Print Friendly and PDF

İsmâilim, Nûr-ı Aynım


Beni Dinleyen Yok Ama

Bir gün Dost, yakınları ile bir arada iken: "Bir şey söyle de dinleyelim," teklifinde bulunmuş, o da gene, alaya alınmaktan bizar: "Efendim, herkes bana gülüyor," deyince: "Sen söyle oğlum, onlar değil, ben dinliyorum," diyerek etrâfın hareketini tasvip etmediğini ihsas etmişti.

**

"İsmâilim, Nûr-ı Aynım!

Mektubunu aldım, memnun oldum. Seni, Cenâb-ı Mevlâ'nın ve Hz. Pîr'in himâyesine emânet ederim.

Oğlum, dâimâ basiret üzere olup, halka şef­katle muâmele eyle ki, amellerin âlâsı, güzel ahlâktır. Resûlullah Efendimiz: "Dili tatlı olanın dostu çok olur," buyurur.

Halkın aybını ört, yüzlerine vurma. Mâlûmdur ki, Allâh'ın sünneti, aybı yüze vurmamaktır. Resûlullâh’ın sünneti halka müdârâ, ehlullâhın sünneti ise, halktan gelen ezâ ve cefâya taham­müldür.

Gazabını yutmaya çalış. Vaktini ganimet bi­lip nefsini silmeğe gayret et. Fırsat elde iken, zamânını, kemâl tahsili yolunda sarfeyle. Dâimâ nefsine muhâlefet üzere ol. Halkın çevrini, nefs mücâhedesi addedip tahammül eyle ki rûhun kuvvet bulsun, mânen terakki edesin. Bu âlem fânidir; bakası Hakk'ın rızâsıdır. Onu tahsile ça­lış. Yâr-ı Kadîmim, Elest'te nedimim Osmanımı hiç bir veçhile üzme.

Ismâilim, dünyâya geldin geleli, bir günün bir güne benzediğini gördün mü? Demek oluyor ki mârifet, basiret gözü ile etrâfına nazar edip, Hak nûrunu çeşitli varlıklarda tekrarsız seyre­derek, her birinden mutlak vücûdun tecellîsini görebilmektir. Hemen Cenâb-ı Hak, bu irfan cen­netine girmek nasip eylesin ve mecâza tutulup kalmaktan halâs ederek dâimi hayâta vâsıl et­sin.

Ismâilim! İştiyâkının eseri, şüphesiz bizi de müteessir etmektedir. Fakat emir ve ferman Allâh'ın olduğu için, rızâdan başka ne çâre? Sûrette iştiyak varsa da, gönüldeki birliğe hiç bir veçhile halel gelmez.

insana, bu unsurî ve maddî vücut, ancak rûhun taayyünü ve sıfat mertebelerini isbat için verilmiştir. Bu yüzden vaktini ganimet bilip, zat şuhûduna çalış ki hâdiselerin iniş çıkış ve değiş­meleri gamından halâs olasın.

"Külle yevmin hüve fî-şe'n [Er-Rahman Sûresi, 29. âyet.] gereğince, İlâhî tecellî, hergün bir başka sûret giyip, yeniden ye­niye ve tekrarsız olarak zuhur etmektedir. Lâkin bu da şimşek gibi sür'atle seyrettiğinden, gözü­nü, tecellî sâhibinden ayırmayıp tecellî olunana gönül kaptırmamalıdır. Tâ ki mecâza bağlanıp kalarak Hak'tan ayrılığa düşmeyesin. Zîra, zuhûrun devâmı yoktur. Sebâtı olmayana takılıp kalanlar için ise perişanlık mukarrerdir. Devam istersen, mânâdan ayrılma!

İsmâilim! Bil ki, bu dünyâya geliş ve gidişten maksat, ancak mârifet-i zâtîdir ve mârifet-i zâtî de bu âleme mahsustur. Ölüm, hayvânî ruh için­dir. İzâfî ruh ise dizgine gelmez. Ona son yoktur. Ulvî rûhun, beden kaydına girerek bu dünyâya gelişi, çeşitli aynalarda Hakk’ın birliğini görmek içindir vesselâm."

 

Dost/Sâmiha AYVERDİ


Nerde kaldın, nerdesin?

Akşam oldu.

Yüreğim, varını yoğunu müsrifçe harcayan bir bahar kadar gamsız, seni bekliyor.

Nerde kaldın?

 Nerdesin, ey gönüller fırtınası?

Yaz meltemleriyle tatlı tatlı çırpınan bir perde gibi, yüreğimin açık duran penceresinde, halecan ve ümitle kabarıp taşarak seni bekliyorum.

Nerde kaldın, nerdesin?

 Es!

Gizlendiğin yerden çık artık, ey gönüller fırtınası!

Evvelce nasıl, ne diye geldin?

 Geldin de azamet ve haşmetinle uğuldar olup, bu câhil yüreği, gömülü olduğu alaca karanlıktan çıkardın, göz kamaştırıcı sırlarınla yüz yüze getirdin, sonra da kaçtın, günlerin gecelerin ardına saklandın, ey zâlim rüzgâr, ey gönüller fırtınası!

Akşam basıyor. Karanlıktan da aydınlıktan da uzak olan bu kişmîrî gök, bir siyâhî köle ile, bir sarışın câriyeden doğmuş, çalık renkli melez edâsıyle karşımda boy göstermekte. Benden ne istiyor?

 Dilini dileğini anlamıyorum ki...

 Gel, gel de sen sor...

 sen anla ey koca saltanatlım, ey gönül fırtınası!

Senin için cihet zaman ne ola?

 Doğudan es, batıdan es, yerden es, gökten es...

 ister öldür, ister dirilt, ey gönül fırtınası!

Seni kim istemezse istemesin.

Heybetinden dehşetinden kim korkarsa korksun, kim kaçarsa kaçsın.

 İstemeyeni sen de isteme, kaçandan sen de kaç.

Ammâ o meçhul inzivândan benim için çık.

Es, uğulda; ey gönül fırtınası!

Hancı /Sâmiha AYVERDİ

Kimler

Kendileri için doğmamış kendileri için yaşamamış bu uluları, ne yazık ki, bugün körebe şaşkınlığı içine düşmüş dünyâ, farketmeyecek bir gaflet içindedir. Kim bilir, daha ne kadar zaman kollayıp aramayı da düşünemeyecektir.

Hâlbuki yaradılış âlemi içinde tecellîleri eksiksiz olan Allah, evliyâsını eksik eder mi?

Yeter ki kütle uyansın ve gene bu merkezlerin etraflarında kurtuluşunu aramak ihtiyâcını duysun? Arayıcı olan, elbette bir gün bulucu da olur.

**

Aldatma

Odadaki kediyi dışarı çıkarmak için kapı önüne gidip, sanki elinde, verilecek bir yiyecek varmış gibi: Pisi pisi... diye hayvancağızı çağıran kimseyi şöyle ikâz ettiler:

"Elinde verilecek bir şey varsa çağır. Yoksa, varmış gibi yapıp aldatma!"

Değil insanların, hiç bir mahlûkun aldatılmasına tahammülü olmayan Dost, sahtekârlığa ve yalana, en basit hâllerde dahî tahammülü olmadığını her vesîle ile göstermekten geri kalmamıştır.

**

Bağışlama

"Sayısız günahlarımızı affeden Allâh’ın bir kulu olarak, neden bir suçu bağışlamayayım?"

demekle, etrâfının muhtemel itirazlarını önlemişti.

Dost'a dost olamamış ve ona maddî mânevi zararı dokunmuş bir başka kimse de vardı.

"Bu adam hakkında, kalbimde en ufak bir in­cinme yok... Yapan Hak. Başka fâil mevcut değil. O, Hakk'ın emrinde bir vâsıtadan ibâret.

Vaktiyle bize küçük bir iyiliği dokunmuştu. Ancak o iyiliğin yâdından başka bir şey düşüne­miyorum ve selâmete ermesini, hayırlar bulma­sını temenni ediyorum."

**

Yalan

Dost, pencereden bakıyordu:

"Size bir yalan... Ayşe Hanım geliyor!" dedi.

Herkes pencereye giderek baktı.

"Size bir yalan... dediğim hâlde, gene baktı­nız! İşte dünyâ da böyle. Yalan olduğu biline bili­ne kanılıyor!"

 

**

Sen Kendini Affettin mi?

Amca torunu hanımefendi devam ediyor:

Artık büyümüştüm. Ammâ gene bir hastalıktan kalktığım için, mektepte sene kaybetmiştim. Bu yüz­den de, iki sınıfın imtihânını vermeğe kararlı bulunu­yordum. Halbuki Büyüğüm, sıhhatimi düşünerek, bu fikrimi pek beğenmedi ise de, ben kararımdan cayma­dım.

Lâkin bu defâ da zâtürreye tutuldum ve tabiî ki düşüncem tatbik edilemedi. Zaman geçti, gene iyileş­tim. Fakat içimde bir azap vardı. Sağlığımı düşünen Büyüğümü dinlememiştim. Af dilemeğe karar verdim, ve diledim. Beni dinledikten sonra, tek cevâbı: "Sen kendini affettin mi?" demek oldu.

Artık genç kızlık çağından, evlilik devresine gir­miştim. Kocam subaydı. Tâyin olduğumuz yerlere berâberce gidiyorduk. Ammâ her sene, yaz mevsimin­de İstanbul'a geliyordum.

Bir seferinde avdet zamânım gelmiş, vedâ ediyor­dum ki ağzımdan, şükürsüzlüğe kaçan ve pek hoş ol­mayan bir söz çıktı. O zaman Büyüğüm: "Sen kızını sever misin?" dedi. "Evet Efendim!" dedim. Tekrar: 'Bir hatâsını gördüğünde azarlar mısın?' diye sor­duğunda, gene, evet, dedim.

"Sen bir kul olduğun hâlde, evlâdının terbi­yesini düşünürsün de, Allah, kullarının hayrı için neler yapmaz?

Senin iyi gördüğün şeyler içinde ne kötülük­ler, kötü gördüğün şeyler içinde de ne iyilikler vardır. Haydi güle güle kızım!" diyerek beni uğur­ladı.

Bu ayrılış için aşırı sızıldanmış ve hâlime râzı ol­mamış bulunduğumu hissederek dışarı çıktım.

**


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar