KİTAB-I GÜL
الحمد لله رب
العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد
وعلى اله وصحبه
وسلم اجمعين
Yaş kırkı geçince çok şeyler değişiyor
derler, doğrudur. Gençliğin aldanmalar ile geçen günleri geride vaveyla ve
heyhatları ile insanın içine delgi oluyor. Ne çare ki sonuçta pek olumlu
değildir. Çünkü zaman geçmiş ve telafi edilmesi de mümkün değil. Düşünüyorum da
en çok yakın bildiğimiz annemiz ve babamız. Fakat ne yazık ki, en çok
kızdıklarımızda onlar. Evet, en çok kızdıklarımız onlar. Çünkü doğru
söylüyorlar. Doğru söz adamın içine batıyor. Tabi ki düz olduğu için.
Çok şeyler geçti. Hani elimiz kâlem
tutmaya başlayıp birkaç kitap telif ve tasnif yapınca bazı şeyler söze intikal
etmediği halde içimize sıkıntı veriyordu. Aslında yanlış yaptığımızı yeni
anladık. Gerçek rahatsız eder. Topal da yol yürür. İşte öylesine. Fakat eline
birisi baston verirse onu da inkâr etmemesi gerekir değil mi?
Hepimiz emekleyerek yürümeye başlamış
insanlarız. Her insan bir topaldır. Muhakkak bir şeye muhtaçtır. Zaman ve mekân
bu kadar genişleyince her şeyi bilmek, bulmak, anlamak mümkün mü?
Hayır.
Benim de ilk kitap yazmayı denemem
belki bir istek şeklinde oldu. Zaten ilahiyat fakültesinde bitirme tezi [1]olarak hazırladığım nüshayı bir
başlangıç sayılabilir.
Bu tezimi hazırladığım halde danışmam
hocam kaybedip bir seneye yakın zamana kadar bulamamızda ayrı bir gariplikti.
Öyle olmuştu ki danışman hoca başka hazırladığı bir konuyu bana verip tez
olarak kabul edecekti. Ben uzun zaman razı olmadım. Anlıyorum ki, bu tez
toprağa düşmüş tohumun çıkmasını engelleyen bir kara taşın varlığı idi. O hale
gelmiştim ki, “hocam vereceğine razı olacağım” demek için odasına
gidince “müjde tezini buldum” diyerek müsvedde nüshayı bana verdi. Bende
dar zamanda o nüshayı daktilo ettirdim. Şurası bir hakikat ki Abdulkadir
GÖLPINARLI’nın “Melamiler” isimli kitabının başındaki “kaziye-i mensuha”
da benim o tezimin girişi için geçerlidir. O günün şartlarında bana hiç kimse
yardım etmediği halde yardım etti diye yazdıklarım sırf iltifat içindi. Bugün
ise bu yazdıklarıma hayıflanıyorum. Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi’yi
ziyaretlerimde genellikle bana “yine yalnız mı geldin?” sorusu benim
hayat boyu yalnızlıkla olacağımın işaretini veriyordu.
Biz yalnızdık. Yalnız olmak bizim için
bir kaderdi. Ancak Cemil Meriç Hocam gibi “ezeli şifa olan aldanmak” diyoruz
ya, samimi gördüğümüz kişiler bir zaman sonra bizi sömürmek isteyince yalnız
kalmanın bizim için daha anlamlı olduğunu anlıyorum.
Biz topalız, herkes topal. Bastonu
verdik veya bulduk diye kimsenin başına kakmak gerekir mi?
Gerekmez. Niçin gerekmez. Hayat
muhtaçlık üzerine kurulmuş.
Bizim tekrar kitap yazma konusuna
gelince “Darende Cemaati” nin katkılarıyla Şahdedem hakkında çıkan kitap benim hazırladığım
tezin desteği ile olduğu halde yazarının bir kere olsun bize ulaşmak gayreti
göstermemesine hayret etmiştim. Aslında bize ulaşabilirdi.
Ama ulaştırmadılar. Çünkü biz
zincirimizi kırmış, kaçkın, münkir gibi daha nederseniz deyin o sınıfındaydık.
Başımıza işler gelmiş gurbete düşmüştük. Tesadüfler manevrası ile bir yere
gelenler ancak “kölelerine” yardım ederler. Bize yardımı bırakın “arayıp
sormadılar”
Niye arayıp sorsunlar ki, İsmail
zincirini kırmıştı.
Düşüncelerinde özgür olmak ne güzeldir.
Bunu ben Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde her zaman görüyorum. Fakat
zamanımızda ise bu mümkün değil. Adam lider olmuş, bir de koruma ordusu var.
Eğer korumasını aşabilirsen ne ala. Koruma aşılır mı? Zamanımızda koruma demek
k… demek gibi bir şey oldu.
Bazıları da geçmişini unutmuş, yeni
nesile nasıl olsa “ne dersen yutarlar” felsefesiyle atıp tutuyordu. Aslında
hata yapmak insan için kaçınılmaz sondur ve özür değildir. Tevbe edersin, Allah
Teâlâ her şeyi siler. Eğer böyle bir hakikat olmasa Allah Teâlâ tevbeyi emreder
miydi?
Bizce önemli olan bu kişilere “siz
gerçekten bu işe soyundunuz mu?” “bu iş size verildi mi”
denildiğinde “ne yapalım, bir kere oldu” lafları Firavunun şeytana
müdafasına benziyor. Şeytan firavuna demiş ki;
“Gereçekten
tanrı olmadığını biliyorsun, niye?” Firavun;
“Ne yapalım tanrı
olduğum, bir kere ağzımdan çıktı, vaz geçemiyorum.”
İnsanlar kendini, kendinden saklar ve
daha iyi bilir. Eğer biri şeytan dürtmelerine uğramışsa ve dürtülenlerin sözüne
uyarsa şeyh de olur, peygamberde olur. Önemli olan kendisinin ne olduğudur.
Bunu itiraf etmek mümkün değildir.
Bir tecrübem olarak şunu diyebilirim.
Çok kişi rüyalarında “seni şöyle şöyle gördüm.” Dediğinde “gardaşım
senin gördüğün ve gösterilen niye bana gösterilmiyor” dememekti. Eğer
görülen bir şey varsa hakkında onu sen değilde niye başkaları görüyor demek
insanın işine gelmiyor.
Hoş bir arzu.
Nefis gıda alıyor. Niye?
Başkalarının gördüğüne inanmak güzel.
Çünkü günah olmaz. aldanmak istediğin için bir aldatıcı beklemek ve onu
kurtarıcın bilmek, güzel, ama çok acı.
Benim kitap yazma sevdası önce küçük
küçük risaleler ile oldu. Daha sonra Kaside-i Ercuze’yi Türkçeye tercüme ile
oldu. İlk tercüme hatalar ile dolu olsada samimi bir yazı olunca herkes okudu.
Çünkü muhteviyatında riya yoktu. Sonra “Şahdedem” diye yâd ettiğimiz
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak için bir kitap yazmak murat ettik. Fakat
alt yapı olarak hazırladığım tezden başka bir şey yoktu. Sonra dayım Kazım
Efendinin ısrarıda oldu. Yazma işine teşebbüs ettik. Yazarken değişik bir şey
olsun diye düşündüm. Çünkü İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak Efendinin
kendini ifade eden “Katre şiiri” ile yazayım dedim. Çünkü o kendisini
katrede anlatıyordu. Bu nostaljik bir hava hissettirir diye düşündüm. Kitabın
adını önce “Kitab-ı Hüsn”(Güzelik Kitabı) diye düşündüm. Ancak yazarken
Şahdedem’in sık sık Sadi Şirâziden anlattığı hikâyeye istinaden “Kitab-ı Gül”
ismini verdim.
“Gardaşlarım!
Sâdi derki, Bir
gün hamamda bir sevimli insan bana bir parça güzel kokulu kil verdi. O kile:
“Misk misin, yoksa amber
misin, senin güzel kokundan mest oldum.” dedim. Kil cevap olarak bana şöyle
dedi:
“Ben adî bir kil
idim, fakat bir zaman gül ile arkadaş oldum, onun güzel kokusu bana sindi,
yoksa ben bildiğin toprak parçasıyım.” [2]
Her kitap aslında bir çocuk gibidir. Doğacak çocuğun adı bu
şekilde kaldı. Kitap yazıldığı şekli ile bazı sıkıntıları içinde barındırmaya
başladı. Öylede oldu. Hazırladığım “Kitab-ı Gül” benim yazdığım şeklinden daha
garip bir şekilde yamama usülü ile kayda geçip birileri tarafından çıkartıldı.
2002 de çıkan kitapın birçok yeri
değiştirilmişti. Menakıp kısmını ben bilerek boş bırakmıştım. Çünkü ben ikinci
ravi olacağımdan hatalar olsun istememiştim. Sonuçta Şahdedem için istenilen
seviyede bir kitap çıkmamıştı. Bu bende biraz sıkıntı oluşturdu. 2007 yılının
ağustos ayındaki verilecek olan sene-i devriye yemeğine yetişecek ve kitap[3] bedava dağıtılacaktı. Dağıtamadık ve
engellendi. İşin en garip tarafı bedava olarak verdiğimiz kimseler geri bu
kitabı bize iade ettiler. O da zorumuza giden işlerden oldu. Bir kitap ki
birine minnetsizce geldi onu iade etmek günahının karşılığı nedir? Bilemiyorum.
Kitab-ı Gül adı altında çıkan kitabın mayası ve çoğu bizim tarafımızdan
hazırlanmışken, bu kitabımız gibi sansüre uğramıştı. Çünkü genişlemek ve düşünmek
planında bazı yorumlar birileri tarafından görülmesi istenmiyordu. Bu kitapta
değişik bir şeyler vardı ki, insanlar onu okumak şöyle dursun çöpe bile atabilmekten
çekinmediler.
İşte bu minval üzere hep bir yalnızlık
bu güne kadar bizi takip edip etti. Çünkü doymayan bilme arzum neticesinde
sorgulamak istediğim şeyler artınca, “bu niye böyle oluyor” soruları çok
zaman cevapsız kaldı. Bu cevapları ancak kendime de dürüst olursam çözeceğimi
anlayınca bütün tarikat erbabıyla ilişkilerimi resmi seviyeye indirgedim. Ve en
yakın dostlarım kitaplar ve yazdığım üç beş karalamam oldu.
İstanbul’da Ebuzziyafe Şevket Baba,
Orhan Baba, Mümin Vatansever Efendiler gözümü açma vesilesi oldular. Artık
şeyhi tapılacak gibi biri görmeyip bilmediğin yolda kılavuz olacağını
öğrettiler. Bu öğrenme bize rahat hareket etme kabiliyeti sundu. Öyleki zamanla
Hz. Ebû Tâlip aleyhisselâmı yazacak kadar içimde kuvvet hissettim. Bu kitabı
yazdıktan sonra Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bana iltifatının çok
olduğunu hep hissetmekteyimdir.
İşte dedemin hayatı olan Kİtab-ı Gül’le
başlayan macera budur. Bu kitap şimdi benim kontrolümde olmasa bile iliklerinde
gezinen kan, benim nem kokan bodrum katlarında akan gözyaşlarımın ortak olduğu
havayı taşır. Mühteviyatı olarak basit, içerik olarak zayıf olsada bu kitabı
ben doğurdum. Birileri ona elbise babında bir şeyler ilave ettilersede canı ve
kanı bana aittir. Sıddık ve Hulusi inançlı kişiler bunu iyi bilir.
Beni birilerinin takdir etmesini
istemiyorum. 29. 08. 2001 tarihinde ilk
müsveddesini yazdığım, daha sonra 2002 yılında çıkartılan kitaba sahip olmak
arzusunda değilim. Kitab-ı Gül’den sonra çok kitap çıkardım. Beni üzen bazı
cahillerin, benim kitabı çaldığım ve yalan yazıyor demeleridir.
İlm-i Ledün kitabında çerçeve herkese
açıktı. Ancak açık çerçeveye tahammül etmek zordur. Çünkü Şahdedem den sonra
çok şeyler olmuştu. Herkes Hakk’ın kendilerinde olduğunu iddia ediyordu. Doğrusu
ise hak olan Hakk’ın kendisidir. Diğerleri gölge. Allah Teâlâ’nın mülkü ve
kulları kimseye paymal değildir. Özgürlüğü kısıtlamak Allah Teâlâ’ya savaş ilan
etmektir. Kim kimin neyine ortak ki! Bir zaman geldiğimiz dünyadan çok şeyde
görmeden çekip gideceğiz. Birde hesabı var bunun. İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı
Toprak Efendiden benim anladığım şudur ki,
Efendi
Hazretleri, şikâyete gelen bir kişiye “Allah Teâlâ’ya bu kulu yaratmasını
bilmemişsin mi diyelim” bir başkasına “kuldur hata işler, üçer, beşer” demesidir.[4]
Kitab-ı Gül’ü
hazırladığım tarihteki şekliyle sunuyorum.
Tevfik ve inayet Allah Teâlâ’dandır.
İhramcızâde
İsmail Hakkı ALTUNTAŞ
Esenler /İstanbul
KİTAB-I
GÜL
Âlemi, Âdemle şereflendiren
yüce Allah bizleri ayriyeten Peygamber Efendimiz (sav) le ve Sultanımız Kutbu-l
İrşad, Gavs-ül Azam, Mürşidi Kamil İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendimizle
şereflendirdi. Elhamdülillahi rabbil âlemin.
İsmail Hakkı Toprak İhramcızâde
Efendimiz Nakşibendî Tarikatının Halidi Haki Kolunun temsilcisi olarak hizmet
etti.
Efendi Hazretleri zaman ve mekân
üstü bir müessir olduğu cümlece meşhurdur. Beşerin akıbeti bu âlemden göçmek
kazasına takdir olunduğundan bizleri mutlaka Efendimizde terk edecektir. Bu
insanlık üzerine Peygamber Efendimizin vefatından daha büyük bir iptila gelmemiştir.
O Yüce Sultanın (sav) varisleri de aynı acıyı bizlere tatdırdılar. Hatıralar
Onların acılarını az da olsa bizlere unuttursa da yine Yüce Allah´tan cümlemize
sabır tavsiye ediyoruz.
Nasıl ağlamayım etmeyim feryat
Mübtelayı aşkın bî-nevâsıyım
Leylînindir Mecnun,Şirinin Ferhat
Bende bir Kamilin Mübtelâsıyım.
La
Efendi
Hazretleri hakkında yeteri kadar yazılı kaynak ve doküman bulunmamaktadır. Sebebini
kendisinin şöhret afetinden ictinab etmesine yormak lazımdır. Çünkü O beşerin
Sultanı Fahri Kâinat Efendimiz yanında adının anılmasına gönlü razı olmazdı. Fakat
Efendi Hazretlerini göremeyenlere sevgililerinden haberdar etmek için bu kitap
yazıldı. Bazıları tarafından yazılan birkaç eser Efendinin büyüklüğünü
anlatmakta aciz kalmıştır. Biz bunu muhabbet noksanlığına işaret saydık.
Efendi
Hazretleri baki âleme göçünce yeni bir ortam veya şeyh arayanlar kendilerini
tarif edilmez bir girdabın içinde perişan etmişlerdir. Manevi bağlarını koparan
bu Gardaşlarımiz sonuçta büyük elemlerin vicdan rahatsızlıklarının verdiği
işlevle bu güzel sultandan kopmuşlardır.
Efendi
Hazretleri son demlerinde bu olacak hadiselere çok kereler açık ve kinayeli
kelamları ile izahatta bulunsa da bu kardeşler hatalardan kendilerini koruyamamışlardır.
Bu beyitler son sohbetlerde çok defa lisanlarından dökülmüştür.
İki âlemde tasarruf ehlidir ruhu veli
Deme kim mürdedir bundan nice derman ola
Ruh şimşir-i Hüda´dır ten gılaf olmuş ona
Dahi ala kâr eder bir tığ ki üryan ola.
Bu bir
hakikatin ta kendisi ve tecellisidir.
Efendi
Hazretlerinden affını talep ederek bu gül hayatı Fatsa´lı Hamit Hoca´ya hitaben
kendi kâleme aldığı şiir-i mikyas alarak hayatını inceleyeceğiz.
Mürşid-i Kamil olunca na-yab
Sana mürşit yetişir şimdi kitap
Balabani Hasan Hüsnü Efendi
Bu eserin esasen mevzunu
oluşturan bu yolun esas gayesi nefsi terbiye etmek ve kalbi saflaştırmaktır. Ehlullah
bir nuru hakikattir. O nura pervane
olanlar sonunda vuslat şarabını içerler. Bu sebeptendir ki, Cüneyd´i Bağdâdi
(ks) Hazretlerine sormuşlar; evliyanın sözleri ve hikâyelerinden bir menfaat
temin edilir mi? Evet. Bu yolda sebat, müşahede ve kuvveti kalb husule getirir.
Kur´anda “Biz sana Peygamberlerin kıssalarını anlatarak
kalbini tatmin ve tespit edeceğimiz her çeşit kıssayı sana anlatıyoruz; buyurulmadı
mı?” cevabını vermiştir. Bu
yolun kemalatı bir demircide de zuhur eder, Bayezit-i Bistam (ks) zamanında
olduğu gibi. Bu farkı fark etmek lazımdır.
KATREMİZDEN HİSSE AL Bİ-KARI DERYA OLMUŞUZ
CÜMLE HALKA BİR BAKIŞLA ÇEŞMİ BİNA OLMUŞUZ.
GERÇİ ZAHİRDE LİSANI NAS İLE GÜFTARIMIZ
MANA YÜZÜNDEN SOYUNUP HEP MUARRA OLMUŞUZ.
Hak vücudu bir nurlu
deryadır. Bu derya zuhurlar âlemidir. Eğer
bu deryaya girmek istersen Varlık tılsımını bozup Hakikat Denizine dalmalısın. Herkes
hakikatlerin sırrına mahrem olamaz. Bu yoldakilerin halleri değişik değişiktir.
Bu esrarın gizli kalması için rumuzlar kullanılır. Ehlinin dışına yol gizli
kalsın.
Efendi Hazretleri yokluk
meşrebince yaratılışı basit bir terkip olan insanın Rabbi karşısında katre ile
zelilliğini anlamasını isteyerek Allah´ın varlığında çalışarak fena bulacağını
sonsuzluğa erişeceğini beyan ederek söze başladı.
Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi.
Sözün evvelini bu sırla başlatarak
bu yola girenlere fetanet sahibi olunmasını ve bu itibar ile Rabbi tarafından
kendine verilecek ihsanı haber veriyor. Bir işin evveli nihayetini gösterir. Katreden ummana varan bir yolculuk. Şah Nakşibendî
Efendimiz “Biz yolumuzun sonunu evveline derc ettik”
buyurdular.
Katre-i acz içre arif cilve eyler zahida
Katresin destinde pinhan mevc uran ummanı gör.
Pir
İlyas
Hak ilminde bu âlem bir nüsha imiş ancak
Ol nüshada bu âdem nokta imiş ancak
Ol nokta içinde nice bin gizli derya
Bu âlem o deryadan bir katre imiş ancak
Niyazi Mısri
Nitekim denilmiştir
ki:Allah´ın yeryüzünde ehli ehle sevk eden melekleri vardır. Tabiatında
peygamberlerin ve velilerin tabiatlarında bulunan kemallerden bir parça bulunan
kimse onları görüp işittiği zaman onlara hemen meyleder. Mayasında bu kemalden
bir parça olmayan onlardan uzaklaşır. Ölüm bu nefreti ortadan kaldırır, bu
sebepten dolayıdır ki büyüklerin vefatlarından sonra takdir edilmeleri bundan
dolayıdır. Arif-i Billah insanların arasında belirli bir yakınlık olması
laubaliliği husule getirdiğinden kendileri gibi olduklarını düşünmeleri onlara
karşı bir saygısızlık oluşmasında bir etken dir. Bu ise bir hayat gerçeğidir. ”O´da bizim gibi yiyor, içiyor. . . . ”
ayeti ümmetlerin peygamberlere karşı gelmesinde nasıl bir rol oynuyorsa, velilerde
bu sıkıntıyı tatmışlardır.
Arif-i Billah´lar
müsaadeleri miktarınca açtıkları sırları kesb ehline sonsuz mahiyette
göstermelerinin anahtarıdır bu söz. Tabiki anlayana; bu meslek erbapları kolay
yetişmemektedir. Mürşidi kamiller bu hale gelene kadar on dört ilimi talim
buyurmaları gerekir.
KEHANET,
SİHİR, SİMYA, HİMYA,
ŞUCEAN, ŞEHAN; bu altı ilim kâfir ve mümin arasında ortaktır.
AHFA, AHZAB, REMİL,
HAKAİKİ EŞYA, HURUF İLMİ, CEFİR İLMİ,
KİMYA İLMİ (İKSİR İLMİ) Bu yedi
ilim müminlere mahsustur.
On dördüncü ilme gelince
SIRRI KADER İLMİ adı verilir. Bu sekiz ilim İnsanı Kamil´lere ve arif-i billâh
lara maruftur. Bu ilimler ancak sadırdan
sadıra intikali vardır. Kitaplarda bulmak mümkün değildir.
İnsanın sırrı bir damla
suda nasıl saklı ise Efendi Hazretleri bize intisab eden bir ihvanımız bir
halimiz ile de irşat olur demek istemiştir. Hakikat ehli bu yolda rumuz ile
hareket etmese idi, yol eşkıyaları hem bu yola, hem de
müntesiplere zarar vermeleri sabit olduğundan gizliden gizliye hareket
edilmiştir. Efendi Hazretlerini tanıyanlar yokluk üzere olan bu İnsan-i kâmildeki
sırrı çözmeleri mümkün olmadı.
Bu hakikattendir ki
deryasına dalanlar nihayetini bulamadılar.
Hamr-i rûy-i yar ile sekran olan anlar bizi,
Katresin bahr eyleyip umman olan anlar bizi.
Niyazi Mısri
Bir deryaya katılan katre
cinsini gayr-ı ise, o katılma bir şey de ifade etmez. Katreden hisse almakta yaratılış mayasındaki
nakıslığı gidermekle olur ki; insan yaratılış itibarıyla mükemmeldir fakat fani
dünyaya gelmesi ile bazı karanlıklardan hisse sahibi olmuştur. İşte burada
mürşidin tasarrufu gereklidir. İhvan mekteb-i irfana dahil olduktan sonra
talebkâr olmalıdır. Katreden pay alanlara ne mutlu. Yoksa iş post üstünde
oturmak değildir.
Zahida suret gözetme içerü gel cana bak
Veçhi üzere gör ne yazmış defteri rahmana bak
Mushaf’ı hüsnüne yazmış “Kul hüvellah” ayeti
Gel inanmazsan geru var mektebi irfana bak
Niyazi
Mısri
Bu yola katılanlarda aynı
teslimiyet olmadığı için çiğ kalanlar olmuştur. Bu da hoş bir tecellidir. Ya
Rabbi mektebi insana yolumuzu uğrattığın ve sabit kıldığın için sana ne kadar
şükretsek azdır. Bir gün”Efendi Hazretleri vekâleye gelmiş ve şu müjdeyi ihvana
sunmuştur.
Bu zevki eyler herkes bulmaz veli her nakes
İren ana âdemde bir fırka imiş ancak
Kim ol deme buldu yol vasl oldu Niyazi ol
Naci denilen fırka bu zümre imiş ancak
Naci denilen fırka işte
sizlersiniz. Gardaşlarım, bakarsınız ki bazı kişiler bir tarikata
giriyor çok geçmeden acaibten, garaipten haber veriyor. Kendilerini bir adam
olduklarını sanıyorlar. Ama büyük kim, küçük kim sonra belli olur. Bizim tarikimize
gelen kimse uzun yıllar çalışır, ancak
kendi küçüklüğünü fark eder. Yetmez mi bu fark. Keramet Kulu Allah´tan
uzaklaştırmaya sebep olur. İnsan Ahlak-ı Muhammedi ile ahlaklanmalı, kuldan
istenen budur. İnsanla ebedi âleme gidecek kazanç budur. ”
Nice fehm etsin bizi pest katre-i naçizler
Karası yok sahili görünmez çünkü derya olmuşuz.
Niyazi Mısri
Terakkisi yüce olanlar
kendilerini ifade ederken kelimelerin kifayetsiz kalması teşbih ve tenzih yolu
ile tarikat yolunun azametini açığa vurmuşlardır. Peygamberimiz onun için “sizler benim
bildiklerimi bir bilseydiniz. . . . . . . ”
buyurması söylenecek çok söz olduğunu gösteriyor.
Arife bu söz ayan illa avama gizlidir.
La edri
Efendi Hazretleri Biz bu
hale bir nazarla kavuştuk. Bir bakış ki bizi cümle âlemin gözbebeği
ihtiyaç kapısı yaptı. O sebebi hayatı olan şeyhi Tokatlı Mustafa Haki (k. s) Hazretleridir.
Çünkü bu yola girmeyenler doğmuş değildir. Nitekim Hz. İsa (as) “ iki kere
doğmayan melekut âlemine erişemez”, buyurmuştur.
Tasavvuf lisanında manevi vücut
ikinci defa doğuş demektir. Büyüklerimize hayatı ömürlerini sorduklarında
Tarikata intisab yaşlarını söylerler önceki hayatlarını yaşanmış kabul
etmezlerdi.
O nazarı kimya idi. Bir anda nicelere erişdi ki sırrına bizi ortak
kıldı.
Bir bakışla bir ihvanın
neler olabileceği, şeyhine karşı alacağı
tutum nasıl olmalı onu açıklamıştır.
Şeyhini Hak bil Niyazi kim
Pir yüzündendir Hak hidayatı
Olgunluğa erişmek için
insan bazı makamları geçmelidir.
Terakki makamları:
Tevhidi Ef´al, tevhidi sıfat, tevhidi zat´tır.
Tedalla makamları:
Cem, Hazretil cem,
Cem-ül Cem dir.
Bir de Ahadiyet Makamı ki, Hz. Rasülullah´a
aittir. Tevhidi Zat´ta insan kâmil olur,
bu makama erişinceye kadar insan nakıstır. Mürşidi kamil sözü, bakışı
her hali bir kimyadır. Haki kimya eder sözü insanı kâmiller için geçerlidir. Efendi
Hazretleri şeyhi hakkında ihvanlarına malumat verirken ilk karşılaşmalarında
olan bakışın bir ömre bedel olduğunu defalarca teyit etmiştir.
Abdullah İbn´i Mübarek
Mürşidi Kâmilin gelen ihvanın kabiliyetine göre tarikatı tarif etmesini, eğer
bu yolda nasibi yoksa onun için sanat ve diğer mesleklere yönelmesi ve onun
geliştirebileceği yöne yönelmesini ve dini akaidden yeteri miktarda bilgiye
haiz kıldıktan sonra onu oyalamamasını yoksa vebale duçar olacağını
bildirmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki Efendi hazretleri “Eğer biz
kendimize düşen vazifemizi yapamıyorsak,
bu vazife bizden alınsın; sizler bir şey alamıyorsanız bizler ne yapalım;
Gardaşlarım. ” Buyururlardı. Burada
kaderi ilahinin tecelliyatı zuhur eder. Mürşidi Kamiller sofralarını açık
tutmakla emrolunduktan dolayı bu kapıda Yok kelimesi telaffuz edilmez. Kamillik
bu ince yolu kırka yararak götürmektir. “sen Aişe
Hanım´ın oğlumusun. ” Sözü
ile gözler arasında olan bu hadise Efendi Hazretlerin, “bu hal o hal;
Gardaşlarım” buyurarak; maneviyat alışverişinin bir lahzada zuhur
edeceğini bildirmiştir.
Mef´ülü mefâilün, mef´ülü mefailün
Ademde olan esrar bu demde imiş ancak.
Niyazi
Mısri
Üçüncü mısrada kimyanın
zuhuratından beyan eyleyen Efendi Hazretleri zahir ve batın farkını açıklıyor. Zahirde
biz sizinle söyleşir görünsekte mana tarafında sözümüz fiilimiz Allah iledir. Yaratanın
mahlûkat üzerindeki tasarufu ve eşyanın hakikatteki yokluğu bu girift meseleyi
ibraz etmeyi gerekli kılmıştır.
Efendi Hazretleri ihvan-ın
ibtidaki varlığını fena yolunda Fena fi´l ihvan, Fena fi´ş şeyh, Fena
fi´r rasül ve Fena fi´l Allah´ta
seyr ettirip, beka menziline uğratıp, zat-ı tecellide istiğrak ve muhabbet manası
ve bu hallerin inkişafı ile meşguldür. Efendi Hazretleri, zahirin bağlayıcı olmadığını, bizim
zahirimiz hüküm edip, yoldan kalmayın. Bizden istifade etmenin yoluna gidin demek
istemiştir. Akıl gözü sezgi gücüne yoğun bir baskı yaptığından bu zor bir iş
olmuştur. Kalplerin genişliği birdir fakat marifetleri bir değildir.
Sırrı insandan haberdar ol, selamet bundadır.
La edri
Bir zaman samimiyetle
hizmet eden ve göz kulak kapılarını muhkem bağlayan bir gönülde fütuhat olur, fetanet ve feraset kapıları açılır.
Her şeyin özünde Hakk´ın
hakikatı var olduğundan bu âlem Hakk´ın tecellileridir. Hakikat gözü ile bakan
Yaratıcı yaratılanda temaşa eder.
Hakk´ın kullarını bazı kul eyler
Anı kul eylemez yine ol eyler,
Niyazi Mısrı
Efendi Hazretleri yokluk
üzerinde aldığı hal, kendinde zuhur eden sözlerin bile asıl
sahibinin kendi olmadığını, ihvanın Hak kapısından feyz aldığını haber
veriyor. “Gardaşlarım biz, bize
teslim olan ihvanı Allah´a teslim ederiz. Kıyamet günü ondan teslim alacağız. ”
Peygamber varisleri evlatlarına o kadar kapıyı açımışlar ki naz makamında Allah ile pazarlığa oturmuşlar Rabbimin rahmet deryasının büyüklüğünden
kullarını haberdar etmişlerdir.
Ayinedir bu âlem her şey hak ile kaim,
Mir´atı Muhammed´den Allah görünür daim.
La
Şeyhi Mustafa Haki (ks) Hazretleri
ile kavuştuğu yokluk ile eriştiği makamı belirten Efendi Hazretleri ihvana
Seyri sülükte gayenin var olmakta değil yok olmakta olduğunu göstermiştir. “Gardaşlarım,
bir zaman sonra gördük ki elimiz şeyhimizin eli her şeyimiz şeyhimiz olmuş. Biz
yok olmuşuz o var olmuş. Yok olun Gardaşlarım; yok olun, sonunda Allah var olur.
” Buyurdular. Yokluk bu
yolun esasıdır.
Nakşibendî (ks)
Hazretlerine;
-Sizi defin ederken hangi ayetleri okuyalım;
diye sorulunca:
-Değmez,
Bir alay müflisleriz geldik der ihsanına
Şey´-i li´llah eyleriz hüsn-i ruy-i tabanına
ilahisini okuyun.
Buyurdular.
Aşk ateşi ister ki Hakk´tan başka hiç var
olmasın La
Zat tecellisine mazhar
olanlar vücud âleminde, vücud-ü ilahiden başka bir şey görmezler. Bundan
zevk alılarlar.
Var idi Allah yok idi eşya
Öylece el´an oldu kemekan
La
Haktan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhan
imiş
Niyazi
Mısri
İşte bu sırra eriş ki;
sırrını ins-ü melek bilmez ola. Zahirde baktığın zaman âdemi katre görürsün, onda derya gizlidir. Aradığın şeyi Âdem-de
ara, sakın Âdem-i terk edip taşrada
boşuna vakit ve sa´yini zayi etme.
VALİDEM MERHUME AÇMIŞTI BİZE BİR
KUTLU FAL
RAVZA-İ PAKİ ZİYARETTE DEMİŞTİ, ”EY
KERİM-ÜL MÜTEAL
BU HABİBİN HURMETİNE VER BANA FERZEND Bİ- MELAL
ANDAN ALDIĞI LİBASI BUNDA İKSA OLMUŞUZ.
Efendi Hazretleri birinci kıtadan
sonra kendi doğumu ile olan harika olaylara geçmesi, bu yolda maneviyatın önceliğini ve beşeri
hayatın manevi bağlantısını açıklamıştır. Bu âlem yaratılmazdan önce misal âleminde
Kalu Bela sırr´ı ve beşeriyetin taayyün´ü evvelde zahir olduğunu varlığın
evvelindeki sırları aralayarak a´la-dan esfele olan yolu gösterdi. Batın ve
zahir birbirini tamamladığı için birlik yolu bu ikiliyi birleştirmekten
geçmektedir.
Efendi
Hazretleri hayatı boyunca nefsi bir düşüncesi olmamasına rağmen niçin kendi
doğumunu ihvana anlatması çok manidardır.
Valide Aişe
Sıdıka Hanım Hüseyin Hüsnü Efendi ile evlenmeden önce Kolağası Abdülkadir
Bey´le evlendi. Çocukları olmadı. Bu evlilikten ihvan fazla malumat sahibi
değildir. Bu sebepten Hüseyin Hüsnü Bey´in kolağası olmadığı halde Kolağası
olarak söylenegelmesi bu sebeptendir. Bu izdivaçtan sonra Aişe Hanım Memur olan
yakın akrabası Hüseyin Hüsnü Beyle izdivaç yaptı. Aişe Hanım halk arasında
Nilli Hatun lakabı ile anılmaktadır. Bunun sebebi Nalbantlarbaşı ile bilinen
mahalde oturan İhramcı oğulları bir rivayette Mısırdan geldikleri; Mısır´da eskiden Kâbe´nin elbise işleri ile
iştigal ettikleri bu sülalenin Sivas´a hicret ettikleri söylenilmektedir. Bir
başka rivayette ise Buhara tarafından gelen bu sülale İslamiyyetin ilk
yayılışında buraya göçen Arab kavimlerinden olma ihtimalidir. Ama kesin gelen
rivayette Valide Nilli Hatun diye anılması ilk rivayeti kuvvetli göstermektedir.
Valide´nin, Abdülkadir Bey´ in
vefatından sonra yaptığı izdivaçta uzun bir müddet çocukları yine olmadı. Bu
halden muzdarip olan Aişe Hanım Rab bin´den bir evlat isteği üzere günlerini
geçirdi. Çünkü Validenin o zaman ki halk örfündeki çocuğu olmayanların bir
çocuk elbisesi yaptırıp Medine’de Peygamberimizin kabrine elbiseyi bırakmaları
adet idi. Efendi Hazretlerine dikilen çocuk elbisesi Hicaz´a gönderildi. Yedi sene Kabr-i Saadet´te mahfuz kaldı. Bu
şekilde kalması türbedarlar ile olan ailevi yakınlığı bizlere göstermektedir. Türbedarlar
genellikle salih kimselerden seçilir Evlad-ı Rasül olanlar tercih edilirdi. Silsile
olmadığından Seyyid oldukları kendilerince malum olan Efendi bu konuda fazla
konuşmazdı. Günlerce ailenin yalvarış ve yakarışları Rabbimin cümle âleme
rahmet olan Efendinin doğum müjdesi oldu. (Rumi:1296 Miladi:1880) Doğumundan
sonra Ravza´daki elbiseler getirilip kendisine giydirildi.
Böyle kutsal
insanın annesi yetişmesinde çok itina gösterdiği oğluna derin sevgi ile bağlı
idi. “Oğlum mazhariyetin çok büyük
sana abdestsiz süt vermedim” “Gönlünü hoş tut. Dünya için babanla kötü olma bir
ihtiyacın olursa benden iste; denizde kum bende para” dediğini Efendi
Hazretleri çok defalar söylemiştir. Validesinin
İsmail´im azam sensin
Gül yüzlü tazem sensin
Dört kitabın hakkı için
Gönlümde gezen sensin.
Beyitlerini çok
zaman kendileri tekrar ederdi. Çocukluğu Nalbantlarbaşı´nda geçiren Efendi daha
sonra, yedi yaşına kadar babası adliye başkâtibi
olduğu için Zara´da ve sübyan mektebini burada okudu. Buradan Örtülüpınar
Mahallesine göç etmişlerdir. Sivas´ta Buruciye Medresesinde medrese tahsili ve
rüştiyeyi okudular. Kendisi subay olmak için İstanbul´a gitmek istemişlerse de
valide razı olmamıştır. Sivas
adliyesinde mülazimeten stajyer memur olarak çalışmıştır. Posta işleri ile meşgul olarak askerlik
yapmıştır. Bu sebepten bulunduğu yörede Emanetçi Baba diye anılmıştır. Buradan
sonra Tokat´ta Duyunu Umumiyyede Müskirat Memurluğunda çalışmıştır. Bu dönem
Tokatlı Pir´e bağlandığı zamana rastlar. 1908 de Tokat mebusu olarak İstanbul’a
giden pirimizden sonra Sivas Duyunu Umumiye de görev yapan Efendi Hazretleri
1927 de bu müesseselerin kapanması ile Sivas İnhisarlar Dairesine geçmiştir. Buradan
Zara- Çarcı Tuzlasına bağlı Cedit Tuzlasında görev yapmış 1931 yılında Temmuz
ayında kendi isteği ile emekli olmuştur.
Efendi Hazretleri
validesin memurluk yaptığını istemediğini “Mazhariyetin büyük, ben sana cami hademesi ol dedim sen memurluk
yapıyorsun; adam olmadın oğlum” sözünü gözyaşları ile söylerdi.
“Validemiz cami hademesi ol dedi biz olamadık, fakat bugün hiç olmazsa da tamiratları ile
meşgul oluyoruz” buyurdular. .
Babası üzerine
fazla konuşmayan Efendi Hazretlerinin hayat felsefesinde Valide ´nin etkisinin
çok olduğunu göstermektedir. . Efendi Hazretleri “Anam Osmanlı bir kadındı”derdi.
Tarikata intisabı hep onun güzel sahibeliği ile meydana gelmiştir.
Efendi
Hazretlerinin kısa bir özgeçmişinden sonra; Valide Merhume açmıştı bir kutlu
faldan söze devam edelim. Valide´nin uzun bir zaman dua kapısında beklemesi ve
evlat iştiyakı O´nun müjdesindeki bekleyiş fal bakanlardaki hayalin yüksek
derecesinde ümit ve korku arasında koymuştur. Çocuk elbisesini Ravza-i Pak´e
bırakınca Âlemin yaratılış sebebi olan Peygamberimize tevessül ederek “Ya Rasül
Seninle Rabb´ime müracaat ediyor ve istiyorum ki; kapına gelenler Seninle müracaat
ederlerse dileklerine kavuşurlar. Ey ikramı bol cömert, her makamda itibar sahibi olan Ey Rasül
Sen´inle Kerim ve Müteal Rabb´imden maddi ve manevi kemâlata sahip bir evlat
istiyorum. ”İşte bu evlat Efendi Hazretlerinin ta kendisi olacaktır. Ehlince
malumdur bir Evlad´ı Rasüle karşı saygıda bulunanın Allah tarafından gördüğü
iltifat yanında Peygamberimiz (sav) e duyulan sevgi ve saygı elbette daha fazla
bir mükâfata sebeptir. ”Allah ve melekleri Rasülüne çok salâvat getirirler.”
Allah´ın salâvatı Peygamberini rahmetle muamele etmesidir. Bu da O´nun
tarafından gelen isteklere olumlu cevap verildiğini gösterir.
Abdülkadir
Geylâni (ks) Hazretlerine gelen müridi Muhammed, evlat
için müracaat etmişti. Levh-i Mahfuzda evlattan nasibinin olmadığını söyleyince;
mahzun olan müridine Gavsülâzam; sulbüzümden gelecek bir evladı Rabbim sana bahşetsin, buyurdular. Bu çocuk Muhyiddin İbn´ni Arabî
dir. Bu bir sırrı ilahidir.
Efendi
Hazretleri “Gardaşlarım, Rasulüllah
bizlere şu Müjdeyi verdi. Oğlum İsmail seni biz kendi toprağımızdan yoğurduk ve
ekşitmedik. ” Buyurdular. Valide bu sırra vakıf idi, Efendi hususunda titiz ve maddi yönünden çok
manevi yöne yönelmesi hususunda gayret göstermiştir.
İnsan
çocukluğunda aciz mahlûk olduğundan onun bir insanı kâmil olmasında bir çok
sebepler ve terbiyeye muhtaç olup, en
önce validesinin üzerine gereklidir. Daha sonra ise ilim ve irfan için bir kâmilin
terbiyesine muhtaçtır. İnsaniyet rütbesine ancak böyle ulaşılır. Efendi
Hazretlerinin doğuşu ve çocukluğu bu ortamdaki manevi havanın tesiridir. Rabia
Adeviye (ks)de “Ey Allah´ım Seni Muhammed(sav) in Rabb´i olduğun için
seviyorum” gerçeği Efendi Hazretlerinde hayat bulmuştur. “Gardaşlarım, Ahmet ve Mehmet bizler sizin adınızı
abdestsiz bugüne kadar ağzımıza dahi almadık. ” Buyurarak Peygamberimize
olan aşkını ortaya koymuştur.
Efendi
Hazretleri hayatı boyunca Ehli Beyt´e olan sevgisi “Sizler bizim Ser
tacımızsınız”ifadesi ile hayat bulmuştur. Bu sebepten dolayı ihvan arasında
bulunan Seyyid lere karşı devamlı dikkat ve edep dairesi geniş tutulmuştur. Bugün
ise hala o terbiye devam etmektedir.
Ayinedir bu âlem her şey Hak ile kaim,
Mir´atı Muhammed´den Allah görünür daim.
La
Efendi
Hazretleri Rasulüllah ile olan kemal derecesindeki muhabbet ve aşkın ifadesi
olarak vekâletinin duvarında HU nun iki göz çeşmesinden inci taneleri gibi
dökülen yaşlar sevgilisi Peygamberimize kalben akıttığı yaşların maddi âlemdeki
aksi gibi idi. Bu Sultanın gözleri hep nemli idi. Vekâletin duvarları, eşyaları ve gelen giden misafirleri çok defa
Leyla Hanımın şu mısraları ile inlemiştir.
Ah min-el aşk ve halatihi
Ahraka kalbi bi hararatihi
Vücudum mübtelâyı derdi hicran oldu serâbâ
Bana ağlayın ki yârin asistanından cüdayım ben
Acep mi gelse çeşmemden sirişkim böyle mahzundur
Ciğerde onulmaz bir derde mübtelâyım ben.
Leyla Hanım
İşte tefe´ül
kapısından açılan hayat bu fenada Elbisenin kavlinden Peygamberimiz
Efendimizden aldığı nisbetle bu beşer ve kesret âlemine gelen Efendi Hazretleri
bir saadet yolunun Mürşidi yaptı. Evladı Mehmet Kazım Efendiye soruldu; Efendi
Hazretleri hakkında ne dersiniz. “O´nun
her hali Rasulüllah´tır. ” O´nda Peygamberimize olan hicran sukuta erer. Bu hadiseden ihvanın alacağı ders; teslimiyette
kemal hali, noksanı ikmale kâfidir. Bu elbise insanlara
bir hayat veren iksir olmuştur. Kimyacıların kullandığı kibrit-i Ahmerleri
vardır, konulduğu şeyi altın eder. Efendi
Hazretleri de bu âlemin iksiri olmuştur. O´nunla nice ölüler dirilmiş, niceleri kemal bulmuştur. Kamil insanları yâd
etmek rahmete sebeptir.
TA EZELDEN İNTİSABIM, ÂLEMİN SEYYİDİNE
DÜŞTÜM AŞKINA GELELİDEN BU ANASIR BENDİNE
ÇOK ARADIM YÜZ TUTUP HAKK-IN KENDİNE
ÂLEM-İ DEVRAN İÇİNDE HUBB-U MEVLA OLMUŞUZ
“Kendi
kendimi sevdim bilinmek istedim, bundan
dolayı âlemleri halk ettim. ” (HADİS-İ ŞERİF)
Âlemi
yaratan Cenab-ı Hak kendi isim ve sıfatlarını âlemde görmüş ise de toplu olarak
zatına bu âlemde mazhar olacak bir kabiliyet ve yetenek bulmadı. Âlem geniş
olsa da manevi genişlikten yoksun idi. İşte bu mazhar, İnsan-ı Kamil olan Peygamberimiz Muhammed
Mustafa (sav) e nasip oldu. Efendimiz (sav) her iki ciheti yani zahir ile
batını kapsamaktadır.
“Ya Habibim Sen olmasaydın Bu kâinatı yaratmazdım.
” (HADİS-İ
ŞERİF) sırrının icabı bu âlem Peygamberimizin nurundan derece, derece yaratılmıştır. Allah Hakikâti
Muhammedi’ye denen aynada Habibine olan aşkından bu âlemleri yaratmıştır. Bizzat
Peygamberimizin aynasında Hakk kendini methetmektedir. Peygamberimiz
(sav)Tevhit rüknünün merkezidir.
Ayinedir bu âlem her şey Hak ile kaim,
Mir´atı Muhammed´den Allah görünür daim.
La
Hz. Muhammed´e(sav) iman etmedikçe hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Marifet
yolu Peygamberimize ulaştırmak ile olur.
Yolun uğramazsa Muhammed´e
Göçtü kervan kaldın dağlar başında.
Yunus
Efendi
Hazretleri bu görünen âlemin bir hayal olduğunu, aynadaki akislerden ibaret olduğunu bildirdi. Bizde
bulunan bu aşk-ı muhabbet ezeldeki olan şeyin ikrarıdır. Peygamberimizin
hakikatine biraz olsun vukuf peyda etmek âdemliğin sırrına erip hayvani
sıfattan kurtulmaya sebeptir. İşte bu ise ezel-i ervahta kesb edilen bir haldir.
Sonradan husule gelmez. Allah İnsan-ı Kamilleri bu âleme göndermesi seyr-i
sülük´e müracaat edenlere rahmeti ilahidir. Bu kemâlat sonradan kazanılmaz. Ervah-ı
ezelde ki taksimattır.
Efendi
Hazretleri “ Gardaşlarım; Sadi derki,
Bir gün hamamda yıkanmak için getirilen kildeki güzel kokuyu hissedince
sordular; sen bir topraksın bu güzel kokuyu nerden aldın? Sorusuna;
“bir
zaman bende bir gül sakladılar. Bu koku ondandır.”
“Gardaşlarım, Bir gün bize iki kimse geldi. İsmail Efendi
sen bu şeyhliği buldun mu, çaldın mı,
aldın mı; dediler. Ben de onlara ne buldum, ne aldım ve nede çaldım. Hîni sebavetimden
beri kendimi bir yokluk içinde bilirim; dedim. Onlar,
İsmail Efendi kazandın dediler,” buyurdu. Kemalatın mecrasını ihvana haber veriyor.
Yerinme nakısım diye kemal ehlini gördükçe
Kamu noksanı tekmil eden Âdemden haber geldi.
Efendi Hazretleri “Gardaşlarım, Ruhlar ezeli ervahta böylece bir
arada beraber olmuşlar burada bir olduk. Biriz,
beraberiz. Her peygamber ve
evliyanın bir turu vardır. Dünyada hangi makam üzere iseniz o hal üzere
ölürsünüz. ” Buyurdular.
İnsan bu kesret ve unsurlar( toprak,
su, ateş ve hava ) âlemine gelince aşk ateşi
ruhunda var oldu. Bizim bu elem ve kederimizden sizler ibret alın ki vuslat yolundaki
hicaplar sizlere açılsın. Bizlerin Hakk Teâlâ ile olan cevrimizle olan
vuslatımız sizlerin terakkisine sebep olur. Çok zahmetler bir evlada sebep
oluyorsa, çalışmak beka yolunun
sermayesi olur. Her çalışmanın elbet bir karşılığı vardır. Karşılıkların
eksiksiz verildiği kapı Hakikatı Muhammedi’ye den tecelli eden Rahman´ın
kapısıdır. Öyle ise bir zaman bu kapıda ısrarla dur, elbet bir gün açılır.
Dinle neyden kim
hikayet etmede
Ayrılıklardan
şikayet etmede
Mevlana´nın aşkı koca bir mesnevinin yazılmasına sebep oldu. Derdinin ateşini anlatarak soğutmaya çalışırken
binlerce insana hidayet olmuştur. Onlar sükûnete ererken hem bir misal, hem de
Allah ve Rasulüllah´ın dostları olmuşlardır. Kâinat ezelden beri hareket edip
yerinde nasıl durmaz ise tasarruf sahibi olan Kamiller tevhidin kapısında
kullara hizmetkardırlar. İşte bu zatlar; Tur Dağı´nda bir ağaçtan tecelli eden Hüda´ya
bir tecelligâhtır. Bir kâmilin veçhinden
elbet görünür ve gönlünden tasarruf eder.
Efendi Hazretleri başlangıcın ve dönüşün O´na olacağı hakikat ise, bizler
Allah dostuyuz, bizim gibi sizlerde bu
kapıda çalışın, diyerek ihvanı gayrete
getirmek istemiştir. Nasıl ki dünyayı imara çalışanlar varsa, maneviyatın
mimarı ile iştigal eden Allah Dostları olacaktır. Çünkü Efendi Hazretleri [Hubb-u Mevla] sözü
ile nefsinden bi´l külliye fani ve Hak ile baki idi. O´nun için bu sözü söyledi.
Bu lisandan dökülenler Hakk´tan gelen sözlerdir. Efendi Hazretleri sukut
makamında istimrar ederlerdi. Her sözleri bir ilaç nefisten korunmuş idi.
Bir şeye mahlûk gözüyle baksan o mahlûk olur
Hak gözü ile bak ki, bi şek
nur-i Yezdan andadır.
Niyazi
Mısri
KÜNHÜ-MÜ BİLMEK DİLERSEN SIRR-I HAKİ-DİR ÖZÜM
ANIN EDVARINCADIR DAİM ÖZÜM VE SÖZÜM.
HER NEYE BAKSA BASAR HAKİ-DİR ÖZÜM VE SÖZÜM
ZİRA EVVELDEN ANINLA TEK-Ü TENHA OLMUŞUZ
Efendi Hazretleri
beni tanımak istersen Topraktaki sırrı incele ve buradan bir yol tutarak Şeyhim
Mustafa Haki (ks) ye bir yol uğrat.
Efendi
Hazretleri;
“Cenab-ı Allah´a karşı kulluk vazifemizi yapamıyoruz. Allah Kur´an
göndermiş, peygamber göndermiş. Kitap, sünnet
icma-i ümmet; utanıyoruz. Allah derse,
ben Allah´a ne cevap vereyim. Söylesek
olmaz, söylemesek olmaz. Ben daima şeyhimle
beraberdim. Sizde daima şeyhinizle beraber olun. Gardaşlarım hepinizi Allah´a
emanet ettik. İnsan yok olmalı, bu da
laf ile değil, halle olacak. İnsan dört şeyden mürekkeptir. Hava, su, toprak ve ateş. İnsanda bir et parçası var oda
kalptir. En mukaddes şey; Gardaşlarım, soyadımızı Toprak koymuşlar ama toprağa
bakıyorum da utanıyorum. Dirimizi, ölümüzü ve gıdamızı hep o muhafaza ediyor. Biz
toprak gibi tevazulu olamıyoruz. ” buyurdular.
Âlemde eşya
dört unsurdan teşekkül etmiştir. Toprak,
su, ateş ve hava dır. Her eşyada
bir unsur galebe çalar. Bu özellikleri üzerinde olan etkiyi artırır. Efendi
hazretleri unsuru asliyesinde Toprak´ın galebe çaldığını bildirmişlerdir. Genellikle
Sivaslı Âşık Veysel´in Kara Toprak şiirini ilahi formunda okutturup ihvanlara
derunundaki sırrın beyanını yapmıştır. Uzunca bir şiiri vardır, iki
beyiti şöyledir.
Karnın yardım Kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülinen
Benim sadık yârim kara topraktır.
Her kim olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel´i bağrına basar
Benim sadık yârim kara topraktır.
Aşık
Veysel
Efendi
Hazretleri, Şeyhi Mustafa Haki (ks) ye muhabbetin
derecesinde ulaştığı halin nihayetinde O olduğunu, kendinde görünenin esasen şeyhinin bir tezahürü
olduğunu açıklayarak ihvana açıklamıştır.
Ger mecazi ise de aşkı koydursun dilde
Kays Leyla diyerek bulmadı mı Leyla´yı yine
Kalbi Mecnun´u yararsan Hazreti Leyla çıkar
Zahid-a sen sanma Leyla başka Mecnun başkadır.
La
İhvan bu yolda
teslimiyetini izhar etme derecesi ölünün yıkayıcı önündeki halden hareketle
benliğini yok etmeye vardırıp Şeyhine varında can vermelidir. Her demi bir vuslat
olmalıdır. Bu zamanı ve mekânı ortadan kaldıran aşk her anında ayık olmayı
sağlar.
Öyle sanırdım ayrıyem dost gayrıdır ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki, ol canan imiş
Niyazi Mısri
Bu şiirin
yazılmasına sebep olan Fatsalı Hamit Hoca Tokatlı Pir Efendimizden sonra Efendi
Hazretleri´ne teslim olmayıp firkat diyarında epey bir zaman geçirip sonra
Medine´de uzun bir çileden sonra artık Peygamberimiz Efendimize müracaat ederek
yardım istemiştir. Gördüğü rüyasında boynundaki zincirin Sivas´a uzandığını ve
Efendi Hazretlerinde olduğunu görmüştür. Bu arada yazılan bu güzel şiir onu
irşat ederek Türkiye´ye gelmiştir. Efendi Hazretleri “Hacılar ve hocalar
yeğin, yeğin teslim olmazlar, teslim olunca tam olurlar” sözünü bu
ihvan büyüğüne söylemiştir. Gerçekten sonraki teslimiyet Efendinin “Eğer
gerekli olsa idi Hamit Hoca´ya icazet verilirdi. ”sözü bu gerçeğin
tercümanı olmuştur.
Tarikatın
temeli sırayla tövbe, uzlet, züht, takva, kanat ve teslimiyetten geçer. Eğer sana kimin
oğlusun diye sorarlarsa şeyhinin oğlu olduğunu söylemelisin. Tarikat bağı nikâh
bağı gibidir. Teslimiyetteki kemalin alacağın yolun derecesini gösterir ki
gayret lazımdır.
Tevhide tapşur özünü, şeyh izine
tut yüzünü
Kimseye açma razını, şeyhin yeter
burhan sana
Niyazi Mısri
Bir ihvan
şeyhine bağlı olup. gösterdiği ve emir ettiği devranda hareket ederse hem
emniyet üzere ve hem de terakki üzere olur. Bu da onun doğru yol üzere olduğunu
gösterir.
Ehlini bul ol illerin sarpın geçersin bellerin,
Yırtar yalnız gideni kurd-u peleng aslan kamu
Niyazi Mısri
Efendi
Hazretleri irşat makamında bulunmalarına rağmen şeyhine bağlılığının ifadesi
olarak teslimiyetteki vefayı göstermektedir. Olgunluğa eriştikleri halde neyin
nerden geldiğine ayık olmuştur. Efendi Hazretleri´nin Mustafa Haki Efendi´mizin
mahdum Baha-ü´ddin Efendiye yazdığı mektup bir ihvanın şeyhine karşı olan edebi
göstermektedir.
Seni sevmek benim dînim imânım
İlâhî din- ü îmandan ayırma
İşte
öteden beri derd-i muhabbetinizle nâlân olan kalbîm, nâle-i efgânını baştan
aşırmakla giryân u sûzan olarak kâlemi elime aldım.
Sultânım, ne
buldum ise sizden buldum ve bu fenâda ne gibi bir zevke erdimse, mııtlaka sizinle erdim.
Bende-i
peder-i büzürg-vârımız sırr-ı insanü'1 ayn,
aynü'1-insan min haysül-kühliyye
maksûd-u vücud iken Seyyidinâ Hâkî kuddise sirrıhü'I-âli Efendimiz
sultanımızdır. Onun derd-i rûhâniyetinin
perver derdi bezminden bir an hâlî olamam. Ne çare ki her an tahtı gâh-ı saltanatlarına
varamam. Nâdiren varabilsem de, kendilerini bulamam. Eğer görsem nîm- ü nazarla mazhar-ı iltifat
olsam bir zevki huzur tuma’nînet bulurum ki âdeta kendimi bu âlemde~ çıkmış ve
cânâna dâhil olmuş bilirim.
İşte bu
te'sirin icrâ-yı ahkâmından olmalıdır ki,
sizi hiç unutamam. Aks-i timsâlinizi gözlerimden ve sûr-i
hayâlinizi gönlümden çıkaramam. Her
nerede bir çeşm-i siyâhın füsunkâr bakışını görsem yüreğim çarpar ve dîde-i
kalbim size bakar. Bu zevk ile
geçirdiğim giinlerimi feleğe değişmem.
İşte
bunların ıılviyeti-pesendânesinden olmalı idi ki arada nezd-i âlinize gelir, envâr-ı cemâl ve ahvâl-i bî-melâlinizden
bî-hâd ve bî-gaye feyzler alırım. Şimdi
o ııazar-ı kimya-eserinden dûr mu oldum?
Ey name!
Git, mazhar-ı füyüzât-ı âlem-yan olaıı bir payeye
kemâl-i tazim ve muhabbetle lıâl-i pür-melâlimi Hazret-i Bahâ'ya husûsan arz et.
De ki: Sizin feyz-i nazarınızdan şâh-ı
râh-a yol gider. Lütfen bû nazarlarını
üzerimizden dirîğ etmesinler. İşte
ahkaru-l vücud şu tarzda dergâh-ı Bârî'ye arz ve ilticâ ediyorum ve diyorum ki:
Ey Hüdâ! Nazar-ı iltifât-ı yârdan sâkıtım. Fakat hâlâ ümit dâr-ı lutfunum. Aczimi muhabbetine bu ar u varımı sana ve seni
sevenlerin rah-ına sarf eden bir kıılun değil miyim?
Elbette
bir gün olur, mazhar-ı iltifatın ve nâil-i mükâfâtın olurum.
Lütfet,
kerem et, beni o
zümre-i dil-ferîbden ayırma. "
15 Rebîu´l-evvel
1347 (M. 1928)
İsmail Hakkı Toprak
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş.
Mürşit gerektir bildire Hakk-ı sana Hakk-al Yakin
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Niyazi Mısri
Efendi
Hazretleri Şeyhine o kadar minnettardı ki bir Tokat´lı misafiri gelse ona
şeyhine yapacağı hizmet gibi hizmet yapardı.
Tokat bir dağ içinde
Gülü bardağı içinde
Tokat´tan yar sevenin
Yüreği
yağ içinde
Türküsünü ilahi
şeklinde okuturdu.
Birde şeyhinin
evlad-ı ayalinden bir kişi gelse gözle görmek gerektir ki bu yapılan hizmet
dille tarif edilmezdi. Efendi Hazretlerinin Şeyhi´nin oğlu Bahauddin Efendiye
yazdığı mektup çok meşhur olup örnek alınan senet olmuştur.
Efendi
Hazretleri çok zaman bu sevmenin müjdesini ihvanlarına “Gardaşlarım; Şeyhim İsmail iyidir derdi, Hala başımızda İsmail iyidir diyor. ”gözyaşları
ile verirdi.
Arz-ı vasi istersen Kamil´in gir kabzına
Arş-ü kürsiden geniştir bir velinin ayesi
Niyazi
Mısri
Efendi
Hazretleri bu aşkı ile Âdemi Âdemde bulmuş yaratılışındaki sırra ermiştir. Bu
yolda canını veren cananına kavuşur. Can ile alışveriş olur. O da ölmeden önce
ölmektir. İhvan şeyhine gerektiği gibi hizmet ederse Efendisini kendinde bulur.
Bu bulma ise ezel-i ervahta gerçekleşenin tecellisidir. Nakşibend Hazretleri Muhammed
Parisa´ya “Bizim vücudumuzdan murad Muhammed´in zuhurudur. ” diyerek
birliktelikte ki sırrın ifşasını yapmıştır. Efendi meşreben şeyhi ile aynı
kemâlden beslenmişler Muhammedî yol üzere terbiye ve irşatta bulunmuşlardır.
Efendi Hazretlerinin
ihvanlarına nasihat babından yazdığı mektup konuya uygun düştüğü için yazmayı
uygun gördük.
Bismilahirrahmanirrahim
Gardaşlarım,
Bu dünya fanidir ahiretin tarlasıdır. 30 gün Ramazan-ı Şerif 300 gün
eder. 6 günde şevval-i Şerif 60 gün olur.
Bir senede 360 eder. Biz bunu böyle yaparsak gecesi kaim gündüzü saim olmuş
oluur. Biz Şevval-i Şerifin 9 unda oruca başlıyoruz 15 inde bayram ederiz.
Sen seni sevdiklerinle bil.
Gardaşlarım,
Ruhlar ezel-i ervahta böylece bir arada olmuşlar. Burada bir olduk, biriz beraberiz. Her peygamber ve evliyanın
bir turu vardır. Herkes ister ki Mekke´ye ve Medine´ye gidip orada kalmayı
bizde, bizde istiyoruz. Ama sizleri de bırakıp
gidemiyoruz. Biz Mekke ve Medine´yi bura yaptık. Biz cennete gidersek bilesiniz
vazifenizi yaptıkça sizin hiçbirinizi almadan gidersek cennet bize haram olsun.
Biz sizi bırakmayız siz bizi bırakmadıkça. Hadisi şerifte “Men arefe rabbehu Fekat
arefe rabbehu” Nesini bilen rabbini bilir. Ezeli ervahta ruhlar işte böylece
bir arada görüşmüşler, burada
görüşüyoruz. Ehlullah derler. İşte Allah´ın ehlisiniz
Bizi Allah için uzaktan yakından geliyorsunuz. Tarik-i Halid-i Haki
Nakşibendisiyiz. Evveli şeriat, ortası
tarikat, ahiri yine şeriattır. Bizim şeyhimiz
Hacı Mustafa Haki (ks) aziz Hazretleridir. Bizde sizin gibi Allah için
ziyaretine gider gelir idik Türbe-i şerifleri İstanbul Fatih Cami-i Şerif
hazirasındadır. Yine gidip geliyoruz. Biriz beraberiz İşte böyle Allah
ehlisiniz. Allah diyene Ehlullah denir. Ne yazık ki çalışmıyoruz. Nasıl yaşıyorsanız
öyle ölür, yaşadığınız gibi öyle haşr
olursunuz. Buyurulmuştur. Dünyada hangi makam üzere iseniz o halde vefat
edersiniz.
Vesselam-ü ala men´ ittebeal Hüdâ
İsmail Hakkı Toprak
Mecnun´un “Biz bir bedene girmiş iki ruhuz”sözü
[tek-ü tenha olmuşuz] a remizdir. İki ruh iki bedende olur. Demek istemişlerdir
ki ikimiz ikilikten geçip birlik sırrına ermişizdir. Bu tevhit sırrı Ümmet-i
Muhammed´e verildi.
PİRÂN-I İZÂM
Farisi
Silsile-i Şerifte Pirlerimiz şu şekilde yazılmıştır
Ziya-ü´ddin vâhid- ül asri Mevlana- i ma Halid
Çü amed ganiten lillah ya zel –feyzi ya zen-nur
Pes Abdullah-i Mekki Seyyid Yahya Dağıstani
Ez îşan münceli şud feyz-i subhan der garib-ü dur
Çorum-i Mustafa Rumi Faruki-i Şirani
Ez îşan o be-tenvir diyar-i Rum şud ma´mur
Vez o şud vez Halil Hamdi Paşa, Tokad-i
Mustafa Haki
Hüseyin-i Seyyid-ü emced cihan ez feyz-i o ma´mur
Abdullah-i
Mekki Erzincani (ks) Mevlana Halid-i
Bağdad-i Hazretlerinden icazet almıştır. Şemsü-ş Şumus´da Abdullah Erzincan-i
olarak geçer. Mevlana Halid-i Bağdad-i
tarafından Erzurum, Erzincan, Kudüs ve bilahare Mekke’de
görevlendirilmiştir; Erzincan-î adı ile
şöhret bulması irşat için Erzincan´a yerleşmesidir. Mekkî olarak şöhret bulması ailesinin Mekke´li
olmasından değil, 25 sene kadar olan ömürünün son kısmını Mekke
de geçirmesindendir. Bu Pirimiz Anadolu´lu olduğu üzerine kesin deliller
araştırmacılar tarafından tespit edilmiştir.
Türkçe
silsilede;
Çu Abdullah gelip Rum´dan ana can ile ram oldu
Ziyalandı gözü ni der pes Rum´a revani
Dünya ve
içindekilerden yüz çevirmiş olup tamamıyla Hakka Müteveccih kutsal nefeslere ve
kerametlere sahiptir. Kendilerinin son irşat yeri Mekke´dir. Erzurumlu Terzi
Baba, Mekke´de yirmi yıl hizmetinde bulunan Mustafa
İsmet Garibullah (1289/1872) seyr-ü sülukünü tamamladıktan sonra önce Edirne de tarikat Neşrine Memur edilmiş.
sonra kendi imkanları ile tesis ettiği Fatih- Çarşamba´daki Dergah-ı faaliyete
geçirmiştir.
Zahiri
Riyaset-i terk ederek A´rec Halil Hamdi Paşa (ks), Abdullah Mekki (ks) Hazretleri´nin Mekke´deki
dergahında faaliyete devam etmiştir. Halil Hamdi Paşa(ks) Balabani Şeyh Hasan
Hüsnü Efendi´yede icazet ermiş.
Şeyh Yahya
Dağıstani (ks) bulunduğu bölgede Riyaset üzere büyük bir makam sahibi iken
tarikat yolunu tercih eden Mürşid-i Kamil büyüğümüzdür.
Çorumlu Pir
efendimiz Şeyh Yahya Dağıstani (ks) Efendimiz´in adının kaybolmaması için
silsileye katması büyük bir ihtimaldir.
Çorumlu Mustafa
Rumî (ks) Şeyh Yahya Dağıstanî (ks) den feyzlendiği bilinmesine rağmen
kıssalardan ve silsilelerden alınan bilgilere ışığında O´nunda Abdullah Mekki
(ks) den icazetli olması uygun görülmektedir. Rum´a gelip birçok yerde dergah açmış ve en
son olarak Çorum´da hizmet ederken gittiği son Hac ziyaretinde Medine´de
Cennet-ül Baki Kabristan´ına defin edilmiştir.
300 kadar
halife yetiştirdiği irşat ile icazetli olarak bilebildiklerimiz Oğulu Faik
Efendi (ks) verdiği, Tokatlı Mustafa Haki (ks), Darendeli Hacı Mahmut Efendi (ks) ve Hacı
Ahmet Niksari (ks) dir.
Hacı Ahmet
(Zarakol)Niksarî (ks) Çorumlu Pirden icazetle Niksar Kazası´nda vazifede
bulunmuş ve kabri oradadır. Kendinden sonra irşada vazifeli olarak Efendi
Hazretlerine emaneti teslim etmiştir. Silsile-i Şerife Sivaslı Mustafa Taki
(ks) tarafından dâhil edilmiştir.
Seyyid Mustafa Haki (ks) Hazretleri
{Rumi
Doğumu:1272/ Vefatı: 15 Kasım 1336(miladi:1920)}
Çorumlu Mustafa
Rumi Faruk-i Şiran-i (ks) intisab etmiştir. Şeyh-ül İslam Mustafa Sabri Efendi´nin
yeğenidir. Piri hayatta iken irşat görevi ile vazifelenmiştir. Küçük Pir ve Melek Hafız olarak ta maruf idi. Çorumlu
Pir deki sıkı terbiye Pirin işareti ile birazcık hafifletilmişti. Çünkü meşrep
itibarı ile Muhammedi idi. 1908 de 2. Meşrutiyetin ilanı sebebi ile Tokat
Mebusu olarak İstanbul´a mebus olarak gitmiş. İttihatçılar ve gayr-i Müslimlerin
oyları ile mebusluğu düşürülmüş ve İstanbul´da mecburi ikamete tabi tutuldu. Kendisine
Çarşamba´daki Mevlana Mustafa İsmet Garibullah Efendi´nin Fatih Çarşamba´da
Cebecibaşı Mahallesinde ki konak 1919 a kadar Dergah olarak verildi. Daha sonra
bu yer Ahıskalı Haydar Efendi tarafından padişah emri ile dergah olarak
kullanıldı. Ali Haydar Efendinin Tokatlı Pirimize karşı epeyce bir kırgınlık
yaşattığı, beş sene kadar bu sorunun
sürdürülmesi kaderin garip bir cilvesidir. Melek Hafız´ın kardeşi tarafından
bilinmemesi cilve-i ilahinin tecellisi olsa gerektir. Buradan ayrılan Tokatlı
Pirimiz kendi evinde vefatına kadar postnişinlik görevini ifa buyurdular. Kabri saadetleri Fatih Cami-i haziresindedir. Oğlu
Baha-üddin Efendi Eczacılık tedrisatını bitirmiş lakin siyasi entrikalar
yüzünden Medine-i Münevvere´ye gitmiş 27 sene ders okuttuktan sonra vefatına
kadar Şam´da ikamet buyurmuşlardır.
Arap Şeyh
(ks) Hazretleri
Efendi
Hazretleri, Tokatlı Pirimizden önce Yedi
sene kadar Sivas´ta 32. Tekkesini açan
Seyyid Abdullah Haşim el Mekki Rifâi´ye intisab etmiştir. Mekke-i Mükerreme´de doğdu. ( R:1245
–M:1839)Babası Seyyid Muhammed Azim el Haşim (ks), Annesi Havva Mehri´dir. Maddi ve manevi ilimlere sahib idi. Çeşitli
bölgelerde dergâhlar açarak Kadirî, Rufa-i, Şazeli,
Sa´diyî, Bedevî tarikatlerden
icazetli idi.
Kendisinde
bulunan icazet şu şekildedir.
Bismillahirrahmanirrahim
Allah´hamd olsun, bu icazetnameyi beşeriyeti terbiye için bu
aciz Âdem almıştır. Hidayet seccadesine oturmuştur. Beşerin ulaşması gerekli
olan hedefe varmak için kurtuluş yoluna süluk edip ve cennete ulaşmak dünya ve
dini Fark[ makamını] edip ayırmak zikrin aslına ulaşmak nübüvvet şartlarına
uymak için kabul etmiştir.
Birliği Yüce olan Mevla yı tesbih ederim ki;
O´nu( icazet sahibini) başkalarının nefislerinin bilmediğine ulaştırmış, O´na gururdan ari, maneviyat elbisesini giydirmiş, kendi nuruyla
nurlandırmış, O´nun sırrını heva-i
duygulardan temizlemiş, O´na kudsi elbiseler
giydirmiş ve nimetlerini vermiş, ulvi
himmetlerini yüksek tutmuş ve O´nu afv ederek bu icazetname sahibini evliyalar
derecesine çıkarmıştır.
Hamd ederim ki,
Hamd etmek Hakk tarafından istenen şeylerdendir. O´nun
verdiği nimetlere şükür ederiz.
O´ndan başka ilah, birliğine ortak yoktur. Gözlerin dışarı
fırlayacağı günde, hata ehlinin,
cahillerin, aşırı gidenlerin
ve sınırı aşanlar seni bulacaklardır.
Kim ki; cahil veliyi mürşid kabul
ederse bilsin ki, o ilimsiz velinin davetine icabet Cahiliyye
Davetine icabet etmek gibidir Ben Şahadet ederim ki, ; Seyyidimiz Efendimiz, Sahibimiz Muhammed (sav) Allah´ın kulu, elçisi,
risaletle gelen. Hanif dini üzere olan ve ümmetine yakin gelene kadar
nasihat eden´e, aline ashabına salat ve
selam ederim. Bize Rabbanî bilgileri öğretti. Kurtuluş ve Şeriat yollarını açıkladı.
Bize icazet verenler Sünnet-i Muhammediye´ye yapışmışlar ve bu yola
temessuk edenlerdi. Rufa-i Hırkası giyenlere salat ve selam olsun.
Ey benim Gardaşlarım;
Allah´ın razı olduğu kavmin sıfatı onlardadır. Daima onlar hüzünlü. şehvâni
duygulara düşmekten korkarak, yüzlerini O´na çevirip dua ederek, kalplerinde Allah sevgisi ile zikrin tilaveti
ile meşguldürler. Kalplerinde O´nun nuru, nefesleri misk kokusu, meleklerin zevklerine muttali olmuş sanki
sarhoşlar ve sorulduklarında mecnun gibi derler. Onlara bakar şaşar kalırsın. Onlara
dağların, yerlerin ve göklerin anahtarları teslim edilmiş. Onlar şeytanın
iğvasından korunmuş ve meleklerin, ruhanilerin
dost edindiği kişilerdir.
Hâdim-ul Fukara Seyyid Abdullah
Haşim el Mekki (ks) ye icazet veren silsile şudur. [Bu silsile çok yerde nesebi
seadetleri ile birleşir]
Seyyid Salim b. Heyazığ el-Medenî
el-Harbi (ks) [benim şeyhimdir ]
Seyyid Ömer b. Seyyid Kazım (ks)
Seyyid İbrahim b. Feyyaz (ks)
Seyyid İzzettin b. Seyyid Şaban
(ks)
Seyyid Mehdi (ks)
Seyyid Ali (ks)
Seyyid Muhammed (ks)
Seyyid Hızır (ks)
Seyyid Recep (ks)
Seyyid Şaban (ks)
Seyyid Muhammed (ks)
Seyyid Salih (ks)
Seyyid Abdurrahman (ks)
Seyyid Abdullah (ks)
Seyyid Hasan (ks)
Seyyid Hüseyin (ks)
Seyyid Yusuf (ks)
Seyyid Recep (ks)
Seyyid Şaban (ks)
Seyyid Muhammed El´uruş (ks)
Seyyid Şemseddin (ks)
Seyyid Muhammed (ks)
Seyyid Ahmet Rufa-i (ks)
Vefatı M: 13
Kasım 1922 İngilizlerin
İstanbul u terk ettikleri gün vefat ettiği ailesince malumdur. Efendi Hazretleri
daima kabirlerine ziyarette bulunurdu. Dergâhı
ve evi olan bu yerden uzun zaman çıkmazlar idi. Bugün ev yeri yola gittiğinden
yıktırılmıştır. Bu acımasız bir vefasızlık örneği olarak kalacaktır.
Efendi
Hazretleri, “Gardaşlarım bir tarihte hapise düştüm. Şeyhim
Mustafa Haki (ks) Hazretleri beni kader arkadaşım Arab Şeyh ´e emanet etti. Hapishaneden
çıkacağım zaman Arab Şeyh´in yanına gittim. elini öptüm. Günlerden Çarşamba idi.
Arap Şeyh “Oğlum İsmail elini nereye atarsan Allah seni boş çevirmesin. Çarşamba
günleri Allah elimizi boş çevirmez, ” buyurdular. Çarşamba günü ihtiyaç
sahiblerini hiç boş çevirdiği görülmemiştir. Bu yönde çok kişi kerametine
muttali olmuştur.
Fazlullah Mur
Ali Baba ile ise belirli münasebetlerde bulunmuştur.
SİLSİLE-İ ŞERİF
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Nebi, Sıddık
u Selman Kasımest ü Ca'fer u Tayfur
Ki ba´de-z´ bü'l- Hasen şüd
bü Ali vü Yusuf´eş kencur
Zi Abdülhalik-i amed Arif-i
Mahmud-ü ra behre
Ki zişan şüd diyar-ı
Maveraünnehri kuh tur
Ali Baba Külal-i
Nakşibendest ü Alaüddin
Pes ez Ya'kubu Çarhi, Hace-i
Ahrar-ı şüd meşhur
Muhammed Zahid ü Derviş, Muhammed Hacegi Baki
Müceddid Urveti'l Vüska vü
Seyfüddin, Seyyid Nur
Habibullah-i Mazhar Şah-ı
Abdullah pir´i-ma
Ezişan reşk-i subh u iyd şüd
mâra şeb-i deycur
Ziyaüddin Vahid'ül asri
Mevlana-i ma Halid
Çü amed kaniten lillahi ya
ze'l feyz-i ya zen-nur
Pes Abdullah-i Mekki Seyyid
Yahya-i Dağıstani
Ez-îşan münceli şüd feyz-i
Sübhan der garib ü dur
Çurûm´î Mustafa Rum-i
Farukî-i Şirani
Ez-îşan o be tenvir diyar-i
Rum şüd meşhur
Ve zo şüd vez Halil Hamdi
Tukad-i Mustafa Haki
Hüseyn-i Seyyid emced cihan
ez-feyz o me'mur
Ser-âpa ber Taki cari
füyüzat-ı ez o server
Ki halk-ı hulk-i o dervey
temamet müncel-i mestur
Hacı Ahmed Şeyh-i Niksari-i
Çurûmi terbiyet- gerdeş
Ki müstahlef müeyyed şüd
sahih yed zi sened menşur
Ez-îşan izn-i am ker-dent
der Karibullah-i İhrami
Ve lakin cümrü na-vağfir, hatana
der cihan meşhur.
Kaddes´allahü esrara´hümü'l
aliyyeh ve efâda aleynâ minberakatihimüs-seniyyeh ve li sairi´s-sadatüt-
tarikati'l aliyyeh
Rızaen celle ve ala
bi-sirri'l Fatiha.
BİR ACEP SIRRI-TAKİ DEN ALDIĞIM DERS-İ İBER
ANI BİLMEK DİLERSEN VEREYİM SANA HABER
HER ULUMİ ALMIŞTI PİRİMDEN O ŞEYH-İ MUTEBER
BİZ ANDA MAHVOLUP BEZM-İ FERDA OLMUŞUZ
Tokatlı Pir
Efendimiz bu dünyadan göçmeden önce oğlu Bahaüddin Efendi ile teberruken
tespihi, takkesi, maşlahı ve benzeri hediyeler ile Sivas´ta
bulunan Efendi Hazretlerine gönderdiler. İrşat vazifesinin kendisine verildiği
ve emanetlerin alınması isteği ile gelen bu kutlu misafirlere Efendi Hazretleri
tazim ve tekrimden sonra sülükü ikmal etmediğini ve yolda kendinden büyük Taki
Efendi´ye zahirin teslim edilmesini manevi teslimatı kabul ettiğini ikrar
ettiler. Bu türlü bir cömertlik Pir Efendimiz ve Piran arasında sevinçle
karşılandı. “İsmail iyidir” sözü
tasdik edilmiş oldu. Manen vazifenin kendinde olmasına rağmen Efendi Hazretleri
Sivas´lı Tâki Efendi´ye sonsuz bir teslimiyetle bağlandı. Eksik kalan derslerin
ikmali ile dört sene gibi bir zaman meşgul oldular. Bu pir Efendimiz hakkında
“Bizim sohbet şeyhimiz” buyurulardı.
Hacı Mustafa Taki (ks)
Rumi: 1289-Miladi
1873 tarihinde Sivas´ta doğdu. Mehmet Selim Efendinin oğludur. İlk mecliste
milletvekilliği ve İstida encümen-i Riyasetinde bulundu. Sırat-ı Müstakim, Beyan-ül Hak ve Sebil-ür Reşad da yazıları
çıkmıştır. Bir Gürün Ziyaretinde Hakk´ın rahmetine kavuştu (18 Ağustos R:1341
M:1925)Sivas´ta Abdulvehhab Gazi Makberesinde medfundur.
Şu anda bilinen
üç eseri vardır.
1-Tarih-i Nur
Muhammedi
2-Kırk Hadis
3-Mevlid:
Efendi
hazretlerine Yar-e Yadigâr´ın yazılmasına ilham olan eser.
Efendi
hazretlerinin yazmış olduğu Yar-e Yadigâr mesnevi türde yazılmıştır. 191
beyittir. 175 beyiti Türkçe 8 beyiti Muhammed redifli gazel, 8
beyitlik Arapça Naat ilavesi vardır.
YAR-E YÂDİGAR
MEVLİD-İ NEBİ ALEYHİSSELAM
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Elhamdülillah, Elhamdülillah
Sen ekrem ettin bizleri Ey Şâh
Hem o Nebî-i Ahir zamâne
Ümmetlik ile verdin nişane
Ana hem Âli ve sahbına her an
Olsun salâtü selâm firavan
Anlar ki etti bu dîni ihya
İzlerince gitti eslâfım amma
Bu aciz Hakkı bilmem ne etsem
Râh-ı selefte bir adım atsam
Derdim dem-â dem aczim bildirdim
Lakin O Hâdî daimdi virdim
Tarih-i Hicret olmuştu ta ki
Bin üç yüz elli hemde iki
Rebi´ul –evvel on dokuzuncu
Çehar-şenbe günü silk ettim inci
Râh-ı selefte bir kadem attım
Hamden ve Hamden bu lutfa yettim
Yatmışdım der-rûz kaylûleye ben
Gördüm menamda bir Zât-ı ahsen
Der ismim tevfik sana verildim
Bu son seferinde ben sana erdim
Her emrine Hakk etti müheyyâ
Lâkin sen oku Hoşça bir ma´na
Elimde buldum bir dürr-i mevzun
Andan okudum ve oldum mahzûn
Mevlüd-ü Pak-i Rasülullahi
Görsem n´olurdu O yüzü mâh-i
Derken uyandım kendimi buldum
Dürr-i mensurla çok meşgul oldum
Üstadım Takî aleyh-ir rahme
Yazmıştı mensur etmişti tuhfe
Geldi dile ben eyledim cür´et
Aldı beni çok hüzn ile haclet
Şikeste- beste dürr-i mensurdan
Okudum nazm ettim nûr-i mevfurdan
Âdem atamız cennetten indi
Nur-i Ahmed-i alnında gördü
Babadan oğula onur-i celil
Gelmesine olmuş bir güzel delil
Seyyid-ül Enbiya ol Mustafâ´nın
Kân-ı Kerem ol bâ-vefânın
Kim hâmili olsa onur-i evham
Herkes tanırdı kalmaz bir fere
Ana bizden her nefes yüz bin selâm
Al ü ashabına tâ yevmi´l kıyam
KASİDE-İ MEVLİDİ ŞERİF
Bize lutf-u mecid oldu Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Yine Uşşâka id oldu Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Feriştehler bi-izni Rab nüzul eyler yere bu
Sunarlar cam-ı vahdet hep Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Küşad olur dürr-i rahmet nisar olur dürr-i vahdet
İyan olur nice hikmet Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Yine Şehr-i Rebi´geldi yine kadr-i refi´geldi
Bize Hakkdan şefi´geldi Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Çü doğdu nûr-i ersalna n nur ile nur oldu dünya
Güm oldu Lat ile Uzza Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Yıkıldı Köşk-ü Kisra´nın ocağı söndü Kebrânın
Beli büküldü şeytanın Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Sınıp putları tersânın çekildi suyu İran´ın
Nizâmı geldi dünyanın Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Selâmı Kabr-i Hakine riyaz-i ıtır nakine
Salât et rûh-i Pak´ine Bu Mevlûd-i Muhammed´dir
Salatullah selam´ullah aleyke Ya Rasülullah
Gerek erkek olsun gerek kadın
Âşık olurdu sorarlardı adın
Yağmur duası gibi bir afet için
Andan istifşa ederlerdi bütün
Elhamdülillahi münşiyyü´l halkı min âdemi
Sümme´s-salatü ale´Nebiyyi fi´l- kıdemi
Mevlaya sali ve sellim daimen ebeda
Ala Habîbike Hayr´l Halk´i küllühimi
İşte bu şöhret tuttu âlemi
Geldi dünyaya Eb´i Nebevi
İsmi Abdullah kavmi Mudari
Zevcesi Âmine Hâmil-i Nebi
Altı ay bilmedi hamilliğini
Melekler ederdi âmilliğini
Nurlar içinde kalmıştı ol mâh
Ulema tebşir ederdi gâh, gâh
Doğacak Muhammed ol şan-ı âli
Medh ederler anı Âlem maâli
Ol vakte kadar İsmi Muhammed
Arab´ta tesmiye edilmemişti ebed
Birçokları düştü ulu sevdâya
Bu azîz gelseydi bizden dünyaya
Doğan çocuklara Muhammed ismi
Koyup tecessüse düştü bir kısmı
Lakin O dürr-ü Meknûn serâ ser
Nasiye-i Âmine´de olmuştu ber-ser
Vakti gelince On iki Rebi´
Pazartesi gecesi ve şehr´i- şefi´
Hem Nisan ayının yirminci günü
Belirdi Nice alâim-i Kevni
Ol alâmetler Âmine mâh-i
Havf ettirdi kâh-i, kâh-i
Kuşlardan ana tebşir inerdi
Kanatlarıyla sırtını sığardı
Kalmazdı havf, haşyetten eser
Mübarek terleri misk idi amber
Uzun boylu güneş yüzlü çok kızlar
Asiye ve Meryem anlar pek özler
O nur-u kâmili iverler idi
Yanlarında hublar görürler idi
Âmine´nin gözlerinden perde açıldı
Meşrik ve Mağrib arasın gördü
Yerden göğe kadar bir beyaz atlas
Asılmış gördü dünya ve herkes
Güya bu veli-nime´ye pay endaz olmuş
O meclis-i mağbud-u arş rahmetle dolmuş
Yine O Âmine analar hası
Gördü Şam köşklerindeki raks-ı
Dahi üç âlem biri meşrikte
Biri Ka´be üzerinde biri mağribte
Görenler dediler bu dîni pür-taz
Cihanda imtiyaz pek mümtaz
Cenab-ı Âmine bir zülâl içinde
Anınla bütün varlıktan geçti
Muhammed Seyyid´ül Kevneyn-i ve´s-sekaleyn
Ve´l ferikayni min Arab´in ve min Acemin
Mevlaya salli ve sellim daimen ebeda
Ala Habibike Hayr-il Halkı küllühimi
Zülâli vermişti Asiye ve Meryem
Sığarlardı Batn-ı Şerife´sini hem
Bismillah uhruç ve bi-izni´llah
Dediler o anda ol iki Mâh
Şefi´ul- Ümem Ser-tacı Âdem
Zübde-i Mahlûkat ol Ruhi- efham
Âlem-i şuhuda teşrif ettiler
Arz ve sema kâinat gör ki ne ettiler
Tekbirât ve Tehlîlat Salevât-ül ´llah
Kamu âlem doldu tahiyyat ile
ALLAH-Ü EKBER ALLAH-Ü EKBER LAİLAHE İLLA -LLAHÜ VALLAHÜ EKBER ALLAHÜ
EKBER VE LİLLAH-İL HAMD
ES- SELÂTÜ VE- SSELAMÜ ALEYKE YÂ RASÜLLULAH
ES- SELÂTÜ VE -SSELAMÜ ALEYKE YÂ HABİBALLAH
ES- SELÂTÜ VE-SSELAMÜ ALEYKE YÂ SEYYİDEL EVVELİNE VEL AHİRİN VE ALA
CEMİ-İL ENBİYAİ VE-L MÜRSELİN
VE-L HAMDÜ-LİLLAHİ RABBİL ÂLEMİN
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
MA KÂNE MUHAMMEDÜN EBÂ EHADİN MİN RİCÂLİKUM VE LAKİN RASÜLULLAHİ VE
HÂTEME-N NEBİYYİN VE KÂNA LLAHÜ Bİ KÜLLİ ŞEYİN ALÎMA
SADEKALLAHÜLÂZİM
(Bu kısımda Kaside-i
Ha-iyye okunur. )
Essubhu bedâ mi tal´atihi
Velleylü deca min vefratihi
Fâka´r-rusüla fazlan ve ula
Ehda´s-sübülâ li delâletihi
Kenzül keremi ve Mevlen-niami
Hadî´l-ümemi li şerîatihi
Ezke´n-nesebi eğla´l-hasebi
Küllü´l-Arab-i fî hidmetihi
Seat-i´ş-şecerü nataka´l-haceru
Şakka´l-kameru bi işâretihi
Cibrilü etâ Leylete –esrâ
Ve´r-rabbü deâ li-hazratihi
Nâle´ş-şerefa vallahü afâ
Ammâ selefâ min ümmetihi
Fe Muhammed´üna hüve seyyid´d-üna
Fel-izzü lena licabetihi
Tıflü mesûd aleyhisselam
Geldi dünyaya neşr-etti islam
Ve Hem anda andı ümmetlerini
Hüdâ ya arz etti ümmetlerini
Koyup baş yere secde eyledi
Cihan pür-nur oldu felek uyandı
Necip ümmet buldu o an rahmeti
Dusının kabulunun idi nur alâmeti
Umum parmaklarını örtük tutardı
Şehâdet parmağı ile tevhit ederdi
İş bu işaretler olmuştu kabul
Ki ortaya geldi bir dîni makbul
Dîn-i Muhammed´dir bu tâkı eyvân
Hakkın celâli ile gösterdi burhan
O anda dedi hem Allah´ü ekber
Ve sübhânallah´ı ederdi ezber
İki Cihan Seyyid´i-ins-ü-cin Muhammedî
Hak ana bend eyledi her Arap ve Acem-i
Mevlaya salli ve sellim daimen ebeda
Ala Habibike Hayr-il Halkı küllühimi
Yine bir nur andan feverân etti
Maddi ve manevî cihân-ı tuttu
Göründü o anda Şam Çarşıları
E´naku ibilin tâ karşuları
Hâzin-i Cennet-Rıdvan geldi ve etti tebşir
Dünya görmüştü, Sen–tek nezir-u
beşir
Ulûm-i enbiya sana verildi
Cennet bahçeleri senden dirildi
Akîb-ü Tulu´da o şems-i enver
Bir avuç toprak aldı arz-ı kıldı münevver
Mekke ukalâsı dediler heman
Ehli Arza galip oldu bî kuman
Çünkü ol âmine ol sadef paye
Cümle yıldızlarla cevvi sema
Aşinâlık ile nigâh ederdi
Aşk ile şevk ile âh ederdi
Gökyüzünde gezen kuşlar melekler
Minkarları zümrüt ve yakuta benzer
Anlardan biri gelip ol nûra
İşaret eyledi durdu huzûra
Şeceat ve nusret anahtarları
Verilmişti sana felek mazharı
Azametini göklere vaz eylediler
Her kim Ânı görürü yüreği titrer
Bir güvercin kuşu göründü nâ-kâh
Minkarlarıyla fem-i seadet edildi agâh
Tattırdı Âna şarab-ı lâhut
Görmemişti mislini âlem-i nasut
Guya ol şeyden daha isterdi
Mübârek parmağı ile ağzını gösterdi
Muhammed´ün Seyyid´ül Kevneyn-i ve´s- Sakaleyn
Ve´l-ferikayni min Urub´in ve min Acem´in
Mevlaya salli ve sellim daimen ebeda
Ala Habibike Hayr-il Halkı küllühimi
Hazreti Âmine olnur-u cevvâl
Göründü gözüne nurani rical
Ellerinde Zümrütten Leğen
Diğerinde ibrik ve şal-i me´men
O vücudu Es´at anda yıkandı
Kendisinden hemân bir nur parladı
Sardılar vücudun harirler içre
Götürdüler ervâh-ı enbiyâ içre
Cemí enbiyâ, ervah-ı güzîn
Öptüler sevdiler o nazik yüzün
Hususan İbrahim Halil-i Hüda
Ve Hazreti Âdem o büyük atâ
Sinesine bastı ettiler dua
Ki zira olmuştu Ürveti´l Vüska
Dünya ahiretin izz-ü şerefi
Ânınla fahr eder umum selefi
Kitfi seadette bir dürr-i meknun
Görenler oldular bi-takat meftûn
Hüve´l Habîbü´llezi türci şefâatühü
Li-külli hevlin mine´l ehvali muktehimi
Mevlaya salli ve sellim daimen ebeda
Ala Habîbike Hayr-il Halkı küllühimi
Ricali ruhani zevât-ı şerifi
Vücud-u Seadetle ettiler teşrif
Gözlerine sürme çekti gittiler
Dahi koku sürdü ta´zim ettiler
Havadan bir bulut yere oturdu
Vücud-u Es´at-ı alup götürdü
Gözünden nihan oldu sehâbı enver
Umum şarkı garbı gezdirin bir, bir
Diye bir nidâ-i Hâtif-i geldi
Atlas libaslarla geriye döndü
İkinci bir sehâb-ı latîf-i enver
Vücud-u Es´at-ı götürdü tekrar
İşitildi derhal insanlar sesi
Tutmuştu âlemi at kişnemesi
Âdem´in safvet-i Nuh´un rif´ati
İsmail lisân-i İbrahim hilleti
Yusuf cemali Yakup beşâreti
Eyyüp sabrı Davut savt-ı
Yahya zühdü İsa keremi
Verildi sana Ey Avâlim Muhteremi
Denildi ve bulut münkeşif oldu
Cihan o vücudun nuruyla doldu
Müahhiran bir beyaz nur-i latif
O hazreti kucakladı etti taltif
Enbiya makamı ana açıldı
Cümle deryalara rahmet saçıldı
İşitildi bir sada-i ruhâni
Anı Habîb etti Zât-ı Sübhâni
Dördüncü defa yine bir kıt´a-i nur
Aldı götürdü oldu gözden dur
Bu defa ziyâde kaldı semâda
Diyar-ı ruhâni ve mesîha da
Büyük bir harîre sarılı geldi
O harirden âb-ü zülâl damladı
Dünya kabzasına tav-i rağbetle
Dâhil oldu dindi bir mehâbetle
Elhamdülillah munşi-il halkimin ademi
Sümme´s-salâtü ala´l Muhtâri fi´l- kademi
Mevlaya salli ve sellim daimen ebeda
Ala Habibike Hayr-il Halkı
küllühimi
Nevzâd-i risalet Hateme´n –Nebiyyi
Süt aktı ve emdi parmaklarını
Mevlid-i seâdet ol âli mekân
Dört âlem dikildi ve dendi heman
Dört köşe olmuştu cihan bu zata
Nere dönse erer çok futûhâta
Siyâdât-ı ana tebşir edildi
Mahşerde ümmetin senindir dendi
Velâdet gecesi yıldızlar tamam
Arz-a meyl ettiğin gördü sekfi-nam
Ve hîni vazında hânenin içi
Nurlandı demiştir o hatun kişi
Doğunca aksırdı dedi Elhamdülillah
Mevlid-i Müfahham ol Rasülullah
Abdurrahman İbn-i Avf´ın anası
İsmi Şifâ Hatun ol nur paresi
Aksırınca O Nevzad-ı Kureyşi
İşittim hâtiften o sadâyı arşı
Dedi ve hem Şam´ın saraylarını
O nur ile gördüm alaylarını
Buluğ-i bi´setini etti intizâr
Nuzülü vahyi de iman eyledi izhâr
Safiyye Bint-i Abdulmuttalib
Kabîlelik etti tayyib mutayyib
Kaldırınca başını secdeden Rasül
Allah birdir dedi ben oldum Rasül
Göbeği kesilmiş sünnet tekmil
Cismi münevvrdi ve yunmuştu bil
Muhammed´ün Seyyid´ül Kevneyn-i ve´s- Sakaleyn
Ve´l-ferikayni min Urub´in ve min Acem´in
Mevlaya salli ve sellim daimen ebeda
Ala Habibike Hayr-il Halkı küllühimi
Cenab-ı Âmine ol peri-i haslat
Ana denmiştir eylesin dikkat
Üç gün tamam melâike ziyaret
Etmedikçe yoktur beşere ruhsat
Bu mealde gaibten bir sadâ geldi
Cümle hâne halkı yanından gitti
Abdulmuttalib gördü ne etti
Safâ´dan geçerek Merve´ye gitti
Hane üzerinde gördü bir beyaz kuş
Kanatları Mekke dağlarını tutmuş
Takarrub ettikçe bir beyaz bulut
Yakinen gördü ve etti sukûn
Acep rüya mıdır hayal midir bu
Dedi ve aldı bir güzel koku
Kendisini âlemden tecerrüd etmiş
Zan etti cennet bağına gitmiş
Kapıyı vurdu içeri girdi
Cenab-ı Âmine´yi pek zayıf gördü
Alnındaki nuru görmeyince
Bilmedi hikmetini düşündü ince, ince
Bir zat-ı görünce Muhib
Gayetle havf etti Abdulmuttalib
Dedi Ya Âmine korktum çâk ettim
Ka´be´yi titrer gördüm ben helâk oldum
Putlar yere düştü Ka´be doğruldu
Makam-ı İbrahim nur ile doldu
Muhammed doğdu diye bir sada geldi
Bu sesle Huda´dan bir ata geldi
Acele ben O Nevzad-ı göreyim
Rahmet kokusunu andan alayım
Cenâb-ı Âmine şimdi görülmez
Çünkü üç gün beşer yanına girmez
Beni helak mi edeceksin nerde dedi
İçeri girdi yalın kılıç bir şahsı-haşin gördü
Âmine´ni sözünü o zat söyledi
Abdulmuttalib Hazretleri sabreyledi
Nasa söylemek isterse ol ced
Olurdu ebkem dudağı hem sed
Bu macera kendisine kâr etti
Üç gün tamamına intizâr etti
Ulema-i nucum ve Yahûdiler
Peygamberân-ı Ahir zaman geldi dediler
Kızıl yıldız doğduğunu görenler
Dediler tevellüt etti Peygamber
Cemi âleme velvele düştü
İşitenler bu habere üşüştü
Mecûsi´den Nasara´dan Yehud´dan
Birçokları geçti haç ile puttan
Yine velâdet-i seniyye günü
Medine´de söylendi o güzel ünü
Hüve´l Habîbü´llezi türca şefâatühü
Likülli hevlin minel ehvali´l muktehimi
Mevlaya salli ve sellim daimen ebeda
Ala Habibike Hayr-il Halkı küllühimi
Hasan´ül Ensârî ederdi rivayet
Zabd-ü ketb edilmiş Leyle-i velâdet
Hemân on günlük yoldan bu habere
Bir gecede neşr-i harika iber
Daha nice bu gibi halât
Ruy-i arza verdi büyük beşarât
Mülûki arzın dili tutuldu
Nûşirevan ´ın köşkü yıkıldı
Sarayları tezelzele uğradı
Hükümdarlar bundan çok havf eyledi
Sava Gölü o gecede kurudu
Semâve Deresi´ni sular bürüdü
Dahi yıldızların sık, sık sukûtu
Habt etti âlemi verdi sukûtu
Cesim putlar yere düştü bi´t-temam
Rahip Ays Abdulmuttalibe etti ihtiram
Bilâd-ı Fârisi deki ateşgedeler
O gecede hemen söndü dediler
Daha birçok zuhur etti havârik
Yazdılar cümlesini eslâf sevabik
Lakin bu asî ettim ihtsar
Ve ismine dedim “Yâr-e Yâdigâr”
Ne mümkün vasf etmek o kerem kânı
Ana nazil oldu Seb´ül Mesani
Okuyan-ı dinleyeni yazanı
Nail etsin Gufran-ına ol Gani
Eslaf-ı ahlâfım hisedâr etsin
Hem nâm-ı ahiret gününe gitsin
İşitenler okusunlar fatiha
Şuracıkta verdim anı hitâma
Ve selâmün alel Mürselin
Velhamdülilahi rabbil âlemin
İsmail
Hakkı Toprak
Efendi
Hazretleri bu yoldaki edebi muhafaza ettiğinden bezm-i ferda olmuşuz sözü ile
Yar-e Yadigara işaret ederek Biz aynı sözlerin ve tecrübelerin ve aşkın meclisi
olduk. Biz aynı kaynaktan feyz alıyoruz,
demektedir. Efendi Hazretlerinin Yar-e Yadigâr´ı Sivaslı
Pir´in yazdığı nesinin şiirsel ifadesidir. Bu eserde sanatsal bir zorlamaya
gidilmeden saf-i bir dille Peygambere olan aşk ifade edilmiş ve Mevlid-i
Nebi´den bahis edilmiştir.
Tokatlı Pir
(ks) den sonra işin mana cephesi Efendi Hazretlerinde olmasına rağmen Sivaslı
Pir´e karşı sonsuz bir aşk ve edep dairesinde hareket etmiştir ki; Kapısında hizmet için beklediği günlerde
üzerine yağan karlar omuzlarında birikmiş. Bir rütbeli askerin derecesindeki ulviyeti
gösterir gibi dilden dile dolaşır olmuştu. Soranlara “Efendimin bir isteği
olurda Hizmet eden bulunmaz ise” dermiş.
Dûr olan O bezmi-i âliden Hüdâ´dan dûr olur
Bezmi-i Ehlullah´a kim olsa müdavim nûr olur.
Mevlana
Bir Kâmilin
bendesi kâmil olunca, seyri kemal üzere
olur. O´nün gözü gönlüne nazır olur. Yoruluncaya kadar hizmette bulunur ki
gönül çeşmesinden artık kan yerine nur akar. Bu yolda kemal bulmak isteyen şu
söze uyarlar.
Almak istersen eğer, himmet-i Ehlullah´ı
Bi-edep olma, gözet hürmet-i Ehlullah´ı
La
Taki Efendi(ks)
nin Oğlu Bedrettin Efendi çok defa vazifenin kendine verildiği iddiası ile
gündeme gelmiştir. Efendi Hazretleri bir vefa numunesi olarak ta “Kendine
Tabi olan bu kolu da sen idare et diyerek”icazet vermiştir. [5]
Taki Efendi
(ks) bu koldaki zahiri kısmın korunmasında çok büyük emeği vardır. Usul ve erkân
üzere sağlam durmuştur. Bu da O´nda tarikat neşesi bulanlarda açıkça
görülmektedir.
ÇÜNKÜ KITMIR OLALI-DAN BU KAPIDA BU HAKİR
HER İŞİ SIRR-I EZELDEN BİLDİM TAKDİR-İ KADİR
OL SEBEPTEN İŞİMİZ CÜMLEYE TAZİM-Ü TEKRİMDİR
BÖYLELİKLE HALK İÇİNDE HAKK-I RANA BULMUŞUZ
Efendi
Hazretleri; “ Siz birbiriniz Allah
için severseniz, gayretullah zuhur eder. Allah hepinizi sever. Muhabbeti
olan hata görmez görse de göz yumar. Her işte beraberlikten Allah razı olur. İdare
ilmini öğrenin insan kızınca şeytanın malı olur. İdare mudara ve dubara. Nefis
çok mübarektir. Ruha âşık olmuştur. Aşkın kıymeti çok büyüktür. Âşık olmayan
insan, insan değildir. Asıl mesele nefsi ruha tabi
kılmaktır. Nefsin dediğine gitmemektir. Ne ararsan insanda mevcuttur. Bir şeyh
(şeyh Sena ks) Rum papazının kızına âşık olmuş. Ruh şeyhtir, Nefiste Rum papazının kızıdır. Hepinizi
Allah´a emanet ettik. Biz de zaten Allah´a emanetiz. Cenab-ı Allah hepinize
mazhar-ı tevfik buyursun. Tarikatta bir şey varsa, insanın gözü ayağının ucuna bakmasıdır, ” buyurdular.
Tarikat
edebinde mürit bir kelbin efendisine eylediği tazimi göstermez ise bu yolda bir
şey bulamaz. Hacı Bayram-ı Veli (ks) yi ziyarete gelen Akşemsettin Hazretleri
(ks) kendisine ikram olarak köpeklerin yalını kabul etmese; Aziz Mahmud Hüdayi
(ks) ciğerleri halk içinde omuzuna atmasa; Mevlana-i Halid-i Bağdadi (ks) tuvaletlere
nefsi galebe çalınca sakalını bez yapmasa; idi bugün bizler O Zat-ı Ekremleri bilebilir
mi idik.
Ar-u namusun bırak şöhret kabasından soyun,
Giy melâmet hırkasın kim ol nihan
etsin seni
Yüzün yerler gibi ayaklar altına
ko kim
Hak Teala başlar üzere asuman etsun seni
Niyazi
Mısri
Efendi
Hazretleri marifet ilminin sırrına vakıf olduğu için “Gardaşlarım; Ders alan
birinin oruç ve namazdan önce gözü kör, kulağı sağır,
dili peltek ve eli ayağı kötürüm
olmalıdır. Gardaşlarım, ihvan olmak
kolay insan olmak zor. Gidersin bir mürşide ders alırsın eve ihvan dönersin. Ama
insan olmak öyle değil. Şeyhimden ders aldıktan sonra Şeyhimin boyasına boyanmışım.
İşte bu sizin gelmeniz Şeyhimin himmetidir. Himmet verilmez alınır. Himmeti
vermeli, almalı. Biz verebiliyor muyuz sizde alabiliyor
musunuz?
Biz Allah´ın hiçbir işine karışmadık. Naz makamında dahi olmadık. ” Buyurdular. . Efendi Hazretleri “ihvan vaktin oğlu
olmalıdır” derdi. Zuhurata tabi olmalı. Teslimiyet üzere olmalıdır.
İbn-i vaktım ben Ebu´l vakt olmazam
Abd-i Mahzım ben tasarruf bilmezem
Niyazi Mısri
O bu hali
kendine düstur edinmiş olmasına rağmen Muhammed-i Meşrebin merhamet pınarları
naz kapısından gayr-ı için tasarruf etmesine sebep olmuştur. Mesala, oğlu
Halis Turgut Efendi son hastalığında şiddetli ağrılarından dolayı “emanetinizi
teslim alın Efendim” diye tazarru ve niyazda bulunca sukutla karşılamıştır.
Fakat bu temenniler uzayınca ve
“Efendim isyan etmekten korkuyorum,
emanetinizi alın”ricasına
“peki oğlum, Allah´tan senin için
ricacı oluruz”buyurdular. Halis Efendi vefat etti.
Vefat haberini getirenlere
“Biliyoruz Gardaşım” dediler
Yine akıl
hastası çocuğu olan bir misafir vekalede oğlu için “efendim iki rahmetten
biri” diyerek murakabedeki Efendi Hazretlerine yalvarıp durdu. Efendi Murakabeden
başını kaldırıyor, bir müddet sessizce
dinliyor ve yine yalvaran misafirin ısrarına dayanamayıp murakabeye varıyor. Yanında
bulunan ihvanların uyarmalarına rağmen bu durum değişmedi. Bu uzunca süren halden
sonra Efendi Hazretleri “Haydi Gardaşım,
memleketine git iki rahmetten
biri oldu” buyurdular. Anlaşıldı ki çocuk ölmüş.
Mevlana, Mesnevide “Allah Teala canibinden evliyanın
öyle bir kudreti vardır ki atılmış oku yolundan çevirirler. ”
“Kaza , kaza ile redolunur” (HADİS-İ
ŞERİF)
Bu hakikate
işaret eder. Abdülkadir Geylani (ks)
“Ben kaza-i
Mübrem-i( tedbir ve maharetin tesiri olmayan kaza) def ederim” buyurdu; bu kaza Allah katındaki Muallak(
değişebilen)kaza ile Melaikelerin katında bilinen mübrem( değişmeyen) görünen
kaza-i ilahidir. Kaza-i mübremde hiçbir türlü tasarruf olmaz. İşte bu sırr-ı
hakiki Efendi Hazretleri´nce malum idi. Bu kabiliyet ezelden Kendilerine
verildiği için bir maye-i asli olduğunu cümleye hoşça nazar ettiklerini
bildirdiler. Efendi Hazretleri; “Ubudiyeti tamme ve şefkati amme yolu´dur, yolumuz”
der ve şu beyitleri çokça talim buyururlardı.
Yazılmış alnına fa´ilin her ne ise reddi na-kabul
Hüner bu defteri almalı, hoşça
dürmektir
Musaddaktır bu dava ta ezelden mühr-i hikmette
Cihana gelmekten maksat bu tatbikâtı görmektir.
Neyzen
Tevfik
Hiç ne lazım her kesin ayıbını tahrir eylemek
Kamil insan görmez görse de göz yumar
La
La Faile
İlla´llah remzi “Hakk-ı rana bulmuşuz”da kendini gösterir. Bu makamdaki edep
işlerin cümlesinde yapan olduğunu bilmekle beraber, iyi olanı Allah´a, kötü
olanı nefsimizden bilmektir. İyilik ve kötülük bize nispet iledir. Hakka nisbet
edildiği zaman hepsi hayırlıdır. Onun ehlullah kendinden gayr-i bütün fiillerin
cümlesini Hakk´a nisbet eder. Bu ise illa ki güzeldir. “Sizin yaptıklarınızı
Allah yarattı. ” Ayeti zahir olur. Efendi Hazretleri; “eden,
eyleyen Allah´tır Gardaşlarım. La havle vela kuvvet-e illa bi´llah”
der, ihvanı tevhit kapısında bekletirdi.
Hak kulundan intikamını yine kul eli ile alır
İlm-i hakkı bilmeyen anı kul yaptı sanır.
La
Nakıs olan
insan bir işe zahirden yanaşır, kemâlat
seyrinde ilerledikçe [ Ebrarların haseneleri Mukarrebler yanında günahtır]
sırrı açılır. Görür ki her işi eyleyen Hakk-ın kendisidir. Kullukta ve âdemlikteki
esrar budur. Velayetteki esrar celal perdesinden zuhur eden cemali görmektir. Bu
ise avama gizlidir.
Alan veren O´dur Pazar içinde
Kimini bay kimini yoksul eyler.
Kimi bulmaz giye çuldan abayı
Kiminin atına atlas çul eyler
Eder akilleri çok iş de aciz
Eder öyle bir iş san akil eyler
Bu sözün Yunus´u Mısri değildir
Lugaz bunda muammasın bol eyler.
Niyazi
Mısri
“Ayık olun, Allah dostlarına
üzüntü ve korku yoktur” ayeti Hakk-
gerçek manada anlamalarıdır. Onlar bir iptila ile karşılaşınca lezzet alırlar
ve şükürde olurlar. Makamın kemâli de budur. Onlar bir şeye bakarken surette
kalmayıp hakikatine nazar ederler. Onların nazarı ve itikatları batına idi. Onlar
bakınca tohumdaki ağacı görürler. Bilirler ki bu âlem Hakk-ın iradesinden başka
bir şey üzere değildir. Devam-ı Hal, Devam-ı Huzur,
Devam-ı Sohbet ve Seyr-i Süluk´ten yol alarak yokluğa varmışlar. İhvan´ına
bunu tavsiye etmişlerdir. Bu âleme gelmek Hakk-ı bilmek ve bulmak değil mi idi.
BU TARİKAT ÂLEMİNDE OLMAK İSTERSEN SU-Dİ MEND
SENDE BU HALDE OLUP HALKTAN LİSANINI EYLE BEND
İŞTE BUDUR ÂCİZANE HUBB-U FİLLAH SANA PEND
HAYR-U HAKKAN-I CİHAN SİMURG-U ANKA OLMUŞUZ.
“Kendi başına biten bir ağacın meyvesi olmaz. Allah´ın âdetinde bir şeyi
sebebe bağlamak lazımdır. Nasıl ki ana ve baba olmadan çocuk dünyaya gelmiyorsa, bir Mürşidi kâmil terbiyesine girmeden olan
doğuşta sakatlıklar olur.” Öyle ise bu yolda mürşit gereklidir. Bu yola
girip [su-di mend] kazançlı olmak isteyen bu yolun kural ve edeplerine
uymalıdır. Efendi Hazretleri,
Boş çeşmeye koydum bakraç,
Bulamadım derdime ne merhem ne ilaç
La
İlahisini
ihvanına söyler, mürşid çeşmesinden
istifade etmeyenin hedefe varamayacağını hatırlatırdı
Peygamber
Efendimiz (sav) e kemal-i ittiba, Mürşidine
sonsuz muhabbet ve edep sahibi olmaktır. Tarik-i Nakş-i de on bir esas vardır. İhvan
bu esaslara riayet etmese yolda kalmasından korkulur.
VUKUF-İ ZAMAN, VUKUF-İ ADED, VUKUF-İ KALP,
HUŞ DER DEM, NAZAR BER KADEM, SER DER VATAN, HALVET DER ENCÜMEN, YAD KERD,
BAZ KEŞT, NİGAH DAŞT ve YAD DAŞT tır.
Efendi Hazretleri
bu esaslara ilaveten [halktan lisanı eyle bend] di getirmiştir. Lisan ruhî, kalbî
ve zahirî olmak üzere üçe ayrılır. Bunlara belirli zaman kilit vurmak terakkiye
sebeptir. Bu işin ilki insanlardaki ve kendindeki hali görüp meşgul olmamaktır.
Meşguliyet insanı yoldan alıkoyar. Görünen âlem seni sevdiğinden meşgul etmesi, saman çöpünün akan suyuna mani olmasını
gösterir ki, bu noksanlığa işarettir. Bazı kişiler bu yola
girerler az bir zaman sonra nefsine hoş gelen arzular içinde bocalarlar. Aslında
yol hem kısa ve kolay, hem de aşılması
güçtür. Sabır bu yolun baş ilacıdır. Sabrın başı da yokluktur. Arif olmak
istersen bazı şeyleri bildiğin halde bilmemezlikte ol. Bu selametine sebeb olur
Herkes tarafından sevilirsin.
Anlamaz hayvan olan, insan olan
anlar bizi
Halkın artık eksiğine keylimiz yoktur bizim
Kimseye tan etmeye hiç dilimiz yoktur bizim
La Mekân dan gelmişiz bir ilimiz yoktur bizim
Niyazi Mısri
Efendi
Hazretleri “Bir kimse ben öldükten sonra malımı, dünyanın en cahiline verin derse; Kur´ an
hafızı olup ta manasını yaşamayana vermeli imiş. Yine bir kimse ben öldükten
sonra malımı alim bir kişiye verin derse Kur´anı yüzünden okumayı bilmese de
hükmünce amel edene vermeli imiş, Gardaşlarım”, buyurarak, hakikatin ne olduğunu göstermiştir.
Gönüle ve dile
bend vuran kişi sırr-ı hak´ta fenâ dan bekâ´ya,
varlıktan yokluğa ulaşmış ve
celal içre cemali görende olur. Yoksa bu kahır dünyasında her şey ona derd ve
sıkıntı olur. Boğazdan aşağı inmeyen
ilim faydasızdır. İnsanların helakine sebep olan lüzumsuz konuşmakla, hayırsız maldır.
Karıncalar gibi sen ufak, ufak
yürürsün
Meleklerden ileri seyranı arzularsın
Topuğuna çıkmayan suyu deniz sanırsın
Sen katreyi geçmeden ummanı arzularsın.
Var sen Niyazi yürü atma okun ileri
Derdi ile kul olmadan sultanı arzularsın
Niyazi
Mısri
İnsan için değerli
olan şey ne ise ona ister istemez meyli olur. Onda huzur bulur ve ona hizmet
eder. Allah aşkı ile yanan da bu fani dünyanın telâşesi yoktur ki, kendini heder etsin. Onun hedefi Allah´ı
sevmek ve Allah tarafından sevilmektir. Ruhu tahir olan insan mesut olmaz mı. Dünya
fettanedir Onun zehrinden çok az kişi kurtulur ama bu yolda devamı gayret, bu beladan onu geçirir. Maneviyat pınarından
içene dünyanın ve içindekilerin kıymeti yoktur. Ruhu temizleyen artık her şeyi
güzel görmeye başlar. Öyle ise ruhu ihmal etmemeli ve gıdasını vermelidir.
Veli arif celal içre cemalin görür daim
Bu haristanın içinde, Ona gülzar
olur peyda
Niyazi
Mısri
Yaratılanı severim Yaratan´dan ötürü
Yunus
Efendi
Hazretleri; “Hiç ne lazım her kesin
ayıbını tahrir eylemek. Kamil insan olan görmez, görse de göz yumar. Arifi billâh olanlar bu
dünyada gam çekmezler”, der ve
Her kimin ki yemek içmek himmetidir
Andan ihraç olunan anın kıymetidir
La
Beyitini çok
söylerdi. Kişiye bu cihanda ulaşılacağı en büyük ve hayırlı şey, dünya sevgisini arkasına atması ileriye yani
asıl vatanı olan hakikat âlemine nazar etmesidir. O zaman leşler üzerine
konmayan Simurg-u Anka olursun. Bu kuş baki âlemin semasında yer bulur. Yoksa
bu fani dünyada konacağı yer yoktur.
Halife-i zadesin, makbulsün
Her neye muhabbetin varsa ona kulsun
La
Bu âleme nazar
etmekten sakınıp hakikate nazar eden kurtulur. Değeri ölçülmez bir devlete erer.
Bu devlet uzakları yakın maddi ve mana âleminin merkezi eder.
Efendi
Hazretleri, şikâyete gelen bir kişiye “Allah´a
bu kulu yaratmasını bilmemişsin mi diyelim” bir başkasına “kuldur hata
işler üçer, beşer”diyerek hakikate sevk etmiştir.
BUNCA İLM-İ FAZL İLE BİLMEZ İMİŞ,
NUR-İ BASAR
HER İŞİ EDEN ETTİREN ALLAH DEĞİL Mİ VER HABER
LEYK HULUL-İ İTTİHAZDAN EYLE GAYETLE HAZER
BİZ HAKAYİKİ AŞİYAN İÇRE MİMAR OLMUŞUZ
İnsan ilmi bir
hakikati öğrenmek için öğrenir. Tasavvuf yolunda ise buna ilaveten himmet-i
şeyh ve nisbet gereklidir. Çünkü haller ilm-i olan bu yol yaşamak, duymak,
sezmek, hissetmek ve bunun yanında hikmet pınarının
gözesinden içmek gerekir.
Aşk imiş âlemde ne var ise ancak
İlim bir kıyl-ü kal imiş.
Fuzûli
İlim Tahsili
gerekmez mi denirse; denilir ki bu yol ilimsiz giden içinde daha tehlikeli ve
zındıklığa götürür. Samimiyetle bu yola girene Cenab-ı Allah sırası ile bilmediğini
öğretir. Bu yol bir emanettir ilm-i olmayana teslim edilmez. İlimin ilk
basamağı nefse kadem basmak ve onu tanımaktır. Kalp gözü ile görmek için ilim
tahsiline gerek yoktur. Çünkü o bir hicap perdesinin aralanması ki, kendi
aslı bir ilimdir. Bu ilim binde bir kişiye nasip olur. Bu ilim insanı öyle bir
sarhoşluğa çeker ki Hallac (ks) gibi darağacına baş koydurur.
Varlık zahiri
itibarı ile çokluk içinde olsa da aslında bir olan Hakk-ın tecellileridir. Eşya
onun tecellisi ise de, eşya eşyadır O ise, O´dur.
İşte kalp ilmi budur. Bu akli nazariye ile bilinmez. Vücudun varlığı müşahede, zevk, hal,
fena-fi´llah, bekâ bi´llah ve müsteğrak –ün fi zat´illah ile
bilinir. Buna ise Mürşidi Kamil Terbiyesi ile ulaşılır. Bu işi fark edemeyenler
ilhada düştüler ya hululi ( yok olup karışma) ya ittihat (her şeyi Allah´ın
zatı gibi ) a düşerek zındıklık ve kulluktan kendilerini müstağni gördüler.
Bu durum sözle
anlatılacak bir durum değildir ki, hüsn-ü zanda bulunup tatmak lazımdır. Efendi
Hazretleri [Leyk hulûliden ittihazdan eyle hazer] bu karışmadan kaçın demesi mahlûkun hiçbir
zaman Hakk olamayacağı fakat senin halin onda Hakk-ı müşahede etmen gerektiğidir.
İhvan çalışa, çalışa Nihayet La Mevcude illa´llah a ulaşır
ki Hakikat ehlinin ilmidir. Zat-ı
bilenlerde denir. Bu ise onun yokluğunu,
ibadetini, şevkini ve muhabbetini artırır. Yoksa onu
kulluktan düşürüp isyanî bir yola düşürmez.
Değil mümkün ayn-ı vaciptir hakikatte
Vücut ile adem beyninde zira ittihat
olmaz
La
Efendi
Hazretler “Gardaşlarım, Allah´tan
kendini de isteyin, kendini de verir. Mecnun ve Leyla vardı, Mecnun âşık idi. Leyla bir gün yanına gelip, ben Leyla´ım
demiş, meğer Leyla olmuş. Mecnun ellerini açarak ya bendeki Leyla kim
demiş. Bu hal ile olun, Gardaşlarım. Bu âlem
bir hayaldir. Allah için birbirinizi sevin. Biz sizi Allah için seviyoruz. Karıncayı da Allah için seviyoruz. Ne
görüyorsak Allah´ı görüyoruz. Sizide gördük Allah´ı gördük. Biz Allah´a sarılmışız ki Siz bize
sarılıyorsunuz.
Zatı Hakk-ı anla zatındır senin
Hem sıfatı Hep sıfatındır senin
Sen seni bilmek necatındır senin
Gayre bakma sende bul
Niyazi Mısri
Gardaşlarım; Allah´tan başka bir şey yoktur. Zaten bizde yokuz. Bizi yok
bileceksiniz. Bizde sizinle düşüp kalkıyoruz. Konup göçüyoruz. Ama biz, bizde
yokuz.
Beni bende demen bende değilem
Tenim boş gezer dondan içeri
Yunus
Sizde böyle yok olun. Gezen duran siz olmayın. Cenab-ı Allah´ın bir ismi
Gayyur [ çok kıskanç]´dur, İnsanlar birbirini sevince Allah´ta onları
sever”,
buyurdular
Bu halin herkes
tarafından anlaşılması da düşünmek muhaldir. Bu hale erişen kulluk makamının
doruğuna erişir. “Bana Allah´ın Kulu
ve rasulü deyin”(HADİS-İ ŞERİF) sırrı açığa çıkar.
Alan lezzatı birlikten halas olur ikilikten
Niyazi kande baksa ol heman didar olur peyda
Görünür ol kenzi mahfiden nice zahir olur
eşya
Bilür her nakş-ü sûretten nice esrar olur
peyda
Niyazi
Mısri
Bu
hakikatlere eren kişi hürmetine âlem huzara erer. İnsan-ı Kamiller ile bu âlem
hayat buldu. Âlemin yaratılış sebebi Allah´ın Halifesine hizmet etmek olduğundan
bu sıfata İnsanı kâmillerden başkasına terettüp etmez. Levlake sırrına erişen
Peygamber Efendimizin varisleri bu sırra ulaşır. Cihanda tasarruf onların emr-i
ile gerçekleşir. Âlemin mimarları elbette insan-ı kâmillerdir. Onlar maddi âleminde
mimarlarıdır.
Efendi
Hazretlerinin hayatı incelenince yaptığı hayır işlerindeki faaliyetler insanı
hayrete düşürür. Bir rivayete göre 106. bir başka rivayette 154 eserin yapım ve
tamiratına vesile olmuştur.
1-Hoca
İmam Camii Minaresi: Rivayetlere göre ilk eseridir.
2-Ulu
Camii Tamiratı: 1954 de başlayan tamirat,
1955 de bizzat kendileri yaptırma
derneğinin başına geçerek büyük gayretlerle 1958 de önemli bir kısımı
bitirilmiştir. 1963 yılında çatısı saç kaplanması için ayrı bir faaliyette
bulunulmuştur.
3-İmam
Hatip Lisesi: 1956 da Efendi Hazretleri riyasetinde temeli atılmış, 1962
de hizmete açılmıştır.
4-Sofu
Yusuf Camii: Eski cami yıktırılarak yeniden yaptırılmıştır. İnşaatı kendi
vefatından sonra tamamlanmıştır.
5-Hayırsevenler
Camii: 1962 yılında bitirilmiştir.
6-Serçeli
Camii Müştemilatı yapımı. Dikimevi Camii bazı kısımları. Zara´ya bağlı
Cencin´de köprü ve içme suyu yapımı. Tozanlı Köprüsü yapımı. Hafik de Çarşı Camii yapımına maddi destek. Muhtelif
yerlerde çeşme yapım ve tamiratları.
7-Sönmez
Neşriyat´ın ilk kurucuları arasında bulunmuştur
8-İstanbul´da
eğitim yapan talebelere birçok burs göndermiştir.
Sivas, dolayısı ile Türkiye ve dünyanın diğer tarafındaki
ihvanlarına çare kapısı olmuştur. İhtiyacı olanların ilk başvurdukları biri idi.
EMR-İ BİL
MA²RUF VEL MÜNKERİ BİLMEZ MİYİZ
ANLAR İLE
BİZ AMEL KILMAZ MIYIZ
İSR-İ
PAK-İ AHMED-İ BİLMEZ MİYİZ
ŞİMDİ
İZMAR EYLEYÜ BİZ RAH-I MANA OLMUŞUZ
Ehli
nadan tarikat ehlinin halleri üzerine yeteri kadar bilgisi olmadığı için onlar
hakkında yanlış görüşler ileri sürerler. Muhyiddin İbn-i Arabî için Şeyh-ül
Ekber diyenler olduğu gibi Şeyh-ül Ekfer diyenler çıkmıştır. Adet-ul´llah her
zaman cari olduğu için Efendi Hazretleri içinde bu gerçekleşti.
Efendi
hazretleri zamanında her tarikat ehli gibi ulema ve hoca lar tarafından devamlı
tenkite uğradı. Çokları sonradan pişman olsa da çok üzdüler. çünkü kendileri
aşk ehli idi. Zahirde itikâtı bozmayan
meselede devamlı sukut geçer kimseyi kırmak istemezdi.
Bu
sırdandır ki bir kâmil zuhur etse âlemde
Kimi
ikrar eder anı, kime inkâr olur peyda Niyazi
Mısri
Şol
cahil-ü nadanı gör örter Hakk-ı inkâr edip
Kamil
olan, Kamillerin her bir sözün burhan görür.
Niyazi
Mısri
Mürşid-i
Kamiller ayine-i âlem oldukları için O´nlara bakan kendi suretini görür. Onların
sırlarına melekler dahi erişemez. Kemal yolunda bunca emek çeken Allah´ı
herkesten daha iyi bilmez mi, kulluk yapmaz mı? Fakat Onlar vuslat âleminden bu
fark âlemine gelirken Allah katında şefkat kanatlarını mahlûka gereceklerinin
sözünü verdiler. Nefisleri menfaati için hiçbir amel yapmayacaklardı. Onlar
bunun karşılığını Rab´leri yanında bulacaklarını da elbet te biliyorlardı. Her
işin nihayeti ise Hakk-ın kendisi idi.
Her bir
Nebi, her bir Veli zilletle erdi menzile
Mısri´ye
söğsün şol ağız Allah demek bilmez ola
Niyazi
Mısri
Hakikat-ı
Muhammedi’ye sırlarına erişen bir zat-a dinin vecibeleri hakkında eksiklik
addetmek acaba ne ile yorumlanır.
Muhammed
dir Cenab-ı Hakk-a mirat
Muhammed´den
göründü kendi bizzat
Muhammed´den
vücuda geldi ekvan
Muhammed
ra-i ü mer-i ü mirat
La
Peygamberimizin
sırrına biraz vukuf edebilmek yokluk sırrına erip mertebe-i hayvaniyetten
kurtulmaktır. Nefsini geçmeden âdemliğini bilmeden bir insan aslında hayvan
olur. Onlar bu yükü taşıyacaklarına söz verdiler. Nadan onları anlamayıp her ne
kadar zarar vermeye çalışsalar da sırrı saklayıp, maneviyat taliplerine yol oldular.
HERKESİN
MİKTAR-I İHLASINCA FİİL-İ EDER ZUHUR
SEN ÇALIŞ
OL MUHLİSANDAN ÇIKMASIN SENDEN KUSUR
GAYR-İDE
GÖRSEN HATAYI SETR-EDÜP SEN ANDAN AL HUZUR.
BUNU ADET
EDİNİP DÜRR-Ü YEKTA OLMUŞUZ
Efendi
Hazretleri; acaba ve şüpheyi kaldır. Hatanı bileceksin. Hava giren yerini yama.
Gemi cevher yüklü, su almış batmış. İnsanoğlu cevher yüklü sakın
batırma. Sahibine teslim et. Arabanın gıcırtısı bile muhabbeti bozar. Çorumlu Pirimiz buyurdular ki; “ Biz cevher olanı biliriz. Bırakmayız. Biz
insan hırsızıyız. ”
Zatın
biri Allah´a kapını aç demiş. Gaipten ses gelmiş: Ya kulum sen gel zaten kapı
açık demiş.
En
faziletli ilim ilm-i hal
En
faziletli hal huzur-u hal
Kul rah-ı
hakta buluna
Rahimdir
Allah kuluna
Bu âleme
gelen küfrü ile gelir. Neyi seversen onunla kalırsın, ne ile
meşgul isen sen osun. Şeriatı gözetin şeriatı gözetmeyenin tarikatı olmaz. Ama
sol el ile yemek mekruhtur, fakat onu görmek
haramdır; ”
buyurdular.
Ehli
Hakikat demişlerdir ki; İhlâs, Allah´ü
Teala´ nın nurlarından bir nurdur ki, onu ancak gerçek mümin kulların kalbine emanet
eder. Bunu gerçek mümin olmayanlardan esirger. Dört kısma ayrılır.
1-Allah
rızası için yapılan amelde, tazim üzere ihlâslı amel yapmak.
2-Allah
emrettiği için, tazim üzere ihlâslı amel yapmak.
3-Sevap
bulmak için, tazim üzere ihlâslı amel yapmak.
4-Ameli
ihlas niyeti yapmak.
Bu dört
kısımdan biri ile ameli işlerse manevi kurtuluşa erer. İhlas; Allah´ ı görüyormuş gibi hareket etmektir. İhlas
temelde iki kısımda toplanır.
1-Sadıkların
ihlası; mükafat ve sevap kazanmak
2-Sıddıkların
ihlası; Allah´ın cemalini görmektir.
Gavs-i
Geylan-i buyurdular ki; Ya Rabbi Hangi namaz beni sana yaklaştırır. Cenab-ı
Allah buyurdu ki; O namazda benden
gayrisi olmaya ve namaz kılan bende kaybola.
Namazı
bir kul üç şekilde kılabilir.
1-Fiili
namaz; avam ve sofuların kıldığı
namazdır ki zahiren bilinir.
2-Şuhûdî
namaz; Ariflerin kıldığı namazdır, namazın
manevi tecellileri zahir olarak kılar.
3-Hakîki
namaz; Kamil insanların kıldığı namazdır. Bu konular açıldıkça açılır. Bütün
ibadetler ve fiiller bu sıralama içine girer ayık olmak lazımdır. Maneviyat
yolunda ihlaslı olanlar ancak kendilerini kurtarabilirler. İhlas ile olan
işlerde kusurlar Allah tarafından tamamlanır. Eğer bir noksanlık zuhur edecek
olsa bile manevi yardım yetişir.
Her kim
bu yola sıdk ile girmezse yoğ olmaz
Yoğ
olmayacak Yusuf´un umma haberin senin
Niyazi Mısri
İhlâs
kişiyi terakki ettirerek vuslat kapısını açtırır.
Hiç ne
lazım her kesin ayıbını tahrir eylemek
Kamil
insan olan görmez görse de göz yumar
La
Nerde gördün bir kusur
Setret andan al bir huzur
Efendi Hazretleri
Cümle
eşyada gördüm har var gülzar yok
Hep
gülistan oldu âlem şimdi hiç har kalmadı
Gitti
kesret, geldi vahdet,
oldu halvet dost ile
Hep hak
oldu âlem şehr-ü pazar kalmadı
Niyazi
Mısri
Adavet
kılma kimseyle sana yeter düşman
Ki asla
senden ayrılmaz ömür ahir olunca ta
Niyazi Mısri
Beyitlerin
manalarından anlaşılacağı üzere Efendi Hazretleri Tevhit sırrına eren âlemde
olan şeylerden bir huzursuzluğa düşmeyeceğini kendini halk içinde aranan bir
insan olacağını bildirmektedir. [ Dürr-ü Yekta] Birlik incisi Hakikat-i
Muhammmediye´dir. Yaratıcının eşyadaki sırrını çözene gam yakışmaz.
Niyazi
gözün aç bak her şey olupdurur Hak
Sanma ânı
kim ola nihanda ayanda.
Niyazi Mısri
İPTİLA ÂLEMDE
VAR İKMALDİR O ETME CEDEL
HER KULA
NASİP ETMEZ ANI HÜDA İZZ-Ü CEL
BAŞA
GELSE BİL ANI DEVLET VE NİMET Bİ-BEDEL
BİZ ANI
GÖRMÜŞ VE GEÇİRMİŞ PAK MUSAFFA OLMUŞUZ
Cihanın
devleti başında iken sana gam yakışmaz İsmail
Eğer
konmasaydı aşkın kuşu başına
Olmazdı
cihan aşık sana
Efendi
Hazretleri
Zahirinden
de anlaşılacağı üzere ehli kemale iptila bir sermayedir. Kemal derecesini
gösterir. İnsanlar üzerine gelebilecek en büyük iptilalar peygamberler üzerine
gelmiştir. Hadisi şerifte
“Ya
Rasulüllah seni seviyorum, diyene;
“O zaman
belalara hazır ol.” Yine
“Ya
Rasulüllah, ben Allah´ı seviyorum, dediğinde;
“O zaman
iptilalar elbisesini giyin” buyurmuştur.
Abdülkadir
Geylani 29 seneyi aşkın bir süre Tevhit terbiyesi ile geçti. Şanı ve şerefi bugünlere
uzanıyorsa elbette bir sebebi olsa gerektir. Narında hoş, nurunda hoş diyen insanlar bu potada eriyen kâmillerdir.
1938 senesinde
38 kişi ile 38 gün hapis hayatı Efendi Hazretleri dostuna misafir gider gibi
karşıladı. O´nun sayesinde küller, güle döndü. Hayatını
yakından bilenler çektiği elem verici olaylar O´nu bu hizmetten hiçbir zaman
alıkoymadı.
Bu sabrın
ve çilenin neticesi 1955 senesinde Efendi Hazretleri “Gardaşlarım, Gavs´lık
Kadirî´lerden Nakşî´lere verildi” diyerek kazandığı mükâfatı remzen ızhar
etti.
Mushaf-ı
hüsnüne çün tefe´ül eyledim ben
Burcu
belada gördüm kendimi fal içinde
Taliimi
yokladım mihnet evinde buldum
Anın için
yürürüm her dem melal içinde
Bizimde
mihnet imiş kısmetimiz ezelde
Kaldı
başım anın içün fitne vebal içinde
Gamsız
olan adamı sanma anı âdemi
Hayvandan
ol edâldir kaldı dalal içinde
Şâdlık
ehli aşka, aşkın gamıdır veli
Şol
ayrılık güzeldir ola visal içinde
Niyazi
Mısri
Tarikata
girip keramet sahibi olmak rüyası ile gelenler,
aynı bir hayal ile boğulup boşa emek sarf ettiler. Bir toprak kase
fırına girince senelerce nasıl kalıyorsa,
işte aşk ve tevhit ateşinde yanan
gönülde ancak Allah misafir olur.
Yüzün
Niyazi eyle Hâk
Kalbin
sarayın eyle pak
Derd ile
bağrın eyle çâk
Şayet
gele sultan sana
Niyazi
Mısrı
İbtilaya
sabır ile varılan yol en kestirme yoldur. Çocuğu ana sütünden keser gibi nefsin
hoşuna giden rahatlık hissinden uzaklaşmalıdır. Rahat insanı gaflete iter. Maddi
ve manevi halimize kanaat edip Pir eteğinden ayrılmamalıdır. Her bir sıkıntıyı
ganimet bilip Şeyhinin onu ikmal yoluna sevk ettiğini bilmelidir. Yanmadan
pişmek olmaz.
Alçaktan
alçağa yürüye toprak içinde çürüye
Aşk
ateşinde eriye, altın gibi sızmak gerek
Zikri
Hakk-a meşgul ola yana, yana ta kül ola
Her kim diler
makbul ola tevhide boyanmak gerek
Eyün kişi
yol alamaz maksudunu tez bulamaz
Yoğ
olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek
Dervişlerin
en alçağı buğday içinde burçağı
Bu Mısri
gibi balçığı her ayak basmak gerek.
Niyazi Mısri
Bu
bölümde Efendi Hazretleri´nin bir mektubunu koymayı yerinde bulduk.
Dil-gamı
ha-hed cüda-i zi-tu amma çu-kunem
Derd-i
eyyam bir faide-i dil hahest
Hayali
Yar ile her-dem benim rüyalarım vardır
Kemend-i
buy-i zülfünden uzun sevdalarım vardır.
Gardaşlarım,
Dahil ve
hariçten bunca hücumlara rağmen mücahede yolunda bulunmak, meyus
olmamak icab eder. Kabz ve bast ikisi birer kanat olduğu ve salikin onlarla
ikmal-i hal ve makam eylediği birçok zevatın zahir ve batın bir çok iptilalara
göğüs gerdikleri meşhurdur.
Siz de
muhabbet ve muhalasat yolunda devam her biriniz büyük azim ve ihtimam edesiniz
vukuat-ı âlemden mükedder olmamak lazım. Çünkü biz bu cihan muvakkat bir zıl-dan
ibarettir. Âlemi- ukba ise ebediyettir. Dünyanın fani olduğunu yakinen bilenler nîk-u
bednine aldanmazlar. Zenginlik ve fakirlikte
böyle olmak lazımdır.
Talib-e
zat-ı ahadiyet gerektir ki, değil bu faninin iyş-u nuş-u izz-ü cah-ı hatta
bir cümle müşahedat ve tecelliyattan geçip
“ La” tahtında idhal eyle ki anın kaffesi zılâlen müstesnadır.
Yeni esma
ve sıfat arifin melhuzu olmaya ancak zikr-i kesir ve murakabe-i dil ve hayr ile
meşgul ola, her kesi haline göre hoş görüp insan kendi
yakınlığını temine çalışmayı adet etmelidir
Vesselam-ü
ala men-i´ttebea´l Hüda
İsmail
Hakkı Toprak
HAKK-I
HER ŞEYDE AYAN GÖRMÜŞ VE BİLMİŞLERİZ
OL
SEBEPTEN HALK KATINDA LÜBB-Ü MANA GÖZLERİZ
KAHR-I
LUTFUN CÜMLESİN BİR BİLDİM VE TUTTUM EY AZİZ
HAMD-Ü
LİLLAH BİZ BU LUTFA MAZHARI MÜCELLA OLMUŞUZ
Bir
insan-ı kâmilin terbiyesi ve nazarı altında adabına göre süluk gören tevhidin
mertebelerine erişir. Her mertebenin bir rüknü vardır. Vücudu âlem-i müşahede
edenler âlemin ve eşyanın hakikatinin Hakk olduğunu bilir. Fakat eşyanın
kendisine Hakk demezler. Hakk, Hakk dır. Eşya , eşya dır. Arifler işin özünü [ Lübb-ü mana ]
gözlerler. Hakk katında çirkin bir şey olmadığından, Halk
katında çirkindeki güzeli görürler.
Veli arif
cemal içre cemalini görür daim
Bu
haristânın içinde ana gülzar olur peyda
Niyazi
Mısrı
Tevhidin
sırlarına muttali olan zevk içinde âlemi seyr eder. Sonunda hayretler içinde
kalır. Eskiden gönlünü meşgul eden şeylerin gerçeği ona açıldıkça eşyadaki
sırra binaen Allah´a olan aşkı ve muhabbeti artar. Tarikat yolundaki gayretin
sonu Hayret´tir.
Kande
bulur isteyen lütfunu ey dost senin
Çün kim
anı gizledin kahr-ü celal içinde
Niyazi
Mısrı
Cümle Âlem
zat imiş, Derya-i Hikmet imiş
Hakk ile
vuslat, Hakk´tan gayrı yok imiş
Efendi
Hazretleri
Bu
vücudun mülkü elden çıkmadan
Çarh-ı
devran bu binayı yıkmadan
Suretle
mana bir arada iken
İki âlemde
fırsatın elde iken
Gel
hubb-u dünyayı gönlünden gider
Alasın
can âleminden bir haber
Efendi
Hazretleri
Efendi
Hazretleri eriştiği halin kendinde bir makam olduğu aynileştiğini anlatıyor. Çünkü
haller geçicidir. Manevi halin makam-ı kesafetten soyulup, kalp aynasında tecellisi zuhur ettiği, kendisi tarafından bildiği için Allah Teâlâ´ya
şükür ediyor. Bazı bu yolun müntesipleri bırakın başkaların halini, kendi bulunduğu makamı bile bilmez. Bu gaflet
hali ile başına adam toplar hem kendi yanar,
hem de başkasını yakar.
Efendi
Hazretleri “Bakıyoruz bazı kimseler kendiliğinden şeyhlik ediyorlar. Tövbekâr
olmadan ölen fahişe kadınlar ellerinde bıçaklar ile kendilerini doğrayacaklar. Kendiliğinden
şeyhlik edenlerin hali, mahşer yerinde onlardan beter olacak. ”
Buyurdular.
Her
mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradır
Mürşidi kâmil
olanın gayet yolu asan imiş
Niyazi
Mısri
BİLMEDİLER
ZEVKİMİ CÜMLE İNS-Ü CİN VE MELEK
DERDİNE
DÜŞTÜM BANA NELER ÇEKTİRDİ FELEK
HAL-İ
HAKKI BULMAYA BEYİM ZİKRİN DAİM GEREK
ZİKR-Ü
HAK SEYR-İ SEBAKLA DERS-İ YEKTA BULMUŞUZ
Hüzün ve
inkisarı olmayan salikten gaflet kokusu gelir. Mahzun ve kırık kimseden huzur
ve cemiyet raihası gelir. Haceganın nisbeti ekseriya hüzün ve inkisar olarak
görünür.
Âdem´i
yaratırken Keder yağmurlarını balçığının üzerine kırk gün yağdırdı. Mayasında
üzüntülerin hoş geleceği bir yaratılış vardır. Terakki yolunda yol alan salik
üzüntüler perdesinden bir, bir geçer. Eğer böyle olmasıydı, peygamberler sıkıntılarla karşılaşır mı idi. Efendi
Hazretleri, “her şeyin bir tüccarı vardır. Bizde dert
tüccarıyız. Hem de öyle bir dert tüccarı ki bütün dermanın fevkindedir. ” Buyurdular.
Kıssada
geçer ki Mecnun, Leyla´nın yemek dağıttığı yere gelir. O´na
sıra gelince Leyla yemek vermez ve tabağına vurur. Mecnun sevinince, O´na; sevdiğin sana bak neler yapıyor. Mecnun, eğer
size yaptığını bana yapsa idi; işte o
zaman ben üzülürdüm; dedi. Bu yolun
esaslarından biri, devamı zikirdir. Efendi Hazretleri, ihvan-ı kiramı uyararak, çekilen dert de sermayenin zikir olduğunu söylemektedir. İhvan vazifesini
yaptıktan sonra efendisini başında bir koruyucu olarak bulunduğunu bilmelidir.
Efendi
Hazretleri, “kuşlar,
balıklar zikirden düşünce av olurlar. Başınızda şemsiyeyim, eğer her halinizi bilmez isek Allah şeyhliği
elimizden alsın. Her nefes ve alışverişinizden haberdarım. Biz şimdi bir
kestirme yol bulduk gönülden gidiyoruz. Bu vücut bir gemidir. Bu gemiyi deryada
yüzdürmek lazım. Kul beşerdir. İnsan namazına ve dersine devam etmeli, yatarken,
kalkarken ve yerken daima
abdestli olmalıdır. Yemede ve içmede bir şey yoktur, nefsi körletmek içindir. Asıl mesele ruha gıda
vermektir. Nefsi daima ruhun peşinden getirmelidir. İnsan zikre başladığı zaman
zikre girmeli, kendisi yok olmalı, top atılsa duymamalıdır. Zikirden kendisini
almamalıdır. ” buyurdular.
Tarikat
yolunda yol alışın sisteminde geri dönme gibi bir şey yoktur. Yoldan düşme
vardır. Yol öyle bir yoldur ki, bu yolda
şeyh bile müridi ile yol alır. Efendi Hazretleri de bu konuyu böyle
açıklamıştır.
Efendi
Hazretleri, [ Seyr-i sebakla] sözü ile
mürit şeyhinden bir kerede aldığı ders, bir
anda kavuştuğu nazarı zayi etmeden dönüşü olmayan yolda [ ders-i yekta] eşsiz
dersi bulacağını söylemiştir. Eşsiz ders yolun başında şeyhi, ortasında Rasulüllah sonunda Allah olarak
çıkar. Bu makamlarda fena mertebesine ererek kendinde onları bulur.
Efendi
Hazretleri, “Gardaşlarım, İnsan tarikatı âliye-de kalbden bir ders
verirler. Çeke, çeke kalp ıslah olur. Kalp ıslah olunca da
bütün vücuda dağılır. Vücut ıslah olunca bütün kâinat ve mükevvenat ıslah olur, ” buyurdular.
Kıymetsiz
bir toprak olan insan seyr-i ile Kâbe´den ekrem olur. Efendi Hazretleri; “Gardaşlarım, hacca
gitmek isteyipte gidemeyenler üzülmesinler. Gidenler yanımızda, gidemeyenler canımızda. Gidemeyenler Ulu
Camii´yi ziyaret etsin. Burayı O´ra , O´rayı
bura yaptık, Halife-i zadesin, makbulsün . Her neye muhabbetin varsa ona
kulsun. Cennete gitsek bile siz vazifenizi yaptıktan sonra biz sizi almadan
gidersek cennet bize haram olsun. Biz sizi bırakmayız, yeter ki siz vazifenizi yapın. Bu dünyadan
çıktığınız zaman diliniz Allah ile teslim-i ruh etmeli Hatta hakkınızda müraî
deninceye kadar zikretmeli, Gardaşlarım. Amellerin efdâli zikirdir. Fakat
çalışmıyoruz. Kul daima Allah ile olmalıdır. Vefatında bile, Gardaşlarım;
piyasada tonlarca kağıt var. Bunların belirli bir kıymeti ar. Ama kağıda imza
atılıp mühür vurulduğu zaman para oluyor.
Kağıdı para yapan Mühür ile imzadır. İnsanı insan eder zikirdir. Allah´ı zikr
edin. İnsan namazını ve dersini hiç bırakmamalıdır. Her şeyin cilası ve gıdası vardır.
Kalbin ki ise zikirdir. Bunun kıymeti sonra anlaşılır”. Buyurdular.
Örnek
hayatı ile bizlere yol gösteren efendi Hazretleri´nin Tasavvufi hayatındaki
adabı inceleyelim.
ADAB-I
GÜL
Sünnet-i
Rasulüllah´a sıkı bir şekilde bağlı idi. Fiillerinde Ruhsat ile amel yönünü
tercih etmez azîmetle amel ederdi.
Namaz
konusunda beş vakit namazlardaki sabah namazı sünneti hariç iki rekatlı
sünnetleri dört kılardı.
Nafile
namazları ise şöyledir.
Teheccüd
namazı (10 rekat)
İşrak
namazı (2 Rekat)
İstihare Namazı
(2 Rekat)
Kuşluk
Namazı ( 4 Rekat)
Evvabin
Namazı ( 6 Rekat)
Kabir
Namazı (2 Rekat)
Sabah ve
ikindi vakitlerinde Evrad-ı Bahaiye, 41 Salat-ı Tefriciye, 21 Salat-i Fatih, Delail-i Hayrat Hiziblerini ve Kuran-ı Kerim
okurlardı.
Tarikat
Dersleri konusunda büyük bir gizlilik olmasına rağmen bugün insanların bazı
konulara ulaşması zor olduğundan bazı konuları açarak zikir adab-ı üzerinde
tafsilatlı duracağız.
Zikir
yapacak bir ihvan da üç durum vardır.
1-Hediye
Bölümü:
5 adet
İstiğfar
3 adet Salâvat-ı
Şerife
1
adet “Rabbena Atina Min Ledünke
Rahmeten ve Heyyi´lena min emrina raşedâ”
1 adet
Fatiha-ı Şerif
1 adet
Ayetel Kürsi
1 adet
Elemneşrahleke Suresi
3 adet İhlâs-ı
Şerif
3 adet
Felak suresi
3 adet
Nas Suresi
1 adet
Bakara Suresinin başı
3 adet Salâvat-ı
Şerife
Bu
sureler ve dualar okunduktan sonra, hediye yapılır.
İlahi Ya rabbi
bu okuduklarımdan hâsıl olan sevabı iki cihanın sultanı Peygamber Efendimiz
(sav) in ruhaniyetine hediye eyledim. Andan hâsıl olan sevabı Adem (as) ın ruhaniyetine
hediye eyledim. Andan hâsıl olan sevabı
Efendimiz ile Âdem (as) arasında geçen peygamberlerin ruhaniyetine hediye
eyledim. Andan hâsıl olan sevabı
Ebubekir Sıddıkı Azam Efendimizin ruhaniyetine hediye eyledim. Andan hâsıl olan sevabı Ehli Beytin
ruhaniyetlerine hediye eyledim. Andan
hasıl olan sevabı sahabe-i güzin Efendilerimiz,
Tabiin, tebauttabin Efendilerimiz
in ruhaniyetlerine hediye eyledim. Andan
hâsıl olan sevabı silsile-i nakşibendiyeye ve hasseten Şah Nakşibent
Efendimizin ruhaniyetlerine hediye eyledim. Andan hâsıl olan sevabı İmam Rabbani Efendimizin, Mevlana-i Halid Efendimizin ruhaniyetlerine
hediye eyledim. Andan hâsıl olan sevabı
Şeyhim İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendimin ruhaniyetine hediye eyledim. Andan hasıl olan sevabı ihvan Gardaşlarımin ruhaniyetine,
muslüman ve müminlerin ruhaniyetine, hayatta bulunanların defteri amallerine hediye
eyledim. Kendi gelmiş ve geçmişlerimin
ruhaniyetine hayatta bulunanların defterlerine hasseten anne ve babamın
ruhaniyetlerine hediye eyledim.
2-Feyz
Talebi:
Makamına
göre ihvanın hangi makam ve Peygamberin Tahtı kademinde ise feyiz talebinde
bulunur. 15 veya 20 dakika kadardır. Feyz talebinde iken Şeyhine rabıta ile
yapılır. Rabıta konusu üzerinde tafsilatlı kitaplar mevcuttur. Sadece burada
söylenecek önemli söz şudur. “Zikirsiz rabıta insanı Allah´a ulaştırır. Rabıtasız
zikir Allah´a ulaştırmaz. ”
3-Zikir:
En güzel
ders vakti sabah namazından sonra işrak vaktinde olandır.
Zikir
dersleri evvela Lafza-i Celâl´den başlar. Burada dikkat edilecek hususlar
şunlardır. Kalp ile Allah, Allah derken
manayı düşünmektir. O mana bir Zat ki, misali yok. Bu hal zikir esnasında ve dışında
korunmalıdır. İlahi ente maksudî ve rızaike matlubî her yüzüncüde kalben
söylenmelidir. Bu kalp deki havatırı yok eder. Gaybet hali olunca zikiri terk
eder. Bu hal bitince zikre döner. Zikir bitince hemen yerinden kalkmaz. Kalbine
nazar eder. Bu bekleme 15 dakika ve bir saat arasında olabilir. Bu beklemede
gaybet hali, varidat beklemesi olur.
İkindi
seherinde ders yerine rabıta tercih edilir.
Lafzai-i
Celal zikri şu sırayı takip eder.
NOT: 2011
YILINDA NAKŞÎ-HÂKÎ DERS USULU HAKKINDA DAHA TEFERRUATLI BİR KİTABI HAZIRLAYIP
BASTIRDIK. O KİTAPTA DERSLER HAKKINDA DAHA GENİŞ VE DÜZELTİLMİŞ BİLGİLER
BULUNMAKTADIR. İLGİLENENLERİN O KİTABA MÜRACAAT ETMELERİ DAHA FAYDALI
OLACAKTIR.
MAKAMI |
YERİ |
PEYGAMBERİ |
NURUNUN
RENGİ ve UNSURU |
ADEDİ |
KALP |
Sol
memenin iki parmak altı |
ÂDEM
(as) |
SARI-YEŞİL Toprak |
En az 300 En
fazla 2000 |
RUH |
Sağ
memenin iki parmak altı |
NUH (as) İBRAHİM(as) |
KIRMIZI Hava |
En az
2000 En
fazla 3000 |
SIR |
Sol
memenin iki parmak üstü |
MUSA(as) |
SU
RENGİ Su |
En az
3000 En
fazla 4000 |
HAFİ |
Sağ
memenin iki parmak üstü |
İSA
(as) |
SİYAH Ateş |
En az
4000 En
fazla 5000 |
AHFA |
Göğsün
ortası |
MUHAMMED (sav) |
YEŞİL Toprak |
En az
3000 En
fazla 5000 |
NEFS-İ
NATIKA |
İki
kaşın arasıdır |
VÜCÜD-Ü
KÜL |
HER
RENK VAR (Yani
renksiz) |
En
fazla 5000 |
Zikirde
zoraki hareketler kalbi sıkmalar veya tedenni gibi hafif sallanmalar olmayacak.
Her letaif bir öncekinden daha latifdir. İnsana hoş gelir kavuştum diye kendini
kaptırmamalıdır. Kalp makamı ile başlayan ihvan o latifenin nurunun rengi hâsıl
olunca bir üst latifeye geçer. Bazılarında bu nurlanma olmaz veya bilemez. Hatim
hocası tarifi tarafından makamına göre hareket eder. Bazılarında kalbinde
kuvvetli vuruşlar veya titremeler olur. Zikir esnasında dil damağa yapışık ve
nefes uygun şekilde alınıp verilecek, tutma
yapılmayacaktır.
Mesela
Kalp den Ruh´a geçince zikir bu latifede yapılırken Vukuf-u Kalbi Kalbe
yapılacak, bir bakışla iki tarafı görmek gibi bir şeydir.
Kalbin masiva ile meşguliyetini kesip Ruhu da zikre alıştırmaktır. İlk zaman
zor olur ama sonra kolaylaşır. Hangi latife olunursa olsun vukuf kalbe olacak.
Letaiflerin
zikri bittikten sonra ZİKRİ-SULTAN gelir. Bütün ecza ile zikir yapılır. Bu
zikirde vukuf kalbe değil cesedin bütününedir. Bütün azaları ile zikre kendini
verir.
Eğer
salik durumu müsait ise Süluk adı verilen bir inzivaya geçirilir. İhvan Haps-i
Nefes ( bir nefeste 21 Kelime-i Tevhit e ulaşmak) e talim ettirilir. Bu inziva
duruma göre en fazla 10 gündür. Duyduğumuza göre bazı işte çalışan ihvanlar
işleri ile beraber bu süluk-ü yapmışlardır. Nefes tutmada hedef 21 Kelime-i
Tevhide ulaşmaktır. Gücü yetemeyenler 3,
5, 7, 9. . . . da karar kılabilirler. Hastalığı
varsa bu zikir yaptırılmaz.
Haps-i
Nefes; Nefes burundan dışarı atılır. LA lafzı düşünülerek nefes tutulur ve geri
alınmaz. LA lafzını göbekten nefs-i natıkaya çekilir. İLAHE lafzı sağ omuza indirilerek oradan
İLLALLAH lafzını kalbe vurur. Nefes
almaya geçince Muhammed´ür Rasulüllah lafzın hayal eder. Normal nefes alacağı zaman
İlahi ente maksûdî ve rizâike Matlûbî yi söyler. İlk zamanlar kelime-i tevhitte
La Ma´bûde illa´llah´ı, orta günlere La Maksude illa´llah´ı son günlerde La
Mevcude illa´llah´ı düşünür. Nihayet
bir nefeste 21 Kelime-i Tevhit´e ulaşır. Süluk günlerinde 70 000 kelime-i tevhit kâmilen
bitmiş olmalı gerekirse fazlalaştırılır veya azaltılır. Burada dikkat edilecek
husustan biri kabiliyetin Şeyh veya halife tarafından tayini gerekir ki bu çok
önemlidir. Sülukten çıkarılan ihvan kardeşlerine yemek ziyafeti verir bu onun
vilayet yolundaki en güzel hatırasıdır.
İhvan
tevhit derslerine devam eder. Bu derslerde feyzin ve alacağı hal makamı
üzerinde şeyhi halini şu şekilde belirler. Tevhit makamlarında alacağı yoldur. Bu
da letaifleri ve kendini yokluğa (fenaya) erdirmek ile olur.
Vilayeti
Suğra ( Küçük Velayet) Fena Makamları
Peygamberler
ve meleklerin dışında velilerde görülen hallerdir. Allah´ın isim ve
sıfatlarının görünüşün gölgeleri olan
mertebelerdeki seyrdir.
Murakabe-i
Ahadiyet dersi burada tarif edilir. Bu yolun evvelinde bu murakabe tarif edilir. Bir yokluğa düşüp kendini
ilah-i iradede yokluğa düşürmektir. Yani; Ya Rabbî Nefsimi ve on sekiz bin âlemi
Şeyhimin ruhaniyetinde fani bildim. Şeyhimin ruhaniyetini ve on sekiz bin âlemi
Şah Nakşibend Efendimizin ruhaniyetinde fani bildim. Şah Nakşibend efendimizin
ruhaniyetini Sıddîk-i Azam Efendimizin ruhaniyetinde fani bildim. Sıddîk-i Azam Efendimizin ruhaniyetini
Peygamber Sallallah-ü aleyhi ve sellem Efendimizin ruhaniyetinde fani bildim. Peygamber Sallallah-ü aleyhi ve sellem
Efendimizin ruhaniyetini Ahadiyeti İlâhiyende fani bildim. Allah´ın sana
vereceği hal ile tevhitte ol.
Buradan
sonra Fuyuzat talebinde bulunursun. Feyzi Peygamber Efendimiz Sallallah-ü aleyh-i ve selleme O´radan İsa
(as) a, O´radan
Musa (as) a, O´radan Nuh (as) a, O´radan İbrahim (as) a, O´radan Adem (as) ruhaniyetine, Sıddîk-ı Azam
Efendimizin ruhaniyetine ve O´radan şeyhim İhramcızâde Efendimin ruhaniyetine inzal eyle. Şeyhim İhramcızâde
Efendimin ruhaniyetin´den benim lataiflerime ve ecza-i vücuduma inzal eyle. Benim lataiflerimden ve ecza-i vücudumdan bütün
mahlûkata ve ecza-i vücutlarına inzal eyle der sin
Kelime-i
Tevhit zikir ederken letaifleri göz önünde bulundurarak makamın halini
düşünerek dersleri çekilir.
1-Tecelli-i Ef´al : Adem ( as) ın tahtında ve Kalp ´in
karşılığı karşılığıdır. Yani esma ve sıfatın tecellilerinin gölgeleri ve
kendilerinde yokluğa erer. Aslının, aslında ve hakikatinde fena bulur. Kalb
latifesinin yok olması, Ef´ali ilahiyyenin tecelli etmesi ile olur. Bu
makamda Allah´ın tecellilerinden başka bir şey göremez. Kelime-i Tevhid-i
çekerken La faile illa´llah (Allah´tan başka yapan yoktur) ı mulahaza eder. Bu
makamda Adem (as) ın tahtı kademinde olduğundan Ademî Meşreb olur.
Sırasıyla
Tevhid-i Ef´al, Fena-i Ef´al ve
Tecelli-i Ef´al zuhur eder.
2-Tevhid-i
Sıfatı Subuti : İbrahim (as) ve Nuh (as) tahtında ve Ruh´un karşılığı:Bu
Latifenin fenası Allah´ın sıfatı
subutiyyesinde ihvan, kendi ve bütün mahlukatın sıfatlarını yok
sayar. Kelime-i Tevhidi çekerken La Mevsûfe illa´llah (Allah´tan başka
sıfatlanan yok) ı mülahaza eder. Bu makam Tufan [karışıklık] ve narî [ yakıcı]
dır. Allah´tan başka varlıkları red eder. Bu makam İbrahim (as) ve Nuh (as)
tahtı kademinde olduğundan İbrahimî Meşreb olur.
Sırasıyla
Tevhid-i sıfat, Fena-i sıfat ve Tecelli
sıfat zuhur eder.
3-Tecelliyat-ı
Şuûnat-ı Zatiyye :Musa (as) tahtında ve Sır´ın karşılığı :Bu latifenin
fenası Allah´ın zatında kendini ve mahlukatı yok olmuş bilir. Kendinde istiğrak
hali zuhur eder. Bütün eşyayı hakkın vücudu olarak düşünür. Kelime-i Tevhidi
çekerken La Mevcude illa´llah ( Allah´tan başka hiçbir mevcud yok) u mülahaza eder. Manevi bir sarhoşluk zuhur
eder. Her şeyde Hakkın tecellisini ve yayıldığını görür. Bu makamda ihvan Musevî
meşreb olur.
Sırasıyla
Tevhid-i Zat, Fena-i Zat ve Tecelli-i
Zat zuhur eder.
4-Tecelliyat-ı
Şuûnat-ı Selbiye : İsa (as ) tahtında ve
Hafi´nin karşılığı :Bu Latifenin
fenasında cem-i zuhuratta Allah´ın ferdiyyetini görür. Bir önceki ki
karışıklıktan ayıklağa geçer. Yalnız onu tanır ve bilir. Kelime-i Tevhidini
çekerken manasını mülahaza eder. Bu
makamda ihvan İsevî meşreb olur. Burada İhvan Şeyhinin ruhaniyetine dayanıp
arşa çıkar ve dersi orada çeker. Bundan sonra ki dersler de arşta çekilir.
5-Teceliyat-ı
Şan-ı Cami-i ilmi İlahi :Peygamber (sav) tahtında Ahfa´nın karşılığı :Bu
makamda salik Allah´ın ahlakı ile ahlaklanır. Tevhidin zevkini alır. Ferdiyyet
sırrı zahir olur Peygamberimize ait bir sırdır. Fena-i Tam ve Baka´da istikrara
kavuşmaktır.
6-Mertebe-i
Zilâl-i Esma-i Sıfat Dairesi :Zat´i İlah-i tahtında Nefsi natıkanın karşılığı :
Zıl dünyada görünen varlıklardır. Bu varlıklar bir gölgedir. Zatın isimleri ve
sıfatlarının gölgelerin tecellilerini seyr ederek Hakkı gördüğünü zan ederek
bir yokluğa düşer. Enel Hakk sırrının tecelli ettiği yerdir.
7-Zikr-i
Sultan ve maiyyet ve hüviyyet :Murakabe ile beraber zikir
Son
olarak Murakabe-i Ma´i-yyet (Beraberlik) ve Hüviyyet´te( kendisini
yoklaştırmak) tarif edilmesi lazımdır. Hediyeleri bitirdikten sonra şeyhine
bürünüp ve dayanıp kendisini ders halinde iken,
kalbinden sırasıyla ruh, sır hafî,
ahfa, nefs-i natıkaya geç. Nefs-i natıkadan sonra
soldan sağa doğru dönerek sanki cami minaresine çıkarak bir kuş ( şeyhinin
ruhaniyeti) gibi Âlem-i Misale doğru çık. Yedinci kat gökteki Tevhit Meydanı´na
gir. Kelime-i tevhit söyle bir kere dön.
Sonra bin kelime-i tevhit çek. Her yüzde Muhammedürrasülullah ilavesi yap. Sonra yine şeyhinin ruhaniyetine dayanıp onun
üstünde gelir. Murakabe devam eder. “ve hüve ma´a-küm eyne ma küntüm” (siz nerede
olursanız olun o sizinle beraberdir) ayeti celilesini mülahaza eder. Kendi
iradesini irade-i ilahiyede yok eder. Kendisini O´nunla beraber olduğunu his
eder. Yön onun için kalkar.
Vilayet-i
Kübra ( Büyük Velayet )
Peygamberlerde
görülen hallerde Allah´ü Teala´nın Esma ve Sıfatlarının ve iradelerindeki
görünüşlerdeki seyre denir. İsm-i Zahir´in tecellisinde seyr-dir. Bu velayetin
özü´nün kabuğudur.
Cenab-Hakk´ın
Esma, Sıfat ve Zatına Mahsus dairede seyrdir. Ne
zaman ihvan Tevhid-i Vücud ve Maiyyet sırrına erince Kendinde arştan yere
yayılan her şeyi kuşatan nuru görür. Bu nur Siyaha yakın koyulukta bir nurdur. O´nunla
olma hali zuhur eder. Bu birliğin hakikati yokluktur. Varlıkta asıl olan gölge
değil bizzat varlığın aslıdır.
Velayet-i
Kübrada asıl olan Murakabe-i Akrabiyyettir. İhvan aşağıda zikredilecek
makamları bu murakabe ile birer, birer geçer. Üç ana daireden ve Gavs meydana
gelir. Karıştırılmaması için şu şekilde sıraya kondu.
1-Daire-i
Makam-ı Velâyet-i Kübra Adem (as)
2-Daire-i
Makam-ı Velâyet-i Kübra Nuh ( as)İbrahim
(as)
3-Daire-i
Makam-ı Velâyet-i Kübra Musa (as)
4-Daire-i
Makam-ı Velâyet-i Kübra İsa (as)
5-Daire-i
Makam-ı Velâyet-i Kübra Muhammed (as)
Bu beş latife yanında Nefiste feyz kaynağıdır.
5-Murakabe-i
Akrabiyyet (Allah´ü Teala´nın her şeyden yakın) olan sırrı burada his edilir) “Biz insana şah
damarından daha yakınız” ayetinin mefhumu Hayal edilir. Akrabiyyet dairesinde meleke kesb edince ;
6-Daire-i
Asl´a (Zat) seyr eder.
7-Daire-i
Asl´ı Asl´a seyr eder; buradan
8-Daire-i
Asl-ı Kül , Ruh-i Kül
8-Murakabe-i
Gavs-i Muhabbet ve Daire-i Esma-i Sıfat´a erişir . Fena halinin sureti
değil aslı zuhur eder. Burada Allah sevgisinin murakabesidir. ”Ka´be Kavseyn”
sırrı vardır. ”Allah onları sever, Onlarda
Allah´ı” ayeti zuhurudur.
Burada
ihvan Nefsi Mutmaine ve Rıza makamına erer. Artık her şeye razıdır.
Vilayet-i
Ulya ( En yüce Mertebe )
Melâike-i
Kiram´a ait hallerde ve Taayünattaki bunlara bağlı unsurlardaki seyrdir. Toprak
unsurları buna dâhil değildir. İsm-i
Batın´ın tecelisinde seyr-dir. Bu velayetin özü´dür.
Mürşit, Velayet-i Kübrada olan ihvana olan teveccüh ve
himmetle bu velayette seyr ettirebilir.
Mertebe-i
vilayet-i Ulya Hüviyyet-i Melekutiyyet Dairesi: Şeyhinin ruhaniyetine bürünüp yedinci kat gökte 1000 esma-i Tevhit
çeker ve döner. Bu mertebeye eren ihvan baka mertebesine ermesi kolaylaşır. Melâike-i
Kiram ile münasebetler meydana gelir.
Derece-i
Havass-ı Melâike zuhur eder.
Vilayet-i
Ulya´nın Kemâlat daireleri
1-Mertebe-i
Kemâlat-ı Nübüvvet, Risâlet ve Heyet-i
Vahdaniyye Dairesi:
Peygamberlere
zuhur eden haller zuhur eder. Tarifi mümkün değildir.
Havass-ı
Nübüvvet :Murakabe Zat´a yapılır. Nübüvvetin getirdiği bütün inceliklere aşina
olur. Kendi kusurlarından dolayı bir üzüntü içerisinde bulunur. Fazilet sandığı
şeylerin hayal olduğunu fark eder. Zat-i ve daimi tecelliler vardır. Şeyhin tasarrufu vardır.
Havass-ı Risalet:
Murakabe Zat´a yapılır. Şeyh yardımcı olabilir.
Heyet-i
Vahdaniyye âlem-i emir ile âlem-i halkın tecellilerinin bir araya gelmesidir. Bundan
hasıl olan heyet yani manevi bir ilaçtır.
2-Mertebe-i
Kemâlatı Ulü´l –azîm Dairesi :Murakabe Zat´a yapılır. Kur´anı Kerim´deki
sırlar ona açılır ve onlar ile tasarrufta bulunur. Allah´ın ihvana fazlından
vereceği bir makamdır. Akıl ve amel ile elde edilecek bir makam değildir.
3-Mertebe-i
Kemâlatı Câm-i Zat-ı Bahtı Uluhiyyet :Bu makamda fena bulmak için; yedinci kat gökte hediyeleri eskisi gibi tamam
ettikten sonra, yedinci kat gökte bin
kelime-i tevhit çekersin. Sonra cihetsiz olarak Allah´ı düşünürsün.
Vilayet-i
Kübra ve Ulya da Sadır Genişlemesi hali zuhur eder. Bu ise zikirde ve zuhuratta ferahlamaya sebeptir.
Bu sebeptendir ki Efendi Hazretleri ders halinde niye hareketsiz olduğu
açıklaması budur. Bu genişleme zuhur edince ruhun seyri artar ve vücuttan huruç
eder.
Fenaya ulaşana
kadar olan seyr Seyr-i İla´llah (Allah´a olan seyr) da olur. Fena kademelerini
vücud menzilleri geçerken Seyr-i Fi´llah ´ta (Allah´ta olan seyr) olur. Fenada terakkisi nisbetinde ihvan
kendini Bakâ´da bulur. Tecelli-i Gaybi-i Zat-i ile de vücud mertebeleri biter
Ahadiyet´ül Ayn mertebesine erer . Kendisi artık yok gibidir. Bu seyr´e Seyr-i
an-i´llah (Allah´tan dönüp âleme hizmet için bu âleme irşat için dönmektir. Bu
makamda vahdeti kesrette, kesreti vahdette görür. ) denir.
İhvan
Bunu başardığı vakit ilâh-i vasıflarla vasıflanır, Allah´ın ahlakı ile ahlaklanır ve mutlak
seadedete ermiş olur. Hakikat-i İnsaniye zuhur etmiş olur.
Hatmi
Hacegân
Efendi
Hazretleri, Perşembe ve Pazar günleri
ikindi namazından sonra bizzat kendisi okuturdu. Muhteviyatı kısaca usulüne
uyularak
5
Esteğfirullah
14
Fatiha-i Şerif
200
Salavat-ı Şerife
79
Elemneşrahleke-i Şerife
1001 İhlas-ı Şerife
Tamamlanarak
okunur. Sonunda bir aşr-ı şerif ve silsile okunur.
Kelime-i
Tevhit Hatimi
Usulü ile
70 000 kere Lailahe illa´llah söylenir. Bitiminde aşr-ı Şerif okunur. Okutan
kişi hediye ve duasını gizli olarak yapar. Son zamanlarda aşikare yapılmaya başlandı.
Usule uygun değildir.
Hatm-i
Hacegan ve Kelime-i Tevhit cemiyet içinde yapıldığı için uygulamayı yazmaya
gerek duymadık.
SOSYAL
YAŞANTISI
Bu konu
hakkında çok söze gerek yoktur. Çünkü Efendi Hazretlerini gören Peygamber
Efendimizi yaşıyor zannederdi. Her hareketi bir sünnet-i peygamberiye´yi ihya
ederdi. Vefatına kadar pasif bir hayat yaşamamış, aktif
bir hizmet anlayışında hareket ederdi. İki günü birbirine eşit olduğu görülmemiştir. Sade
bir yaşantısı vardı. Lüks Hayatının
hiçbir devresinde görülmemiştir. Temizliğe aşırı derecede itina gösterir ve
isterdi. Gelen misafirlerini ve ihvanını hamama götürüp ve ücretleri kendi
tarafından ödenmesi âdetindendi.
Şapka
takması çok kişi tarafından eleştirilmiş,
oda bunu hoş karşılayarak “ eğri ayağa eğri ayakkabı yaparlar”karşılığını
verir ince siyasetini gösterirdi.
Siyasetten
uzak dururdu. “Gardaşlarım , Herkesin bir siyaseti vardır. Bizim
siyasetimiz siyasete karışmamaktır Bu da ayrı bir siyasettir. ”buyururlardı.
Sigara
içilmesini hoş karşılamaz “Ya bizi terk eder, yada
sigarayı” buyururlardı.
Namaz
hususunda çok dikkat ederdi. Vefatında son sözü “ Namazınızı kıldınız mı”olmuştur.
Dedikodu ya çok kızar ihvanları devamlı sohbet ve murakabe üzere olmalarını
isterdi. sohbetlere devamı ister “Gardaşlarım, Her
sohbette bir vuslat vardır, vuslatsız sohbet olmaz. Sohbetlerinizde edep ve muhabbetinize sahip olun” derdi.
Zengin
bir kültür hazinesi olan efendi Hazretleri Arapça, Farsça´yı anadili kadar rahat konuşurdu. Fransızca
ve Almanca´yı bilirdi.
Dört
Mezhebi ihtiyaten uygulardı. Nakşî ve Diğer Tarikatlerden icazetli ve ders
vermeye yetkili olduğunu her ihvanı bilirdi. O sebepten dolayıdır ki, Diğer
müslüman ülkelerden devamlı ziyaretçileri gelirdi.
Efendi
Hazretlerinin asıl önemli olan görüşlerini yazdığı şiiri açıklarken açıklamış
bulunduğumuzdan burada tekrar edilmedi.
Efendi
Hazretleri´nin çok zengin bir kütüphanesi vardı. Boş zamanlarında kitap
okurlardı. Edebi yönü kuvvetli idi. Hafız Divan-ı, Bostan ve Gülistan, Mesnevi ve Niyazi
Divanı´nı çok okurlar ve okuturlardı. Niyazi Divan-ı için bu yolun sırlarından
bahsettiği için “Dört ilahi kitaptan sonra bir kitap gelse Niyazi olur du” derdi. Sohbetlerde ilahi okunur ve çay
içilirdi. Bazı Hakkı Mahlaslı ilahiler Efendinin yazmış olduğu zannı ile çok
okunduğundan Efendinin ilahileri diye rağbet görmüştür. Bunlar genellikle Erzurumlu İbrahim Hakkı (ks), İsmail Hakkı Bursevi (ks) nin dir. Kesin
olarak Efendi Hazretlerinin yazdığı ilahi açıklamasını yaptığımızdır. Bundan
başka yazması da olması muhtemeldir. Fakat kesin olarak bilemiyoruz
Efendi
Hazretleri daha fazla eser veremez mi idi, diye sorulursa; Şeyhinin kendi
yazdığı kitabı görüp de, “yazdığın okunurmuş, lakin sen kitap yazma. ” Emrine istinaden
başka bir teşebbüste bulunmamıştır. Efendi Hazretleri “ne zaman bir kitap
yazmak istesek önümüze Elif geldi” buyurarak bu işi yapmaktan vaz geçtiklerini
anlatmıştır. Yazdığı Mevlid-i Şerif ise bir emir ile olduğu malumdur.
Efendi Hazretleri, devamlı
olarak ihvanlara “Her halini huzur, ibadetini kusur, Her gördüğünü Hızır bileceksin” düsturunu
söyler, sakin ve sükûnetli olmanın anahtarını
gösterirdi. Dünyaya geleli hiçbir şey O´nu üzmedi, kızdırmadı,
hayattan bezdirmemişti. Çünkü efendi Hazretleri Melamet Hırkasını
giymiş, Allah´ın âşık olduğu bir İnsan-ı
Kamil idi. Çünkü Efendi Hazretleri
“Siz bizi sevemezsiniz. Biz sizi seviyoruz ki bizi seviyorsunuz. ”
“Biz Allah´a sarılmışız ki, bize
sarılıyorsunuz” buyurarak
kendindeki hali arz ediyordu. Şah Nakşibend (ks) Efendimizde bu konuya çok
değinmiştir. Allah sevmese idi, bu haller zuhur eder mi. Bazı şeyler Allah´tan
olduğu kesindir. Buna yorum yapmak ta abestir.
Hakkın
kullarını bazı kul eyler
Anı kul
eylemez yine Ol eyler
Niyazi Mısri
Efendi Hazretleri
hakkında çok söylenecek şeyler vardır. Fakat bazıları satırlara ve bazıları da
sadırlara intikal etmesi uygun görüldü.
Evliliği
Efendi
Hazretleri üç evlilik yapmıştır.
İmmihan
Toprak ( vefatı: 1949 )
Zeynep
Toprak (Boşandı :1949 )
Zeliha
Toprak ( vefatı :1972 )
Çocukları;
İmmihan Toprak´tan olanlar
Hayriye
Gündüzoğlu ( vefatı: 1957 )
Mehmet
Sabit Kemal Toprak (vefatı: 1941)
Mevlüde
Balak ( vefatı: 1958 )
Halis
Turgut Toprak ( vefatı: 1967 )
Zeynep
Toprak´tan olanlar
Ahmet
Salih Toprak (vefatı: 1931 )
Mehmet
Kazım Toprak Efendi ( doğumu: 1927- yaşıyor )
HAKK’A
YÜRÜYÜŞÜ
Efendi
Hazretleri, nüfusta 89 yaşında görünmesine rağmen 93 yaşında olduğunu çok kere söylemiştir.
48
senelik Mürşitlik hayatı temmuz ayının ikinci haftasında başlayan bir hastalık
sebebi ile 2 Ağustos 1969 Cumartesi günü saat 9. 30 da Refik-i A´la-ya sefer
ile noktalandı. Vücud Allah aşkı ile öyle yoğrulmuştu ki, Kalbi
üç saat kadar daha çalışmıştır. Doktorlar vefatını ancak o zaman anlayabildiler.
Kabr-i Şerifleri için vasiyette bulunmamasına rağmen “Acaba Ulu Cami-i´nin (
el ile işaret ederek ) şu hazireden bize yer verirler mi” kelamı tecelli
edecek ve insanlar o Kelamı duymuş gibi o mübarek yeri O´na hazırladılar. Vefat
günü Sivas ma(Hadis-i Şerif)er yerini andırıyordu.
Efendi
Hazretlerinin vefatını müteakiben Endenozya´dan
biri bin kişiyi temsilen on kişilik bir gurup gelmiş Sultanlarını son
bir kez görmek istemişlerdi. Bu ziyaret ihvanın Efendi Hazretleri´nin ne kadar
büyük biri olduğunu anlamasına yetmişti,
ama artık fırsat elden gitmişti. Efendi
Hazretlerinin “ Fırsat elde iken sarmalı yari” bugün için söylendiği
aşikar oldu.
Geride ahşap
bir ev ve cebinden çıkan 49 lira para O´nun yanında dünyanın kıymeti bu kadardı.
Bugün Efendi Hazretlerinin sebeb olduğu
hizmetler ancak devlet tarafından yapılıyor.
Kabir
Kitabesinde;
Tariki
Nakşibend-i Piri Ebcel Mürşid-i Kamil
Garibul´llah-i
Hakkî Gavsü´l –âzam Şeyh İsmail
Engin
gönlünde Yüce Murad-ı hasıl oldu
Toprak
toprağa verildi Hakk-a vasıl oldu.
2
/8/1969
HALİFELERİ
Bu konu
incelemesine geçmeden önce tarikatlerde ki silsileler üzerinde durmak yerinde
olacaktır.
Silsile; kelime olarak zincir anlamına gelmektedir. Tasavvuftaki
manası ise Tarikat şeyhlerinin üstat zinciridir. Bu zincirler Peygamber
Efendimize (sav) e kadar uzanır. Silsilede yer alan şeyhlere “ Silsile
Ricali” denir. Silsiledeki ehemmiyet,
hatmi-i hacegan´da, hediyelerin zikredilmesinde, bazı
cemaat sohbetlerinde önünde veya sonunda okunarak o tarikat kolunun kuvvet
derecesini ve dayanağını belirtmesi yönünden çok önemlidir. Silsile görünüşte
basit gibi görünse de kendinde bulundurduğu güç çok fazladır.
Tasavvuf
yolunda süluk edenler iki türlü feyz kapısından istifade ederler.
1-Doğrudan
doğruya aracısız Allah´tan feyz almak.
2-Silsile
Rical-i vasıtasıyla Allah´tan feyz almak. Buna Feyz-i İstinadi veya Fuyuzât-ı Silsile-i Celil e isimleri verilir
Silsilelerden
bahseden eserlere Silsilename denir.
Tarikatin
silsilesini bilmeyen mürid, nesebini bilmeyen bir kişi gibidir.
Silsilede
geçen her şeyhin bir önceki şeyhten filen terbiye görmesi ve irşat etmesi şart
değildir. Mesela Cafer-i Sadık (r. a) Hazretleri Beyazıt-ı Bestami (ks) Hazretleri
ile Beyazı-ı Bestami Hazretleri (ks) de
Ebul Hasan Harakân-i (ks) ile zahiri bir bağlantıları yoktur. Bu zevat dünyada
birbirleri ile görüşmediler. Böyle olunca silsilede bir kopukluk var gibi
görünür. Bu kopukluk Üveysilik ile ortadan kalkar. Bu zevat-ı Kiram
birbirlerinden manen terbiye almışlardır.
Şah-ı
Nakşibend Efendimiz (ks) iki koldan terbiye görmüştür. Seyyid Emir Gülal
(ks)Hazretleri fiilen terbiye etmiş, Diğer
taraftan Abdulhalık Gucduvân-i ( ks) Hazretleri manen terbiye etmiştir.
Silsilede
yazılan bu zevât- kiram birer, birer
saygı ifadeleri ile yazılır. Bu silsilenin okunduğu hal ve makamda fuyuzâtın
geleceğine itikat sonsuzdur. Bu bir hakikattir.
Abdulvahhab
Şarâni (ks) Hazretleri;
Ey Hakkın
ve hakikatın arayıcısı bil ki, herhangi bir tarikatta babalarını, dedelerini bilmeyen mürid kör sayılır. Bir
kimse babasından başkasını kabul ederse; “Allah, babasından başkasına soyca bağlanana
lanet eder”Hadisin anlamına muhatap olur. Manevi soyumuz, kan yolu ile olan soyumuzdan daha kuvvetlidir.
Ruh Babası kişiyi veli eder. Öyle ise ruh babasına uymak uygun ve faydalıdır. ” bildirmiştir.
Bir
kişinin tarikat ehli ile bağlantısı olmazsa,
o düşük olarak bilinir.
Hakikat
ulemasının dışındaki silsileler şüpheli ve karışıktır. Gerçek âlimlerin ki ise müstesnadır.
Mürşidin
manevi mirasçısı Veled-i Kalp dir. Kişi manevi istidat sahibi olmasa zahir
babası veli olsa bile velayeti çocuğuna intikal etmez. İllâ ki kabiliyet gereklidir.
Taklid ile mürşid babadan kalan irşat seccadesine oturmak haramdır. Kan bağı
dünyaya geçerlidir. Gerçek halifelik istidattan istidâta olandır. Bu şekilde
birbirine eklenerek manevi silsile altın halkalı zincir gibi kıyamete kadar
devam eder.
Buraya
kadar anlatılanlardan manevi silsile ve ona olan ihtiyacın ne olduğu anlaşıldı.
Görülüyor ki manevi silsilenin başı ölümsüz olandan alınmaktadır. Maddi silsile
böyle değildir. Onlar ölüden ölüyedir.
Fakat
Allah´ın öyle kulları vardır ki Onlar ne ruhani ve nede cismani hiçbir kimsenin
sohbetine girmemiştir. Bu Peygamberimiz Efendimizin (sav) yoludur. Peygamberimiz
İlmi aracısız olarak Yüce Allah´tan almıştır. Hazreti Veysel Karan-i (r. a) bu
sınıfa girer.
Burada
unutulmayacak bir husus vardır ki, Maruf el Kerhi (ks); “Kamil insanlar insanların irşadına haristirler.
Bilhassa kendisine intisap eden herkesi hilafet seviyesine yükseltmek ve
görevlendirmek ister” buyurdular. Halife olmak için ise mürşidin külli
nefes-i ve teveccühü olması gereklidir. Bu inceliği iyi kavramak gerekir. Her
ne kadar mürşitler istek sahibi olsalar da Hilafet konusunda son söz Rasülullah
( sav) Efendimize aittir.
Çünkü
irşat makamında olanlar kavmin efendisidir. Kavmin efendileri tertemiz olmalıdırlar.
Her hal sahibi irşada kâdir değildir. Belki de kendi bir mürşide ihtiyacı olan
mürittir. Çoğu kimseler hem kendilerini hemde başkalarını delalete sürüklediler.
Bazıları kendilerine isnad bulamasa bile bu üveysiliği kulanırlar. Dikkat etmek
gereklidir.
Üveysi
olmak silsileye girmeye mani değildir. Nitekim Yetimin bile bir silsilesi
vardır. Çünkü o da bir izdivaçtan doğmuştur. Bazı kimseler kendini silsileye dâhil
etmesi ve basit terkiplerden oluşması hem cehaletlerini ve hemde bir noksanlığı
açıkça göstermektedir.
Efendi
Hazretleri sayılamayacak miktarda hatim hocası ve belli bölgelerde hizmet
vermek için halife görevlendirmiştir. fakat kendisinden sonra şu kişi benden
sonra irşada oturacaktır diye ne bir yazı ve aşikare cemiyet içinde söylenmiş
bir söz vardır. Bazı kimseler içinde söylenen hizmet kelimesi her ne ise irşat
gibi yorumlanmıştır. Bu şekilde bazıları kendilerine bir yer tutmak istemişler
ve bunu da başaranlar olmuştur. Allah´ın kudret hazinesinden mürşitler eksik
olmaz. Ama eğer bu vazife kendinde yokta var gibi gösterip hareket edenlerin
vay haline demek lazım.
Burada
Efendi Hazretlerinin son zamanlarında çok kişinin şahit olduğu “Gardaşlarım, Bu iş
burada bizimle bitti. Bizden sonra her
köşe başında bir şeyh çıkacak. Onun yaptığını şeytan bile yapmayacak”
sözleri acı gerçeği göz önüne sermektedir.
Efendi
Hazretleri kendinde Mürşidi Kamillik, Gavs-ül Azam ve Kutbu´l Aktab olmak üzere üç vazifeyi
taşımakta idi. Belki bu üç ağır vazife-i teslim edecek birisi olmadığından
görevi kendinde baki kaldı. Bu tür vazifeliler Vefatlarından sonra da tasarruf
yetkisine sahiptir. Fakat müritte aranan üveysi olarak Efendisine bağlanmasıdır.
Bu yolda şeyh olmak mürit olmaktan kolaydır. Kolayı bırakıp ta zoru seçenleri
anlamak zor oluyor.
O günden
bu yana otuz küsur sene geçmiştir. bu söz bugün için geçerlimidir diye
sorulacak olursa; Cenab-ı Allah merhametinden bazı kişilerin başına insan toplamasından
dolayı, o toplananların samimiyetine binaen bazı küçük
bir vazife verebilir. Bu ise yine tehlikeli bir yoldur. Bu yolda şeyh sıfatı ile mürşitlik sıfatını
ayrı tutmak gerekir.
Birde şu
esası unutmamak lazım Efendi Hazretleri
sonradan bir kişiyi yetiştirebilir mi ! Allah´ü a´lem.
Tarikat
yolunun zahirini kurtarmak için çıktık diyen bazı kişilere şu söz söylenmelidir.
1-Kendilerine
rabıta yaptırmamalıdır.
2-Tarikat
derslerini ikmal eylememişlerse tamamlamalıdır.
3-Sohbetlerinde
Efendi Hazretlerinden bahsederek kendileri yokluk ile hareket etmelidir.
4-Eğer
kendilerine vazife verildiğini söyleyenlere,
bizdeki vazife zahiri kurtarmak bu ihvan topluluğunu çil yavrusu gibi
dağılmasına mani olmak için demelidir.
5-Efendi
Hazretleri ile olan bağlantıyı koparmamalıdır. Eserlerine, sözlerine sahip çıkmalı, evlatlarına saygı göstermelidir
6-Sohbetlerin
ana teması Hep Efendi Hazretleri olmalıdır.
7-Azıcık
bir Feyz varsa, bunun Efendi Hazretlerini ikramı olduğunu
bilmelidir.
Bu
kısımda şu kıssayı hatırlatmak uygun düşecektir.
Tokatlı Pirimiz Mustafa Haki (ks) Hazretleri Müridi Müftü Abdurrahman
Efendi´ye bir gün seni bir yere ziyarete götüreceğim, demiş.
Gittikleri ise Es´ad Erbili (ks) Hazretleri imiş. Bir zaman sohbetten sonra
Es´at Efendi abdeste çıkmış. Pir Efendimiz,
Ya Abdurrahman bu şeyhin bir makamına bak demişler. Abdurrahman Efendi; Kalpde mi desem diye söylenirken Pirimiz; Oğlum İstanbul da iki yüz küsur şeyh var. Hepsi
kal( laf) şeyhi sadece biri hal şeyhi var O ise kalbde; buyurdular. İçeri giren Es´at Efendi (ks)
duruma vakıf olarak, Şeyhim; Esat sen zayıfsın Kalpde çalış
buyurdular, demiştir.
Bir Efendi ve müridinin durumu budur. Farkı fark etmek lazım Mürşitte bulunan hale
vukuf eden ihvan kalmayınca elbette ki, bazı hatalar sudur eder. Bu yolda hakikat olan şey her şeyin açık
belirgin olmasıdır.
8-Silsilelere
kendi adların yazdırmaktan kaçınmalı ve yazmamaları içinde ihvanlarını devamlı
ihtar etmelidir. Bazı ihvanın keşiflerin deki hataları hemen düzeltmelidir.
9-Bu hale
düşenlere en son söz ise ahiret hayatını dünyaya tercih etmesinler. Eğer ki bir
hatanın varlığını hissediyorlarsa nefislerine ayak basıp bu davadan vaz
geçsinler.
10-Kendisini
şeyh kabul eden başkalarının keşfine değil,
bizzat yakaza veya uyanık halde
Peygamberimizden ve Efendi Hazretlerinden emaneti teslim almalıdır. Kendisi
Maneviyat meclisinden haberdar olmayıp başkalarının görmüş olduğunu (
farzedelim ) bunu nefsine pay çıkararak kabul etmemelidir.
11-Her
şeyin sonu yokluk ise, varlık Allah´ın ise; Hakikat yolunda sen olsan ne olur olmasan ne
olur, denmelidir.
Ve´s-selamü
ala men ittebeal Hüda
اَللَّهُمَّ صَلِّى عَلىَ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ
أَجْمَعِينَ
وَ الْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ
29.08.2001/Esenler
İhramcızâde İsmail Hakkı
[1] İsmail Hakkı Altuntaş, Nakşıbendi
Şeyhi İsmail Hakkı Toprak’ın Hayat Ve Menkıbeleri (Yayınlanmamış Lisans
Tez) A.Ü. İlahiyat Fak. 1992, Ankara
[2] Şeyh Sâdi-i Şîrazi, Gülistan, trc.,Kilisli
Rıfat Bilge, İst, 1968, s. 316
[3] Gavs-ül
âzam İhramcızâde Hacı İsmail
Hakkı Toprak Nakşî-Hâkî Tarikâtı Ve İlm-i Ledün Sırları (1. Baskı) 500 âdete yakın bir kısmı Sivasa getririldi.
[4]—Abdullah b. Selâm radiyallahü anh anlatıyor:
Nebi aleyhisselâmdan biri
başına gelen sıkıntılardan ötürü, yüce Rabbine şikâyette bulununca kendisine
şu vahyi indirilir:
“Bana daha ne kadar
şikâyette bulunacaksın? Ben yerilme ve yakınma mercii değilim, gaip âleminde
senin durumun böyle başlamıştır, benim senin hakkındaki güzel takdirime kızma,
senin için dünyaya yeni bir düzen vermemi mi, Levh-i Mahfuz’u değiştirmemi mi
istiyorsun? Kendi muradımı değil de senin muradını mı yerine getirmemi, benim
değil de senin arzuladığını gerçekleştirme mi arzuluyorsun? İzzetime yemin ederek
söylüyorum, eğer bu düşüncen bir daha göğsünde depreşirse üzerinden peygamberlik
giysisini çeker alırım, cehenneme atarım aldırış etmem bile!” (Tenbîhu’l
Muğterrîn, a.g.e.293–294)
[5] 2010
yılında görüştüğüm Bedreddin Efendinin İhvanı Bahri DEMİR bu bilgi yanlış
olduğunu beyan etti. Bedreddin Efendi icazetini Cizözlü Yusuf Efendiden almıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar