Print Friendly and PDF

HÂFIZ DİVÂNI / HÂFIZ-I ŞİRÂZÎ 1

Hazırlayan:  ABDÜLBÂKIY GÖLPINARLI

 

 

Gönlüm, Ferruh’un hevesiyle, onun sevgisiyle zülfü gibi darmadağın.

Siyah zülfünden başka kimse yüzünden nasib almıyor.

O zülüf, ne talihli bir zenci kul ki daima onunla yoldaş, daima onunla diz dize.

Azat selvi, gönül çeken güzel boyunu görse söğüt gibi tir tir titremeye başlar.

Sâki, Ferruh'un sihirbaz nergislerinin yâdıyle erguvan renkli şarabı sun.

Boynum dertten yay gibi büküldü, kaşları gibi iki büklüm oldu.

Amber kokulu zülfü, Tatar diyarındaki misk’in kokusunu utandırdı.

Herkesin birisine meyli var ya., benim gönlüm de Ferruh’a akmada.

Hâfız gibi Ferruh’un kulu, kölesi olanın himmetine kulum, köleyim!

Dil-i men der heva-yı rüy-ı Ferruh
Buved aşüfte hemçun müy-ı Ferruh

99‏

دل من در هوای روی فرخ

بود آشفته همچون موی فرخ

بجز هندوی زلفش هيچ کس نيست

که برخوردار شد از روی فرخ

سياهی نيکبخت است آن که دايم

بود همراز و هم زانوی فرخ

شود چون بيد لرزان سرو آزاد

اگر بيند قد دلجوی فرخ

بده ساقی شراب ارغوانی

به ياد نرگس جادوی فرخ

دوتا شد قامتم همچون کمانی

ز غم پيوسته چون ابروی فرخ

نسيم مشک تاتاری خجل کرد‏

شميم زلف عنبربوی فرخ

اگر ميل دل هر کس به جايست

بود ميل دل من سوی فرخ

غلام همت آنم که باشد

چو حافظ بنده و هندوی فرخ

**

 

 

 

Yıllardır, gönül, Cem kadehini bizden ister dururdu; halbuki kendisinde olanı yabancıdan istiyordu!

Kevin ve mekân sedefinde bulunmayan inciyi, deniz yolunda kaybolanlardan elde etmek ümidine düşmüştü.

Dün, müşkülümü, nazarındaki kuvvetle muammalar halleden Pir-i Mügâna arzettim.

Gördüm ki sevinçli ve gülümser bir halde eline şarap kadehini almış, o aynada yüzlerce sırrı seyredip durmaktaydı.

*          Gönlüyle gonca gibi hakikat sırrını gizliyor, yaprağa benzeyen hatırını da o nüshadan haşiyeliyordu.

Hakim Tanrı, sana bu cihanı gösteren kadehi ne vakit verdi dedim. Dedi ki: Bu gök kubbe kurulduğu gün!

*          Tanrı, daima âşıkla beraber., fakat o, Tanrı’yı görmüyor, kendini ondan uzak sanıp “Yarabbi” demekte.

Pîr-i Mugân dedi ki: Darağacının kadrini yücelten dostun suçu şuydu: Sırları açığa vurmak.

Ruhul kudüsün feyzi yardım ederse Mesiha’nın yaptığını başkaları da yapar.

Ona dedim ki: Neden güzellerin saçları halka halka, büklüm büklüm... neden zincire benziyor?

“Hâfız, şeyda gönlünden şikâyetlendi. Onu zincire vurup uslandırmak için” diye cevap verdi.

Salha dil taleb-i cam-ı Cem ez ma mikerd
V'ançı hod dâşt zi bigâne temenna mikerd

143‏

 

سال‌ها دل طلب جام جم از ما می‌کرد

وان چه خود داشت ز بيگانه تمنا می‌کرد

گوهری کز صدف کون و مکان بيرون است

طلب از گمشدگان لب دريا می‌کرد

مشکل خويش بر پير مغان بردم دوش

کو به تاييد نظر حل معما می‌کرد

ديدمش خرم و خندان قدح باده به دست

و اندر آن آينه صد گونه تماشا می‌کرد

گفتم اين جام جهان بين به تو کی داد حکيم

گفت آن روز که اين گنبد مينا می‌کرد

بی دلی در همه احوال خدا با او بود

او نمی‌ديدش و از دور خدا را می‌کرد

اين همه شعبده خويش که می‌کرد اين جا

سامری پيش عصا و يد بيضا می‌کرد

گفت آن يار کز او گشت سر دار بلند

جرمش اين بود که اسرار هويدا می‌کرد

فيض روح القدس ار باز مدد فرمايد

ديگران هم بکنند آن چه مسيحا می‌کرد

گفتمش سلسله زلف بتان از پی چيست

گفت حافظ گله‌ای از دل شيدا می‌کرد

**

 

Gönül, gördün ya; sevgilinin aşkı yine neler etti? Dilber nasıl gitti; vefakâr dosta neler yaptı?

Ah bu nergise benzeyen sihirbaz gözden .. ne oyunlar oynadı! Ah o sarhoşun elinden.. ayıklara neler etti, neler?

Gözyaşım, sevgilinin merhametsizliğinden şafak rengini aldı, şefkatsiz talihe bak, bu işte başıma neler açtı?

Seher çağı, Leylâ’nın konağından bir şimşek parladı ama yazıklar olsun., gönlü yaralı Mecnun’un harmanını ne hallere koydu?

Sâki, bana şarap sun. Gayp âleminin yazıcısı esrar perdesi ardında neler yazdı? Kimseye malûm değil!

Bu gök daireyi nakışlarla bezeyen, pergelini döndürdü de ne işler yaptı? Kimse bilmedi gitti!

Aşk fikri, Hâfız'ın gönlüne gam ateşini salıp yaktı. Şu eski dosta bakın, dostuna neler etti?

Didi ey dil ki ğam-ı ışk diğer bâr çi kerd
Çun bişud dilber-u bâ yâr-ı vefakâr çi kerd

141‏

 

ديدی ای دل که غم عشق دگربار چه کرد

چون بشد دلبر و با يار وفادار چه کرد

 

آه از آن نرگس جادو که چه بازی انگيخت

آه از آن مست که با مردم هشيار چه کرد

 

اشک من رنگ شفق يافت ز بی‌مهری يار

طالع بی‌شفقت بين که در اين کار چه کرد

برقی از منزل ليلی بدرخشيد سحر

وه که با خرمن مجنون دل افگار چه کرد

 

ساقيا جام می‌ام ده که نگارنده غيب

نيست معلوم که در پرده اسرار چه کرد

 

آن که پرنقش زد اين دايره مينايی

کس ندانست که در گردش پرگار چه کرد

 

فکر عشق آتش غم در دل حافظ زد و سوخت

يار ديرينه ببينيد که با يار چه کرد

**

 

Seher çağında bülbül, sabah rüzgârına, gülün cemaline olan aşkımız bize neler etti, neler diye hikâyeye başladı:

Yüzünün renginden gönlüm kanlara bulandı, bu gül bahçesi yüzünden de dikenlere müptelâ oldum.

O nazlı sevgilinin himmetine kul olayım... yaptığı hayrı riyasız yaptı doğrusu.

Var olsun seher rüzgârı! Geceleri uyumayıp aşkla, dertle vakit geçirenlerin derdine deva buldu!

Gayrı yabancılardan, derdimi bilmeyenlerden feryat etmem. Çünkü bana ne yaptıysa o âşinâ sevgili yaptı.

Padişahtan ihsan ummam hatadan ibaret. Sevgiliden de vefa diledim ama o bana cefa etti!

Seher yeli, gülün nikabını açtı; sümbülün zülüflerini dağıttı, goncanın elbisesindeki düğmeleri çözdü!

Âşık bülbül, her yanda feryat ede dursun.. bu arada faydalanan seher yelinden başkası değil!

Bana, şehir ulularından vefa eden, ancak devlet ve dinin kemali Ebülvefa’dır.

Şarap satanların mahallesine müjde verin! Hâfız, riyakârane zahitlikten tövbe etti.

Sabâ bülbül hikâyet bâ sabâ kerd
Ki ışk-ı rüy-ı gul bâ mâ çihâ kerd

130‏

 

سحر بلبل حکايت با صبا کرد

که عشق روی گل با ما چه‌ها کرد

از آن رنگ رخم خون در دل افتاد

و از آن گلشن به خارم مبتلا کرد

 

غلام همت آن نازنينم

که کار خير بی روی و ريا کرد

من از بيگانگان ديگر ننالم

که با من هر چه کرد آن آشنا کرد

 

گر از سلطان طمع کردم خطا بود

ور از دلبر وفا جستم جفا کرد

 

خوشش باد آن نسيم صبحگاهی

که درد شب نشينان را دوا کرد

 

نقاب گل کشيد و زلف سنبل

گره بند قبای غنچه وا کرد

به هر سو بلبل عاشق در افغان

تنعم از ميان باد صبا کرد

 

بشارت بر به کوی می فروشان

که حافظ توبه از زهد ريا کرد

 

وفا از خواجگان شهر با من

کمال دولت و دين بوالوفا کرد

 

 

**

 

Devranın gamma, gussasına bir deva bulabilirsen belki gül renkli şarabın devriyle bir deva bulabilirsin.

Şarapsız, musikisiz durma. Felek kubbesinin altında ancak bu teraneyle gamdan kurtulabilirsin.

Seher yeli gibi hizmet edebilirsen murat gülün, nikabını açar, yüzünü gösterir.

Meyhane kapısının yoksulluğu, acayip bir iksirdir. Eğer bu iksiri elde edebilirsen, toprağı bile altın haline getirirsin.

Aşk konağına varmak için yola çık, adım at. Bu sefere çıkarsan çok kâr elde edersin.

* Sevgilinin yüzünde ne nikap var, ne de perde. Fakat görebilmek için yolun tozunu yatıştır.

Gel, huzur zevkinin çaresi de nazar erbabının feyziyledir, iğleri düzene koymak da.

Sen daha tabiat sarayından dışarı çıkmamışsın: Tarikat civarına nerden gidebileceksin?

Gönül, eğer hidayet nurundan agâh olursan mum gibi gülerek candan, baştan geçersin.

Fakat sen, sevgilinin dudağıyle şarap kadehini istedikçe başka bir iş becerebileceğini umma.

Hâfız, bu şahane nasihati duyarsan hakikatin anayoluna varabilirsin.

Devâ-yı ğussa-i devran eğer tevânikerd
Be devr-i bâde-i gulgun meğer tevânikerd

 

**

 

Yel gibi, dostun civarına gitmek için hareket edecek, nefesimi onun lâtif yâdıyle miskler gibi güzel kokulu bir hale getireceğim.

Bilgiden, dinden edindiğim bütün şerefleri, bütün yüzsularım o sevgilinin yoluna saçacağım.

Ömür şarapsız, sevgilisiz boş boşuna geçip duruyor. Bugünden sonra artık evvelki zamanımı kaza edeceğim ben.

Nerde seher yeli? Sevgilinin saçlarının kokusunu getirsin, gül gibi kanlara bulanmış olan bu canımı o güzel kokuya feda edeceğim.

Sabah vakti yanan mum gibi onun sevgisinden apaçık anladım ki ömrümü bu yanıp, yakılmayla, bu sevgiyle tüketeceğim ben.

Sevgili, kendimi gözünün yâdıyle harabedeceğim, eski ahdimin binasını sağlamştıracağım.

Hâfız, nifak ve riya gönüle safa vermez. Ben, kendime rintlik ve aşk yolunu seçeceğim.

Çu bâd azm-i ser-i kûy-ı yâr hâhemkerd
Nefes be yâd-ı hoşeş müşk-bâr hâhemkerd

135‏

 

چو باد عزم سر کوی يار خواهم کرد

نفس به بوی خوشش مشکبار خواهم کرد

به هرزه بی می و معشوق عمر می‌گذرد

بطالتم بس از امروز کار خواهم کرد

 

هر آبروی که اندوختم ز دانش و دين

نثار خاک ره آن نگار خواهم کرد

 

چو شمع صبحدمم شد ز مهر او روشن

که عمر در سر اين کار و بار خواهم کرد

 

به ياد چشم تو خود را خراب خواهم ساخت

بنای عهد قديم استوار خواهم کرد

 

صبا کجاست که اين جان خون گرفته چو گل

فدای نکهت گيسوی يار خواهم کرد

نفاق و زرق نبخشد صفای دل حافظ

طريق رندی و عشق اختيار خواهم کرد

**

 

O iki kat zülfe el atmaya imkân yok. Sevgili, senin ahdine de dayanılmaz, seher yelinin sözüne de!

Seni elde etmek için ne lâzımsa yapıyor, nasıl çalışmak lâzımsa çalışıyorum. Fakat şu var ki kaza ve kaderi değiştirmek mümkün değil.

Dostun eteği yüzlerce gönül kanıyla elde edildi. Düşmanın okuduğu afsunla terk etmeye imkân yok.

Yüzünü, gökteki aya benzetmek mümkün mü? Sevgili, o güzelim yüz, öyle her başsız, ayaksıza benzetilemez.

Benim yüce boylu yârim semaa girince can libası nedir ki yolunda yırtılmasın?

Aşkın müşkül işi bilgimizin havsalasından hariçtir. Bu nükte, şu hatalı fikirle halledilemez.

Ben ne diyeyim? Tabiatındaki nezaket öyle bir derecede ki yavaşı, yavaş dua etmek bile sana dokunuyor, ıstırap veriyor.

Sevgilinin yüzüne temiz bir gözle bakmak mümkün. Çünkü aynaya ancak tertemiz bir yüzle bakılır.

Cihanın sevgilisisin, herkes seni sevmekte, herkes benim rakibim... bu kıskançlık beni öldürüyor. Fakat gece gündüz Tanrı kullarıyla savaşmaya imkân yok ki.

Hâfız’ın, kaşından başka mihrabı yok. Mezhebinde senden başkasına ibadet mümkün değil!

Dest der halka i an zulf-i duta netvankerd
Tekye ber ahd-ı tu vu bâd-ı sabâ netvankerd

136‏

 

دست در حلقه آن زلف دوتا نتوان کرد

تکيه بر عهد تو و باد صبا نتوان کرد

 

آن چه سعی است من اندر طلبت بنمايم

اين قدر هست که تغيير قضا نتوان کرد

 

دامن دوست به صد خون دل افتاد به دست

به فسوسی که کند خصم رها نتوان کرد

عارضش را به مثل ماه فلک نتوان گفت

نسبت دوست به هر بی سر و پا نتوان کرد

سروبالای من آن گه که درآيد به سماع

چه محل جامه جان را که قبا نتوان کرد

 

نظر پاک تواند رخ جانان ديدن

که در آيينه نظر جز به صفا نتوان کرد

 

مشکل عشق نه در حوصله دانش ماست

حل اين نکته بدين فکر خطا نتوان کرد

 

غيرتم کشت که محبوب جهانی ليکن

روز و شب عربده با خلق خدا نتوان کرد

 

من چه گويم که تو را نازکی طبع لطيف

تا به حديست که آهسته دعا نتوان کرد

 

بجز ابروی تو محراب دل حافظ نيست

طاعت غير تو در مذهب ما نتوان کرد

 

**

 

Gel, felek Türkü, oruç hânı yağmasını yağmaladı, Bayram hilâli kadehin dönmesini emretti.

Ancak aşk meyhanesi toprağını ziyaret eden sevap kazandı, orucu da kabul edildi, haccı da!

Bizim asıl durağımız harabat bucağıdır. Tanrı bu bucağı mamur edene hayırlar versin.

O mihraba benzer kaşların büklümüne karşı, ancak ciğer kamıyla temizlenen kişi namaz kılabilir.

Lâl gibi şarabın değeri nedir? Akıl... Gel, kim bu ticarete giriştiyse o kazandı!

Feryat... bugün şehir şeyhinin kıya kıya bakan gözleri, şarap içenlere horlukla baktı.

* Sevgilinin yüzüne bak ve bunu cana minnet bil. Çünkü göz, her işini bilerek yapar.

 Aşk sözünü Hâfız’dan duy, vaizi dinleme. Vaizin söz söylemede sanatı çok ama aşkı bilmiyor.

Biyâ ki Turk-i felek hân-ı ruze ğâret kerd
Hilâl-i iyd bedevr-i kadeh işaret kerd

131‏

 

بيا که ترک فلک خوان روزه غارت کرد

هلال عيد به دور قدح اشارت کرد

 

ثواب روزه و حج قبول آن کس برد

که خاک ميکده عشق را زيارت کرد

 

مقام اصلی ما گوشه خرابات است

خداش خير دهاد آن که اين عمارت کرد

 

بهای باده چون لعل چيست جوهر عقل

بيا که سود کسی برد کاين تجارت کرد

نماز در خم آن ابروان محرابی

کسی کند که به خون جگر طهارت کرد

فغان که نرگس جماش شيخ شهر امروز

نظر به دردکشان از سر حقارت کرد

 

به روی يار نظر کن ز ديده منت دار

که کار ديده نظر از سر بصارت کرد

 

حديث عشق ز حافظ شنو نه از واعظ

اگر چه صنعت بسيار در عبارت کرد

**

 

Sofi, ağını kurdu, riya hokkasını açtı; hokkabaz felekle oyuna girişti.

Fakat felek, ona bir oyun oynar ve onun külahının içinde yumurtayı kırıp halka öyle bir rüsvay eder ki; revadır da. Çünkü o, sır ehliyle oyuna girişti. Onları aldatmaya kalkıştı.

Sâki, gel., sofilerin güzel dilberi, yine cilvelenmeye başladı, yine naza girişti.

Bu çalgıcı hangi diyardan acaba? Sazını Irak perdesinden düzüp çaldı; sonra Hicaz yoluna girdi!

Gönül, gel de o yenleri kısa, elleri uzun zahitlerin işlerinden Tanrı’ya sığınalım!

Riya yapma; aşk, muhabbet oyununu doğru oynamayanın yüzüne mana kapısını kapamıştır.

Yarın, hakikat meydana çıkınca mecazî amel edenler utanacaklar mutlaka.

Ey salına salına yürüyen keklik, nereye gidiyorsun? Dur! Zahidin kedisi de namaz kılar ama sakın aldanma;

Hâfız, rintleri kınama ki Tanrı, ta ezelden bizi zahitliğe de muhtaç etmedi, riyaya da!

Sofi nihâd dâm-u ser-i hokka baz kerd
Bunyad ı mekr bâ felek-i hokkabaz kerd

 

133‏

 

صوفی نهاد دام و سر حقه باز کرد

بنياد مکر با فلک حقه باز کرد

 

بازی چرخ بشکندش بيضه در کلاه

زيرا که عرض شعبده با اهل راز کرد

 

ساقی بيا که شاهد رعنای صوفيان

ديگر به جلوه آمد و آغاز ناز کرد

 

اين مطرب از کجاست که ساز عراق ساخت

و آهنگ بازگشت به راه حجاز کرد

 

ای دل بيا که ما به پناه خدا رويم

زان چه آستين کوته و دست دراز کرد

 

صنعت مکن که هر که محبت نه راست باخت

عشقش به روی دل در معنی فراز کرد

 

فردا که پيشگاه حقيقت شود پديد

شرمنده ره روی که عمل بر مجاز کرد

ای کبک خوش خرام کجا می‌روی بايست

غره مشو که گربه زاهد نماز کرد

 

حافظ مکن ملامت رندان که در ازل

ما را خدا ز زهد ريا بی‌نياز کرد

**

 

Sevgili, gönlümü aldı, yüzünü gizledi. Tanrı için olsun söyleyin, hiç kimse, kimseye bu oyunu oynayabilir mi?

Seher çağı yalnızlık, canıma kasdetmişti, hayali geldi de sonsuz lûtuflarda bulundu.

Lâle gibi nasıl gönlüm kanlarla dolmasın? Sevgilinin gözleri, bize iltifat bile etmedi.

Bu can yakan derdi kime söyleyeyim, kime şikâyet edeyim? Canıma kasdeden, benim doktorum!

Beni mum gibi öyle bir yakıp yandırdı ki sürahi bile halime ağladı, çenk bile feryada geldi.

Ey seher yeli, bir çaren varsa tam vakti... Lütfet, çünkü iştiyak derdi, canıma kıymak üzere.

Merhametli dostlar içinde sevgilimiz bize şöyle yaptı, böyle etti diye söylemeye imkân mı var?

O yay kaşlı sevgilinin ok gibi gözleri, Hâfız’a bir iş etti ki düşman bile fırsat bulsa böyle bir iş edemezdi!

Dil ez men burd-u rûy ez men nihan kerd
Hudârâ bâ ki in bâzi tevankerd

137‏

 

دل از من برد و روی از من نهان کرد

خدا را با که اين بازی توان کرد

شب تنهاييم در قصد جان بود

خيالش لطف‌های بی‌کران کرد

چرا چون لاله خونين دل نباشم

که با ما نرگس او سرگران کرد

که را گويم که با اين درد جان سوز

طبيبم قصد جان ناتوان کرد

 

بدان سان سوخت چون شمعم که بر من

صراحی گريه و بربط فغان کرد

صبا گر چاره داری وقت وقت است

که درد اشتياقم قصد جان کرد

 

ميان مهربانان کی توان گفت

که يار ما چنين گفت و چنان کرد

 

عدو با جان حافظ آن نکردی

که تير چشم آن ابروکمان کرد

 

 

 

**

 

 

Dostlar, üzüm kızı gizlenişten tövbe etti; muhtesibin yanına vardı, artık ona müsaade edildi.

Perde arkasından çıktı, meclise geldi, terini silin de meclistekiler, “Neye bu kadar gecikti, nerde kaldı?” demesinler.

** Örtünmeyi, gizlenmeyi kendisine âdet edinmiş olan şu sarhoş üzüm kızının vuslatına erişelim., tam zamanı.

* Gönül, müjde ver! Yine aşk çalgıcısı, sarhoşça sazın perdelerine dokundu, mahmurluğa çareler buldu.

Vuslat gülümün goncası, sevgiliden esip gelen rüzgârla açıldı; güzel sesli bülbül de okka gülünün açılması yüzünden neşelendi.

Üzüm şarabı, zahidin hırkasını öyle bir kirletti ki değil yedi kere suyla yıkamakla, hatta yüz kere ateşte yakmakla bile temizlenmez!

Hâfız, düşkünlüğü elden bırakma. Çünkü cüret sahibi olan kişi, ırzını da gurur yüzünden telef etti, malını da, dinini de!

Dostan duhter-i rez tövbe zi mesturi kerd
Şud suy ı muhtesib-u kâr bedestüri kerd

142‏

 

دوستان دختر رز توبه ز مستوری کرد

شد سوی محتسب و کار به دستوری کرد

آمد از پرده به مجلس عرقش پاک کنيد

تا نگويند حريفان که چرا دوری کرد

مژدگانی بده ای دل که دگر مطرب عشق

راه مستانه زد و چاره مخموری کرد

نه به هفت آب که رنگش به صد آتش نرود

آن چه با خرقه زاهد می انگوری کرد

غنچه گلبن وصلم ز نسيمش بشکفت

مرغ خوشخوان طرب از برگ گل سوری کرد

حافظ افتادگی از دست مده زان که حسود

عرض و مال و دل و دين در سر مغروری کرد

**

 

Zahitler, [Vaizler] mihrapta, minberde bu çeşit cilvelenip dururlar ama halvete girdiler mi o bildiğin başka işe koyulurlar.

Bir müşkülüm var; şunu meclisin âliminden bir soruver: Halka “Tövbe edin” diye emredip duranlar, neden tövbeye pek yanaşmazlar ?

Sanki kıyamet gününe inanmazlar da Tanrı işinde bu hilelerde, bu düzenlerde bulunurlar.

** Harabat Pîrine kul olayım., dervişleri hiç bir şeye niyaz etmezler ve bu yüzden hâzinenin başına bile toprak saçarlar!

• Yarabbi, bu sonradan görme zenginleri yoksul et de yine kendi eşeklerine kendileri seyis olsunlar! Çünkü ak köleyi seyis olarak kullandıklarından naz u edaya kalkışıyorlar!

Ey melek, aşk meyhanesinin kapısında dur da Tanrı’yı tespih et. Çünkü adamın hamurunu orada yoğururlar!

Onun sonu olmayan güzelliği, bunca âşık öldürdüğü halde gayp âleminden yine bir zümre baş gösterir!

Ey hankah yoksulu, sıçra, hankahtan çık.. muğların ibadet yurdunda insana öyle bir su verirler ki gönüller zenginleşir.

Seher çağı Arştan bir coşkunluktur koptu. Akıl dedi ki: Galiba melekler Hâfız’ın şiirini ezberliyorlar.

Zâhidan kin cilve der mihrâb-u minber mîkunend
Çun be halvet mirevend an kâr-ı diğer mîkunend

199‏

 

واعظان کاين جلوه در محراب و منبر می‌کنند

چون به خلوت می‌روند آن کار ديگر می‌کنند

مشکلی دارم ز دانشمند مجلس بازپرس

توبه فرمايان چرا خود توبه کمتر می‌کنند

گوييا باور نمی‌دارند روز داوری

کاين همه قلب و دغل در کار داور می‌کنند

يا رب اين نودولتان را با خر خودشان نشان

کاين همه ناز از غلام ترک و استر می‌کنند

ای گدای خانقه برجه که در دير مغان

می‌دهند آبی که دل‌ها را توانگر می‌کنند

حسن بی‌پايان او چندان که عاشق می‌کشد

زمره ديگر به عشق از غيب سر بر می‌کنند

بر در ميخانه عشق ای ملک تسبيح گوی

کاندر آن جا طينت آدم مخمر می‌کنند

صبحدم از عرش می‌آمد خروشی عقل گفت

قدسيان گويی که شعر حافظ از بر می‌کنند

**

Bilir misin, çenk ve ud ne anlatmakta? Şarabı gizli için, çünkü apaçık içene gâvur diyorlar.

Aşk remzini söyleyin, duymayın derler ama anlattıkları hikâye, ne müşkül bir hikâye!

Aşkın namusunu berbat etmekteler, âşıkların da şerefini gideriyorlar. Gençleri ayıplıyorlar, ihtiyarı kınıyorlar!

• Kimyagerler, hâlâ olmayacak hayale kapılmakta, iksir elde etmeye çalışmaktalar... halbuki şimdiye kadar kara kalpten başka bir şey elde edemediler gitti!

Biz, kapı ardında yüz türlü şeylerle aldanıp duruyoruz ama kim bilir perdenin ardında ne tedbirde bulunuyorlar?

Yine Pîr-i Mugânın huzurunu bozmaktalar. Bak şu sâliklere, Pîre neler ediyorlar?

Yüzlerce yüzsuyunu yarım bir bakışla almaya imkân var. Fakat güzeller, bu alış verişte ihmal gösteriyorlar.

Bir bölük halk, sevgilinin vuslatına, çalışıp çabalayarak erişmek ümidinde., bir bölük halk da işi takdire havale etmekte.

*          Sözün hulâsası şu: Zamanın bakasına aldanma. Bu iş yurdu, öyle bir yerdir ki halden hale girer, değişir durur.

** Evden putu çıkar da sevgilinin konağı olsun. Halbuki evlerini, sevgiliye yurdetmek hevesine düşenler, gönülleriyle canlarını başkasının yurdu yapıyorlar, sevgilinin gelmesine imkân mı var?

Şarap içmeye bak. İyi bakarsan şeyh de riyakâr, Hâfız da, müftü de, muhtesip de!

Dâni ki çeng-u ‘ud çi takrir mikunend
Pinhan horid bade ki tekfir mikunend

200‏

 

دانی که چنگ و عود چه تقرير می‌کنند

پنهان خوريد باده که تعزير می‌کنند

ناموس عشق و رونق عشاق می‌برند

عيب جوان و سرزنش پير می‌کنند

جز قلب تيره هيچ نشد حاصل و هنوز

باطل در اين خيال که اکسير می‌کنند

گويند رمز عشق مگوييد و مشنويد

مشکل حکايتيست که تقرير می‌کنند

ما از برون در شده مغرور صد فريب

تا خود درون پرده چه تدبير می‌کنند

تشويش وقت پير مغان می‌دهند باز

اين سالکان نگر که چه با پير می‌کنند

صد ملک دل به نيم نظر می‌توان خريد

خوبان در اين معامله تقصير می‌کنند

قومی به جد و جهد نهادند وصل دوست

قومی دگر حواله به تقدير می‌کنند

فی الجمله اعتماد مکن بر ثبات دهر

کاين کارخانه‌ايست که تغيير می‌کنند

می خور که شيخ و حافظ و مفتی و محتسب

چون نيک بنگری همه تزوير می‌کنند

**

 

Şarap satan, rintlerin hacetini reva ederse Tanrı günahları bağışlar, belâları giderir.

Sâki, şarabı adalet kadehiyle sun da yoksul gayrete gelmesin., yoksa cihanı belâlara boğar.

Eğer sâlik, emanete hiyanet etmez, ahdinde vefakâr olursa mutlak« bu belâlardan aman müjdesi gelir.

Ey hakim, ister sıkıntı gelsin, ister rahat ve huzur., bunları başkasından bilme. Ne gelirse Tanrı’dan gelir.

Akla, bilgiye yol olmayan bir iş yurdunda neden zayıf reye istinat ederler, niçin olmayacak abes tedbirde bulunmaya kalkışırlar?

Çalgıcı, bu nağmeyi çal:        Kimse ecelsiz ölmez. Bu nağmeyi çalmayan hata etmektedir.

* Bizi aşk derdiyle sarhoşluk sersemliğinin belâsı öldürdü. Ya sevgilinin vuslatı derman edebilir, ya sâf şarap.

Can, şarap sevdasıyla geçip gitti, Hâfız da aşktan öldü. Nerde bir İsa nefesli ki bizi diriltsin ?

Ger mey-furüş hâcet-i rindan reva kuned
lzed guneh bibahşed-u refc-i belâ kuned

186‏

 

گر می فروش حاجت رندان روا کند

ايزد گنه ببخشد و دفع بلا کند

 

ساقی به جام عدل بده باده تا گدا

غيرت نياورد که جهان پربلا کند

 

حقا کز اين غمان برسد مژده امان

گر سالکی به عهد امانت وفا کند

 

گر رنج پيش آيد و گر راحت ای حکيم

نسبت مکن به غير که اين‌ها خدا کند

 

در کارخانه‌ای که ره عقل و فضل نيست

فهم ضعيف رای فضولی چرا کند

مطرب بساز پرده که کس بی اجل نمرد

وان کو نه اين ترانه سرايد خطا کند

 

ما را که درد عشق و بلای خمار کشت

يا وصل دوست يا می صافی دوا کند

جان رفت در سر می و حافظ به عشق سوخت

عيسی دمی کجاست که احيای ما کند

**

 

Acaba herkesin nakdini ayara vuracakları gün gelecek mi? O gün bir gelse de sofilerin her birini bir kötü işte yakalasalar!

Bence, dostların bütün işleri bırakıp bir sevgilinin zülfüne yapışmaları münasip.

Erler, sâkinin zülfüne ne güzel sarıldılar. Fakat felek onları bir kararda tutsa.

Güzellere takva kolunun kuvvetini söyleme. Bu alay, öyle bir alaydır ki bir kaleyi tek bir süvariyle zapteder.

Yarabbi, bu Türk güzelleri ne yiğit, ne kan dökücü erler.. Kirpik okuyla her an birisini avlamaktalar!

Senin şiirinle ve ney sesiyle raksetmek ne hoş. Hele elde bir sevgilinin eli de olursa.

Hâfız, zamane oğlanları, yoksulların gamma aldırış etmiyorlar. Bunlarla düşüp kalkmadansa mümkünse aralarından çıkıp bir bucağa çekilmek daha yeğ!

Nakdhârâ buved âyâ ki 'ayâri girend
Tâ heme savma'adâran pey-i kâri girend

185‏

 

نقدها را بود آيا که عياری گيرند

تا همه صومعه داران پی کاری گيرند

مصلحت ديد من آن است که ياران همه کار

بگذارند و خم طره ياری گيرند

خوش گرفتند حريفان سر زلف ساقی

گر فلکشان بگذارد که قراری گيرند

قوت بازوی پرهيز به خوبان مفروش

که در اين خيل حصاری به سواری گيرند

يا رب اين بچه ترکان چه دليرند به خون

که به تير مژه هر لحظه شکاری گيرند

رقص بر شعر تر و ناله نی خوش باشد

خاصه رقصی که در آن دست نگاری گيرند

حافظ ابنای زمان را غم مسکينان نيست

زين ميان گر بتوان به که کناری گيرند

**

 

Güzeller, bu çeşit cilvelenip dururlarsa zahitlerin imanlarına zarar verirler.

O nergis, nerde açılırsa gül yüzlü güzeller, ona gözlerinde yer verirler.

Sevgilimiz semaa girdi mi melekler, Arş üstünden el çırparlar.

Ey selvi boylu genç, boyun, çevgân gibi bükülmeden bir top kapmaya bak!

** Sabah çağı, aynanı parlatırsa devlet güneşin doğar, yüz gösterir.

Âşıklar, başlarına buyruk değillerdir. Sen ne buyurursan onu yaparlar.

Göz bebeğim kanlara bulandı. Bu zulmü, nerde ederler?

Tufana ait rivayet edilegelen bu hikâyeler, gözüme bir katradan bile değersiz görünmede!

** Bayrama benzeyen cemalin nerde ki âşıklar, sana vefa göstererek canlarım kurban etsinler!

Gönül, dertten az ağla, az inle. Sır ehli olanlar, hicran potasında bile hoş bir zevk, hoş bir safa bulurlar.

Hâfız, gece yarısı ah etmeden vazgeçme de gönül aynanı sabah gibi parlatsınlar.

Şâhedan ger dilberi zinsan kunend
Zâhidanrâ rahne der iman kunend

197‏

 

شاهدان گر دلبری زين سان کنند

زاهدان را رخنه در ايمان کنند

 

هر کجا آن شاخ نرگس بشکفد

گلرخانش ديده نرگسدان کنند

 

ای جوان سروقد گويی ببر

پيش از آن کز قامتت چوگان کنند

 

عاشقان را بر سر خود حکم نيست

هر چه فرمان تو باشد آن کنند

 

پيش چشمم کمتر است از قطره‌ای

اين حکايت‌ها که از طوفان کنند

 

يار ما چون گيرد آغاز سماع

قدسيان بر عرش دست افشان کنند

 

مردم چشمم به خون آغشته شد

در کجا اين ظلم بر انسان کنند

 

خوش برآ با غصه‌ای دل کاهل راز

عيش خوش در بوته هجران کنند

 

سر مکش حافظ ز آه نيم شب

تا چو صبحت آينه رخشان کنند

**

 

Gönüle mahrem olan, sevgilinin haremine girip yerleşti. Bu işi başaramayan inkâra düştü, bu hali tasdik etmedi.

Gönlüm, perdeyi aştıysa ayıplama. Tanrı'ya şükürler olsun, zan perdesinde kalmadı ya.

Sofiler, hep sarhoş oldular, geçip gittiler; bu halleri de unutuldu, gitti! Her pazar başında söylenip duran yalnız bizim maceramız!

O billûr elden aldığımız lâl renkli şarabın her katrası tahassür göz yaşı oldu da inciler saçan gözde kaldı.

Gönlümden başka aşka düşüp ezelden ebede kadar âşık olan hiç kimseyi duymadım.

Bu dönen kubbede aşk sözünün sesinden daha hoş bir yadigâr kaldığını görmedim.

Nergis, gözüne özendi, fakat şiveni elde edemedi ki. Sadece hasta ve mahmur bir hale düşüp kaldı, işte o kadar!

*          Bir hırkam vardı, yüzlerce ayıbımı örterdi.. hırka, şaraba ve çalgıya rehin oldu, elimde kalan yalnız bir zünnar!

*          Çin sureti, senin güzelliğine öyle hayran oldu ki macerası her yerde kapılarda, duvarlarda kaldı; hâlâ söylenir, seyredilir!

Hâfız’ın gönlü, bir gün olur tekrar gelirim diye zülfünün seyrangâhına gitti ama orada tutuldu kaldı, geri gelmedi gitti!

Her ki şud mahrem-i dil der harem-i yâr bimand
Van ki in kâr nedânıst der inkâr bimand

178‏

 

هر که شد محرم دل در حرم يار بماند

وان که اين کار ندانست در انکار بماند

 

اگر از پرده برون شد دل من عيب مکن

شکر ايزد که نه در پرده پندار بماند

 

صوفيان واستدند از گرو می همه رخت

دلق ما بود که در خانه خمار بماند

 

محتسب شيخ شد و فسق خود از ياد ببرد

قصه ماست که در هر سر بازار بماند

 

هر می لعل کز آن دست بلورين ستديم

آب حسرت شد و در چشم گهربار بماند

 

جز دل من کز ازل تا به ابد عاشق رفت

جاودان کس نشنيديم که در کار بماند

 

گشت بيمار که چون چشم تو گردد نرگس

شيوه تو نشدش حاصل و بيمار بماند

 

از صدای سخن عشق نديدم خوشتر

يادگاری که در اين گنبد دوار بماند

داشتم دلقی و صد عيب مرا می‌پوشيد

خرقه رهن می و مطرب شد و زنار بماند

 

بر جمال تو چنان صورت چين حيران شد

که حديثش همه جا در در و ديوار بماند

 

به تماشاگه زلفش دل حافظ روزی

شد که بازآيد و جاويد گرفتار بماند

**

 

Müjde geldi: Gam günleri sürüp gitmeyecekmiş. Safa zamanı bakı olmadığı gibi gam günleri de baki değilmiş.

Ben, gerçi sevgilinin nazarında bir avuç toprak kadar hor hakir oldum ama rakip de böyle hürmetli kalmaz elbette.

Perdeci, herkesi kılıçtan geçirdikçe hiç kimse, dostun hariminde oturup kalamaz.

Mademki varlık sayfasına yazılan yazı kalmaz, bozulup gider... şu halde iyi ve kötü nakış ne şükre değer, ne şikâyete!

* Rivayet ettiler, Cemşit meclisinin nağmesi buymuş: Mademki Cemşit de baki değil, getir şarap kadehini!

Ey mum, pervanenin vuslatını ganimet bil ki bu alışveriş, sabah çağına kadar sürüp gitmez!

Zengin kişi, yoksulunun gönlünü ele al. Çünkü altın mahzeniyle gümüş hâzinesi ebedî kalmaz.

Bu zebercet kemere altınla yazdılar: Kerem ehlinin iyiliğinden başka her şey fâni!

Hâfız, sevgilinin merhametinden ümit kesme.. cefa nakşiyle sitem nişanesi ebedî değil ya!

Resid müjde ki eyyâm-ı ğam nehâhedmand
Çunan nemand-u çunin niz hem nehâhedmand

179‏

 

رسيد مژده که ايام غم نخواهد ماند

چنان نماند چنين نيز هم نخواهد ماند

 

من ار چه در نظر يار خاکسار شدم

رقيب نيز چنين محترم نخواهد ماند

 

چو پرده دار به شمشير می‌زند همه را

کسی مقيم حريم حرم نخواهد ماند

چه جای شکر و شکايت ز نقش نيک و بد است

چو بر صحيفه هستی رقم نخواهد ماند

سرود مجلس جمشيد گفته‌اند اين بود

که جام باده بياور که جم نخواهد ماند

 

غنيمتی شمر ای شمع وصل پروانه

که اين معامله تا صبحدم نخواهد ماند

 

توانگرا دل درويش خود به دست آور

که مخزن زر و گنج درم نخواهد ماند

 

بدين رواق زبرجد نوشته‌اند به زر

که جز نکويی اهل کرم نخواهد ماند

ز مهربانی جانان طمع مبر حافظ

که نقش جور و نشان ستم نخواهد ماند

**

 

Bizim güzellere bakışımıza bihaberler hayret ediyorlar. Ben, göründüğüm gibiyim, artık ötesini onlar bilirler!

Akıllılar, varlık pergelinin noktasıdırlar ama aşk bilir ki onların da bu dairede başlan dönmüştür.

Taun, ahdimizi ağızları tatlı güzellere bağladı. Biz, umumiyetle kuluz, onlar sahiplerimiz !

Yüzünün cilvegâhı, yalnız benim gözüm değil. Ayla güneş de bu aynaya bakıyor.

Aşktan dem vurmak ve sevgiliden şikâyet etmek... ne olmayacak lâf! Bu çeşit yalancı âşıklar, aynlığa lâyıktırlar,

Muğpeçeler, düşüncemizi duyar, anlarlarsa bundan böyle yün hırkamızı rehin almazlar.

* Kör yarasa, gece vakti güneşin vuslatına eremez. Ona bakmaya muktedir olanlar bile bu aynaya hayran olmuşlardır.

Siyah gözlerin öğretirse öğretir; yoksa herkes gizlenmeye ve sarhoşluğa muktedir değildir.

Rüzgâr, kokunu, ruhların geçtiği, eğlendiği yere götürürse akılla can, varlık gevherini kudumuna saçar.

Zahit, Hâfız’ın rintliğini anlamazsa ne var ? Şeytan, Kur’an okuyanlardan kaçar elbette.

Der nazar-bâzi-i mâ bihaberan hayrânend
Men çûninem ki nemûdem diğer işân dânend

193‏

 

در نظربازی ما بی‌خبران حيرانند

من چنينم که نمودم دگر ايشان دانند

 

عاقلان نقطه پرگار وجودند ولی

عشق داند که در اين دايره سرگردانند

 

جلوه گاه رخ او ديده من تنها نيست

ماه و خورشيد همين آينه می‌گردانند

عهد ما با لب شيرين دهنان بست خدا

ما همه بنده و اين قوم خداوندانند

 

مفلسانيم و هوای می و مطرب داريم

آه اگر خرقه پشمين به گرو نستانند

 

وصل خورشيد به شبپره اعمی نرسد

که در آن آينه صاحب نظران حيرانند

 

لاف عشق و گله از يار زهی لاف دروغ

عشقبازان چنين مستحق هجرانند

 

مگرم چشم سياه تو بياموزد کار

ور نه مستوری و مستی همه کس نتوانند

گر به نزهتگه ارواح برد بوی تو باد

عقل و جان گوهر هستی به نثار افشانند

زاهد ار رندی حافظ نکند فهم چه شد

ديو بگريزد از آن قوم که قرآن خوانند

 

گر شوند آگه از انديشه ما مغبچگان

بعد از اين خرقه صوفی به گرو نستانند

**

 

Senin sarhoş nergislerine padişahlar kuldur, köledir. Lâl dudaklarının sarhoşları, akıllılardır.

Senin sırrını, sabah yeli yaydı, benim aşkımı gözyaşı. Yoksa âşık da sır saklar, mâşuk da.

Buradan geçerken iki kat zülfünün altından bak da gör. Sağda, solda ne gamlılar, ne matemliler var.

Seher yeli gibi menekşeliğe bir uğra da bak. Zülfünün zulmünden nice kararsız yaslılar var.

Ey Tanrı’yı tanıyan, cennet bizim nasibimizdir; yürü, işine bak. Asıl kereme müstahak olanlar, günahkârlardır.

 * O gül yanağa gazel okuyan yalnız ben değilim. Senin her yanda binlerce bülbüllerin var!

Meyhaneye git de çehreni kızıl bir hale getir. Zahitlerin ibadet yerine gitme, oradakilerin hepsi mürai, hepsi suçlu, hepsi kara yüzlü!

Ey kademi kutlu Hızır, elimi tut. Yoldaşların hepsi atlı, sade ben yaya yürüyorum.

Hâfız, o parlak zülüften halâs olmasın. Senin kemendine bağlananlar, her şeyden kurtulmuşlardır.

Gulâm-ı nerkis-i mest-i tu tâcdâranend
Harab-ı bade-i la'l-ı tu hüşyaranend

195‏

 

غلام نرگس مست تو تاجدارانند

خراب باده لعل تو هوشيارانند

 

تو را صبا و مرا آب ديده شد غماز

و گر نه عاشق و معشوق رازدارانند

 

ز زير زلف دوتا چون گذر کنی بنگر

که از يمين و يسارت چه سوگوارانند

 

گذار کن چو صبا بر بنفشه زار و ببين

که از تطاول زلفت چه بی‌قرارانند

نصيب ماست بهشت ای خداشناس برو

که مستحق کرامت گناهکارانند

 

نه من بر آن گل عارض غزل سرايم و بس

که عندليب تو از هر طرف هزارانند

 

تو دستگير شو ای خضر پی خجسته که من

پياده می‌روم و همرهان سوارانند

بيا به ميکده و چهره ارغوانی کن

مرو به صومعه کان جا سياه کارانند

 

خلاص حافظ از آن زلف تابدار مباد

که بستگان کمند تو رستگارانند

**

 

Yüzünü parlatan, kendisine çekidüzen veren herkes, dilberlik nedir bilmez., her ayna yapan İskenderlikten anlamaz.

Külahını yana yıkıp sert oturan herkesin padişahlıktan, ululuktan haberi yoktur.

Yoksullar gibi karşılık umarak kulluk etme. Sevgili, esasen kula bakmayı, kulu görüp gözetmeyi bilir.

Vefa ve ahde sebatı öğrenirsen iyi olur. Yoksa Gevretmeyi herkes bilir.

Divane gönlümü, aldırdım gitti., bilmedim ki insan oğlu da peri şivesini bilirmiş!

O takvayı yakan rindin himmetine köleyim ki yoksul görünür de kimya ilmini bilir.

Burada kıldan ince binlerce nükte var: Her başını traş eden kalenderliği bilmez ki!

*          Benin bir mücevherdir bence; ben de kuyumcuyum. Misli bulunmayan mücevherin kadrini kuyumcu bilir.

*          Yüz bin güzelliğiyle güzeller padişahı olan dilber, insaf ve adaleti de bilse dünyaya hükmeder.

Hâfız’ın güzel şiirinden şiire kabiliyeti olan ve Farsça söz söylemeye muktedir bulunan anlar.

Ne her ki çihre berefruht dilberi dâned
Ne her ki âyine sâzed Sikenderi daned

177‏

 

نه هر که چهره برافروخت دلبری داند

نه هر که آينه سازد سکندری داند

نه هر که طرف کله کج نهاد و تند نشست

کلاه داری و آيين سروری داند

تو بندگی چو گدايان به شرط مزد مکن

که دوست خود روش بنده پروری داند

غلام همت آن رند عافيت سوزم

که در گداصفتی کيمياگری داند

وفا و عهد نکو باشد ار بياموزی

وگرنه هر که تو بينی ستمگری داند

بباختم دل ديوانه و ندانستم

که آدمی بچه‌ای شيوه پری داند

هزار نکته باريکتر ز مو اين جاست

نه هر که سر بتراشد قلندری داند

مدار نقطه بينش ز خال توست مرا

که قدر گوهر يک دانه جوهری داند

به قد و چهره هر آن کس که شاه خوبان شد

جهان بگيرد اگر دادگستری داند

ز شعر دلکش حافظ کسی بود آگاه

که لطف طبع و سخن گفتن دری داند

**

 

Yasemin kokulu güzeller, insana hemdem olurlarsa gam tozunu yatıştırır, insanı neşelendirirler. Peri yüzlüler, inada başlarlarsa gönülleri kararsız bir hale getirirler.

Cefa terkisini bağladılar mı gönülleri de bağlarlar., amber gibi saçlarını çözdüler mi canlan da saçarlar.

Gözümden akan lâl gibi kızıl kanları gördüler mi gülerler. Yüzümden de gizli sırlarımı okur, anlarlar.

Ömrümüzde bir an bizimle otursalar bile eğleşmezler, hemen kalkarlar. Kalktılar mı da gönlümüze iştiyak fidanını dikerler.

Halvetteki âşıkların göz yaşlarını anladılar mı bu hale bir tedbir bulurlar., Seher çağında uyanık âşıkların sevgilerini bildiler mi onlardan sevgi yüzünü çevirmezler.

Âşıkın derdine deva etmeyi kolay sanan var mı, nerde öyle birisi? Derman için tedbirlerde bulunanlar bile nihayet âciz kalırlar.

Mansur gibi dara çekilenleri yüceltirler. Hâfız’ı da bu dergâha davet ettiler mi ederler.

* İştiyak çekenler bu tapıya niyaz edince sevgililer naz ederler. Bu derde düşüp de derman kaydında olanlar, acze düşerler.

Semen-bünyan ğubâr-ı ğam çu binşinend binşânend Peri-rünyan karar ez dil çu bistizend bistânend

194‏

 

سمن بويان غبار غم چو بنشينند بنشانند

پری رويان قرار از دل چو بستيزند بستانند

به فتراک جفا دل‌ها چو بربندند بربندند

ز زلف عنبرين جان‌ها چو بگشايند بفشانند

 

به عمری يک نفس با ما چو بنشينند برخيزند

نهال شوق در خاطر چو برخيزند بنشانند

 

سرشک گوشه گيران را چو دريابند در يابند

رخ مهر از سحرخيزان نگردانند اگر دانند

 

ز چشمم لعل رمانی چو می‌خندند می‌بارند

ز رويم راز پنهانی چو می‌بينند می‌خوانند

دوای درد عاشق را کسی کو سهل پندارد

ز فکر آنان که در تدبير درمانند در مانند

 

چو منصور از مراد آنان که بردارند بر دارند

بدين درگاه حافظ را چو می‌خوانند می‌رانند

در اين حضرت چو مشتاقان نياز آرند ناز آرند

که با اين درد اگر دربند درمانند درمانند

 

**

 

 122.

 

Nazarlarıyle toprağı altın haline getirenler, acaba bir göz ucuyle bize de bakmazlar mi ki?

Derdimi, sahte doktorlara söylemektense gizlemem daha iyi. Belki gayp hâzinesinden tedavi ederler.

Sevgili, yüzünden nikabı kaldırmamakta, yüzünü kimseye göstermemekte., böyle olduğu halde neden herkes, kendi düşüncesine göre onu anlatıp durmada?

İyi akıbete nail olmak, ne rintlikledir, ne zahitlikle, işi Tanrı inayetine bırakmak daha iyi!

Marifet sahibi ol. Çünkü nazar ehli olanlar aşk pazarında ancak bildiklerle, marifet sahipleriyle alışverişte bulunurlar.

Şarap içmene bak! Ağyardan gizli yüzlerce günah, riya ile edilen ibadetten yeğdir.

Yusuf’un kokusunu duyduğum gömleği, korkuyorum, kıskanç kardeşleri yırtacak!

Şimdi perde örtülü... her çeşit olup gidiyor. Fakat perde kalkınca bilmem ne özür bulurlar, ne yaparlar, ne ederler?

Bu söze taş bile ağlasa şaşılmaz. Gönül sahipleri, gönül hikâyesini çok hoş bir eda ile anlatırlar.

*          Meyhaneye uğra da oradakiler, vakitlerini sana dua etmeye sarf etsinler.

*          Beni çağıracaksan hasetçilere duyurmadan çağır. Çünkü hakiki ihsan sahipleri, pek çok gizli hayırlarda bulunurlar ve bunu ancak Tanrı için yaparlar!

Hâfız, vuslatın sürüp gitmesi müyesser olmuyor. Padişahlar, yoksulların haline pek az aldırış ediyorlar!

Anan ki hâk râ be nazar kimya kunend
Aya buved ki güşe-i çeşmi bemâ kuneud

196‏

 

آنان که خاک را به نظر کيميا کنند

آيا بود که گوشه چشمی به ما کنند

 

دردم نهفته به ز طبيبان مدعی

باشد که از خزانه غيبم دوا کنند

 

معشوق چون نقاب ز رخ در نمی‌کشد

هر کس حکايتی به تصور چرا کنند

چون حسن عاقبت نه به رندی و زاهديست

آن به که کار خود به عنايت رها کنند

 

بی معرفت مباش که در من يزيد عشق

اهل نظر معامله با آشنا کنند

 

حالی درون پرده بسی فتنه می‌رود

تا آن زمان که پرده برافتد چه‌ها کنند

 

گر سنگ از اين حديث بنالد عجب مدار

صاحب دلان حکايت دل خوش ادا کنند

 

می خور که صد گناه ز اغيار در حجاب

بهتر ز طاعتی که به روی و ريا کنند

پيراهنی که آيد از او بوی يوسفم

ترسم برادران غيورش قبا کنند

 

بگذر به کوی ميکده تا زمره حضور

اوقات خود ز بهر تو صرف دعا کنند

 

پنهان ز حاسدان به خودم خوان که منعمان

خير نهان برای رضای خدا کنند

حافظ دوام وصل ميسر نمی‌شود

شاهان کم التفات به حال گدا کنند

**

 

Dün gece seher çağı, beni gamdan kurtardılar. O, gece karanlığında bana abıhayat sundular.

Zat ziyasının parıltısıyle kendimden geçtim, bana Sıfât tecellisinden şarap verdiler.

Ne mübarek seherdi o seher... ne kutlu bir geceydi o Kadir gecesi. O gece bana bu yepyeni beratı ihsan ettiler.

Bundan böyle yüzümü sevgilinin güzelliği aynasından ayırmam. Çünkü bana sevgilinin Zat cilvesi, o aynada göründü.

Muradım olduysa, gönlüm neşelendiyse şaşılacak ne var? Ben zaten bunlara müstahaktım; bunları bana zekât olarak verdiler.

O cevre, cefaya sabır ve sebat etme kabiliyetini verdikleri gün hatif, bana bu devletin de müjdesini vermişti,

* Sözlerimden damlayan bütün bu ballar, şekerler yok mu? Sabrıma karşılık olarak verdikleri kamış kalemindendir hep.

Zamanenin gam bağlarından beni kurtardılar ya., bu kurtuluş, Hâfız’ın himmetiyle ve seher çağlarında uyanık bulunanların nefeslerinin feyziyledir.

Düş vakt-i seher ez ğussa necâtem dâdend
Vanderan zulmet-i şeb Âb-ı Hayâtem dâdend

183‏

 

دوش وقت سحر از غصه نجاتم دادند

واندر آن ظلمت شب آب حياتم دادند

 

بيخود از شعشعه پرتو ذاتم کردند

باده از جام تجلی صفاتم دادند

چه مبارک سحری بود و چه فرخنده شبی

آن شب قدر که اين تازه براتم دادند

 

بعد از اين روی من و آينه وصف جمال

که در آن جا خبر از جلوه ذاتم دادند

 

من اگر کامروا گشتم و خوشدل چه عجب

مستحق بودم و اين‌ها به زکاتم دادند

 

هاتف آن روز به من مژده اين دولت داد

که بدان جور و جفا صبر و ثباتم دادند

 

اين همه شهد و شکر کز سخنم می‌ريزد

اجر صبريست کز آن شاخ نباتم دادند

 

همت حافظ و انفاس سحرخيزان بود

که ز بند غم ايام نجاتم دادند

 

 

**

 

 

Gönül, acaba meyhane kapılarını yine açarlar, bizim bağlı işlerimizdeki düğümü yine çözerler mi ki?

Kendini beğenmiş zahidin hatırı için kapadılar, fakat gönlünü sağlam tut. Elbette Allah için açarlar.

Sabah şarabı içen rintlerin gönüllerindeki saflık yüzünden dua anahtarıyla nice kapalı kapılar açılır.

Üzüm kızının baş sağlığı mektubunu yazın da bütün sarhoşlar, kirpiklerinden kanlar saçsınlar!

Sâf şarap öldü, çengin saçlarını kesin de bütün muğpeçeler, iki kat zülüflerini açsınlar, feryad u figana koyulsunlar!

Meyhane kapısını bağladılar, riya evini açacaklar. Hoş görme bunu Yarabbi!

Hâfız, şu yün hırkam yok mu... yarın görürsün, altından ne kötü bir zünnar çıkaracaklar!

Bâşed ey dil ki der-i meykedehâ biguşâyend
Kirih ez kâr-ı furü-beste-i mâ biguşâyend

202‏

 

بود آيا که در ميکده‌ها بگشايند

گره از کار فروبسته ما بگشايند

 

اگر از بهر دل زاهد خودبين بستند

دل قوی دار که از بهر خدا بگشايند

به صفای دل رندان صبوحی زدگان

بس در بسته به مفتاح دعا بگشايند

 

نامه تعزيت دختر رز بنويسيد

تا همه مغبچگان زلف دوتا بگشايند

 

گيسوی چنگ ببريد به مرگ می ناب

تا حريفان همه خون از مژه‌ها بگشايند

 

در ميخانه ببستند خدايا مپسند

که در خانه تزوير و ريا بگشايند

 

حافظ اين خرقه که داری تو ببينی فردا

که چه زنار ز زيرش به دغا بگشايند

 **

 

 

Halis ve berrak şarapla güzel sâki, yolun öyle iki tuzağı ki cihandaki akıllı, fikirli adamların hiç birisi, bunların kemendinden kurtulamaz.

Ben gerçi âşıkım, rindim, sarhoşum, günahkârım... fakat binlerce şükrolsun, Allah için şehirdeki dostlar günahsız ya!

Meyhaneye edebe riayet etmeden ayak basma. Çünkü meyhane kapısının sâlikleri, padişah mahremleridir.

Cefa etmek, dervişlik ve sâliklik işi değil. Şarap sun, bu yolcular, yol ehli değiller!

Aşk yoksullarını hor görme. Bu kavim, kemersiz padişah, taçsız husrevlerdir!

Aklını başına al. İstiğna rüzgârı esti mi binlerce ibadet harmanını yarım arpaya bile almazlar!

* Kullar kaçarlar, köleler başından çekilirlerse güzellik saltanatı sınar, bozulur.

* Tortulu şarap içen ve bir renkte olan erlerin himmetine kulum... yeşil giyinen, fakat kalbleri kara olan taifenin değil!

Aşk eşiği yücedir. Hâfız bir himmet et. Aşıklar himmetsiz kişileri huzurlarına kabul etmezler.

Şerâb-ı bî ğaş-u sâkî-i hoş du dâm-ı rehend
Ki ziyrekan-ı cihan ez kemend-i şan nerehend

201‏

 

شراب بی‌غش و ساقی خوش دو دام رهند

که زيرکان جهان از کمندشان نرهند

 

من ار چه عاشقم و رند و مست و نامه سياه

هزار شکر که ياران شهر بی‌گنهند

جفا نه پيشه درويشيست و راهروی

بيار باده که اين سالکان نه مرد رهند

 

مبين حقير گدايان عشق را کاين قوم

شهان بی کمر و خسروان بی کلهند

به هوش باش که هنگام باد استغنا

هزار خرمن طاعت به نيم جو ننهند

 

مکن که کوکبه دلبری شکسته شود

چو بندگان بگريزند و چاکران بجهند

 

غلام همت دردی کشان يک رنگم

نه آن گروه که ازرق لباس و دل سيهند

 

قدم منه به خرابات جز به شرط ادب

که سالکان درش محرمان پادشهند

 

جناب عشق بلند است همتی حافظ

که عاشقان ره بی‌همتان به خود ندهند

 

**

 

Bilmem ki uğradığımız sarhoşluk, ne çeşit sarhoşluktu, sâki kimdi, bu şarabı nereden getirdi?

Sen de şarabı al, sahra yolunu tut; bülbül ne güzel çilemekte, şakımakta,

** Bu makam bilen çalgıcı, hangi perdeden çalmakta, hangi makamdan söylemekte? Âşinâ bir söz söyledi, bildiğimiz bir şeyi hatırlattı !

Gülle nesrinin gelişi hayırlı, mutlu olsun... menekşe hoş geldi, yasemin safalar getirdi.

Gönül, gonca gibi halledilmedik işlerden şikâyetlenme; bak, sabah rüzgârı, düğümleri çözen bir nefha yolladı.

* Sabah yelinin ne de güzel, ne de hoş hüneri var; sanki Süleyman’ın Hüthüdü... sanki Seba gülşeninden neşe müjdesi getirdi.

Yüreğimizin zayıflığına ilâç, sâkinin göz ucuyle bir işaretidir. Başını kaldır, bak, doktor geldi, ilâç getirdi.

Pîr-i Mugânın müridiyim, incinme ey şeyh! Neden mi diyeceksin? Çünkü sen vadettin, o yerine getirdi; ondan!

O asker Türkün aç gözlülüğüne kurban olayım... bir tek hırkadan başka bir şeyciğim yok, bana bile hücum etti!

** Felek, şimdi Hâfız’a isteyerek, dileyerek kul olur. Çünkü kapınıza kaçıp, tapınıza sığındı!

Çi mestiyest nedanem ki ru bema averd
Ki bûd sâki-yu in bade ezkucâ âverd

145‏

 

چه مستيست ندانم که رو به ما آورد

که بود ساقی و اين باده از کجا آورد

تو نيز باده به چنگ آر و راه صحرا گير

که مرغ نغمه سرا ساز خوش نوا آورد

 

دلا چو غنچه شکايت ز کار بسته مکن

که باد صبح نسيم گره گشا آورد

 

رسيدن گل و نسرين به خير و خوبی باد

بنفشه شاد و کش آمد سمن صفا آورد

 

صبا به خوش خبری هدهد سليمان است

که مژده طرب از گلشن سبا آورد

 

علاج ضعف دل ما کرشمه ساقيست

برآر سر که طبيب آمد و دوا آورد

 

مريد پير مغانم ز من مرنج ای شيخ

چرا که وعده تو کردی و او به جا آورد

به تنگ چشمی آن ترک لشکری نازم

که حمله بر من درويش يک قبا آورد

 

فلک غلامی حافظ کنون به طوع کند

که التجا به در دولت شما آورد

**

 

 

Dün gece melekleri gördüm, meyhane kapısını çaldılar; Âdem’in balçığını yoğurdular, o balçıktan şarap kadehi yaptılar.

Ben şu toprak yeryüzünde oturduğum halde gizlilik hareminde, Melekût âleminin tertemiz sahasında oturanlar, benimle hemdem oldular, sarhoşçasına şarap içtiler.

Gök bile emanet yükünü çekemedi de bu işi görmek için kura çektiler; bu divaneye isabet etti!

Yetmiş iki milletin hepsini de mazur gör. Çünkü hakikati görmedikleri için masal kapısını çaldılar!

Şükrolsun, aramız düzeldi, barıştık. Sofiler, buna şükür olarak raksede ede şarap içmeye koyuldular.

Şulesine mumun bile güldüğü ateşe ateş demezler. Ateş, pervaneyi yakıp kül eden ateşe derler.

Sözün saçı, kalemle taranmaya başlandığı gündenberi hiç kimse Hâfız gibi düşünce yüzünden örtüyü açmadı; hiç bir şair onun gibi şiir söyleyemedi

Düş didem ki melâik der-i meyhane zedend
Gil-i adem bisiriştend-u be peymâne zedend

184‏

 

دوش ديدم که ملايک در ميخانه زدند

گل آدم بسرشتند و به پيمانه زدند

 

ساکنان حرم ستر و عفاف ملکوت

با من راه نشين باده مستانه زدند

 

آسمان بار امانت نتوانست کشيد

قرعه کار به نام من ديوانه زدند

 

جنگ هفتاد و دو ملت همه را عذر بنه

چون نديدند حقيقت ره افسانه زدند

 

شکر ايزد که ميان من و او صلح افتاد

صوفيان رقص کنان ساغر شکرانه زدند

 

آتش آن نيست که از شعله او خندد شمع

آتش آن است که در خرمن پروانه زدند

 

کس چو حافظ نگشاد از رخ انديشه نقاب

تا سر زلف سخن را به قلم شانه زدند

 

**

 

 

Durağımıza yolun uğrarsa, bize iltifat eder de gelirsen kutluluk burcunun hüması tuzağımıza düştü demektir.

** Yüzünün aksi kadehimize düşerse neş’eden habbeler gibi külâhımı göklere atarım.

Murat ayının ufuktan doğduğu gece, olur ya, belki ışığı bizim damımıza da düşer.

Padişahlara bile, bu kapının toprağını öpmeye izin yok. Biz, nereden varıp selâm verebileceğiz, kudretimiz mi var?

Canımı, dudağına feda ettiğim vakit, zülâlinden damağımıza bir katrecik düşer diye ümitlenmiştim.

Ümitsizlenip bu kapıdan gitme. Bir fal aç bakalım, belki devlet kurası adımıza düşer, olur ya!

Zülfünün hayali dedi ki: Canı vesile etme. O av, bizim tuzağımıza çok düşer!

Hâfız, senin civarındaki topraktan bahsetti mi can gülşeninin rüzgân dimağımıza kadar gelir, erişir!

Humâ-yı burc-ı se'âdet be dâm-ı mâ ufted
Eğer tura ğüzeri ber mekâm-ı mâ ufted

114‏

 

همای اوج سعادت به دام ما افتد

اگر تو را گذری بر مقام ما افتد

 

حباب وار براندازم از نشاط کلاه

اگر ز روی تو عکسی به جام ما افتد

شبی که ماه مراد از افق شود طالع

بود که پرتو نوری به بام ما افتد

به بارگاه تو چون باد را نباشد بار

کی اتفاق مجال سلام ما افتد

چو جان فدای لبش شد خيال می‌بستم

که قطره‌ای ز زلالش به کام ما افتد

 

خيال زلف تو گفتا که جان وسيله مساز

کز اين شکار فراوان به دام ما افتد

 

به نااميدی از اين در مرو بزن فالی

بود که قرعه دولت به نام ما افتد

 

ز خاک کوی تو هر گه که دم زند حافظ

نسيم گلشن جان در مشام ما افتد

**

 

 

Benim salına salına gezip yürüyen selvi boylum, niçin çayırlığa, çimenliğe gelmez?

Neden gülle hemdem olmaz, yasemini hatırlamaz, anmaz?

*          Dün turrelerinden şikâyet ettim, açıklandım da dedi ki: Bu, kara kul, bana kulak vermiyor ki!

Abes yere gezip tozan gönlüm, onun zülfündeki büklümlere gitti gideli o uzun yolculuğundan geri dönmeye hiç niyet etmiyor, vatanına dönmeye hiç niyeti yok!

Keman kaşlarına karşı ne oyunlar, ne şuhluklar yapıyorum. Fakat kulağı burulmuş bir kere... bana kulak bile verdiği yok!

Eteğinde bunca güzel kokular olduğu halde şaşıyorum, sana uğrayıp geçen seher yeli, neden toprağı Huten miski haline getirmiyor?

Menekşelerin zülfü, rüzgârların tesiriyle kıvrım kıvrım olur, menekşeler açılır, bahar gelirken ne yazık... gönlüm, o ahdinden dönen sevgiliyi anmıyor bile!

*          Gönül, onun yüzünü görürüm ümidiyle cana hemdem olmamakta... can, onun civarına varırım diye tene hizmet etmemekte.

Gümüş baldırlı sâkim, hep tortulu şarap verse de, şarap kadehi gibi bütün vücudunu ağız haline getirmeyen, o tortulu şarabı istemeyen kim var?

Öğüt kabul etmeyen Hâfız, senin gamzenin şehidi oldu. Söz dinlemeyen, kılıcı hak eder.

*          Yüzsuyumu hor görme... bulutun feyzi, benim göz yaşlarım olmadıkça Aden incisini meydana getiremez.

Serv-ı çemân-i men çirâ meyl-i çemen nemikuned Hemdem-i gul nemişeved yâd-ı semen nemikuned

192‏

 

سرو چمان من چرا ميل چمن نمی‌کند

همدم گل نمی‌شود ياد سمن نمی‌کند

دی گله‌ای ز طره‌اش کردم و از سر فسوس

گفت که اين سياه کج گوش به من نمی‌کند

تا دل هرزه گرد من رفت به چين زلف او

زان سفر دراز خود عزم وطن نمی‌کند

پيش کمان ابرويش لابه همی‌کنم ولی

گوش کشيده است از آن گوش به من نمی‌کند

با همه عطف دامنت آيدم از صبا عجب

کز گذر تو خاک را مشک ختن نمی‌کند

چون ز نسيم می‌شود زلف بنفشه پرشکن

وه که دلم چه ياد از آن عهدشکن نمی‌کند

دل به اميد روی او همدم جان نمی‌شود

جان به هوای کوی او خدمت تن نمی‌کند

ساقی سيم ساق من گر همه درد می‌دهد

کيست که تن چو جام می جمله دهن نمی‌کند

دستخوش جفا مکن آب رخم که فيض ابر

بی مدد سرشک من در عدن نمی‌کند

کشته غمزه تو شد حافظ ناشنيده پند

تيغ سزاست هر که را درد سخن نمی‌کند

 

**

 

Hayli zamandır hasbıhalini yazmadın, bir mektup göndermedin; nerde bir mahrem ki sana birkaç haber göndereyim.

Biz, o yüce tapıya erişemeyiz. Meğer ki siz lütfedesiniz de bu tarafa birkaç adım atasınız.

Şarap, küpten çıkıp testiye girdi, meclise geldi; gül de nikabını kaldırdı, işreti fırsat bil, birkaç kadeh çek!

Gülbeşeker gönlümüzün ilâcı değil. Bir itabı, birkaç öpücüğe mezcet de sun bize!

Zahit, rintlerin sokağından selâmetle geç git... kötülükle adı çıkmış birkaç kişinin sohbeti seni de harap etmesin.

Şarabın bütün ayıplarını söyledin, hünerini de söyle. Birkaç bir şey bilmezin hatırı için hikmeti inkâr etme!

Ey meyhane yoksulları, Tanrı sizin dostunuzdur, yaverinizdir. Nimete, ihsana erişmek emeliyle birkaç hayvana aldırış etmeyin!

Meyhane Pîri, tortulu şarap içen müridine ne de güzel dedi: Bir alay ham kişiye yanmış gönlün ahvalini söyleme!

Hâfız, senin güneş yüzünün yalımından yandı. Ey maksadına erişmiş, muradına nail olmuş sevgili, lütfet de muradına eremeyen birkaç zavallıya da bir bak!

Hasb-ı hâli nenuvişti vu şud eyyâmi çend
Mahremi kü ki lurustem be tu peyğâmi çend

182‏

 

حسب حالی ننوشتی و شد ايامی چند

محرمی کو که فرستم به تو پيغامی چند

ما بدان مقصد عالی نتوانيم رسيد

هم مگر پيش نهد لطف شما گامی چند

چون می از خم به سبو رفت و گل افکند نقاب

فرصت عيش نگه دار و بزن جامی چند

قند آميخته با گل نه علاج دل ماست

بوسه‌ای چند برآميز به دشنامی چند

زاهد از کوچه رندان به سلامت بگذر

تا خرابت نکند صحبت بدنامی چند

عيب می جمله چو گفتی هنرش نيز بگو

نفی حکمت مکن از بهر دل عامی چند

ای گدايان خرابات خدا يار شماست

چشم انعام مداريد ز انعامی چند

پير ميخانه چه خوش گفت به دردی کش خويش

که مگو حال دل سوخته با خامی چند

حافظ از شوق رخ مهر فروغ تو بسوخت

کامگارا نظری کن سوی ناکامی چند

**

 

Sır mahzeninin incisi, nasılsa öyle... Sevgi hokkası, yine o mühürle mühürlenmiş, yine o nişanla durup durmakta.

Âşıklar, emanete hiyanet etmezler. Hulâsa inciler saçar göz, yine eskisi gibi.

Sabah yelinden sor. Her gece sabaha kadar canımızın munisi, evvelce olduğu gibi yine zülfünün kokusu.

Güneş, yine taşı lâl ve yakut yapmakta... fakat lâl'i yakutu isteyen yok;

Göz ucıyle öldürdüğün âşıkı ziyarete gel. Çünkü biçare gönül, aynen yine öylece seni gözlemekte;

Yüreğimizin kanını döküyor ve bunu gizliyorsun. Fakat evvelce olduğu gibi yine o kan lâl dudaklarında ayan.

Siyah zülfün artık yol urmaz dedim ama yıllar geçti, hâlâ eski huyunda.

Hâfız, gözünün kanlı yaşlarını göster. Çünkü bu kaynaktan yine evvelki su akıp durmada;

Gevher-i mahzen-i esrar hemanest ki bud
Hokka-i mihr bedan muhr-u nişânest ki bud

213‏

 

گوهر مخزن اسرار همان است که بود

حقه مهر بدان مهر و نشان است که بود

 

عاشقان زمره ارباب امانت باشند

لاجرم چشم گهربار همان است که بود

 

از صبا پرس که ما را همه شب تا دم صبح

بوی زلف تو همان مونس جان است که بود

طالب لعل و گهر نيست وگرنه خورشيد

همچنان در عمل معدن و کان است که بود

 

کشته غمزه خود را به زيارت درياب

زان که بيچاره همان دل‌نگران است که بود

 

رنگ خون دل ما را که نهان می‌داری

همچنان در لب لعل تو عيان است که بود

 

زلف هندوی تو گفتم که دگر ره نزند

سال‌ها رفت و بدان سيرت و سان است که بود

 

حافظا بازنما قصه خونابه چشم

که بر اين چشمه همان آب روان است که بود

**

 

 

Evimizi peri yurdu haline getiren sevgili, baştan ayağa kadar peri gibi ayıpsızdı, kusursuzdu.

Gönül, onu elde ederim ümidiyle bu şehirde yerleşmeyi kurmuştu. Zavallı bilmedi ki sevgilisi gidecek;

Benim akıllı, benim ay yüzlü sevgilim, yol, edep bilirdi, nazar ehlinin erkânına vâkıftı.

Onu, benim elimden merhametsiz, şefkatsiz talih aldı., evet., ne çarem var? Kamer devrinin bir devletiydi, ancak bu kadar sürer;

Hoş gör, mazur tut ey gönül! Sen bir yoksulsun, onunsa güzellik ülkesinde taçlara layık bir başı vardı!

Yalnız benim gönlümdeki sırrı faş etmedi ki, felek, felek olalı âdeti, perde yırtmak, sır faş etmek!

Güzel geçen günler, sevgiliyle geçen günlermiş. Ondan ötesi hep abes, hep beyhude!

Irmak kıyısı, gül, yeşillik, yaban gülü., hepsi hoştu ama yazıklar olsun, o geçer akçe yolcuymuş, gelip geçti!

Bülbül, seher vakti gül, sabah rüzgârıyla cilveleşmekteydi, sen hasetinden kendini öldür!

Tanrı’nın Hâfız’a verdiği saadet hâzinelerinin hepsi, geceleri dua etmenin, seherleri virt okumanın bereketinden!

An yâr kez o hâne-i mâ cây-i peri bûd
Ser tâ kademeş çun peri ez ayb beri bûd

216‏

 

آن يار کز او خانه ما جای پری بود

سر تا قدمش چون پری از عيب بری بود

دل گفت فروکش کنم اين شهر به بويش

بيچاره ندانست که يارش سفری بود

تنها نه ز راز دل من پرده برافتاد

تا بود فلک شيوه او پرده دری بود

منظور خردمند من آن ماه که او را

با حسن ادب شيوه صاحب نظری بود

از چنگ منش اختر بدمهر به دربرد

آری چه کنم دولت دور قمری بود

عذری بنه ای دل که تو درويشی و او را

در مملکت حسن سر تاجوری بود

اوقات خوش آن بود که با دوست به سر رفت

باقی همه بی‌حاصلی و بی‌خبری بود

خوش بود لب آب و گل و سبزه و نسرين

افسوس که آن گنج روان رهگذری بود

خود را بکش ای بلبل از اين رشک که گل را

با باد صبا وقت سحر جلوه گری بود

هر گنج سعادت که خدا داد به حافظ

از يمن دعای شب و ورد سحری بود

**

 

 

Yarabbi seher çağı meyhane mahallesinde ne kargaşalık vardı acaba? Dilber ve sâki gelmiş, mum meşale yanmış, hepsi birbirine girmişti!

Harfe, sese sığmayan, sözle, sesle anlatılamayan aşk, def ve ney feryadıyle coşmuş, feryat ediyordu.

O divanelik meclisinde geçen bahisler medreseden de hariçti, medresedeki mesele ve kıyl u kaalden de!

Gönül, sâkinin naz ve işvesine razıydı, şükrediyordu; fakat talihsizliğimden biraz şikâyetim vardı.

Şöyle bir mukayesede bulundum, o sihirbaz sarhoş gözün sürüsünde Samiri gibi binlerce sihirbaz vardı.

Dedim ki: Beni dudağına havale et, bir öpücük versin. Güldü de dedi ki: Benimle nerden böyle bir muamelen var?

Talihim kutlu ve yaver. Dün gece ayla sevgilinin yüzü, karşı karşıyaydı.

Sevgilinin ağzı, Hâfız’ın derdine derman ama feryat, feryat... mürüvvet zamanında ne kadar da daralıyor!

Be kuy-ı meykede yâ Rab seher çi meşgale bud
Ki cüş-ı şâhed-u sâkiy-yu şem-u meşale bud

215‏

 

به کوی ميکده يا رب سحر چه مشغله بود

که جوش شاهد و ساقی و شمع و مشعله بود

حديث عشق که از حرف و صوت مستغنيست

به ناله دف و نی در خروش و ولوله بود

مباحثی که در آن مجلس جنون می‌رفت

ورای مدرسه و قال و قيل مسله بود

دل از کرشمه ساقی به شکر بود ولی

ز نامساعدی بختش اندکی گله بود

قياس کردم و آن چشم جادوانه مست

هزار ساحر چون سامريش در گله بود

 

بگفتمش به لبم بوسه‌ای حوالت کن

به خنده گفت کی ات با من اين معامله بود

ز اخترم نظری سعد در ره است که دوش

ميان ماه و رخ يار من مقابله بود

 

دهان يار که درمان درد حافظ داشت

فغان که وقت مروت چه تنگ حوصله بود

 

**

 

Dün seher çağında tesadüfen bir iki kadeh şarap içmiştim. Sâkinin dudağının iştiyakı da şarabıma neşe vermişti.

Sarhoşlukla bir kere daha gençlik çağı güzeline dönmek, onunla bağdaşmak istedim. Fakat artık aramıza talâk düşmüştü, ayrılmıştık bir kere!

Tarikat duraklarından nereyi seyrettiysek gördük ki âşıklıkla zahitlik, birbirinden ayrılmış, bir arada olmuyor.

Sâki, bana durmadan şarap sun ki bu yola âşıkça gelmeyenler nifaka düşmüşler.

O sarhoş gözün elinden bir bucağa sığmamayı düşünüyordum, fakat yay gibi kaşlarından takatim taak olmuş; sabrım, kararım elde değil!

Tabirci, dün gece sabah vaktinin tatlı uykusunda bir rüya gördüm, güneş evime gelmiş; bir tabir et, bir müjde ver!

Hâfız, bu perişan şiiri yazarken fikir kuşu, iştiyak tuzağına düşmüştü;

Yek du camem diy sehergeh ittifak uftadebud
Vez leb-i sâki şerâbem der mezâk uftâdebud

غزل  212‏

 

يک دو جامم دی سحرگه اتفاق افتاده بود

و از لب ساقی شرابم در مذاق افتاده بود

از سر مستی دگر با شاهد عهد شباب

رجعتی می‌خواستم ليکن طلاق افتاده بود

در مقامات طريقت هر کجا کرديم سير

عافيت را با نظربازی فراق افتاده بود

ساقيا جام دمادم ده که در سير طريق

هر که عاشق وش نيامد در نفاق افتاده بود

 

ای معبر مژده‌ای فرما که دوشم آفتاب

در شکرخواب صبوحی هم وثاق افتاده بود

نقش می‌بستم که گيرم گوشه‌ای زان چشم مست

طاقت و صبر از خم ابروش طاق افتاده بود

 

گر نکردی نصرت دين شاه يحيی از کرم

کار ملک و دين ز نظم و اتساق افتاده بود

 

حافظ آن ساعت که اين نظم پريشان می‌نوشت

طاير فکرش به دام اشتياق افتاده بود

 

**

 

 

Dün gece yanakları yalımlı, parıldar bir halde gelmekteydi; bilmem yine nerede, hangi gamlı âşıkın gönlünü yakmıştı?

Âşık öldürme, şehri birbirine katma âdeti, bir elbise ki tam boyuna göre biçilmiş!

Âşıkların canlarını yüzündeki çöreotuna benzer benler sanıyor; sanki yüzünün ateşini bu iş için yakmış;

Zülfünün küfrü, din yolunu. kesmekte., o taş yüreklinin yüzü, bir meşale ki ardım da yakmada, yandırmada.

Bana, seni ağlatıp inleterek öldürürüm dedi ama gördüm ki gizlice bu gönlü yanık âşıka bakmakta.

Gönül, avucuna bir hayli kan toplamıştı. Fakat göz, bu kanlan döküp gitti. Allah Allah.. kim toplamıştı, kim telef etti?

Sevgiliyi dünyaya bile değişme. Yusufu kalp akçeye satan pek o kadar kâr etmedi.

Sevgili, ne hoş dedi, ne hoş: Git Hâfız, hırkanı ateşlere yak! Yarabbi, bu kalb ahvalinden anlayışı kimden öğrendi ki?

Düş miâmed-u ruhsâre berefrühte bud
Tâ kucâ bâz dil-i ğamzedeı sühtebud

211‏

 

دوش می‌آمد و رخساره برافروخته بود

تا کجا باز دل غمزده‌ای سوخته بود

 

رسم عاشق کشی و شيوه شهرآشوبی

جامه‌ای بود که بر قامت او دوخته بود

جان عشاق سپند رخ خود می‌دانست

و آتش چهره بدين کار برافروخته بود

 

گر چه می‌گفت که زارت بکشم می‌ديدم

که نهانش نظری با من دلسوخته بود

کفر زلفش ره دين می‌زد و آن سنگين دل

در پی اش مشعلی از چهره برافروخته بود

 

دل بسی خون به کف آورد ولی ديده بريخت

الله الله که تلف کرد و که اندوخته بود

 

يار مفروش به دنيا که بسی سود نکرد

آن که يوسف به زر ناسره بفروخته بود

 

گفت و خوش گفت برو خرقه بسوزان حافظ

يا رب اين قلب شناسی ز که آموخته بود

**

 

Müslümanlar, bir vakit benim de bir gönlüm vardı, bir müşkülüm oldu mu ona söylerdim.

Derttten, bir girdaba düştüm mü tedbiriyle bir kıyıya varırım diye umardım.

Benimle dert ortağıydı, iş bilir bir dosttu. Gönül ehli olanların hepsi, ona dayanırlar, ona güvenirlerdi!

Sevgilinin civarında beni bırakıp kayboldu gitti. Yarabbi, orası ne etek tutan durakmış ki!

Hüner, mahrumiyet aybıyle beraberdir, fakat benden daha mahrum bir yoksul da olur mu?

Bu perişan cana merhamet et., vaktiyle o da iş bilirdi, o da kâmildi! Aşk, bana söz söylemeyi öğrettiği andan beri sözlerim, her meclisin nüktesi oldu.

Artık Hâfız nüktecidir deme., çünkü gördük biz, o sağlam bir cahil!

Muselmânan mera vakti dili bud
Ki bâ vey güftemi ger muşkili bud

217‏

 

مسلمانان مرا وقتی دلی بود

که با وی گفتمی گر مشکلی بود

به گردابی چو می‌افتادم از غم

به تدبيرش اميد ساحلی بود

دلی همدرد و ياری مصلحت بين

که استظهار هر اهل دلی بود

ز من ضايع شد اندر کوی جانان

چه دامنگير يا رب منزلی بود

هنر بی‌عيب حرمان نيست ليکن

ز من محرومتر کی سالی بود

بر اين جان پريشان رحمت آريد

که وقتی کاردانی کاملی بود

مرا تا عشق تعليم سخن کرد

حديثم نکته هر محفلی بود

مگو ديگر که حافظ نکته‌دان است

که ما ديديم و محکم جاهلی بود

**

 

Güzel bir rüya gördüm, elimde şarap kadehi vardı. Tabir edildi, devlete erişeceğim.

Otuz yıldır dert, meşakkat çektim de nihayet bundan kurtuluş, iki yıllık şarabın elindeymiş!

Bahttan istediğim murat miski, o perçemi misk kokulu güzelin saclarındaki büklümlerdeymiş !

Gam tozu, beni benden almıştı, işim bitmişti. Devlet yardım etti, kadehte şarap vardı da kendime geldim.

Meyhane eşiğinden kan yutup duralım. Rızkım buymuş, ezelden bana bu nevale takdir edilmiş!

Sevgi tohumunu ekmeyen, güzellik bahçesinden bir gül bile devşirmeyen kişi, yel uğrağında lâle gözleyen kişiye benzer!

Seher çağı, bülbül feryad ü figan ederken yolum gül bahçesine düştü.

Hâfız’ın, Padişahı metheden güzel şiirini gördüm. Bu cönkteki bir beyit, yüzlerce risaleden yeğdi.

* O hamlesi şiddetli Padişah, öyle bir Padişah ki savaş günü arslanlan bile mağlûp eden güneş onun karşısında bir ceylân yavrusundan daha aşağı bir hale düşer.

Didem be hâb-ı hoş ki be destem piyâle bud
Ta'bir reft-u kâr be devlet havale bud

214‏

 

ديدم به خواب خوش که به دستم پياله بود

تعبير رفت و کار به دولت حواله بود

 

چهل سال رنج و غصه کشيديم و عاقبت

تدبير ما به دست شراب دوساله بود

 

آن نافه مراد که می‌خواستم ز بخت

در چين زلف آن بت مشکين کلاله بود

 

از دست برده بود خمار غمم سحر

دولت مساعد آمد و می در پياله بود

بر آستان ميکده خون می‌خورم مدام

روزی ما ز خوان قدر اين نواله بود

هر کو نکاشت مهر و ز خوبی گلی نچيد

در رهگذار باد نگهبان لاله بود

 

بر طرف گلشنم گذر افتاد وقت صبح

آن دم که کار مرغ سحر آه و ناله بود

 

ديديم شعر دلکش حافظ به مدح شاه

يک بيت از اين قصيده به از صد رساله بود

 

آن شاه تندحمله که خورشيد شيرگير

پيشش به روز معرکه کمتر غزاله بود

 

**

 

Yıllardır defterimiz şaraba rehin edilmişti; yıllardır meyhanenin parlaklığı bizim dersimizin, duamızın sebebiyleydi.

Pîr-i Mugânın iyiliğine bak ki bizim gibi kötü sarhoşlar, ne yaptıysa kerem gözüyle hepsini iyi, hepsini hoş görmekteydi.

Bilgi defterimizi tamamıyle şarapla yıkayın; çünkü feleği gördüm, bilgi sahibinin gönlüne kastediyor.

* Gönül, güzellik nedir biliyor, anlıyorsan güzellerden alım iste. Bunu nazar bilgisinde basiret sahibi birisi söyledi.

. Gönül, pergel gibi her tarafa dönüp dolaşmaktaydı ama sevgiliyi sevme dairesinde ayağını direyen bir başı dönmüş kişiydi.

Çalgıcı, sevgi derdine ait öyle bir gazel okumaktaydı ki cihan hâkimlerinin kirpiklerinden kan damlıyordu.

Neşeden ırmak kıyısındaki gül gibi açılmaktaydım; başımda o usul boylu selvinin gölgesi vardı.

Gülrenk Pirim; maviler giyinen sofiler hakkında kötü söylememe müsaade etmedi; yoksa söylenecek ne hikâyeler vardı, ne hikâyeler!

Hâfız’ın, altın yaldızlı kalbi ona lâyık olmadı gitti. Çünkü bu sarraf, bütün gizli şeyleri biliyordu.

Salha defter-i ma der girev-i sahba bud
Revank-ı meykede ez ders-u ducây-ı mâ bud

203‏

سال‌ها دفتر ما در گرو صهبا بود

رونق ميکده از درس و دعای ما بود

نيکی پير مغان بين که چو ما بدمستان

هر چه کرديم به چشم کرمش زيبا بود

 

دفتر دانش ما جمله بشوييد به می

که فلک ديدم و در قصد دل دانا بود

 

از بتان آن طلب ار حسن شناسی ای دل

کاين کسی گفت که در علم نظر بينا بود

دل چو پرگار به هر سو دورانی می‌کرد

و اندر آن دايره سرگشته پابرجا بود

 

مطرب از درد محبت عملی می‌پرداخت

که حکيمان جهان را مژه خون پالا بود

 

می‌شکفتم ز طرب زان که چو گل بر لب جوی

بر سرم سايه آن سرو سهی بالا بود

پير گلرنگ من اندر حق ازرق پوشان

رخصت خبث نداد ار نه حکايت‌ها بود

 

قلب اندوده حافظ بر او خرج نشد

کاين معامل به همه عيب نهان بينا بود

**

 

Anılsın o demler ki hiç olmazsa bize bir meylin vardı... sevginin eseri yüzümüzde görünüp dururdu!

Anılsın o demler ki gözlerin azarla beni öldürürken İsa mucizesine mazhar olan şeker dudakların diriltirdi!

Anılsın o demler ki işret meclisinde sabah şarabını içerdik... benimle sevgiliden başka kimse yoktu, yalnız Tanrı bizimleydi!

Anılsın o demler ki yüzün, neşe çırağını parlatınca bu yanan gönül pervasız bir pervane kesilirdi!

Anılsın o demler ki o edep, erkân meclisinde sarhoşça gülen, yalnız şaraptı!

Anılsın o demler ki yakut gibi kadeh, gülünce benimle lâl dudaklarının arasında hikâyeler geçer, lâtif eler söylenirdi!

Anılsın o demler ki sevgilim, külâhım bağlayınca cihanı dönüp dolaşan ay, maiyetinde bir haberci çavuş kesilirdi!

* Anılsın o demler ki sarhoş bir halde meyhanede otururdum da bugün mescitte bile bulamadığım vecdi bulur, hallenirdim!

Anılsın o demler ki Hâfız’ın delinmemiş inciye benzeyen şiirleri, tashihinle düzelir, doğrulurdu!

Yad bad an ki nihayet nazari bama bud
Eser-i mihr-i tu ber çıhre-i mâ peyda bud

204‏

 

ياد باد آن که نهانت نظری با ما بود

رقم مهر تو بر چهره ما پيدا بود

 

ياد باد آن که چو چشمت به عتابم می‌کشت

معجز عيسويت در لب شکرخا بود

 

ياد باد آن که صبوحی زده در مجلس انس

جز من و يار نبوديم و خدا با ما بود

 

ياد باد آن که رخت شمع طرب می‌افروخت

وين دل سوخته پروانه ناپروا بود

 

ياد باد آن که در آن بزمگه خلق و ادب

آن که او خنده مستانه زدی صهبا بود

ياد باد آن که چو ياقوت قدح خنده زدی

در ميان من و لعل تو حکايت‌ها بود

 

ياد باد آن که نگارم چو کمر بربستی

در رکابش مه نو پيک جهان پيما بود

 

ياد باد آن که خرابات نشين بودم و مست

وآنچه در مسجدم امروز کم است آن جا بود

 

ياد باد آن که به اصلاح شما می‌شد راست

نظم هر گوهر ناسفته که حافظ را بود

 

 

**

 

Anılsın o demler ki senin civarın konağımdı, kapının toprağı gözümü aydınlatıyordu.

İkimiz de tıpkı gül gibi, süsen gibi tertemiz bir sevgiyle yaşardık. Duygularımız, düşüncelerimiz birdi, benim dilim, senin kalbinden geçenleri söylerdi.

Gönül, akıl Pîrinden manalar nakleder, müşkil olanlarını, aşk, şerh edip söylerdi.

* Ah o tuzak yurdundaki cevirden, sitemden.. feryat o meclisteki yanıp yakılmadan, niyazdan!

Asla sevgiliden ayrılmam derdim, gönlümde bu niyet vardı. Fakat ne yapayım ki benim çalışmam da boşa çıktı, gönlün çalışması da!

Dün gece dostların yadıyle meynaneye gitmiştim. Şarap küpünü gördüm, gönlünde kan, ayağı balçıklara batmış!

“Ayrılık derdine sebep ne?” diye bir sorayım dedim, fakat akıl müftüsü, bu meselede mest ve hayran!

Hakikaten Ebu Ishak’ın firuze hatemi pek güzel parladı ama ne çare? O devlet pek çabuk geldi geçti!

Hâfız, o salınan kekliğin kahkahasını duymuştun ya., kaza ve kader şahininin pençesinden nasıl da gafildi!

Yad bad an ki ser-i kûy-i tuem menzil bud
Diderâ rûşeni ez hâk-i deret hâsıl bûd

207‏

 

ياد باد آن که سر کوی توام منزل بود

ديده را روشنی از خاک درت حاصل بود

راست چون سوسن و گل از اثر صحبت پاک

بر زبان بود مرا آن چه تو را در دل بود

 

دل چو از پير خرد نقل معانی می‌کرد

عشق می‌گفت به شرح آن چه بر او مشکل بود

آه از آن جور و تطاول که در اين دامگه است

آه از آن سوز و نيازی که در آن محفل بود

در دلم بود که بی دوست نباشم هرگز

چه توان کرد که سعی من و دل باطل بود

دوش بر ياد حريفان به خرابات شدم

خم می ديدم خون در دل و پا در گل بود

 

بس بگشتم که بپرسم سبب درد فراق

مفتی عقل در اين مسله لايعقل بود

راستی خاتم فيروزه بواسحاقی

خوش درخشيد ولی دولت مستعجل بود

ديدی آن قهقهه کبک خرامان حافظ

که ز سرپنجه شاهين قضا غافل بود

**

 

 

Dün gece meclisimizde senin saçlarından bahsediyorduk. Gece yarısına kadar sözümüz, hep o saçların silsilesine aitti.

Gönül, kirpiklerinin okundan kanlara bulandığı halde yine kaşının yay odasına müştaktı.

Allah taksiratını affetsin, sabah yeli, senden bir habercik olsun getirdi., yoksa civarından kimseyi görememiştim.

Ben de selâmetteydim, benim de başım dinçti. Meğerse saçlarının büklümleri, yoluma tuzak kurmuş!

Âlemin aşk kavgasından hiç bir haberi yoktu., fakat senin sihirbaz bakışların cihana fitneler saldı!

Kaftanının düğmesini çöz de gönlüm açıl sın. Çünkü gönlüm, ancak yanım görmekle açılabilir!

Sendeki vefa ve mürüvvet hakkıyçin Hâfız’ın kabrine bir uğra., dünyadan seni arzulayarak gitti!

Düş der halka-i mâ kıssa-i giysu-yı tu bud
Tâ dil-i şeb suhan-i silsile-i muy-i tu bud

210‏

دوش در حلقه ما قصه گيسوی تو بود

تا دل شب سخن از سلسله موی تو بود

دل که از ناوک مژگان تو در خون می‌گشت

باز مشتاق کمانخانه ابروی تو بود

هم عفاالله صبا کز تو پيامی می‌داد

ور نه در کس نرسيديم که از کوی تو بود

عالم از شور و شر عشق خبر هيچ نداشت

فتنه انگيز جهان غمزه جادوی تو بود

من سرگشته هم از اهل سلامت بودم

دام راهم شکن طره هندوی تو بود

بگشا بند قبا تا بگشايد دل من

که گشادی که مرا بود ز پهلوی تو بود

به وفای تو که بر تربت حافظ بگذر

کز جهان می‌شد و در آرزوی روی تو بود

 

**

 

Bir an bile meyhaneden nam ve nişan bulundukça başımız, Pîr-i Mugânın yoluna toprak olacak.

Ezeldenberi Pîr-i Mugânın halkası kulağımda, onun kuluyum. Ezelde nasılsam yine öyleyim, ebede kadar da bu böyle gidecek.

Yolun, kabrimize uğrarsa himmet dile, çünkü kabrimiz, cihan rintlerinin ziyaretgâhı olacaktır.

Ey kendisini gören zahit, yürü... bu perdenin ardındaki sır, senin gözünden de gizli kalacak, benim gözümden de!

O âşık öldüren sevgilim, bugün sarhoş bir halde yola düştü. Acaba benden başka kimin gözlerinden kanlı yaşlar akacak ki?

İştiyakınla mezara baş koyunca gözlerim, kıyamet gününün sabahına kadar açık kalacak, seni gözleyecek.

Hâfız’ın bahtı, eğer böyle yardım ederse sevgilinin zülfü, daima başkalarının eline kalıp duracak.

Tâ zi meyhane demi nam-u nişan hâhedbüd
Ser-ı mâ hâk-i reh-i Pîr-i muğan hâhedbüd

205‏

 

تا ز ميخانه و می نام و نشان خواهد بود

سر ما خاک ره پير مغان خواهد بود

 

حلقه پير مغان از ازلم در گوش است

بر همانيم که بوديم و همان خواهد بود

 

بر سر تربت ما چون گذری همت خواه

که زيارتگه رندان جهان خواهد بود

 

برو ای زاهد خودبين که ز چشم من و تو

راز اين پرده نهان است و نهان خواهد بود

 

ترک عاشق کش من مست برون رفت امروز

تا دگر خون که از ديده روان خواهد بود

 

چشمم آن دم که ز شوق تو نهد سر به لحد

تا دم صبح قيامت نگران خواهد بود

 

بخت حافظ گر از اين گونه مدد خواهد کرد

زلف معشوقه به دست دگران خواهد بود

 

**

 

Bu hastanın, kılıcınla öldürülmesi mukadder değilmiş., yoksa merhametsiz gönlünün bu hususta hiç bir taksiri yok!

Yarabbi, bu güzellik aynasının cevheri nedir ki ahım, ona tesir edecek kuvvette değil!

İbadet yurdunda seni tanıyan bir Pîr bile yok. Onun için tahassürle meyhanelere başvurdum.

Bu divane, zülfünü elde bıraktıktan sonra lâyıkı ancak zincir halkası!

Naz çimenliğinde boyundan daha nazik selvi yetişmedi. Tasvir âleminde nakşından güzel bir nakış yok!

Belki seher yeli gibi yine civarına erişirim diye dün gece sabahlara kadar feryat ettim, ele geçen yalnız buydu.

Ey ayrılık ateşi, senden neler çektim, neler? Mum gibi yok olmaktan başka elimde bir tedbirim yoktu ki!

Senden ayrı düşen Hâfız'ın derdi, öyle bir azap ayeti ki tefsire lüzum yok!

Katl-i in haste be şemşir-i tu takdir nebud
Ver ne hiç ez dil-i bi rahm-i tu taksir nebud

209‏

 

قتل اين خسته به شمشير تو تقدير نبود

ور نه هيچ از دل بی‌رحم تو تقصير نبود

من ديوانه چو زلف تو رها می‌کردم

هيچ لايقترم از حلقه زنجير نبود

 

يا رب اين آينه حسن چه جوهر دارد

که در او آه مرا قوت تاثير نبود

 

سر ز حسرت به در ميکده‌ها برگردم

چون شناسای تو در صومعه يک پير نبود

نازنينتر ز قدت در چمن ناز نرست

خوشتر از نقش تو در عالم تصوير نبود

 

تا مگر همچو صبا باز به کوی تو رسم

حاصلم دوش بجز ناله شبگير نبود

 

آن کشيدم ز تو ای آتش هجران که چو شمع

جز فنای خودم از دست تو تدبير نبود

آيتی بود عذاب انده حافظ بی تو

که بر هيچ کسش حاجت تفسير نبود

**

 

Sen bundan önce âşıkların derdiyle daha fazla mukayyet olurdun Bize meylin, bizimle sohbetin, âlemlere yayılmıştı.

Anılsın o gece sohbetleri ki tatlı dudaklı güzellerle aşk sırrından ve âşıklardan bahsederdik.

Ezel sabahından ebed akşamının sonuna kadar dostluğumuz, sevgimiz bir ahd üzere, bir karar üzereydi.

Daha bu yeşil tavan çatılmadan, daha bu gök kemer kurulmadan gözlerimiz, sevgilinin yay kaşlarına hayrandı.

Maşukun gölgesi, âşıkın üstüne düştü de ne oldu ki? Elbet öyle olacaktı. Biz ona muhtaçtık, o bize müştak!

*          Meclisteki ay yüzlülerin güzelliği gerçi adamda ne gönül bırakırdı, ne din. Fakat biz, tabiat güzelliğinden, ahlâk temizliğinden ayrılmadık.

*          Padişah kapısındaki bir yoksul, bana bir nükte söyledi. Dedi ki: Hangi sofraya oturduysam rızkı veren, Tanrı!

Tespihimin ipi koptuysa beni mazur gör Elim, gümüş gibi bembeyaz baldırlı sâkinin eteğine sarılmıştı!

Kadir gecesinde şarap içti diye beni ayıplama. Sevgili sarhoş geldi, rafta da bir kadeh vardı... dayanamadık!

Hâfız’ın şiiri, daha Âdem peygamber zamanında cennette nesrin ve gül defterlerinin yapraklarına ziynet olmuştu.

Piş ezinet biş ezin ğam-bâri-i uşşak bud
Mihr-verziyy-i tu bâ mâ şöhre-i âfâk bud

206‏

 

پيش از اينت بيش از اين انديشه عشاق بود

مهرورزی تو با ما شهره آفاق بود

ياد باد آن صحبت شب‌ها که با نوشين لبان

بحث سر عشق و ذکر حلقه عشاق بود

 

پيش از اين کاين سقف سبز و طاق مينا برکشند

منظر چشم مرا ابروی جانان طاق بود

از دم صبح ازل تا آخر شام ابد

دوستی و مهر بر يک عهد و يک ميثاق بود

سايه معشوق اگر افتاد بر عاشق چه شد

ما به او محتاج بوديم او به ما مشتاق بود

 

حسن مه رويان مجلس گر چه دل می‌برد و دين

بحث ما در لطف طبع و خوبی اخلاق بود

بر در شاهم گدايی نکته‌ای در کار کرد

گفت بر هر خوان که بنشستم خدا رزاق بود

 

رشته تسبيح اگر بگسست معذورم بدار

دستم اندر دامن ساقی سيمين ساق بود

در شب قدر ار صبوحی کرده‌ام عيبم مکن

سرخوش آمد يار و جامی بر کنار طاق بود

شعر حافظ در زمان آدم اندر باغ خلد

دفتر نسرين و گل را زينت اوراق بود

 

**

 

Gerçi bu söz, şehir vaizine hoş gelmez ama doğrusu bu: riyaya yapışıp mürailik ettikçe müslüman olmaz vesselam!

Rintlik öğren, kerem sahibi. Şarap içmemek o kadar büyük bir hüner değil... hayvan da içmiyor ama insan değil ki!

Feyzi kabul etmek için temiz bir yaratılış gerek. Yoksa her taş, her topaç, inci ve mercan olmaz.

Gönül, hoş ol... İsmi Âzam işini işler durur. Şeytanlıkla, hileyle cin müslüman olamaz.

Şimdi gayri aşka koyuldum. Bu yolda çalışmaktayım. Umuyorum ki bu yücelen, öbür hünerler gibi beni mahrum etmez.

Dün gece, “Gönlünün muradını yarın vereceğim” demişti. Yarabbi, bir sebep halket de pişman olmasın!

Tanrı’dan sana güzel huylar vermesini dilerim. Güzel huylar versin de hatırımızı perişan etme artık!

Hâfız, zerrede yüce himmet olmadıkça parlak güneş çeşmesini elbette istemez.

Gerçi ber vâiz-i şehr in suhan asan neşeved
Tâ riya verzed-u sâlus muselman neşeved

227‏

 

گر چه بر واعظ شهر اين سخن آسان نشود

تا ريا ورزد و سالوس مسلمان نشود

 

رندی آموز و کرم کن که نه چندان هنر است

حيوانی که ننوشد می و انسان نشود

گوهر پاک ببايد که شود قابل فيض

ور نه هر سنگ و گلی لل و مرجان نشود

اسم اعظم بکند کار خود ای دل خوش باش

که به تلبيس و حيل ديو مسلمان نشود

 

عشق می‌ورزم و اميد که اين فن شريف

چون هنرهای دگر موجب حرمان نشود

دوش می‌گفت که فردا بدهم کام دلت

سببی ساز خدايا که پشيمان نشود

حسن خلقی ز خدا می‌طلبم خوی تو را

تا دگر خاطر ما از تو پريشان نشود

 

ذره را تا نبود همت عالی حافظ

طالب چشمه خورشيد درخشان نشود

 

**

 

Namaz kılarken hatırıma yay kaşların geldi, öyle bir halete düştüm ki mihrap bile feryada başladı.

Artık benden sabır tamahında bulunma, akla uyarım sanma. Senin gördüğün o tahammül, tamamıyle yele savruldu gitti!

Şarap, sâf bir hale geldi, yeşillikteki kuşlar sarhoş oldular. Âşıklık mevsimi gelip çattı, iş düzene girdi.

Cihanın halinden iyilik kokusu duyuyorum. Gül neşe getirdi, sabah rüzgârı da neşeli bir hale geldi.

Ey hüner gelini, bahttan şikâyet etme. Güzellik gelin odasını beze. Bize damat geldi.

Gönül aldatan çiçeklerin hepsi süslenip bezendiler. Tanrı’nın verdiği güzellikle gelen yalnız bizim sevgilimiz.

Ağaçların hepsi yük altında. Çünkü hepsinin kaydı var, alâkası var. Ne hoştur selvi ki gam yükünden azat:

Çalgıcı, Hâfız’ın hoş bir gazelini oku da yine musiki ile avunduğum zamanları hatırladım diyeyim.

Der nemâzem ham ı ebrüy-ı tu bâ yâd âmed
Haleti reft ki mihrâb be feryâd âmed

173‏

 

در نمازم خم ابروی تو با ياد آمد

حالتی رفت که محراب به فرياد آمد

از من اکنون طمع صبر و دل و هوش مدار

کان تحمل که تو ديدی همه بر باد آمد

باده صافی شد و مرغان چمن مست شدند

موسم عاشقی و کار به بنياد آمد

بوی بهبود ز اوضاع جهان می‌شنوم

شادی آورد گل و باد صبا شاد آمد

 

ای عروس هنر از بخت شکايت منما

حجله حسن بيارای که داماد آمد

دلفريبان نباتی همه زيور بستند

دلبر ماست که با حسن خداداد آمد

 

زير بارند درختان که تعلق دارند

ای خوشا سرو که از بار غم آزاد آمد

مطرب از گفته حافظ غزلی نغز بخوان

تا بگويم که ز عهد طربم ياد آمد

 

**

 

 

Seher yeli, şarap satan ihtiyarı kutlulamaya geldi:  Neşe, işret, naz etme ve içme zamanı erişti.

Hava Mesih nefesini kazandı; rüzgâr miskler saçtı, ağaç yeşerdi, kuşlar coştular.

Bahar rüzgârı, lâle tandırını öyle bir kızdırdı ki gonca terlere boğuldu, kızardı... gül coştu, neşelendi.

Sözümü can kulağıyle duy, işret etmeye bak. Bu söz, seher çağı, hatiften kulağıma çalındı.

Hür süsen, bülbülden bilmem ne duydu da bunca dili olduğu halde sükûta vardı.

Dağınık fikirlerden vazgeç de hatırını bir yere topla; malûm ya, Şeytan gidince melek gelir.

Dostlar meclisi, namahremlerin sohbet yeri değildir. Kadehin üstünü örtün, hırka giyen mürai sofi geldi.

Hâfız, hankahtan çıkıp meyhaneye gitmekte. Galiba zahitlik ve riya sarhoşluğundan ayrıldı, aklı başına geldi.

Sabâ be tehniyet-i Pîr-i mey-furüş âmed
Ki mevsim-i tarab-u ayş-u nâz-u nüş âmed

 175‏

 

صبا به تهنيت پير می فروش آمد

که موسم طرب و عيش و ناز و نوش آمد

 

هوا مسيح نفس گشت و باد نافه گشای

درخت سبز شد و مرغ در خروش آمد

 

تنور لاله چنان برفروخت باد بهار

که غنچه غرق عرق گشت و گل به جوش آمد

 

به گوش هوش نيوش از من و به عشرت کوش

که اين سخن سحر از هاتفم به گوش آمد

 

ز فکر تفرقه بازآی تا شوی مجموع

به حکم آن که چو شد اهرمن سروش آمد

 

ز مرغ صبح ندانم که سوسن آزاد

چه گوش کرد که با ده زبان خموش آمد

 

چه جای صحبت نامحرم است مجلس انس

سر پياله بپوشان که خرقه پوش آمد

 

ز خانقاه به ميخانه می‌رود حافظ

مگر ز مستی زهد ريا به هوش آمد

**

 

 

Seher çağı, uyanık baht, yastığımın baş ucuna geldi de dedi ki: Kalk, o şirin Husrev geldi.

Bir kadeh çek, sarhoş bir halde seyretmek için salına salına gel de gör... Sevgilin ne debdebeyle teşrif etti:

Ey halvet bucağında nafe açan, müjdemi ver. Huten sahrasından misk kokulu âhu geldi.

Ağlayış, yanan âşıklara yine yüz suyu verdi; Âşıklar, yine izzete eriştiler. Feryat, yine yoksul âşıkın imdadına yetişti.

Gönül kuşu, yine bir yay kaşlının havasında... fakat ey güvercin, dikkat et, gelen sevgili şahindir, seni kapıverir.

Sâki, şarap sun, düşmandan, dosttan gam yeme. Çünkü gönlümüzün muradı oldu, düşman gitti, dost geldi.

Bahar bulutu, zamanın vefasızlığını görünce yasemine, sünbüle, Ağustos gülüne ağlamaya başladı.

Sabah rüzgârı, Hâfız’ın sözlerini bülbülden duyunca amberler saçarak fesleğen seyrine geldi.

Seherem devlet-i bidâr be bâlin âmed
Guft berhiz ki an Husrev-i Şirin âmed

176‏

 

سحرم دولت بيدار به بالين آمد

گفت برخيز که آن خسرو شيرين آمد

 

قدحی درکش و سرخوش به تماشا بخرام

تا ببينی که نگارت به چه آيين آمد

مژدگانی بده ای خلوتی نافه گشای

که ز صحرای ختن آهوی مشکين آمد

گريه آبی به رخ سوختگان بازآورد

ناله فريادرس عاشق مسکين آمد

 

مرغ دل باز هوادار کمان ابرويست

ای کبوتر نگران باش که شاهين آمد

ساقيا می بده و غم مخور از دشمن و دوست

که به کام دل ما آن بشد و اين آمد

 

رسم بدعهدی ايام چو ديد ابر بهار

گريه‌اش بر سمن و سنبل و نسرين آمد

 

چون صبا گفته حافظ بشنيد از بلبل

عنبرافشان به تماشای رياحين آمد

**

 

Sevgili, senin aşkın hayret fidanıdır. Vuslatın da hayretin kemali:

Nice vuslat deryasına dalanlar, nihayet hayrete vardılar.

Hayret hayalinin geldiği yerde ne vuslat kalır ve vuslata eren.

Bir gönül göster bana ki onun yolunda, çehresinde hayret beni, hâsıl olmamış bulunsun.

Ne tarafı dinlediysem kulağıma "Hayret nedir?” suali geldi.

Hayret ululuğuna varan kişi, yüceliğinin kemalinden mahvolur.

Hâfız’ın vücudu, baştan ayağa kadar aşk içinde bir hayret fidanı olup kaldı

Işk-ı tu nihâl-i hayret âmed
Vasl-ı tu kemâl-i hayret âmed

172‏

 

عشق تو نهال حيرت آمد

وصل تو کمال حيرت آمد

 

بس غرقه حال وصل کخر

هم بر سر حال حيرت آمد

 

يک دل بنما که در ره او

بر چهره نه خال حيرت آمد

 

نه وصل بماند و نه واصل

آن جا که خيال حيرت آمد

 

از هر طرفی که گوش کردم

آواز سال حيرت آمد

 

شد منهزم از کمال عزت

آن را که جلال حيرت آمد

 

سر تا قدم وجود حافظ

در عشق نهال حيرت آمد

**

 

 

Dostlar, sevgilinin zülfünü çözün. Bu gece, ne hoş bir gece. Bu hikâyeyle uzatın bu geceyi:

Meclis halvet, dostlar bir arada. Göz değmesin, “Ve in yekâdü” yü okuyun, kapıyı kapatın.

Rebapla çenk yüce sesle diyorlar ki: Sır ehlinin sözlerine can kulağınızı verin:

Eğer tanrının lûtuflarına dayanırsanız sevgilinin canına andolsun, gam, perdelerinizi yırtmaz, sizi rüsvay edemez.

Âşıkla maşuk arasında hayli fark var.. Sevgili nazlanırsa siz niyaz edin.

Sohbet Pîrinin ilk öğütü şu: Sizinle cins, olmanyanla sohbetten çekinin:

Bu halkada aşkla diri olmayanın ölmeden, cenaze namazını kılıverin, ben veriyorum fetvayı.

Hâfız, sizden bir nimet isterse onu gönüller alan sevgilinin dudaklarına havale edin.

Mu'âşiran girih ez zulf-i yâr bâz kunid
Şebi hoşest bedin kışşaeş dırâz kunid

244‏

 

معاشران گره از زلف يار باز کنيد

شبی خوش است بدين قصه‌اش دراز کنيد

         

حضور خلوت انس است و دوستان جمعند

و ان يکاد بخوانيد و در فراز کنيد

 

رباب و چنگ به بانگ بلند می‌گويند

که گوش هوش به پيغام اهل راز کنيد

 

به جان دوست که غم پرده بر شما ندرد

گر اعتماد بر الطاف کارساز کنيد

 

ميان عاشق و معشوق فرق بسيار است

چو يار ناز نمايد شما نياز کنيد

 

نخست موعظه پير صحبت اين حرف است

که از مصاحب ناجنس احتراز کنيد

 

هر آن کسی که در اين حلقه نيست زنده به عشق

بر او نمرده به فتوای من نماز کنيد

وگر طلب کند انعامی از شما حافظ

حوالتش به لب يار دلنواز کنيد

**

 

 

Dostlar, geceki sohbeti ve sohbet ettiğimiz sevgiliyi... içten gelen kulluk haklarını anın:

Sarhoş olunca âşıkların feryadını çenk ve çegane sesleriyle hatırlayın!

Şarabın letafeti, sâkinin yüzünde cilvelenmeye başlayınca siz de nağmelere başlayın, âşıkları hatırınıza getirin!

Ümit elini maksat beline dolayınca bizim sohbetimizi de derhatır edin, bizi de unutmayın!

* Devlet atı serkeşçe gider ama yoldaşları da anın, onların atlarını da kamçılayın!

Bir zamanlar, vefakârların gamına aldırış bile etmezdiniz. Şimdi zamanenin vefasızlığını, görün de onları da hatırlayın!

Ey ululuk köşesine kurulanlar, merhamet edin de Hâfız’ın yüzünü ve bu eski eşiği anın!

Mu'âşiran zi harif-i şebâne yâd ârid
Hukuk-ı bendegi-i muhlisâne yâd ârid

241‏

 

معاشران ز حريف شبانه ياد آريد

حقوق بندگی مخلصانه ياد آريد

به وقت سرخوشی از آه و ناله عشاق

به صوت و نغمه چنگ و چغانه ياد آريد

 

چو لطف باده کند جلوه در رخ ساقی

ز عاشقان به سرود و ترانه ياد آريد

 

چو در ميان مراد آوريد دست اميد

ز عهد صحبت ما در ميانه ياد آريد

سمند دولت اگر چند سرکشيده رود

ز همرهان به سر تازيانه ياد آريد

 

نمی‌خوريد زمانی غم وفاداران

ز بی‌وفايی دور زمانه ياد آريد

به وجه مرحمت ای ساکنان صدر جلال

ز روی حافظ و اين آستانه ياد آريد

 

 

**

 

Güzellikte, ahlâkta, vefada hiç kimse bizim sevgilimizle boy ölçüşemez. Sen de bu sözümüzü inkâr edemezsin.

Güzellik taslayanlar cilvelendiler ama güzellikte, alımda hiç biri, sevgilimize çıkışamaz.

Bunca zamanlık sohbet hakkıyçin hiç bir sırdaş, bizim hak gözetir dostumuza erişemez.

Kâinat pazarına binlerce para, pul gelir. Fakat bir tanesi bile bizim ayyar dostumuzun parası gibi değil!

Kudret kaleminden binlerce suret zuhur eder ama hiç biri, sevgilimizin gönüller alan nakşına, suretine benzemez.

Yazık... ömür kervanı öyle bir gidiş gitti ki diyarımızın havasına tozu bile gelmiyor artık!

Gönül, hasetçilerin eziyetinden incinme, Tanrı’ya dayan. Bizim ümidini kesmeyen hatırımıza kötülük gelmez.

Öyle yaşa ki ölüp toprak bile olsan üstüne uğrayanın hatırına senden bir toz bile konmasın.

Hâfız yandı, yakıldı. Fakat korkuyorum, muradına erişmiş padişahımız, hikâyesini bile duymayacak!

Be husn-ı hulk-u vefa kes beyâr-ı mâ neresed
Tur fi derin suhan inkâr-ı kâr-ı mâ neresed

156‏

 

به حسن و خلق و وفا کس به يار ما نرسد

تو را در اين سخن انکار کار ما نرسد

 

اگر چه حسن فروشان به جلوه آمده‌اند

کسی به حسن و ملاحت به يار ما نرسد

به حق صحبت ديرين که هيچ محرم راز

به يار يک جهت حق گزار ما نرسد

 

هزار نقش برآيد ز کلک صنع و يکی

به دلپذيری نقش نگار ما نرسد

هزار نقد به بازار کانات آرند

يکی به سکه صاحب عيار ما نرسد

دريغ قافله عمر کان چنان رفتند

که گردشان به هوای ديار ما نرسد

دلا ز رنج حسودان مرنج و واثق باش

که بد به خاطر اميدوار ما نرسد

 

چنان بزی که اگر خاک ره شوی کس را

غبار خاطری از ره گذار ما نرسد

بسوخت حافظ و ترسم که شرح قصه او

به سمع پادشه کامگار ما نرسد

 

**

 

İnsanın hatırı hüzünlü olursa nasıl olur da güzel bir şiir yazabilir, buna imkân mı var? öyle olduğu halde, biz, bir güzel şiir söyledik ki olursa da bu kadar olur.

Lâl dudaklarından aman yüzüğüne nail olursam yüzlerce Süleyman mülkü, yüzük kaşımın hükmüne girer.

Gönül, hasetçinin taanından gamlanmamak gerek... dikkat et, belki hayrın bundadır.

Bu hayaller yaratan kalemden bir şey anlamayan adamın nakşını bir pula almam, isterse Nakkaş Mani olsun!

Şarap kadehiyle gönül kanının her birini bir adama verdiler. Kısmet dairesinde hal böyledir işte!

Tanrı'nın takdiri bu... gül suyunu, pazarlarda salınan bir güzel yaptı, gülü de perde altında oturan bir dilber!

Hâfız’ın rintliği terketmesi, hatırından çıkarması imkânsız. Bu ezelî bir takdir; ebetle kadar da böyle gider!

Key şi'r-i hoş engized hatır ki hazin bâşed
Yek nükte ezin macni guftim-u hemin bâşed

161‏

 

کی شعر تر انگيزد خاطر که حزين باشد

يک نکته از اين معنی گفتيم و همين باشد

از لعل تو گر يابم انگشتری زنهار

صد ملک سليمانم در زير نگين باشد

 

غمناک نبايد بود از طعن حسود ای دل

شايد که چو وابينی خير تو در اين باشد

هر کو نکند فهمی زين کلک خيال انگيز

نقشش به حرام ار خود صورتگر چين باشد

 

جام می و خون دل هر يک به کسی دادند

در دايره قسمت اوضاع چنين باشد

 

در کار گلاب و گل حکم ازلی اين بود

کاين شاهد بازاری وان پرده نشين باشد

 

آن نيست که حافظ را رندی بشد از خاطر

کاين سابقه پيشين تا روز پسين باشد

 

**

 

Kime ezelden devlet feyzi nasip olmuşsa ebede kadar murat kadehi, canına hemdem olur.

Şahaptan tövbe etmek istediğim an dedim ki: İyi ama bu ağaç sonunda pişmanlık meyvası verecek!

Süsen gibi seccademi omuzuma alıp zahit olmaya özendim... fakat gül gibi şarap rengine bulanmış hırka., bırak sen de, böyle müslümanlık mı olur ki?

Kadeh çırağı olmadıkça halvette oturamıyorum. Gönül ehlinin bucağı nuranî olmalı!

Yüce himmetli olmaya çalış, murassâ kadeh olmazsa olmasın. Şarap, rindin nar renkli yakutudur!

İşimiz düzensiz görünüyor ama hor bakma. Bu ülkede yoksulluk, padişahlığın bile hasedini celbeder!

* Gönül, iyi adlı olmak istiyorsan kötülerle düşüp kalkma. Canım, efendim, kendini beğenmek nadanlık alâmetidir.

*Üns ve işret meclisi, bahar... meclisteki sohbet de şiir sohbeti... böyle bir âlemde sevgiliden şarap kadehini almamak ağır canlılıktır doğrusu!

Dün bir aziz dedi k: Hâfız gizlice şarap içiyor. A azizim, ayıbın gizli yapılması daha iyi değil mi ki?

Der ezel her ko be feyz-i devlet erzâni buved
Tâ ebed câm-ı murâdeş hemdem-i cani buved

218‏

 

در ازل هر کو به فيض دولت ارزانی بود

تا ابد جام مرادش همدم جانی بود

من همان ساعت که از می خواستم شد توبه کار

گفتم اين شاخ ار دهد باری پشيمانی بود

خود گرفتم کافکنم سجاده چون سوسن به دوش

همچو گل بر خرقه رنگ می مسلمانی بود

بی چراغ جام در خلوت نمی‌يارم نشست

زان که کنج اهل دل بايد که نورانی بود

همت عالی طلب جام مرصع گو مباش

رند را آب عنب ياقوت رمانی بود

گر چه بی‌سامان نمايد کار ما سهلش مبين

کاندر اين کشور گدايی رشک سلطانی بود

نيک نامی خواهی ای دل با بدان صحبت مدار

خودپسندی جان من برهان نادانی بود

مجلس انس و بهار و بحث شعر اندر ميان

نستدن جام می از جانان گران جانی بود

دی عزيزی گفت حافظ می‌خورد پنهان شراب

ای عزيز من نه عيب آن به که پنهانی بود

**

 

Gaybı gören ve Cem kadehine malik olan gönülden Süleyman’ın yüzüğü bir müddetçik kaybolursa ne gam!

Gönül hazînesini yoksulların kaşına, gözüne, benine güzelliğine verme. Kadrini bilen padişah gibi birisine teslim et.

Her ağaç, gönlümüzün cefasına tahammül edemez. Selvinin himmetine köle olayım; onda bu sadakat, onda bu sebat var.

Kimin altı kuruşu varsa sarhoş nergis gibi, neşesinden kadehin dibine koyacağı mevsim gelip çattı.

Şimdi altını şaraptan esirgeme, gül gibi sen de paranı sarf et de Akl-ı Kül, seni yüzlerce ayıpla töhmet altına almasın.

Gayp sırrını kimse bilmez, sözü uzatma, hikâyeyi kısa kes. Hangi mahrem gönül, bu hareme yol buldu ki?

*          Gönlüm tecerrütten dem vururdu ama şimdi zülfünün kokusuna düştü de seher yeliyle yüzlerce işi var.

*          Gönül muradını kimden sorayım, kimden arayayım? Bir sevgili yok ki güzelliğiyle beraber kereme de sahip olsun.

Hâfız’ın hırkasının yeninden, yakasından ne fayda? Biz Tanrı istiyorduk, onda put gizli!

Dili ki ğayb-nemâyest-u Câm-ı Cem dâred
Zi hâtemi ki demi gun şved çi ğam dâred

119‏

 

دلی که غيب نمای است و جام جم دارد

ز خاتمی که دمی گم شود چه غم دارد

به خط و خال گدايان مده خزينه دل

به دست شاهوشی ده که محترم دارد

نه هر درخت تحمل کند جفای خزان

غلام همت سروم که اين قدم دارد

 

رسيد موسم آن کز طرب چو نرگس مست

نهد به پای قدح هر که شش درم دارد

زر از بهای می اکنون چو گل دريغ مدار

که عقل کل به صدت عيب متهم دارد

 

ز سر غيب کس آگاه نيست قصه مخوان

کدام محرم دل ره در اين حرم دارد

 

دلم که لاف تجرد زدی کنون صد شغل

به بوی زلف تو با باد صبحدم دارد

مراد دل ز که پرسم که نيست دلداری

که جلوه نظر و شيوه کرم دارد

 

ز جيب خرقه حافظ چه طرف بتوان بست

که ما صمد طلبيديم و او صنم دارد

 

**

 

Zülfüne el atsam incinir, kızar. Uzlaşmak istesem darılır, azarlar.

Yeni ay gibi, zavallı âşıklara kaşının ucunu gösterir; gizleniverir!

İşret gecesi uyumaz, beni harap eder.. Gündüzün şikâyet etsem gözlerini kapar, uykuya dalar!

Gönül, işret yolu, kargaşalıklarla, fitnelerle dopdoludur. Bu yolda acele giden düşer!

Habbelerin başlarına ululuk yeli girse bile hükmü yoktur. Saltanatları, şarap havasıyle geçip gidiverir!

Sevgilinin kapısında yoksul olmayı saltanata bile değişme, kim bu kapının gölgesini bırakıp da güneş altına gider?

** Gönül ihtiyarladın mı artık güzellik, naziklik satmaya kalkışma. Bu alışveriş, gençlik çağında yürür!

Kara saçların müsveddesi tamamlandı, saçağarmaya başladı mı ak saçları yüzlerce defa yolmaya kalkış... azalmaz ki!

Hâfız, yolunun hicabı sensin, sen, aradan kalk! Ne mutlu o kişiye ki bu yolu hicapsız yürür gider.

Çu dest ber ser-i zulfeş zenem be tâb reved
Ver aşti talebem ber ser-i itâb reved

221‏

 

چو دست بر سر زلفش زنم به تاب رود

ور آشتی طلبم با سر عتاب رود

چو ماه نو ره بيچارگان نظاره

زند به گوشه ابرو و در نقاب رود

 

شب شراب خرابم کند به بيداری

وگر به روز شکايت کنم به خواب رود

 

طريق عشق پرآشوب و فتنه است ای دل

بيفتد آن که در اين راه با شتاب رود

 

گدايی در جانان به سلطنت مفروش

کسی ز سايه اين در به آفتاب رود

سواد نامه موی سياه چون طی شد

بياض کم نشود گر صد انتخاب رود

 

حباب را چو فتد باد نخوت اندر سر

کلاه داريش اندر سر شراب رود

 

حجاب راه تويی حافظ از ميان برخيز

خوشا کسی که در اين راه بی‌حجاب رود

**

 

Sâki, selvi, gül ve lâle bahsi başladı, bahar geldi. Fakat bu bahis, ancak üç kadeh şarapla yürür.

Şarap sun... yeşillik gelini güzelleşti, bezendi. Artık gelin bezeyene hacet yok.

Tâ Bingâle'ye kadar varacak olan bu Fars şekeri, bu farsça şiir yüzünden, bütün Hint dudular;, bütün Hintli şairler, şekere düşer, bu şiiri okur, beğenirler.

Şiir yolundaki tayyı mekâna bak, tayyı zamanı gör. Bu bir gecelik çocuk, bu bir gece içinde meydana gelen şiir, tam yüz yıllık yol alıyor.

Kendisini ibadete vermiş olanları bile aldatan ceylân gözlere bak! Sihir kervanı bile, o gözlerin ardından gitmekte.

Dünyanın işvesine kapılıp yoldan çıkma. Bu kocakarı, hilelerle oturur, düzenlerle kalkar; işi gücü hileden, düzenden ibarettir.

Padişahın bahçesinden bahar yeli esiyor, lâle kadehine çiğ tanelerinden şarap dolmada.

Hâfız, Sultan Celâleddin (Gıyaseddin) in meclisine olan iştiyaktan vazgeçme; bu tahassürle feryat et... senin işin, ancak feryatla yola girer.

Sakı hadis-i serv-u gul-u lale mireved
Vin bâhs bâ selâse-i ğessâle mireved

225‏

 

ساقی حديث سرو و گل و لاله می‌رود

وين بحث با ثلاثه غساله می‌رود

می ده که نوعروس چمن حد حسن يافت

کار اين زمان ز صنعت دلاله می‌رود

شکرشکن شوند همه طوطيان هند

زين قند پارسی که به بنگاله می‌رود

طی مکان ببين و زمان در سلوک شعر

کاين طفل يک شبه ره يک ساله می‌رود

آن چشم جادوانه عابدفريب بين

کش کاروان سحر ز دنباله می‌رود

از ره مرو به عشوه دنيا که اين عجوز

مکاره می‌نشيند و محتاله می‌رود

باد بهار می‌وزد از گلستان شاه

و از ژاله باده در قدح لاله می‌رود

حافظ ز شوق مجلس سلطان غياث دين

غافل مشو که کار تو از ناله می‌رود

**

 

Mart ayının bulutu göründü, nevruz rüzgârı esti. Şarap ve çalgı parası istiyorum. Kim, “İşte buyur” diyecek?

Güzeller cilvelenmekte... bense kesemden utanıyorum. Aşk ve müflislik, pek ağır bir yük; fakat çekmek gerek!

Cömertlik kıtlığı var, yüz suyunu satmaya değmez. Hırkayı satıp şaraba, güle harcamalı!

Galiba devletim uyanacak... bahtım açılacak; dün gece dua ediyordum, tanyeri ağarmaya başladı.

Gül, bahçeye bir duvakla, fakat yüz binlerce gülüşle geldi... sanki bir bucakta bir kerem sahibinin kokusunu duydu!

Rintlikte eteğim yırtılırsa ne zarar; bir elbiseyi de iyi atlılıkla paralarız!

Lâl dudaklarına ait bu söylediğim sözleri kim söyledi; zülfünden gördüğüm bu zulmü kim gördü?

Bilmem Hâfız’ın gönlüne bu âşık öldüren oku kim attı? Bildiğim şu kadar: Lâtif şiirinden kan damlamaktaydı!

Padişahın adaleti, aşk mazlumlarının halini sormazsa bucaktakiler gayri huzur ve istirahatten tamahlarını kessinler!

Ebr-i âzari berâmed bad-ı nevrüzi vezıd
Vech-i mey mihihem-u mutrib ki miguyed reşid

240‏

 

ابر آذاری برآمد باد نوروزی وزيد

وجه می می‌خواهم و مطرب که می‌گويد رسيد

شاهدان در جلوه و من شرمسار کيسه‌ام

بار عشق و مفلسی صعب است می‌بايد کشيد

قحط جود است آبروی خود نمی‌بايد فروخت

باده و گل از بهای خرقه می‌بايد خريد

گوييا خواهد گشود از دولتم کاری که دوش

من همی‌کردم دعا و صبح صادق می‌دميد

با لبی و صد هزاران خنده آمد گل به باغ

از کريمی گوييا در گوشه‌ای بويی شنيد

دامنی گر چاک شد در عالم رندی چه باک

جامه‌ای در نيک نامی نيز می‌بايد دريد

اين لطايف کز لب لعل تو من گفتم که گفت

وين تطاول کز سر زلف تو من ديدم که ديد

 

عدل سلطان گر نپرسد حال مظلومان عشق

گوشه گيران را ز آسايش طمع بايد بريد

 

تير عاشق کش ندانم بر دل حافظ که زد

اين قدر دانم که از شعر ترش خون می‌چکيد

**

 

Şu fikirdeyim; elimden gelene bir işe sarılayım ki gam, gussa sona ersin.

Gönül seyrangâhı, zıt şeylerin buluşup görüşeceği yer değil. Bir yerden şeytan çıkarsa melek, o vakit oraya girer.

Zulmeden hâkimlerle konuşmak, en uzun kış gecelerine benzer. Sen nuru güneşten iste, güneşten., belki zuhur eder.

Ev sahibi, acaba ne vakit dışarıya çıkacak diye dünyadaki mürüvvetsiz kişilerin kapısında ne vakta kadar oturup duracaksın?

Yoksulluğu bırakma, rastladığın yolcudan feyz iste de hâzineye sahip ol.

İyi kişi de matahını gösterdi, kötü kişi de. Acaba hangisi makbule geçecek dersin?

Âşık bülbül, sen hemen yaşamayı iste, sağlık olsun., bağ yine yeşerir, gül yine goncalanır!

Bu küçücük yurtta Hâfız’ın gafletine şaşılmaz. Meyhaneye giden, kendisini kaybeder, habersiz bir halde geri gelir.

Ber ser-i ânem ki ger zi dest bnrâyed
Dest be kâri zenem ki ğussa derâyed

232‏

 

بر سر آنم که گر ز دست برآيد

دست به کاری زنم که غصه سر آيد

خلوت دل نيست جای صحبت اضداد

ديو چو بيرون رود فرشته درآيد

 

صحبت حکام ظلمت شب يلداست

نور ز خورشيد جوی بو که برآيد

بر در ارباب بی‌مروت دنيا

چند نشينی که خواجه کی به درآيد

ترک گدايی مکن که گنج بيابی

از نظر ره روی که در گذر آيد

صالح و طالح متاع خويش نمودند

تا که قبول افتد و که در نظر آيد

 

بلبل عاشق تو عمر خواه که آخر

باغ شود سبز و شاخ گل به بر آيد

 

غفلت حافظ در اين سراچه عجب نيست

هر که به ميخانه رفت بی‌خبر آيد

**

 

 

Şarap güneşi, kadeh doğusundan doğunca sâkinin yanağında binlerce lâleler açar,

Yeşillikten o perçemin kokusu geldi mi rüzgâr, sümbülün kokusunu gülün başına çalar.

Ayrılık gecesinin hikâyesi, öyle hemencecik anlatılıverecek bir hikâye değil., zerresinden yüzlerce risaleler meydana gelir.

Yüzlerce dert çekilmeden bir nimet elde edilsin., yağma mı var ? Bunu, baş aşağı dönmüş feleğin sofrasından umma!

Nuh Peygamber gibi tufan derdine sabrın varsa belâ savuşur, bin yıllık murat, nihayet elde edilir.

Maksat incisi, çalışmakla ele girmez. Takdire havale etmeksizin buna nail olmayı ummak, bir hayalden ibarettir.

Zülfünden esip gelen rüzgâr, Hâfız’ın mezarına uğrarsa bedeninin toprağından yüz binlerce feryat yücelir.

Çu âftâb-ı mey ez meşrık-ı piyâle berayed
Zi bâğ-ı 'arız ı sâkî hezâr lâle berâyed

234‏

 

چو آفتاب می از مشرق پياله برآيد

ز باغ عارض ساقی هزار لاله برآيد

 

نسيم در سر گل بشکند کلاله سنبل

چو از ميان چمن بوی آن کلاله برآيد

حکايت شب هجران نه آن حکايت حاليست

که شمه‌ای ز بيانش به صد رساله برآيد

ز گرد خوان نگون فلک طمع نتوان داشت

که بی ملالت صد غصه يک نواله برآيد

به سعی خود نتوان برد پی به گوهر مقصود

خيال باشد کاين کار بی حواله برآيد

گرت چو نوح نبی صبر هست در غم طوفان

بلا بگردد و کام هزارساله برآيد

 

نسيم زلف تو چون بگذرد به تربت حافظ

ز خاک کالبدش صد هزار لاله برآيد

**

 

Gönlüm, misket üzümünden çekilmiş şarabı çekerse yeri var. Çünkü zahitlikten de hayır kokusu gelmiyor, riyadan da!

Bütün âlem halkı, beni aşktan menetse faydasız... yine ben, Tanrı’nın emrini, Tanrı’nın takdirini işlerim.

Kerem feyzinden ümit kesme, kerim olan elbette günahları affeder, âşıkları bağışlar!

Gönül, sevgilinin zülfünden bir örgü gözerim ümidine düştü de bu yüzden zikir halkasına girdi.

Senin güzelliğin Tanrı vergisi, bu güzellikle bahtın gelin odasına oturmuşsun, gelin bezeyenin bezemesine ne ihtiyacın var!

Yeşillik hoş, hava lâtif, şarap halis., şimdi hoş bir gönülden başka hiç bir şeye lüzum yok!

Cihan gelini güzeldir ama aklım başına topla... bu açılmadık kız, hiç kimsenin nikâhına girmez.

Sevgiliye latife yollu dedim ki:         

Ey ayyüzlü, ne olur bir öpücük versen de senin o şeker gibi öpücüğünle gönlü hasta birisi, huzura erse...

Güldü de dedi ki: Hâfız, Allah için olsun öpüşünle ayın yüzünü bulaştırma, bunu reva görme!

Eğer be bâde-i muşkin keşed dilem şâved
Ki buy-ı hayr zi zuhd-u riya nemiyâyed

230‏

 

اگر به باده مشکين دلم کشد شايد

که بوی خير ز زهد ريا نمی‌آيد‏

 

جهانيان همه گر منع من کنند از عشق

من آن کنم که خداوندگار فرمايد

 

طمع ز فيض کرامت مبر که خلق کريم

گنه ببخشد و بر عاشقان ببخشايد

 

مقيم حلقه ذکر است دل بدان اميد

که حلقه‌ای ز سر زلف يار بگشايد

تو را که حسن خداداده هست و حجله بخت

چه حاجت است که مشاطه‌ات بيارايد

 

چمن خوش است و هوا دلکش است و می بی‌غش

کنون بجز دل خوش هيچ در نمی‌بايد

جميله‌ايست عروس جهان ولی هش دار

که اين مخدره در عقد کس نمی‌آيد

به لابه گفتمش ای ماه رخ چه باشد اگر

به يک شکر ز تو دلخسته‌ای بياسايد

به خنده گفت که حافظ خدای را مپسند

که بوسه تو رخ ماه را بيالايد

**

 

 

Civarından, usanıp seni terk ederek giden kişinin işi ileri gelmez; sonunda utanır, pişman olur.

Yolcu, hidayet nuruyla yol alır, sevgiliye varır. Sapıklıkla yola düşerse hiç bir yere varamaz.

Ömrünün sonunda olsun şaraptan, sevgiliden faydalan. Baştan başa boş geçen vakte yazık!

Ey yolunu azıtan gönlün delili, Tanrı için olsun bir yardım et. Garip, yol alamazsa delille gider.

Ayıklık, sarhoşluk, hepsi son nefeste belli olur. Kimse, öbür dünyaya ne halde gideceğini bilmez.

Kılavuzu Tanrı lütfu olan kervan, şevketle konar, azametle göçer!

Hâfız, hikmet çeşmesinden bir kadeh elde etmeye bak. Belki bu suretle gönlünden bilgisizlik nakşı arınır.

Ez ser-i kuy-ı tu her ko be melâlet bireved
Nereved kâreş-u âhır be hacâlet bireved

222‏

 

از سر کوی تو هر کو به ملالت برود

نرود کارش و آخر به خجالت برود

 

کاروانی که بود بدرقه‌اش حفظ خدا

به تجمل بنشيند به جلالت برود

 

سالک از نور هدايت ببرد راه به دوست

که به جايی نرسد گر به ضلالت برود

کام خود آخر عمر از می و معشوق بگير

حيف اوقات که يک سر به بطالت برود

 

ای دليل دل گمگشته خدا را مددی

که غريب ار نبرد ره به دلالت ببرد

 

حکم مستوری و مستی همه بر خاتم تست

کس ندانست که آخر به چه حالت برود

 

حافظ از چشمه حکمت به کف آور جامی

بو که از لوح دلت نقش جهالت برود

 

 

**

 

Ne mutlu her gördüğünün ardına düşmeyen, her çağırıldığı kapıya habersizce varmayan gönüle.

O şirin dudağa tamah etmemem daha doğru ama sinek nasıl olur da şekere gitmez?

* Gamlar görmüş, kederler geçirmiş olan gözümün karasını gözyaşıyle yıkamaya kalkışma. Yüzünün güzelliği, gözümden asla gitmez, buna imkân yok!

Gönül, böylece, abes yerlerde dolaşıp durma, hercailik etme. Bu huylarla hiç bir iş göremezsin.

Kendimden daha günahkâr, amel defteri benden daha siyah kimseyi göremiyorum. Bu hal ile nasıl olur da gönlümün dumanı, kalem gibi başımdan tütmez?

Ben sarhoşum; suçumu, yarlıgama eteğiyle ört. Şeriatın yüz suyu, bu kadarcık bir günahla hemen gidivermez ya!

Yoksulunum ama kemerine ancak altınla, gümüşle el urulabilecek bir selvi boylunun havasına düştüm!

Sen, huylarının güzelliği bakımından başka bir âlemdesin, bana vefa edeceğine dair söz vermiş, ahdetmişsin, onu da unutmazsın, değil mi?

Hüthüt tacıyle beni aldatmaya kalkışma, yoldan çıkarmaya uğraşma. Akdoğan, padişaha benzer, her bayağı avın peşine düşmez.

Şarabı önce Hâfız’a sun, fakat bir şartla: Meclisteki söz, dışarıya sızmasın!

Hoşa dili-ki mudâm ez peyi nazar nereved
Beher dereş ki bihânend bihaber nereved

224‏

 

خوشا دلی که مدام از پی نظر نرود

به هر درش که بخوانند بی‌خبر نرود

طمع در آن لب شيرين نکردنم اولی

ولی چگونه مگس از پی شکر نرود

سواد ديده غمديده‌ام به اشک مشوی

که نقش خال توام هرگز از نظر نرود

 

ز من چو باد صبا بوی خود دريغ مدار

چرا که بی سر زلف توام به سر نرود

دلا مباش چنين هرزه گرد و هرجايی

که هيچ کار ز پيشت بدين هنر نرود

 

مکن به چشم حقارت نگاه در من مست

که آبروی شريعت بدين قدر نرود

من گدا هوس سروقامتی دارم

که دست در کمرش جز به سيم و زر نرود

 

تو کز مکارم اخلاق عالمی دگری

وفای عهد من از خاطرت به درنرود

سياه نامه‌تر از خود کسی نمی‌بينم

چگونه چون قلمم دود دل به سر نرود

 

به تاج هدهدم از ره مبر که باز سفيد

چو باشه در پی هر صيد مختصر نرود

بيار باده و اول به دست حافظ ده

به شرط آن که ز مجلس سخن به درنرود

**

 

Baht, sevgilinin ağzından bana bir nişan bile vermemekte., devlet, gizli sırdan bana bir haber bile duyurmamakta.

Bir öpüş için can verip durmaktayım. Fakat ne bunu alıyor, ne onu veriyor.

Öldüm bu ayrılıktan, bir türlü o perdeye yol bulamıyorum, oraya varmama imkân yok., yahut da imkân var, fakat perdeci yol göstermemekte !

Zülfünü seher yeli çekiyor. Şu aşağılık feleğe bak, orada, bana, esen rüzgâr kadar olsun bir değer vermiyor.

Pergel gibi etrafında dönüp dolaşıyorum da devran, nokta gibi etrafına yol vermemekte, muradıma ulaştırmamakta.

Sabırla şeker elde edilir. Edilir ama zamanenin kötülüğüne bak ki bana sabredecek kudret bile vermiyor!

Dedim ki uyuyayım da sevgilinin yüzünü göreyim., fakat ey Hâfız, feryad ü figan aman vermiyor, uyuyamıyorum ki!

Baht ez dehân-ı dost nişanem nemidehed
Devlet haber zi râz-ı nihânem nemidehed

229‏

 

بخت از دهان دوست نشانم نمی‌دهد

دولت خبر ز راز نهانم نمی‌دهد

از بهر بوسه‌ای ز لبش جان همی‌دهم

اينم همی‌ستاند و آنم نمی‌دهد

مردم در اين فراق و در آن پرده راه نيست

يا هست و پرده دار نشانم نمی‌دهد

زلفش کشيد باد صبا چرخ سفله بين

کان جا مجال بادوزانم نمی‌دهد

چندان که بر کنار چو پرگار می‌شدم

دوران چو نقطه ره به ميانم نمی‌دهد

شکر به صبر دست دهد عاقبت ولی

بدعهدی زمانه زمانم نمی‌دهد

گفتم روم به خواب و ببينم جمال دوست

حافظ ز آه و ناله امانم نمی‌دهد

**

 

Sofi, şarabı itidal üzere içerse afiyetler olsun. Haddini aşırırsa bu işi unutsun, bu işe yeltenmesin.

Bir yudum şarap vermeye kadir olup da ihsanda bulunanın eli, maksat, güzelini sarıp dursun.

Pirimiz dedi ki: Takdir kaleminde hata yoktur. Hataları örten temiz nazarına aferin!

Türklerin padişahı, yabancıların sözünü dinliyor. Siyavuş’un kanına girdi, bu zulümden utansın!

Gözüm, yüzüne ayna tutanlardan, o güzel yüzden bir an bile ayrılmıyor. Dudaklarım da göğsünden, omuzundan öpücükler alsın bari.

Kibrinden bu yoksula bir söz bile söylemedi ama canım, o sükût eden fıstığa kurban olsun!

İnsanlara iltifat eden, hatıralarını hoş tutan sarhoş nergisi, âşıkın kanını kadehe kor da içerse ballar, şekerler olsun!

Hâfız, cihanda senin kulluğunla şöhret buldu. Kulağı, zülfünün kulluk halkasından hali kalmasın!

Sofi er bade beendâze hored nüşeş bâd
Verne endişe-i in kâr ferâmüşeş bâd

105‏

 

صوفی ار باده به اندازه خورد نوشش باد

ور نه انديشه اين کار فراموشش باد

 

آن که يک جرعه می از دست تواند دادن

دست با شاهد مقصود در آغوشش باد

 

پير ما گفت خطا بر قلم صنع نرفت

آفرين بر نظر پاک خطاپوشش باد

 

شاه ترکان سخن مدعيان می‌شنود

شرمی از مظلمه خون سياووشش باد

گر چه از کبر سخن با من درويش نگفت

جان فدای شکرين پسته خاموشش باد

چشمم از آينه داران خط و خالش گشت

لبم از بوسه ربايان بر و دوشش باد

 

نرگس مست نوازش کن مردم دارش

خون عاشق به قدح گر بخورد نوشش باد

 

به غلامی تو مشهور جهان شد حافظ

حلقه بندگی زلف تو در گوشش باد

**

 

Bu şehirde gönlümüzü alacak bir güzel yok. Bahtım yâr olursa buradan pilimi pırtımı alıp gideceğim ben.

Nerde bir sarhoş er ki gönlü yanmış âşık, keremini görsünde muradım dile getirsin?

Bağcı, sana bakıyorum da görüyorum ki güzden hiç haberin yok. Ah bir gün gülü rananı rüzgâr savuruverirse!

Zaman hırsızı uyumuyor, emin olma. Sana bugün gelip çatmadıysa yarın gelir çatar.

Belki bir nazar sahibi gelir, seyreder diye heveslenip hayalimde bunca oyunlar düzmekte, bunca sanatlar koşmaktayım.

Kırk yılda sahip olduğum bilgiyi, fazileti, korkuyorum, o sarhoş gözler bir anda yağma ediverecek!

Sihir mucizeyle boy ölçüşemez, emin ol. Sâmirî, kim oluyor ki yedi beyzaya galebe çalabilsin ?

Şarabın gök renkli kadehi, gönül darlığına settir; elden bırakma., yoksa gam seli, seni siler süpürür,

* Aşk yolu, okçuların pusu kurdukları yerdir ama bilerek, tedbirlice giden düşmandan kurtulur, hasmına galebe eder.

Hâfız, can, sevgilinin sarhoş gamzesini isterse evden başkalarını çıkar, o vakit gelir, canı da alıp götürür.

Nist der şehr nigâri ki dil-i mâ bibered
Bahtem er yâr şeved rahtem ez incâ bibered

128‏

 

نيست در شهر نگاری که دل ما ببرد

بختم ار يار شود رختم از اين جا ببرد

 

کو حريفی کش سرمست که پيش کرمش

عاشق سوخته دل نام تمنا ببرد

 

باغبانا ز خزان بی‌خبرت می‌بينم

آه از آن روز که بادت گل رعنا ببرد

 

رهزن دهر نخفته‌ست مشو ايمن از او

اگر امروز نبرده‌ست که فردا ببرد

 

در خيال اين همه لعبت به هوس می‌بازم

بو که صاحب نظری نام تماشا ببرد

علم و فضلی که به چل سال دلم جمع آورد

ترسم آن نرگس مستانه به يغما ببرد

 

بانگ گاوی چه صدا بازدهد عشوه مخر

سامری کيست که دست از يد بيضا ببرد

 

جام مينايی می سد ره تنگ دليست

منه از دست که سيل غمت از جا ببرد

 

راه عشق ار چه کمينگاه کمانداران است

هر که دانسته رود صرفه ز اعدا ببرد

 

حافظ ار جان طلبد غمزه مستانه يار

خانه از غير بپرداز و بهل تا ببرد

**

 

Şarap olsun da gizlice içilsin.. bu ne demek? Bu, temelsiz bir iş. Rintler safına katıldık gitti, ne olursa olsun!

Gönlümü sıkma, feleği anıp durma. Hiç bir mühendisin fikri, bu ukdeyi çözemedi!

Zamanenin inkılâbına şaşma, felek, bu efsaneden milyonlarcasını hatırlar.

Kadehi edep şartlarına riayetle ele al; çünkü Cemşid’in, Behmen’in ve Kubad’ın kafa taslarından terkip edilmiştir.

Kim bilir ki Kâvus’la Key nereye gittiler? Kim vakıftır ki Cem’in tahtı yel üstünde nasıl yürüdü, nasıl geçip gitti?

Görüyorum, hâlâ lâleler, Ferhad’ın, Şirin’e çektiği hasret yüzünden döktüğü kanlı göz yaşlarından bitiyor.

Lâle, zamanın vefasızlığını anlamış olmalı ki doğdu öldü de şarap kadehini elinden bırakmadı.

Gel gel de bir zaman şarapla harap olalım. Belki bu harabatta bir defineye rastlarız.

Musallâ’nın lâtif rüzgârıyle Rüknâbâd ırmağı, bana bir yere gitmek için müsaade etmiyor.

Hâfız gibi kadehi hemen ele alma. Ancak kopuz nalesiyle işret et. Çünkü neşeli gönlü, musiki ibrişimine bağlamışlardır.

Şerâb-u ayş ı nihan çist kâr-ı bîbunyâd
Zedim ber şaf-ı rindin herçi bâdâbâd

غزل  101‏

 

شراب و عيش نهان چيست کار بی‌بنياد

زديم بر صف رندان و هر چه بادا باد

 

گره ز دل بگشا و از سپهر ياد مکن

که فکر هيچ مهندس چنين گره نگشاد

 

ز انقلاب زمانه عجب مدار که چرخ

از اين فسانه هزاران هزار دارد ياد

 

قدح به شرط ادب گير زان که ترکيبش

ز کاسه سر جمشيد و بهمن است و قباد

 

که آگه است که کاووس و کی کجا رفتند

که واقف است که چون رفت تخت جم بر باد

 

ز حسرت لب شيرين هنوز می‌بينم

که لاله می‌دمد از خون ديده فرهاد

مگر که لاله بدانست بی‌وفايی دهر

که تا بزاد و بشد جام می ز کف ننهاد

بيا بيا که زمانی ز می خراب شويم

مگر رسيم به گنجی در اين خراب آباد

 

نمی‌دهند اجازت مرا به سير و سفر

نسيم باد مصلا و آب رکن آباد

 

قدح مگير چو حافظ مگر به ناله چنگ

که بسته‌اند بر ابريشم طرب دل شاد

 

**

 

Şarap da, gönül derdini hatırımızdan çıkarmasa hadiseler, bizi kökümüzden söküp atacak.

Akıl, sarhoşluğa demir atmasa bu gemiyi şu belâ girdabından kurtarmaya imkân mı var?

Eyvah., Felek, herkesle gizlice ve başka bir tarzda oyun oynadı. Fakat bu hilebaza galip gelen kimse yok:

Yolumuz, karanlıklar diyarına düştü., nerde bir yol gösteren Hızır? Mahrumiyet ateşi, suyumuzu, selimizi kurutacak.

Zayıf gönlüm, aheste esen hasta seher yeli, canıma can katar, yeniden hayat bulurum ümidiyle çayırlığa, çimenliğe meyletmekte.

Hâfız yandı, yakıldı da kimsecikler, halini sevgiliye söylemedi gitti. Allah rızasıyçin rüzgâr, bir haber götürürse götürecek!

Aşk doktoru benim, şarap sun! Bu macun, gönle huzur verir, yanlış düşünceleri giderir!

Eğer bade ğam-ı dil zi yâd-ı mâ bibered
Nehib-i hâdise bunyâd-ı mâ zicâ bibered

129‏

 

اگر نه باده غم دل ز ياد ما ببرد

نهيب حادثه بنياد ما ز جا ببرد

 

اگر نه عقل به مستی فروکشد لنگر

چگونه کشتی از اين ورطه بلا ببرد

فغان که با همه کس غايبانه باخت فلک

که کس نبود که دستی از اين دغا ببرد

گذار بر ظلمات است خضر راهی کو

مباد کتش محرومی آب ما ببرد

دل ضعيفم از آن می‌کشد به طرف چمن‏

که جان ز مرگ به بيماری صبا ببرد

طبيب عشق منم باده ده که اين معجون

فراغت آرد و انديشه خطا ببرد

 

بسوخت حافظ و کس حال او به يار نگفت

مگر نسيم پيامی خدای را ببرد

**

 

Güzelliğin daima artıp dursun., yüzün, her yıl lâle gibi kıpkırmızı olsun!

Başımızdaki aşkının hayali, gün geçtikçe artsın!

Âlemdeki bütün güzellerin boylan, senin boyuna karşı eğilsin, bükülsün!

Yeşillikte bitip alabildiğine boy atan selvi, senin elif gibi düzgün boyuna karşı nun gibi eğilsin!

Sana meftun olmayan göz, göz yaşı incileri gibi kana garkolsun!

Gözüm, gönül alıcılıkta türlü türlü sihirlere üstat kesilsin!

Nerde bir kabiliyetli gönül varsa gamına düşsün, sabrı, kararı kalmasın!

Aşkından hali olan gönül, vuslatının halkasından çıksın!

Hâfız’ın cam olan o lâl dudakların, aşağılık adamların dudaklarından uzak olsun!

Husn-i tu hemişe der fuzun bâd
Rüyet heme sâle lâlegun bâd

107‏

 

حسن تو هميشه در فزون باد

رويت همه ساله لاله گون باد

 

اندر سر ما خيال عشقت

هر روز که باد در فزون باد

 

هر سرو که در چمن درآيد

در خدمت قامتت نگون باد

 

چشمی که نه فتنه تو باشد

چون گوهر اشک غرق خون باد

 

چشم تو ز بهر دلربايی

در کردن سحر ذوفنون باد

 

هر جا که دليست در غم تو

بی صبر و قرار و بی سکون باد

قد همه دلبران عالم

پيش الف قدت چو نون باد

 

هر دل که ز عشق توست خالی

از حلقه وصل تو برون باد

 

لعل تو که هست جان حافظ

دور از لب مردمان دون باد **

**

 

 

Cemali, her göze güneş kesilsin., güzel yüzü, güzellikten de daha güzel bir hale gelsin!

Zülfüne bağlanmayan, dilerim Tanrı’dan, zülfü gibi karmakarışık, altüst olsun!

Âlem padişahlarının gönülleri, şahin kanatlı bir hüma olan zülfünün kanadı altına girsin!

Cemaline âşık olmayan gönül, daima ciğer kanına garkolsun!

Güzelim, gamzen ok atmaya başladı mı hedefi, mecruh gönlüm olsun, o oklar, benim gönlüme gelsin, sancılsın!

Şeker gibi lâl dudakların öpücük verirse can damağım, o öpücüklerle şekerlensin!

Her an, sana yeniden yeniye âşık oluyorum, aşkım, her an tazelenip duruyor. Senini de her an güzelliğin artsın!

Hâfız, yüzüne candan müştak. Sen de lütfet de müştakların haline bir bak!

Cemâlet âftâb-ı her nazar bâd
Zi hübi rüy-ı hiş-i hübter bâd

104‏

 

جمالت آفتاب هر نظر باد

ز خوبی روی خوبت خوبتر باد

همای زلف شاهين شهپرت را

دل شاهان عالم زير پر باد

 

کسی کو بسته زلفت نباشد

چو زلفت درهم و زير و زبر باد

 

دلی کو عاشق رويت نباشد

هميشه غرقه در خون جگر باد

 

بتا چون غمزه‌ات ناوک فشاند

دل مجروح من پيشش سپر باد

 

چو لعل شکرينت بوسه بخشد

مذاق جان من ز او پرشکر باد

 

مرا از توست هر دم تازه عشقی

تو را هر ساعتی حسنی دگر باد

به جان مشتاق روی توست حافظ

تو را در حال مشتاقان نظر باد

**

 

Hatırlansın dostların vuslat günü, anılsın o zamanlar!

Damağım, gam acılığından zehre döndü. Hatıra gelsin şarap içenlere “Afiyetler, şekerler olsun” sesi!

Dostlar, beni anmıyorlar, hatırlarına bile getirmiyorlar. Fakat benden bunlara binlerce selâm!

Bu bağda, bu belâya tutuldum bir kere. Bana hakkı geçenlere Tanrı selâmetler versin!

Gözümde her an yüzlerce ırmak var ama bağcıların Zinderud’u yine hatırımda!

Hâfız’ın sırrı, artık söylenmeyip kaldı demektir. Yazıklar olsun., sırdaşları anıp duruyorum şimdi!

Ruz-ı vasl-ı dostdâran yâd bâd
Yâd bâd an rüzgâran yâd bâd

103‏

 

روز وصل دوستداران ياد باد

ياد باد آن روزگاران ياد باد

 

کامم از تلخی غم چون زهر گشت

بانگ نوش شادخواران ياد باد

 

گر چه ياران فارغند از ياد من

از من ايشان را هزاران ياد باد

 

مبتلا گشتم در اين بند و بلا

کوشش آن حق گزاران ياد باد

 

گر چه صد رود است در چشمم مدام

زنده رود باغ کاران ياد باد

 

راز حافظ بعد از اين ناگفته ماند

ای دريغا رازداران ياد باد

**

 

Rüzgâr, dün gece sefere giden sevgiliyi hatırlattı. Ben de ne olursa olsun arık gönlümü yele vereceğim!

İşim bir yere vardı ki gayri her akşam, parlayan ah ateşini hemdem edinecek, her sabah rüzgârla dertleşeceğim!

Gayretsiz gönlüm, saçlarının büklümünü yurt edineli vatanını anmıyor bile!

Azizlerin, öğütlerinin kadri bugün anlaşıldı. Yarabbi, bize öğüt verenlerin ruhlarını şâdet !

Rüzgâr, bahçede gül goncasının elbiselerindeki düğmeleri gözerken seni andım da yüreğim kan kesildi.

Zayıf vücudüm elden gitmişti artık... sabah çağında rüzgâr, vuslatından bir koku getirdi de yine can buldum.

Hâfız, senin iyi tabiatin, nihayet seni maksadına ulaştırır. Tabiati iyi olan adama canlar feda!

Duş âgehı zi yar-ı sefer-kerde dâd bâd
Men niz dil bebâd dehem her çi bâd bâd

غزل  102‏

 

دوش آگهی ز يار سفرکرده داد باد

من نيز دل به باد دهم هر چه باد باد

 

کارم بدان رسيد که همراز خود کنم

هر شام برق لامع و هر بامداد باد

 

در چين طره تو دل بی حفاظ من

هرگز نگفت مسکن مالوف ياد باد

 

امروز قدر پند عزيزان شناختم

يا رب روان ناصح ما از تو شاد باد

 

خون شد دلم به ياد تو هر گه که در چمن

بند قبای غنچه گل می‌گشاد باد

از دست رفته بود وجود ضعيف من

صبحم به بوی وصل تو جان بازداد باد

 

حافظ نهاد نيک تو کامت برآورد

جان‌ها فدای مردم نيکونهاد باد

**

 

Ardına düşsem fitneler koparır, aramayıp otursam kinlenir, küser, öç almaya kalkışır.

Bir yol uğrağında vefakârlık ederek bir zamancağız peşine düşsem benden yel gibi kaçar.

Tamaha düşüp bir yarım öpücük istesem hokka gibi ağzından şeker gibi yüzlerce alay, yüzlerce lâtife dökülmeye başlar, benimle eğlenmeye koyulur.

Nergis gözlerinden gördüğüm o hile yok mu? Nice yüz suyunu toprağa döker, nice adamlar aldatır!

Aşk sahrasının yokuşu da tuzak, inişi de.. Nerde bir arslan yürekli yiğit ki belâdan kaçınmasın ?

Sen hemen ömürle sabır dile., oyuncu felek, bundan daha şaşılacak binlerce oyun oynar, görürsün!

Hâfız, teslim eşiğine baş koy. Çünkü sen inada kalkıştın mı, felek de inada kalkışır, onunla başa çıkamaz ki!

Eğer revem zi peyeş fitnehâ berengizd
Ver ez taleb binişlnem be kine berhized

155‏

 

اگر روم ز پی اش فتنه‌ها برانگيزد

ور از طلب بنشينم به کينه برخيزد

 

و گر به رهگذری يک دم از وفاداری

چو گرد در پی اش افتم چو باد بگريزد

و گر کنم طلب نيم بوسه صد افسوس

ز حقه دهنش چون شکر فروريزد

 

من آن فريب که در نرگس تو می‌بينم

بس آب روی که با خاک ره برآميزد

فراز و شيب بيابان عشق دام بلاست

کجاست شيردلی کز بلا نپرهيزد

تو عمر خواه و صبوری که چرخ شعبده باز

هزار بازی از اين طرفه‌تر برانگيزد

بر آستانه تسليم سر بنه حافظ

که گر ستيزه کنی روزگار بستيزد

**

 

Yanağına gül ve nesrin rengi veren Tanrı, bu yoksula da sabır ve karar vermeye kadirdir.

Saçlarına zulüm öğreten Yaratıcı’nın keremi adalet de öğretir. O saçlar bana lütuf ta da bulunur elbet.

Ben daha gönlünün iradesini Şirin’in dudağına verdiği gün Ferhat’tan ümit kesmiştim.

Altın hâzinesi yoksa kanaat hâzinesi var ya. Padişahlara onu ihsan eden, yoksullara da bunu vermiş!

Cihan, görünüşte güzel bir gelin... fakat o gelini alan, ömrünü nikâh parası olarak verir!

Bundan böyle elim selvinin eteğinde, ırmağın dudağındadır. Hele şimdi, sabah yeli, ilkbahar müjdesini de vermekte.

Hâfız’ın gönlü, zamane gamının elinde kan oldu. Ey Hacı Kıvameddin, feryat ayrılığından!

An ki ruhsar-ı tura reng-i gul-u nesrin dâd
Sabr-u ârâm tevâned be men-i miskin dâd

112‏

 

آن که رخسار تو را رنگ گل و نسرين داد

صبر و آرام تواند به من مسکين داد

 

وان که گيسوی تو را رسم تطاول آموخت

هم تواند کرمش داد من غمگين داد

 

من همان روز ز فرهاد طمع ببريدم

که عنان دل شيدا به لب شيرين داد

 

گنج زر گر نبود کنج قناعت باقيست

آن که آن داد به شاهان به گدايان اين داد

 

خوش عروسيست جهان از ره صورت ليکن

هر که پيوست بدو عمر خودش کاوين داد

 

بعد از اين دست من و دامن سرو و لب جوی

خاصه اکنون که صبا مژده فروردين داد

 

در کف غصه دوران دل حافظ خون شد

از فراق رخت ای خواجه قوام الدين داد

**

 

Seher çağında doğu padişahı, bayrağını dağlara dikince sevgilim, kendisini özleyen, gelişini umup duran âşıkların kapısını, merhamet eliyle çaldı.

Sabah feleğin muhabbetinin ne olduğunu apaydın anladı da murada erişenlerin gururuna bir hoşça güldü.

Sevgilim, dün gece mecliste raksa kalktı. Zülfünün örgüsünü çözdü, fakat dostların gönüllerini zülfüne bağladı!

Şarap içen gözleri, ayıklan da şarap meclisine çağırmıştı ya... işte ben, daha o zaman elimi gönlümün kanıyla yıkamış, oldu olanlar demiş, her şeyden ümidimi kesmiştim.

Ona bu ayyarlığı bilmem ki hangi taş yürekli öğretti? Dışarı çıkar çıkmaz ilk işi, geceleri ibadetle meşgul olanların yollarını vurmak oldu!

Yüzüne renk ve letafet vermek için ne canlar feda ettik, ne kanlar yuttuk da o, muradına erişir erişmez can verenlere kastetti, onları kendisinden uzaklaştırdı.    :

Ben, bu yün hırkayla onu nasıl avlayabilirim, imkân mı var? Öyle bir zırhlı er ki kirpikleri, hançerli erlerin bile yolunu vurmakta!

Padişahın, muvaffakiyet kur’asını çekmesine, devletinin kutluluğuna himmet   etmekteyiz. Hâfız’ın gönlündeki muradı ver, sana bahtiyarlar falını açtı!

* O mansur padişah, öyle bir kudreti galip padişahlar padişahı, öyle bir din ülkesinin eridir ki kimseden esirgemediği cömertliği, bahar bulutlarına güler; o, onlardan da vergilidir!

Seher çun husrev-i hâver 'alem ber kûhsâran zed
Be dest-i merhamet yâreni der-i ümmidvâran zed

153‏

 

سحر چون خسرو خاور علم بر کوهساران زد

به دست مرحمت يارم در اميدواران زد

 

چو پيش صبح روشن شد که حال مهر گردون چيست

برآمد خنده خوش بر غرور کامگاران زد

 

نگارم دوش در مجلس به عزم رقص چون برخاست

گره بگشود از ابرو و بر دل‌های ياران زد

من از رنگ صلاح آن دم به خون دل بشستم دست

که چشم باده پيمايش صلا بر هوشياران زد

 

کدام آهن دلش آموخت اين آيين عياری

کز اول چون برون آمد ره شب زنده داران زد

 

خيال شهسواری پخت و شد ناگه دل مسکين

خداوندا نگه دارش که بر قلب سواران زد

 

در آب و رنگ رخسارش چه جان داديم و خون خورديم

چو نقشش دست داد اول رقم بر جان سپاران زد

 

منش با خرقه پشمين کجا اندر کمند آرم

زره مويی که مژگانش ره خنجرگزاران زد

شهنشاه مظفر فر شجاع ملک و دين منصور

که جود بی‌دريغش خنده بر ابر بهاران زد

از آن ساعت که جام می به دست او مشرف شد

زمانه ساغر شادی به ياد ميگساران زد

ز شمشير سرافشانش ظفر آن روز بدرخشيد

که چون خورشيد انجم سوز تنها بر هزاران زد

 

دوام عمر و ملک او بخواه از لطف حق ای دل

که چرخ اين سکه دولت به دور روزگاران زد

 

نظر بر قرعه توفيق و يمن دولت شاه است

بده کام دل حافظ که فال بختياران زد

**

 

Güzelliğin, ezelde tecelli edince aşk meydana geldi, bütün âlemi ateşlere yaktı.

Yüzün bir cilve etti, fakat meleklerde aşka kabiliyet görmeyince gayrete geldi, ateşin ta kendisi oldu, insanları tutuşturdu!

Akıl da o şuleden çırağ uyandırmak istedi ama şimşeği parladı, cihanı birbirine kattı, akü mahrum kaldı gitti!

Başkaları huzur ve istirahat kur’asını çektiler, kısmetleri buymuş, bizim gamlı gönlümüz de gam ve cefa kur’asını çekti!

Kadri yüce can, çene çukurundaki kuyuya heveslendi de o büklüm büklüm saçlara yapıştı!

Hâfız, neşeli gönlünün neşe ve huzur sebeplerini kalemiyle çizdiği gün, senin aşkınla şadolmak ümidinden de vazgeçti!

Der ezel pertev-i husnet zi tecelli dem zed
Işk peyda şud-u ateş be heme âlem zed

152‏

 

در ازل پرتو حسنت ز تجلی دم زد

عشق پيدا شد و آتش به همه عالم زد

 

جلوه‌ای کرد رخت ديد ملک عشق نداشت

عين آتش شد از اين غيرت و بر آدم زد

 

عقل می‌خواست کز آن شعله چراغ افروزد

برق غيرت بدرخشيد و جهان برهم زد

 

مدعی خواست که آيد به تماشاگه راز

دست غيب آمد و بر سينه نامحرم زد

 

ديگران قرعه قسمت همه بر عيش زدند

دل غمديده ما بود که هم بر غم زد

 

جان علوی هوس چاه زنخدان تو داشت

دست در حلقه آن زلف خم اندر خم زد

 

حافظ آن روز طربنامه عشق تو نوشت

که قلم بر سر اسباب دل خرم زد

 

**

 

Bir güzelim var ki gül gibi yüzünün çevresinde sümbül gibi gölgeliği var., bahara benzeyen yanağında erguvanın kanıyla yazılmış bir ferman mevcut.

Yeni biten sakalı, güneş yüzünü kapladı, örttü. Yarabbi, ebedî bir güzelliği var, ona ebedî ömürler ver!

Âşık olunca maksat incisini buldum dedim. Bu denizin ne kanlar saçan dalgaları varmış, bilmedim!

Gözünden canımı kurtarmaya imkân mı var? Görüp duruyorum, Yayına okunu kurmuş, her bucakta pusuda!

Gözümü, gönül alıcı selvi boyundan mahrum etme. O boyu posu bu kaynağa dik; bak, ne güzel akar suyu var!

Beni terkiye bağlayacaksan Allah aşkına bağla, hemencecik de avla., vakit geçirme; çünkü bir işi geciktirmede âfetler vardır, sonra maksadına ulaşmak isteyen ziyana düşer!

Zülfünün tuzağını âşıkların gönüllerine yayarken gammaz sabah rüzgârına “Sırrımızı git tut” der.

Ey bülbül, gül, yüzüne gülerse sakın aldanma. Cihanın bütün güzelliğine sahip olsa yine güle inanmak doğru değil!

Tanrı’nın, seni kem gözden saklamasını dilersen bana ayrılık korkusuyla emniyet verme, beni kendinden ayırma.

Başkalarıyla şarap içiyor da bana cefa etmekte. Ey meclis şahnesi, Tanrı hakkıyçin ondan öcümü al benim!

Bahtıma ne özürler getireyim? Hâfız’ı öldüren, yayından oku eksik olmayan ve şehri birbirine katan o güzel!

Buti dârem ki gerd-i gul zi sunbul sâyeban dâred
Behâr-i ârızeş hatti behün-ı ergavan dâred

120‏

 

بتی دارم که گرد گل ز سنبل سايه بان دارد

بهار عارضش خطی به خون ارغوان دارد

غبار خط بپوشانيد خورشيد رخش يا رب

بقای جاودانش ده که حسن جاودان دارد

 

چو عاشق می‌شدم گفتم که بردم گوهر مقصود

ندانستم که اين دريا چه موج خون فشان دارد

 

ز چشمت جان نشايد برد کز هر سو که می‌بينم

کمين از گوشه‌ای کرده‌ست و تير اندر کمان دارد

چو دام طره افشاند ز گرد خاطر عشاق

به غماز صبا گويد که راز ما نهان دارد

 

بيفشان جرعه‌ای بر خاک و حال اهل دل بشنو

که از جمشيد و کيخسرو فراوان داستان دارد

 

چو در رويت بخندد گل مشو در دامش ای بلبل

که بر گل اعتمادی نيست گر حسن جهان دارد

خدا را داد من بستان از او ای شحنه مجلس

که می با ديگری خورده‌ست و با من سر گران دارد

به فتراک ار همی‌بندی خدا را زود صيدم کن

که آفت‌هاست در تاخير و طالب را زيان دارد

 

ز سروقد دلجويت مکن محروم چشمم را

بدين سرچشمه‌اش بنشان که خوش آبی روان دارد

ز خوف هجرم ايمن کن اگر اميد آن داری

که از چشم بدانديشان خدايت در امان دارد

 

چه عذر بخت خود گويم که آن عيار شهرآشوب

به تلخی کشت حافظ را و شکر در دهان دارد

**

 

 

Gönlümüz, yüzüne hayrandır; çayıra, çimene hiç bir meyli yok. Zaten selvi gibi ayağı bağlı, lâle gibi yüreği dağlı!

Başımız, kimsenin yayına eğilmez; inziva ehlinin gönlünde dünya yoktur.

Kapkaranlık gece, çöl., nereye gidebilirim ki? Meğer senin çırağa benzeyen yüzün, yoluma ışık salsın!

Menekşeden ıstıraba düştüm doğrusu., zülfünden bahsetmekte, ona benzediğini söylemekte. Hele şu aşağılık kara köleye bak, başında ne sevdalar var!

Ben ve sabah çağındaki mum., beraberce şöyle desek yeri var: Yandık yakıldık da sevgilimiz bize ehemmiyet bile vermiyor.

* Bu yeşillikte kış bulutu gibi ağlasam yaraşır; bülbülün neşe yuvasına bak, kuzgunlara yurt olmuş.

Hâfız’ın dertli gönlü, aşk dersi sevdasında.. hatırında ne seyir var, ne bağ, bahçe havası.

Bahçeye gel de taht üstünde oturan güle bak. Lâle de eline bir kadeh almış, âdeta padişah nedimine benziyor.

Dil-i mâ be devr-i ruyet zi çemen ferağ dâred
Ki çu sevr pây-bendest-u çu lâle dağ dâred

117‏

 

دل ما به دور رويت ز چمن فراغ دارد

که چو سرو پايبند است و چو لاله داغ دارد

 

سر ما فرونيايد به کمان ابروی کس

که درون گوشه گيران ز جهان فراغ دارد

 

ز بنفشه تاب دارم که ز زلف او زند دم

تو سياه کم بها بين که چه در دماغ دارد

به چمن خرام و بنگر بر تخت گل که لاله

به نديم شاه ماند که به کف اياغ دارد

 

شب ظلمت و بيابان به کجا توان رسيدن

مگر آن که شمع رويت به رهم چراغ دارد

 

من و شمع صبحگاهی سزد ار به هم بگرييم

که بسوختيم و از ما بت ما فراغ دارد

 

سزدم چو ابر بهمن که بر اين چمن بگريم

طرب آشيان بلبل بنگر که زاغ دارد

 

سر درس عشق دارد دل دردمند حافظ

که نه خاطر تماشا نه هوای باغ دارد

 

**

 

Vefakâr âşıkların hatırına riayet edenleri Tanrı, her hususta, her halde belâlardan korur.

Sevgilinin, ahdini bozmamasını dilersen dikkat et, senden sevgi bağını çözmesin,

Sevgilinin sözünü ancak sevgiliye söylerim. Çünkü âşinâ sözüne âşinâ olan riayet eder.

          Günün öyle geçsin, öyle yaşa ki ayağın sürçerse melek bile iki elini açsın da sana dua etsin.      

Ey seher yeli, eğer sevgilinin zülfüne uğrar da orada gönlü görürsen lütfet, de ki:

Yerini bırakmasın, oradan hiç bir yere kıpırdamasın.

          Gönlümü hoş tut dedim. Ne dedi, bilir misin? Kulun elinden ne gelir? Tanrı hoş tutsun!

          Sevgi sohbetiyle vefayı terketmeyen sevgiliye başım da feda olsun, malım da., canım da kurban olsun, gönlüm de!

Geçtiğin yolun tozu nerde ki Hâfız, sabah yelinden yadigâr diye alsın, saklasın!

Her an ki canib-i ehl-i vefa nigeh dâred
Hudâş der heme hâl ez belâ nigeh dâred

122‏

 

هر آن که جانب اهل خدا نگه دارد

خداش در همه حال از بلا نگه دارد

 

حديث دوست نگويم مگر به حضرت دوست

که آشنا سخن آشنا نگه دارد

 

دلا معاش چنان کن که گر بلغزد پای

فرشته‌ات به دو دست دعا نگه دارد

 

گرت هواست که معشوق نگسلد پيمان

نگاه دار سر رشته تا نگه دارد

 

صبا بر آن سر زلف ار دل مرا بينی

ز روی لطف بگويش که جا نگه دارد

چو گفتمش که دلم را نگاه دار چه گفت

ز دست بنده چه خيزد خدا نگه دارد

 

سر و زر و دل و جانم فدای آن ياری

که حق صحبت مهر و وفا نگه دارد

 

غبار راه راهگذارت کجاست تا حافظ

به يادگار نسيم صبا نگه دارد

**

 

Can, yüzünü görmezse cihana meyletmez, dünyayı istemez. Sevgilisi olmayanın canı da yoktur!

Hiç kimsede o sevgilinin nişanesini görmedim. Ya benim haberim yok, ya sevgilinin nişanesi!

Bu yolda her çiğ tanesi yüzlerce ateş denizi. Fakat ne yazık ki bu muammayı anlatmak, söylemek de mümkün değil!

Feragat konağım bırakmaya imkân yok. Kervan başı, dur. Zaten bu yolun ucu, sonu yok ki!

**Pek öyle bir zevki yok sevgilisiz yaşamanın.. sevgilisiz yaşamanın pek öyle bir zevki yok!

Beli bükülmüş çenk seni işrete çağırmakta. Kabul et, ihtiyarların nasihati, sana hiç bir ziyan vermez.

Karun hâzinesini zaman, yele verdi. Bu ahvali, gönüle gizlice söyle de o da altım saklamasın.

* Gönül, rintlik usulünü muhtesipten öğren. Sarhoş ama bak, kimse onu sarhoş sanmıyor.

* Engel mum bile olsa yine ondan sırlarını gizle. Çünkü o başı kesilmiş mumun dili pek değil :

Dünyada kimsenin Hâfız gibi kulu yok., çünkü dünyada kimsenin senin gibi padişahı yok!

Can bi cemâl-i rüyet meyl-i cihan nedâred
Her kes ki in nedâred hakka ki an nedâred

126‏

 

جان بی جمال جانان ميل جهان ندارد

هر کس که اين ندارد حقا که آن ندارد

 

با هيچ کس نشانی زان دلستان نديدم

يا من خبر ندارم يا او نشان ندارد

 

هر شبنمی در اين ره صد بحر آتشين است

دردا که اين معما شرح و بيان ندارد

 

سرمنزل فراغت نتوان ز دست دادن

ای ساروان فروکش کاين ره کران ندارد

چنگ خميده قامت می‌خواندت به عشرت

بشنو که پند پيران هيچت زيان ندارد

 

ای دل طريق رندی از محتسب بياموز

مست است و در حق او کس اين گمان ندارد

 

احوال گنج قارون کايام داد بر باد

در گوش دل فروخوان تا زر نهان ندارد

 

گر خود رقيب شمع است اسرار از او بپوشان

کان شوخ سربريده بند زبان ندارد

 

کس در جهان ندارد يک بنده همچو حافظ

زيرا که چون تو شاهی کس در جهان ندارد

**

 

Her kaşı, gözü, yanı, beli olan güzel değildir. Sen, alımı olanın yüzüne kul ol!

Huriyle perinin şivesi de lâtiftir ama asıl güzellik, adını söylemek istemediğim sevgilimdeki güzellik.

Ey güler gül, benim gözümün kaynağını bul. Gelirsin diye bak, ne hoş sular akmakta!

Eğri kaşların, ok atıcılıkta kimin elinde yay varsa aldı.

Senden güzellik topunu kim kapabilir? O sahada güneş bile dizgini elinde, ihtiyarına malik bir süvari değil!

Sence makbul olalı sözüm gönüllere tesir eder oldu. Evet, evet., aşk sözünde başka bir tesir, başka bir alâmet vardır.

Aşk yolunda kimse, yakıynen sırra mahrem olamadı. Herkes, fikrince bir vehme kapıldı, bir şüpheye düştü.

Harabatta oturanlara kerametten dem vurma. Her sözün bir vakti var, her nüktenin bir yeri!

* Akıllı, bir kuş, sonunda gözü olan bir baharın çimenliğinde otağ kurmaz!

Davacıya de ki: Hâfız’a nükte satma, bizim kalemimizin de dili var, sözü var!

Şâhed an nist ki mûyi vu miyâni dâred
Bende-i tal'at-ı o baş ki ani dâred

125‏

 

شاهد آن نيست که مويی و ميانی دارد

بنده طلعت آن باش که آنی دارد

شيوه حور و پری گر چه لطيف است ولی

خوبی آن است و لطافت که فلانی دارد

چشمه چشم مرا ای گل خندان درياب

که به اميد تو خوش آب روانی دارد

گوی خوبی که برد از تو که خورشيد آن جا

نه سواريست که در دست عنانی دارد

دل نشان شد سخنم تا تو قبولش کردی

آری آری سخن عشق نشانی دارد

خم ابروی تو در صنعت تيراندازی

برده از دست هر آن کس که کمانی دارد

در ره عشق نشد کس به يقين محرم راز

هر کسی بر حسب فکر گمانی دارد

با خرابات نشينان ز کرامات ملاف

هر سخن وقتی و هر نکته مکانی دارد

مرغ زيرک نزند در چمنش پرده سرای

هر بهاری که به دنباله خزانی دارد

مدعی گو لغز و نکته به حافظ مفروش

کلک ما نيز زبانی و بيانی دارد

**

 

Yüzünün aydınlığı ayda bile yok. Sana nispetle gül, bir ot letafetini bile haiz değildi.

Can konağım, kaşının ucu... padişahın bile bundan güzel bir bucağı yok.

*          Hele bir bak da gör, gönlümün dumanı yüzüne neler edecek? Bilirsin ya, aynanın aha tahammülü yok.

*          Nergisin küstahlığına bak, sana karşı açıldı. O yırık gözlü, edebe riayet etmiyor ki!

Gördüm, o kara yürekli gözün, âşinaya hiç bakmamakta.

Ey harabat müridi, hanikahı olmayan şeyhin neşesi şerefine bana o koca kadehi sun!

Kan iç de sükût et. Çünkü o nazik gönül, medet isteyenlerin ahına, feryadına tahammül etmiyor.

Zülfünün zulmünü çeken sade ben değilim ki. O zenci hâkimin dağı, kimin yüreğinde yok?

Bu kapıya yol bulamayan kişiye de ki: Yürü, elini, bileğini ciğer kanıyla yıka da gel!

Hâfız, sana secde ettiyse ayıplama. Ey put gibi güzel sevgili, aşk kâfirinin günahı yoktur ki:

Ruşeni-i tal'at-ı tu mâh nedâred
Piş i tu gul revnak-ı kiyâh nedâred

127‏

 

روشنی طلعت تو ماه ندارد

پيش تو گل رونق گياه ندارد

 

گوشه ابروی توست منزل جانم

خوشتر از اين گوشه پادشاه ندارد

 

تا چه کند با رخ تو دود دل من

آينه دانی که تاب آه ندارد

شوخی نرگس نگر که پيش تو بشکفت

چشم دريده ادب نگاه ندارد

 

ديدم و آن چشم دل سيه که تو داری

جانب هيچ آشنا نگاه ندارد

رطل گرانم ده ای مريد خرابات

شادی شيخی که خانقاه ندارد

خون خور و خامش نشين که آن دل نازک

طاقت فرياد دادخواه ندارد

 

گو برو و آستين به خون جگر شوی

هر که در اين آستانه راه ندارد

 

نی من تنها کشم تطاول زلفت

کيست که او داغ آن سياه ندارد

 

حافظ اگر سجده تو کرد مکن عيب

کافر عشق ای صنم گناه ندارد

**

 

Dostluk ağacını dik de gönlündeki maksat, meyvalansın, düşmanlık fidanım sök. O fidan, sayısız zahmetler meydana getirir.

Mademki meyhaneye konuksun, rintleri ağırla, onlara hürmet et. Çünkü bu sarhoşluktan ayıldın mı baş ağrısına uğrar, musibetlere düşersin.

Sohbet gecesini ganimet bil. Çünkü zamanımızdan sonra felek çok döner... nice geceler, nice gündüzler gelip geçer!

Yarabbi, Leylâ’nın devesini çeken ve ay beşiğini bile hükmünde tutan devecinin gönlüne bir ilham ver de Mecnun’a da bir uğrasın!

Gönül, sen ömrün baharını iste. Yoksa bu yeşillik, her yıl nesrin gibi yüzlerce gül yetiştirir, bülbül gibi binlerce âşık meydana çıkarır!

Yaralı gönlüm, zülfünde karar kıldı, oraya bağlandı. Tanrı için olsun, tatlı dudağına emret de onu tez bir karara koşun, zülfün gibi kararsız ve perişan bırakmasın.

Hâfız, ihtiyarlık çağında Tanrı’dan bir kere daha bu bağda bir ırmak kıyısında oturmak, bu selviyi kucaklamak istiyor,

** Gönül, yüzlerce batmanlık gam yükü yüklenmişsin, fakat taşıyamıyorsun. Yürü,      birer batman, birer batman yüklen da taşı bari!

Dıraht-ı dosti binşan ki kâm ı dil bebâr âred
Nihâl-i düşmeni berken ki renc-i bişumar âred

115‏

 

درخت دوستی بنشان که کام دل به بار آرد

نهال دشمنی برکن که رنج بی‌شمار آرد

چو مهمان خراباتی به عزت باش با رندان

که درد سر کشی جانا گرت مستی خمار آرد

شب صحبت غنيمت دان که بعد از روزگار ما

بسی گردش کند گردون بسی ليل و نهار آرد

عماری دار ليلی را که مهد ماه در حکم است

خدا را در دل اندازش که بر مجنون گذار آرد

بهار عمر خواه ای دل وگرنه اين چمن هر سال

چو نسرين صد گل آرد بار و چون بلبل هزار آرد

 

خدا را چون دل ريشم قراری بست با زلفت

بفرما لعل نوشين را که زودش باقرار آرد

 

در اين باغ از خدا خواهد دگر پيرانه سر حافظ

نشيند بر لب جويی و سروی در کنار آرد

**

 

 

Sazı bir perdeden çal ki o nağmeyle ah etmek imkânı bulunsun, öyle bir şür oku ki o şiirle koca şarap kadehi çekilebilsin!

Sevgilinin kapısına baş koymak imkânı ele geçerse yücelik gülbangini göklere salmak mümkün.

Bükülmüş boyumuz, sana ehemmiyetsiz görünüyor ama düşmanların gözüne, bu yayla ok atılabilir.

Âşıklık sırları hanikaha sığmaz. Mugların kadehi yine muglarla içilebilir.

Yoksulda padişah sarayının eşyası ne gezer? Bizim ancak ateşlere atılabilecek bir eski hırkamız var!

Nazar ehli, iki âlemi de bir bakışta oynar, kaybeder; iki cihandan da bir anda geçer. Buna aşk derler. Burada ilk ortaya konulan şey, can nakdidir.

Sevgilinin vuslatı devleti, bir kapı açmak diliyorsa bu hayalle şimdiden eşiğine başlar koyalım.

Aşk; gençlik, rintlik... bu üçü murat ve maksat mecmuasıdır. Bunlar, kimde varsa o adam, muradına erişmiştir. Manalar bir araya geldi mi beyan topunu çelmek mümkündür.

Zülfün, selâmet yolunu kesti... fakat şaşılacak şey değil ki. Yol kesici, sen olduktan sonra yüzlerce kervan soyulabilir.

Hâfız, Kur’an hakkıyçin riyayı bırak. Belki ihlâs sahipleriyle devlet topunu vurur, kutluluğa erişirsin.

Râhi bizen ki âhi bersâz-ı an tevanzed
Şi'ri bihan ki bâ o rıt -ı giran tevanzed

154‏

 

راهی بزن که آهی بر ساز آن توان زد

شعری بخوان که با او رطل گران توان زد

بر آستان جانان گر سر توان نهادن

گلبانگ سربلندی بر آسمان توان زد

قد خميده ما سهلت نمايد اما

بر چشم دشمنان تير از اين کمان توان زد

 

در خانقه نگنجد اسرار عشقبازی

جام می مغانه هم با مغان توان زد

درويش را نباشد برگ سرای سلطان

ماييم و کهنه دلقی کتش در آن توان زد

اهل نظر دو عالم در يک نظر ببازند

عشق است و داو اول بر نقد جان توان زد

 

گر دولت وصالت خواهد دری گشودن

سرها بدين تخيل بر آستان توان زد

 

عشق و شباب و رندی مجموعه مراد است

چون جمع شد معانی گوی بيان توان زد

شد رهزن سلامت زلف تو وين عجب نيست

گر راه زن تو باشی صد کاروان توان زد

حافظ به حق قرآن کز شيد و زرق بازآی

باشد که گوی عيشی در اين جهان توان زد

**

 

Bir anı bile gamla geçirmek, bütün cihan saltanatına değmez. Hırkamızı şaraba sat            (gamdan kurtulalım) ; zaten bundan daha iyi bir pahanı da bulunamaz ki

Takva seccadesi ne acayip bir seccade. Şarap satanların mahallesinde onu bir kadeh şaraba bile almıyorlar; bir kadeh şaraba bile değmiyor!

Rakip, bu kapıdan yüz çevir diye Dana serzenişlerde bulundu... başımıza neler geldi, ki onun sevgilinin kapısındaki toprak kadar bile değeri kalmamış!

Padişahlık tacının heybetinde can korkusu gizli. Alımlı bir külâh ama baş vermeye değmez ki!

Kâr kazanma sevdasıyle denizin derdini çekmek, önce kolay göründü. Fakat yanılmışım; bu tufan, yüzlerce inciye bile değmez.

Hâfız gibi kanaat sahibi olmaya çalış. Alçak dünyadan vazgeç. Çünkü alçaklara bir arpa kadar bile minnet etmek, iki yüz batman altına değmez.

Sevgili, yüzünü, sana iştiyak çekenlerden gizlersen daha hoş olur. Çünkü bütün âlemi zaptetmek sevinci, bir ordunun derdini çekmeye değmez ki.

Demi bâ gam be ser burden cihan yekser nemierzed
 Be mey bifrüş delk-i mâ bezin bihter nemierzed

151‏

 

دمی با غم به سر بردن جهان يک سر نمی‌ارزد

به می بفروش دلق ما کز اين بهتر نمی‌ارزد

به کوی می فروشانش به جامی بر نمی‌گيرند

زهی سجاده تقوا که يک ساغر نمی‌ارزد

رقيبم سرزنش‌ها کرد کز اين به آب رخ برتاب

چه افتاد اين سر ما را که خاک در نمی‌ارزد

شکوه تاج سلطانی که بيم جان در او درج است

کلاهی دلکش است اما به ترک سر نمی‌ارزد

چه آسان می‌نمود اول غم دريا به بوی سود

غلط کردم که اين طوفان به صد گوهر نمی‌ارزد

تو را آن به که روی خود ز مشتاقان بپوشانی

که شادی جهان گيری غم لشکر نمی‌ارزد

چو حافظ در قناعت کوش و از دنيی دون بگذر

که يک جو منت دونان دو صد من زر نمی‌ارزد

**

 

 

Kim, senin güzel kokunu sabah rüzgârından işittiyse âşinâ bir dosttan âşinâ bir söz işitmiş demektir.

Gönlümün sende hakkı vardı. Can ortağından hiç de lâyık olmayan söz duyması yaraşmazdı doğrusu!

Yarabbi, sırra mahrem nerde ki bir zamanede gönül ne dedi, neler işitti, anlatayım.

Ey güzellik padişahı. Yoksula da bir bak, yoksulu da bir gör ki bu kulak, nice şah ve yoksul hikâyesi işitmiştir!

Canımı, misk kokulu şarapla tedavi ediyor, hoş bir hale getiriyorum. Çünkü ibadet yurdunda hırka giymiş sofiden riya kokusu duymuş bunalmıştı.

Şarabı hırka altında gizlice sade bugün içmiyorduk ki. Meyhane Pîri, bu macerayı yüzlerce defa işitti.

Çenk sesiyle şarap içişimiz bugüne mahsus değil. Felek kubbesi, bunu duyalı nice zaman oldu.

Arif yolcu, Tanrı sırrını kimseciklere söylemedi. Böyle olduğu halde şaşıyorum, şarap satan bunu nerden duydu?

Sâki gel... aşk yüksek sesle seslenmekte, hikâyemizi söyleyen de yine o hikâyeyi bizden duymuştur.

Civarından mahrum oldum da ne oldu? Zemane gülşeninden kim vefa kokusu almıştır ki?

Hakimin nasihati, doğrunun, hayrın ta kendisi... onu kabul edene ne mutlu!

Hâfız, vazifen ancak dua etmek... duydu mu, duymadı mı diye kayıtlanma!

Buy-i hoş-i tu her ki zi bad-ı saba şinid
Ez yâr-ı âşinâ suhan-i âşinâ şinid

243‏

 

بوی خوش تو هر که ز باد صبا شنيد

از يار آشنا سخن آشنا شنيد

 

ای شاه حسن چشم به حال گدا فکن

کاين گوش بس حکايت شاه و گدا شنيد

 

خوش می‌کنم به باده مشکين مشام جان

کز دلق پوش صومعه بوی ريا شنيد

سر خدا که عارف سالک به کس نگفت

در حيرتم که باده فروش از کجا شنيد

 

يا رب کجاست محرم رازی که يک زمان

دل شرح آن دهد که چه گفت و چه‌ها شنيد

 

اينش سزا نبود دل حق گزار من

کز غمگسار خود سخن ناسزا شنيد

 

محروم اگر شدم ز سر کوی او چه شد

از گلشن زمانه که بوی وفا شنيد

ساقی بيا که عشق ندا می‌کند بلند

کان کس که گفت قصه ما هم ز ما شنيد

 

ما باده زير خرقه نه امروز می‌خوريم

صد بار پير ميکده اين ماجرا شنيد

 

ما می به بانگ چنگ نه امروز می‌کشيم

بس دور شد که گنبد چرخ اين صدا شنيد

 

پند حکيم محض صواب است و عين خير

فرخنده آن کسی که به سمع رضا شنيد

حافظ وظيفه تو دعا گفتن است و بس

دربند آن مباش که نشنيد يا شنيد

 

**

 

 

O kutsi kuş, yine kapımdan girerse geçmiş ömrüm, bu ihtiyarlıkta bile geri gelir, gençleşirim.

Ümidim var; bu yağmur gibi göz yaşlarım tesir eder de gözümden kaybolan devlet şimşeği tekrar çakar.

O yüce sevgilinin ayaklarına saçmayayım da ne yapayım? Can incisi, bundan başka ne işe yarar ki?

Tanrı’dan dilerim, ayağının bastığı toprak, başımın tacı olan sevgili yine gelse, yine başıma o devlet tacı konar!

Sefere giden yeni ayımı tekrar görürsem kutluluk damına çıkar da yeni devlete ulaşanların davulunu çalarım!

* Ardından gitmek istiyorum, aziz dostlara bir gün gelip ulaşamazsam bile haberim olsun gelir ya!

Çenk sesiyle tatlı sabah uykusu mani oluyor herhalde. Yoksa seher çağlarındaki ahimi duysa elbette gelirdi!

Ay yüzlü padişahınım cemalini arzuladım..

Hâfız, bir himmet et, selâmetle yine kapımdan girsin!

Eğer an tâir-i kudsi zi derem bâz âyed          
Ömr-i bigzeşte be pîrâne serem bâz âyed

236‏

 

اگر آن طاير قدسی ز درم بازآيد

عمر بگذشته به پيرانه سرم بازآيد

 

دارم اميد بر اين اشک چو باران که دگر

برق دولت که برفت از نظرم بازآيد

 

آن که تاج سر من خاک کف پايش بود

از خدا می‌طلبم تا به سرم بازآيد

خواهم اندر عقبش رفت به ياران عزيز

شخصم ار بازنيايد خبرم بازآيد

 

گر نثار قدم يار گرامی نکنم

گوهر جان به چه کار دگرم بازآيد

 

کوس نودولتی از بام سعادت بزنم

گر ببينم که مه نوسفرم بازآيد

 

مانعش غلغل چنگ است و شکرخواب صبوح

ور نه گر بشنود آه سحرم بازآيد

 

آرزومند رخ شاه چو ماهم حافظ

همتی تا به سلامت ز درم بازآيد

**

 

 

Gönül, müjde... öyle bir Mesih nefesli gelmekte ki güzel nefeslerinden birinin kokusu duyulmakta.

Ayrılık derdinden ağlama... dün gece fala baktım, bir feryada erişen geliyor.

Eymen vadisinin ateşine sevinen yalnız ben değilim. Musâ bile oraya bir parçacık ateş almak ümidiyle geliyordu.

Hiç bir kimse yok ki civarında bir işi olmasın. Oraya herkes bir hevesle gelmekte.

Sevgilinin konağı nerde ? Kimse bilmedi gitti Şu kadar var ki bir çan sesidir, duyulmakta.

* Bir yudum şarap sun. Herkes; kerem erbabının meyhanesine bir şey istemek için gelir.

Sevgili, gam hastasının halini sormaya meylederse de ki: Henüz bir nefestir gelmekte.. işte o kadar!

Bu bağın bülbülünün halini sorun. Bir kafesten gelen bir feryat duyuyorum, galiba tutulmuş, kafese girmiş!

Dostlar, sevgili, Hâfız’ın gönlünü avlamak istiyor ha. Hiç bir büyük doğan bir sineği avlamaya gelir mi?

Müjde ey dil ki mesihâ nefesi miyâyed
Ki ez enfâs-ı hoşeş büy-ı keşi miyâyed

 

**

 

Müjde geldi: Bahar oldu, çimenler bitti. Elimize bir para düğerse güle, şaraba harcamak gerek.

Kuşlar ötüşmeye başladılar, şarap badyası nerde? Bülbül şakımaya koyuldu, gülün nikahını kim açtı ki?

Sâkinin işvesi, gönlümü öyle bir alış aldı ki artık, ondan başka hiç bir kimseyle konuşmaya mecalim yok.

Ben, bu gül gibi şaraplara bulanmış hırkayı yakacağım artık. Şarap satan ihtiyar, bir yudumcuk şaraba bile almıyor.

** Yoldaş, aşk yolunun şaşılacak şeyleri çoktur. Bu çöldeki ceylândan erkek arslan bile korkup önüne katılarak kaçmıştır!

Aşk yurduna varmak için delilsiz adım atma. Bu yolda rehbersiz yürüyen kayboldu gitti.

Dertten şikâyet etme... edep yolunda zahmet çekmeyen rahata kavuşmaz.

Güzellerin elmaya benzeyen yanaklarını ısırmayan kişi, cennet meyvalarından ne zevk alır ki?

Ey harem yolunun delili, Allah hakkiyçin bir medet. Aşk çölünün ne ucu var, ne bucağı!

Hâfız, dilek bağından bir gül bile deremedi. Yoksa buralara mürüvvet rüzgârı esmedimi ki?

Resid müjde ki amed behâr-u sebze demid
Vazife ger biresed masrifeş gulest-u nebid

239‏

 

رسيد مژده که آمد بهار و سبزه دميد

وظيفه گر برسد مصرفش گل است و نبيد

 

صفير مرغ برآمد بط شراب کجاست

فغان فتاد به بلبل نقاب گل که کشيد

 

ز ميوه‌های بهشتی چه ذوق دريابد

هر آن که سيب زنخدان شاهدی نگزيد

مکن ز غصه شکايت که در طريق طلب

به راحتی نرسيد آن که زحمتی نکشيد

ز روی ساقی مه وش گلی بچين امروز

که گرد عارض بستان خط بنفشه دميد

 

چنان کرشمه ساقی دلم ز دست ببرد

که با کسی دگرم نيست برگ گفت و شنيد

من اين مرقع رنگين چو گل بخواهم سوخت

که پير باده فروشش به جرعه‌ای نخريد

بهار می‌گذرد دادگسترا درياب

که رفت موسم و حافظ هنوز می‌نچشيد

**

 

Korkuyorum, bu gama sabr edemeyip ağlıyoruz; göz yaşlarımız, perdemizi yırtacak, gizlediğimiz sır, âlemlere yayılacak, dillere destan olacak!

Sabırla taş, lâl olur derler. Doğru, doğru ama ciğer kanıyla olur!

Her yana dua okları attım... belki bir tanesi olsun hedefe varır!

Meyhaneye ağlayarak, medet isteyerek gideceğim. Belki orada gamdan kurtulurum!

Ey can, halimizi sevgiliye söyle. Ama sabah rüzgârına duyurma, gizli söyle.

Rakibin gururuna şaşıyorum, hatta canım bile sıkılıyor. Yarabbi, dilenci itibar sahibi olmasın, yüce mesnetlere ulaşmasın!

De ki: Senin sevginin kimyasıyle toprak, altına döndü. Evet lûtfunuzun bereketiyle toprak, altın kesilir;

Birisinin nazar sahiplerince makbul olması için onda güzellikten başka daha çok şeyler bulunması lâzım;

Senin yüce selviye benzeyen başında öyle bir serkeşlik var ki... başlar o eşiğin kapışma toprak olsun;

Hâfız, sevgilinin misk gibi saçları dindeyken sus... Yoksa seher yeli haber alına görürsün.

Tersem ki eşk der ğam-ı mâ perde derşeved
 Vin râz ser bemihr be'âlem semer şeved

**

226‏

 

ترسم که اشک در غم ما پرده در شود

وين راز سر به مهر به عالم سمر شود

 

گويند سنگ لعل شود در مقام صبر

آری شود وليک به خون جگر شود

خواهم شدن به ميکده گريان و دادخواه

کز دست غم خلاص من آن جا مگر شود

 

از هر کرانه تير دعا کرده‌ام روان

باشد کز آن ميانه يکی کارگر شود

ای جان حديث ما بر دلدار بازگو

ليکن چنان مگو که صبا را خبر شود

 

از کيميای مهر تو زر گشت روی من

آری به يمن لطف شما خاک زر شود

در تنگنای حيرتم از نخوت رقيب

يا رب مباد آن که گدا معتبر شود

 

بس نکته غير حسن ببايد که تا کسی

مقبول طبع مردم صاحب نظر شود

 

اين سرکشی که کنگره کاخ وصل راست

سرها بر آستانه او خاک در شود

 

حافظ چو نافه سر زلفش به دست توست

دم درکش ار نه باد صبا را خبر شود

**

 

Bahçeden bir meyva koparsam... çırağınla ayağımın basacağı yeri görsem ne olur ki?

Yarabbi, o yüce selvinin gölgesinde bu yanık âşık, bir an otursa ne çıkar ki?

Ey eserleri kutlu Süleyman mührü, aksin, yüzük kaşıma vursa ne var?

Şehirdeki vaiz, padişahla şahnenin sevgisini ihtiyar etti. Ben de bir güzelin sevgisini seçersem ayıp mı?

Aklım başımdan gitti. Eğer şarap dediğin buysa ben önceden gördüm. Daha dinin başına da neler gelecek, neler?

Değerli ömrüm sevgiliyle şaraba harç oldu gitti. Bakalım... sevgiliden başıma neler gelecek, şarap beni ne hallere sokacak?

Vezir, âşıklığımı duydu da hiç bir şey demedi, tınmadı bile. Hâfız da ne halde olduğumu bilirse ne çıkar ki?

Ger men ez bâğ-ı tu yek meyve biçinem çi şeved
Piş-i pâyi beçerâğ-ı tu bibinem çi şeved

228‏

 

گر من از باغ تو يک ميوه بچينم چه شود

پيش پايی به چراغ تو ببينم چه شود

يا رب اندر کنف سايه آن سرو بلند

گر من سوخته يک دم بنشينم چه شود

 

آخر ای خاتم جمشيد همايون آثار

گر فتد عکس تو بر نقش نگينم چه شود

 

واعظ شهر چو مهر ملک و شحنه گزيد

من اگر مهر نگاری بگزينم چه شود

 

عقلم از خانه به دررفت و گر می اين است

ديدم از پيش که در خانه دينم چه شود

 

صرف شد عمر گران مايه به معشوقه و می

تا از آنم چه به پيش آيد از اينم چه شود

 

خواجه دانست که من عاشقم و هيچ نگفت

حافظ ار نيز بداند که چنينم چه شود

 

**

 

Hastalar seni istiyor, fakat kudretleri yok ki... sen de onlara zulüm edersen bu iş, mürüvvete lâyık değildir.

Biz senden cefa görmedik... zaten sen de yol erlerinin mezhebinde olmayan şeyi beğenmez, yapmazsın ki.

Kör olsun o göz ki aşka düşmemiştir, ağlamaktan suyu bitmemektedir. Kararsın o gönül ki sevgi çırağından mahrumdur:

Devleti, devlet kuşundan, onun gölgesinden dile. Ne gezer kuzgunla çaylakta devlet kanadı?

Meyhaneden himmet istediğimi ayıplama. Şeyhimiz dedi ki:       İbadet yurdunda himmet yoktur.

Temizlik olmadıktan sonra Kâbe de bir, puthane de; bir yurtta temizlik yok mu, hayrı yok orasının;

Hâfız, bilgiye, edebe çalış. Edebi olmayan, padişah meclisindeki sohbete lâyık değildir.

Hastegânrâ çu taleb bâşed-u kuvvet nebuved
Er tu bidâd kuni şart-ı mürüvvet nebuved

208‏

 

خستگان را چو طلب باشد و قوت نبود

گر تو بيداد کنی شرط مروت نبود

 

ما جفا از تو نديديم و تو خود نپسندی

آن چه در مذهب ارباب طريقت نبود

 

خيره آن ديده که آبش نبرد گريه عشق

تيره آن دل که در او شمع محبت نبود

 

دولت از مرغ همايون طلب و سايه او

زان که با زاغ و زغن شهپر دولت نبود

 

گر مدد خواستم از پير مغان عيب مکن

شيخ ما گفت که در صومعه همت نبود

چون طهارت نبود کعبه و بتخانه يکيست

نبود خير در آن خانه که عصمت نبود

 

حافظا علم و ادب ورز که در مجلس شاه

هر که را نيست ادب لايق صحبت نبود

**

 

 

Dedim ki:

Sevgili, senin derdine düştüm, dertliyim.

Dedi ki:

Derdin bir gün nihayete erer.

Dedim ki:

Bana ay ol, beni ışıklandır.

Dedi ki:

Talihin varsa pekâlâ:

Dedim ki:

Merhametlilerden vefa âdetini öğren.

Dedi ki:

Güzeller pek az vefakâr olurlar.

Dedim ki:

Hayaline göz yumacağım, gönlüme, hayalini getirmeyeceğim.

Dedi ki:

Hayalim geceleri yürür, başka yoldan girer:

Dedim ki:

Zülfünün kokusu âlem içinde yolumu kaybettirdi.

Dedi ki:

Bilirsen sana yol gösteren yine odur:

Dedim ki:

Seher yelinden gelen hava ne güzel hava.

Dedi ki:

Sevgilinin civarından gelen rüzgâr ne kutlu rüzgâr:

Dedim ki:       

Lâl dudağını öpme arzusu beni öldürdü.

Dedi ki:

Sen kulluk et, sevgili elbette kulunu görür, gözetir.

Dedim ki:

Merhametli gönlün, benimle ne vakit uzlaşacak?

 Dedi ki:

Vakti gelinceye kadar bunu kimseye söyleme sakın. 

Dedim ki:

Gördün ya, işret zamanı sona erdi.

Dedi ki:

Sus Hâfız, bu derdin de sonu gelecek elbet.

Güftem ğam-ı tu dârem guftâ ğamet serâyed
Güftem ki mah-ı men şov guftâ eğer berâyed

231‏

 

گفتم غم تو دارم گفتا غمت سر آيد

گفتم که ماه من شو گفتا اگر برآيد

 

گفتم ز مهرورزان رسم وفا بياموز

گفتا ز خوبرويان اين کار کمتر آيد

 

گفتم که بر خيالت راه نظر ببندم

گفتا که شب رو است او از راه ديگر آيد

 

گفتم که بوی زلفت گمراه عالمم کرد

گفتا اگر بدانی هم اوت رهبر آيد

گفتم خوشا هوايی کز باد صبح خيزد

گفتا خنک نسيمی کز کوی دلبر آيد

گفتم که نوش لعلت ما را به آرزو کشت

گفتا تو بندگی کن کو بنده پرور آيد

گفتم دل رحيمت کی عزم صلح دارد

گفتا مگوی با کس تا وقت آن درآيد

گفتم زمان عشرت ديدی که چون سر آمد

گفتا خموش حافظ کاين غصه هم سر آيد

 

**

 

Hicran gündüzüyle sevgilinin ayrılık gecesi sona erdi. Fala baktım, yıldız muvafık düştü; iş sona vardı.

Güz mevsiminin o nazlanışı, o zulmü, bahar rüzgârının kudumiyle nihayete erdi.

Şükürler olsun Tanrı’ya gül, ikbal külâhını gösterdi. Kış rüzgârının kibri, dikenin ululuğu bitti.

Ümit sabahı, gayp perdesinin ardına gizlenmiş, itikâfa çekilmişti. Ona de ki: Gel artık karanlık gece sona erdi.

Uzun gecelerde o perişanlık, o gönül derdi... Hepsi, sevgilinin saçları sayesinde bitti gitti.

Sevgilinin devleti sayesinde dert hikâyesi bitti ya... Fakat ben hâlâ zamanenin 'vefasızlığı yüzünden inanamıyorum buna.

Sâki, lûtuflar ettin... Kadehin şarapla dolsun, senin tedbirinle sersemlikten kurtuldum.

Kimse Hâfız’ı hesaba almaz amma şükürler olsun, o sonsuz, hesapsız mihnetler gelip geçti artık.

Ruz-ı hicran-u şeb-i fikat-ı yar ahır şud
Zedem in fâl-u guzeşt ahter-u kâr âhır şud

166‏

 

روز هجران و شب فرقت يار آخر شد

زدم اين فال و گذشت اختر و کار آخر شد

 

آن همه ناز و تنعم که خزان می‌فرمود

عاقبت در قدم باد بهار آخر شد

 

شکر ايزد که به اقبال کله گوشه گل

نخوت باد دی و شوکت خار آخر شد

صبح اميد که بد معتکف پرده غيب

گو برون آی که کار شب تار آخر شد

آن پريشانی شب‌های دراز و غم دل

همه در سايه گيسوی نگار آخر شد

باورم نيست ز بدعهدی ايام هنوز

قصه غصه که در دولت يار آخر شد

ساقيا لطف نمودی قدحت پرمی باد

که به تدبير تو تشويش خمار آخر شد

 

در شمار ار چه نياورد کسی حافظ را

شکر کان محنت بی‌حد و شمار آخر شد

**

 

Kimsede dostluk eseri görmüyorum. Dostlar ne oldular ? Dostluk ne zaman bitti, sevenler nerde kaldılar?

Abıhayat bulandı; kademi kutlu Hızır nerde? Gül dalından kan damlamakta, ne oldu bahar rüzgârları?

Hiç kimse, bir dostda dostluk hukukunu güdüyor dememekte; hukuk gözetenler ne hale düştüler, sevgililer ne oldular ki?

Bu diyarda şehriyarlar vardı; bu diyar, merhametli, muhabbetli kişilerin yurduydu. Merhamet ne vakit sona erdi, şehriyarlar ne oldular?

Yıllardır mürüvvet madeninden bir lâl bile meydana gelmemekte. Ne oldu güneşin ziyasına; ne oldu yelin, yağmurun geyretine?

Kerem ve muvaffakiyet topunu ortaya attılar da kimse meydana çıkmıyor. Nereye gitti o süvariler?

Yüz binlerce gül açıldı, bir bülbül sesi bile yükselmiyor. Bülbüller neye uğradılar, ne haldeler?

Zühre hoş bir nağme çalmamakta, çengi mi yandı ki? Kimsede sarhoşluk zevki yok, ne oldu şarap içenlere? 

Hâfız, Tanrı sırrını kimse bilmez. Sus devir ne halde, zemane ne oldu diye kime soruyorsun ki?

Dosti der kes nemibinim yâranrâ çi şud
Dosti key âhır âmed döstdâranrâ çi şud

**

169‏

ياری اندر کس نمی‌بينيم ياران را چه شد

دوستی کی آخر آمد دوستداران را چه شد

آب حيوان تيره گون شد خضر فرخ پی کجاست

خون چکيد از شاخ گل باد بهاران را چه شد

 

کس نمی‌گويد که ياری داشت حق دوستی

حق شناسان را چه حال افتاد ياران را چه شد

 

لعلی از کان مروت برنيامد سال‌هاست

تابش خورشيد و سعی باد و باران را چه شد

شهر ياران بود و خاک مهربانان اين ديار

مهربانی کی سر آمد شهرياران را چه شد

 

گوی توفيق و کرامت در ميان افکنده‌اند

کس به ميدان در نمی‌آيد سواران را چه شد

صد هزاران گل شکفت و بانگ مرغی برنخاست

عندليبان را چه پيش آمد هزاران را چه شد

 

زهره سازی خوش نمی‌سازد مگر عودش بسوخت

کس ندارد ذوق مستی ميگساران را چه شد

حافظ اسرار الهی کس نمی‌داند خموش

از که می‌پرسی که دور روزگاران را چه شد

**

 

Seher yelinin nefesi miskler saçacak ... ihtiyar âlem, yeni baştan gençleşecek.

Erguvan, akik renkli kadehi yasemine sunacak. Nergis şakayıkı seyredecek.

Bülbül, ayrılık derdinden bu zulmü çekti ya... artık ta gülün otağına kadar naralar atarak gidecek.

Mescitten çıkıp meyhaneye gittiysem hoş gör. Vaiz uzun sürdü, baktım, zaman geçecek!

Gönül, bugünün işretini yarına bırakırsan yarın sağ kalacağına kim kefil oluyor ki?

Şaban ayında kadehi elden bırakma. Çünkü bu güneş ta ramazan bayramı gecesine kadar gözlerden gizlenecek.

Gül, pek azizdir... sohbetini fırsat bilin. Bağa bu yoldan geldi, o yoldan gidiverecek.

* Çalgıcı, mahrem bir meclis... gazel oku, çalgı çal. Ne vakte kadar böyle oldu, şöyle olacak deyip durursun?

Hâfız, varlık ülkesine senin için geldi. Bir ayak at da vedaına gel, çünkü nerdeyse gidecek! 

Nefes-i bad-ı saba muşk-feşan hahedşud
‘Âlem-ı Pîr diğer bâre cuvan hâhedşud

164‏

 

نفس باد صبا مشک فشان خواهد شد

عالم پير دگرباره جوان خواهد شد

 

ارغوان جام عقيقی به سمن خواهد داد

چشم نرگس به شقايق نگران خواهد شد

 

اين تطاول که کشيد از غم هجران بلبل

تا سراپرده گل نعره زنان خواهد شد

 

گر ز مسجد به خرابات شدم خرده مگير

مجلس وعظ دراز است و زمان خواهد شد

 

ای دل ار عشرت امروز به فردا فکنی

مايه نقد بقا را که ضمان خواهد شد

 

ماه شعبان منه از دست قدح کاين خورشيد

از نظر تا شب عيد رمضان خواهد شد

 

گل عزيز است غنيمت شمريدش صحبت

که به باغ آمد از اين راه و از آن خواهد شد

 

مطربا مجلس انس است غزل خوان و سرود

چند گويی که چنين رفت و چنان خواهد شد

 

حافظ از بهر تو آمد سوی اقليم وجود

قدمی نه به وداعش که روان خواهد شد

**

 

 

Bir yıldız parladı, meclise ay kesildi. Bizim ürkmüş, kaçmış gönlümüze yoldaş oldu.

Güzelim, mektebe gitmediği, yazı yazmadığı halde göz ucuyle yüzlerce müderrise ders öğretmekte!

Onun kokusuyla hasta âşıkların gönülleri, sabah rüzgârı gibi nesrinin yanağıyle nergisin gözüne feda oldu gitti:

Sevgili, beni bugün garipler meclisinin baş köşesine oturttu. Şehir yoksuluna bak, meclise bey kesildi:

Sevgi neşe yurdu, artık mamur olur. Çünkü sevgilimin kemere benzeyen kaşları, oraya mühendis oldu:

Allah için olsun dudağındaki şarap sızıntısını sil. Kiminle içti acaba diye hatırıma binlerce vesvese gelmekte.

işven, âşıklara öyle bir şarap içirdi ki bilgi hayırsız bir hale geldi, akıl duygusuz:

* Dostlar meyhane yolundan dizgin çevirdiler, neden mi? Çünkü Hâfız, bu yola gitti de müflis oldu.

Hâfız, Sultan Ebülfevâris’in meclisinde bir yudum şarap içti de Hızır'ın Abıhayatına da nail oldu, İskender’in kadehine de!

Şiirim, altın gibi pek değerli., evet, devletlilere makbul oluşu, bu bakıra kimya tesirini gösterdi.

Sitârei bidirahşid-u mâh-ı meclis şud
Dil-i remide-i mârâ refik-u munis şud

167‏

 

ستاره‌ای بدرخشيد و ماه مجلس شد

دل رميده ما را رفيق و مونس شد

 

نگار من که به مکتب نرفت و خط ننوشت

به غمزه مسله آموز صد مدرس شد

به بوی او دل بيمار عاشقان چو صبا

فدای عارض نسرين و چشم نرگس شد

به صدر مصطبه‌ام می‌نشاند اکنون دوست

گدای شهر نگه کن که مير مجلس شد

خيال آب خضر بست و جام اسکندر

به جرعه نوشی سلطان ابوالفوارس شد

طربسرای محبت کنون شود معمور

که طاق ابروی يار منش مهندس شد

لب از ترشح می پاک کن برای خدا

که خاطرم به هزاران گنه موسوس شد

 

کرشمه تو شرابی به عاشقان پيمود

که علم بی‌خبر افتاد و عقل بی‌حس شد

چو زر عزيز وجود است نظم من آری

قبول دولتيان کيميای اين مس شد

ز راه ميکده ياران عنان بگردانيد

چرا که حافظ از اين راه رفت و مفلس شد

**

 

Halvette oturmakta olan Hâfız, dun gece meyhaneye geldi. Ahd ü peymanından vazgeçti, kadeh sevdasına düştü.

* Dün sürahiyi, kadehi kıran deli sofi, yine bir yudumcuk şarapla uslandı, akıllandı.

Güzelim gençlik çağı, dün gece rüyada göründü de yine bu kocalık halinde bizi aşka düşürdü, divane etti

Din yolunu vuran mugbeçe geçerken gönül, o aşinanın ardına düştü, herkese bigâne oldu.

Gülün yanağındaki ateş bülbülün harmanını yaktı. Mumun gülümseyen çehresi pervaneye âfet kesildi.

Gece gündüz ağlamam, Tanrı’ya şükrolsun, zayi olmadı. Yağmurlarımızın katranı tek bir inci haline geldi.

Sâkinin gözleri afsun âyeti okudu. Evrat halkamız efsane meclisi oldu.

Şimdi Hâfız’ın konağı, artık padişah otağıdır. Gönül sevgiliye gitti, can da cananına ulaştı.

Hâfız-i halvet-nişîn duş bemeyhane şud
Ezser-i peyman bireft bâser-i peymane şud

170‏

 

زاهد خلوت نشين دوش به ميخانه شد

از سر پيمان برفت با سر پيمانه شد

 

صوفی مجلس که دی جام و قدح می‌شکست

باز به يک جرعه می عاقل و فرزانه شد

شاهد عهد شباب آمده بودش به خواب

باز به پيرانه سر عاشق و ديوانه شد

 

مغبچه‌ای می‌گذشت راه زن دين و دل

در پی آن آشنا از همه بيگانه شد

آتش رخسار گل خرمن بلبل بسوخت

چهره خندان شمع آفت پروانه شد

 

گريه شام و سحر شکر که ضايع نگشت

قطره باران ما گوهر يک دانه شد

 

نرگس ساقی بخواند آيت افسونگری

حلقه اوراد ما مجلس افسانه شد

 

منزل حافظ کنون بارگه پادشاست

دل بر دلدار رفت جان بر جانانه شد

 

**

 

Kara gözlü güzellerin sevdasından geçmeme imkân yok. Bu, Tanrı’nın takdiri... başka türlü olması mümkün değil.

Rakip öyle işler yaptı, bizi öyle incitti ki, uzlaşmaya yer bırakmadı. Onca seher çağlarında uyanık âşıkların ahları göğe çıkmaz mı ki?

Ezel günü, bize rindlikten başka bir şey takdir etmediler. O zaman takdir edilenden fazla bir şey olacak değü ya!

Muhtesib, Allah için olsun, bizi def ve ney feryadına bağışla. Şeriat sazı, bu efsaneden kanunsuz bir hale girmez.

Lâl renkli şarap, emin bir yer, merhametli sevgili de sâkilik etmekte, gönül, işin şimdi düzelmezse ne vakit düzelecek?

Kudretim, ancak şuna yetişiyor: Gizlice aşkıyle uğraşıp durayım. Kucaklamak, öpmek ve sevmekten bahse hacet bile yok., zaten bunlara imkân yok ki.

Ey göz, Hâfız’ın göğsü levhinden gam nakşının rengi yıkamakla çıkmaz zaten.

Mera mihr-i siyeh-çeşman zi ser bîruu nehâhedşud
Kazâ-yı asmânest in-u digergun nehâhedşud 

165‏

 

مرا مهر سيه چشمان ز سر بيرون نخواهد شد

قضای آسمان است اين و ديگرگون نخواهد شد

رقيب آزارها فرمود و جای آشتی نگذاشت

مگر آه سحرخيزان سوی گردون نخواهد شد

مرا روز ازل کاری بجز رندی نفرمودند

هر آن قسمت که آن جا رفت از آن افزون نخواهد شد

 

خدا را محتسب ما را به فرياد دف و نی بخش

که ساز شرع از اين افسانه بی‌قانون نخواهد شد

مجال من همين باشد که پنهان عشق او ورزم

کنار و بوس و آغوشش چه گويم چون نخواهد شد

 

شراب لعل و جای امن و يار مهربان ساقی

دلا کی به شود کارت اگر اکنون نخواهد شد

مشوی ای ديده نقش غم ز لوح سينه حافظ

که زخم تيغ دلدار است و رنگ خون نخواهد شد

 

**


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar