Print Friendly and PDF

HÂFIZ DİVÂNI / HÂFIZ-I ŞİRÂZÎ 2





Hazırlayan: ABDÜLBÂKIY GÖLPINARLI

 

 

Gönül işi başa varsın diye canım eridi, fakat imkânsız., bu ham istek için yandık, yakıldık, fakat bir türlü olmadı.

Eyvah, maksat definesini elde etmek için gamlara düştüm, cihanda haraboldum da yine bulamadım:

Yazıklar olsun., huzur bucağını aradım, bulmak için dilenci oldum, nice ululara baş urdum., bulamadım gitti!

Bir gece lâtife yollu “Meclisine baş olayım” dedi. Kendi isteğimle ona adî bir köle oldum da o, yine meclise gelmedi, yine efendilik etmedi!

Rintlerle düşüp kalkacağım diye adım rintlikle, sarhoşlukla âleme yayıldı ama rind olamadım gitti.

* Gönül güvercini çırpınıp dursa lâyıktır.. Yolunda sevgilinin büklüm büklüm saçlarının, tuzağını gördü de gidip tutulmadı!

Sarhoşlukla o lâl dudakları öpmek hevesine düştüm. Bu hevesle kadeh gibi, gönlüme ne kadar döküldü de yine müyesser olmadı.

Aşk mahallesine delilsiz ayak atma. Ben delilsiz gitmek için neler yaptım da yine gidemedim.

Hâfız, düşünceye dalıp o güzeli râm etmek için binlerce fikir kurdu., fakat imkânı yok.

Gudaht can ki şeved kar-ı dil temam neşud
Bisühtim derin ârzüy-ı hâm neşud

168‏

گداخت جان که شود کار دل تمام و نشد

بسوختيم در اين آرزوی خام و نشد

به لابه گفت شبی مير مجلس تو شوم

شدم به رغبت خويشش کمين غلام و نشد

 

پيام داد که خواهم نشست با رندان

بشد به رندی و دردی کشيم نام و نشد

رواست در بر اگر می‌طپد کبوتر دل

که ديد در ره خود تاب و پيچ دام و نشد

 

بدان هوس که به مستی ببوسم آن لب لعل

چه خون که در دلم افتاد همچو جام و نشد

 

به کوی عشق منه بی‌دليل راه قدم

که من به خويش نمودم صد اهتمام و نشد

 

فغان که در طلب گنج نامه مقصود

شدم خراب جهانی ز غم تمام و نشد

 

دريغ و درد که در جست و جوی گنج حضور

بسی شدم به گدايی بر کرام و نشد

هزار حيله برانگيخت حافظ از سر فکر

در آن هوس که شود آن نگار رام و نشد

**

 

Bu kocalıkta ihtiyar başıma bir genç sevdasıdır düştü. Gönlümde gizlediğim sır açığa çıktı.

Gönül kuşum, nazar yolundan uçtu, havalandı. Ey göz, bir bak, acaba kimin tuzağına düştü ki?

Eyvah, o kara gözlü, misk kokulu ahu yüzünden ciğerime nafe gibi nice gönül kanlan damladı!

Seher yelinin eline düşen miskler, hep civarındaki topraklara uğradığından.

Sevgili, kirpiklerin cihanı zapteden kılıcını çekti mi nice gönlü uyanık şehitler, birbirinin üstüne düşmekte, birbirinin üstüne yığılmakta!

Çok tecrübe ettik: Her işin karşılığını veren bu ibadet yurdunda kim dertlilerle uğraşır, onları incitirse nihayet yıkılır, helak olur gider.

Kara taş, can verse bile yine lâl olamaz. Ne yapsın? Yaratılışı kötü bir kere.

Hâfız’ın elini, güzellerin zülfü tutmuş, götürüp dururken ne şaşılacak şey ki şimdi tepesi üstü yıkıla kaldı!

Pirâne serem ışk-ı cuvâni beser uftâd
Van râz-ki der dil binuhuftem beder uftâd 

110‏

 

پيرانه سرم عشق جوانی به سر افتاد

وان راز که در دل بنهفتم به درافتاد

 

از راه نظر مرغ دلم گشت هواگير

ای ديده نگه کن که به دام که درافتاد

دردا که از آن آهوی مشکين سيه چشم

چون نافه بسی خون دلم در جگر افتاد

از رهگذر خاک سر کوی شما بود

هر نافه که در دست نسيم سحر افتاد

 

مژگان تو تا تيغ جهان گير برآورد

بس کشته دل زنده که بر يک دگر افتاد

 

بس تجربه کرديم در اين دير مکافات

با دردکشان هر که درافتاد برافتاد

 

گر جان بدهد سنگ سيه لعل نگردد

با طينت اصلی چه کند بدگهر افتاد

حافظ که سر زلف بتان دست کشش بود

بس طرفه حريفيست کش اکنون به سر افتاد

 

**

 

 

Yüzün, kadeh aynasına aksedeli arif, şarabın gülmesine kapıldı da ham tamaha düştük

Yüzünün güzelliği, aynada bir kere cilvelenir cilvelenmez bütün bu nakışlar, bu suretler, evham aynasında zuhur ediverdi!

Şu şarabın aksi, görünen şu güzellikler,, şu suretler yok mu., sâkinin yüzünün kadehe bir aksinden meydana gelme!

Aşk gayreti, bütün ileri gelenlerin dilini kesti, hepsi sükûta vardılar., öyle olduğu halde sevgilinin gamına ait sır, bilmem ki nerden halkın ağzına düştü?

Ben, mescitten meyhaneye kendiliğimden düşmedim ya., bu iş, ezelden takdir edilmiş, ezelden nasibim buymuş!

Bu dönen âlemin dairesine düşen kişi, pergel gibi devrana uymasın da ne yapsın?

Sevgilinin gam kılıcına oynaya oynaya gitmek gerek. Çünkü onun şehidi olanın çok güzel, çok hayırlı bir akibeti vardır.

Gönül, çene çukurundan çıktı, zülfünün büklümüne asıldı. Ah, kuyudan kurtuldu da tuzağa düştü!

Hocam, beni artık ibadet yurdunda göremezsin. işimiz sâkinin yüzüyle kadehin dudağına kaldı!

Sofilerin hepsi şarap içer, hepsi güzel sever. Fakat ne yapalım ki aralarında yalnız yüreği yanık Hâfız’ın adı kötüye çıktı! 

Aks-i ruy-i tu çu der ayine-i cam uftad
Arif ez hande-i mey der tama-ı hâm uftâd

111‏

 

عکس روی تو چو در آينه جام افتاد

عارف از خنده می در طمع خام افتاد

حسن روی تو به يک جلوه که در آينه کرد

اين همه نقش در آيينه اوهام افتاد

 

اين همه عکس می و نقش نگارين که نمود

يک فروغ رخ ساقيست که در جام افتاد

 

غيرت عشق زبان همه خاصان ببريد

کز کجا سر غمش در دهن عام افتاد

 

من ز مسجد به خرابات نه خود افتادم

اينم از عهد ازل حاصل فرجام افتاد

 

چه کند کز پی دوران نرود چون پرگار

هر که در دايره گردش ايام افتاد

 

در خم زلف تو آويخت دل از چاه زنخ

آه کز چاه برون آمد و در دام افتاد

 

آن شد ای خواجه که در صومعه بازم بينی

کار ما با رخ ساقی و لب جام افتاد

زير شمشير غمش رقص کنان بايد رفت

کان که شد کشته او نيک سرانجام افتاد

 

هر دمش با من دلسوخته لطفی دگر است

اين گدا بين که چه شايسته انعام افتاد

 

صوفيان جمله حريفند و نظرباز ولی

زين ميان حافظ دلسوخته بدنام افتاد

 

**

 

Gül, hoş geldi, safalar getirdi. Bu mevsimde elimde kadehten başka bir şey olmasın. Bundan daha hoş bir iş olamaz.

Gönül hoşluğunu elde et, gönül hoşluğunu.. sedefte daima inci olmaz ki.

Bu mevsimi ganimet bil de gül bahçesinde şarap içmeye bak. Gül, öbür haftaya kalmaz, bu mevsim çabucak geçer!

Ey altınlarla bezenmiş kadehi lâl şarapla dolduran, onu altını olmayana sun!

Ey şeyh, gel, bizim meyhanemizden cennette bile bulunmayan şarabı iç!

Bizimle ders arkadaşıysan şu sayfalan yıka, sil. Aşk bilgisi deftere sığmaz!

Bu sözü benden duy:            Öyle bir güzele gönül ver ki güzelliği süsle, bezenmekle olmasın.

Yarabbi, bana sersemlik vermeyen bir şarap sun., onu içeyim ve hiç başım ağrımasın.

Ancak yaratılışında hiç bir letafet olmayan kişi, Hâfız'ın şiirinde hata bulur, beğenmez.

Ben, candan Sultan Üveys’in kuluyum. O, isterse beni hatırlamasın.

Âlemi bezeyen tâcına andolsun, güneş bile o taç kadar güzel değil!

Hoş amed gul vezan hoşter nebâşed
Ki der destet be cuz sâğer nebâşed

162‏

 

خوش آمد گل وز آن خوشتر نباشد

که در دستت بجز ساغر نباشد

 

زمان خوشدلی درياب و در ياب

که دايم در صدف گوهر نباشد

 

غنيمت دان و می خور در گلستان

که گل تا هفته ديگر نباشد

 

ايا پرلعل کرده جام زرين

ببخشا بر کسی کش زر نباشد

بيا ای شيخ و از خمخانه ما

شرابی خور که در کوثر نباشد

بشوی اوراق اگر همدرس مايی

که علم عشق در دفتر نباشد

 

ز من بنيوش و دل در شاهدی بند

که حسنش بسته زيور نباشد

 

شرابی بی خمارم بخش يا رب

که با وی هيچ درد سر نباشد

 

من از جان بنده سلطان اويسم

اگر چه يادش از چاکر نباشد

 

به تاج عالم آرايش که خورشيد

چنين زيبنده افسر نباشد

 

کسی گيرد خطا بر نظم حافظ

که هيچش لطف در گوهر نباشد

 

 

**

 

 

Ben şarap içmeyeyim ha... bu ne masal, bu ne olmayacak şey? Galiba benim birazcık aklım, bu kadarcık tedbirim var!

Ben, geceleri takva yolunu defle, kopuzla vururken şimdi mi yola geleceğim, bu ne uydurma hikâye?

Zahit, tuttuğu yolu bırakıp rindolamazsa mazur gör. Aşk, öyle bir iş ki hidayete bağlı.

Pîr-i Muganın kuluyum, o beni bilgisizlikten kurtardı. Pirimiz ne yaparsa hoştur, inayetin ta kendisidir.

Şimdiye kadar meyhane yolunu bilmiyordum. Yoksa gizlenişim bu zamana kadar sürer miydi?

Zahide gururlanma ve namaz kılma verildi, bana sarhoşluk ve niyaz etme. Bakalım sen ikimizden hangisine inayet edecek, hangimizin amelini kabul eyleyeceksin?

Dün gece bu dertle uyuyamamıştım. Bir yoldaş diyordu ki:         

Hâfız da sarhoş olursa şikâyete hakkımız var doğrusu!

Men-u inkâr-ı şerâbin çi hikâyet bâşed
Galiba in kaderem 'akl-u kifayet bâşed

158‏

 

من و انکار شراب اين چه حکايت باشد

غالبا اين قدرم عقل و کفايت باشد

 

تا به غايت ره ميخانه نمی‌دانستم

ور نه مستوری ما تا به چه غايت باشد

زاهد و عجب و نماز و من و مستی و نياز

تا تو را خود ز ميان با که عنايت باشد

 

زاهد ار راه به رندی نبرد معذور است

عشق کاريست که موقوف هدايت باشد

 

من که شب‌ها ره تقوا زده‌ام با دف و چنگ

اين زمان سر به ره آرم چه حکايت باشد

 

بنده پير مغانم که ز جهلم برهاند

پير ما هر چه کند عين عنايت باشد

 

دوش از اين غصه نخفتم که رفيقی می‌گفت

حافظ ار مست بود جای شکايت باشد

**

 

 

Sofinin hali, tamamıyla saf, tamamıyla riyasız değildir. Nice hırkalar var ki ateşe lâyıktır.

Bir tecrübe mehengi olsa da içi dışına uymayan mürailerin hep yüzleri kararsa., nehoş olurdu!

Sofimiz seher virdinden mest oluyor ya.. bir de geceleyin bak, nasıl sarhoş olmakta!

Nazla, nimetle yetişen sevgiliye yol bulamaz. Âşıklık, belâ çeken rintlerin harcıdır.

Aşağılık dünyanın gamını niceye bir çekeceksin? Şarap çek. Bilgili gönül de teşvişe düşerse yazık doğrusu!

Sâkinin yüzündeki tüyler, su gibi saf yüzünü böyle nakşeder durursa nice yüzler, kanlı göz yaşlarıyle nakışlanır!

Şarap satan, şarabı, ay gibi sâkinin eliyle sunarsa Hâfız’ın hırkasını da alır, seccadesini de!

Nakd-i sofî ne heme sâfi-i biğaş bâşed
Ey besâ hırka ki mustovcib-i âteş bâşed

159‏

 

نقد صوفی نه همه صافی بی‌غش باشد

ای بسا خرقه که مستوجب آتش باشد

 

صوفی ما که ز ورد سحری مست شدی

شامگاهش نگران باش که سرخوش باشد

 

خوش بود گر محک تجربه آيد به ميان

تا سيه روی شود هر که در او غش باشد

خط ساقی گر از اين گونه زند نقش بر آب

ای بسا رخ که به خونابه منقش باشد

ناز پرورد تنعم نبرد راه به دوست

عاشقی شيوه رندان بلاکش باشد

 

غم دنيی دنی چند خوری باده بخور

حيف باشد دل دانا که مشوش باشد

 

دلق و سجاده حافظ ببرد باده فروش

گر شرابش ز کف ساقی مه وش باشد

**

 

Sevgili, bana yar olursa halvet hoş. Fakat ben yanar dururum da o, ağyar meclisine çırağ olursa hoş değil doğrusu!

Zaman zaman ifritin eline geçtikten sonra ben, öyle Süleyman mührünü bir pula bile almam.

Yarabbi, rakip, vuslat bezmine mahrem olsun da benim nasibim mahrumiyet olsun., lâyık görme bunu!

Devlet kuşuna söyle: Dudunun çaylaktan değersiz sayıldığı bir ülkeye asla yücelik gölgesi salmasın!

iştiyakımı arza ne hacet var? Sözümdeki yanıştan gönlümün ateşi anlaşılıp durmakta.

Senin civarının havası, bir türlü başımdan gitmiyor., evet, garibin gönlü daima vatandadır.

Hâfız'ın, süsen gibi on dili olsa yine huzurunda gonca gibi ağzı mühürlü!

Hoşest halvet eğer yâr yar-ı men bâşed
Ne men bisüzem-u ö şem'-i encümen bâşed

160‏

 

خوش است خلوت اگر يار يار من باشد

نه من بسوزم و او شمع انجمن باشد

 

من آن نگين سليمان به هيچ نستانم

که گاه گاه بر او دست اهرمن باشد

 

روا مدار خدايا که در حريم وصال

رقيب محرم و حرمان نصيب من باشد

 

همای گو مفکن سايه شرف هرگز

در آن ديار که طوطی کم از زغن باشد

بيان شوق چه حاجت که سوز آتش دل

توان شناخت ز سوزی که در سخن باشد

هوای کوی تو از سر نمی‌رود آری

غريب را دل سرگشته با وطن باشد

 

به سان سوسن اگر ده زبان شود حافظ

چو غنچه پيش تواش مهر بر دهن باشد

 

**

 

 

Gönlüm, güneş yüzlü güzellerin sevgisinden başka bir şey kabul etmiyor. Her yoldan nasihat veriyorum ama nafile, tesiri yok!

Ey öğütçü, Tanrı hakkiyçin kadehten, şaraptan bahset. Hayalimize bundan daha güzel bir nakış gelmiyor ki!

* Gül yüzlü sâki, gel., şu kızıl şarabı sun. Gönlümüzde bundan daha iyi bir fikir yok!

Şarap sürahisini gizlice taşıyorum, halk kitap sanıyor. Bu riya ateşi defteri, kitabı yakmazsa şaşarım doğrusu!

Bu şaraba bulanmış yamalı hırkayı bir gün yakacağım ya., şarap satanların Pîri, bu hırkaya bir kadeh şarap bile vermiyor!

Dostlar, lâl renkli şaraba benzeyen dudağından safa bulmakta. Çünkü o cevher, doğruluktan başka bir nakış kabul etmemekte.

* Bu kadar güzel bir yüz, bu kadar güzel bir göz., sonra da ona bakma, gözünü yum diyorsun ha. Hadi be vaiz, manasız, vaiz, bizim, kafamıza girmez.

Rintlere nasihat eden ve Tanrı’nın takdiriyle savaşın öğütçünün gönlünü pek dar, pek sıkıntılı görmekteyim; zavallının galiba şarap kadehi yok.

Bu mecliste mum gibi ağlarken gülmekteyim.. ateş gibi bir dilim var ama sözüm geçmiyor ki!

Bir gün İskender gibi şarap kadehi aynasını elime alayım da isterse bu ateş bir zaman beni yaksın, sarhoş etsin, isterse yakmasın, ayık kalayım., ne olursa olsun!

Sarhoş gözlerine kurban olayım, gönlümü ne güzel de avladı. Hiç kimse vahşî kuşları bundan daha iyi bir tarzda avlayamaz.

Söz, bizim ihtiyacımızla sevgilinin istiğnasında, gönül sihirbazlık neye yarar sevgiliye tesir etmedikten sonra!

Devletli, Tanrı hakkiyçin kapından başka bir kapı, yolundan başka bir yol bilmeyen yoksuluna merhamet et!

Padişahlar padişahına şaşıyorum; bu kadar güzel ve tatlı şiir söylediği halde Hâfız’ı neden baştan ayağa kadar altınlara gark etmiyor?

Dilem cuz mihr i meh-rüyan tariki bernemigired
Zi her der midehem pendeş ve liykin bernemigired

149‏

 

دلم جز مهر مه رويان طريقی بر نمی‌گيرد

ز هر در می‌دهم پندش وليکن در نمی‌گيرد

خدا را ای نصيحتگو حديث ساغر و می گو

که نقشی در خيال ما از اين خوشتر نمی‌گيرد

بيا ای ساقی گلرخ بياور باده رنگين

که فکری در درون ما از اين بهتر نمی‌گيرد

صراحی می‌کشم پنهان و مردم دفتر انگارند

عجب گر آتش اين زرق در دفتر نمی‌گيرد

من اين دلق مرقع را بخواهم سوختن روزی

که پير می فروشانش به جامی بر نمی‌گيرد

از آن رو هست ياران را صفاها با می لعلش

که غير از راستی نقشی در آن جوهر نمی‌گيرد

سر و چشمی چنين دلکش تو گويی چشم از او بردوز

برو کاين وعظ بی‌معنی مرا در سر نمی‌گيرد

نصيحتگوی رندان را که با حکم قضا جنگ است

دلش بس تنگ می‌بينم مگر ساغر نمی‌گيرد

ميان گريه می‌خندم که چون شمع اندر اين مجلس

زبان آتشينم هست ليکن در نمی‌گيرد

چه خوش صيد دلم کردی بنازم چشم مستت را

که کس مرغان وحشی را از اين خوشتر نمی‌گيرد

سخن در احتياج ما و استغنای معشوق است

چه سود افسونگری ای دل که در دلبر نمی‌گيرد

من آن آيينه را روزی به دست آرم سکندروار

اگر می‌گيرد اين آتش زمانی ور نمی‌گيرد

خدا را رحمی ای منعم که درويش سر کويت

دری ديگر نمی‌داند رهی ديگر نمی‌گيرد

بدين شعر تر شيرين ز شاهنشه عجب دارم

که سر تا پای حافظ را چرا در زر نمی‌گيرد

**

 

Bir bülbül, gönül kanları yuttu da bir gül elde etti ama kıskançlık rüzgârı, gönlünü yüzlerce dikenle perişan bir hale getirdi.

Dudunun, şeker hayaliyle gönlü hoştu, onu elde ederim diye avunuyordu. Ansızın yokluk seli gelip emel nakşını bozuverdi!

Acısını unutmayayım, o gönül meyvası gözümün nuru sevgili, ne kolay, ne çabuk geçip gitti. Fakat bizim işimizi ne müşkül bir hale soktu!

Kervan başı, yüküm düştü; Tanrı için yardım et. Senin kerem ümidin, beni bu kervana yoldaş etti.

Toprak yüzümle göz yaşımı hor görme. Çünkü yeşil renkli felek, neşe evini bu samanlı balçıktan kurdu! 

Hâfız, şahruhu sürmedin, fırsatı kaçırdın. Ne yapayım? Zamanın oyunu beni gafil avladı!

Bulbuli hün-ı dili hord-u guli hasıl kerd
Bâd-ı gayret be şedeş hâr perişan-dil kerd

134‏

 

بلبلی خون دلی خورد و گلی حاصل کرد

باد غيرت به صدش خار پريشان دل کرد

 

طوطی ای را به خيال شکری دل خوش بود

ناگهش سيل فنا نقش امل باطل کرد

 

قره العين من آن ميوه دل يادش باد

که چه آسان بشد و کار مرا مشکل کرد

 

ساروان بار من افتاد خدا را مددی

که اميد کرمم همره اين محمل کرد

 

روی خاکی و نم چشم مرا خوار مدار‏

چرخ فيروزه طربخانه از اين کهگل کرد

 

آه و فرياد که از چشم حسود مه چرخ

در لحد ماه کمان ابروی من منزل کرد

نزدی شاه رخ و فوت شد امکان حافظ

چه کنم بازی ايام مرا غافل کرد

**

 

Arifin biri, seher çağı meyhaneyi ziyaret ederek sâf şarapla aptes aldı, arınıp temizlendi.

Güneşin altın kadehi gizlenince bayram hilâli, kadehin dönmesini emretti.

Dertlere düşüp göz yaşıyla, ciğer kanıyla yıkanan, temizlenen kişinin ne hoştur namazı, niyazı!

İmam, o anda namaza durmak niyetindeydi ama hırkasını üzüm kızının kanıyla yıkadı, bu yüzden namaza duramadı!

Gönlüm, zülfünün halkasına can verdi de fitneler satın aldı. Fakat bilmem ki ne kâr gördü de bu alışverişe girişti!

Eğer cemaat bugün İmamı beklerse Hâfız, haber ver: Şarapla yıkandı; nafile beklemesinler!

Be âb-ı ruşen-i mey arifi lehâret kerd
Alessabâh ki meyhânerâ ziyâret kerd

132‏

 

به آب روشن می عارفی طهارت کرد

علی الصباح که ميخانه را زيارت کرد

همين که ساغر زرين خور نهان گرديد

هلال عيد به دور قدح اشارت کرد

 

خوشا نماز و نياز کسی که از سر درد

به آب ديده و خون جگر طهارت کرد

 

امام خواجه که بودش سر نماز دراز

به خون دختر رز خرقه را قصارت کرد

 

دلم ز حلقه زلفش به جان خريد آشوب

چه سود ديد ندانم که اين تجارت کرد

 

اگر امام جماعت طلب کند امروز

خبر دهيد که حافظ به می طهارت کرد

**

 

Giderken bizi anmadığını, gamlı gönlümüzü bir vedâlar olsun şâd etmediğini unutmayacağız.

O talihi yaver sevgili hayır işten, makbul amelden bahseder dururdu. Fakat bu yaşlı kulunu neden azat etmedi bilmem ki?

Halimi arzetmek, çektiklerimi anlatmak için giydiğim kâğıt elbiseyi gönlümün kanıyla yıkayayım. Çünkü felek, adalet sancağının altına varmamıza yol vermedi.

Gönül, sana belki ulaşır, işitirsin diye bu dağda öyle feryatlar etti ki Ferhat bile bu derece feryat etmemiştir.

Seher çağlarında feryat eden bülbül bile, gülistan gölgen eksileli şimşadın perçemlerine yuva kurmaz oldu.

Sabah rüzgârı çavuşu senden sanat öğrense yeri var. Çünkü o bile senin kadar acele •etmemiştir.

Tanrı’nın sanat meşşâtası, sevgilimizdeki 'bu Tanrı vergisi güzelliği ikrar etmeyenin muradına kalem yürütmemiştir.

Ey çalgıcı, perdeyi değiştir de Irak yoluna gir., çünkü sevgili, bu yola gitti de bizi anmadı bile!

Hâfız'ın nağmeleri, Irâkî’nin gazelleridir. Kim, bu gönüller yakan nağmeleri duydu da feryat etmedi? 

Yad bad an ki zi mâ vakt-i sefer yad nekerd
Be vedâ'i dil-i gamdide-i mâ şâd nekerd

138‏

 

ياد باد آن که ز ما وقت سفر ياد نکرد

به وداعی دل غمديده ما شاد نکرد

آن جوان بخت که می‌زد رقم خير و قبول

بنده پير ندانم ز چه آزاد نکرد

 

کاغذين جامه به خوناب بشويم که فلک

رهنمونيم به پای علم داد نکرد

دل به اميد صدايی که مگر در تو رسد

ناله‌ها کرد در اين کوه که فرهاد نکرد

 

سايه تا بازگرفتی ز چمن مرغ سحر

آشيان در شکن طره شمشاد نکرد

 

شايد ار پيک صبا از تو بياموزد کار

زان که چالاکتر از اين حرکت باد نکرد

 

کلک مشاطه صنعش نکشد نقش مراد

هر که اقرار بدين حسن خداداد نکرد

 

مطربا پرده بگردان و بزن راه عراق

که بدين راه بشد يار و ز ما ياد نکرد

 

غزليات عراقيست سرود حافظ

که شنيد اين ره دلسوز که فرياد نکرد

 

 

**

 

Yüzümü yoluna koydum da bana uğramadı bile. Yüz türlü lûtfunu gözetip durdum da bana bakmadı bile!

Gözyaşı sellerimiz gönlüne yol bulamadı. Yağmur taneleri mermer taşa tesir etmedi gitti.

Yarabbi, o yiğit genci sen koru., halvettekilerin, münzevi âşıkların ah oklarından hiç çekinmiyor.

Dün gece feryadımdan balık da uyuyamadı, kuş da., öyle olduğu halde o şuh göze bak ki uykudan başını bile kaldırmadı.

Ayağının ucunda mum gibi ölmek istiyorum. Halbuki o seher yeli gibi semtimize bile uğramadı.

Sevgili, senin kılıcına karşı canını siper etmeyen hangi taş yürekli, hangi kabiliyetsizdir?

Hâfız’ın, dili kesik kalemi, başını terk etmedikçe meclistekilerden kimseye senin sırrını söylemedi!

Rü berreheş nihâdem-u bermen guzer nekerd.
Sad lütf-i çeşm dâştem-u yek nazar nekerd

139‏

 

رو بر رهش نهادم و بر من گذر نکرد

صد لطف چشم داشتم و يک نظر نکرد

 

سيل سرشک ما ز دلش کين به درنبرد

در سنگ خاره قطره باران اثر نکرد

 

يا رب تو آن جوان دلاور نگاه دار

کز تير آه گوشه نشينان حذر نکرد

 

ماهی و مرغ دوش ز افغان من نخفت

وان شوخ ديده بين که سر از خواب برنکرد

 

می‌خواستم که ميرمش اندر قدم چو شمع

او خود گذر به ما چو نسيم سحر نکرد

 

جانا کدام سنگ‌دل بی‌کفايتيست

کو پيش زخم تيغ تو جان را سپر نکرد

 

کلک زبان بريده حافظ در انجمن

با کس نگفت راز تو تا ترک سر نکرد

 

 

**

 

Sevgili gitti de âşıklara haber bile vermedi. Ne şehirdeki dostunu andı, ne seferdeki yoldaşını.

Ya benim bahtım dostluk yolunu bıraktı, yahut sevgili, bu yola, bu yordama uğramadı gitti.

Dedim ki:

Ağlamakla gönlünü yumuşatır, onu merhamete getiririm., ne gezer? Yağmur damlalarının kara taşa tesir etmediği gibi ağlayışım o taş yüreğe eser bile etmedi

Lâtifeyi bırak. Kararsız gönül kuşu, âşıklık tuzağım bir türlü terketmedi vesselam.

Yüzünü kim gördüyse geldi, gözlerimi öptü. Gözüm, yaptığı işi basiretsiz yapmaz ki.

Ben, mum gibi canımı da feda etmeye kalktım da o, seher yeli gibi bile olsun., bize uğramadı!

Dilber bireft-u dilşudeganrâ haber nekerd
Yâd-ı harif-i şehr-u refik-i sefer nekerd

140‏

 

دلبر برفت و دلشدگان را خبر نکرد

ياد حريف شهر و رفيق سفر نکرد

 

يا بخت من طريق مروت فروگذاشت

يا او به شاهراه طريقت گذر نکرد

 

گفتم مگر به گريه دلش مهربان کنم

چون سخت بود در دل سنگش اثر نکرد

 

شوخی مکن که مرغ دل بی‌قرار من

سودای دام عاشقی از سر به درنکرد

هر کس که ديد روی تو بوسيد چشم من

کاری که کرد ديده من بی نظر نکرد

من ايستاده تا کنمش جان فدا چو شمع

او خود گذر به ما چو نسيم سحر نکرد

 

 

**

 

O boşboğaz, benim rintliğimi, âşıklığımı ayıplıyor. Fakat gayp bilgisi sırlarına itiraz etmekte.

Muhabbet sırrının kemaline bak, günahımdan meydana gelen noksana değil. Hünersiz kişi ayba bakar. 

Meyhanemizin toprağı, güzel koku yerine koyma, koltuğa sürülse o zaman cennet hurilerinin kokuları duyulur.

Sâkinin gamzesi, İslâm yolunu öyle bir vurdu ki şaraptan çekinmek için ancak Şuayb olmak lâzım.

Kimse bunda şüpheye, tereddüte düşmesin. Kutluluk hâzinesinin anahtarı, gönül ehline makbul olmaktan ibarettir.

Eymen vadisinin çobanı, yıllarca Şuayb’e canla başla hizmet eder de sonra muradına kavuşur.

Hâfız, gençlik çağıyla ihtiyarlık demini andı mı efsanesi, gözlerden kanlar damlatır.

Mera be rindiy-i 'ışk an fuzül ayb kuned
Ki i'tirâz beresrâr-ı ilm-i ğayb kuned

188‏

 

مرا به رندی و عشق آن فضول عيب کند

که اعتراض بر اسرار علم غيب کند

 

کمال سر محبت ببين نه نقص گناه

که هر که بی‌هنر افتد نظر به عيب کند

ز عطر حور بهشت آن نفس برآيد بوی

که خاک ميکده ما عبير جيب کند

 

چنان زند ره اسلام غمزه ساقی

که اجتناب ز صهبا مگر صهيب کند

 

کليد گنج سعادت قبول اهل دل است

مباد آن که در اين نکته شک و ريب کند

 

شبان وادی ايمن گهی رسد به مراد

که چند سال به جان خدمت شعيب کند

 

ز ديده خون بچکاند فسانه حافظ

چو ياد وقت زمان شباب و شيب کند

 

**

 

Bana kerem ederek vefakârlıkta bulunacak, benim gibi kötülük eden birisine bir dem iyilik edecek kim var?

Önce kopuz ve ney sesiyle gönüle ondan haber verecek, sonra da bir kadeh şarapla bana vefakârlık edecek kim?

Canımı ıstıraplara düşürecek sevgiliden bir murat almadım.. Fakat ümitsizliğe düşmeye gelmez. Belki gönlümü ele alır, olur ya!

Dedim ki;

Ben, ben olalı o saçların bir düğümünü bile çözmedim.

Dedi ki:

Sana öyle cevretmesini ben söyledim.

Kaba huylu, hırka giymiş sofî, aşktan bir koku bile almamış. Bir gün, ona aşk sarhoşluğunu anlat da ayıklığı terketsin.

Benim gibi namı nişanı olmayan yoksulun öyle bir sevgiliye âşık olması pek müşkül bir iş. Padişah, pazarlarda parmakla gösterilen bir rintle nasıl olur da gizlice işret eder?

O kıvrım kıvrım, o büklüm büklüm saçlardan sitem görürsem çok değil. Ayyarlık edene bağdan, zincirden ne gam!

Hâfız, onun hilelerle dolu gözlerine bak da visaline yeltenme. Çünkü onun o gece rengindeki saçları, pek çok hilekârlıklarda bulunur, pek çok!

An kist kez rûy-ı kerem bâ mâ vefâdâri kuned
Ber cây-ı bed-kâri çu men yek dem nikükârı kuned

191‏

 

آن کيست کز روی کرم با ما وفاداری کند

بر جای بدکاری چو من يک دم نکوکاری کند

اول به بانگ نای و نی آرد به دل پيغام وی

وان گه به يک پيمانه می با من وفاداری کند

دلبر که جان فرسود از او کام دلم نگشود از او

نوميد نتوان بود از او باشد که دلداری کند

گفتم گره نگشوده‌ام زان طره تا من بوده‌ام

گفتا منش فرموده‌ام تا با تو طراری کند

پشمينه پوش تندخو از عشق نشنيده‌است بو

از مستيش رمزی بگو تا ترک هشياری کند

چون من گدای بی‌نشان مشکل بود ياری چنان

سلطان کجا عيش نهان با رند بازاری کند

زان طره پرپيچ و خم سهل است اگر بينم ستم

از بند و زنجيرش چه غم هر کس که عياری کند

شد لشکر غم بی عدد از بخت می‌خواهم مدد

تا فخر دين عبدالصمد باشد که غمخواری کند

با چشم پرنيرنگ او حافظ مکن آهنگ او

کان طره شبرنگ او بسيار طراری کند

**

 

Gönül, yan, yakıl, senin yanıp yakılman ne işler eder. Gece yarısındaki bir niyaz, yüzlerce belâyı defeder.

Peri çehreli sevgilinin azarını âşıkcasına çek. Çünkü kaşla, gözle bir işaret, yüzlerce cefaya değer. 

Cihanı gösteren kadehe hizmet eden kişiye mülk âleminden melekût âlemine kadar bütün hicapları kaldırırlar.

Aşk doktoru, İsa nefeslidir, esirgeyicidir. Fakat sende dert görmezse kimi tedavi etsin?

İşini Tanrı’ya bırak da gönlünü hoş tut. Davacı acımazsa Tanrı acır.

Uyumuş bahtımdan usanmışım. Olur da belki bir uyanık can, tanyeri ağarırken bana bir dua eder.

Hâfız, yandı gitti de sevgilinin zülfünden bir koku bile almadı. Meğer ki onu bu devlete sabah rüzgârı eriştirsin!

Dilâ bisüz ki süz-ı tu karha bikuned
Niyâz-ı nim şebi def -i şed belâ bikuned

187‏

 

دلا بسوز که سوز تو کارها بکند

نياز نيم شبی دفع صد بلا بکند

عتاب يار پری چهره عاشقانه بکش

که يک کرشمه تلافی صد جفا بکند

ز ملک تا ملکوتش حجاب بردارند

هر آن که خدمت جام جهان نما بکند

 

طبيب عشق مسيحادم است و مشفق ليک

چو درد در تو نبيند که را دوا بکند

 

تو با خدای خود انداز کار و دل خوش دار

که رحم اگر نکند مدعی خدا بکند

ز بخت خفته ملولم بود که بيداری

به وقت فاتحه صبح يک دعا بکند

 

بسوخت حافظ و بويی به زلف يار نبرد

مگر دلالت اين دولتش صبا بکند

**

 

Devlet kuşu yine gelir. Yine başımıza konarsa sevgili, geri gelir, bizimle hemdem olur, vuslatına erişiriz.

Gözde, onun kudumuna saçacak inci ve mücevher kalmadı ama kanlar yutar da yine mücevherler saçmaya çalışır!

Dün gece dedim ki:   Lal dudağı acaba bana bir çare bulur mu ki? Gayb hatifi seslendi.

Evet bulur!

Kimse ona derdimizden bahsedemez. Meğer ki sabah rüzgârı geçerken kulağına fısıldasın.

Alıcı bir doğan olan bakışımı bir sülün sevgiliye uçurdum. Belki bahtım yardım eder de onu geriye çağırır., belki o da sülünü avlar da bana getirir!

Şehir, âşıklardan hali, belki bir yandan birisi çıkar da bir iş görür.

Nerde bu kerem sahibi ki bir dertli, onun neşe meclisinden bir yudumcuk şarap içerek sersemliğini gidersin?

Ya sevgili vefakârlıkta bulunsun, ya vuslat haberi gelsin, yahut da rakibin ölümünü duyayım. Acaba felek bu iki üç işten birisini yapar mı?

Hâfız, onun kapısından ayrılmazsan elbette bir gün bir köşeden zuhur eder.

Tâyir-i devlet eğer bâz guzâri bikuned
Yâr bâz âmed-u bâ vaşl karâri bikuned

189‏

 

طاير دولت اگر باز گذاری بکند

يار بازآيد و با وصل قراری بکند

ديده را دستگه در و گهر گر چه نماند

بخورد خونی و تدبير نثاری بکند

دوش گفتم بکند لعل لبش چاره من

هاتف غيب ندا داد که آری بکند

کس نيارد بر او دم زند از قصه ما

مگرش باد صبا گوش گذاری بکند

داده‌ام باز نظر را به تذروی پرواز

بازخواند مگرش نقش و شکاری بکند

شهر خاليست ز عشاق بود کز طرفی

مردی از خويش برون آيد و کاری بکند

کو کريمی که ز بزم طربش غمزده‌ای

جرعه‌ای درکشد و دفع خماری بکند

يا وفا يا خبر وصل تو يا مرگ رقيب

بود آيا که فلک زين دو سه کاری بکند

 

حافظا گر نروی از در او هم روزی

گذری بر سرت از گوشه کناری بکند

**

 

Miskler kokan kaleminin bizi andığı gün iki yüz kul azat etmiş kadar ecre nail olursun.

Allah selametler versin, Selma'nın habercisi o sevgiliden bize bir selamet haberi getirirse ne olur?

Bir sına da bak, benim gibi bir harap kişiyi Lutfunla mamur edersen sana ne kadar murat hazinesi verirler !

Yarabbi, o şirin padişahın gönlüne bir ilham ver de merhamet etsin, Ferhad’a bir uğrasın.

Padişaha, ömrünün bir anında adalette bulunmak, yüzyıl ibadet etmekten yeğdir.

Nazındaki işve, beni benden aldı; bundan sonra bakalım daha ne hakimane tedbirlerde bulunacak, daha neler yapacak ?

Senin temiz yaratılışını övmemize hacet yok. Gelini bezeyen, Tanrı vergisi güzelliğe ne ilâve edebilir ki?

Şîraz’da maksadımıza erişemedik. Hâfız’ın Bağdad’a hareket edeceği gün, ne kutlu bir gün olacak!

Kilk-i muşkin-i tu rüzi ki zimâ yâd kuned
Bibered ecr-u duşed bende ki âzâd kuned

190‏

 

کلک مشکين تو روزی که ز ما ياد کند

ببرد اجر دو صد بنده که آزاد کند

 

قاصد منزل سلمی که سلامت بادش

چه شود گر به سلامی دل ما شاد کند

امتحان کن که بسی گنج مرادت بدهند

گر خرابی چو مرا لطف تو آباد کند

 

يا رب اندر دل آن خسرو شيرين انداز

که به رحمت گذری بر سر فرهاد کند

شاه را به بود از طاعت صدساله و زهد

قدر يک ساعته عمری که در او داد کند

حاليا عشوه ناز تو ز بنيادم برد

تا دگرباره حکيمانه چه بنياد کند

 

گوهر پاک تو از مدحت ما مستغنيست

فکر مشاطه چه با حسن خداداد کند

 

ره نبرديم به مقصود خود اندر شيراز

خرم آن روز که حافظ ره بغداد کند

 

**

 

Sevgiliye “ağzın, dudağın beni ne vakit muradıma nail edecek?” dedim.

“Baş üstüne., sen ne dersen öyle olsun” dedi.

Dedim ki:

Dudağın Mısır haracını istemekte.

Dedi ki:

Bu alışverişte bulunanlar, ziyan etmezler.

Dedim ki:

Ağzın bir noktadan ibaret, bu noktanın sırrını kim bildi?

Dedi ki:

Bu öyle bir hikâye ki ancak nükte bilenlerle konuşulabilir.

Dedim ki:

Puta tapma, Tanrı’yle düş kalk.

Dedi ki:          

Aşk yurdunda bunu da yaparlar, onu da.

Dedim ki:       

Meyhane sevdası, gönülden gamı da giderir, gussayı da.

Dedi ki: Bu gönül yapanlara ne mutlu.

Dedim ki:

Şarap içmek ve hırka giymek birbirine zıt. Sofilik yolunda şarap içilmez. '

Dedi ki:

Bunu Pîr-i Mugânın mezhebinde hoş görürler.

Dedim ki:       

Tatlı dudaklı dilberlerin lâl dudaklarından ihtiyar kişiye ne fayda!

Dedi ki: Şeker gibi bir öpücük verirlerse adamı gençleştirirler.

Dedim ki:

Hace ne vakit gerdeğe girecek?

Dedi ki:

Müşteri ile ay kıran edince.

Dedim ki:       

Senin devletine dua etmek Hâfız’ın virdi.

 Dedi ki:

Bu duayı yedi kat gökteki melekler de edip dururlar!

Güftem kiyem dehân-u lebet kâmran kuned
Guftâ beçeşm her çi tu güyi çunan kuned

غزل  198‏

 

گفتم کی ام دهان و لبت کامران کنند‏

گفتا به چشم هر چه تو گويی چنان کنند

گفتم خراج مصر طلب می‌کند لبت

گفتا در اين معامله کمتر زيان کنند

 

گفتم به نقطه دهنت خود که برد راه

گفت اين حکايتيست که با نکته دان کنند

 

گفتم صنم پرست مشو با صمد نشين

گفتا به کوی عشق هم اين و هم آن کنند

گفتم هوای ميکده غم می‌برد ز دل

گفتا خوش آن کسان که دلی شادمان کنند

گفتم شراب و خرقه نه آيين مذهب است

گفت اين عمل به مذهب پير مغان کنند

 

گفتم ز لعل نوش لبان پير را چه سود

گفتا به بوسه شکرينش جوان کنند

 

گفتم که خواجه کی به سر حجله می‌رود

گفت آن زمان که مشتری و مه قران کنند‏

 

گفتم دعای دولت او ورد حافظ است

گفت اين دعا ملايک هفت آسمان کنند

**

 

Ey fıstığa benzeyen ağzı, şekere ait sözlere gülen, o sözlerle istihza eden sevgili. Tanrı hakkıyçin bir kerecik tatlı tatlı gül., müştakim o gülmeye.

Tuba’nın ne haddi var ki boyundan bahsetsin! Bu sözü geçiyorum, çünkü lâf uzar gider. 

Gözlerinden kanlı ırmaklar akmamasını istiyorsan el oğlanlarının sohbetinden vefa umma, bu vefaya gönül verme!

Sen ister hoş gör, ister kına, biz kendini beğenen şeyhe inanmayız vesselâm!

Gönlü, bu bağla bağlanmayan, nasıl olur da benim halimdeki perişanlığı anlar?

İştiyak ateşi kızıştı, nerde o selvi boylu güzel? Gelsin de canımı yüzündeki ateşe üzerlik tohumu gibi atıvereyim!

Sevgilimiz şeker gibi gülerek söze başlayınca sen kim oluyorsun a fıstık? Tanrı için olsun âlemi kendine güldürme, kendini rüsvay etme!

Hâfız, güzellerin göz ucıyle bakışlarından bir türlü geçemiyorsun. Yurdun neresi, biliyor musun? Harezm mi Hucend mi?

Ey piste-i tu hande zede berhadis-i kand
Muştâkem ezberây-ı Huda yek şeker bihand

180‏

 

ای پسته تو خنده زده بر حديث قند

مشتاقم از برای خدا يک شکر بخند

طوبی ز قامت تو نيارد که دم زند

زين قصه بگذرم که سخن می‌شود بلند

خواهی که برنخيزدت از ديده رود خون

دل در وفای صحبت رود کسان مبند

گر جلوه می‌نمايی و گر طعنه می‌زنی

ما نيستيم معتقد شيخ خودپسند

 

ز آشفتگی حال من آگاه کی شود

آن را که دل نگشت گرفتار اين کمند

 

بازار شوق گرم شد آن سروقد کجاست

تا جان خود بر آتش رويش کنم سپند

 

جايی که يار ما به شکرخنده دم زند

ای پسته کيستی تو خدا را به خود مخند

حافظ چو ترک غمزه ترکان نمی‌کنی

دانی کجاست جای تو خوارزم يا خجند

**

 

Hatırı perişan olmayan ve nazlı bir sevgiliye malik bulunan kişiye kutluluk hemdemdir, devlet yar.

Aşk hariminin eşiği akıldan çok üstündür. O eşiği, canını eline alan kişi öpebilir.

Tatlı ve küçücük ağzı, olsa olsa Süleyman mührü olacak, lâl mührünün nakşıyle bütün cihanı hükmü altına almış.

Lal dudak ve misk gibi bıyık. Güzellerde o varsa bu yoktur, bu varsa o yok. Kurban olayım sevgilime, güzelliği noksansız, o da var bu da.

Ey devletli, arık ve yoksul kişileri hor görme. Yollarda düşüp kalkan yoksul, işret meclisinin baş köşesinde oturur.

Yeryüzünde oldukça, kudret ve kuvveti fırsat bil. Devranın, yer altında nice kudretsizlikleri, nice acizleri var:

Dertlilerin duaları candan da belâyı giderir, tenden de. Başak toplayandan ar eden harmanın kim hayırını gördü ki?

Seher yeli, yüzlerce Cemşit ve Keyhusrev’i aşağılık bir kul olarak kullanan o güzeller padişahına aşkımdan bir bahset.

Eğer ben Hâfız gibi müflis âşık istemem derse de ki:

Sultanların yoksullarla düşüp kalkması âdettir!

Her an kö hâtır-ı mecmü'-u yâr-ı nazenin dâred
Sa'âdet hemdem-i o keşt-u devlet hemnişin dâred

121‏

 

هر آن کو خاطر مجموع و يار نازنين دارد

سعادت همدم او گشت و دولت همنشين دارد

 

حريم عشق را درگه بسی بالاتر از عقل است

کسی آن آستان بوسد که جان در آستين دارد

دهان تنگ شيرينش مگر ملک سليمان است

که نقش خاتم لعلش جهان زير نگين دارد

 

لب لعل و خط مشکين چو آنش هست و اينش هست

بنازم دلبر خود را که حسنش آن و اين دارد

 

به خواری منگر ای منعم ضعيفان و نحيفان را

که صدر مجلس عشرت گدای رهنشين دارد

چو بر روی زمين باشی توانايی غنيمت دان

که دوران ناتوانی‌ها بسی زير زمين دارد

بلاگردان جان و تن دعای مستمندان است

که بيند خير از آن خرمن که ننگ از خوشه چين دارد

 

صبا از عشق من رمزی بگو با آن شه خوبان

که صد جمشيد و کيخسرو غلام کمترين دارد

 

و گر گويد نمی‌خواهم چو حافظ عاشق مفلس

بگوييدش که سلطانی گدايی همنشين دارد

**

 

Sevgilinin güzelliğini, başını, gözünü daima seyreden kişi, muhakkak görgüsünden faydalanır, nasibini alır.

Kalem gibi itaat başımızı fermanına koyduk, hükmünden baş kaldırmayız. Meğer ki kılıçla başımızı uçura.

Mum gibi kılıcınızı altında daima bir başka başı olan, bir başı kesildikçe öbür başım kılıcının altına koyan kişi, vuslatının fermanını elde eder elbet.

Eşik gibi başı, daima bu kapıda olan ayağını öpmek devletine erişir.

Kuru zabitlikten usandım artık, Nerde saf şarap? Dimağım, daima şarap kokusuyla ter ü taze bir hale gelir.

Şaraptan hiç bir fayda elde edemediysen hiç olmazsa bir an olsun seni akıl vesvesesinden de habersiz bir hale getirmiyor mu ve bu kâfi değil mi ki?

Takva yolundan bir adım bile çıkmayan kişi, bundan böyle meyhaneye varmak üzere sefere düştü:

Hâfız’ın ciğerinde, lâle gibi bir sevgi dağı var. Bu dağ, nihayet onun kırık gönlünü toprağa götürecektir:

Kesi ki husn-u hattı dost der nazar dâred
Muhakkakest ki o hâsıl-ı basar dâred

116‏

 

کسی که حسن و خط دوست در نظر دارد

محقق است که او حاصل بصر دارد

 

چو خامه در ره فرمان او سر طاعت

نهاده‌ايم مگر او به تيغ بردارد

 

کسی به وصل تو چون شمع يافت پروانه

که زير تيغ تو هر دم سری دگر دارد

به پای بوس تو دست کسی رسيد که او

چو آستانه بدين در هميشه سر دارد

 

ز زهد خشک ملولم کجاست باده ناب

که بوی باده مدامم دماغ تر دارد

ز باده هيچت اگر نيست اين نه بس که تو را

دمی ز وسوسه عقل بی‌خبر دارد

کسی که از ره تقوا قدم برون ننهاد

به عزم ميکده اکنون ره سفر دارد

 

دل شکسته حافظ به خاک خواهد برد

چو لاله داغ هوايی که بر جگر دارد

**

 

Misk ıtır bile sümbül saçlarına haset eden sevgili, yine âşıklara nazlanmakta, onları azarlamakta.

Şehidinin başucundan yel gibi geçip gitmekte. Ne çare? O, bir ömür., elbette çabucak gelip gidecek.

Zülfünün ardından ay ve güneş gibi görünen yüzü, bulut altındaki güneş.

O usul boylu selviye benzeyen boyuna tazeden tazeye su versin diye gözüm, göz yaşlarını her yana akıttı.

Şuh bakışın, hata ederek kanımı dökmekte.. fırsatı elden kaçırmasın; tam doğru bir fikre sahip:

Abıhayat, sevgilinin dudağındaki bu neşeyse bu feyizse Hızır’ın elde ettiği, apaşikâr ki bir seraptan ibaretmiş.

Mahmur gözün, gönlümden ciğerimi istemekte, sarhoş bir Türk.. Galiba canı kebap istiyor.

Hasta canımda öyle bir liyakat yok ki gelip halini, hatırını sorasın. Ne hoş hastadır o hasta ki sevgili, o dilemeden gelir, hatırını sorar, onunla konuşup görüşür:

Sarhoş gözünün her bucakta bir harap sarhoşu varken hiç Hâfız’ın hasta gönlüne bakar mı? Ne gezer?

An ki ez sunbul-i o ğâliye tâbi dâred
Bâz bâdilşudegan nâz-u itâbi dâred

124‏

 

آن که از سنبل او غاليه تابی دارد

باز با دلشدگان ناز و عتابی دارد

از سر کشته خود می‌گذری همچون باد

چه توان کرد که عمر است و شتابی دارد

ماه خورشيد نمايش ز پس پرده زلف

آفتابيست که در پيش سحابی دارد

چشم من کرد به هر گوشه روان سيل سرشک

تا سهی سرو تو را تازه‌تر آبی دارد

غمزه شوخ تو خونم به خطا می‌ريزد

فرصتش باد که خوش فکر صوابی دارد

آب حيوان اگر اين است که دارد لب دوست

روشن است اين که خضر بهره سرابی دارد

 

چشم مخمور تو دارد ز دلم قصد جگر

ترک مست است مگر ميل کبابی دارد

جان بيمار مرا نيست ز تو روی سال

ای خوش آن خسته که از دوست جوابی دارد

کی کند سوی دل خسته حافظ نظری

چشم مستش که به هر گوشه خرابی دارد

**

 

Âlemden âşıkların feryadı eksik olmasın. Onların feryadında güzel bir ahenk, ferah verici tur hava var.

Tortulu şarap içen Pîrimizin ne altını var, ne gücü, kuvveti. Fakat ihsan sahibi, suçları örtücü bir Tanrı’sı var ya.

Gönlümü hoş tut. Bu şekere tapan sinek, senin sevgine düşeli hüma kudretini kazandı!

Padişahın yoksul bir komşusu olsa da onun halini, hatırını sorsa bu adalete sığmaz bir şey değil ki.

Doktorlara kanlı gözyaşlarımı gösterdim.

Dediler ki:

Aşk derdi, ciğerler yakan bir devası var.

Gamzeden cefa etmeyi öğrenme. Çünkü aşk mezhebinde her amelin bir ecri, her işin bir karşılığı vardır.

O şaraba tapan gâvur oğlanı ne güzel de dedi:

Safalı, neşeli kişinin cemali şevkine iç!

Padişahım, kapında oturan Hâfız Fatiha okudu, senin de bir “Amin” demeni istiyor.

Mutrıb-ı ışk 'aceb sâz-u nevâyi dâred
Nakş-ı her nagme-ki zed rah becâyi dâred

123‏

 

مطرب عشق عجب ساز و نوايی دارد

نقش هر نغمه که زد راه به جايی دارد

عالم از ناله عشاق مبادا خالی

که خوش آهنگ و فرح بخش هوايی دارد

پير دردی کش ما گر چه ندارد زر و زور

خوش عطابخش و خطاپوش خدايی دارد

محترم دار دلم کاين مگس قندپرست

تا هواخواه تو شد فر همايی دارد

از عدالت نبود دور گرش پرسد حال

پادشاهی که به همسايه گدايی دارد

اشک خونين بنمودم به طبيبان گفتند

درد عشق است و جگرسوز دوايی دارد

ستم از غمزه مياموز که در مذهب عشق

هر عمل اجری و هر کرده جزايی دارد

نغز گفت آن بت ترسابچه باده پرست

شادی روی کسی خور که صفايی دارد

خسروا حافظ درگاه نشين فاتحه خواند

و از زبان تو تمنای دعايی دارد

**

 

Kimin elinde kadeh varsa Cem saltanatına daima sahiptir.

Hızır'ın hayat bulduğu suyu meyhanede ara, o su, kadehtedir.

Şaraba canını bile değiş, ömrün düzeni, ancak şarapladır.

Biz şaraba düşkünüz, zahitler takvaya., bakalım sevgili, hangisine meyledecek, onca hangisi makbul olacak?

Sâki, zemanede dudağından başka muradına erişmiş kimse yok.

Nergis, bütün bu sarhoşluk şivelerini senin güzel gözünden ödünç almada.

Gönlümün sabah, akşam virdi, yanağını, zülfünü anmak.

Lâl dudağın, dertlilerin yarasına tuz ekip durmakta.

Ey can, güzelliğinin, çene çukurunda Hâfız gibi yüzlerce kulu, kölesi var!

An kes ki be dest cam dâred

Sultâni-i Cem mudâm dâred

118‏

 

آن کس که به دست جام دارد

سلطانی جم مدام دارد

آبی که خضر حيات از او يافت

در ميکده جو که جام دارد

 

سررشته جان به جام بگذار

کاين رشته از او نظام دارد

ما و می و زاهدان و تقوا

تا يار سر کدام دارد

 

بيرون ز لب تو ساقيا نيست

در دور کسی که کام دارد

نرگس همه شيوه‌های مستی

از چشم خوشت به وام دارد

 

ذکر رخ و زلف تو دلم را

ورديست که صبح و شام دارد

 

بر سينه ريش دردمندان

لعلت نمکی تمام دارد

در چاه ذقن چو حافظ ای جان

حسن تو دو صد غلام دارد

**

 

Seher çağında sabah rüzgârı, sevgilinin zülfünden bir koku getirmekte: Getirdiği o koku ile divane gönlümüzü yeniden aşka salmaktaydı,

Ben o selviyi göz bahçesinden kopardım, görmek istemem artık! Çünkü gamiyle açılan her çiçek, gönüle ancak mihnet vermekteydi. 

Köşkünün damından baktım, apaçık gördüm. Ay ışığı bile o güneşin güzelliğinden utanıyor, yüzünü duvara çeviriyordu.

Aşkının ateşinden korktum, yanmasın diye kanlı gönlümü salıverdim. Fakat yaralı gönül, kanlar saça saça yine o yola yöneldi, yine o izi izledi.

Çalgıcının ve sâkinin sözüne uyup vakitli vakitsiz dışarı çıkıyor, sevgiliden gelecek bir müjdeci gözlüyordum. Çünkü bu aşılmaz yoldan pek güç haber gelmekteydi.

Sevgilinin vergisi, baştan başa lütuf, baştan başa ihsan, ister tespih çekmemi buyursun ister bana zünnar versin!

Tanrı yarlıgasın, kaş çatışı, beni halsiz bıraktı ama işvelerle de bu hastanın baş ucuna gelip müjdelerde bulundu.

Dün gece Hâfız’ı şarapla, kadehle gördüm de şaşırdım. Fakat menedemedim., çünkü sofi gibi o da gizlice içiyordu.

Sabâ vakt-i seher büyi zi zulf-i yâr miâverd
Dil-i şüride-i mârâ bebü der kâr miyârd

146‏

 

صبا وقت سحر بويی ز زلف يار می‌آورد

دل شوريده ما را به بو در کار می‌آورد

من آن شکل صنوبر را ز باغ ديده برکندم

که هر گل کز غمش بشکفت محنت بار می‌آورد

فروغ ماه می‌ديدم ز بام قصر او روشن

که رو از شرم آن خورشيد در ديوار می‌آورد

ز بيم غارت عشقش دل پرخون رها کردم

ولی می‌ريخت خون و ره بدان هنجار می‌آورد

به قول مطرب و ساقی برون رفتم گه و بی‌گه

کز آن راه گران قاصد خبر دشوار می‌آورد

سراسر بخشش جانان طريق لطف و احسان بود

اگر تسبيح می‌فرمود اگر زنار می‌آورد

عفاالله چين ابرويش اگر چه ناتوانم کرد

به عشوه هم پيامی بر سر بيمار می‌آورد

عجب می‌داشتم ديشب ز حافظ جام و پيمانه

ولی منعش نمی‌کردم که صوفی وار می‌آورد

**

 

Seher yeli, dün gece mihnet ve gam günlerinin artık geçmek üzere bulunduğunu bildirdi, beni âgâh etti.

Seher yelinin bu müjdesine karşılık sabah şarabı içenlere yeni, yakası yırtılmış elbisemizi verelim!

Gel gel, sen cennet hurisisin ve Rıdvan, seni bu kulun gönlü için bu dünyaya getirdi.

Şiraz'a bahtımızın inayetiyle yoldaş olup gidelim. Bahtımızın bize verdiği bu yoldaş ne güzel yoldaş!

Hatırımızı yapmaya bak. Çünkü bu yumuşak keçe külah, nice Padişah taçlarını kırdı geçirdi!

O göçebe ve aya benzer güzelin yanağım hatırlayınca gönül, ay otağına ne feryatlar saldı bilsen!

Hâfız, o Padişahlar padişahının eşiğine sığınalı sancağını, gök kubbeye yüceltti.

Nesim-i bâd-ı sabâ döşem âgehi âverd
Ki rüz-ı mihnet-u ğam rü bekûtehi âverd

147‏

 

نسيم باد صبا دوشم آگهی آورد

که روز محنت و غم رو به کوتهی آورد

به مطربان صبوحی دهيم جامه چاک

بدين نويد که باد سحرگهی آورد

بيا بيا که تو حور بهشت را رضوان

در اين جهان ز برای دل رهی آورد

همی‌رويم به شيراز با عنايت بخت

زهی رفيق که بختم به همرهی آورد

به جبر خاطر ما کوش کاين کلاه نمد

بسا شکست که با افسر شهی آورد

چه ناله‌ها که رسيد از دلم به خرمن ماه

چو ياد عارض آن ماه خرگهی آورد

رساند رايت منصور بر فلک حافظ

که التجا به جناب شهنشهی آورد

**

 

Dün gece vezirden muştucu geldi: Süleyman’dan işret etmeye ferman çıktı.

Vücudumuzun toprağını göz yaşıyle balçık haline getir., yıkık gönül sarayını tamir etmek zamanı gelip çattı.

Sevgilinin zülfüne ait şu sonu gelmeyen sözler yok mu? Binlerce sır içinde söze düşebilen, söylenebilen ancak bir harften ibaret!

Aman ey şaraba bulanmış hırkam, ayıbımı ört, o eteği temiz sevgili ziyarete geldi. 

Meclisi aydınlatan sevgili, başköşeye geçip kuruldu. Bugün artık güzellerin hepsinin değeri, hepsinin yeri belli olur, meydana çıkar.

Himmete bak! Bir karıncacık, horluğuna, hakirliğine bakmadan tacı, gökyüzünün yüceliği olan Cem’in tahtına geldi, Süleyman’la konuşup görüştü.

Gönül, sevgilinin şuh gözlerinden imanını koru. Çünkü o okçu sihirbaz yağma için geldi.

Hâfız, sen yoksulluğa bulanmışsın, Padişahtan bir feyz iste. Çünkü o cömertlik unsuru herkesi yokluktan yoksulluktan ayırtmak için geldi.

Padişahın meclisi denizdir. Fırsatı ganimet bil. Ey ziyanlara gark olan, aklını başına al, ticaret zamanı erişti.

Döş ez cenâb-ı Asaf peyk-i beşaret âmed
Kez hazret-i Süleyman ‘işret işâret âmed

171‏

 

دوش از جناب آصف پيک بشارت آمد

کز حضرت سليمان عشرت اشارت آمد

 

خاک وجود ما را از آب ديده گل کن

ويرانسرای دل را گاه عمارت آمد

اين شرح بی‌نهايت کز زلف يار گفتند

حرفيست از هزاران کاندر عبارت آمد

 

عيبم بپوش زنهار ای خرقه می آلود

کان پاک پاکدامن بهر زيارت آمد

 

امروز جای هر کس پيدا شود ز خوبان

کان ماه مجلس افروز اندر صدارت آمد

 

بر تخت جم که تاجش معراج آسمان است

همت نگر که موری با آن حقارت آمد

از چشم شوخش ای دل ايمان خود نگه دار

کان جادوی کمانکش بر عزم غارت آمد

آلوده‌ای تو حافظ فيضی ز شاه درخواه

کان عنصر سماحت بهر طهارت آمد

 

درياست مجلس او درياب وقت و در ياب

هان ای زيان رسيده وقت تجارت آمد

**

 

Müjde ey gönül, yine sabah rüzgârı geldi. Hoş haberler getiren Hüdhüd, Sebâ’dan erişti.

Ey bülbül, yine Davut nağmelerine başla... Süleyman'a benzeyen gül yine havadan gelip yetişti.

Nerde bir ârif ki susanın dilini anlasın da sorsun:

Niçin gitti, madem ki gitti, sonra neye geldi?

Tanrı ihsanı olan şu bahtımın lûtfuna bak. Adamlık etti, keremler eyledi de o ay yüzlü güzelim, vefakârlık ederek yine geldi.

Lâle, bülbülden tatlı şarap kokusu aldı, gönlü dağıldı, deva ümidiyle gelip şaraba sarıldı.

Kulağıma çan sesleri gelinceye kadar gözüm, bu kafilenin yoluna dikilmiş, kalmıştı.

Hâfız eziyet kapısını çaldı, ahdinden döndü; fakat sevgilinin lûtfuna bak; o, yine kerem etti, kapımızdan girdi!

Müjde ey dil ki diğer bâd ı sabâ bâz âmed
Hudhud-i hoşhaber ez tarf-ı Sebâ bâz âmed

174‏

 

مژده ای دل که دگر باد صبا بازآمد

هدهد خوش خبر از طرف سبا بازآمد

 

برکش ای مرغ سحر نغمه داوودی باز

که سليمان گل از باد هوا بازآمد

 

عارفی کو که کند فهم زبان سوسن

تا بپرسد که چرا رفت و چرا بازآمد

 

مردمی کرد و کرم لطف خداداد به من

کان بت ماه رخ از راه وفا بازآمد

 

لاله بوی می نوشين بشنيد از دم صبح

داغ دل بود به اميد دوا بازآمد

 

چشم من در ره اين قافله راه بماند

تا به گوش دلم آواز درا بازآمد

 

گر چه حافظ در رنجش زد و پيمان بشکست

لطف او بين که به لطف از در ما بازآمد **

**

 

Tenin, doktorların nazına niyaz etmesin, doktorlara muhtaç olmasın... nazik vücudun hastalıklardan incinmesin.

Bütün âlemin selâmeti, senin selâmetinledir. Hiç bir rahatsızlığa düşme, hiç bir suretle dertlenme.

Suret güzelliği de sıhhatine bağlı, mana güzelliği de. Zâhirin solmasın, bâtının kaygı nedir, bilmesin.

Güz mevsimi, bu bahçeye yağmaya gelince dilerim, senin uzun boylu selviye benzer uzun boyuna yol bulmasın.

Bir yerde güzelliğin cilvelenmeye başladı mı kem gözlülerde, kötülük isteyen kişilerde kınama kudreti kalmasın.

Ay gibi yüzüne kim kem nazarla bakarsa canı, gam ateşine üzerlik olsun, cayır cayır yansın!

Şifa, Hâfız’ın şeker saçan sözlerindedir. O sözlerde şifa ara da gül suyu ile şekere muhtaç olma.

Tenet be nâz-ı tabibân niyâzmend mebâd
Vucüd-i nâzuket azurde-i gezend mebâd

106‏

 

تنت به ناز طبيبان نيازمند مباد

وجود نازکت آزرده گزند مباد

 

سلامت همه آفاق در سلامت توست

به هيچ عارضه شخص تو دردمند مباد

 

جمال صورت و معنی ز امن صحت توست

که ظاهرت دژم و باطنت نژند مباد

 

در اين چمن چو درآيد خزان به يغمايی

رهش به سرو سهی قامت بلند مباد

در آن بساط که حسن تو جلوه آغازد

مجال طعنه بدبين و بدپسند مباد

 

هر آن که روی چو ماهت به چشم بد بيند

بر آتش تو بجز جان او سپند مباد

 

شفا ز گفته شکرفشان حافظ جوی

که حاجتت به علاج گلاب و قند مباد

 

**

 

Sevgilinin yüzü olmadıkça gül neye yarar? Şarapsız bahar hoş değildir.

Lâle yanaklı bir dilber yoksa çayır, çimen, bağ, bahçe hiç bir şeye yaramaz.

Bülbülün sesi olmadıkça selvinin raksı, gülün alımı nedir ki?

Şeker dudaklı, gül endamlı sevgili de öpülüp koçulmadıkça hoşça gitmez.

Aklın eli, sevgilinin nakşından başka ne nakış yaparsa yapsın, hiçtir.

Hâfız, can hor, hakir bir akçeden ibarettir. Sevgiliye saçmaya yaramaz bile!

Gul bı ruh-ı yâr hoş nebâşed
Bı bade behâr hoş nebâşed

163‏

 

گل بی رخ يار خوش نباشد

بی باده بهار خوش نباشد

طرف چمن و طواف بستان

بی لاله عذار خوش نباشد

رقصيدن سرو و حالت گل

بی صوت هزار خوش نباشد

با يار شکرلب گل اندام

بی بوس و کنار خوش نباشد

هر نقش که دست عقل بندد

جز نقش نگار خوش نباشد

 

جان نقد محقر است حافظ

از بهر نثار خوش نباشد

**

 

Dün, Allah hayrını versin,' şarap satan Pîr dedi ki:

Şarap iç, gönül derdini hatırdan çıkar.

Şarap, adımı sanımı yele veriyor dedim.

Dedi ki:

Sen, benim sözümü tut; ne olursa olsun!

Kâr da elden çıkacak, zarar da, sermaye de, bu alışveriş için kederlenme, boş ver!

Süleyman tahtının bile yele gittiği bir yerde sen bir hiçe gönül korsan eline yel geçer, yel!

Hâfız, eğer hâkimlerin öğütünden usandıysan hikâyeyi kısa keselim, ömrün uzun olsun, eyvallah!

Di Pîr-i mey-furüş ki zikreş be hayr bâd
Guftâ şerâb nuş-u ğam-ı dil biber ziyâd

100‏

 

دی پير می فروش که ذکرش به خير باد

گفتا شراب نوش و غم دل ببر ز ياد

 

گفتم به باد می‌دهدم باده نام و ننگ

گفتا قبول کن سخن و هر چه باد باد

 

سود و زيان و مايه چو خواهد شدن ز دست

از بهر اين معامله غمگين مباش و شاد

 

بادت به دست باشد اگر دل نهی به هيچ

در معرضی که تخت سليمان رود به باد

حافظ گرت ز پند حکيمان ملالت است

کوته کنيم قصه که عمرت دراز باد

**

 

Nice zaman oldu, sevgili, bir haber bile göndermedi, bir şey yazmadı, ne selâmı geldir ne kelâmı var!

Yüz mektup yolladım. O gençler padişahı ne bir haberci koşturdu, ne bir selâm yolladı!

Vahşilere dönmüşüm, aklım kaçıp gitmiş, öyle olduğu halde bu âşıkına keklik gibi salınan bir muştucu bile yollamadı gitti. 

Gönül kuşumun elden çıkacağını bildi de o müselsel yazısıyle bir tuzak olsun göndermedi.

Ah o sarhoş ve şeker dudaklı sâki, mahmurluğumu bildi de bir kadeh bile lütfetmedi.

O kadar kerametlerden, makamlardan bahsedip durdum da hiç bir makamdan bana bir haber göndermedi, hiç bir suretle sözüme aldırış etmedi!

Hâfız, edebini takın. Padişah, kölesine haber göndermezse neden göndermedi, niçin böyle yaptı denemez ki!

Diyrest ki dildâr peyâmi nefurustâd
Nenvişt selâmiyy-u kelâmi nefurustâd

**

109‏

 

دير است که دلدار پيامی نفرستاد

ننوشت سلامی و کلامی نفرستاد

صد نامه فرستادم و آن شاه سواران

پيکی ندوانيد و سلامی نفرستاد

سوی من وحشی صفت عقل رميده

آهوروشی کبک خرامی نفرستاد

دانست که خواهد شدنم مرغ دل از دست

و از آن خط چون سلسله دامی نفرستاد

فرياد که آن ساقی شکرلب سرمست

دانست که مخمورم و جامی نفرستاد

چندان که زدم لاف کرامات و مقامات

هيچم خبر از هيچ مقامی نفرستاد

حافظ به ادب باش که واخواست نباشد

گر شاه پيامی به غلامی نفرستاد

 

Ey padişahlar padişahı, felek topu, çevgânına râm olsun. Salındığın meydan, kevnü mekân fezası olsun, bütün âlem, hükmüne girsin,

Zafer hatununun zülfü, tuğunun perçemine aşık olsun, ebedi fütuhat gözü, senin salınıp yürümene gönül versin!

Utaridin inşası, şevketinin sıfatıdır, ey ulu padişah, Aldı kül, divanının turakeşine kul olsun!

Selvi boyunu gören Tuba hasetlenmekte., ebedi cennet de bağına, bahçene gıptalar etsin! 

Yalnız hayvanat, nebatat, cemadat değil.., Emr âleminde ne varsa hepsi fermanına muti olsun!

Husrevâ küy-ı felek der ham-i çevgân-ı tu bad
Sahat-i kevn-u mekân arsa-i meydân-ı tu bâd.

 

غزل  108‏

 

خسروا گوی فلک در خم چوگان تو باد

ساحت کون و مکان عرصه ميدان تو باد

 

زلف خاتون ظفر شيفته پرچم توست

ديده فتح ابد عاشق جولان تو باد

 

ای که انشا عطارد صفت شوکت توست

عقل کل چاکر طغراکش ديوان تو باد

 

طيره جلوه طوبی قد چون سرو تو شد

غيرت خلد برين ساحت بستان تو باد

 

نه به تنها حيوانات و نباتات و جماد

هر چه در عالم امر است به فرمان تو باد

**

 

Dün gece menekşe güle güzel bir nişane verdi de dedi ki: Saçımın büklümleri, cihanda filan güzelin saçlarını andırıyor.

Gönlüm, sır hazinesiydi; kaza eli kapısını kapadı, anahtarını da bir güzele teslim etti.

Sinik bir halde kapına geldim. Doktor,, ilâç olarak lûtfunun mumyasını tavsiye etti.

Kudreti olup bedeni sağ esen, gönlü neşeli olan ve bir kudretsize yardım eden kişinin gönlü neşeli, hatırı hoş olsun!

Yürü ey öğütçü, sen kendini tedavi et. Şarap ve dilber kime ziyan verdi ki ?

Sevgili, yanımdan geçti de rakiplere dedi ki:          Yazık, yoksul Hâfız, ne yaman da can verdi!

Benefşe düş be gül guft-u hoş nişani dad
Ki tab-ı men be cihan turra-i fulani dad

113‏

 

بنفشه دوش به گل گفت و خوش نشانی داد

که تاب من به جهان طره فلانی داد

دلم خزانه اسرار بود و دست قضا

درش ببست و کليدش به دلستانی داد

شکسته وار به درگاهت آمدم که طبيب

به موميايی لطف توام نشانی داد

تنش درست و دلش شاد باد و خاطر خوش

که دست دادش و ياری ناتوانی داد

برو معالجه خود کن ای نصيحتگو

شراب و شاهد شيرين که را زيانی داد

گذشت بر من مسکين و با رقيبان گفت

دريغ حافظ مسکين من چه جانی داد

**

 

Bundan böyle, o salına salına yürüyüşüyle beni kökümden çekip çıkaran yüce boylu selvinin eteğine yapışacağım, el benim, etek onun gayri!

Çalgıya, şaraba hacet yok; yüzünü aç ta cemalinin ateşi, beni üzerlik gibi çıtırdaya çıtırdaya raksa getirsin!

Sevgilinin atının tırnağıyle yerlere yıkılıp toza, toprağa bulanmayan yüz, baht ve gelin odasının aynası olamaz.

Gamının sırlarını söyleyecek, ortalığa yayacağım; ne olursa olsun, daha fazla sabrım yok, ne yapayım? Ne vakte dek ve ne kadar sabredeyim ?

Avcı, o miskler kokan ahumu öldürme sakın., o kara gözlerden utan, kementle bağlama onu!

Bu kapıdan ayrılmama imkân yok. O yüce köşkün kenarını nerden öpeceğim?

Hâfız, o misk kokulu ahudan vazgeçme. Divanenin bağlı kalması daha doğru!

Ba'd ezin dest-i men-u dâmen-i an serv-i bulend
Ki be bâlâ-yı çeman ez bun-u bihem berkend

181‏

 

بعد از اين دست من و دامن آن سرو بلند

که به بالای چمان از بن و بيخم برکند

حاجت مطرب و می نيست تو برقع بگشا

که به رقص آوردم آتش رويت چو سپند

 

هيچ رويی نشود آينه حجله بخت

مگر آن روی که مالند در آن سم سمند

گفتم اسرار غمت هر چه بود گو می‌باش

صبر از اين بيش ندارم چه کنم تا کی و چند

مکش آن آهوی مشکين مرا ای صياد

شرم از آن چشم سيه دار و مبندش به کمند

 

من خاکی که از اين در نتوانم برخاست

از کجا بوسه زنم بر لب آن قصر بلند

 

باز مستان دل از آن گيسوی مشکين حافظ

زان که ديوانه همان به که بود اندر بند

 

**

 

Güzelliğinin yâdı, gönlümden, canımdan asla çıkmamakta. O salına salına yürüyen selvi boylu katiyen hatırımdan gitmemekte.

Ağzının hayali, feleğin cefasıyle, zamanın derdiyle bu başı dönen âşıkın aklından gitmiyor ki.

Gönlüm ezelde zülfünle bağdaştı, ebede kadar bu ahitten dönmez.

Senin gam yükünden başka ne varsa bu yoksul âşıkın gönlünden çıkıyor da, o bir türlü çıkmıyor!

Sevgin, gönülde, canda öyle bir yer tuttu ki başım gitse bu sevgi gitmeyecek.

Gönlüm, güzellerin ardından giderse mazurdur. Ne yapsın? Dertli, elbette derman ardından koşar.

Hâfız gibi serseri olmak istemeyen, güzellere gönül vermesin, onların peşinden koşmasın.

Hergizem nakş-ı tu ez levh-i dil-u can nereved
Hergiz ezyâd-ı men an serv-i hırâman nereved

223‏

 

هرگزم نقش تو از لوح دل و جان نرود

هرگز از ياد من آن سرو خرامان نرود

 

از دماغ من سرگشته خيال دهنت

به جفای فلک و غصه دوران نرود

 

در ازل بست دلم با سر زلفت پيوند

تا ابد سر نکشد و از سر پيمان نرود

 

هر چه جز بار غمت بر دل مسکين من است

برود از دل من و از دل من آن نرود

 

آن چنان مهر توام در دل و جان جای گرفت

که اگر سر برود از دل و از جان نرود

 

گر رود از پی خوبان دل من معذور است

درد دارد چه کند کز پی درمان نرود

هر که خواهد که چو حافظ نشود سرگردان

دل به خوبان ندهد و از پی ايشان نرود

**

 

Gel, Mansur Padişahın sancağı erişti; fetih ve muştuluk haberi, güneşle aya kadar vardı.

Baht cemali zafer yüzünden nikabı kaldırdı; adaletin kemali, imdat isteyenin feryadına yetişti.

Felek, şimdi güzelce dönecek., ay doğdu. Cihan, şimdi gönlün istediği gibi. Padişah geldi.

Gönül ve bilgi kervanları yol kesicilerden artık emin olabilirler, yol eri erişti.

Mısır azizi, kıskanç kardeşlerinin rağmine kuyudan çıktı, yüce aya kadar yüceldi.

Deccal işlerini işleyen mülhit sofi nerede? Söyle ona!

Yan, yakıl, dine penah olan Mehdi zuhur etti!

Seher yeli, bu aşk gamıyle yanıp yakılan gönülle ah dumanından başıma neler geldi? Sen söyle!

Padişahım, ateş otlara ne yaparsa iştiyakın da bana onu yaptı, başıma o geldi!

Hâfız, uykuya varma. Tanrı’nın kabul tapısına erişenler, gece yarısındaki virtle sabah çağındaki evratla eriştiler.

Biyâ ki ruyet-i Mansûr-ı Pâdşâh resid
Nuvid-i feth-u beşaret bemihr-u mâh resid

242‏

 

بيا که رايت منصور پادشاه رسيد

نويد فتح و بشارت به مهر و ماه رسيد

 

جمال بخت ز روی ظفر نقاب انداخت

کمال عدل به فرياد دادخواه رسيد

 

سپهر دور خوش اکنون کند که ماه آمد

جهان به کام دل اکنون رسد که شاه رسيد

 

ز قاطعان طريق اين زمان شوند ايمن

قوافل دل و دانش که مرد راه رسيد

 

عزيز مصر به رغم برادران غيور

ز قعر چاه برآمد به اوج ماه رسيد

 

کجاست صوفی دجال فعل ملحدشکل

بگو بسوز که مهدی دين پناه رسيد

صبا بگو که چه‌ها بر سرم در اين غم عشق

ز آتش دل سوزان و دود آه رسيد

 

ز شوق روی تو شاها بدين اسير فراق

همان رسيد کز آتش به برگ کاه رسيد

 

مرو به خواب که حافظ به بارگاه قبول

ز ورد نيم شب و درس صبحگاه رسيد

 

 

**

 

Sevgilim, kadehi eline alınca güzellerin revnakını giderir, alışverişlerine kesat verir.

Onun gözünü kim gördüyse dedi ki: Nerde muhtesip? Tutsun şu sarhoşu!

Sevgili, oltasıyle avlasın diye balık gibi denizlere düştüm.

Ağlaya, ağlaya ayaklarına kapandım, elimden tutar mı ki?

Hâfız gibi Elest şarahından bir kadehe malik ninnin ne mutlu gönlüne!

Yarem çu kadeh be dest gired
Bâzâr-ı bütan şikest gired

148‏

 

يارم چو قدح به دست گيرد

بازار بتان شکست گيرد

 

هر کس که بديد چشم او گفت

کو محتسبی که مست گيرد

در بحر فتاده‌ام چو ماهی

تا يار مرا به شست گيرد

 

در پاش فتاده‌ام به زاری

آيا بود آن که دست گيرد

 

خرم دل آن که همچو حافظ

جامی ز می الست گيرد

**

 

Cihan, bayram kaşına hilâlden rastık çekti; bayram hilâli göründü.. sevgilinin kaşlarına bakmak gerek!

Sevgilim, yay kaşlarına rastık çekince boyumu hilâl gibi büktü.

Sabah çağında yüzünde terleyen bıyık ve sakallarının rüzgârı bahçeden geçmiş olmalı ki gül, kokumu duydu da sabah gibi üstündeki elbiseyi yırttı, açıldı.

Âlemde daha ne çenk vardı, ne rebap. Ne gül vardı, ne şarap! Benim vücudumun balçığıysa gül suyu ile ve şarapla yoğurulmuştu.

Gel de gönül derdini söyleyeyim. Çünkü sensiz ne söylemeye kudretim var, ne dinlemeye!

Vuslatının karşılığı can bile olsa satın almaya razıyım. Gözü açık tacir, ne bulursa' alır.

Akşama benzeyen zülfünün çevresinde ay yüzünü görünce gecem aydınlandı, gündüze döndü.

Canım ağzıma geldi de hâlâ muradıma erişemedim. Ümidim bitti de hâlâ istek bitmedi

Hâfız, yüzünün iştiyakiyle birkaç kelimecik yazdı. Şiirini oku da inci gibi kulağına küpe yap!

Cihan ber ebru-yi îyd ez hilâl vesme keşid
Hilâl-ı 'îyd der ebrü-yi yâr bâyeddir

238‏

 

جهان بر ابروی عيد از هلال وسمه کشيد

هلال عيد در ابروی يار بايد ديد

شکسته گشت چو پشت هلال قامت من

کمان ابروی يارم چو وسمه بازکشيد

مگر نسيم خطت صبح در چمن بگذشت

که گل به بوی تو بر تن چو صبح جامه دريد

نبود چنگ و رباب و نبيد و عود که بود

گل وجود من آغشته گلاب و نبيد

 

بيا که با تو بگويم غم ملالت دل

چرا که بی تو ندارم مجال گفت و شنيد

بهای وصل تو گر جان بود خريدارم

که جنس خوب مبصر به هر چه ديد خريد

 

چو ماه روی تو در شام زلف می‌ديدم

شبم به روی تو روشن چو روز می‌گرديد

به لب رسيد مرا جان و برنيامد کام

به سر رسيد اميد و طلب به سر نرسيد

 

ز شوق روی تو حافظ نوشت حرفی چند

بخوان ز نظمش و در گوش کن چو مرواريد

**

 

Sevgilinin seferden geleceği zaman, dertlilerin muradına uyup o dertdaşın geleceği dem, ne mutlu bir zamandır, ne hoş bir demdir!

O tek binici yine gelir diye hayalinin önüne göz atını çektim..

Onun eğri çevgânına top olmazsa başıma, baş demem. Zaten de başka ne işe yarar bu baş?

Bu tarafa yine gelir hevesiyle toz gibi yolunun üstüne oturup kaldım.

Onun iki zülfüyle bir karara bağlanan, o zülüfle bağdaşan gönül, bir daha karar bulmaz, ondan sabır ve karar umma!

Yine ilkbahar gelir ümidiyle bülbüller,, kıştan ne sitemler çektiler!

Takdir nakkaşından ümidim var Hâfız, selvi boylu güzel yine elime girer elbette!

Zihi huceste zemâni ki yâr bâz âyed
Be kâm-ı ğamzedegan ğamgusâr bâz âyed 

235‏

 

زهی خجسته زمانی که يار بازآيد

به کام غمزدگان غمگسار بازآيد

 

به پيش خيل خيالش کشيدم ابلق چشم

بدان اميد که آن شهسوار بازآيد

 

اگر نه در خم چوگان او رود سر من

ز سر نگويم و سر خود چه کار بازآيد

 

مقيم بر سر راهش نشسته‌ام چون گرد

بدان هوس که بدين رهگذار بازآيد

 

دلی که با سر زلفين او قراری داد

گمان مبر که بدان دل قرار بازآيد

 

چه جورها که کشيدند بلبلان از دی

به بوی آن که دگر نوبهار بازآيد

ز نقش بند قضا هست اميد آن حافظ

که همچو سرو به دستم نگار بازآيد

**

 

Muradıma eriyinceye kadar aramaktan el çekmem., ya ten sevgiliye ulaşır, ya can tenden çıkar!

Ölümümden sonra mezarımı aç da gör; gönlümün ateşinden dumanlar tüter!

Yüzünü göster de halk kendinden geçsin, hayran olup kalsın. Dudağını aç da erkek, kadın.. herkes, feryada gelsin!

Canım dudağıma geldi de hâlâ gönlüm tahassürlerle dolu. Dudaklarından bir murat almadım. Can bedenden çıkmak üzere!

Ağzının hasretiyle canım daraldı. Esasen o küçücük ağızdan eli  dar âşıklar, nerden murat alacaklar?

Hangi mecliste Hâfız’ın adı anılırsa âşıklar, Allah ona hayırlar versin diye dua ile anıyorlar.

Dest ez taleb nedârem tâ kâm-ı men berâyed
Yâ ten resed be cânan yâ can zi ten berâyed

233‏

 

دست از طلب ندارم تا کام من برآيد

يا تن رسد به جانان يا جان ز تن برآيد

 

بگشای تربتم را بعد از وفات و بنگر

کز آتش درونم دود از کفن برآيد

 

بنمای رخ که خلقی واله شوند و حيران

بگشای لب که فرياد از مرد و زن برآيد

جان بر لب است و حسرت در دل که از لبانش

نگرفته هيچ کامی جان از بدن برآيد

از حسرت دهانش آمد به تنگ جانم

خود کام تنگدستان کی زان دهن برآيد

گويند ذکر خيرش در خيل عشقبازان

هر جا که نام حافظ در انجمن برآيد

**

 

Sâki, bu ellerle kadehe şarap koyarsa bütün âriflere gece gündüz şarap içirir, hepsini içkiye düşkün bir hale kor.

Zülfünün büklümü altında bu taneye benzeyen ben varken nice akıl kuşu tuzağa düşer. 

Ne mutlu o sarhoşa ki sevgilinin ayağına başını mı, sarığını mı atacağını bilmez!

Ham zahit şarabı inkâr eder ama ham şaraba bir düşse öyle bir pişer ki!

Gündüzün hüner kazanmaya çalış., gündüz şarap içmek, ayna gibi olan gönüle karanlıklar pası verir.

Gece, ufuk otağının etrafına akşam perdesini saldı mı., işte o zaman sabah gibi aydın olan şarabı içme vakti gelmiş demektir.

Şarabı, şehir muhtesibiyle içme sakın., şarabım içer de kadehe taş atar!

Hâfız, bahtın o tolunaya kur’a isabet ettirirse, o sevgilinin vuslatına erişirsen külahını çıkar, başını güneşe yücelt, külahın güneş olsun!

Sâki ez bade ezin dest becan endazed
‘Arıfanrâ heme der şurb-i mudâm endazed

150‏

 

ساقی ار باده از اين دست به جام اندازد

عارفان را همه در شرب مدام اندازد

 

ور چنين زير خم زلف نهد دانه خال

ای بسا مرغ خرد را که به دام اندازد

ای خوشا دولت آن مست که در پای حريف

سر و دستار نداند که کدام اندازد

 

زاهد خام که انکار می و جام کند

پخته گردد چو نظر بر می خام اندازد

روز در کسب هنر کوش که می خوردن روز

دل چون آينه در زنگ ظلام اندازد

 

آن زمان وقت می صبح فروغ است که شب

گرد خرگاه افق پرده شام اندازد

 

باده با محتسب شهر ننوشی زنهار

بخورد باده‌ات و سنگ به جام اندازد

 

حافظا سر ز کله گوشه خورشيد برآر

بختت ار قرعه بدان ماه تمام اندازد

 

**

 

Bu bahar çağında gül, yokluktan varlık diyarına geldi. Menekşe, gülün ayağına baş koyup secdeye vardı.

Sen de def ve çenk feryadıyle sabah şarabını içmeye başla; ney ve ut nağmeleriyle sâkinin çenesinin altını öp!

Gül devrinde şarapsız, güzelsiz ve kopuzsuz durma. Çünkü gülün çağı da zaman gibi sayılı bir haftacıktan ibarettir.

Yeryüzü kutlu bir yıldızın, mesut bir talihin tesiriyle burçlar gibi sıralanan fesleğenlerin açılması yüzünden gök gibi aydınlandı.

Sen de lâtif yanaklı, İsa nefesli güzelin elinden şarap iç, Âd ve Semud masalını bırak!

Cihan, süsen ve gül zamanı cennete döndü, fakat ne fayda ki ebedîliğine imkân yok!

Lâle Nemrut ateşini alevlendirdi., sen de bahçede Zertüşt dininin ayinini tazele!

Gül, Süleyman gibi havava binince bülbül, seher çağı Davut nağmesiyle feryada koyulunca,

Devrinin Âsafını, Süleyman mülkünün Veziri, Dinin İmadı Mahmud’u hatırlayıp şarap iste!

Hâfız, getir şarabı., biz, daima suçlan örten Tanrı’nın yarlıgamasına, bağışlamasına güvenmişizdir, güveneceğiz de.

Kanun ki der çemen âmed gul ez adem bevucüd Benefşe der kadem-i o nihâd ser be sucüd

219‏

 

کنون که در چمن آمد گل از عدم به وجود

بنفشه در قدم او نهاد سر به سجود

 

بنوش جام صبوحی به ناله دف و چنگ

ببوس غبغب ساقی به نغمه نی و عود

به دور گل منشين بی شراب و شاهد و چنگ

که همچو روز بقا هفته‌ای بود معدود

شد از خروج رياحين چو آسمان روشن

زمين به اختر ميمون و طالع مسعود

 

ز دست شاهد نازک عذار عيسی دم

شراب نوش و رها کن حديث عاد و ثمود

 

جهان چو خلد برين شد به دور سوسن و گل

ولی چه سود که در وی نه ممکن است خلود

چو گل سوار شود بر هوا سليمان وار

سحر که مرغ درآيد به نغمه داوود

 

به باغ تازه کن آيين دين زردشتی

کنون که لاله برافروخت آتش نمرود

 

بخواه جام صبوحی به ياد آصف عهد

وزير ملک سليمان عماد دين محمود

 

بود که مجلس حافظ به يمن تربيتش

هر آن چه می‌طلبد جمله باشدش موجود

**

 

Gönül kanımız, gözlerimizden yüzümüze akıp durmada. Gözümüzden yüzümüze neler gidiyor, neler çekmekteyiz; ne diyeyim?

Göğsümüzde öyle bir hava gizlemişiz ki gönlümüz yele giderse ancak, o vakit o havadan kurtulur.

Benim ay yüzlü merhametli sevgilim, güzelim elbiselerini giydi mi doğu güneşi bile hasedinden elbisesini yırtar.

Yüzümüzü, sevgilinin yolundaki topraklara koyduk. Âşinâ sevgili, yüzümüze bassa, yeridir.

Gözyaşımız öyle bir sel ki kim rastlayıp halimizi görse yüreği taş bile olsa erir, halimize acır, merhamete gelir.

Gece gündüz gözyaşlarımla savaşımız var; neden onun civarına gidiyor?

Hâfız, tekke sahibi sofiler gibi daima doğru ve sağlam bir yürekle ve zevku safalarla meyhaneye gitmekte!

Ez dide hün-ı dil heme berrüy-ı mâ reved
Berrüy-ı mâ zi dide çi güyem çihâ reved

220‏

 

از ديده خون دل همه بر روی ما رود

بر روی ما ز ديده چه گويم چه‌ها رود

 

ما در درون سينه هوايی نهفته‌ايم

بر باد اگر رود دل ما زان هوا رود

 

خورشيد خاوری کند از رشک جامه چاک

گر ماه مهرپرور من در قبا رود

 

بر خاک راه يار نهاديم روی خويش

بر روی ما رواست اگر آشنا رود

سيل است آب ديده و هر کس که بگذرد

گر خود دلش ز سنگ بود هم ز جا رود

 

ما را به آب ديده شب و روز ماجراست

زان رهگذر که بر سر کويش چرا رود

 

حافظ به کوی ميکده دايم به صدق دل

چون صوفيان صومعه دار از صفا رود

 

 

**

 

Nefes tükendi, ömür bitti de senden emelime nail olamadım. Ne yazık, bahtım bir türlü, uykudan uyanmıyor.

Sabah rüzgârı gözüme mahallenden öylebir toprak serpti ki hayat bile gözü me görünmemekte.

Senin sülün boyunu sarmadıkça dilek ağacım meyva vermeyecek vesselam!

İşimiz ancak sevgilinin gönül alan yüzüyle. Toksa başka bir veçhile işimiz bitmez.

Gönül zülfünde konak tuttu, orasının hoş ve mamur bir ülke olduğunu gördü de o belâlar çeken garipten gayri bir haber bile gelmiyor.

Doğruluk jestinden binlerce dua oku attım, ne fayda ki birisi bile hedefe varmadı.

Seher rüzgârına söylenecek çok hikâyelerim var ama bahtıma bu gece bir türlü seher de olmuyor.

Bu hayalle ömrümün çağı sona erdi, hâlâ kara zülfünün belâsı sona ermedi.

Hayli zamandır Hâfız’ın gönlü herkesten ürkmüştür. Onun için şimdi sevgilinin zülfündeki halkadan dışarı çıkmamakta.

Nefes berâmed-u kâr ez tu bernemiyâyed
Fiğan ki baht-ı men ezfyab dernemıyâyed

237‏

 

نفس برآمد و کام از تو بر نمی‌آيد

فغان که بخت من از خواب در نمی‌آيد

صبا به چشم من انداخت خاکی از کويش

که آب زندگيم در نظر نمی‌آيد

قد بلند تو را تا به بر نمی‌گيرم

درخت کام و مرادم به بر نمی‌آيد

مگر به روی دلارای يار ما ور نی

به هيچ وجه دگر کار بر نمی‌آيد

مقيم زلف تو شد دل که خوش سوادی ديد

وز آن غريب بلاکش خبر نمی‌آيد

ز شست صدق گشادم هزار تير دعا

ولی چه سود يکی کارگر نمی‌آيد

بسم حکايت دل هست با نسيم سحر

ولی به بخت من امشب سحر نمی‌آيد

در اين خيال به سر شد زمان عمر و هنوز

بلای زلف سياهت به سر نمی‌آيد

ز بس که شد دل حافظ رميده از همه کس

کنون ز حلقه زلفت به در نمی‌آيد

**

 

Kim yeni terleyen bıyığına, sakalına sevdalanmışsa ölünceye kadar bu daireden dışarıya ayak atamaz.

Mezarımdan lâle gibi kalkınca yine süveydamda senin sevda dağın olacaktır.

Ey misli bulunmaz inci, sen nerdesin, ne âlemdesin? Derdinden halkın göz yaşları deniz haline geldi! 

Her kirpiğimden bir ırmak akmakla ırmak kıyısını görmek, seyir seyran etmek istiyorsan gel!

Gül ve şarap gibi bir an olsun perdeden çık da gel., çünkü bir kere daha görüşemeyeceğiz galiba.

Büklüm büklüm zülfünün uzayıp giden gölgesi başımdan eksik olmasın. Şeyda gönül, ancak bu sayede karar ediyor.

Gözün naz edip Hâfız'a meyletmiyor. Evet., ağır başlılık; bu da güzel nergisin bir vasfıdır, hakkı var!

Her kirâ bâ hatt-ı sebzet ser-i sevda bâşed
Pây ezin dâire birun nekunem tâ bâşed

157‏

 

هر که را با خط سبزت سر سودا باشد

پای از اين دايره بيرون ننهد تا باشد

من چو از خاک لحد لاله صفت برخيزم

داغ سودای توام سر سويدا باشد

تو خود ای گوهر يک دانه کجايی آخر

کز غمت ديده مردم همه دريا باشد

 

از بن هر مژه‌ام آب روان است بيا

اگرت ميل لب جوی و تماشا باشد

 

چون گل و می دمی از پرده برون آی و درآ

که دگرباره ملاقات نه پيدا باشد

 

ظل ممدود خم زلف توام بر سر باد

کاندر اين سايه قرار دل شيدا باشد

 

چشمت از ناز به حافظ نکند ميل آری

سرگرانی صفت نرگس رعنا باشد

**

 

Kaybolmuş gitmiş Yusuf, Kenan eline yine gelir, Külbe-i ahzan bir gün olur yine gülistan kesilir., gam yeme!

Ey gamlar çeken gönül, dertlenme., halin düzene girer., gönlünü bozma, bu perişan baş yine bir hale yola girer.

Felek, iki gün muradımızça dönmediyse devran hep bir türlü dönmezse., gam çekme!

Hemen sağlık olsun., ömrünün bahan bitmezse, ecelin gelmezse, ey güzel nağmeli bülbül, yine çimen tahtında gül Şemsiyesini bağına tutarsın!

••Gönül, yokluk seli varlık yapısını kökünden yıkıp götürse bile mademki kaptanın Nuh’tur, tufandan gam yeme!

Kendine gel., gayp sırlarını bilmezsin sen, ümidini kesme., elemlenme, perde ardında gizli oyunlar var!

Kâbe’ye varmak iştiyakiyle yürürken çölde ayağına mugaylan dikenleri batarsa aldırış etme!

2070. Konak pek korkulu, maksat da çok uzak ama gam yeme. Hiç bir yol yoktur ki sonu olmasın!

Gam yeme, insanı halden hale sokan Tanrı, sevgilinin ayrılığındaki halimizi de tamamıyle bilir, rakibin verdiği zahmetleri de!

Hâfız, yoksulluk bucağında karanlık gecelerde virdin, dua ve Kur’an oldukça gam yeme!

Yusuf-ı gum-keşte bâz âyed be Ken'an ğam mehor
Kulbe-i ahzan şeved tüzî gülistan ğam mehor

255‏

 

يوسف گمگشته بازآيد به کنعان غم مخور

کلبه احزان شود روزی گلستان غم مخور

 

ای دل غمديده حالت به شود دل بد مکن

وين سر شوريده بازآيد به سامان غم مخور

 

گر بهار عمر باشد باز بر تخت چمن

چتر گل در سر کشی ای مرغ خوشخوان غم مخور

دور گردون گر دو روزی بر مراد ما نرفت

دايما يک سان نباشد حال دوران غم مخور

 

هان مشو نوميد چون واقف نه‌ای از سر غيب

باشد اندر پرده بازی‌های پنهان غم مخور

ای دل ار سيل فنا بنياد هستی برکند

چون تو را نوح است کشتيبان ز طوفان غم مخور

 

در بيابان گر به شوق کعبه خواهی زد قدم

سرزنش‌ها گر کند خار مغيلان غم مخور

 

گر چه منزل بس خطرناک است و مقصد بس بعيد

هيچ راهی نيست کان را نيست پايان غم مخور

 

حال ما در فرقت جانان و ابرام رقيب

جمله می‌داند خدای حال گردان غم مخور

حافظا در کنج فقر و خلوت شب‌های تار

تا بود وردت دعا و درس قرآن غم مخور

**

 

Bayram, gül mevsiminin sonu... dostlar tekliyorlar; sâki, yeni ay görünce Padişahın yüzüne bak da bana şarap sun!

Ramazan geldi, gül mevsimindeki işretten ümidimi kesmiştim... Fakat oruç tutan temiz erlerin himmeti yardım etti de gül, ramazandan sonra da bir müddetçik kaldı!

Cihana gönül verme; bir sarhoşa kadehin feyzini ve muradına erişmiş Cemşid’in hikâyesini sor!

Elimde can nakdinden başka bir şeyim yok, şarap nerde? Getir de onu da sâkinin bir göz, kaş işaretine vereyim.

Kutlu bir devlet, kerem sahibi bir padişah... Yarabbi, zamanın kem gözünden sen koru!

Bu kulun şiirleriyle şarap iç. Senin murassa kadehin bu padişahlara lâyık iri inciyle bir başka türlü bezenir.

* Sahur zamanı geçtiyse ne çıkar? Sabah şarabı var ya. Sevgilinin âşıkları şarapla iftihar etsinler artık!

Sen kerem sahibisin, affın ayıpları örter... bizim kalp akçemize de acı, ayarı düşük bir akçe zaten!

Korkarım ki mahşer günü, şeyhin tespihiyle şarap içen rindin hırkası at başı beraber gider, ikisinin de bir değeri olmaz.

Hâfız, oruç zamanı geçti, gül mevsimi de geçiyor. Çare yok, hemen şarap içmeye koyul, iş işten geçti gayri!

'lydest-u âhır-ı gul-u yaran der intizar
Sâkı berüy-ı şah bibin mâh-u mey biyâr

246‏

 

عيد است و آخر گل و ياران در انتظار

ساقی به روی شاه ببين ماه و می بيار

دل برگرفته بودم از ايام گل ولی

کاری بکرد همت پاکان روزه دار

دل در جهان مبند و به مستی سال کن

از فيض جام و قصه جمشيد کامگار

 

جز نقد جان به دست ندارم شراب کو

کان نيز بر کرشمه ساقی کنم نثار

خوش دولتيست خرم و خوش خسروی کريم

يا رب ز چشم زخم زمانش نگاه دار

 

می خور به شعر بنده که زيبی دگر دهد

جام مرصع تو بدين در شاهوار

 

گر فوت شد سحور چه نقصان صبوح هست

از می کنند روزه گشا طالبان يار

زان جا که پرده پوشی عفو کريم توست

بر قلب ما ببخش که نقديست کم عيار

 

ترسم که روز حشر عنان بر عنان رود

تسبيح شيخ و خرقه رند شرابخوار

 

حافظ چو رفت روزه و گل نيز می‌رود

ناچار باده نوش که از دست رفت کار

 

**

 

Ey sabah yeli, sevgilinin yolundaki topraktan bana bir koku getir., gönlümün derdini al git. Sevgiliden müjde ver!

Sevgilinin ağzından, cana can katan bir nükte söyle., esrar âleminden, içinde hoş haberler bulunan bir koku getir!

Sevgilinin nefesleri nefhalarından bir şemmecik getir de dimağımı lûtfunla güzel kokularla kokulu bir hale getireyim.

Ey rüzgâr, vefakârlığın için olsun o aziz sevgilinin yolundan, ağyardan tozmayan bir toprak getir.

*          Hamlık, bönlük, canlarıyle oynayanların âdeti değildir. Bizim onlarla işimiz yok, sen bize o ayyar sevgiliden bir haber ver!

*          Bülbül, sen zevku safa içindesin. Buna şükrane olarak kafeste mahpus bulunan kuşlara gül bahçesinden haber getir!

Nice demir gönül, maksat yüzünü görmedi. Sâki, o aynaya benzer kadehi sun!

Sevgiliden ayrı geçirdiğim demlerdeki sabrım, gönlümün damağını acıttı. O şekerler yağdıran tatlı dudaktan bir işve getir!

Hâfız'ın hırkası neye yarar ki? Şarapla boya da sonra Hâfız’ı çarşının başından sarhoş ve harap bir halde sürükle, getir!

Ey saba nükheti ez hak-i reh-î yar biyar
Biber endüh-ı dil-u mujde-i dildar biyâr 

249‏

 

ای صبا نکهتی از خاک ره يار بيار

ببر اندوه دل و مژده دلدار بيار

 

نکته‌ای روح فزا از دهن دوست بگو

نامه‌ای خوش خبر از عالم اسرار بيار

تا معطر کنم از لطف نسيم تو مشام

شمه‌ای از نفحات نفس يار بيار

به وفای تو که خاک ره آن يار عزيز

بی غباری که پديد آيد از اغيار بيار

گردی از رهگذر دوست به کوری رقيب

بهر آسايش اين ديده خونبار بيار

 

خامی و ساده دلی شيوه جانبازان نيست

خبری از بر آن دلبر عيار بيار

شکر آن را که تو در عشرتی ای مرغ چمن

به اسيران قفس مژده گلزار بيار

 

کام جان تلخ شد از صبر که کردم بی دوست

عشوه‌ای زان لب شيرين شکربار بيار

روزگاريست که دل چهره مقصود نديد

ساقيا آن قدح آينه کردار بيار

 

دلق حافظ به چه ارزد به می‌اش رنگين کن

وان گهش مست و خراب از سر بازار بيار

 

 

**

 

Ey seher yeli, bana sevgilinin civarından bir koku getir. Gam hastasıyım, canıma bir huzur, bir istirahat ver!

Geçmez, hiç bir işe yaramaz akçemize murat iksirini kat; yani sevgilinin kapısındaki topraktan bana bir nişane ver!

Nazar pususunda gönlümle savaşım var. Sevgilinin kaşıyle başından bir yay, bir ok ver bana!

Gurbetle, ayrılıkla, günün derdiyle ihtiyarladım artık., taze bir civanın eliyle bana şarap sun!

Bu şaraptan aşkı inkâr edenlere de iki fıçı kadeh tattır., fakat almadılar mı, durma, hemen bana ver!

Sâki, ya bu günün işretini yarına bırakma, yahut kaza ve kader divanından bana bir aman fermanı göster!

Hâfız, dün gece ey seher yeli, bana sevgilinin civarından bir koku getir deyince gönlüm elden gitti, kendimden geçiverdim!

Ey saba nükheti ez küy-ı fulanî bemen âr
Zar-u bimar-ı ğamem rahat-ı cani bemen âr

248‏

 

ای صبا نکهتی از کوی فلانی به من آر

زار و بيمار غمم راحت جانی به من آر

قلب بی‌حاصل ما را بزن اکسير مراد

يعنی از خاک در دوست نشانی به من آر

در کمينگاه نظر با دل خويشم جنگ است

ز ابرو و غمزه او تير و کمانی به من آر

در غريبی و فراق و غم دل پير شدم

ساغر می ز کف تازه جوانی به من آر

منکران را هم از اين می دو سه ساغر بچشان

وگر ايشان نستانند روانی به من آر

ساقيا عشرت امروز به فردا مفکن

يا ز ديوان قضا خط امانی به من آر

دلم از دست بشد دوش چو حافظ می‌گفت

کای صبا نکهتی از کوی فلانی به من آر

**

 

Ey sırlar söyleyen dudu, dilerim gagandan şeker eksik olmasın.

Başın daima yeşil, gönlün ebediyen hoş olsun. Sevgilinin yüzündeki tüylerden ne güzel bir nümune gösterdin bana!

Aşk erlerine anlaşılmaz sözler söyledin. Yarabbi, sen bu muammayı hallet.

Uyanık baht, bir uykuya dalmışız, yüzümüze kadehten gül suyu serp de uyanalım.

Çalgıcının çaldığı bu makam, ne makamdı ki sarhoşla ayık beraber oynamada!

Sâkinin şaraba kattığı bu afyondan içenlerde ne baş kaldı, ne sarık!

Abıhayatı İskender’e vermezler., bu, zorla, parayla olacak iş değil ki!

Gel de manası çok olan bu kısa sözden gönül ehlinin ahvalini duy, anla!

Çin güzeli, düşman, şeyhimiz sarhoş, gönül tuzağa tutulmuş, avcı da gaddar mı gaddar!

Ayıklara sarhoşluk sırlarından bahsetme., can sözünü duvardaki resme söyleme!

Hâfız, Şah Mansur’un devleti sayesinde şiir söylemede şöhret buldu.

O Padişah, kullarına efendilik etti. Yarabbi, sen de onu âfetlerden koru!

Ela ey tüti-i güyâ-yı esrar
Mebâdâ hâliyet şekker ziminkar

245‏

 

الا ای طوطی گويای اسرار

مبادا خاليت شکر ز منقار

 

سرت سبز و دلت خوش باد جاويد

که خوش نقشی نمودی از خط يار

سخن سربسته گفتی با حريفان

خدا را زين معما پرده بردار

به روی ما زن از ساغر گلابی

که خواب آلوده‌ايم ای بخت بيدار

چه ره بود اين که زد در پرده مطرب

که می‌رقصند با هم مست و هشيار

از آن افيون که ساقی در می‌افکند

حريفان را نه سر ماند نه دستار

 

سکندر را نمی‌بخشند آبی

به زور و زر ميسر نيست اين کار

 

بيا و حال اهل درد بشنو

به لفظ اندک و معنی بسيار

بت چينی عدوی دين و دل‌هاست

خداوندا دل و دينم نگه دار

 

به مستوران مگو اسرار مستی

حديث جان مگو با نقش ديوار

 

به يمن دولت منصور شاهی

علم شد حافظ اندر نظم اشعار

 

خداوندی به جای بندگان کرد

خداوندا ز آفاتش نگه دار

**

 

Ömür laleliği, yüzünün parıltısıyla neşelenen sevgili, gel., senin ömrünün gülü yokken ömrün bahar çiçekleri dökülüp gitti!

Gözden yağmur taneleri gibi göz yaşlan dökülse yerinde., çünkü gamınla ömrün çağı, şimşek gibi gelip geçti.

Kimin ömrünün medarı senin ağzının noktasıysa, kimin hayatı, bir nokta gibi minicik ağzının sevgisiyle devrederse ona yokluk denizinden korku yoktur.

Ömrüm olmadığı halde yaşamaktayım., buna o kadar şaşma, ayrılık günlerini kim ömürden sayar ki?

Her yanda hâdiseler askerinin bir pususu var. Onun için ömür atlısı dizgini koy vermiş, atını koşturup gider!

Şu bir iki an görüşme imkânı eldeyken işimizi düzene koy, bize lütfet., yarın ömrün ne olacağı belli değil ki!

Ne zamana kadar sabah şarabı içecek, tatlı seher uykusuna dalacaksın? Uyan da kendine gel. Ömrün ihtiyarı elden gitti!

Dün yol uğrağında bize bakmadı bile. Biçare gönül, ömrün geçişini görmedi bile!

Hâfız, şiir söyle., cihan sayfasında ömründen yadigâr olarak ancak, kaleminden çıkan bu yazılar kalır.

Ey Hurrem ez furüğ-ı ruhet lâlezar-ı ömr
Bâz â ki rıht bi gul-i ru'yet behâr-ı ömr

253‏

 

ای خرم از فروغ رخت لاله زار عمر

بازآ که ريخت بی گل رويت بهار عمر

از ديده گر سرشک چو باران چکد رواست

کاندر غمت چو برق بشد روزگار عمر

 

اين يک دو دم که مهلت ديدار ممکن است

درياب کار ما که نه پيداست کار عمر

 

تا کی می صبوح و شکرخواب بامداد

هشيار گرد هان که گذشت اختيار عمر

 

دی در گذار بود و نظر سوی ما نکرد

بيچاره دل که هيچ نديد از گذار عمر

 

انديشه از محيط فنا نيست هر که را

بر نقطه دهان تو باشد مدار عمر

 

در هر طرف که ز خيل حوادث کمين‌گهيست

زان رو عنان گسسته دواند سوار عمر

 

بی عمر زنده‌ام من و اين بس عجب مدار

روز فراق را که نهد در شمار عمر

 

حافظ سخن بگوی که بر صفحه جهان

اين نقش ماند از قلمت يادگار عمر

 

**

 

Omrüm müsait olursa ve bir kere daha meyhaneye varırsam artık rintlerin hizmetinden başka hiç bir şeyle meşgul olmayayım.

Ağlaya ağlaya gidip bir kere daha meyhane kapısını göz yaşlarımla sulayacağım gün, ne kutlu bir gündür.

Bu kavim adam tanımıyor. Yarabbi, bir sebep halk et de gevherimi başka bir satıcıya arzedeyim!

Sevgili bunca zamandır sohbeti tanımadı, hukuka riayet etmedi, geçip gitti ama haşa., ben başka bir sevgilinin ardına düşmem!

Bu gök kubbenin dairesi fırsat verir, felek yar olursa onu başka bir pergelle, başka bir düzenle yine ele geçiririm ben.

• Şuh gamzesiyle yol kesici zülfü aman verirse gönlüm huzur istiyor artık.

Gizli sırrımıza bak! Her an başka bir pazarbaşında defle, neyle hikâye edilip durmada!

Her an dertten ağlamaktayım. Çünkü felek, her saat başka bir mihnetle yaralı gönlüme kastedip duruyor!

Fakat yine diyorum ki bu işe yalnız Hâfız müptelâ değil ya., daha nice kişiler bu çöle dalıp gittiler!

Ger buved ömr be meyhâne revera bâr-ı diğer
Be cuz ez hidmet-i rindan nekunem kar ı diğer

252‏

 

گر بود عمر به ميخانه رسم بار دگر

بجز از خدمت رندان نکنم کار دگر

 

خرم آن روز که با ديده گريان بروم

تا زنم آب در ميکده يک بار دگر

 

معرفت نيست در اين قوم خدا را سببی

تا برم گوهر خود را به خريدار دگر

 

يار اگر رفت و حق صحبت ديرين نشناخت

حاش لله که روم من ز پی يار دگر

گر مساعد شودم دايره چرخ کبود

هم به دست آورمش باز به پرگار دگر

 

عافيت می‌طلبد خاطرم ار بگذارند

غمزه شوخش و آن طره طرار دگر

 

راز سربسته ما بين که به دستان گفتند

هر زمان با دف و نی بر سر بازار دگر

هر دم از درد بنالم که فلک هر ساعت

کندم قصد دل ريش به آزار دگر

 

بازگويم نه در اين واقعه حافظ تنهاست

غرقه گشتند در اين باديه بسيار دگر

**

 

Yüzünü göster de varlığımı hatırından çıkar, beni benden al., yel, yanmış âşıkların varlık harmanını savurup götürsün!

* Gönlümüzü belâ tufanına kaptırdık, gözümüzü de. Gam seline söyle, evi temelinden silip süpürsün!

Ham ambere benzeyen zülfünü kim okşayabilir? Heyhat! Ey ham gönül, bu tamahı hatırından çıkar!

Göğüse söyle, Fars ateşkedesini söndürsün, göze buyur, Bağdat'taki Dicle'nin şöhretini, şerefini gidersin!

* Pîr-i Mugânın devleti bakî olsun yoksa, ondan ötesi kolay. Ondan başka âlemde ne varsa hepsine birden de ki:           

Varın, gidin., benim adımı hatırınızdan çıkarın!

Çalışmazsan bu yolda hiç bir durağa erişemezsin. Bir şey elde etmek istiyorsan üstada itaat et!

Dün gece uzun kirpiklerimle seni öldüreceğim demişti. Aman, bu niyetten caymasın., Ya Rabbî, hatırında böyle bir cayma niyeti, böyle bir zulüm düşüncesi varsa sen defet!

Ölüm günümde bir an görüneceğini vadet, sonra beni hiç bir şeye aldırmaz, hiç bir şeyi kayırmaz bir halde mezarıma kadar götür!

Hâfız, sevgilinin batın pek naziktir, sakın.. hem de kapısından git, bu feryad ü figanı terket!

Ray binmây-u vucüd-ı hodem ez yâd biber
Hırmen-i suhteganrâ heme gü bâd biber

250‏

 

روی بنمای و وجود خودم از ياد ببر

خرمن سوختگان را همه گو باد ببر

 

ما چو داديم دل و ديده به طوفان بلا

گو بيا سيل غم و خانه ز بنياد ببر

 

زلف چون عنبر خامش که ببويد هيهات

ای دل خام طمع اين سخن از ياد ببر

سينه گو شعله آتشکده فارس بکش

ديده گو آب رخ دجله بغداد ببر

 

دولت پير مغان باد که باقی سهل است

ديگری گو برو و نام من از ياد ببر

سعی نابرده در اين راه به جايی نرسی

مزد اگر می‌طلبی طاعت استاد ببر

روز مرگم نفسی وعده ديدار بده

وان گهم تا به لحد فارغ و آزاد ببر

 

دوش می‌گفت به مژگان درازت بکشم

يا رب از خاطرش انديشه بيداد ببر

 

حافظ انديشه کن از نازکی خاطر يار

برو از درگهش اين ناله و فرياد ببر

 

**

 

Bu gece Kadir gecesi; ayrılık mektubu dürüldü. Bu gece, tanyeri ağarıncayadek esenlik ve kutluluk!

Gönül, âşıklıkta ayak dire., çünkü bu yolda ücretsiz iş yok.

Bana ayrılıkla da eziyet etsen, beni zorla da incitsen faydasız. Rintlikten tövbe etmeyeceğim!

* Ey gönlü aydın sabah, Tanrı hakkıyçin bir doğ., görüyorum ki ayrılık gecesi derin karanlıklara dalmış!

Gönlüm elden gitti de sevgilinin yüzünü görmedim., feryat bu zulümden, ah bu takatsizlikten!

Hâfız, vefa istiyorsan cefa çek. Çünkü kâr da ticarettedir, ziyan da!

Şeb-i vaşlest-u tay şud name-i hecr
Selamun hiye hattâ matla'-il fecr

251‏

 

شب وصل است و طی شد نامه هجر

سلام فيه حتی مطلع الفجر

دلا در عاشقی ثابت قدم باش

که در اين ره نباشد کار بی اجر

من از رندی نخواهم کرد توبه

و لو آذيتنی بالهجر و الحجر

برآی ای صبح روشن دل خدا را

که بس تاريک می‌بينم شب هجر

دلم رفت و نديدم روی دلدار

فغان از اين تطاول آه از اين زجر

 

وفا خواهی جفاکش باش حافظ

فان الربح و الخسران فی التجر

**

 

Yüzünü göster de bana, "canından geç" de. Muma benzeyen yalınlı yüzüne karşı âşıkın gönlü bir pervaneye benziyor, ateşe buyur, pervaneyi yakanı, yandırsın!

Susuz dudağımızı gör de bizden suyu esirgeme. Öldürdüğü âşıkın baş ucuna gel de onu tozdan topraktan kaldır!

Yoksulu terketme.. gümüşü, altını yak ama derdinle ağlıyor ya., göz yaşlarım gümüş say, yüzünü altın farzet;

Çenk çal... Ut yoksa ne zararı var? Tut ki ateşim aşk, gönlüm öd ağacı, bedenim de buhurdan!

Semaa gir; Hırkanı çıkar, oyna. Yok... eğer bunları yapamayacaksan bir bucağa git, hırkanı başına çek, otur!

Sofi hırkanı başından çek, bürünme o hırkaya... Sâf şarap çekmeye bak., param, pulunu ver, altınlar sarfederek bir gümüş bedenli dilberi ağuşuna al!

Sevgiliye sen benimle yâr ol da, iki cihana da benimle düşman olun, ne çıkar de. Bahta de ki; Bana arkanı dönme... Sonra bütün yeryüzünü asker farz et, ne zarar olabilir?

Sevgili, gitmeye niyetlenme, bir an bizimle kal. Irmak kıyısında neşe ara, kadehi eline al!

Kendini yanından gitmiş, benden ayrılmış say. O vakit gönüldeki ateşten benzimi sapsan, dudağımı kupkuru, gönlümün ve gözümün ateşinden kucağımı sulara gark olmuş farz et? Sensiz işte bu hale gelirim ben de!

Hâfız, meclisi beze de vaize söyle; gel, meclisimizi gör de mimberi bırak artık!

Ruy binmâ vu mera gü ki zi can dil bergir
Piş-i şem' âteş-i pervane be can gü dergir

257‏

 

روی بنما و مرا گو که ز جان دل برگير

پيش شمع آتش پروا نه به جان گو درگير

 

در لب تشنه ما بين و مدار آب دريغ

بر سر کشته خويش آی و ز خاکش برگير

ترک درويش مگير ار نبود سيم و زرش

در غمت سيم شمار اشک و رخش را زر گير

 

چنگ بنواز و بساز ار نبود عود چه باک

آتشم عشق و دلم عود و تنم مجمر گير

 

در سماع آی و ز سر خرقه برانداز و برقص

ور نه با گوشه رو و خرقه ما در سر گير

 

صوف برکش ز سر و باده صافی درکش

سيم درباز و به زر سيمبری در بر گير

دوست گو يار شو و هر دو جهان دشمن باش

بخت گو پشت مکن روی زمين لشکر گير

ميل رفتن مکن ای دوست دمی با ما باش

بر لب جوی طرب جوی و به کف ساغر گير

رفته گير از برم وز آتش و آب دل و چشم

گونه‌ام زرد و لبم خشک و کنارم تر گير

 

حافظ آراسته کن بزم و بگو واعظ را

که ببين مجلسم و ترک سر منبر گير

 

**

 

Seher yeli, ne olur... Sevgilinin durağına uğramaktan çekinme, bir uğra da âşıka oradan bir habercik ver, bu lûtfu esirgeme!

Ey gül, bahtınca açıldın; şükrane olarak vuslat yelini bülbülden esirgeme bari!

*          Sen daha yeni ayken ben sana âşıktım, şimdi toplan ay oldun, bana görünmeden çekinme !

Cihan da ehemmiyetsiz bir şey, cihandakiler de .. artık sen de marifet ehlinden bu ehemmiyetsiz şeyi kıskanma!

Tatlı dudağın şeker kaynağıyken söz söyle, dududan şekeri diriğ etme!

*          Güzel huylarını dünyaya yayan, ancak şairdir. Şairden caizeyi, azığı esirgeme!

Adının iyilikle anılmasını istiyorsan söz budur. Söze karşılık gümüşü, altını kıskanma!

Gam tozu yatışır, hal düzelir Hâfız... yalnız sen, bu yoldan göz yaşını eksik etmeye gör!

Sabâ zi menzil-i canan guzer diriğ medar
Vezo be 'âşık-ı bidil haber diriğ medar

247‏

 

صبا ز منزل جانان گذر دريغ مدار

وز او به عاشق بی‌دل خبر دريغ مدار

به شکر آن که شکفتی به کام بخت ای گل

نسيم وصل ز مرغ سحر دريغ مدار

 

حريف عشق تو بودم چو ماه نو بودی

کنون که ماه تمامی نظر دريغ مدار

جهان و هر چه در او هست سهل و مختصر است

ز اهل معرفت اين مختصر دريغ مدار

 

کنون که چشمه قند است لعل نوشينت

سخن بگوی و ز طوطی شکر دريغ مدار

مکارم تو به آفاق می‌برد شاعر

از او وظيفه و زاد سفر دريغ مدار

 

چو ذکر خير طلب می‌کنی سخن اين است

که در بهای سخن سيم و زر دريغ مدار

غبار غم برود حال خوش شود حافظ

تو آب ديده از اين رهگذر دريغ مدار

 

**

 

Sana bir öğüt vereyim: Dinle, bahane bulup kulak asmazlık etme! Seni esirgeyen öğütçü ne derse kabul et!

Gençlerin yüzlerini seyret, zevk al. Çünkü ihtiyar âlemin hilesi, ömür pususuna yatmıştır, fırsat gözlemektedir.

iki cihanın zevk ve lezzeti âşıklara göre ancak bir arpa değerindedir. Hattâ iki cihanın lezzeti değersiz bir matahlarda bu bir arpa ona nispetle pek çok bir fiyattır.

İyi bir dostla düzenli bir saz istiyorum... bu suretle zir ve bem naleleriyle derdimi söyleyeceğim.

Şarap içmemek, günah etmemek niyetindeyim amma eğer takdir, tedbirime uygun düşerse!

Ezeldeki taksimi biz yokken yaptılar. Az bir miktar dileğine uygun düşmediyse ne yapalım, hoş gör, dahi etme!

Sâki, misket şarabını lâle gibi benim de kadehime dök de sevgin hatırımdan çıkmasın!

Sâki, o parlak şarap kadehini sun., hasetciye de de ki: Vezirin keremini gör de öl, geber!

Tövbe etmek azmiyle kadehi yüz kere elimden bıraktım! Fakat sâkinin göz ucuyla

bakışı tesir etmiyor, beni tevbemde sebat etmeye bırakmıyor ki!

İki yıllık şarapla on dört yaşındaki sevgili.. bana bunlar kâfi! Ne yapacağım bunlardan başka büyükle, küçükle düşüp kalkmayı!

Bizim ürküp kaçan gönlümüzü kim zaptedebilir? Zincirden boşanmış Mecnundan haber verin!

Hâfız, bu mecliste tövbeden dem urma... sonra seni yay kaşlı sâkiler oklarlar.

Nasihati kunemet bişnev-u behâne megir
Her ançi nâsıh-ı müşfik bigüyedet bipezir

256‏

 

نصيحتی کنمت بشنو و بهانه مگير

هر آن چه ناصح مشفق بگويدت بپذير

 

ز وصل روی جوانان تمتعی بردار

که در کمينگه عمر است مکر عالم پير

 

نعيم هر دو جهان پيش عاشقان بجوی

که اين متاع قليل است و آن عطای کثير

معاشری خوش و رودی بساز می‌خواهم

که درد خويش بگويم به ناله بم و زير

 

بر آن سرم که ننوشم می و گنه نکنم

اگر موافق تدبير من شود تقدير

 

چو قسمت ازلی بی حضور ما کردند

گر اندکی نه به وفق رضاست خرده مگير

چو لاله در قدحم ريز ساقيا می و مشک

که نقش خال نگارم نمی‌رود ز ضمير

بيار ساغر در خوشاب ای ساقی

حسود گو کرم آصفی ببين و بمير

به عزم توبه نهادم قدح ز کف صد بار

ولی کرشمه ساقی نمی‌کند تقصير

می دوساله و محبوب چارده ساله

همين بس است مرا صحبت صغير و کبير

 

دل رميده ما را که پيش می‌گيرد

خبر دهيد به مجنون خسته از زنجير

 

حديث توبه در اين بزمگه مگو حافظ

که ساقيان کمان ابرويت زنند به تير

**

 

Yine usul boylu selvinin dalında sabırlı bülbül şakıdı: Kem göz, gülün yüzünden ırak olsun!

Ey gül, sen güzellik padişahısın., buna şükret de şeyda ve âşık bülbüllere gurur gösterme!

Ayrılığından şikâyet etmiyorum., çünkü ayrılık olmasa vuslatın bir lezzeti kalmaz.

Başkaları işretle, zevkle neşelenirler. Bizim neşemizse sevgilinin gamı.

Zahit hurilerle köşklere ümitlenmekte. Bizim köşklerimiz meyhane, hurimiz de sevgili!

Çenk nağmeleriyle şarap iç, gam yeme. Biri sana şarap içme derse de ki: Tanrı, yargılayıcıdır. 

Hâfız, ayrılık derdinden neye şikâyet ediyorsun? Ayrılıkta vuslat vardır, karanlıkta nur!

Diğer zişâh-ı serv-i sehi bulbul-i sabur
Gulbâng zed ki çeşm-i bed ez rüy-ı gul bedur

254‏

 

ديگر ز شاخ سرو سهی بلبل صبور

گلبانگ زد که چشم بد از روی گل به دور

ای گلبشکر آن که تويی پادشاه حسن

با بلبلان بی‌دل شيدا مکن غرور

از دست غيبت تو شکايت نمی‌کنم

تا نيست غيبتی نبود لذت حضور

گر ديگران به عيش و طرب خرمند و شاد

ما را غم نگار بود مايه سرور

 

زاهد اگر به حور و قصور است اميدوار

ما را شرابخانه قصور است و يار حور

 

می خور به بانگ چنگ و مخور غصه ور کسی

گويد تو را که باده مخور گو هوالغفور

 

حافظ شکايت از غم هجران چه می‌کنی

در هجر وصل باشد و در ظلمت است نور

**

 

 

 

Dudağını isteyip durmaktayım, fakat henüz muradıma erişmedim. Lâl dudaklarının kadehinden içerim ümidiyle hâlâ şarap içip duruyorum.

Daha ilk günü saçlarının aşkıyle dinim elden gitti. Bu sevda ile sonum neye varacak? Bilmem!

* Sâki o ateş renkli sudan bir yudum sun. Çünkü aşkıyle pişmiş erler arasında ben henüz hamım.

Bir gece yanıldım da zülfüne Hutem miski dedim. O vakittenberi her an vücudumdaki kıllar, bana ayrı ayrı kılıç urmada

Bir gün sevgili, nasılsa yanılmış da adımı anmış. O gündenberi adımdan gönül ehlince can kokusu geliyor.

Güneş, havletimde senin yüzünün ziyasını göreli gölge gibi kapıma, damıma uhup durmada.

Lâl dudaklarının sâkisi, ezel günü bana öyle bir yudum şarap sundu ki hâlâ o kadehin sarhoşuyum, ayılamadım gitti.

Ey bana canım ver de rahatlaş diyen, canımı sevgilinin dertlerine verdim ama hâlâ huzurum, rahatım yok!

Hâfız, lâl dudaklarının hikâyesini kaleme alalı her an kaleminden Abıhayat akmada!

Berneyâmed eztemennâ-yı lebet karnem henüz
Ber umid-i câm-ı la'let durdi âşâmem henüz

265‏

 

برنيامد از تمنای لبت کامم هنوز

بر اميد جام لعلت دردی آشامم هنوز

 

روز اول رفت دينم در سر زلفين تو

تا چه خواهد شد در اين سودا سرانجامم هنوز

 

ساقيا يک جرعه‌ای زان آب آتشگون که من

در ميان پختگان عشق او خامم هنوز

 

از خطا گفتم شبی زلف تو را مشک ختن

می‌زند هر لحظه تيغی مو بر اندامم هنوز

پرتو روی تو تا در خلوتم ديد آفتاب

می‌رود چون سايه هر دم بر در و بامم هنوز

نام من رفته‌ست روزی بر لب جانان به سهو

اهل دل را بوی جان می‌آيد از نامم هنوز

در ازل داده‌ست ما را ساقی لعل لبت

جرعه جامی که من مدهوش آن جامم هنوز

ای که گفتی جان بده تا باشدت آرام جان

جان به غم‌هايش سپردم نيست آرامم هنوز

 

در قلم آورد حافظ قصه لعل لبش

آب حيوان می‌رود هر دم ز اقلامم هنوز

**

 

Ey nazlı güzellik selvisi, ne güzel naz ederek gidiyorsun. Âşıklar, her an senin bir nazına karşı binlerce niyaz etmekte.

Güzel yüzün kutlu olsun., naz elbisesini ezelden tam boyuna göre seçmişler!

Amber zülfünün kokusunu dileyene söyle: ödağacı gibi sevda ateşinde yansın, yakılsın!

Pervanenin gönlü çırağla yanar. Fakat benim gönlüm, senin yüzünün çırağı olmayınca yanıyor.

Mehengim rakibin kmamasıyle bozulmaz, hattâ beni altın gibi makasla parça parça etseler bile!

Civarının kâbesinde vakfeye duran gönül, o harimin neşesiyle Hicaz’ı bile anmıyor.

Madem ki kaşlarının mihrabı yok ve olmadıkça da namaz kılmam caiz değil; her an gönül kanıyla abdest almaya ne hacet?

Sofi, dün sen yokken, şarap içmeye tövbe etmişti. Fakat bugün meyhane kapısını açık görünce tövbesini bozuverdi!

Hâfız; dün gece sâkinin dudağından bir sır duydu da yine şarap gibi ellerini çırpa çırpa küp dibine gitti!

Ey serv-i naz-ı husn ki hoş mırevi benâz
Uşşâkrâ benâz-ı tu her lahza sad niyaz

260‏

 

ای سرو ناز حسن که خوش می‌روی به ناز

عشاق را به ناز تو هر لحظه صد نياز

 

فرخنده باد طلعت خوبت که در ازل

ببريده‌اند بر قد سروت قبای ناز

آن را که بوی عنبر زلف تو آرزوست

چون عود گو بر آتش سودا بسوز و ساز

 

پروانه را ز شمع بود سوز دل ولی

بی شمع عارض تو دلم را بود گداز

صوفی که بی تو توبه ز می کرده بود دوش

بشکست عهد چون در ميخانه ديد باز

 

از طعنه رقيب نگردد عيار من

چون زر اگر برند مرا در دهان گاز

 

دل کز طواف کعبه کويت وقوف يافت

از شوق آن حريم ندارد سر حجاز

 

هر دم به خون ديده چه حاجت وضو چو نيست

بی طاق ابروی تو نماز مرا جواز

چون باده باز بر سر خم رفت کف زنان

حافظ که دوش از لب ساقی شنيد راز **

**

 

Gözümü sevgilinin yüzüne açtım... Ey kulların işini düzene koyan. Ey kullara lütuf eden Tanrı, sana nasıl şükredeyim?

Belâya düşmüş muhtaç bir kula de: Yüzünü tozdan; topraktan temizleme. Niyaz civarının toprağı murat kimyasıdır.

** Ey göz, bir iki katra gözyaşı saçtın ama karşılık olarak ne devlet elde ettin. Gel de bu devlete karşı nazlan; işvelen artık!

Âşık ciğer kanıyla temizlenmezse, aşk müftüsünün fetvasına göre, namazı sahih olmaz.

** Maksat aşk cilvesinden ibaret; yoksa Mahmud’un devlet yüzü, Eyaz’ın zülfüne muhtaç değil ki!

Gönül, yol müşküllerinden yüz çevirme. Yol eri, yokuşu, inişi düşünmez.

Bu geçici durakta eline kadehten başka bir şey alma., bu oyun saraycağızında aşktan başka bir şeyle oynama.

Seher rüzgârına ne inanayım, ona sırrımı nasıl söyleyeyim? Bu bahçede usul boylu selvi gibi sırra mahrem değil ki!

Güzelliğin, başkalarının sana âşık olmasına muhtaç değil., hepsinden müstağni, müstağni ama ben bu aşktan dönecek, vazgeçecek adam değilim!

Gönlümün yanışından neler çekiyorum, sana ne söyleyeyim? Ben gammaz değilim, bunu gözyaşlarımdan sor!

* Yarım öpüşle gönül ehlinden bir dua al da düşmanının hilesini canından da defetsin, teninden de!

Hâfız, bir yerde gazel okumaya başladı mı orada zührenin gazel okuması kaale bile alınmaz; o kadar ehemmiyetsiz kalır!

Menem ki dide bedidâr-ı dost kerdem bâz
Çi şukr güyemet ey kâr-sâz-ı bende-nevâz

259‏

 

منم که ديده به ديدار دوست کردم باز

چه شکر گويمت ای کارساز بنده نواز

نيازمند بلا گو رخ از غبار مشوی

که کيميای مراد است خاک کوی نياز

ز مشکلات طريقت عنان متاب ای دل

که مرد راه نينديشد از نشيب و فراز

 

طهارت ار نه به خون جگر کند عاشق

به قول مفتی عشقش درست نيست نماز

 

در اين مقام مجازی بجز پياله مگير

در اين سراچه بازيچه غير عشق مباز

 

به نيم بوسه دعايی بخر ز اهل دلی

که کيد دشمنت از جان و جسم دارد باز

 

فکند زمزمه عشق در حجاز و عراق

نوای بانگ غزل‌های حافظ از شيراز

**

 

Binlerce şükür olsun, seni dilediğim gibi ihlâsla gönlüme hemdem olmuş gördüm.

Yol erleri, belâ yoluna çekinmeden giderler. Yol erine inişten, yokuştan ne gam!

Sevgilinin derdini rakibin ağzına düşürmeyip gizlemek daha iyi. Çünkü kin güdenlerin gönlü, sırra mahrem olamaz.

Kaza ve kader bezeyicisinin kopardığı bu fitne ne fitneydi? Sevgilinin mest nerkisleri nâz sürmesiyle sürmelendi!

Meclis, sevgilinin yüzüyle aydın ya, buna şükret de eğer bir cefa çırağı gelirse çekinme; yan, yakıl!

Hâfız'ın gazellerinin şöhreti Şiraz’ı aştı, Hicaz’la Irak’a aşk zemzemesi saldı!

Hezâr şukr ki didem bekâm-ı hişet bâz
Zi rüy-ı şıdk-u şafâ keşte bâdilem demsâz

 

غزل  258‏

 

هزار شکر که ديدم به کام خويشت باز

ز روی صدق و صفا گشته با دلم دمساز

روندگان طريقت ره بلا سپرند

رفيق عشق چه غم دارد از نشيب و فراز

 

غم حبيب نهان به ز گفت و گوی رقيب

که نيست سينه ارباب کينه محرم راز

 

اگر چه حسن تو از عشق غير مستغنيست

من آن نيم که از اين عشقبازی آيم باز

چه گويمت که ز سوز درون چه می‌بينم

ز اشک پرس حکايت که من نيم غماز

 

چه فتنه بود که مشاطه قضا انگيخت

که کرد نرگس مستش سيه به سرمه ناز

 

بدين سپاس که مجلس منور است به دوست

گرت چو شمع جفايی رسد بسوز و بساز

غرض کرشمه حسن است ور نه حاجت نيست

جمال دولت محمود را به زلف اياز

 

غزل سرايی ناهيد صرفه‌ای نبرد

در آن مقام که حافظ برآورد آواز

 

**

 

Kalk, kafatası toprakla dolup toprağı dökülmeden şarap kadehine neşeli şarabı doldur.

Madem ki son konağımız, sükût edenlerin vadisidir... Şimdi feleklerin kubbesine nağralar at!

Ey selvi boylu, terütaze başın için, ben toprak olunca nâzı bırak da bu toprağa bir gölge sal!

Sevgiliye kötü nazarla bakmak doğru değildir. Yüzüne temiz bir aynadan bak!

Yılana benzer zülfünden zehirlenen gönlümüzü dudağınla tedavi et, bir panzehir ver!

Bu tarlanın tapusu, bilirsin ki kimseye kalmaz, sebatı da yoktur... sen de bütün bu varlığa kadehin ciğerinden bir ateş sal!

* Gözyaşımla yıkandım, çünkü yol ehli olanlar, önce temizlen de o tertemiz güzele sonra bak derler.

Yarabbi, o kendini gören zahit, ayıptan başka bir şey görmemekte., onun idrâk aynasına bir ah buğusu ver!

Hâfız, sevgilinin kokusuyla elbiseni gül gibi yırt, o can ve ten libasını da o çevik ve usul boylu güzelin yoluna at!

Hiz-ı u der kâse-i rez âb-ı tarabnâk endâz
Pişter zan ki şeved kâse-i ser hâk endâz

264‏

 

خيز و در کاسه زر آب طربناک انداز

پيشتر زان که شود کاسه سر خاک انداز

 

عاقبت منزل ما وادی خاموشان است

حاليا غلغله در گنبد افلاک انداز

 

چشم آلوده نظر از رخ جانان دور است

بر رخ او نظر از آينه پاک انداز

به سر سبز تو ای سرو که گر خاک شوم

ناز از سر بنه و سايه بر اين خاک انداز

 

دل ما را که ز مار سر زلف تو بخست

از لب خود به شفاخانه ترياک انداز

 

ملک اين مزرعه دانی که ثباتی ندهد

آتشی از جگر جام در املاک انداز

غسل در اشک زدم کاهل طريقت گويند

پاک شو اول و پس ديده بر آن پاک انداز

 

يا رب آن زاهد خودبين که بجز عيب نديد

دود آهيش در آيينه ادراک انداز

 

چون گل از نکهت او جامه قبا کن حافظ

وين قبا در ره آن قامت چالاک انداز

 

**

 

Gönülleri kana bulananların halini kim söyler, felekten şarap küpünün kanını kim arar, sorar?

Eğer yine sarhoş nergis biter, açılırsa şaraba tapanların gözlerinden utansın!

Lâle gibi kadeh dolandıran, daima şarap içen artık bu cefadan dolayı yüzünü kanla yıkasın!

Çengin perde ardında söz söylemesi kâfi. Saçını kesin de artık ağlayıp inlemesin.

Şarap küpünde oturan Eflâtun’dan başka bize hikmet sırlarını kim açabilir ki?

Dudağından bir kadeh koklamazsa gönlüm, konceler gibi açılmaz vesselâm!

Hâfız ölmez, sağ kalırsa küp kâbesinin etrafında canla başla döner, tavafta bulunur.

Hal-i hunin-dilan ki guyed baz
Vez felek hün-ı hum ki cûyed baz

262‏

 

حال خونين دلان که گويد باز

و از فلک خون خم که جويد باز

 

شرمش از چشم می پرستان باد

نرگس مست اگر برويد باز

 

جز فلاطون خم نشين شراب

سر حکمت به ما که گويد باز

 

هر که چون لاله کاسه گردان شد

زين جفا رخ به خون بشويد باز

 

نگشايد دلم چو غنچه اگر

ساغری از لبش نبويد باز

بس که در پرده چنگ گفت سخن

ببرش موی تا نمويد باز

گرد بيت الحرام خم حافظ

گر نميرد به سر بپويد باز

 

**

 

Gönlüm, kavgacı, vadinde durmaz, kan dökücü, hilebaz bir esmer güzeline kapıldı.

Güzeller, gömleklerinin önlerini açtılar da göğüslerini gösterdiler mi bu hale binlerce takva elbisesi, binlerce zahitlik hırkası feda olsun!

Sâki, melek, aşk nedir bilmez ki., sen bir kadeh iste de âdemin toprağına şaraptan gül suyu dök!

** Aşk ateşini artıran sözlere kul olayım... o sözler, yalımlı ateşe soğuk su serpen sözler değildir.

Yoksul, yorgun bir halde kapma geldim; merhamet et. Sevginden başka bir armağanım da yok!

** Savaşta kolunun kuvvetine mağrur olma. Çünkü binlerce düzen, padişahın hükmüyle ehemmiyetsiz kalır.

Gel gel. dün akşam meyhane hatifi bana dedi ki: Rıza makamında ol, kazadan kaçma!

Kefenime bir kadeh bağla da mahşer sabahı şarapla kıyamet korkusunu gönlümden atayım!

• Beninin hayalini kendimle mezara götüreceğim; toprağım beninden amberlere bulansın!

Âşıkla maşuk arasında hiç bir hail yoktur. Sen, perdesin... Hâfız, aradan kalk!

Dilem remide-i lüliveşest şürengiz
Durüg-va'de vu kattâl-vaz'-u reng-âmiz

266‏

 

دلم رميده لولی‌وشيست شورانگيز

دروغ وعده و قتال وضع و رنگ آميز

 

فدای پيرهن چاک ماه رويان باد

هزار جامه تقوا و خرقه پرهيز

 

خيال خال تو با خود به خاک خواهم برد

که تا ز خال تو خاکم شود عبيرآميز

فرشته عشق نداند که چيست ای ساقی

بخواه جام و گلابی به خاک آدم ريز

پياله بر کفنم بند تا سحرگه حشر

به می ز دل ببرم هول روز رستاخيز

فقير و خسته به درگاهت آمدم رحمی

که جز ولای توام نيست هيچ دست آويز

بيا که هاتف ميخانه دوش با من گفت

که در مقام رضا باش و از قضا مگريز

 

ميان عاشق و معشوق هيچ حال نيست

تو خود حجاب خودی حافظ از ميان برخيز

**

 

Gel, gemimizi şarap ırmağına at., gencin de canına velvele sal, ihtiyarın da!

Sâki, beni şarap gemisine at. Atalar sözüdür, iyilik et de denize at demişler.

Yanıldım, meyhane yolundan döndüm. Yine kerem et, beni doğru yola getir.

Sâki, o gül renkli, misk kokulu şarabı getir. Gül suyunun gönlüne haset kıvılcımı sal.

Gerçi sarhoşum, harabım amma lütfet de bu harap sarhoşun yüzüne bir bak!

Gece yarısı güneş istersen gül yüzlü üzüm kızının yüzünden nikabı kaldır.

Ölüm günü, beni toprağa gömmelerine müsaade etme., beni meyhaneye götür, bir şarap küpüne at!

Hâfız, feleğin cevrinden gönlün daraldı, cana geldi. Mihnet şeytanlarına şehap oklarını fırlat!

Biya vu keşti-i mi der şat ı şerab endaz
Hurüş-u velvele der cın-ı şeyb-u şib endaz

263‏

 

بيا و کشتی ما در شط شراب انداز

خروش و ولوله در جان شيخ و شاب انداز

 

مرا به کشتی باده درافکن ای ساقی

که گفته‌اند نکويی کن و در آب انداز

ز کوی ميکده برگشته‌ام ز راه خطا

مرا دگر ز کرم با ره صواب انداز

 

بيار زان می گلرنگ مشک بو جامی

شرار رشک و حسد در دل گلاب انداز

 

اگر چه مست و خرابم تو نيز لطفی کن

نظر بر اين دل سرگشته خراب انداز

 

به نيم شب اگرت آفتاب می‌بايد

ز روی دختر گلچهر رز نقاب انداز

مهل که روز وفاتم به خاک بسپارند

مرا به ميکده بر در خم شراب انداز

 

ز جور چرخ چو حافظ به جان رسيد دلت

به سوی ديو محن ناوک شهاب انداز

**

 

Gel de basta gönül yine derman bulsun., gel de ölü tene tekrar hayat gelsin.

Gel., ayrılığın gözümü öyle bağladı ki belki vuslatının kapısı açılırsa gözüm de açılır.

Gam, zenci askeri gibi gönül ülkesini zaptetti. Artık bu gönül, ancak senin aydın yüzünle cilâlanır.

Senden ırağ olsun., geceler gebedir sözüne uyuyor da bakalım ne doğacak diye sabaha kadar yıldızlan sayıp duruyorum.

Hâfız’ın kabiliyetli tabiat bülbülü, vuslatının gül fidanı kokusuyla yine şakımaya başladı!

Deri ki der dil-i haste tevan derâyed baz
Biyâ ki der ten-i murde revan derâyed bâz

261‏

 

درآ که در دل خسته توان درآيد باز

بيا که در تن مرده روان درآيد باز

 

بيا که فرقت تو چشم من چنان در بست

که فتح باب وصالت مگر گشايد باز

 

غمی که چون سپه زنگ ملک دل بگرفت

ز خيل شادی روم رخت زدايد باز

به پيش آينه دل هر آن چه می‌دارم

بجز خيال جمالت نمی‌نمايد باز

بدان مثل که شب آبستن است روز از تو

ستاره می‌شمرم تا که شب چه زايد باز

بيا که بلبل مطبوع خاطر حافظ

به بوی گلبن وصل تو می‌سرايد باز

 

**

**

 

Gönül, sana yoldaş olarak iyi talibin yeter.. yol çavuşu olarak da Şiraz bahçesinin rüzgârı kâfi!

Derviş, artık sevgilinin konağından sefer etme. Manevî seferle hanikah bucağı yeter sana!

Alıştığın yurtla, eski dosta verdiği ahit sefere düşenlere katılmaman için kâfi bir özürdür.

Gönlün bir bucağından bir dert bir keder pusudan çıkarsa Pîr-i Mugân kapısının harimine sığın., bu kâfidir.

Meyhanenin baş köşesine kurul, şarap içmeye bak. Cihandan bu kadar mal, mevki kazanman yeter!

Fazla dileme, işini sarpa sardırma., lâl renkli şarap sürahisiyle ay gibi bir sevgili sana kâfi!

Felek, murat dizginini nadanların eline verir. Sense fazilet ve bilgi ehlisin, muradına erişmemen için bu günah yetişir!

Hâfız, başka bir virde hacet yok., gece yarısındaki dua ile sabah evradı sana yeter!

Başkalarının minnetini çekmeyi huy edinme. iki âlemde de Tanrı’nın rızasıyle padişahın İhsanı sana kâfidir.

Dilâ refik-ı sefer baht-ı nikhâhet bes
Nesim-i ravza-i Şirâz peyk-i râhet bes

269‏

 

دلا رفيق سفر بخت نيکخواهت بس

نسيم روضه شيراز پيک راهت بس

 

دگر ز منزل جانان سفر مکن درويش

که سير معنوی و کنج خانقاهت بس

وگر کمين بگشايد غمی ز گوشه دل

حريم درگه پير مغان پناهت بس

 

به صدر مصطبه بنشين و ساغر می‌نوش

که اين قدر ز جهان کسب مال و جاهت بس

 

زيادتی مطلب کار بر خود آسان کن

صراحی می لعل و بتی چو ماهت بس

فلک به مردم نادان دهد زمام مراد

تو اهل فضلی و دانش همين گناهت بس

هوای مسکن ملوف و عهد يار قديم

ز ره روان سفرکرده عذرخواهت بس

 

به منت دگران خو مکن که در دو جهان

رضای ايزد و انعام پادشاهت بس

به هيچ ورد دگر نيست حاجت ای حافظ

دعای نيم شب و درس صبحگاهت بس

**

 

Bize cihan gülüstanında bir gül yanaklı dilber yeter. Bu çayırlıkta, bu çimenlikte o salına salına yürüyen selvi boylunun gölgesi kâfi.

Riya ehlinin sohbetinden uzak olayım, cihandaki ağırlıklardan bize ancak ağır bir kadeh yeter.

Cennet köşkünü amel karşılığı olarak bağışlıyorlar. Biz rindiz, elimizde bir şey yok., bize muğların ibadet bucağı yetişir.

Irmak kenarına otur da ömrün akışına bak! Çünkü bize bu fâni dünyanın geçiciliğine şu işaret kifayet eder.

* Cihan pazarının parasına, puluna bak., bir de cihanın mihnet ve eziyetini gör. Eğer bu kâr ve ziyan sana yetmezse bize yeter!

Sevgili bizimle olunca daha fazla bir şey istemeyiz. O can munisinin sohbetine nail olma devleti kâfi!

Dâhi, beni kapından cennete yollama. Civarın, varlıktan da hoş, mekândan da. Ve o civar yetişir bana.

Hâfız, nasipten şikâyet insafsızlıktır. Bize su gibi revan bir tabiatla akıp giden gazeller kâfi.

Gulcizari zi gulistân-ı cihan mârâ bes
Zin çemen sâye-i an serv-i revan mârâ bes

268‏

 

گلعذاری ز گلستان جهان ما را بس

زين چمن سايه آن سرو روان ما را بس

 

من و همصحبتی اهل ريا دورم باد

از گرانان جهان رطل گران ما را بس

 

قصر فردوس به پاداش عمل می‌بخشند

ما که رنديم و گدا دير مغان ما را بس

 

بنشين بر لب جوی و گذر عمر ببين

کاين اشارت ز جهان گذران ما را بس

 

نقد بازار جهان بنگر و آزار جهان

گر شما را نه بس اين سود و زيان ما را بس

 

يار با ماست چه حاجت که زيادت طلبيم

دولت صحبت آن مونس جان ما را بس

 

از در خويش خدا را به بهشتم مفرست

که سر کوی تو از کون و مکان ما را بس

حافظ از مشرب قسمت گله ناانصافيست

طبع چون آب و غزل‌های روان ما را بس

**

 

Siyah zülfünden öyle bir şikâyetçiyim., onun yüzünden öyle perişanım ki sorma!

Hiç kimse vefa ümidiyle gönlünü, dinini terketmesin.. ben bunu yaptım, fakat o kadar pişmanım ki sorma.

Sonunda kimsenin incinmesine sebep olmayacak bir yudum şarap elde etmek için nadanlardan öyle zahmet çekmekteyim' ki., sorma!

** Zahit, bizden uzak geç de selâmette ol. Çünkü bu lâl renkli şarap gönlümde canımı elimden öyle bir alıyor ki sorma artık!

Böyle köşeye çekilip selâmete erişmek hevesindeyim.. fakat o fettan göz öyle bir işvelendi ki hiç sorma!

Bu yolda öyle dedikodular var ki canı mahveder. Bu kavgaya düşenlerden kimseyle mukayyed olma, ne bunu gör, ne onu sor!

Felek topundan nedir bu hal diye sorayım dedim,

Dedi ki:

Sorma çevgândan çektiklerimi !

Dedim ki:       

Zülfünü kimin kiniyle böyle büklüm büklüm bir hale getirdin?

Dedi ki:

Hâfız, bu hikâye uzun bir hikâyedir. Kur’an hakkiyçin sorma bunu!

Dârem ez zulf-i siyâheş gile çendan ki mepurs
Ki çunan zo şudeem bi ser-u saman ki mepurs

271‏

 

دارم از زلف سياهش گله چندان که مپرس

که چنان ز او شده‌ام بی سر و سامان که مپرس

کس به اميد وفا ترک دل و دين مکناد

که چنانم من از اين کرده پشيمان که مپرس

 

به يکی جرعه که آزار کسش در پی نيست

زحمتی می‌کشم از مردم نادان که مپرس

زاهد از ما به سلامت بگذر کاين می لعل

دل و دين می‌برد از دست بدان سان که مپرس

گفت‌وگوهاست در اين راه که جان بگدازد

هر کسی عربده‌ای اين که مبين آن که مپرس

پارسايی و سلامت هوسم بود ولی

شيوه‌ای می‌کند آن نرگس فتان که مپرس

گفتم از گوی فلک صورت حالی پرسم

گفت آن می‌کشم اندر خم چوگان که مپرس

گفتمش زلف به خون که شکستی گفتا

حافظ اين قصه دراز است به قرآن که مپرس

 

**

 

Sevgili, sana kim dedi, bizim halimizi sorma; yabancı gibi davran, hiç bir bildiğin halini hatırını soruşturma!

Lütfün umumidir, huyun keremdir. Lütfet, kerem eyle de hiç bir suç yapmadığımız halde bizi bağışla, maceramızı sorma!

Aşk derdi nasıldır? İster misin bunu apaçık öğrenmeyi? Sabah rüzgârından sorma; kılıçtan sor!

Sana yoksulun halini sorma diyen kişinin yoksulluk âleminden hiç haberi yokmuş!

İbadet yurdunda hırka giymiş zahitte istek akçası arama... Sorma müftüden kimyayı!

* Âlem doktorunun defterinde aşk derdine ait bir bap (bölüm)  yok. Gönül, derde alış, devanın adını bile sorma!

Biz ne İskender’in hikâyesini okuduk, ne Dara’nın.. bizden sevgi ve vefa hikâyesinden başka bir şey sorma!

Hâfız, gül mevsimi erişti, marifet satmaya kalkışma... fırsatı ganimet bil, nasıl oldu, niçin oldu suallerine girişme!

Cânâ tura ki goft ki ahvâl-i mâ mepurs
Bigâne gerd u kıssa-i hiç âşinâ mepurs

**

 

Öyle bir aşk derdi çekmişim, öyle bir ayrılık zehri tatmışım ki sorma!

Âlemi gezip dolanmış, sonunda öyle bir dilber seçmiştim ki., sorma!

Sorma, kapısının toprağı havasıyle gözyaşlarım nasıl akmakta!

Sorma dün gece ağzından çıkan ve kulaklarımla duyduğum sözleri!

Yine bana bakıp söyleme diye dudağını ısırıyorsun? Ben, öyle bir lâl dudak ısırmışım ki sorma!

Sensiz yoksulluk kulübemde öyle eziyetler çektim ki sorma!

Sorma Hâfız gibi aşk yolunda gurbete düşüp ne makama eriştiğimizi!

Derd-i ışki keşideem ki mepurs
Zehr-i hecri çeşideem ki mepurs 

270‏

 

درد عشقی کشيده‌ام که مپرس

زهر هجری چشيده‌ام که مپرس

گشته‌ام در جهان و آخر کار

دلبری برگزيده‌ام که مپرس

آن چنان در هوای خاک درش

می‌رود آب ديده‌ام که مپرس

من به گوش خود از دهانش دوش

سخنانی شنيده‌ام که مپرس

سوی من لب چه می‌گزی که مگوی

لب لعلی گزيده‌ام که مپرس

بی تو در کلبه گدايی خويش

رنج‌هايی کشيده‌ام که مپرس

همچو حافظ غريب در ره عشق

به مقامی رسيده‌ام که مپرس

**

 

Ey sabah rüzgârı, Aras ırmağı kıyısına uğrarsan o vadinin toprağım öp, nefesini misk haline getir.

Selma konağına bizden her an yüzlerce selâm olsun. Orasını samanların sesleriyle, çan sadalarıyle dopdolu görürsün.

Sevgilinin mahmelini öp de sonra benden arz et.

Yandım ayrılığından, ey merhametli dost, feryadıma yetiş!

Ben, nasihatçıların sözlerine kulak asmaz, öğütlerini rebap dinler gibi dinlerim. Ayrılık, kulağımı öyle bir burdu ki bu nasihat kâfi bana artık!

Gece sabaha kadar şarap iç, aşk yolundaki gece yolcularının asesbaşıyle âşinalıkları vardır.

Aşkla oynama. Oyuncak değil ki. gönül, başınla oyna. Çünkü aşk topu, heves çevgânıyle çelinemez.

Aklı başında olanlar, ihtiyarlarını kimseye vermezler ama gönül, isteğiyle sevgilinin sarhoş gözüne can vermekte!

Dudular, şekeristanda muratlarına eriştiler, zevk edip durmaktalar. Zavallı sinekse tahassüründen başına vurmakta!

Sevgilinin kalemine Hâfız’ın adı gelirse., yok mu? Şahımın tapısının eşiğinden bu istek de bana kâfi!

Ey sabâ ger bigzeri ber sâhil-i Rod-ı Eres
Buse zen ber hâk-i an vadi vu muşkin kun nefes

267‏

 

ای صبا گر بگذری بر ساحل رود ارس

بوسه زن بر خاک آن وادی و مشکين کن نفس

منزل سلمی که بادش هر دم از ما صد سلام

پرصدای ساربانان بينی و بانگ جرس

محمل جانان ببوس آن گه به زاری عرضه دار

کز فراقت سوختم ای مهربان فرياد رس

من که قول ناصحان را خواندمی قول رباب

گوشمالی ديدم از هجران که اينم پند بس

عشرت شبگير کن می نوش کاندر راه عشق

شب روان را آشنايی‌هاست با مير عسس

عشقبازی کار بازی نيست ای دل سر بباز

زان که گوی عشق نتوان زد به چوگان هوس

دل به رغبت می‌سپارد جان به چشم مست يار

گر چه هشياران ندادند اختيار خود به کس

 

طوطيان در شکرستان کامرانی می‌کنند

و از تحسر دست بر سر می‌زند مسکين مگس

نام حافظ گر برآيد بر زبان کلک دوست

از جناب حضرت شاهم بس است اين ملتمس

**

 

Ay gibi yüzünde bütün güzellikler, letafetler. Yalnız merhameti, vefası yok. Sen bunları da ver Yarabbi!

Sevgilim güzel ve çocuk. Biz oynarken beni öldürürse şeriatta günahı da olmaz.

İyisi mi gönlümü ona tamamıyle vermeyeyim. Çünkü iyiyi, kötüyü görmemiş; onu da hor tutar, görüp gözetmez.

Siyah gözlerinden kanlar damlıyor ama şeker gibi dudaklarından süt kokusu gelmekte; ağzı süt kokmakta.

On dört yaşında şuh ve şirin bir güzelim var. Ayın on dördü bile ona kulağı küpeli' bir köle!

O yeni yetişmiş gülün ardına düşüp nerelere gitti yarabbi? Nice demdir gönlümüzü göremiyoruz.

* Gönlümü alan sevgilim, böyle kalb kırıp durursa padişah, pek yakında onu cellâtlığına tayin eder!

O inci, Hâfız’ın sedef göğsüne düşer, orada karar kılarsa canımı şükrane olarak sarf ederim!

Mecma‘-i hübi vu lutfest cizar-ı çu meheş
Leykineş mihr-u vefa nist Hudâyâ bidiheş

289‏

 

مجمع خوبی و لطف است عذار چو مهش

ليکنش مهر و وفا نيست خدايا بدهش

 

دلبرم شاهد و طفل است و به بازی روزی

بکشد زارم و در شرع نباشد گنهش

 

من همان به که از او نيک نگه دارم دل

که بد و نيک نديده‌ست و ندارد نگهش

 

بوی شير از لب همچون شکرش می‌آيد

گر چه خون می‌چکد از شيوه چشم سيهش

چارده ساله بتی چابک شيرين دارم

که به جان حلقه به گوش است مه چاردهش

 

از پی آن گل نورسته دل ما يا رب

خود کجا شد که نديديم در اين چند گهش

 

يار دلدار من ار قلب بدين سان شکند

ببرد زود به جانداری خود پادشهش

 

جان به شکرانه کنم صرف گر آن دانه در

صدف سينه حافظ بود آرامگهش

**

 

Yarabbi, bana ihsan ettiğin bu gülümseyen taze gülü sana ısmarlıyorum. Çayırın, çimenin hasetçı gözünden sen sakla, bekle!

Vefa diyarından yüzlerce konak uzak ama yine feleğin âfetleri canından da ırak olsun, teninden de.

Ey seher yeli, Selma’nın menziline varırsan bana bir selâm getir. Senden bunu umuyor, bunu gözlüyorum.

O siyah zülüfleri edeble aç da bir misk kokusu getir., fakat o zülüf, aziz gönüllerin bulunduğu yerdir, sakın hoyratça oynama!

Ona tarafımdan de ki: Gönlümün kaşınla, gözünle, hattınla, yüzünle hukuku var. Gönlüm, o amberi bile kesada veren saçlarda; aziz tut onu! 

Sevgilinin dudağı anılarak şarap içilen yerde kendisinden geçmeyen sarhoş, alçak bir kişidir.

Meyhane kapısında ne şeref kazandır, ne mal. Orası kazanç yeri değil! Kim bu suyu içerse varını, yoğunu denize fırlatır, atar.

Elemden korkana aşk kederi helâl değildir. İster başımız ayağında olsun, ister dudağımız ağzında, bizce ikisi de bir!

Hâfız’ın şiirinin her beyiti, bir beytülgazeldir. Aferin gönüller çeken nefesine, aferin lâtif sözlerine!

Yârab in nov-gul-i handan ki supurdi bemeneş Misipârem betu ez çeşm-i hasüd-i çemene;

281‏

 

يا رب اين نوگل خندان که سپردی به منش

می‌سپارم به تو از چشم حسود چمنش

گر چه از کوی وفا گشت به صد مرحله دور

دور باد آفت دور فلک از جان و تنش

 

گر به سرمنزل سلمی رسی ای باد صبا

چشم دارم که سلامی برسانی ز منش

به ادب نافه گشايی کن از آن زلف سياه

جای دل‌های عزيز است به هم برمزنش

 

گو دلم حق وفا با خط و خالت دارد

محترم دار در آن طره عنبرشکنش

 

در مقامی که به ياد لب او می نوشند

سفله آن مست که باشد خبر از خويشتنش

 

عرض و مال از در ميخانه نشايد اندوخت

هر که اين آب خورد رخت به دريا فکنش

 

هر که ترسد ز ملال انده عشقش نه حلال

سر ما و قدمش يا لب ما و دهنش

 

شعر حافظ همه بيت الغزل معرفت است

آفرين بر نفس دلکش و لطف سخنش

**

 

Irmak kıyısı, söğüt gölgesi, şiire kabiliyetli bir tabiat, güzel bir sevgili., şirin ve şuh bir dilber, gül yanaklı nazenin bir sâki...

Ey başımıza doğmuş talih, ey uyanmış baht! Bu zamanın kıymetini bilirsen bu işret, bu zevku safa helâl olsun sana., kendine gel, ne hoş bir zamandasın!

Bir dilberin aşkına düşüp de gamlanan, kederlenen kişiye söyle:            Çok hoş bir işte, güçtesin... Nazar değmesin, ateşe çöreotu at da tütsülen!

Şairlik tabiatımın gelinini bakir fikirlerimle bezemekteyim. Belki bu suretle bir müddet sonra elime güzel bir dost düşer!

Sohbet gecesini fırsat bil, muradınca neşelen.. gönülleri aydınlatan ne güzel bir mehtap.. ne hoş bir lalelik!

Sâkinin gözünde öyle bir şarap var ki aklı bile sarhoş etmekte, akla bile sarhoşluktan sonra sersemlik vermekte. Aferin, aferin.

Hâfız, ömür gafletle geçti gitti. Gel bizimle meyhaneye de güzel dilberler sana iyi bir iş öğretsinler bari!

Kenar-ı ab-u pay-ı bid u tab' ı şi'r-u yari hoş
Mu'aşir dilberi şirin-u sâki ğul-'izâri hoş

288‏

 

کنار آب و پای بيد و طبع شعر و ياری خوش

معاشر دلبری شيرين و ساقی گلعذاری خوش

الا ای دولتی طالع که قدر وقت می‌دانی

گوارا بادت اين عشرت که داری روزگاری خوش

هر آن کس را که در خاطر ز عشق دلبری باريست

سپندی گو بر آتش نه که دارد کار و باری خوش

عروس طبع را زيور ز فکر بکر می‌بندم

بود کز دست ايامم به دست افتد نگاری خوش

شب صحبت غنيمت دان و داد خوشدلی بستان

که مهتابی دل افروز است و طرف لاله زاری خوش

می‌ای در کاسه چشم است ساقی را بناميزد

که مستی می‌کند با عقل و می‌بخشد خماری خوش

به غفلت عمر شد حافظ بيا با ما به ميخانه

که شنگولان خوش باشت بياموزند کاری خوش

**

 

Sevgili, senin her halin lâtif, her şeyin hoş. Gönlüm, şekerler çiğneyen o yakut dudakların işvelerinden ne güzel bir zevk içinde.

Şiven nazlı edaların şirin; yüzündeki, tüyler ve ben alımlı. Kaşın, gözün güzel, boyun, posun hoş.

Hayalimin gülistanı bezensin... gönlümün dimağını yaseminin revacına kesat veren zülfünün kokusu bürümüş!

Aşk yolunda yokluk selinden bir geçit bulunamaz ki. Fakat ben seni seyreder, onunla eğlenirim.

Gözüne nasıl şükredeyim, bilmem ki! Hasta olduğu halde yine lütfeder de güzel yüzünle derdime derman olur!

Yokluk çölünün her yanında bir tehlike var ama âşık Hâfız senin sevginle yola düşmüş, ne hoş bir surette gitmekte!

Ey heme şekl-i tu matbu'-u heme cây-ı tu hoş
Dilem ez cişve-i yâküt-ı şeker-hây-ı tu hoş

غزل  287‏

 

ای همه شکل تو مطبوع و همه جای تو خوش

دلم از عشوه شيرين شکرخای تو خوش

همچو گلبرگ طری هست وجود تو لطيف

همچو سرو چمن خلد سراپای تو خوش

شيوه و ناز تو شيرين خط و خال تو مليح

چشم و ابروی تو زيبا قد و بالای تو خوش

هم گلستان خيالم ز تو پرنقش و نگار

هم مشام دلم از زلف سمن سای تو خوش

در ره عشق که از سيل بلا نيست گذار

کرده‌ام خاطر خود را به تمنای تو خوش

شکر چشم تو چه گويم که بدان بيماری

می کند درد مرا از رخ زيبای تو خوش

در بيابان طلب گر چه ز هر سو خطريست

می‌رود حافظ بی‌دل به تولای تو خوش

**

 

Sofi, gül devşir, yamalı hırkayı dikene bağışla. Bu acı zahitliği tatlı şaraba bahşet.

Sofiyane herzeleri, akla sığmaz saçmalıkları, çenk ahenginin yoluna koy. Tespihi, taylasanı şaraba ve sarhoşluğa ver!

Güzelle sâkinin satın almaya tenezzül etmedikleri şu ağır zahitliği yeşillik halkasında bahar rüzgârına terket.

Ey âşıklar beyi, yolumu lâl renkli şarap vurdu. Fakat kanımı ondan isteme, öc almaya kalkışma. Sevgilinin derin çene çukuruna bağışla!

Yarabbi, gül mevsiminde kulun suçunu affet, bu macerayı selviye ve ırmak kıyısına bağışla!

Ey maksat kaynağına yol bulan, muradına erişen, bu toprak kula da şu denizden bir katrecik ver.

Gözün, güzelleri görmedi, âşık olmadın. Bunun şükranesi olarak bizi Tanrı’nın affına, lûtfuna terk et!

Sâki, sevgili sabah şarabı içerse de ki: Geceleri uyumayan Hâfız’a da bir altın kadeh sun!

Sofi guli biçin-u murakka' behâr bahş
Vin zuhd-i telhrâ bemey-i hoşguvâr bahş

275‏

 

صوفی گلی بچين و مرقع به خار بخش

وين زهد خشک را به می خوشگوار بخش

طامات و شطح در ره آهنگ چنگ نه

تسبيح و طيلسان به می و ميگسار بخش

زهد گران که شاهد و ساقی نمی‌خرند

در حلقه چمن به نسيم بهار بخش

 

راهم شراب لعل زد ای مير عاشقان

خون مرا به چاه زنخدان يار بخش

 

يا رب به وقت گل گنه بنده عفو کن

وين ماجرا به سرو لب جويبار بخش

 

ای آن که ره به مشرب مقصود برده‌ای

زين بحر قطره‌ای به من خاکسار بخش

شکرانه را که چشم تو روی بتان نديد

ما را به عفو و لطف خداوندگار بخش

 

ساقی چو شاه نوش کند باده صبوح

گو جام زر به حافظ شب زنده دار بخش

**

 

Bağcıya beş günlük gül sohbeti lâzımsa ayrılık dikenine sabretmesi gerek.

Gönül, zülfünün bağında perişanlıktan ağlayıp inleme. Akıllı kuş tuzağa düştü mü tahammül etmeli

Böyle bir zülüf, böyle bir yüz varken yaseminin yüzüne, sümbülün kıvırcık saçlarına bakıp dalana bu zülfü, bu yüzü görmek haram olsun!

Âlemi yakıp yandıran rindin mülk işleriyle ne işi var? idare işlerinde tedbir ve düşünce lâzım.

Tarikatte takvaya dayanmak, bilgiye güvenmek kâfirliktir. Yol erinin yüz türlü hüneri bile olsa yine ona tevekkül gerek!

Bu perişan gönüle kıvırcık ve sümbül gibi saçlar lâzımsa onları elde etmek için o zalim nergislerin nazım çekmesi icap eder.

Sâki, neye kadehi döndürmüyorsun. Bu gecikme ne vakte dek sürecek? Devir âşıklara |            dönünce teselsül gerek.

Hâfız, saz olmadıkça şarap içmeyen kim? ; Yoksul âşık için bu kadar çekiye düzene ne lüzum var?

Bağban ger penç rüzi şohbet-i gul bâyedeş
Bercefâ-yı hâr-ı hicran şabr-ı bülbül bâyedeş

276‏

 

باغبان گر پنج روزی صحبت گل بايدش

بر جفای خار هجران صبر بلبل بايدش

ای دل اندربند زلفش از پريشانی منال

مرغ زيرک چون به دام افتد تحمل بايدش

 

رند عالم سوز را با مصلحت بينی چه کار

کار ملک است آن که تدبير و تامل بايدش

 

تکيه بر تقوا و دانش در طريقت کافريست

راهرو گر صد هنر دارد توکل بايدش

 

با چنين زلف و رخش بادا نظربازی حرام

هر که روی ياسمين و جعد سنبل بايدش

نازها زان نرگس مستانه‌اش بايد کشيد

اين دل شوريده تا آن جعد و کاکل بايدش

 

ساقيا در گردش ساغر تعلل تا به چند

دور چون با عاشقان افتد تسلسل بايدش

 

کيست حافظ تا ننوشد باده بی آواز رود

عاشق مسکين چرا چندين تجمل بايدش

 

**

 

Şehirde bahtımızı denedik. Helâk vadisinden pılımızı pırtımızı çekip gitmeliyiz.

Nice demdir elimi ısırıp ah etmekten parça parça olmuş tenimi, gül gibi ateşlere yaktım, yandırdım.

Dün gece duydum, bir bülbül ne güzel şakımaktaydı; gül de dalında kulağını açmış, dinliyordu.

Bülbül diyordu ki:

Ey gönül, şadol. Huyu sert olan sevgili, talihi, mazhariyeti yüzünden çok elemlere düşer, ıstıraplar çeker.

İster misin, âlemin iyisi, kötüsü sana dokunmasın... kötü ahitleri bırak, sert sözleri terket.

* Sevgili, ayrılığından ve gönlümdeki yanıştan bütün malımı, canımı ateşlere atmanın tam zamanı!

Hâfız, eğer insan daima muradına erişse ve elindekini kaybetmeseydi Cemşid de tahtından dur olmazdı.

Mâ âzmüdeim derin şehr baht-ı hış
Birun keşidbâyed ezin varta raht-ı hış

291‏

 

ما آزموده‌ايم در اين شهر بخت خويش

بيرون کشيد بايد از اين ورطه رخت خويش

 

از بس که دست می‌گزم و آه می‌کشم

آتش زدم چو گل به تن لخت لخت خويش

 

دوشم ز بلبلی چه خوش آمد که می‌سرود

گل گوش پهن کرده ز شاخ درخت خويش

 

کای دل تو شاد باش که آن يار تندخو

بسيار تندروی نشيند ز بخت خويش

خواهی که سخت و سست جهان بر تو بگذرد

بگذر ز عهد سست و سخن‌های سخت خويش

وقت است کز فراق تو وز سوز اندرون

آتش درافکنم به همه رخت و پخت خويش

 

ای حافظ ار مراد ميسر شدی مدام

جمشيد نيز دور نماندی ز تخت خويش

**

 

Lâle mevsimi kadehi eline al, riyayı bırak. Gül ümidiyle bir an sabah rüzgârına hemdem ol!

Sana bütün yıl şarap iç, şaraba tap demedim ya., üç ay iç, dokuz ay zahitlik et!

Seni aşk yoluna götüren Pîr, şarap iç der, seni şaraba havale ederse iç, Tanrı’nın rahmetini bekle!

Cem gibi gayb sırrına erişmek istersen gel de dünyayı gösteren kadehle hemdemlik et.

Dünyanın işi, gönce gibi yumulup açılmamaktır. Fakat sen bahar yeli gibi düğümleri açıcı ol.

Kimseden vefa umma. Yok, eğer söz dinlemiyorsan var abes yere sîmurgla kimyayı ara dur!

Hâfız, yabancıların itaatine talip olma. Aşina rintlerle düş, kalk.

Bedevr-i lâle kadeh gir-u biriyâ mibâş
Bebüy-ı gul nefesi hemdem-i sabâ mibâş

274‏

 

به دور لاله قدح گير و بی‌ريا می‌باش

به بوی گل نفسی همدم صبا می‌باش

نگويمت که همه ساله می پرستی کن

سه ماه می خور و نه ماه پارسا می‌باش

چو پير سالک عشقت به می حواله کند

بنوش و منتظر رحمت خدا می‌باش

گرت هواست که چون جم به سر غيب رسی

بيا و همدم جام جهان نما می‌باش

چو غنچه گر چه فروبستگيست کار جهان

تو همچو باد بهاری گره گشا می‌باش

وفا مجوی ز کس ور سخن نمی‌شنوی

به هرزه طالب سيمرغ و کيميا می‌باش

مريد طاعت بيگانگان مشو حافظ

ولی معاشر رندان پارسا می‌باش

**

 

Dudağı tatlı bir güzel, kulak memeleri yasemin gibi lâtif bir dilber kararımı da aldı, aklımı da, takatimi de!

Peri gibi güzel, çevik, şuh bir nazenin... güzel elbiseler giyinmiş ay gibi parlak ve nazlı bir dilber...

Ama nasıl güzel, bir bilsen... sevdasının ateşindeki hararetle tencere gibi kaynayıp durmaktayım.

Elbise gibi ben de onu bir kucaklayabilsem gömlek gibi huzura erer, rahata kavuşurum.

Kemiklerim bile çürüse sevgili yine gönlümde kalacaktır.

Göğsüyle omuzu yok mu, göğsüyle omuzu... gönlümü de aldı, dinimi de, gönlümü de kaptı, dinimi de!

Hâfız, senin derdinin dermanı, senin derdinin dermanı, sevdiğinin bal gibi dudağı, bal gibi dudağı, bal gibi dudağı vesselâm!

Biburd ez men karâr-u tâkat-u huş
But-i şirin lebi simin binâguş

282‏

 

ببرد از من قرار و طاقت و هوش

بت سنگين دل سيمين بناگوش

 

نگاری چابکی شنگی کلهدار

ظريفی مه وشی ترکی قباپوش

ز تاب آتش سودای عشقش

به سان ديگ دايم می‌زنم جوش

چو پيراهن شوم آسوده خاطر

گرش همچون قبا گيرم در آغوش

 

اگر پوسيده گردد استخوانم

نگردد مهرت از جانم فراموش

 

دل و دينم دل و دينم ببرده‌ست

بر و دوشش بر و دوشش بر و دوش

 

دوای تو دوای توست حافظ

لب نوشش لب نوشش لب نوش

 

**

 

Gönlüm ürküp kaçtı da bu yoksul hâlâ gaflette... o başı dönmüş avcı kuşa ne oldu acaba?  

Gönül, o kâfir mezhepli, o yay kaşlı güzelin eline düştü. İmanımın başına neler gelecek diye söğüt gibi titreyip durmaktayım.

Deniz gibi hiç bir şeyden bulanmamayı ummaktayım, bu hayale kapıldım... heyhat! Hele bak olmayacak düşüncelere kapılan şu katranın başındaki sevdalara!

Meyhaneye ağlaya ağlaya başım önümde gidiyorum... çünkü elimde oraya lâyık bir şey yok, utanıyorum halimden.

O zahitliği, o takvayı öldüren kirpiklere kurban olayım... neşterinden Abıhayat dalgalanmakta!

Muayene için yaralı gönlümün nabzına el ursalar, doktorların yenlerinden binlerce kan katrası damlar.

• Ne Hızır'ın mülkü kalır, ne İskender’in. Ey yoksul, bu alçak dünya için dalaşma!

Hâfız, o kemere öyle her yoksulun eli erişemez. Eline Karun hâzinesinden daha fazla bir hazine geçirmeye bak!

Dilem ramide şud u gâfilem men-i derviş
Ki an şikâri-i ser-geşterâ çi âmed piş

290‏

 

دلم رميده شد و غافلم من درويش

که آن شکاری سرگشته را چه آمد پيش

چو بيد بر سر ايمان خويش می‌لرزم

که دل به دست کمان ابروييست کافرکيش

 

خيال حوصله بحر می‌پزد هيهات

چه‌هاست در سر اين قطره محال انديش

 

بنازم آن مژه شوخ عافيت کش را

که موج می‌زندش آب نوش بر سر نيش

ز آستين طبيبان هزار خون بچکد

گرم به تجربه دستی نهند بر دل ريش

به کوی ميکده گريان و سرفکنده روم

چرا که شرم همی‌آيدم ز حاصل خويش

نه عمر خضر بماند نه ملک اسکندر

نزاع بر سر دنيی دون مکن درويش

بدان کمر نرسد دست هر گدا حافظ

خزانه‌ای به کف آور ز گنج قارون بيش

**

 

Dün gece meyhane bucağından bir hatif seslendi, dedi ki:         

Günahı bağışlarlar, şarap içmeye bak;

Tanrı’nın lûtfu, işini işler durur. Melek de rahmet müjdesini getirdi zaten.

Tanrı'nın affı, suçumuzdan fazla. Sen gizli sırrı ne bilirsin? Sus!

Bu ham aklı meyhaneye götür de lâl renkli şarap biraz kanını kaynatsın, coştursun!

Sevgilinin vuslatını çalışmayla vermezler; doğru... doğru ama gönül, sen yine elinden geldiği kadar çalış, çabala!

Kulağımda sevgilinin saçlarının halkası, yüzüm de meyhanecinin kapısındaki toprakta... işte hep bu böyle!

Hâfız'ın rintliği, ayıplan örten padişahın keremine nispetle o kadar güç, o kadar büyük ve o kadar affedilmez bir suç değil.

Din padişahı Şah Şüca’ öyle bir padişah ki Ruh'ul-kudüs bile emrini kulağına halka etmiştir.

Ey arş padişahı Tanrı! Sen onun muradını ver, kem gözden sakla, bekle!

Hatifi ez gûşe i meyhane duş
Guft bibahşend guneh mey binuş

284‏

 

هاتفی از گوشه ميخانه دوش

گفت ببخشند گنه می بنوش

لطف الهی بکند کار خويش

مژده رحمت برساند سروش

 

اين خرد خام به ميخانه بر

تا می لعل آوردش خون به جوش

گر چه وصالش نه به کوشش دهند

هر قدر ای دل که توانی بکوش

لطف خدا بيشتر از جرم ماست

نکته سربسته چه دانی خموش

گوش من و حلقه گيسوی يار

روی من و خاک در می فروش

رندی حافظ نه گناهيست صعب

با کرم پادشه عيب پوش

 

داور دين شاه شجاع آن که کرد

روح قدس حلقه امرش به گوش

 

ای ملک العرش مرادش بده

و از خطر چشم بدش دار گوش

 

**

 

Ne hoştur Şiraz; ne hoştur o misli bulunmayan şehir. Yarabbi, sen zevalden koru!

Rüknâbâd’ımız daima şen olsun... an doru suyu, Hızır ömrünü bağışlamakta.

Caferâbât’la Musalla arasından esip gelen şimal rüzgârı, seher yelinin kokusuyla karışır da gelir.

* Şîraz’a gel de kemal sahibi adamlarından Ruh'ül-kudus feyzini iste.

Seher yeli, o sarhoş ve şuh esmer güzelden haberin var mı, ne halde acaba?

Yarabbi, beni bu uykudan uyandırma. Hayaliyle ne hoş halvetteyim.

O tatlı dilber kanımı bile dökse, gönül, hoş gör... ana sütü gibi helâl et.

Kim orada Mısır şekerinin adını andı da Şîraz’daki tatlı dilli dilberler, onu utandırmadılar?

Hâfız, mademki ayrılıktan korkuyordun, neden vuslat günlerine şükretmedin  ?

Hoşa Şiraz-u vez'-ı bi misâleş
Hudâvendâ nigahdâr ez zevâleş

279‏

 

خوشا شيراز و وضع بی‌مثالش

خداوندا نگه دار از زوالش

 

ز رکن آباد ما صد لوحش الله

که عمر خضر می‌بخشد زلالش

ميان جعفرآباد و مصلا

عبيرآميز می‌آيد شمالش

به شيراز آی و فيض روح قدسی

بجوی از مردم صاحب کمالش

که نام قند مصری برد آن جا

که شيرينان ندادند انفعالش

 

صبا زان لولی شنگول سرمست

چه داری آگهی چون است حالش

گر آن شيرين پسر خونم بريزد

دلا چون شير مادر کن حلالش

 

مکن از خواب بيدارم خدا را

که دارم خلوتی خوش با خيالش

چرا حافظ چو می‌ترسيدی از هجر

نکردی شکر ايام وصالش

**

 

Bülbülün daima düşüncesi, gülün kendisine yâr olmasında., fakat gül de ona nasıl işvelenir, nasıl cefa ederim acaba diye düşüncede.

Güzellik, daima âşık öldürmekle olmaz. Efendi ona derler ki kulunun derdine derman olur.

Kötü bir saksı, lâlin kârına kesat vermekte, onu değerden düşürmekte. Bu ziyan yüzünden lâlin gönlü kan denizi olsa da dalgalansa yeri.

Bülbül, gülün feyziyle söz öğrendi. Yoksa bütün bu sözler, bu gazeller, gagasında hazır değildi ya!

Ey sevgilimizin sokağından geçen, sakın... bu mahallenin duvarı başlar yarar!

Yarabbi, o sefere çıkmış sevgiliyi, her neredeyse sen koru... yüzlerce gönül kafilesi, onun yoldaşı.

Gönül, zahitlik sohbeti sana hoş geldi ama aşk, daha azizdir, aşkı bırakma.

Sofi, bir iki kadehle külâhını eğdi... iki kadeh daha içerse sarığı da çözülür, karmakarışık olur.

Hâfız’ın gönlü sana alışmıştır, vuslat nazıyle yetişmiştir... onu incitmeye kalkışma!

Fikr-i bülbül heme ânest ki gul şud yâreş
Gul der endişe ki çun ‘işve kuned der kâreş

277‏

 

فکر بلبل همه آن است که گل شد يارش

گل در انديشه که چون عشوه کند در کارش

 

دلربايی همه آن نيست که عاشق بکشند

خواجه آن است که باشد غم خدمتگارش

 

جای آن است که خون موج زند در دل لعل

زين تغابن که خزف می‌شکند بازارش

بلبل از فيض گل آموخت سخن ور نه نبود

اين همه قول و غزل تعبيه در منقارش

 

ای که در کوچه معشوقه ما می‌گذری

بر حذر باش که سر می‌شکند ديوارش

آن سفرکرده که صد قافله دل همره اوست

هر کجا هست خدايا به سلامت دارش

 

صحبت عافيتت گر چه خوش افتاد ای دل

جانب عشق عزيز است فرومگذارش

 

صوفی سرخوش از اين دست که کج کرد کلاه

به دو جام دگر آشفته شود دستارش

 

دل حافظ که به ديدار تو خوگر شده بود

نازپرورد وصال است مجو آزارش

 

**

 

Şefkat sahibi bir yoldaşsan ahdinde dur... evde de bizimle dost ol. hamamda da, gülistanda da.

Perişan zülüflerinin büklümlerini rüzgârın eline verme; âşıkların gönülleri perişan olursa olsun deme!

Hızır’la düşüp kalkma hevesindeysen Abıhayat gibi İskender’in gözünden gizlen!

Aşk Zeburunu terennüm etmek, her kuşun harcı değil... sen gel de bu gazel okuyan bülbülün yeni açılmış gülü ol.

Hizmet ve kulluk bize düşer... sen sultanlık ededur!

Sakın bir daha Kabe haremindeki hayvanlara kılıç çekme. Gönlümüze neler ettin, pişman ol gayri!

Sen meclisin mumusun, bir dilli, bir gönüllü ol... pervanenin hayaline ve savaşmasına bak da gül.

Dilberliğin, güzelliğin kemali âşıklarladır. Nazar şivesiyle âşıklar kazan da zamanın nadir güzellerinden ol.

Hâfız, sus... sevgilinin cevrinden nale etme. Sana kim dedi güzel yüze hayran ol diye?

Eğer refik-i şefiki dürüst peyman baş
Harif-i hâne vu germâbe vu gülistan bâş

273‏

 

اگر رفيق شفيقی درست پيمان باش

حريف خانه و گرمابه و گلستان باش

 

شکنج زلف پريشان به دست باد مده

مگو که خاطر عشاق گو پريشان باش

 

گرت هواست که با خضر همنشين باشی

نهان ز چشم سکندر چو آب حيوان باش

 

زبور عشق نوازی نه کار هر مرغيست

بيا و نوگل اين بلبل غزل خوان باش

 

طريق خدمت و آيين بندگی کردن

خدای را که رها کن به ما و سلطان باش

دگر به صيد حرم تيغ برمکش زنهار

و از آن که با دل ما کرده‌ای پشيمان باش

تو شمع انجمنی يک زبان و يک دل شو

خيال و کوشش پروانه بين و خندان باش

 

کمال دلبری و حسن در نظربازيست

به شيوه نظر از نادران دوران باش

 

خموش حافظ و از جور يار ناله مکن

تو را که گفت که در روی خوب حيران باش

**

 

Sevgili, yine gel de daralmış gönlüme bir can yoldaşı ol... bu yanan âşıkın gizli sırlarına sırdaş kesil!

Aşk meyhanesinde satılan şaraptan bize iki üç kadehçik sun... isterse ramazan olsun, ne çıkar?

Ey sülûk eri arif, madem ki hırkanı ateşlere attın, çalış da âlem dilberlerinin başı ol!

Bir gün o sevgili sana, gönül            seni     gözlemekte derse, sevgiliye “şimdicek            geliyorum, azıcık bekle" de!

O ruh bağışlayan lâlin hasretiyle gönlüm kan kesildi. Ey sevgi hokkası, ey gönül, yine o nişanı koru, cefa yüzünden vefayı terk etme!

Ey gözyaşı seli, gönlüne elemden bir toz konmasın diye mektubun ardınca sen de koş yürü!

Hâfız, cihanı gösteren kadehe heves ediyorsa söyle ona: Cemşid’e Benzeyen Vezirin huzurundan ayrılmasın!

Bâz ây-u dil-i teng-i mera münis-i can baş
Vin sühterâ mahrem-i esrar ı nihan baş

غزل  272‏

 

بازآی و دل تنگ مرا مونس جان باش

وين سوخته را محرم اسرار نهان باش

 

زان باده که در ميکده عشق فروشند

ما را دو سه ساغر بده و گو رمضان باش

 

در خرقه چو آتش زدی ای عارف سالک

جهدی کن و سرحلقه رندان جهان باش

 

دلدار که گفتا به توام دل نگران است

گو می‌رسم اينک به سلامت نگران باش

خون شد دلم از حسرت آن لعل روان بخش

ای درج محبت به همان مهر و نشان باش

تا بر دلش از غصه غباری ننشيند

ای سيل سرشک از عقب نامه روان باش

حافظ که هوس می‌کندش جام جهان بين

گو در نظر آصف جمشيد مکان باش

**

 

Seher vakti gayb hatifinden kulağıma şu müjde çalındı: Zaman, Şah Şucâ’ın zamanı... şarabı pervasızca iç!

Nazar ehlinin ağızlarında bin türlü söz, fakat dudakları yumulmuş bir halde bir bucağa çekildikleri devir, geçti artık!

Gizlemekten gönlümüzün çömlek gibi kaynadığı maceraları artık çenk sesleriyle söyleyip ilân edelim.

Muhtesipten korkup evlere sığınmış olan şarabı, sevgilinin yüzüne bakarak aşikâre ve "Afiyetler olsun” naralarıyle içelim!

Şehrin imamı sırtında seccade taşıyordu ya., dün gece meyhane sokağından omuzlamışlar.. öyle götürüyorlardı.

Gönül, sana kurtuluş yoluna bir delâlet edeyim. Bir hayırda bulunayım, dinle: Günahla övünme. Fakat zahitlik de satma!

Padişahın aydın rey ve tedbiri tecelli nuruna mazhardır. Onun yakınlığını istiyorsan niyetini sağlamlaştır da öyle çalış!

Gönlün, onun ululuğunu övmeden başka bir şeyi vird edinmesin. Çünkü onun gönül kulağı, memleketin harabelerine mahremdir, gönüllerdekini duyar.

Memleketi idare işini padişahlar bilir. Hâfız, sen bir bucakta oturan yoksulun birisin...       coşma; kendine gel!         

Seher ki hatif-i ğaybem resıd müjde begüş  
Ki devr-i Şah Şucâ'est mey dilîr binüş             *

283‏

 

سحر ز هاتف غيبم رسيد مژده به گوش

که دور شاه شجاع است می دلير بنوش

شد آن که اهل نظر بر کناره می‌رفتند

هزار گونه سخن در دهان و لب خاموش

 

به صوت چنگ بگوييم آن حکايت‌ها

که از نهفتن آن ديگ سينه می‌زد جوش

شراب خانگی ترس محتسب خورده

به روی يار بنوشيم و بانگ نوشانوش

ز کوی ميکده دوشش به دوش می‌بردند

امام شهر که سجاده می‌کشيد به دوش

دلا دلالت خيرت کنم به راه نجات

مکن به فسق مباهات و زهد هم مفروش

 

محل نور تجليست رای انور شاه

چو قرب او طلبی در صفای نيت کوش

بجز ثنای جلالش مساز ورد ضمير

که هست گوش دلش محرم پيام سروش

 

رموز مصلحت ملک خسروان دانند

گدای گوشه نشينی تو حافظا مخروش

**

 

Dün gece bana iş bilir akıllı bir dost gizlice, “Pîr-i Mugânın sırrını sizden gizlemek doğru değil” diyerek şunları söyledi:

Tabiatına uyup işe pek sarılma, oluruna bırak., çünkü dünya, bir işe sarılana zahmet ve meşakkat verir.         

Ondan sonra da bana bir kadeh sundu ki pırıltısından gökteki zühre raksa geldi de çenk, çalarak "Afiyetler olsun” demeye başladı!

Yavrum, öğüt dinle, dünya için gam yeme. Sana inci gibi bir söz söyledim, mümkünse kulağına küpe yap!

Gönlün kanlara bulansa bile kadeh gibi dudağın gülsün .. halka öyle görün. Sana bir zahm erişince hemen çenk gibi feryada başlama.

Bu perdeye âşinâ olmadıkça, hiç bir remz, hiç bir nükte duyamazsın. Namahrem kişinin kulağı, meleklerin haberlerini işitmez.

Aşk hareminde dedikodudan bahsetmek olmaz, orada bütün azanın göz, kulak kesilmesi lâzım.

Nüktedanlar meclisinde kendini göstermeye kalkışmak münasip değildir. Ey akıllı, ya bildiğini söyle; ya sus!

Sâki, şarap sun... Hâfız’ın rintliklerini suç bağışlayan, ayıp örten Sahibkıran Vezir anladı.

Düş bâ men guft pinhan kâr-dâni tiz-hüş
Vez şumâ pinhan neşâyekerd sırr-î meyfurüş

286‏

 

دوش با من گفت پنهان کاردانی تيزهوش

و از شما پنهان نشايد کرد سر می فروش

گفت آسان گير بر خود کارها کز روی طبع

سخت می‌گردد جهان بر مردمان سختکوش

وان گهم درداد جامی کز فروغش بر فلک

زهره در رقص آمد و بربط زنان می‌گفت نوش

با دل خونين لب خندان بياور همچو جام

نی گرت زخمی رسد آيی چو چنگ اندر خروش

تا نگردی آشنا زين پرده رمزی نشنوی

گوش نامحرم نباشد جای پيغام سروش

گوش کن پند ای پسر و از بهر دنيا غم مخور

گفتمت چون در حديثی گر توانی داشت هوش

در حريم عشق نتوان زد دم از گفت و شنيد

زان که آن جا جمله اعضا چشم بايد بود و گوش

 

بر بساط نکته دانان خودفروشی شرط نيست

يا سخن دانسته گو ای مرد عاقل يا خموش

ساقيا می ده که رندی‌های حافظ فهم کرد

آصف صاحب قران جرم بخش عيب پوش

 

**

 

Öyle sert bir şarap isterim ki kuvveti, insanı yıksın, kendinden geçirsin... ben de bu

suretle bir an olsun, dünyayı da unutayım, kötülüklerini de... biraz olsun huzura kavuşayım!

Şarap sun... çenk çalan Zührenin oyunuyla Mirrihin silâhşorluğuna güvenip feleğin lülesinden emin olmaya gelmez. Kimse kaderden kurtulamaz.

Aşağılık kişileri doyurup besleyen zaman sofrasında huzur ve istirahat balı yoktur. Gönül, tamahını, hırsını bu sofranın acısından da kes, tatlısından da.

Behram-ı Gûr’un avlandığı yayı at da al eline Cem kadehini Çünkü ben, bu sahrayı çok döndüm, dolaştım; ortada ne Behram var, ne mezarı!

Yoksulları görüp gözetmek, ululuğa, zarar vermez. Süleyman bile o kadar ululuğıyle beraber karıncaya lûtuflarda bulunur, iltifatlar ederdi.

Gel de saf şarapla sana zamanın sırrını göstereyim, ama bir şartla: O sırrı gönül gözleri kör olan tabiatsızlara göstermeyeceksin.

Sevgilinin yay kaşları Hâfız’dan yüz çevirmez ama bu kuvvetsiz kollarını görünce gülümser durur!

Şerâb-ı sus mihadem ki merd-efken şeved züreş
Ki tâ yek dem biyisâyem zi dünyâ vu şer-u şüreş

278‏

 

شراب تلخ می‌خواهم که مردافکن بود زورش

که تا يک دم بياسايم ز دنيا و شر و شورش

 

سماط دهر دون پرور ندارد شهد آسايش

مذاق حرص و آز ای دل بشو از تلخ و از شورش

بياور می که نتوان شد ز مکر آسمان ايمن

به لعب زهره چنگی و مريخ سلحشورش

 

کمند صيد بهرامی بيفکن جام جم بردار

که من پيمودم اين صحرا نه بهرام است و نه گورش

 

بيا تا در می صافيت راز دهر بنمايم

به شرط آن که ننمايی به کج طبعان دل کورش

نظر کردن به درويشان منافی بزرگی نيست

سليمان با چنان حشمت نظرها بود با مورش

 

کمان ابروی جانان نمی‌پيچد سر از حافظ

وليکن خنده می‌آيد بدين بازوی بی زورش

**

 

Sarhoş sevgilimin derdinden pek harabım... gamzeleri yaralı gönlüme oklar saplamakta.

Sevgili, haça benzeyen zülüflerini dağıtırsa nice müslümanlar şaraba düşer, kâfir olur!

Sana bağladım, gönlümü başkalarından aldım. Seninle aşina olanın ne yabancıyla işi var, ne bildikle!

Bu âşıka inayetle bir bak. Lütfün yardım etmedikçe hiç bir işi ileri gitmiyor.

Ey güzellik ve alım ülkesinin padişahı, lâl dudağın yaralı gönlüme tuz ekerse ne olur?

Sarhoş gözlerin, önümden, ardımdan pusu kurdu da sabrımın harmanım yele verdi, savurdu!

Âşık, kapı ardında oturup beyhude yere gam yeme. Senin gam yemenle rızık, ne eksilir, ne artar!

• Mademki bu faydasız savaşma bir fayda vermeyecek... Şu halde ey olmayacak düşüncelere dalan, derde düşüp gönlünü incitme!

* Tanrı hakkıyçin ne olur, bu âşık Hâfız’ın halini bir sor. Yoksul, hal hatır sorarsa şaşılmaz... fakat padişah sorarsa hiç şaşılmaz!

Men herâbem zi gamı yâr-ı herâbâti-i hış
Mizened gamze i o nâvek-i gam ber dil-i riş 

**

 

Seher yeli, sevgilinin amber saçan zülfüne ulaşıp o güzelim saçları eğdi büktü mü gayri esip hangi hasta âşıka dokunsa o âşık taze can bulur.

Nerde bir hemdem ki gönül, sevgiliden ayrı bulunduğu demlerde neler çekiyor, bir iyice anlatayım.

Zemane, gül yapraklarından senin yüzüne bir nazire düzdü ama, o nerde, yüzün nerde? Bunu o da gördü de utancından gonca içine sağladı, gizledi.

Sen uykudasın... yoksa hakikatta aşkın ne ucu vardır, ne bucağı.. Maşaallah bu sonu olmayan yola!

Kabe, âşıklarından özür diler mi, diler... çünkü o yanık gönüllülerin canı, oraya varmak için çöllerde yandı, yakıldı!

Bu Beytülhazen hastasına sevgilinin çene çukuruna düşmüş olan gönül Yusuf’unun namım, nişanını İrim getirir acaba?

O zülfü tutup Veririn eline teslim edeyim Hâfız'ın gönlü, onun hilesinden hud’asından  yandı artık!

Çu berşikest saba zulf-i 'anber - efsaneş
Beher şikeste ki peyvest tize şud caneş

280‏

 

چو برشکست صبا زلف عنبرافشانش

به هر شکسته که پيوست تازه شد جانش

 

کجاست همنفسی تا به شرح عرضه دهم

که دل چه می‌کشد از روزگار هجرانش

زمانه از ورق گل مثال روی تو بست

ولی ز شرم تو در غنچه کرد پنهانش

تو خفته‌ای و نشد عشق را کرانه پديد

تبارک الله از اين ره که نيست پايانش

 

جمال کعبه مگر عذر ره روان خواهد

که جان زنده دلان سوخت در بيابانش

 

بدين شکسته بيت الحزن که می‌آرد

نشان يوسف دل از چه زنخدانش

 

بگيرم آن سر زلف و به دست خواجه دهم

که سوخت حافظ بی‌دل ز مکر و دستانش

 

**

 

Hatalar bağışlayan, suçlar örten Padişah’ın zamanında Hâfız, sürahiyle, şarap içmekte, müftü kadehle!

Sofi, muhtesibi omuzunda şarap testisini götürür görünce tekke bucağından kalkıp geldi, küp dibine oturakodu.

Seher çağı, Pîr-i Mugândan şeyh ve kadının ahvalini, onların Yahudice gizli gizli şarap içişlerini sordum.

Dedi ki: Mahremsin ama bu söz söylenemez. Dilini kıs, sırrı gözet, şarap içmeye bak'

Sâki, bahar geliyor, şarap parası kalmadı. Düşün, taşın, bir çaresini bul... dertten gönlümün kanı coşmakta!

Aşk, müflislik, gençlik ve ilkbahar... artık özrümü kabul et, suçumu kerem eteğiyle ört!

Niceyedek mum gibi dil uzatıp duracak şikâyette bulunacaksın? işte murat pervanesi geldi, çattı; Âşık, sus artık!

Ey suret ve mana Padişahı, senin gibisini ne bir göz görmüştür, ne bir kulak işitmiştir.

Genç bahtın bu ihtiyar feleğin köhne gök hırkasını miras alıncaya kadar sağ ol. Felek yok olsa bile sen yok olma!

Der ahd-ı Padşah-ı hatâbahş-u curm-püş
Hâfız kırâbe-keş şud-u mufti piyâle-nüş

285‏

 

در عهد پادشاه خطابخش جرم پوش

حافظ قرابه کش شد و مفتی پياله نوش

         

صوفی ز کنج صومعه با پای خم نشست

تا ديد محتسب که سبو می‌کشد به دوش

احوال شيخ و قاضی و شرب اليهودشان

کردم سال صبحدم از پير می فروش

گفتا نه گفتنيست سخن گر چه محرمی

درکش زبان و پرده نگه دار و می بنوش

ساقی بهار می‌رسد و وجه می‌نماند

فکری بکن که خون دل آمد ز غم به جوش

عشق است و مفلسی و جوانی و نوبهار

عذرم پذير و جرم به ذيل کرم بپوش

 

تا چند همچو شمع زبان آوری کنی

پروانه مراد رسيد ای محب خموش

ای پادشاه صورت و معنی که مثل تو

ناديده هيچ ديده و نشنيده هيچ گوش

 

چندان بمان که خرقه ازرق کند قبول

بخت جوانت از فلک پير ژنده پوش

 

**

'A

 

 

296.

Aşkında vefakârlık göstermede mum gibi güzeller içinde meşhurum. Mum gibi aşk yolunda caniyle, başıyle oynayanların ve rintlerin mahallesinde gecelemekteyim.

* Aydınlığın ateşinde mum gibi ağlayıp duruyorum. Bu yüzden gama tapan gözüme ne gece uyku giriyor, ne gündüz!

Aşkının suyu ve ateşi arasında mum gibi erimeye başlayalı dağa benzeyen sabrım, derdinin eline düştü de mum gibi yumuşadı.

Sabır ipliğim gam makasınla kesildi, öyleyken yine aşk ateşinin içinde mum gibi gülüp durmaktayım.

Kızıl göz yaşlan atım bu kadar hızlı koşmasaydı gizli sırrım, âleme mum gibi apaydın yayılır mıydı?

Mum gibi göz yaşı yağmurları yağdıran bu zayıf ve perişan gönlüm, su ile ateş arasında yine senin hararetli bir âşıkındır,

Âlemi bezeyen yüzün olmadıkça gündüzüm gece gibidir. Aşkım kemalde olduğu halde yine mum gibi noksanın tam içindeyim, günden güne eriyip gidiyorum!

Ey nazenin sevgili, bir gece vaslında beni devlete ulaştır da yurdum, cemalinle mum gibi aydınlansın.

Sabah çağına erişmiş mum gibi senin vuslatına ermek ümidiyle yandım, yakıldım bir nefeslik ömrüm kaldı. Sevgili, yüzünü göster de canımı mum gibi feda edeyim.

Ayrılık gecesi bana bir vuslat habercisi yolla. Yoksa derdinden mum gibi bütün âlemi yakar yandırırım!

Hâfız, senin sevgi ateşini öyle bir başına aldı ki... gönül ateşini göz yaşlarımla mum gibi söndürmeme imkân mı var?

Der vefâ-yı ışk-ı hı meşhûr-ı hübânem çu şem'
 Şebnişin-i küy-ı ser-bâzân-u rindanem çu şem'

294‏

 

در وفای عشق تو مشهور خوبانم چو شمع

شب نشين کوی سربازان و رندانم چو شمع

روز و شب خوابم نمی‌آيد به چشم غم پرست

بس که در بيماری هجر تو گريانم چو شمع

رشته صبرم به مقراض غمت ببريده شد

همچنان در آتش مهر تو سوزانم چو شمع

 

گر کميت اشک گلگونم نبودی گرم رو

کی شدی روشن به گيتی راز پنهانم چو شمع

در ميان آب و آتش همچنان سرگرم توست

اين دل زار نزار اشک بارانم چو شمع

 

در شب هجران مرا پروانه وصلی فرست

ور نه از دردت جهانی را بسوزانم چو شمع

بی جمال عالم آرای تو روزم چون شب است

با کمال عشق تو در عين نقصانم چو شمع

 

کوه صبرم نرم شد چون موم در دست غمت

تا در آب و آتش عشقت گدازانم چو شمع

 

همچو صبحم يک نفس باقيست با ديدار تو

چهره بنما دلبرا تا جان برافشانم چو شمع

 

سرفرازم کن شبی از وصل خود ای نازنين

تا منور گردد از ديدارت ايوانم چو شمع

 

آتش مهر تو را حافظ عجب در سر گرفت

آتش دل کی به آب ديده بنشانم چو شمع

**

 

Seher çağı, doğunun mumu, misilsiz yaratılış köşkünün nalvet bucağından görünüp her tarafa şuleler salınca

Felek, ufkun koynundaki aynayı çıkarır.. o aynada kâinatın yüzünü binlerce çeşit olarak gösterir.

Zühre, felek Cemşidinin çalgı odasının köşelerinde ergununa düzen verir, çalmaya başlar.

Çenk, “Şeker nerde, hani?” diye feryada başlar. Kadeh, ‘ Meneden neye gitti, ne oldu?” diye kahkahalarla gülmeye koyulur.

Devranın ahvaline bak da işret kadehini eline al. Çünkü her halde bu durum, durumların en iyisidir.

Dünya güzelinin zülfü, baştan başa tuzaktır, baştan başa hile, Âşıklar, bu ip için savaşa düşmezler.

Cihan faydasını elde etmek ister, âlemde faydalanmak dilersen Padişahın ömrüne dua et. Çünkü o, ihsanlarda bulunan kerem sahibi ve faydalı bir varlıktır.

Ezel lûtfuna mazhar, istek gözünün nura, ilimle ameli bir araya getirmiş olan cihanın cam Şah Şüca’dır.

Bamdâdan ki zi halvet-geh-i kah i ibda'
Şemc-i hâver fukened ber heme etraf şuca'

غزل  293‏

 

بامدادان که ز خلوتگه کاخ ابداع

شمع خاور فکند بر همه اطراف شعاع

 

برکشد آينه از جيب افق چرخ و در آن

بنمايد رخ گيتی به هزاران انواع

در زوايای طربخانه جمشيد فلک

ارغنون ساز کند زهره به آهنگ سماع

 

چنگ در غلغله آيد که کجا شد منکر

جام در قهقهه آيد که کجا شد مناع

 

وضع دوران بنگر ساغر عشرت برگير

که به هر حالتی اين است بهين اوضاع

طره شاهد دنيی همه بند است و فريب

عارفان بر سر اين رشته نجويند نزاع

 

عمر خسرو طلب ار نفع جهان می‌خواهی

که وجوديست عطابخش کريم نفاع

 

مظهر لطف ازل روشنی چشم امل

جامع علم و عمل جان جهان شاه شجاع

**

 

Şah Şüca’ın ululuğuna, devletine, mevkiine andolsun ki mal ve mevki için kimseyle kavgam, gürültüm yok.

Evdeki şarap bana yeter, meyhane şarabım sunma. Ey tövbe yoldaşı, şarap arkadaşım geldi. Artık sana elveda!

Allah için hırkamı şarapla yıkayın. Çünkü ben bu şahitlikten bir hayır kokusu bile duymuyorum.

Ben muti bir kulum, sen de emrine itaat edilen bir padişah., bu nimete şükrane olarak âşıklara bir bak. Onları bir gör, gözet!

Senin kadehindeki bir yudum şarabın feyzine susamışız, fakat ne küstahlık ediyoruz, ne baş ağrıtıyoruz.

•• Zemane hüneri satın almıyor, ben de de bundan başka bir matah yok. Bu kesat matahla nereye ticarete gideyim?

Taun, Hâfız'ın, alnını, yüzünü Şah Şüca'ın ululuk kapısının toprağından ayırmasın!

Kasem be haşmet-u cah-u celal-i Şah Şucâ'
Ki nist bâ kesem ez behr-i mâl-u câh niza'

 

غزل  292‏

 

قسم به حشمت و جاه و جلال شاه شجاع

که نيست با کسم از بهر مال و جاه نزاع

 

شراب خانگيم بس می مغانه بيار

حريف باده رسيد ای رفيق توبه وداع

خدای را به می‌ام شست و شوی خرقه کنيد

که من نمی‌شنوم بوی خير از اين اوضاع

ببين که رقص کنان می‌رود به ناله چنگ

کسی که رخصه نفرمودی استماع سماع

به عاشقان نظری کن به شکر اين نعمت

که من غلام مطيعم تو پادشاه مطاع

 

به فيض جرعه جام تو تشنه‌ايم ولی

نمی‌کنيم دليری نمی‌دهيم صداع

جبين و چهره حافظ خدا جدا مکناد

ز خاک بارگه کبريای شاه شجاع

**

 

Seher çağı âşık bülbül gibi dimağıma ilâç bulmak, aklımı tedavi etmek ümidiyle gül bahçesine gittim.

Güzelim gülün cilvesine baktım. Âdeta karanlık gecede apaydın bir çırağa benziyordu.

Gençliğine, güzelliğine öyle mağrurdu ki bülbülün gönlünden haberi bile yoktu.

Güzel nergis hasretle göz yaşlan dökmekte, lâle sevda ile canına, gönlüne yüzlerce dağ vurmaklaydı.

Süsen serzenişle kılıç gibi dilini uzatmış, şekayık gammazlar g:bi ağzını açmıştı.

Gâh şaraba tapanlar gibi eline sürahiyi, gâh sarhoşların sâkisi gibi kadehi alıyordu.

Hâfız, neşeli işret âlemini, gençlik çağım gül gibi ganimet bil; elçiye ancak haber vermek düşer!

Seher be buy-ı gülistan demi şudem der bağ
Ki tâ çu bulbul-i bidil kunem ilâc-ı dimağ

295‏

 

سحر به بوی گلستان دمی شدم در باغ

که تا چو بلبل بی‌دل کنم علاج دماغ

به جلوه گل سوری نگاه می‌کردم

که بود در شب تيره به روشنی چو چراغ

چنان به حسن و جوانی خويشتن مغرور

که داشت از دل بلبل هزار گونه فراغ

 

گشاده نرگس رعنا ز حسرت آب از چشم

نهاده لاله ز سودا به جان و دل صد داغ

 

زبان کشيده چو تيغی به سرزنش سوسن

دهان گشاده شقايق چو مردم ايغاغ

 

يکی چو باده پرستان صراحی اندر دست

يکی چو ساقی مستان به کف گرفته اياغ

نشاط و عيش و جوانی چو گل غنيمت دان

که حافظا نبود بر رسول غير بلاغ

**


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar