KIRK HADİS
Şüphesiz hamd Allah Teâlâ içindir, O’na
hamd eder, O’ndan hidayet ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü
amellerimizden Allah Teâlâ’ya sığınırız. Şüphesiz Allah’ın hidayet eylediğini
saptıracak, O’nun saptırdığını da hidayete ulaştıracak yoktur. Allah Teâlâ’dan
başka İlah olmadığına, O’nun birliğine ve ortağı olmadığına, Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellemin O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şehâdet ederiz.
Sözlerin en doğrusu Allah Teâlâ’nın
Kitabı, yolların en hayırlısı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yoludur.
O’nu sevmek ve O´nun ümmeti olduğumuzu
bilmek, Allah Teâlâ’nın bizlere ihsan kıldığı en büyük nimetlerden birisidir.
“Allah Teâlâ kulların zannı üzere hareket
eder” müjdesini
kendisine yol edinmiş kullar, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kapısında
kıtmir olmayı, cihana sultan olmaktan üstün değer tutarlar.
Ashab-ı Kehf´in kapısını bekleyene
yapılan ikramı görünce, O’nun kapısındaki kıtmir-i hakirin elbette kavuştuğu
ihsan daha büyük olacaktır. O ihsan iki cihanın selâmetine sebep olacak büyük
bir nimettir.
“Muhakkak ki Sen; büyük bir yaratılış ve ahlak
üzerindesin” [1]
Allah Teâlâ tarafından Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin gerçekten büyük olduğu, tasdik edilmiştir.
“Ey inananlar! And olsun ki, içinizden size, sıkıntıya
uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli
bir rasül gelmiştir.” [2]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi
seviyoruz. O’da ümmetini çok sever. Hiçbir zaman ümmetini unutmadığı gibi
unutmayacağına da inancımız vardır.
Tevfik Allah Teâlâ`dandır. Bütün
işlerimizde O`ndan yardım isteriz.
O bize yeter, O ne güzel vekildir.
MUHAMMEDÎ DUA
(sallallâhü aleyhi ve sellem ve ala âlihî) [3]
Ey Rabb´imiz; Sen çok yücesin, her kusurdan
pak ve münezzehsin. Sen, celâl ve ikrâm sahibisin.
Ey Allah´ım verdiğin nimetler için,
Sana layık hamd ile şükür ederiz. Seni tespih ve takdis ederiz. İlham ettiğin
hidayetlerden dolayı şükürler olsun.
Sunmuş olduğun bol ve kâmil bağışlar, eşsiz
ve benzersiz geniş ihsanlar ve lütfettiğin tüm nimetlerin için övgüler olsun.
Kuvvet ve gücün yalnızca kendinde, yaratılmışların
açılması ve kapanması kendisi ile olan Allah´ım, şükürler olsun.
Ey Allah’ım, önceden olan bir şeye dayanmadan
ve bir eş ve benzerin olmadan, yaratıkları yaratmaya muhtaç değilken ve
yaratmada kendine bir fayda yokken, kendi güç ve dileğinle her şeyi var ettin.
Gözlerin Sen´i görmesi, dillerin
sıfatlarını beyan etmesi ve kavrayışların mahiyetini anlaması imkânsızdır.
Sadece hikmetinin sağlamlığını bildirmek, itaati hususunda uyarmak, kudretini
aşikâr etmek, mahlûkatını kulluğa çağırmak ve çağrını güçlü kılmak için bizleri
vücuda getirdin. Sonra da bizleri kendi gazabından korumak ve cennetine sevk
etmek için, itaatin karşısında mükâfatı ve isyanın karşısında da azabı vaat
ettin.
Ey Allah’ım, şahadet ederiz ki, Sen´den
başka bir ilah ve ortağın yoktur; birsin; Sen âlemlerin Rabb´isin.
Biz, Senin kulların, gücümüz yettiği müddetçe
Senin ahdin ve va´din üzereyiz. Yaptıklarımızın kötülüğünden Sana sığındık.
Bize verdiğin nimetini anarken günahımızı da arz ederiz ki, bizi dilersen
affedersin. Nefsimize haksızlık ettik, günahlarımızı itiraf ediyoruz. Bütün
günahlarımızı affetmeni diliyoruz. Günahları ancak Sen bağışlar ve affedersin.
Ey Allah’ım, nimetlerini artırarak
bizleri şükretmeye çağırdın. Nimetlerin sayılmaz, şükrün eda edilmez ve ebedi
oluşların idrak olunabilmeleri imkânsızdır.
Ey Allah’ım, takdir ettiğin şeylerin
her durumundan haberdarsın ve işlerin sonunu ve olayların akışını en güzel
bilensin.
Ey Allah’ım, aklımızın kavrayabilmesi
için tevhit düşüncesini apaçık kıldın. Tevhidin özünü ihlâs kıldın ki, kalbimiz
ona bağlansın.
Allah’ım, Senden hakkıyla korkmayı ve ancak
Müslüman olarak ölmeyi bize nasip kılmanı diliyoruz.
Allah’ım Senden gerçekten korkmayı başarabilmek
için ilmimizi artır.
Ey yakaranlara cevap veren, ey imdat
isteyenlerin imdadına koşan, Ey güven isteyenlere emniyet sağlayan, üstün
yardımınla bizi kuvvetlendirmeni diliyoruz. Kur´an-ı Kerim´de belirttiğin
yardımla bize yardımda bulunman ile nimetlere kavuşalım.
Allah’ım emrini tamamlamak, kendi hükmünü
geçerli ve kesin kılmak için Fahri Âlem Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve
sellem Efendimizi son rasül olarak gönderdin.
Şahadet ederiz ki, Fahri Âlem Muhammed
Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, Sen´in kulun ve son resulündür.
İnsanlar ve cinler Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve selleme iman ettiği gibi canlı ve cansız bütün eşyada iman etti.
Kıyamette diğer ümmetlere karşı
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemi ihsan ederek kulluğumuzu artırdın.
Nimetini bollaştırarak da bizden şükür etmeyi istedin.
Yaratmadan önce O´nu seçmiştin. Beşer
olarak göndermeden beğenmiştin. Âlemleri yaratmadan önce yani mahlûklar gayb
âleminde korkunç perdeler altında saklıyken ve yokluk sınırının eşiğinde
bulunurken O´nu Ahmet (beğenilmiş) olarak isimlendirdin.
Bizlere Habîbin sallallâhü aleyhi ve
sellemi göndermeden önce ateş dolu bir uçurumun kenarında, taşın dibinde
kalmış, hemen içilip tüketilecek olan bir yudum su; aç kişinin fırsat
gözetmeden kapıp yiyeceği bir lokma; düşmanların ayakları altına düşmüş insanlardık.
Güçlülerin belasına uğramış, azgınların elinde tutsak ve aşağılık bir hale
düşmüş; insanların saldırıp yok etmesinden korkar olmuştuk.
O’nu son rasül olarak gönderdiğinde,
insanlar O´nu tanımalarına rağmen bilerek inkâr ettiler.
Ey Allah’ım Efendimiz sallallâhü aleyhi
ve sellemin nuruyla üzerimize çökmüş karanlıkları aydınlığa çevirdin.
Kalplerimizdeki küfrün düğümlerini çözdün; gözlerimizden şaşkınlık perdelerini
giderdin. Böylece O, bizi sapıklıklardan kurtardı ve kör olan gözlerimizi açtı.
Bizi sağlam dine davet etti ve hidayet eyledi.
Ne zaman ki, Allah’ım O’nu beşeri
olarak aramızdan aldın, nifak düğümlerimiz tekrar açığa çıktı; din gömleğimiz
yıprandı. Hâlbuki hakikatler açık, hükümlerin nurlu ve belirgindir;
sakındırdığın şeyler ortada ve emirlerin açıktır. Ama bizler onları düşünmeden
arkamıza atık. Ancak bizler sırt çevirmeyi hiçbir zaman istememiştik.
Bu halimizi fırsat bilen şeytan ve
arkadaşları başlarını kendi yuvalarından çıkarıp, bizleri kendilerine doğru
çağırdılar. Bizim de bu daveti kabul etmeye meyilli olduğumuzu görünce; bizi
tahrik edip; kışkırtarak yoldan çıkartmaya çalıştılar.
Ey Allah’ım, Rasûlün sallallâhü aleyhi
ve sellem Efendimiz bizim sığınacak yerimizdir. O´nun vasıtasıyla bizi
kurtarmanı istiyoruz.
Ey Allah’ım, ilk yaratılışta O´nu
yarattın. Gördüğümüz ve görmediğimiz nurun şah damarı Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellemi yaratılış hakikatinin mayası kıldın. Varlığından dolayı
insanlık şeref buldu. Maddî ve manevî âlemler O´nunla var oldu. Fazilet
hazinesini O´na teslim ettin. O da hazineyi yaratılmışlara kabiliyetleri
miktarınca emrinle dağıttı.
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem
ezeli yurdundan isimler yurduna inen ilâhî emirlerin vasıtasıdır. Sana
kavuşmanın mertebelerini ancak O´nun yanında bulabiliriz.
O Seni tanıtmak için ilâhî yurdundan
terk edip, beşer âlemine gelmiştir.
O öyle bir incidir ki, elmaslar,
yakutlar, hareketler, durgunluklar ve bütün şeyler O´ndan çıkar. O, birlik ve
birin arasındaki ince latif çizgidir.
İlâhi hitaplarından çıkan suretlere
O´nu sebep kıldın. Beşeriyetin anlayışından saklanmış sırları manevî
levhalardaki kalemler, O´nun eliyle ancak yazabildiler.
Besmeleyi O´nsuz manaya getirmedin. O
mana ki, her şeydir.
Ol dediğin şeyde ancak O´nunla oldu. Nisbetler
ve maddenin sırlarını O´na bağladın.
Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellemi
zahir ve batının çözüm anahtarları yaptın. Kulluk ve rabliğin sırlarını O´nda
toplandın.
Ey Allah’ım, O vacib ve mümküne vakıf
iken O´nu beşeriyet âleminde gösterdin.
O´da kulluğu kendine şeref kabul etti. Kulluk şerefi de O´nunla açığa
çıktı. Yaratılmışlar O´nunla kul olduklarını anlayıp ilahlık davalarından
vazgeçtiler.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem ulaşılmaz manaların yüksek nuru kıldın. Arşın hakikatlerinde
ve doğru yolunun ulu kapısında şimşek gibi parlayan marifet güneşi eyledin.
Ey Allah’ım, O’nu İlâhi isimlerin
tecelli ettiği kalbin, sıfatı noksanlık olan bu âlemin sırrını bilen kıldın.
O´na büyük hilâfet elbiseni giydirdin. Vücuduna zamansızlık ve mekânsızlığı
layık gördün.
Ey Allah’ım varlığın ancak sır olmaktan
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem ile açığa çıktı. Sana kavuşma
vasıtalarının kilitlerini O´nunla açtın.
Ey Allah’ım, O’nu varlığın kemali,
ezeli şeylerin başlangıcı, ebedi olan nesnelerin son mührü olarak yarattın.
O, Sen´inle meşgul olup dünyayı terk
eden, geçmiş ve geleceği bildirdiğindir. O´nun şeriatı ile mülk ayakta
durabildi ve O, gizli âlemdeki rahmetini dünyaya çekti de, Sen´in cemalini celp
etti ve celâlin sakin oldu.
Ey Allah’ım, O’nu teveccühlerinin
kıblesi yaptın da isimler ve sıfatlar elbiselerini giyebildiler. Rütbeleri O´na
tayin ettirdin. Hak ve batılı birbirinden O´nunla ayırdın.
Ey Allah’ım, O´nun imanı ve amelini
bütün insanlığa kâfi kıldın. O´nun kendine has ilmi yoktur. O´nun ilmi Sen´in
ilmindir. Çünkü kendine ait ilmini terk etti.
Ey Allah’ım, O´nun tek düşüncesi Sen oldun.
Hiçbir sevgiyi kendine yar etmedi. O, Sen´de kendini buldu ve varlığını Sana
feda etti. Vücuda benlik vermek en büyük günahtır. Günah işlemediği halde yüzlerce
tövbe eder, Sen´in yüceliğini tasdik ederdi.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellemi, beşeri kayıtlardan korumuştun. O´na verdiğin yakınlığı
kullarına dahi Sen tarif etmek istemedin. Manevî katında olan yakınlığını ise
saklı tutup açıkça da anlatmadın. O hali ancak Rasûlün sallallâhü aleyhi ve
sellemin kendi anlayabilirdi.
Sen O´nunla O Seninle; Sidre-i
müntehayı O´na layık kıldın. Fakat O´nun gözü Senin ne varlığına takıldı, ne de
ayrıldı ve karışmak istedi. Bu yakınlıktan dolayı sarhoş olup yanında kalmak
arzusuna da düşmedi. Güzel sevgilin kulluğuna yönelip Sen´i tercih etti.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellemi çok seversin. O´nu öyle yarattın ki, kendisiyle düğümler
çözülür, sıkıntı ve zahmetler kolaylaşır, ihtiyaçlar karşılanır, isteklere ve
güzel sonuçlara ulaşılır. Kendisinin yüzü suyu hürmetine rahmet istenir.
Ey Allah’ım, Habîbin sallallâhü aleyhi
ve sellemi benzeri, ikincisi ve yokluğu olmayan mecburî bir gaye kıldın.
Bütün ilimlerin icadı O´nunla oldu.
Hakikatin ilmine kavuşmak isteyeni O´ndan almaya mecbur kıldın. O, her sırrın
sırrı, hakikatlerin zorunlu gerçeği ve İslam toplumunun sahibi ve efendisidir.
O, secde yerlerinin nurudur. Hayat
yolunda kalplerin huzur bulduğu garipliğimizi gideren latif arkadaşımızdır.
Ey Allah’ım, O’na nasıl salât ve dua
kılmayız. O Sana layığı ve kemal ile en çok hamd eden, ikincisi olmayan,
övülmeye layık, günahları mahveden, cehennemden bizi çıkarabilecek en mükemmel
kulundur. Ayıplardan maddi ve manevi günah kirlerinden azade, güzel
kokulu, sevgilindir. Öncekileri ve sonrakileri, maddiyat ve
maneviyatı, ümmetini sevgi ve kardeşlikte birleştiren, en son rasülündür! Yeri
geldiğinde en büyük cengâver, güzel huyları kendisinde toplayan, güzelliğin baş
tacı, kulluk kıyafetini giyen, devamlı ibadet eden, sırların kendisine saklı
olmadığı, Sen’in kendisi ile bizzat görüştüğün, razı olduğu işleri en güzel
bilen ve yapanındır. Kurtuluşa sebep olan salih amelleri bilen ve sevdiren,
doğruyu anlatmada sabrı azalmayan, Sen’den yardımı eksilmeyip devamlı olan,
kıyamette bizi başına toplayacak, mazlumların sahibidir.
Ey Allah’ım, sevdiğinle Sen´den
istiyoruz. O, kulların efendisi, tevhit ehlinin ve büyüyen dairelerin imamı,
sırlar levhası, nurların nuru, sıkıntıda olanların sığınağı, en mükemmel bilgileri
kendinde toplayan Kutbu Rabbanî, en üstün iman elbisesinin belirgin nişanesi,
cömertlik ve iyiliğin kaynağı, semavî himmetler sahibi, ilahi ilimlere erişmiş
olan, ezelî minberdeki hatip, insanlık âlemindeki ilâhi nur, celâl tacı, cemal
cazibesi, kavuşma güneşi, ilahi yurdun izzet ve şerefi, vücut letafeti, her
mevcudun hayatı, ilahi saltanatın en yücesi, ilahi kudret ve yüce sanatının
açık misali, beğenilenin açık nişanesi, ilahi yakınlığa kavuşmuş olan has kişilerin
özüdür.
Ey Allah’ım, Sen´in büyük sırrın;
hakikî, kıymetli gerçek dostun; hareket eden şeydeki kuvvet, hakikati ayakta
tutan, ilâhî emirleri yüklenici, kulluğun gerçeğini yaşayan, sultan, rahmetin
babası, ilmin efendisi; kuruntuların, zulmetin ve şeytanın vesveselerini nuruyla
silip kesen, keremli şefaatçi, temizliğin ve saflığın timsali, O´nunla yokluğu
vücuda getirdiğin, zerreleri çıkardığın, kudretli Kâbe´n, akılların secde
ettiği, yarattığın mükemmeliyet, kaza ve kaderi tespit eden, Sen´den Sana ve
Sen´inle istediğimiz güneştir.
Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellem
Sen´inle dostluk kurmuş, “dünyalara sığmam kalbe sığarım” dediğin kalbin, “Bana
kulluk edin” dediğin hitabın gerçek muhatabı da O olmuştur.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem ne güzeldir. Bizdeki lekeleri O´nun aynasına bakınca
görebildik. O´ndan ne zaman yüz çevirirsek, muhakkak aslımızı bozardık.
Ey Allah’ım, biliyoruz ki O, Levh-i
mahfuzu yazan kalemden dökülen nurlu harfleri yazan, mukaddes feyizlerini
dağıtan, Sen´i sayılara ihtiyaç duymadan bir olarak bilen, âlemlerin birleştiricisi
olan, İsm-i Azam kıldığın sevgilindir.
Ey Allah’ım, O varlık âlemini yüzü suyu
hürmetine yarattığın ve O´nun sebebiyle eşyaya var olma ruhsatı verdiğin,
iyilik ve cömertlik sahibi, kutsadığın, yaratılışında harikalar görülen,
ilimlerin ulaşamadığı, sırlarla korunmuş, mertebesine erişilmeyen,
anlatılamayacak rabbanî güzellik, kemal sahibi, hakikatin doğduğu ve övülmesi
mümkün olmayan, katında kıymetli olduğu bilinen bir kulundur.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü aleyhi
ve selleme olan nispet ve yakınlık ne güzel bir nispettir. O, bizi ve insanları
azabından korkuttu. Müşriklerin yolundan yüz çevirtti. Şirkin belini kırıp,
halkı hikmet ve güzel nasihatle Sen´in yoluna çağırdı; putları kırdı; küfrün önderlerini
yüzüstü yere serdi. Sonunda kâfirler topluluğu hüsrana uğrayarak üstünlüklerini
kaybettiler.
Ey Allah’ım, O, davasından geri
dönmezdi. Zat-ın için zahmete katlanan, emrinde ciddiyet gösterendi. Her zaman
kulluğun ışığını açık tutardı. O’nunla bulduğumuz nimetleri çevremiz görürken
bizler hissetmedik.
Ey Allah’ım istiyoruz ki, kayıtlardan
kurtulup Sana kavuşalım. Fakat her şey yine Sen´in takdirindir.
Allah’ım varlığımız Efendimiz
sallallâhü aleyhi ve selleme kıldığın salât iledir. Bu salâtın bizde can, kan
ve ruh oldu. Küfrün karanlıklarını, sıkıntılarını bizden uzaklaştırdı. Fâni dünyada
baki hayatın diriliğini verdi.
Ey Allah’ım, O’nu ne güzel yarattın.
Mübarek vücudu çok temizdi. Teri nezih ve kokusu çok güzeldir ki, ne miske ne
de ambere benzedi. O´nunla tokalaşan kimsenin, o gün elinden güzel kokusu
gitmezdi. Mübarek elini hangi çocuğun başına sürse o çocuk diğer çocuklardan
güzel kokusu ile fark edilirdi. Hiç bir koku onun terinden daha güzel
kokmadığına her şey şahitti. Bir yoldan geçse, O´ndan sonra, o yoldan geçenler,
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemin oradan geçtiğini güzel kokusundan bilirlerdi.
Has bir kokusu var idi. Hariçten bir koku sürünmüş değildi. Mübarek yüzüne değen
mendili asla ateş yakmazdı. Mübarek gözleri çok kuvvetli
görür ve önden gördüğü gibi, arkadan da görürdü. Ayrıca karanlıkta da görürdü.
O´nun hakikatini gece üzerine koydun, karardı; gündüz üzerine koydun, ağdı;
semalara koydun, direksiz durdu; bütün kâinata koydun, hayat buldu.
Ey Allah’ım, O´nun kıymetini ancak Sen
bilebilirsin. Dua edenlerin duasını, O´nun ismini anmadan kabul etmezsin.
O Sen´in nurlarının denizi, sırlarının
madeni, kulların ruhlarının ruhu, paha biçilmez inci, benzersiz güzel koku,
mevcudatın aşk ve mayasıdır. O gizli âlemin özüdür.
O, kâmillerin ulaşmak istedikleri şeref
yeridir. O´nu gökte Ahmet yeryüzünde Muhammed diye andın. Ahmet isminde,
Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellemin bütün isimlerini topladın. Ahmet´in
elifini ulûhiyet ve yüceliğe delâlet kıldın. Bu ismini göktekilere zikir olarak
verdin.
Ahmet sırrı; ilahlık ve mahlûk
sırlarının birleştiği mihraptır.
Muhammed sırrı da batılı haktan ayırandır. İsminin M´si sırların H´sı
rahmetlerin, ikinci M´si ilimlerin, D´si derecelerin kaynağıdır. O´nun gibisi
doğmadı ve doğrulmayacaktır. O’nu kulların ihtiyaç kapısı, nebiler ve rasüller
içinde yaratılışı en mükemmeli, insanlığın irşadına vazifeli biricik önder,
Sen´i bulmayı O´nu bulmaya bağlı kıldın..
Ey Allah’ım, her şeyi O´nun arkasından
yürümekle şerefli kıldın. O’na bir işareti ile ayı yardırdın da, O’nun gözünü
yükseklere ağdırmadın.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem, razı olduğun şefaatin sahibi, isteklerini ümmetine saklayan,
insanların şefaat için başvuracağı derman, tek başına Makam-ı Mahmut´ta
durabilme gücü verdiğindir. O´nunla hikmetin, rahmetin, mülk ve melekler
âleminin hazinelerini açığa çıkarttın. O’nu celâlin tecelli ettiği, cemalin de
baktığı güzellikler yakutun eyledin.
Ey Allah’ım, O, ilâhi lütufların
tecelli edebileceği asilindir. Kutlu nefesler O´nun ruhundan bizlere akar.
İmdat için gelecek yardımını ancak O´ndan getirdin. Cömertliğe ancak O´nunla ad
buldurdun. O’nu fertler içinde seçilmiş büyük ve sıfatına ulaşılmayacak biri,
kıldın ki, O’nun kabrine dahi uğrayan âşıklarının, Nübüvvet nurunu kabrinden
parlatıp, kalblerine feyiz verdin ve konuşturdun.
Ey Allah’ım, yaratılışı benzersiz olan
ve sırları toplayan Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem ile bizi yakınlığına
ulaştır. Yakınlığın sırlarını Sen´den O´nun nefsine, oradan cesedine, oradan
kalbine ve bizlerin üzerine indirmeni istiyoruz.
Bu âleme teşrif buyurması rahmet olan
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve selleme, başlangıçları ve sonları olmayan;
okundukça artan, tükenmeyen; mahlûkatından geçenler ve kalanlar, ister mümin,
ister kâfir olsun; Sana belli olan şeyler sayısınca, gözümüzü açıp kapadığımız
ve nefes alış verişteki her anımızda sayıların sonsuzluğu, sınırları ve
boyutları kaplayan miktarınca salât ve selam ederiz.
Ey Allah’ım,
sırların kendisinden fışkırdığı, nurların kendisinden infilak ettiği; hakikatlerin
kendisine yükselip, gerçeğini bulduğu; ilimlerinin kendisine inip de O´nun
karşısında mahlûkatın aciz kaldığı; O´nun karşısında anlayışların zayıf kalıp
bizden önce ne geçmiş, ne de gelecek hiçbir kimsenin kendisini idrak edemediği;
melekler âleminin bahçeleri O´nun cemalinin çiçekleri ile güzelleştiği; Ceberut
âleminin havuzları O´nun nurlarının feyzi ile dolup taştığı; her şeyin O´na
bağlı olduğu; huzurunda durabilen, birliğini, sayıların bir sayısına ihtiyaç
duymadan gören ve bilen; O´nu mahlûkattan ayıran Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemin soyuna bizi ilhak eylemeni, O´nun sahip
olduğu şerefi bize layık kılmanı istiyoruz.
Ey Allah’ım, huzuruna giden yolda, yardımınla
kuşatılmış olarak, O’nun yolu ile bize yardım et ve bize öyle tanıt ki, cehalet kanallarından kurtulup selâmet
bulalım da, fazilet pınarından kana kana içelim.
Ey Allah’ım, en büyük sırlar sahibi
olan Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizi ruhumuzun,
hayatı kıl. Ruhunu, hakikatimizin sırrı,
hakikatini Hakk´ın gerçekleşmesi ile âlemleri kuşatan bir hayat kaynağı
kılmanı istiyoruz.
Ey Allah’ım, Rasûlün sallallâhü aleyhi
ve sellem Efendimiz ile bizi batılın tepesine öyle indir ki, beynini dağıtalım.
Tevhidin hallerinden süratle geçir, birliğin deryalarına al ve kaynağına gark
et ki; nereye baktıksa Sen´i, O´nunla bulabilelim. Uzaklığımız, O´nunla
üzerimizden soyulsun. O´nunla biz hidayetten haberdar olalım.
Ey Allah’ım, zati sıfatının nurları
Sen´den O´na, O´ndan bize dağılsın. O´nunla görelim, O´nunla işitelim, O´nunla
bulalım, O´nunla hissedelim. İlâhlığın hakkı için, böyle olduğunu, bize
göstermeni, O´nu tanımayana da marifet
kapısını kapatmanı istiyoruz.
Ey Allah’ım, O´nun gibi yaratılmışlar
içinde sırları konuşan olmadığı gibi, benzeyeni de olmadı ve olmayacaktır.
O´nun yolunda olanlardan ve halifelerinden razı olmanı istiyoruz.
Ey Allah’ım, Sen´in birliğinin
toplayıcı kudreti ile Âdemi (yokluk) mihrabında, meleklerin ruhları O´na
bakarak secde ettiler. “Âdem suretimde yaratıldı” diye Efendimiz
Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellemden bahsettin. Melekler, bu
hakikatin sırrına şahittir.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem bütün işlerde açık hüküm sahibi, ruhu ile batını, ferdiyeti
ile cismâniyeti, verdiği hükümlerde muradını arayan gözetleme yeridir.
Ey Allah’ım, O’nu görülen âlemde
derecelerin sahibi kıldın. Yardımını üzerimize göndermeni istiyoruz. Kutlu
nefesi üzerimizde olsun, ruhumuz hayat bulup, olaylar üzerine kuvvetimiz ve
silahımız olsun. O´ndan bizi ayıracak bir şey istemiyoruz. O olmasa idi Sen
bizi, yok ederdin. O bizi Sen´den koruyan perdemizdir de.
Ey Allah’ım, Zamanı, O´nun emrine
verdin. O´nunla emniyet vardır. Böylelikle nefsimizin ve hakikatin sırlarının
bize açılmasını; evvelin, ahirin, zahirin ve batının suretlerinin ve şekillerinin
belirmesini görmeyi ve suretlerimizin Sen´in istediğin şekle dönüşmesini
istiyoruz. Varlığımız aslında önemli bir şey olmadığı gibi, neticesinin de bir
manası yoktur. Bütün kuvvet ve kudretimiz ise hep O´dur. Efendimiz O olsun ki,
Sen’den her işimizde menfaat bulmayı dileyebilelim.
Ey Allah’ım, salât ve selâmın
yaratılmışların en mükemmeli, yerlerin ve göğün Efendisi, hazinelerin sırrına
ulaşılması için gerekli tılsım, varlığın özü, âlemlerin devamına sebep olan
sırrın Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellemin üzerine olsun.
“Muhakkak ki, Allah ve melekleri nebi
üzerine salâtta bulunurlar. Ey iman etmiş kimseler O´nun üzerine salâtta,
teslimiyetle selamda bulunun.”[4]
Ey Allah’ım, Rasûlün sallallâhü aleyhi
ve sellem ile imanı bizler için şirkten temizlenme vesilesi kıldın.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve selleme salât ve selâm etmemizi bize emir buyurdun. Bizde emrine
itaat ettik. Ne var ki, O´nun şanına layık bir salât ve selâm etmeye gücümüz
yoktur. Aciz olduğumuz için, tarafından yardım talep ederiz. Bizzat Sen, şanına
layık salât ve selâm kıl. Bizler işlerini Zat-ı Âli´ne ısmarlamakla huzur
bulmuşuz. Salât ve selâm işimizi dahi Sana ısmarlıyoruz.
Allah’ım, biz Habîbin sallallâhü aleyhi
ve sellem ile Sana tevessül ediyoruz. O´nu aydınlık bir vasıta, Yüce makam
sahibi ve yüksek bir aracı kıldın. Onun vasıtasıyla Sen´den şefaat etme
ihsanını bekliyoruz. O büyük şefaat sahibidir ve en saygıdeğer vesilenin ta
kendisidir. O, “Kâbe kavseyni ev edna” sırrına ulaşmıştır.
Bizi O´nun vasıtasıyla zat, sıfat ve
fiillerinin; isim ve yapıtlarının hakikatine eriştir. Ta ki, Senden başkasını
görmeyelim, işitmeyelim, hissetmeyelim ve âlemde Senden başkasını bulmayalım.
O´na vesile ve fazilet makamlarını ver,
şeref ve yüce dereceler ihsan kıl. Onu, vaat ettiğin Makam-ı Mahmud´a
eriştir. Onun sancağı altında bizi toplayıp, Makam-ı Mahmud´unda
yükselen izzet ve şerefine gark eylemeni istiyoruz.
Ey Allah’ım, Efendimiz Muhammed Mustafa
sallallâhü aleyhi ve selleme öyle bir salât kılmanı diliyoruz ki, mahlûkat
yaratılmazdan önce zatının yalnızlığında O´na kıldığın, Sen´in yanında bulunup
bize tarif ettiğin mertebelerin; hislere açık, delile ihtiyaç olmayan olsun.
Ayrıca ferdi varlığının devamı müddetince salâtının devamını da istiyoruz.
Allah’ım fazilet ve rahmetinle bizi
O’nun şahsiyetine kavuşturmanı, bizim şahsiyetimizi O´nunki ile aynı kılmanı,
yaratılışımızın başlangıcında da, sonunda da bizi O´na yakın etmeni,
dostluğunun sevgisine, muhabbetinin saflığına, basiretinin nur kapılarına, iç
âleminin sırları toplayıcı özelliğine, merhametinin acıyıp koruyuculuğuna ve
nimetlerine eriştirmeni diliyoruz.
Ey Allah’ım, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem ezelden ebede insaniyetin aslıdır ve O’nu kıyamete kadar da
baki kıldın.
Şahsî rahmetini müşahede ederek kulluk
makamında yüksek dereceleri aşarak birliğine ulaştırdın. Kendi isteği ile O´nu
bu dünyadan aldın kendine götürdün. Böylece bu dünyanın zorluklarından kurtulup
yüksek meleklerin eşliğinde Sen´in rızanla kuşatıldı ve yüce civarına
yerleştirdin.
Ey Allah’ım, O´na öyle bir salât ve
selâm kıl ki, Sen´i hoşnut ettiği gibi, O´nu da hoşnut etsin ve bizden hoşnut
olmaya sebep olsun. Devamınla devam etsin, bekanla baki kalsın. Sen´in ilmin
hariç, salât ve selâm için bir son olmasın. Sayılarla sayılmasın, hesabı yapılmasın
ve tükenmede olmasın. Devamlı ve peş peşe bağlanarak gitsin. Zerrelerimize
işlesin de aklımız, ruhumuz ve cesedimiz O´nda fena bulsun. Böyle olacağına da
imanımız vardır.
Ey Allah’ım, Rasûlün sallallâhü aleyhi
ve sellem ile emniyette olup, yaşamakta zorlanmayalım. İslâm´ın ve aşkın
kapıları bize açılsın. Lâilâhe illallah kalesine O´nunla girebileceğimiz gibi,
Sana açılan kapı ve yolda O´dur. Başka bir yolda yoktur. Seninle buluşmak da
ancak O´nunla olabilir. Yaratılmışların noksanlıklarından ve kusurlardan,
varlığına ait olgun sıfatlarla, O´nunla arıtırız. O´nun şeref ve izzeti de
noksanlıklardan ve olumsuz şeylerden yücedir.
Ey Allah’ım Sen´i tesbih, tazim, yüceltme,
ululama ve büyüklemeyi, ezelden ebede kadar ancak Efendimiz Muhammed Mustafa sallallâhü
aleyhi ve sellem yapabilir. Cemal ve celal sıfatını bir bakışla ancak O
görebilir.
Salât ve selâmın; ebedi yüzük taşı olan
Habîbin sallallâhü aleyhi ve sellemin ebedi olan açık lisanı üzerine olmasını
istiyoruz. O’nu, işitenlerin işitme, hareket edenlerin hareket, sakin olanların
sükûnet, oturanların oturma, ayakta duranların durma sebebi kıldın.
Allah’ım, Muhakkak ki O; Sen´in, Sana delâlet eden en cami sırrındır.
O´nunla, O´ndan, O´na; ezelle ebed arasını dolduracak ölçüde;
sayı kapsamına girmeden; belirli bir zamana sığmadan bir göz açıp-kapama;
şimşek çakması gibi bir zamanda; her nefeste; Sence bilinen mahlûkat sayısınca;
sayısal mertebelerdeki sonsuz sayılarla;
bildiğin şeyler sayısınca; Sen´den O´na, Sen´in şanına
yakışır ve O´nun da layık olduğu bir salât ve selâm olsun.
Ey Allah’ım, O´nu Melekler bahçesinde
ezelî lisan söylemiş; yüce makamlarda en güzel şekilde tekrarlamış, keder ve
sıkıntıları gidermek için niyazda bulunulmuş ve çözümü zor hususların defedilme
çaresi olan salât ve selâmın, O’na olsun. O´na nice ihsanlar ve nimetler
verdin, yardım ettin, elinden tuttun, kendine yaklaştırdın, feyizlerle suladın,
saygı gösterilmiş ve üstün tuttun, ahlâkın en tatlısı, Sen´in apaçık nurun,
ezelî kulun, en sağlam urganın, sağlam kalen, hikmetli celâlin, keremli cemalin
kıldın.
Ey Allah’ım, salâtın, öyle bir makamda
söylendi ki, orada mekân ve zaman, “nereye”, “ne yere”, “nasıl”, “nice” gibi
sorular yok. Her şeyin, Allah ile baki
kaldığı; Allah’tan geldiği ve Allah’a döndüğü, Allah ile beraber olduğu yerdeki bir salât ve
selâmdır.
Ey Allah’ım Sen´den uzaklaştırıp meşgul
eden, gönlümüze gelen vesveseden sıyrılmak ve sevmediğin her şeyden muhafaza
olunmamızı talep ediyoruz. Başarımız, ancak Sen´in iledir. Ancak Sana dayanırız
ve Sen´den yardımını bekleriz.
Ey Allah’ım, bizi, kendinle meşgul
eylemeni ve öyle bir bağışta bulunmanı istiyoruz ki, O´nda Sen´den başkasının
karışması bulunmasın. Bu bağışın, ilahi ilimlerinle, Rabbanî sıfatlarınla ve
Muhammedî ahlâk ile dolmuş ve gelişmiş bir halde olsun.
Ey Allah ´ım, bize güzel bir zan
vermeni, şüphesi olmayan bir inanç ihsan etmeni, hal ve durumumuzu yardımınla
doğrultmanı, durumlarımızı düzeltmeni, affımızı talep edince kabul buyurmanı ve
sonumuzu hakikate eriştirmeni diliyoruz.
Biliyoruz
ki; Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellemi severek ölen, imanını kurtararak ölür.
Kabrini melekler ziyaretgâh edinirler. O’nu bulmadan ölenler için “Allah’ın
rahmetinden umutsuzdur” yazısını, iki gözünün arasına yazıp, umutsuz
yaratırsın.
Ey Allah’ım, âlemler kutbu olan Rasûlün
sallallâhü aleyhi ve sellemin etrafında nihayetsiz dönüşün sevdasından
kendimizi alamayıp, bakışlarına hayran bir şekilde sarhoş olmuşuz.
Ey kerem sahibi, korunmuş kitabın muhatabı
olan Habîbin sallallâhü aleyhi ve sellem ile Sana yüz tuttuk.
Ey kullarının isteğine en güzel cevap
veren! Gerçekten Senin rahmetinin eseri olarak Efendimiz sallallâhü aleyhi ve
sellem güvenilir bir aracı olarak varlık âlemine gelmiştir.
Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem
miraca çıktığında, mutlu bir şeye kavuştuğunda, cennete girdiğinde arkasında
bizi arzulayandır. Sen´in yanında feryadını yalnız bizim için yükseltendir. Bir
ihtiyaç için ellerini semaya kaldırdığında, Ümmetim... diye lisanını hareket
ettirendir. O bizi unutmaz, Sen´de bizi unutma, Ey Allah’ım.
Ey Allah’ım, O’nunla zamanın ve
mekânın, ayrılık ve uzaklığın, yönlerin, hallerin, istikrarın kalmadığı yerde,
fani varlığımız sebebiyle bizden çıkan günahlarımızı silmeni istiyoruz.
Ey Allah’ım, biz O´nun ümmetinden olduğumuzu
bildiğimizden üzüntü diye bir şeyi düşünmeyiz. Bize ihsanın o kadar fazla oldu
ki, biz ancak yaptıklarımızdan ve yapacaklarımızdan utanıyoruz. Bize
O´ndan daha yakın kim olabilir. Ey Allah’ım, bizi O´ndan uzak kılmamanı
diliyoruz.
Ey Allah’ım, ne zaman ki, kalbimiz
kararır, canımız sıkılır, onu bizden Sen alırsın. Günahlarımız büyür, affımızın
Sen´den yetişeceğini umarız. Minnetimizi o kadar artır ki, ifadeye kelimeler
yeterli olmasın. Nankörlüğümüzü gördüğünde, O´nun ümmetinin zayıflarından
demeni, halimizi gizlemeni ve düzeltivermeni diliyoruz.
Ey Allah’ım Kur´an-ı Kerim´in
inceliklerini, saklanmış ilimlerin manalarını O´nunla istiyoruz. O, insanın ve
gözün nurudur. O´nun sıfatlarını bize giydir. Susuzluğumuzu O´nun marifet
şarabı ile gider.
Ey Allah’ım, yaratılışta ve ihsanda
güzel ve ayrıcalıklı kıldığın gibi, O´nu sevmede bir tane olalım. O´na yakın
olmanın hususî özelliklerini bizlere ihsan et. Böylece ancak O´na varis olabiliriz.
O´nun cisminde fena bulup hakikate ulaşalım. Biliyoruz ki, bunu ancak O´nunla
başarabiliriz.
Ey yardımcısı olmayanların yardımcısı,
senedi olmayanların senedi, ey azığı olmayanların azığı, ey her garibin sahibi,
ey her yalnızın gönüldaşı! Senden başka ilah yoktur. Hem dünyada, hem ahirette
Seni tenzih ve tespih ederiz.
Ey Allah’ım, celâlinin izzeti ve
izzetinin cemaliyle, saltanatının kudreti ve kudretinin merhametiyle, Rasûlün
sallallâhü aleyhi ve sellemin sevgi ve muhabbetiyle; merhametsizlikten, kötü,
şehevî söz ve davranışlardan Sana sığınıyoruz.
Ey Allah’ım, bizi nefsanî düşüncelerden
kurtarmanı, şeytanî şehvetlerden korumanı, beşerî pisliklerden temizlemeni,
gerçek muhabbet ile bizleri sadeleştirip arındırmanı, gaflet ve bilgisizlik
kuruntularından uzak bulundurmanı istiyoruz. Ta ki Sen´in toplayıcı, bir araya
getirici birliğinin huzurunda çokluğun yok olması gibi, şeklimiz ve
benliğimizin yok olmasıyla; insanî hırs ve arzularımız eriyip bitsin.
Ey Allah’ım, en güzel bildiğin şeylere
tutunmayı, yaramaz olan şeylerden kaçınmayı, yeteri kadar rızık, züht sahibi
olmayı, şüpheli şeylerden kaçınmayı, öfke ve rıza halinde merhametini,
zenginlik ve fakirlikte kanaati, işlerimizde tevazu ve doğruluğu, Sen´inle ve
halkın arasındaki günahlarımızı affetmeni ve Sana muhtaç olmayı istiyoruz.
Ey Allah’ım, imanımızı nebilerin,
sıddıkların, şehitlerin nimetlere eriştirdiğin bahtiyarların istikamet yolu
üzerinde sağlamlaştırmanı diliyoruz. Bizi öyle bir koruyuşla koru ki, tüm
halkın şerrinden emin ve ömrümüzün sonuna kadar kurtulmuş olalım.
Ey Allah’ım, rağbetimiz Sanadır. Ancak
Sen´den korkarız. Amelimiz yok ki, ona güvenelim. Şerefimiz yok ki, önümüze
koyalım. Bir senet olarak “Muhammed Ümmetiyiz” (sallallâhü aleyhi
ve sellem) demekten başka çaremiz yoktur. Günahlarımız ve emellerimiz çok
olduğu gibi itaatte tembeliz, niyetlerimiz ise emrinin dışındadır.
Şüphesiz ki, biz zalimlerden olduk.
Bizim dost ve yârimiz Sen´sin. Müslüman olduğumuz hal ile canımızı al. Bizleri
salih kulların zümresine ulaştır. Soy ve evlatlarımızı bizler için ıslah eyle.
Hakikat odur ki biz Sana tövbe ediyoruz ve biz Müslümanlardanız.
Ey Allah’ım, yardım ve merhamet
dilendik, kime derdimizi açtıksa yüzümüze bakmadılar. Sana sevgilin Muhammed
Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz ile yüz tuttuk, boş
çevirmeyeceğine inanıyoruz. O kalplerimizin devası, bedenlerimizin afiyeti,
gözlerimizin nurudur.
Ey Allah’ım, bizi O´nun cemaatinde haşretmeni,
sünneti üzere amel işletmeni, yolu üzerinde öldürmeni diliyoruz. O´nu görmeden
iman ettiğimiz için bizi, Sen´in ve O´nun cemalini bu dünyada ve ahirette
görmekle, bize ikramda bulunmanı istiyoruz.
Ey Allah’ım nefesini üzerimize gönder
ki, kokusu ile hayat bulalım. Nefsimizin hakikatini görüp hakikatine ulaşalım
da evveli, ahiri, zahirî ve batını toplayalım. Uzaklar ve yakınlar kalksın, bir
olalım. Biliyoruz ki; O, beşer suretinde gönderdiğin bir hakikatindir. O´nun makamına
ulaşamayacağımız gibi, O´nsuz da yaşayamayız. Biz aciz kullarını, güzel ve müstecâb
isimlerinle O´na kavuştur. İstiyoruz ki son sözümüz ise Lâilâhe illallah,
Muhammed´ür Rasûlallah olsun.
Ey Allah’ım, yakınlıktan doğan sarhoşluğumuzun
sözlerinden ve fiillerinden Sana sığınıp, O´nun layık olduğuna yönelmeyi istiyoruz.
O, bizi helâk olmaktan koruyandır.
Ey Allah’ım, Rasûlün sallallâhü aleyhi
ve sellemi sevdiğimiz gibi çocuklarını ve ehl-i beytini de severiz. Şu sözüne
iman etmişizdir.
“Gerçekten Fatıma (radiyallahü anha) kamil
olarak iffetini korudu ve bu yüzden Allah
onu ve evlatlarını, cennete dahil etti.”
“Rabb´im; Ehl-i beytimden, sülâlemden
birliğine iman edip ve Benim peygamberliğimi kabul edene azap etmeyeceğini,
vaat etti”
O ve çocukları Efendilerimizdir. Biz
O´nu ve ehl-i beytini kendimizden, evlatlarımızdan ve her şeyimizden çok
severiz. Canımızı isterlerse Onlara feda ederiz. Çünkü “kısasta hayat
vardır.” Canını davası uğruna pazara çıkarana, elbette Efendimiz
sallallâhü aleyhi ve sellemden büyük ihsanlar olacaktır.
Ey merhamet edenlerin, en çok merhamet
edeni olan Allah’ım, Aziz kitabın Kur´an-ı Kerim´inle, Rasûlün sallallâhü
aleyhi ve sellemin kerem dolu nübüvveti ve şerefiyle, babası İbrahim
aleyhisselâm ve İsmail aleyhisselâm ile, arkadaşları Hz. Ebubekir, Hz.
Ömer ve Hz. Osman radiyallâhu anhüm ile,
kızı Hz. Fatıma radiyallâhu anha, Ali kerremallâhü veche ve oğulları Hasan ve
Hüseyin aleyhimesselâm ile, amcası Hz. Hamza ve Hz. Abbas radiyallâhu anhüma
ile, zevcesi Hz. Hatice ve Aişe radiyallâhu anhüma ve diğer temiz zevceleri ile
Sana tevessül edip yöneliyoruz. Senden Onların hürmetine ihtiyaçlarımızı
istiyoruz.
Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellem,
onları rahmetle andı. Onlar, O´nun halifeleridir. Dinini ayakta tuttukları gibi
ilmine varis oldular, O´nun yolunda gittiler.
Ey Allah’ım, âline, zürriyetine, Ehl-i
Beytine ve onların dostlarına; içinde güzel bir mükâfat ve edaya lâyık görülmüş
hoşnutluğuna yol açmış salât ve selâmın olsun. İbrahim aleyhisselâma ve
hanedanına da salâtını indir. Şüphesiz ki Sen övülmeye lâyıksın, şan ve şeref
sahibisin.
Ey Allah’ım, bizi onların sırlarının
hakikatine eriştirmeni, marifet basamaklarında yükselerek hakikatleri anlama
imkânını lütfeylemeni diliyoruz.
Ey Allah’ım, O´nun dostlarından,
kendisine uyanlardan ve takip edenlerden razı olmanı, hakikat yolunda ona uyan
Ashâb-ı Kirâm ve âlimlerden, iman ehli ve irfan sahiplerinden hoşnut olmanı,
bizi de o bahtiyarlara katmanı istiyoruz.
Ey Allah’ım, salât ve selâmını; ruhlar
arasında bulunan Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhuna, bedenler
arasında bulunan bedenine, kabirler arasında bulunan kabri üzerine indirmeni
istiyoruz.
Ey Allah’ım bu duamızın ve sebep
olacağı feyizlerin, O´nun azametli şan ve şerefine uygun düşmesini diliyoruz.
Hürmetle andığımız Habîbin sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin, atalarının,
hanedan ve dostlarının değerine uygun, soylu makam ve mertebelerine münasip
düşecek bir salât ve selâm olmasını diliyoruz.
Ey Allah’ım, Zat-ı´nın O´na devamlı durmaksızın
ettiğin salâtın ile salât ve selam ederiz. O’nu çok seviyoruz. Ne kadar üzerine
salâvat getirsek, o kadar özümüzü ihya etmiş oluruz. O´na yakın olmak ne büyük
şereftir.
Ey Allah’ım, O´nu öven Sen´sin. Biz
nasıl O´nu methederiz. Fakat övülmeye layık olmayan nice şeylere övgü dizen
bize, Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize layık olmayan bu övgüyü
nasip kıldığın için binlerce şükürler olsun.
Ey merhamet edenlerin en çok merhamet
edeni Rabb´imiz, şüphesiz ki Sen, her şeyi lâyıkıyla duyar ve bilirsin.
Duamızı; bizden kabul buyurmanı diliyoruz. Bizlere yararlı bir marifet ihsan
etmeni istiyoruz. Şüphesiz ki Senin her şeye gücün yeter. Tövbemizi de, kabul
buyurmanı diliyoruz. Muhakkak ki, Sen, tövbeleri çokça kabul eden Rahîmsin.
Ey Allah’ım, “Bütün yaratılmışların en üstünü ve en
cömerdi olarak yarattığın Rasûlün sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizden başka
son nefesimizde, sığınacağımız kimsemiz de yoktur”
Hamdolsun Kâinatın Rabbi Allah
Teâlâ’ya.
KIRK
HADİS-İ ŞERİF
1-Hadis-i
Şerif
“Şüphesiz ameller, niyetlerle
beraberdir. Kişiye de ancak niyet ettiği vardır.
Kimin hicreti Allah Teâlâ ve Rasûlu
için ise, hicreti Allah Teâlâ ve Rasûlünedir.
Kimin hicreti de kavuşacağı bir
dünyalık veya bir kadın nikâhlamak için ise, onun hicreti de ancak niyet ettiği
şeyedir.”
AÇIKLAMASI
İnsanın niyeti ve bunun sonucunda hareket planında ortaya
çıkan fiillerinin temel gerçekliği hususunda net bir sonuca varılamadığı gibi
kişinin, türlü savunma mekanizmalarının altına gizlenmiş, kendisinin de bihaber
olduğu halleri vardır. Yine meleklerin dahi fark edemediği niyetlerin bulunduğu
bilinmektedir. Meleklerin şu sözleri buna işaret eder:
“Seni tesbih ederiz, Senin bize
bildirdiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphe yok ki alîm, hakîm olan
Sen’sin.” [5]
Bu, Âdem
aleyhisselâmın yaratılışında dolayısıyla mahiyetinde bulunan bir gizlilik olup
Âdem aleyhisselâm ile başladığı gibi Allah Teâlâ’ya kadar varacaktır. Seyrin
bir yerlerinde bu gizlilik sürekli baş gösterirken sırasıyla zahirden batına
doğru her ilerleyişte bir öncekinin bir sonrakinden habersiz olduğu görülmektedir.
Şimdi hatırlayamamakla birlikte bir zaman şuur altı ile yaşayıp etkisi altında
kaldığımız ve yine bilgisine henüz sahip olmayıp varlığımızda hali hazırda
cereyan etmekte olan tüm hadiseler bu gizlilikle hareket eder. İnsanın kendi şuuruyla yaptığı izahlar
birçok bahaneyi de içerdiğinden hareketinin mahiyetini açıklamaktan çok
uzaktır.
Allah Teâlâ hesap
gününde, amelleri sorgularken, insanı; “Hayır bunu şu niyetle yaptın!”
cümlesine çokça muhatap kılacaktır. Bu tip bir sorgulama insanın korkunç
derecede strese girmesine sebep olacağı gibi “terlere batacak”
ifadesiyle açıklanmaktadır. Burada, amellerin zahiri şeklinin kişiyle
bağlantısının yanında menfaat, bencillik gibi duyguları içeren batıni yönü son
derece ağırlıklı bir durum oluşturacaktır. Bu bakımdan, Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin “Senden sana sığınırım” şeklinde dua etmesi
yine hesap gününün zorluğuna işaret etmektedir. Her insanın ilah inancı nefsi
ile başlayarak, çeşitli merhalelerden geçer ve nihayetinde Allah Teâlâ’ya kadar
ulaşır.
İbrahim
aleyhisselâmın yıldız, ay ve güneşin ilah olup olmadıklarını sorgulayışından sonra Allah Teâlâ’yı
bulmak için geçirdiği merhaleler kısa dönemler içerisinde gerçekleşmemiştir.
Bilgisine ve hakikatine erdiği her bir yanlışı terk ederekten ilahi gerçekliğe
ulaşmıştır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Hira’daki inzivası
da yine benzer süreçler içerisinde geçmiştir. “Yolunu kaybetmiş görüp seni doğru
yola ulaştırmadı mı?” [6] ayetinde de ifade edildiği gibi bu aşama aşama ilerlemeler onda bunalım dahi
oluşturmuştur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin, inancı ve niyetinde hakikate
erişinceye kadar geçirdiği tüm süreçlerde “senden sana sığınırım”
duasına muhtaç olduğu görülmektedir. Yine günah gerektiren bir hali olmadığı
halde “günde yetmiş defa ve daha fazla istiğfar etmesi”[7]
her ilerlemede niyetlerin de başkalaşım gösterdiğini açıklaması açısından
önemlidir.
Yakınlık
arttıkça başkalaşım gösteren niyetler, insanı daha noksan bir hale getirebileceğinden
kişinin bunun farkında olarak (acziyetini bilerek) hareket etmesi
gerekmektedir. “İyilerin sevapları mukarrebler yanında günah
seviyesindedir” sözü de ilahi mizanda geçerli ölçünün niyetler
olduğunun başka bir ifadesidir.
Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz kullardaki
durumu şu şekilde açıklıyor.
“Bin altmış yedi senesi Rebiu’l-ahir sonlarında bir gün
kulların çokluğunu, fakat abidlerin azlığını, zahidlerin nadir olduğunu, ariflerin
de yani ariflerden Allah Teâlâ’ya yaklaştırılmış olanların azdan az olduğunu;
çoğunluğu fasıkların, asilerin ve kâfirlerin teşkil ettiğini ve bana göre
bunların Allah Teâlâ’nın rahmetinden uzak bulunduğunu düşünüyor ve kendi
kendime diyordum ki:
“Acaba bu çoğunluğun hali ne olacak? Biz iyi biliyoruz ki
Yüce Allah Erhamürrahimin’ dir.”
Bunun sırrının, Allah Teâlâ tarafından açılması için
kalbimin burçlarında dolaşıyordum. Birden bana iki kanatlı büyük bir kapı
açıldı. Kanatlarından birine şöyle yazılmıştı:
“Bu, dünyanın sırrıdır.”
ötekine de: “Bu, ahiretin
sırrıdır.” yazılı idi. Kapının hemen ardında güzel yüzlü,
mütenasip endamlı, yüzünün nurundan Güneşin utandığı bir genç gördüm. Bana dedi
ki:
“Sana dünya ve ahiretin sırrı açıldı. Üzerindeki beşeri
elbiseyi ve izafi varlığı (vücudu)
at, kapıdan içeri gir. Tuhaf bir şey göreceksin ve sana ledünni ilimler
açılacak, Yüce Allah’a yakın ve uzak olanı bilecek ve dertlerden kurtulacaksın.” Çıkardım ve kapıdan içeri girdim.
Bana nurani bir elbise giydirdi. Bir de baktım ki ilmim ve anlayışım, kulağım,
gözüm bütün iç ve dış duyularım başka bir ilme, başka bir anlayışa, başka bir
kulağa, göze ve yeteneklere değişti. Günüm,
“Arzın başka bir arza, göklerin başka göklere değişip herkesin tek
kahredici Allah Teâlâ’nın huzurunda duracağı gün” oldu. Ve: “O’nun
vechinden başka her şey helak olacaktır.”
ayetinin manası meydana
çıktı. Bildim ki Rabb’ımın bana giydirdiği elbise, Hakkâni varlıktır. Sonra o
halimle yaratılmışlara baktım. Gördüm ki benim zannımda âbid, zâhid,
veliyyullâh olanların çoğu Allah Teâlâ’dan ve O’nun rahmetinden uzaktır. Onunla
Allah Teâlâ arasında gösterişten, işittirmeden, kendini beğendirmeden, nefsini
temize çıkarmadan, böbürlenmeden, kendi nefsi yahut insanlar hakkında Allah
Teâlâ’ya kötü zan taşımaktan, ya da zahiren kendinden aşağı olana hakaret
gözüyle bakmaktan meydana gelen bir perde vardır. Hâlbuki kendisi iyi yaptığını
sanıyor. Ve zannımda fâsık, âsi, riyakâr, sapkın, bid’atçi, mülhid, zındık
olanların çoğunu da Allah Teâlâ’ya yakın, Allah Teâlâ’nın dostu, O’nun
sevgilisi gördüm. Bunlar, kalblerinde bulunan üzüntü, zillet, hulus, Allah
Teâlâ’yı bilme kendi nefsi ve diğer kullar hakkında Allah Teâlâ’ya iyi zan
besleme, herkese tevazu gösterme gibi sebeplerden bir sebeple Allah Teâlâ’ya
yaklaşmışlardı. Ve gördüm ki uzaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi kibir ve
şöhret; Allah Teâlâ’ya yaklaştırıcı sebeplerin en kuvvetlisi de tevazu ve
mahviyettir. Aslında yakınlık ve uzaklık varlığı olmayan mevhum şeylerdir ya.
Sonra bana:
“Benim velilerim, benim kubbelerim altındadır, onları
benden başka kimse bilmez.” Kudsî Hadisinin
sırrı açıldı. Allah Teâlâ’nın örtüsüyle gayb kubbelerinin altında gizli olan velileri
kimse bilmez. Bunları, izâfi (nefsânî) varlığı atanlar bilirler. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuştur:
“Varlığın öyle bir günahtır ki onunla hiçbir günah
mukayese edilmez.”
Sonra Hakkâni vücudu giydim ve öylece ikinci defa halka
baktım. Bu defa bütün mahlûkatı Yüce Allah Teâlâ’ya yakın gördüm. Gözüm önceki
bakışında aldanmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü. İmam Şatıbi bu
görüş makamında bir beyit söylemiş:
“Bütün insanlar mevla sayılır; Çünkü Allah Teâlâ’nın
kazasına göre bir iş yapıyorlar.”
Sonra bana daha başka sırlar ve bilgiler de açıldı ki
onları ifşa etmek helal değildir. İşte o vakitten beri o görüş ve o varlık
benden hiç gitmedi. Evvel ve ahir Allah Teâlâ’ya hamdolsun. ] [8]
Buradan, niyetlerimizin amellerimizi geçeceği
sonucuna varılabileceği gibi her niyetten Allah Teâlâ’ya sığınmak,
Peygamberimizin “senden sana sığınırım”
ifadesini bireysel olarak hayata geçirmektir.
“Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de
yaratmıştır.” [9]
ayetinin işareti ve yine; “Nefsinin
arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve
kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu
Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak
mısınız?” [10]
ayetiyle kişinin eylemlerinin çıkış noktasında müspet yada menfi yönde
sürekli bir değişimin söz konusu olduğu ifade edilmekte ve buna bağlı olarak
niyetlerde gizli bir şirk tehlikesinin varolduğu anlaşılmaktadır. Eğer kişinin
eyleminin çıkış noktası ilah edinilen nefsin arzusu ise iyi ve doğru zannedilen
birçok şeyde yanılgı söz konusu olacaktır.
2-Hadis-i
Şerif
“Sizden biri anasının karnında kırk gün
nutfe, sonra alaka, sonra mudga olarak (kırk gün) kalır. Sonra Allah Teâlâ ona
bir melek gönderip dört kelimeyi emr eder;
Amelini, ecelini, rızkını, cennetlik
mi yoksa cehennemlik mi?
olduğunu yazar. Sonra ona ruh üflenir.
Sizden biri cennet ile arasında bir dirsek boyu mesafe kalana kadar
cennetliklerin amelini işler de, kitap (yazgı) onu geçer ve cehennemliklerin
amelini işlemeye başlar. Bunun üzerine cehenneme girer. Yine sizden biri cehennem
ile arasında bir dirsek boyu mesafe kalana kadar cehennemliklerin amelini işler
de, yazgı onu geçer ve cennetliklerin amelini işlemeye başlar, Bunun üzerine
cennete girer.”
AÇIKLAMASI
Amellerin
bizi kurtarmadaki yetersizliğini göz önüne seren bu hadisi şerifle Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem, kader çizgisinin nasıl şekillendiğini haber
vermektedir.
Hakikatte
bu insanın psikolojik durumunun bir açıklamasıdır.
Yani
senelerce çalışmanın veya tersi olan bir tembelliğin gerekli neticesi aksine
bir durumun çıkması, kader bazında etkilenmenin önemli etkeni olarak, insanın
alt benliklerinin su yüzüne çıkmasıdır.
Yazgının
yaratılışta etkin olma geçerliliği olan özelliklerin Allah Teâlâ tarafından “emr
edilmesi” denilmesi o kişinin hallerindeki seyrin son neticesidir. Bu sonuç
mahiyetinde olan bilgi insana kapalı olurken, Allah Teâlâ bunu çok önceden
bilmesi ile devamlı olarak insanın alt-benliklerine hükmetmesidir. Düşünelim
ki, bir kulun çok ibadet etmesi onun dünyaya olan bağlılığının neticesi de olabilir.
Çok kulluk yapmasının altında, rahat yaşama, cennete kavuşma arzusu varsa,
Allah Teâlâ, bu niyetle yapılan kulluğu takdir ve kabul etmez. Bu türlü hayatın
sonucu ile son deminde ölümün gösterdiği belirtilerle ve dünyaya bağlılığı,
ayrılma korkusuyla, Allah Teâlâ’ya kavuşma arzusunu kaybolmasıyla kul isyan
haline düşer. Ölüm korkusu onu yıpratmaya başlamıştır. Allah Teâlâ kendine
kavuşma arzusunu kaybetmiş kulunun bu haline razı olamaz, ondan yardımını
uzaklaştırır.
“Kim Allah Teâlâ’ya kavuşmayı dilerse Allah Teâlâ da, ona
kavuşmayı diler.” [11]
Bahsedilen
bu insanın aksine de bir başkası Allah Teâlâ’ya kulluk etmede büyük noksanlıklar
yapmıştır. Öleceği kendine bir şekilde açıklanmış ve öleceğini anlamıştır. Bu
dönemeçte bulunduğu noksanlıklar ile kendinin öleceğini de anlamıştır. Ölümün
onda oluşturacağı korku dünyadan ayrılmak olmayıp huzuru ilâhide yaptığı
işlerin pişmanlığı üzüntüsü büyük etki yaparak, öleceğine değil belki hatalarına
üzülür tevbe etmeyi hatırlar. Önceden unutmuş olduğu şeylerin korkusu ölmek
için olmayıp, karşılaşmada olacak mahcubiyet olunca, onun son halindeki
üzüntüsüne karşı Allah Teâlâ tevbesini kabul eder.
Sonuç
olarak bu hadisi şerif son dönemeçteki “ölüme razı olmak-olmamak”
için söylenilmiştir.
“Allah Teâlâ’nın Rab olduğuna razı olanlar,
imanın lezzetini tatmış olurlar.” [12]
Senelerce kaybettiği şeyleri son anda bulmak ve kaybetmekte psikolojik
durumların fiillere etkisinden başka bir şey değildir.
Derviş olan
kişinin sözleri ümrân olur,
Sâlik-i Hakk olanın râhına bürhân olur.
İlm-i ledün dersini ârif olan
kişiler,
Hasta dil olanların derdine Lokman olur.
Her seher efgân edüp bülbülü hayrân eder,
Dideyi giryân edüp sinesi büryân olur.
Beyt-i dili pâk olur zikr-i Hakk’ı işiten,
Sabr-u karârı gider işleri devrân olur.
Şem-i cemâle döner pervânedir âşıkûn,
Zanneder ol câhilün devriyle isyân olur.
Münkirleri dahl eder kim ki sözünüz demez,
Yine işi anlara lûtf ile ihsân olur.
Sanma Niyâzî özün derviş oluptur senin,
Derviş olan kişiler
şöylece sultân olur.
3-Hadis-i
Şerif
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ben, kulumun beni zan ettiği
üzereyim.”
AÇIKLAMASI
Bilgiyi
iki kategoride bulabiliriz.
Kesin
ve zannî bilgiler.
Zannî
bilgiler hayali bilgileri de içerisinde barındırdığı gibi aynı olması gereken
neticenin aksi bilgisini de kapsamına alır. Mesela günahkâr bir kulun cennete
girebilme arzusu zannî bir bilgidir. Allah Teâlâ bu hadis-i şerifte benim
hakkımda hep olumlu düşünün, demektedir. Bu nedenle mantık-matematik çizgisi
ile sebep-sonuç ikilemlerini düşünmekten kaçının, demektedir. İlâh ve rabb olmanın gereklerinden biri olması muhtemel
olmayan bir şeyi murat etmek yetkisinde olabilme hakkıdır.
Eğer Allah Teâlâ’yı beşeri adalet sisteminin mantığı ile kapsarsak hata etmiş
oluruz. Allah Teâlâ’yı rabbânî adalet ile bağdaştırmamız gerekmektedir. Akılcı
ekollerin adalet sistemi Allah Teâlâ’nın işleyiş sistemini kavrayamayacağı
kesindir. Farklı iki kulun aynı fiillere karşı Allah Teâlâ’dan yardım istemesine
rağmen birinin murada erişmesi ile diğerinin mahrum olmasındaki hikmetin sebebi
“zannî” durumun habercisidir. Aynı konuda iki kuldan biri Allah Teâlâ’nın
rabliğini indirgeyerek “mecbur yardım edici” olarak görürken,
diğeri “dilerse yardım eder” diyerek ilâhlık-kulluk ilişkisinde
acizliğini fark etmiştir. Bu iki durumda kulların birincisi eşit seviyede kul-ilâh
beraberliğinden dolayı hatalı duruma düşer. Mesela dualarda “Ver Yâ Rab”
diye dua eden ile “Ya Rabbî senden istiyorum” arasında çok fark
vardır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem dualarında “Es’elüke=senden
istiyorum” fiilini kullanmıştır. Bu şekil istemede kulluk açığa çıkmış,
ilâhın üstünlüğü kabul edilmiştir. Bu şekilde istemede zann vardır. Kabul olunmayacak
durum içinde gizlidir. “İnşâallah (Allah Teâlâ dilerse) duam kabul olur”,
demektir. İşte bu safhada ilâhın hakkını en yüksek seviyede veren kişiye, Allah
Teâlâ’nın rahmet ve mağfiret ile muamele edeceği olmasıdır.
Allah
Teâlâ karşısında Âdem aleyhisselâm-ın işlediği günahtan dolayı hatayı kendine
nispet etmesi Allah Teâlâ hakkındaki iyi zannıdır. Aslında hatayı kendine
işleten Allah Teâlâ’dır. Şeytan ise hatayı Allah Teâlâ’ya nispet ettiğinden
kovulmuşlardan olmuştur. Çünkü “her şeyi yaratan Allah Teâlâ”
olduğunu bilmektedir.
“..başlarına bir
kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır” de. Bu adamlara ne
oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” [13]
Her
şeyi yaratanın Allah Teâlâ olduğu kesindir. Fakat edep dairesinde Allah Teâlâ’ya
kötülüğü nispet etmek ise hatadır. Bu nedenle Allah Teâlâ ayetin devamında
buyurdu ki;
“Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük
dokunursa kendindendir. Seni insanlara rasül gönderdik, şahit olarak Allah
yeter.”[14]
Bir
olmuş olay ve şey hakkında “ne olduysa iyi oldu” demek “niye
böyle oldu” demekten daha hayırlıdır.
“Mûsâ ümmetinden yetmiş kişi seçti, onları alıp huzura
getirdi. Gelenlerin bu kabul şerefiyle yetinmeyip Allah Teâlâ’yı açıkça görmek
istemeleri üzerine onları şiddetli bir deprem yakaladı. Mûsâ: “Ya Rabbî!” dedi,
“dileseydin beni de bunları da daha önce yok ederdin. Şimdi bizi aramızdaki
beyinsizlerin yaptıklarından dolayı helâk mi edeceksin? Bu sırf Senin bir
imtihanından ibarettir. Dilediğini bu imtihanla şaşırtır, dilediğine yol
gösterirsin. Sensin bizim Mevlamız! Affet bizi, merhamet eyle! Sen affedenlerin
en hayırlısısın!” [15]
“Bize bu dünyada da, âhirette de iyilik nasib et! Biz
Sana yöneldik, Senin yolunu tuttuk.” [16] Musa aleyhisselâmın deprem karşısında verdiği tepki iyi
zanna işaret eder. Bu iyi zann ile kavmi ve kendi kurtulmuştur. Bu durum
karşısında; “Allah Teâlâ da şöyle buyurdu: “Ben dilediğim kimseyi cezalandırırım.
Rahmetim ise her şeyi kaplar. O rahmetimi de Allah’a karşı gelmekten korunan,
zekât veren ve özellikle Bizim âyetlerimize iman edenlere nasib edeceğim.” [17]
Sonuç
olarak Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırlar, mesela sonsuz rahmet etmesinde, hiçbir
mecburiyeti de yoktur. O’nu ve O’nun fiilleri hakkında yargılama hakkımız bulunmamaktadır.
Ancak O bütün âlemlerin rabbi ve şükredilmeye layık olandır.
4-Hadis-i
Şerif
“Bir adam;
“Allah’a yemin olsun ki, Allah
filancayı bağışlamaz” dedi. Allah Teâlâ da (buna) şöyle cevap verdi:
“Benim falanı mağfiret etmeyeceğim üzerine
yemin eden kimdir? O kimseyi bağışladım ve senin amelini de boşa çıkardım.”
AÇIKLAMASI
Allah Teâlâ, bu beyanı vaizler ve nasihat edicilerin
nasihat ederken haddi aşmaları hakkında söylemiştir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“İyiliği öğretip de onu yapmayan kişinin durumu,
insanları aydınlatıp da kendini yakan kişinin durumuna benzer.” [18]
Nasihat ediciler ister istemez büyük hatalara
düşmektedirler. Kürsüler ders verme makamı değil irşad makamıdır.
Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrah’ül
azîz bir ilahisinde bu durumu çok güzel açıklamıştır. Diyor ki;
“Vâizin nasihat ettiği bir meclise
vardım. Kitabından okuyor ve halkı ağlatıyordu. Sanki cihân halkını ikiye
bölmüştü. Birini cennete koymuş, diğerini de elinin tersiyle kürsüden cehenneme
atmıştı. Ağzından öyle ateşler sıçrıyordu
ki; lanetli şeytânı dahi yakıyordu.
Zannettim ki vaiz yedi cehennemin azâbının takdir ve taksim edeniydi. Cehennemi
öyle doldurdu ki içinde duracak yer kalmadı.
Düşündüm, acaba neye hizmet ediyordu,
anlayamadım. Aslında vaiz Allah Teâlâ için yanıp yakılmaktadır. Onun için
vaizlik herkesin yapabileceği iş değildir. Ancak insân-ı kâmillerin
yapabileceği iştir.”
Nasihat ediciler, mevzuların normal hayatın aksinde
oluşan tahavvülün farkını unutunca tehlikeli konuşmaları ile ayak kaymalarına sebep
olmaktadırlar. Mesela bir kişinin birinin ibadeti hakkında karşılaşacağı durum
hakkında Allah Teâlâ adına hüküm vermesi fitnenin meydana çıkmasına sebep
teşkil eder. Hz. Ali kerremallâhü vechenin harici zihniyet karşısında mağdur
olması buna işaret eder. Bu nedenle hakkın kişiler tekeline intikali başka bir
hakkın gaspını çağrıştırır. Allah Teâlâ hakkını kulun tarafından
kullanmasına razı değildir.
Allah Teâlâ kullarına tasarruf hakkını vermekten çok onların
değerleri karşısında gönüllerini dileklerini kabul ederek ikramda bulunur. Bu
ikram, tasarrufun gerçek manasıdır. Evliyaların ve nebilerin dilekleri ile
oluşan haller Allah Teâlâ’nın onlara verdiği değerdendir.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Saçı
sakalı birbirine karışmış, eski püskü elbiseler içinde, kimsenin itibar
etmediği niceleri vardır ki, Allah’a yemin etse, Allah Teâlâ onun yeminini boşa
çıkarmaz. İşte Berâ İbnu Mâlik öylelerindendir.” [19]
Sonuç
olarak insanın düşüncesi, inancına veya zannına göre doğru
olduğu için başkalarını kabullenmekte zorlanmasıdır. Koyduğu sınırlar dahi
diğer insanları öylesine kapsar ki, kendi dahi bir zaman sonra koyduğu sınırın
içinde helak olur.
Bu anlatılanın bize işaret ettiği ise “haddi
aşmanın” ne kadar tehlikeli olduğudur. Her ilim sahibinden daha fazla
biri mutlaka bulunmaktadır. Musa aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm arasındaki
geçen olayda bu bahsettiğimiz halin açıklamasından başka bir şey değildir.
Allah Teâlâ’ya bu konuda sığınmak gerekmektedir.
Bu ilim sahiplerinin ayaklarının kaydığı yerdir.
Cânını sen terk
etmedin cânânı arzularsın,
Zünnârını kesmedin imânı arzularsın.
Şol
uşacıklar gibi binersin ağaç ata,
Çevkânı ile topun yok meydânı arzularsın.
Karıncalar
gibi sen ufak ufak yürürsün,
Meleklerden ileri seyrânı arzularsın.
Topuğuna
çıkmayan suyu deniz sanırsın
Sen
katreyi geçmedin ummanı arzularsın
Var
sen Niyâzi yürü atma okun ileri,
Derdiyle kul olmadan sultânı arzularsın.
Niyâzî-i Mısrî k.s.
5-Hadis-i
Şerif
“Allah Teâlâ,
cennette Âdem’e şekil verdiği zaman, Âdemi Allah’ın dilediği vakte kadar kendi
başına bırakır. Bunu fırsat bilen İblis etrafında dolaşır ve kendisine bakar.
Âdem’i görünce, Âdem’in içinin boş olduğunu görür ve Âdem’in bir şeye sahip
olmadan yaratılmış olduğunu anlar.”
AÇIKLAMASI
Hadiste geçen “bir şeye sahip olmaması” sözünden
murat; Âdem aleyhisselâmın nefsine malik
olmadığına ve şehvetlere kendisinin haps olduğuna yorumlanmıştır. Kimileri
de:
Kendisine gelecek olan vesveselerden kendisini
koruyamayacağını,
Kimileri de;
Öfkelenmekten kendisini alamayacağını söylemişlerdir.
Burada bizim anladığımız mana, Âdem
aleyhisselâmın içinin boş bırakılması onun her şeyi iyi kötü aramadan
kabullenmede zorlanmayacağına işarettir. Boşluğun zıddı doluluktur. Bu nedenle
Allah Teâlâ’nın insanı fıtrat üzerinde yarattığını fakat insanların içini doldururken
hata ettikleri haber verilmektedir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu
ki;
“Her çocuk fıtrat
üzerine doğar” buyurdu ve sonra da “Şu ayeti
okuyun” dedi:
“Hakka yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılışta
verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur; işte dosdoğru din
budur, fakat insanların çoğu bilmezler.” [20]
Sonra Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem sözünü şöyle tamamladı:
“Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya
Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam
olarak yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş
hayvana rastlar mısınız?”Dinleyenler:
“Ey Allah’ın Resûlu, küçükken ölenler hakkında ne
dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem şu cevabı verdi:
“(Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi Allah Teâlâ
daha iyi bilir.” [21]
Sonuç
olarak boş kap sahibinin elinde dolarken iyi ve kötüye itiraz etmez, sonuçta
dolar. İyi ve kötü sıfatını sonradan alır. Bu kabın başka bir el tarafından
tercihide içindeki dolan şeyin hükmüne bağlıdır. Burada hatırlanması gereken
hiçbir kabın kendi başına dolmadığıdır.
Erenlerin
sohbeti ele giresi değil
İkrar
ile gelenler mahrum kalası değil
İkrar gerek bir ere
göz açıp didâr göre
Sarraf gerek
gevhere nadan bilesi değil
Bir
pınarın başına bir testiyi koysalar
Kırk
yıl anda durursa kendi dolası değil
Ümmi Sinan yol ayan
oluptur belli beyan
Dervişlik yolu
heman tac u hırkası değil
6-Hadis-i
Şerif
Hz. Câbir radiyallâhu anh anlatıyor: “Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir,
öfkesi artardı. Sanki bir orduya
“Düşmanınız akşama veya sabaha size
baskın yapacak!” diye tehlikeyi haber veren komutan gibi (fevkalade ciddî bir
edâ ile):
“Ben size, Kıyamet şu iki parmak kadar
yakınlaşmış olduğu bir zamanda rasül
gönderildim” der ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak
gösterir, sözlerine şöyle devam ederdi:
“Bilesiniz, sözlerin en hayırlısı
Kitabullah’ tır. En güzel yol da Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi de
sonradan ihdâs edilenlerdir. Her bid’at dalâlettir.”
Ayrıca şunları da söylerdi:
“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha
yakınım. Nitekim kim bir mal bırakırsa bu ailesi içindir. Kim bir borç veya
(bakıma muhtaç) ev halkı bırakırsa bu
bana aittir ve benim üzerimedir.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem kendisini kıyamet ile ilişkilendirmesi Allah Teâlâ
katından ilâhî mesajın artık bittiği, sınırların belirlendiğini ifade etmiştir.
Kıyamet ile bahsedilen zaman ifadesinde parmakların kullanılması elin, icraat,
kuvvet ve hüküm manasında kullanılmasındandır. Parmaklar elin ayrılmaz parçası
olduğu için kıyamet ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ayrılmaz bir
bütündür. Getirmiş olduğu dinin esaslarına ilave yapanların hata yapacaklarını
parmakların kopmasına sebep olacağından el (din)in kudretten düşeceğini beyan etmiştir.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem dinin kemâle erdiğini sonradan icat edilen şeylerin
hepsinin sapıklık olduğunu beyan etmiştir.
Maneviyat yoluna karşı en etkili zarar avamdan ve kendini dine adayanlardan gelmemiş,
tersine ehil olamamış, ancak maneviyat adamı olabilmek için bu kılığa girmiş ve görünenlerden gelmiştir.
Müderrisin oğlu Çelebi Şemseddin (rahmetullâhi
aleyh) şöyle rivayet etti ki:
Âşık dostlar Mevlânâ’nın müridi olunca,
Mevlânâ dua etti ve:
“Yüce Allah Teâlâ sizi eski kurtların şerrinden
korusun”
dedi. Dostlar:
“Onlar nasıl kavimdirler” diye sordular. Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz:
“Onlar, Hakk yolunu kesenler, kendi
arzularına uyanlar ve yeni usuller icat eden cahil münkirlerdir” dedi.
7-Hadis-i
Şerif
“Amelden takatiniz yettiği kadarını
yüklenin. Zira siz usanıp bıkmadıkça, Allah Teâlâ bıkmaz.”
AÇIKLAMASI
Bu
hadis-i şerifte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem insanın hırsının
ulûhiyeti taciz etmeye varacak kadar taşkınlık edeceğine işaret etmektedir.
Gerçekte insanın gücü çok zayıf olmasına rağmen hırsının tecavüz ettiği şeylerde
haddini aşmasının bir fayda sağlamayacağıdır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Bir
sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref
hırsıyla dinine verdiği zarardan daha fazla değildir.” [22]
Manevi saltanat hırsı dünya
malına olan hırstan daha tehlikelidir. Bu hırsa düşenlerin kazancı benlik ve
günahtan başka bir sonuçta doğurmamıştır.
Ahmed Âmiş kaddese’llâhü sırrah’ül azîz buyurdu ki;
“ İnsanda en son kaybolan,
manevî saltanat hırsıdır.”
Kulluğun sınırlarını
zorlayanların son dönemlerinde hüzün ve kederli olması iki açıdandır. Bir
yapamadığına ikincisi yaptığına çok sevinerek benliğine yenik düşmesindendir.
Her iki açıdan da insan zarardadır. Ahmed Tahir Marâşi kaddese’llâhü
sırrah ‘ül azîz buyurdu ki; “ Herkes iyi yaptığını zanneder.”
Bu nedenle Allah Teâlâ’nın
farz kıldığı amellerde sebat etmek ve devam etmek önemlidir. Nafile amellerde aşırılığa
giderek oluşacak tehlikelerden korunmak için Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin bu hadisini hatırlamak uygundur. Allah Teâlâ kullarına merhametlidir. Sonuç
olarak ifrat ve tefridin maddî ve manevî açıdan tehlikeli olduğu anlaşılmıştır.
“Rabbinize
yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Şüphe yok ki, o haddi tecavüz edenleri
sevmez.” [23]
İnsanın kulluğu ile sevinmesi,
kulluğu kendine isnat etme halini meydana çıkarır. Hakikatte bütün amellerin
işlenilmesinde güç ve kudret Allah Teâlâ’ya aittir.
“Gerek
yeryüzünde, gerek kendi nefislerinizde, size ulaşan hiçbir şey yoktur ki Bizim
onu yaratmamızdan önce bir kitapta yazılı olmasın. Bu, Allah’a göre elbette pek
kolaydır. Elinizden çıkan şeylerden dolayı gam yememeniz, Allah’ın size nasip
ettiği nimetlerle de şımarmamanız içindir. Allah övünüp duran, kibirli, kendini
beğenmiş kimseleri sevmez.” [24]
Muhyiddin İbnu’l Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz
kulun amellerine tevhid kapısından bakınca ayrılık ve gayrılık olmadığını bu nedenle
itidal üzere olunmak şartını açıklamaktadır.
“Nice zamanlar olmuş ki şöyle demişimdir:
“Rab Haktır, kul Haktır, Ah bilseydim, mükellef kimdir?
Kuldur dersen O yoktur, Rab’dır dersen o nasıl mükellef olur ?”
Nice zaman da şöyle demişimdir:
“Kendisinin yaptığı bir şeyi bana teklif etmesinde hayret
ettim. Benim yaptığım bir iş yok (bende o iş hep) O’(nun yaptığı) nı görüyorum. Ah bilseydim
mükellef kim oluyor? Her yerde ancak Allah var, Ondan başkası
yok.”
“Böyle söylemekle beraber bana denildi ki yap.”
Ey Kerîm Allah, ey Ganî Sultân,
Derdliyiz senden umarız dermân,
Lûtfuna had yok ihsâna pâyân,
Derdliyiz senden umarız dermân.
Gerçi kullarda
ma’siyet çoktur,
Rahmetin Mevlam dâhi artıktur,
Gayriden bize hiç medet yoktur,
Derdliyiz senden umarız dermân.
Gel demez isen biz günahkâra,
Bir adım kâdir mi ki yol vara,
Çâre yok olmasa senden çâre,
Derdliyiz senden umarız dermân.
Şu dem ki senden
bir hedâ geldi,
Feyzi akdesten âşinâ geldi,
Bir cefâsına bin safâ geldi,
Derdliyiz senden umarız dermân.
Bu Niyâzî çun zikrine düştü,
Dün-ü gün gönlü fikrine düştü,
Zâtına eren şükrüne düştü,
Derdliyiz senden umarız dermân.
Niyâzî-i
Mısrî k.s.
8-Hadis-i
Şerif
“İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a
şükretmez”
AÇIKLAMASI
Allah Teâlâ´dan başkasına hamd ve teşekkür
mecazidir. Burada kullanılan teşekkür sözü ile Allah Teâlâ´ya şükrün birleştirilmesine
tevhid açısından bakmak gerekir.
Allah Teâlâ’nın kullarından tecelli
ettiğini bilen, insana teşekkür ederken Allah Teâlâ’ya da şükür ettiğini görmüş
olur.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem yaratılanda
yaratanı görmenin hikmetini bu şekilde açıklamış oldu.
Derman arardım derdime
derdim bana derman imiş,
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş.
Sağ u
solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü,
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş.
Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş.
Savm u
sâlât u hac ile sanma biter zâhid işin,
İnsân-ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş.
Mürşid
gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al-yakîn,
Mürşidi
olmayanların bildikleri gümân imiş.
Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır,
Mürşidi Kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş
Anla hemen bir söz durur
yokuş değildir düz durur,
Âlem
kamû bir yüz dürür gören anı hayrân imiş.
İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün,
Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş
9-Hadis-i
Şerif
“Allah Teâlâ benim için yeryüzünü topladı,
ben de doğusunu ve batısını gördüm. Ümmetimin mülkü, yeryüzünün benim için
Allah’ın topladığı mesafelerine dek ulaşacaktır. Bana iki tane hazine verildi:
Biri kırmızı (altın) biri de beyaz (gümüş). Ben Rabbimden:
“Ümmetimi toplu helak ile helak etmemesini,
kendi dışlarından onların cemaatlerini parçalayıp onlara karşı savaşan düşmanı
üzerlerine musallat etmemesini” dilerim. Rabbim de şöyle cevap verdi:
“Ey Muhammed! Ben bir hüküm buyurduğum
zaman bu asla geri çevrilmez. Ben senin için, ümmetini toplu helak etmeyeceğimi
ve kendi dışlarından onların cemaatlerini parçalayacak düşmanları üzerlerine
musallat etmeyeceğimi söylüyorum. Müslümanlar birbirlerini öldürmeye ve
birbirlerini esir etmeye kalkışmadıkları sürece her tarafın düşmanı ya da =
her yerdeki düşman = bir araya gelse onlara bir zarar veremezler.”
AÇIKLAMASI
Bu hadisi şerifte Allah Teâlâ’nın
Ümmet-i Muhammed’e ikram ettiği lütufların beyanıyla önemli bir noktaya işaret
edilmektedir.
“Müslümanlar birbirlerini öldürmeye ve birbirlerini esir
etmeye kalkışmadıkları sürece her tarafın düşmanı ya da = her yerdeki düşman
= bir araya gelse onlara bir zarar veremezler.”
Meşhur hikâye vardır. Orman baltadan şikâyetçidir. Fakat
bu eziyete sebep olan baltanın karşısında aciz kalmıştır. Çünkü sapı ormanın
bir parçasıdır.
Allah Teâlâ Ümmet-i Muhammed’in başına gelecek sıkıntıların
mecrasını işaret ederek tedbir mahiyetli sonuçlara ulaşılmasını tavsiye etmektedir.
Bu misalden hareketle bedenin afetlerinde dahi sıkıntılı durumların çoğu zaman
dış etkenler olmadığı görülmektedir.
Dengesini kaybeden alt şuur sadece tabiatı bozmakla
kalmaz, aynı zamanda ferdin benliğini mahveder. Bu bakımdan ruhî faktörlerin
kontrolü hem ferdin, hem de toplumun denge düzenini ayarlar. Bunun aksi olursa
yıkıcı eğilimler galip gelirler. Muazzam bir selin içine gömülen ruh kendisine,
onu tutabilecek, yürütebilecek yeni inançlar bulmağa çalışır. Yanlış hallere
kapılan kişiler, meçhuller içersinde hakikati görmeğe, onu manalandırmağa
çalışırlar. Daha doğrusu hakikati burada bulduklarını sanırlar. Fakat sonuçta
Hakk’tan uzaklaşırlar ve yıkılırlar.
10-Hadis-i
Şerif
“Ey kullarım, muhakkak biliniz ki, ben
zulmü kendime haram ettim. Sizin aranızda da zulmü haram ettim. Öyle ise,
birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey kullarım, benim hidâyet
ettiklerimden başka hepiniz dalâlettesiniz. Öyle ise benden hidâyet dileyiniz
de size hidâyet vereyim.
Ey kullarım, benim beslediklerimden
başka hepiniz açsınız. Öyle ise benden taâm dileyiniz ki, sizi besleyeyim.
Ey kullarım, benim giydirdiklerimden
başka hepiniz çıplaksınız. Öyle ise benden giyecek isteyiniz ki, sizi
giydireyim.
Kullarım, siz gece gündüz hep hatâ
işlerseniz. Ben de baştanbaşa bütün günahları mağfiret ederim. Öyle ise bana
istiğfar ediniz ki, size mağfiret edeyim.
Ey kullarım, sizin bana zarar vermek
elinizden gelmez ki, bana zarar verebilesiniz. Bana menfaat vermek elinizden
gelmez ki, bana nef’iniz dokunabilsin.
Ey kullarım, eğer evveliniz, âhiriniz,
insiniz, cinniniz içinizde en takvalı olan kim ise onun kalbi gibi (hep muti’
kalbli) olsanız ondan ziyâde bir şey eksiltmez.
Ey kullarım, ameller hep sizin
amellerinizdir. Ben onları sizin hesabınıza noksansız olarak zabt ederim. Sonra
karşılığını size tastamam gösteririm. Artık her kim (karşılık olarak) hayır
bulursa, Allah’a hamd etsin. Her kim de başka şey bulursa, kendisinden başkasına
levm etmesin.”
AÇIKLAMASI
Allah
Teâlâ ile kullar arasındaki ilişkilerde her zaman nasıl bir düşünce içinde
olmamız gerektiği bu hadis-i kutsîde anlatılmaktadır.
Allah Teâlâ’dan başka mevcut yoktur. Tek ve
gerçek varlık Allah Teâlâ’dır. Kâinatta gördüğümüz ve var zannettiğimiz her şeyin,
aynadaki görüntü olup, gerçek ve kendine mahsus bir varlığı yoktur. Yani Allah
Teâlâ’nın muhtelif şekilde görüntüsünden, emrinden ibarettir.
Sonuç olarak anlıyoruz ki Allah Teâlâ “var”ı, kul ise “yok”u
temsil etmektedir. Her ne şekilde düşünülürse düşünülsün bu sınır aşılmadığı
gibi bir karışması da düşünülmez. Allah Teâlâ’nın ilâhlık durumunun gereklerini
en güzel şekilde ifâ ettiğini kendi açıklamaktadır. Kula burada anlatılmak
istenen ilişki durumu ise, haddini aşmaması, aciz olduğunu bilerek Allah Teâlâ’ya
güvenmesi ve benliğin hırçınlıklarından kurtulması istenilmektedir. kulda eğer bir kötü sonuç varsa ancak ve ancak kendine
vermiş olduğu varlıktan ileri geleceği anlaşılmaktadır.
11-Hadis-i
Şerif
“Mümin, bir delikten iki defa
sokulmaz.”
AÇIKLAMASI
Rahman suresinde Allah Teâlâ “Göklerde ve yerde olanlar O’ndan
dilenirler. O, her gün yeni bir tecellidedir” [25]
buyurduğu üzere tecellilerin sürekliliği ve yenilenmesi bulunmaktadır. Kulun
hayatı boyunca sürekli olarak aynı şeylerle imtihan olmadığı gibi tekrarı
görünen hallerde de uyanık olması gerektiği anlaşılmaktadır. Yani iman
konusunda müslümanlıktan, mümin seviyesine çıkınca feraset sahibi olunarak
tecelli eden farklı derecede görünen olaylara karşı emniyet sahibi olunacağını
anlamaktayız. Kur’ân-ı Kerim’de geçen şu ayeti
“Şüphe yok o kimseler ki, ayetlerimizi yalanladılar ve
onlara karşı tekebbürde bulundular. Onlar için gök kapıları açılmaz ve deve iğnenin
deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Ve işte mücrimleri böyle
cezalandırırız.” [26]
manasını müminler cihetinden okursak yani;
“Şüphe yok o
kimseler ki, ayetlerimizi doğrulayıp ve onlara karşı boyun eğdiler. Onlar için
gök kapıları açılır ve deve iğnenin deliğine girinceye kadar cennetten
çıkmayacaklardır. Ve işte müminleri böyle mükâfatlandırırız.” Manası
çıkmaktadır. Yani Allah Teâlâ kendine inanan ve güvenen kullarını yalnız
bırakmayacağı hususundaki teminatıdır.
Şu soru sorulabilir; tekerrür eden hadiseler
bulunmaktadır. Bunlar için şu söylenebilir ki; her insanın hayat seyrinde
bulunan uğrakların çeşitliliği herkes açısından az, hususi açıdan çokluk
içindedir. Allah Teâlâ herkes açısından olan şeylere müdahalesini geç hususi
olana ise çabuktur. Bunu şu şekilde düşünebiliriz. Devletlerin
kurulması-yıkılması için gereken unsurlar ile kişilerin mutlu-üzüntülü olmalarındaki
seyrin faklılığıdır. Allah Teâlâ’nın umûma müdahalesi geç de olsa gerçekleşme
ihtimali çok yüksek olmasına rağmen, bu müdahale insanın şahsına doğru çok aza
inmektedir. Yukarıda geçen dokuzuncu hadisteki “topluca helak olma” ya
Allah Teâlâ’nın mümin faktörü ile “iki defa sokulmaz” beyanın
etkisidir. Mümin olan insanın olana karşı alacağı tavırdaki yüksek inancı onu
bu helake karşı sürekli uyarmaktadır.
Bu mevzudan şu durumu da hatırlamamız gerekir. “Gerçekten
müminler kurtuluşa ermiştir”. [27]
ayeti kerimesinde inanç konusunda mümin seviyesine kavuşmuş olanların kurtuluşa
ermesi denilince bunu Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, Budist, putperest vb.
olması açısından düşününce; kendine inanç olarak kabul ettiği dine karşı,
imanındaki mümin derecesidir. Kur’ân-ı Kerim’de bu ayetin peşine gelen diğer
ayetlerde İslâm’ın mümin kabul ettikleri açıklanmış kurtuluşa erip bir delikten
iki defa sokulmayacakları tanımış olmaktayız. Allah Teâlâ müminleri vasıflarken “Onların
namazlarında huşu içinde olduklarını, faydasız işe, boş lafa bakmadıklarını,
zekât vermek için çalıştıklarını, eşleri ve sahibi bulundukları cariyeleri
dışında ırzlarını koruduklarını, bunların ötesini aramayıp sınırı
aşmadıklarını, emanetlere ve verdikleri söze riayet ettiklerini ve namazlarını
muhafaza ettiklerinden bahseder.” [28]
Eğer bahsedilen durumlarda bir sorun varsa müslüman aynı
delikten binlerce defa sokulacağı da kesindir. Muhyiddin İbn’ül Arabî kaddese’llâhü
sırrahu’l-aziz dini ıstılâhî
anlamda iki kısma ayırmıştır.
1-Allah Teâlâ katındaki din,
2-Halk katındaki din.
Allah Teâlâ
katındaki din ile İbn’ül Arabî, dinin bu anlamında da “Allah
katında din İslâm’dır” [29]
âyetini delil getirir. Ona göre gerçek din, ya da başka bir ifadeyle, dinin
gerçeği Allah Teâlâ katındaki bu dindir. Bu, Allah Teâlâ’nın seçtiği, kendisine
en yüksek rütbeyi verdiği ve şerîat olarak belirleyerek, rasüller vâsıtasıyla
insanlara ilettiği dindir. Allah Teâlâ katındaki bu ilâhî şerîat aslında tektir
ve tek dindir. Fakat her rasülün zamanına göre değişik suretlerde zuhur
etmiştir. Dolayısıyla şerîatlerin tamamı tek olan ilâhî şerîatin suretlerinden
başka bir şey değildir. Hz. Âdem aleyhisselâm ile başlayan bu zuhur, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem ile tamamlanmış ve son bulmuştur. Şu da var ki, bu
ilâhî şerîatin farklı şekillerde zuhûrunda, o şerîatin hitap ettiği toplumun
seviyesi en önemli rolü oynamıştır. Zira dinin çoğu halkın anlayışına,
seviyesine göre gelmiştir.
Dini yaşamada en önemli unsur ihlâs ve
imandır. İhlâs ise niyet ile ilgilidir. Kul, yapacağı dinî faaliyetlerde her
şeyden önce sağlam ve tertemiz bir niyete, ihlâsa, samimiyete sahip olmalıdır.
Bu dinin temelidir. Bu temele her dindâr sahip olamamıştır.
Sonuç olarak mümin olan kişiler denilince inancında
sağlam ve dürüst olan demektir. Bu hadis-i şerifte yalnız olarak İslâm’ın
müminlerinden bahsedilmediğini düşünmekteyiz. Zamanımız itibarıyla İslâm
âleminin sıkıntılar içinde olması bunun en güzel delilidir.
“Allah
Teâlâ iman edenlerin velîsidir. Onları zulmetlerden nura çıkarır. Kâfir
olanların velîleri ise tağuttur. Onları nurdan zulmetlere çıkarırlar. İşte
onlar cehennem ehlidirler. Onlar o ateşte ebedî olarak kalan kimselerdir.” [30]
Allah Teâlâ mümin olanların velisi olduğunu
bildirirken ayrım yapacağı şey dünya ve kıyamet günü açısından bakınca mükâfat
konusunda ikilem içinde olanları kabul etmeyeceğidir. Münafıkları cehennemde en
acılı azaba uğratmasının sebebi bu iman mevzudur.
“ Şüphe yok ki, münafıklar ateşin en aşağı
tabakasındadırlar. Ve elbette onlar için yardımcı da bulamazsın.” (Nisa, 145)
Bakup cemâl-i
yâre çağırıram dost dost,
Dil oldu pâre pâre çağırıram dost dost.
Aşkın ile dolmuşam zühdümü yanılmışam,
Mest-i müdâm olmuşam çağırıram dost dost.
Mescid ü
meyhânede hânede virânede,
Kâ’be’de puthanade çağırıram dost dost.
Sular gibi çağ-u çağ dolaşırım dağ u dağ,
Hayran bana sayr-u sağ çağırıram dost dost.
Geldim cihâna
garib, oldum güle andelib,
Her dem ciğerim delib çağırıram dost dost.
Dünya gamından geçüp yokluğa kanat açup,
Aşk ile dâim uçup
çağırıram dost dost..
Aradığım candadır
canda ve hem tendedir,
Bilür iken bendedir çağırıram dost dost.
Gâh düşerim mutlaka gâh asl u geh mülhaka,
Bakup kamûdan Hakk’a çağırıram dost dost.
Dolanmaz ol hâlü
had minel-ezel tâ ebed,
Onulmaz aslâ bu derd çağırıram dost dost.
Hep görünen dost yüzü andan ayırmam gözü,
Gitmez dilimden sözü çağırıram dost dost.
Deryâ olunca
nefes pârelenince kafes,
Tâ kesilince bu ses çağırırım dost dost.
Gökler gibi dönerem gün gibi dolanırım,
Devr ile eğlenirem çağırıram dost dost.
Ne yerdeyim, ne gökte, ne mürdeyim, ne zinde,
Her yerde her zamanda çağırırım dost dost.
Geldim o dost ilinden koka koka gülünden,
Niyâzî’nin dilinden çağırıram dost dost.
Niyâzî-i Mısrî
k.s.
12-Hadis-i
Şerif
“Her insan hata eder. Hata
işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.”
AÇIKLAMASI
İnsanın
hata yapması kaçınılmazdır. Gerçekte ise hata ve günah ınsanın derece kazanmasında
en etkin faktör olmuştur.
Allah Teâlâ merhamet sıfatıyla
insana acı çektiren derin vicdan azabından kurtarmak için tevbe kapısını
açmıştır. Bu şekilde vicdan azabının insanların sinirlerini harap etmesine, hayatlarını
çekilmez kılmasına tevbe ile son vermiştir. Tevbe, en büyük günah olan putperestligi silip götürdügü gibi, büyük günahları da silip
götürmektedir. Tevbe edilen günahtan insan sorguya çekilmeyecektir. Yoksa
tevbenin hiçbir manası kalmaz, denilmektedir. Onun için ibadetlerin en
büyüğü tevbedir. [31]
13-Hadis-i
Şerif
“Acı da olsa gerçeği söyle.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem gerçek ile acı
arasındaki ilişkinin zorluklar içerdiğini beyan etmiştir. Kesin olarak bilmeliyiz
ki, şeytan bizi yalnız batıl bir yola götürür. Onun için, Hakk uğrana insan atıldığı
ve girmiş olduğu yolların hiç birinde, Allah Teâlâ için, acı da olsa hiç
kimsenin kınamasına aldırış etmemelidir.
“Ey imân edenler! Sizden her kim
dininden dönerse, muhakkak Allah Teâlâ bir kavmi getirir ki, onları sever,
onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı mütevazi olurlar, kâfirlere karşı da
izzet sahipleri bulunurlar. Allah yolunda savaşa atılırlar ve kınayanın kınamasından
korkmazlar. İşte o, Allah Teâlâ’nın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah
Teâlâ vâsidir, alîmdir.” [32]
Nefislerin tahammül ve kabul etmeme özelliği, reddediciliği
ve iticiliğinden; her hususta Hakk’ı gözetmek zor ve nefislere kabul ettirmek
güçtür. İşte bu sebepten Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, Hz. Ömer
radiyallâhü anh hakkında şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ Ömer’e rahmet etsin. Acıda olsa,
daima hakkı söyler. Nitekim Hakk ona dost bırakmadı.” [33]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu kelamı
hem zahirî, hem de bâtınî olarak söylemiştir. Hz. Ömer radiyallâhü anhın bir
dostunun olamamasının zahirî sebebleri;
İnsafsızlık,
Baş olma sevdası,
Kişinin Cenâb-ı Hakk’a kulluğu bırakması,
Kendisiyle ilgili olmayan şeylerle meşgul
olması,
Kendisine emr olunanları bırakması,
Kendi kusurları yerine insanların kusurlarıyla
meşgul olmasıdır.
Hz. Ömer radiyallâhü anhın bir dostunun
olamamasının bâtınî yönü ise, Hz. Ömer radiyallâhü anhın kalbinde, Allah Teâlâ’dan
başka bir dostun kalmaması ve Allah Teâlâ’dan başka hiç bir kimseyle
ilişkisinin kalmaması demektir.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz “acı
da olsa gerçeği söyle” hadisini açıklayıcı olarak başka bir hadiste buyurdu
ki;
“Cennet zorluklarla, cehennem de şehvetlerle
sarılmıştır.” [34]
Sıkıntılar hidâyet yoluna ulaştırıcı vasıtalardır.
Sonunda doğruluk potasının yüksek mertebesinde Allah Teâlâ’ya kavuşmak vardır
14-Hadis-i
Şerif
“Allaha
kabul edileceğini kesinkes bilerek dua edin. Çünkü Allah, gafil kalbin duasını
kabul etmez.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah’ın sana verdiğini men
edecek, men ettiğini de verecek yoktur...”
Allah Teâlâ’yı hidayet sahibi bilen, nefsini
ona teslim eder, Allah Teâlâ’yı bir yaratıcı kabul eden, kulluk icaplarını
yerine getirir. Allah Teâlâ’yı bir ceza verici olarak bilmek, insanı kötülüklere
girmekten korur. Allah Teâlâ’nın her şeye kâfi geldiğine inanan başkalarına
koşmaktan sakınır. Bu nedenle kul, duasının kabul olma külfetini Allah Teâlâ’ya
havale edip, sabretmesi, güvenmesi kulluğun gerçek şartıdır.
“Kulum bana bir adım yaklaşırsa ben ona bir zira’
yaklaşırım,” kutsi hadisi ile Allah Teâlâ kuluna sürekli
yönelmiş durumdadır. Burada kulun Allah Teâlâ’ya tevbe ve dua etmesi durumu, gafletten
kurtulmak, Allah Teâlâ’nın da süratle onun duasına icabet edip kabul edeceği,
onu başarılı kılacağı ve ona hidayet vereceği inancı ile ancak murada erişileceği
hatırlatılmaktadır.
Günahlar insana galip geldiğinde gafil olan
kalp, eğer Allah Teâlâ’dan yardım dilerse Allah Teâlâ, ona güç ve kuvvet
verecek, günahlarını yok edecek, aklını, hevâsına; ilmini, cehaletine; kalbini
de gam ve hüzünlere galip kılacaktır. Onun için Allah Teâlâ’ya güvenmeyi, yakın
hissetmeyi başarmak gerekir.
15-Hadis-i
Şerif
“Bir kula dünyada zühd ve az konuşma ihsan
edildiğini gördüğünüz zaman ona yaklaşınız. Çünkü ona hikmet verilmiştir.”
AÇIKLAMASI
Bütün âlemlerin ve her şeyin yaratıcısı Allah Teâlâ’yı anlayış ve iman
kabiliyetine kavuşan etrafı ile acemice ilgisini keser ve hakiki ilişkiye
girer. Bu ilişkisinde Allah Teâlâ’dan başka kimse kalmamıştır. O, artık yaşayan
ölü gibidir. Ölü denilince hiçbir şey yapmayan değil, tepkisini etkiye karşı
kontrollü gösteren demektir. O, kendinde
olan bir hataya bakınca nefsinden olduğunu, başkalarındaki hataya bakınca da
bir hikmeti vardır, Allah Teâlâ’dandır;
Kendinde olan bir iyiliğe bakınca Allah Teâlâ’dandır;
başkalarında olan iyiliğe ise, onların nefislerinden oldu, demek seviyesine kavuşmuştur.
Hakikatte her şeyin iradesi, Allah Teâlâ’nın
elindedir. Böyle bir hükmün karşısında kul kendini, Allah Teâlâ’ya teslim
ederse, Allah Teâlâ emanetine sahip çıkar. Allah Teâlâ, Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem Efendimize bile,
“Sen istediğine hidayet edemezsin” [35] buyurarak isteklerin tarafından kontrolde olduğunu beyan
etmiştir.
Ken’an Rifâî kaddese’llâhü sırrah’ül azîz buyurdu ki;
“Olan olmuş, yazılan yazılmıştır. Hiçbir şey
sebepsiz değildir, her şey hikmet tahtındadır. Onun için bize itiraz yakışmaz. En büyük tevhîd ise sükûttur.”
Her şey yalnızca Allah Teâlâ’nın emriyle
meydana gelir. Bütün olanların Allah Teâlâ’dan çıkışı ilim ve hikmete tâbidir. Onun
hükme itiraz edilemez. İnsanın sırrını bilemediği, anlayamadığı şeyde, yapması
gereken teslimiyettir. Meselâ, zalimin âdil olan bir kimseyi yenmesi, bir
ümmetin nebisine karşı olan zıtlığı, âlim olan kimsenin itibar görmeyip, cahil
olan kimselerin itibar görmesi gibi hadiseler her ne kadar zahiren mantığa zıt
gibi gözüküyorsa da, bunlar Allah Teâlâ’nın takdiriyle olan şeylerdir. Asla
abes değildir.
Allah Teâlâ’nın
takdiri asla abes olmaz
Şayet insanların
fiili olmasa denge nasıl olurdu? [36]
Sonuç olarak bu hali kazanmış kişilerle dost
olan bu hali kazanır, dünyevi ve uhrevi sorunlardan kurtulur.
16-Hadis-i
Şerif
“Kulum beni zikrettiği ve dudakları benim (ismimle)
hareket ettiği vakit, ben onunla birlikteyim.”
AÇIKLAMASI
Zikir, hatırlamak ve boyun eğmektir. Zikreden
kendi varlığını zikrettiği karşısında yok etmesiyle onu hakikate çıkarmasıdır. Zikretmekten
maksat, sabahlara kadar lisanla: Allah, Allah... demek
değildir.[37]
“Kendini unuttuğun vakit, Rabbini zikret,”
[38] buyrulur. Yani
Allah Teâlâ’yı zikrederken, Allah Teâlâ’dan başka bir şey kalmadığı gibi kendi
nefsini de kaybeder. Hakîkî zikrin manası, zikreden, zikredilen ve zikrin bir
olmasıdır. Bu türlü zikirde bulunanın kalbinde ikilik ve o kimsede benlik
kalmaz. O kimsenin kalbine Allah Teâlâ nazar eder ve kendi cemâlini o kimsenin
kalbinde görür ve gösterir. O zaman öyle hitap eder ki; “Bu gönülde, bu
mülkün içinde Allah Teâlâ’dan başkası yoktur”. Ve yine öyle hitap eder
ki;
“Bugün âlem mülkü kimin içindir?” Cevap:
“Kahhâr
ve tek olan Allah içindir.” Gâfir, 16
17-Hadis-i
Şerif
“Size,
sizden önceki milletlerin hastalığı olan haset ve kin bulaşmış. Bunlar
kazıyıcıdır. Ancak, ben saç kazımayı kastetmiyorum. Onlar din kazıyıcısıdır. Canım
elinde olan Allaha yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz,
birbirinizi sevmedikçe de tam iman etmiş sayılmazsınız. Birbirinizi sevmenizi
sağlayacak bir şeyi size göstereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırın!”
AÇIKLAMASI
Selamın yaygınlaşması emniyetin işareti ve sevginin
sonucudur. Sevmek için ise Allah Teâlâ’ya inanmak gerekir. Allah Teâlâ’ya iman
eden ancak yarattıklarına sevgi duyar. Onların çilesine katlanır. Onların
elindekine, kazandıklarına haset ve kin duymaz. Bu şekilde huzur bulmuştur.
“İçinde köpek veya resim bulunan
eve melekler girmez.” [39]
hadisinin mecazî anlamda
söylendiğini iddia eden bazı sûfîler buradaki evden kastedilen şeyin kalp
olduğunu, köpek ve suretten kastedilen şeyin de kibir ve haset olduğunu
söylemişlerdir. Yani onlara göre bu hadisin anlamı; “içinde kibir ve hased
olan kalbe iman girmez”şeklindedir.
“Cenâb-ı Hak, Kim benim kaza ve kaderime razı
olmazsa, benden başka bir Rab arasın.” [40]
Rıza makamının sırrı açılınca olan bütün
hadiselerde hoşnutluğun verdiği kabullenme ile çirkinlik kalmaz. Şer ile hayrın
farkına varmak bazen insanı terk eder. Bazen küfre dahi razı olunurmuş gibi hal
zuhur eder. Aslında bu rıza Allah Teâlâ’dan razı olmaktır.
Ezelde ne oldu, ey ham adam?
Niçin şu, MUHAMMED oldu,
Bu da Ebu Cehil?
Allah’ın İşleri hakkında;
“Nasıl ve Niçin?” diyen kimse.
Bir müşrik gibi O’na yakışıksız
bir şeyi nisbet etmiştir...
“Ne ve Niçin?” diye sormak O’nun
şânındadır...
Kulun itiraz hakkı olmaz! [41]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir diğer
tavsiyeleri şöyledir:
“Mükâfatın büyüklüğü belânın büyüklüğü ile (orantılıdır).
Allah bir cemaati sevdi mi onları musibete müptela eder. Kim bundan razı olursa
Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa Allah da ondan razı olmaz.” [42]
“Kim
halkın öfkesini dinlemeden Allah’ın rızasını ararsa insanların sıkıntısına
karşı Allah kifayet eder. Kim de Allah’ın öfkesini dinlemeden halkın rızasını
ararsa, Allah onu insanlara havale eder” dediğini işittim, selam üzerine olsun!”
[43]
18-Hadis-i
Şerif
“Allah
Teâlâ buyuruyor:
“Ey
insan! Kendini benim ibadetime ver ki, senin kalbini zenginlikle doldurayım,
fakirliğinin önünü alayım. Bunu yapmazsan, ellerini devamlı olarak meşguliyetle
doldururum da bir türlü fakirliğini gidermem.”
AÇIKLAMASI
Allah Teâlâ’ya hizmetten
alıkoyan, cazibesi kuvvetli, hileleri çok olan ve itaatten uzaklaştıran dünyayı
terk etmeden Allah Teâlâ sevgisini bekleyen büyük bir yanlışlık içindedir.
Dünya hayatında Allah Teâlâ’ya kulluk dışında her şey bütün kötülüklerin çıkış
noktasıdır.
Bir kimse ibadet ve kulluk
yönünden tevazu göstererek başını eğerse, Allah Teâlâ da dünyada ve ahirette
onun şanını yüceltmiştir, demektir. Kalpler ihtiyaç ölümü ile ölünce beden de
kibir ve kendini beğenme haline müptela olur ve ondan fakirlik, sıkıntı, üzüntü
de ayrılmaz.
Kalplerin Allah Teâlâ’yı zikirden
uzaklaşarak fakirleşmesi, huzurun kaybına sebeptir. Sonuçta insan sonsuz
acıların ve önü alınmaz duyguların içinde boğulur, kalır. Allah Teâlâ buyurdu
ki;
“(Onlar) O kimselerdir ki, Allah’ın zikriyle kalpleri
mutmain olduğu halde iman etmişlerdir. Haberiniz olsun ki, Allah’ın zikriyle
kalpler mutmain olur.” [44]
19-Hadis-i
Şerif
“İyi arkadaşla kötü arkadaşın örneği,
misk taşıyanla körük üfüren kişiye benzer. Misk taşıyan ya ondan sana hediye
eder, ya ondan satın alırsın veya onu koklarsın. Körük üfürücüsü ise, ya
elbiseni yakar, ya da ondan pis koku alırsın.”
AÇIKLAMASI
İnsanlar madenler gibidir. Birbirleri ile olan yakınlıkları oldukları gibi
ayrılıkları bulunur. Her bir yakınlığın altındaki ünsiyet ise ya ezeli ya da
sonradan kazanılan özelliklerdendir. İnsan arkadaşlarının davranışlarından ve eylemlerinden
dolayı kendi duygu ve hareketlerinin yansımasını görür. Arkadaşlığı gerektiren şey aynı cinsten olmak ve tabii
münasebettir. Nitekim denilmiştir ki: Tabiatında bulunan hallerden bir parçayı karşısındakinde
mevcut bulan kimse, ona meyleder. Onlar bulunan mevcut haller ile kendilerindeki
bulunan hali kuvvetle çeker. Bunların hali âşık ve maşuk misali gibidir. Mayalarındaki
haller ile insanlar, birbirlerini gördüğü zaman ya kaçar veya yaklaşır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir hadiste “Mümin mümin’in aynasıdır “ [45]
buyurduğunda etkileşim
özelliklerinin geçerliliğini daha belirgin açıklamıştır.
Bu hadis-i şerifteki ilk mümin insandır, ikinci
mümin ise Allah’tır ( Allah Teâlâ’nın El-Mü’min ismi ) Buradan işaretle insanın
arkadaşı, Allah Teâlâ olursa ve neticesi cennettir. Kötü arkadaş ise şeytandan
kinayedir ve dostluğu cehenneme gidiştir.
Ey garib bülbül diyârın kândedir,
Bir haber ver gülizârın kândedir,
Sen bu ilde kimseye yâr olmadın,
Var senin elbette yârin kândedir.
Arttı günden güne feryâdın senin,
Âh-u efgân oldu mu’tâdın senin,
Aşk içinde kimdir
üstâdın senin,
Bu senin sabr-u karârın kândedir.
Bir enisin yok
aceb hasrettesin,
Rahatı terk eyledin mihnettesin,
Gece gündüz bilmeyüp hayrettesin,
Yâ senin leyl-ü nehârın kândedir.
Ne göründü güle karşı gözüne,
Ne büründü baktığınca özüne,
Kimse mahrem olmadı hiç râzına,
Bilmediler şeh-süvârın kândedir.
Gökte uçarken
seni indirdiler,
Çâr-ı unsur bendlerine urdular,
Nûr iken adın Niyâzî dediler,
Şol ezelki itibârın kândedir.
Niyâzî-i Mısrî
k.s.
20-Hadis-i
Şerif
Bir kimse Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve selleme geldi:
“Ey Allah’ın Rasûlü, güzel davranmama
en fazla layık olan kimdir?” dedi:
“Annendir” buyurdu:
“Sonra kimdir?” dedi:
“Sonra yine annendir” buyurdu:
“Sonra kimdir?’ dedi:
“Sonra da babandır. “ Buyurdu
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin anne baba
hakkında işaret ettiği bu hadis-i şerif ile insanların hakları yerine
getirmesindeki sırayı açıklamıştır.
Anne, rahimdir ve oluşumun temel taşıdır. Baba ise
tetikleyicidir. İnsan olgunlaşırken geçirdiği ve geçtiği her şey hakikatte onun
annesidir. Bu nedenle insan dünyaya gelişinden, kemal bulup, ölene kadar her
şey onun annesidir. Bu nedenle insan için hiçbir zaman annesinin hakkını
ödeyemez denilmesinin emaresi ile sonsuz minnet ve vefa içinde olması gerektiğidir.
Hz. Mevlana kaddese’llâhü sırrah’ül azîz kadını vasıflarken yaratıcılığından
bahseder. Yaratıcılık sıfatı Allah Teâlâ’nın olduğuna göre insan hiçbir zaman annesinin
ve dolayısıyla kimsenin hakkını ödeyemeyecek oluşudur.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Orta
yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir
miktar da gecenin son kısmında ibadet edin, ağır ağır hedefe varabilirsiniz.
Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır” buyurdu.
“Sen de mi (amelinle cennete gidemeyeceksin) ey Allah’ın
Resûlü?” dediler
“Evet, ben de, dedi, Allah affı ve rahmeti ile muâmele
etmezse ben de!” (Buhârî, Rikak 18)
Sonuç olarak güzel ahlaklı olup etrafımıza karşı tevazu
içinde bulunmak üzerimize bir borçtur. Şah-ı Nakşibent kaddese’llâhü sırrah’ül azîz “İbadette
kemal üzere olup, mahlûkata şefkat etmek”
buyurmuştur. Bazen bu yumuşaklık hali o dereceye varır ki, insanların
yanlış anlamalarına sebep olur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
ümmetinin ahlakından bahsederken buyurdular ki;
“Mümin yumuşaktır, O kadar ki, yumuşaklığından dolayı
kendisini ahmak zannedersin” (Râmuz)
Şefkatte
hatalı olmak, doğrulukta dürüst olmaktan evladır.
"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları
gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kafir
olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta
durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın,
kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine
girerlerse Hz. Adem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren
değil)" (Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262);
Tirmizî, Fiten 33, (2205).)
21-Hadis-i
Şerif
“Yaptığın
iyilik sebebiyle seviniyor ve yaptığın kötülük sebebiyle üzülüyorsan, sen müminsin.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem insanın
psikolojik durumlarını izah ederken çıkış yollarına işaret etmektedir. İnsanın
yaratılışı hakkında Hz. Ömer radiyallâhu anh buyurdu ki;
“İnsanda on huy vardır, dokuzu iyi, birisi kötü. O tek
kötü öbürlerini de bozar. Dil sürçmelerinden sakının!”
İnsanın fıtratı yaptığı hareketlerin sonuçlarına karşı
tepki verdiğinden nefsindeki hareketlilik onun inanç konusundaki durumunu
depreştirir.
Mümin sürekli etkilenme halindedir. Müminin sıkıntı ve
sevinç ile hareketlilik ve olgunlaşma hali üzerindedir.
“Mümin rüzgârın sağa sola
döndürdüğü başak gibidir.” [46]
“Mümin, mütemadiyen rüzgârın eğici tesirine maruz bir
bitkiye benzer. Mümin, devamlı belalarla baş başadır. Münafığın misali de çam
ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç ırgalanmaz.” [47]
Her halimizde şükür etmek mümin üzerine borçtur.
22-Hadis-i
Şerif
“Kim beni rüyada görürse, uyanık iken
de görecektir. Şeytan benim suretime giremez.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem sabah
sohbetlerinde rüyaları çok zaman sorardı. Ancak zamanımızda insanların safiyeti
bozulduğundan rüyalarda bozulmalar olmuştur.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Rüya üç kısımdır: “Bir kısmı, âdemoğlunu üzmek için
şeytandan olan korkulardır; bir kısmı, kişinin uyanıkken kafasını meşgul ettiği
şeylerdendir; bunları uykusunda görür; bir kısım rüyalar da var ki, onlar
peygamberliğin kırkaltı cüzünden birini teşkil eder.”
Hadisten de
anlaşıldığı üzere rüyanın üçte iki kısmında emniyet olmadığı için tedbirin elden
bırakılmaması gerekmektedir. Bahse konu hadis-i şerifte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellem kendisi ile ilgili olan rüyaların durumunu bildirmektedir. Ancak konu
üzerinde dikkati gerektiren bazı hususlar bulunmaktadır.
İmam Rabbânî kaddese’llâhü sırrah’ül azîz dedi ki;
“Rüyaların kıymeti olsaydı, rüyada görülenlere
güvenilseydi, insanların rehberlere hiç ihtiyaçları olmazdı. Allah
Teâlâ’nın marifetlerine kavuşmak için, yollardan birine bağlanmak lazım
olmazdı. Çünkü her insan, rüyada gördüğüne göre, işini yoluna kordu.
Yaşayışını, rüyalarına göre düzenlerdi. Rüyaları, rehberin yoluna uygun olsun,
olmasın, rehberi beğensin beğenmesin, onlara uyardı. Böyle olunca, irşadlık
zinciri kopar, her cahil, her ahmak, kendi görüşüne göre hareket ederdi. Sadık
olan bir insan, rehberi varken, binlerce rüyaya on paralık değer vermez.
Akıllı, uyanık olan birisi rehber nimetine kavuşmuş iken, rüyaları hayal sayar,
hiçbirini hatırına bile getirmez.
Mel’ûn şeytan, güçlü bir düşmandır. Sona varanlar bile,
onun aldatmasından korkusuz değildirler. Onun yalanlarından korkmakta, titremektedirler.
Sondakiler böyle olunca, yolun başlangıcında ve ortasında olanları artık anlamalı.
Hâlbuki Allah Teâlâ, sondakileri korumaktadır. Şeytan bunları aldatamaz. Başlangıçtakiler
ve yoldakiler ise, böyle değildir. İşte bunun için, onların rüyalarına
güvenilmez. Düşmanın aldatmasından korunmuş değildirler.” [48]
“Soru: Rüyada,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem görülürse, o rüya doğrudur. Şeytanın
aldatmasından korunmuştur. Çünkü şeytan, onun şekline giremez. Böyle
bildirildi. Onun için, kardeşlerimizin rüyalarının doğru olması lazımdır.
Şeytanın aldatması olmaz değil mi?
Cevap:
(Fütûhat-i Mekkiyye) kitabının sahibi, yani Muhyiddîn-i Arabî kaddese’llâhü sırrah’ül
azîz Hazretleri, şeytan, Medîne-i Münevvere’de metfun bulunan Muhammed
aleyhisselamın kendi şekline giremez diyor. Başka suretlerde de,
Rasûlüllah olarak görünemez diyenleri kabul etmiyor.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kendi şeklini ve
hele rüyada tanıyabilmek çok güç olacağı meydandadır. Bunun için, rüyalara nasıl
güvenilebilir? Âlimlerin çoğunun dediğine uyarak ve Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellemin yüksek şanına yakışacak üzere, şeytanın hiçbir şekilde o
Serverin ismi ile görünemeyeceğini söylersek, o şekilden emirler almak ve onun
beğenip beğenmediğini anlamak kolay değildir. Mel’ûn şeytan düşmanlığını burada
da gösterebilir. Araya karışarak, olmayan şeyi olmuş gibi gösterebilir. Rüya
göreni şaşırtır. Kendi sözlerini ve işaretlerini, o şeklin Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin sözleri ve işaretleri imiş gibi gösterir….
….Demek ki, rüyalara kıymet vermemelidir. Her şey, insan
uyanık iken vardır. Bunları uyanık iken görmeğe çalışmalıdır. Uyanık iken görülen,
bulunan şeylere güvenilir. Bunlar, tabir etmek istemez. Rüyada ve hayalde
görülen şeyler de, rüya ve hayaldir.” [49]
Sonuç olarak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi
hilye-i şeriflerinde beyan edilen vasıflara haiz olarak görmek ile oluşan
rüyaları bilebilmenin biricik şartı normal hayatta sünnet-i seniyyeye uygun
yaşamak ile olur. Ancak bunu başaranların rüyalarının sahih ve gerçeğe uygun
olduğunu söyleyebiliriz.
23-Hadis-i
Şerif
“Sizin en hayırlılarınız,
görüldüklerinde Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.”
AÇIKLAMASI
İnsanın kemâle kavuşması ile kazandığı özelliklerin
sonucunda artık benliğin soğukluğu gitmiş, ilâhi cazibenin sıcaklığı ile
etrafına yani âleme yaydığı güzelliklerle Allah Teâlâ’yı hatırlatmaktadır. Testi
içine dolan sıvının sızıntılarının işareti ile doluluğun bilgisini aksettirir.
İnsan hayatını düzenlerken bir yerden sonra artık yok
olmaya bir kaybolma haline intikal eder. Bu dönüşü olmayan yolculuğunda isteklerini
ve kendini kaybeder. İsteklerin kaybolduğu yerde en çok sevdiği şey ne ise o
belirir. Ruhâni ve nefsânî kimlik şartsız olarak katılaşmasıdır. Katılaşmanın
olduğu yerdeki kalıp ne ise insan artık o şey olmuştur. İnsan varlığını
erittiği potadan döküldüğü kalıba dikkat etmelidir. Çünkü insanların ve
daha çok olarak müminlerin sezgi gücü bu kalıbın mahiyetini görmektedir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Müminin ferasetinden kaçının, çünkü o Allah Teâlâ’nın
nuruyla bakar” buyurup sonra şu âyeti okudular:
“Elbette bunda fikir ve feraseti olanlar için ibretler
vardır” (Hicr, 75).[50]
24-Hadis-i Şerif
“Allah, kişinin derecesini öyle bir
yükseltir ki, sonunda o:
“Bu derece bana nasıl verildi?” diye
sorar. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Çocuğunun senin için yaptığı dua ile
bu dereceye ulaştın.”
AÇIKLAMASI
İnsan kazancının bir kısmı dolaylı yollardandır. Dolaylı
yolların mahiyeti asıl olanın kuvvetli oluşuna bağlıdır. Allah Teâlâ bir kuluna
rahmet kıldı mı, umûmi istifadeyi açar. Bu şekilde engellerini önünden ve sonundan
kaldırır.
Kur’ân-ı Kerim’de Hızır aleyhisselâmın öldürdüğü çoçuk
için
“Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi.
Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk.” [51] buyrularak
engelin kaldırılması ve;
“Ve o kimseler ki, imân ettiler ve kendilerine
zürriyetleri de imân ile tâbi oldular, onlara zürriyetlerini de kattık ve onlar
için amellerinden bir şeyi de eksiltmedik. Her bir şahıs, kendi kazandığı şeye
bağlıdır.” [52]
ile yardım edildiğini Allah Teâlâ haber vermektedir.
Beşinci boyutun olumlu tecellisi, Allah Teâlâ’nın
karışarak yardımını göndermesidir.
25-Hadis-i
Şerif
“En çok belalara düşenler nebilerdir.
Sonra onlara en fazla benzeyenler, sonra onlara benzeyenlere benzeyenlerdir”
AÇIKLAMASI
Musibetler için söylenilmiş en güzel sözlerden biri olan
bu hadis-i şerifin manası iyilik sahibi olmanın, doğruluk gereğine göre yaşamanın
mutlu olmak ile doğru orantılı olmadığıdır.
“Her bela, sıkıntı bir bahşiş açar. (Her mihnet
ile bir hediye gelir).” Hakikatte kahrın aslında
lütuf gizlidir. Hattâ bir kimseye dua eden “Allah Teâlâ ıslâh
eyleye, insaf vere” dese “Allah
Teâlâ belânı vere” demek gibi olur. Genellikle terbiye celâl perdesi
yüzünden zuhur etmektedir. Bu nedenle belâ lutufun aslı olup rahmete
kavuşturur.
Kahr ve lutf insanların tabiatına göredir. Bir kimsenin tabiatına kahr olan, ötekinin tabiatına göre bir lutftur. Meselâ: Şehirlerde oturanlara göre ıssız bir
köyde oturmak kahrdır, hâlbuki oranın
halkı için bir lutftur. Onun kahrı
şehirde oturmaktır ki, bu halde şehirlerde
oturanlar için bir lutftur.
Muhyiddin ibn’ül Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz
buyurdu ki;
“Allah Teâlâ’nın her bir hediyesi güzeldir; sen hevâ ve
hevesine uygun olanı hayr, hevâ ve hevesine uygun olmayanı da şer kabul
edersin. ‘Her şey Allah katındandır’ de”. “Hevâna uygun olan her hediye
sıkıntı, hevâna uygun olmayan her sıkıntı ise hediyedir.”
Ey bî-misâl
vâhid-i hüsnün misâl içinde,
Âyînenin göründü bir hub cemâl içinde.
Düştü kamû heyâkil kâmetine mukâbil,
Cünbüşü gösteren sen şekl ü hayâl içinde.
Bu san’atı kim
bilür, bu kudreti kim görür,
Bu vuslatı kim bulur ceng ü cidâl içinde.
Kande bulur isteyen lütfunu ey dost senin,
Çünkim anı gizledin kahr ü celâl içinde.
Mushaf-ı hüsnüne
çün tefe’ül eyledim ben,
Burc-u belâda gördüm kendimi fâl içinde.
Taliimi yokladım mihnet evinde buldum,
Anın için yürürüm herdem melâl içinde.
Kısmet-i rûz-i
ezel aldı kâmû nasîbîn,
Kimisi buldu râhat kimi nekâl içinde.
Bizim de mihnet imiş kısmetimiz ezelde,
Kaldı başım anın çün fitne vü âl içinde.
Gamsız olan adamı
sanma anı âdemi,
Hayvandan ol edaldir kaldı dalâl içinde.
Şadlık ehl-i aşka, aşkın gamıdır veli,
Şol ayrılık güzeldir ola visal içinde.
Haddin
tecellîsine müştak olur bu cânım,
Görmedi çoktan anı şol zülf ü hâl içinde.
Mescide varmak ile zevke ereydi zâhid,
Kılmazdı da’vâyı ol bu kîl ü kâl içinde.
Meyhânede bir
kadeh nûş etmeği vermezem,
Bin şuğluna sofinin tekyede şâl içinde.
Mescidi meyhâneyi fark eylemem zâhidâ,
Göründüm ise ne var hâ ile dâl içinde.
Ver serini Niyâzî
sırrını verme yâda
Nadâna sırrın veren kalur vebâl içinde
Niyâzî-i Mısrî
k.s.
26-Hadis-i
Şerif
“Allah Teâlâ sevdiğini ateşte yakmaz”
AÇIKLAMASI
Allah Teâlâ kulları hakkında maddenin aslî
özelliklerini dilediği anda kaldırır. Kıyamette ise sevdiği kullarını cehennem
azabından korur. Hz. İbrahim aleyhisselâmın ateşte yanmamasının sebebi Allah
Teâlâ’yı kendine dost edinmesidir. Birisini sevmek onun dini üzere olmak
demektir. Allah Teâlâ’yı sevende, yaratılmışlar arasında sevilenler arasına
girince her şey ona itaat eder. İnsan-ı kâmile “
Ve göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsini sizin için, tarafından musahhar [53]
kıldı.” [54]
Allah
Teâlâ bir kulunu sevdi mi ondan artık çok şeyin külfetini kaldırmıştır. Ancak
bu hale kavuşmanın da bedelleri vardır.
“ Şüphe yok ki, Allah Teâlâ mü’minlerden nefislerini
ve mallarını, cennet muhakkak onların olması mukabilinde satın almıştır. Allah
Teâlâ yolunda mücâhedede bulunacaklar da öldürecekler ve öldürüleceklerdir.
Onların öyle cennete konulmaları, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da mezkûr, hak
olan bir vaad-i ilâhîdir. Ve ahdini Allah Teâlâ’dan ziyâde ifâ edebilen kim
vardır? Artık yapmış olduğunuz o alışverişten dolayı size müjdeler olsun ve
işte bu, en büyük bir saadettir.” [55]
Allah Teâlâ hak ödemede en vefalı ve en cömert olduğuna
göre onu sevenin ve karşılığında rızasına kavuşanlar hiçbir zaman üzülmeyeceklerdir.
“Ve her nefs, ne yapmış ise kendisine (karşılığı)
ödenmiştir.” [56]
Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı,
Ben beni terk eylerim bildim ki ağyâr kalmadı.
Cümle eşyâda görürdüm hâr var gülzâr yok,
Hep gülistân oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı.
Gece gündüz zâr u
efgân eyleyüb inlerdi dil,
Bilmezem n’oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.
Gitti kesret,
geldi vahdet oldu halvet dost ile
Hep Hakk oldu cümle âlem çarşı pazar kalmadı.
Dîn diyânet âdet ü şöhret kamu vardı yele,
Ey Niyâzî n’oldu sende kayd-ı dindâr kalmadı.
Niyâzî-i Mısrî
k.s.
27-Hadis-i
Şerif
“Canım
elinde olan Allaha yemin ederim ki, eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi
yok eder, yerinize günah işleyip tevbe eden, Allahın da bağışladığı başka bir
toplum getirirdi.”
AÇIKLAMASI
Bu hadis-i şerifte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
günah işleyin demek istemiyor. Buradaki mana; bir şekilde hayatınızda günah
çukurlarına düşersiniz. Üzülüp psikolojik travmalar geçirmeyin, bu insanın
kaderidir. Her günahın peşinde Allah Teâlâ’dan günahınızın affını isteyin.
Muhakkak Allah Teâlâ o günahınızı affedecektir. Allah Teâlâ yaratmış olduğu kul
ile kıyaslanmayacak şekilde çok hem de çok çok büyüktür. Kıyası mümkün olmayan
bir durum karşısında büyüğe düşen ise affetmektir. Ancak bu affın yolu, karşısında
bulunan Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü istiğfar ile açığa çıkarmaktır. İstiğfarla yüceltme
haline insan girmediğinde kendini Allah Teâlâ ile eşleştirmeye başlamış
demektir. Fakat hiçbir şekilde buna muvaffakta olması mümkün değildir.
Tevbe etmek demek insanın küçüklüğünün farkına varması
demektir.
Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî)
radiyallâhü anh hazretleri anlatıyor:
Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
buyurdular ki:
“Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek “Ümmetinden
kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer” müjdesini
verdi” dedi. Ben (hayretle) “zina ve hırsızlık yapsa da mı?”
diye sordum. “Hırsızlık da etse, zina da yapsa” cevabını verdi.
Ben tekrar:
“Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!” dedim. “Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da
yapsa!”
Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
dördüncü keresinde ilâve etti: “Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir”.
[57]
Bu
hadis-i şerif Allah Teâlâ’nın tevbe edenlere karşı tavrı çok açık beyan
etmektedir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem başka hadislerinde
Allah Teâlâ’nın, tevbe edenin tevbesi sebebiyle, her eşyası üzerinde bulunan bineğini
çöl ortasında kaybeden kişinin çaresizlik içinde bîtap düşüp uyuduğu esnada
yanına gelen bineğini, uyandığı sırada başucunda bulunca sevincinden ağzından
çıkanı bile tartamayıp:
"Ey Allah'ım sen benim kulumsun ben de senin
Rabbinim!" demesi anındaki kadar sevindiğini ifade eder.
"Ey
Muhammed, de ki: "Ey kendilerine kötülük yapıp aşırı giden kullarım!
Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini
bağışlar. Çünkü o bağışlayıcıdır, merhametlidir" (Zümer,
53)
28-Hadis-i
Şerif
“Bir adam Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve selleme,
“ben seni seviyorum” deyince,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
“Öyleyse fakirliğe hazırlan” buyurdu.
Adam:
“ben Allah Teâlâ’yı da seviyorum” deyince:
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:
“O halde belaya da hazırlan” buyurdu.
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
bahsettiği fakr burada “sahip olmamak değil, sahip olunan şeylere köle olmamaktır”.
Yani mevcudu terk etmektir. Varlığa sahip olmak isteyen zelil olmaya doğru
gider. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:
“Altına
tapanlar mel’undur, gümüşe tapanlar mel’undur.” buyurmuştur.[58]
Belalara hazırlanmak ise Allah
Teâlâ’ya muhabbetin alâmeti ve O’na kavuşmada geçilecek merhalelerdir. Dünyanın bekâsı yoktur, yani dünya kalıcı yer değildir.
Bu nedenle yolculukta ne kadar olunursa o kadar rahatı vardır.
Mümin
kişi dünyada rahat edemez demek, mümin kişinin hedefi dünya olmayınca sürekli
sıkıntılar içinde kalır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
buyurdu ki:
“Dünya, mümine hapishane, kâfire cennettir.” [59]
Mümin bu dünyada mahpus ise de gerek berzah âleminde,
gerek ahiret âleminde rahat edeceğini beklemekteyiz.
Şerli olanlar, belaya sabretmedikleri gibi dünyanın lezzet
ve türlü hususlarıyla ferahlamak, zevk almak ve dünyanın tadını kısacık bir
ömürde çıkarmak isterler. Hâlbuki hayır sahiplerinin ferahı Allah Teâlâ’ya
kulluk ve belaya sabırladır. Onlar “Yâ Rabbî nefsimi seni unutmaktan uzak
tut “ diye duâ ederler.
Allah Teâlâ sabretmeyi
bela ile anmıştır. Sabreden unutmayandır. Sabretmesi ile ona dayanmış Allah
Teâlâ’yı unutmamıştır.
Şerli ve sabırsız
insanlar ise gaflet perdeleri altında kalır ve Allah Teâlâ’yı unutur.
“Onlar Allah Teâlâ’yı unuturlar, artık O da
onları unuttu.” [60]
Allah Teâlâ’nın
unutması, kuluna rahmet sıfatı ile muamele etmemesidir.
29-Hadis-i
Şerif
Ebü Ümâme radiyallâhü anh anlatıyor: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem ile beraber mescidde idik. O esnada bir adam geldi ve:
“Ey Allah’ın Rasülü, ben bir hadd gereken
günah işledim, bana cezasını ver!” dedi, Rasûlüllah adama cevap vermedi. Adam
talebini tekrar etti. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem yine sükût
buyurdu. Derken (namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben de adamı takip
ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama:
“Evinden çıkınca abdest almış, abdestini
de güzel yapmış mıydın?” buyurdu. O:
“Evet ey Allah’ın Rasûlü!” dedi.
Efendimiz:
“Sonra da bizimle namaz kıldın mı?”
diye sordu. Adam:
“Evet ey Allah’ın Rasûlü!” deyince,
Efendimiz:
“Öyleyse Allah Teâlâ hazretleri
haddini -veya günahını demişti- affetti” buyurdu.”
AÇIKLAMASI
Bu hadis-i şerif namazın dolaysıyla kulluğun
günahların affına sebep olacağının işaretidir. Her namaz bir tevbe, dua ve
kulluktur. Kim namaz konusundaki ısrarını bırakmazsa Allah Teâlâ ona muhakkak
af kapısını açacak demektir.
Namazın, İslâm’da büyük bir önemi ve hiçbir
ibadetin ona denk olmadığı, bir mevkii vardır. Namaz ilk farz kılınan
ibadettir. Tevhid’den sonra, İslâm’ın en önemli esasıdır. Amellerin en
faziletlisi ve Allah Teâlâ tarafından en çok sevilenidir.
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de namazın şanını
yüceltti, onu ve onu kılanları şereflendirdi. Diğer ibadetler arasında
özellikle onu zikretti, kullarına onu tavsiye etti.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem onu,
kendi gözünün aydınlığı ve ruhunun rahatlatıcısı yaptı. Ashabına namazın
faziletini öğretti, böylece onların hem kalpleri hem organları haşyetle doldu,
davranışları düzeldi, ahlakları güzelleşti, bundan dolayı onlar önderler ve liderler
oldular.
Sahih ve huşulu bir namaz, ümmeti zafere
götüren en belirgin sebeplerdendir. Namaz, umulana ermenin korkulandan emin
olmanın yolu ve iki cihanda kurtuluşun sebebidir.
Namaz, dini ayakta tutan direktir. Direk yıkılırsa,
ona dayanan binada yıkılır. Allah Teâlâ’nın namazı, diğer ibadetler gibi yeryüzünde
ve Cebrail vasıtasıyla farz kılmaması, derecesinin yüksekliğini göstermektedir.
Allah Teâlâ onu, kendisiyle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem arasında
bir vasıta olmaksızın farz kılmıştır. Bu ise Miraç gecesi, yedi kat göğün üstünde
olmuştu.
“Gerçekten ben, (evet) ben Allah’ım. Benden
başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” [61]
“Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin,
Rabbinize kulluk edin, hayır işleyin ki felah bulabilesiniz.” [62]
“Namaz, müminler üzerine belirli vakitlerde
yazılı bir farzdır.” [63]
“Söyle iman etmiş olan kullarıma, namazı
kılsınlar.” [64]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de
şöyle buyurmuştur:
“İşin başı İslâm, direği namaz, zirvesi de
cihattır.” [65]
“Namaz mü’minin miracıdır” , “Kişinin Allah
‘a en yakın olduğu an namaz ve secde anıdır” [66]
Sonuç olarak, namaz, erkek veya kadın, hür
veya köle, zengin veya fakir, mukim (ikamet eden) veya yolcu, sağlıklı veya
hasta, ergenlik çağına ulaşmış, akıllı her müslümana farzdır. Kılma usûlu ise
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin uygulaması gibidir. Bunun dışındaki
hal ve hareketler ise boşa oyalanma ve aldanmaktır. Son zamanlarda çıkan
uyduruk tevillere aldanmayarak sünnete sıkı sıkı sarılmak gerekmektedir.
30-Hadis-i
Şerif
“Benimle
onlar (münafıklar) arasındaki ahid (antlaşma) namazdır. Kim onu terk ederse
küfre düşer.”
AÇIKLAMASI
Kendisinden başka ilah olmayan Allah Teâlâ’nın
“varlığını” “La ilâhe illallah” sözü ile itiraf eden kulun, eda
etmekle mükellef olduğu ilk ibadet “namaz”dır.
Lisanen Allah Teâlâ’dan başka ilah olmadığını
söyleyen kişinin kendisine “namaz’ın” farziyyeti ulaştığı halde
daha hâlâ Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın önünde rükû ve secde etmemesi, kelime’i
tevhid’in hakikatini anlamadığına delalet eder. Bu nedenle Kelime’i
tevhid’in hakikatini anlamadan kişinin onu telaffuz etmesi hiç bir şey ifade
etmemektedir.
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de buyurdu ki;
“Hep Allah Teâlâ’ya dönüp itaat edin, O’ndan
korkun ve namaz’ı kılın’da müşriklerden olmayın.” [67]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namaza dikkati
çekmek içinde buyurdu ki;
“Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır.” [68]
“Kulla küfür arasında namazın terki vardır.” [69]
Hz. Büreyde radiyallâhu
anh anlatıyor:
“Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem buyurdular ki:
“Benimle onlar (münafıklar) arasındaki ahid
(antlaşma) namazdır. Kim onu terk ederse küfre düşer.” [70]
Abdullah İbnu Şakik
radiyallâhü anh anlatıyor:
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
Ashâb’ı ameller içerisinde sadece namazın terkinde küfür görürledi.” [71]
İbnu Ömer radiyallâhü anh
anlatıyor: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular
ki:
“İkindi
namazını kaçıran bir insanın (uğradığı zarar yönünden durumu), malını ve ehlini
kaybeden kimsenin durumu gibidir.” [72]
Ebü’l-Melih radiyallâhu
anh anlatıyor:
“Biz bulutlu bir günde
Büreyde radiyallâhü anh ile bir gazvede beraberdik. Dedi ki:
“İkindi namazını erken kılın, zîra Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem “Kim
ikindi namazını terk ederse ameli boşa gider” buyurdu.” [73]
Bir gün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
namaz’dan konuştu. Dedi ki:
“Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse,
namazı, kıyamet gününde ona nur, burhan ve kurtuluş olur. Her kim ki de; beş
vakit namazı muhafaza etmezse kıyamet gününde ona ne burhan ne nur ve ne de kurtuluş
olur.
“Namazı terk edenler kıyamet gününde de Karun’la,
Haman’la, Firavn’la ve Ubeyy ibnu Halefle beraberdir”.[74]
İbnu Kayyım rahmet-u’llâhi “kitabu’s-salât”
isimli eserinde bu hadis’i şerifi naklettikten sonra şöyle diyor.
“Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile
beraber olacaklarının zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişinin küfür işleyişleridir.
Burada bedi’i bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün,
riyasetinin veya ticaretinin meşguliyeti ile terk eder.
—Her kim ki, malının meşguliyetiyle namazı
terk ederse, “Karun’la” beraberdir.
—Mülkünün meşguliyetiyle namazı terk
eden de “Firavn’la” beraberdir.
—Riyasetinin sebebiyle namazı terk
eden ise “Haman’la” beraberdir.
—Ticaretinin meşguliyetiyle terk eden
de “Ubeyy ibnu Halefle” beraberdir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu ki:
“Dağ tepelerindeki koyun çobanından Allah Teâlâ
hoşlanır. Zira o namaz için ezan okur ve “namaz kılar”. Buna
binaen Allah Teâlâ şöyle buyurur.
“Şu kuluma bakın, ezan okuyup “namaz kılıyor
ve benden korkuyor”. Ben de o kulumun günahlarını mağfiret büyürdüm ve onu
Cennetime koyacağım” der.[75]
Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ beyan ettiği üzere;
“Kitab’ları sağ ellerinden verilenler cennettedirler:
“mücrim’lerden” sorarlar.
“sizi
bu sakar cehennem’ine sokan nedir?” Onlar şöyle derler.
“biz namaz kılanlardan değildik”, yoksula yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber dalıyorduk,
“hesap gününde yalan sayardık”. Nihayet bize ölüm gelip çattı. Fakat (o vakit) “şefaat’cıların
şefaat’ı onlara fâide vermez”.[76]
Âyet’i Kerîme’deki zikredilen “mücrim’lerin”
yarın âhirette “şefaatcıların şefaatından mahrum olmalarının sebebi”
dört şey’e göredir.
1- Namaz kılanlardan olmadıkları için.
2- Yoksula yedirmedikleri için.
3- Kâfir’lerle oturup kalktıkları için.
4- Hesap gününü yalanladıkları için.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namazın
ehemmiyeti hakkında buyurdu ki:
“Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir.
En son da ise namazı terk edersiniz.” [77]
Evet din’den en son terk edilen “NAMAZ”
olduktan sonra, artık o kişide dinden hiç bir şey kalmamıştır.
“Rabbim! Beni, gerçeği üzere namaza devam
eder kıl; zürriyetimden de böyle kimseler yarat... Ey Rabbimiz, duamı kabul et.” [78]
Gönül
tesbih çek seccâdeden hiç ayağın ayırma,
Namaz ehlinden özünle sakın sen durma oturma.
İbâdet ehli ol dâim yüzünü kaldırma
topraktan,
Vuzu’dan el yuyup râhat edip şol nefsi yatırma.
Yüzün yerlere sür gel buriyâ mescid içinde,
Otur minber gibi dâim kafeste kuş gibi durma.
Müezzin nâlesin dinle dağılsın dilde
teşvişin,
Sakın terk eyleyip tamû kapısın sana açtırma.
Cemâatla namaz terk edeni almış kudûretler,
Anın terkiyle lûtf et bir kedûret hem artırma.
Hatibin sanmagil mülhid anın fi’line uy dâim,
İmamdan gayriye aslâ sakın özünü tapşırma.
Niyâzi tâati terk eylemek bil kim füzulluktur,
Kerem kıl terk-i tâatle bu halkı başa
üşürme.
Niyâzî-i
Mısrî k.s.
31-Hadis-i
Şerif
“Rabbini zikret, isterse sana ‘deli’
desinler.”
AÇIKLAMASI
Sevilenin sevgisi insanı istila edince aşırılıklar ve
meyil görülmeye başlar. Bu durum dışarıdan tahkir edilecek bir vaziyet alınca
genellikle âşık, meczup ve mecnun sıfatlarına düşülür. Bu bir psikolojik
savunmadır. Bu bahsedilen durumdan nebiler ve evliyalar da paylarını almıştır.
“Ve dediler ki: “Ey üzerine kitap indirilmiş olan! (zât)
Şüphe yok sen elbette bir mecnûnsun.” [79]
“Size gönderilmiş olan resûIünüz, şüphe yok ki elbette
bir mecnûndur.” [80]
Bu
türlü ithamlara karşı Allah Teâlâ buyurdu ki;
“Sen Rabbinin nîmeti sayesinde mecnûn değilsin.” [81] “Orada
kendisine itaat olunmuş bir emîndir. Ve sizin sahibiniz bir mecnûn değildir.” [82]
Hakikatte insanın bu hali kendini rahatsız
etmez iken dışarıdan görenler yapamadığı ve kavuşamadığa hale aşağılık sıfatlar
vererek rahatlama yolunu seçerler. Aslında
burada Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kulluğu yapmayanların
aşağılamalarından rahatsız olmayın, demiştir.
“Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki,),
Allah yakında öyle bir toplum getirecektir ki, O onları sever, onlar da O’nu
severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve
şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar.
Bu, Allah Teâlâ’nın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah Teâlâ’nın lütfu
geniştir. O her şeyi bilendir.” [83]
Bu konuda şu hususu unutmamalıyız. Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem aşırılığın artışı ile dengesiz bir hayat tarzına düşüp aşağılanmak
için hareket tarzını seçin dememiştir.
Melamî usulü olarak bahsedilen bir tarzda bu hadis-i
şerifin uygulaması bulunmaktadır. Ancak aşağılanma ise sınırlarda terbiye sahibinin
talebesine tavsiye ettiği dışındaki hallerin ise geçerliliği yoktur.
Melâmet, Arapça Levm kökünden türetilmiş, kınamak, ayıplamak,
azarlamak, serzenişte bulunmak, korkmak, rüsvalık anlamına gelen melâmet mastar
bir kelime olup, melâmeti ise, kınanmaya konu olan demektir. Melâmet bir manada
tesettür demektir.
Melâmet, ibâdeti, âdâb-ı şeriatı terk etmek değildir. Bütün
Allah Teâlâ dostları melâmet hırkasına bürünmüşlerdir. Sonuç olarak insan
kulluğunun sırrını nasıl saklaması gerekiyorsa o şekilde kapatmalıdır. Bu
kapatma için her şahıs için geçerli usul başka başkadır.
32-Hadis-i
Şerif
“Kime,
gerek malına, gerek canına bir musibet gelir de, sabreder, kimseye açıp şikâyet
etmezse, artık Allah’ın onu bağışlaması bir hak olur.”
AÇIKLAMASI
Ahlâkın önemli makamlarından ve manevi
yolculuğun kilit noktalarından birisi ve belki de en çetin olanı sabırdır.
“
Sabır ve namaz ile Allah Teâlâ’dan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz),
Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir
görevdir.” [84]
“Sabır, Allah Teâlâ’dan yardım istemek ve Allah
Teâlâ ile sebat etmektir, denilmiştir.”
“Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir.
Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!” [85]
“Sabırda hem zorluklara, hem de günahlara
sabretme beraber bulunmaktadır.”
“Cennet zorluklarla, Cehennem de şehvetlerle
sarılmıştır.”[86]
Sabırda dikkatli olunması gereken en önemeli
husus ayık ve uyanık olmaktır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu
ki;
“Sabır (hadisenin) sarsıntı tesiri yaptığı
ilk anda, gösterilen tahammüldür. “[87]
Allah Teâlâ kulun hakkında ceza vermek murat
etse bile cedlerine ve nesillerine nazar ederek çok zaman bağışlamıştır. Onun
için insanların kendi aralarındaki muamelelerinde sabırlı olması gereklidir.
“Bir gün Davut aleyhisselâm kendisine
zulmeden birine beddua etmiş icabet geç olmuştu. Davut aleyhisselâm bu duruma
çok üzüldü. Allah Teâlâ
“Ey Davut! Sende bir kimseye zulmedersen, o
da sana beddua ederse; Ben sana geç icabet ettiğim gibi ona da geç icabet
edeyim diye, isteğine geç cevap verdim”
Bu nedenle kul Allah Teâlâ´dan bir şeyi ister.
Allah Teâlâ;
“Peki, fakat ben bunu sana, gerektiği bir
vakitte vereceğim” der. Bu verme ya dünyada veya ahirette olur.
Ahirette olan ise daha makbuldür.
33-Hadis-i
Şerif
“Evleniniz, çoğalınız! Çünkü ben kıyamet gününde başka ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem buyurdu ki;
“Şu üç şey Âdemoğlunun saadetindendir; sâliha
bir hanım, geniş ev, rahat binek” [88]
Evlilik, insanın en geniş anlamda özgürlüğe
ve bağımsızlığa ulaşmasının güvencesidir.
Erkek ve kadın evlilikle tek vücut olunca Allah Teâlâ’nın başka bir boyutta
yaratıcılığının tecellisi kavuşarak nesiller meydana getirir. Böylelikle O’nu yansıtan “yeni bir hayat
yaratılır”.
Her zaman olduğu gibi erkek kadının desteği ile çok
şeyleri başarır. Bunun için evlilik gerekli kurumdur. Nebiler dahi evlilik
ihtiyacını diğer insanlardan daha çok hissetmişlerdir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin Hz. Hatice’den gördüğü desteğin büyüklüğünü bu konuda hatırlamak
uygundur.
“Her başarılı erkeğin arkasında kadın vardır”, sözü de sorgulanamaz bir gerçeği yansıtmaktadır
34-Hadis-i
Şerif
“Rızık, kulu, ecelinin aradığından
daha çok arar.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem insanların rızık
peşinde çok elem çekmelerinin neticesiz olduğunu haber vermektedir. Allah Teâlâ’nın
insanın rızkına kefil olduğunu ve onun için üzülmeden kanaatle yaşamayı kullukta
müdavim olmanın gereğinden bahsetmektedir.
“Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı
ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren Biziz. Sonuç Allah’a karşı
gelmekten sakınanındır.” [89]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem yukarıdaki hadis-i şerifi açıklayıcı olarak buyurdular
ki;
“Eğer siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz,
kuşların rızkını verdiği gibi, sizin de rızkınızı verirdi. Onlar sabaha aç
çıkarlarken akşama tok olarak dönerler... “[90]
“Başımızı titreten rızıktan dolayı ye ‘se
düşmeyin, Zira Âdemoğlu ‘nu annesi, üzerine giyeceği bir şeyi olmadığı halde
doğurdu. Sonra Allah ona rızık verdi.” [91]
35-Hadis-i
Şerif
“Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele
eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda
bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân’dan bir
bağdır. Kim bunu korursa Allah Teâlâ onunla (rahmet bağı) kurar, kim de
koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır.”
AÇIKLAMASI
Rahmet-merhamet-rahim birbirlerinin türevidir. Bu
sıfatlarda karşılıklı ve yakınlık üzere ilişkiler bulunmakta ve karşısındaki
ile olgunlaşan sıfatlardır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem huzur ve
iyiliğin kaybolduğunda, parçalandığında, bu bağların kuvvetlenmesi için tavsiyelerde
bulunmaktadır.
İnsanlar yaratılıştan ölümüne kadar birçok akrabalık
bağından geçmektedir. Bu bağların kuvvetlenmesi için gayret göstermek gerekir.
Akrabalık derece derece yakınlık kurduğumuz her şeydir. Bu nedenle aile, akraba, komşu, millet gibi beşerî;
Ruh, nefis, beden, melek, cin gibi insânî;
Canlı, cansız ve başka boyutlarla olan yakınlığımız
açısından bakılınca ilişkilerin hiçbir şekilde koparılmaması gerekmektedir.
Sonuç olarak, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem,
Allah Teâlâ’nın yalnız yaşayana razı olmadığını cemiyet ve içtimâî bir bağ
içinde olmamız gerektiğini söylemektedir.
36-Hadis-i
Şerif
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem bir hastaya geldiği veya kendisine bir hasta getirildiği zaman şu duayı
okurdu:
“Ey insanların Rabbi, acıyı gider,
şifa ver, sen Şafisin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Senden hiçbir
hastalığı hariç tutmayan şifa istiyoruz.”
AÇIKLAMASI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Şâfi-i Kerim Allah Teâlâ Hazretleri, her ne hastalık
indirmişse onun devasını da indirmiştir.” [92]
Hastalıklar maddî ve mânevi olarak iki kısımdır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin duası her iki kısmı da kapsar. Hakikatte
hastalıklar musibetlerin ve günah artıklarını temizleyicidir. Onun için
hastalık ve musibetlere mukavemet gösterip isyan ve itiraz etmeden kadere rıza
gösterenler manevi kirleri olan günahlardan temizlenmiş olacaklardır.
Maddî manada şifa bedeninin sıhhat bulması
manevi anlamda da kalbin “ölü
olma hastalığına mübtela olması”ından kurtulmasıdır. Ölü olma
ihtiyaç duyma hallerine
kapılmadır. Kalp ihtiyaç ölümü ile ölünce beden de boş ve kötü duyguların ve huyların
esiri olur.
İnsan, Allah Teâlâ’dan şifa istediğinde her
iki halin düzelmesi için istemelidir.
Efendim
Hâlikim Rabbim İlâhım
Tarîk-ı
vasla lutfun rehber eyle
Efendim
Hâlikim Rabbim İlâhım
Hüdâyâ yok nihayet fazl u cüda
Giriftar eyleme zenb-i vücûda
Kerem kıl lâyık it bezm-i şuhûda
Efendim Hâlikim Rabbim İlâhım
Füyûzât ile kalbim feyz-yâb et
Mezâk-ı asfiyâda behre-yâb et
Cemâlin keşf edip ref-i hicâb et
Efendim
Hâlikim Rabbim İlâhım
Bi-hakk-ı nûr-ı pâkin Fahr-ı âlem
Bi-hubb-ı Çâr-yâr-ı Zât-ı Ekrem
Derûnum zikrin ile eyle hem-dem
Efendim Hâlikim Rabbim İlâhım
Cenâbundan budur
herdem niyazı
Sivâdan pâk ola
kalb-i Niyâzî
Ki sensün
derd-mendin çâre-sâzı
Efendim
Hâlikim Rabbim İlâhım
Niyâzî-i
Mısrî k.s.
37-Hadis-i
Şerif
“İnsanların en faziletlisi, amel
açısından en faziletli olanıdır.”
AÇIKLAMASI
Amellerdeki gerçek gaye onların hakikatleri
olan batını manalarına ulaşmaktır. İnsandaki fazilet ancak dışa vuran amelleri ile açığa
çıkar. Bu nedenle bedenin sağlamlığı da ibadetlerin, amellerin ve ahlâkın
sağlamlığı olarak açıklanmıştır. Kalbin bozulması, fikir bozukluğuna, bedenin
bozulması da günahlara ve isyanlara sebep olur. Kişi hakkında yapılan yorumlar
ile onun fazileti de açığa çıkarmış oluruz.
"Hz. Aişe radiyallâhu anha, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve selleme;
“İnsanların birbirlerine üstünlükleri ne iledir?” diye sorunca; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi
ve sellem;
"Dünya ve ahirette akıl iledir, cevabını verir. Hz. Aişe;
“İnsanlar ahirette amelleriyle karşılık görmeyecekler
midir?” diye sorunca; Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem şu cevabı verir;
“İnsanlar ancak akıllarıyla itaat ederler.
Akılları nispetinde amel ederler, amelleri nispetinde de ceza ve mükâfat
görürler. "
Faziletli kişi günahlarından korkan ve amellerini
hafife alandır.
38-Hadis-i
Şerif
“Benim nazarımda en ziyade gıpta
etmeye değer kimse şu vasıfları taşıyan kimsedir:
(Dünyevi yükü ve) hâli hafif, namazdan
nasibi fazla, insanlar içinde gizli kalmış ve kendisine iltifat edilmemiş mümindir.
Onun rızkı (zaruri ihtiyaçlarına)
yetecek kadardı, o buna sabretti, ölümü de çabuk geldi, az miras bıraktı,
kendisi için mâtem tutan kadın da az oldu.”
AÇIKLAMASI
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de Ümmet-i Muhammedi
vasıflarken buyurdu ki;
“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün
de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık.” [93]
Bu ayet yukarıdaki hadisi şerifle açıklanabilir. Ümmet-i
Muhammed hali itibariyle her konuda mutedil, ifrat ve tefritten uzaktır. Bu nedenle
Allah Teâlâ bu ümmeti diğer ümmetler üzerine şahit getirmektedir.
İnsan takdirin Allah Teâlâ’dan olduğuna hakikaten ve
yakinen kanaat getirip ve bu durumda istediği bir şeyi elde edemediğinde "Allah
Teâlâ’nın takdiri budur" “bu onun lütfudur" diye
düşünürse hiçbir şekilde isyan etmediği gibi Allah Teâlâ’nın rızasını da
kazanır.
“Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır.”[94]
39-Hadis-i
Şerif
“Ümmetim hakkında saptırıcı
önderlerden korkarım.”
AÇIKLAMASI
Hz. Ali kerreme’llâhü veche buyurdu ki:
“Sen şahısları hak ile tanı, hakkı şahıslarla tanıma.
Yeter ki sen hakkı tanı, onun ehlini de tanırsın”
İnsan-ı kâmillerin dışında kalan kişiler, doğru yolun ehli
olduğunu söyleyen kişiler için Allah Teâlâ “Yalanlayanların vay haline!” [95] demektedir.
Sahte önderlerin, bütün gaye ve
gayretleri, mâl ve mülk edinmek, nâm ve riyaset içindir. Kâmilim diye hakikatten
ve doğruluktan dem vururlar. Ancak kendileri saptıkları gibi kendine uyanları da
saptırırlar. Bu kişilerin kimlik yapısını anlatmak için Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de
örnekler vermiştir.
BEL’AM İBN BÂÛRA
Hz. Mûsa aleyhisselâm
zamanında yaşamış ve sonradan irtidat etmiş olan ilim adamıdır.
Bel’am’a konu
teşkil eden ayet meâlleri şöyledir:
"Habibim!
Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün
kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da,
kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte
ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat,
belki üzerinde düşünürler. " [96]
"Rivayete
göre Mûsa aleyhisselâm, Ken’âniler’in Şam’daki topraklarına girmişti. Bu sırada
Bel’am, el-Belkâ köylerinden Bal’â’da bulunuyordu. Ken’âniler’den bazıları Bel’am’ın
yanına gelerek:
"Ey Bel’am,
Mûsa İbn İmrân İsrâiloğulları’nın başında olduğu halde bizi yurdumuzdan sürmek
ve öldürmek üzere geldi. Bizim ülkemize İsrâiloğulları’ nı yerleştirecek. Senin
kavmin olan bizlerin ise yerleşecek bir yerimiz yok. Sen duâsı kabul edilen bir
kimsesin. Onları defetmesi için Allah Teâlâ’ya duâ et", dediler. Bel’am:
"Yazıklar
olsun size! O Allah Teâlâ elçisidir; melekler ve müminler de onunla beraberdir;
onlar aleyhine nasıl duâ edebilirim! Bildiğimi bana Allah Teâlâ öğretti" diye red cevabı verdi. Kavmi duâ
etmesi hususunda ısrar ettiler. Bel’am da eşeğine binerek, İsrâiloğulları’nın
çıkmakta olduğu dağa doğru ilerledi. Bu dağ, Husban dağıdır. Biraz gittikten
sonra eşeği yere çöktü. Eşeğine binerek biraz ilerledikten sonra hayvan yine
çöktü. Bel’am biraz evvelki gibi hareket ettikten sonra tekrar hayvanına bindi.
Biraz yol alınca eşek yine çöktü. O, yine eşeği yerinden kalkıncaya kadar
dövdü. Nihayet eşek, Bel’am aleyhinde bir delil teşkil etsin diye, Allah Teâlâ’nın
izni ile konuşarak şöyle dedi:
"Ey Bel’am,
nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini
görmüyor musun? Allah elçisi ile müminler senin kavmin aleyhinde duâ
etmektedirler." Fakat Bel’am, buna aldırış etmeden eşeğini döverek yoluna devam etti.
Nihayet eşek onu Husban dağına çıkardı, Mûsâ aleyhisselâmın ordusunun ve
İsrâiloğulları’nın karşısına götürdü. Bel’am onlara bedduâ etmeye başladı; fakat
İsrâiloğulları’na beddûa ederken Allah Teâlâ onun dilini kendi kavmi aleyhine
çevirdi. Yanında bulunan halk, onun kendi aleyhlerine bedduâ etmekte olduğunu
görünce:
"Ey Bel’am!
Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrâiloğulları’na hayır duâda, bize bedduâda
bulunuyorsun" dediler. O:
"Ben bunu
kendi ihtiyarımla yapmıyorum, Allah Teâlâ dilime hâkim oldu" dedi. Bunun üzerine dili ağzından
çıkarak göğsü üzerine sarktı. Sonra kavmine: Dünya ve âhiret benim
elimden gitti, artık hileye başvurmaktan başka çare yoktur..." dedi.
Öyle anlaşılıyor
ki bu ayetler, Bel’am ve hareketleri itibariyle onun gibi olan herkese
şâmildir. Allah’ın ayetlerini yalnız bir veya birkaç kişiye hasretmek doğru
olmaz; onlar geniş kapsamlıdırlar.
Bel’am, dünyevî
çıkar ve hesaplar için Allah Teâlâ’nın dinini tahrif eden bir ilim ve din
adamını küfür sistemlerine ve kâfir yöneticilere yaranmak maksadıyla Allah
Teâlâ’nın hükümlerini çiğneyen ve asıl gayesinden saptıran kimseleri temsil
etmektedir.
İnsanları "Allah
Teâlâ adını kullanarak" aldatan, hevâ ve heveslerini tatmin için "Tevhid
akîdesini" tahrip eden "Bel’am’ın" etkisi korkunçtur.
İslâm topraklarının; kâfirler tarafından istilâsını hazırlayan güç, "Bel’am"dır.
Allah Teâlâ’nın
indirdiği hükümlere karşı ayaklanan ve İslâm’a küfreden yönetimlerle yani
Tağûtî güçlerle din adına uzlaşan ve müslümanları da "Allah Teâlâ adını
kullanarak" aldatan, Kur’ân-ı Kerim’deki ifadeyle "köpek
sıfatlı" kimselerin ortak ismi Bel’am’dır. Bu köpek sıfatlı kimseler
de; Allah Teâlâ’nın indirdiği hükümlerin bir kısmını kabul, bir kısmını "zamanın
değişmesi" gerekçesiyle sükûtla geçiştirirler. Bunlar "çok
dindar" görünmekle birlikte, Tağut’a itikat ve iman etme noktasında
titizdirler.
Sonuç
olarak unutulmamalıdır ki;
Allah Teâlâ şöyle dedi: “Allah bir kavme hidayet
ettikten sonra saptıracak değildir.” [97]
40-Hadis-i
Şerif
Allah Teâlâ cennet ehline:
“Ey Cennet ehli!” diye buyurur. Onlar
da:
“Buyur ey Rabbimiz, emret emrine âmâdeyiz.
Ey Rabbimiz?” derler. Allah Teâlâ:
“Razı oldunuz mu?” diye buyurur. Onlar
da:
“Niçin razı olmayalım ki, yarattıklarından
kimseye vermediğin şeyleri bize verdin” derler. Allah Teâlâ
“Ben size bundan daha üstün olanını
vereceğim” diye buyurur. Onlar da:
“Ey Rabbimiz! Bundan daha üstünü ne
olabilir ki?” diye sorarlar. Allah Teâlâ da:
“Size rıdvânımı (rızâmı) bahşediyorum.
Bundan böyle artık ebediyen size kızmam” diye buyurur.”
AÇIKLAMASI
Her çalışmanın ve gayretin bir karşılığı vardır. Karşılıkları
ödemede Allah Teâlâ ise cevvad [98]-ül kerimdir.
Enes İbn-i Malik radiyallâhü anh, Efendimiz sallallâhü
aleyhi ve sellem´den şöyle rivayet etti.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor.
“İzzetim, celalim,
cömertliğim, mahlûkatımın bana olan ihtiyacı ve yüce makamım için, erkek ve
kadın kullarımın İslam üzere yaşayıp yaşlanmalarının ardından onlara azap etmekten
hayâ ederim.”
Yine Enes İbn-i Malik radiyallâhü anh diyor ki, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem´in bu esnada ağladığını gördüm.
“Ya
Rasülallah niçin ağlıyorsunuz?” Diye sordum. Bunun üzerine;
“Allah Teâlâ ondan
utandığı halde, kendisi Allah Teâlâ´dan utanmayana ağlıyorum”, buyurdu.
Sevdim
seni hep vârım yağmadır alan alsın,
Gördüm seni efkârım yağmadır alan alsın.
Aldı çü beni benden geçtim bu cân u tenden,
Aklım dahi her vârım yağmadır alan alsın.
Ben varlığımı attım dost varlığına yettim,
Her usluya bazârım yağmadır alan alsın.
Geçtim ben âd u sandan çıktım ben o dükkândan,
Hep ırz ile vakârım yağmadır alan alsın.
Geldi dile dildârım buldum gül-i gülzârım,
Şimden gerû hep vârım yağmadır alan alsın.
Sen gâib u hâzırsın her hâlime nâzırsın,
Ahvâl ile etvârım yağmadır alan alsın.
Çün buldu gönül yârim terk eyledim ağyârım,
İmân ile zünnârım yağmadır alan alsın.
Mısrî’ye vücûb
imkân bir oldu kamû a’yan,
Tâat ile ezkârım yağmadır alan alsın.
Niyâzî-i Mısrî
k.s.
[1] Nun, 4
[2] Tevbe, 128
[3] Bu dua daha önce yazdığımız Muhammedi Dua isimli
kitaptan alınmıştır. Bu dua’nın açıklaması o kitapta ayrıca bulunmaktadır.
[4] Ahzab, 56
[5] Bakara, 32
[6] Duha, 7
[7] "İstiğfâr
eden kimse günde yetmiş defa da günah işlemiş olsa bunda israr etmiş sayılmaz"
(Tirmizî, Deavât, 107).
[8] ATEŞ Süleyman; İrfan Sofraları Niyazî-i Mısrî - Ankara,
1971. On birinci sofra
[9] Saffat, 96
[10] Casiye, 23
[11]
Buhârî, Rikak. 41; Müslim, Zikir, 14, 16, 18; Tirmizî, Cenaiz, 67, Zühd, 6;
İbn. Mâce, Zühd,31; Nesai, Cenaiz, 20;
[12]
Müslim, İman, 11; İbn. Hanbel, 1/308, Münavî, 11/29
[13] Nisa, 78
[14] Nisa, 79
[15] A’raf, 155
[16] A’raf, 156
[17] A’raf, 156
[18] Taberânî,
el-Mu’cemü’l-kebîr, II, 166 (1681), 167 (1685); Hatîb el-Bağdâdî, İktizâu'l-ilm
el-amel, 4.bsk. thk. Muhammed Nâsıruddîn el-Elbânî, el-Mektebü'l-İslâmî,
Beyrut, 1397, s. 70; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, I, 184, 185.
[19] Tirmizî, Menâkıb, (3853)
[20] Rum, 30
[21] Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenâiz. 52,
(1, 241); Tirmizî, Kader 5, (2139);
[22] Tirmizî, Zühd, 43,
(2377)
[23] Â’raf, 55
[24] Hadid, 22-23
[25] Rahman, 29
[26] Â’raf, 40
[27] Mu’minun, 1
[28] Müminun, 2-9
[29] Âl-i İmrân, 19
[30] Bakara, 257
[31] Kur’ân-ı Kerim’de, “ceza suçun cinsinden olursa,
suçun mislinden fazla olamaz” kuralı vardır. “Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük
koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz.”
(En’am, 160) “Kim bir kötülük işlerse
ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, inanarak yararlı iş
işlerse, işte onlar cennete girerler; orada hesapsız şekilde rızıklanırlar.” (Mü’min,
40)
[32] Mâide, 54
[33] Hadis Hz. Ali
kerremallâhü vecheden rivayet edilmiştir. Bak: Tirmizî, Menâkıb (50), 20, hd.
no: 3714. K. Hafâ, II, 183.
[34] Buhâri: Rikak. 28: Müslim. Cennet.
1; Tirmizi: Sıfat-u Cennet. 21
[35] Kasas, 55
[36] İbnü’l Farız
[37]
Günde onbin yirmibin zikir yapıyorum diyenler, sadece kendilerini avuturlar. Asıl
zikir Allah Teâlâ’yı bir an unutmamaktır. O zikir sahipleri sayılarında
Allah Teâlâ’yı unutur giderde farkında bile olmazlar. Çünkü bu fahiş
miktarlarda zikir adedi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin tariflerinde
yoktur. Onun yapmadığını yapanlar çölde kumdan ev yapanlar gibidir.
[38] Kehf, 24
[39] Ebu Davud. Taharet. 89. Libas. 129:
Nesai. Taharet. 167. Hayl. 11: Darimî. İsti'zam. 34: İbn-i Hanbel. 1/80. 83.
107. 139
[40] Camiussağir, II,181; Acluni, Keşfu’l-Hafa, II,102
[41] (Gülşeni Râz, Şeyh
Mahmûd Şebüsterî), b. 548-550
[42]Tirmizî, Zühd 57, (2398)
[43] Tirmizî, Zühd 65,
(2416)
[44] Râd, 28
[45] Ebu Davud. Edeb. 29: İbn. Mübarek
Hasan-ı Basri'nin sözü olduğunu söyler; bkz. Aclunî. II/294
[46] İbn. Hanbel, III/349, 387,394;
Heysemi, 11/293;
[47] Buhârî, Mardâ 1;
Tirmizî, Emsâl 4, (2870); Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkûn 58, (2809).
[48] İmam Rabbanî, Mektubat, trc,
H.Hilmi Işık, İstanbul, 1977, s.449- (273. Mektub)
[49] İmam
Rabbanî, Mektubat, a.g.e., s.450–452
[50] Tirmizî, Tefsir,
Hicr, (3125)
[51] Kehf, 80
[52] Tûr, 21
[53] Musahhar: emre verilmiş, itaatkâr,
fethedilmiş, birine bağlanmış.
[54] Câsiye, 13
[55] Tevbe, 111
[56] Zümer, 70
[57] Buhârî, Tevhid 33; Müslim,
İman 153, (94); Tirmizî,
İman 18, (2646).
[58] Tirmizî, Zühd 42,
(2376)
[59] Müslim, Zühd 1, (2956);
Tirmizî, Zühd 16, (2325).
[60] Tevbe, 67
[61] Tâhâ,
14
[62] Hac,
77
[63] Nisa, 103
[64] İbrahim,
31
[65] Tirmizî.
[66] İbn. Hanbel. I/380
[67] Rum, 31
[68] Müslim, İman 134, (82); Ebü Dâvud, Sünnet 15, (4678);
Tirmizî, İman 9, (2622). Metin Müslim'in metnidir. Tirmizinin metni şöyledir: “Küfürle
îman arasında namazın terki vardır.”
[69] Tirmizî, İman 9, (2622); Ebü Dâvud, Sünnet 15, (4678); İbnu
Mâce, Salât 77, (1078).
[70] Tirmizî, İman 9, (2623); Nesâî, Salât 8, (1, 231, 232);
İbnu Mâce, Salât 77, (1079).
[71] Tirmizî, İman 9, (2624).
[72] Buhârî, Mevâkît 14; Müslim, Mesâcid 200, (626); Muvatta,
Vukütu's-Salât 21, (1,11,12); Ebü Dâvud, Salât 5, (414, 415); Tirmizî, Salât
128, (175); Nesâî, Salât 17, (1, 238).
[73] Buhârî, Mevâkit 15, 34; Nesâî, Salât 15, (1, 236).
[74] Bu Hadis'i Ahmed (2/169) Darimi (2/301) ve ibnu Hibban
(1448) Âcurri Şeriada (135) Muhammed İbnu Nasr el-Mervezi Kitabû's-Salet'da
(58) Taberani Kebirde Beyhaki Şuabû’l-iman da sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.
[75] Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1203) ve Nesei (2/20) Ahmed (4/145)
İbnu Hıbban (260) ve Taberâni Kebir de (17/833) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir. Şeyh El-Bâni Silsiletü's-Sahıda'da (41) tahriç etmiştir.
[76] Müddesir,40-48
[77]Bu
Hadis'i Ebu Nuays Hıylada (6/265 ve Ahbar'da 2/213 İbn-u Mes'ud'dan Taberâni
kebirde (9754) Haraiti Mekarim de (77) ve Taberâni
Evsatta (1/138) Umer Ibnul-Hattab'dan sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve
Şeyh Albâni Silsile'de (1739) tahriç etmiştir.
[78] İbrahim, 40
[79] Hicr, 6
[80] Şuara, 27
[81] Kalem, 2
[82] Tekvir, 21-22
[83] Mâide, 54
[84] Bakara, 45
[85] Nahl, 127
[86] Buhâri. Rikak. 28: Müslim. Cennet.
1; Tirmizi. Sıfat-u Cennet. 21
[87] Buhârî. Cenaiz. 32. 43. Ahkâm. 11;
Müslim. Cenaiz. 14-15; Tirmizi, Cenaiz, 13; Nesai. Cenaiz. 22; İbn. Mâce.
Cenaiz. 55 Ebu Davud. Cenaiz. 27
[88] İbn Hanbel
(1/168)Taberani (1/19) Taberani Evsat (1/163) Mecmauz Zevaid (4/272)
[89] Tâhâ, 132
[90] Tirmizi, Zühd, 33; İbn. Mâce, Zühd,
14; İbn. Hanbel, I / 30, 52
[91] İbn. Mâce, Zühd, 14; İbn. Hanbel,
III / 469
[92] Ebu Dâvud ve Tirmizî’de şu ziyade var:
"Tek bir hastalığın ilacı yoktur" dedi.
Kendisine:"O hangi hastalıktır?" diye soruldu da:
"İhtiyarlık!" cevabını verdi." Buhârî, Tıbb 1, Ebu Dâvud, Tıbb 1, (3855); Tirmizî,
Tıbb 2, (2039); İbnu Mâce, Tıbb 1, (3436).
[93] Bakara, 143
[94] Beyyine, 8
[95] Tur, 11
[96] A'raf, 175-176
[97] Tevbe, 115
[98] Cevvad: Çok
çok ihsan eden. Çok cömert
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder