KASİDE-İ MEYMÛNE-İ MUBAREKE DÜRR-Ü MEKNÛN (Saklı inci) İMAM-I ÂZAM EBÛ HANÎFE
Şüphesiz hamd Allah Teâlâ
içindir, O’na hamd eder, O’ndan hidayet ve bağışlanma di-leriz. Nefislerimizin
şerrinden, kötü amelleri-mizden Allah Teâlâ’ya sığınırız. Şüphesiz Al-lah’ın
hidayet eylediğini saptıracak, O’nun sap-tırdığını da hidayete ulaştıracak
yoktur. Allah Teâlâ’dan başka İlah olmadığına, O’nun birli-ğine ve ortağı
olmadığına, Muhammed sal-lallâhü aleyhi ve sellemin O’nun kulu ve Rasulü
olduğuna şehâdet ederiz.
Sözlerin en doğrusu Allah
Teâlâ’nın Kitabı, yolların en hayırlısı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin yoludur. O’nu sevmek ve O´nun ümmeti olduğumuzu bilmek, Allah
Teâlâ’nın bizlere ihsan kıldığı en büyük nimetlerden birisidir.
“Allah Teâlâ kulların zannı üzere hareket eder” müjdesini kendisine yol
edinmiş kullar, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kapısında kıtmir
olmayı, cihana sultan olmaktan üstün değer tutarlar. Ashab-ı Kehf´in kapısını
bekleyene yapılan ikramı görünce, O’nun kapısındaki kıtmir-i hakirin elbette
kavuştuğu ihsan daha büyük olacaktır. O ihsan iki cihanın selâmetine sebep
olacak büyük bir nimettir.
“Muhakkak ki Sen; büyük bir yaratılış ve ahlak
üzerindesin”
Allah Teâlâ tarafından
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin gerçekten büyük olduğu, tasdik
edilmiştir.
“Ey
inananlar! And olsun ki, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır
gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir rasül
gelmiştir.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellemi sevi-yoruz. O’da ümmetini çok sever. Hiçbir zaman ümmetini
unutmadığı gibi unutmayacağına da inancımız vardır.
Ey Allah’ım, O´nu öven
Sen´sin. Biz nasıl O´nu methederiz. Fakat övülmeye layık olma-yan nice şeylere
övgü dizen bize, Rasûlün sal-lallâhü aleyhi ve sellem Efendimize layık ol-masada
övmeyi nasip kıldığın için binlerce şükürler olsun.
Ey merhamet edenlerin en çok
merhamet edeni Rabb´imiz, şüphesiz ki Sen, her şeyi lâyı-kıyla duyar ve
bilirsin. Duamızı; bizden kabul buyurmanı diliyoruz. Bizlere yararlı bir
marifet ihsan etmeni istiyoruz. Şüphesiz ki Senin her şeye gücün yeter. Tövbemizi
de, kabul buyur-manı diliyoruz. Muhakkak ki, Sen, tövbeleri çokça kabul eden
Rahîmsin.
Ey Allah’ım, “Bütün yaratılmışların en üs-tünü ve en cömerdi
olarak yarattığın Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizden başka son
nefesimizde, sığınacağımız kimsemiz de yoktur” Bütün
işlerimizde O`ndan yardım isteriz.
O bize
yeter, O ne güzel vekildir.
KASİDE-İ MEYMÛNE-İ MUBAREKE DÜRR-Ü MEKNÛN
(Saklı
inci)
بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام
على رسولنا محمد
وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
يا سيد السادات جئتك قاصدا لأبي حنيفة
النعمان رحمه الله
قصيدة يا سيد السادات لابي حنيفة
النعمان كتب أبي حنيفه هذه القصيدة ليتقرب
بها من رسول الله صلى الله عليه و سلم،
و
لينشدها بين يديه في أثناء زيارته ، و لم يطلع عليها أحد.
فلما وصل الى المدينة المنورة، سمع
المؤذن ينشدها على المئذنة،! فعجب من ذلك و انتظر المؤذن.
فسأله: لمن هذه القصيدة؟!.
قال :لأبي حنيفة.
قال: أتعرفه؟.
قال: لا.
قال: و عمن أخذتها؟!.
قال: في رؤياي أنشدها بين يدي المصطفى
صلى الله عليه و سلم، فحفظتها و ناجيته بها على المئذنة.
فدمعت
عينا أبي حنيفة..
يا سيد السادات جئتك قاصدا mısrası ile başlayan kaside İmam-ı Âzam
Ebû Hanîfe Nû’man ibn-i Sâbit radiyallâhü anhümaya aittir.
Ravza-ı mutahharayı ziyareti esnasında doğuş[1] olarak inşad eyledikleri bir kasidedir.
Bu kaside ile Efendiler Efendisi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
muhabbet ve yakınlık murad etmişler ve kimsenin duymayacağı bir şekilde Huzur-u
Rasûlüllah’da tekellüm eylemişlerdir. İmam-ı Âzam ziyaretten sonra Medine-i
Münevvere müezzininin kendi kasidesini irâd ederken görünce şaşırıp baka kalmış ve
sormuştur:
-Bu kaside kime aittir? Müezzin:
-Ebû Hanîfe Nû’man ibn-i Sâbitin’dir.
-Onu tanıyor musun?
-Hayır.
-Öyle ise bu kaside-i kimden öğrendin?
Müezzin dedi ki;
-Rüyamda, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bana okudu ve bende
ezberledim. Ayrıca, kaside-i minarelerden okumamı istedi.
Bu sözler üzerine İmam-ı
Âzam Ebû Hanîfe radiyallâhü anhın gözlerinden yaşlar boşandı.
***
İmam-ı Nesefî "Tuhfe"
isimli eserinde Şemsü'I Eimme-i Hulvanî (radiyallâhü anh) den şu nakli buraya
aktaralım.
Rüyamda İbn-i Abbas radiyallâhü
anhüma buyurdu ki:
"Müctehidlerin sultanı, Allah
Teâlâ’nın dostu Ebû Hanife Nu'man İbni Sabit, Resûl-ü Ekrem ve Nebiyy-i
Muhterem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretlerini, mübarek Ravza-ı
mutahharada bir kaside ile medh eylemiştir ki bu kasideye:
"Dürr-ü
meknûn (saklı inci)" ismi
verilmiştir. Bu kasidenin birçok fazilet ve sırları vardır.
1-Her gün Ravza'nın
hizmetçileri olan melekler ve Kerûbiyân bu kaside-i şerifeyi sabah, akşam
okurlar.
2-Bu kaside-i okumaya devam
edenlere afetler, kaza ve belalar uğramaz.
3-Düşmanlarını sevindirecek bir
kötülükle karşılaşmazlar.
4- Ani gelen ölümden emin
olurlar.
5-Bulunduğu eve ve mekâna veba
gibi bulaşıcı hastalıklar girmez.
6-Okuyana ve bulunan yere büyü
işlemez.
7-Devam edenlerin gönlü sevinç
ve ferah dolar.
8-Günahları bağışlanır.
9-Her ne dilek için yedi gün
ara vermeden devam edilirse istenen şey gerçekleşir.
İşte İbni Abbas (radiyallâhü
anhuma) bana bunları anlatmıştı ki, ben uyandım. O zamana kadar bu kasideden
haberdar olmadığım için Mekke-i mükerreme ve Medine-i Münevvere'de aradım. Nihayet,
Bağdat'ta kâmil bir mürşidin yanında buldum. O şeyhi kâmil de duyulmamış diğer
bazı özelliklerini bana nakletti. Ömrüm oldukça ben de onu okumaya devam
edeceğimi adadım.
Diğer bazı özellikleri
şunlardır.
10-Sadakatle okuyana son
nefeste iman nasip olur.
11 -İhlâsla okumaya devam eden
hiç fakirlik görmez.
12-Şevk ile kıraatine devam
edene kem göz ve nazar isabet etmez.
13-Halisane okuyana hile ve
tuzak işlemez.
14-Bir memlekete genel bir
felaket isabet etse, bu kaside halisane okununca Allah Teâlâ onu def eder.
15-Okuyan kişinin bütün
amelleri makbul olur.
16-Kasidenin akabinde yapılan
her dua kabul olur.
Ayrıca Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemi görmek niyeti okunursa rüyada görülür. Eğer manevi durumu
müsait değilse bir Allah Teâlâ dostu ona tebşiratta bulunacaktır.
***
**
*
Ey efendiler Efendisi! Himayene sığınarak, rızana
kavuşmak maksadıyla huzuruna geldim.[2]
و الله ياخير الخلائق ان لي قلبا
مشوقا لا يروم سواكا
Yaratılmışların en hayırlısı yemin olsun ki, Zât’ına âşık
olan ve başkasını istemeyen bir kalbim vardır.
و بحق جاهك انني بك مغرم و الله
يعلم أنني أهواكا
Allah Teâlâ biliyor, makamının hakkı için sana tutkunum ve
nefsim bile seni arzuluyor.[3]
أنت الذي لولاك ما خلق امرؤ كُلاًّ و لا
خلق الورى لولاكا
Efendim![4] Şayet olmasaydın kâinat bütünüyle varlığa çıkamadığı gibi
hiçbir şeyde yaratılmayacaktı.[5]
أنت الذي من نورك البدر اكتسا و
الشمس مشرقة بنور بهاكا
Efendim! zâtınla ay nurlara bürünürken, güneş doğacak
nurlara sahip oldu.[6]
أنت الذي لما رفعت الى السما بك
قد سمت و تزينت لسراكا
Efendim! Miraç ettinde, ziyaretinle semalar yüceldi ve
süslenip değerlendi.
انت الذى نا داك ربك مرحبا ولقد دعاك لقربه وحيا كا
Efendim! Allah Teâlâ, zâtını yakınlığına ve sohbet-i selamına
çağırarak “Merhaba, Ey Sevgilim” dedi.[7]
أنت الذى فينا سالت شفاعة ناداك
ربك لم تكن لسواكا
Efendim! Rabbinle aranıza kimsenin girmeyeceği
sohbete kavuşmuş iken bizim (ümmet) için şefaat dilendin.
أ نت الذى لما توسل آدم من زلة
بك فاز وهوأ باكا
Efendim! Âdem aleyhisselâm beşerî yönden baban iken
hatasının affına zâtını vesile kıldı.[8]
وبك الخليل دعا فعادت ناره
بردا وقد خمدت بنور سناكا
Hz. İbrahim Halîlullâh aleyhisselâm ateşe düşerken zatınla[9] duâ etiğinden, ateş külleşip serinliğe döndü.
ودعاك أ يوب لضر مسه فأزيل عنه
الضر حين دعاكا
Eyüb aleyhisselâm başına bela geldiğinde, zâtına dua edice, çektiği
sıkıntı giderildi.[10]
وبك المسيح أتى بشيرا مخبرا بصفات
حسنك مادحا لعلاكا
Efendim! Hz. İsâ aleyhisselâm zâtının güzel sıfatlarını
methederek yüceliğini müjdeleyici olarak geldi.
وكذاك موسى لم يزل متوسلا بك فى
القيامة محتما بحماكا
Yine; Mûsâ aleyhisselâm zâtına kopmayacak bağlılığını ve himayeni
kıyamette kadar bırakmayacaktır.[11]
والأ نبياء وكل خلق فى الورى والرسل
والأ ملاك تحت لوا كا
Efendim! Yaratılanların hepsi, nebiler, rasüller ve melekler
sancağın (hükmün) altındadırlar.[12]
لك معجزات أعجزت كل الورى وفضائل
جلت فليس تحا كى
Yaratılmışları aciz bırakan mucizelerin ve faziletlerin
anlatılacak gibi değildir.
نطق الذراع بسِمه لك معلنا والضب
قد لباك حين أتاكا
Efendim! Yemek zehirliyim derken, kertenkele “lebbeyk”[13] sedasıyla huzura geldi.
والذئب جاءك والغزالة قدأتت بك
تستجير وتحتمى بحماكا
Huzuruna kurt ilticada bulunmak ceylan himayene sığınmak
için koşuşarak geldiler.
وكذا الوحوش أ تت إليك وسلمت وشكى
البعير إليك حين رآكا
Yine huzuruna vahşi hayvanlar gelip selam verdiler. Zât’ını
görünce deve’de (sahibini) şikâyet edebildi.[14]
ودعوت أشجارا أتتك مطيعة وسعت إليك
مجيبة لندا كا
Ağaçlar, davet ettiğinde isteyerek ve koşarak çağrına icabet
ettiler.
والماء فاض براحتيك وسبحت
جم الحصى بالفضل فى يمناكا
Sular elinden çoşup taşarken, tuttuğun çakıl taşları
faziletinden tesbihe başladılar.[15]
وعليك ظللت الغمامة فى
الورى والجذع حن إلى كريم لقا كا
Bu âlemde bulut yalnız Zâtını gölgelerken, (dayandığın)
hurma kütüğü kavuşmak arzusuyla inlemişti.
وكذاك لا أثر لمشيك فى الثرى والصخر
قد غاصت به قدما كا
Efendim! Yumuşak toprak (kum) izini göstermezken, katı taşta
ayakların batarak iz tutardı.[16]
وشفيت ذا العاهات من أمراضهم وملات
كل الارض من جدواكا
Dertlilerin hastalıkları şifa bulur, yeryüzü cömertliğine
gark olurdu.
ورددت عين قتادة بعد العمى
وابن الحصين شفيته بشفاكا
Ebû Katâde’nin körleşen gözünü iade edip, [17] İbn-i Husayn’ı
şifanla (hususi-tükrüğün)[18] iyileştirdin.[19]
وكذا حبيب وابن عفر بعدما جرحا
شفيتهما بلمس يداكا
Hayber’de Ali’nin gözağrısına temiz tükrüğün şifa vermişti.[21]
وسألت ربك في ابن جابر بعدما أن
مات أحياه وقد أرضاكا
Efendim! İstediğinde Rabbin razı olman[22] için ölmüş İbn-i Cabirin oğullarını diriltti.[23]
و مسست شاة لأم معبد بعدما نشفت
فدرت من شفاكا رقياكا
Ümmü Mabedin süt veremez koyunu şifâlı okumanla sütleri akar
oldu.[24]
و دعوت ربك عام القحط معلنا فانهل قطر السحب حين دعاكا
Kıtlık yılında Rabbine sesli duâ ederek (elini açtığın) zaman
göğ ağıp yağmur taneleri sağnak şekilde bıraktı.[25]
ودعوت كل الخلق فانقادوا الى دعواك
طوعا سامعين نداكا
Efendim! Mahlûkatı çağırdığın zaman “işittik
ve severek itaat ettik” diyerek
boyun eğdiler.
و خفضت دين الكفر يا علم الهدى
ورفعت دينك فاستقام هناكا
Ey alem-i Hüda![26] küfrü yerle bir edip, dosdoğru dinin İslâm’ı yücelere
çıkardın.”.
أعداك عادو في القليب جمعهم صرعى
وقد حرموا الرضا بجفاكا
Rızândan mahrum düşmanlarının hepsi ettikleri eziyetleri ile
Kalib Kuyusu’na [27] sara tutmuş ölüler gibi tıkıldılar.
في يوم بدر قد أتتك ملائك من عند
ربك قاتلت أعداكا
Bedir günü, Rabbin katından gelen melekler düşmanlarını öldürdüler.
و الفتح جاءك يوم فتحك مكة و النصر
في الأحزاب قد وافاكا
İsteyince Mekke’yi fethettiğin gün, fetih (mânâ ve madde
âleminin) kapılarını açan Rabbin, Ahzab (Hendek) savaşında ummadığın yerden
yardım etti.[28]
هود و يونس من بهاك تجملا و جمال
يوسف من ضياء سناكا
Hûd ve Yunus (aleyhismeselâm) zâtının kıymetiyle iyiliğe ererken,
Yusuf’ta güzelliğini nurunun parıltısından aldı.
قد فقت يا طه جميع الأنبيا طرا
فسبحان الذي أسراكا
Ey Tâhâ![29] ‘Sübhanellezi Esrâ’[30] sırrına ererek,
bütün enbiyadan üstün oldun.
و الله يا يسين مثلك لم يكن في
العالمين و حق من نباكا
Ey Yâ-Sîn yemin olsun ki! Zâtını nebi seçen Allah hakkı için,
âlemlerde bir benzerin yoktur.
عن وصفك الشعراء يا مدثر عجزوا
و كلوا عن صفات علاكا
Ey Müddesir![31] Şairler sıfatlarını ve yüceliğini vasfetmekten aciz ve yorgundurlar.
انجيل عيسى قد أتى بك مخبرا و لنا
الكتاب أتى بمدح حلاكا
İsa’nın İncil’i geleceğini haber vermek,
kitabımız Kur’an güzelliğini (hilyeni)[32] öğmek için geldi.
ماذا يقول المادحون وما عسى أن
تجمع الكتَاب من معناكا
Ey Efendim! Şanına layık manalar hakkında medhediciler ne
diyebilir, yazarlar toplanıp ne yazabilirler.
و الله لو أنَ البحار مدادهم
و الشعب أقلام جعلن لذاكا
Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki, methetmede
denizler,
mürekkepleri, ağaçlar da kalemleri olsa,
لم تقدر الثقلان تجمع ندرة
أبدا و ما اسطاعوا له ادراكا
insanlar ve cinler toplansa, zât’ını kavramaya idrakleri
erişemeyeceği gibi nadir (vasıflarını) toplamayada ebedî güçleri yetmeyecektir.
بك لي فؤاد مغرم يا سيدي و حشاشة
محشوة بهواكا
Ey Efendim! Sana âşık kalbim, sana tutkun ve arzunla kuşatılmış bir nefsim var.
فاذا سكتُ ففيك صمتي كله
و اذا نطقت فامدح علياكا
Suskunluğum hep Seninle dolu, konuştuğum zamanda hep
yüceliğini övmekteyim.
و اذا سمعت فعنك قولا طيبا و اذا
نظرت فما أرى ِالاَّ كا
Her zaman Zâtından tatlı güzel sözler işttim. Bakışlarımda ancak
Seni görmek istemektedir.
يا مالكي كن شافعي في فاقتي انيِ
فقير في الورى لغناكا
Ey sahibim! İhtiyaç âleminde zenginliğine muhtaç olan bu fakirine,
darlık zamanımda şefaatçim olmanı (niyaz ediyorum).
يا أكرم الثقلين يا كنز الغنى جد
لي بجودك و ارضني برضاكا
Ey insanlar ve cinlerin en keremlisi, ey yaratılmışların bütün
üstünlüklerini kendinde toplayan Efendim! Bana cömertliğinden kerem ettiğin
gibi kendi rızanlada benden razı ol.
أنا طامع بالجود منك و لم يكن لأبي
حنيفة في الأنام سواكا
Ben Senin cömertliğine tamah [33]ediciyim, zira Ebu Hanife’nin, kâinat içinde Senden başka
kimsesi yoktur.
فعساك تشفع فيه عند حسابه فلقد
غدا متمسكا بعراكا
Her sabah ve her akşam, Senin getirdiğin kopmaz ipe sarılarak
hesap günü gününde şefaat edeceğini ummaktayım.
فلأنت أكرم شافع و مشفع ومن التجى
بحماك نال رضاكا
Şefaat edenlerin, şefaati kabul edilenlerin en keremlisi, iltica
edene rızanı ve himayeni esirgemezsin!
فاجعل قراى شفاعة لي في غد فعسى
أرى في الحشر تحت لواكا
Kıyamet gününde azığım olacak şefaatını ve mahşerde ‘Hamd
Sancağı’ nın altına beni de almanı ummaktayım.
صلى عليك الله يا علم الهدى ما حنَّ مشتاق الى مثواكا
Allah Teâlâ’nın salât kıldığı Ey âlemi Hüdâ![34] âşıklarının merkadine yüz sürmeye iştiyakı (özlemi) bitmez.
و على صحابتك الكرام جميعهم و التَابعين و كلِّ من والاكا
Ve, Allah Teâlâ’nın salâtı seçkin arkadaşlarına, onlara tabii
olana ve dostluğuna yönelmişlerin hepsine olsun
***
KUR’ÂN-I KERİM’DEN 15 AYET
İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe radiyallâhü anhın Kur’ân-ı
Kerim’den seçtiği onbeş ayet hakkında denilmiştirki; her kim bu ayetleri yazıp taşırsa
evine asarsa, hayvanına ve bineğine bağlarsa, yediği şeye okursa veya yazılabilecek
bir gıdaya yazıp yerse düşman ve bütün zararlı şeylerden emin olur.[35]
بِسْمِ اللهِِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
خُلِقَ اْلاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍ (Enbiya
37)
وَجَاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا
صَفًّا (Fecr 22)
قَوَاريرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا
تَقْديرًا (İnsan 16)
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ
وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ (Tur 47)
وَفِى السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ (Zariyat 22)
قَالَتَا اَتَيْنَا طَائِعينَ (Fussilet11)
وَكَانَ اللهُُ عَليمًا حَليمًا (Ahzab 51)
وَمَا لَنَا اَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللهِ
(İbrahim12)
وَقَضى رَبُّكَ اَلاَّ تَعْبُدُوا اِلاَّ
اِيَّاهُ (İsra 23)
حَصَبُ جَهَنَّمَ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ (Enbiya 98)
ذلِكَ تَقْديرُ الْعَزيزِ الْعَليمِ (Fussilet 12)
وَلَوْ اَنَّ قُرْانًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ
اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ اْلاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتى بَلْ ِللهِ الاَمْرُ جَميعًا (Rad
31)
اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمينَ (Fatiha
2)
حَسْبُنَا اللهُُ وَنِعْمَ الْوَكيلُ (Ali
İmran 173)
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللهِِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ
سُوءٌ (Al-i İmran 174)
İSM-İ ÂZAM AYETLERİ
İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe radiyallâhü anh,
Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i âzamın aşağıdaki ayetlerde geçtiğini beyan etmiştir.[36]
بِسْمِ اللهِِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
(51) وَمَا
اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلاَ نَبِىٍّ الاَّ اِذَا تَمَنّى
اَلْقَى الشَّيْطَانُ فى اُمْنِيَّتِه فَيَنْسَخُ اللهُُ مَا يُلْقِى الشَّيْطَانُ
ثُمَّ يُحْكِمُ اللهُُُ ايَاتِه وَ اللهُُ عَليمٌ حَكيمٌ (52) لِيَجْعَلَ مَا
يُلْقِى الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذينَ فى قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ
قُلُوبُهُمْ وَاِنَّ الظَّالِمينَ لَفى شِقَاقٍ بَعيدٍ (53) وَلِيَعْلَمَ الَّذينَ
اُوتُوا الْعِلْمَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَيُؤْمِنُوا بِه فَتُخْبِتَ
لَهُ قُلُوبُهُمْ وَاِنَّ اللهَ لَهَادِ
الَّذينَ امَنُوا اِلى صِرَاطٍ مُسْتَقيمٍ (54) وَلاَ يَزَالُ الَّذينَ كَفَرُوا
فى مِرْيَةٍ مِنْهُ حَتّى تَاْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً اَوْ يَاْتِيَهُمْ
عَذَابُ يَوْمٍ عَقيمٍ (55) اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ ِللهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ
فَالَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فى جَنَّاتِ النَّعيمِ (56)
وَالَّذينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِايَاتِنَا فَاُولئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ
مُهينٌ (57) وَالَّذينَ هَاجَرُوا فى
سَبيلِ اللهِ ثُمَّ قُتِلُوا اَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللهُُ رِزْقًا
حَسَناً وَاِنَّ للهََ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقينَ (58) لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلاً
يَرْضَوْنَهُ وَاِنَّ اللهَ لَعَليمٌ حَليمٌ (59) ذلِكَ وَمَنْ عَاقَبَ بِمِثْلِ
مَا عُوقِبَ بِه ثُمَّ بُغِىَ عَلَيْهِ لَيَنْصُرَنَّهُ اللهُُ اِنَّ اللهَ
لَعَفُوٌّ غَفُورٌ (60) ذلِكَ بِاَنَّ اللهََ يُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ
وَيُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ وَاَنَّ اللهَ سَميعٌ بَصيرٌ (61) ذلِكَ
بِاَنَّ اللهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه هُوَ الْبَاطِلُ
وَاَنَّ اللهَ هُوَ الْعَلِىُّ الْكَبيرُ (62) اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللهَ اَنْزَلَ
مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَتُصْبِحُ اْلاَرْضُ
مُخْضَرَّةً اِنَّ اللهَ لَطيفٌ خَبيرٌ (63) لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ
وَمَا فِى اْلاََرْضِ وَاِنَّ اللهََ لَهُوَ الْغَنِىُّ الْحَميدُ (64) اَلَمْ
تَرَ اَنَّ اللهََ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِى اْلاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرى فِى
الْبَحْرِ بِاَمْرِه وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى اْلاَرْضِ الاَّ
بِاِذْنِه اِنَّ اللهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحيمٌ (Enbiya65)
[1] İrticalen ve
aniden söylenen şiirler, kasidelere doğuş denir.
[2] Büyüklerin
huzurunda durabilmenin birinci şartı küçüğün izinli olmasıdır. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’ya dua ederken
“Mahlûkatın
sahibi ve mevcudata benzemekten münezzeh olan meleklerin ve ruhun rabbi olan
Allah Teâlâ’yı tenzih ve tesbih ederim.
Ey Allah
Teâlâ’m Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını
şefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana
layık olduğun senâyı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin”
سُــبْحٰانَ
الْـمَـلْـكِ ٱلـقُدُّوسُ وَ رَبُّ المََلئِكةِ وَالرُّوحِ
اللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ
بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ ، وَ بِمُـعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتـِكَ ، وَأعُوذُ بِكَ مِنْكَ، لاَ أُحْصِى ثَنَاءً عَلَــيْكَ
أنْتَ كَمَا أثْنَيْتَ عَلى نَفْسِكَ
Hz. Ali kerremallâhü
veçhe diyor ki: “Savaşlarda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kadar düşmana
yaklaşan bir kimse bulunmazdı. Birçok defalar savaş kızışıp başımız sıkıntıya
gelince Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme sığınırdık.”
Hz. Enes
radiyallâhü anh de: “Başımız dara düşünce Allah’ın Rasûlü ile korunurduk.”
diyor.
Yine Hz. Enes b.
Mâlik (r.a) nakleder:
Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem insanların en güzeli idi, insanların en cömerdi
idi, insanların en cesuru idi. Bir gece Medine halkı duydukları bir sesten fena
hâlde korkmuşlar ve sesin geldiği yöne gitmişlerdi. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem ise ashabını korkutan bu sesi işitince eline kılıcını alarak
Ebu Talha’nın eğersiz atına binmiş ve Medine’yi dolaşıp hâdiseyi incelemiş, bu
esnada Medineliler geride kalmıştı. Nihayet Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem Ebu Talha’nın atı üzerinde ve kılıcı boynunda olarak geri döndü. Yolda
Medine halkıyla karşılaştı. Onlara şöyle dedi: “Endişe edecek bir şey yok,
neden korkuyorsunuz?”
(Müslim, Fedâil, 48; İbn Sa’d, I, 373.)
Uhud Savaşı’nda,
İslâm ordusu birinci safhada Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin harp
taktiklerine uyarak üstünlük sağlamıştı fakat daha sonra kesin sonucu almadan
ganimet toplamaya girişince ve yerlerini terk etmemeleri gereken okçular da
ganimet toplama işine koşunca düşman süvari birliği arkadan kuşatmış, böylece
Müslümanlar iki ateş altında kalmışlardı. Bu safhada Müslümanlar 70 şehid verdikleri
hâlde; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem emir komutayı elinde bulundurdu
ve büyük bir soğukkanlılıkla İslâm ordusunu çevresine topladı. Başarılı bir
savunma ile düşmanı durdurdu. Peşinden de inkârcıları Mekke istikametinde günlerce
takip etti. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem öyle bir kahramanlık ve
cesaret ortaya koydu ki, müşrik ordusu geri dönerek yeniden savaşmayı göze alamadı.
Hevazin
muharebesinde, İslâm ordusu Huneyn geçidine geldiğinde düşman okçularının
hücumuna uğramıştı. İslâm askerlerinin bu anî saldırıdan korunmak üzere siper
aradıkları bir sırada, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem sarsılmaz bir
kaya gibi metanet göstermiş, savaş alanından bir adım bile gerilememiştir.
Katırını düşmana doğru sürerek İslâm askerlerine “Nereye kaçıyorsunuz, ben Allah’ın
Rasûlu’yum, Abdülmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed’im” diyerek ordusunu
toparlamış ve zafere ulaşmayı başarmıştır. Nitekim bir görgü tanığı şöyle
diyor:
“Şehadet ederim ki
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir adım bile gerilemedi. Savaş vahşî
bir yangın gibi yayıldığı zaman, hepimiz Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin çevresine sığındık. O’nun yanında durmak en büyük cesaret sayılıyordu.”
[3]
Maneviyatatta ruhun aşkını ifade etmek akla uygun gelir. Ancak nefsin aşkını
ibraz edecek fazla kimse yoktur. Bu minvalde zuhur eden hallerin tehlikeleri
vardır. Her kişi bu makamda karar kılamaz. Bu halin en güzel ve eşsiz örneği
Hz. Mevlana ve Şemsi Tebrizî kaddese’llâhü sırrahuma’l azizde zuhur etmiştir.
[4] أنت الذي “Sen ki”
kelime
olarak tercüme edilmesi gerekirken, Türkçede bu türlü ifade tam bir saygı
ifadesi barındırmadığından “Efendim” olarak aktarılmıştır.
[5] Allah Teâlâ
Hadîs-i kutside buyurdu ki;
“ (Ya Muhammed!) Sen olmasaydın bu
kâinatı yaratmazdım” Hadis kitaplarında aslı bulunmayan bu veciz ifade hadis
münekkitlerince de red edilmiştir. Aliyu’l- Kâri. Aclûnî ve Şevkânî,
Sağanî’nin mevzu dediğini naklettikten sonra manasının sahih olduğunu kabul
ederler. Bkz.Aliyu’l Kâri. 288; Aclûnî, II/164: Şevkâni. Fevaidu’l- Mecmua,
326;
İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe radiyallâhü anh bu beyitte
“levlâke..” hadisinin sıhhatini aşikar etmiştir.
[6] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin nuru alemleri aydınlatırken ay, nur-u nebiyi
aksettirmiş, güneşte nurunun aşkıyla yanmaya başladı, demektir.
Çünki kamûsun görüp geçti
öte
Vardı îrişdi ol Ulû Hazrete
Şeş cihetden ol münezzeh Zülcelâl
Bî kemû-keyf âna gösterdi Cemâl
Zâten ol sultân-ı mâzâgal-basar
Eylemişdi Hakk'a tahsîs-i nazar
Âşikâre gördü Rabbü'l-İzzetî
Âhiretde öyle görünür ümmeti
Bî-hurûf-ü lâfz-u savt ol pâdişâh
Mustafa'ya söyledî bî-iştibâh
Dedi kim matlûb ü maksûdün benem
Sevdiğin cân ile mâbûdün benem
Gece gündüz durmayub istediğin
Nola kim görsem cemâlin dediğin
Gel habîbim sâna müştâk olmuşam
Cümle halkı sâna bende kılmışam
Ne murâdın vâr ise kîlam revâ
Eyleyem bir derde bin türlü devâ
Mustafâ dedi: "Eyâ Rabbe'r-Rahîm
Vey hatâ pûş ü atâsı çok kerîm
Ol zaîf ümmetlerim hâlî nola
Hazretîne nîce anlar yol bula
Gece gündüz işler isyân kamû
Korkarım ki yerleri ola tamû
Yâ İlâhî, hazretinden hâcetim
Bûdurur kim ola makbûl ümmetim"
Hak-Teâlâdan erişdi bir nidâ:
Yâ Muhammed ben sâna kıldım atâ
Ümmetini sâna verdim ey habîb
Cennetîmi anlara kıldım nasîb
Yâ habîbim nedir ol kim dîledin
Bir avuç toprağa minnet meyledin
Ben sanâ Müştâk olunca ey şerîf
Senin olmaz mı dün-âlem ey lâtif
Zâtıma mir'at edindim zâtıni
Bîle yazdım âdım ile âdıni
Hem dedi kim: "Yâ Muhammed ben seni
Bilûrem görmeğe doymazsın beni
Avdet edûp davet et kullarımı
Tâ gelûben göreler dîdârımı
Sen ki mi'râc eyleyûb etdin niyâz
Ümmetin mîrâcını kıldım namâz"
Her kaçan kim bû namâzı kılalar
Cümle gök ehli sevâbın bûlalar
Çünki her türlü ibâdet bundadır
Hakk'a kurbiyyetle vuslat bundadır
Sıdk ile beş vakt olundukça edâ
Elli vaktin ecrin eyler Hakk atâ
Mâhasal ol anda doksan bin kelâm
Sebk idüp bulduktan encâm ü hitâm
Süleyman
Çelebi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
[8]
Hadîs-i şerifte buyuruldu ki;
“Âdem aleyhisselâm yanıldığı zaman,
“Ya Rabb´î! Muhammed aleyhisselam hakkı için beni affet dedi. Allah
Teâlâ’da,
—Muhammed´i daha yaratmadım. Onu nasıl tanıdın? Dedi.
—Ya Rabbi! Beni yaratıp ruhundan bana ihsan edince, başımı
kaldırdım.
Arşın eteklerinde, La ilahe illallah Muhammed-ür Resûlüllâh
yazılmış olduğunu gördüm.
Sen isminin yanına, en çok sevdiğinin ismini
yazarsın. Bunu düşünerek O´nu çok sevdiğini anladım” dedi.
Allah
Teâlâ’da buna karşılık,
“Ey
Âdem, doğru söyledin. Yarattıklarımın içinde, en çok sevdiğim O´dur.
O´nun
için, seni affettim.
Muhammed
olmasaydı, seni yaratmazdım, dedi”
[9] “Zâtınla” demek, bütün
enbiya Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nurunu ve nebevi mührünü taşımalarıdır.
Efendimiz ile nebevi mühür son bulurken, velayeti de kıyamete kadar devam etmektedir.
[10] Burada
“Zâtınla
Allah Teâlâ’ya dua etti” demektir. Allah Teâlâ’nın Eyüb aleyhisselâma Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin cemaliyle zuhur etmesidir.
[11] Burada Mûsâ
aleyhisselâmın Tûr dağında Allah Teâlâ ile konuşmaya çıktığında tecelliyata
dayanmak için okuduğu tevessül dualardan haber verilmektedir. Yahudiler bu duaların bir kısmını
evradlarında okumaktadırlar. Yahudiler duaların manalarında Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem övüldüğünü bilselerde inkâr etmektedirler.
“…De ki: "Öyleyse Mûsâ'nın,
insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği -ki siz onu parça parça
kâğıtlar haline getirip gösteriyorsunuz, çoğunu da gizliyorsunuz- ve ne sizin,
ne de babalarınızın bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitabı kim
indirdi?" "Alah" de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta
oynayadursunlar.” (En’am, 91)
Bu nedenle
Hz. Mûsa aleyhisselâmın tahtında Yahudilerinde tevessül dualarını hiçbir zaman
terk etmeyeceklerini İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe radiyallâhü anh haber
vermektedir.
[12]
Bütün dinlerinde Allah Teâlâ rasüllere emretti ki;
“Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) sizin zamanınızda rasül
olarak gelirse, ona iman etmelerini ümmetlerinize de emrediniz”
Gelmiş olan bütün dinlerde O´nun müjdesi temel alınmıştır.
“Seçilmiş” adı ile şereflenmiştir. O´nun
geleceği ümidi ile tevhidin sağlamca yerleşeceği, nebiler ve ümmetleri de O´nun
şefaati bekleyerek inanç yolunda emniyet bulmuşlardır. Eğer bu ümit olmasa idi;
hiçbir rasül vazifesini yapmakta güç bulamayacaktı. Çünkü kıyamet gününde
şefaat konusunda bütün insanlık O´nun yardımına başvurmuştur. (Muhammedî Dua)
[13] Hacıların
Allah Teâlâ’yı “lebbeyk-Emrine hazırım” sedası ile telbiye ederler. Bu
konuda söylenecek bütün sözler mahlûkat tarafından Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellem içinde söylenildiği haber veriliyor.
[14] Temim ed-Dârî radiyallâhü anh anlatıyor:
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem ile birlikte oturuyorduk. O sırada bir deve koşarak geldi. Efendimize
yaklaştı. Başı ucunda durdu. Bunu gören Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:
"Ey deve sakin ol. Doğru söyle, doğru
söylersen senin yararınadır, yalan söylersen zararına olur. Hem de Allah bize
sığınanı güvende kıldı, artık sen güven altındasın. Bize sığınan mahrum kalmaz' buyurdu.
"Biz, 'Yâ Resulallah, bu deve ne
diyor?' dedik.
"Sahipleri onu kesip etini yemek
istemişler. O da kaçmış, nebinize sığındı' buyurdu.
"Biz bunları konuşurken devenin
sahipleri koşarak geldiler. Deve onları görünce tekrar Efendimizin yanına
sokuldu. Korunmasını istedi. Bunun üzerine adamlar:
"Yâ Resulallah, bu bizim devemizdir.
Üç gün önce kaçtı. Onu arıyorduk. Sonunda yanınızda bulduk' dediler.
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem: 'Ama o sizden çok fena şikâyet ediyor' deyince:
"Ne diyor, yâ Resulallah?' diye sordular.
"O yanınızda güven içinde büyümüş,
gelişmiş. Üzerinde yıllar boyu yaz aylarında otlu ağaçlı ülkelere, kış
aylarında sıcak memleketlere yük taşımışsınız. Büyüdükten sonra ondan yavru
almak istemişsiniz. Allah ondan size bir sürü deve nasip etmiş. Bolluk senesi
gelince onu kesip etini yemek istediniz değil mi?'
"Doğru yâ Resulallah. Vallahi böyle
oldu' dediler.
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem:
"Sahiplerine bu şekilde güzelce hizmet
verenin mükâfatı bu mudur?' deyince;
"Yâ Resulallah, onu gerçekten
kesmeyeceğiz' dediler.
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem, 'Yalan söylediniz. O size sığındı, yardım istedi, kabul etmediniz.
Ben ise sizden daha merhametliyim. Allah münafıkların kalbinden merhameti çıkarmış,
mü'minlerin kalbine koymuştur' buyurdu ve deveyi onlardan yüz dirheme satın
aldı, sonra da deveye döndü:
"Ey deve, haydi git, Allah rızası için
serbestsin, sana kimse dokunamaz' buyurdu.
"Deve, Peygamberimizin başının üzerine
eğildi ve dua eder gibi yaptı. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de; "Âmîn'
dedi.
"Deve tekrar dua etti. Efendimiz yine:
"Âmîn' dedi.
"Sonra tekrar dua etti. Efendimiz
yine:
"Âmîn' dedi.
"Dördüncü kez dua edince Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ağladı.
"Yâ Resulallah, bu deve ne diyor?' diye sorduk.
"Efendimiz şöyle buyurdu:
"Ey Nebi, Allah İslâmdan ve Kur'ân'dan
size hayırlar versin' dedi. 'Âmin' dedim.
"Sonra 'Siz beni rahat ve huzura
kavuşturduğunuz gibi, Allah da kıyamet gününde ümmetini korkudan kurtarsın,
rahat ve huzura kavuştursun' dedi. 'Âmîn' dedim.
"Daha sonra, 'Allah ümmetinin kanını
düşmanlarından korusun' dedi, 'Âmîn' dedim.
"Daha sonra da, 'Allah ümmetinin helak
oluşunu aralarında fitne fesat çıkararak birbirine silah çekmede kılmasın'
deyince ağladım. Çünkü ilk isteklerini ben de Allah'tan istedim, Allah isteklerimi
kabul etti, onları bana verdi. Son istediğini ise vermedi. Cebrail, Allah'tan
ümmetimin birbirlerine silâh çekerek helak olacağı haberini getirdi. Olacakları kalem
böyle yazmış. Allah'ın takdiri değişmez."
[15] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem, yaratılış yönünden en hakir görülen taşı eline
alınca, taş ulaştığı şereften O’nu tenzih ve tesbih etmekten kendini alamıştır.
[16] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme karşı mahlûkat itaat ederdi. Yumuşak toprağın iz
vermemesi, iyi huylu insanın haline, taşta sert ve kaba insanın haline teşbih
edilmiştir.
“Muhammed
Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert,
birbirlerine merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken, Allah'tan
lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar.” (Fetih, 29)
Bazıları bu
mucize hakkında niçin çok eser kalmadı diye düşünürlerse bu mucize Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin gölgesi olmadığından onun yerine kaim oldu. Gölge
gibi zuhur ederdi.
[17] "Uhud
Gazasında Ebû Katâde ibn-i Nu'man'ın gözüne bir darbe erişti,
Gözü yerinden çıktı ve hatta
yanağının üstüne sarktı. Onu Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
Hazretlerine getirdiler. Ebû Katâde:
- “Yâ Rasûlullah!
Dedi. Benim bir karım var, onu çok severim. Korkarım ki, bu hâlde görüp benden
iğrenir.”
Bunun üzerine
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri mübarek eliyle gözünü
yerine koyup:
- “Yâ
Rabb! Sen ona güzellik ver,” diye dua etti.
Ondan sonra o
gözü güzellikte ve keskin görüşte diğerinden daha baskın oldu. Öbürü ağrıdığı
zaman bu ağrımazdı" diye buyurdular. (Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 1,
Sayfa: 655)
Ebû
Katâde’nin torunlarından biri, Halife Ömer bin Abdülazîz’in yanına gelmişti.
“Sen kimsin?” dedi. Bir
beyt okuyarak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin mübârek eli ile gözünü yerine
koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halife bu beytleri işitince,
kendisine ziyâde, ikram ve ihsanda bulundu.
[18] Eskiden el
üzerine tükrük şifa niyetiyle yara üzerine veya ağrıyan yere sürülürdü. Tükrük,
insan ifrazatı içinde kan gibi bütün özellikleri taşır. Antidoksidan maddelerin
çok bulunması da onun şifalı vasfını artırmaktır. Yapılan araştırmalarda insan
elinin üzerinde asit ve vitaminler olduğu tespit edilmiştir. Bu özellik ile
birleşincede tükrük şifa veren bir sıvı haline gelir. Tükrük, insan ifrazatı
içinde kan gibi bütün özellikleri taşır. Antidoksidan maddelerin çok bulunması
da onun şifalı vasfını artırmaktır.
[19] İmrân
bin Husayn radiyallâhü anh (Meleklerle konuşan Sahâbî)
İmrân bin Husayn, Hayber savaşında Müslüman oldu. Ondan sonraki
bütün savaşlarda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin yanında ve
hizmetinde bulunmakla şereflendi. Efendimiz kendilerini çok severdi. Ashâb-ı
kirâm içinde çok faziletlere sahipti. Fikir ilminde üstün derecesi vardı. Duâsı
kabûl olunan seçilmişlerdendir. Mekke’nin fethinde Huzaa kabîlesinin sancağını
taşıdı. Daha hayırlı gelmedi Hazret-i Ömer radiyallâhü anh halîfe olunca, Basra
halkına İslâmiyeti öğretmek için İmrân bin Husayn’i gönderdi.
Hasan-i Basrî hazretleri, kendisinden çok hadis-i şerif öğrenmiş
ve yemin ederek demiştir ki:
- Basralılar için İmrân’dan daha hayırlı biri gelmemiştir. Abdullah bin Amr, İmrân’i Basra kâdılığına
tayin etti. Kâdılı'ğı zamanında, iki kişi hüküm vermesi için kendisine geldi.
Bunlardan birisi şâhidini getirdi, diğeri getiremedi. Hüküm şâhit getirenin
lehine verildi. Şâhit getiremeyen kimse bunu kabûl etmeyip dedi ki:
- Bu karar bâtıldır.
Hazret-i İmrân bunun üzerine, Abdullah bin Amr’dan azlını
isteyerek istifa etti.
- Niçin ağlıyorsunuz?
- Senin hâline ağlıyorum.
Hazret-i İmrân buyurdu ki:
- Ağlama, ben ölünceye kadar da kimseye söyleme! Melekler benim
ziyâretime gelip selâm veriyorlar. Meleklerin selâmını alıyor,
onlarla konuşuyorum. Onların bu ziyâretlerinden fazlasıyla memnun oluyor, hasta
olduğumdan dolayı verilen bu nîmetlere şükrediyorum. Böyle bir hastalık hâlinde
Melekleri gören bir kimse, bu dertlere râzı olmaz mı?
Bir gün İImrân bin Husayn’a birisi dedi ki:
- Bize yalnız Kur’andan söyle!
- Ey ahmak! Kur’an-ı kerimde namazların kaç rekât olduğunu
bulabilir misin?
Böyle söyleyerek, hadis-i şeriflerin ve âlimlerin açıklamalarının
da lâzım olduğunu bildirdi.
İmrân bin Husayn 672 senesinde vefât etti. Rasûlullah efendimizden
120 hadis-i şerif nakletmiştir.
Hazret-i İmrân bin Husayn, hasta yatağında bile ilim öğretirdi.
Talebelerine şöyle anlattı:
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz, merhametten
ayrılmamakla beraber, harp meydanlarında din düşmanlarına karşı şiddetli
olurdu. Huneyn cenginde, müşrikler onu kuşattığı zaman, atından inerek,
“Ben rasülüm, yalan yok. Ben Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’in
oğluyum” buyurarak, düşmana saldırdı. O gün, Ondan daha cesur ve daha
metin kimse görmedim.”
- Yâ İmrân, sen de bilirsin ki, biz seni çok severiz. Kızım Fâtıma
rahatsızmış. Eğer beraber gelirsen, onun ziyâretine ve hatırını sormaya
gidelim.
- Anam, babam, canım sana feda olsun yâ Resûlallah,
gidelim.
Kalktım, beraberce Fâtımatüz Zehrâ’nin evine gittik. Peygamber
efendimiz kapıyı çaldı ve Esselâmü aleyküm yâ Ehle Beytî diye selâm vererek
içeri girdiler. Fâtımatüz Zehrâ da cevap verdi:
- Ve aleyküm selâm, sevgili babam yâ Resûlallah! Buyurunuz!
- Kızım, yanımda İmrân bin Husayn da vardır. Onunla beraber
geldik, başını ört!
- Babacığım, seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya
yemin ederim ki, bu yün örtüden başka örtünecek bir şeyim yoktur.
- Kızım, işte onunla örtün!
- Ey Babacığım! Başımı örtsem vücudum, vücudumu örtsem başım açık
kalır.
- Bu örtüyü düz düzüne değil de, köşeleme, yâni uzunlamasına ört
ki, vücudunun her tarafını kaplasın.
İmrân bin Husayn diyor ki:
“Kızım, nasılsın, rahatsızlığın nasıl oldu?” diye
hatırlarını sordular. O da dedi ki:
- Babacığım, bu gece çok rahatsızdım. Sancıdan sabaha kadar
uyuyamadım. Şimdi öyle bir hâldeyim ki, bir lokma ekmek yemeye bile takatım kalmadı.
Açlıktan çok bitkinim.
Bu söz üzerine Allahü teâlânin habîbi, Resûl-i ekrem efendimizin
mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Buyurdular ki:
- Kızım, sakın hâlinden şikâyet etme! Allahü teâlâya yemin ederim
ki, ben, yaratıkların en üstünü, Allahü teâlânın habîbi olduğum hâlde, üç gündür
mideme bir lokma ekmek girmedi. Hâlbuki, Rabbimden istesem beni doyuncaya kadar
yedirir. Fakat ümmetime ibret olması için geçici rızıkları, sonsuz rızıklar
için feda ettim.
Rasûlullah efendimiz, sonra mübârek elleriyle Hazret-i Fâtıma’nın
omuzlarını tutarak buyurdu ki:
- Müjdeler olsun ey kızım, sen Cennet kadınlarının hanım
efendisisin!
İmran İbnu Husayn (radıyallahu
anhümâ) hastalık üzerine uzman sahabi
idi, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden bu konuda sırlara kavuşmuş ve
rivayetleri vardır.
Bunlardan biri;
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem:
"Ümmetimden yetmişbin kişi
(Mahşer' de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine:
"Ey Allah'ın Resulü! Bunlar
kimlerdir?" diye sual edildi.
"Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye başvurmayanlar,
teşâüm'e (uğursuzluğa) inanmıyanlar ve Rabblerine tevekkül edenlerdir!" buyurdu.
Ukkâşe (radıyallahu anh) kalkıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Dua buyur,
Allah beni onlardan kılsın!" dedi.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:
"Sen onlardansın!" müjdesini verdi. Bir başkası daha kalkıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Beni de
onlardan kılması için Allah'a dua ediver!" dedi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:
"O hususta Ukkâşe senden önce
davrandı!" cevabını verdi." [Müslim,
İman, 371, (218).]
İmrân İbnu Husayn (radıyallahu
anhümâ) anlatıyor:
"Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem bizi dağlama yapmaktan nehyetti. Ancak biz, (ona başvurmaya zorlayan)
durumlarla karşılaştık. Birçok defalar dağlama yaptık. (Sünnete muhalefetimiz
sebebiyle) rahatsızlığımızdan kurtuluş bulamadık." [Tirmizî, Tıbb 10, (2050); Ebu Dâvud, Tıbb 7,
(3865).]
Yine Gülsüm ibni Husayn radiyallâhü anh bir ok ile
göğsünden yaralandı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem üzerine tükürdüğü
gibi bütün sıhhat buldu. (Mevahibü ledünniye c.1.s.106 (Osmanlıca baskı)
[20] Bedir
harbinde Hubeyb radiyallâhü anh omzundan şiddetli bir yara almış idi. Muaz ibni
Afra radiyallâhü anh hazretlerinin de bir eli kesilmiş hemen derisinin üzerinde
durur idi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz mübarek tükrüğünü sürüp
mesh edince hemen şifa bulmuşlardı. (İmamı Celaleddin es-Suyuti 14. bölüm.)
[21] (Kaside-i
Ercûze-İmam Ali)
….
İçinde benden başka gaip olan yok idi (herkes gitmişti)
Gözüme bir hastalık isabet etmiş (olduğundan gidemedim)
Damadı Osman’ı da göndermiş
Mustafa aleyhisselâm. Cahil kavmi uyarsın diye.
Çünkü onda bir vakar var idi.
Arapların arasında hem bir iftiharı vardı.
O zaman Nebi şöyle içten
dua ederek
Dedi ki; “Ya Rabbî damadım
Ali’yi getir (isterim)
Bir gizlice sesle (hasta halimden) uyandım.
Şöyle diyordu: “Yâ Ali korkak bir kimse olma
Hâdî zâta yürümekte
gayretli ol
Düşmanlara karşı O’na yardım etmen için
Yarın sancağı taşıyacaksın”
Hemen o an da kalktım ve ayeti okudum.
Sonra zırhımı ve miğferimi giydim
Kılıcım Zülfekârı’mı aldım
Atıma seri bir şekilde yöneldiğim zaman
Ona bindiğim zaman ağrılar (hastalığım) benden gitti
Fakat iki gözümde rahatsızlığım devam ediyordu.
Bu hal benim mutad (alışılmış) bir halim de değildi.
Bunun üzerine Fatıma
uykudan uyandı
Nerede ise yüzüne (üzüntüden) ellerini vuracaktı.
Olanlardan kendisine haber verilmemişti.
Çünkü o biliyordu ki benim iki gözümde elem var.
O zaman halimi (O’na) şerh ettim (açıkladım)
Fatıma kendisine dedi ki “Yürü aldırış etme”
“Şüphesiz babam ve ordusu mansur olacaktır.”
“Gayretleri meşkûr olacak ve mükâfat görecektir”
Sonra Hasaneyn’imi gördüm.
İstiyordum ki;
Bir bakışla onlara veda edeyim, olmadı
Her ikisini de uykuya dalmışlarken kokladım
Rabbime dua ettim ve oruç tutmaya nezr ettim
Allah Teâlâ için eğer selametle dönersem
Velimeyi yemeden ikrâm
olarak oruca niyetlendim.
O gece sabaha kadar yürüdüm
Kavuşmayı arzulayan birisi olarak Tâhâ’ya yaklaştım
Nebi aleyhisselâm beni görene kadar yürüdüm
Selâm verdiğimi (gördü)Kardeşlerime işaret eyledi
Buyurdu ki; “Sancağı Behlül’e
verin”
“Allah Teâlâ’yı ve Rasûlüllahı seven kimseye”
Sonra; “İki torunumun babası bana yaklaş”
“Allah Teâlâ’dan iki gözüne şifa isteyeyim”
Her ikisine şifalı tükürüğünden sürünce
İkisini de iyileştirdi ve ikisi de görür hale geldi.
Her ikisinin etrafında elini gezdirdi
Onlardaki elem hemen şifa buldu
O anda O’nun her iki elini arka arkaya öptüm
Sora Rabbim Allah Teâlâ’ya şükür olarak hamd ettim
Meydanın ortasına gitmek için yürüdüm
Ümmetin savaşmaya hazır bir askeri olarak
….
[22] ) وَلَسَوْفَ
يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَى
“Rabbin
sana verecek ve sen razı olacaksın.” (Duhâ, 5)
[23] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem her kim davet etse kabûl buyururlardı. Câbir bin
Abdullah radıyallahü anh da bir gün davet etmişti.
Hazret-i
Câbir, Rasûlullah efendimizin evine teşrîfiyle o kadar sevindi ki, karşılamak
için sevinçle koşarken, su tulumunu devirdi ve su döküldü. Rasûlullah efendimiz
içeri girip oturdu. Hazret-i Câbir’in bir kuzusu vardı. Onu hemen kesip kebâb
yapmak için hâzırladı. İki oğlu vardı. Büyük oğlu küçük oğluna, “babam
kuzuyu nasıl kesti, gel sana göstereyim” dedi. Kardeşini bağlayıp bıçağı
boğazına sürdü. Fakat göstereyim derken, farkına varmadan kardeşini boğazlayıp
ölümüne sebep oldu...
Hazret-i
Câbir’in hanımı, çocuklarının bu hâlini görünce, büyük oğlunu yakalamak için
peşinden koştu. Çocuk korkusundan kaçayım derken, evin damından aşağı düşüp
öldü. Kadın çocuklarının ölmesinden dolayı “feryâd edip ağlarsam, Rasûlullahın
üzülmesine sebeb olurum” diye düşünerek sabretti. Çocuklarının ölüsü
üzerine bir kilim örttü. Hâzırlanan kebâbı pişirdi. O sırada Cebrâîl aleyhisselâm
geldi ve “Yâ Muhammed! Allah Teâlâ, Câbir’e oğullarını da sofraya
getirmesini söylemenizi emir buyurdu” dedi.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem, Hazret-i Câbir’e,
“oğullarını
da sofraya getirir misin?” buyurdu.
Dışarı çıkıp
hanımına
“Rasûlullah
onların da sofraya gelmelerini istiyor” dedi. Hanımı,
“Rasûlullaha
onların burada olmadıklarını söyle” dedi. Hazret-i Câbir durumu arz edince, Rasûlullah efendimiz
“Allah
Teâlânın emridir.” buyurdu. Hazret-i Câbir tekrâr hanımının yanına varıp,
“Çocuklar
nerede iseler mutlaka bulmamız lâzım. Allahü teâlânın emri böyle gelmiştir” dedi.
Zavallı, çâresiz hanımı ağlayarak,
“Ey Câbir!
Oğulların ne olduğunu sana söylemeye tâkatim yok” dedi. Sonra
ölü yatan çocuklarının üstündeki kilimi kaldırıp, onları gösterdi. Hazret-i
Câbir iki oğlunun da ölmüş olduğunu görünce, için için ağlamaya başladı.
O sırada
Allah Teâlâ Cebrâîl aleyhisselâmı Rasûlullaha gönderip, çocukların başında duâ
etmesini ve çocukları dirilteceğini bildirdi. Rasûlullah efendimiz kalkıp duâ
etti. Câbir bin Abdüllah’ın her iki oğlu da Allahü teâlânın izniyle
dirildi...
[24] Ümmü
Mâbed radıyallahu anhâ Mekke’nin Kudeyd bölgesinde bir çadırda otururdu.
Asıl adı Âtike’dir. Ümmü Mâbed künyesiyle meşhur olmuştur. Baba adı Hâlid İbni
Huleyf’dir. Huzâa kabîlesine mensuptur.
Ümmü Mâbed,
akıllı, iffetli ve güçlü bir kadındı. Amcasının oğlu Temim İbni Abdiluzza ile
evliydi. Mekke’ye yakın Kudeyd bölgesinde çölde yaşardı. Koyun sürüleri vardı.
Eli açık, cömert bir kadındı. Çadırına uğrayan yolcuların su ve yiyecek
ihtiyaçlarını görürdü. İçecek olarak süt, yiyecek olarak da koyun keser pişirir
et ikram ederdi. Onun bu güzel ahlâkı İslâm’ın nûruna kavuşmasına vesile oldu.
Hicrette
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz beraberindekilerle üçüncü
uğrak yerleri olan Kudeyd mevkiine geldiler. Orada oturan Ebû Ma'bed'in çadırı
önünden geçerken satın almak maksadıyla "Hurma veya yiyecek başka bir
şey var mı?" diye sordular.
Ebû Ma'bed o
anda orada yoktu. Hanımı Âtike Ümmü Ma'bed "Hayır yiyecek bir şey
yok" diye cevap verdi.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz bir tarafta zâif bir koyun gördü. (Bazı
rivayetlerde keçi olarak geçiyor)
"Bunda süt yok mu?" diye
sordu.
Ümmü Mâ'bed "Onun
vücudunda kan yoktur nereden süt verecek?" dedi.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
"İzin
verirsen sağarım" buyurdu. Ümmü Ma'bed sürü ile otlamaya gidemeyecek kadar zâif
olan koyunda süt çıkmayacağını biliyordu. Fakat misâfire "olmaz"
demenin uygun düşmeyeceğini düşünerek "Pekâlâ onda süt bulursan
sağıver" dedi.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz gidip koyunun beline elini sürdü ve
memesini de mübârek eliyle meshetti. Sonra "Bismillahirrahmanirrahim"
diyerek duâ etti. Daha sonra "Bir kap getiriniz sağınız"
buyurdu.
Sağdılar.
Getirdikleri kocaman kap doldu. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz önce Ümmü Ma'bed'e sonra da orada bulunanlara doyuncaya kadar içirdi.
En sonunda kendileri içti. Tekrar sağıp içtiler. Üçüncü defa da sağıp onu Ümmü
Ma'bed'e bıraktılar. Sonra da oradan ayrılıp yollarına devam ettiler.
Az sonra Ebû
Mâ'bed geldi. Kap içindeki sütü görünce "Bu ne?" diye sordu.
Ümmü Mâ'bed "Buraya
mübârek bir zât geldi. Şöyle şöyle söyledi koyunu böyle sağdı" diyerek
olup bitenleri tafsilatıyla anlattı. Ebû Ma'bed
"Bunda
bir hikmet var. O zâtın şekil ve simâsı nasıldı?" diye sordu.
Ümmü Mâ'bed "Orta boylu karakaşlı kara gözlü ve gayet nurânî yüzlü
lâtif bir adamdı" diyerek Efendimizin şekil ve şemâilini birer birer
beyan etti. Bunun üzerine Ebû Mâbed "Vallahi" dedi. "Bu
senin tarif ettiğin zât Kureyş içinde zuhûr eder nebidir. Eğer ben burada
bulunsaydım ona tâbi olur beraberinde gitmeyi ondan dilerdim."
Rasûlullahtan
"Bu koyunu kesme" diye de emir alan Ümmü Ma'bed şöyle
demiştir:
"Rasûlullahın
memesini meshettiği o zâif koyun Hz. Ömer'in hilâfetinde meydana gelen hicretin
18. yılındaki kıtlık ve kuraklığa kadar sağ kaldı. Yeryüzünde hayvanlar yiyecek
bir şey bulamazken biz onu sabah ve akşam sağardık."
[25] Enes bin
Malik radiyallâhü anh anlatıyor:
Kıtlık yılı gelip çatmıştı. Bir
Cuma günü, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ayakta hutbe okurken, bir
adam mescidin kapısından içeri girip, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemın karşısında
durdu:
- Ya Rasûlüllah!
(sallallâhü aleyhi ve sellem) Her yeri kuraklık ve kıtlık sardı. Hayvanlarımız
ölüyor. Çoluk çocuğumuz aç kaldı. Allah’a dua et de bize yağmur versin!
Mescidde
bulunanların bir kısmı da ayağa kalkarak seslendiler:
- Ya
Rasûlüllah! (sallallâhü aleyhi ve sellem)
Ağaçlar kurudu, hayvanlar kırıldı. Bizim için Allah’tan yağmur dile!
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ellerini kaldırdı. Halk da Onunla birlikte ellerini
kaldırdılar.
- Ey
Allah’ım! Bize yağmur ver! Bize yağmur ver! diyerek dua etti. Vallahi, o
sırada biz, gökyüzünde ne kalın, ne de ince hiçbir bulut görmüyorduk. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem dua edince, birden bir rüzgar koptu. Sel dağının
arkasından, kalkan şeklinde bir bulut parçası belirdi. Gökyüzünün ortasına
gelince yayıldı. Allah’a yemin ederim ki, bulutlar gökyüzünü kaplamadıkça, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ellerini indirmedi.
Yağmur yağmaya başladığını görünce
de,
- Ey
Allah’ım! Bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!
diye dua
etti. Toplanan bulutlardan, bardaktan boşanır gibi yağmur yağmaya başladı.
Yağmur damlalarının Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sakalına doğru
süzülüp yuvarlandıklarını gördüm. Üzerimize öyle bir yağmur yağdı ki, neredeyse
evlerimize gitmeye yol bulamayacaktık. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, ta
öteki cumaya kadar yağmur yağdı, durdu. Vallahi, yedi gün güneş yüzü görmedik.
Medine’nin sel yataklarından ve yollarından ırmaklar aktı durdu.
Cuma günü, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem hutbesini okuyordu ki, yine mescidin kapısından bir
kimse içeri girdi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin karşısında ayakta
durdu:
- Ya
Rasûlüllah! (sallallâhü aleyhi ve sellem) Evler yağmurdan yıkılmaya, hayvanlar
sularda boğulmaya başladılar! Allah’a dua et de artık şu yağmur dinsin!
dedi.
Mesciddekiler de ona destek verdiler. Resulullah (s.a.s), gülümsedi. Ellerini
kaldırdı,
- Ey
Allah’ım! Çevremize yağdır, üzerimize yağdırma! diye dua
etti. Dua ederken de, eliyle gökyüzünün neresindeki bulutlara işaret ettiyse
orası açılıyordu. Medine’nin üstü açık bir meydan gibi oldu. Derken, Medine’nin
üzeri tamamen açıldı. Medine’ye baktım, taç giymiş gibi parlıyordu.
[26] Ey hidayetin
açılmış sancağı.
[27] “Düşmanların
Sana ettikleri eziyetin cezasına çarpılıp, hem Bedirdeki Kalip kuyusuna başsız
cesetleriyle tıkıldılar, hem de Allah Teâlâ’nın rızasından ebediyen mahrum
oldular.”
[28] Harbin bütün
şiddetiyle devam ettiği bu nâzik anda, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem,
ridâsını üzerinden yere atıp, ellerini Allah Teâlâ’ya açarak şöyle dua
ediyordu:
“Ey kitabı (Kur’an’ı) indiren,
hesabı en çabuk gören, kavim ve kabileleri bozgunlara uğratan Allahım! Şu
kabileleri de hezimete uğrat; sars onları Allahım! Onlara karşı bize yardım et!
Allahım! Sen, bu bir avuç Müslümanın helâkını dilersen, artık sana ibadet
edecek kim kalır?”
O gün
çarpışma bütün şiddetiyle devam etti. Artık hava kararmış, taraflar
karargâhlarına çekilmişlerdi. Gecenin karanlığında Hz. Cebrail aleyhisselâm,
Efendimize geldi ve düşman ordusunun estirilen bir rüzgârla perişan edileceğini
müjdeledi. Müjdeyi alan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, iki dizi
üzerine çöktü, ellerini kaldırarak nusretini ulaştıran Allah Teâlâ’ya,
“Bana ve
ashabıma merhametinden dolayı, sana hadsiz şükür ve hamd olsun Allahım!” diyerek
şükrünü takdim etti. (İbn Sa’d, c. 2, s. 74; İbn Kesir, c. 3, s. 214.)
[29] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin ismidir. 14 saysına muadildir. Kaside-i Ercuzede Tâhâ
sırları biraz açıklanmıştır.
[30] Miraç
mucizesi
[31]
"Müddessir", örtüsüne bürünen, sarınan demektir. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme hitap eden ilk âyet, Müzzemmil sûresinden önce
nâzil olmuştur.
[32] Hilye, süs
ve güzellikler demektir. Hilye-i saadet, hilye-i şerif kavramları Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin görünüşünü, hal ve hareketlerini, ahlakını
anlatır. Bir adı da Şemâil'dir.
Hilyelerin
kaynağı hadislerdir. İlk hilye yazarı Tirmizi'dir. Şemaili Nebi'yi yazmıştır.
Hadis kitaplarında ve siyer kitaplarında hilye bölümleri bulunmaktadır.
Osmanlılarda hilye-i saadet denilen levhaların yazılması ve asılması
gelenekleşmişti.
[33] Tamah:
Doymazlık, açgözlülük, daha da isteme.
[34] Ey hidayet
önderi
[35] Kalâid-ü
Ukûdu’d-Dürer vel İkyân fî Menakıb-I el İmam Ebî Hanifete’n Numan, (Osmanlıca
yazma, sh, 280-281)
[36] Kalâid-ü
Ukûdu’d-Dürer vel İkyân fî Menakıb-I el İmam Ebî Hanifete’n Numan, (Osmanlıca
yazma, sh,280)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar