremeyeceksin.
iki âlemi de tecrübeli gönüle arzettim; senin aşkından başka her şeyi
fâni bildi.
Yemen’den gelen nefesin kadrini bilen kişi nazariyle taşı, toprağı lâl
ve akik haline getirir.
Artık halktan pervam kalmadı, çünkü muhtesip de gizli işreti öğrendi,
şarabın tadını aldı!
Sevgili, zevk ve huzura erişmemizi şimdilik münasip bulmadı; yoksa
gönlümüzün dileğini anlamadı değil.
* Şarap getir, çünkü güz rüzgârının yağmacılığını bilen cihan
bahçesindeki güle güvenmez.
Hâfız, tabiatı şairanesinden alıp meydana getirdiği bu inci dizisini
Âsafı Sânî’nin lûtfu ve mürüvvetinin eseri bildi.
Sûfi ez pertev-i mey râz-ı nihâni dânist
Gevher her kes ezin la'l tevânidânist
48
صوفی از پرتو می راز نهانی دانست
گوهر هر کس از اين لعل توانی دانست
قدر مجموعه گل مرغ سحر داند و بس
که نه هر کو ورقی خواند معانی دانست
عرضه کردم دو جهان بر دل کارافتاده
بجز از عشق تو باقی همه فانی دانست
آن شد اکنون که ز ابنای عوام انديشم
محتسب نيز در اين عيش نهانی دانست
دلبر آسايش ما مصلحت وقت نديد
ور نه از جانب ما دل نگرانی دانست
سنگ و گل را کند از يمن نظر لعل و عقيق
هر که قدر نفس باد يمانی دانست
ای که از دفتر عقل آيت عشق آموزی
ترسم اين نکته به تحقيق ندانی دانست
می بياور که ننازد به گل باغ جهان
هر که غارتگری باد خزانی دانست
حافظ اين گوهر منظوم که از طبع انگيخت
ز اثر تربيت آصف ثانی دانست
**
“ŞARAP HARAMDIR AMA VAKIF MALINI
YEMEDEN EHVEN”
Şimdi gülün elinde sâf şarap kadehi var. Bülbül, yüz binlerce dille onu
övüp duruyor.
Sen de şiir defterini iste, çayırlığın, çimenliğin yolunu tut.
Medresenin zamanı, Keşfin Keşşafın sırası değil.
Halkı bir yana bırak, yalnızlığı ihtiyar et. Anka’dan ibret al, bir
köşeye sığınıp gizlenenlerin şöhreti Kaftan Kaf’a bütün âlemi kaplar.
Medrese fakihi dün sarhoştu. “Şarap haramdır ama vakıf malını yemeden
ehven” diye fetva verdi.
Tortulu, yahut sâf şarap senin hükmünde değil. Bunu sâki bilir ve
sâkimiz ne yaparsa lütfün ta kendisidir.
Şairlik taslayanların lâflarıyle bizimle aynı derecede olan şairlerin
şiirleri hasır örenlerle altın sırmalı kumaş dokuyanların hikâyesinin aynıdır.
Hâfız, sus ve kızıl altına benzeyen bu nükteleri muhafaza et. Çünkü
şehir kalpazanı sarraftır, anlar da çalar ha!
Künun ki her kef-i gul câm-ı bâde-i sâfest
Be sad hezar zeban bulbuleş der evsâfest
44
کنون که بر کف گل جام باده صاف است
به صد هزار زبان بلبلش در اوصاف است
بخواه دفتر اشعار و راه صحرا گير
چه وقت مدرسه و بحث کشف کشاف است
فقيه مدرسه دی مست بود و فتوی داد
که می حرام ولی به ز مال اوقاف است
به درد و صاف تو را حکم نيست خوش درکش
که هر چه ساقی ما کرد عين الطاف است
ببر ز خلق و چو عنقا قياس کار بگير
که صيت گوشه نشينان ز قاف تا قاف است
حديث مدعيان و خيال همکاران
همان حکايت زردوز و بورياباف است
خموش حافظ و اين نکتههای چون زر سرخ
نگاه دار که قلاب شهر صراف است
**
Bahçeme çam ve selvi dikmeye ne ihtiyacım var? Evimizde yetişen
şimşirimiz kimden aşağı ki?
Nazlı yavru, hangi mezhebe girdin ki sence kanımız, ana sütünden daha
helâl!
Gamın suretini ta uzaktan gördün mü şarap iste. Tecrübe ettik, anladık,
gamın devası şarap.
Piri muganın kapısından neye baş çekeyim ? Devlet o tapıda, işlerin
gelişmesi o kapıda.
Dün akşam beni vuslatına nail edeceğine dair söz verdi, fakat sarhoştu.
Bugün bilmem ne deyecek, yine başında bilmem ne hava var?
Aşk gamı, ancak bir hikâyecik. Fakat şaşılacak şey şu ki hangi dilden
duyarsam duyayım tekrarlanmamış, yepyeni söyleniyor gibi!
Şiraz, Rüknâbâd ırmağı, bu hoş rüzgâr... Kusura bakma, yedi iklimin
yanağında bir ben!
Hızır’ın suyu ile bizim suyumuz arasında fark var. Hızır’ın abıhayatı
karanlıklar diyarından coşuyor. Bizim Rüknâbâd ırmağımızın kaynağı Allahu Ekber
tepesi.
Yoksulluk ve kanaat şerefini terk etmeyiz. Padişaha söyleyin: Rızık
mukadderdir.
Hâfız, kalemin ne tuhaf bir nebat dalı ki meyvası, gönüle baldan da
tatlı geliyor, şekerden de!
Bâğ-ı mera çi hâcet-i serv-u sanovberest
Şimşâd-ı hâne-perver i mâ ez ki kemterest
39
باغ مرا چه حاجت سرو و صنوبر است
شمشاد خانه پرور ما از که کمتر است
ای نازنين پسر تو چه مذهب گرفتهای
کت خون ما حلالتر از شير مادر است
چون نقش غم ز دور ببينی شراب خواه
تشخيص کردهايم و مداوا مقرر است
از آستان پير مغان سر چرا کشيم
دولت در آن سرا و گشايش در آن در است
يک قصه بيش نيست غم عشق وين عجب
کز هر زبان که میشنوم نامکرر است
دی وعده داد وصلم و در سر شراب داشت
امروز تا چه گويد و بازش چه در سر است
شيراز و آب رکنی و اين باد خوش نسيم
عيبش مکن که خال رخ هفت کشور است
فرق است از آب خضر که ظلمات جای او است
تا آب ما که منبعش الله اکبر است
ما آبروی فقر و قناعت نمیبريم
با پادشه بگوی که روزی مقدر است
حافظ چه طرفه شاخ نباتيست کلک تو
کش ميوه دلپذيرتر از شهد و شکر است
**
Ey bülbül, benimle yoldaş olmak niyetindeysen, bana dost olmak hevesini
güdüyorsan ağla, inle. İkimiz de âşıkız, işimiz ağlayıp inleme.
Sevgilinin saçlarından esip gelen rüzgârların estiği yerde artık Tatar
diyarındaki nafelerden bahsedilir mi?
Şarabı sun da riya elbisesini boyayalım. Çünkü adımız ayık ama gurur
kadehinin sarhoşlarıyız.
Zülfüne tutulmayı düşünmek, her ham kişinin harcı değil. Zincirlere
bağlanıp yürümek ayyarlık yoludur.
Aşkı meydana getiren, gizli ve lâtif bir şeydir. Onun adı ne lâl
dudaktır, ne yeni terlemiş bıyık ve sakal!
Kişinin güzelliği gözle, saçla, yanakla, benle olmaz. Gönül elde etmede
binlerce nükte var!
* Hakikat kalenderleri, hünersiz kişinin giydiği atlas kaftanı yarım
arpaya bile almazlar!
Eşiğine ulaşmak müşkül. Evet, ululuk göğüne çıkmak güç bir iş!
Seher çağı, gözünün vuslata işaret ettiğini rüyada görüyorduk. Ne
güzeldir uyanıklıktan yeğ olan öyle bir uyku!
Hâfız, sevgilinin gönlünü ağlayıp inlemenle incitme... yeter artık.
Ebedî kurtuluş,, kimseyi incitmemededir.
Binâl bülbül eğer bâ menet ser-i yârist
Ki mâ du âşık-ı zârim-u kâr-ı mâ zârist
66
بنال بلبل اگر با منت سر ياريست
که ما دو عاشق زاريم و کار ما زاريست
در آن زمين که نسيمی وزد ز طره دوست
چه جای دم زدن نافههای تاتاريست
بيار باده که رنگين کنيم جامه زرق
که مست جام غروريم و نام هشياريست
خيال زلف تو پختن نه کار هر خاميست
که زير سلسله رفتن طريق عياريست
لطيفهايست نهانی که عشق از او خيزد
که نام آن نه لب لعل و خط زنگاريست
جمال شخص نه چشم است و زلف و عارض و خال
هزار نکته در اين کار و بار دلداريست
قلندران حقيقت به نيم جو نخرند
قبای اطلس آن کس که از هنر عاريست
بر آستان تو مشکل توان رسيد آری
عروج بر فلک سروری به دشواريست
سحر کرشمه چشمت به خواب میديدم
زهی مراتب خوابی که به ز بيداريست
دلش به ناله ميازار و ختم کن حافظ
که رستگاری جاويد در کم آزاريست
**
Gerçi sevgilinin huzurunda hünerini ortaya koymak edepten dışarıdır,
dilim hiç bir şey söylememekte: Fakat ağzım Arapça ile dolu!
Peri yüzünü gizlemiş, şeytan güzellik satmakta. Gözüm hayretten yandı,
bu ne şaşılacak şey!
Felek neden aşağılık kişilere yâr oluyor diye sebep araştırmaya kalkma.
O, birisinin muradını verirse bu husustaki bahanesi, sebepsizlikten ibarettir.
Bu bahçede kimse dikensiz bir gül dermedi. Mustafa’nın mumu
bile, Ebuleheb’in kıvılcımıyle bir arada!
Tekkenin, zaviyenin kemerini yarım arpaya bile almam. Çardağım meyhane
sofasıdır, konağım küp dibi!
Üzüm kızının güzelliği, galiba gözümüzün nuru. Çünkü o da gözümüzün
nuru gibi sırça bir nikap içinde ve üzüm perdesi altında.
* Efendi, benim de binlerce aklım, edebim vardı. Fakat şimdi harap bir sarhoşum,
bu halde bana en uyar iş, edeple mukayyet olmamaktır.
** Şimdi derdinin devasını o çini sürahide, o halebî şişede duran ferah
verici ilâçta ara.
Getir şarabı. Hâfız gibi daima seher çağındaki ağlayışa, gece
yarısındaki niyaza güvenmekteyim.
Egerçi arz-ı hüner piş-i yâr bi edebıst
Zeban hamüş ve leykin dehan pur ez 'Arabist
64
اگر چه عرض هنر پيش يار بیادبيست
زبان خموش وليکن دهان پر از عربيست
پری نهفته رخ و ديو در کرشمه حسن
بسوخت ديده ز حيرت که اين چه بوالعجبيست
در اين چمن گل بی خار کس نچيد آری
چراغ مصطفوی با شرار بولهبيست
سبب مپرس که چرخ از چه سفله پرور شد
که کام بخشی او را بهانه بی سببيست
به نيم جو نخرم طاق خانقاه و رباط
مرا که مصطبه ايوان و پای خم طنبيست
جمال دختر رز نور چشم ماست مگر
که در نقاب زجاجی و پرده عنبيست
هزار عقل و ادب داشتم من ای خواجه
کنون که مست خرابم صلاح بیادبيست
بيار می که چو حافظ هزارم استظهار
به گريه سحری و نياز نيم شبيست
**
Gül yanımda, şarap elimde, sevgili mutadımca bana yâr... Cihan sultanı
bile böyle bir günüme köle olur.
Söyle, bu meclise mum getirmeyin. Bu gece, meclisimizde sevgilinin
tolunay gibi olan cemali kâfi.
Mezhebimizde şarap helaldir amma ey gülfidanı gibi nazik
selvi boylu güzel, sen olmazsan haramdır.
Meclisimize güzel koku katma. Çünkü her an senin saçlarının kokusunu
almakta, onunla neşelenmekteyiz.
Kulağım, tamamıyle neyin sözünde, çengin nağmesinde. Gözüm, tamamıyle
lâl gibi dudakta ve kadehin dönüşünde.
* Şeker lezzetinden, şekerden bahsetme. Muradım, ancak senin tatlı
dudağında.
Gam def’ine virane gönülde mukim olalı makamım, daima harabat
civarıdır.
Ayıptan, ardan neye bahsediyorsun ki? Şöhretim, ayıpla, arla. Şöhretimi
neye soruyorsun ki? Ayıbım, arım şöhretten!
Şarap içmekteyiz, sarhoşuz, rindiz, güzellere bakıyoruz, hayranız,
doğru... Fakat bu şehirde hangi adam bizim gibi değil? Onu bir göster!
Ayıbımı muhtesibe söylemeyin. O da bizim gibi durmadan daimî işret
aramakta, o da bizimle bir halli!
Hâfız, şarapsız, sevgilisiz bir an bile durma. Gül mevsimi, yasemin
safası, ramazan bayramı!
Gul der ber-u mey der kef-u ma'şük be kâmest
Sultan-ı cihânem be çunin rüz gulâmest
46
گل در بر و می در کف و معشوق به کام است
سلطان جهانم به چنين روز غلام است
گو شمع مياريد در اين جمع که امشب
در مجلس ما ماه رخ دوست تمام است
در مذهب ما باده حلال است وليکن
بی روی تو ای سرو گل اندام حرام است
گوشم همه بر قول نی و نغمه چنگ است
چشمم همه بر لعل لب و گردش جام است
در مجلس ما عطر مياميز که ما را
هر لحظه ز گيسوی تو خوش بوی مشام است
از چاشنی قند مگو هيچ و ز شکر
زان رو که مرا از لب شيرين تو کام است
تا گنج غمت در دل ويرانه مقيم است
همواره مرا کوی خرابات مقام است
از ننگ چه گويی که مرا نام ز ننگ است
وز نام چه پرسی که مرا ننگ ز نام است
ميخواره و سرگشته و رنديم و نظرباز
وان کس که چو ما نيست در اين شهر کدام است
با محتسبم عيب مگوييد که او نيز
پيوسته چو ما در طلب عيش مدام است
حافظ منشين بی می و معشوق زمانی
کايام گل و ياسمن و عيد صيام است
**
Bahçe, insana zevk vermekte... dostlarla konuşup görüşme de pek tatlı.
Gül selâmette olsun, şarap içenlerin zamanı, onun yüzünden hoş bir hale girdi.
Seher yelinden can dimağımız güzel kokulara gark oluyor. Evet, evet...
dostların nefeslerinin güzel kokusu hoş olur.
Gül nikabını açmadan göçmeye hazırlanıyor. Ağla ey bülbül, gönlü yaralı
âşıkların feryadı hoş olur.
Güzel sesli ve geceleri uyumayan bülbüle müjdeler olsun. Sevgili, aşk
yolunda geceleri uyanık olan âşıkların feryatlarından hoşlanmakta.
Âlem pazarında gönül hoşluğu yoktur ya... fakat varsa bile ayyarların
rintliğinden, her şeyi hoş görmelerinden ibaret.
Hür süsenden kulağıma çalındı: Bu köhne kilisede ancak yükü hafif
olanların işi iş!
Hâfız, dünyayı terkettim demek, gönül hoşluğuna erişmenin yoludur.
Sakın cihana mukayyed olan, dünyayı ele geçiren kişilerin halini hoş sanma.
Sahn-ı bustan zevk-bahs-u sohbeti yaran hoşest
Vakt-i gul hoş bâd kez vey vakt-i mey-hâran hoşest
43
صحن بستان ذوق بخش و صحبت ياران خوش است
وقت گل خوش باد کز وی وقت ميخواران خوش است
از صبا هر دم مشام جان ما خوش میشود
آری آری طيب انفاس هواداران خوش است
ناگشوده گل نقاب آهنگ رحلت ساز کرد
ناله کن بلبل که گلبانگ دل افکاران خوش است
مرغ خوشخوان را بشارت باد کاندر راه عشق
دوست را با ناله شبهای بيداران خوش است
نيست در بازار عالم خوشدلی ور زان که هست
شيوه رندی و خوش باشی عياران خوش است
از زبان سوسن آزادهام آمد به گوش
کاندر اين دير کهن کار سبکباران خوش است
حافظا ترک جهان گفتن طريق خوشدليست
تا نپنداری که احوال جهان داران خوش است
**
Yalnızlığı seçen kişinin âlemi seyre ne ihtiyacı var? Sevgilinin civan
varken sahraya ne hacet?
Sevgili, elbette Tanrı’dan bir hacetin var, işte o hacet hakkıyçin ne
hacetin var diye bir kerecik olsun da bize sor!
Ey güzellik padişahı, yandık, Allah için olsun bir kere sor: Yoksulun
neye ihtiyacı var!
Hacet sahipleriyiz, fakat dilemeye dilimiz varmıyor. Kerem sahibinin
kapısında isteğini arz etmenin ne lüzumu var?
Kanımızı dökmek istiyorsan uzun söze, manasız tevillere lüzum yok. Mal
mülk zaten senin, yağmaya ihtiyacın mı var?
Sevgilinin aydın gönlü Camı cihannüma’dır. İhtiyacını söylemenin lüzumu
var mı?
Artık kaptana minnet etme zamanı geçti, inci ele geçtikten sonra denize
ne hacet?
Yoksul âşık, sevgilinin ruh bağışlayan dudağı sana verilecek şeyi
bilir, ısrara lüzum yok.
Ey davalara düşen kişi, yürü, seninle işim kalmadı. Dostlar buradayken
düşmanlara ihtiyaç olmaz.
Hâfız, sözünü kes, uzatma. Hüner zaten meydana çıkar, gizlenemez.
Davacı ile savaşa, çekişe düşmeye hacet yok.
Halvet-guzidera betemaşa çi hacetest
Çun kuy-ı dost hest be şehrâ çi hacetest
33
خلوت گزيده را به تماشا چه حاجت است
چون کوی دوست هست به صحرا چه حاجت است
جانا به حاجتی که تو را هست با خدا
کخر دمی بپرس که ما را چه حاجت است
ای پادشاه حسن خدا را بسوختيم
آخر سال کن که گدا را چه حاجت است
ارباب حاجتيم و زبان سال نيست
در حضرت کريم تمنا چه حاجت است
محتاج قصه نيست گرت قصد خون ماست
چون رخت از آن توست به يغما چه حاجت است
جام جهان نماست ضمير منير دوست
اظهار احتياج خود آن جا چه حاجت است
آن شد که بار منت ملاح بردمی
گوهر چو دست داد به دريا چه حاجت است
ای مدعی برو که مرا با تو کار نيست
احباب حاضرند به اعدا چه حاجت است
ای عاشق گدا چو لب روح بخش يار
میداندت وظيفه تقاضا چه حاجت است
حافظ تو ختم کن که هنر خود عيان شود
با مدعی نزاع و محاکا چه حاجت است
**
Bahar çağında bahçede işret ve sohbetten daha hoş ne var? Sâki nerde,
söyle, bu bekleyişin sebebi ne?
Ele geçen her fırsatı ganimet say. Çünkü işin sonu neye varacak?
Kimsenin haberi yok.
Ömrün günleri bir kılla bağlanmıştır. Aklım başına topla, kendi derdine
düş. Âlemin derdi de nedir ki?
Abıhayatla İrem Bağı’nın manası, ırmak kıyısıyle lezzetli şaraptan
başka bir şey değildir.
Takva ehliyle isyan ehlinin ikisi de bir kabiledendir. Şu halde kimin
işvesine gönül verelim, hangisinin yolunu ihtiyar edelim?
Felek, perde ardındaki gizli şeyi ne bilsin. Sus ey davacı, perdeciyle
kavgan ne?
* Tanrı indinde kulun suçunun, hatasının bir itibarı yoksa suçlan
bağışlayan Tanrı’nın af ve rahmetinin ne manası var?
Zahit Kevser Şarabını istedi, Hâfız şarap kadehini, Tanrı, bu ikisinden
hangisini istiyor, acaba onca makbul olan hangisi?
Hoşter zi ayş-u sohbet-i bağ-u behar çist
Sâki kucâst gü sebeb-i intizâr çist
65
خوشتر ز عيش و صحبت و باغ و بهار چيست
ساقی کجاست گو سبب انتظار چيست
هر وقت خوش که دست دهد مغتنم شمار
کس را وقوف نيست که انجام کار چيست
پيوند عمر بسته به موييست هوش دار
غمخوار خويش باش غم روزگار چيست
معنی آب زندگی و روضه ارم
جز طرف جويبار و می خوشگوار چيست
مستور و مست هر دو چو از يک قبيلهاند
ما دل به عشوه که دهيم اختيار چيست
راز درون پرده چه داند فلک خموش
ای مدعی نزاع تو با پرده دار چيست
سهو و خطای بنده گرش اعتبار نيست
معنی عفو و رحمت آمرزگار چيست
زاهد شراب کوثر و حافظ پياله خواست
تا در ميانه خواسته کردگار چيست
**
AMEL DEFTERİNİN
KARALIĞI YÜZÜNDEN BU SARHOŞU KINAMA. KAZA VE KADER KALEMİ BAŞINA NE YAZDI, KİM
BİLİR?
Şimdi gül bahçesinden güzel kokulu cennet rüzgârı eserken zamanımı
ferahlık veren şarap ve huri yaratılıştı sevgiliyle geçiririm.
Yoksul, bugün ne için saltanattan dem vurmasın? Otağ, bulutun gölgesi,
meclis yeri de ekin kenarı.
Yeşillik bana nisan ayının feyzini göstermede. Böyle bir zamanda
veresiyeyi alıp peşini bırakan akıllı değil.
Şarapla gönül yapmaya bak... bu harap dünya, toprağımızdan kerpiç yapma
sevdasında !
Düşmandan vefa umma. Kilise mumunu ibadet yurdunda yaksan da aydınlık
vermez.
Amel defterinin karalığı yüzünden bu sarhoşu kınama. Kaza ve kader
kalemi başına ne yazdı, kim bilir?
Lütfet, Hâfız’ın cenazesine gelmekten çekinme. Gerçi suçlara gark
olmuştur ama cennete gitmektedir.
Kunun ki midemed ezbüsitan nesim-i behişt
Men-u şerâb-ı ferah-bahş-u yâr-ı hür-sirışt
79
کنون که میدمد از بوستان نسيم بهشت
من و شراب فرح بخش و يار حورسرشت
گدا چرا نزند لاف سلطنت امروز
که خيمه سايه ابر است و بزمگه لب کشت
چمن حکايت ارديبهشت میگويد
نه عاقل است که نسيه خريد و نقد بهشت
به می عمارت دل کن که اين جهان خراب
بر آن سر است که از خاک ما بسازد خشت
وفا مجوی ز دشمن که پرتوی ندهد
چو شمع صومعه افروزی از چراغ کنشت
مکن به نامه سياهی ملامت من مست
که آگه است که تقدير بر سرش چه نوشت
قدم دريغ مدار از جنازه حافظ
که گر چه
غرق گناه است میرود به بهشت
**
Ey tertemiz yaratılıştı zahit, rintleri ayıplama.
Başkalarının günahını sana yazmazlar ki!
Ben ister iyi olayım, ister kötü... sana ne? Sen kendi
derdine bak. Nihayet herkes ektiğini biçer.
Herkes sevgiliyi istemekte... ayık kim, sarhoş kim? Her yer
aşk yurdudur... mescit ne... kilise ne?
Ben teslim başımı meyhaneler kapısındaki kerpiçe koymuşum, oradan
ayrılmama imkân yok. Benimle davaya girişen, sözümü anlamazsa ne yapayım? Ona
söyle: Hangi taş pekse başını ona vursun!
Tanrı’nın ezelî lûtfundan beni meyus etme. Perde ardında kim güzeldir,
kim çirkin; ne bilirsin?
Takva perdesinden çıkan, o perdeyi yırtan sade ben değilim ya. Atam da
ebedî cenneti elinden çıkarmıştı.
Hâfız, ecel günü eline bir kadeh alırsan seni sorusuz, hesapsız
hemencecik harabattan cennete götürüverirler.
* * Tabiatın hep buysa, yaratılışında bundan başka bir şey yoksa ne
güzel yaratılışın, ne pâk tabiatın var!
Ayb-ı rindan mekun ey zâhid-i pâkize-sirişt
Ki gunâh-ı digeran ber tu nehâhend nuvişt
80
عيب رندان مکن ای زاهد پاکيزه سرشت
که گناه دگران بر تو نخواهند نوشت
من اگر نيکم و گر بد تو برو خود را باش
هر کسی آن درود عاقبت کار که کشت
همه کس طالب يارند چه هشيار و چه مست
همه جا خانه عشق است چه مسجد چه کنشت
سر تسليم من و خشت در ميکدهها
مدعی گر نکند فهم سخن گو سر و خشت
نااميدم مکن از سابقه لطف ازل
تو پس پرده چه دانی که که خوب است و که زشت
نه من از پرده تقوا به درافتادم و بس
پدرم نيز بهشت ابد از دست بهشت
حافظا روز اجل گر به کف آری جامی
يک سر از کوی خرابات برندت به بهشت
**
Bu varlık ve mekân iş yurdunun meydana getirdiği şeyler, hiç bir şey
değil. Şarap sun, dünyanın malının, mülkünün hiç bir değeri yok!
Gönülden, candan maksat sevgiliyle sohbetten başka bir şey değil. Yoksa
ne gönlün kıymeti var, ne canın!
Bir gölge için ne Sidre’ye minnet et, ne Tûbâ’ya. Selvi boylu sevgili,
ibretle bakarsan görürsün, bunların da bir değeri yok!
Devlet ona derler ki gönül kanı dökülmeden adamın kucağına gelsin.
Yoksa ibadetle elde edilen cennet bağının ne değeri var?
Bu konakta beş günlük bir mühletin var; bir zamancağız hoş geçinmeye
bak, çünkü zamanın bir ehemmiyeti yok.
Sâki, yokluk denizinin kıyısında bekleyip duruyoruz. Fırsatı ganimet
bil, şarap sun. Dudaktan ağıza ne mesafe var ki?
Bu yanıp yakılan, bu ağlayıp inleyen kulun dertli halini anlatmak
ihtiyacı da lüzumsuz bir şey, meydanda bu!
Zahit, Tanrı’nın mekrinden sakın emin olma. Çünkü ibadet
yurduyla muğların kilisesi arasındaki yol, o kadar uzak değil, pek yakın!
Hâfız’ın adı iyiye çıktı ama rintlerce kâr ve ziyan yazısına
ne itibar?
Hâsılı kârgeh-i kevn-u mekân in heme nist
Bade piş âr ki esbâb-ı cihan in heme nist
74
حاصل کارگه کون و مکان اين همه نيست
باده پيش آر که اسباب جهان اين همه نيست
از دل و جان شرف صحبت جانان غرض است
غرض اين است وگرنه دل و جان اين همه نيست
منت سدره و طوبی ز پی سايه مکش
که چو خوش بنگری ای سرو روان اين همه نيست
دولت آن است که بی خون دل آيد به کنار
ور نه با سعی و عمل باغ جنان اين همه نيست
پنج روزی که در اين مرحله مهلت داری
خوش بياسای زمانی که زمان اين همه نيست
بر لب بحر فنا منتظريم ای ساقی
فرصتی دان که ز لب تا به دهان اين همه نيست
زاهد ايمن مشو از بازی غيرت زنهار
که ره از صومعه تا دير مغان اين همه نيست
دردمندی من سوخته زار و نزار
ظاهرا حاجت تقرير و بيان اين همه نيست
نام حافظ رقم نيک پذيرفت ولی
پيش رندان
رقم سود و زيان اين همه نيست
**
Hiç kimse yok ki o iki kat zülfe düşmüş olmasın. Yolunun uğrağında bir
belâ tuzağı bulunmayan kim var?
Yüzün, olsa olsa Tanrı lûtfunun aynası olacak; hem de öyle. Bu sözde de
hiç bir riya yok.
* * Zahit, o yüze bakma, o dilbere âşık olma diye bana öğüt vermede.
Ama ne yüz? Bakmamaya imkân mı var? Hiç mi Allah’tan utanmaz, hiç mi yüzünden
haya etmez?
Tanrı hakkıyçin zülfünü bezeme, seher yelinin eline verme. Hiç bir gece
yok ki bu yüzden seher yeliyle yüzlerce kavgamız olmasın!
Ey gönül aydınlatan çırağ, yine gel, yine gel ki sarhoşlar meclisinde
senin yüzün olmadıkça ne nurdan eser var, ne safadan eser!
Gariplere bakmak, iyi adla anılmaya sebeptir. Sevgili, yoksa bu âdet
sizin şehrinizde yokmu ki?
Sevgili dün gidiyordu. Güzelim, ahdinde dur dedim. Dedi ki: Hocam,
yanılmışsın sen, bu ahde vefa olmaz.
Gözün, bir bucağa sığman, halktan kesilen zahitlerin bile gönlünü
kapmışken biz ne yapalım; sana uyduksa suç bizde değil ki!
Mürşidim, Pîr-i Mugân olduysa ne var ki? Hiç bir baş yoktur ki onda
Tanrı’nın bir sırrı olmasın!
* Âşık, melâmet okuyla oklanmasın da ne yapsın? Hiç bir yiğitin kaza ve
kader okuna karşı kalkanı yoktur.
Zahidin ibadet yurdunda da, Hâfız’ın halvetinde de kaşından başka dua
mihrabı yok!
* Ey elini Hâfız’ın kanına batıran dost, yoksa Tanrı gayretini düşünmez
misin, Tanrı Kur’an’ını fikretmez misin?
Kes nist ki uftâde-i an zulf-i duta nist
Der rehguzer-i kist ki dâmi zi belâ nist
69
کس نيست که افتاده آن زلف دوتا نيست
در رهگذر کيست که دامی ز بلا نيست
چون چشم تو دل میبرد از گوشه نشينان
همراه تو بودن گنه از جانب ما نيست
روی تو مگر آينه لطف الهيست
حقا که چنين است و در اين روی و ريا نيست
نرگس طلبد شيوه چشم تو زهی چشم
مسکين خبرش از سر و در ديده حيا نيست
از بهر خدا زلف مپيرای که ما را
شب نيست که صد عربده با باد صبا نيست
بازآی که بی روی تو ای شمع دل افروز
در بزم حريفان اثر نور و صفا نيست
تيمار غريبان اثر ذکر جميل است
جانا مگر اين قاعده در شهر شما نيست
دی میشد و گفتم صنما عهد به جای آر
گفتا غلطی خواجه در اين عهد وفا نيست
گر پير مغان مرشد من شد چه تفاوت
در هيچ سری نيست که سری ز خدا نيست
عاشق چه کند گر نکشد بار ملامت
با هيچ دلاور سپر تير قضا نيست
در صومعه زاهد و در خلوت صوفی
جز گوشه ابروی تو محراب دعا نيست
ای چنگ فروبرده به خون دل حافظ
فکرت مگر از غيرت قرآن و خدا نيست
**
Şarap cana ferah vermekte, rüzgâr çiçekleri etrafa saçmakta... fakat
çenk nağmesiyle şarap içme, çünkü muhtesip hiddetli.
Eline bir sürahi şarapla bir musahip dost geçerse akıllıca iç, zaman
fitnecidir.
Kadehi, yamalı hırkanın yeniyle gizle. Çünkü zamane, sürahinin gözü
gibi kan dökücüdür.
Hırkaları göz yaşıyle yıkayıp şaraptan arıtalım. Mevsim takva mevsimi,
zaman pehriz zamanı,
Bu yüce felek, öyle bir kan saçıcı elek ki bundan dökülenler Kisra’nın
kellesiyle Perviz’in tacı!
Baş aşağı dönmüş feleğin devrinden rahat bir dirlik dileme. Bu küpte
saf bile tortulu!
Hâfız, güzel şiirlerinle Irak ve Fars ülkelerini zaptettin, gel, şimdi
nöbet Bağdat’la Tebriz’e geldi!
Egerçi bade ferah-bahş-u bâd gulbizest
Be bang-i çeng mehor mey ki muhtesib tizset
41
اگر چه باده فرح بخش و باد گلبيز است
به بانگ چنگ مخور می که محتسب تيز است
صراحی ای و حريفی گرت به چنگ افتد
به عقل نوش که ايام فتنه انگيز است
در آستين مرقع پياله پنهان کن
که همچو چشم صراحی زمانه خونريز است
به آب ديده بشوييم خرقهها از می
که موسم ورع و روزگار پرهيز است
مجوی عيش خوش از دور باژگون سپهر
که صاف اين سر خم جمله دردی آميز است
سپهر برشده پرويزنيست خون افشان
که ريزهاش سر کسری و تاج پرويز است
عراق و فارس گرفتی به شعر خوش حافظ
بيا که نوبت بغداد و وقت تبريز است
**
Halvet ehlinin Kadir Gecesi dedikleri gece yok mu? İşte bu gece.
Yarabbi, bu devlet hangi yıldızın tesiriyle meydana geldi ki?
Layık olmayan kişilerin elleri, saçlarına ulaşmasın diye her gönül, o
saçların halkalarından birine yapışmış, “Yarabbi, Yarabbi” diye dua etmede.
Yüz binlerce canın gerdanı, çene topağının halkası altında olan, yüz
binlerce canı esir etmiş bulunan gamzenin şehidiyim ben,
Ay, eşsiz bir binici olan sevgilime hizmet etmekte, ayna tutmakta. Yüce
güneşin tacı da onun binek atının nalına toprak olmuş!
Yanağındaki terin aksine bak! Pek tez giden güneş bile ömrünce o terin
hevesiyle yanmakta.
Sevgilinin lâl dudağıyle şarap kadehini terketmem. Zahitler, beni mazur
görün, mezhebim bu!
* Sabah yeline eğer vurup bindikleri zaman Süleyman’la nasıl at
koşturabilir, onunla nasıl yarışa girişebilirim ki? Benim bineğim kannca!
Gözüyle gönlüme gizlice ok atan sevgilinin dudak altından gülümsemesi Hâfız'ın
canına can katar, ruhuna gıda verir.
Kuzguna benzeyen kalem, maşaallah, ne de yüksek meşrepli. Belâgat
gagasından abıhayat damlatmakta.
An şeb-i kadri ki göyend ehl-i halvet imşebest
Yâ Rab in te’sir-i devlet der kudâmin kevkebest
31
آن شب قدری که گويند اهل خلوت امشب است
يا رب اين تاثير دولت در کدامين کوکب است
تا به گيسوی تو دست ناسزايان کم رسد
هر دلی از حلقهای در ذکر يارب يارب است
کشته چاه زنخدان توام کز هر طرف
صد هزارش گردن جان زير طوق غبغب است
شهسوار من که مه آيينه دار روی اوست
تاج خورشيد بلندش خاک نعل مرکب است
عکس خوی بر عارضش بين کفتاب گرم رو
در هوای آن عرق تا هست هر روزش تب است
من نخواهم کرد ترک لعل يار و جام می
زاهدان معذور داريدم که اينم مذهب است
اندر آن ساعت که بر پشت صبا بندند زين
با سليمان چون برانم من که مورم مرکب است
آن که ناوک بر دل من زير چشمی میزند
قوت جان حافظش در خنده زير لب است
آب حيوانش ز منقار بلاغت میچکد
زاغ کلک من به نام ايزد چه عالی مشرب است
**
Bu zamanda en vefalı arkadaş, halis şarap sürahisiyle gazel cöngünden
ibaret.
Hiç bir şeyle alâkadar olma, hür ve serazat yürü... afiyet geçidi dar.
Kadehi ele al... aziz ömre değer, hiç bir şey yok!
Cihanda amelsizlikten melûl olan sade ben değilim ya. Âlimlerin
kınanması da amelsiz ilimden.
Bu fitnelerle, bu kargaşalıklarla dopdolu geçitte akıl ve basiret
gözüyle bakılırsa görülür ki cihanın da sebatı yok, cihandaki işlerin de.
Bir ay yüzlünün saçlarını tut, okşa. Dünyadaki saadetle nuhuset,
Zühreyle Zuhalin ıtesirindendir diye masal okumaya kalkışma.
Gönlüm vuslatını pek umuyor... Fakat ecel, ömür yolunda emelleri
uğrulamakta!
Hâfız, ezel, şarabından öyle sarhoş ki hiç bir zaman onun ayrıldığım
görmeye imkân yok.
Der in zemane refiki ki hâli ez halelest
Surâhi-i mey-i nab-u sefine-i ğazelest
45
در اين زمانه رفيقی که خالی از خلل است
صراحی می ناب و سفينه غزل است
جريده رو که گذرگاه عافيت تنگ است
پياله گير که عمر عزيز بیبدل است
نه من ز بی عملی در جهان ملولم و بس
ملالت علما هم ز علم بی عمل است
به چشم عقل در اين رهگذار پرآشوب
جهان و کار جهان بیثبات و بیمحل است
بگير طره مه چهرهای و قصه مخوان
که سعد و نحس ز تاثير زهره و زحل است
دلم اميد فراوان به وصل روی تو داشت
ولی اجل به ره عمر رهزن امل است
به هيچ دور نخواهند يافت هشيارش
چنين که حافظ ما مست باده ازل است
**
Ben o kişiyim ki meyhane bucağı tekkem, Pîr-i Mugâna dua da seher
çağındaki virdimdir.
Çenk teranesiyle sabah şarabı yoksa ne korkum var? Banim musikim,
sabahleyin özür isteyen ahımdır.
Tanrı’ya hamdolsun ki padişahtan da fariğim, yoksuldan da. Sevgilinin
kapısındaki yoksul bile benim padişahım.
Mescitten de maksadım vuslatın, meyhaneden de. Tanrı şahittir ki bundan
başka bir hayalim yok.
Bu eşiğe yüz koyduğum zamandan beri dayandığım yer, güneş mesnedinden
bile üstün.
Devlet kapısından kaçmak, benim yolum, yordamım değil. Meğer ki ecel
kılıcı otağımın ipini kessin, otağım yıkılsın.
Hâfız, günah işlememek ihtiyatımıza bağlı değilse de sen yine edep
yolunu gözet de deki: Suç benim!
Menem ki gûşe-i meyhane hânkâh-ı menest
Du'â-yı Pîr-i muğan vird-i sûbhgâh-ı menest
53
منم که گوشه ميخانه خانقاه من است
دعای پير مغان ورد صبحگاه من است
گرم ترانه چنگ صبوح نيست چه باک
نوای من به سحر آه عذرخواه من است
ز پادشاه و گدا فارغم بحمدالله
گدای خاک در دوست پادشاه من است
غرض ز مسجد و ميخانهام وصال شماست
جز اين خيال ندارم خدا گواه من است
مگر به تيغ اجل خيمه برکنم ور نی
رميدن از در دولت نه رسم و راه من است
از آن زمان که بر اين آستان نهادم روی
فراز مسند خورشيد تکيه گاه من است
گناه اگر چه نبود اختيار ما حافظ
تو در طريق ادب باش و گو گناه من است
**
Ey kutsi güzel, nikahını kim açar ? Ey cennet kuşu, sana kim yem ve su
verir?
Bu ciğerler yakan düşünce gözüme uykuyu haram itti. Kimin kucağı,
istirahat ve uyku konağın oldu ?
Yoksulu hiç sormuyorsun. Korkarım, sende yarlıganma düşüncesi, sevap
ümidi yok!
* O mahmur gözler, âşıkların yolunu vurdu. Bundan da anlaşılıyor ki
şarabın, öldürücü!
Ey gönlü parlatan köşk, dostluk ve vefa konağısın. Dilerim Rabbimden
zamanın âfeti seni harabetmesin.
Ne kadar ağladım, ne kadar inledim... fakat bir türlü duymadın.
Herhalde, sevgili, eşiğin, konağın pek yüksek!
Aklını başına al, bu çölde kaynak yok... golyabani, seni serap
göstererek aldatmasın.
* Gönül, gençlik çağın yanlış bir yola harcandı gitti. İhtiyarlık
yoluna nasıl gideceksin acaba?
Hâfız, efendisinden kaçacak kul değil. Benimle barış, yine gel,
azarından haraboldum.
Ey şâhed-i kudsi ki keşed bend-i nikâbet
Vey murğ-i behişti ki dehed dâne-vu âbet
15
ای شاهد قدسی که کشد بند نقابت
و ای مرغ بهشتی که دهد دانه و آبت
خوابم بشد از ديده در اين فکر جگرسوز
کاغوش که شد منزل آسايش و خوابت
درويش نمیپرسی و ترسم که نباشد
انديشه آمرزش و پروای ثوابت
راه دل عشاق زد آن چشم خماری
پيداست از اين شيوه که مست است شرابت
تيری که زدی بر دلم از غمزه خطا رفت
تا باز چه انديشه کند رای صوابت
هر ناله و فرياد که کردم نشنيدی
پيداست نگارا که بلند است جنابت
دور است سر آب از اين باديه هش دار
تا غول بيابان نفريبد به سرابت
تا در ره پيری به چه آيين روی ای دل
باری به غلط صرف شد ايام شبابت
ای قصر دل افروز که منزلگه انسی
يا رب مکناد آفت ايام خرابت
حافظ نه غلاميست که از خواجه گريزد
صلحی کن و بازآ که خرابم ز عتابت
**
O gönül okşayan sevgilime şükür mü ediyorum, yoksa ondan sana şikâyette
mi bulunuyorum ? Aşk nüktesini biliyorsan bu hikâyeyi dinle!
Ettiğim her kulluk, karşılıksız kaldı, hattâ bir minnet duygusu bile
uyandırmadı. Yarabbi, kimse inayetsiz kimseye hizmetkâr olmasın.
Susamış rintlere kimse su vermiyor. Sanki
dost tanıyanlar, nimet kadrini bilenler bu vilâyetten çekilip gittiler.
Şerefimi korumadın ama ben yine kapından yüz çevirmem. Yârin
cevrü cefası, ağyarın vefasından boş!
Gönül, kement gibi olan zülfüne dolaşma. Orada suçsuz, cinayetsiz
kesilmiş nice başlar görürsün.
Gözün, bakışıyle kanımızı içmekte, sen de bunu takdir ediyorsun.
Sevgili, kan dökücüyü korumak caiz değildir.
Bu kapkaranlık gecede maksat yolumu kaybettim. Ey hidayet yıldızı, bir
köşeden çık, görün!
Ne yana gittiysem vahşetim arttı. Aman bu çölden, feryat bu sonu
olmayan yoldan!
* Ey güzeller güneşi, aşktan gönlün kaynamakta. Bir an olsun beni inayet
gölgesine al, sığındır!
Bu yola nasıl bir nihayet tasavvur edilebilir? Daha başlangıçta yüz
binlerce, hatta daha da fazla menzil var!
Hâfız, gibi on dört rivayete göre Kur’an’ı ezbere okusan da faydasız.
Feryadına yine ancak aşk erişir, aşk!
Zan yâr-ı dil-nevâzem şukrist fi şikâyet
Ger nükte-dan-ı ışki bişnov tu in hikâyet
94
زان يار دلنوازم شکريست با شکايت
گر نکته دان عشقی بشنو تو اين حکايت
بی مزد بود و منت هر خدمتی که کردم
يا رب مباد کس را مخدوم بی عنايت
رندان تشنه لب را آبی نمیدهد کس
گويی ولی شناسان رفتند از اين ولايت
در زلف چون کمندش ای دل مپيچ کان جا
سرها بريده بينی بی جرم و بی جنايت
چشمت به غمزه ما را خون خورد و میپسندی
جانا روا نباشد خون ريز را حمايت
در اين شب سياهم گم گشت راه مقصود
از گوشهای برون آی ای کوکب هدايت
از هر طرف که رفتم جز وحشتم نيفزود
زنهار از اين بيابان وين راه بینهايت
ای آفتاب خوبان میجوشد اندرونم
يک ساعتم بگنجان در سايه عنايت
اين راه را نهايت صورت کجا توان بست
کش صد هزار منزل بيش است در بدايت
هر چند بردی آبم روی از درت نتابم
جور از حبيب خوشتر کز مدعی رعايت
عشقت رسد به فرياد ار خود به سان حافظ
قرآن ز بر بخوانی در چارده روايت
**
Yarabbi, bir sebep halk et de sevgilim yine sağ esen dönüp gelsin, beni
de bu melâmet pençesinden kurtarsın.
O sefere giden sevgilinin yolunun toprağını getirin de cihanı gören
gözlerime sürme çekeyim.
Feryat ki o ben, o hat, o zülüf, o yanak, o yüz ve o boy, altı taraftan
da yolumu kesti!
Bugün senin elindeyken acı. Yoksa yarın toprak olursam nadim olup ağlamadan
ne fayda!
Ey sözle aşktan dem vuran, ey dille aşkı anlatmaya çalışan, seninle
sözümüz yok. Hadi hayra karşı, selâmetle, güle güle!
Ey derviş, dostların kılıcından feryadetme. Bu taife, öyle bir taife
ki adamı öldürürler de kolumuz yoruldu diye ölenden kan diyeti alırlar!
Hırkanı ateşe at. Çünkü sâkinin yay gibi kaşları imamet mihrabını
yıkar, dağıtır, seni ibadet etmeye bırakmaz.
Haşa... senin cevrinden, cefandan ağlamam. Lâtif kişilerin zulmü de
lûtuftan, keremden ibarettir.
Hâfız, zülfünden bahsetmeyi kısa kesmez. Bu silsile kıyamet gününe
kadar uzayıp gider!
Yâ Rab sebebi saz ki yârem be selâmet
Bâz âyed-u berhândem ezçengi melâmet
89
يا رب سببی ساز که يارم به سلامت
بازآيد و برهاندم از بند ملامت
خاک ره آن يار سفرکرده بياريد
تا چشم جهان بين کنمش جای اقامت
فرياد که از شش جهتم راه ببستند
آن خال و خط و زلف و رخ و عارض و قامت
امروز که در دست توام مرحمتی کن
فردا که شوم خاک چه سود اشک ندامت
ای آن که به تقرير و بيان دم زنی از عشق
ما با تو نداريم سخن خير و سلامت
درويش مکن ناله ز شمشير احبا
کاين طايفه از کشته ستانند غرامت
در خرقه زن آتش که خم ابروی ساقی
بر میشکند گوشه محراب امامت
حاشا که من از جور و جفای تو بنالم
بيداد لطيفان همه لطف است و کرامت
کوته نکند بحث سر زلف تو حافظ
پيوسته شد اين سلسله تا روز قيامت
**
Ne lûtuftur bu ki ansızın kaleminin sızıntısı aramızdaki hukuku
keremine arzediverdi.
Kaleminin ucuyle bana bir selâmcağız yazmışsın. Dünyalar durdukça dur,
şu dönüp duran iş yurdundan yazın eksik olmasın!
Bu âşıkı yanıldın da andın demiyorum. Akıl bakımından düşünülürse zaten
kalemin yanlış bir iş yapmaz.
Ebedî devlet, seni ağırlayıp ululadı. Bu nimetin şükrânesi olarak sen
de beni hor tutma!
Gel... zülfünle şöyle bağdaşalım: Başım kesilse ayağından baş
kaldırmayacağım ben.
Gönlün ahvalimizi duyar... duyar ama gamından ölenler hâk ile yeksan
olur, topraklarından lâleler biter; işte o zaman!
** Seher yeli, her güle, her selviye saçından bahsedip durmada. Rakip,
bu gammazı bilmem nasıl oldu da haremine bıraktı!
Sana Cem’in camiyle Hızır’ın abıhayatını sunup duruyorlar... artık
gönlü hasta olanlar ne umurunda?
Gönlüm, gamında mukim. Seni Tanrı nasıl hoş tuttuysa sen de onu öyle
hoş tut!
Ey sabah rüzgârı İsa’sı, vaktin daima hoş olsun. Hâfız’ın hasta gönlü,
nefesinle dirildi.
Çi Iutf bud ki nagâh reşhe-i kalemet
Hukuk-ı hidmeti mâ 'arze kerd ber keramet
93
چه لطف بود که ناگاه رشحه قلمت
حقوق خدمت ما عرضه کرد بر کرمت
به نوک خامه رقم کردهای سلام مرا
که کارخانه دوران مباد بی رقمت
نگويم از من بیدل به سهو کردی ياد
که در حساب خرد نيست سهو بر قلمت
مرا ذليل مگردان به شکر اين نعمت
که داشت دولت سرمد عزيز و محترمت
بيا که با سر زلفت قرار خواهم کرد
که گر سرم برود برندارم از قدمت
ز حال ما دلت آگه شود مگر وقتی
که لاله بردمد از خاک کشتگان غمت
روان تشنه ما را به جرعهای درياب
چو میدهند زلال خضر ز جام جمت
هميشه وقت تو ای عيسی صبا خوش باد
که جان حافظ دلخسته زنده شد به دمت
**
Ey nazardan gaip sevgili, seni Tanrı’ya ısmarlıyorum. Sen, benim canımı
yaktın ama ben seni canla, gönülle sevmekteyim.
Kefenimin eteğini toprağın ayağı, altına çekmedikçe elimi eteğinden
çekmem; çekeceğimi de umma.
Kaşlarının mihrabını göster de seher çağında ellerimi duaya kaldırayım,
boynuna dolayayım... kem göz değmesin.
Sana ulaşmak için Babil kuyusundaki Hârût’un yanına bile gitmem lâzımsa
yüz türlü sihirler yapar, seni elde eder, yine sana ulaşırım.
Ey vefasız doktor, huzurunda ölmek istiyorum. Sen de hastanı bir
kerecik olsun sor, soruştur. Ben, seni beklemekteyim.
Gönlüme sevgi tohumunu ekmek için etrafında göz yaşlarımdan yüzlerce
ırmak akıttım.
* Ercesine hançer
kullanan gamzenden memnunum doğrusu, kanımı döktü de beni ayrılık derdinden
kurtardı.
* Ağlayıp duruyorum,
gözyaşlarımdan seller meydana geldi, maksadım da gönlüne muhabbet tohumunu
ekmek!
* Yanına gelmeme müsaade et de gönül hararetiyle her an ayağına
gözlerimden inciler yağdırayım.
Hâfız, şarap içmek, güzel sevmek ve rintlik, senin harcın değil, sen de
bunları az çok yapmaktasın ama benim ehemmiyet bile verdiğim yok.
Ey ğâib eznazar be Huda misipâremet
Cânem bisuhti be dil-i dost dâremet
91
ای غايب از نظر به خدا میسپارمت
جانم بسوختی و به دل دوست دارمت
تا دامن کفن نکشم زير پای خاک
باور مکن که دست ز دامن بدارمت
محراب ابرويت بنما تا سحرگهی
دست دعا برآرم و در گردن آرمت
گر بايدم شدن سوی هاروت بابلی
صد گونه جادويی بکنم تا بيارمت
خواهم که پيش ميرمت ای بیوفا طبيب
بيمار بازپرس که در انتظارمت
صد جوی آب بستهام از ديده بر کنار
بر بوی تخم مهر که در دل بکارمت
خونم بريخت و از غم عشقم خلاص داد
منت پذير غمزه خنجر گذارمت
میگريم و مرادم از اين سيل اشکبار
تخم محبت است که در دل بکارمت
بارم ده از کرم سوی خود تا به سوز دل
در پای دم به دم گهر از ديده بارمت
حافظ شراب و شاهد و رندی نه وضع توست
فی الجمله میکنی و فرو میگذارمت
**
Kızıl gül açıldı, bülbül sarhoş oldu, feryada başladı. Ey şaraba tapan
sofiler, sarhoşluğa salâ!
Sağlamlıkta taş gibi görünen tövbeye bir bak, ne tuhaf, sırça -bir
kadeh nasıl da onu kırıverdi!
Şarap getir, istiğna makamında padişah,, yoksul... ayık, sarhoş; hepsi
birdir.
Mademki bu iki kapılı evden göçmek zaruri; yaşayış çardağı, yeyim
kemeri ha yüksek olmuş, ha alçak!
Dünyada zahmetsiz aşk müyesser olmuyor. Evet, Elest ahdini Belâ’ya
bağlamışlar.
Vara, yoğa gönül koyup incinme, yüreğini hoş tut. Dünyadaki her kemalin
sonu, nihayet yoktur.
Âsaf’ın azameti, yel at, kuş dili... hepsi yele gitti, sahibine hiç bir
fayda vermedi.
Kolum, kanadım var diye yoldan çıkma.. Menzil oku da bir zamancık
yükselir, havada gider ama sonunda toprağa düşüp kalır.
Hâfız, kaleminin dili nasıl şükredebilecek? Sözlerini elden
ele gezdirip duruyorlar.
Şukufteşud gul-i hamrâ vu keşt bulbul mest
Salâ-yi serhoşi ey süfiyân-ı bâde-perest
25
شکفته شد گل حمرا و گشت بلبل مست
صلای سرخوشی ای صوفيان باده پرست
اساس توبه که در محکمی چو سنگ نمود
ببين که جام زجاجی چه طرفهاش بشکست
بيار باده که در بارگاه استغنا
چه پاسبان و چه سلطان چه هوشيار و چه مست
از اين رباط دودر چون ضرورت است رحيل
رواق و طاق معيشت چه سربلند و چه پست
مقام عيش ميسر نمیشود بیرنج
بلی به حکم بلا بستهاند عهد الست
به هست و نيست مرنجان ضمير و خوش میباش
که نيستيست سرانجام هر کمال که هست
شکوه آصفی و اسب باد و منطق طير
به باد رفت و از او خواجه هيچ طرف نبست
به بال و پر مرو از ره که تير پرتابی
هوا گرفت زمانی ولی به خاک نشست
زبان کلک تو حافظ چه شکر آن گويد
که گفته سخنت میبرند دست به دست
**
Saçları dağınık, terlemiş, gülümsüyor, sarhoş... gömleği açık, gazel
okumakta, elinde bir sürahi.
Nerkis gözü kavga arıyor, dudaklarından teessüfler dökülmekte,,, dün
gece tam gece yarısında yastığımın baş ucuna gelip oturdu.
Kulağıma eğildi de hüzünlü bir sesle “Ey eski âşıkım, uykun mu var?”
dedi.
Bir ârife böyle bir gece şarabı sunulur da artık şaraba tapmazsa aşk
kâfiri olur.
Yürü be zahit, tortulu şarap içenleri kınayıp durma. Bize Elest günü
bundan başka bir armağan vermediler ki.
Kadehimize ne döktüyse içtik, ister helâl cennet şarabı
olsun, ister haram şarap!
Şarap kadehinin gülümsemesiyle sevgilinin büklüm büklüm saçları, Hâfız’ın
tövbesi gibi nice tövbeler bozdu..
Zulf aşüfte vu hoy-kerde vu handan-leb u mest
Pirehen çâk-u ğazel-hân-u surâhi derdest
26
زلف آشفته و خوی کرده و خندان لب و مست
پيرهن چاک و غزل خوان و صراحی در دست
نرگسش عربده جوی و لبش افسوس کنان
نيم شب دوش به بالين من آمد بنشست
سر فرا گوش من آورد به آواز حزين
گفت ای عاشق ديرينه من خوابت هست
عاشقی را که چنين باده شبگير دهند
کافر عشق بود گر نشود باده پرست
برو ای زاهد و بر دردکشان خرده مگير
که ندادند جز اين تحفه به ما روز الست
آن چه او ريخت به پيمانه ما نوشيديم
اگر از خمر بهشت است وگر باده مست
خنده جام می و زلف گره گير نگار
ای بسا توبه که چون توبه حافظ بشکست
**
Tanrı, senin gönüller açan yüzünü, kaşını bu kadar güzel yarattı da
benim işimin, gücümün açılıp ferahlamasını da o kaşın, gözün işaretlerine
bağladı.
Zamane, nerkisi kaftanının kuşağım bağlayınca beni de hayretle yola
dikti, selviyi de.
Gonca gibi, senin muhabbetine gönül bağlayanın işi, elbette bir gün
senden esip gelen rüzgârla açılır.
Gül bahçesinden esip gelen rüzgâr, senin muhabbetine gönül verince
bizim işimizdeki yüzlerce düğümü de açtı, koncanın gönlündeki, düğümü de.
Felek, beni senin kulluğuna verdi ve buna razı da etti ama ne fayda ki
yine işi senin rızana bağladı.
Bu hor, hakir kulun gönlüne konca gibi düğümler vurma. Senin düğümler
açan zülfüne bağlandı ve oradan ayrılmamaya ahdetti.
Ey vuslat yeli, sen zaten başkasının hayatıydın. Fakat hataya bak ki
gönül vefam umdu.
Senin cevrinin yüzünden şehirden gideyim dedim. Güldü de dedi ki: Hadi
Hâfız, git.... senin ayağını kim bağladı ki
Huda çi sûret-u ebrü-yı dil-guşâ-yı tu best
Guşâd-ı kârı men ender girişmehâ-yı tu best
32
خدا چو صورت ابروی دلگشای تو بست
گشاد کار من اندر کرشمههای تو بست
مرا و سرو چمن را به خاک راه نشاند
زمانه تا قصب نرگس قبای تو بست
ز کار ما و دل غنچه صد گره بگشود
نسيم گل چو دل اندر پی هوای تو بست
مرا به بند تو دوران چرخ راضی کرد
ولی چه سود که سررشته در رضای تو بست
چو نافه بر دل مسکين من گره مفکن
که عهد با سر زلف گره گشای تو بست
تو خود وصال دگر بودی ای نسيم وصال
خطا نگر که دل اميد در وفای تو بست
ز دست جور تو گفتم ز شهر خواهم رفت
به خنده گفت که حافظ برو که پای تو بست
**
Göz seyrengâhımın çardağı senin yuvandır. Kerem et, gel kon. Ev, senin
evin.
Hal ve hattının güzelliğiyle âriflerin gönlünü aldın. Tuzağının,
tanenin altında ne şaşılacak lûtufların var.
Ey sabah bülbülü, gönlün gülün vuslatıyle hoş olsun... çimenlikte
duyulan ancak senin âşıkane gülbangin.
Gönlümüzdeki zayıflığın tedavisini dudağına havale et. Çünkü bu gönül
ferahlatıcı) yakut macunu ancak senin hâzinende.
Bedenimle senin mülâzemetinde değilim ama canım eşiğinin toprağı.
Ben her şuha gönül verecek adam değilim. Gönül hâzinemin kapısında
senin mührün, senin nişanın var.
Ey her işi tatlı ve yerli yerinde olan tek binici, sen ne oyunbazsın...
felek gibi serkeş bir at bile kamçına râm olmuş!
Ben kim oluyorum? Oyunbaz felek bile, senin bahane dağarcığındaki
hileler yüzünden sürçmekte.
Meclisindeki musiki, şimdi feleği bile raksa soktu. Çünkü nağmelerin,
tatlı sözlü Hâfız’ın şiirleri!
Ruvâk ı manzar ı çeşm-i men âşiyâne-i tust
Kerem nema vu furud â ki hâne hâne-i tust
34
رواق منظر چشم من آشيانه توست
کرم نما و فرود آ که خانه خانه توست
به لطف خال و خط از عارفان ربودی دل
لطيفههای عجب زير دام و دانه توست
دلت به وصل گل ای بلبل صبا خوش باد
که در چمن همه گلبانگ عاشقانه توست
علاج ضعف دل ما به لب حوالت کن
که اين مفرح ياقوت در خزانه توست
به تن مقصرم از دولت ملازمتت
ولی خلاصه جان خاک آستانه توست
من آن نيم که دهم نقد دل به هر شوخی
در خزانه به مهر تو و نشانه توست
تو خود چه لعبتی ای شهسوار شيرين کار
که توسنی چو فلک رام تازيانه توست
چه جای من که بلغزد سپهر شعبده باز
از اين حيل که در انبانه بهانه توست
سرود مجلست اکنون فلک به رقص آرد
که شعر حافظ شيرين سخن ترانه توست
**
Hâce’nin canına, ezelî hukuka ve aramızdaki bozulmaz ahde andolsun ki
sabah çağlarında senin devletine dua etmekteyim; munisim bu!
Nuh tufanını bastıran gözyaşım, gönlümden senin sevgini mahvedemedi
gitti.
Bir alışverişte bulun da şu kırık gönlümü ele al. Çünkü kırıklığıyle
bile yine yüz binlerce sağlam gönüle değer!
* Sarhoştur, rusvaydır diye kınama beni, çünkü aşk mürşidi, daha ezel
gününde nasibini meyhaneden verdi!
Karınca, Âsaf’a dil uzattı ama yerinde. Çünkü o, Süleyman’ın mührünü
kaybetti de aramadı bile.
Gönül, sevgilinin sonsuz lûtfundan ümidini kesme. Mademki aşktan dem
vurdun, durmadan başınla oynayıver!
* Doğruluğa savaş da
nefesinden güneş doğsun. Subhu kâzibin yüzü, yalancılığından karardı.
* Elinden dağların
delisi, çöllerin şeydası oldum da hâlâ merhamet edip bu silsileyi
gevşetmiyorsun!
Hâfız, incinme ve güzellerden pek o kadar vefa umma. Ot
bitmediyse bağın ne suçu var?
Be cân-ı Hâce vu, hakk-ı kadim-u ahd-ı dürüst
Ki münis-i dem-i subhem du'ây-ı devlet-i tust
28
به جان خواجه و حق قديم و عهد درست
که مونس دم صبحم دعای دولت توست
سرشک من که ز طوفان نوح دست برد
ز لوح سينه نيارست نقش مهر تو شست
بکن معاملهای وين دل شکسته بخر
که با شکستگی ارزد به صد هزار درست
زبان مور به آصف دراز گشت و رواست
که خواجه خاتم جم ياوه کرد و بازنجست
دلا طمع مبر از لطف بینهايت دوست
چو لاف عشق زدی سر بباز چابک و چست
به صدق کوش که خورشيد زايد از نفست
که از دروغ سيه روی گشت صبح نخست
شدم ز دست تو شيدای کوه و دشت و هنوز
نمیکنی به ترحم نطاق سلسله سست
مرنج حافظ و از دلبران حفاظ مجوی
گناه باغ چه باشد چو اين گياه نرست
**
Gördün mü? Sevgili, ancak cevretmeye, sitem etmeye koyuldu, başka bir
hevesi de yok. Ahdim bozdu, bizim dertlerimizle hiç mukayyed olmadı.
Güvercine benzeyen gönlümü vurdu, öldürdü, haremde avlanmanın haram
olduğuna aldırış bile etmedi. Fakat Yarabbi, yine sen suçuna bakma!
Cefa, bana kendi talihimden. Yoksa sevgili lütfetmesin, keremde
bulunmasın... hâşa, böyle şey olamaz.
Bütün bunlarla beraber ondan horluk çekmeyen nereye giderse gitsin,
kimse tarafından ağırlanmaz, ululanmaz.
Sâki, şarap sun, muhtesibe de de ki: Bizi hoş gör, kınama, Cem’in bile
böyle bir kadehi yoktu.
Kapısının harimine yol bulmayan yolcu,, ovayı beyhude yere dolaştı,
hareme yol bulamadı gitti.
Hâfız, sen fesahat topunu kap, götür. Çünkü davacının bir hüneri olması
şöyle dursun, işten haberi bile yok!
Didi ki yâr cuz ser-i cevr-ü sitem nedâşt
Bişkest 'ahd-u vez ğam-ı mâ hiç ğam nedâşt
78
ديدی که يار جز سر جور و ستم نداشت
بشکست عهد وز غم ما هيچ غم نداشت
يا رب مگيرش ار چه دل چون کبوترم
افکند و کشت و عزت صيد حرم نداشت
بر من جفا ز بخت من آمد وگرنه يار
حاشا که رسم لطف و طريق کرم نداشت
با اين همه هر آن که نه خواری کشيد از او
هر جا که رفت هيچ کسش محترم نداشت
ساقی بيار باده و با محتسب بگو
انکار ما مکن که چنين جام جم نداشت
هر راهرو که ره به حريم درش نبرد
مسکين بريد وادی و ره در حرم نداشت
حافظ ببر تو گوی فصاحت که مدعی
هيچش هنر نبود و خبر نيز هم نداشت
**
Bir bülbül, gagasına güzel renkli bir gül yaprağı almış, o vuslat
nimetine eriştiği halde yine hazin hazin, tatlı tatlı feryada koyulmuştu.
Vuslata eriştiğin halde bu feryadü figan nedir dedim. Dedi ki:
Sevgilinin cilvesi bizi bu işe saldı.
Sevgili bizimle düşüp kalkmazsa itiraza imkân mı var? O muradına
erişmiş bir Padişah elbette yoksullardan arlanır.
Bizim naz ü niyazımız, sevgilinin güzelliğine tesir etmedi gitti.
Sevgili, bizim yalvarışlarımıza hiç bir suretle aldırış etmedi. Nazeninlerden
iltifat görecek kişiler, ancak bahtı olan kişilerdir.
Kalk, o nakkaşın kalemine canımızı feda edelim. Bütün bu şaşılacak
nakışlan, pergeliyle o meydana getirdi!
İradeni aşk yoluna verdiysen adın kötüye çıkacak diye
düşünme. Şeyh-i San’an bile hırkasını meyhaneciye rehin vermişti.
Sülûkünde meleklerin tespihini zünnariyle çeken, zünnar kuşanmış olduğu
halde meleklerin tespihiyle meşgul olan kalender, vaktini ne de hoş
geçirmiştir.
O huri yaratılıştı sevgilinin köşkünün damı altında Hâfız’ın göz yaşlan
cennette akan ırmaklara döndü.
Bulbuli berg-i guli hoş-reng der mınkâr dâşt
Vanderan berg-u neva hoş nâlehâ-yi zar dâşt
77
بلبلی برگ گلی خوش رنگ در منقار داشت
و اندر آن برگ و نوا خوش نالههای زار داشت
گفتمش در عين وصل اين ناله و فرياد چيست
گفت ما را جلوه معشوق در اين کار داشت
يار اگر ننشست با ما نيست جای اعتراض
پادشاهی کامران بود از گدايی عار داشت
در نمیگيرد نياز و ناز ما با حسن دوست
خرم آن کز نازنينان بخت برخوردار داشت
خيز تا بر کلک آن نقاش جان افشان کنيم
کاين همه نقش عجب در گردش پرگار داشت
گر مريد راه عشقی فکر بدنامی مکن
شيخ صنعان خرقه رهن خانه خمار داشت
وقت آن شيرين قلندر خوش که در اطوار سير
ذکر تسبيح ملک در حلقه زنار داشت
چشم حافظ زير بام قصر آن حوری سرشت
شيوه جنات تجری تحتها الانهار داشت
**
Şuh kaşının kurduğu yay, bu kudretsiz âşıkın helâki için kurulmuş,
onunla benim canıma kasdetmekte.
Şarap için terleyerek bahçeye ne zaman gittin ki bu güzelliğin,
erguvanı ateşe verdi.
Nergis, kendini beğendi de bir işvelendi; gözün bundan dolayı onun
rağmine cihana yüzlerce fitne saldı.
Senin yüzüne benzettim diye seher çağı da hemen sabah rüzgârının eliyle
ağzıma toprak saçtı.
Menekşe büklüm büklüm turalarını düğümlerken seher yeli, zülfünün
hikâyesini ortaya koydu.
Ben, bundan önce zâhittim, ne şarap görmüştüm, ne çalgı duymuştum. Fakat
meyhane sâkilerinin havası, beni ona da düşürdü, buna da.
Şimdi lâl renkli şarapla hırkamı yıkayıp duruyorum. Fakat ezelî nasibi
yıkayıp arıtmaya imkân mı var?
İki cihanın da nakşı yokken aşk ve muhabbet şivesi vardı; zamane, sevgi
âdetini ortaya şimdi atmadı ki.
Hâfız’ın açılıp gelişmesi, herhalde muğlann şarabından harabolmaktadır,
ezeli takdir böyle.
* Zaman, beni Cihan Hacesi’nin kulluğuna saldı. Anladım ki artık âlem,
muradımca dönecek.
Hami ki ebru-yı şuh-ı tu der keman endaht
Be kasd-ı can-ı men-i zar-ı natevan endaht
16
خمی که ابروی شوخ تو در کمان انداخت
به قصد جان من زار ناتوان انداخت
نبود نقش دو عالم که رنگ الفت بود
زمانه طرح محبت نه اين زمان انداخت
به يک کرشمه که نرگس به خودفروشی کرد
فريب چشم تو صد فتنه در جهان انداخت
شراب خورده و خوی کرده میروی به چمن
که آب روی تو آتش در ارغوان انداخت
به بزمگاه چمن دوش مست بگذشتم
چو از دهان توام غنچه در گمان انداخت
بنفشه طره مفتول خود گره میزد
صبا حکايت زلف تو در ميان انداخت
ز شرم آن که به روی تو نسبتش کردم
سمن به دست صبا خاک در دهان انداخت
من از ورع می و مطرب نديدمی زين پيش
هوای مغبچگانم در اين و آن انداخت
کنون به آب می لعل خرقه میشويم
نصيبه ازل از خود نمیتوان انداخت
مگر گشايش حافظ در اين خرابی بود
که بخشش ازلش در می مغان انداخت
جهان به کام من اکنون شود که دور زمان
مرا به بندگی خواجه جهان انداخت
**
Meyhane mahallesine yol bulan yolcu, başka bir kapı çalmanın beyhude ve
abes bir düşünce olduğunu anlamıştır.
Zamane, rintlik tacını, ancak âlemdeki yüceliği o taçta bilen kişiye
verdi.
* Meyhane eşiğine yol bulan şarap kadehinden feyzaldı da tekkelerde
açılan sırları anladı.
Bizden, divaneler ibadetinden başka ibadet isteme. Ne yapalım,
şeyhimiz, akıllılığı günah saymakta.
Kadehin ağzındaki yazıdan iki âlem sırrını okuyan, Cem’in kadehindeki
remizleri, yoldaki izlerden bile anlar.
Gönlüm, sâkinin gözünden canının bağışlanmasını dilemedi. Neden mi
diyeceksin? Çünkü o kalbi kara merhametsiz güzelin âdetini biliyor.
Bahtımın yıldızının tesiriyle gözlerimden seher çağlarında öyle yaşlar
aktı, öyle ağladım ki bu ağlayışı Zühre de gördü, ay da anladı.
** Kadehin dudağıyle sâkinin yüzünü, bir gecelik hilâlle ayın on dördü
bilen kişinin bakışı, ne hoş bakıştır!
Hâfız’ın gizlice şarap içtiğini muhtesiple şahne şöyle dursun, padişah
bile duydu, bildi.
O padişah, öyle bir derecesi yüce padişahtır ki dokuz felek eyvanını,
divanhanesinden bir nümune saymıştır!
Be küy-ı meykede her sâliki ki reh dânist
Deri diğer zeden endişe-i tebeh dânist
47
به کوی ميکده هر سالکی که ره دانست
دری دگر زدن انديشه تبه دانست
زمانه افسر رندی نداد جز به کسی
که سرفرازی عالم در اين کله دانست
بر آستانه ميخانه هر که يافت رهی
ز فيض جام می اسرار خانقه دانست
هر آن که راز دو عالم ز خط ساغر خواند
رموز جام جم از نقش خاک ره دانست
ورای طاعت ديوانگان ز ما مطلب
که شيخ مذهب ما عاقلی گنه دانست
دلم ز نرگس ساقی امان نخواست به جان
چرا که شيوه آن ترک دل سيه دانست
ز جور کوکب طالع سحرگهان چشمم
چنان گريست که ناهيد ديد و مه دانست
حديث حافظ و ساغر که میزند پنهان
چه جای محتسب و شحنه پادشه دانست
بلندمرتبه شاهی که نه رواق سپهر
نمونهای ز خم طاق بارگه دانست
**
Ağlamaktan gözbebeklerim kanlar içinde. Bir bak da gör, iştiyakınla
halkın hali nasıl?
Lâl dudağınla şarap rengindeki gözünü anarak gam kadehinden içtiğim
kızıl şarap,, kandan ibaret!
Civarın maşrika benziyor; oradan yüzünün güneşi doğarsa ne kutlu
talihim var!
Ferhad’ın sözü, ancak Şirin’in dudağına hikâyesi; Leylâ’nın
saçlarındaki büklüm de Mecnun’un durağı!
Gönlümü bir sor, soruştur... çünkü boyun selvi gibi gönül alıcı. Söz
söyle... çünkü sözün lâtif ve düzenli!
Şarap döndür de cana biraz rahat ve huzur ver ey sâki; çünkü hatırım,
feleğin çevriyle perişan.
Aziz sazım, elimden gideli eteğimin kenarı Ceyhun ırmağına döndü.
Gamlı gönlüm, ihtiyarımla nasıl neşelensin? Bu gam, benim ihtiyarımla
değil ki.
Hâfız, kendinden geçmiş olduğu halde sevgiliyi istemekte... âdeta Karun
hâzinesini isteyen müflise dönmüş!
Zi girye merdum-ı çeşmem nişeste der hünest
Bibin ki der talebet hâl-i merduman çunest
54
ز گريه مردم چشمم نشسته در خون است
ببين که در طلبت حال مردمان چون است
به ياد لعل تو و چشم مست ميگونت
ز جام غم می لعلی که میخورم خون است
ز مشرق سر کو آفتاب طلعت تو
اگر طلوع کند طالعم همايون است
حکايت لب شيرين کلام فرهاد است
شکنج طره ليلی مقام مجنون است
دلم بجو که قدت همچو سرو دلجوی است
سخن بگو که کلامت لطيف و موزون است
ز دور باده به جان راحتی رسان ساقی
که رنج خاطرم از جور دور گردون است
از آن دمی که ز چشمم برفت رود عزيز
کنار دامن من همچو رود جيحون است
چگونه شاد شود اندرون غمگينم
به اختيار که از اختيار بيرون است
ز بيخودی طلب يار میکند حافظ
چو مفلسی که طلبکار گنج قارون است
**
Sâki, şarap getir. Sevgili yüzünden nikabı kaldırdı. Halvettekilerin
çırağı yeniden yalınlandı.
O başı alınmış mum tekrar yüzünü aydınlattı. Şu gün görmüş, yaş yaşamış
ihtiyar, yeniden gençleşti.
Aşk, bir işveye başladı ki müfti bile yoldan çıktı. Sevgili bir lütuf
ta bulundu ki düşman bile artık sevgili elden gitti diye çekinmeye başladı.
Aman o gönül aldatan tatlı sözlerden. Sanki ağzın, sözü, şekere
bandırdı.
Tanrı bir İsa nefesli kişi gönderdi de gönlümüzü mecruh eden gam yükünü
aldı, bizi kurtardı.
Aya, güne güzellik satan ve huriye benzeyeni, her güzel, sen gelince
başka bir işin peşine düştü, güzellik satmadan vazgeçti.
Yedi gök, aşk hikâyesinin sedasıyle dolu, Öyle olduğu halde kısa
görüşlü, bu husustaki sözü kısa kesti, aşka ehemmiyet vermedi!
Hâfız, sen bu duayı kimden öğrendin ki baht bile şiirini muska yaptı,
altınla kapladı.
Sâki biyâ ki yar zi ruh perde ber girift
Kâr-ı çerâğ-ı halvetiyan bâz der girift
86
ساقی بيا که يار ز رخ پرده برگرفت
کار چراغ خلوتيان باز درگرفت
آن شمع سرگرفته دگر چهره برفروخت
وين پير سالخورده جوانی ز سر گرفت
آن عشوه داد عشق که مفتی ز ره برفت
وان لطف کرد دوست که دشمن حذر گرفت
زنهار از آن عبارت شيرين دلفريب
گويی که پسته تو سخن در شکر گرفت
بار غمی که خاطر ما خسته کرده بود
عيسی دمی خدا بفرستاد و برگرفت
هر سروقد که بر مه و خور حسن میفروخت
چون تو درآمدی پی کاری دگر گرفت
زين قصه هفت گنبد افلاک پرصداست
کوته نظر ببين که سخن مختصر گرفت
حافظ تو اين سخن ز که آموختی که بخت
تعويذ کرد شعر تو را و به زر گرفت
**
Ken’an Piri’nin söylediği hoş bir söz duydum: sevgilinin ayrılığı,
adama bir iş eder ki sözle söylenmesine imkân bulunmaz.
Şehir vaizinin dün söylediği kıyamet korkusu yok mu? Ayrılık zamanından
bir kinaye.
Sefere giden sevgiliyi kimden sorayım? Sabah rüzgârının söylediği
sözlerin hepsi darmadağın, ipe, sapa gelmiyor ki.
Eski derdi yıllanmış şarapla giderin, gönül hoşluğunun tohumu ancak bu.
Bunu ihtiyar ekinci de söyledi.
Feryat ki düşmana dost olan merhametsiz sevgili, ben dostların
muhabbetinden vazgeçtim diye nasıl da pervasızca söyleyiverdi.
Bundan böyle dosttan gelen her cefaya razıyım, hatta rakibe
şükredeceğim. Çünkü gönül, derdine alıştı, derman istemem dedi.
Muradınca esse de rüzgâra gönül bağlama, güvenme. Çünkü rüzgâr, bu sözü
Süleyman’a misal olarak söyledi.
* Felek sana bir fırsat verirse sakın yolundan çıkma. Kim dedi sana ki
bu kocakarı hileden vazgeçti?
Nasıldan, niçinden dem vurma. Kabiliyeti olan kul, sevgili ne derse
canla kabul eder.
Hâfız, senin aşkından, seni düşünmeden vazgeçti diye kim söyledi ki?
Bunu ben demedim, kim söylediyse bühtan etmiş!
88
شنيدهام سخنی خوش که پير کنعان گفت
فراق يار نه آن میکند که بتوان گفت
حديث هول قيامت که گفت واعظ شهر
کنايتيست که از روزگار هجران گفت
نشان يار سفرکرده از که پرسم باز
که هر چه گفت بريد صبا پريشان گفت
فغان که آن مه نامهربان مهرگسل
به ترک صحبت ياران خود چه آسان گفت
من و مقام رضا بعد از اين و شکر رقيب
که دل به درد تو خو کرد و ترک درمان گفت
غم کهن به می سالخورده دفع کنيد
که تخم خوشدلی اين است پير دهقان گفت
گره به باد مزن گر چه بر مراد رود
که اين سخن به مثل باد با سليمان گفت
به مهلتی که سپهرت دهد ز راه مرو
تو را که گفت که اين زال ترک دستان گفت
مزن ز چون و چرا دم که بنده مقبل
قبول کرد به جان هر سخن که جانان گفت
که گفت حافظ از انديشه تو آمد باز
من اين نگفتهام آن کس که گفت بهتان گفت
**
Kıvırcık saçlarının kokusu, beni daima sarhoş etmekte... Sihirbaz
gözünün aldatışı, beni her an harabeylemekte.
Bunca sabrettim, Yarabbi, gözümün şem’ini mihraba benzeyen kaşlarıyle
aydınlatmak üzere bir gececik olsun sevgiliyi görebilecekmiyim?
Gözbebeğim, onun siyah beninden canımda bir muska. Onun için o görüş
karaltısını aziz tutuyorum.
Cihanı ebedî bir surette bezemek istersen seher yeline söyle. Yüzündeki
nikabı bir an için kaldırsın.
Alemden yokluğu kaldırmak dilersen saçlarını dök, silk... Her telinden
binlerce can, binlerce ruh dökülsün; âlem, ervah âlemi haline dönsün.
Ben ve seher yeli... elinde bir kâr olmayan iki perişanız. Ben, gözünün
sihrinden sarhoşum; o, saçlarının kokusundan.
Hâfız’daki bu himmet, ne himmettir ki civarındaki topraktan başka
gözünde ne dünya var, ne ahret:
Mudâmem mest midâred nesim-i c'ad-ı giysüyet Harabem mikuned
her dem firib-i çeşm-i câdüyet
95
مدامم مست میدارد نسيم جعد گيسويت
خرابم میکند هر دم فريب چشم جادويت
پس از چندين شکيبايی شبی يا رب توان ديدن
که شمع ديده افروزيم در محراب ابرويت
سواد لوح بينش را عزيز از بهر آن دارم
که جان را نسخهای باشد ز لوح خال هندويت
تو گر خواهی که جاويدان جهان يک سر بيارايی
صبا را گو که بردارد زمانی برقع از رويت
و گر رسم فنا خواهی که از عالم براندازی
برافشان تا فروريزد هزاران جان ز هر مويت
من و باد صبا مسکين دو سرگردان بیحاصل
من از افسون چشمت مست و او از بوی گيسويت
زهی همت که حافظ راست از دنيی و از عقبی
نيايد هيچ در چشمش بجز خاک سر کويت
**
Güzelliğin, alımla birleşti, bütün dünyayı zaptetti. Evet, birlikle
âlem zaptedilebilir.
Mum, halvetindekilerin sırrını meydana koymaya yeltendi; fakat Tanrı’ya
şükrolsun ki gönlündeki sır, ağzında kaldı, söyleyemedi.
Gönlümdeki bu gizli ateş yok mu? Gök yüzündeki güneş onun ancak bir
yalımı!
Gül, sevgilinin renginden, kokusundan bahsetmek, onlara benzediğini
söylemek istedi. Seher yeli gayrete geldi, gülü söyletmedi, sözünü ağzına
tıkadı.
Pergel gibi bir kenarda rahatça oturmaktaydım. Devran, nihayet beni
nokta gibi ortaya aldı.
Sâkinin yüzündeki ateş, kadehe aksettiği günden beri şarap kadehinin
şevki, vücudumun harmanını yaktı, yandırdı.
Âhır zamanın eteğini tutan bu fitnelerden yenlerini silkerek salma
salına muğlann mahallesine gideceğim... Başka çarem yok.
Şarap içmeye bak. Dünyanın sonunu gören, gamdan silkinip kurtuldu, ağır
kadehi eline aldı.
Gül yaprağına şekayıkın kanıyla şöyle yazmışlar: Pişkin adam,
erguvan gibi şaraba düşer.
Hâfız, senin şiirinden letafet suyu damlamakta, hased eden nasıl olur
da bir söz söyleyebilir?
Husnet be ittifak-ı melâhat cihan girift
Ari be ittifak cihan mitevan girift
87
حسنت به اتفاق ملاحت جهان گرفت
آری به اتفاق جهان میتوان گرفت
افشای راز خلوتيان خواست کرد شمع
شکر خدا که سر دلش در زبان گرفت
زين آتش نهفته که در سينه من است
خورشيد شعلهايست که در آسمان گرفت
میخواست گل که دم زند از رنگ و بوی دوست
از غيرت صبا نفسش در دهان گرفت
آسوده بر کنار چو پرگار میشدم
دوران چو نقطه عاقبتم در ميان گرفت
آن روز شوق ساغر می خرمنم بسوخت
کتش ز عکس عارض ساقی در آن گرفت
خواهم شدن به کوی مغان آستين فشان
زين فتنهها که دامن آخرزمان گرفت
می خور که هر که آخر کار جهان بديد
از غم سبک برآمد و رطل گران گرفت
بر برگ گل به خون شقايق نوشتهاند
کان کس که پخته شد می چون ارغوان گرفت
حافظ چو آب لطف ز نظم تو میچکد
حاسد چگونه نکته تواند بر آن گرفت
**
Ey sabah hüthüdü, seni Seba’ya gönderiyorum. Bir bak, gör... nereden
nereye yolluyorum.
Senin gibi bir kuş, tozlu, topraklı gam yurdunda kalırsa yazık. Seni
buradan vefa yurduna gönderiyorum.
Aşk yolunda yakınlık, uzaklık konağı yoktur. Seni
apaşikâr görmekte, sana dualar, senalar yollamakta;
Her sabah, seher rüzgârıyle, her akşam da şimal rüzgârıyle bir hayır
dua kafilesi göndermekteyim.
Gam askeri, gönül yuvasını yakıp yıkmasın diye aziz canımı azık olarak
yolluyorum.
* Ey nazardan gaip
sevgili, daima gönlümdesin; sana dua etmekte, selâmlar yollamaktayım.
• Yüzüne bak da Tanrı
sanatını seyret diye Tanrı’yı gösteren kalb aynasını gönderiyorum.
• Çalgıcılar, sana iştiyakımı bildirsinler diye şiirler düzüp, gazeller
koşup sazla, nağmeyle yolluyorum.
Gel ey sâki, gayp hâtifi beni, müjdeledi de dedi ki: Sabret, sana deva
göndermekteyim.
Hâfız, meclisimizin nağmesi, seni hayırla anmadan ibarettir. Sen de
acele et, gel... sana at ve kaftan yolluyorum.
Ey hudhud-i sabâ be Sebâ mîfurustemet
Binger ki ez kucâ be kucâ mifurustemet
90
ای هدهد صبا به سبا میفرستمت
بنگر که از کجا به کجا میفرستمت
حيف است طايری چو تو در خاکدان غم
زين جا به آشيان وفا میفرستمت
در راه عشق مرحله قرب و بعد نيست
میبينمت عيان و دعا میفرستمت
هر صبح و شام قافلهای از دعای خير
در صحبت شمال و صبا میفرستمت
تا لشکر غمت نکند ملک دل خراب
جان عزيز خود به نوا میفرستمت
ای غايب از نظر که شدی همنشين دل
میگويمت دعا و ثنا میفرستمت
در روی خود تفرج صنع خدای کن
کيينه خدای نما میفرستمت
تا مطربان ز شوق منت آگهی دهند
قول و غزل به ساز و نوا میفرستمت
ساقی بيا که هاتف غيبم به مژده گفت
با درد صبر کن که دوا میفرستمت
حافظ سرود مجلس ما ذکر خير توست
بشتاب هان که اسب و قبا میفرستمت
**
Kana susamış terütaze lâl, sevgilimin dudağıdır; onu görmek için can
vermek de benim işim.
Onun gönül kapışım görüp de halimi inkâr eden, o kara gözlerden, o uzun
kirpiklerden utansın!
Kervan başı, pilimi, pırtımı mahalle kapısından dışarı çıkarma. O
mahalle sevgilimin konağı olan bir ana cadde, dışarıda ne işim var benim?
Talihime kulum doğrusu... bu vefa kıtlığında o esmer güzelin aşkı, beni
satın aldı, ateşlere yandım!
Gülün güzel kokulu tablasıyle amber kokulan saçan zülfü, benim güzel
kokular satan sevgilimin kokusunun pek az bir feyzinden ibaret.
Bahçıvan, beni yel gibi kapından sürme.
Senin yetiştirdiğin gül bahçesinin suyu, benim gül renkli göz
yaşlarımdır.
Sevgilinin, hasta gönlümün doktoru olan nergis gözleri, dudağından bal
ve gül şerbeti içmemi emretti.
Gazel vâdisinde Hâfız’a nükte öğreten, sözde misli olmayan o tatlı
sözlü dilberin yadıdır.
La'l-i sirâb be hun teşne leb-i yâr-ı menest
Vez pey-i diden-i o dâden-i can kâr-ı menest
51
لعل سيراب به خون تشنه لب يار من است
وز پی ديدن او دادن جان کار من است
شرم از آن چشم سيه بادش و مژگان دراز
هر که دل بردن او ديد و در انکار من است
ساروان رخت به دروازه مبر کان سر کو
شاهراهيست که منزلگه دلدار من است
بنده طالع خويشم که در اين قحط وفا
عشق آن لولی سرمست خريدار من است
طبله عطر گل و زلف عبيرافشانش
فيض يک شمه ز بوی خوش عطار من است
باغبان همچو نسيمم ز در خويش مران
کب گلزار تو از اشک چو گلنار من است
شربت قند و گلاب از لب يارم فرمود
نرگس او که طبيب دل بيمار من است
آن که در طرز غزل نکته به حافظ آموخت
يار شيرين سخن نادره گفتار من است
**
Nice demlerdir, güzellerin sevdası dinimdir; nice demlerdir bu sevdanın
derdi, gamlı gönlümün neşesidir.
Lâlini görmek için canı görebilen bir göz lâzım. Benim cihanı gören
gözüm ise bu mertebeye erişemez.
Bana dost ol ki felek, ancak senin ay gibi yüzünle benim pervin gibi
yaşlarımdan bezenir.
Aşkın, bana söz söylemeyi öğrettiği andan itibaren halk beni övmeyi,
beğenmeyi vird edindi.
Yarabbi, bana yokluk devletini ihsan et. Çünkü yüceliğimin
sebebi, ancak budur.
Şahneyle arkadaşlık eden vaize de, ululuk satmasın. Çünkü benim hor
gönlüm, sultan konağı!
* Yarabbi, bu maksat Kâbesini kim seyrediyor ki yolundaki dikenler bile
benim gülüm, nesrinim...
Hâfız, gayri Perviz hikâyesini söyleme. Çünkü onun dudağı, benim Şirin
Hüsrevimin içtiği şarabın ancak bir yudumunu içmekte, Perviz, ancak sevgilimin
artığıyle feyizlenmekte.
Rüzgârist ki sevda-yı bütan din-i menest
Gam-ı in kâr neşat-ı dil-i ğamgin-i menest
52
روزگاريست که سودای بتان دين من است
غم اين کار نشاط دل غمگين من است
ديدن روی تو را ديده جان بين بايد
وين کجا مرتبه چشم جهان بين من است
يار من باش که زيب فلک و زينت دهر
از مه روی تو و اشک چو پروين من است
تا مرا عشق تو تعليم سخن گفتن کرد
خلق را ورد زبان مدحت و تحسين من است
دولت فقر خدايا به من ارزانی دار
کاين کرامت سبب حشمت و تمکين من است
واعظ شحنه شناس اين عظمت گو مفروش
زان که منزلگه سلطان دل مسکين من است
يا رب اين کعبه مقصود تماشاگه کيست
که مغيلان طريقش گل و نسرين من است
حافظ از حشمت پرويز دگر قصه مخوان
که لبش جرعه کش خسرو شيرين من است
**
Yarabbi, bu gönül aydınlatan çırağ, kimin köşkünün çırağı? Canımızı
yaktı, yandırdı; bir sorun, kimin sevgilisi bu.
Şimdi benim gönlümü yıkmakta, dinimi harabetmekte... acaba kimin
koynunda yatıyor, kiminle kol boyun uyuyor, kimi mamur ediyor ?
Dudağının şarabı dudağımdan uzak olmayasıca, acaba kimin hayat şarabı,
kiminle kadeh tokuşturmada?
Allah aşkına bir sorun; kimin pervanesi, ziyası âleme saadetler veren o
şem’in sohbeti devletine kim erişmiş, kim bu devlete kavuşmuş?
Herkes, onu teshir için bir çeşit afsunla meşgul. Fakat onun nazik
gönlü kimin efsanesine mail? Bilinmedi gitti!
Yarabbi, o padişahlara benzer ay yüzlü, Zühre alınlı güzel, kimin
incisi, kime ait?
Dedim ki: Hâfız’ın divane gönlü sensiz ne yapacak, ne hale gelecek?
Ah! Dudak, altından güldü de dedi ki: Ben bilmem, kimin divanesi o?
Yâ Rab in şem'-i dil-efrüz zi kâşâne-i kist
Can-ı mâ süht bipursid ki cânâne-i kist
67
يا رب اين شمع دل افروز ز کاشانه کيست
جان ما سوخت بپرسيد که جانانه کيست
حاليا خانه برانداز دل و دين من است
تا در آغوش که میخسبد و همخانه کيست
باده لعل لبش کز لب من دور مباد
راح روح که و پيمان ده پيمانه کيست
دولت صحبت آن شمع سعادت پرتو
بازپرسيد خدا را که به پروانه کيست
میدهد هر کسش افسونی و معلوم نشد
که دل نازک او مايل افسانه کيست
يا رب آن شاهوش ماه رخ زهره جبين
در يکتای که و گوهر يک دانه کيست
گفتم آه از دل ديوانه حافظ بی تو
زير لب خنده زنان گفت که ديوانه کيست
**
Yüzünü kimse görmedi, binlerce gözcün var. Henüz gonca halindesin, açılmadın,
yüzlerce bülbülün var!
** Dilerim, kimse senden ayrı düşmesin... ben, senden ayrı düştüm ama
umuyorum ki pek yakında vuslatına kavuşacağım.
Civarına geldiysem şaşılacak ne var? O diyarda benim gibi binlerce
garip mevcut.
Kim âşık oldu da sevgili onun haline bakmadı, onu görüp gözetmedi?
Hocam, dert yok... yoksa doktor meydanda.
Bir yerde ibadet yurdunu bezediler mi elbette orada rahip
manastırındaki nakusun sesi de duyulur, salibin şöhreti de.
Hâfız’ın bu derece feryadı boş yere değil herhalde. Mutlaka duyulmamış
bir efsane, şaşılacak bir iş oldu!
Ruy ı tu kes nedid-u hezaran rakib hest
Der ğonce-i henüz-u şedet 'endelib best
63
روی تو کس نديد و هزارن رقيب هست
در غنچهای هنوز و صدت عندليب هست
گر آمدم به کوی تو چندان غريب نيست
چون من در آن ديار هزاران غريب هست
در عشق خانقاه و خرابات فرق نيست
هر جا که هست پرتو روی حبيب هست
آن جا که کار صومعه را جلوه میدهند
ناقوس دير راهب و نام صليب هست
عاشق که شد که يار به حالش نظر نکرد
ای خواجه درد نيست وگرنه طبيب هست
فرياد حافظ اين همه آخر به هرزه نيست
هم قصهای غريب و حديثی عجيب هست
**
Yüzünün ziyasından aydınlanmayan bir göz, bir görüş yok. Kapının
toprağını, gözüne minnetle çekmeyen bir göz olsun... imkânı mı var?
Nazar ehli, yüzüne bakmada... doğru, fakat bir baş olsun dâ onda senin
zülfünün havası olmasın... buna imkân yok.
Sırrını gizleyemeyen gözyaşlarım kanlarla bulanık akarsa şaşılacak şey
mi? Sırrını faş edenin utanmaması, yaptığına nadim olmaması mümkün mü?
* Rüzgârdan eteğine bir toz konmasın diye geçeceği hiç bir yol yok ki
göz yaşlarımın seliyle sulanmasın!
Zülfünün gecesinden her yerde dem vurmasın diye hiç bir sabah yok ki
seher yeliyle konuşup çekişmiyeyim.
Ben talihimden incinmekteyim... yoksa zaten senin civarından muradına
erişen kişi yok!
Ey ballar, şekerler kaynağı, âlemde bir şeker yok ki tatlı dudağından
utanmasın; suya, tere gark olup erimesin!
* Sırrın açığa vurulması doğru değil... yoksa rintler meclisinde
duyulmayan bir şey mi var?
* Arslan bile senin aşk yolunda tilkileşir.
Ah bu yoldan... Hiç bir tehlike tasavvur edilemez ki bu yolda
bulunmasın!
* Gözyaşlarım, kapının
toprağına akmakta... o yüzden sana minnettar. Fakat hiç bir kapı toprağı yok ki
orayı suladığı için göz yaşlanma yüzlerce defa minnettar olmasın!
* Varlıktan şu kadar bir
ad san var ki var denmekte... yoksa zayıflıktan bir eseri bile yok mu, yok.
Baştan başa vücudunda hiç bir hüner yoktur ki olmasın. Yalnız cefacı
sevgili, şu kadarcık bir şey var: Hâfız, senden razı değil-
Ruşen ez pertev-i rûyet nazari nist ki nist
Minnet-i hâk-i deret ber basari nist ki nist
73
روشن از پرتو رويت نظری نيست که نيست
منت خاک درت بر بصری نيست که نيست
ناظر روی تو صاحب نظرانند آری
سر گيسوی تو در هيچ سری نيست که نيست
اشک غماز من ار سرخ برآمد چه عجب
خجل از کرده خود پرده دری نيست که نيست
تا به دامن ننشيند ز نسيمش گردی
سيل خيز از نظرم رهگذری نيست که نيست
تا دم از شام سر زلف تو هر جا نزنند
با صبا گفت و شنيدم سحری نيست که نيست
من از اين طالع شوريده برنجم ور نی
بهره مند از سر کويت دگری نيست که نيست
از حيای لب شيرين تو ای چشمه نوش
غرق آب و عرق اکنون شکری نيست که نيست
مصلحت نيست که از پرده برون افتد راز
ور نه در مجلس رندان خبری نيست که نيست
شير در باديه عشق تو روباه شود
آه از اين راه که در وی خطری نيست که نيست
آب چشمم که بر او منت خاک در توست
زير صد منت او خاک دری نيست که نيست
از وجودم قدری نام و نشان هست که هست
ور نه از ضعف در آن جا اثری نيست که نيست
غير از اين نکته که حافظ ز تو ناخشنود است
در سراپای وجودت هنری نيست که نيست
**
Ey Sâki, bayram geldi/bayramın kutlu olsun... ettiğin vaidler
hatırından çıkmasın.
Hayretteyim, bu ayrılık günlerinde dostlardan nasıl vazgeçtin? Gönlün
bunu kabul etti ha!
Sâki, bizden asma kızına selâm götür ve de ki: Artık meydana çık,
gayret ve himmetimiz seni artık azâd etti!
Meclistekilerin neşesi senin kademinle, senin gelişinle. Seni neşeli
görmek istemeyen gönül, gam yurdu olsun.
Şükr olsun Tanrı’ya... yasemin, selvi, gül ve şimşat bahçen, bu güzün
yağmasına uğramadı.
Kem göz değmesin o ünlü talibine, o doğuştan olma devletine. Seni o
perişanlıktan yine kurtardı.
Hâfız, bu Nuh gemisinin devletini, bu büyük şarap kadehini elden
bırakma. Yoksa hadiseler tufanı, varlığının kökünü bile siler süpürür.
Sâkiyâ âmeden-i id
mübarek bâdet
Van mevâ'id-ki kerdi
nereved ez yâdet
18
ساقيا آمدن عيد مبارک بادت
وان مواعيد که کردی مرواد از يادت
در شگفتم که در اين مدت ايام فراق
برگرفتی ز حريفان دل و دل میدادت
برسان بندگی دختر رز گو به درآی
که دم و همت ما کرد ز بند آزادت
شادی مجلسيان در قدم و مقدم توست
جای غم باد مر آن دل که نخواهد شادت
شکر ايزد که ز تاراج خزان رخنه نيافت
بوستان سمن و سرو و گل و شمشادت
چشم بد دور کز آن تفرقهات بازآورد
طالع نامور و دولت مادرزادت
حافظ از دست مده دولت اين کشتی نوح
ور نه طوفان حوادث ببرد بنيادت
**
Aşk yolu, bir yoldur ki ne ucu var, ne kıyısı. O yolda can vermeden
başka hiç bir çare bulunmaz.
Aşka ne zaman gönül verirsen o zamanın hoş bir andır. Hayır işte
istihareye hiç hacet yok.
Rintlik yolunu fırsat bil. Bu yol, definenin bulunduğu yer gibi herkese
aşikâr değildir-
Bizi, akıl bunu menetmekte diye korkutma, şarap getir. Çünkü akıl
dediğin o şahnenin, bizim vilâyetimizde hiç bir işi yok;
Hilâl gibi olan sevgili, temiz ve aydın bir gözle görülebilir. Her göz,
o ay parçasının cilvegâhı olamaz.
Bizi kim öldürüyor? Gözünden sor. Sevgili, ne talihin bir suçu var, ne
yıldızın!
Hâfız’ın ağlaması, sana hiç bir suretle tesir etmedi gitti. Hayretteyim
o gönüle; katılıkta hiç de mermerden aşağı değil!
Râhist râh-ı 'ışk ki hiçeş kenâre nist
Anca cuz an ki can bisipârend çâre nist
72
راهيست راه عشق که هيچش کناره نيست
آن جا جز آن که جان بسپارند چاره نيست
هر گه که دل به عشق دهی خوش دمی بود
در کار خير حاجت هيچ استخاره نيست
ما را ز منع عقل مترسان و می بيار
کان شحنه در ولايت ما هيچ کاره نيست
از چشم خود بپرس که ما را که میکشد
جانا گناه طالع و جرم ستاره نيست
او را به چشم پاک توان ديد چون هلال
هر ديده جای جلوه آن ماه پاره نيست
فرصت شمر طريقه رندی که اين نشان
چون راه گنج بر همه کس آشکاره نيست
نگرفت در تو گريه حافظ به هيچ رو
حيران آن دلم که کم از سنگ خاره نيست
**
Sana gönül ahvalini söylemek hevesindeyim, senden gönül haberini duymak
isteğine düştüm.
Ham tamaha bak ki etrafa yayılmış hikâyeyi rakiplerden gizlemek
niyetindeyim.
Böyle bir aziz ve şerefli kadir gecesi, sabaha kadar seninle beraber
uyumak istiyorum.
Eyvah, böyle nazik bir inciyi, kapkaranlık gecede delmek, böyle bir
şiiri geceyarısı söylemek hevesine kapıldım!
Ey sabah rüzgârı, bu gece bana yardım et. Çünkü seher çağı açılmak,
neşelenmek niyetindeyim.
Yüceltmek için yolunun toprağını kirpiklerimin ucuyla süpürmek isterim.
İddiaların rağmine Hâfız gibi rintçe şiirler söylemek hevesindeyim.
Hal-i dil ba tu guftenem hevesest
Haber-i dil şunuftemen hevesest
42
حال دل با تو گفتنم هوس است
خبر دل شنفتنم هوس است
طمع خام بين که قصه فاش
از رقيبان نهفتنم هوس است
شب قدری چنين عزيز و شريف
با تو تا روز خفتنم هوس است
وه که دردانهای چنين نازک
در شب تار سفتنم هوس است
ای صبا امشبم مدد فرمای
که سحرگه شکفتنم هوس است
از برای شرف به نوک مژه
خاک راه تو رفتنم هوس است
همچو حافظ به رغم مدعيان
شعر رندانه
گفتنم هوس است
**
Zülfün, binlerce gönlü bir tek kılla bağladı. Binlerce çareye
başvurmanın yolunu dört yandan da kesti.
Âşıklar, ondan esip gelen rüzgâra can versinler diye nafesini açtı,
zülfünü çözdü, fakat istek kapısını bağladı, kimseye koklatmadı bile.
Sevgilim yeni ay gibi kaşım gösterdi, cemalini arzetti de sonra yine yüzünü
örttü, gizlendi. O yüzden çıldırdım işte.
Sâki, nice hilelerle kadehe şarap döktü, nice sanatlarla kadehi
doldurdu. Şarap kabındaki nakışlara bak, kadehteki nakışlar, bunlar!
Yarabbi, sürahi ne fenalık etti de küpün kanı kul kul nağmeleriyle boğazında
düğümlenip kaldı.
Çalgıcı, ne perde düzdü, nasıl bir nağmeye başladı da vecit ve hal
ehli, semâ perdesindeyken hay huyu bıraktı. Onu dinlemeye koyuldu.
Hâfız, kim, aşka düşmeden vuslat dilediyse gönül Kâbesini
tavaf etmeye aptessiz ihram bağlandı demektir.
Zulfet hezar dil be yeki tar-ı mu bibest
Râh-ı hezâr çâreger ez çâr sü bibest
30
زلفت هزار دل به يکی تار مو ببست
راه هزار چاره گر از چار سو ببست
تا عاشقان به بوی نسيمش دهند جان
بگشود نافهای و در آرزو ببست
شيدا از آن شدم که نگارم چو ماه نو
ابرو نمود و جلوه گری کرد و رو ببست
ساقی به چند رنگ می اندر پياله ريخت
اين نقشها نگر که چه خوش در کدو ببست
يا رب چه غمزه کرد صراحی که خون خم
با نعرههای قلقلش اندر گلو ببست
مطرب چه پرده ساخت که در پرده سماع
بر اهل وجد و حال در های و هو ببست
حافظ هر آن که عشق نورزيد و وصل خواست
احرام طوف کعبه دل بی وضو ببست
**
Ay yüzlü sevgili, bu hafta şehirden gitti. Fakat bu birkaç gün, gözüme
bir yıl gibi görünmekte. Ayrılık ne müşkül bir iştir, sen ne bilirsin?
Göz bebeği, sevgilinin yüzünün letafetinden yüzünde kendi aksini gördü
de misk renginde bir ben sandı.
Şeker gibi dudağından hâlâ ana sütü damlamakta. Öyle olduğu halde
işvede her kirpiği bir kan içici katil.
Ey bütün şehirde kerem hususunda parmakla gösterilen sevgili, yazık...
gariplere kerem etmede bu ne acayip ihmâldir.
Bundan böyle artık cevheri ferdin varlığında hiç şüphem kalmadı, ağzın
buna aydın bir delil.
Bize uğrayacağını müjdelediler... Bu, bizim için kutlu bir fal; bu
hayırlı niyetten vazgeçme !
Hasta Hâfız’ın vücudu, feryattan kamış kaleminin içindeki kıla döndü,
senin ayrılık dağını hangi gücüyle, hangi kuvvetiyle çekecek?
Mâhem in hefte şud ez şehr-u be çeşmem sâlist
Hâl-i hicran tu çi dâni ki çi muşkil hâlist
68
ماهم اين هفته برون رفت و به چشمم ساليست
حال هجران تو چه دانی که چه مشکل حاليست
مردم ديده ز لطف رخ او در رخ او
عکس خود ديد گمان برد که مشکين خاليست
میچکد شير هنوز از لب همچون شکرش
گر چه در شيوه گری هر مژهاش قتاليست
ای که انگشت نمايی به کرم در همه شهر
وه که در کار غريبان عجبت اهماليست
بعد از اينم نبود شابه در جوهر فرد
که دهان تو در اين نکته خوش استدلاليست
مژده دادند که بر ما گذری خواهی کرد
نيت خير مگردان که مبارک فاليست
کوه اندوه فراقت به چه حالت بکشد
حافظ خسته که از ناله تنش چون ناليست
**
Sabah çağı bülbül, yeni açılmış güle “Az nazlan, bu bağda senin gibi
nice güller açtı”' dedi.
Gül gülüp “Doğru sözden incinmeyiz ama hiç bir âşık da sevgiliye ağır
söz söylememiştir” diye cevap verdi.
O murassâ kadehten lâl renkli şarap içmeye niyetin varsa kirpiklerinin
ucuyla bir hayli inciler delmelisin.
Meyhane kapısı topraklarını yanaklarıyle süpürmeyen kişinin burnuna
ebediyen muhabbet kokusu erişmez.
Dün gece İrem gülistanında havanın letafetiyle seher rüzgârı esmiş,
sümbülün zülfü perişan bir hale gelmişti.
Dedim ki: Ey Cem’in makamı, cihanı gösteren kadehin nerde kaldı ?
Eyvah, o uyanık devlet uyudu, o devir gelip geçti, diye cevap verdi.
Ağıza gelen, söylenebilen söz, aşk sözü olmaz. Sâki, şarap sun ve bu
dedikoduyu kısa kes.
Hâfız’ın göz yaşı, aklı da denizlere gark etti, sabrı da. Ne yapsın ?
Aşk gamının hararetini gizleyemedi.
Subh-dem murg-ı çemen ba gul-i nov haste guft
Naz kem kun ki derin bağ besi çun tu şukuft
81
صبحدم مرغ چمن با گل نوخاسته گفت
ناز کم کن که در اين باغ بسی چون تو شکفت
گل بخنديد که از راست نرنجيم ولی
هيچ عاشق سخن سخت به معشوق نگفت
گر طمع داری از آن جام مرصع می لعل
ای بسا در که به نوک مژهات بايد سفت
تا ابد بوی محبت به مشامش نرسد
هر که خاک در ميخانه به رخساره نرفت
در گلستان ارم دوش چو از لطف هوا
زلف سنبل به نسيم سحری میآشفت
گفتم ای مسند جم جام جهان بينت کو
گفت افسوس که آن دولت بيدار بخفت
سخن عشق نه آن است که آيد به زبان
ساقيا می ده و کوتاه کن اين گفت و شنفت
اشک حافظ خرد و صبر به دريا انداخت
چه کند سوز غم عشق نيارست نهفت
**
Sevgilinin eşiğinden lütuf ve inayet ummaktayım. Bir suç işledim ama
ümidim onun affında.
Bilirim ki suçumdan geçer, peri gibi güzel ama melek huyludur.
Öyle bir ağladım ki kim geçti de göz yaşlarımın akmakta olduğunu
gördüyse bu ne ırmaktır, dedi.
O ağız o kadar bir hiçtir, o derecede âdeta yok denecek kadar küçüktür
ki bir nişanesini bile bulamıyorum. O bel o kadar incedir ki âdeta bir kıl.
Fakat ne çeşit kıl? Onu bilemiyoruz.
Şaşıyorum doğrusu, gözümün işi gücü her an yıkanmak olduğu halde
hayalin nasıl oldu da gözümden gitmedi?
Saçın, gönlü sebepsiz, bahanesiz çekip gitmekte. Zaten senin gönülleri
çeken zülfünden sebep sormak, bahane aramak kimin haddine düşmüş?
Nice zaman önce zülfünden bir kokudur duydum, hâlâ burnumdaki koku, o
koku.
Hâfız, perişan halin kötü ama sevgilinin zülfünün kokusuyla perişan
oluşun iyi!
Dârem umid-i atıfeti ez cenâb-ı dost
Kerdem cinayeti vu umidem be afv-i ost
59
دارم اميد عاطفتی از جانب دوست
کردم جنايتی و اميدم به عفو اوست
دانم که بگذرد ز سر جرم من که او
گر چه پريوش است وليکن فرشته خوست
چندان گريستم که هر کس که برگذشت
در اشک ما چو ديد روان گفت کاين چه جوست
هيچ است آن دهان و نبينم از او نشان
موی است آن ميان و ندانم که آن چه موست
دارم عجب ز نقش خيالش که چون نرفت
از ديدهام که دم به دمش کار شست و شوست
بی گفت و گوی زلف تو دل را همیکشد
با زلف دلکش تو که را روی گفت و گوست
عمريست تا ز زلف تو بويی شنيدهام
زان بوی در مشام دل من هنوز بوست
حافظ بد است حال پريشان تو ولی
بر بوی زلف يار پريشانيت نکوست
**
Ey sabah yeli, sevgilinin ülkesine uğrarsan onun amberler kokan
saçlarından bana bir koku getir.
Sevgilinin canına andolsun, bana ondan bir haber getirirsen şükrâne
olarak sana canımı saçarım.
Tapusunda, sana yük olmazsa eğer, lütfet, kapısından bu iki göze bir
avuç toz getir!
Benim gibi yoksul birisi, onun vuslatını umsun, dilesin ha! Heyhat...
ben, olsa olsa belki sevgilinin hayalini rüyamda görebilirim!
Çam kozalığına benzeyen kalbim sevgilinin çam gibi uzun boyunun
hasretiyle söğüt gibi titreyip durmakta.
Sevgili, bizi hiç bir pula almasa bile biz, onun başındaki bir tek
kılı, iki cihana da satmaz, iki âleme de değişmeyiz.
Gönlü, gam bağından kurtulursa ne var ki? Güzel sesli Hâfız, sevgilinin
kulu, kölesi!
Sabâ eğer guzeri uftedet bekişver-i dost
Biyâr nefhai ez giysuy-i mu‘anber-i dost
61
صبا اگر گذری افتدت به کشور دوست
بيار نفحهای از گيسوی معنبر دوست
به جان او که به شکرانه جان برافشانم
اگر به سوی من آری پيامی از بر دوست
و گر چنان که در آن حضرتت نباشد بار
برای ديده بياور غباری از در دوست
من گدا و تمنای وصل او هيهات
مگر به خواب ببينم خيال منظر دوست
دل صنوبريم همچو بيد لرزان است
ز حسرت قد و بالای چون صنوبر دوست
اگر چه دوست به چيزی نمیخرد ما را
به عالمی نفروشيم مويی از سر دوست
چه باشد ار شود از بند غم دلش آزاد
چو هست حافظ مسکين غلام و چاکر دوست
**
O peri yüzlü güzel, elbisesine bürünüp bizden ayrıldı gitti. Acaba ne
suç gördü de hata yolundan yürüdü ki?
O âlemi gören göz, nazarımdan gideli gözden neler gitti? Kimsecikler
bilmez.
Dün gece ciğerimizin yanışından meydana gelen ve başımızdan gelip geçen
duman, mumun bile başından geçmemiştir!
Onsuz ve ondan uzaktayken anbean gözüme gelen göz yaşı seli, gözümden
giden belâ tufanı!
Ayrılık derdi gelince yere yıkıldık, elden deva gidince dert içinde
kaldık.
Güzel, vuslata dua ile erişmenin imkânı var dedi. Bir ömürdür bütün
günüm dua etmekle geçti.
Neye ihram bağlayayım? O kıble burada değil ki. Neye sâyedeyim?
Merve’nin Safa’sı gitti.
Dün doktor beni gördü de tahassürle dedi ki:
Heyhat, hastalığı şifa kanununu da aştı!
Sevgili, Hâfız yokluk yurdundan gitti denmeden ne olur, hatırını sormak
üzere bir kerecik olsun gel!
An Turk-i peri çihre ki der zır-i kaba reft
Âyâ çi hatâ did ki ez râh-ı hatâ reft
82
آن ترک پری چهره که دوش از بر ما رفت
آيا چه خطا ديد که از راه خطا رفت
تا رفت مرا از نظر آن چشم جهان بين
کس واقف ما نيست که از ديده چهها رفت
بر شمع نرفت از گذر آتش دل دوش
آن دود که از سوز جگر بر سر ما رفت
دور از رخ تو دم به دم از گوشه چشمم
سيلاب سرشک آمد و طوفان بلا رفت
از پای فتاديم چو آمد غم هجران
در درد بمرديم چو از دست دوا رفت
دل گفت وصالش به دعا باز توان يافت
عمريست که عمرم همه در کار دعا رفت
احرام چه بنديم چو آن قبله نه اين جاست
در سعی چه کوشيم چو از مروه صفا رفت
دی گفت طبيب از سر حسرت چو مرا ديد
هيهات که رنج تو ز قانون شفا رفت
ای دوست به پرسيدن حافظ قدمی نه
زان پيش که گويند که از دار فنا رفت
**
Vâiz, bu ne feryat? Var git işine. Yoldan çıkan benim gönlüm, sana ne
oldu ki?
Mademki sevgilinin dudağı beni ney gibi muradıma eriştirmiyor, bütün
âlemin nasihati, kulağıma yel gibi gelir!
Tanrı’nın yoktan yarattığı beli, tasavvuru müşkül öyle bir ince mesele
ki hiç bir mahlûk halledemedi gitti.
Civarındaki yoksul, sekiz cennetten de müstağnidir. Aşkının tutsağı,
iki cihandan da hürdür.
Aşk sarhoşluğu beni harabetti ama varlığımın esası, o haraplıktan mamur
olmada.
Gönül, sevgilinin zulmünden, cevrinden ağlayıp inleme, sevgili, sana
ancak bunu nasibetmiş, bunu vermiş!
Yürü Hâfız, masal söyleme, afsun okuyup üfürme. Hatırımda bu çeşit
masallar, buna benzer afsunlar pek çok!
Birov be kâr-ı hod ey vâ'iz in çi feryâdest
Mera futâd dil ezreh tura çi uftâdest
35
برو به کار خود ای واعظ اين چه فريادست
مرا فتاد دل از ره تو را چه افتادست
ميان او که خدا آفريده است از هيچ
دقيقهايست که هيچ آفريده نگشادست
به کام تا نرساند مرا لبش چون نای
نصيحت همه عالم به گوش من بادست
گدای کوی تو از هشت خلد مستغنيست
اسير عشق تو از هر دو عالم آزادست
اگر چه مستی عشقم خراب کرد ولی
اساس هستی من زان خراب آبادست
دلا منال ز بيداد و جور يار که يار
تو را نصيب همين کرد و اين از آن دادست
برو فسانه مخوان و فسون مدم حافظ
کز اين فسانه و افسون مرا بسی يادست
**
Ey seher rüzgârı, sevgilinin istirahat ettiği yer, o âşık öldüren
hileci ay yüzlünün konağı nerde?
Karanlık gece, önde Eymen Vâdisi’nin yolu... fakat Tur’da görünen ateş
nerde, vuslat vâdisi hani?
Cihana kim geldiyse harabolmuş, bir haraplığa düşmüştür. Söyleyin,
nerde harabatta bir akıllı ?
Beşaret ehli, işaretten anlayandır. Nice nükteler var, fakat hani bir
esrara mahrem?
Seninle her kılımızın binlerce işi var. Biz neredeyiz, işi gücü olmayıp
bizi kınayan nerede?
* Büklüm büklüm saçlarından bir sorun: Bu gama düşmüş, başı dönmüş
gönül hangisine giriftar?
Akıl divane oldu, o misk gibi siyah ve kokulu silsile nerde? Gönül
bizden kaçıp bir bucağa gitti, sığındı, sevgilinin kaşı nerde?
Sâki, çalgıcı, şarap... hepsi hazır. Fakat işret, sevgili olmadıkça
olmaz, nerde sevgili?
Hâfız, dünya yeşilliğinde güz rüzgârından incinme... makul düşün,
dikensiz gül nerde ki?
Ey nesim-i seher ârâmgeh-i yâr kucâst
Menzil-i an meh-i âşık-kuş-i 'ayyar kucâst
19
ای نسيم سحر آرامگه يار کجاست
منزل آن مه عاشق کش عيار کجاست
شب تار است و ره وادی ايمن در پيش
آتش طور کجا موعد ديدار کجاست
هر که آمد به جهان نقش خرابی دارد
در خرابات بگوييد که هشيار کجاست
آن کس است اهل بشارت که اشارت داند
نکتهها هست بسی محرم اسرار کجاست
هر سر موی مرا با تو هزاران کار است
ما کجاييم و ملامت گر بیکار کجاست
بازپرسيد ز گيسوی شکن در شکنش
کاين دل غمزده سرگشته گرفتار کجاست
عقل ديوانه شد آن سلسله مشکين کو
دل ز ما گوشه گرفت ابروی دلدار کجاست
ساقی و مطرب و می جمله مهياست ولی
عيش بی يار مهيا نشود يار کجاست
حافظ از باد خزان در چمن دهر مرنج
فکر معقول
بفرما گل بی خار کجاست
**
Misk gibi zülfünün elinden bir hata çıktıysa çıktı; kara beni, bize bir
cefa ettiyse etti.
Aşk şimşeği bir yün hırka giyinen kişinin harmanını yaktıysa yaktı;
muradına ermiş padişah, bir yoksula cevrettiyse etti.
Bir gönül, sevgilinin bakışlarından bir yük yüklendiyse yüklendi, olup
bitti. Canla canan arasında bir macera olduysa oldu geçti.
Söz getirip götürenlerden elemeler meydana geldi ama arkadaşlar
arasındaki bu yakışmaz iş geçti gitti, gayri anılmaz bile!
Tarikatta kırılmak yoktur, şarap sun... gördüğün her keder, bize aynı
safa gibi gelip geçti.
** Gönül, âşıklıkta tahammül gerek, ayağını dire. Bir elem olduysa
oldu, bir hata yapıldıysa yapıldı.
Vaize söyle: Hâfız’ı, tekkeden çıkıp gitti diye ayıplamasın. Hür
kişilerin ayakları bir yere bağlanmaz ki, gittiyse gitti.
Ger zi dest-i zulf-i muşkinet hatâi reft reft
Ver zi hindü-yı şumâ
ber mâ cefai reft reft
83
گر ز دست زلف مشکينت خطايی رفت رفت
ور ز هندوی شما بر ما جفايی رفت رفت
برق عشق ار خرمن پشمينه پوشی سوخت سوخت
جور شاه کامران گر بر گدايی رفت رفت
در طريقت رنجش خاطر نباشد می بيار
هر کدورت را که بينی چون صفايی رفت رفت
عشقبازی را تحمل بايد ای دل پای دار
گر ملالی بود بود و گر خطايی رفت رفت
گر دلی از غمزه دلدار باری برد برد
ور ميان جان و جانان ماجرايی رفت رفت
از سخن چينان ملالتها پديد آمد ولی
گر ميان همنشينان ناسزايی رفت رفت
عيب حافظ گو مکن واعظ که رفت از خانقاه
پای آزادی چه بندی گر به جايی رفت رفت
**
Lâl dudağından bir şerbet içirmeden geçti gitti. Ay gibi yüzünü doya
doya seyredemedik vesselam.
Sanki bizim sohbetimizden adamakıllı sıkılmıştı. Yükünü bağladı, tozuna
bile erişmedik, geçip gitti:
Seferden vazgeçmesi için Fatiha’yı, Hırz-ı Yemânî’yi, İhlâs
suresini okuyup üfürdük ama hiç bir tesiri olmadı, yürüdü gitti:
Bizi melâmet civarından gitmem diye aldatırdı. Fakat gördün mü? Bu
çeşit aldatışlara inandık ama aldatıp gitti!
Güzellik ve letafet çimenliğinde salınan bir fidan oldu. Fakat biz
vuslatının gülistanında salınamadık, geçti gitti!
Hâfız gibi, “Vah yazık, gitti de vedalaşamadık bile” diye bütün gece
ağlayıp inledik.
Şerbeti ez leb-i la'leş biçeşıdim-u bireft
Ruy-ı meh-peyker-i o sir nedidim-u bireft
85
شربتی از لب لعلش نچشيديم و برفت
روی مه پيکر او سير نديديم و برفت
گويی از صحبت ما نيک به تنگ آمده بود
بار بربست و به گردش نرسيديم و برفت
بس که ما فاتحه و حرز يمانی خوانديم
وز پی اش سوره اخلاص دميديم و برفت
عشوه دادند که بر ما گذری خواهی کرد
ديدی آخر که چنين عشوه خريديم و برفت
شد چمان در چمن حسن و لطافت ليکن
در گلستان وصالش نچميديم و برفت
همچو حافظ همه شب ناله و زاری کرديم
کای دريغا به وداعش نرسيديم و برفت
**
Ben sarhoşum, bu sarhoştan ibadet ve salâha ait ahd ü peyman isteğinde
bulunma. Ben, daha Elest gününde sarhoşlukla meşhur oldum.
Aşk çeşmesinden aptes alır almaz her ne varsa, bütün varlığa dört
tekbir getiriverdim!
Şarap sun da seni kaza ve kaderden agâh edeyim. Kimin yüzüne âşık
oldum, kimin kokusundan sarhoş., anlatayım.
Ey şaraba tapan, aşk yolunda dağın beli, karınca belinden daha ince,
daha ehemmiyetsizdir; rahmet kapısından ümit kesme!
Nazar değmesin, o mestane gözden başka hiç bir kimse bu gök kubbenin
altında hoş ve rahat değil!
Can, ağzına kurban olsun. Cihan yeşilliğini bezeyen, görünüş bağında bu
koncadan daha güzel hiç bir şey yaratmadı.
Hâfız, aşk devletiyle bir Süleyman kesildi.
Yani sevgili, vuslatına dair elinde ancak bir rüzgâr var!
Metaleb tâ'at-u peymân-ı selâh ez men-i mest
Ki be peymâne-keşi şöhre şudem rüz-ı Elest
24
مطلب طاعت و پيمان و صلاح از من مست
که به پيمانه کشی شهره شدم روز الست
من همان دم که وضو ساختم از چشمه عشق
چارتکبير زدم يک سره بر هر چه که هست
می بده تا دهمت آگهی از سر قضا
که به روی که شدم عاشق و از بوی که مست
کمر کوه کم است از کمر مور اين جا
نااميد از در رحمت مشو ای باده پرست
بجز آن نرگس مستانه که چشمش مرساد
زير اين طارم فيروزه کسی خوش ننشست
جان فدای دهنش باد که در باغ نظر
چمن آرای جهان خوشتر از اين غنچه نبست
حافظ از دولت عشق تو سليمانی شد
يعنی از وصل تواش نيست بجز باد به دست
**
Gözlerimin bebekleri, yüzünden başka bir şeye bakmamakta... perişan
gönlümüz, senden başkasını anmamakta.
Gönül yarasının kanından bir an bile temiz olmamakla beraber göz
yaşlarım, yine haremini tavaf etmek için ehramlara bürünmekte.
Sidre kuşu, seni dilemek hevesiyle uçmuyorsa dilerim, vahşî kuş gibi
tuzağa tutulsun, kafese girsin!
Müflis âşık, sana kalb gönlünü veriyorsa ayıplama. Ne yapsın, geçer
akçası yok ki!
Kimin himmeti onu dilemekte noksan değilse, kim onu azmederek isterse
nihayet eli, elbette o yüce selviye ulaşır.
İsa’nın ruh bağışlamasını anmam bile. Çünkü can arttırmada dudağın
kadar mahareti yok!
Aşkının ateşini sarf etmekte, bir ah bile etmemekteyim. Böyle olduğu
halde bana gönül yarasına sabretmiyor denebilir mi?
Daha zülfünün ucunu gördüğüm gün dedim ki: Bu silsilenin perişanlığına
nihayet olamaz.
Sana ulaşmak, yalnız Hâfız’ın gönlünde olan bir şey değil. Hatırında bu
istek olmayan kim vardır?
Merdum-i dide-i mâ cuz be ruhet nazır nist
Dil-i ser-geşte-i mâ gayr-i tura zâkir nist
70
مردم ديده ما جز به رخت ناظر نيست
دل سرگشته ما غير تو را ذاکر نيست
اشکم احرام طواف حرمت میبندد
گر چه از خون دل ريش دمی طاهر نيست
بسته دام و قفس باد چو مرغ وحشی
طاير سدره اگر در طلبت طاير نيست
عاشق مفلس اگر قلب دلش کرد نثار
مکنش عيب که بر نقد روان قادر نيست
عاقبت دست بدان سرو بلندش برسد
هر که را در طلبت همت او قاصر نيست
از روان بخشی عيسی نزنم دم هرگز
زان که در روح فزايی چو لبت ماهر نيست
من که در آتش سودای تو آهی نزنم
کی توان گفت که بر داغ دلم صابر نيست
روز اول که سر زلف تو ديدم گفتم
که پريشانی اين سلسله را آخر نيست
سر پيوند تو تنها نه دل حافظ راست
کيست آن کش سر پيوند تو در خاطر نيست
**
Güneş gibi olan yüzün gizlendi, günümün aydınlığı bitti: Ömrümden kalan
ancak kapkaranlık bir gece!
Ayrılığının çaresi ancak sabır. Fakat takatim kalmadı, nasıl
sabredeyim?
Seninle vedalaşırken o kadar ağladım ki gözünden ırmak olsun, gözümde
nur kalmadı.
Hayalin, gözümden hem gider, hem de “Yazıklar olsun... böyle bir bucak
haraboldu” derdi.
Vuslatın, başımdan eceli uzaklaştırdı. Fakat ayrılığının devleti
sayesinde şimdi o uzaklaştırma geçti, ecelim gelip çattı artık!
Rakibin “Başın sağ olsun, senden ayrı olan o hasta öldü” diyeceği an
yaklaştı.
** Bundan böyle sevgili, zahmet edip gelse bile ne faydası var ki?
Hasta bedenden can çıkmak üzere; yaşamama imkân yok!
Firakından gözlerimin yaşı akıp gidiyorsa de ki: Ciğer kanını da dökmek
gerek!
Hâfız, gamdan, gussadan ağlayıp duruyor, güldüğü hiç yok. Yaslıda
düğün, dernek düşüncesi kalmaz ki.
Bi mihr-i ruhet rüz-ı mera nur nemandest
Vez ö'mr-i mera cuz şeb-i deycür nemandest
38
بی مهر رخت روز مرا نور نماندست
وز عمر مرا جز شب ديجور نماندست
هنگام وداع تو ز بس گريه که کردم
دور از رخ تو چشم مرا نور نماندست
میرفت خيال تو ز چشم من و میگفت
هيهات از اين گوشه که معمور نماندست
وصل تو اجل را ز سرم دور همیداشت
از دولت هجر تو کنون دور نماندست
نزديک شد آن دم که رقيب تو بگويد
دور از رخت اين خسته رنجور نماندست
صبر است مرا چاره هجران تو ليکن
چون صبر توان کرد که مقدور نماندست
در هجر تو گر چشم مرا آب روان است
گو خون جگر ريز که معذور نماندست
حافظ ز غم از گريه نپرداخت به خنده
ماتم زده را داعيه سور نماندست
**
Zülfün, rüzgârın eline düşünce sevdalı gönül, hasedinden, kederinden
iki parça oldu.
Sihirbaz gözün sihrin ta kendisi, sihre ait ne varsa onda yazılı.
Yalnız şu kadar var ki bu muskanın kendisi de hasta!
Zülfünün büklümündeki o kara ben nedir, bilir misin? Cim harfinin
çanağına düşen mürekkep noktası!
Cennet gibi yanağında misk gibi siyah ve güzel kokulu zülfün nedir?
Cennet bahçesindeki tavus!
Ey canımın munisi sevgili, yüzünü görmek hevesine düşen gönlüm, yolda
bulunan ve rüzgârın eline düşmüş olan bir avuç tozdan, topraktan ibaret!
Bu toprak beden, civarına öyle bir düşüş düşmüş ki toz gibi kalkıp
savrulmasına imkân yok!
Ey İsa nefesli canan, vücuduma vuran selvi boyunun gölgesi, âdeta
Çürümüş kemiklere düşen bir ruhun aksi!
Durağı ancak Kâbe olan zahidi gördüm: O bile dudağının zikriyle meyhane
kapısında mukim olmuş!
Aziz dost, sevginde kendini kaybetmiş Hâfız’ın derdinle bağdaşması
dünden, bugünden değil, ezelî bir ahit!
Tâ ser-i zulf-i tu der dest-i nesim uftâdest
Dil-i sevdâ-zede ez ğussa du nim uftâdest
36
تا سر زلف تو در دست نسيم افتادست
دل سودازده از غصه دو نيم افتادست
چشم جادوی تو خود عين سواد سحر است
ليکن اين هست که اين نسخه سقيم افتادست
در خم زلف تو آن خال سيه دانی چيست
نقطه دوده که در حلقه جيم افتادست
زلف مشکين تو در گلشن فردوس عذار
چيست طاووس که در باغ نعيم افتادست
دل من در هوس روی تو ای مونس جان
خاک راهيست که در دست نسيم افتادست
همچو گرد اين تن خاکی نتواند برخاست
از سر کوی تو زان رو که عظيم افتادست
سايه قد تو بر قالبم ای عيسی دم
عکس روحيست که بر عظم رميم افتادست
آن که جز کعبه مقامش نبد از ياد لبت
بر در ميکده ديدم که مقيم افتادست
حافظ گمشده را با غمت ای يار عزيز
اتحاديست که در عهد قديم افتادست
**
Gönül, kendi kendisini zülfünün tuzağına müptelâ kıldı, onu gamzenle
öldür... lâyığı bu!
Gönlümüzü ele almak, muradımızı vermek elinden geliyorsa durma,
lütfet... çünkü tam yerinde bir hayırdır doğrusu.
Gülün güzelliği Çin ve Çigil diyarındaki miske muhtaç değildir. Nefesi
kendi kaftanının iliğinden hâsıl olur.
Ey tatlı dilli sevgilim, canına andolsun, karanlık gecelerde mum gibi
yanıp yakılmadaki maksadım kendimi yok etmektir.
Ey bülbül, sana gülün işvesini, tabiatını söyledim ya., bırak bu aşkı,
çünkü o gülümseyen gül, ancak kendisini beğenir, kendi fikrine uyar.
Âlemin mürüvvetsiz devletlilerine başvurma, onların kapılarına varma. Afiyet
hazinen,. yine kendi evinde, yine kendi yurdundadır.
Hâfız, yandı, bitti deyi ne sevgiliye karşı beslediği aşk şartını bozmadı.
Hala ahdinde duruyor, hala vefakar !
Be dam-ı zulf-i tu dil mubtela-yı hiştenest
Bikuş be gamze ki ineş seza- yi hiştenest
50
به دام زلف تو دل مبتلای خويشتن است
بکش به غمزه که اينش سزای خويشتن است
گرت ز دست برآيد مراد خاطر ما
به دست باش که خيری به جای خويشتن است
به جانت ای بت شيرين دهن که همچون شمع
شبان تيره مرادم فنای خويشتن است
چو رای عشق زدی با تو گفتم ای بلبل
مکن که آن گل خندان برای خويشتن است
به مشک چين و چگل نيست بوی گل محتاج
که نافههاش ز بند قبای خويشتن است
مرو به خانه ارباب بیمروت دهر
که گنج عافيتت در سرای خويشتن است
بسوخت حافظ و در شرط عشقبازی او
هنوز بر سر عهد و وفای خويشتن است
**
85.
Göğsüm, sevgilinin derdiyle gönül ateşine yandı. Bu gönül yurdunda öyle
bir ateş vardı ki göğüs kâşenesini yaktı, yandırdı.
Tenim, sevgilinin ayrılığıyle eridi. Canım, sevgilinin yüzünün
güneşiyle yandı.
Peri yüzlü güzel, kim, senin zincire benzeyen zülfünü gördüyse sevdalı
gönlü, bu divaneye sızladı, yandı.
Beni tanıyanların gönülleri yanarsa, tanıdıklarım, bana acırlarsa
şaşılacak bir şey mi?
Ben kendimden geçtim mi, tanımayanların bile gönülleri yanıyor!
Zahitlik hırkamı harabat suyu alıp götürdü. Akıl evini de meyhane
ateşi, silip süpürdü!
** Gönlüm, ettiğim tövbeyi kadeh gibi kırıverdi; ciğerim de şarapsız,
kadehsiz kaldı da şarap gibi yanıp yakıldı!
Macerayı kısa kes, tekrar gel ki gözbebeğim, gömleğini başından çıkardı, şükrâne olarak ateşe yaktı,
sulh etti. Sen de geçmişi bırak artık!
* Gönül yanışına bak ki gözyaşımdaki fazla hararetten mum bile dün gece
bana acıdı da pervane gibi yandı, yakıldı.
Hâfız, masalı bırak, bir zaman da şarap iç. Çünkü bütün gece uyumadık,
mum da efsanelerle yandı durdu.
Sineem zâteş-i dil der ğarn-ı cânâne bisüht
Ateşi bud derin hâne ki kâşane bisüht
17
سينه از آتش دل در غم جانانه بسوخت
آتشی بود در اين خانه که کاشانه بسوخت
تنم از واسطه دوری دلبر بگداخت
جانم از آتش مهر رخ جانانه بسوخت
سوز دل بين که ز بس آتش اشکم دل شمع
دوش بر من ز سر مهر چو پروانه بسوخت
آشنايی نه غريب است که دلسوز من است
چون من از خويش برفتم دل بيگانه بسوخت
خرقه زهد مرا آب خرابات ببرد
خانه عقل مرا آتش ميخانه بسوخت
چون پياله دلم از توبه که کردم بشکست
همچو لاله جگرم بی می و خمخانه بسوخت
ماجرا کم کن و بازآ که مرا مردم چشم
خرقه از سر به درآورد و به شکرانه بسوخت
ترک افسانه بگو حافظ و می نوش دمی
که نخفتيم شب و شمع به افسانه بسوخت
**
Zâhire tapan zahit, bizim halimizi bilmez. Onun için hakkımızda ne
derse desin, hoş görürüz.
Tarikatta sâlike ne zuhur ederse hayır odur. Gönül, doğru yolda kimse
azıtmamıştır.
Bakalım ne oyun görünecek, hele bir beydak sürelim. Rintlerin satranç
meydanında şah, yelip yortmaz.
Bu nakışları çok, sade ve yüce tavan nedir? Hiç bir ârif bu muammayı
bilmiyor.
Yarabbi, bu ne istiğna, bu ne kudretli hikmet? Bütün yaralar gizli, ah
etmeye bile mecal yok!
Bizim Sahib-Divanımız, galiba soruya, hesaba, kıyamete inanmıyor. Çünkü
bu hükümde “Hasbeten lillâh Tanrı için” yazısı yok.
Kim gelmek isterse “gel” de. Kim ne söylemek isterse “söyle” de. Bu
kapıda perdeciyle kapıcının kibri, nazı yok.
Kusur, noksan, bizim düzgün olmayan boyumuzda, posumuzda. Yoksa senin
ihsan ettiğin elbise kimsenin boyuna kısa gelmez.
Meyhane kapısına gitmek, tek renkli kişilerin harcıdır. Kendilerini
beğenip satanlara şarap satanlar mahallesine yol yoktur.
Meyhane Pîrinin kuluyum, onun lütfü daimi. Yoksa zahit
şeyhin lûtfu bazan var, bazan yok!
Hâfız, başköşeye oturmuyorsa meşrebinin yüceliğinden. Sarhoş âşık, mal,
mevki kaydında değildir ki.
Zâhid-i zâhir perest ez hâl-i mâ âgâh nist
Der hakk-ı mâ her çi gûyed cây-ı hiç ikrah nist
71
زاهد ظاهرپرست از حال ما آگاه نيست
در حق ما هر چه گويد جای هيچ اکراه نيست
در طريقت هر چه پيش سالک آيد خير اوست
در صراط مستقيم ای دل کسی گمراه نيست
تا چه بازی رخ نمايد بيدقی خواهيم راند
عرصه شطرنج رندان را مجال شاه نيست
چيست اين سقف بلند ساده بسيارنقش
زين معما هيچ دانا در جهان آگاه نيست
اين چه استغناست يا رب وين چه قادر حکمت است
کاين همه زخم نهان هست و مجال آه نيست
صاحب ديوان ما گويی نمیداند حساب
کاندر اين طغرا نشان حسبه لله نيست
هر که خواهد گو بيا و هر چه خواهد گو بگو
کبر و ناز و حاجب و دربان بدين درگاه نيست
بر در ميخانه رفتن کار يک رنگان بود
خودفروشان را به کوی می فروشان راه نيست
هر چه هست از قامت ناساز بی اندام ماست
ور نه تشريف تو بر بالای کس کوتاه نيست
بنده پير خراباتم که لطفش دايم است
ور نه لطف شيخ و زاهد گاه هست و گاه نيست
حافظ ار بر صدر ننشيند ز عالی مشربيست
عاشق دردی کش اندربند مال و جاه نيست
**
Gönül ehlinin sözünü duyunca "Yanlış” deme. Söz anlamıyorsun
canım, efendim... yanlış burada.
Başım dünyaya da eğilmemekte, ahrete de. Başımızdaki bu fitneleri Tanrı
mübarek etsin.
Bu gönlü dertli âşıkın gönlündeki kimdir bilmem ki? Ben susmaktayım,
gönülde feryatlar, kavgalar var!
Gönlüm perdeden çıktı. Çalgıcı, nerdesin? Çal, oku, kendine gel. İşimiz
bu perdeden düzene girmekte.
Dünya işine hiç iltifatım yoktu. Fakat yüzün dünyayı da, dünya işlerini
de bezedi, bana güzel göstermeye başladı.
İştiyakını çektiğimden, hayalini kurup durduğumdan nice gecelerdir
uyumadım. Yüz gecelik sersemliğim var, meyhane nerde?
Bir bak, ibadet yeri, gönlümün kanıyla bulandı. Artık beni şarapla
yıkasanız da haklısınız !
Hiç sönmeyen ateş bizim gönlümüzde. Onun için Pîr-i Mugân aziz tutuyor,
ağırlıyor.
O çalgıcının çaldığı nağme neydi ki ömür geçip gitti de aklım hâlâ o
havayla dolu, fikrimde hâlâ lezzeti var.
Dün gece gönlüme aşkından haber verdiler. Hâfız’ın gönül fezası, hâlâ o
sesle dolu:
Çu bişnovi suhan-ı ehl-i dil megü ki hatâst
Suhan-şinâs nei cân-ı men hatâ incâst
22
چو بشنوی سخن اهل دل مگو که خطاست
سخن شناس نهای جان من خطا اين جاست
سرم به دنيی و عقبی فرو نمیآيد
تبارک الله از اين فتنهها که در سر ماست
در اندرون من خسته دل ندانم کيست
که من خموشم و او در فغان و در غوغاست
دلم ز پرده برون شد کجايی ای مطرب
بنال هان که از اين پرده کار ما به نواست
مرا به کار جهان هرگز التفات نبود
رخ تو در نظر من چنين خوشش آراست
نخفتهام ز خيالی که میپزد دل من
خمار صدشبه دارم شرابخانه کجاست
چنين که صومعه آلوده شد ز خون دلم
گرم به باده بشوييد حق به دست شماست
از آن به دير مغانم عزيز میدارند
که آتشی که نميرد هميشه در دل ماست
چه ساز بود که در پرده میزد آن مطرب
که رفت عمر و هنوزم دماغ پر ز هواست
ندای عشق تو ديشب در اندرون دادند
فضای سينه حافظ هنوز پر ز صداست
**
Zülfünün büklümü, küfürün de tuzağı, imanın da. Bu, sanat yurdundaki
sanatlarından bir parçacığı!
Yüzün, güzellik mucizesi ama bakışının sözü, apaçık sihir!
* O şuh gözden canını kurtarmaya imkân mı var? Daima elinde yay,
pusuda!
O siyah göze yüzlerce aferin! Aşık öldürmede sihirler yaratıyor!
Aşkın heyet ilmi, ne şaşılacak ilim. Gökün yedinci katı, o ilme göre
yerin yedinci katı!
Samimisin ki kötü sözlü öldü de canını kurtardı? Hele dur bakalım, daha
Kirâmen Kâtibîn’le görülecek hesabı var!
Hâfız, zülfünün mekrinden emin olma. Zira gönlü aldı, şimdi de dini
almak kaydında!
Ham-ı zulf-i tu dâm-ı kufr-u dinest
Zi kâristân-ı o yek şemme mest
55
خم زلف تو دام کفر و دين است
ز کارستان او يک شمه اين است
جمالت معجز حسن است ليکن
حديث غمزهات سحر مبين است
ز چشم شوخ تو جان کی توان برد
که دايم با کمان اندر کمين است
بر آن چشم سيه صد آفرين باد
که در عاشق کشی سحرآفرين است
عجب علميست علم هيت عشق
که چرخ هشتمش هفتم زمين است
تو پنداری که بدگو رفت و جان برد
حسابش با کرام الکاتبين است
مشو حافظ ز کيد زلفش ايمن
که دل برد و کنون دربند دين است
**
Gönlüm de gitti, dinim de. Sevgili beni kınamaya kalkışıp haydi git,
benimle düşüp kalkma; gayri sende hayır kalmadı, dedi.
Kimi duyduk ki bu mecliste bir an olsun meserretle oturdu da sohbet
sonu nedametle kalkmadı.
Mum nasılsa yanılıp sevgilinin gülümseyen parlak yüzüne kendisini
benzetti. Fakat bu suçun affı için âşıklarının huzurunda nice geceler ayaküstü
dikilip ağladı, yandı yakıldı.
Çayırda bahar rüzgârı, o yanağın, o boyun posun havasıyle gül ve selvi
yanından kalkıp esmeye başladı.
Sarhoş bir halde geçip gittin. Melekût âleminde halvete girmiş olanlar
bile seni görünce birbirlerine karıştılar, bir kıyamettir koptu!
Boyum posum var diye naza kalkışan selvi, senin yürüyüşüne karşı
utancından baş bile kaldıramadı, ayağını bile atamadı.
Hâfız, şu hırkanı at, belki canını kurtarabilirsin. Çünkü riya ve
keramet harmanı tutuştu, alevlendi.
Dil-u dinem şud-u dilber be melâmet berhâst
Guft bâ mâ menişin kez tu selâmet berhâst
21
دل و دينم شد و دلبر به ملامت برخاست
گفت با ما منشين کز تو سلامت برخاست
که شنيدی که در اين بزم دمی خوش بنشست
که نه در آخر صحبت به ندامت برخاست
شمع اگر زان لب خندان به زبان لافی زد
پيش عشاق تو شبها به غرامت برخاست
در چمن باد بهاری ز کنار گل و سرو
به هواداری آن عارض و قامت برخاست
مست بگذشتی و از خلوتيان ملکوت
به تماشای تو آشوب قيامت برخاست
پيش رفتار تو پا برنگرفت از خجلت
سرو سرکش که به ناز از قد و قامت برخاست
حافظ اين خرقه بينداز مگر جان ببری
کاتش از خرقه سالوس و کرامت برخاست
**
O fettan nergisin uykuya dalması, tegafülden gelmesi sebepsiz değil. O
perişan zülfünün bükümlerinde elbet bir sebep var.
Dudağından henüz süt akıyordu. Ben, bu tuzluğun etrafındaki şeker,
herhalde sebepsiz değildir, derdim.
Ömrün uzun olsun, iyice biliyorum ki yay kurduğun kirpik oklarının bir
sebebi var.
Gönül herhalde gama, mihnete, derde, ayrılığa müptelâsın. Bu nâle, bu
feryat, asılsız olamaz.
Dün gece yel, sevgilinin civarından gülistana geldi, oradan gelip
geçti. Ey gül, yakam yırtman sebepsiz değil.
Gönül, aşk derdini halktan gizliyor ama Hâfız, senin bu ağlayan
gözlerin sebepsiz ağlamıyor ya.
Hâb-ı an nerkis-i fettan-ı tu bi çizi nist
Tâb i an zulf-i perişân-ı tu bi çizi nist
75
خواب آن نرگس فتان تو بی چيزی نيست
تاب آن زلف پريشان تو بی چيزی نيست
از لبت شير روان بود که من میگفتم
اين شکر گرد نمکدان تو بی چيزی نيست
جان درازی تو بادا که يقين میدانم
در کمان ناوک مژگان تو بی چيزی نيست
مبتلايی به غم محنت و اندوه فراق
ای دل اين ناله و افغان تو بی چيزی نيست
دوش باد از سر کويش به گلستان بگذشت
ای گل اين چاک گريبان تو بی چيزی نيست
درد عشق ار چه دل از خلق نهان میدارد
حافظ اين ديده گريان تو بی چيزی نيست
**
Oruç geçti, bayram geldi, gönüller neşelendi. Şarap, meyhanede köpürdü,
şarap istemek zamanı gelip çattı.
Zahitlik satan ağır canlıların nöbeti geçti. Rintlerin rintlik ve neşe
zamanı geldi.
Bizim gibi şarap içen niçin kınansın? Âşık rinde bu, ne ayıptır, ne de
hata!
Böyle riyasız şarap içiş, riya ile zahitlik satıştan yeğdir.
Biz ne riyakâr rindiz, ne nifak adamı. Gizli şeyleri bilen
Tanrı, buna şahittir.
Tanrı’nın farzını yerine getirir, kimseye kötü söylemeyiz.
Bu caiz değildir dedikleri şeye caizdir demeyiz.
Seninle birkaç kadeh şarap içersek ne olur ki? Şarap, zamanın kanı,
senin kanın değil ya!
Bu, kimseye zarar verecek bir ayıp değil. Hatta ayıp olsa bile ne var?
Ayıbı olmayan adam nerde?
Hâfız, nasıl, ne için sözünü bırak... biraz da şarap iç. Tanrı hükmüne
karşı nasıl, ne için demeye mecal mi var?
Rüze yeksü şud-u ciyd âmed-u dilhâ berhâst
Mey zi humhâne becüş âmed-u mey bâyedbâst
20
روزه يک سو شد و عيد آمد و دلها برخاست
می ز خمخانه به جوش آمد و می بايد خواست
نوبه زهدفروشان گران جان بگذشت
وقت رندی و طرب کردن رندان پيداست
چه ملامت بود آن را که چنين باده خورد
اين چه عيب است بدين بیخردی وين چه خطاست
باده نوشی که در او روی و ريايی نبود
بهتر از زهدفروشی که در او روی و رياست
ما نه رندان رياييم و حريفان نفاق
آن که او عالم سر است بدين حال گواست
فرض ايزد بگذاريم و به کس بد نکنيم
وان چه گويند روا نيست نگوييم رواست
چه شود گر من و تو چند قدح باده خوريم
باده از خون رزان است نه از خون شماست
اين چه عيب است کز آن عيب خلل خواهد بود
ور بود نيز چه شد مردم بیعيب کجاست
**
Sevgili, elinde bir kadeh, şaraptan sarhoş olmuş... muğların ibadet
yerine geldi. Şarap içenlerse onun mest gözlerinden sarhoş olmuşlardı.
Bindiği atın nalının izinde hilâl şekli görünmekte, uzun boyuna karşı
çamın boyu alçak kalmaktaydı.
Ona nasıl var diyeyim? Kendimden haberim yok. Fakat nasıl da yok
diyebilirim? Ona bakmakta, onu görmekteyim.
O kalkınca iştiyak çekenlerin gönül mumları söndü, oturunca görenlerin
feryatları yüceldi.
Galiyenin kokusu güzelse saçlarına sürüldüğünden, rastık, yay şekline
büründüyse kaşlarına çekildiğinden.
Tekrar gel ki Hâfız’ın giden ömrü geriye gelsin... Her ne kadar yaydan
fırlayan ok, bir daha gelmezse de!
Der deyr-i muğan âmed yârem kadehi derdest
Mest ez mey-u mey-haran ez nerkis-i mesteşmest
27
در دير مغان آمد يارم قدحی در دست
مست از می و ميخواران از نرگس مستش مست
در نعل سمند او شکل مه نو پيدا
وز قد بلند او بالای صنوبر پست
آخر به چه گويم هست از خود خبرم چون نيست
وز بهر چه گويم نيست با وی نظرم چون هست
شمع دل دمسازم بنشست چو او برخاست
و افغان ز نظربازان برخاست چو او بنشست
گر غاليه خوش بو شد در گيسوی او پيچيد
ور وسمه کمانکش گشت در ابروی او پيوست
بازآی که بازآيد عمر شده حافظ
هر چند که نايد باز تيری که بشد از شست
**
Beyim, ne güzel gitmektesin, sana kurban olayım. Güzel güzel, salına
salına yürü de o güzel boyuna, posuna canlar vereyim.
Hadi, öl bakalım demiştin, acelesi yok ya., ne güzel tarizlerde
bulunuyorsun, tarizine feda olayım.
Âşıkım, sarhoşum, sevgiliden ayrılmışım. O güzel sâki nerde? Söyle,
salınsın da onun selvi boyunun önünde can vereyim.
Bir ömürdür, sevdasından hastalandığım sevgiliye söyle: Bize bir bak da
şehlâ gözlerine kurban olayım.
Lâl dudağım hem dert verir, hem deva demişsin! Canım, gâh
derdine feda olsun, gâh devana!
Salına salına ne de hoş yürüyorsun, kem göz, senden ırak olsun...
ayağının altında ölmek fikrindeyim.
Vuslatının halveti Hâfız’ın yeri yurdu değil ama her yerin hoş, her
yerde sana kurban olayım.
Mir-i men hoş mîrevi kander ser-u pâ miremet
Hoş hıraman şov ki piş-ı kadd-i ra'nâ miremet
92
مير من خوش میروی کاندر سر و پا ميرمت
خوش خرامان شو که پيش قد رعنا ميرمت
گفته بودی کی بميری پيش من تعجيل چيست
خوش تقاضا میکنی پيش تقاضا ميرمت
عاشق و مخمور و مهجورم بت ساقی کجاست
گو که بخرامد که پيش سروبالا ميرمت
آن که عمری شد که تا بيمارم از سودای او
گو نگاهی کن که پيش چشم شهلا ميرمت
گفته لعل لبم هم درد بخشد هم دوا
گاه پيش درد و گه پيش مداوا ميرمت
خوش خرامان میروی چشم بد از روی تو دور
دارم اندر سر خيال آن که در پا ميرمت
گر چه جای حافظ اندر خلوت وصل تو نيست
ای همه جای تو خوش پيش همه جا ميرمت
**
Yüzünün hayali, her yolda yoldaşımız... zülfünün kokusu daima bu kokuya
agâh olan canımızda.
Aşkı hoş görmeyen davacıların rağmine yüzün, bizim kaatı’ ve kesin
bürhanımız.
Bir bak, dinle, elmaya benzeyen çenendeki çukur ne diyor: Mısır’daki Yusuf gibi binlerce güzel
bizim kuyumuza düşmüştür!
O uzun zülfüne elimiz erişmezse sende ne kabahat var? Suç, bizim
perişan bahtımızda, günah bizim kısa elimizde!
Hususî halvet sarayının kapıcısına söyle: Filân, eşiğimizin bir
bucağında oturanlardandır.
Zahiren huzurumuzda değil, fakat hakikatte daima natırımızda,
gönlümüzden hiç çıkmaz.
Eğer Hâfız bir şey dileyerek kapıyı çalarsa aç. Çünkü yıllardır bizim
ay gibi yüzümüze müştak.
Hayâl-i rüy-i tu der her tarik hemreh-i mâst
Nesim-i müy-ı tu peyvend-i cân-ı âgeh-i mâst
23
خيال روی تو در هر طريق همره ماست
نسيم موی تو پيوند جان آگه ماست
به رغم مدعيانی که منع عشق کنند
جمال چهره تو حجت موجه ماست
ببين که سيب زنخدان تو چه میگويد
هزار يوسف مصری فتاده در چه ماست
اگر به زلف دراز تو دست ما نرسد
گناه بخت پريشان و دست کوته ماست
به حاجب در خلوت سرای خاص بگو
فلان ز گوشه نشينان خاک درگه ماست
به صورت از نظر ما اگر چه محجوب است
هميشه در نظر خاطر مرفه ماست
اگر به سالی حافظ دری زند بگشای
که سالهاست که مشتاق روی چون مه ماست
**
Sâki, şarabı sun, oruç ayı geçti. Kadehi ver, ad san zamanı geçip
gitti.
Aziz vakit geçti, gel de sürahi ve kadehsiz geçen ömrü kaza edelim.
Beni öyle bir sarhoş et ki kendimden geçeyim de hayal sahasına kim
geldi, nereye gitti? Hâberim bile olmasın!
Kadehindeki bir yudum şaraba nail oluruz ümidiyle meyhanede her sabah,
her akşam sana dua edilmekte.
Dimağına senin kokun erişince ölmüş can, yeniden hayat buldu, yeniden
dirildi.
Zahit gurura daldı, sağlık, esenlikle yol alamadı. Halbuki rint, niyaz
yoluyle doğruca melâmet yurduna vardı, cennete girdi.
Elimizdeki gönül, şaraba sarf oldu. Herhalde kalp akçeydi; o yüzden
harama gitti!
Tövbe hararetiyle ödağacı gibi nice bir yanıp yakılacağız? Şarap sun.,
ömür, ham bir sevda ile gelip geçti.
Artık Hâfız'a nasihat etme, damağında halis şarabın lezzeti kalan ve
kendisini kaybeden kişi, kurtuluş yolunu bulamaz.
Sâki biyâr bade kı mâh-ı sıyâm reft
Derdih kadeh-ki mevsim-i nâmûs-u nâm reft
84
ساقی بيار باده که ماه صيام رفت
درده قدح که موسم ناموس و نام رفت
وقت عزيز رفت بيا تا قضا کنيم
عمری که بی حضور صراحی و جام رفت
مستم کن آن چنان که ندانم ز بيخودی
در عرصه خيال که آمد کدام رفت
بر بوی آن که جرعه جامت به ما رسد
در مصطبه دعای تو هر صبح و شام رفت
دل را که مرده بود حياتی به جان رسيد
تا بويی از نسيم میاش در مشام رفت
زاهد غرور داشت سلامت نبرد راه
رند از ره نياز به دارالسلام رفت
نقد دلی که بود مرا صرف باده شد
قلب سياه بود از آن در حرام رفت
در تاب توبه چند توان سوخت همچو عود
می ده که عمر در سر سودای خام رفت
ديگر مکن نصيحت حافظ که ره نيافت
گمگشتهای که باده نابش به کام رفت
**
Niyaz yüzüm, kapısında., bu yüzden Tanrı’ya şükrolsun meyhane kapısı
açık.
Küplerin hepsi de sarhoşlukla köpürmüş, coşmuş. Ortadaki şarap, hakiki
şarap, mecazî şarap değil!
Canana lâyık olan daima sarhoşluk, gurur ve ululanma. Bize uyan da
daima çaresizlik, acizlik ve niyaz!
Başkasına söylemediğimiz ve söylemeyeceğimiz sırrı dosta söyleyelim,
çünkü o, sırra mahremdir.
Sevgilinin büklüm büklüm zülfünün şerhi kısa kesilmez ki... bu kıssa
çok uzun!
Mecnun’un gönlündeki ıstırap, daima Leylâ’nın zülfündeki büklümlerden,
Sultan Mahmud’un yüzü, her an Eyaz’ın ayağında.
Gözüm, senin o güzel yüzünü göreli doğan kuşu gibi bütün âlemden göz
yumdum.
Senin hakikat kâbesi olan civarına gelen her kişi, kaşlarının kıblesine
dönmüş, namazın ta kendisinde!
Ey meclistekiler, Hâfız’ın gönlündeki yanışı, daima yanıp yakılan muma
sorun!
Elminnetu lillah ki der-i meykede bâzest
Zan ru ki mera ber der-i o ruy-i niyâzest
40
المنه لله که در ميکده باز است
زان رو که مرا بر در او روی نياز است
خمها همه در جوش و خروشند ز مستی
وان می که در آن جاست حقيقت نه مجاز است
از وی همه مستی و غرور است و تکبر
وز ما همه بيچارگی و عجز و نياز است
رازی که بر غير نگفتيم و نگوييم
با دوست بگوييم که او محرم راز است
شرح شکن زلف خم اندر خم جانان
کوته نتوان کرد که اين قصه دراز است
بار دل مجنون و خم طره ليلی
رخساره محمود و کف پای اياز است
بردوختهام ديده چو باز از همه عالم
تا ديده من بر رخ زيبای تو باز است
در کعبه کوی تو هر آن کس که بيايد
از قبله ابروی تو در عين نماز است
ای مجلسيان سوز دل حافظ مسکين
از شمع بپرسيد که در سوز و گداز است
**
Medet, medet... derdimize derman yok, ayrılığımıza bir son!
Dini, gönlü alıp götürdüler, şimdi de cana kasdedecekler. Medet
güzellerin cevrinden!
Bir öpüş karşılığı can istemekteler. Aman bu gönül alıcılardan!
Bu kâfir yürekliler kanımızı içtiler. Aman müslümanlar, derman edin
bize!
Hâfız gibi gece gündüz kendimden geçmiş bir halde yanıp ağlamaktayım,
medet, medet!
Derd-i mârâ nist derman el ğıyâs
Hecr-i mârâ nist pâyan el ğıyâs
96
درد ما را نيست درمان الغياث
هجر ما را نيست پايان الغياث
دين و دل بردند و قصد جان کنند
الغياث از جور خوبان الغياث
در بهای بوسهای جانی طلب
میکنند اين دلستانان الغياث
خون ما خوردند اين کافردلان
ای مسلمانان چه درمان الغياث
همچو حافظ روز و شب بی خويشتن
گشتهام سوزان و گريان الغياث
**
Sen, ülkedeki bütün güzellerin başlarının tacısın. Bütün güzeller sana
vergi verseler yaraşır.
İki şuh gözün, Hıta ve Habeş ülkelerini birbirine katmış, zülfünün
büklümlerine Maçin ve Hint diyarları haraç vermiş!
Yüzünün beyazlığı, gündüzden.. siyah zülfünün siyahlığı, gecenin
karanlığından daha parlaktır.
Ballı ağzın Hızır’ın abıhayatına revaç veriyor.. şeker gibi dudağın Mısır’da
yetişen şeker kamışını andırmaz olmuş.
Eğer sen, gönül derdine ilâç vermezsen, hakikaten ben, bu hastalıktan
kurtulamayacağım.
Taş yüreklisin., neden merhamet etmiyor, neden daima gönlümü
kırıyorsun! Öyle bir gönlü kırmadasın ki sırça gibi nazik.
Dudağın Hızır, ağzın abıhayat., boyun selvi, belin kıl, göğsün fil
dişi!
Hâfız’ın gönlüne senin gibi bir padişahın aşkı düştü. Keşki kapındaki
toprağın değersiz bir zerresi olsaydı!
Tui ki ber ser-i hüban-ı kişveri çun tâc
Sezed eğer heme-ı dilberan dehendet bâc
97
تويی که بر سر خوبان کشوری چون تاج
سزد اگر همه دلبران دهندت باج
دو چشم شوخ تو برهم زده خطا و حبش
به چين زلف تو ماچين و هند داده خراج
بياض روی تو روشن چو عارض رخ روز
سواد زلف سياه تو هست ظلمت داج
دهان شهد تو داده رواج آب خضر
لب چو قند تو برد از نبات مصر رواج
از اين مرض به حقيقت شفا نخواهم يافت
که از تو درد دل ای جان نمیرسد به علاج
چرا همیشکنی جان من ز سنگ دلی
دل ضعيف که باشد به نازکی چو زجاج
لب تو خضر و دهان تو آب حيوان است
قد تو سرو و ميان موی و بر به هيت عاج
فتاد در دل حافظ هوای چون تو شهی
کمينه ذره خاک در تو بودی کاج
**
Mezhebinde âşıkların kanını dökmek helâlsa münasip gördüğün ne olursa
olsun, biz de münasip görür, ondan hoşlanırız.
Siyah zülfünün karanlığı zulmetleri meydana getirmede, ay gibi yüzünün
beyazlığı sabahlan izhar etmektedir.
Kimse ne kement gibi zülfünün büklümlerinden kurtuldu, ne küçük birer
yaya benzeyen kaşlarınla ok gibi gözlerinden halâs oldu!
Gözümden yanıma öyle bir ırmak akmış ki gemicilerin bile o suda yüzmeye
kudretleri yok.
Abıhayat gibi dudağın cana kuvvet vermede. Bu toprak bedenimiz, şarap
lezzetini onda bulmada.
Lâl dudağın yüzlerce minnetle bir öpücük verdi; gönlüm yüzlerce
ısrardan sonra muradına erişti.
Akşam geçip sabah geldikçe, gündüz bitip akşam oldukça âşıkların diline
senin duan vird olmuştur.
Hâfız, bizden tövbe ve takva umma. Hiç kimse rint, âşık ve mecnun
kişinin doğru yola geldiğini görmemiştir.
Eğer be mezheb-i tu hün-ı ‘âşikest mubah
Salah-ı mâ heme ânest kan turast salâh
98
اگر به مذهب تو خون عاشق است مباح
صلاح ما همه آن است کان تو راست صلاح
سواد زلف سياه تو جاعل الظلمات
بياض روی چو ماه تو فالق الاصباح
ز چين زلف کمندت کسی نيافت خلاص
از آن کمانچه ابرو و تير چشم نجاح
ز ديدهام شده يک چشمه در کنار روان
که آشنا نکند در ميان آن ملاح
لب چو آب حيات تو هست قوت جان
وجود خاکی ما را از اوست ذکر رواح
بداد لعل لبت بوسهای به صد زاری
گرفت کام دلم ز او به صد هزار الحاح
دعای جان تو ورد زبان مشتاقان
هميشه تا که بود متصل مسا و صباح
صلاح و توبه و تقوی ز ما مجو حافظ
ز رند و عاشق و مجنون کسی نيافت صلاح
**
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar