HAKİNAME
Elhamdülilahi rabbil alemin vessalatü
vesselamü ala rasülina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim ecmein.
Cümlemize layık görülen her işte
gönlün hikayeleri okuna, okuna ki, bizde olan halete seninde ortak ol. Bu kelam doğarken, sadece O ortak oldu; kimseye pay vermedi. Geceyi gündüze katan beni senin içine
katınca; her sultana bunların verilmediğini göreceksin. Büyük bir iddia gibi geldi ise sana, bu sözlerin bizden olmadığını anlayacaksın.
Hızır´ı görenler, sırdan sual ederler. Bizim bildiğimizden ise, Hızır sual eder. Bir kapının bendesi olduk ki,
cümle buna hayran ve hayrettedir.
İlk ders ne olursa olsun, razı ol; sorma. İkinci ders, ilminin kafi gelmediği yerde acele etme ve her
şeyin başında onun yokluğunu düşün. Üçüncü ders bizimle olduğun için doğru
yolda olduğunu bil; çünkü biz doğru yoldayız.
Biz sana kader ilmini açacağız. Bu konuda Peygamber Efendimiz (sav) bile
sukutu tercih etti. Ama fitne zamanı zuhur ettiği için, artık izin verildi. Sabırlı ol, bu nasıl söz deme; bizim sözlerimiz seneler
sonra açığa çıkınca inanmadığına pişman olursun.
Haki sırdır; varlık ve yokluğun
birleştiği yerdir. Bu bilgi yok iken de
onda var olma hakikatini murat ederdi.
İmandan bahsedenlere şunu söyle;
neye inanırsan inan, ister Allah´a ister
puta, eğer esaslara eğer uymuyorsan, bil ki sen hiç birine inanmazsın. Bir
eşkiyadan bir veli çıkması budur. Nefsi kuvvetli olanın imanı kuvvetlidir. İmanı
kendi içindeki sadakatte aramalısın.
Çokları bu konuda aldandılar.
Batıldaki şiddet onun inancındaki kuvvettendir. Ona göre düşün. Yokluk
alemindeki savaş, imandaki kuvvetlerin
savaşlarıdır. Bugün müslümanlar
eziliyorlarsa, iman etmediklerinden dolayıdır.
Sana birisi gelip bir hakikati
anlattığında, onun sana bir iyilik
olduğunu sanma, aslında sana gelecek
olan imtihan veya belanın habercisidir.
Aslında senin hakkında bir hüküm verilmiştir de, onun tecellisinin zahir olmasının ön hazırlığıdır.
Bu senin hakkında tecelli edecek hakikatin ne yönden geleceği ve tehlikeyi
gösterir. Bir ademe gelecek en büyük elem nedir bilir misin. O da
yokluktur. Bunu her konuda düşün. Kaybedecek çok varlığı olan adem, yarına hazırlan. Artık sana bunları okuduktan sonra özür
kapısı kapanacaktır. Tövbe için ne
dersin, diye sorarsan. Hakiki tövbeyi yapanlar günah işlemiş
değillerdir. İşledi görünse de aslında
onlar yok gibidir. Tövbe, bir önceki zamana ve hale dönmemektir. Yani
doğduğun zamandaki temiz fıtratına demek istiyorum. Bu hayat kitabında o kısım kesilip, bir sonraki zamanla birleştirilmiş kayıt
gibidir. Sen kendini biri uyarır
görürsen, kork ve ağla. Öyle ağlamasın ki, feryadın yeri ve göğü tutsun. Sen ve bizler
hakikati görmüş ve bilmiş olan tarafından uyarıldık. Peygamberimiz (sav) çok ağlayın demesi budur.
Haki içimizi karatma, korkuya düşürme; dediğin geliyor içimize;
bizde deriz ki, zaten iyi bir yoldasın
ki, bizim kitabımızı okuyorsun, üzülme deriz.
Ezelde yapılan taksimatta, ahirde zahir olacak şeyin, esbabına konulan hükümde adaletsiz hiç bir şey
ayan olmadı. Yaratılışın icabı bahşedilen nimet ve külfetler takdir edilirken
fıtratın esas alınmasındaki gizli kudret, ancak Allah tarafında bulunan ilmi hakikatin
bünyesindedir. Burada hüküm vermek
yoktur. Çünkü O, yaptığından
sorulmaz. Azlık ve çokluktaki sır, her neye nisbet edersen et, nispet edildiği şeyde gerekli miktarda olmasa
idi; alemdeki düzen bozulurdu. Mesela
azgın insana verilen mülk ve saltanat sayesinde, acizler hem korunmuş ve hem de Hakkın
varlığının tecellisinin görünmesine engel olunmamış oldu. Çünkü insanın varlıktaki isyanı yokluktan
daha fazladır. Onu, kendinden daha fazla uzaklaşmasına mani olmak,
aklını hatırlaması için azgına verdiği
nimet; azgın için külfet iken, mazlum
için lütuf olmuştur. Adem yaratılışında
kuvvetliye hayran yaratılmıştır. Bazen
görürsün ki, Allah bile olduğunu iddia
etmiştir. Bu sebepten ötürü, var olan eşyada hakikati aramak lazımdır. Hakikat perdesi yokluk ile açılır. Peygamberler hep fakir kullar ile
desteklenmiştir. Mal ve kudret sahipleri
daha sonra iman etmişlerdir. Ne konuda
olursa olsun varlık perdesi yırtılması zor bir engeldir. Bazı halde de yoklukta ademi tehlikeye
düşürecek olsa bile, bu varlık kadar
etkili değildir.
Bu meyanda bir kuldaki varlık ve
yokluğun sırrını hemen çözemezsin. Kahır
ve lütuf penceresini aynı anda açarak bak.
Göreceksin ki, Yaratan en ince
ayrıntıyı dahi unutmamış. İşte kader kitabının başında kendi için, "Ben yarattıklarıma hiç
zulmetmem" yazmıştır. Neye bakarsan içine bak, görecek gözün varsa. Yoksa bizim sözümüzü yine
anlayamazsın.
Kitapta yazılan bir hakikatte şudur
ki, dalalette olan sınıflar üç bölük huy
üzeredir. Bunlar azmış zenginler, kudret
ve kuvvet sahibi hükmeden kişiler ve onları tasdik eden ve yaltaklanan bilgin
kişilerdir.
Hidayet üzere olanlar ise iki
kısımdadırlar. Bunlar inananlar ve inandığını yaşayanlar.
Bu sayılan beş sınıftan ancak bir
tanesi kurtuluşa erecektir. Bu ise
inandığını yaşayanlardır.
Bir konuda söz verdin ise, sana sorulacaktır. Bir meselen olup danıştın ise, eğer danıştığın üzere hareket etmez isen
yanılırsın. Onun için tutuğun dostu iyi
seçmelisin. İnsan dostunun dini
üzeredir. Yol çizgini iyi tespit etmeden
hareket etme. Çünkü yaşam her halükarda
bir arkadaş sahibi olman gerektiren bir yoldur.
Çokları vardır ki, hayatı O´nsuz düşünmeye çalışırlar. Bunu böyle düşünürsen meseleleri
çözemezsin. Sen her konuda O´na öncelik
tanıman lazımdır. Beşer olarak senin
arşınlayacağın meydan O´nun meydanı yanında karıncanın kainatı gibidir. Karınca
dahi kendi aleminde O´nu tanıyarak hareket eder. İşte kitapta yazar ki, kendini bilenler, yani ne olduğunu fark edenler sonunda hedefe
varırlar. Akıl süzgecini kendine
yorarsan O´nu görürsün. O´na yorarsan ne kendini ve ne de O´nu bulursun. Kader çizgisinde varlığını O´na tâbi kılarsan
ve uyarsan emeksiz hakikat görünür; yoksa boşa suda emek harcarsın. Suyunda seraptır. Emeğinin acısını ciğerinde duyarsın. Ölümü görmeden O´nu bulamayacağın gibi, doğmadan ölemezsin. Her ölümde bir varlık çıkar. Kendini
öldürürsen, O´nu bulacaksın. Kötülük ve iyilikler yan yana durursa ayakta
kalırsın. Birisinin yok olması senin yok
olmandır. Onun için kötülüğü iyiliğin içinde yok etmeye çalışmalısın. Öyle yok
et ki kötünün varlığı her halde, iyi
olarak karşına çıksın. Bazıları ister ki,
her zaman iyi hal üzere bulunalım. Bunu dilemek yok olmakla eşittir. Cenneti cehennemsiz düşünürsen, ne kıymeti olur. Bizi biz yapan ikiliktir. Ama O´nda bu
geçerli değildir. Bu ise O´nun
büyüklüğünün tezahürüdür. O, biz olmadan var olur. Kader bizim yanımızda muamma iken O´nun yanı
da açık bilgidir. Çünkü kader, O´dur.
O´na kavuşan kadere hükmeder.
Sonra ne isterse gerçekleşir.
O´nu bulmalısın. O´nu bulanlara
ne mutlu. . .
Bir kuvvete sahip olmak istersen o
kuvvetle aynileşmen gerekir. Çünkü
sendeki özü çalıştıracak etken o olduğu gibi, O´nun sana yönelmesini sağlayacak da, odur. Ne demek istedin dersen; yardım istedin
mi bir şeyden, illa katıksız ol. Başka şeyin katkısını arama. Katkı özü bozduğu gibi sonunu keser. Sende suçu kendine veremez ve niye böyle oldu
sorusuna cevap bulamazsın. Her şeye
erişmek, her şeyi terk etmekle ve yine
her şeyi kendinde bulmakla olur. Sen her
şey isen düşünceni dışarıya yönlendireceğine kendine yöneltmelisin. O zaman ne istersen iste, yok olanı değil; var olana talip olduğun için
onlara kavuşursun. Her gaye bir şeye
kavuşmak değil mi? Önce sen, sana kavuş.
Kavuşmalar aşk ateşinin hararetini artırır. Sırrını aramaya meyil edersin. Sırrı adem uzakta aradı, yakına baksa idi gerçek kendine açılırdı. Aşkı önce kendinle yaşamayı bilmen gerekir.
Kendine aşık olana, alem aşık olur.
Ölümü sevmek çok zordur. Doğan her
şey için ölümün olması bir kader ise, kaçılmayacak şeye uzak durmak niye insana bir
tutku gibi yapışıktır. Aslında ölüm
perdenin yırtılması, yüzsüzlüğün
görüntüsüdür. Eğer ölüm olmasa idi, hangi gerçek bizi ablukaya alırdı. Ölüm olmasa idi, yaratan bizi nasıl sorgulardı. Ölüm olmasa idi, yaşamanın kıymeti ne olabilirdi. Ölüm, hakikatin kendisi ise; bu açmazlarda dolanan
insan, bu hakikati perdelemek için neden
kendini zorluyor. Aslında ölüm, istenilen bir istek de değildir.
Kaçınılmaz sondur. Kaçamadığı
sondan insan ya inkarla, yada tapmakla
kurtulabildi. İnsan fıtratı ölümü, bir geçit olarak görüp ölüm sonrasını
düşünmesi, aslında çok şeyin huzurunu
sağlıyor. Nasıl mı? Acı çeken
intikamının alınacağını, acı çektiren
bir şekilde yok olacağını kabul ederek bu düzende yerini alıyor. Eğer ölüm bir gerçek olmasa idi, intihar edenlerin sayısı, normal ölümden fazla olurdu. Çünkü intihar bir
ölüm değil, başkaldırıdır. Çünkü
ölmemiştir. Ölmeyince de boyutlar arasında gezer durur. Bu gezmede daha fazla ölümü temenni
eder. Faydası olmaz. Çünkü yaratana itiraz etmiştir. Bu sebeple düzene parmak atanlar kendini zora
koymuştur. Her iş O kudret sahibinin
emrindedir. Lakin öbür dünyanın varlığı
aslında inanan için bile bir yere kadar etkin olmakta; çünkü kendi bile bir yerde
istenilen seviyede bir inanışa kavuşamadığı için zorunlu gerçeği istemeyerek
kabul etmektedir. Aslında biliyordu ki, ölüm bir gerçekti. Lakin bir yerde kabullenemiyor. İşte bu zorlanmanın varlığını bilen Allah
Teala, bizlere bir yarından bahsederek
bu yok olma gerçeğinin ağırlığını hafifletti.
Kitapta şunu yazdı. Her doğan, sonradan var olan mutlaka ölecek ve sonra
hesap verecektir. Yaşam nimetine
kavuştunsa, ölüm ve sonrası gerçeğine
bir şekilde kendini hazırla. Ölümden
sonrası yok diyemezsin, var olman bir
şekilde sonsuz denilecek bir halde, boyutlar içerisinde devam eder. Bir önceki
hayatın faturasını hep ödersin. Çünkü O
nice ademler yarattı. Varlığını hepsine
de kabul ettirdi. Sen varlık kapısına
düştüğün ve kıyametinin koptuğu günde kendini yalnızlık içerisinde bulmak
istemiyorsan Rahman kapısından beslenmeye bakmalısın. "Ben her zaman rahmetimi gazabıma etkin
kıldım. Benden emin olun, Beni dost seçin. Çünkü insan çiftlikle yaratılmıştır. Kendi çiftin olarak Ben´i kabul et. Kendine, kendini eş tutarsan yanılırsın, hataya düşersin. Bu konuda Ben seni hep uyarıyorum. "
buyurdu.
Adem´i hataya düşüren sonsuzluk
duygusu ve ilahlık membaından aldığı nispettir.
Çünkü şöyle kendine bir nazar kıl, hiç ölmeyecekmiş gibi bir hal seni kaplar
durur. Şimdi sana ölüm gerçeği
söylendiğinde hemen bir sıkıntı zuhur eder;üzülürsün. Ama ölümü her gün bilinçsizce yaşar durursun.
Ama sen bu hali, bilincine
yerleştirirsen bil ki üzüntün kaybolur gider. Bütün canlılar ölümü
tadacaktır. Bu hükümdür. Ölümü her gün uykunda yaşarsın. Aslında bu isteyerek veya istemeyerek
olur. Sen ölümü nefsinde değil de
ruhunda bir kere yaşarsan artık ölüm artık sana hiç gelmeyecektir. Ruhu öldürmek aslında ölüm halini yaşamaktır. Bu ölüm nefsin ölümüne benzemez. Bu ölüm varlığını Küll-i varlıkta yok
etmektir. Nasıl? Bu yaşama ile
bilinir. Sen ölümü, önce nefsine alıştırdın mı, sırası ile bu ölüme yol bulursun. İsteklerin ölmeli, duygular bitmeli, sevinç ve üzüntü kalmamalı; yani varlığın anne
karnındaki gibi olmalı. Her şeyin
kendiliğinden nasıl meydana geldiğini önce gördün, bunu hatırlamalısın. Sonra ruhundaki ilahlık nispetini öldürüp, Yüce Yaratıcıya bağlılığını izhar
etmelisin. O ki, seni niyetinden çok iyi bilir. Ruhunu istemezlik çölünde susuzluğa mahkum
edip, suyu arayan olmayıp, suyun kendisi olmaya talipli olmalısın. Bakarsın ki, ortada ne ruh kalmış ve nede nefis, her şey bitmiş. Her şeyin bittiği sanıldığı yerde, asıl varlık ortaya çıkar. O zaman ölüm ve varlığın aynı şeyler olduğunu
anlarsın. Yüce Allah´ın karşısında bir
isteğin olması aslında ölümün kendisi olduğunu, isteksizliğin ise ebedilik olduğunu
anlarsın. İşte Ademi cennetten çıkaran
istek idi. İstek ve ebedilik arzusu
senden bulunursa seni uçuruma götürür. Ama sen bunları O´na kavuşarak
kendiliğinden bulursun. İstemeden verilen
budur. Sen bunları okurken içindeki
istekler zulmetini yırt ve rıza perdesini üzerine çek. Bu ölümün perdesi seni ebediliğe
kavuşturacaktır. O sen, sende O.
Sonuçta bu değil mi, hedefin.
Olanlara bakarken kendi baş gözünle
bakma. O baksın. Hakkı anlatan nameleri sana her gün okunur
durur. Sen çık aradan. O var olursa ve seni her şey kabul eder. Ama O´nu sen bulamayınca, diğerleri nasıl
bulacaklar. İslam hakikati bugün
sinesinde yeşertecek toprak sahibi bulunmayınca, yalnızca anlat dur. Kimse imana gelmez. O şanlı Muhammed (sav) kendi torağında İslam
a can verdi. Yoksa bu insanlar kabul
eder mi, sanıyordun. Hayır.
Muhammedîler gelmedikçe hocalar bağırsın dursun nafile, çoğunun arabası yolda kalır. Önce bu İslam tohumunu ekecek bir toprak
lazım. Bizi okuyan güzel kardeş, toprak kayaların kumlaşması ile olmaz
bilirsin. Sen de bizi okuya, okuya çürü ve öl. Ölen bedenin önce kokar sora kurda yem
olur. Ama kurt bile seni terk eder hale
gelirsin. Artık sana tohum atılacak
simsiyah olursun. Seni güneş, su ve hava kabartır. Tohum atılacak hale gelirsin. Sen o zaman ölümü bir defa yaşadın. Ölümsüzlük meydanında artık tohumu yetiştiren
olursun. Sen O´nun kainatta dağıttığı en
güzel vazifenin memuru olursun. Sen
rablaşırsın. Kainat senin elinden
terbiye olur. Bazıları bunu hemen
isterler. Olmaz illa ki, çile yurdunu görmen lazımdır. Bunu herkes başara bilir mi? Hayır; çöldeki
bir kumun takdiri ile aynı yazgıdadır.
Bu O´nun istemesidir. Allah´ım ne
isterim derim; ne de istemem. Çünkü her
şey senin emrin iledir. Ne zaman ki
işine karışmadık, işler güzel
gitti. Karışma ki, karışmayasın.
" Gözü kaymadı, haddi de
aşmadı" O´nu aleme Sultan yaptı.
Senin Şanlı Muhammed Mustafa (sav) gibi bir mihengin var. Bize artık bu konuda bir şey sorma.
Allah , Ademi yaratırken neyi murat etmişti. Niçin bu çileli hayatın baş rol oyuncusunu
kendine muhatap kıldı. Ondan istediği
basit şeyleri, ona zor gösterdi. Onu göklere misafir kılacak kadar aziz, yerlere konulmayacak kadar rezil yarattığı
ademde neyi aradı. O kendi koyduğu
düzeni bozmayacaktır. Fakat ona öyle bir
duygu verdi ki, kendine rakip olmaya
kalktı. Şeytanı yoldaş edinip haddi
aşmaya kalktı. Peki neden bunlara gerek
vardı. Olmasa ne olurdu. Bir şey de olmazdı. Olmazdı ama niçinlere meydan veren bu sorular
ortaya çıktı. O, Yüceler Yücesi kendini bilirken yine kendi
yarattığı tarafından bilinmeyi ve ilahlık özeliğini kendinde açılmasını
arzuladı. Bu arzu, O´ndaki gizli sırları yarattıkları ile açığa
çıkardı. Melekleri yarattı, hep itaat ettiler. O´nda bir zevk hasıl etmedi. Cinleri yarattı, isyanı kendilerine yol ettiler, gazabı kabullendiler. Bunlar O´nu istenilen zevke erdirmedi. Bunlardan ayrı ve daha zayıf olarak insanı
yarattı. Ona da aşık oldu. İnsan zayıflığına rağmen hem isyanı, hem de itaatı kendine mal etti. Böylece O´nu kendine hayran etti. Çünkü adem yaratılırken O´ndan bir parça
kendinde bulunduruyordu. İşte bu onun
arada bir ilahlık davasında yarışmaya götürdü.
Bu sebeple Allah her zaman beni unutma senden üstünüm ve büyüklüğümü bil
diyerek ademi uyarması bundandır.
Peygamberlerin gelmesindeki tek dava budur. O her zaman beni unutma der. Unutmak ise insana verilen en büyük eksiklik
ve nimettir. Çünkü unutmak ile hem aşağılanmış
ve de korunmuş oldu. Fakat cinlerde
unutmak yoktur. Onlar her zaman hataları
ve iyilikleri ile beraberdirler. Bu
onların ilerlemelerine mani olmakta seviyelerini aşağıda tutmaktadır. İnsan yok olmanın acısını daha annesinin
karnından çıkarken duyar ve ağlar.
Doğmak, yok olmasının sebebi
olacaktır; doğmasaydım, der. Bunu sonrada unutur. Çekilecek elemler ona zor gelmez. O her zaman ölümün kendini beklediğini bilir
de, bunu kendine bile duyurmak
istemez. Bunu yok kabul eder, dünyaya bağlanır. Ama Allah ona peygamberler göndererek
uyarınca, gerçek su yüzüne çıkınca, çokları itiraz eder. Çünkü yaratan bir yere kadar insanı hatası
ile kabul ederken, bir yerden sonra
kendinin varlığını kabul etmesini ister.
Kıyamet insanların üzerine kopacağı zaman, artık insanların kendilerinin ilah olduğu
fikrine kapılıp kainatı alt üst etmeye kalktıklarında olacaktır. Bugün bakıyoruz ki, kıyamet kopmasına çok zaman vardır. İnsanların inançlarını yitirmesi kıyamet
kopmasına sebep olmayacak. Kıyameti
koparacak en küçük ferdi ile insanlığın ilah olduğu davası zahir olunca
olacaktır. Allah´ım bu fitneden bizi uzak
kıl. İlahlık davası nefsin yaratılışı
içinde her zaman vardır. Lakin içerisine
konan bu sırrı açığa çıkardığı zaman sorunlar o zaman başlar. Gaye onu bu
halden kurtarmaktır. Bu zorluk gösteren meselelerdendir. Seçilmişler dünyaya gelirken, bunu çözmek için gelmişlerdi. Bu konuda en büyük başarı Muhammed Mustafa
(sav) e aittir. Gayrısı ise ancak belli
merhalede kaldı. bizler bir çocuğun
Allah´a güvendiği kadar, O´na güvense
idik. Muhakkak ki, çok şeyin üstesinden gelirdik. Lakin her zaman kendimizi işin içine sokarak
hal etmeye çalıştık. Çok konuda
çoçuklaşmazsak çoğu sorunlar elbette çözülmez.
Ağlayan da biz oluruz. Muhammed (sav) deki temizliği görenler, peygamberliği O´na layık görmediler. Çünkü layık görmeyenleri kaplayan şeytani
akıl O´nu basit görüyordu. Ama O akl-i
küllün biricik varisi idi. Bütün ilimler
O ´ndan çıktı. O ise bunu hep saklı
tuttu. Bu büyüklüğün sırlı
tecellisidir. Şeytani akıl, saf akılı her zaman galip geleceği zannı ile
hakir görür. Fakat saf akıl yaratanın
menbaı, aslıdır. Bunu akletmek ve anlamak çok zordur.
Günlerin getireceği şerlerin bir
hayır olduğu, şer diye bir şeyin
olmadığı sana açıklandı. Kötü diye bir
şey yoktur. Fıtrat ve iktiza bunu sana gösterdi. Her şeyin aslında olan iyilik bazen şer
cephesinden çıkar, bu O´nun dilediği bir
istekdir. Çünkü şerri tarif eden koyduğu
esas içerisinde bunu sana tarif etti.
Bir ümmete yasak olan bir ümmete yapılması emir edildi. Fakat O, fıtratı ön plana çıkararak bazı şeyleri
bazılarına uygun, bazılarına zor ve
bazılarının da ayn´ı yaptı. Domuzu yaratırken aslını pis, toprağı yaratırken aslını temiz kıldı. Ne yaparsan yap, o hayvanı temiz edemez, toprağı da kirletemezsin. Sen kendinde bunu iyice fark et.
Bazı eşyada bir şeylerin aksi
gitmesi bundandır. Aslı bozmaya çalışmak,
işlerin bozulmasına sebep olur. Eşya ne olursa olsun aslına göre hareket
ederse hem kendine ve de başkasına zarar vermez. Asılı bozmak işinde en başarılı olan da
insandır. Çünkü yaratılışında kaypaklık
vardır. Onun için düzen bozucu ve
inkarcı ve kafir olarak çok çıkar.
Kader çizgisini insan uzak yerde
arar. Kader aslında kendi içinde insanı
döndürür. Bunu iyice anlamak gerekir. Gelecek insana hep gizli gibi görünse de her
şekli ile açıktır. İnsan hep kendine
layık olmayana talip olduğu için sorun girdabı içinde yuvarlanır. Okula gitmeden, tedrisattan geçmeden muallim olmaya
heveslenmek muhal bir şeydir. Şimdi onun
kaderinde muallim olmak ihtimali sadece lütuf kapısından olur. Yoksa hak etme yolundan olmaz. Bu ise Allah´ın koyduğu nizamda ancak irade
sınıfında zahirdir. Ben ne olacağım
yoktur. Senin ne olduğun vardır. Sen, ancak sende oluşturulan ve sana bir şekilde
nispet edilen fıtrat tohumlarının perdelerinde gizlisin. Düşün ki, Muhammed Mustafa (sav) ya nispet
edilen hikmetlerin hiçbirini sen kendine layık görebilir misin. Yok; öyle ise geleceğin sana Latif´in
iltifatı ile zahirdir. Bunda ise hata üzere olmaz. Çünkü " Rabbin doğru yoldadır"
boşuna söylenmedi. Alemin yaratılması ve
yok edilmesi, senin için doğumun ve
ölümün arası kadardır. Anla. Sen kendini
bilme yolunda bir adım alırsan, kader
sayfandaki bir nükteyi bulursun.
Gördüğümüz bir hakikat vardır ki, Efendimiz (sav) çok güzel belirtmiştir. Günah ancak sahibine zarar vermez. Senin günahın senelerce evlatlarına ve
geleceğine zarar vermektedir. Bu sebeple
çok sonra çıkan elemler aslında senin ektiğin tohumun meyvesidir. Ruhu saran günahın verdiği zararla
beşeriyetinin işlediği günah farklı, farklı muteala edilmelidir. İçtimai günahın hiçbir zaman affı olmaz. Allah, azap ayetlerini toplu işlenen günahlar için
indirdi. Toplu fuhuş, faiz, içtimai hile, adaletsizlik vb. gibi günahlar tövbesi olsa da bir yerde
bozulmasının tedavisi olmayan şekildedir.
Onun için lütuf kapısından verilen bir ihsanı bozmak yoluna
gitmeyelim. Atası iman konusunda mahir
bir nesil iken, sonra bozulursan
tedavisi şefkat ile değil, tehditle
gelir ki bu da elemlerin en büyüğüdür.
Hata nefse müteallik ise Allah her zaman af eder. Çünkü insanın yalnızlıktaki hata payı yüksektir. Ama başkasını hataya sevk etmekte ise, her iki taraf için bir aydınlatıcı nur
gönderilmiştir. Çünkü şehadette iki
kişinin kabul edilmesi bundandır. Biri, diğerini bir şekilde uyarır. İnsan bile yaratılış itibarı ile nefs ve ruh
terkibi ile uyarlanması budur. Bu
sebeple hiç bir günahın sebebi olma, neslinin ve kader çizginin bozulmasına sebep
olur. Sonra bazı şeyler zuhur edince elin ve gücün yetemez hale gelirde eyvah
edersin. Her ne şekilde bir azap
içerisinde olsan da bir kurtuluş vardır.
İçtimai hatanın tedavisi dünya ve ahiret cehennemidir, yani yoktur.
Onun sonu da yok olmak ve defterden rahmet defterinden silinmektir. Onun için günah işlerken bugünü düşünerek
değil geleceğe bakarak işle.
Kader bilgisine ulaşmak isteyen çok
olur. Fakat kader bakışına sahip olmaz
isen bilgisi sana faide vermez. Bu bakış
nedir; bu bakış, evveli ahirde, zahiri batında ve bunları ters halleri ile
birbirleri ile aynı an ve halde görmendir.
Görmek de çok zordur. Fakat bir
başarırsan lezzeti doyumsuzdur. Bunu
başaranlar kadere yön verdiler mi? diye sorarsan; onlar yön vermek şöyle dursun,
daha bigane davranıp habersiz
oldular. Çünkü bilirler ki, kader Allah´ın kendisi idi, kazasına da razı olmak; O´na razı
olmaktı. Bu bilgi Peygamber Efendimizden
(sav) Hz. Ali vasıtası ile bizlere intikal etti. Fakat tarihe bir bakınca en büyük fitne O´nun
zamanında zuhur etti. O İsm-i Azam´ı
bilirken kullanmadı. Sırları, geleceğin bilgisi varken, bilmez olurdu.
Ne idi bu hal diye kendini boşuna yorma.
Bu bilginin ucundan sen de haberdar olunca bil ki, senin de elin ve dilin bağlanır. Çünkü alemin sahibi karşısında bilmek
taraftarı olmak yerine cahil kalmak evladır.
İşte bildiğini bilmemekten büyük irfan yoktur. Zahir ilimler bazıları tarafından bazılarına
aktarılır. Ama bu bilgi öyle acayip bir
sırdır ki, yaşandıkça kendini tazeler, kendi kendine öğrenirsin. Sonu ise, kendi varlığının bir hiç olduğunu anlar, kulluk makamına erersin. Bu makama erende çok azdır.
Kaside-i Ercûze-i okuyunca gördük ki,
bizim kendimizden çıktığını zan
ettiğimiz sözler seneler önce Hz. Ali
(kerremellahü veche) Efendimizin dilinden dökülmüş. Bu ise bize gösterdi ki, aynı yolun yolcuları aynı şeyleri söyler. Aynı kaynaktan beslenen ilim aynı meyveyi
verir. Allah´ım sana şükürler olsun ki, O´nun sevgisine mazhar olmak en büyük şükür
nimetidir.
Büyüklerde himmetin ve sözün
tükenmesi vardır. Çünkü arif himmetten
kendini alıkoymadan, sözlerini kesmeden
istifade edin; bir andan sonra artık ketum, sağır ve duygularını yitirmiş
olur. Bu ana düşmeden siz ondan bir
şeyler alın. Çünkü O´nun yanında artık
konuşmaz. Edep, her şeyi O´nun takdirine bırakır. Bu ise yorum ve tasarrufu kaldırır. Söz burada biter.
Ademin, ademliğindeki esrarı çözmek dilersen kül
mektebinde, kül dersini külden oku.
Sonra sen kül olunca külün güle döner.
O zaman senden kader ilmini
okumaya başlarlar. Bu alemde ki
sebepleri, bir sebebe bağlayarak
gidersen, uğuraştığın özü, kendini
tüketmeden bulursun.
Bu bölümü böylece bitirelim. Çünkü daha çok hikayemiz vardır; zamanı
gelince dilden gönüle düşecektir.
Ey benim haldaşım, bu yolda sana çok ilim verilse, sende bununla çok şeye vakıf olsan; en son ne
raddeye ulaşabilirsin. Biliyoruz ki
Allah olamazsın. Peki öyle ise beşer
olsan, bu sana kolay gelmez mi? İnsan
bilgisi ve çalışması sayesinde çok şeylere ulaşır. Makam, mertebe, şan, şöhret vb; sonu nedir? Sonu yokluk. Niçin? Çünkü yaratıldı. Yaratılan yokluğa mahkumdur. Yaratıcıya bir şekilde vuslatı olsa dahi, sonu yine yokluktur. Yokluk senin özünde vardır. Özünü inkar edersen, hiçbir halde sen doğruyu bulamazsın. İşte sana bir anahtar. Geleceğin bilgisini bilmesen de, gelecek senin bilgine göre gelecektir. Eğer sen ahireti istersen, dünyayı da yanında arzularsan, bütün işlerin karma karışık olur. Önce ahireti
istersen, dünya sana
yönelir. Tersinde her ikisi de helak
olur ki, nihayeti hüsranlıktır. Şöyle dersin galiba dünya adamları her türlü
rahatlığı bulmuşlar ve ahirete de bir göndermeleri vardır. Evet vardır; lakin ölümün karşılarına
koyacağı hüsranlık, çok daha
fazladır. Allah, çalışana karşı her zaman borçludur. Aciz olan bizlerin hakkına O tecavüz etmekten haya duyar. Hiçbir zaman da hak gasbetmemiştir. Lakin O´ nun
yüce bilgisi aciz kulunu korumak için bazı elem ve imtihanları gönderir
ki, rahmettir. Körün gözünü açanlar bugünden çok önceleri
geldi. Teknoloji onu bulmaya çalışıyor.
Yetmiş sene sonra bulacaklar. Fakat
ahiret yurduna ateş olarak gitmenin devasını unutacaklar. Kör iken, cennet adamı; gören olunca ateş adamı
olacak. Bu ise kar yerine ziyan
getirecektir. Evvelin yaşadıklarını sen
bir şekilde geçsen de, ahirin
bulanıklığı seni hiçbir zaman onların seviyesine kavuşturmayacaktır. Onlar ki, kalemi eline alsa şu tarihte şu olacaktır dese
idi, o olurdu. Sen safiyetini artırda, senin kaleminde geleceği yazdığında, o olsun.
Bu da biraz zordur! Ama hedefini ben sana gösterdim. Geçici şeylere aldanmadan yaşa, Allah kader kalemini eline versin. İşte o kalem sahipleri bu hale
kavuşurlar. Fakat hayâları öyle artar ki,
O´nun karşısında elleri yazmaz, dilleri söylemez; hâsılı duyusuz
kalırlar. Bizler, bileceğimizi bildik. Çocuklar ile oynayacak zamanımız kalmaz
derler. Bu bir farktır.
Allah Tealâ alemleri halk ederken
gayesi içerisinde bulundurduğu hikmetlerin çoğunu kendinde saklı tutarak, mutlak hakimiyetini her zaman için kendinde
baki kıldı. Yaratılan varlıklar
O´nun varlığı ile ayakta durduklarını
bilmeleri için, her zaman uyarıcı
gönderdi. En son uyarıcı ve kanun koyucu
olarak Habibi Muhammed Mustafa (sav) göndererek, hedefi belirledi. O´ndan sonra ise gelecek dostlarını peygamber
vasıflı, dost sıfatı ile gönderdi. Eğer bu risaletin arkası kesilse idi;
muhakkak ki, intizam bozulurdu. “ Benim ümmetimin âlimleri, İsrâilin nebileri gibidir” remzini haber
veren Efendimiz bizlere tabi olacağımız kişilerin haberini verdi. Bu her zamanda geçerli hükümdür.
Bir gerçek vardır ki, adem yaratılışı tembellik, kibir, acelecilik ve zahmet çekmeden isteğine
kavuşmak arzusu ile yoğrulduğundan çok şey kendisine garip kaldı. Sıkıntıları da bu sebeple arttı. Sonra isyan çukurunda debelendi durdu. Nice ilmi az olanlar, ilimleri yutmuş olanların makamlarından daha
yüksek hallere erişti. Çünkü onlar bu
tehlikeli hallerden kendilerini muhafaza
edemediler. Ümmîlerin yetiştirdiği yüce
üstatlar buna işarettir. Sende öyle bir
hal ile bize yaklaş ve bizi dinle; ilmimizin mertebesi, itibar ile sayıların ilki, yanı sıfırdır.
Bunu böyle bilerek bize yaklaş.
Ama sıfırlar nasıl sayıları yüceltir; bilgisini de unutma. Kendini yokluk mertebesinde görerek gidersen her
şey seni kabul eder. Varlığını Yaratan
karşısında nasıl görmen gerektiğini, bil; bütün ilim ve kainat sana açılsın. Geriside boştur.
Adem kemâlat yurdunda yol aldıkça, yukarıda da anlattığımız üzere, çok şeyi yapacak iken artık kendini çok şeyi
yapamaz hale getiriyor. Bunun sırrı, bilmenin insanı aciz olmak, sınırına daha yaklaştırmasıdır. Çünkü kendini tanıması, O yüceyi
daha iyi tanımasını açığa çıkarıyor.
Acizliğin idrâkinde terakkinin kemâlatı zuhur ediyor. Gerçeği görmek ademliğini görmekse, sen
zahmete boşuna düşüp elem çekme.
Aza kâni ol, sultan ol. Bu alemdeki tek gerçek ise ölümdür. Ölümsüzlük aleminde ise bu alemin kaygıları
vardır. Kaygılarını birleştirirsen, ikiliğin gitmesi ile huzura erersin. Bu da her zaman söylenen sözdür. Bu şekilde kader sana geleceğin bilgisi olmaz,
hâlin bilgisi olur ki, elemlerin biter. Gelecek yoktur. Gelecek geçmişin ana göndereceği şeylerin
tekrarlarından başka şeyler değildir.
Peki Efendimizin (sav) bizlere bildirdiği işaretler hangi sınıfa girer
dersen; sonun gelmesinde İrâde-i Küll´ün kendine koyacağı sınırları, belirterek, işin biteceği zamandır. Dikkat edersen bu bilgilerde kesin bir
saatten bahis açılmaz. Levh-i Mahfuzda
yaratılanlar hakkında verilen bilgiler şartların zuhuratından çıkacak eşyanın
hakikâtı bilgisidir. Bu her şekilde bir
nedenle değişebilir. Çünkü Allah her zaman Hayy ve Kayyum´dur. Onun içindir ki, gelecek bilgisi hakkı kendi tarafından mahfuz
tutulmuştur.
Her gün sana Rabb-in kendi varlığını
ispat eder ve ölümün pencerelerinden birer, birer seni geçirirken sen O´ndan nasıl olurda
uzak olduğunu his edersin; bir türlü anlayamadık. Yok olma yolunda yürüyenin, varlık şarkısı okuması, acaba hicapların merhamet esintisi midir.
Ey sevgili seni sevmek kolaylığı
varken biz neden sana isyan zorluğundayız, anlatır mısın.
Aşıkların ağlaması destan olurken, asıl senin sevgililerinden bir haber yazılmaz,
nedendir. Bilmeyi istediğim fakat bana mahrum
bıraktığın aşkın hakikatine, kaderin
ince çizgisinden bir haber verir misin.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar