HANNAH ARENDT ve MARTİN HEİDEGGER1925-1975-MEKTUPLAR
10.02.1925
Sevgili Bayan Arendt!
Hemen bu akşam size gelmeli ve kalbinize hitap etmeliyim.
Aramızdaki her şey yalın, berrak ve saf olmalı. Birbirimizle
karşılaştırılmış olmak lütfuna ancak böyle layık olabiliriz. Sizin öğrencim
olmanız, benim sizin hocanız olmam, aramızda vuku bulanların yalnızca bir
vesilesinden ibarettir.
Size hiçbir zaman sahip olamayacağım. Fakat siz bundan böyle hayatıma
ait olacaksınız. Hayatım da sizinle beraber büyüyecek.
Kendi varlığımızla diğerleri için ne olacağımızı asla bilemeyiz. Ama ne
oranda yıkıcı ve engelleyici bir etki yapabileceğimizi pekâlâ tahmin
edebiliriz.
Henüz baharındaki ömrünüzün hangi yöne yöneleceği meçhul. Bu seçimin
önünde boyun eğeceğiz. Size sadakatim, sizin de kendinize sadık kalmanıza
yardımcı olmalı.
“Huzursuzluğunuzu” kaybetmiş olmanız, derununuzdaki saf
bakire varlığınızı bulduğunuzu gösteriyor. Öğrenci kabul saatindeki
ziyaretin belirleyici adım olduğunu bir gün anlayacak ve müteşekkir olacaksınız
ama bana değil. Olağan güzergâhtan bilimsel araştırmanın ürkütücü yalnızlığına
geri dönmektir bu.
Bu yalnızlığa, sorumluluk ve çılgınlık ona verildiğinde erkek tahammül
edebilir, o da sadece, üretmek için.
Bahtiyar olunuz! Bu, artık size selamım olsun.
Çünkü sadece bahtiyar olduğunuzda, bahtiyar edebilen bir kadın
olacaksınız. Hayattaki bütün sürür, emniyet, huzur, hürmet ve minnetin
çevresinde olduğu bir kadın.
Ve böylece üniversitenin size verebileceği ve vermesi gerekeni almaya
hazır durumda olursunuz. Bu durumda, sahihlik ve ciddiyet vardır.
Hemcinslerinizden birçoğunun hırs ve baskı yollu bilimsel çalışmalarında bunlar
yoktur yahut bir gün herhangi bir surette çözülüveren, kişiyi çaresiz ve
kendine ihanet eder durumda bırakan meşguliyetlerinde de.
Tam da bu noktada, kendi zihinsel faaliyetleriniz söz konusu olduğunda,
orada da kadınsı varlığın asli muhafazası belirleyici etken olmak durumundadır.
Birbirimizle karşılaştırılmış olmamızı derunumuzda bir hediye olarak
muhafaza etmek ve bu saf coşku içinde kendimizi kandırmak suretiyle bunu
bozmamak istiyoruz. Bu, şu demektir; biz insanlar
arasında örneği görülmemiş “ruh dostluğu” nevrinden bir hayale bel bağlamak
istemiyoruz.
Sizin sadâkat dolu gözlerinizi, güzel suretinizi, bakire varlığınızın
saflığından, iyiliğinden ve güveninden ayıramam, ayırmak da istemem.
Böylece dostluğumuzun bize hediyesi, kendisinde büyüyüp çoğalacağımız
bir sorumluluk olacaktır. Gezintimiz esnasında kendimi bir saniye de olsa
unuttuğum için, bana af dilettirecek bir sorumluluk duygusudur bu.
Bir kere daha size teşekkür etmeme müsaade etmenizi rica ediyor ve saf
alnınızdan buse ederek varlığınızın duruluğunu çalışmamın içine dâhil etmek
istiyorum.
Ey güzel insan, mutlu olunuz!
Selamlarımla
M.H
**
2 Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e
21.02.1925
Sevgili Hannah!
Aşk neden bütün diğer insani hasletlerden daha yüce ve ona düçâr
olanlar için böylesine tatlı bir yük? Sevdiğimiz şeye dönüşüyor, yine de
kendimiz kalmaya devam ediyoruz. Bunun için sevgiliye teşekkür etmek istiyor,
ancak buna yetecek hiçbir şey bulamıyoruz.
Sadece kendimizle teşekkür edebiliriz ona. Aşk, minneti kendine sadakat
duygusuna ve diğerlerine kayıtsız şartsız itimada çevirir. Böylece kendi
sırrını sürekli yükseltir.
Yakınlık, burada yekdiğerine en büyük uzaklıkta olmaktır. Hiçbir şeyi
perdelemeyen, bilakis “Seni” bir ilhamın şeffaf, fakat kavranılamaz
sadece-şuradalığına ikame eden bir uzaklık.
Yüreğin baş edemediği, birinin varlığının bir kez ömrümüze doğmuş
olmasıdır. İnsanın kaderi, insanın kaderine teslim olur. Saf aşkın ödevi, bu
teslimiyeti diri tutmaktır. Tıpkı ilk günkü gibi.
Sen on üç yaşındayken karşılaşsaydın benimle veya on yıl sonra vuku
bulsaydı bu karşılaşma, buna kafa yormak beyhude. Şimdi oldu bu. Varlığının
sessizce kadın olmaya hazırlandığı anda; sezgiyi, hasreti, serpilmeyi, neşeyi,
lütufkârlığın, inancın, güzelliğin ve kadına özgü anaçlığın kaynağı olarak
unutulmaz bir surette yaşamına dâhil ettiği yerde.
Peki şimdi elimden ne gelir?
İçinde hiçbir şeyin kırılmaması, geçmişindeki zorluk ve sancıları sağaltma,
yabancı ve harici etkileri hafifletme kaygısı içinde olmak.
Senin çevrende, kadınsı varlığın imkânları, bir üniversite öğrencisi
kızın inandıklarından tamamıyla farklı, sezdiklerinden ise çok daha müsbettir. İçi
boş tenkit senin yanında paramparça olmalı, kendini beğenmiş dışlamalar gerisin
geri gitmeli.
Eril sorgulama huşuyu yalın fedakârlıklarda; cüzi faaliyet külli olanı,
kadınsı varoluşun aslî bütünlüğünde öğrenmeli.
Merak, dedikodu ve yeni yetmevari kendini beğenmişliğin kökü
kurumayacak; sadece kadın, kendisi olmak suretiyle hür zihinsel hayata asalet
bahşedebilecektir.
Yeni öğretim dönemi gelip çattığında mayısta olacağız. Leylaklar eski
duvarların üstüne hücum edecek, ağaçlardaki çiçekler gizli bahçelerde
dalgalanacak. Ve sen incecik yaz kıyafetlerinle büyük, eski kapıdan
yürüyeceksin. Yaz akşamlan odana gelecek, hayatımızın sessiz şenliğinden genç
ruhuna doğru çınlayacak. Yakında, sevgili ellerinin devşirdiği çiçekler açacak;
içinden senin huzur dolu düşlerinin geçtiği ormandaki yosunlar büyüyecek.
Ve ben yakında ıssız bir dağ yolculuğunda dağları selamlamayayım mı? O
dağlar ki, sarp huzuru sana da dokunacak, içindeki çizgilerde muhafaza ettiği
varlığını sana geri verecek. Şimdi uçurumun en sarp kayalıklarından huzur veren
derinliğine bakmak için dağ gölünü görmeye gitmek geliyor içimden.
Martinin
3 Martin Heidegger’detı Hannah Arendt’e
27.02.1925
Sevgili Hannah!
Şeytani olan bana isabet etti. Senin sevgili ellerinin sessiz duası ve
ışıldayan alnın, onu kadınsı duruluğunda esirgiyor.
Daha önce bana hiç böyle bir şey olmamıştı. Dönüş yolundaki
Regensburg’da daha güzel ve büyük oluyorsun. Keşke seninle gecelerin içinde
yürüyebilsem.
Düşüncemin sembolü olarak bu küçük kitabı al. Bu öğretim döneminin bir
simgesi olsun bu.
Lütfen Hannah, bana birkaç cümle hediye et. Seni
böyle bırakamam. Yolculuk öncesinde yoğun olacaksın. Sâdece birkaç kelime ve
“güzel” yazılmamış.
Nasıl yazarsan yaz. Sadece bir şeyler yaz.
Martinin
[Annenin geleceğine çok seviniyorum.]
4 Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e
Freiburg,
2 Mart 1925
Sev. Hannah!
Bizim güzergâhımız öteki sayfada. Husserl’le daha yeni, iki güzel saat
geçirdim.
İçten
selamlar M.
5 Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e
06.03.1925
İçten selamlar.
M.
Ardından mektup geliyor.
Bana yakında yaz ki, yazdıklarınla seni konferanslarımda yanımda
hissedeyim. Çoğunlukla Hölderlin’le yaşıyorum. Her yerde yanımdasın. Yaz
yarıyılının gelişine çok seviniyorum. 28’in den önce derslere başlamayacağım;
muhtemelen mayısta başlarım. Nerede kalacaksın ve ne zaman geliyorsun?
Martinin
Adresim:
bei Herm Geheimrat Boehlau Kassel, Lessingstrasse, 2
10 Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e
17.04.1925
Aceleyle. Mektubun için çok teşekkürler.
Geliyor olman ne muhteşem! Ben 20 ila 21’inde şehir kütüphanesindeyim
(Freidrichsplatz 8).
Bröcker tabii ki burada. Onu Königsberglilerin gelişine hazırladım. Ama
bu Königsberglilerin sen ve Jakoby olduğunu bilmiyordum.
O hâlde muhtemelen Marburg’a baş başa gidemeyeceğiz. Ama burada
görüşeceğiz. Her hâlükârda konferanstan sonra. Pazartesi akşamı konuşma
arasında seni elbette göreceğim. Wilhelmshöhe Sarayı’nın civarında kalıyorum.
Belki sen de “vakıf’ta kalırsın. Seni karşılamak için vaktim olacak mı
bilmiyorum. Gerçi daha ne zaman geleceğini de tam olarak bilmiyorum.
Seminerden sonra mutad olduğu üzere ev sahibi ve tanıdıklarla
vedalaşır, 1 numarayla Wilhelmshöhe’ye, son istasyona giderim. Sen de
muhtemelen bir sonraki araçla göze çarpmayan şekilde gelirsin. Daha sonra ben
seni tekrar geri götürürüm.
Görüşmek üzere
Martinin
11 Hannah Arendt’den Martin
Heidegger için
Gölgeler
Her defasında insanın bir bütün ve kendisiyle barışık olduğu, düşlerle
dolu derin bir uykudan uyandığında dünyadaki nesnelere karşı belli belirsiz ve
çekingen bir sevecenlik hissederdi; tıpkı rüyasındaki gibi, hayatının büyük bir
parçasının tamamıyla kendi içinde gömülü gündelik hayattan bir şeye benzetilmek
istenirse uyku gibi nasıl da akıp gitmekte olduğunu anlardı.
Çünkü yabancılık ve sevecenlik çok erken yaşlarından itibaren onu bir
ve benzer olmaya icbar ederdi. Sevecenlik; ürkek, çekingen meylediş demekti,
kendini vermeme. Bilakis yabancı biçimlerde yavaş yavaş dokunarak yoklamak,
okşamak, sevinmek ve şaşırmak demekti.
Bütün bunlar muhtemelen koyu bir sessizlik ve henüz uyanmamış bir
gençlik esnasında olağandışı ve mucizevi olanın yanı başından geçmiş ve zamanla
kendisini de ürküten bu olağanlığa çoktan alışmış olmasından geliyordu. Hayatı
ikiye bölünmüştü; şimdi ve burada, sonra ve orada. Ulaşılması mümkün, belirli
bir şeye özlem duymaktan bahsetmiyorum. Bilakis hayatı anlamlı kılacak, bunun
için yapı işlevi görebilecek bir şeyden bahsediyorum.
Çünkü her şey onun için bağımsızlığı ve tuhaflığının bizzat içinde inşa
edildiği bir zeminde böyle belirlenmişti. Öyle ki tuhaf olana yönelik gerçek
bir tutkuyu kendi kendine öğretmiş, böylece en olağan ve en banal olanda
dikkate şayan bir şey görmeye alışmıştı. O kadar ki yaşamın sıradanlığı ve
basitliği onu ne kadar sarsa da karşısına çıkanın banal, bütün dünyanın alışık
olduğu, hafifsenen, üzerinde konuşulmaya bile değmez bir hiçlik olabileceğini
ne düşünebiliyor ne de hissedebiliyordu.
Böyle bir şeyi hiç fark etmemişti. Çünkü bunun için büyüdüğü ve gizli
bir içtenlikle bağlı olduğu şehrin göğü fazla kapalıydı. Kendisi de çok fazla
tutuk ve içe dönüktü. Sürekli uyanık bir dikkat ve tecrübeleri sayesinde çok
şey biliyordu. Fakat olan biten her şey âdeta ruhunun zeminine damlıyor, orada
yalıtılmış ve muhafaza edilmiş bir şekilde bekliyordu. Bungunluğundan ya da
düşsel ve büyülü sürgünlüğünden gelen çözümsüzlüğü ve kapalılığı olaylara
farklı bir şekilde yaklaşmasına engel oluyordu. Doğal hâlinde sürekli büyüyen
bir absürtlüğe varan bu hâl, denebilir ki kendi büyülenmişliğine rağmen,
derinleştikçe âdeta kendisinin dışında hiçbir şeyi tanımama ve bilmeme durumuna
geliyordu. Öyle ki kendinden işe yarar bir şey yapamaz hatta kendine dahi
dikkat edemez hâle.
Hiçbiri unutulmuş değil, bilakis içine gömülmüştü; bir kısmı kaybolmuş,
diğer kısmı ise ahlâk ve düzenden bağımsız, dayanılabilir bir özlem içindeydi.
Temeli muhtemelen çaresiz ve ihanete uğramış gençliğine dayanan
yıkılmışlığı kendi kendini baskılayan bir varoluş şeklinde dışa vuruyordu. Öyle
ki kendine bakmayı ve kendine ulaşmayı perdeliyor ve sahte bir tavır
takınıyordu. Varlığının ikililiği kendi yolunu kesmek suretinde açığa çıkıyordu
ve bu, yıllar geçtikçe daha sert, daha özel ve daha kör bir şekil alıyordu.
Bu büyülenmişlik, insandışılık ve absürtlük içinde onun için hiçbir
sınır ve dur yoktu. Son haddine varmış bir radikal tutum kendisini korumayı,
silahlanmayı engelliyor ve ona hiçbir zaman dibine kadar boşalmış bir kupanın
son acı damlasını dahi bahşetmiyordu. Her iyiliğin sonunda bir kötülük, her
kötülüğün sonunda bir iyilik vardı. Hangisinin daha acı olduğunu söylemek zor.
Fakat aslında en acı olanı; nefesi kesen, utanmayı yok eden ve engelleyen,
sınırsız bir korku içinde düşünülen böyle bir şeyin kendini yuvasında sanması:
acı çekmek ve bilmek için. Her dakika, her saniye dikkatli ve müstehzi bir
şekilde bilmek. Ve bunun en kötü acıya bile şükretmek için de geçerli olduğunu, o kadar ki bu acının o olduğunu, bu
yüzden hâlâ var olduğunu ve buna değdiğini bilmek için.
Bu durumda sofistikliğe ve hazza kaçış yoktu. Her şey ve herkes
etkinken, bir savunmasızlığa düçar veya değilken böyle bir şey neye değerdi ve
ne anlamı vardı ki? O hiçbir zaman hiçbir yere ait olmadığına göre. Ona daima
bir ayrıcalık veren hassaslık ve sevecenlik, bütün bunlarla birlikte tuhaf bir
şekil alacak surette çoğalıyordu. Kendini gizlemek için duyulan vahşi bir
korku, kendini korumak istemediği ve bunu başaramadığı için herhangi bir
acemiliğin o nesnel ve ölçülü beklentisi içinde olmakla alakalıydı. Ve bütün
bunlar hayatın en basit ve olağan şeylerini onun için gittikçe imkânsız hâle
getiriyordu.
Daha kendini yeni yeni hissettiren kırılganlığı, kendi ifade biçimleri
ve davranış formlarıyla kavgalı olmadığı gençliğinin utangaç ve kekre
baharında, hayatın gerçek taraflarını ona düşlerinde açmıştı. Acı ve mutluluk
dolu düşlerinde. O düşler ki acı ya da tatlı sürekli bir huzurla doluydular.
Daha sonraları ilginç ve şiddetli yıkıcı bir kendi kendine hükmetme tutkusuyla
gençliğinin hâzinelerini bir yalan ve yetersizlik suretinde-mahv ve inkâr
ettiğinde o hazineler, kendi içinde gerilmiş olan ı terkettiği için gerçeklik
korkusu bu boylu boyunca yere serilmiş olanı istila etti. Kör bakışının
önünde her şeyin hiçleştiği bu nesnesiz ve anlamsız boş korku, cinnet,
mutsuzluk, baskı ve yok etme anlamına geliyordu. Bu korku aynadaki kendi
görüntüsünden daha korkunç ve ölüm getirici değildi. Bu onun hem karakteri hem
de utancının resmi idi. Onun için kendi gerçeğinden daha dehşetli ve anlaşılmaz
ne olabilirdi ki?
Eskiden hasretin esiri idi, şimdi ise korkunun. Belli
bir şeye karşı ya da kontrol edilebilir bir korku değildi bu, bilakis bu
varoluş korkusu idi. Eskiden tanırdı bu korkuyu, birçok şeyi tamdğı gibi. Şimdi
ise bu korkunun esiri olmuştu.
Belki de imkânların çirkin, kısmen sefil ve umutsuz bir zamanda cereyan
ettiği düşünüldüğünde, bu esirane ve gaddarca kendi kendine tecavüz ediş ve
tahrip edici tahakküm hırsı tarafından hasretin bir korkuya dönüşmesi anlaşılır
hâle gelebilir. Zira doğası gereği daha seçici ve sofistike bir zevk, sanatın,
edebiyatın ve kültürün gürültülü ve aşırı ümitsiz çabalarına karşı keskin ve
bilinçli bir surette direniyordu. Çünkü bu kültür utanmazlığa varan kaçıklıklar
içinde, anlamsız ve acınaklı bir şekilde sanki oradaymış gibi olan varlığını
güçlükle ayakta tutuyordu.
Bunun bir şeyleri açıklamaya vesile olan, âdeta özel ve mahrem olanı
insani bir surette yakına getirmek üzere bir deneme olduğu kesin. Çaresizliğe
karşı gerçek çözüm şüphesiz insanlık alanının içinde, her an açık ve uyanık bir
şekilde ortadadır, diğer çözümlerde olduğu gibi. Bu gidişin tehdit ediciliği ve
korkunçluğu ancak buradan yola çıkarak anlaşılabilir.
Bu korkuya ve hasrete düşüşte bir benzerlik olması mümkündür. Bu
benzerlik: düşmüş olmak ve bir arayışa mahkum olmaktır. Tek bir şeye kendini
körü körüne teslim etmek. Bu boş bakış çeşitliliği unutur veya hiçbir şeyi
dikkate almazsa arayış ve tutku ile mutmain olur. Hasretin ona zenginlikler
katması, onun bu renkli ve tuhaf zenginlikte kendini yuvada hissetmesi ve onu
daim ve değişmeyen bir huzurla sevebilmesi ve korkunun avlanılmış bir hâlde onu
hareketsi kılması ve nefesi kesmesi, bunlar da mümkün. Eğer biri bu korkuyu
hissizlik ve ıslah edilemezlik sınırına varıncaya dek çirkinleştirmek ve
basitleştirmek isterse varsın bunu yapsın. Ama böyle bir hesaba ve hakka karşı
korkuya her zaman için kayıtsızlık hürriyetini de tanısın.
Bu donmuşluk ve avlanmışlık öyle ki mutluluk ve çile, acı ve ümitsizlik
tıpkı bir ölü etin içinden geçer gibi içinden geçmekte bütün gerçeği
buharlaştırıyor, şimdiki zamanı çarpıtıyor ve geriye biricik bir kesinlik
kalıyor; o da her şeyin bir sonunun olduğu. Bir zamanlar ona dışarıya karşı taşıma
ve dayanma gücü veren radikalliği değişime uğruyor, şimdi her şeyini dağıtıp
yok ediyordu. Sanki, yoluna çıkan bir gölgenin gizlenmiş tuhaflığıyla soluk ve
renksiz, itaatkâr bir dostluğun koynuna girmeyi deniyordu.
Gençliğinin kendini kurtarmayı başarması ve ruhunun başka bir göğün
altında, bütün derdini anlatabileceği ve çözebileceği bir imkâna kavuşması,
böylelikle hastalığını ve şaşkınlığını aşıp sabrı, canlı bir organizmanın
gelişimindeki yalınlığı ve hürlüğü öğrenmesi pekâlâ muhtemeldir. Hayatını
temelsiz deneyimlerde, anlamsız ve temelsiz bir merak içinde harcaması, böylece
eninde sonunda o çok beklenilen sonun onu yakalaması ve bu faydasız akışa
başıboş bir hedef belirlemesi ise daha de muhtemeldir.
12 Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e
24.04.1925
Canım!
Bugün kitabımın bir kopyasını sana verdiğimde beni aciz bırakan esaslı
sevincinle ezildim. Ruhumun bir parçasını sana verdim. Senin aşkına karşılık bu
çok az. Fakat o senin sevinç taşan teşekkürün yok mu, o her şeyin fevkinde.
Peki, kitabımın bir kopyasını hediyem olarak kabul etmeni rica etmeye
karar verdiğim anda onu yanında getirmiş olman bir tesadüf müydü? Evet, hediye.
Sadece, bundan böyle çalışmamın içinde yaşadığını gösteren bir sembol olarak.
Senin “ürkek, çekingen meyledişinin” bitmez tükenmez ilhamıyla... Ki o ilham
sayesinde tuhaf bir duruluk içinde varlığını keşfettin.
Günlüğünü okuduğum günden beri sana artık şu cümleyi söylemeye hakkım
yok: ” Anlamıyorsun.” Sen seziyorsun, hattâ içine giriyorsun.
“Gölgeler” sadece güneşin olduğu yerdedir. Bu da senin
ruhunun temelidir. Sen varlığının tam merkezinden bana yaklaştın ve hayatımda
daima etkileyici güç oldun. Parçalanma ve umutsuzluk hiçbir zaman, çalışmama
kendini adayan aşkın gibi güzel bir şeyi vucuda getiremedi.
Kassel’e gönerdiğin mektup beni günlerce etkiledi. “Bana sahip olmak
istersen”, “İstersen”: Bu ürkek ve bir o kadar da kendinden emin bekleyişe
karşılık ne yapmalıyım? Ben sana zorluktan başka ne getirdim ki, ruhunu sürekli
kurban etmekten başka?
Senin istasyonda sadece ürkek ve sessiz bir “evet”in vardı. Beni
kendinden uzak olmaya zorladığında bana ilk kez yakın oldun; varlığın bana
orada açıldı. Bana tam o anda tamamıyla hür ve kelimesiz konuştun. Beni hataya
sürükleyen bu muhteşem uzaklaştırmadan beri, senin hayatından yana, hayatının
güvenliği ve gücünden yana huzur ve memnuniyet içindeyim.
Seni, çevren “Gölgeler”e sürüklüyor, bu çağ ve henüz
baharında bir hayatın çabuklaştırılmış olgunluğu.
Eşi benzeri görülmemiş bir surette ve dışarıdan dayatılan kendi kendini
didiklemenin yarattığı bu bozulmaların ve yanılmaların sen olmadığına
inanmasaydım seni sevemezdim.
Acıklı itirafın, varlığının sahih ve zengin güdülerine olan inancıma
halel getirmeyecek, tam tersine, bu içinden dışına çık-tığının bir delili benim
için. Gerçi senin yolun gerçekte sana ait olmayan ruhî yanılgılarından dolayı
daha uzayacak gibi.
Benim hayatım köken, sosyal seviye ve imkânlar açısından, güdülerin
sağlam bir surette yönetilmesi, aklıselim ve bir meşguliyet kazanma
konularında, bugünkü birçok gencinkinden daha kolaydı. Bu yüzden seni anlama
konusunda sana bile rahatlıkla haksızlık edebilirdim. Fakat varlığının
yakınlığı -ve şimdi de resimlerin-benim için o kadar açık ki, aşk bilgisinin
emniyetinden hariç, senin hayatını “temelsiz tecrübeler”de geçireceğine ve
geçirebileceğine asla inanmayacağım.
Bugün bana tıpkı Marburg’a geri dönüşünde istediğim gibi, mutlu,
ışıltılı ve hür bir şekilde geliyorsun. Ancak senin varlığında
yakınlaşabildiğim bu insan-oluşun görkeminden sersem gibi olmuştum. O denli
dalgın görünüyor olmalıydım ki, bana artık gitmen mi gerekiyor diye sorduğunda,
aslında o an sadece seninleydim -dünyanın kaygılarından ve şüphelerinden
azadesenin hakkında berrak bir sevinç içinde.
ll’de tekrar okuyorum, bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?
İyi geceler sevgili Hannah!
Martinin
13 Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e
01.05.1925
Canım!
Aşk, beklemek ve korumakla görevlendirilmiş olmasaydı hâlâ ruhta
kendisiyle birlikte yükselen o büyük inanç olur muydu? Sevgiliyi bekleyebilmek,
muhteşem olan budur. Çünkü bu bekleyiş sayesinde sevgili “şu an”dır.
Beni bu inançla yüreğinin en saf ve en derin yerinde meskun kıl.
Günlüğünde bana ifşa ettiğin ve bu mustarip karşılaşma içinde sessizce olan
şey, açılmamış bir kesinlik ve emniyet olarak hayatında duruyor.
Ruhunun tehdit etmeyen umudu ve mahcup hürriyetine karşı suç işledim.
Bunu güller içinde, duru ırmaklarda, tarlaların üstünde ışıldayan
güneşin yakıcılığında, kasırgaların öfkesinde, dağların suskunluğunda değil;
masal kahramanı küçük Peter’le olduğu gibi, çirkinliklerde, ıssızlıklarda,
yabancılıklarda ve suniliklerde üşüyen ruhuna ben yükledim.
Çevremizi sarmalayan sessizlik ve akşam serinliğinde, karanlık
yatağında ışıldayan ırmakta, ıssız bir sokağı çınlatan bir atın yürüyüşünde,
safça içinde mutluluk bulduğun her şeyde, sana verdiğim ıstırabı bir kez daha
kavradım.
Geceye
Teselli ederek yavaşça kalbime eğil
Bağışla bana, susarak acıların dinişini
Koru gölgelerini her türlü aydınlıktan
Bana gevşeklik ve firar lütfet ifrata karşı
Bana suskunluğu bırak serinletici çözümü
Karanlıkta perde çekeyim bırak kötülüğe karşı
Aydınlık bana yeni yüzlerle eziyet ettiğinde
Güç ver bana sürekli yeniden yapmak için
Gece Şarkısı
Sadece akıp geçiyor günler,
Alıp götürüyor zamanımızı
Hep aynı karanlık işaretleri
Gece hazırlıyor bizim için.
Hep aynı şeyleri söylemek zorunda
Aynı tonda ısrar ederek
Yeni bir cesaretten sonra da gösterin
Daima ve sadece ne olduğumuzu.
Sabah cezbediyor sesli ve yabani,
Kırıyor o karanlık donuk bakışı
Binlerce yeni sıkıntıyla
Veriyor bize renkli günleri geri
Ama gölgeler kalsın.
Günü ürkekçe kapatmak için,
Kendimizi hızla akan nehirlerde
Uzak kıyılara bırakıyoruz.
Yurdumuz gölgelerdir
Ve iyice yanıldığımızda,
Gecenin karanlık kucağında
Umudumuz sessiz bir teselli.
Ümit ederek bağışlayabiliriz
Bütün dehşeti, bütün kederi.
Sessizleşiyor gittikçe dudaklarımız
Sessizce doğuyor gün.
******
Tilki Heidegger’in gerçek
hikâyesi
A5 Hannah Arendt’in Günlüğünden Bir Kayıt (el yazısıyla
yazılmış) Temmuz 1953
(Denktagebuch’tan, Defter XVII, Alman Edebiyat Arşivi,
Marbach’da 93.37.16 numarayla kayıtlı, bu metin Jerome Kohn’un İngilizce
tercümesiyle yayımlandı, bkz. Essays in Understanding, s. 361-62)
Heidegger diyor ki, gayet mağrur: “İnsanlar Heidegger’in bir
tilki olduğunu söylüyorlar.” Bu, tilki Hiedegger’in gerçek hikâyesidir:
Bir zamanlar bir tilki vardı. Bu tilkinin kurnazlıktan yana eksiği
vardı. Çünkü o bütün tuzaklara düşmekle kalmıyor aynı zamanda tuzak olanla
olmayan arasındaki farkı da algılayamıyordu. Bu tilki aynı zamanda bir illetten
de mustaripti. Postunda bir sorun vardı. O kadar ki, tilki dünyasının
pusluluğuna karşı hiç ama hiçbir koruması yoktu. Bu tilki, gençliği boyunca
insanların tuzaklarına düşüp durduktan ve geriye postundan tek bir sağlam parça
kalmadıktan sonra, tilki dünyasından tamamen geri çekilmeye karar verdi ve bir
tilki yuvası inşa etmeye karar verdi. Tuzak olanla olmayan hakkındaki tüyler
ürpertici cehaleti ve tuzaklar hakkındaki inanılmaz tecrübesiyle, tilkilerin
arasında tamamen yeni ve daha önce hiç işitilmemiş bir düşünce geldi aklına.
Tilki yuvası tarzında bir tuzak inşa etti ve bu tuzağın içine oturdu. Bu tuzağı
normal bir yuvaymış gibi kullanmaya başladı (kurnazlıktan değil, bilakis
diğerlerinin tuzaklarını daima onların yuvası addettiğinden), fakat kendi tarzınca
açıkgöz olmaya, bizzat yaptığı tuzağını ki bu yalnızca ona uyuyordu, diğerleri
için de bir tuzak olacak şekle getirmeye karar verdi. Tuzak ilminden yana o
büyük cehaletten oluştu bu: Kendi bizzat içinde oturduğu için onun tuzaklarına
hiç kimse giremedi. Bu onu kızdırdı, çünkü insan pekâlâ bilir ki, bütün
tilkiler kurnazlıklarına rağmen nadiren de olsa tuzağa düşerler. Tuzaklar
konusunda en tecrübeli tilki tarafından inşa edilen bu tuzak neden insanların
ve avcıların tuzakları gibi işlemiyordu? Belli ki diğer tuzaklar onun gibi
kendini açığa vurmadığı içindi bu. Böylece bizim tilkimizin aklına bir fikir
geldi; kendi tuzağını en güzel şekilde süslenmiş ve her yerde açık bir nişan
kılma fikri. Bu tuzak şunu söyleyecekti; herkes buraya gelsin, burası bir
tuzaktır, dünyanın en güzel tuzağı. Bundan aşikâr olacak olan şuydu; bir tilki
bu tuzağa yanlışlıkla düşemezdi. Bununla birlikte tuzağa birçok tilki geldi.
Çünkü bu tuzak tilkimizin yuvasıydı. Onu bu içinde pek rahat ettiği yuvasında
ziyaret etmek isteyen, tuzağına gitmek zorundaydı. Kendisi dışındaki herkes
serbestçe bu tuzaktan dışarıya çıkabildi. Bu tuzak kelimenin tam anlamıyla onun
üstüne dikilmişti. Tuzakta meskun tilki gururla şöyle dedi:
Tuzağıma birçok insan geliyor, ben tilkilerin en iyisi
oldum. Burada gerçek olan bir şey daha vardı; hiç kimse tuzak ilmini, ömrünü
bir tuzakta geçirmiş kişiden daha iyi bilemez.
Editörün Sonsözü
Yazılı gelenek ölçek alındığında, bu yayının başlığındaki yıllar -1925
ve 1975 yılları-Hannah Arendt ve Martin Heidegger hikâyesinin kilometre
taşlarıdır. İlk belgenin tarihi 19 Şubat 1925’tir ve bir kendini davet etmedir.
“Sevgili Bayan Arendt”, diye başlatır profesör eliyle yazdığı mektubu birinci
sömestirdeki öğrenciye , “bu akşam size gelmeliyim...”. Olayın geçtiği yer
üniversite şehri Marburg (an der Lahm)’dır. Son belge “Sevgili Hannah” diye
hitap eden bir mektuptur ve 30 Temmuz 1975 tarihini taşır. Arendt’in talebinden
sonra gelen bir daveti içerir: “Bizi”, bunlar Martin Heidegger ve eşi Elfride,
“ziyaret edeceğine seviniyoruz”. Bunun üzerine 1970’ten beri dul olan Hannah
Arendt tatilini geçirdiği Tegna’dan Zürih üzerinden Freiburg’a seyahat etti. 12
Ağustos 1975’te birbirlerini son defa gördüler. Birkaç ay sonra Arendt 4 Aralık
1975’te 69 yaşında New York’ta aniden vefat etti. 17 yaş büyük olan Heidegger
ondan kısa bir süre sonra, 26 Mayıs 1976’da öldü.
Kilometre taşları burada belgelenen hikâyeyi olağanüstü biçimde
etkilemiş olan yüzyılın ortasında -başlangıca ve sona ayrı uzaklıkta-bulunan
beş on yıllık bir süreyi işaretliyor. Sayılar semboliğinin dilinde ve hikâyenin
aktörlerinden yola çıkarak, elli yılın ve de yüzyılın merkezinde olan sayı,
yani 1950, aynı şekilde önem taşır. O zamanlar Hannah Arendt’in
girişimciliğinde Martin Heidegger’in birçok biçimde kutladığı şeyler oldu: “Beş
beş yılın dönüşü ve tefekkürü”, “Tekrar Bakış”, “Tınlayan Sonat”.[1] O
zamanlar Heidegger’in bir mektubunda (15 Şubat 1950) telafi edilmesi gereken
“hayatımızın çeyrek asrı” ifadesi geçmektedir; buna karşın Arendt, New York’ta
yaşayan arkadaşı Hilde Frânkel ile mektuplaşmasında (10 Şubat 1950) şöyle
yorumlamaktadır bunu: “Bütün bunların 25 sene geride kaldığı mefhumuna sahip
değil.”[2]
Fakat (aynı yayımlanmamış mektupta) şunları da yazıyor: “Aslında sırf teyitten
dolayı mutluyum; hiçbir zaman unutmamakta haklı olduğumun teyidinden.”
İlgili kişilerin algı ve yorumları ne denli çelişkili ve farklı olursa
nakledilmiş belgeleri yorumlamak da sonradan gelen gözlemci için o denli zor
olmaktadır. Bu en başta nakledilenlerin oldukça eksik olmasından kaynaklanıyor.
Günümüze kadar gelmiş mektup ve diğer belgelerin çeyreğinden azı Hannah
Arendt’tendir. Öte yandan bunların belgesel değeri, her şeyin orijinal hâliyle
nakledilmemiş olmasından, hatta bırakılmış mektup müsvedde ve suretlerinin
gerçekten gönderilip gönderilmediğini veya alıcıya ulaşıp ulaşmadığını çoğu
zaman bilemediğimizden dolayı azalmaktadır. Bunun dışında bir aşk ve arkadaşlık
ilişkisinin farklı devrelerini belgeleyen mevcut parçalar yorumcudan çok şey
beklemektedir. Çoğu zaman yalnız anlamları doğrultusunda değil, aynı zamanda
arkasındaki anlamlar doğrultusunda okunduğunda anlaşılır hâle geliyorlar. Zaten
Heidegger söz konusu olduğunda başka nasıl olabilirdi ki? Fakat genelde daha
esaslı ifadeler kullanan Hannah Arendt de birçok muammaya sebep oluyor. Ve iki
insanı birleştiren sırra dokunulmuyor, sır açılmıyor, ne birinden ne de
diğerinden. Boyutu Heidegger ima ediyor: “Aniden, nadiren parıldıyor bize
varlık. / Gözlüyor — saklıyor salınıyoruz içeri.” Arendt “salınıyor içeri”,
fakat yaşananlar fazla belirgin şekilde dile getirilmiyor. Yorum için daha çok
başka (dağınık) yerlerde bulunan ifadelere başvurmak gerekiyor; fakat bu
epilogun görevi bu değil. Sadece şu kadarına işaret edelim: Bir defa dilsel
olarak sabitlenmiş olan, kadın filozof için anlamanın konusu olur ve anlamak
Hannah Arendt’te etraflıca düşünmek, tetkik etmek, eleştirmek demek. Heidegger’in
dizeleri onu meşgul eder. 1951 yazında Düşünce Günlüğü’ne Fröhliche
Wissenschaftdaki bir Nietzsche alıntısından yola çıkarak şunları yazar:
“Yaşamak var olma ise, o zaman ‘en canlı olan’ en çok var olandır. “Canlı olan
sadece ölümün ender bir biçimi” (Nietzsche) ise, o zaman en ender şey en canlı
olan ve en çok var olandır.” Burada Heidegger’den biraz değiştirilmiş şekilde
alıntı yapıyor (“Aniden olanda, nadir olanda gösterir kendini varlık...”) ve
devam ediyor: “O zaman sıradan olan her şey yozlaşmadır, ölümün genelliğine
olan eğilimdir.”[3]
Belgelerin yayımlanmasıyla sökün veren özel meselelerin “aydınlatılması”
sınırlı kalmakla birlikte varlığı Elisabeth Young-Bruehl’ün Arendt
Biyografisinin yayınıyla öğrenilen mektuplar hakkındaki sır açıklığa kavuşmuş
oldu. Young-Bruehl ilk defa Hannah Arendt: For Love of the World [4]
kitabında çoğunlukla sözlü kaynaklardan bildiklerini ortaya koydu: Hannah
Arendt ile Martin Heidegger arasında -öğrenci öğretmen ve zihinsel ilişkiden
öte-samimi bir ilişkinin bulunduğunu. Mektuplardan bahsetti fakat aynı zamanda
kilitli olduklarına da dikkat çekti. Eğer ArendtBluecher Literary Trust’ın
yöneticilerinden biri olan Mary McCarthy bir gün Elzbieta Ettinger ile
tanışmasa, bir Arendt biyografisi yazma projesini desteklemese ve bu proje
fikrini yayımlanmamış yazışmaların incelenmesi için terekenin ortak yöneticisi
Lotte Köhler’e iletmeseydi, muhtemelen bu yayından seneler sonrasına değin
mektuplar böyle kalacaktı. Bu şekilde Ettinger kilitli tutulan malzemelere
erişebildi. Kendisinin en baştaki açıklamalarına ters düşecek bir şekilde
birkaç sene sonra biyografisinin Arendt-Heidegger ilişkisini konu edinen
bölümünü müstakil yayımlamaya karar verdi.[5]
İngilizce yazılmış olan ve başka dillerdeki çevirileri de geniş rağbet gören bu
küçük kitabın en önemli kaynak malzemesini esrarengiz mektuplar
oluşturmaktadır. Fakat kitabın popülerliği ve kalitesi arasında büyük bir
oransızlık vardır. Ettinger kitap piyasasına kendine mahsus bir hicviye sundu
ve isteyerek veya istemeyek Hannah Arendt ile Martin Heidegger arasındaki
ilişkiyi herkesin diline düşürdü.
Fakat bakış açısı sınırlı, anlayış ve empati konusunda ise dikkate
şayan bir yetersizlikle kaleme alınmış bu yazının iyi bir etkisi de olmuştur.
Babanın, terekenin bekçiliğini emanet ettiği oğlu Herman Heidegger, Marbach’taki
Alman Edebiyat Arşivi’nde bulunan mektupların yayımlanmasının mantıklı
olacağına böylece ikna edilebilmiştir. Fakat sadece bu dışarıdan gelen etkeni
vurgulamak doğru değildir, zira yayın bundan bağımsız olarak da haklı çıkarılabilir.
Böylece 20. yüzyıl düşünce tarihinin iki parlak figürüne halkın
istifadesi için ışık tutulmuş oldu: “düşünce âleminin kralı” ve uygun düşerse
“yargılama âleminin kraliçesi”ne (Bütün sonuçlarıyla birlikte, yargılama da
“yanılgı”dan muaf değildir!) Meşhur şahısların biyografileri birbiriyle
ötüşüyor ve bağlantıları da uzun yıllar boyunca devam ediyorsa, hayat
hikâyelerine ve günlük hususlara olan merak tabii ki zamanla daha da
artmaktadır. Kuşkusuz bu mektupları umuma açma ihtiyacına direnmek için
sebepler de vardır (ve aslında her iki baş aktör hayadan boyunca bu doğrultuda
davranmışlardır) fakat mektuplar açığa çıktıktan sonra her türlü uydurma,
sansasyon ve acemiliklerin yolu açılmış olmaktadır. “Gizli” kalan her şeye el
atılan ve böylece sırrın değerinin kolayca elden çıktığı ve yerine sıradan
günlük fantezilerin koyulduğu bir zamanda, belgelenmiş “gerçek” kilit altında
tutulmadığı takdirde, açığa çıkarma çabalarına desteklenmiş gözüyle
bakılmaktadır. En azından burada bu mantıkla karar verilmiştir.
Ayrıca mektup sahiplerinin meşhurluğu, Arendt veya Heidegger’in eser ve
şahsiyetleriyle ilgilenen çok sayıda uzmanın zuhurunu da beraberinde
getirmektedir. Onlar bu yayından bazı açıklayıcı detaylar çıkaracak, bu veya şu
çizgiyi daha kesin ve kuvvetli bir vurgu ile pekiştirecek ve bu eşsiz şahsi ve
manevi ilişkinin gelişimini farklı yanlarıyla takip edebileceklerdir. Bu açıdan
bakıldığında söz konusu yayın sadece var olan bir trendi sürdürmektedir. Bu
kitap, hem Arendt hem de Heidegger’in portre mozaiklerini tamamlamaya yardımcı
olacak, ölüm sonrası mektup edisyonları dizisine ait bir yayın durumundadır.
Burada özellikle yayımlanan 20’li yıllara ait belgeler daha ziyade
mektup ve görüşme sahiplerinden bağımsız olarak geçmişte kalmış bir mahremiyet
kültürünün vesikalarıdır. Bu mektupların içerdiği davranış şemaları cinsel
devrim sırasında veya sonrasında yetişmiş olan nesillere mensup insanlar
tarafından garipsenebilir ve bu yüzden meraka sebep olabilirler. Sık sık dile
getirilmiş bir “çekingenlik” burada konu edilemeyecek farklı sebeplerden dolayı
davranışları belirlemiş gibi görünüyor. Diğer yandan bunun zıttı olarak
karşılıklı açıklığın yetersizliği, nadiren birkaç yerde açıkça ve bilinçli
olarak söz konusu edilir, “içine kapanmışlıktan doğan bir suç var” diye yazar
Hannah Arendt Elfride Heidegger’e (10 Şubat 1950) ve neredeyse aynı anda Martin
Heidegger de şunları itiraf eder (8 Şubat 1950): “Ekseriyetle çok konuşuyoruz;
ama bazen de çok az.”
Bu ilişki biçiminin diğer bir sonucu ise yazışmalarda acı verici
derecede ihtimamlı sınırların aşılamamasıdır. Böylece (davet edilmemiş olan)
okuyucu da, bir taraftan az konuşan diğer taraftan yoğun olan “yüksek” bir
dilden yararlanmaktadır. Burada yayımlanan metinler yalnız biyografik kültür
tarihine ilişkin değildir, aynı zamanda edebi değere de sahiptirler. Tabii ki
Heidegger “aroması”nı hiç mi hiç çekemeyenler başka türlü düşünecektir.
Özel ilişkiyi belgeleyen, bugüne kadar gelmiş bütün yazılı belgeler ilk
defa burada Arendt ve Heidegger’in Marbach terekelerinden ve aynı zamanda
Washington’daki (D.C., USA) Hannah Arendt Papers'den derlenmiştir. Bunlar
Heidegger’den Arendt’e yazılmış 119 mektup, kartpostallar ve kısa mesajlar,
Arendt’ten Heidegger’e çoğu fotokopi veya taslak olarak mevcut 33 yazılı
vesikadır. Bunlara ek olarak Heidegger’in eşi Elfride ile Arendt arasında geçen
mektuplaşma (belge 49, 108, 109, 110, 11, 119a, 122, 123) ve Fritz
Heidegger’in, 1970 yılında Augsburg’ta geçirdiği hafif bir beyin kanamasından
sonra kardeşi Martin’in sağlık durumu hakkında bilgi verdiği kısa bir el yazısı
mektup (belge 121) mevcuttur. Mektuplar dışında bir dizi başka belge de
basılmıştır: Hannah Arendt’in Martin Heidegger için Nisan 1925’te Königsberg’te
yazdığı ve ona Kassel’de verdiği “Gölge” yazısı (belge 11); ayrıca tekrar
görüştükten sonra Martin Heidegger’in Hannah Arendt için 1950 ve 1951 yılında
yazdığı şiirler; bunlar hakkında Arendt gururlanarak Kurt Blumenfeld’e “Alman
dilinin birkaç muhteşem şiirle zenginleştirilmesinin” [6]
sebebinin kendisi olduğunu yazabilmektedir. Bu şiirlerin çoğu mektup
metinlerinde satır aralarında yazılanları açıklayan olağanüstü faydalı
belgelerdir (belge 50, 54, 56, 58, 61, 63, 67, 75 ve resim 1, 10). Ayrıca bu
yayın, çok güzel olmasalar da kendilerince bir açıklama gücüne sahip olan Hannah
Arendt’in 1923 ile 1926 yıllan arasında yazdığı ve bazıları Young-Bruehl
tarafından yayımlanmış şiirlerini içermektedir (ek, belge A4). Heidegger’in ilk
mektuplarından, öğrenci Hannah’ın kendi yazdığı şiirleri sevgilisine okuması
için verdiğini öğreniyoruz. Bu yüzden burada basılmış olanlardan bazılarının
“Martin için” yazılmış olduğu kabul edilebilir. Genel anlamda ek olarak verilen
belgeler genç Hannah Arendt’in zihinsel ve ruhsal durumu hakkında bilgi
vermektedir ve böylece, ilk görüşmelerde neredeyse tamamen eksik olan sesinden
en azından birkaç tınının duyulmasına katkıda bulunmaktadır. Bunun dışında
Arendt’in Ağustos veya Eylül 1953’te Düşünce Günlüğü’ne yazdığı “Tilki
Heidegger’in gerçek hikâyesi” (belge A5) ve son olarak Heidegger’e 80. doğum
günü için 26 Eylül 1969’ta gönderdiği konuşma metni (belge 116, 117) bu yayma
dâhil edilmiştir.
Mektupların ve diğer belgelerin bugüne ulaşmasını Hannah Arendt’e
borçluyuz. Şimdi kamusal ışığın aydınlığına çıkan şeylerin çoğunu Hannah Arendt
saklayıp arşivlere emanet etmiştir. Yayımlanmalarını isteyip istemediği veya
düşünüp düşünmediği konusunda bir bilgi mevcut değil. Fakat Heidegger’in ona
yazdığı şiirlere tarih eklemiş ve büyük ihtimalle onları kendisi kopyalamıştır.
Bunlar ve mektuplar onun için o kadar önemlidir ki, onları sonra özel bir yerde
-yatak odasındaki yazı masasının bir çekmecesinde-saklamıştır. Heidegger ile
olan anlaşmasını bozup özel belgeleri yok etmediği doğru ise yaşanmış olayların
değeri hakkındaki düşüncesi ve onları yokluğa terk etmeme arzusu aşikârdır.
Hermann Heidegger böyle bir sözleşmenin mevcut olduğunu babasının kendisine
söylediğini belirtmektedir. Bunun birlikte Heidegger’in ilk mektupları zaten
saklamadığı da tahmin edilmelidir.
Heidegger’in külliyatının yayımlanması için yapılan çalışmalarda tekrar
incelenen terekesinde, Arendt mektuplarının bulunma ihtimali artık imkânsız
kabul edilebilir. Fritz Heidegger’in terekesinde de, Heidegger ailesinin
verdiği bilgiye göre, eksik olan belgeler bulunamamıştır. Böylece nakledilmiş
her şeyin -parçalar hâlinde bile olsa-burada eksiksiz yayımlandığı
söylenebilir. Martin Heidegger’in bütün mektupları el yazısıyla yazılmıştır,
hiçbir zaman kopyalanmamışlardır. Buna karşın Hannah Arendt sadece ilk zamanlar
el yazısıyla yazmıştır. Bu yüzden ancak bu yıllardan sakladığı taslaklar
kalmıştır. Daha sonra makineyle yazdığı mektupların bir kısmının kopyası
vardır, diğer kısmı orijinal olarak Heidegger’in terekesindedir.[7]
Bu yayının bir özelliğine daha önce dikkat çekilmişti: Bu metne Martin
Heidegger’in sesi hâkimdir. Bir başka özellik ise, sıkı görüşme, açık görüşmeme
aşamalarının ve bazı ara dönemlerin bulunduğu gerçeğidir. Burada yayımlanmış
belgelerden yola çıkarak ilişkinin hikâyesine kısa ve genel olarak bakıldığında
bu daha da açık görünür. Burada hikâye, gerçekleri vurgulayarak anlatılmak
istenmiş, bunun dışına çıkan bir yorum hedeflenmemiştir. Zira Arendt-Heidegger
tartışmasının önemli yönle-
7 rinden bahsedilebilir
fakat bunların detaylı veya kapsamlı açık-laması burada yapılamaz.
İlişki üç “yüksek” devreye ayrılabilir: Birincisi “Kasım 1924” te (bkz.
belge 54’te bu başlık altındaki şiir) başlar, Şubat 1925’te somutlaşır (belge
1-3), ayrılıktan kaynaklanan bir yavaşlamaya uğrar (belge 4-8) ve Nisan’da
Kassel’de gerçekleşen karşılaşmadan sonra dinamiğini arttırır (belge 9-12).
(Gizli) sık görüşmeleriyle 1925 yılının yaz sömestirinde (belge 13-27)
yaşananlar sağlamlaşır ve bu, 20’li yıllarının sonuna kadar uzar (belge 2844).
Hannah Arendt’in 1926 Ocağı’nda ilişkiye aniden son vermesine rağmen (belge 35)
böyledir. Başlangıçta bir aşk serüveni vardır. “Şeytani olan”, Martin Heidegger
böyle ifade eder, “bana isabet etti” (belge 3) ve Martin Heidegger bu güçten
yaratıcılıkla yararlanacak -Varlık ve Zaman'm oluştuğu yıllarMarburg’ta
geçirdiği zamanı “en heyecan verici, yoğun ve olaylarla dolu” zamandı diye
yazacaktır, daha sonra (“Fenomenolojiye Giden Yolum”da, 1963) sevgilisine
yazdığı mektupların bazılarında verimli çalışmaların “muazzam” deneyiminden
(belge 28), “şiddet zamanlarından (belge 35) bahseder ve bunların hangi
koşullar altında gerçekleştiğini, sevinç ve zorluklarını yansıtır.
Onlar için aşk serüveni hemen hemen hiç önemini yitirmez. Bu konuda çok
azı bugüne kadar gelmiş belgeler bile bir fikir verebilir. “Gölgeler” yazısı
(belge 11) deyim yerindeyse “önceki” durumu belgelemektedir ve bu hayat
devresinin sonu için mektup taslağında (belge 42), yemin tarzında sunulmuş bir
kendi kendiyle hesaplaşmayla karşı karşıyayız: “Bana gösterdiğin yol,
düşündüğümden çok daha uzun ve zor. Bütün bir hayatı talep ediyor. Bu yolun
ıssızlığı seçilmiş bir ıssızlık ve bu yol payıma düşen tek yaşama şansı.” Artık
Arendt’in “hayatını temelsiz deneyimlerin içinde sürdürdüğü” doğru değildir
(belge 11). Heidegger’in daha önce gözlemlediğini düşündüğü gibi “bütün ‘gölgeler’
kaybolmuştur” (belge 39).
Bu dönemi, başlangıcım bir Heidegger mektubunun belgelediği (belge 45)
daha çok zamanın siyasi koşullanndan kaynaklanan yaklaşık yirmi yıllık bir ara
izlemektedir. 1932/33 yıllarının kışında yazılmış olan mektup, özel ilişkinin
dışında büyük bir önem taşır. Bunda Heidegger -rektörlüğü devralmadan kısa bir
süre önceArendt’in günümüze kadar gelmemiş bir mektubunda ona yönelttiği o
zamanlar dolaşan Heidegger’in antisemitist olduğuna dair suçlamalara cevap
vermektedir. Cevabının Arendt’i tatmin ettiği düşünülemez, fakat göründüğü gibi
hemen tepki göstermez, ama önce isteyerek sonra da galiba koşullardan dolayı
susar. Büyük ihtimalle Arendt ancak 1948 yılında (bkz. belge 62) Heidegger
tarafından talep edilmeyen bağlantıyı tekrar sağlamaya çalışır. Sonunda Arendt
6 Şubat 1950’de yeni bir başlangıca adım atar, “iç saikin zorlamasıyla” (bkz.
belge 48) ve kendisine ve felsefeye olan sadakatinden dolayı. Sebepleri
nelerdi? Burada yayımlanmış belgeler bu duruma açık bir cevap verememektedir.
7 Şubat 1950’de ikinci “yüksek” devre başlar. Bugünün akşamında Martin
Heidegger Hannah Arendt’i kendisine bir gün önce orada olduğunu bildirdiği
Freiburg otelinde ziyaret eder. 1950 ile 1954 yıllarını içeren çok sayıda
belgede (belge 47-87) samimiyetin nasıl tekrar canlandığı veya yeniden
filizlendiği okunabilir. “Çok önceden inşa edilmiş, kötülüğün ve yanılgının
hiçbir şekilde yıkamadığı, uzaklardan gelen bu akrabalığın ihsanı, aracısız
tutuşan ve kelimesiz varılan bu anlaşma ne güzel. Dostu bir daha hiç bırakmama
hâli, sana ve bana, her ikimize en zor, sıkıntılı ve korunmasız anlarımızda
yardımcı olsun.” (belge 55).
Aynı zamanda bu yıllara ait çoğunu yine Heidegger’in yazdığı belgeler,
Heidegger biyografisinde 50’lerin ilk yıllarıyla ilgilenenler için bir
hazinedir. Profesörlüğünün yasaklanması, özel durumunun sebep olduğu
güvensizlik (1951 yılına kadar) ayrıca nasyonal sosyalizm için gösterdiği
angajmanın oluşturduğu şahsi ve resmî saldırıların hayatını belirlediği devre.
Fakat bu devre ona neredeyse aynı zamanda savaş sonrası Almanyası’nda
beklenmedik şekilde yükselen bir şöhret sağlar. Aynı şekilde kendi “düşünce
yolu” hakkında birçok yerde söyledikleri önem arz edebilir.
Hannah Arendt ikinci planda durur; okuyucu, onun gelişimi ve
biyografisi hakkında neredeyse hiçbir şey öğrenmez. Hannah Arendt sadece bir
defa işi hakkında bilgi verir (belge 86). Söz konusu paragraf The Human
Condition (1958) veya Vita Activa’ya (1954) yolun ne kadar erken açıldığını
sezdirir. Daha sonra Heidegger’in muhtemelen hiç görmemiş olduğu (bkz. s. 342)
bir ithafında teşekkür ederek “ilk Freiburg günleri”ni, yani 1950 ve 1952
yıllarındaki ziyaretleri sırasında geçen görüşmeleri hatırlatır.
O zamanlar Heidegger’in bir çalışması için, daha sonra ses getiren “dil
hakkında bir konuşma” başlar -örneğin (14 Temmuz 1951): Kayın ağacına giden
yolda seninle dil üzerine yaptığımız konuşmayı düşünüyorum sık sık...” veya
yıllar sonra, birkaç ay gecikmeli olarak Arendt’e 75. doğum günü dilekleri için
teşekkür ettiğinde (13 Nisan 1965): “Gezerken dil üzerine yaptığımız
konuşmayı daha sık düşünüyorum.”
1955 ile 1965 arasındaki on yıllık devre üzerinde bir karanlık söz
konusu, az önce sonuncusundan alıntı yapılan yalnız üç belge (88-90) bugüne
kadar gelmiş. Özel görüşmeye ara verilen süre daha da uzun, Martin Heidegger ve
Hannah Arendt muhtemelen 1952 ile 1967 yılları arasında görüşmemişlerdir. Ara
verişin sebepleri muhtelif. Burada yayımlanmış belgelerde de ipuçları bulunan
bazı görünür sebepler açıklanabilir. Arendt’in, Elfride Heidegger hakkında yer
yer şiddetli tasvirlere yer verdiği Heinrich Blücher’e yazdığı mektuplardan,
zihinsel-siyasi sınırlamaların ve kadınca kıskançlığın bunda rol oynadığı
düşünülebilir. Bunun dışında şüphesiz Hannah Arendt’in içinde asıl “ve” olarak
bulunduğu Heidegger ve meslektaşı Kari Jaspers arasındaki gergin ilişki büyük
önem taşımaktadır. Fakat başka sebepler de vardır; doğal olarak bu dönemde hem
Heidegger’in hem Arendt’in kendi “meseleleriyle” yoğun bir şekilde meşgul
olmaları ve diğerinin “yaptıkları” m daha ziyade eleştirerek değerlendirmeleri
(bkz. örnek olarak Arendt’in daha önce adı geçen ve ekte basılmış olan “tilki”
Heidegger’in hikâyesi) söz konusudur.
Nihayet son on yıllık sürede üçüncü bir “yüksek” devrenin vuku bulması
daha da şaşırtıcıdır. Arendt’in 60. doğum gününe
14 Ekim 1966’da yazdığı mektubunda (belge 91) Heidegger’in vurguladığı
ton şudur: Sonbahar. Arendt de iştirak eder (belge 92): “İlkbaharın kalbini
kırdıklarına sonbahar yeniden şifa kılıyor.” Ve biz okuyucu izleyiciler,
ilk defa bu son yıllarda gerçekten bu ismi hak eden bir mektuplaşmaya şahit
oluyoruz (belge 91-166). Hesaplanması gerekirse -muhtemelen Arendt’in
Heidegger’den daha çok aldığı-bir değiş tokuşa, bir alışverişe katılıyoruz.
Sonbahar olgunluğun ve şahsi olanın-özelin içinde asıl barışmanın vaktidir. Bu
barışmaya zamanla artarak, artık Arendt tarafından Elfride Heidegger de dâhil
edilir. Arka planda -insan ara sıra öyle bir duyguya kapılıyoryine de ince bir
tını ile sürdürülen ruhsal bir rekabet vuku bulmaktadır. Bir gerilim -artık
eşit olanlar arasında-kalır ve bundan kesin olarak Hannah Arendt’in “vita
contemplativa” projesi istifade eder. Bu yılların mektuplarında ifade edilmiş
olan birçok yan meselenin arasında, Heidegger’in eserlerinin Anglosakson dil
bölgesinde tercümesinin ve tanıtımının, terekesinin düzenlenmesinin ve sevk
edilmesinin de belirtilmesi lazım. Hayattan geriye çekilme her iki mektup
arkadaşını da meşgul eder; felsefi açıdan “sessizlik” maddesi altında fazlaca
yükseltilmiş fakat Heidegger ve eşinde “yaşlılık mekam”nm döşenmesi ile oldukça
somut şekle bürünmüştür (belge 138, bkz. ayrıca belge 130, 136). Heidegger’in
mektuplarında “daha sıkı ve sağlam düşünme” (4 Ağustos 1971) çabaları
hissedilir; aynı zamanda Arendt kendi eserini tamamlama arzusunu dile getirir.
“En azından elimin altındaki kitabı -Vita Activa’nın bir nevi ikinci cildi-hâlâ
yazmayı başarmam mümkün” diye yazar 20 Mart 1971’de ve başardığı takdirde bu
eserini Heidegger’e ithaf etme izni ister.
Martin Heidegger’in 80. doğum günü, 1969’da özellikle kutlanmıştır:
kamuda ve özel olarak. Hannah Arendt kendisinden düşünmeyi öğrenmiş olduğu
“hoca”ya teşekkür eder ve metni Merkür'ün ekim sayısında yayımlanan, çabucak
şöhret bulmuş radyo konuşmasında Heidegger’e saygısını arz eder. “Martin
Hei-degger seksen yaşında.” Yine sayılar semboliği adına çaba sarfederek
Heidegger’e gönderilmiş makineyle yazılmış konuşma ör-neğine şunları yazar
(belge 116): “Kırk beş yıl sonra eskiden olduğu gibi 26 Eylül 1969 tarihinde
senin için -Hannah.” Doğum gününden önce eşiyle birlikte Heidegger çiftini
ziyaret etmiştir (belge 114). Bu konuşma sebebiyle Martin Heidegger’e
yöneltilen birçok saygı gösterisinden 27 Kasım 1969’da Heidegger’in yazdığı
mektupta haber alır (belge 118).
Martin Heidegger 80. doğum gününü kutlamadan Kari Jaspers ölmüştü.
Basel’deki cenaze merasimlerinden hemen sonra (Şubat/Mart 1969) Hannah Arendt
Freiburg’a seyahat eder (belge 106). Bundan sonra -özellikle Ekim 1970’te
Heinrich Blücher’i de kaybettikten sonra“Freiburg” adresi onun için gittikçe
daha da önemli olur. Sonraki yıllarda ne zaman Avrupa’da kalsa bir defa, hatta
1972 ve 1975 yıllarında iki defa orada konaklar. 13 Temmuz 1971’de itiraf eder:
“Meselelerin bana yoldaşlık ediyor, bir nevi daimi bir çevreye
dönüşüyorlar.” Ölümünden sonra yayımlanan eseri Vom Leben des Geistes
(Zihnin Yaşamı Hakkında) bunu gösterir. Ve Heidegger’den şunları okuyoruz (22
Haziran 1972) -göz kırparak veya değil: “Senin kendi çalışman hakkında bir
şeyler duyarım diye ümit ediyorum; bunun dışında daha fazla öğrenmeye fırsatım
yok.” 1973’te dördüncü genişletilmiş baskı olarak yayımlanan Kant und das
Problem der Metaphysik (Kant ve Metafiziğin Sorunu) kitabının bir nüshasına
şunlan yazar: “Hannah Arendt için candan selamlarla. Martin Heidegger.” Öyle
görünüyor ki, böylece yazar Hannah Arendt’in de beklediği takdir gerçekleşmiş
oluyor, yani çalışmasının “önceki yıllarda üzülerek özlem duyduğu” takdiri. Ona
yazılmış olan son ithaf Heidegger’in iş arkadaşı Hildegard Feich için yazdığı
anma yazısının özel baskısındadır. Önceden de olduğu gibi “Parmenides’in
torunu” lafı uzatmaz: “Hannah’ya -Martin.” ilişkinin üç yüksek devresi
başlangıçlarından dolayı açıkça adlandırılabilir: Martin Heidegger’in şiirle
yazıya döktüğü 1950 yılının “tekrar bakış”ı, gerçekten oldukça reel bir şekilde
var olan bir “bakış”ı şart koşmaktadır: “Kürsünün yanından bana doğru
ışıldayan” bakışı (belge 60, bkz. ayrıca s. 26) -ilk “bakış”ı ve “şimşek”i kaynaştıran
ve “devam eden” başlangıcı yaratan olay. Arendt’e tekrar görüşmelerinin anısına
1950’de verdiği Holzwege nüshasına Heraklit’in “τα θφ παντα οώακιζει κεραυνός”
sözlerini yazar ve şöyle tercüme eder: “fakat bütün bunları bakış mevcudiyet
ile yönetir.” Bu başlangıcın sayesinde ilişkinin “sonbaharı”nın yaşandığı
düşüncesi bile doğuyor.
Bakış -Yeniden Bakış-Sonbahar: Hikâyenin aktörlerinden mülhem yaratıcı
bir ânı içeren o içkinlikten kazanılmış yapı, bu yayının metin kısmı için bir
bölüm düzenlemesi şeklinde devralınmış oldu. Hatime olarak -bayan Lore Jonas’ın
yardımı sayesinde-Hans Jonas’ın terekesinden iki belge basılabildi. Bunlar
Martin Heidegger’in Hans Jonas’a ve Hannah Arendt’in yasını tutan dostlara, New
York’a gönderilmiş bir telgraf ve kısa süre sonra yazılmış yine Jonas’a hitap
eden bir mektup (belge 167, 168).
Edisyonun teknik yönüne gelince, öncü olarak öncelikle Arendt-Jaspers,
Heidegger-Jaspers ve Heidegger-Blockmann[8]
arasındaki mektuplaşmalardan yayınlanmış olanlar dikkate alındı. Bu mektuplar
metin ve açıklayıcı notlar bölümlerinin tasarımında yol gösterici rolü
oynadılar. Tereke yöneticileri Dr. Lotte Köhler ve Dr. Hermann Heidegger ile
mutabakat içinde olan bu edisyon ile ilgili olarak verilen ilk kararlardan
birisi okura belgeleri mümkün olduğu kadar işlenmemiş şekilde sunmaktı. Bu
yüzden Heidegger-Blockmann mektuplaşmasında olduğu gibi metinlerde [9]
dipnot numaraları kullanılmadı. Hitap ve selamlamalar olduğu gibi bırakıldı.
Selamlamalardaki biçimsel tasarım da mümkün olduğu kadar değiştirilmedi.
Okunabilirliği yükseltmek amacıyla metinlere dikkat etmek kaydıyla bazı
değişiklikler uygulanmıştır. Bu aşağı yukarı “ve” kelimesinin yer yer atılması,
belli isim kısaltmaları (örneğin “Jaspers” için “J.” veya “Freiburg” için
“Frbg.”) yerine kelimenin tam hâlinin kullanılması ve köşeli [editör]
parantezlerin sadece okur için faydalı bir bilgi söz konusu olduğunda eklenmesi
şeklindedir. Ayrıca dikkatsizlikten doğan belirgin hatalar zikredilmeden
düzeltilmiştir. Mektup yazarları tarafından altı çizilmiş veya harflerin arası
açılarak yazılmış yerler ve adı geçen bütün kitap isimleri (bunları mektup
yazarları çoğu zaman tırnak içine almışlardır) metinde italik yazı ile
verilmiştir. Noktalama kısmen sorun teşkil etti. Şüphesiz dikkat hataları olarak
değerlendirilen yerlerde zaman zaman Arendt’in eksik veya yer yer yanlış
kullandığı virgüller düzeltilmiştir. El yazılarında çoğu zaman nokta ve
virgülden ayırt edilemeyen veya bunların yerine kullanılan Heidegger’in kısa
çizgileri anlamaya katkı sağlayıcı olarak göründüğü için çok az yerde
değiştirilmiştir. Eksikliği durumunda okurun aklının karışabileceği yerlerde
bazı virgüller ilave edilmiştir.
Açıklayıcı notlar bölümünde belge numaralan altında öncelikle
yayımlanan vesikalar hakkında bilgi verilmiş, sonra konu ile ilgili bilgiler
sunulmuştur. Bunu yaparken genelde hemen önce veya sonra gelen belgenin
okunmasından anlaşılan bağlamlar yorumlanmamıştır. Genel olarak bilgi ve
yorumlar mümkün olduğu kadar kısa tutulmuş; hayat hikâyesi ve eserle ilgili açıklamalarla,
yani “bilgi” anlamında olan açıklamalarla sınırlı kalmıştır. Çalışmanın
kapsamını aşacağı için, terimler ve düşünceler tek tek açıklama yoluna
gidilmedi. Martin Heidegger’in dili hakkında belli bir derecede bilgi sahibi
olmak şart koşulmak durumundadır. Diğer yandan her iki mektup yazarı genelde
bir yerde bahsettikleri veya açtıkları düşüncelerin nerede bulunup okunacağını
oldukça detaylı bir şekilde belirtmektedirler. Bu yüzden Arendt ve Heidegger’in
alıntılanmış eserleri yayının sonundaki ayrıntılı eser dizininde (s. 407-422)
toplanmıştır. Bu eser dizinleri açıklamalı notlara ek olarak düşünülmüştür.
Metinde adı geçen birincil Arendt ve Heidegger eserleri hakkında tam bir bilgi
arayan meraklı okur, bunu açıklayıcı notlarda değil orada bulabilir.
Martin Heidegger ve Hannah Arendt için -bunu son olarak tekrar
hatırlatalım-icabında “eser” her zaman “hayat”tan daha önemliydi. Burada ortaya
konulmuş dokümantasyonda üstünlüğü “hayat” kazanmıştır, fakat hayatın ve eserin
ne kadar kuvvetli bir surette birbirine bağlı olduğu da görülmektedir.
Hassas okurlar yer yer eserin –eserlerin-arasından esen ruhu da
hissedecektir. Ve ümit edilir ki mümkün olduğu kadar çok okur, özenle okuyarak,
sorarak ve kendi düşüncesiyle karar vererek, belki yeniden sorarak, hatta kaynaklara
başvurarak belgelenmekte olan hikâyenin en önemli kişilerini anlamaya hazır
hâle gelmiş olur.
Kaynak:
Hannah Arendt & Martin Heidegger-Mektuplar, Orijinal Kitabın Adı: Hannah
Arendt/ Martin Heidegger, Briefe 1925 Bis 1975 Und Andere Zeugnisse, Derleyen:
Ursula Ludz, Almanca Aslından Türkçeye Çeviren: Melek Paşalı I. basım, 2012
İstanbul
[1]
1 Gerçekte neler olduğu, kesin
bir şekilde ortaya çıkarılabilir, -burada yayımlanmış belgeler ve aynı zamanda
Hannah Arendt’in eşi Heinrich Blücher’e (bibliyografik bilgi s. 405) ve
arkadaşı Hilde Frânkel’e yazdığı mektuplardan (yayımlanmamış, Library of Congress'te,
Washington’da Hannah Arendt Papers dâhilinde tutuluyor), bkz. aşağıda.
[2]
Bir gün önce Heinrich Blücher’e “Freiburg olayı korkutucuydu” yazıyor; “sanki
vakit yokmuş gibi görüşüldü” (Arendt Blücher Briefwechsel, s. 209).
[3]
Heidegger’in iki mısrası ve Arendt’in Düşünce Günlüğü’ndeki alıntılanmış
kayıttan bir pasaj bu yayında otograf olarak basılmıştır (resim 1 ve 16).
[4]
Almancası: Hannah Arendt: Leben, Werk und Zeit, tam bibliyografik bilgi s. 429
[5]
Elzbieta Ettinger: Hannah Arendt Martin Heidegger, New Haven London: Yale
University Press, 1955, Almancası (Brigitte Stein’ın tercümesi): Hannah Arendt
Martin Heidegger: Eine Geschichte, MünihZürih: Piper (Serie Piper, 1904), 1995;
yayın hikâyesi için bkz. Lotte Köhler’in The New York Revinv o/Books'taki bir
okur mektubu (21 Mart 1996, s. 52).
[6]
1 Nisan 1951 tarihili mektup, Arendt Blumenfeld Korrespondenz (tam bilgi s.
405), s. 52.
[7]
Nakille ilgili detaylı bilgiler söz konusu dokümanla ilgili notların başında
verilmiştir (s. 263 362). Bu yayında verilmiş versiyonlar hakkındaki bilgiler,
basılmış dokümanlar dizininden elde edilebilir.
[8] Bu üç mektuplaşmanın bibliyografik bilgileri
kısaltmalar bölümünde (s. 428) bulunabilir.
[9] H.A’nın dipnot
eklediği 116 numaralı doküman hariç.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar