Print Friendly and PDF

KASTAMONULU MEHMET FEYZİ EFENDİ

Bunlarada Bakarsınız



 



Kastamonu Lisesinde okuduğum sırada karşılaştığım ve hayatıma yön verdiğini zannettiğim kıymetli bir zat var. Bu, Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebesi olan ve Kastamonu'da (Kalaycı Mehmet Efendi) diye bilinen Rahmetli Mehmet Feyzi Pamuk Efendi’dir..

1956 - 60 yılları içinde Kastamonu Lisesinde okuduğum sırada, çok kereler kendisini ziyaret ederek, sohbetlerinden istifade ettim. Risale-i Nur'u bana tanıtan Kıymetli kardeşim ve okul arkadaşım Tosya’lı Ekrem Köker Bey ile sık sık Mehmet Feyzi Efendiyi ziyaret giderdik. Orada çok hatıralarımız oldu. Kendilerinin birçok kerametine şahit olduk.

Mehmet Feyzi Efendinin başından geçen bir hadiseyi Abdullah Aymaz anlatıyor:

“Denizli hapsine girdikleri zaman hapishane Müdürü ve Savcısı, Kastamonulu Feyzi Efendinin sakalının kesilmediğini görünce, başgardiyana seslenerek: “niye bunun sakalını kestirmedin ?” diye bağırmıştı. O sırada sakalım kesilecek diye telaşa düşen Feyzi Efendinin yanına biraz sonra başgardiyan geldi ve çehresine dikkatlice baktıktan sonra: “Bu kadar güzel bir sakal da kesilir miymiş” deyip ayrıldı.(Yazarlardan Orijinal Hatıralar-M. Koçak 1996 ist sh:22)

BEDİÜZZAMAN

Mehmet Sulusekili’nin “Mehmet Feyzi Efendiyi anarken” Yazısını okuyalım:

“Bazı kimseler vardır, Onlar güneş gibidirler. Bulundukları toplumu güneş gibi aydınlatırlar. Nasıl güneşin ışığından canlılar ve her türlü nebat yararlanırsa, bu zatların bilgilerinden, yaşama tarzlarından içinde bulundukları toplum istifade eder.

İşte bu zatlardan biri de 4-Mart-1989 da ebediyete uğurladığımız Mehmet Feyzi Efendidir. 1912 yılında Kastamonu’da doğan Mehmet Feyzi Efendi, ömrü boyunca ilimle uğraşmış, ilmi teşvik etmiş bir kişidir.

Kendisi, zamanının ünlü alimlerinden sarf-nahiv, Kur’an, Hadis, Fıkıh, Adab okumuş, daha sonra da isteyenlere bu ilimleri okutmuş bir ilim aşığıdır.

Mefahir-i milliye, mefahir-i diniye ve sadakat-ı vataniyye mefkuresi imtizaç ettiği zaman onulmayacak hiçbir yaranın kalmayacağını ifade ederdi. Cemaatlar içerisindeki bir takım ihtilafın zuhuru üzerine bu gruplardan kendisine ziyarete gelenlere; “Ben kuyu dibindeyim, minare şerefesinde olan efendilerin işlerine müdahale edemem“ açıklamasında bulunurdu.

Tevazularından meslek ve meşreplerini şu şekilde hülasa ederlerdi: “Askerlikte neferlik, sivil hayatta hiçlik, mesleğimizde gariplik”

“Allah sevgisini, Resulullah sevgisini gönlümüze dolduralım. Gönlümüzde sahte sevgilere yer kalmasın” ifadeleriyle de gerçek sevginin yolunu gösterirlerdi.

M. Feyzi Efendi askerlik dönüşü Kastamonu’ya gelmiş olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile tanışır. Bediüzzaman’ın Kastamonu’da kaldığı müddetçe hizmetinde bulunur. Daha sonra da Risale-i Nurla ilgili kendisine yapılan suçlamalardan dolayı Denizli hapishanesinde ve Afyon hapishanesinde birlikte kalmışlardır.

Mehmet Feyzi Efendi bütün Müslümanları kapsayan bir birlik düşüncesinin sahibi idi. Bu yüzden hiçbir zaman İslam’a zarar getirecek tartışmalara katılmamıştır. Daima bunların dışında kalmıştır.

Mehmet Feyzi Efendi ömrü boyunca sade bir hayat sürmüştür. Ömrünün son yıllarını evde geçirmiş, yurdun dört bucağından gelen misafirlerini evinde kabul etmiş, onlara İslami konularda telkinlerde bulunmuştur.

Mehmet Feyzi Efendi, birçok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencilerinin arasında her sınıftan insanı bulmak mümkündür. Daima milletine karşı sevgi ve itimat beslemiştir. Ondaki millet sevgisi hep İslami ölçüler içinde kalmıştır.

Mehmet Feyzi Efendi aynı zamanda büyük bir gönül adamıydı. Herkese hoşgörü ile bakmasını bilen biriydi. Cenazesinde Ermeniler bile bulunmuştur. İslam Davasının yılmaz savunucusu M. Feyzi Efendiyi rahmetle anıyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin.” (Mehmet Sulusekili-Mina Dergisi sayfa: 34)

 

Mehmet Feyzi Efendi hakkında son günlerin aktüel bir haberini de burada yayınlamak istiyorum:

"Said Nursi'nin talebelerinden Mehmet Feyzi Şallıoğlu (Soyadı yanlış yazılmış, Pamukcu olması gerekir MD), vefatının 17. yıldönümünde Kastamonu'daki kabri başında çeşitli anıldı. Yaklaşık on bin kişinin katıldığı anma merasiminde bulunanlardan biri de Cumhuriyet Halk Partisi Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım'dı.

Anma programında bir konuşma yapan CHP Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım, duygu dolu anlar yaşadığını söyledi, "Anadolu evliyalarına ve erenlerine sahip çıkmak zorundayız. Manevi değerlerimiz bizim en büyük ilham kaynağımızdır. Mehmet Feyzi efendi de on yedi bin Kastamonu evliyasından biridir. Kendisini rahmet ve minnetle anıyoruz. Ülkemizin dört bir yanından insanlar bu günkü proğrama akın ettiklerini görüyoruz" şeklinde konuştu.

1912 yılında Kastamonu'da doğan Mehmet Feyzi Şallıoğlu, Kastamonu'da kaldığı 8 yıllık dönem içerisinde B:ediuzzaman Said Nursi'nin hizmetinde bulunmuştu. (http://www.8sutun.com/node/8661)

SEÇİLMİŞ HALİFE'nin TEBRİK TÖRENİ

Bu arada bana çok tesir eden, bir hatıramı da anlatmak istiyorum. Bu benim değişik tarihlerde 3 defa aynen gördüğüm bir rüyadır. Birinci defa gördüğümde rahmetli M. Feyzi Efendi hayatta idi. Ancak rüyayı kendisine anlatmak imkanım olmadı.

Rüyamda, bir TIR üzerinde bulunan konteynere giriş için tahta bir merdiven yapılmış. Bu merdivenden çıkan çeşitli ülkelerin elçilerinin içeri girdiklerini görüyorum. Sorduğumda, "Halife'nin (Tebrik Töreni) var. İçeride İslam Halifesi var. Elçiler Onu tebrik ediyorlar" diyorlar. Ben de Onu göreyim diye yukarıya çıkıyorum. İçeride, elçiler sıra sıra dizilmişler.

Onları karşılayan da Alparslan Türkeş idi. Alparslan Türkeş bana: "Halife olarak M. Feyzi Bey seçildi. Elçiler Onu tebrik ediyorlar" diyor. Ben de M. Feyzi Efendinin yanına girmek istiyorum. Fakat uykudan uyanıyorum.

M.FEYZİ EFENDİ

Bu rüyayı gördüğüm zaman Rahmetli Türkeş de sağ idi. Bu rüyayı ben O zaman Okul arkadaşım ve hemşehrim Ekrem Köker'e anlattım. Kendisi M.Feyzi Efendiye yakındı.. A.Türkeş ile de görüşürdü. Onlara anlattı mı bilmiyorum.

Ben bu rüyayı aynen olmak kaydıyla 2 defa daha gördüm. Ancak daha sonra gördüğümde M. Feyzi Efendi rahmetli olmuştu. Rüya ile amel olmayacağı ve görülen rüyanın neye delalet ettiğini bilmediğimiz ve dünyada gerçekleşmesine de inanmadığım için üzerinde durmadım.

KASTAMONU ’ DA NURCULARIN MHP yi DESTEKLEMELERİ

Bu rüyayı 2. defa gördüğüm zaman Siyasi oluşumlar Alparslan Türkeş'in bir parti kurması safhasında idi. Ancak, partiden çok milliyetçilik vasfı ağır basan bir çalışma görülüyordu. Bu sebeple de bu çalışmaların Kastamonu kısmında M. Feyzi Efendinin çok büyük bir desteğinin olduğunu duyuyordum. Zira, kendisi açıkça söylemiş olmasa bile; etrafının, özellikle Kayınpederi Enver Bey’in İl teşkilatında görev alması bunu gösteriyordu.

Ben ileriki yıllarda bu durumu görünce gördüğüm rüyalarımı hatırladım. Rüyamı kendime göre yorumladım .. Ancak o yorumların da bana kalması gerektiğine inanıyorum.

Gelelim Kastamonu’ya; Enver Abi ve Kastamonu’daki Nurcuların, M.Feyzi Efendinin onayı olmadan parti işlerini girmelerini mümkün görmüyorum. M.Feyzi Efendi ile devamlı temasta olanların ve etrafında bulunanların MHP’ yi desteklemeleri de bunu gösteriyor... Bu kardeşlerimizin halen aynı fikirde olduklarını zannederim. Arkadaşım Ekrem'in de o zamanlardan beri Ankara'da partililerle temasta olduğunu ve MHP yi desteklediğini biliyorum.

Hatta şu günlerde bile Nurcuları pek sevmeyen Ülkücülerin, M.Feyzi efendi için ihtifaller düzenlediklerini de görüyoruz. Bu konudaki bir yazı da şöyle:

"Tarikat İslam"da haktır. O (Alparslan Türkeş), ehli ile yapılan tarikatların hepsine hoş görü ile baktı. Mesela Kastamonulu Mehmet Feyzi Efendi grubu vardı. Onlarla güzel diyalog içindeydi. Hala Kastamonu Alperenler grubu her sene onun için etkinlikler düzenler. Bütün Anadolu"da İslam"a güzel hizmetler yapan cemaat ve grupları ziyaret ederdi."

http://www.hedefturan.com/Forum/viewtopic.php?p=12942&sid=8e77cdf1f01a38358bb7737a01f7c131

Başbuğumuzun gönül dostu, ülkücü hareketin manevi önderlerinden olan Mehmet Feyzi Pamukçu efendimizi bu güzel sohbeti münasebetiyle rahmetle anıyoruz." (Yusufiyeliler)

http://www.yusufiye.net/modules.php?name=News&file=article&sid=519

Burada şunu da belirtmekte fayda görürüm: Risale-i Nur'dan feyiz almış bir kişi olmasa idim ve özellikle tarikat ehli olsa idim; bu rüyalar benim için çok önemli deliller olur ve ben de MHP saflarında olurdum. Bugüne kadar MNP-MSP-FP-RP-AKP yi destekleyen ve MSP döneminde Bolu İl Başkanlığı–Siirt/Bitlis İlleri Parti müfettişliği yapan bir kişi olarak bulunmazdım.

İslamiyet ve tarikat adına cahilane hatta ihanet derecesinde yanlışların yapıldığını gördüğümüz bu zamanda, Risale-i Nur ve Ondan feyz alanların bu yanlışlara düşmemesinin önemini vurgulamak isterim.

Bunun tek istisnası Müslim Gündüz olmuştur. Onun yaptıklarının tarikat, kendisinin de şeyh olarak adlandırması; tarzının Risale-i Nur'da bulunmaması, giyim-kuşam ve defli zikir ayinlerinin hiçbir zaman Nurcularda görülmemiş olması benim bu görüşümü destekliyor. Yakından tanıdığım Müslim bunu yapmaz. Kendisinin istihbarat teşkilatları tarafından bilerek, bilmeyerek yönlendirildiğini ve kullanıldığını sanıyorum.

Cumhurbaşkanı seçiminin yapıldığı bugünlerde (Yazının yazılış tarihi itibariyle.. MD), MHP nin adayı olarak çıkmasa bile, bir Milliyetçi ve Rahmetli Alparslan Türkeş’in bir yakını olarak Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Sadi Somuncuoğlu bana bu eski rüyalarımı tekrar hatırlattı. Acaba dedim, rüyalarımın yıllar sonra bana söylemek istediği bir şey mi var ?

Kastamonu'dan ve M.Feyzi Efendi'den bahsedilirken, Kastamonu’nun hizmet ehli Enver Beyi, Kastamonu Lisesinden arkadaşım Diyanet İşleri Başkanlığı Özel Kalem Müdürü olarak kıymetli hizmetleri bulunan Ekrem Köker’i de hayırla anmak isterim...

Mehmet Feyzi Efendi hakkında genel bilgi veren Risale-i Nur.org ta şunları yazıyor:

l9l2'de Kastamonu'da doğdu. İlim ve takva sahibi bir zattır.Bediüzzaman'a altı yıl hizmet etti. 1943 Denizli, 1948 Afyon'da Bediüzzaman'la birlikte mevkuf bulundu.1990 yılında Hakkın rahmetine kavuştu.

........ Uzun boylu, nuranî çehreli, ak sakalı ile Mehmed Feyzi Efendi, Nur Risalelerine hizmet eden, Bediüzzaman'a gönül veren, ehl-i ilim ehl-i takva bir zattır.

Nur manzumesinde Ahmetler vardır. Mehmetler vardır, Sabriler vardır, Tahirler vardır, Feyziler vardır, Bu Feyzilerden birisi de Mehmed Feyzi'dir.

Ahmet Feyzi Kul

Hasan Feyzi Yüreğil. Mehmet Feyzi Pamukçu.

1912 yılında Kastamonu'da doğan Mehmed Feyzi Efendi, 1943'de Denizli, l948'de Afyonkarahisar hapishanelerinde Üstad'ı ile birlikte bulunmuştu..

"Kastamonu Müderris Atabey köyünden İzzet oğlu 1328 doğumlu 6.10.1943'den beri mevkuf, sabıkasız Mehmed Feyzi Pamukçu."

Bediüzzaman'la olan beraberliğini muhterem Mehmed Feyzi Pamukçu şöyle anlatıyor:

"Beni Nurlara celbeden 32. Söz olmuştu. İlk defa 1937 senesinde İstanbul'da Kastamonulu bir adam 'Kastamonu'ya bir hoca geldi' diye Üstad’dan bahsetmişti. Daha sonraları Kastamonu'ya geldikten bir sene kadar geçmişti ki, Üstadı tanımak şerefine erdim. "

"Beni nurlara celbeden Otuz İkinci Söz olmuştu. Daha evvel Arapça bildiğim için Hizbü'n-Nurî'yi vermişti. Otuz İkinci Söz'ü okuduğum zaman yattığımda bir rüya görmüştüm. Büyük bir şose, hava ise sümbülî, ala karanlık. Kalabalık insanlar. Bu asrın vazifeli şahsiyeti geliyor. Ekin biçildiği zaman çıkan tırpan sesi işitiyorum. Hışırtı devam ediyordu. Daha sonraki senelerde Üstad'la beraber tevkif edilip Denizli'ye gittiğimiz zaman aynen o yolu orada gördüm. Nazif Çelebi'deki Üstad'ın abası rüyadaki aynı aba idi..."

Üstadın bir kerametini gözlerimle gördüm.

"Denizli hapishanesinde mahkeme gidip gelişlerimizi hatırladım. İkişer kişi halinde kelepçe takarlardı. Her duruşmada çeşitli arkadaşlarla kelepçelenirdik. Bir gün beni Üstad'la beraber bağladılar. Mahkemeye gidiyorduk. Tam kabristanın yanından geçerken Üstad Fatiha diyerek okumaya başladı. Kelepçe, zincirli ve asma kilitliydi. Yan gözümle Üstad'a baktım. Fatihayı okuduktan sonra ellerini yüzüne sürdü. Elimiz beraber bağlı olduğu halde benim elim kalkmadı. Bunu Üstad'ın bir kerameti olarak bizzat müşahede ettim."

Üstad, herkesi kendi mertebesine hizmete sevk ve idare ederdi

"Üstad kinini medh ü sena ile, kimini takdirle, kimini de takbihle idare etmişti. İşte bu idarecilik bir kemal alâmetidir. Herkesi kendi mertebesinde idare ederdi.

İkinci Cihan Harbinde İstanbul'da yedi ay kadar ihtiyat askerliği yaptım. Fatih'te bulunmuştuk. Terhis olduktan sonra orada kalmak istiyordum. Kardeşiniz Tahsin (Aydın) bana mektup yazmıştı. Üstad mektubun altına şu notu kaydetmişti:

- Feyzi kardaşım, İstanbul Eski Said'i bilir. Yeni Said'in kardaşı Feyzi'yi aldatıp kendine çekmesin. Senin orada kalmana Risale-i Nur razı değil!...

Bu notu kırmızı kalemle, yeni bir uçla yazmıştı, kendi hattıydı."

Üstad Fevzi'yi Feyzi yapmıştı

"Üstad'la beraber bulunduğumuz yılların hatıraları hulasaten şöyledir:

Eskiden ismim Mehmet Fevzi idi. Üstad, 'Mehmet Feyzi olsun' dedi ve öyle oldu.

Üstad, dağda hastalanmıştı

"Bir gün dışarıdan bir kadın, 'Hoca Efendi seni çağırıyor' diye bana bildiriyordu. Uykudan kalkarak kapıya baktığımda kimsecikler yoktu. Hemen kalkıp evine gittim. Fakat evde kimsecikler yoktu. Arkadaşlarla dağa gitmiş. Ben de dağa gittim. Üstad beni görünce, 'Nereden çıktın sen?' dedi. Ben de 'Siz çağırtmışsınız' dedim. 'Hayır ben çağırtmadım', dedi. Dağda hastalanmıştı. Ata binerek eve getirdik.

Yolda atın üzerinde bile Risale tashih ederdi

"Mektupları ve risaleleri dağda veya evde tebyiz ederdim bazen da kendi ağzından yazardım. Atla dağa giderken yolda bile boş durmazdı. Siyah bir atı vardı, hayvanın üzerinde eserleri tashih edeceği zaman dizginini tutmadığımız halde at kendiliğinden dururdu.

Kırda namaz kılıyorduk. Namaz esnasında yanımıza iki camus geldi. İki-üç metre kadar yaklaştılar. Ben kortum ve telaşlandım. Namazdan sonra Üstad bana: 'Senin telaşın benim namazımı da teşviş etti' dedi."

Üstad Bediüzzaman'la bulunduğu günlerde hasretle anan Mehmed Feyzi Efendi, hatıralarını anlatırken dertleniyor: Demler o demler, zaman o zaman idi...diyerek Bediüzzaman'la geçen mesut zamanlarını hasret hisleriyle anıyordu."

Arabî-Türkî kendi eserlerinin tamamını Üstad'a okudum

"Arabî ve Türkî kendi eserleri olan Risale-i Nurların tamamını kendisine baştan sona okudum. işte ben bununla iftihar ederim. Asiye Hanım (Mülazımoğlu), dedesi Küçük Aşık'ın Mevlânâ Halid Hazretlerinden aldığı cübbeyi getirmişti. Cübbeyi yıkadım, suyunu kabristana döktüm. Hayatta iftihar ettiğim bir husus da budur.

Nurları köşe bucak saklardık. Beşinci Şua'yı kömürlerin içine saklamıştık. Tevhid Risalesinin ilk müsveddesini ise Vali Avni Doğan aldı."

Üstad'a en ziyade Avni Doğan eziyet ederdi

"Üstad'a en ziyade sıkıntı veren Avni Doğan'dı. Vali Mithat onun kadar eziyet etmemişti. Mithat Altıok, İttihad ve Terakki fırkasında kâtipmiş. Üstad'ı o zamanlardan tanıyordu. Belediye Reisinin evinde Üstadla görüşmek istedi, fakat Üstad görüşmeyi kabul etmedi."

Fevzi, Kaza-i İlâhidir

"Denizli hapsinden sonra, yeşille beyaz karışımı bir sarık sarmıştı. Pencereden bana şöyle seslenmişti:"Fevzi kaza-i İlâhidir..."

Kastamonu'dan ayrılırken müddeiumumîlikte (savcılıkta) ikindi namazını kılarak çıkmıştı. Giderken 'Allahaısmarladık' diye başlayan bir mektup yazmıştı.

Polis müdürü, Şükrü Bey diye bir zattı. Mithat Altıok on dokuz gün ifadem alınırken yanımda bulundu. İfadem alınırken Üstad'ı kastederek, 'Akşam evinde kırk baklava tepsisi vardı' diyorlardı. Ben de 'Yalan söylemeyin' diye cevap verdim.

"Bir yerde şöyle bir not bulmuşlar: 'İstanbul'dan kitap geldi, kerameti gözüktü!' Bu kitapları kim getirdi diye çok sorup sıkıştırdılar. Bir akşam baş komiser gelip beni çağırdı.

- Ne yaptınız?' diye sordu.

- Ne yapacağız? Yatsı namazını kıldık... - Kim geldi? - Bilmiyorum, karanlıktı diye cevap verdim. - Ezanı kim okudu? - Ben okudum.

Bu ifadelerden sonra, rahmetli Emin Bey'e söyledim: 'Böyle böyle dedim, şayet sana da sorarlarsa sen de böyle, söyle', dedim.

- Arapça mı okudun?' diye sordular.

- Evet, demiştim. Bunun suçu yoktur. Kendi evimde, kapalı yerde istediğim şekilde okurum.

Emin Bey ne sordularsa hepsini biliyorum, diye cevap vermiş. Emin Bey'i, 'Yalan söylüyorsun' diye tokatlamışlar. Çaycı Emin'in büyük bir ihlas ve sadakatı vardı.

Çaycı Emin Bey, ümmî olduğu halde öyle bir sadakat gösterdi ki kemal-i ihlâs sahibiydi. Yüksek bir meziyeti vardı... Benden üstündü. İfadelerimiz alınırken kamış kalemle, demir uçlarla çeşitli yazılar yazdırdılar. Tâ ki ellerindeki kitapları kimin yazdığını tespit edebilmek için...

Vali Avni Doğan, alıp götürdüğü Risalenin aslını bir daha vermedi. Dosyamızın kalınlığı yerden bir sandalye yüksekliğinde olmuştu."

Üstad istidasını geri almıştı

"Denizli'de Mahkeme Reisi Ali Rıza Bey (Balaban) kademe kademe anfi gibi sıralar yaptırmıştı.Üstad hastalığını ileri sürerek 'mahkemeye gelemeyeceğim' diye istida vermişti.

Sonra mahkemenin müspet halini görünce 'İstidamı reddediyorum!' dedi. Reis: 'Ey Said Efendi, istidayı geri mi alıyorsun?' diye tebessümle mukabele etti.

Bir celsede müddeiumumi Üstad'ın oturuşuna itiraz etti. 'Mahkemenin nizamını bozuyor' dedi.Ali rıza Efendi ise, 'Doğru oturunuz' deyince; Üstad 'hastayım' diye cevap verdi. Reis, müddeiumumîye dönerek: 'Hastaymış ne yapalım? dedi. Sonra da 'Siz gidin istirahat edin' diye bir gardiyanla Üstad'ı gönderdiler.

Bediüzzaman ve talebeleri hapishaneyi mektebe çevirdiler

"Denizli'de, müddeiumumînin muavini adliye vekiline telgraf çekmiş: 'Bediüzzaman ve talebeleri hapishaneyi bir mektebe çevirdiler!' diye. Üstad, 'Hapishanenin mektep olmasından memnun olunsun' diyordu.

Beylerbeyli Süleyman hapisten nasıl kaçmıştı

"Hapishanede Beylerbeyli Süleyman Hünkar ve arkadaşları kaçmak istiyorlardı. Süleyman: 'Deve bile olsa ben yine buradan kaçırırım' diyordu. Üstada, 'hoca ammi' diye hitap ederdi.

Daha sonraki senelerde (1948) biz Afyon hapsindeyken Süleyman hapisten kaçarak Kastamonu'ya Sadık Bey'in yanına gelmiş, bizleri aramış sormuş. Sadık Bey, 'Nasıl kaçtın' deyince: 'Üstadın Esmâ-yı Hüsnâ manzumesini Feyzi Efendi yazmıştı, onu muska yaparak kaçtım!' diye cevap vermiş.

İdamlıklar nurlarla imanlarını kurtarmışlardı

"Hapishanede mahkûmlar bize dualar yazdırmak istiyorlardı. Delâil-i şerifi yazmıştım. Ağır cezalılardan İbrahim bunu muska yaparak kaçmak istiyordu. Ben de 'Böyle şeylerle kaçılmaz. Eğer kaçılsaydı biz kendimiz kaçarız!" diye latife yollu cevap vermiştim.

Daha sonra İbrahim'i idam ettiler. Bir çok mahkûmları kötü vaziyetten kurtarmıştık. Pislikten, kötü hayattan Kur'ân okuyarak, Nurları okuyarak kurtuldular.

Bazılarını Kur'ân okurken, bazılarını tesbihat yaparken, bazılarını ise namazdan alıp götürdüler, idam ettiler. Kumardan ve diğer fenalıklardan alıp götürselerdi, ne olurdu biçarelerin hali?

Üstad 'yeni yazı ile Risaleleri yazın' deyince, bazıları itiraz ettiler. Sadık Bey ise, sadakatle, 'Üstad ne derse o olsun' diyordu.

Nurcu ismini ilk defa Afyon'da duydum

http://muzafferdeligoz.blogcu.com/

KASTAMONULU MEHMED FEYZİ EFENDİ HAKKINDA NE DEDİLER?

NAMIK KEMAL ZEYBEK (Kültür Eski Bakanı / Ahmet Yesevi Üniversitesi):

“Hayatımın En Huzurlu Gecesi”

1976 yılında Keles Kaymakamı idim. Ilgaz Kaymakamı iken adını çok duyduğum ama tanıma fırsatı bulamadığım Kastamonulu Mehmed Feyzi Efendi Hazretleri’yle görüşmek istedim. Bu niyetle tek başıma Kastamonu’ya geldim. Oraya gece vardığım için otel aramaya başladım. Otellerin hiçbirinde yer yoktu. Bu yüzden Nasrullah Camii’nin şadırvanının başında sabahladım. Hayatımda o geceki gibi tatlı bir huzur duyduğumu hatırlamıyorum. Sabahleyin namazdan sonra cemaate sordum. Cemaatten birisi bana, Hoca Efendi’nin orada bir yakınının bulunduğunu, onun beni götürebileceğini söyledi. Meğer o zat Hoca Efendi’nin kayınbiraderi olan Camcı Hacı Enver Eroğlu imiş. Önce beni dükkânına götürdü. Dükkânını açtı ve bana orada kahvaltı yaptırdı. Sonra birlikte Hoca Efendi’nin evine gittik. Evde benim ilk dikkatimi çeken, adeta gözlerinden ışık çıkan bir insan oldu! Bende öyle bir etki uyandırdı. Sonra oturduk. Benim ona tasavvufla ilgili soracaklarım vardı, bir takım problemlerim vardı; onları sormak için gitmiştim. Ancak soruları sormama gerek kalmadan o soruların cevabını uzun uzun anlattı! Sonunda öğle yemeğine kalmamı istedi. Öğle yemeğinde de et yemeği ve pilav vardı.

“Az Yiyip Yaşamak da, Çok Yiyip Hazmetmek de Kerâmet”

Onda dikkatimi çeken diğer bir hususiyeti, yemekte benimle birlikte bayağı yemek yemesiydi. İçimden: “Bir insan bu kadar yemek yiyerek böyle firâsetli olabilir mi?” filan diye geçirdim! Çünkü kendisi hem fasih, hem beliğ ve talâkatlı konuşuyordu. Sanki ağzından sözler yağ gibi akıyordu. Herhalde düşüncemi okudu ki, şöyle bir söz söyledi: “Az yiyip yaşamak da kerâmet, çok yiyip hazmetmek de kerâmet!” Dışarı çıkınca içimden geçirdiğim düşüncemi söyledim. Onlar Hoca Efendi’nin aslında günde bir defa yemek yediğini, sadece öğlen yemeği yediğini; sabah ve akşam yemediğini, bu yüzden bana çok yemek yer gibi geldiğini belirttiler. Bu şekilde hatıralarını muhafaza ederek döndüm ve yıllar sonra cenazesinde de bulunmak nasip oldu.

(Şaban Kalaycı, Mehmed Feyzi Efendi’den Menkıbeler-Karanlıktan Nura, s. 168-169, Hamle Yayınları, İstanbul.)

Prof. Dr. MÜCTEBA UĞUR (Ankara Ünv. İlâhiyat Fakültesi Emekli Hadis Öğretim Üyesi):

“Sadece Bir Müdür”

Ankara’da hastahanede yatmakta iken bir telefon aldım. Eski bir dost, Muzaffer Ertaş Hocam, Mehmed Feyzi Efendi’yi anmak gibi hayırlı bir hizmetten bahsederek benim de bu toplantıda bir konuşma yapmam ricasında bulundu. Ciddi bir rahatsızlığım vardı. Tansiyonum bir türlü çıkmıyordu. Ama Mehmed Feyzi Efendi’nin ruhaniyetiyle inşallah şifa buluruz, tekrar sağlığımıza kavuşuruz ümidiyle bu teklifi sevinçle kabul ettim. Ve Allah’a şükür kısa zamanda sağlığımı tekrar kazanmış oldum.

(…) Büyük milletler, aralarından büyük insanlar çıkarabilen milletlerdir. Ama nasıl bir büyük insan? Başkası tarafından yapmacık olarak büyütülen değil; bağlı olduğu, dayandığı meşreb itibariyle kendisini yüceltmiş ve başkaları tarafından da, bilhassa yüce kimseler tarafından da yüceliği tasdik edilmiş bir insan! Yani dayandığı yüce kaynak itibariyle yücelmiş ve bilhassa ehil kimseler tarafından yüceliği onaylanmış insanlar!.. İşte biz Merhum Mehmed Feyzi Efendi Hazretleri’nde böyle bir gönül yüceliği olduğunu, onun böyle bir gönül pırıltısına sahip yüce kimse olduğunu görüyoruz. O da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden ve Kur’an-ı Kerim’den devşirmiş olduğu yüce hasletlerin tabii bir sonucu oluyordu.

(…) Ben 1966 yılı 10 Şubat günü bir müdürle Kastamonu İmam Hatip Okulu’nu açtım. Hani bir söz vardı: “Bir müdür, bir mühür” diye… Bende mühür de yoktu! Göreve başlama yazısını yazacağım kağıdı Abdurrahman Paşa Lisesi müdüründen aldım ve onların daktilosunda yazdım. Okulda hiçbir şey yoktu ama bir ümit ve heyecan vardı. Bu ümit Allah’ın izniyle meyvelerini verdi. Ve ben de işin içine maneviyat kokusu sinsin diye, esmâu’l-hüsna (Allah’ın güzel isimleri) sayısınca, yani 99 öğrenci kaydettim. Aradan bir kaç ay geçti, o yılın Mart ayı geldi. Hacıları uğurlayacağız. Kulakları çınlasın (şimdi merhum oldu) Sinan Bey Câmii imamı Boyacı Hafız (Lütfullah Kırkbeşoğlu) hacıları uğurlama duasını benim yapmamı rica etti. Benim bu duam Sinan Bey Câmii minaresi hoparlöründen de yayınlandı. Malumunuz olduğu üzere Merhum Mehmed Feyzi Efendi’nin evi de oraya yakın olduğu için duamı duymuşlar ve duayı kimin yaptığını sormuşlar. Benim olduğumu öğrenince “Allah muvaffak etsin” diye dua etmişler. Ben İmam Hatip Okulu’nu açmaya ne kadar hevesli isem, Mehmed Feyzi Efendi de aynı şekilde okulun açılışına hevesli idiler.

Aradan bir müddet zaman geçtikten sonra o sırada Tosya Müftüsü olan hemşehrim Ömer Şahin geldi ve onunla birlikte Feyzi Efendi’yi ziyarete gittik. Elini öpüp oturduk. Bu ilk karşılaşmamızda bende dirayetli, bilgili ve her şeyden önce müeddeb (edepli) bir gönül eri intibaını uyandırdı. Kendisinden istifade edilir bir ilim adamıydı. Ancak benim kendisini sık sık ziyaret etmememi istedi. Bunu asıl görevimize bir zarar gelmemesi için, beni korumak için yapıyordu. Ama manevi irtibatımız hiç kesilmedi. Benden hiçbir zaman feyizlerini kesmediler.

(…) O ilk derste konu, “Bedee’l-İslâmu ğarîben…” hadis-i şerifini açıklama yönünde olmuştu. Bendeniz İmam Hatip okullarında daha önceden hadis dersleri okutmuştum. Daha sonra da Cenâb-ı Hak bu uzmanlık dalını bana nasip etti. Dolayısıyla bu hadis-i şerifi biliyordum. Ama yorumunu ilk defa değişik bir şekilde Mehmed Feyzi Efendi’den o gün dinlemiştim. Onun yorumu benim çok hoşuma gitti ve kendi bildiğim yorumumu bırakarak onun tercih ettiği yorum yönünde bu hadisi öğrencilerime anlatmaya çalıştım. Çünkü onun yorumunda bir ümit ve dolayısıyla o yönde çalışmaya bir teşvik vardı. Bu ise İslâm toplumları için daha uygundu.”

“Ücretsiz Halk Eğitimi Yapan Bu Kimseleri Desteklemek Lâzım!”

1987 yılında “Türk Kültür ve Tarihinde Kastamonu” isimli bir sempozyum vesilesiyle birkaç arkadaş Kastamonu’ya gelmiştik. Mehmed Feyzi Efendi’yi ziyaret etmek istedik. Kastamonulu değerli dostum Prof.Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu, Gazi Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Kâzım Yaşar Bey, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslâmi İlimler Araştırma Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Ahmet Suphi Fırat Bey ve bendeniz ziyaretine karar verdik. Önce Araçlı dostumuz Hasan Yeğin Bey’den haber gönderdik.

“Hastayım ama madem Mücteba Bey gelmiş, buyursunlar” davetiyle gittik. Giderken:

“Madem Hoca Efendi hasta imiş fazla oturup rahatsız etmeyelim” diye de konuşmuştuk. Fakat ulemânın, sulehânın yanında vaktin nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Bir baktık ki orada sohbet dinlerken bir saat geçmiş! Sohbet de hâlâ olanca tatlılığıyla sürüyordu. Fakat benim içimde kendisini rahatsız ediyoruz diye bir ukte vardı. Hani bir söz var:

“Ulemâ yanında diline, evliyâ yanında kalbine sahip ol!” diye… Mübarek Merhuma malum olmuş ki,

“Sohbet uzadı diye sıkılmayın!” buyudular!

Bir ara ben zihnimde olan bir sorumu dile getirdim. Bu ziyaretimizden birkaç gün önce memleketim olan İskilip’te Ebu’s-Suûd Efendi’nin, babası adına yaptırmış olduğu camide sabah namazını kılıp kabristan ziyareti için dışarı çıktığımızda bir baktık gökyüzünde ay ile yıldız -aynı bayrağımızdaki gibi- bir araya gelmişler! Ben bu olayın bir anlamı olup olmayacağını Hoca Efendi’ye sordum. Verdiği cevap engin bir iman ve teslimiyetin, engin bir gönül adamı olmanın izlerini taşıyordu.

“İyi olur inşallah!” cümlesiyle kısaca olayı fâl-i hayr, yani tabiattaki olayı iyiye yorumlamaktı. Teşe’üm, kötüye yorumlama değildi. Ziyaretimizi tamamlayıp dışarı çıktığımız zaman Prof.Dr. Kâzım Yaşar Kopraman Bey aynen şöyle söyledi:

“Halk eğitimi için milyonlarca para harcanıyor. Bakınız bu insanlar bu işi fahri olarak, bir ücret almaksızın, mansıp-şöhret istemeden, sırf Hakk’ın rızasına kavuşmak için yapıyorlar. Bunları desteklemek lâzım! Bu şahıslar, edepsizlik telkin edilen yerde; edep, ahlâk, fazilet, dürüstlük, bilgi, ilim ve irfan telkin ediyorlar. Ve bizzat bunları yaşayarak güzel örnek oluyorlar. Böyle insanları baş tâcı etmek lâzım!..”

“Onun Ahlâkı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ahlâkı İdi”

Merhum Feyzi Efendi, son derece mahviyet sahibi birisiydi. Bu ahlâkı, tıpkı hiçbir ücret beklemeden yaptığı bir nevi kamu hizmeti olan eğitim işinde olduğu gibi, nebilere ait bir haslettir, özelliktir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize şöyle buyurmaktadır:

“Fe-bimâ rahmetin mina’l-lâhi linte lehüm”

“Sen Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın.” (Âl-i İmrân Sûresi, 159) İşte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin o ipek yaratılışı, ahlâkı, o güleç yüzü sırf Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti sebebiyledir. Bu ise irşatta, eğitim ve öğretimde şart olan bir husustur. Nitekim bunun hikmeti, âyette şöyle açıklanır:

“Velev künte fazzan ğalîza’l-kalbi le’n-faddû min havlik”

“Eğer sen katı kalpli, sert huylu olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi!” (Âl-i İmrân Sûresi, 159) Tebliğ ruha yapılır. Ruh ise huşunetten (sertlikten) hoşlanmaz. İşte risâletteki bu özellik, Mehmed Feyzi Efendi’de aynen tecelli etmişti. Zaten hiçbir karşılık beklemeden yaptığı kamu hizmeti de nebilere has bir özelliktir. Bunu da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvvet nurundan devşirmiştir. Mesela Şuarâ suresinde beş tane Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ağzından ve değişik sûre ve âyetlerde de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ağzından şöyle nakledilir:

“Ben buna (tebliğime) karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım ancak âlemlerin Rabbine aittir. (Şuarâ Sûresi, 127) Çünkü risâlet Allah’ın kullarına lutfettiği en yüksek mertebedir. nebilerin vârisleri olan âlim ve ârifler de bu yüzden hasbîliği tercih ederek yüce mertebelere ulaşmışlardır.

“Zamanımızın Dünya Çapında Büyük Gönül Erleri Kimlerdir?”

Mehmed Feyzi Efendi, sadece yurdumuzda değil bütün İslâm âleminde tanınan bir kimsedir. Buna ait bir anektod nakletmek istiyorum: Hastanede yatarken Kastamonu’dan bu konuşmayla ilgili teklifi alınca, yanımdaki somyada hasta olarak yatan gönül ehli, devletin üst düzey bürokratlarından olan arkadaşım durumu öğrenince:

“Yahu, bu senin hakkında konuşma yapman istenen kimse Kastamonulu Mehmed Feyzi Efendi mi acaba?” dedi.

“Ben onun hakkında birşeyler dinlemiştim.” dedi. Bendeniz de hadisçi olduğum için öncelikle rivâyetin kaynağının sağlam olmasına dikkat ederim. Onun için o arkadaşın anlattığı olayı bizzat yaşayandan dinleyip not ettim.

Çorum Kubbeli Câmii İmam-Hatibi Hacı Hâfız Rıfat Hoca şöyle anlatmıştır:

“1965 yılında kara yoluyla hacca giderken Tebük’te Pakistanlı, Tebliğ cemaati üyesi Gulâm Efendi ile tanıştık. Gulâm Efendi sohbet sırasında ‘dünya halkının sevgisinin odağı olmuş büyük gönül erlerini; ilim, ahlâk, mertebe itibariyle yücelmiş kişileri tanıyor musunuz?’ diye sorar. Onlar hayır diye cevap verince: ‘Yahu siz Türk değil misiniz?’ der. Evet dediklerinde kendisi şöyle devam eder: ‘Dünyada hal-i hazırda halkın sevgisine mazhar olmuş 7 tane gönül eri insan var. Bunlar diğerlerinden seçilmiş, adeta kutup haline gelmiş, hatta aralarında kutbu’l-aktâb derecesine ulaşmış kişiler bulunan ulu kimselerdir. Bunların altısı Türkiye’de, birisi başka memlekettedir. O altı kimse şunlardır:

1. Sivaslı İhramzâde İsmail Hakkı Toprak Efendi

2. Onun talebelerinden Hacı Hasan Akyol Efendi (Sivas Tekke Önü Mezarlığı’nda Abdülvehhâb Gazi Hazretlerinin yanındadır.)

3. Seyyid Osman Hulusi Ateş Dârendevî Efendi

4. Merzifonlu Hacı Garip Hâfız Efendi

5. Kastamonulu Kalaycı Hacı Hâfız Mehmed Feyzi Efendi

6. Medine-i Münevvere’de meskun Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi

7. Türkiye dışında…………. (Kaddesa’llahu esrârahüm)

Allah cümlesine rahmet etsin, şefaat ve himmetlerine nail etsin, âmin. (Bu bilgiler İbn-i Sina Hastanesi’nde tedavi gören Sayın Yusuf Bey’in defterinden aynen yazıldı. Ona da Rıfat Hoca’nın ağzından yazılmıştır.) Bu sıralamada bendeniz, Mehmed Feyzi Efendi ismini duyunca ürperdiğimi hissettim! Ta Pakistan’a kadar İslâm âleminin her tarafına Mehmed Feyzi ismi yayılıyor, ama biz senede bir kere onun için toplanıp bir Fâtiha okumaktan başka bir şey yapamıyoruz! Aslında yapabileceğimiz en iyi şey onu sevmek, bağlılığımızı devam ettirmek ve en önemlisi onun gösterdiği yoldan gitmektir.

“Adam Dediğin Milletini Sever” (Hadis-i Şerif)

İmam Buhârî Hazretleri Kûfe’ye geldiği zaman hadis meraklıları, bize hadis yazdır, diyorlar. O da hayhay, yazdırayım, diyor. ‘Dinleyin! Ben size bir hadis yazdıracağım, ama onu kimse bilmez. Çünkü bunun râvilerinin hepsi filan yerdedir. Onun için bu hadis yaygın değildir. O da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin dilinden çıkan şu dört kelimedir: İnne’r-racüle yuhibbü kavmeh: Adam dediğin milletini sever!’ [Bu rivâyetin kaynağı için bakınız: Hâkim, Müstedrek, III, 141; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, IX, 126.]

Bir Müslüman öncelikle komşularını, sonra hemşehrilerini, sonra bütün vatandaşlarını, sonra da dindaşlarını sevmiyorsa, ona Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kastettiği manada ‘adam’ nazarıyla bakmak mümkün değildir! İslâmiyet sevgi dinidir. Çünkü din kardeşlerini sevmek, tamamen imana bağlı bir olgudur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu konuda yine şöyle buyurmuştur: ‘Birbirinizi sevmedikçe (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız. İman etmedikçe de cennete giremezsiniz!

(Bu hatıralar, Şaban Kalaycı’nın Hamle Yayınları tarafından basılan Mehmed Feyzi Efendi’den Menkıbeler-Karanlıktan Nura adlı eserinin 91-95. sayfalarından aynen alınmıştır.)

Kaynak:

http://www.feyizlersofrasi.com/MFE-Ne%20dediler-2.htm

“Bu Mezarlığın İhata Duvarının İkmalinden Sonra, Herhalde İlk Gelen Ben olacağım”

Başlıktaki cümleler, Darende’nin Yenice Kasabası Yukarıöteçe, (Yukarıötegeçe) Mh.den,

“Güçcük Hoca” namı ile anılan Mehmet Ali Kalkan’a ait.

Darende’nin yetiştirdiği değerli şahsiyetlerden,

“Camcı Hacasanefendi” namı ile anılan Hacı Hasan AKYOL’un;

“Yenice’de 17 evliya yatıyor” buyurduğu bilinmektedir. 17 evliyadan birisinin de Güçcü Hoca olduğunu Hacı Hasan Efendi ifade etmiştir. Şuğul köyünden Fazlı Sevindir’den ben bizzat duymuştum. (Şimdi merhum). Ayrıca, Şeyh Hamid’i Veli Camiînin İmam ve Hatibi Hulûsî Efendi’nin;

“Küçcük Hoca gibi hal ehli Darende ve havalisinde yok dersek yanılmış olmayız” buyurduğunu, Şuğul köyünden Mehmet Perçin (Kadı) ile Abidin Hacı namı ile anılan Hacı Kurt bizzat duyduklarını ifade etmişlerdir.

Sadede gelelim, Güçcük Hoca ve de mahallenin belli şahsiyetleri, Yukarıötegeçe mezarlığına taştan ihate duvarı yapılmasına karar verirler. Bu karardan sonra Hoca, bu hayırlı teşebbüsün tüm Yenice halkına duyurulmasını sağlar. Derhal köy harekete geçer. Traktör römorku, eşek ve atı olanlar mahra ile mümkün olan yerlerden taş çekme seferberliği başlatırlar. Güçcük Hoca ayrıca iyi bir yapı ustası olup ancak kum temini çimento temininden zor. Tabiî ki mühim olan zoru başarmaktır. Evvel ALLAH’a, sonra hayırseverlerin yardımına sığınarak işe başlarlar. Mevsim sonbahara yaklaşmak üzere olmasına rağmen hava oldukça sıcak. Bağ-bahçe işleri ve de kış hazırlıkları işi yoğun olması dolayısı ile amele bulamayıp, harcı kendisi karıştırıp, yapıyı da bizzat kendisi yaptığı günler çok olur. Genişliği, takriben otuz dönüm kadar olan mezarlığın ihate duvarı yapımı zor da olsa nihayet tamamlanır. Demircinin yaptığı demir kapı takılırken, birkaç komşunun da bulunduğu anda Güçcük Hoca araya girerek şöyle der;

“Komşular; bu kutsal mekân hepimizin geleceği son duraktır. Hayırlı olsun. Sizlere sürpriz bir şey diyeceğim; bu ihate duvarının tamamlanmasından sonra mezarlığa ilk gelen ben olacağım gibi geliyor bana. İçimden gelen his, bana böyle dedirtiyor. Yalnız sizlerden bir isteğim var; bu mezarlığı yeşille örtüştürmenizdir. Herdem yeşil (Çam türü) ağaç tercihiniz olsun. Ben bunu tüm Yenicelilere vasiyet ediyorum. Çünkü, burada, halen Maraş’ta medfun Hacımamed Efendinin kardeşi Abdurrahman Efendi, kırk yıl Medine-i Münevvere’ye aralıksız hizmet eden ve de hiç evlenmeyen Hacı Hasan Efendi (YÜCEL) ve daha nice değerli zatların burada yattığı bilinmektedir. Bu mezarlığın tepelenmesine çok üzülüyordum. Bu itibarla, böyle bir yerin korunmaya alınması yegâne arzumdu. Şimdiyse ALLAH’a şükür bu arzumuz gerçekleşti.” Dedikten sonra,

“Yardımda bulunan, imece usulü bizzat çalışanlara çok teşekkür ediyorum. Allah birine bin versin bu hayır sahiplerine” diye dua eder. Gerçekten dediği gibi olmuş, cennet mekân Mehmet Ali Kalkan Hoca bu konuşmasından 30 gün kadar sonra Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Not: Nevar ki, 30 yıla yaklaşan zamana rağmen bu mezarlığın halen yeşile hasret görüntüsü gerçekten üzücü. Odası ve sofrası açıklığı yanında, 120 atlı ile Maraş Kurtuluş Savaşı’na katılması ile de ününe ün katan Yeniceli Memmet Ağa’nın torunu Mehmet Yücel de bu gün Yenice kasabasının belediye başkanıdır. O’nun ve tüm Yeniceli’lerin kulakları çınlasın…

Kaynak: Torunu; Tacettin Kalkan

http://www.unsandigi.com/un3/40.asp

NAKŞİ HAKİ TARİKATİ İLM-İ LEDÜN SIRLARI KİTABINDAN

Hacı Hasan Akyol Efendi, Kastamonulu Fevzi Efendi ve İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Hazretleri hakkında şunları anlattı;

“Yıl 1949 idi. Efendi Hazretleri 40 kişi Sivas’tan, 32 kişi Malatya ve Kastamonu tarafından olmak üzere 72 kişi ile hacca gitmişlerdi. Medine’de şeyhim 40 gün başını yastığa koyup yatmadı. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ravzasında huzurlu günlerimiz oldu. Cidde’de uçak beklerken Şeyhim;

“Anadan doğmuşa döndünüz, kul hakkı hariç” dedi. Uçağa bindik. Şeyhim uçağın arka tarafına döndü, namaz kılıyoruz. 72 kişiye imam oldu. Nurcu cemaatinin başı Kastamonulu Fevzi Efendi de vardı, dedi ki;

“Efendi ne mutlu. Hiç kimseye nasip olmayan size nasip oldu” Şeyhim dedi ki;

“Sözünüzden taviz vermeyin, imanınızda sadık olun. Mahşerde 72 fırka, 73 cü olan Nâci fırkasının öncüsü tayin olunduk” sözünü şeyhimizin, dilinden duydum.

Kaynak:

İsmail Hakkı ALTUNTAŞ, Gavs-ül Âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Sivasî Nakşi Haki Tarikati İlm-i Ledün Sırları [Kitap]. – İstanbul : Gözde Matbaa, 2007, s.763

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar