MİSYONERLİK FAALİYETLERİNİN ERMENİ BOYUTU
Hazırlayan:Orhan ATEŞ
ÖZET
Misyonerlik faaliyetlerinin Ermeni boyutunu, tarihsel anlamda yaşananlar bağlamında (savaş, göç...) büyük güçlerin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya) OsmanlI’yı bölme yolunda misyonerleri aracılığıyla Ermenileri stratejik bir araç olarak kullanmaları oluşturmaktadır. Fakat aynı zamanda bu stratejik araç (Ermenilcr) da ulus-dcvlct anlayışının ‘moda’lığı yönüyle bu anlayışı oluşturmak için çalışmıştır.
Geniş bilgi ve kültürle yetişen misyonerler, kendi misyoner şirketleri, büyük güçlerin fonları ve oluşturulan yerli cemaatlerin yardımlarıyla -özellikle okullar-hedcflcrinc ulaşmaya girişmişlerdir. Misyonerlerin bu çalışmaları Ermeni yönüyle bilinçlendirme (ulus olma, isyan vs.), kültürel ikame ve Osmanlı’nın parçalanması şeklinde kendini gösterirken; Türklcr yönüyle de kültürel yabancılaşma şeklinde kendini göstermiştir.
Ermcnilcrin özellikle 19. yüzyılın son çeyreğiyle birlikte başlayan ve kendisini Berlin antlaşmasıyla bulan ulus-devlet olma anlayışları yolunda kilise ve komita, misyonerlerin de yardımıyla alt tabakadan üst tabakaya kadar aile, okul ve dini kuruluşlarda bilinçlendirme çalışmalarına girişmişlerdir. Yüzlerce yıldır Türk toplumu tarafından ‘Millet-i Sadıka’ olarak adlandırılan bu etnik grup, isyanlarıyla bu ünvanı terk etmişlerdir. Artık Türk ve Ermeni arasındaki consensus yerini çatışmaya bırakmıştır.
ABSTRACT
When the case is the missionary activities’ Emıenian aspect, it can be said that there are two aspects:
-
1) Historical aspect (wars, migration, ete)
-
2) Big countries’ (USA, England, France, Russia) using of Emıenians as a tool for dividing ottonıan State
But at the sanıe time this strategic tool (Emıenians) has tried to be a nalional State because national State is fanıous.
Growing up with great knowlcdge and cultur, missioners have alvvays tried to rcach their aims by founding their campanics, by using big countries’ funds and local conımunitics (cspccially schools ete.) missioners’ these strugglcs rcsultcd in consciousncss, (bcing a nation, rivalry ete.)
Cultural subjtitution and division of ottomans in respect of Ermenians and cultural alienation in respect of Turks.
During the last quarter of 19. century. Ermenians, in the way of being a nation; used churchs, school, families and secret committees to realize their targets. Named by Turks as a “loyal people” for centuries, Ermenians lost this charasteristic bccause of their rebels. Recently. there hasn’t been a consensus but conflict.
vn
İÇİNDEKİLER
ÖZET........................................................................................................................
KISALTMALAR...................................................................................................
BİRİNCİ BÖLÜM
MİSYONERLİK
İKİNCİ BÖLÜM
ERMENİ LER
2. 7. 2. İngiltere-Ermeni İlişkisi
2. 7. 3. Rusya-Ermeni İlişkisi
2. 7. 4. Fransa-Ermeni İlişkisi
2. 7. 5. Türk - Ermeni İlişkisi
2. 7. 5. 1. İlişkilerin Tarihsel Seyri
2. 7. 5. 2. Kültürel Bağlamda Etkileşim
2. 7. 5. 3. Türk-Ermeni Çatışması
2. 7. 5. 4. Ermenilerin Soykınm Merkezli İddiaları
2. 7. 5. 5. Ermenilerin Soykınm İddialarına karşı Türklerin Tezleri
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MİSYONERLİK ve ERMENİ ÖRGÜTLENMESİ
ARAŞTIRMANIN AMACI
Misyonerlik faaliyetleri, tarihsel devinim içerisinde farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılık 19. yüzyılla birlikte misyonerlerin yaptıkları çalışmalarda belirgin şekilde kendisini göstermiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde Sanayi İnkılabı ve Fransız İhtilali dünyada baş döndürücü etkiler yapmış, dünya adeta parsellenmiştir. Bu bağlamda büyük güçler misyonerlerini Osmanlı topraklarına göndermiş ve OsmanlI’nın bölünmesi noktasında büyük güçlerle misyonerler ilişkisi doğmuştur. Çalışmamın amacı da bu ilişkileri gösterebilmektir.
Misyonerlerde temel gaye Hristiyanhğm yayılması fikri iken 19. yüzyılla bu olgu ikinci plana atılmıştır. Misyonerler, OsmanlI’nın bölünmesi noktasındaki çalışmalarda olduğu gibi siyasi denilebilecek bir fonksiyonu icraya yönelmişlerdir. Bu bağlamda büyük güçler ve misyonerleri, azınlık olan Enncnilcri özellikle eğitim türü faaliyetlerle kışkırtarak Osmanlı’ya karşı stratejik bir araç olarak kullanmışlardır. Bu noktada misyonerlerin gerek Ermenilere dinlerini telkin ve onları mezheplerine çekme girişimleri gerekse Ermenilcri Osmanlı’ya karşı isyana teşvik ettikleri gösterilmeye çalışılmıştır. Böylelikle günümüz Türk siyasetinin önemli sorunsallarından olan “Ermeni Meselesi ”ne, akademik çalışma çerçevesinde ve çözümü noktasında katkı sağlayabilmek hedeflenmiştir.
ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ
Büyük güçler misyonerleri aracılığıyla gittikleri ülkeleri sosyo-ekonomik ve kültürel yönden kendilerine bağımlı hale getirmektedirler. Bu aynı zamanda bir ülkenin her şeyiyle yitmesi de demektir. Biz burada misyonerlerin Ermeniler üzerindeki izlerini ve büyük güçlerin misyonerler aracılığıyla Ermenileri OsmanlI'nın parçalanışı için nasıl yönlendirdiklerini göstermeye çalıştık.
Ermcnilcrin 19. yüzyıla değin OsmanlI'nın ‘Sadık Millet' dolaylaması}la sevgisini kazanmaları ve bu yüzyılla birlikte bu sevginin zıttı bir tavır sergilemeleri, elbetteki misyonerlerin Ermcniler üzerinde çalışmalarından kaynaklanmaktadır. Yine misyoner okulların sürekli Ermenileri kışkırtıcı çalışmaları neticesinde OsmanlI'nın gerekli önlemleri alamaması artık gücünün yittiğini göstermektedir. Ayrıca misyonerlerin Ermeniler yanında Türk öğrencilerini de kendi kültürlerine karşı yabancılaştırmalarındaki başarılan Türk toplumunun da yapısal bir değişim içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla misyonerlik faaliyetleri ve Ermcniler üzerinde yapılan bu araştırma ‘geçmişten ders alınması’ ilkesi doğrultusunda bugüne ışık tutacaktır. Bununla ilgili önlemler alınması çalışmamızı manidar kılacaktır.
ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Araştırma, misyonerlerin amaçlarını gerçekleştirmede eğitim, ekonomi, kültür ve asıl amaç olarak gördüğümüz siyasi yönden Ermenileri nasıl etkilediklerine ve yine Enncnilcrin de kendi ulus - devletlerini kurmak için giriştikleri çalışmalara odaklanmıştır. Dolayısıyla misyonerlik sonuçları, salt Ermcniler yönüyle değil, Türklcr yönüyle de ilişkilendirilerek bir bütün içinde ele alınmaya çalışılmıştır. Konunun bütünlüğü içinde işlenebilmesi için de literatür tarama, dokümantasyon ve mülakat teknikleri kullanılmıştır. Dokümantasyon olarak arşiv belgeleri kullanılmıştır. Bu arşiv belgelerini; Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (BOA, DH. ŞRF, nr. 53/306, BOA, DH. ŞRF, nr. 57/105), Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri (BOA, HR. SYS. 2878/49, BOA, HR. SYS. 2878/2) ve Ermeni Komitaları içermektedir. Ayrıca Merzifon’da mülakat yaptık. Çünkü Merzifon, Ermeni zulmüne ve özellikle misyonerlerin çalışmalarına somut örnek teşkil eden önemli bir merkezdir.
ARAŞTIRMANİN Hİ POTEZİ .ERİ
“Misyonerlerin OsmanlI'yı bölme stratejilerinin önemli bir ayağını güçlü devletlerce kullanılan millet mahiyetindeki Ermeniler ve Ermenilerin uhıs-devlet kurmaya yönelik faaliyetleri oluşturmaktadır.” şeklinde belirlediğimiz î1 hipotezimizin alt hipotezleri ise şunlardır:
a- Misyonerliğin temel gayesi Hristiyanlığın anlatılmasıyken 19. yüzyılla birlikte buna siyaset de eklenmiştir.
b-Misyonerlerin çalışmalarında para kaynaklarını kendi misyoner kuruluşları, büyük güçler ve gittikleri yerlerde oluşturdukları yerli cemaat sağlamaktadır.
c- Misyonerleri amaçları salt dini değil siyasi, ekonomik ve kültürel boyutu da içermektedir.
d- Misyonerlere, yetiştirilirken kendi din ve kültürleri yanında, gittikleri ülkelerin kültürleri de öğretilmektedir.
e- Doğu’nun sömürülmesinde misyonerler, büyük güçler ve oryantalistler iç içedir.
f- Türk toplumuna bağlı kalarak sosyal hayatlarını yaşayan Ermeniler, 19. yüzyılla birlikte dışsal etkilerden (eğitim vs.) dolayı siyasetlerinde değişim ve bu yüzyılla birlikte Türk-Ermcni çatışması başlamıştır.
g- Türklerle Ermeniler arasında sosyolojik bir sorun olmamakla birlikte asıl sorun yapay olup hukuki değil politiktir.
h- Büyük güçler, Osmanlı’yı bölme yönü-ıde misyonerler aracılığıyla Ermcnileri kullanmışlardır.
ı- Ermeni isyanını Osmanlı, Tehcir hareketiyle önlemeye çalışmıştır. Bugün de Ermeniler, Tehciri malzeme olarak kullanırlarken genel manada Türkiye gerekli tepkiyi göstermemektedir.
j- Misyoner faaliyetlerin Türk öğrencileri üzerindeki yansıması kültürel yabancılaşma şeklinde tezahür etmiştir.
k- Türk insanının misyoner okullarına rağbetini Batı’nın ilmi, statü edinmek ve dil öğrenmek oluşturmaktadır.
TEZ METNİ
GİRİŞ
1071 Malazgirt Savaşı, Türklerin Anadolu'ya girmeye başladığı tarih olması yanında Avrupa için Şark sorununun ve Anadolu'da yaşayan Ermeniler için Türk idaresinin başlangıcını ifade eder. Bu tarihten sonra İslam dünyası üzerine özelde ise Anadolu Selçuklu üzerine Haçlı Seferleri düzenlenmiş, kısmi başarılar elde edilmesine karşılık genel manada bu seferlerden Avrupa umduğunu bulamamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti, îlhanlı darbesiyle tarihteki misyonunu tamamlarken, yaklaşık yüzyıl süren belirsizlik ve beylikler dönemi de Yavuz Sultan Selim’in Turnadağ Savaşı ile sona ermiş, Anadolu’ya Osmanlı tuğrası vurulmuştur. Osmanlı idaresindeki Ermeniler, diğer gayrimüslim topluluklara nazaran daha farklı bir misyona sahip olmuş; Millct-i Sadıka (Sadık Millet ) ünvanını kazanmışlardır. Anadolu kültür potasında Türk -Ermeni dostluğu (yaklaşık dokuz asır) uzun yıllar devam etmiş, Ermeni Türk’ten Türk de Ernıcni’dcn rahatsızlık duymamıştır. Fakat Ernıenilcrin Türklerle dost olması Avrupa için Şark sorununun çözümü olarak değerlendirilmiş değildir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın son devirlerinde izleri görülmeye başlanan ve . ölümünden sonra iyice gün yüzüne çıkan Duraklama Devri, izini ekonomik alanda Batı’ya verdiği kapitülasyonlara yansıyarak kendini hissettirmiştir.
“Kanuni’nin son döneminden itibaren verilen kapitülasyonlar Osmanh’yı Batı’ya bağlamıştı, yine 1598, 1612, 1634, 1668, 1712 yıllarında Hollanda’ya, 1617’dc Avusturya’ya, 1678’de Polonya’ya, 1700’de Rusya’ya, 1737’de İsveç’e vs. çeşitli kapitülasyonlar verildi, bunlar Osmanlı sınırlarında dolaşmak, ticaret yapmak ve yerleşmek haklarını kapsamaktadır. Sonraki yıllarda Avrupa devletleri her defa yeni imtiyazlar istemeleri üzerine 1740’da I. Mahmut ile Fransa Kralı 15. Louis arasındaki kapitülasyon antlaşması daimi statü ile yapıldı, 1838’de İngiltere ile başlayan ve diğer Avrupa devletleriyle devam eden bir dizi ticaret antlaşma Osmanlı Devleti’nin iktisadi bakımdan batının hakimiyetine girmesine sebep oldu, 1838 antlaşmalarının Osmanlı ekonomisini felce uğratması ve devletin Rusya ile giriştiği harpleri kaybetmesi üzerine 1854’te İngiliz ve Fransızlarla ilk borç para antlaşması imzalandı.”1
18. yüzyıl öncesine kadar verilen imtiyazlar bir lütuf iken (çünkü bunlar Osmanlı'dan bir şey götürmekten ziyade ona bilhassa ekonomik anlamda çok şeyler kazandırmıştır) bu yüzyıldan sonraki imtiyazların niteliği değişmiş bağlayıcılığı anmış, giderek Osmanlı ekonomisini çökertmiş ve onu dışa bağımlı hale getirmiştir. Borç almalar başlamış, ‘para alan emir de alır’ mantığı devreye girmiştir. Osmanlı Devleti 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’dan geri kalmaya başladığını ancak 18.yy.'da fark edebilmiştir.
Rusya açısından bakılırsa Çar I. Petro’dan itibaren idealist politikalar izlemeye başlamış -o dönem için ulaşılması mümkün olmadığından Pctro'ya deli denilmiştir-, sonraki çarlar döneminde de aynı politikalar takip edilerek ele geçen fırsatlar iyi değerlendirilmiştir. Mesela, Rusya Karadeniz’e inmiş, Kırım’ı geçirmiş, Balkanların hamisi durumuna gelmiştir. Ancak dikkat edilirse Rus ilerleyiş süreci hep Osmanlı aleyhine gelişme göstermiştir.
OsmanlI’nın duraklamasıyla birlikte siyasi-ekonomik ve toplumsal yapının yanında kapitülasyonlar, sanayi devrimi ve milliyetçilik akımının baş döndürücü etkisi, Balı’nın ekonomik ve teknik alanda ilerlemesi, rekabet-sömürgccilik yarışları, hammadde ve pazar arayışları, ülkeler arası bloklaşmaya ve silahlanmaya yol açmış ve tüm bunlar OsmanlI'nın çöküşünü getirmiştir. Bu son devirleri yorumlarken; Osmanlı’da yeniçerilerin ve toplumun bütün kurumlarıyla bozulmasının, gerek siyasal gerekse sosyal yaşam üzerinde olumsuz etkiler yaptığı, sonuçta da Osmanlı ekonomisini Batı’ya bağımlı duruma getirip siyasal çöküşü hızlandırdığı dikkate alınmalıdır.
Osmanlı sınırları içerisindeki dini kimlikler Batı planlarının gerekçesini oluşturmuş, bu bağlamda savaşlarla Osmanlı topraklarını elde edemeyen dış güçler, misyonerlik türü çalışmalarla onu yıkmaya çalışmışlardır. Örneğin Osmanlı idaresindeki Ermenileri bir ideal etrafında örgütlemeye çalışmışlar, kapitalist anlayışlarına (kar, sermaye, hammadde) alet etmişlerdir. Ermeniler, ‘milli şuur’, ‘kültürdü’, ‘tarih bilinci’ gibi değerlerle dini bir millet-kimlik etrafında bütünleşmişler, ancak bu olguyu da büyük güçler, OsmanlI’nın aleyhine değerlendirmişlerdir. Halbuki 'kürkler tarafından Ermenilere, başka milletlere gösterilmeyen saygı gösterilmiştir. Bunun kamusal alanda -Osmanlı’da bakan bile olmaları- ve ekonomik hayattaki yansımaları her devirde görülebilir. Ermeni prensinin Osmanlı yönetimine övgü dolu sözleri bunu doğrulamaktadır. Başlangıçta devlete bağlı ve güvenlikte olan Ermeniler, misyonerlerin ve dış güçlerinin sistemli faaliyet ve teşkilatları neticesinde sosyal yapı, kurum ve değerleriyle kendilerine bağımsız bir güvenlik ortamı oluşturmaya çalışmışlardır. Sosyal düzenlerini yönlendirmede din ve yüz yüze ilişkileri etkili olmuştur. Aralarında değerlendirilmeyen, sorgulanamayan ve 'kutsal' olan kilise ise belli merkezlerin ürettiği bilgilerle hareket etmeye başlamıştır. Bu bakımdan Ermcnilerdc din adamlarının rolü çok önemlidir ve misyonerlerin yanında özellikle Rusya, bu olguyu çok iyi değerlendirmiştir.
Rusya, Osmanlı’yı bölüp parçalamak isterken İngiltere, kendi çıkarları açısından OsmanlI’nın toprak bütünlüğünü koruyarak Rusya’nın sıcak denizlere inmesini engellemeye çalışmış, Kırım Savaşı’nda Rusya’nın mağlup olması üzerine yapılan Paris Antlaşmasıyla da Osmanlı toprak bütünlüğü Avrupa’nın garantisi altına alınarak Rus yayılmacılığı engellenmek istenmiştir. Engelleme karşısında Rusya, boş durmamış Panslavizm hareketine yönelmiş, sonuçta da Osmanlı aleyhine Balkan bunalımını çıkarmaya muvaffak olmuştur. Bu bunalım 1877-78 Osmanh-Rus Savaşı’na sebep olmuş, savaşta mağlup olan Osmanlı, Ayestefanos Antlaşması’nı imzalamaya mecbur kalmıştır.
Ayestefanos Antlaşması’na Rusya tarafından (Ermcnilcrin isteğine bağlı olarak Rus çıkarlarına uygun bir şekilde) Anadolu ıslahatı olarak Ermeni sorununun konulması, Ermeni sorununun başlangıcını oluşturmuştur. Fırat havzasını kullanarak güneye inmeye çalışan Rusya, bir taraftan Ermenileri himaye etmeye çalışırken bir taraftan da Avrupa’yı rahatsız etmemeye dikkat etmiştir. Fakat 1877-78 Osmanh-Rus Savaşı sırasında İngiltere hükümetinin başında bulunan William, Rusya’nın güçlü bir Karadeniz devleti olarak güneye sarkmasının İngiliz çıkarlarıyla bağdaşmayacağını bildiğinden Rusya karşısında Osmanh’yı korumayı daha uygun politika olarak benimsemiş, Ermenilere yardımı insanlığa yardım olarak gören ve söylemlerine de bunu bizatihi yansıtan İngiliz Başbakanı Gladstcn’un başkan oluşuna kadar bu bakış devam etmiştir.
Ayestefanos Antlaşması ile Büyük Bulgaristan’ı kurduran Rusya, doğuda aldığı Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt ile -tarihsel hedefleri olan- hem petrol bölgelerine hem de sıcak denizlere inme imkanı elde edince bu gelişme İngiltere için hazmedilememiş, Almanya’yı da yanına alan İngiltere, Ayastcfanos Antlaşması’nın kabul edilemez olduğunu Rusya’ya bildirmiştir. İngilizler aynı zamanda Osmanlı’ya ittifak konusunda baskı yapmakta ve OsmanlI’dan Kıbrıs'ı istemektedir. Osmanh ise çaresizlik ve dirayetsizlik içinde Kıbrıs’ı istemeyerek de olsa İngiltere’ye bırakmış, İngiltere'nin Ayestcfanos Antlaşması'nı kendi lehine değiştirmesini beklemese başlamıştır. Fakat Ennenilerin, Rus dümen suyuna girmesini istemeyen İngiltere, yapılan Berlin Antlaşması’na Ermeni ıslahatı ile ilgili madde koydurarak, Ermeni hamiliğine soyunmuştur. Kısacası denilebilir ki Rus ve İngiliz rekabeti Osmanh için Ermeni sorununun ortaya çıkışıdır. Fransız ve Amerikalılar da geri kalmayacaklardır.
Osmanh yönetimindeki Ermenilerin ilk ulusal hareketleri 1860 yılı olarak kabul edilir ve sosyal amaçla kurulan kuruluşlar, dış organize sonucu birer isyancı yetiştiren kuruluşlara dönüşür.
Halit Ziya, anılarında bu başlangıç olaylarını şöyle anlatır;
“...Birdenbire sokaktaki bir gürültü ile silkindim. Gürültü, bir koşuşma patırtısıyla ve kötü bir haykırışına ile yaklaştı. Bu gürültü, onu yapan kalabalıkla birlikte, tam odanın köşe penceresinin önüne gelmiş ve orada durmuştu. Sırtını evin duvarına dayayan, elindeki uzun bir Karadağ tabancasını çevresine yönelterek tehdit eden uzun boylu, siyah giysili delikanlı ve onun dört bir yanını saran beş on mahalleli ile bir zaptiye eri gördük. Bu bir Ermeni genciydi ve öyle anlaşılıyordu ki bu ülke halkından değildi. Bir dakika her iki taraf bir durup duraklama anı geçirdi, biz orada mıhlanmış, yaklaşan bir korkunç olayın meydana geleceği yerden ayrı lam iyorduk, bu bir dakika pek uzun sürdü, çember daralma eğiliminde iken uzun tabancadan birbiri ardınca kurşunlar vızladı, ama saranlardan düşen olmadı. Buna karşılık uzun boylu, siyah giysili saldırganın üzerine başı takkeli, kısacık boylu, derviş kılığındaki bir adamın sıçradığını ve karşıda bir evin penceresinden kapılmış bir saksıyı kafasında parçaladığını gördüm. Sonra o, birden yere yıkıldı, bir dakika daha geçti ve orada saksı kırıklarından başka bir iz kalmadı. Bir iz kaldı, o da benim gözlerimin içinde...Ancak o vakit anladım ki sonra ayrıntıları okuyarak öğrendim ki benim Babıali yakınlarında gördüğüm kalabalık, Ermeni ayaklanmasının ilk eylemli belirtilerinden pek önemli bir başlangıçtı. Artık o kanıya varmak gerekiyordu ki ülkeyi kuşatan tehlikelerden bir büyüğü-Arnavutiuk’ta, Yemen’de değil- ülkenin ta ciğerinde, İstanbul’un her sessiz evinin penceresinin de önündedir.!..”2
Venizelos, Lozan’da muahede bittikten sonra îsmet İnönü’ye: “Bu AvrupalIlar kötü insanlardır, bizi İzmir’e yolladılar, bırakıverdiler; para, yardım vermediler, bu felakete uğradık."2 demiştir. Batı'nın bu politikası hiç değişmemiştir ve Ermcnilcri de kullanmışlardır. Zamanla teşkilatlanan Ermeniler, Avrupa’dan aldıkları destekle komitacılık hareketine girişmişlerdir. İsviçre'de Hınçak Komitesi kurulmuş (1887), bu komite Türkiye'de birçok faaliyete girişmiş fakat istenilen sonuçlar alınamayınca ikilik çıkmış ve bölünmüşler, Van isyanından sonra Hınçaklar daha da bölünerek bir güç olmaktan çıkmışlardır. Hıncaklardaki iç rekabete bağlı olarak bu durumdan hoşnut olmayanlar ‘Bayrak’ adlı bir gazete çıkarmışlar ve daha sonra Taşnak Ermeni Komitası'nı kurmuşlardır. Bu örgüt organizeli olarak Doğu Anadolu ve İstanbul’da birçok isyan çıkarmıştır.
Ayrıca ele alınması gereken bir nokta da mezhep farklılıklarının Ermeni isyanları üzerindeki etkileridir. Ermeniler genel manada Hristiyan olmalarına rağmen aralarında mezhep birliği bulunmamaktadır. Katolik olanları Fransa, Ortodoks olanları Rusya, Protestan olanları da ABD ve İngiltere desteklemektedir; fakat Ermcnilerin çoğu Gregoryan kilisesine bağlıdır’ar. Gregoryan mensupları, yabancı devletlerin diğer mezhepleri desteklemelerine tepkilidirler; çünkü Gregoryan Kilisesi, kendilerini din adamı olduğu kadar toplumlarının siyasi liderleri olarak da görmektedirler. Ermeni Millct-i Nizamnamesi kabul edilmeden evvel kilise; mensuplarının vizyonunu belirleyen, onları bir araya getiren, yöneten, yol gösteren, koordine ve kontrol etme fonksiyonlarını yerine getiren bir kurumdur ve sosyal kategoride de en önemli mevkiyi işgal etmektedir. Ancak bu nizamnameden sonra otoritesi sarsılmış, statü ve toplumsal tabakalaşmada yer değiştirme yaşanmıştır. Bu değişim özellikle ticari sınıf değerlendirmiştir. Kilise, bu statü ve otorite kaybını yön değiştirerek illegal yollarla tekrar kazanmaya çalışmıştır.
Misyonerler çalışmalarını salt Ermeniler üzerinde değil Türk öğrenciler üzerinde de yoğunlaştırmışlarıdır. Yalnız Türk öğrencilerini kendi mezheplerine çekememişler fakat Türk’ün kültürüne ve değerlerine yabancılaştırmada kısmen de olsa başarılı olmuşlardır. Kültür emperyalizmiyle -misyonerlerin sayesinde- Türk toplumu sessiz, sedasız bir biçimde içten fethedilmeye çalışılmıştır. Misyoner okulları, Türk öğrencilerine -Türk’ün kültürel yapılarından kopartarak- yabancı kültürü yani kendi kültürlerini aşılamayı hedeflemişlerdir. Bu anlamda misyonerler büyük güçlerin en önemli uzantıları ve ‘silahsız kuvvetlcri'dirlcr.
Tüm dünyada olduğu gibi Osmanlı topraklarında da misyonerlik faaliyetleri. OsmanlI’yı bölmek, ona hayat hakkı tanımamak ve onu ekonomik, kültürel ve siyasal hegemonya kurarak sömürmek ve sonuçta da kendisine bağımlı hale getirmek işteş en bir anlayışın ürünüdür. Konuyla ilişkin olarak misyonerler, Ermeniler üzerinde kimlik bilincini işleyerek onları millet olma yolunda kışkırtmışlardır. Kurdukları okullarda Emıenilere milli kültürlerini (edebiyatları, coğrafyaları, efsanevi tarihleri) öğreterek isyandan başka çarenin olmadığı ‘tem’ini işlemişler, gerektiğinde propagandayla kendi fikirlerini ve oryantalist bir paradigmayı meşru bir zemine oturtturmasını da bilmişlerdir. Ermeniler, misyoner okulları yanında, kendi okul, kilisesi ve komitalarını, propagandayla bütünleştirerek çalışmalarına maddi, stratejik ve psikolojik açıdan yön vermişler; OsmanlI’yı da baskıcılıkla itham ederek baskı oluşturmuşlardır.
Ermeni kilisesi -misyonerlik boyutu olmasa da- Ermcnilerin en önemli fenomenidir, tarihsel geçmişiyle bütünleşen geleceğe hazırlanan bir nesil yetiştirmek için çalışmıştır. Ermeni Milleti Nizamnamcsi'nc kadar en önemli statü, güç ve otorite olan Grcgoryan Kilisesi, bu nizamnameyle gücünün halkına bölüştürülmcsiyle önemi yitmeye başlamış ve Protestan, Katolik Ermcnilerin çalışmalarıyla da iyice geri plana itilmiştir. Ermeni kilisesi, bu itilmişliği milliyetçiliğin yayılmasıyla bunu -telafi edercesine- sığınacak kapı görüp ulus-devlet olma yoluna koyulmuştur. Kilise, asırlardan beri yaşanan güzide ve şerefli hatıraları bir çırpıda redderek Ermeni ulusunu yaratmak için çalışmıştır. Çünkü artık kilise, kendi geleceğini Ermeni devleti kurmada görmüştür.
19. yüzyıldan itibaren Fransız İhtilali’nin tesirleri hemen hissedilir. Amerikan, İngiliz, Fransız (Board, Dominikon vs. ) misyonerleri de Anadolu'da sistemli bir çalışma içine girerler. Osmanlı topraklarındaki amaçlarını gerçekleştirmek için en önemli unsur ise Ermenilerdir. Fakat Lozan’la çıkarları kalmayan bu dış güçler, Ermenilerle uzun süre ilgilenmezler. Bu da isteklerinin siyasi olduğunu göstermektedir. Ki bunlar anlaşmalara da yansımıştır. Mesela Mondros Antlaşması’nın (30 Ekim 1918) 24. Maddesine göre altı vilayette -Sivas, Erzurum, Van, Elazığ, Bitlis, Diyarbakır-karışıkhk çıkarsa İtilaf devletleri buraları işgal edebilecekti ki bu illerin Ermenilcrin yoğun olarak yaşadığı bölgeler olduğu göz önünde bulundurulursa bir Ermeni devleti kurmak istedikleri anlaşılmaktadır. Fazla uzun sürmemiş, İtilaf devletleri bu antlaşmayı bahane ederek Osmanlı topraklarına girmişler ve tabii bu arada Ermeni terör örgütleri de boş durmamıştır. Ermeni katliamından kurtulan Türk halkı, yakınlarını da kaybetmenin acısıyla öfke ve kinle dolarak Ernıcnilcre karşılık vermişlerdir. Arlık birlikte yaşama ortamı kalmamıştır. Düşman birliklerine yardım eden Ermeniler için Osmanlı hükümeti, son çare olarak 1915 tehcir (göç) kararı almıştır.
“Sömürgecilik, kapitalizm, sanayi devrimi, Fransız İhtilali’yle gelen milliyetçilik gibi fikirlerin yayılması, nihayet Batı’nın bütün dünyayı Batılılaştırması şeklindeki kültürel ve ekonomik emperyalizmin meydana getirdiği bir modem sömürgeciliktir, çünkü Batıklar bu güne kadar ellerinden geldiği ölçüde bütün dünyanın kaynaklarını kontrol etmek ve kullanmaktan başka bir şey düşünmediler. Batı, bütün dünyayı Batılılaştırmakta, ancak onun politikası, başkalarına hayat hakkı tanımama ve olabildiğince sömürmek için güç politikalarını insanlık dışı bir vahşetle uygulamaktan ibarettir.”3
Ermeni katliam ve isyanlarına karşı Türk halkının tepki göstermesiyle Ermeniler, zulme uğradıklarının propagandasını yaparak dış güçleri vazifeye çağırmış; bu dış güçler de çifte standart ile Müslümanlara yapılan katliamlar karşısında hiç söz etmezken Osmanlı üzerinde baskı oluşturarak Ermcnilcrin koruyuculuğuna girişmişlerdir. Reformlar, insan haklan... Osmanlı'ya en çok müdahale edilen konuların başında gelmektedir. Bu konular dış güçlerin yaptırım gerekçelerini ve sloganlarını oluşturmaktadır yine dış güçlerin azınlıklar için uyguladığı bir taktiktir. Nitekim İsmet İnönü, Lozan Konferansı’nda bu bağlamda uzun bir konuşmayla, azınlıkların korunması iddiasının Türklerin içişlerine karışmak için büyük güçlerce kullanılan bir bahaneden başka bir şey olmadığını ispat etmeye çalışmıştır.
Osmanlı, Avrupa’dan gelen baskıyı ve Ermenilere eziyet ettikleri yönündeki müdahaleleri azaltmak için Tanzimat ve Islahat Fermanı ve I. Meşrutiyeti ilan etmiştir. Daha sonra İngiltere ve Rusya’nın, Reval’de Osmanlı aleyhine gizlice görüşmeleri de II. Meşrutiyet’in ilanını hızlandırmıştır, II. Meşrutiyetin ilanı ile de mutlakiyetten meşrutiyete bir yönetim değişikliğine gidilmiştir. Nihayetinde dış güçler hamlelerinin sonuncusu olarak ve Osmanlı’daki otorite boşluğundan da yararlanarak Osmanlı topraklarına saldırmışlar, fakat Türk halkı, manevi birlik ve bütünlük içerisinde bu oyunlara karşı koymuş ve muvaffak olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin. Tanzimat (1839). 1. Meşrutiyet (1876). \c II. Meşrutiyetin (1908), ilanıyla uğraştığı, Tanzimatçıların Padişahla olan sorunlarının yüksek düzeye çıktığı, Meşrutiyetçilerin Tanzimatçıları kötüledikleri ve özellikle İttihat Terakki yönetiminin etkisinin hissedildiği 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarını içine alan dönem, misyonerlerin ve dış güçlerin de Ermcnilerc yönelik faaliyetlerini arttırdığı dönemlerdir. Büyük güçler ve misyonerlerinin, Osmanlı vatandaşı olan ve yakın zamana kadar Türk kültürü içinde Müslümanlarla kaynaşan Ermenileri kışkırtmaları dönemin yöneticilerince yeterince algılanamamış ve politik boşluk meydana gelmiştir. Biyolojik bir tabirle artık organizma zayıf düşmüş ve bakteriler organizmayı çürütmeye/yemeye başlamışlardır. Nihayetinde Tanzimat ve Meşrutiyete giden yoldaki siyasal otorite boşluğunu misyonerler ve büyük güçler doldurmuştur. Osmanlı yönetimi günah keçisi haline gelen ‘tehcir’le (1915) gözünü açana kadar da iş işten geçmiştir.
Tarihi-sosyolojik olarak yapısında mevcut olan ve Mcvlana’nın çağlan delen “Gel. ne olursan ol, yine gel!” sözünde kendisini bulan insani kavrayışla Türk toplumunun sadece Ermcniler için değil hangi dine, hangi ırka ve zümreye ait olursa olsun herkesi kabul ettiği ve benimsediği tarihsel bir gerçektir. İngiltere’nin ünlü lideri Churchill’in; ‘Türkler, insan bile değildir!’ diyerek yasak olmasına rağmen Çanakkale’ye kara mayınlar döşetmesi ve oryantalist ‘öteki’ anlayışı ile tahkir hiçbir zaman Türklerdc görülmemiştir. Osmanlı’nın ekalliyetlere bakış açısını, II. Mahmut’un; “Ben tabanın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede, Musevi’sini havrada fark ederim, aralarında başka bir gün fark yoktur.” sözü ile cami, kilise ve havranın bir arada olduğu İstanbul’daki darülaceze özetlemek açısından somut örneklerdir. Gerileme devrine kadar ki Osmanlı adeta Campenalla’nın ‘Güneş Üllke’sidir.
Zira Osmanlı’da herkes ve her etnik grup kendini bulmuş, her kesim OsmanlI'yı en iyi şekilde temsil etmiştir. Kültürel çoğulculuk en önemli zenginlik kaynağıdır, ta ki kapitülasyonlar, sanayi inkılabı, Fransız ihtilali, etnik grupların hayalleri, Batılı devletlerin ve misyonerlerinin faaliyetleri, etnik grupların din adamlarının dinle izah edilemeyecek çalışmaları, Osmanlı idarecilerinin zaafiyetleri gibi birden fazla nedenin bütünlük arz ederek toplumsal yapıyı olumsuz etkilemesine kadar. Artık bütünlük yerini çatışmaya (çözülme) bırakacaktır. Bu bağlamda Ermeniler, lürk düşmanlığını, milli kimlik unsuru haline getirmişlerdir. Gözle görülür sonuçları ise Türklere çirkin iftiralar, cinayetler, Türk diplomatlarına suikastlar, bombalama eylemleri, köylerde katliamlar vs.
Osmanlı’nın son dönemde Ermeniler için yaptığı ise isyan edenlere karşı çıkıştır; silme, yok etme değildi, böyle bir amaç da söz konusu değildir. Batı’nın oryantalist paronayak anlayışı olan ‘ben’ ve ‘öteki’ ayrımına gitmemiş, Yunus'un deyimiyle ‘yetmişi iki millete aynı gözle’ bakmıştır, azınlıklar Anadolu’da karma kimliklerini huzur içinde yaşamışlardır. Halbuki dış güçler ve misyonerleri, OsmanlI’daki farklılığı kullanmışlar, Türk’ün ulusal alanında illegal yollara başvurmuşlardır. Atatürk de, TBMM açış konuşmasında Ermeni meselesinin, ‘Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarından kaynaklandığını’ belirtmiştir. “Batı zihniyetinin temel fikri olan teknoloji oryantoslu Batı kültürü, Fransız ihtilalinin ulusçu devlet (millet ve milli vatan) kavramlarını, parlamenter rejimi, cumhuriyet ve vatandaşlık kavramlarını getirmiş.”5 Fakat Batı, bu kavramları ve oluşumları Osmanlı’yı parçalamak yönünde kullanmış, bunu yaparken de Batı kendisini merkeze koyup ‘öteki’ni yok saymıştır. Tarihi ve sosyolojik bir bilgidir ki Batı’nın temeli sömürgecilikle atılmıştır. Batı, Osmanlı’yı kendisi için ucuz hammadde ve işgücü vs. olarak sömürülmeye değer görmüş, bunun için stratejik ayak olarak da Ermenden seçmişlerdir. Ermeniler ise OsmanlI’yla tarihten gelen sosyal sermayeyi bilinçsizce tüketerek bu dış güçlerin bir ayağı olmayı kabul etmişlerdir.
Ermenilerin bu değişimlerinde kendi toplumlarındaki misyonerlerin başardığı içselliğin, kendi kültürlerinin ortaya çıkarılmasının -iç dinamiklerin- önemli bir payı vardır. Farklılaşan Ermenilerde farklı siyasi, sosyal talepler olmuştur. Misyonerlerce coğrafyalarından uzaklaştırılan Ermeniler giderek başkalaşmışlar; içinde bulunulan ortam gereği farklılaşan katman ve kategorileri, sosyal ve siyasi talepleri için siyasi arenada mücadele etmişlerdir.
Osmanlı toprakları ve dış güçlerde bir değişim yaşanırken Osmanlı toplumunda da bilhassa aydın tabakada büyük bir değişim görülmüştür. Aydın ya da okuyan kesim arasında bir uçurum oluşmuş, aydınlar halktan uzaklaşmıştır. Batı'ya okumaya giden Türk gençleri, ülkeye ve ha'ka medeniyet getirmekten ziyade Batı’nın kültürünü taşımışlar, Cemil Meriç’in deyimiyle “Batı’nın yeniçerileri' gibi değişime uğrayarak geri dönmüşlerdir. Bunun yansımasını Mehmet Akif şöyle tasvir etmektedir:
... Fransız’ın nesi var? Fuhşu bir de ilhadı, Kapıştı bunları ‘yirminci asrın evladı!’ Ya Alınan’m nesi var? Zevki okşayan birası, Unuttu ayranı matuhe döndü kahrolası! Heriflerin hani dünya kadar bedayili var: Ulumu var, edebiyatı var, sanayi var, Giden bir avuç olsun gelirse memlekete Döner muhitimiz elbet muhit-i marifete Kucak kucak taşıyor olmadık mesaviyi, Beğenmesen ‘medeniyet’ diyor, inandık, iyi! Ne var biraz da maarif getirmiş olsa...desek: Emin olun, size; ‘hamallık etmedim!’ diyecek.4
Yine Şinasi’nin ‘Şair Evlenmesi’, Ahmet Mithat'ın Tclatun Beyle Rakım Efendi,' Recaizade Mahmut Ekrem’in ‘Araba Scvdası'nda Batı kültürünün izlerini ve OsmanlI’nın içinde yaşadığı kültürel belirsizliği ve yabancılaşmış bireyleri görmek mümkündür. Osmanlı, yıkılışı durdurmak için Tanzimat ve Islahat Fermanlarını, Meşrutiyeti ilan etmiş, askeri, eğitim, sosyal konulara önem vermiş ve yeniliklere gitmiş; ancak yıkılışı durduramamıştır. Sonuçta Osmanlı, İbn-i Haldun’un tarihi ve sosyolojik görüşü olan; “Devletler de insanlar gibi doğar, büyür ve ölür.” realitesini yaşamıştır.
özetle; Osmanlı Devleti’nde Türk halkı ve azınlıklar ‘çeşitlilik içinde birlik, birlik içinde çeşitlilik’ şeklinde tasvir edilebilir. OsmanlI’nın tarihi-sosyolojik görüntüsünü bu gerçek oluşturmaktadır. Yoksa Osmanlı Devleti, Rus politikasını uygulamaya çalışsaydı Ermeni sorunu da olmazdı. Osmanlı Devleti, tarihinin hiçbir devrinde ulusal homojenlik için çalışmamıştır. Hakim ulus olduğu halde Ermenileri asimile etmemiş, hatta kalıcılığını korumak için maddi ve manevi destekte de bulunmuştur. Bu nedenle Ermeni tüccarlarının Osmanlı padişahına gemi dahi hediye edecek kadar da münasebetleri iyidir. Her ulusun ’öteki'ni yaratması ve bu tutum karşısında kendini meşrulaştırması gerçeği varsa da kökü ve tarihi olmayan, kendileri barbarlık yapıp başkalarını barbarlıkla suçlayan, bu alandaki etkinliklerini doğu toplumlun için oryantalizmle tamamlayan. Ermeni bireylerini asimile eden Batı ve misyonerleri için doğrudur bu görüş. Fakat buna rağmen üzülerek belirtmek gerekir ki bugün dünya kitaplığında Ermeni soykırımını savunan 26.000 esere karşılık bizim 84 eserimiz vardır. Son günlerde Ermenilerle ilgili aynı oyun tekrar gündeme getirilmektedir, bu tür olayın ihmale gelmeyeceğini belirtmek gerektir. Bu nedenle çalışmamız Ermenilerle ilgili tarihi, ekonomik, kültürel ve toplumsal gerçeklikleri belli bir dönemi kapsayacak şekilde mikro ve makrososyolojik olarak incelenmeye hasredilmiştir.
Bu gerekçelerle tez giriş ve sonuç hariç, üç bölümden oluşmaktadır. 1. Bölümde Misyonerlik (tanımı, misyonerlerin çalışmaları, amaçları ve yöntemlerinden) 11. Bölümde Ermeniler (dili, dini, tarihi, edebiyatı, Ermenilcrin Türklerle ve misyonerlerle ilişkileri) III. ve son bölümde de misyonerlik faaliyetlerinin Ermeni boyutunu ele alınmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM MİSYONERLİK
Misyonerlik, Hristiyanlığı yayma yönündeki sistemli faaliyet ve teşkilat: misyoner ise yaptıkları çalışmalara bakılarak bir misyon için -Hristiyanlığı yaymak-özel olarak görevlendirilmiş din adamı, papaz, öğretmen, doktor gibi adanmış kimse' veya dini yaymaya çalışan papaz, din yayan kişi, misyon müesseselerini idare eden kişi, bağlı bulunduğu Hristiyan mezheplerinden birini yaymak için eğitim görmüş kişi5 6 olarak tanımlanmaktadır. Oxford sözlüğünde mission; özel memuriyet, vazife, görev, elçilik, özel heyetler7 olarak tanımlanmakta ve özel heyetler için dışarıya gönderilen heyetleri de içeren bir anlam yüklenmektedir. Bugün özel anlamıyla Hristiyanlarca, Hristiyan olmayan toplumlarda, onları kendi din ve mezheplerine kazandırmak için açılan müesseselere misyon, buralarda açılan özel eğitilmiş kişilere misyoner denmektedir.8 9 Misyonerlerin asıl görevleri, ilk önceleri, Hristiyan olmayanları dine kazandırmakken zamanla kendi içlerindeki mezheplerarası -Katolik, Protestan, Ortodoks- rekabetten/çatışmadan dolayı kendi mezheplerine çekebilmek amacıyla da çalışmalar yürütmüşlerdir.
Mission kelimesi etimolojik olarak missio kelimesinden gelmekte olup onun da aslı mitlere fiilidir ve ‘göndermek’ anlamına gelmektedir. Hristiyan dini atmosferi içinde mission kelimesi teolojik anlamda kutsal şahsiyetlerin birbirlcriyle ilişkilerini belirtmek üzere Baba tarafından gönderilen Oğul’un misyonuna ve pantekot günü havarilerine gönderilen Kutsal Ruh’un misyonuna” atıfta bulunur. Yine bu bağlamda terim, kilise hukukunda bir görevi ifa etmek amacıyla gönderilen delegasyon gücünü10 ifade etmektedir. Dolayısıyla mission kelimesinin değişik anlamlarda kullanıldığı görülmektedir.
Ancak genel kabul gören ve özünü hem Kutsal Ruh hem kilisenin oluşturduğu mission, Incil'i Hristiyan olmamış halklara yaymak olarak adlandırılmaktadır.
Hristiyan kilisesinin missionu, Hz. İsa'nın, Havarilerine:* "Şimdi gidin bütün milletleri şahit edin, onları Baba, Oğul ve Ruh-ul Kudüs ismi ile vaftiz eyleyin, size emrettiğim her şeyi tutmalarını onlara öğretin ve işte ben bütün günler dünyanın sonuna kadar sizinle beraberim.”11 şeklinde söylediği kutsal ifadelerle başlamıştır, ki bu söylem, misyonerlerin çalışmaları kadar misyonerlikten vazgeçilemeyeceğini de göstermektedir. Bu aynı zamanda Hristiyanlık dininin evrenselliğini ve dünyaya yayılması için çalışılması gerektiğini de zorunlu kılmaktadır.** Bu bağlamda ilk misyonerler gerçekten aç. susuz, maaşsız, kendi memleketlerine bir daha dönmeme gibi fedakarlık yapmışlar, bir o kadar da çile çekmişlerdir. Zira kutsal ifadelerde de yapılması gerekenler verilmiş/emrcdilmiş ve aksinin sonucuyla karşılaştırılmıştır.
Misyonerliği, Tanrı adına Tanrı’nın emirlerinin -ki emirler ahlaki olup çok kez de aktif bir asetizmi içerir- dünyaya tebliğ edilmesi şeklinde tanımlayan Max Webcr (1864-1920), özel bir Tanrı anlayışına dikkat çeker. Buna göre mü’minler kendilerini ilahi güçten bir parça olarak değil, Tanrı’nın aleti olarak görürler. Bu anlamda Tanrı ise; doğaüstü, kişisel, gazap dolu, affedici, seven, isteyen, cezalandıran... bir yaratandır.12 A. Giddens da toplumsal değişimi sağlayan misyonerleri değersizleşmiş gibi görülen yaşamdan insanları kurtarmaya çalışan, bireylerin tinsel gelişimini hazırlayan/sağlayan kurtarıcılar13 olarak nitelendirir.
Misyon ve misyoner kelimelerinin tanımlarına dikkat edildiğinde hep Hristiyanlık adına gönderme yapılmaktadır. Dinlere yapısal/yayılmacı olarak bakıldığında İslamiyet’in de bir tür (açık din olması yönüyle) misyonerlik dini olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Hristiyanlık adına faaliyet gösteren misyonerlerin, yeri geldiğinde her tür amacı (siyasi, ekonomik, sömürgeleştirme vs.) gerçekleştirmek için çalıştıkları aşikardır. İslamiyet'te -tek tük görülse de- din için çalışanlar salt dini gaye gütmüşlerdir; açtıkları dini kuramlarda o muhitte bulunanları isyan etmeye teşvik ettikleri, siyasi, kültürel, dini yapılarına saldırdıkları, sömürdükleri kesinlikle gösterilemez. Bunlara karşın ‘misyonerlik dini’ olarak sayılamayacak (kapalı olan Yahudilik türü gibi) tekelci dinler de vardır ki bu dinlerin amacı kendi dışındakileri içine almamaktır. Dolayısıyla bunları misyoner olmayan dinler olarak adlandırmak mümkündür.
Dün olduğu kadar bugün de dünyanın değişik bölgelerinde faaliyetlerini sürdüren misyoner teşkilatlarının kurucuları, Hz. İsa tarafından kendilerine, ‘Gidiniz, kutsal gerçeği (Kutsal Kitabı) onlara anlatınız.’ dediği Havarilerine kadar uzanmaktadır. Yani Histiyanlık, başlangıcından itibaren misyonerlik yapmayı salık veren bir dindir. Daha sonraları Küçük Asya’da, Makedonya’da kiliseler kuran ve bu yolda teşkilatlanan, mektuplarında insanın günahtan arınması için İsa’nın yolunda yürümesi (yani ölüp sonra yeniden dirilen Allah’a inanması) gerektiğine dikkati çeken, ölümü kurtulmak ve günahtan kurtulmak olarak gören Aziz Paulus (10-67?),14 ile Anglosakson'da (VI.yüzyılda) vaazlar vermek suretiyle Hristiyanlığı yayan ve kilise babalarının en büyüğü sayılan Aziz Augustinus (354-430) bu faaliyetlerin öncülerindendir. Denilebilir ki İlkçağ ve Ortaçağın sınırı üzerinde bulunan Augustinus ile Patristik dönem* hem olgunluğa ulaşmış hem de son bulmuştur. Felsefeyle uğraşan bu din adamı salt felsefeyle doyuma ulaşılamayacağını ve dini bir görüşün de gerekliliğini savunmaktadır. ‘Ben yalnız Allah’ı ve ruhu bilmek istiyorum, gerisi beni ilgilendirmez.’ diyerek /Mlah’ı ve ruhu bilmek istemekle ilk Hristiyanların samimi görüşlerine yaklaşmaktadır. Kilisenin devletten üstün olduğunu -Allah tarafından kurulduğundan- kabul eden Augustinus. bu bağlamda kiliseyi Allah’ın lütfuna erecek kimseleri kucağında toplamasının gerekliliğine inanır.1' Augustinus'a kadar Hristiyanlığın yayılması kurumsallaşmamış iken bununla birlikte çalışmalar kurumsallaşmaya evrilmiştir. Augustinus, toplum, dünya ve din ile ilgili görüşlerini sistemleştirmeye çalışmış ve bir gök devleti tahayyül etmiştir. Bu gök devletinin dünyadaki temsilcisi kilisedir. Dolayısıyla kilisenin yönettiği toplumlar istemektedir.
Augustinus: ‘Tanrı’ya tapılır ve ona uygun törenlerle hizmet edilirse iyi insanların geniş sınırlar üzerinde hüküm sürmeleri yararlı olur, bu yarar kendileri için olmaktan çok hükmettikleri içindir.’ İfadesiyle yeryüzündeki gök devletinin* nasıl gerçekleşeceğini gösterirken ‘Hristiyan emperyalizmi’ olarak nitelenebilecek bir kuramın tohumunu atmıştır. Ortaçağ’a değin ‘kıyametin yakın olduğu’ düşüncesi -Hz İsa kıyametin yakın olduğunu söylemişti- Hristiyanlığın ilk dönemi ve genellikle tüm son dönemleri için karakteristiktir. Bu nedenle ilk Hrisitiyanlar dünyanın sonunu beklemişlerdir. Oysa ortaçağa girildiğinde yakın bir kıyamet anlayışı kaybolmuş ve sağlam ve sürekli kurumlar -okullar, hastaneler vs- oluşturulmuştur. 15 16 17 Bu kurumlar zamanla kıyamete yönelik öğretiden iyice sıyrılarak Haçlı savaşlarına, sömürüye dek ilerlemiştir.
Arapça ders veren bir papaz okulu açarak Tunus’a kadar giden ve misyoner yetiştiren Raymond de Lulle,(l 280-1350), Aziz Francesko (1182-1226), Aziz Dominik (1170-1221),** önde gelen misyonerlerdir. Bugün dahi Hristiyanlarca kutsal sayılan Papalık 1662’dc Vatikan'da Misyon Bakanlığı kurarak dünyanın her bir tarafında teşkilatlanmış -Almanya, Belçika. Fransa...- ve misyonerlerini göndermiştir.
Yayılma devirlerinde ‘Salih fetihleri' denilen hareketlerde Orta Şarkta ilk Hrsitiyan havarileri olarak Andrcvv, Philip, Matthcvv. Banholemycvv, James, Mark... görev yapmışlar ve Incil'i İran, Trakya. Arabistan gibi mukaddes ülkelere götürmüşlerdir.18 19 Ermeniierde Hristiyanlığı yayan Gregor ( 257-?) da Anadolu'da en önemli faaliyet gösteren misyonerlerdendir. Osmanh toprakları da 19. yüzyılla birlikte misyonerlerin akınına uğramıştır. Önde gelenlerine Amerikalıların mezheplerini neşri olarak açtıkları Robert Koleji - yetiştirdiği ve etkilediği kesimle Bulgaristan isyanında etkili olan okul- ve onu yaptıran Mr. Christopher Rinlender Robert (ölüm 1878); Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u nasıl Rumelihisarını yaptırarak fethetti ise kendisinin de oradan aynı şehri manevi -kültürel yoldan fethedeceğini düşünerek Fatihane bir jestle mektebin bebek sırtına yapılmasını istemiştir. Okulun ilk müdürlüğünü yapan ünlü misyoner Hamlin,’20 yine Albert Hubbart, Perry, Rigs, Went, White... örnek gösterilebilir. Gerek ilk misyonerlerde gerekse son dönem misyonerlerinde Hristiyanlığı yayma gibi misyonerliğin özünü oluşturan fenomeni misyonerlerin hepsi paylaşsa da olayları anlayış ve yorumlayışta paradokslar sözkonusudur. Mesela; İstanbul Rum Patriği 1. Bartholomeus, -2001 yılında- Hristiyanlığa inanan birisinin; dininden, ırkından, milliyetinden veya herhangi bir farklılıktan dolayı bir başkasından nefret duyması mümkün değil derken21 misyonerliğin kurucularından sayılan Raymond Lulle (1280-1350), Hristiyanlığa davet ettikleri halde karşı taraftan kabul gelmediği takdirde silaha bile başvurabileceklerini, çünkü Hristiyanlığa girmeyenlerin hem kendilerine hem de başkalarına zarar vereceklerini aile getirişi ve bunu da dinin gereği gibi algılaması22 bu paradoksu getirmektedir. Lulle'nin Iİristiyanlık anlayışı ilk samimi Hristiyanların -Hz. İsa'dan, Havarilerine kadar- anlayışlarıyla uyuşmamakta, daha çok 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarındaki dinin yayılmasından ziyade din maskesinin arkasında -isyan, ajan vs.- gizil işler yapan misyonerleri andırmaktadır. Zira bu dönemde siyasi anlamda sürdürülen diplomatik misyon çalışmalarında; misyon şefi, diplomatik personel, idari ve teknik personel ve kritik görevlerde bulunmayan müstahdemlerin23 görevler aldıkları ve bu çerçevede yer ve kuruluşları bağlamında faaliyet merkezlerinin oluştuğu/oluşturulduğu bilinen bir gerçektir.
İlk misyon faaliyetleri (silahsız propaganda) 18. asırda faaliyet merkezi olarak Moravya kilisesinin çalışmalarıyla başlamaktadır. Burası Kont Zinzendorl'lan itibaren ateşli bir misyon merkezi olmuştur. Mecusileri ihtida etmek için İran'a, sonra Mısır'a ve Habeşistan’a giderek faaliyet göstermişlerdir. Yine büyük misyon merkezi olarak İngiliz Hristiyan Misyon Cemiyeti (CMS) 19. asrın başlarına bilhassa İran, Orta Şark’ta Arapça’nın konuşulduğu Filistin, Kudüs, Akka, Bağdat gibi yerleri seçmiştir.24
En eski ve kuvvetli misyon teşkilatı İngilizlerinkidir. Londra’da parlamento (1646) Hristiyanlığın anlatılması için bir cemiyet kurmuştur. Bu cemiyet 1698, 1792, 1805 tarihlerinde İngiltere, Almanya, İsviçre, Danimarka, Amerika ve Rusya’da binden fazla merkez tesis ederek25 yeni yeni teşkilatlar kurmuştur. İşin ilginç tarafı da bir ülke parlamentosunun misyonerleri resmen desteklemesidir ki ‘silahsız fedaileri’ olarak değerlendirilmişlerdir. Bu cemiyetin desteklediği misyonerlerin gösterdikleri faaliyetler kendilerine ‘güneş batmayan ülke’ dolaylamasını aldırmıştır.
Amerikan misyonları 1820’den itibaren, ‘Amerikan Board’ menşeeli olarak -Protestan olmakla beraber- mezhep farkı gözetmeksizin King, Wolf, Fiske gibi kimseleri görevlendirerek Mısır, Suriye, Yunanistan, Filistin, İstanbul, Tokat, Sivas, Trabzon gibi yerleri faaliyet alanları olarak seçmişlerdir.26 Osmanlı topraklarında misyoner faaliyet merkezlerini kurup çalışmalara başladıktan sonra en karlı çıkan misyoner merkezlerinin Amerikalılarınkilcr okluğu görülmüştür. Bunun sebebini kendi mezheplerinin diğerlerine göre serbestiydi öne çıkarması ve okul, hastane, dispanser gibi yapılanmadaki ivme-genişlemc çalışmaları olarak yorumlamak mümkündür. Kurulan bu faaliyet merkezleri aşağıdaki şartlar dahilinde çalışmalara başlamışlardır;
a-İsİm: Türkiye Misyonlarına Yardım Cemiyeti, b-Mevzi: Cemiyetin gayesi yeni bir misyon meydana getirmek değil Türk imparatorluğunda mevcut, hususiyetle Amerikalılara ait misyonlara yardım etmek, c-Komite ve azalan umumi ve muhtelif ihtidalarla alakalı şahıslardan müteşekkil bir toplantıya memur edilecektir, icap ettiği kadar sık sık toplantı yapacaklar ve buna da dua ile başlayacaklardır, d. Komite, misyonerlik gayelerine yapılan tahsisatı kullanmadan önce kendini, kuruluşunun hikmeti olan mevzularda malumatlar kılacaktır.”
Anlaşıldığı üzere misyon merkezleri, kendi kuruluşlarına olan yardımı büyük bir titizlikle kontrol etmekte ve faaliyetlerin sonuçlarını da sık sık yapılacak toplantılarla kontrol altına almak için çalışmaktadırlar. ‘Kuruluşun hikmeti’ mevzuu her ne kadar yukarıdaki söylemden anlaşılmasa da Osmanh topraklarındaki uygulamada görüldüğü üzere, kurdukları misyon merkezlerince -Anadolu’da İstanbul’da kurulmuştu- muhtelif dillerde binlerce İncil dağıtmaktadır. Böylcce kiliseleri ihya ederek, organizasyonlarla Hristiyan propagandası yaparak, il il. köy köy gezip okulları için öğrenci toplayarak hem dini hem de ekonomik, siyasi hikmetleri oluşturmaya çalışmışlardır. Bu yapılanlar, gidilen yol sıkı takip edilerek ve aşamalar karşılaştırılarak hedefin neresinde olduklarını -toplantılarla- görmeye çalışmışlardır.
1.3, Misyonerlerin Amaçlan
Misyonerlerin amaçları; dini, kültürel, siyasi ve ekonomik olarak tasnif ederek incelenebilir. Dini amaçlarını şu şekilde ifade etmek mümkündür. “Gün ağarınca İsa, oradan ayrılıp herkesten uzak bir yere çekildi, topluluklar onu arayıp 27 buldu, kendilerini bırakıp gitmesin diye onu zorladılar. İsa onlara Tanrı hükümranlığına ilişkin haberi başka kentlere de yaymak gerek, çünkü bu amaç için gönderildim.” dedi.28 Hz. İsa, bu dinsel ifadedeki kutsal gerçeklerin insanlığa anlatılması için havarilerine; Hristiyan olmayanların Hristiyanlaştırılması. dinin yayılması. İncil in öğretilmesini salık vermiş, misyonerler de bu dünyadaki yaşayışı Tanrısal yaşama hazırlamak için dünyanın her yerine gitmişlerdir.
II. Vatikan Konsili’nde kilise, misyonerlerini göndermeye devam edeceğini, yeryüzünde her taraf Hristiyan olmadıkça bu görevin sona ermeyeceği yönünde kararlar almışlardır.29 Bu amaçla misyonerler gittikleri ülkelerde salt insanları Hristiyanlığa davet etmekle yetinmemişler, bağlı oldukları mezhebe de insanları yönlendirmişlerdir. Bunları yaparlarken birkaç din adamıyla yerli kiliseler kurmuşlar ve cemaat oluşturmuşlardır. Yerli kiliseler kurulduktan sonra nihai amacı Hristiyanhk propagandası yaparak onları kendi dinlerine çekmeye çalışmak olmuştur. Bu bağlamda misyonerlik faaliyetlerine Hristiyanlaştırma faaliyetleri demek daha doğru olacaktır.
Misyonerlerin amaçlarını Hristiyanlığı yaymak kadar Hristiyanlar arasında bölünmeyi vc Islami yayılmayı durdurmak olarak da göstermek mümkündür.30 Misyonerlerin, dinsel amaçları doğrultusunda İslam memleketindeki teşkilat faaliyetlerinin eritici ve şekil verici olmak üzere iki cephesi olduğunu açıklayan Zvvemer, Türkiye’deki muazzam değişikliğin sebebinin Batı medeniyetinden ziyade .misyonerlerde aranması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca ‘günümüzde yüzlerce Müslüman, kalplerinden İslam imanını çıkarmış ve Hristiyan dinine gizlice inanmaya başlamıştır, onların Müslümanlığı sözdedir’ diyerek nasıl bir amaca ulaştıklarını göstermiştir.31 Kaldı ki bu tür iddialar aşırıdır. Hristiyan vatandaşlarımız üzerinde etkili olmuşlardır. Ancak Türk ve Müslümanlar (o zamanlar ikisi aynı anlamda kullanılıyordu.) ihtida olayları karşısında zaman zaman devlete müracaat etmiş ve önlem aldırmışlardır. Bu şikayetlerden biri nedeniyle 1928’de YMCA’nın (Amerikan Genç Hristiyanlar Teşkilatı) Türkiye şubeleri Atatürk tarafından bizzat kapatılmıştır.
Havariler döneminden Ortaçağ dönemine evrilen misyonerlik anlayışı, kendisini Haçlı Savaşlarında göstermiş, -diğer yerlerde olduğu gibi- İslam dünyasını kılıçla ele geçircmeyince amaçlarına kültür yoluyla ulaşmayı denemişlerdir. Misyonerlerin bu çalışmaları bazen azınlıkları kültürel yönden bilinçlendirip Ermcııilcrdc okluğu gibi karşı kültürün karşısına çıkarıp isyana kadar götürmüştür, bazen de ilim ve teknikten, eğlence vasıtalarından din, dil, örf ve adete kadar kendilerine ait unsurları- karşılarındaki mahalli kültürü yağmalamasına yok ederek-ikame etmeye çalışmışlardır. Bu faaliyetler misyonerliğin yaşam tarzına, kültüre dönük amaçlarını oluşturmaktadır.
19. yüzyıla gelindiğinde Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali’nin yaydığı fikirler, pazar arayışları köklü değişimlere yol açmıştı. Artık imparatorluklar yıkılmaktadır ve bu değişiklikler yaşanırken emperyalist güçler de boş durmayıp dünyayı parsellere ayırma uğraşısı içindedirler. Elbette ki tüm bunlardan misyonerler de nasiplerini almış, büyük güçlerin diğer ülkeler üzerinde -özellikle Müslümanlar-hcgemonyalarını sağlamak için onların ‘silahsız fedaileri’ olmuşlardır ki bu misyonerlik bağlamında dinselliğin siyasalhğa evrilmesi demektir. Misyonerler, kültürlerinden ayrı tutulamayacak olan Batı’nm bu siyasi-ekonomik amaçlarını gerçekleştirmek için gittikleri ülkelerde oranın ycrcl/mahalli kültürlerini çözülmeye uğratarak ya da yozlaştırarak milli, dini değerlerinin yerine kendi kültürlerini ikame etmek için çalışmışlardır.
Misyonerlerin çalışmalarıyla ilgili olarak; hepsinin de Avrupa ile Amerika'nın şarka nüfuzunu kolaylaştıran emperyal yapılanmayı hatırlattığını, bu nüfuz etme sürecini kesintiye uğratmadığını, yani Batı’nın amacını kolaylaştırdığını ifade etmek mümkündür.32 Zira Batı, bu amaca -misyonerlerin çalışmaları yadsınamaz- I. Dünya Savaşı (1914-1918) dahil dünyanın yarısından fazlasını sömürgeleştirerek ulaşmıştır. Doğu’nun yağmalanması, her türlü -yeraltı, yerüstü- zenginliklerinden faydalanıİmaya çalışılmasında misyonerlerin rolü büyüktür. Osmanlı üzerindeki amaçlarını misyoner White: “Hristiyanlığın tek rakibi Müslümanlıktır, Müslümanların da en kuvvetlisi Türkiye’dir, memleketi devirmeliyiz.”33 diyerek göstermiştir. Misyonerler, bunun için de Osmanlı topraklarındaki Ermeni ve Rum gibi etnisiteyi ayaklandırarak hedefe ulaşmaya çalışmışlardır.
19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında misyonerlik faaliyetleri yoğunluk kazanmıştır, bunun en büyük nedeni de kapitalizmin emperyalizme dönüşmesidir, misyonerler, Batı’nın bu noktada aracıları olmuşlardır, kuruluşlarında bu anlayışı yerleştirmeye çalışmışlardır.
Ekonomik emperyalizm, güçlü Batı ülkelerince asla ihmal edilmeyip misyonerlerin gizli amaçları arasında yerini alarak önemli görevlerinden olmuştur. Amerika ve Avrupa sanayisinin durmak bilmeyen çarklarına hammadde yetiştirmek ve bu konuda gerekli ortamı hazırlamak, ülkenin kaynakları hakkında raporlar hazırlayıp mercilerine ulaştırmak sıradan işleri arasında yerin almıştır.34 İşte başlangıçta salt dini olarak gösterilebilecek çalışmaları zamanla ait oldukları ülkelerin siyasi, kültürel, ekonomik menfaatleri yönünde emperyalizmin gelişmesine imkan sağlayarak Batı hegemonyasını getirmiştir. Dolayısıyla mission faaliyetlerin amaçlarını değerlendirirken ona bütüncül bakmak bir zorunluluktur.
Misyonerler geldikleri ülkelerdeki Misyoner Merkezleri tarafından yetiştirilir. Bu merkezler küçük yaşlarda -babalarından izin alınarak- aldıkları çocukları yapacakları görevlere göre yetiştirip daha sonra görevleri icabı başka ülkelere gönderilirlerdi. Ancak bu yetiştirme ve eğitme faaliyetleri salt kendi ülkelerinde değil; gittikleri ülkelerdeki kuruluşlarında da devam ettirilmektedir.
Misyonerler şartlı olarak -özellikle zeki olanları- yetiştirilirler, kendi dinleri yanında gidecekleri yerlerin, ülkelerin dil, kültür, din ve siyasi yapılarını dikkate alarak istendik şekilde eğitilirlerdi. Dolayısıyla misyoner olabilmenin en önemli şartı kendi ülkelerinde veya gönderildikleri ülkelerdeki misyon mekteplerinde tahsil ile işi derecede diploma almaktır."'7 Bu çerçevede misyonerler çocuk yaşlarda değişik ülkelere sefaret ve konsoloslukları aracılığıyla serpiştirilmişler, aynı zamanda kendi mezheplerinin gelişmeyi, medeniyeti, özgürlüğü getiren olduğu yönünde de bilinçlendirilmişlerdir.
Bu husustaki üstünlük anlayışları misyonerlerin zihnine o kadar yerleşmiştir ki gittikleri bölgelerde gözlemler yaparak yöre halkının zayıf yönlerini tespit etmek dahi bir eğitim olarak kabul edilmiş ve misyonerler kendilerinden farklılık arz eden her konuyu zayıflık olarak addetmişlerdir. Ünlü Amerikalı misyoner Godel’in bir mektubunda yer alan;...Bir misyoner üç yıl başka bir halkın arasına karışsa ve onların ne kadar cahil, zayıf, aptal ve önyargılı olduğunu öğrense, kendisi için Osmanh’da konuşulan dilleri öğrenmekten daha büyük bir kazanç getireceği"’ şeklindeki ifadesi misyonerlerin bakış açılarının ne kadar önyargılı olduğunu göstermektedir.
Yine misyonerlerin gittikleri yerlerin dillerini öğrenmenin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu dilleri öğrenmeleri sadece bölgeye gönderilmeden önce değil gittikleri yerlerde de gerçekleşmiştir. Misyonerlere sadece bir dil -okullar kısmında görüleceği üzere - değil birkaç dil de öğretilmektedir. Misyoner John, kendisinin küçük yaşlarda -10 yaşında- Misyon Cemiyeti’nce İstanbul'a getirilip sefarethaneye teslim edilişini; “sefir beni sefaret kavvası Cihangir’de sakin Ali Ağa’ya teslim etti ve Ali Ağa, bu çocuğun adı İbrahim’dir, senin oğlundur, herkese öyle söyleyeceksin... adetiniz nasılsa öyle terbiye edeceksin lâkin ayda bir sefarethaneye getireceksin.”35 36 37 38 şeklinde ifadeleri misyonerlerin hem nasıl yetiştiklerini hem de geldikleri ülkeleri adına nasıl düzenli ve sistemli olarak çalıştıklarını göstermektedir. Devamında İslam dinini çok iyi bildiğini ve sünni bir müderris olduğunu hatta bazı misyonerlerin de Sadrazam Reşit Paşa’ya dahi yardımcı olduklarını ifade etmiştir. Misyoner Hayri’ye (Lethause) Reşit Paşa'nın iltifatlar etmesi, başbakanlığın kilit noktalarından tercüme kalemliğine tayin ettirmesi ve Lethause’un Reşit Paşa ölünce İngiliz tebasından olduğunu ilan ederek Londra’ya dönmesi39 bir örnek olarak gösterilebilir. Bu bir yönüyle de Osmanlı yönetiminin bir şey yapamadığının, artık gücünü kaybettiğinin ve tarihsel olarak adlandırılan 'Hasta Adanı’ olduğunun ifadesidir.
Misyonerlerin nasıl yetiştirildiğini; ilke ve stratejileriyle şu şekilde özetlemek mümkündür: Öncelikle kendi dini ve kültürlerini öğrenmek; gidecekleri ya da gittikleri ülkenin dili, dini, (Kur’an’ı çok iyi öğreniyorlar) ve kültürleri hakkında bilgi edinmek; yapacakları göreve göre yetiştirilmek (doktor, hemşire, öğretmen, barış gönüllüsü vs. olarak fakat asla misyoner olduklarını unutmamak); faaliyetlerinde gizliliğe riayet etmek; kendi din ya da mezheplerini merkeze koyarak (etnocantirizm) karşı kültürün mensuplarına kendi kültürlerinin geriliğine (ortamı karıştırırcasına) inandırarak onlarda şüpheler uyandırmak.
Misyonerler gerek 19. yüzyıl öncesi dini beklentileri gerekse 19. yüzyıl sonrası büyük güçlerin amaçlarını gerçekleştirmedeki siyasi beklentileri için sistematik olarak teşkilatlanmışlar ve çalışmışlardır. Bu anlamda Evangelle Procenes (1951) diye İsimlendirilen Papazlık genelgesinde 600 misyonerlik bölgesinin olduğu açıklanmıştır.40
Misyonerler hedeflerine ulaşabilmek için dünyanın çeşitli bölgelerinde birçok kuruluş oluşturmuşlardır. Bu Misyoner Kuruluşları arasında birkaçını şu şekilde ifade etmek mümkündür; Incil’i Yayma Demeği, Moravyah Kardeşler Misyonları (Berlin, 1732),Vaftizci (Londra, 1701) Misyonlar Demeği (Londra, 1792), Misyonerlik Demeği (Londra, 1795), Amerikan Misyon Dostları Vaftizci Misyoner Birliği (Boston, 1814), İncil Misyonları Demeği (Paris, 1823), Hristiyan Gençleri Demeği (München, 1885), Hristiyan Öğrencileri Birliği (Paris, 1907), Amerikan Misyonerlik Komitesi (New York, 1789), Hollanda Misyonerlik Teşekkülü (Amsterdam, 1820). Kilise Misyonerlik Demeği (Paris, 1825), Osmanlı-Arap Misyonerlik Demeği (Beyrut, 1826). Arap Ülkeleri Misyonerlik Demeği (Beyrut, 1831), Tevrat'ı Yayma İngiliz Derneği (Londra, 1843), Müslümanları Hristijanlığa Davet Demeği (Beyrut, 1849) 41 Bunlara Osmanlı topraklarında etkin faaliyet gösteren Amerikan Board Misyonlarına Yardım Cemiyeti (Boston 1810), İngiliz Genç Erkekler I lristiyan Birliği (1330) ve İngiliz Genç Kadınlar Birliği (YWCA) de eklenebilir.
Misyonerlerin çalışmalarında maddi kaynak hem merkezi teşkilatlarından -özellikle yardımlar ve Papalık yardımları- hem de büyük devletlerin desteklerinden oluşmaktadır. Eklenmesi gereken önemli bir özellik de misyonerlerin gittikleri yerlerde yerli cemaat oluşturdukları ve bu cemaatin yardımlarının önemli denebilecek düzeyde olmalarıdır. Büyük güçlerin yerli cemaatleri desteklemelerin temelinde misyonerlerin bu ülkeler orjinli çalışmaları oluşturmaktadır. Büyük güçlerden en büyük maddi desteği ise ABD vermektedir.
1900 senesinde on iki yıl kadar Birleşik Devletler sefirliği yapan Cox, OsmanlI’daki misyon faaliyetlerinin bilançosunu; meşgul olunan şehir ve kasaba sayısını 394, bu faaliyet için angaje edilen Amerikan vatandaşını 254, Türk tebasından yardımcı olanları 1049, mabet adeti 400, satılan dini kitaplar 50000, senede Türkiye’ye gönderilen ve dağıtılan vasati para 700.000, senede satılan risale adeti 100.000...42 şeklinde bildirmiştir. Bu çerçevede misyonerlerin hem 1900 yılında Anadolu'daki toplam harcamaları ile 1819-1914 yılları arasında yaptıkları harcamalar dolar bazında şu şekilde belirtilmektedir.
Tablo 1. 1900 yılında Anadolu’daki Toplam Harcama
Board(doiar) |
Yerli (dolar) | |
Batı Türkiye Misyonu |
81.172 |
53.375 |
Merkezi Türkiye Misyonu |
27.169 |
10.795 |
Doğu Türkiye Misyonu |
38.834 |
14.134 |
Yine ABCFM’nin OsmanlI’daki Harcamaları (1819-1914)
Yıllar |
Harca';an Miktar (ABD dolar:) |
1819-1824 |
12.47 |
1825-1834 |
128.966 |
1835-1844 |
554.584 |
1845-1854 |
776.773 |
1855-1864 |
1.484.963 |
1865-1874 |
1.830.848 |
1875-1884 |
1.817.065 |
1885-1894 |
2.187.939 |
1895-1904 |
1.917.824 |
1905-1916 |
2.634.344 |
(George White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, (Çev:Tarık Yüksel) İstanbul, Enderun Yayını, 1995, s.42.)
Tablodan anlaşılacağı üzere 19. ve 20. yüzyıl bağlamında misyonerlerin ve büyük güçlerin teşkilatlara yardımları sürekli artma göstermektedir ve Osmanlı üzerindeki amaçları hızlandırmak içindir. Bunun yanında her memlekette misyoner şirketleri, şirketlerin nizamnamesi ve idare usulleri vardır. Misyonerlerin maaşları ve tahsilatları vardır, istedikleri kadar alabilirler.43 Ayrıca misyonerler, bugün nasıl kiliseler tarafından finanse edilmişse 18 ve 19. yüzyıllarda özellikle büyük güçler tarafından finanse edilmişlerdir.
Misyonerler, teşkilatlarıyla dinsel ve siyasal beklentinin yanında Batı’nın kapitalist anlayışını da -özellikle Protestanlar- yerleştirmeye çalışmışlardır. Max Wcbcr (1864-1920), bu bağlamda Protestanların her zaman daha fazla-üretmek isteklerini, olabildiğince yüksek kar anlayışı gibi tuhaf bir davranışların meşru kılınması için çalıştıklarını vurgular.44 O halde büyük güçlerin misyonerlere destek vermelerinde diğer bir faktör de kapitalist anlayışlarının yayılmasına yardım etmeleridir.
Misyoner teşkilatları, temel hedefleri olan I Iristiyanhğı yayma yönünde her ülkede aynı metodu kullanmamışlar, zaman ve zemine göre metot değişikliğine gitmişlerdir. Dini müesseseler, okullar, hastaneler* ve gizil teşkilatlar şeklinde çalışmışlardır. Dolayısıyla misyonerler girdikleri toplumda yaptırdıkları ve hizmet ediyor gözükmelerini sağlayan hastane, okul vb. kuruluşlarla sempatileri kazanmayı öncelemişlerdir. Ardından dini propagandaya girişerek toplumun kültür hayatında temelli değişiklikler yapmayı hedeflemişlerdir. Dikkatli oldukları en önemli husus ise çalışmalarında dini olduklarını hissettirmemektir. Kısacası Hristiyanlığı anlatırken bizzat halkın içine girmek metotları olmuştur. Böylelikle cemiyete ait kültürün zayıflatılıp unutturulması için karşı kültüre direkt hücum etmek yerine, yeni fikirlerle kökleri çürütülmeye, toplumun tarihi ve milli, dini değerlerinin yerine de -kültür yoluyla- Hristiyan temelli kendi değerlerinin yerleştirilmesine çalışmışlardır. Bu yolda dil önemli bir unsuru teşkil etmekte ‘öteki’nin kültürünü dili ile öğrendikten sonra ‘öteki’ne Hristiyanlığı anlatmışlardır. Öğrendikleri bu dil sayesinde hem halkla kolayca iletişime geçilmiş hem de azınlıkların azınlık psikolojilerinden yararlanıp kendilerine çekerek devletin karşısına çıkarmışlardır. Ermeniler, bu azınlıkların en önemlilcrindcndir.
Gittikleri yerlerde de o yerin/ bölgenin diliyle eğitim veren okullar açarak yerli yardımcılar oluşturmuşlardır. Bu olay kendini Türk aydının da ’İslam bizi geri bıraktı.' ve Türk öğrencilerinde de ‘Türk ve Müslüman olmak ayıptır!' söylemlerine yansımıştır. İşte bu şekilde geleneksel değerler ve dini kurumlara bağlı toplamlarda. maddi vc manevi değerlerin aşağılanması sağlanarak onları birbirine bağlayan önemli unsurlardan biri olan dini fenomenler misyoncrlercc zayıflatılmıştır. Şunu da unutmamak gerekir ki Türk toplumundaki bu tür değerler zayıflamasının tek nedeni misyonerler de değildir. Bu çözülmeye OsmanlI’daki ulemanın yeniçerilerle beraber yeniklere karşı durmaları vc bu bağlamda birçok devlet adamını diskalifiye etmeleri bir gerçektir. Hata medreseye labaratuvar sokulamamıştır. Üniversitede Hoca Tahsin'in güvercin deneyine medreselilerin tepkisi bilinmektedir. Denilebilir ki öğrencilerin Türk ve Müslümanlıktan utanmaları söylemleri karşısında toplumumuza İslam’ın değil İslam’ı temsil edenlerin geri bıraktığı saptamasını yapmak mümkündür.
“Misyonerler, faaliyetlerinde gayet dikkatli, itinalı ve sinsi davranarak ülke ve mahallin şartlarına göre hareket ederler, gittikleri her memlekette önce o milleti meydana getiren kıymetler manzumesini iyice teşhis ve tesbit ederler.”45 Misyonerler bilirler ki çalışmalarını etkileyen önemli faktörlerden birisi budur, yani değer yargıları. Çünkü bu yargılar onlar için amaçlarının gerçekleşmesinde engeldirler. Bu sebeple önce değer yargılarını kırmaya çalışarak Hristiyan adetlerini, sembollerini, ahlak vc kültürlerini kabul ettirmeye çalışmışlardır.
Misyonerler, gittikleri ülkelerde doktor, papaz, öğretmen gibi değişik kılıklara girerek faaliyet yapmışlardır. Mesela doktor olarak çalıştıkları hastanelerde hastaların zaafıyetlerinden yararlanarak Hz. İsa’dan ve Incil’den bahsetmişler, yine katıldıkları cenazelerde Hz. İsa adına ölen varsa Hz. İsa adına öldüğünü, eğer Hristiyan olmadan ölmüşse bunun kötü ve hatalarla dolu bir ölüm olduğu söylenerek istismara dahi gidilmiştir.46 Yani misyonerler metotlarını; içinde bulundukları ülkenin sosyokültürel, ekonomik ve dini özelliklerini bilerek ve kendi dini kuruluşlarında (Osmanh’da İncilevi denilen Bible House örneği gibi); dini kitapları dağıtmak, yayınlar neşretmek, insanlara az ya da çok maddi yardımlarda bulunmak olarak belirlemişler, böylecc Hristiyanhğı sevdirmeye ve yaymaya çalışmışlardır.
Diğer organizasyonlardan ayrı tutulmamak kaydıyla, okullarda hem Hristiyan olan kesimin öğrencilerinin eğitilmesi hem de azınlık veya Hristiyan olmayan öğrencilerin Hristiyanlaştırılması, en azından değer yargılarının çözülmesine çalışılması şeklinde tasavvur edilebilir. Okul dahil bu organizasyonların kullandıkları araçlar; okullarda gösterilen dersler,- Jessup, misyonerliğin gayesi için okulun bir vasıta olduğunu söyler47 - dil öğretim merkezleri, yurtlar, pansiyonlar, sığınma evleri, maddi yardımlar, kütüphaneler... olarak gösterilebilir. Broşür, kitap, dergi, sanat gibi etkinlikler yapmışlar, din adamı, doktor, hemşire, barış gönüllüsü... olarak çalışmışlardır.
Bu gibi faaliyetler özellikle de Ermenilcr üzerinde görülmüştür ki onları hem eğiterek kendi gruplarıyla bütünleştirme sürecini hızlandırmışlar hem de içinde yaşadıkları Osmanlı Devleti’ne karşı isyancı çete haline getirmişlerdir. Bu doğrultuda, misyonerlik açısından önemli bir isim olan Washburn, okulların gayelerini, OsmanlI'daki talim ve terbiyenin Hristiyan terbiyeleri lehinde ehemmiyetinin haiz olması ve memleketin tedricen (yavaş yavaş) fethedilmesi olarak belirtir.48 Böyle bir gizlilik altında o devletin kamusal alanına (Osmanlı’da Tanzimat Fcrmanı’yla özdeşleşen Reşit Paşa’nın danışmanlığına gelen misyonerler...) ve özel alanda çalışarak ‘öteki'nin içine- dini olsun siyasi olsun- ayrılık tohumu ekmişler, onları yalnız/aciz bırakmaya çalışmışlardır.
Misyoner teşkilatlarına üye olanlar ‘öteki’ toplumun dil, din, kılık kıyafet gibi kültürel unsurlarına bürünerek onlardanmış gibi görünmektedirler. Gittikleri bölgelerde halka olan yabancılıklarını bildiklerinden yerli yardımcılar buluncaya kadar kıyafetlerine kadar öncelikle dış görünümlerine ve konuşmalarına dikkat etmişlerdir. Bu konuda Robcrt Koicji'nin kurucusu Hamlin, Osmanlı Devleti’ndcki yabancılığını gidermek için sakal bırakarak fes giydiğini hatıralarında yazmaktadır.49
Misyonerler, bu metotlarını uygularken -o ülkede- genellikle rahat bir şekilde hareket etmişlerdir. Osmanlı da dahil olunmak üzere bu rahatlıklarının en önemli nedeni; çalışmalarının en yoğun olduğu 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında gittikleri ülkelerin geleneksel bir toplum olması yönüyle halkın çalışmaların farkına varamaması ile gittikleri ülkelerin yöneticilerini ya kendilerinin yetiştirmeleri veya kontrol altına almalarıdır. Ancak ifade etmek gerekir ki, çoğu zaman ülke yöneticileri misyonerlerin çalışmalarını, yöntemlerini ve amaçlarını bilmekledirler fakat ellerinden bir şey gelmemektedir. Zira misyoner faaliyetlerinin yoğun olduğu dönemler genelde faaliyetlerin gerçekleştirildiği ülkelerin varlık veya kurtuluş mücadelesi verdiği dönemlerdir. Bu da bize misyonerliğin siyasi amaçlarının niteliğini vermektedir.
1877’dc İngiliz Liberal fırkası lideri Gladson, Avam Kamarasında Kur'an’ı göstererek: “Bu kitap yeryüzünde kaldıkça Batak katliamı gibi vahşetler yeryüzünde eksik olmaz!” demiş, yine 1. Cihan Harbi mütarekesinde Lloyd Gcorgc; Türkler, Avrupa’dan kovulmalı ve Ayasofya tekrar kilise haline getirilmeli demiştir. Misyonerler ise yalnız Hristiyan unsurları Türklcr aleyhine ayaklandırmak için çalışmakla kalmamışlar, Türklerin giriştikleri yenilik hareketlerini Müslümanlıktan uzaklaşmak olarak göstermeye çalışmışlardır.50 Sonuçta misyonerler I. Dünya Harbi’nde görüldüğü üzere Müslüman ülkeleri (Araplar gibi) kışkırtarak Türklere karşı isyan ve arkalarından vurmalarında en etkili kuvvet olmuşlardır.
Oryantalizm, Şarkla-Şark hakkında saptamalar yaparak ona ilişkin görüşleri meşrulaştırarak, onu betimleyerek, oraya yerleşerek, onu yöneterek-uğraşan ortak kurum olarak, kısacası Şark’a egemen olmak, onu yeniden yapılandırmak ve Şark üzerinde yetke kurmakta kullanılan Batı biçemi.51 Oryantalizm, çatışmanın (Doğu-Batı) perde arkasındaki Ilristiyan sömürgeci Batı'nm fikir ve zihniyetinin yansıması / temsilidir.52
Yine oryantalizmi; Doğu bilimi ya da şark ilmi, doğu dillerini bilme olarak nitelendiren Zakzuk, oryantalistleri de Yakın, Orta ve Uzak Doğu'yu -dil. din, edebiyat...- incelemeye çalışan bilim adamları olarak tanımlamaktadır/53 Oryantalizm, Şark’a ahlaki, kültürel, siyasi, iktisadi... olarak kendisini (efrad-ı cam’i) çerçevelemesi ve model olarak da sunuşu olarak adlandırılabilir.
Oryantalizm; Yakın, Orta ve Uzak Doğu'yu her yönüyle (dil, din vs.) bilmeyi/öğrenmeyi içeren bir kavramdır. Misyonerler yetiştirilirken gidecekleri yerleri kendi din ve mezheplerine çekmek istediklerinden ilk olarak ‘öteki'nin dil. din ve kültürlerini öğrenmekteydiler. Bu yönüyle misyonerler ile oryantalizm örtüşmektedir. Misyonerlerin Şark’ı Hristiyanlaştırmaya çalışmasında kullandığı/öğrendikleri dil anlayışı oryantalizmin etki/yayılma alanını genişletmiştir.
Hristiyanlaştırmak için Müslümanların dillerini öğrenmenin gerekliliğini savunan Roger Bacon (1214-1294), Hristiyan dünyasını genişletmenin tek yolunu misyonerlik olarak görür. Amaca ulaşmak için dilleri,’ inkar çeşitlerini öğrenmek ve bunları birbirlerinden ayırt edebilmek, bunları çürütebilmek için mukabele delillerini incelemek gibi üç şart gereklidir.54 Bu amaçla ‘öteki'nin dili için Paris (1539), Oxford, Roma vb. üniversitelerinde doğu dilleri - özellikle Arapça- kürsüleri kurularak misyonerlere öğretilmiştir. Ayrıca gittikleri yerlerde de dillerini öğrenmişlerdir. Misyonerler, dilleri ve kültürleri öğrendikten sonra halkla iletişime geçmişler, oryantalist anlayışları gereği dil, gelenek - göreneklerine kadar tahribata/zayıflatmaya çalışmışlar, hatta dinlerinin uydurma/batıl olduğunu söyleyin ‘öteki’ni boşluğa düşürerek anomi/anarşiye açık bir toplum haline getirmişlerdir. Bu anlamda Massinyo: “Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu, artık bir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler, anarşi ve intihar için olgun hale geldiler." ' söylemiyle oryantalist ve misyonerlerin çalışmalarının sonuçlarını belirtmiştir.
Mesela; D’Herbelot, Hz. Muhammed'in öğretisinin değerini, kendini din diye adlandıran, bizim Muhammctçilik dediğimiz sapkınlığın yaratıcı ve kurucusu ünlü sahtekar Muhammet55 56 57 diyerek dinin batıllığına ve peygamberini de küçük düşürmeye kadar götürmüştür. Postel de Arapça'nın uluslar arası bir dil olup onu öğrenen bir kimsenin Kitab-ı Mukaddes kılıcıyla bütün Hristiyanlık düşmanlarını yenip onların kendi inanç ve ilkeleriyle karşılarına çıkarak mağlup edilebileceğini söylerken Arapça'nın hem etkinliğine hem de öğrenmenin sonucuna gönderme yapmaktadır. ’9
Batı'nın oryantalist anlayışında (dil-din vs.) bunlar yaşanırken üstünlüğü genlerde/ırkta arayan ve Şark’ın Şarklılaştırılması veya bunların benimsenmesi yönünde görüşler de ortaya atılmıştır. ‘Doğu, kendini yönetemez yönetilmeleri gerekir.’, ‘Siyahlar ve öteki yaratıklar doğal olarak beyazlardan daha aşağıdırlar.’, ‘Afrika siyahlan doğadan zeka alamazlar.’, ‘Siyahlar, insanlığın yüzkarasıdır.’ görüşleri örnek olarak gösterilebilir. İşte Batı’nın ‘öteki’ni bölmeye, kendine bcnzetmcyc/asimile, parsellemeye çalışırken bu tür bahaneleri bulurlarken misyonerler, bu amacı gerçekleştirmede en önemi ayakları olmuştur. Çünkü Batı, kendi dışındakileri kendi ayakları üzerinde durdurmamaya çalışmaktadır. Böyle olursa Batı, büyük devlet olarak anılabilecek ve dünyaya hakim olma, onları yönlendirme gibi psikolojik duygusunu da tatmin edecektir.
19. yüzyıla gelindiğinde dünyada köklü değişimler -milliyetçilik fikirleri...-yaşanmaktadır ve bu değişimi Batı, kendi seyrine bırakmamış, bizzat yönlendirmeye çalışmıştır. Özellikle Asya ve Afrika ülkeleri, sömürgecilerin göz diktikleri ve ele geçirip üzerlerinde her alanda hegemonya kurdukları bir alan haline gelmiştir. Hatta Batılı ülkeler, bu ülkelere sefaret ve konsolosluklar açarak çalışanları aracılığıyla o ülke yönetimine kendi siyasi görüşlerini kabul ettirmeye çalışmışlardır. Nihayetinde Batıkların doğu toplumları için geliştirdikleri oryantalizm, gerisinde Batıkların Doğululara karşı, dini olduğu kadar sömürü ve siyasi anlayışlarının da bir parçasını oluşturmuştur. Büyük güçler, 19. yüzyılda nerede üretim artmışsa nerede zengin yataklar varsa oraya pazar arayışını da sokmuşlardır. Misyonerler de bu yüzyılda bu anlayışın uzantısını gittikleri yerlerde büyük güçlere pazar ve nüfuz sağlayarak oluşturmuşlardır. Bu anlayışlar hem kendi okullarında eğittikleri insanlara verdikleri kapitalist anlayışlarda hem de o ülkelerle ticari anlaşmalar yapılıp oradaki hammaddeleri ucuza alıp kendi mallarını yüksek fiyatla satmaları neticesinde de o ülkedeki sanayise! gelişmenin engellenmesinde kendini göstermiştir.
Misyonerler, Batı’nın oryantalist anlayışlarını kendi okul, hastane türü alanlarda yetiştirdikleri ‘öteki’nin çocuklarına aşılamışlardır. “Buğday tarlalarını talan edip mahveden çekirgeler gibi tarladan çekilmişler ancak yumurtalarını bırakmışlardır. Bu bağlamda misyonerler, kendi kültürel kodlarına ve o toplumun çocuklarına kendi oryantalist görüşlerini benimsetmişlerdir.”58 Onlar da bu gözle -kültürlerinin ve değerlerinin geriliğini bizzat kendileri vurgulamışlardır- her yönc/şcye bakmışlardır. Ayrıca yetiştirilenler salt kültür değil siyasi elit olmuşlar; kendi insanına ‘boynuz kulağı geçer’ dedirtircesine misyonerlerden ve oryantalistlerden daha fazla kendi halklarına eziyet etmişlerdir.
İKİNCİ BÖLÜM ERMENİLER
Bazı Batılı vc Türk tarihçilerine hatta Ermeni yazarlarına malzeme olmuş bu konu, birtakım araştırmalar yapılsa da Ermeni adından, tarih vc kökenlerine kadar belirsizliklerle doludur.
Ermenilerin tecanüsü bilhassa Karabağ’da ve Aras-Kur’un yukarı kesimlcrindendir. Bu kesimlerde kafa ölçüleri ortalama 83-86 olarak bulunmaktadır. Sami etkisinin karakteristik niteliklerini taşıyan Araş vadisinde, Erivan ile Migri'dc ve eski Goktcn’de bulunur ve hemen hepsi (Rusya’da olanların) Lcplorin, koyu esmer, Mespropes ve ortanın üstünde uzun boylu, Aissores Asyalı bir halk yığını vc bazı Kürt kabileleri ile AzerbaycanlIlarla açık bir bağ ve ilgileri vardır.59 Tarihsel açıdan ise Erivan, Migri, Gökten...Yahudilcrin gönderildikleri (sürgün) yerler ile Arapların sık sık hegemonya kurdukları yerler olarak bilinir.
J. Deniker, filoloji bakımından Ermcnileri ve Kürtleri, İran grubundan saymaktadır. Hay’ların ve Ermenilerin yoğun olarak ancak Van Gölü, Ararat Dağı eteklerinde yaşadıklarını diğer Ermenilcrin de dağınık olarak Asya’nın güneybatı kesimlerinde, Kafkasya’da, Güney Rusya’da...yaşadıklarını ifade eder. Yine Ermenilcrin boylarının yer yer değişse de 1,63-1,69 olup daima kısa başlı, 85-87 ölçüsünde olduklarını Hindu, Efgan, Asuri, Türk ırklarından meydana geldiklerini60 belirtmektedir. Bu anlamda Ermeniler Dcniker’e göre karışık bir ırk yığınıdır.
Rene Vernont, Ermenilerin her ne kadar İran dillerinden konuşsalar da vc fiziki yönden de çok az aynı cinsten bulunuyorlarsa da genellikle İran ailesinde farklı olduklarını; Ermenilerin gelişigüzel olarak Ararat, Türkiye, Rusya’ya...dağılıp Samiler, Kürtler, Türklcr vc Moğollarla karıştıklarını söylemektedir. Bir kısım Ermeni tipini de boy olarak vasattan biraz uzun, deri beyaz, kara saçlı, kara gözlü, ekseriya kartal burunlu, biraz geniş ağızlı61 olarak betimlemiştir. Kossovitch de Ermenilerin kan gruplar ve antropolojik karakterleri arasındaki bağları ‘Ermeni ırkı (?) aynı cinsten bir ırk değildir'62 şeklinde özetler.
Ermcnilerin antropolojik ve etnolojik bakımından özelliklerine bakıldığında dünyanın değişik bölgelerinde yaşamaları, değişik kültürlerle etkileşimleri ve yaşadıkları yerlerin sık sık istilaya uğramaları yönüyle maddi ve manevi olarak kaynaşmış olduklarından net bir ırk haritası çıkarmak zor görünmektedir.
Ermenilere göre Ermenistan, tarihte büyük ve küçük olarak ikiye ayrılmaktadır. Büyük Ermenistan, kuzeyden Karadeniz ve Gürcistan, batıdan Kızılırmak, doğuda İran ve Hazar denizi, güneyde İran ve Irak’ı içine alırken; Küçük Ermenistan Fırat’ın batısında kalan yerlerdir.63 En eski tarih belgelerinde Ermenistan ismine rastlanmadığı gibi ilk belgelerden olan Asur Salnameleri’nde Ermenistan adının bulunmadığını ifade eden Krayblis’in görüşleri ve M. Ö. 188 yılında kurulan Artalsias krallığı zamanında Aramice ‘Yüksek/Yukarı ülke’ demek olan ‘Armenia’ adı Muş ve Ahlat bölgeleri için kullanılan coğrafi bir terimdir. Yine bu coğrafya için eski Yunanlı, Romalı müellifler ile Araplar ve Tüıklcr (Armenyalı, Armcnya) adını kullanmaktadırlar.64 Tüm bunlar, salt tarihsel bağlamda Ermcnilerin adlandırdıkları Eski ve Yeni Ermenistan arasında tarihsel bir ilişki olduğunun güçlüğünü göstermektedir.
Ermeni tarihçileri, Ermcnilerin kökenlerini Kitab-ı Mukaddes rivayetlerine dayanarak (genelde kabul gören görüş budur) Sincar’dan gelmiş Yasef veya Yafes evladı Hayk’tan çıkarırlar. Köken yönüyle kimi rivayetlerde Nuh’un gemisi Ararat (Ağrı) üzerinde durup sular çekildikten sonra Nuh’un oğulları ve torunları bu civara yerleşmişler ve Ermeniler de burada kendilerinden türeyerek çoğalmıştır.65 Kimi rivayetlerde de Nuh’un gemisi Ağrı dağında durduktan sonra Nuh’un oğulları civara yayılmış olup bir kısmı da Nuh’un oğlu Yafes ile beraber Mezopotamya tarafına gitmişler ve burada çoğalmışlardır.66 Nuh'un gemisi Ağrı dağına oturduğundan Emıeniler için Ermcnilerin anayurdu (mitolojik olarak) Doğu Anadolu’dur.
Ermcnileri Urartulara dayandıran görüşe göre ise, Urartular M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllarda İskit ve Medlerin (Pers) saldırılarına uğrayarak ortadan kaldırılmışlar ve Emıeniler bu ülkenin hegemonyası altına girmişlerdir. Halbuki arkeolojik bilgiler Urartu dili ile Ermenice arasında bir özdeşlik bulunmadığını ortaya çıkarmıştır. Dahası Ermeni dilinin Hint-Avrupa dillerine, Urartu dilinin ise Ural-Altay dilleriyle benzerlikleri sözkonusudur.67
Yine tarihsel kökenleri Kafkas boylarına yakınlıkları ve kültür akrabalıkları gerekçesiyle Kafkas Boylarına; Ermcnilerin kendi dil ve kültürlerinin belirli unsurlarıyla Kafkaslardaki bazı Türk ve Azeri boylarının kültür ve dilleri arasındaki benzerliklere değinilerek Turan ırkına dayandırılmaktadır.68
Emıeniler, BizanslIların idaresi altında uzun süre yaşamışlardır. Bizans ve diğer devletlerce asimile edilmeye çalışıldıklarından ötürü de köken, tarih ve kültürleri hakkındaki bilgiler çeşitlilik arz etmektedir. Bu bağlamda kökenleri yönüyle birbirini tutmayan cevaplar da ilmilikten son derece uzaktır. Çünkü Ermenistan denilen topraklarda çok sayıda devletlerin kurulması, savaş, göç gibi nedenler, o topraklardaki devletlerin kısa ömürlü olmalarını gerektirmiş dolayısıyla bu topraklar üzerinde yaşayanların hak iddia etmesine yol açmıştır.
Ermcnilerin kökenleri hakkındaki bilgilerin birbirini tutmadığı görülmektedir. Dolayısıyla tarihçe ve kökenlerinin tahminler, rivayetler ve mitoslara dayandırılarak izah edilmeye çalışılmasının -bu biraz da Ermeni/Ermenistan ismine hiçbir yerde rastlanmadığından kaynaklanmaktadır- köken açısından hiçbir ilmi değeri yoktur.
Ermeniler, monoteist (Hristiyanlık) dini inanışlarından önce politeist bir dini inanışı benimsemişlerdi. İran, (Aramazd, Mihr, Tir...) Hint, (Vahakn) Sümer-Akad. (Astlik, Arlezk...) Suriye (Bersamin) kökenli ve milli tanrılara (Aray, Dragon...) inanmaktaydılar. Yine Hristiyanlıktan önce kanlılar gibi güneşe, suya, toprağa, burçlara, kartal türü kuşlara, kayalara tapmaktaydılar.69 Kiliselerinin hala doğuya dönük olması, ayinlerde doğuya dönerek dua etmeleri, güneşe ait ilahi okumaları, güneşe Allah’ın bir gözü denilmesi, yine ağustos ayında tesid edilen gül bayramını (vartevar) Ermenilerin daha sonraları (Tecelli-i İsa Yortusu) olarak devam ettirmeleri bu eski mitolojik devir ihtiyatının devamıdır. Ermeni mitolojisi ile Roma, İran, Yunan... mitolojisi büyük ölçüde benzerlik göstermektedir.70 Ermeniler her ne kadar politeist bir dini inanıştan monoteist (Hristiyanlık) inanışa geçip benimsemişlerse de ilk zamanların bu mitolojik özelliklerini Hristiyanlığın örf ve adetlerinde bile muhafaza etmişlerdir.
Gergoire, (aydınlatıcı, nur saçıcı) (662-685) Ermenistan sınırları dışından rahipler getirterek Ermenistan’a Hristiyanlığı yaymıştır. Bu dinsel çalışmalarında her ne kadar onların putperest tanrılarına karşı çıktığı için sürgün türü eczalar alsa da neticede Ermeni Prensini Hristiyanlığa çekmeyi başarmıştır. Ermeni kilisesine Ermeniler arasında dinsel çalışmalar yapan Gregoric ismine izafeten de Gregoryan kilisesi denilmiştir. Gregoirc, Ermenilcre ait ilk kiliseyi Erivan yakınlarında Eçmiyazin’de kurup, 25 yıla yakın yönetmiştir. Kilisenin kutsallığını üzerine alan Eçmiyazin dün olduğu gibi bugün de Ermenilerin en yüksek makamı olarak bilinmektedir.71
Krikor’un oğlu Arıstak, Konstantin’in emriyle İznik Konsili’ne (yıl 325) Ermenilerin temsilcisi olarak gitmiştir. Bunlar kendilerine Katogikos (milletin temsilcisi/mümessili) ünvanını vermişlerdir. Elbetteki her ne kadar bundan böyle dini lider gibi görünseler de siyasi rolleri de olmuştur. Daha önceleri Katogikosluğun merkezi Muş iken 7. yüzyılda Eçmiyazin’e -bugün de burası Ermenilerin çoğunluğunun tabi olduğu yerdir- nakledilmiştir.
Bilindiği üzere Hristiyanlıkta bulunan ihtilafları halletmek içm İznik. Efes. İstanbul gibi yerlerde toplanan din adamları ihtilafları halledememişler ve mezhepler arası farklılıklar oluşmuştur. Bu bağlamda Ermenilcrin mezhebi olan Gregoryan ile diğer mezhepler (Protestan, Katolik vs.) arasında da farklar vardır: Ermeni kilisesinin milli olması, kilisenin Hz. İsa tarafından gönderilen Havariler tarafından kurulduğunu kabul etmeleri, Hz. İsa'da tek tabiatı kabul etmeleri, Papa’ya ait otoriteyi ve yanılmazlığını kabul etmeyip kilisenin de günahları bağışladığı görüşünü reddetmeleri, hayvan kurban etmeyi sürdürmeleri, Kutsal Ruhun Baba veya Oğul’dan çıkması meselesini reddetmeleri72 bu farklılıkların temelini oluşturmaktadır.
Ermenilcr için kilise*, Ermenilerin ruhudur, tarihi ve sosyolojik olarak kimliklerinin devamını sağlayan ve sosyal hayatlarında en etkili olandır. 19. yüzyıla değin dini inanç bazında bütünlük arz eden Ermenilcr, misyonerlerin kendi mezheplerine çekip Gregoryanlığı ortadan kaldırmak istemeleriyle Protestan, Katolik, Gregoryan olarak bölünmüşlerdir. Tarihi ve sosyolojik olarak da görülmüştür ki Ermenilcr ne zaman hangi devletle ilişkide bulunmuşlarsa o millet Ermenileri kendi din ve mezheplerine çekmeye çalışmışlardır. Papa’nın baskısı, İranlılann faaliyetleri, Rusların sürgünleri, BizanslIların zorunlu değişime uğratmaları buna örnektir. Ancak Türk tarihi içinde Türklerin Ermenileri böyle bir etkiye maruz bırakmamaları, gerek İslamiyet’in gerekse Türk kültürünün özünde, milli örf ve adetlerinde böyle bir hükmün olmaması onlara özgür bir ortamı getirmiş ve Ermenilcr marjinal (dışlanmış) bir toplum olmamışlardır.
Ermeniler’in dili Asuriler, İranlılar, Partlar, Rus, Gürcü, Urartu, Moğol, Latin, Grek ve Türkçe gibi dillerin etkileri altında gelişmiştir. Hristiyanhk öncesi Ermcnilcrin eski dillerini gösterebilecek herhangi bir eser de mevcut değildir, zira dil alanındaki eserler Incil’in tercümesinden sonradır. Ermeni alfabesi 38 harften ibaret olup beşinci miladi asrında Mcsrob namında bir papaz tarafından ihdas edilmiştir Aziz Mcsrob'un gayretiyle 392-405 yılları arasında Danycl alfabesi kurtarılarak (ıslah etme) Ermeni alfabesi oluşturulmuş. Yunanca (5. yüzyılda Yunanca Ermcnilcrin edebiyatında olduğu kadar dua ve ilahilerine de yansımıştır.) ve Süryanicc yazılmış kitaplar Ermeniceye çevrilmiştir. Böylelikle Ermeni kilisesi etrafında oluşan Ermeni cemaati din ve kültürlerine kavuşmuş ve oluşan alfabeleri ile de Yunanca ve Farsça'yı bırakıp yeni dillerini kullanmışlardır. Ermenice zamanla Asuri, İran, Part ve Yunanlıların tesirinde kalmış ve Ermeniler Türkçe, Rumca ve Farsça kelimeleri de kullanmışlardır. Bugün ise Ermeniler Nuh’un dilini kullandıklarını iddia etmektedirler.73 74
Incil’in Yunanca’dan Ermenice’ye çevrilmesi, Yunan felsefesi ve ilimlerinin etkisiyle; Ermenilerin dilleri ve kültürleri (destan, folklor...) üzerinde Yunanca’nın etkisi büyük olmuştur. Fakat Yunanca’nın yanında İran ve Hint’i de eklemek mümkündür. Bu etkileşimle oluşan Ermeni edebiyatı 4. yüzyıldan başlayan ilk İlaçlı seferine kadar devam eden ve yabancı eserlerden klasiklerin çevrilişine kadar olan birinci dönem; 12 ve 18. yüzyılları içeren ikinci dönem; 18. yüzyıldan başlayan dil düzeltmeleri, Avrupa klasiklerinin çevirileri, filoloji, tarih ve teoloji dönemlerini kapsayan üçüncü dönem olarak bölümlere ayrılır.75
Ermeni edebiyatında Ermeni üç farklı ekol meydana getirmişlerdir bunlar: Kul Egaz ve Mıgırdıç tarafından kurulan 17 ve 18. yüzyılı içine alan Kul Sergiz, Emir Oğlu, Kul Arzu, Kul Artun gibi öncüleriyle İran-Ermeni Ekolü; ünlü temsilcisi Sayad Nova olan, aşuğlarının şiirlerini Gürcüce, Türkçe ve Ermenice söyledikleri, 19. yüzyılın sonuna kadar devam eden Gürcü-Ermeni Ekolü; Aşuğ Artin ve Rumani tarafından İstanbul’da kurulan, 18 ve 19. yüzyılı içine alan dönemin şairlerinin şiirlerinin tamamını Türkçe söyledikleri Türk-Ermeni Ekolüdürler. Bunların yanında Kerkük Türklerinin ‘hoyrat’ ve Azeri Türklerinde de ‘mahnı’ olarak bilinen mani türleri de Ermeni edebiyatında yerini almıştır.'8 Tarihsel olarak Ermeniler, başka milletlerin (Roma, Arap. Bizans, Rus, Türk...) topraklarında yaşadıklarından kendi dil ve edebiyatlarında bu milletlerin tesirleri görülmektedir.
Bu tesir en çok da Selçuklulardan başlayan ve Osmanlı ile devam eden birlikteliklerinde ortaya çıkmaktadır. Türkçe tekerleme, koşma ve isimlere (aşık edebiyatlarının isimlendirmeleri olan ‘aşık'a ‘aşuğ’ denmesi gibi) kadar kendini göstermiştir. Ermeni edebiyatında halk şarkıları ve destanlar önemli bir yer tutar. Hristiyanlıktan önce ‘kusan’ denilen destancılar kasaba kasaba dolaşarak hikaye, masal, manzum destan ve atasözü söylemişlerdir.76 77 Denilebilir ki dünya tarihinde Ermenilerin edebiyat yahut kültür alanında en çok etkilendikleri millet Türklerdir. Bu etki dini vazifelerini eda ederken kiliselerinde yaptıkları Türkçe dualarda, ekollerle oluşturdukları birlikteliklerde kendini göstermektedir. Hatta bu gerekçe ile yani Türklerle olan edebiyat, kültür ve sosyal ilişkileri nedeniyle kendilerine batılılar tarafından da ‘Hristiyan Türkler’ denmiştir.
Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde Ermenilerin edebiyatları üzerinde de siyasi etkiler görülmüş, Ermeni eğitim kuramlarında (derslerde ezberletilen şiirler, tiyatro faaliyetleri vs.) Ermeni şair ve yazarlarına kadar Ermeni milliyetçiliğine vurgu yapılarak istiklal/ihtilal fikirleri işlenmiştir.
2.4. Sosyo-Kültürel Yaşamları
Gregoryan kültür, Ermeniliğin ruhudur, misyonudur. Tarihsel ve sosyolojik olarak kimliklerinde birleştirici ve bütünleştiricidir. Kilise, dünde bugün de en önemli kurumdur, aşkın bir konumda olup ‘kutsal’dır; uyumsuzluk halinde cezai yaptırımlar uygulayandır. Dinin sosyal hayattaki etkisi büyüktür, büyük ölçüde gelenekler-töreler çerçevesinde anlaşılıp yaşanmaktadır ve Ermeniliğin özüdür.
Ermenilcr yüzyıllarca başka başka devletlerin idaresi altında yaşadıklarından kültürleri bazen zorla değişime (Bizans'ın, Rusların sürgünleri vs.) bazen de serbest bir sosyal değişime (Türklerle olan ilişkileri vs.) uğramışlardır. Değişim ve etkileşimlerde din adamlarının rolü başattır. Papaz Mesrop tarafından yapılan 38 harflik Ermeni alfabesinden gerekse bazı klasiklerin Ermenice'ye çevrilmesine kadar din adamları Ermeni toplumuna yol göstermişlerdir. Ancak 19. yüzyılın sonunda din adamlarının ‘dinsel etki’si yerini komitalara (isyan kısmında değinildiği üzere Hrimyan, Nerses vs. çalışmaları), ‘siyasal etki’ye bırakmıştır.
Ermenilerin sosyal ve kültürel hayatlarında yadsınamayacak inanç esaslarını oluşturan kilise, gelenekler ve Kitab-ı Mukaddes’tir. “Kilise, ilahi havanın yaşandığı. Tanrı iradesinin hakim olduğu, Tanrı’dan ilham alan ve alınan ilhamları çevrelerine ulaştıran kimselerin indiği yer"78 79 olarak bilinir ve kilisenin ‘kutsal"lığı maddi dünyanın ötesindedir. Gelenek, nesilden nesle aktarılan miras olup kilise bunu ifade etmektedir. Çünkü yüzyıllardır bu mirası kilise devam ettirmektedir. Kitab-ı Mukaddes de Tanrı’nın emirlerini (yapılması ve yapılmaması gerekenler) ve sonuçları bilindiğinden (cennet, cehennem) sosyal hayatlarında yol gösterici olmuştur.
Ermenilerde sosyal hayata vaftizle başlanır. Vaftiz tüm vücudun suya batırılmasıdır. Yağlama; kutsal yağ ile alna, göze, burna, kulağa, omza, göğse, ellere ve ayaklara yapılmaktadır. Vaftiz edilen kişiye Vaftiz eden azizin bayramı ne ise onun adı verilmektedir. Ölüm, ‘Tanrı’nın büyük bir sabahı’ ve karanlıktan aydınlığa kavuşmak -ebedi hayat- ölüm sonrasına da ölümle başlayan öteki dünya olarak değerlendirilir. Ölüm yıldönümlerinde, mezara konulmasından sonraki birinci, ikinci, sekizinci, on beşinci ve kırkıncı günlerde dualar okunmakta ve kırk gün esnasında durumu iyi Q 1 olanlarca sadakalar dağıtılmakta fakirlere ve tanıdıklara yemekler verilmektedir.' Bunlardan maksat da ölülerin rahata kavuşmasıdır. Ermenilerin ölüm ve sonrasına ait olduğu kadar günlük dini yaşantılarında dini motifler görmek mümkündür. Bu anlamda Azizler, şeytanlar, melekler ve tasvirler önemli rol oynarlar. Azizleri dinsel kuruluşlarında (kilise) ve evlerinde bulundurarak onları kutsarlar. Tasvirinde önemli olan olarak Mesih Haç’ı, iç ve dış düşmanlarına karşı bir koruyucu olarak kabul etmektedirler. Şeytanlara insanın varlığının kötü gücü olarak bakılırken; Meleklere de Tanrı'dan bilgileri alan ve insanlara ulaştıran aracılar olarak bakılmaktadır. Ermeniler, dua ve ibadetlerini tapınma, şükran, dilek ve tövbe olarak günlük, haftalık, yıllık olarak yapmaktadırlar. Günlük ibadetlerini sabah ve akşam kilisede din adamlarının gözetiminde, haftalık ibadetlcrini/ayin kiliselerde (İbadetler Uz. İsa'nın dirilişini canlandırdığı için cemaatle yapılır ve önemlidir, sonra Mes ayini yapılır burada Uz. İsa’nın Havarilerinin yediği son akşam yemeği canlandırılır.) yaparlar ve yıllık ibadetlerini de hac, oruç, bayramlar oluşturmaktadır. Dinsel ayin törenlerinde diğer kiliselerden farklı olarak dana, inek, keçi, koyun veya tavuk kurban etmektedirler. Adak kurbanı ve genç yaşta ölenler için kurban kesilmektedir. Bazı ölenlerin ruhlarını anmak üzere ve bazı büyük azizlerin şerefine de kurban kesilmekte olup, kurban derilerinin kullanım izni papazlara verilmektedir. Yine diğer kiliselerde (Ortodoks vs.) önemli olan ‘tasvir kültü’ Ermeni kiliselerinde dar bir çerçevededir. Doktrinden çok törene ait olan bu tasvirleri kilise, eski putlara tapma olarak gördüğünden Gregoryan Ermenilcrin evlerinde diğer Hristiyanların evlerini süsleyen resimlere de yer ayrılmamaktadır.80
Evlilik olgusu tanışma ile gerçekleşmektedir. Amasya Merzifon’da görüştüğüm yaşlı kimseler (Z. Özköse vd.) bu olayı anlatırlarken beşik kertmesi (doğar doğmaz ya da küçükken) ve görücü usulüyle evlendiklerini söylediler. Merzifon halkının Ermenilcrin evlilik öncesini -görücüyle ilgili- anlatırken, ‘aynı bizim gibi’ şeklindeki anlatımları Ermenilcrin, Türk kültürüyle adaptasyonlarını içermektedir. Osmanlı’da Türklerle Ermeniler din unsuru gerekçesiyle birbirlerinden her ne kadar kız alıp vermeseler de sosyo-kültürel etkileşim içindedirler. Örneğin düğünler başta olmak üzere eşya, (kazan, kaşık vs.) yiyecek yönüyle yardımlaşmaktadır. Merzifon’da görüştüğüm yaşlı kimselerin anlattığına göre, düğünleri hiç eksik olmaz ve düğünleri çok gösterişli, şatafatlı olurmuş.
Kiliselerindeki evlilik töreni, müzik eşliğinde gelin ve damadın yerlerini almaları, gelinin damadın sol tarafında olmak üzere yüzlerini mihraba dönmeleri, tanıdıklarından yaşlıca birisinin sol elinde yüzükler bulunan bir tabla ve sağ ellerinde bir haç’la gelinin arkasında hazır bulunması ve akrabalarının da gelin ve damadın yanlarında bulunmalarıyla başlar. Sonra papazın yaptığı törenle sadakatin göstergesi olan yüzükler takılır, daha sonra gelin ve damat birbirlerine baktırılarak ölene kadar bağlı kalıp kalmayacaklarına dair sorular sorulur. Bu işlem tamamlanınca evlenen çifte Kitab-ı Mukaddes (İncil) öptürülür, din adamı (papaz) tarafından gelin-damadın başına taçları (takdis edilmiş) tutulur ve dua yapılır. Böylccc tören sona erer.81 Dinsel bir yapılanma olan evlilik törenleri - Pavlus'un mektubuna dayandırılmakta’ - evlilik müessesclerine de yansımıştır. Bu mektup kocanın eşini sevmesi, kadının da kocasına itaatini salık vermektedir. ‘Karşılıklı istek, uzlaşı' usulüyle papazın vekilliği doğrultusunda kıyılan nikahlar her iki hayattaki (dünya-ahiret) yaşama dönüktür. Boşanma Ermenilerde pek iyi karşılanmamaktadır. Boşanmayı imkan veren ölçüt salt zina için geçerlidir. Kültürlerini sürdürebilme isteği olan evlilikte tür olarak genellikle monogami (tekeşlilik) hakimdir. Aile son derece önemlidir ve sosyal hayatta dinsel ifadelere uyulması salık verilir.
Osmanlı'nın son dönemlerinde yaşanan anomi ve yabancılaşma olayı Türkleri olduğu kadar Ermenileri de etkilemiştir. 19. yüzyılın sonuyla birlikte değişimlere paralel Ermenilerin sosyo-kültürel yaşamlarında da yozlaşmalar bugün de yaşanmaktadır. Bu olay Ermcnilere ait Agos gazetesine şöyle yansımıştır.
“Bir zamanlar kültür, sanat, politika, bilini vc uygarlığı yaratan tüm alanlarda dinamo olan Ermeni insanı popüler kültüre Rober Hatcmo'yu kazandırmaktan öteye gidememiştir. Siz anne vc babalar, oğlunuzun köşedöndürücü işbilen, kızınız ise en zengin işbilen genci avlama taktiği ile yetiştirmekten vazgeçin! Merak etmeyen, okumayan, kimliğinin farkında bile olmayan bir nesil yetişiyor.” 82
Agos gazetesinde işlenen dinamoluk Türk’ün sosyal hayatı ve kültürü üzerinde de etkisini göstermiştir. Sanatsal yaşantılarında kendi sosyal hayatları olduğu kadar Türk toplumunu da etkilemişlerdir. Türk toplumunda sanatsal etkinlikleriyle prestij ve statü edinmişlerdir. 19. yüzyılla birlikte OsmanlI'da ilk tiyatroyu açmışlar, bu gibi sanatsal olguyu amaçlarına (ulus-devlet olma) kanalizc etmişlerdir. Diğer sanatsal etkinliklerine (müzik, şiir...) de sembol ve siyasi değerler atfederek Ermeni bireylerinin tcrcihlerine/algılanna hakim olmaya çalışmışlardır.
19. yüzyıl öncesine kadar Ermenilerin Türk toplumuyla halledemedikleri hiçbir problem olmamıştır. Bu yüzyıla kadar Ermeniler, cemaat kültürü şeklinde yapılanmışlar ve bu yüzyıldan itibaren Batıklar ve misyonerlercc tahriklerle ve vaadlerle milli karakter -cemaatten devlet çatısı altında cemiyete geçiş- kazandırılmaya çalışılmıştır. İşte Ermenilerle Türklcr arasındaki kaynaşma, huzur ve yardımlaşma, bu yüzyıl sonrası misyonerlerin ve büyük güçlerin çalışmaları meyvelerini vermiş olacak ki, aralarında düşmanca tutumları içeren çatışmacı bir hal belirmiştir. Ancak Anadolu’da yaşayan Ermeniler isyan çıkarsalar da bu çatışmalara katılmayan, Osmanlı’ya bağlı olan Ermenilerin de mevcut olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Kazım Karabckir, yukarıdaki belirtilen kaynaşmayı, Türklcrin bir Ermcni’yi bir Türk’ten farksız gördüklerini, hatta hacca giden Türk’ün evini - barkını bir Ermcni’ye emanet ettiğini söylerken iki toplum arasındaki kardeşliği ve sosyal ilişkinin boyutunu göstermektedir.
Ermenilerin davası, uluslar arası bir sorun haline gelmeden önce Osmanlı topraklarının kamusal ve özel alanında kendilerine en iyi makam ve statüleri (bakan, zengin tüccarlar vs.) seçmişler ve bu hareketliliklerinde Millet-i Sadıka olarak anıldıklarından, güvenle sosyal hayatta ve diğer alanlarda varlıklarına ve çalışmalarına devam edegelmişlerdir. Dolayısıyla 19. yüzyılın ortalarına kadar Osmanh’da her herhangi bir sorun yaşamadıkları gibi kendi aralarında halledemedikleri problemler de olmamıştır.
85
Ramazan Çalık, Alman Kaynaklarına Göre Ermeni Olayları, I. Baskı. Ankara, Kültür Bak. Yay.. 2000. s. 13.
Bu yüzyıla kadar denilebilir ki Ermenilerin iç-dış olsun siyasetleri Türk toplumuna bağlı kalarak sosyal hayatlarını yaşamaktır. Ancak 19. yüzyılın özellikle son çeyreğinde (1877-1878) dışsal etkilerden ölürü siyasetlerinde bir değişiklik yaşanmış ve bu değişim en temel küçük birim olan aileye kadar da yansımıştır. Bu bağlamda Ermeniler, büyük güçler ve misyonerlerinden aldıkları destekle -isyanlar kısmında görüldüğü gibi- ve patriklerin çalışmaları sonucunda komita türü örgütlenmelerle içte ve dışta her şeyi siyasallaştırmalardır.
Ermeniler, bu siyasal beklentiyle kah Ruslara kah İngilizlere koşarak ve propagandalara da girişerek içte ve dışta lobicilik oluşturmuşlardır. İçte; kilise, okul vb. kuruluşlarda -bu kuruluşlara silahların yığılması, planların oluşturulması- ulus-devlet olma yolunda tüm önlemleri almışlar, Osmanlı topraklarındaki Emıenilerden diasporadakilerc kadar dikkatleri Ermenistan fikrine çekmeye çalışmışlardır.
Ermeniler, dışa karşı olan siyasetlerinde ise gerek Osnıanlı’da elde ettikleri imtiyazlarla -Ermeni Milleti Nizamnamesi gibi- gerekse uluslar arası anlaşmalara kendi arzuları/ihtiyaçları yönünde maddeler koydurmaya çalışarak -Berlin antlaşması gibi- bu büyük ülkeler nezdinde Osmanlı Devleti üzerinde baskı oluşturmuşlardır.
Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Ermeniler, büyük güçlerin konsolosluklarıyla ilişkiler içine girerek onları hem bilgilendirmişler hem de kendilerini iftira ve yalanlarla savunmasız, masum olarak göstererek bu güçleri müdahaleye varırcasına etkilemişlerdir. Bu çerçevede özellikle din adamları içte kendilerine ait sembolleri (Ermeni haritası...) kendi halklarına dağıtarak Rusya gibi büyük güçlerin Osmanlı topraklarına gireceklerini söyleyerek hazır olmalarını salık vermişlerdir.
Ermeniierde içte; kilise, komita, dernek, yayın organları ile çocuklardan yaşlısına kadar ulus-devlet olma fıkri/ideali yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu ideal uğruna iç siyaseti gerçekleştirirken bir taraftan da ideali benimsemeyen kendi din adamlarını -öldürmeye kadar- etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Osmanlı Devleti kendisine bu komita faaliyetlerini haber veren Ermeni vatandaşlarımızı korumayı başaramadı veya onların önünü almakta gecikerek ya da örgütlenmenin farkına çok geç vararak tebayı sadıkanın bir isyan güruhu haline gelmelerini önleyemedi. Arşivler Türk makamlarına müracaat eden ve öldürülen Ermcnilcrdcn sonra Türk de\ let mekanizmasının güvenirliliğini yitirdiğini ve ihbarda bulunan Ermeni vatandaş sayısının yok derecesine düştüğünü göstermektedir. Tabi ki tüm bunlar aynı /.amanda komitaların içteki siyasetleri gereği Osmanlı'nın bazı bölgelerinde (İstanbul, Muş. Trabzon...) şubelerini açmaları ve isyan yolunda halklarını örgütleme çalışmalarını kolaylaştırmıştır.
İsyanların başlamasıyla komitalar; iç siyaseti normlarla, emirlerle kontrollerine almışlardır. Ermeni isyanlarında da görülmüştür ki bu içsellik, Türklcrin isyanlara karşılık vermeleri üzerine dış siyasetlerinde soykırım yapılıyor şeklindeki (1915 tehcir olayında olduğu gibi) propagandaya dönüşmüştür. Yine içte her ne kadar isyan etseler de kışkırtılmalarında diasporadakilerin ve büyük güçlerin yönlendirmesi etkilidir.
Ermcnilcr, Fatih devrinde patrikliklerinin İstanbul’a taşınmasıyla cemaat şeklinde teşekkül etmişler ve bu bilinç etrafında sosyo-kültürel ve diğer alanlarda yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde bu ccmaatscl yapı cemiyet olma yönüne evrilmiştir.
Bu evrilmede ya da bilincin değişmesinde büyük güçler, misyoner okulları, çağın getirdiği milliyetçilik akımı, ulus-devlet olma olgusu etkili olmuştur. Misyonerler okullarında -ders kitapları, konulan dersler, kendi ülkelerine götürdükleri insanlar-Ermenilere ulusal bir kimlik anlayışı benimsetilmeye çalışılmıştır. Yani bu bilincin uıu^ıuı uiiiıaoı uaııa uı^daıuıı. ı_zililvıııluluv uyauuııımıaja yauŞııaıı ısı ıııcııııiN
bilincinde tarihsel öğeler kullanılmış, eğitim kısmında uzunca değinildiği üzere (Ben Ermeni neslindenim/ İçimde kahramanlarımın ruhu yaşıyor/ Bu çete Kahraman Han’ın çetesidir...) bu tür öğeler genelde model alma şeklinde tezahür etmiştir.
Özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde Ermenilerde başlayan ezilmişlik
bilinci bir Ermeni bilinci haline dönüşmüştür. Bu bilinç sayesindedir ki Türk düşmanlığı (beyin yıkama ile) salık verilmiştir. Bu düşmanlık artık Ermeni kimlik bilincinin önemli bir yanını oluşturacaktır. Oysa tarih göstermiştir ki değişik medeniyetlerin (Bizans, Arap. Moğol. Türk...) yönetimleri altında yaşadıklarından bağımsız bir devletleri dahi olmamıştır. Ancak dışsal etkilerle -büyük güçler Osmanlı’şı parçalama yönünde (ekonomik/stratejik beklenti) Ermenilcri içte kullanarak psikolojik atmosferi de oluşturmuş oldular- Ermcnilcr kendilerine benimsctilcnlerle bakış açıları değiştirilmiş ezilmişlik gibi bir paranoya* edinmişlerdir.
2. 7. 1. ABD - Ermeni İlişkisi
ABD ve misyonerleri, büyük devletler içerisinde Osmanlı topraklarına geç girmesine rağmen her alanda (dini, eğitim, ekonomik, kültürel) başarı göstererek diğer büyük ülkeleri gerilerde bırakmışlardır. 1830 yılında Osmanlı ile ABD arasında ilk ticaret anlaşması yapılmış ve ABD’yc ‘en ziyade müsaadeye mazhar devlet’ (en çok kayrılan ülke) statüsü tanınmıştır. ABD, böylece Osmanlı topraklarında kapitülasyonlardan en çok yararlanan ülkelerden biri konumuna gelmiştir. Aynı anlaşmanın birinci maddesine göre ABD’li tüccarlar herhangi din ya da milletten olabilecekleri kaydıyla Osmanlı Devleti’nde simsarlar kullanabileceklerdi. ABD’nin bu tercih hakkını Ermcnilcr yönünde kullanmasıyla da ABD-Ermcni ilişkisi ilk defa başlamış oldu.
ABD, Anadolu’ya tüccarları ve misyonerler ile girmiştir. Ancak misyonerler büyük bir özveriyle çalışarak tüccarları geride bırakmışlardır. ABD orijinli çalışan misyonerler projelerini gerçekleştirmek için İstanbul’u merkez seçerek Osmanlı topraklarını misyoner çalışma bölgelerine ayırmışlardır. Bu bölgeler: Batı Türkiye, Doğu Türkiye ve Merkezi Türkiye misyonu olarak bölümlendirilen; Sofya, Filibe,
’ Paranoyada hasta hallüsünasyonlar görmektedir, ‘kendisini olduğundan büyük görmesi gibi’ Ermeniler de kendilerini büyük olarak köklü görmektedirler. Bu hastalığın bir özelliği de kişideki inkar ve yansıtma özelliğidir. ‘Ben iyiyim bende bir şey yok sizde bir şey var.’ Aynen bunun gibi Ermeniler suçu sürekli Türklere atmışlardır.
İstanbul, İzmir, İzmit, Bursa, Merzifon, Sivas. Kayseri, Van, Erzurum, Mardin, Diyarbakır, Harput, Antakya, Adana, Antep, Maraş, Urfa, Halep, Tarsus gibi yerleri içine alan şehirlerdir.83
Bu çalışma alanlarındaki faaliyetler iki döneme ayrılabilir. Birinci dönem, gezici misyonerlerin teşkilatlanma çalışmalarını başlattıkları ve hitap edecekleri milliyet ve toplulukları tespit ettikleri, Incil’e ve Incil’i öğretme gayesine bağlı kaldıkları 1820-1860 tarihlerini kuşatır. Bu dönemde Osmanlı topraklarındaki Protestan cemaatinin sayısı fazla kalabalık değildir, misyonerlerinin amacı Incil’in yayılması ve öğretilmesidir, hedef kitle ise Müslümanlar, Museviler ve Protestanlık dışında kalan bütün Hristiyanlardır. Misyoner faaliyetlerinin ikinci dönem ise; hedefin belirlendiği, misyon organizasyonlarının daha netleştiği, eğitim faaliyetlerinin ağırlık kazandığı 1860'lar sonrasıdır.84 85 Misyonerlik faaliyetlerinin birinci döneminde OsmanlI’daki Müslümanlar üzerinde başarılı olamamışlar, faaliyetlerini Goodel’in; misyonerlik için elverişli bir toplum olduğunu söylediği azınlık cemaati olan Ermeniler üzerinde yoğunlaştırmışlar hatta Ermenilere yönelik misyonlar dahi kurmuşlardır.
Amerikalı misyonerler, ilk önceleri kiliseler kurmak ve Ermeni kiliselerini reforme etmeyi düşünürlerken -bunlarda başarılı olamadıklarını gördüler-; ülkelerinin yardımlarıyla çalışmalarının daha verimli olabileceğini hesaplayarak okullaşmaya girişmişlerdir. Osmanlı topraklarında ise en etkili olan, 1810’da Boston’da kurulan ‘American Board of Commisioners for Foreign Mission’dur. Bu kuruluş 1819 yılında programına Osmanlı topraklarını alarak misyonerlerini hem çalışmak için hem de keşif için göndermiştir. 1852 yılında Amerikan misyoner rahip Dunmore, Boston’daki bu merkez tarafından bizzat görevlendirilmiştir, Doğu Anadolu’yu gezen bu kaşif Boston’a verdiği raporunda; Harput ovasının en zengin ve misyonerler için en elverişli ve umut vaad eden topraklar olduğunu belirtmiştir. 86 Bu rapordan sonra bu stratejik bölgeye hem misyoner merkezi hem de Amerikan koleji açılarak değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Amerikan misyonerlerin Osmanlı topraklarında okul açmalarında ve diğer etkinliklerinde onlara ivme kazandıran bir olgu da Tanzimat ve İslahat Fcrmanları'mn -misyonerlik çalışmalarını hızlandırmıştır- hem kendilerine hem de azınlıklara verdiği kazançtır. Tanzimat ve Islahat Fermanları kendilerine ayrıcalık kazandırmış, misyonerler faaliyet alanlarını en çok eğitime ayırsalar da hastane gibi diğer kuruluşlarla da misyonlarının çerçevesini genişletmişler ve kendilerine ait altyapıyı hazırlamışlardır.
Bu faaliyetleri için Amerikan Board, Osmanlı topraklarını misyon merkezlerine bölmüş ve yerli cemaatleriyle birlikte büyük kaynaklar ayırmışlardır. Çalışmalarında ve maddi kaynaklarında destek sürekli artmıştır.
1819’dan 1914 yılma kadar misyonerlerin faaliyetleri iyice artmış, işlerin dinsellik daha çok siyasal boyuta (değişen dünya şartları, ticaretin önem kazanması bile) taşınmıştır. Eğitimden tutun da her türlü faaliyete kadar masraflar artmış ama güçlü bir misyoner örgütlenmesi gerçekleştirilmiştir.
Misyonerler, okullarında Ermcnileri sosyal etki altında bırakarak diğer toplumları geride bırakmaları gerektiği hususunda sürekli telkinde bulunmuşlardır. Anadolu’da Ermenilerle eğitim sayesinde bütünleşmişler, ayrıca Doğu’daki Ermeni halkı maddi yönden fakir olduğundan sosyal organizasyonlarla kazanılmaya çalışılmıştır. Bu yardımlar kendisini 26 Eylül 1915’te o sırada 4. Ordu Komutanı Ahmet Cemali’nin, Başkomutanlığa çektiği “Urfa’daki isyancılar sıkışınca Ermeni mahallesi civarında bulunan Amerikalı misyoner Lesli’nin yetimler evine sığınmışlardır.”90 telgrafında olduğu gibi isyanlarda göstermiştir.
Zühdü Paşa’nın Protestan okulları ile ilgili hazırladığı defterin 2. kısmı olan çizelgede Adana’da 18, Aydın’da 9, Bursa’da 7, Diyarbakır’da 22, Erzurum’da 24, Ankara’da 9, Trabzon’da 1, Van’da 8, Halep’te 22, Beyrut’ta 89, Konya’da 4, Elazığ’da 83, Bitlis’te 22, Suriye’de 33, Kudüs’te 29, İzmit’te 2, Biga’da 1, Selanik’te 5, Manastır’da 3, Edirne’de 1, İstanbul’da 6 olmak üzere 398 okul olduğu görülmektedir.
Yine Zühdü Paşa Protestan okullarıyla ilgili olarak gayr-ı müslim tabaa çocuklarının eğitim yoluyla ve ailelerine yardım edilmesi suretiyle Osmanlı Devleti'nin aleyhine olan fikirlerle zehirlendiklerini, okulların asıl amacının memleketin ve hükümetin çıkarlarına aykırı olduğunu, tebaa arasındaki huzuru ve manevi birliği yok etmeye yönelik faaliyet gösterdiklerini belirtmektedir.01 Bunun için Osmanlı topraklarındaki Protestanlar, Osmanlı topraklarındaki Urisliyanların zulüm gördükleri yönünde propagandalara girişmişlerdir. Hatta Amerika'da bu gerekçe ile dua günü ilan etmek için lobiliciğe girişmişler, sonuçta Amerika’daki kongre üyelerini de kazanarak başarıya ulaşmışlardır. Amerikalı misyonerler dışarıda bunları yaparken Osmanlı topraklarında da kendilerini masum olarak göstermişlerdir.
Güçlü bir kamuoyu oluşturduktan sonra Protestan misyonerler, Amerika’ya öğrenci göndermeye başlamışlar, papaz adayları da ilk gönderilen Ermenilerden oluşmuştu. Teoloji yüksek okullarına yerleştirilen Ermeni gençlerinin okullarını bitirdiklerinde Osmanlı topraklarındaki Protestan kiliselerde görev almaları ve misyonerlere yardımcılık yapmaları ve nihayet bunlar aracılığıyla da Anadolu’da Protestan mezhebinin yayılması* hedeflenmiştir.
Johnson, misyonerlere dönük olarak stratejilerini; ‘misyonerlerin bir fetih savaşına girmiş askerler oldukları, bu mukaddes ve vaad edilmiş toprakların (Osmanlı toprağı) silahsız bir haçlı seferi ile geri alınacağı’ talimatıyla belirtmektedir. Yine Vladimir Tsanoff da 2 Eylül 1903'te Boston Evcning gazetesinde ‘Türkiye’deki Çıkarlarımız’ başlıklı yazısında; Makedonya ve Ermenistan OsmanlI’dan koparıldığında
"Ergünöz Akçora.Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, İstanbul, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı, 1994, s.97.
9lİlknur Haydar Polatoğlu, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, 1. Baskı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990, s. 191.
■ Micvnnprlpr CRmanîı tnnraklarına oirHilrfpn cnnra Hnmııt haçta nîmalr Iİ7prp Ampriba’va vnötın kir nnr olayı yaşandı. Göçlerin büyük bir kısmı siyasi maksatla yapıldı. Amerikan vatandaşlığına geçerek Amerika’dan dönen Ermeniler yine eski yerlerine ve işlerine döndüler. Bu şekilde Osmanlı Devleti’nin Amerika ile imzalamış olduğu 1830 tarihli ticaret antlaşmasının 4. Maddesinde yer alan Amerikan vatandaşlarının Osmanlı makamlarınca mahkeme edilemeyişi hükmünden faydalandılar. Osmanlı hükümeti bu yolla tabiiyet değiştirenleri yeniden tebabğa kabul etmeyerek meseleye çözüm bulmaya çalıştı. Bu anlamda 1891’de Osmanlı topraklarından giden göçmen miktarı 3957 kişi idi. 1892 yılında Amerika'ya giden göçmen sayısı 560319’a 1893 yılında ise 623084 ulaştı. Bunlardan 6335’inin Osmanlı tebasmdan olup 2728’inin Ermeni olduğu bilinmektedir. Geniş bilgi için bkz. Davut Kılıç, a.g.e. s.262.Amerikan misyonerleri Anadolu'da Amerika’ya götürmek için bazı demekler kurmuşlar, bunlarda ABD ve kültürü övülmüş, yüceltilmiştir, bir de bunlara OsmanlI’nın son dönemindeki -her alanda-problemler eklenince Ermeniler tarafından tercih edilir duruma gelinmiştir. İşte bu göç unsurları misyonerlerin kendi mezheplerine çekmede en öneli unsurlardan bir haline gelmiştir.
ABD'nin bu yörelerde ticareti muazzam olacaktır” 87 söylemi, beklentilerinin kültürel olduğu kadar siyasal ve ekonomik olduğunu da göstermektedir. Bu amaç yolunda en iyi değerlendirdikleri kurum eğitim faaliyetleridir, zira öncelikle manevi ve kültürel yoldan işe başlamışlardır.
White’ın, misyoner eğitim faaliyetleri hakkındaki tespitinin önemi haizdir. Şöyle ki; Öncelikle cemaati bir birlik içinde toplayan ve bu Protestan cemaatinin Incil’i okuyacak eğitime sahip olmasını sağlayan yetişkinler için ‘Papaz okulları’ ile eğilime başlanır. Bu okullar kiliselerde bir tür halk eğitimi yapmaktadır, peşinden çocuklar için ilkokullar gelmektedir. Bu temel ve cemaatin varlığı ile devamını sağlayan ilk aşamadan sonra kiliselerde vaiz, papaz, ilkokullara hoca ve halka dini lider sağlayacak okullar gelmektedir. İlahiyat okulları ve liseler bu gayeye hizmet eden okullardır. Bunların peşinden misyonların kalıcı izlerini sağlayan ekonomik, politik etkilerden kültür değişikliklerine varıncaya kadar etkileri bulunan kolejler gelmektedir. 88
Okullarda Ermenice eğitim uygulanmış, bizzat Ermeni hocalar ders vermişlerdir. Amerikan misyonerleri bu şekilde her yönüyle iyi düşünülmüş bir sistem uygulamışlar bireyleri küçükten itibaren cemiyet şeklinde bir yapılanmaya girmişlerdir. Amerikan misyoner okullarında sadece Ermcnilcr değil Türk öğrenciler de eğitim görmektedirler. Misyonerler bu okullarda bireyleri istedikleri kalıplara sokmaya, OsmanlI’nın yıkılma döneminde garplılaşma gibi değişimlerle Osmanh’da kültürel çözülmeye uğramış bireylerine Amcrikanvari hayat tarzını benimsetmeye çalışmışlardır. Bütün bunlar olsa da o günün şartlarında hala Türk kültürü yine de güçlüdür, köklüdür. Bundan dolayı da Türklerde Hristiyanlaştırma yönüyle çok başarılı olamamışlardır.
Osmanh topraklarında yaşayan Ermenilerin Amerika’ya göçü 1860’Iarda başlamıştır. Washington sefiri Mavroyeni Bey, 3 Nisan 1893’te Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazıda dünyanın çeşitli yerlerinden Amerika’ya gelen Ermenilerin sayısını 1891 Haziran’ı sonunda 560 bin 319 kişi olarak bildirirken, OsmanlI’dan Amerika’ya göç eden Ermeni sayısı 1891 ’de 3957 iken, 1892’de 6335’e çıkmıştır. 89
Amerika’ya giden Ermeniler değişmiş olarak tekrar ülkelerine dönmekte ve misyoncrlcrce maddi-manevi yönden doyurulmaktadır. Misyonerler bunun yanında Anadolu’da konsolosluklar açtıklarında çalışanlarını Ermcnilcrdcn oluşturup onları himayelerine alarak kendi siyasi çıkarları için kullanmışlardır. Dahası Amerikan misyonerleri Ermenilerle asılsız haber üreterek kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır.
Amerikalı misyonerler Berlin Antlaşması, Tanzimat ve Islahat Fermanları gibi metinlerdeki Ermenilerle ilgili huzursuzluğu hemen değerlendirmişler, Ermcnilcrin ihtiyaçlarını fark ederek çeşitliliği iyi algılamışlar, Ermenileri eğiterek kültürel yayılma imkanı elde etmişlerdir. Diğer büyük devletlerde olduğu gibi kendileri de Protestan mezhebine nüfuz sağlamışlar, dini hüviyette kimseler yetiştirerek Ermenilerin ihtilalci ve milliyetçilik duygularının yükselmesine neden olup bu yönde yetişmelerini sağlamışlardır. Bu da aynı zamanda onların kapitalist amaçlarına hizmet etmiştir.
2. 7. 2. İngiltere-Ermeni İlişkisi
I. Dünya Savaşı’na kadar İngiltere -‘güneş batmayan ülke’- dünyanın en güçlü devlctlcrindendir. Savaş sonunda da bu durumu sürdürmek istemiştir. Özellikle jeopolitik konumu ve diğer nedenlerden dolayı Osmanh topraklarında daha fazla çıkar sahibi olmak arzusundadır. Bölgenin stratejik Önemi Osmanh-İngiltcrc ilişkisini gerginleştirmektedir. Bu çıkmaz doğrultusunda İngiltere, kurulacak Ermeni devletini kendi etkisi altında tutarak Rusya’nın etki alanını da daraltmayı ve Akdeniz’e inmesini engellemeyi hedeflemiştir.
İngilizler için OsmanlI’nın konumu stratejik önemi haizdir. Zira İngiltere için hayati denilebilecek ticaret yolları OsmanlI’dadır. Bu sebeple İngiltere, tampon devletler yaratma peşindedir. Dolayısıyla diğer büyük devletlerde olduğu gibi İngilizler için de Bulgaristan, Ermenistan gibi ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmaları menfaatlerine uygundur. Ancak Anadolu’ya girmede en önemli azınlık Ermeniler görülmektedir. Bu doğrultuda atılan adımların başı olarak gösterilen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’dır. Bu savaş sonrası yapılan anlaşmalarda Anadolu’da ıslahat yapılması gibi maddeler, şark sorununu da iyice gün yüzüne çıkarmıştır.
İngilizlcr, Ermcnilcrc ilk olarak misyonerler aracılığıyla ve dini kanallardan ulaşmayı denemişlerdir. Çünkü onlara göre, ancak bu yolla Osmanlı topraklarında nüfuz, alanı yaratılabilir, OsmanlI'nın iç işlerine karışılabilirdi. Misyonerler. Protestan propagandasında başarılı olduğu takdirde İngiltere'nin, Türkiye üzerinde himaye hakkı elde edebileceği hesaplanmaklaydı. Bu nedenle OsmanlI'ya gelen Protestan misyonerleri, gayelerine hedef olan Ermenilerin dini, kültürel vs. yapılarına ve unsurlarına eğilmişler; kendi kiliselerine çekebilmek için okul, hastane, dispanserler vb. açmışlar, İngiltere de yeri geldiğinde maddi yardımlarda bulunmuştur.
Grabill; misyonerlerin, Ermeni komitacılarına düzenli maaş bağladıklarını, Protelizasyon faaliyetlerinde başarılı olabilmek için gerekli maddi fonları da anavatanlarından sağladıklarını kaydetmektedir. İngiltere dış politikasına uygun olan amaçları doğrultusunda davrandıkları sürece de misyonerlere katkıda bulunmuştur. Burada ilginç olan Amerikan misyonerlerinin de adete İngiltere’nin hesabına çalışmalarıdır. Misyonerler, uğraşlarının zorluğu ve kutsallığı derecesinde ödüllendirildiklerini bildikleri için Osmanlı idarecilerini canavarlaştırıp, azınlıkları mazlumlaştırmayan kaçınmamışlardır. Dahası düzmece hikayelerle Batı kamuoyunun merhamet hislerine hitap ederek Batı’dan önce maddi yardım, daha sonra da diplomatik destek elde etmişlerdir. Osmanlı ise Ermcnikr arasında zararlı propaganda yapan misyonerleri Türkiye’den ihraç etmeye kalkışınca diğer büyük güçlerin protestosu ile karşılaşmış90 dolayısıyla bu protesto ve baskı nedeniyle misyonerlerin zararlı çalışmalarına engel olunamamıştır. Hasılı söz konusu olan İngiltere olunca ifade edelim ki, İngilizlcr, ister tarihi emelleri olan Rusya’nın doğudaki etkisini kırmak ve Hindistan’a giden yolları kontrol etmek, isterse Osmanhdaki isteklerini gerçekleştirmek için Osmanh’daki en önemli ayakları olan hep Ermenileri görmüşlerdir.
Konunun açımının yapılabilmesi için Ingiliz kilise ve misyonerlerinin faaliyetlerinden de söz etmek yerinde olacaktır. Örneğin; İngiliz Hristiyan Misyon Cemiyeti (CMS) 19. asrın başlarında İran ve Orta Şark’taki memleketler üzerinde kendisini teksif etmiştir. 1815’te Cambridge’den William Jowett, şark kiliselerini tetkik edip rapor hazırlamak üzere CMS tarafından tavzif edilmiş, Jowett, Malta’da bir matbaa kurarak muhtelif lisanlarda binlerce Kitab-ı Mukaddes ve İncil basarak dağıtmıştır.
İngiliz misyonerleri de başlangıçta kiliseleri aracılığıyla Hristiyan propagandası yaparak insanları kendi inançlarına çekebilmişler ve ayrıca I. Dünya Savaşı’nda görüldüğü üzere kendi devletlerine -İtilaf Devletleri- büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Yine McCarthy; misyonerlerin İngiliz propaganda çalışmalarının gönülden yardımcıları olduklarını ve 1. Dünya Savaşı’nda İngiliz ve misyoner propagandasının birbirlerini beslediklerini; hatta Britanya Başbakanı Lloyd George’nin, propaganda ofisinde şahsen ve özellikle Türklere karşı daha fazla yoğunlaşma emrini verdiğini, Wellington House’a ‘Türklerin adaletsizliği, beyhudeliği’ her şeyden önemlisi ‘endüstriyel toplum üzerindeki tehditleri’ konularını işlemeleri gerektiğini91 belirtmektedir. Dahası Osmanlı'ya bildirdikleri -azınlıklarla ilgili olanlar başta olmak üzere- isteklerinin yerine getirilmediğinde savaş ilan edecek kadar da ileri gitmişlerdir.
Yine İngiltere Protestan Kiliseler Birliği, Osmanlı Devleti’nce tutuklanan kişileri kurtarmak için yoğun bir kampanya başlatarak Hristiyan Ermenileri Savunma Komitası kurmuştur. İngiliz Başbakanı Gladsonc, Abdülhamit’ten suçluların salıverilmesi isteğinin geri çevrilmesi üzerine İngiliz hükümeti akıl almaz baskılara başvurmuş, ilişkiler kopacak düzeye getirilmiştir. İngiltere, aynı zamanda Merzifon Kolejinde öğretmen olan ancak isyana karıştıkları dolayısıyla Osmanlı Devleti tarafından hapse atılan Kayayan ve Tomayan'ın salıverilmemesi durumunda, Mısır'ı Osmanlı'dan ayırıp ayrı bir devlet olarak tanıyacağını bildirince Abdüihamit, bu tehdide karşı dayanamayarak iki komitacıyı serbest bırakmak92 zorunda kalmıştır.
Osmanlı üzerinde ABD ve İngiliz menfaatleri aynıdır. Bu sebeple ikisi de Hristiyan halkın daha ivi idaresini istemektedirler. İkisi de misyonerlere nara tahsis etmekte, bu iş için seçilmiş kadın ve erkekleri Müslümanlar arasında çalışmak için Türkiye’ye göndermektedirler. Her ikisi de OsmanlI’nın parçalanması ve ticaretleri için fırsatlar aramakta bu bağlamda birkaç sene evvelinde Bulgar’lara olduğu gibi şimdi de Ermenilere sempati ile bakmaktadırlar.
Hristiyan Genç Erkekler Birliği, diğer dinlere mensup bireyleri kendilerine çekmek için Osmanlı'da da çalışmalarını teşkilatlar kurarak başlatmışlar, bu teşkilatlar da özellikle Ermeni bireylerini kendilerine çekmek için sosyal organizasyonlara (futbol...) girişmişlerdir. Okullar kısmında görüleeeği üzere misyoner din adamları sayesinde kendi mezheplerine çekmekte bir hayli başarılı olmuşlardır. Misyonerler; okulları, dini kurumlan, gizli teşkilatları ve sosyal organizasyonlarıyla (ki içinde musiki salonları, kütüphaneler....kendi doğru kabul ettikleri fikirleri yayıyorlardı) okullarında yetiştirdikleri gençleri ülkelerine götürmüşler, kendi medeniyetlerini tanıtıp onlara benimsetmişler ve Ermenileri kısa bir sürede ihtilalci fikirlerle doldurmuşlardır.
Şark sorunu devreye girdikten sonra İngiltere; Akdeniz'in hakimi olmak, Hindistan’da kurduğu hegemonyayı devam ettirmek, ticari bakımdan yerüstü ve yeraltı zenginlikleri değerlendirmek ve sahip olduğu sömürgelerini korumak için Fransa’yı ekonomik ve siyasal konumundan uzaklaştırmayı hedeflemişlerdir.
İngiliz politikasının esas gayesi iktisadi yatırımları arttırmak, bölgedeki içtimai gruplarla menfaat bağlarını güçlendirmek, Protestan misyoner cemiyetleriyle İngiliz milli kilisesini geliştirmek ve faaliyetlerini yoğunlaştırmaktır. Böylecc İngilizlcr, Osmanlı topraklarında Protestan cemaat oluşturup kendi hesabına bunların hamiliğine soyunmayı planlamıştır. Protestan misyonerler Ermeni toplumuna, İngilizlcrin kudreti ve insani duygularını mübalağalarla anlatarak İngiliz yardımıyla Ermenistan’ın kurtulacağını her fırsatta dile getirmişler93 böylecc de Ermenilcrde ulus-devlet olma bilincinin yerleşmesine ve milliyetçiliğin gelişmesine yol açmışlardır.
Bu amaçlara ulaşabilmek için İngiltere, en önemli yol denilebilecek eğitime yönelmişlerdir. “MEB’nin 1917 özel okullar rehberine göre İngilizlerin sadece İstanbul’da 83 müesseseleri vardır.”94 İngiltere gibi büyük güçler kendi nüfuzlarının pekiştirilmesinde salt eğitimle yetinmemişler başka alanlarda da -özellikle ekonomi hayat- yardım etmişlerdir. Bu düzeyde rahat hareket edebilmelerinde OsmanlI’nın gösterdiği dini özgürlük, kapitülasyonlar çok etkilidir.
Ancak ifade edilelim ki İngiltere'nin, Osmanlı üzerindeki amaçlarını gerçekleştirmesinin karşısındaki en önemli engel güç Rusya olmuştur. İngiltere ve Rusya'nın çıkarları her zaman çatışmıştır. Rusların amacı Doğu'da yayılmaktır ve bu İngiliz ticaretinin baltalanması anlamına gelmektedir. Bu amaçla İngilizler, Berlin Antlaşması’yla Rusların hayallerini erteletmişlerdir. Hatta Ruslar gerekçesiyle İngiltere, Osmanlı'yı koruma politikası uygulamak zorunda kalmış, bu politikasını 19. yüzyıla kadar devam ettirmiş ve güçlü olan Ruslara karşı hasta olan Osmanlı’yı yaşatmak politikası içinde İngilizlerce Ermenilerin özel bir önemi olmuştur. OsmanlInın aleyhine yayılarak toprak kazanmaya çalışan Rusları engellemeye çalışan İngiltere’nin, Rusya’nın sıcak denizlere inmeleri projesini de baltaladığı bilinmektedir. Bu bağlamda İngiltere için Ermenistan, Rus yayılmacılığını engelleyen en önemli tampon bölge/karakol olarak görülmüştür. Buna karşın Rusya, Kafkaslar ve Doğu Anadolu üzerinden güneye inmek için Ermenileri harekete geçirmeye çalışmıştır. Fakat İngiltere'de 3880 yılında Gladstone hükümetinin iktidara gelmesiyle yaklaşık bir asırdan beri süregelen İngiliz politikası değişmeye başlamış, artık Rusya’ya karşı Osmanlı Dcvleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası terk edilmiştir. Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere büyük devletlerin amacı Rusya’nın tarihi emellerini gerçekleştirememesi için Ermenileri tampon olarak kullanmaktır. Batı, bunu misyoner sayısını arttırarak gerçekleştirmek isterken Rusya ise Ermeni din adamlarını yanına almaya çalışarak Batı’nın bu girişimlerini nötrlemeyc çalışmıştır.
İngiliz başdelegesi Lord Curzon, 12 Aralık 1912 günü azınlıklar sorununun görüşüldüğü bir konuşmasında; müttefiklerinin Türkiye ile harbe sürüklenmelerindeki gayelerinden birinin de Anadolu’daki Hristiyan azınlıkları himaye etmek veya mümkünse kurtarmak olduğunu ifade etmesi ve yine aynı konuşmasında Ermenilcre verilen talimatın Berlin Antlaşması’na kadar geri gitmekte olduğunu belirtmesi95 çalışmaların ve savaşların gerekçesini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Washbum’un, Osmanlı Ermenileri üzerindeki îngiliz politikasını ifadesi önemi haizdir.
“...Ermenileri muhtar bir Ermenistan eyaletinin kurulacağı fikriyle tahrik etti, bunu kısmen Hristiyanhk gayreti ile fakat daha çok kendi menfaatleri için yani muhtar bir Ermenistan’ın Rusya’nın ilerlemesine mani olacağı düşüncesiyle yaptı, sonunda İngiltere, Ermenileri Osmanlı’ya karşı isyan ettirdi...” 96
Ermeni toplumu için kötü bir yüzyıl olan 19. ve 20. yüzyılda, Osnıanlı topraklarının her tarafına gitmiş olan Ingiliz Protestan misyonerleri, hem Ermcnilerin Türk halkına olan sevgilerini azaltmışlar hem de kendilerinin yardımıyla Ermcnilerin istiklale erip devletlerini kuracakları' vaadiyle Ermenileri kendilerine çekmişlerdir. Dolayısıyla Türklere karşı kin beslemelerinin gereğini vurgulamışlar bunu da başarmışlardır. İngiliz misyonerleri, diğerlerinde olduğu gibi, Ermenileri kendi mezheplerine çekmeye çalışmışlar, bu nedenle açtıkları hastane gibi organizelerle OsmanlI’nın ve Ermcnilerin güvenlerini kazanmayı hedeflemişlerdir. Eğitim yuvalarında okuttukları kitap ve dokümanlarıyla Batı medeniyetini ve ilerlemesini çağın egemen fikirlerini, çağın en iyi eğitimiyle çocuklara aktarmışlardır. Böylece İngilizler konsoloslukları, eğitim kurumlan ve misyonerleri vasıtasıyla özellikle Ermenileri kontrol altında tutmuşlardır. Osnıanlı’nın çağa ayak uyduramaması, olayları iyi kavrayamaması, baskılar karşısında denetimi sağlayamaması nedeniyle İngiliz misyonerleri, Anadolu’nun her yerine ayrık tohumu ekmeyi başarmışlardır. Özetle söylemek gerekirse; İngiliz misyonerlerinin eğitim ve diğer organizasyonları ikinci plandadır, Ermeni sorunun odağında OsmanlI’nın yıkılması ve paylaşımı vardır.
2. 7. 3. Rusya-Ermeni İlişkisi
Hz. İsa’nın Havarilerine: “Gidiniz, gerçeği onlara anlatınız.” ideali İngiliz, Fransız, ABD misyonerlik boyutunda önemli iken; Rusya-Ermeni ilişkilerinde bu anlayış görülmemektedir. Rusya dışı büyük ülkelerde misyonerliğin amaçlarından biri yerli cemaat oluşturarak Ermenileri kendilerine çekip işin kalıcı hale getirilmesi iken buna benzer bir yapılanma Ruslarda görülmemektedir. Her ne kadar Ruslar, Ermenileri Ortodoksluğa çekerek yönlendirici bir tavır geliştirmeyi uygun bulmuşlarsa da mezhep ayrılıklarına yönelik faaliyetlerinde hiç başarılı olamamışlardır. Rusların Ermenilerle ilgili çalışmalarında hemen karşılık görme vardır (savaş gibi) ve bu hedef yönünde 97 Ermcnilcr üzerinde baskı kurmuşlardır. Gregoryan Ermenilerin, Katolik ve Protestanlarla çatışırlarken Ortodokslarla çatışmamaları buna bağlanabilir.
Deli Pctro’dan bu yana Karadeniz'i Rus gölü haline getirmek, Akdeniz'e inmek ve Ortadoğu’da güçlü bir devlet olmak gibi tarihi hedefleri olan Ruslar, bunları gerçekleştirmede en önemli unsur olan Ermcnilcri ‘dışsal bir proletarya’, ‘uç beyliği’, ‘uydu millet’ gibi kullanmışlardır. Bu anlamda Rusya, Doğu Anadolu’da ve Rus hududunda stratejik bir araç olarak kullanılabilecek ‘Ermenisiz Ermenistan’ planlamıştır. Bunun için Patrikhaneyi de kullanarak komitaları silahlandırmış, Türkiye’deki Hristiyanların (Ermenilerin) yaşamlarından memnun olmadıkları yönünde propagandalara girişmişlerdir.
Deli Petro’nun 1723-1724 yıllarında Kafkaslara inmesiyle Rus hükümeti, Ermenilerle antlaşma imzalamış, bu antlaşmayla Ruslar, Ermeni toplumuyla ticaret yapmayı ve topluluğun ileri gelenlerinin çocuklarını da okutmayı kabul etmişlerdir. Bunlar Ermeni dostluğundan ziyade onları kendilerine güven sağlayarak kontrol altına almak içindir. Ermcnilcr, Rus okullarında Türk düşmanlığıyla yoğrulmaya ve devlet kurma vaadiyle de Rusya sallarına çekilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Devleti, 1774 tarihinde Rusya ile imzaladığı Küçük Kaynarca Antlaşmasında Balkanlar ve Karadeniz’de önemli toprak kaybına uğramış, kendi iç egemenlik hakkını kısıtlayan Ortodoksların haklarını koruyabilecek bir imtiyaz kazanmıştır. Rusya, Osmanlı’dan aldığı antlaşma ve kapitülasyonlarla- ileride kiliseler, okullar, komitalar kısmında değinilecek- imtiyazlar elde etmiş, Ermenileri kendi mezheplerine (Ortodoks) çekmeye çalışmış, onların hamileri olmaya çalışmışlardır. Kaldı ki bu hamilik anlayışı antlaşmaları bile yenilettirmiştir. (Ayastefanos’un Batılı ülkelerce kabul edilmeyip Berlin Antlaşması’nın imzalanması gibi.)
“Gregoryan Ermeniler üzerinde gittikçe artan Rus tesiri sayesinde Rusya, Türkiye’deki Ermenilerin başına kendi politikasına bağlı papazları yerleştirmiştir. 1844’te Osmanlı tarihinde ilk defa Rus büyükelçisinin de baskısıyla İstanbul'un en büyük Ermeni kilisesinde hutbe Eçmiyazin Katogikos’u adına okunmakta idi.”98 Rusların bu Katogikoslukla beraber sürekli ivme kazanan etkisine karşın Osmanlı hükümeti hiçbir önlem almamıştır. Bu realiteden ötürü de Ermcniler, OsmanlI'nın kamusal alanında (kademelerde/hiyerarşik yapılanma) daha da etkili olabilmişlerdir. Ruslar da Ermenilere ulus-devlet olma sözü vererek, Ermenilerin ruhani merkezi olan Eçmiyazin’i kontrol altında tutup sosyal kültürel ve siyasi yönden Ermenilcr üzerinde hegomonya kurmuşlardır. Rusya, OsmanlI’nın duraklama ve gerileme dönemlerindeki azınlıkların durumlarını kendi lehine çevirmeye çalışmış, amacı tarihsel olarak hep siyasi olduğundan Ermenileri kendi saflarına -bazen dini bazen de baskıyla- çekmeye çalışmıştır.
Ermenilerin bu tür sosyal, siyasal gibi nedenlerden dolayı ruhani merkezleri değişmiş, Rusların çeşitli oyunlarıyla dini/dünyevi reislikleri Rus sınırları içinde olan Eçmiyazin’e taşınmıştır. Ruslar, Eçmiyazin’dcki Katogikosluğa (Milletin Mümessili) kendi yandaşlarını atayarak Osmanlı topraklarındaki Ermenileri korur görünüp Osmanlı’yı içten zayıflatma yoluna gitmişlerdir.
Rusların Ermcniler yönüyle sosyal organizasyonlarında etkili olamamışlardır. Bunda diğer ülke misyonerlerinin daha etkili ve teşkilatlı çalışmaları ve Osmanh’nm mezhep değiştirme yasağı etkili olmuştur. Ruslar, Ermenilcr içindeki çalışmalarında alt tabakada etkili olamazken, elit tabakada (kilise yönüyle) başarıya ulaşmıştır. Böylelikle Rusya, Ermenileri zora dayanan bir sosyal değişmeye maruz bırakmıştır.
Çar III. Aleksandr, Ermenileri Ortodokslara katarak bir topluluk haline getirmek için birtakım tedbirler almış, Ermeni okullarını Eçmiyazin Katogikosu’nun elinden alarak Rus hükümetinin denetiminde Rusça eğitim yapan okullar haline getirmiştir. Ermeni memurlarından da ya Ortodoks mezhebine geçmelerini ya da istifa etmelerini istemekle yetinmeyerek Ermeni talebelerini Rus üniversitelerinden atarak adeta Gregoryan Ermenileri ve kilisesini ortadan kaldırmak için çalışmalar yapmıştır. 99 Rusya, Ermeniler üzerinde bu değişimleri uygulamaya çalışırken Ermeni tarafından Rusları destekleyenler olduğu gibi onlara karşı çıkanlar da mevcuttur. Mesela; İngiltere’de yaşayan Ermeni Prensesi Leo, Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilere dağıtılmak için 1853’te bir bildiri yayınlar. Bu bildiriyle Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan Ermeni cemaatinin, ‘kuzeyin zalimi" diye tarif ettiği Rus çarına karşı bağlı oldukları Osmanlfnın yanında kanlarının son damlasına kadar savaşmalarını şöyle salık verir:
“Sevgili kardeşlerim, sadık vatandaşlarım. İstediğimiz ve yürekten arzumuz, kanımızın son damlasına kadar ülkenizi ve sultanınızı kuzeşin zalimine karşı savunmanızdır. Hatırlayın kardeşlerim, Osmanlı ülkesinde Kus kamçısı yoktur, burun deliklerinizi yırtmazlar, kadınlarınız gizlice ya da halkın gözleri önünde kamçılanmaz. Sultanın hükümdarlığı altında insanlık vardır... Biz bize dinimizi ve onun saf biçimini kanımızın son damlasına kadar savunalım diyoruz.” 100
Ruslar, Ermenilerde cemaat şuuru uyandırmadan yalnız olmadıklarını işlemişler, onları bazen devlet olacakları vaadi ile kendi saflarına çekmeye çalışmışlardır. ‘Hasta Adam’; Tanzimat ve Islahat Fermanları, Uluslar arası antlaşmalar, OsmanlI’nın geri kalmışlığı gibi birden fazla realite Rusların Osmanlı içindeki faaliyetlerini hızlandırmış, bu hareketlilik içinde Rusya, Ermenileri de eğiterek kendi ideallerini -Osmanh’nın parçalanması- onlara aşılamıştır. Fakat Rusların, Osmanh’yla yaptıkları savaşlarda, Ingiliz-Rus bazen de Fransız rekabeti Rusların emellerine balta vurmuş, Osmanh’nın yıkılışını geciktirmiştir. Kırım Savaşı ve 1856 Paris Konfcransı’nda Osmanlı Devletine karşı Rusya’nın emellerine İngiltere ve Fransa’nın askeri ve diplomatik baskılarıyla son verilmiş, ancak bu defa da Ermcnilcre yönelik faaliyetler bu üç devlet arasında siyasi bir rekabete zemin oluşturmuştur.
Ruslar açısından bu rekabet, bazen Ermeniler için dil ve kültür merkezleri açarak -bunu onların toplumsal yaşamlarında ilerleme olsun diye değil- bu kılıfla Ermenileri kendi saflarına çekip onları asimile ve tahrik etmek, Osmanlrda huzursuzluk çıkararak hem menfaatini korumak hem de onu zayıf düşürmek şeklinde kendini göstermiştir. Bazen de Rusların Ermenileri Revan, Erivan ve Nahçivan gibi bölgelere götürerek Osmanlı Devleti’ne karşı bir askeri kordon oluşturmak böylece Orta Asya’daki Türklerle bağlantıyı olumsuz etkilemek şeklinde tezahür etmiştir. İşte bunlar Rus vetiresi yönüyle Osmanlı’yı içten ve dıştan zayıflatan en önemli unsurlardır.
Osmanlı- Rus vc Ermeni meselesi henüz böyle devam ederken 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olmuş, savaş sonucunda Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştır. Ancak Batılılar bu anlaşmayı kabul etmeyince Berlin Antlaşması imzalanmış vc böylcce Ermeni sorunu uluslar arası bir sorun, bir yumuşak karın ve gittikçe karmaşıklaşan bir mesele haline gelmiştir.
Berlin Antlaşmasının en önem arz eden bir maddesi vardır ki çok spekülatiftir. O da: Osmanlı, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı zaman geçirmeden uygulamayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürt aşiretlerine karşı huzur ve güvenlik sağlamayı taahhüt eder, şeklindedir. Bu antlaşmalardan sonra Emperyalist devletler gibi Ruslar da Osmanlı Devlcti’nde konsolosluklar açmışlar, diplomatlıkla ilişkisi olmayan kişileri atayarak Ermenilcri sürekli kışkırtmışlar, onları hareketlerinde desteklemişler, Ermeni bağımsızlığı için çalışan Taşnak ve Hınçak cemiyetlerine destek vermişlerdir. Ruslar, Ayastefanos Antlaşması’nda çok kazançlı çıkmışken Berlin Konferansı’nda bunları kaybetmiş üstelik de Bulgaristan vc Yunanistan’ı İngiliz hegemonyasına terk etmiştir. Artık Rusya, Ermenileri olsun kaybetmeyi istemiyordu, çünkü Anadolu’ya doğrudan girdiğinde Ermenilcri kullanmayı deneyecekti. (Osmanlı-Rus Harbi’ndc uygulandığı/gorüldüğü gibi.) Nihayetinde kullanmıştır da.
Ayastefanos olsun Berlin Antlaşması olsun Ermeni Patrikleri de boş durmamış uluslar arası anlaşmalara Ermeni yönünde maddeler koydurtmaya çalışmışlardır. Fakat Rusya, Osmanlı imparatorluğu sınırları içindeki Ermenileri tahrik etmişse de aslında Ermenileri muhtar bir topluluk görmek istememiştir. Çünkü böyle bir durum kendi hakimiyeti altında bulunan Ermeniler için de kötü örnek alabilirdi. Nitekim Berlin Antlaşması’ndan sonra bir Ermeni heyeti Rus Çarı’na ıslahat için aracılık etmesini isteyince Çar: “Sizin işleriniz beni alakadar etmez, İngiltere, menfaatlerinizi müdafaa etmeyi üzerine almıştır, İngiliz Hükümetine müracaat ediniz.”101 diyerek Ermenilere yardımı kaldırmıştır.
Lozan’da konuşan Ermeni heyeti konuşmacısı, kendi ifadesiyle Türk Ermenistanı'r.daki kardeşlerinin imdadına koşmak için kurulmuş olan Kafkas çetelerinin hudut boyunda Rus ordusu tarafından yok edildiğini çünkü Çarlık Rusya'sının hudutlarının güney kesiminde bir Bulgaristan yaratmak istemediğini Rus Dışişleri Bakanı’nın ifadesiyle de Rus hududunda Ermenisiz Ermenistan istediklerini bildirmiştir. Bu söylem de Rusların güçlü bir Ermenistan'ın oluşmaması ve Ermenileri maşa olarak kullanmak istemelerinin delili olarak kullanılmıştır. Dahası Rusya yalnız Ermeni özerkliği uğruna bir müdahalede bulunmaya niyetli olmamakla kalmayıp kendi sınırları içinde kalan Ermeniler üstünde de merkeziyetçi bir siyaset uygulamaya girişmek üzeredir. Böylelikle bir gerçek de ortaya çıkmıştır: Ermeni devrimcilerinin güvendikleri Rusya’nın coğrafi konumu itibariyle en çabuk müdahalede bulunabilecek devletin yardımından yoksun kalındığı.
Buradan çıkan sonuç Rusların Ermenileri -bu cemaati- itaat yönünden kendilerine bağlamaya çalışmalarıdır. Fakat bilinmektedir ki ‘itaat ile uyma’ davranışında bir dış neden sözkonusu olduğu için tutumun davranışı istenilen doğrultuda değişme göstermez. Buna karşılık ‘benimseme ile uyma’da zorlayıcı bir dış
I ÛR neden olmadığından istenilen davranış doğrultusunda gerçek tutum değişimi oluşur.
Dolayısıyla Ermenilerde Rus faaliyetlerinin başarısız olmasının nedeni itaatin altında benimsemenin olmayışıdır. Ermenilerin Ruslara bağlılıkları da itaate zorlanılması gerekçesiyle uzun süreli olmamıştır. Ancak ABD, İngiltere gibi sosyal etki kaynağı olan büyük güçlerin Ermeniler içinde daha fazla taraftar bulması, Ermenileri benimseterek uyma davranışına yöneltmeleridir. Fakat Rusya, Ermenileri siyasal haklardan olsun etnik ve dini yönüyle olsun kendileriyle eşit tutmamışlar, itaat ve baskı altında tutarak kendilerine dini ve siyasi olarak bağlamaya çalışmışlardır. Zaten aralarında geçici bir sosyo-politik ve normatif ilişki olduğu görülmektedir.
Otokrasi ile yönetilen, ekonomik açıdan geri kalmış, nüfusun büyük bir bölümünün fakir yaşadığı, buna mukabil rejimin güçsüzlüğünü gizlemek için özel polis ve muhbirlerle iş gören, Avrupa’daki sosyal reformları hoşgörü göstermeyecek kadar tutucu olan Çarlık Rusya’sı ve yönetimi 7 Kasım 1917’de Bolşevik ihtilali ile komünist rejime geçmiştir. Fakat Osmanh, Osmanlı içinde Ermenilere isyanlarında destek ve boğazlar konusundaki hedeflerinin/uygulamalannın değişmediği görülmüştür. İhtilalden 102 103 sonra Rus Dışişleri Bakanı Melikof: “Çarlığın yıkılması bizim emellerimizi değiştirmedi, biz her zamankinden ziyade İstanbul’a ve Boğazlara sahip olmak istiyoruz, çünkü boğazlar bizim hayatımız için elzemdir.”104 sözleriyle bu hedeflerinin değişmediğini ortaya koymuştur. Bunun yanında 1920’dc Sevr gibi antlaşmalarda Ermeni sorunu büyümüş (bu tür antlaşmalar, eskiden verilen reformlar, imtiyazlar Ermeni nüfusunun ulusal bilincini yükseltmiş, diğer ülkelerden fayda göreceğini zanneden Ermeniler diğer büyük ülkelerin menfaat çatışmalarından maddi-manevi zarar görmüş yalnız bırakılmışlardır), sorun Lozan’da devam etmiştir. Ta ki Ermenistan’la Gümrü Antlaşması yapılana kadar. Bugün de Ermeniler, diasporasıyla -lobicilikle- bazı aktör ülkelerle -Fransa gibi- de aynı ülkülerini devam ettirmektedirler.
2. 7. 4. Fransa -Ermeni İlişkisi
Misyonerlik faaliyetlerinin etkinliği yönüyle Fransa; ABD ve İngiltere'den sonra gelmektedir. Propagandasına esas olarak da Katolik mezhebini kullanmıştır. Fransızlar, Osmanlı’da 19. yüzyılın başlarında itibaren misyonerlik faaliyetlerine başlamış ve ABD ile îngilizlerde olduğu gibi birincil hedef Ermenileri parça parça kendi mezheplerine’ çekmek ve sonra da Osmanh’yı parçalamaktır. Faaliyetlerini daha çok kurdukları eğitim kuramlarında Türk düşmanlığını aşılamak ve misyonerler okullarında Ermenistan’ın coğrafya, tarih, kültürel yönlerini yüceleştirerek üzerlerinde nüfuz alanı oluşturmaya çalışmak olarak tezahür etmiştir. Osmanlı politikası etrafında Fransızlar, Ermenileri: a- Daha önce aldığı ekonomik imtiyazları devam ettirmek, yeni imtiyazlar da kazanmak (Din - ekonomi ilişkisine gönderme yapmak gerekir ki Fransa, Katolik misyonerlerini destekleyerek din ile ticaret ilişkisine dikkat etmektedir. Çünkü Osmanlı topraklarında kendilerine yardım edecek bir kazanılmış teba -Ermeniler- oluşmuştur; b- Katoliklerin hamiliğine soyunmak (Katolik olan Ermenilerle bu daha kolay olmaktadır); c- Osmanlı ‘Hasta Adam’dır ve parçalandığında kendisine pay almak (Bu maddenin yansımasını Ermeni ileri gelenlerinden Bogos Nubar; Ermenistan mukadderatının müttefikler elinde olduğunu, Fransa'nın zaferden sonra milli isteklerinin tam ve katı olarak sonuçlanacağı hakkında kendilerine teminat verdiğini belirtmiştir)105 için kullanmıştır.
Fransızların Osmanlı topraklarında çalışmalarını kolaylaştıran önemli faktörler mevcuttur. Bunlardan en önemli faktör özellikle Tanzimat'tan sonra ve kültürel anlamda, Osmanlı yöneticilerinden aydınına kadar özellikle toplumun üst katmanlarında görülen Fransa’ya bağlama çalışmalarıdır. Yukarıdaki maddelere bakıldığında da Fransa’nın siyasi, kültürel, dini ve ekonomik menfaatleri ve şark meselesinin neden çok boyutlu olduğu görülmektedir.
A. Cevdet Paşa’ya göre; “Katolikler Roma’daki Papa’ya bağlı idiler, piskoposların tayini ve görevden alınmaları Papa tarafından yapılmakta olup Papa, Katolik reayanın dini işleriyle ilgili İstanbul’da bir vekil bulundurmaktaydı.” 106 Tarihsel bağlamda hatırlanacak olursa Kanuni Sultan Süleyman Fransa Kralı Fransuva’yı diğer devletlerle düştüğü zor durumdan kurtarmış, hatta Fransa’ya kapitülasyonlar vermiştir. İşte Türk-Fransız dostluğunu doğuran bu olayı papalık iyi değerlendirmiş ve misyonerlerini Osmanlı’ya göndermiştir. Gönderilen bu misyonerler Osmanlı topraklarının dört bir yanına dağılmışlar ve azınlık içinde kurumsallaşmaya gitmişlerdir.
Misyonerlerin yaptıkları çalışmalar, Ermenilerin kendi ulus-devletlerini kurmaları yönünde Fransa’ya güvenle bakmalarını getirmiştir. Halep Ermeni Patriği’nin 14. Lui’ye uzun methiyeden sonra “Ermenistan, Fransızların en kudretli bir kralı tarafından kurtarılacaktır.’107 şeklindeki söylemi Ermenilerin hem mîc'VAnorlnrn hom rln Franca Vralınn Vıırfonrı anvıîvl^» hakfıHarını onctprmoVlorlîr lliioj V11V11V1V 11V111 uv A 1U11ÜU İYAUİU1U nUllunvi vvuv vhyiial İl Al ^vuıvı 11AWH.VV.W< ı .
Bu bakış ki onların bu tür ülkelerin sözlerinden çıkmadıklarını göstermiştir.
Misyonerler okullarında Fransızlar, Ermenileri kültürel boyutta eğitmişler ve kendi kültürlerini ve öğretilerini izcilik gibi maskeli teşkilatlarla aşılamaya çalışmışlardır. Hedef kendi mezhepleridir. Osmanh topraklarında misyonerlerin bu gibi rahat davranış sergilemelerinde Fransızlara tanınan kapitülasyonlar, din/ayin serbestisi gibi hür bir ortam önemlidir. Mesela, Islahat Fermanı Fransızların Ermenilerle ilişkisine ve ilgisine ivme kazandırmıştır, yoğunlaştırmıştır. Tabi ki ilgileri emperyalist çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede Batılıların OsmanlI'nın içişlerine karışmalarına yol açan Tanzimat ve İslahat Fermanları, gayrimüslimleri eşit statüye getirmiş, azınlıklar imtiyazlar elde etmişlerdir. Bu olay sosyolojik bağlamda da Osmanlı’nın sosyal düzeninin Batı modelinde yapılanması anlamına gelmektedir ki yapısal değişime doğru gidişi göstermektedir.
Nihayetinde Fransızlar, Ermenilerin de içinde bulunduğu kuvvetleriyle Adana’yı, Dörtyol’u vb. işgal etmiş, Türk vatandaşlarının evlerine girip gasp, tehdit, hapishanedeki mahkumların salıverilmesi ve Türk askerinin şehir dışına çıkarılması gibi uygulamalara başvurmuşlardır. Bu bağlamda Fransızlar, Ermenilcr yönündeki çalışmalarının karşılığını almışlar ve istedikleri siyasal sonuca yaklaşmışlardır. Bugün de bu yolda Türk’ü zor duruma düşürmek için çalışmaktadırlar.
2. 7. 5. Türk-Ermeni İlişkileri
2. 7. 5.1. İlişkilerin Tarihsel Seyri
Ermenilerin Türklerle olan ilişkileri Hazarlar, Hunlar, Göktürklcre dayanırken 1071 Malazgirt Savaşı’yla yeni bir boyut kazanmıştır. Bu savaşta Ermeniler, Bizans ordusunu terk eden kuvvetlerden biri olmuştur. Terk etmelerinde en __: r„ı.4it_ı__:__ ___n:____ı.ıo_.~
vııcıııı idKivııcı ibu yıııaıua oı^aiidiııHılıı Dciömm aıuııua z>uıuııı guuııcıcıı, dbiuınc edilmeleri, kendilerinin diğer güçlere karşı piyon olarak kullanılmalarıdır.
Ermeni tarihçisi Asoghik, Ermenilerin Bizans’a olan düşmanlıkları nedeniyle Türklerin Anadolu’ya gelmelerine sevindiklerine, hatta Türklere yardım ettiklerine vurgu yaparak o zamanlardaki Ermeni - Selçuklu ilişkisinden söz etmektedir."3 Yine Urfalı Mathieu. Selçukluların Anadolu hudutlarına girmelerini: bugüne kadar asla bir Türk süvarisi görmeyen Ermenilerin uzun saç örgüleri, ok ve yaydan ibaret silahları olan Türk süvarilerini şaşırarak ve hayretle seyrettikleri şeklinde tasvir etmektedir.108 109 Daha sonra Türk egemenliğini kabul eden Ermenilere. Türk devleti kadar halkı da şefkat ve iyilik göstermiştir.
Osmanlı yönetimiyle Ermcnilcr arasındaki ilk ilişki Osman Gazi zamanındadır. Bu devirde Ermenilerin Kütahya’da bulunan dini merkezleri 1324’tc Bursa’ya nakledilmiş ve Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle de Bursa’da bulunan Ermeni Patriği 1461 yılında İstanbul’a taşınmış ve İstanbul Ermeni Patriği Hovakim, Türkiye’deki bütün Ermenilerin patriği olmuştur.
Bu hareketlilik öncesini Bedros Garabedyan, Fatih’in Bursa’daki Ermeni Patrikhanesine gelerek Piskopos Hovakim ile olan yüz yüze etkileşimlerini (Hovakim Kutsal Kitabı okumaktadır) Fatih: “...Öyle ise rastgele bir sayfa aç, orayı oku ve izah et...’; Piskopos açtığı sayfadaki Peygamberler babında şu satıra tesadüf etti:‘Bütün dünyaya sahip olacaksın.’; Fatih: ‘ Bizans da dahil mi?’ diye sordu; Piskopos da ‘Tekmil dünya diyor, ona şüpheniz olmasın cevabını verdi.”110 şeklinde anlatmaktadır. Fatih Sultan Mehmet, bundan dolayı kendisi için dua etmesini istemiş İstanbul'u alırsa orayı payitaht yapıp Ermcnilcri de oraya getirip kendini de patrik yapacağına dair söz vermiştir. Fatih, sözünü tutmuş ve Hovakim’i de patrik yapmıştır. Böylccc dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Ermeni cemaati, üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları ortak bir kimlik duygusuyla cemaatleşme sürecini yaşamışlardır, bir anlamda da bu olay Ermenilerde sosyolojik anlamda millet olma süreci/milli kimliğin doğmaya başlamasının bir göstergesi olmuştur.
Patrikliğin İstanbul’a taşınmasından sonra buraya bir nüfus hareketliliği olmuş ve İstanbul zamanla Ermenilerin sosyo-kültürel ve ekonomik hayatlarının merkezi haline gelmiştir. Fatih devrinden sonra 20. yüzyıla kadar Ermenilerin dünyadaki nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu yer Osmanlı sınırlan olmuştur. Bu gelişmeler -özgür ortam- kendilerine her alanda ivme kazandırmıştır.
Sadece erkek nüfusu dahil edilmiş olarak belirli nüfus, ekonomik ve siyasi etkinliklerine bakıldığında 1885 yılında şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır:
Tablo: 2 İstanbul Nüfusunun Mesleklere Göre Dağılımı (1885)
Müslüman |
Ermen iler | |||
Sayısı |
O • o |
Saş ısı |
o • o | |
Devlet I liznıctindc Bulunanlar |
22.984 |
11.41 |
494 |
0.59 |
Tüccar-Esnaf-Sanaş ici |
51.073 |
25.37 |
35.979 |
42.90 |
Öğrenciler |
73.199 |
36.36 |
32.399 |
38.63 |
kişiler-Çocuklar ve Sanat Sahibi Olmayanlar |
54.083 |
26.86 |
14.998 |
17.88 |
TOPLAM |
201.339 |
83.870 |
(Bilal Eryılmaz, OsmanlI’da Gayrimüslim Tebanın Yönetimi, İzmir, Güçbirliği Yay., 1988, s. 131.)
Ekonomik anlamda, Anadolu'daki 166 ithalatçının 141 ’i Ermeni, 12"si çeşitli uyruklu ve sadece 13’ü Türk; 9800 dükkan sahibi ve zanaatkarların 6800'ü Ermeni, 2250’si Türk; 37 bankacının 32’si Ermeni ve 153 sanayicinin 130’u Ermeni ve 20’si de Türk111 vs. olduğu dikkate alımrsa Ermenilerin sosyo-kültürel açıdan olduğu kadar ekonomik alanda da büyük bir serbesti içinde oldukları görülmektedir.
Özel alanlarda olduğu kadar devletin kamusal alanında da (Meşrutiyetken sonra Osmanlı Mebusan Meclisi) yerlerini alan Ermenilcr, Ohannes Efendi, Scbuh Maksutyan, Rupen Yazıcıyan, Sahak Yavruyan, Hamazasp Ballaryan, Manuk Karciyan, Agop Şahinyan, Osep Kazasyan, Agop Gıcıkyan, Kirkor Bızdıkoğlu gibi isimleri vekillik olarak meclise yollamışlardır.112 Hatta bu vekillerden bazıları bakanlık dahi yapmışlardır, bunun gibi konsoloslar, elçiler, paşalar, doktorlar, üniversite öğretim elemanları, eczacılar vb. Osmanlı’ya hizmet etmişler ve Türk milletinin güvenini kazandıklarından ‘Millet-i Sadıka’ olarak anılmışlar, siyasal hakları ve hukuksal eşitliği olan, toplumsal bakımdan güçlü etnik ve dini bir azınlık olmuşlardır.
Osmanlı Devleti, diğer azınlıklarda olduğu gibi Ermenilerde de dinin inançlarına hiç karışmamış, bizzat saygı göstermiştir. Hatta denilebilir ki Ermenilerin bu zamana kadar dünyanın hiçbir devletinde Osmanhda olduğu gibi kamusal akında ekonomik, sosyal, kültürel hayatta yerini alamamıştır. Ancak Osmanh’nın zayıflamasıvla Ermeni kilise ve komitaları büyük güçlerin yönlendirmesiyle Ermenileri Osmanlı’ya karşı isyana hazırlamıştır.
2.7.5. 2. Kültürel Bağlamda Etkileşim
Tarih boyunca Türklerle Ermeniler arasındaki kültür ilişkileri 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarına kadar artarak devam etmiştir. Osmanh’da ilk tiyatroyu kurmalarından tutun, mimari, musiki, edebiyat ve el sanatlarına değin bu etkileşim/adaptasyon kendini göstermiştir. Bu bağlamda Ermenice’nin Türkçe’den, Türkçe’nin de Ermenice’den sözcükler aldığı görülmektedir.
7. ve 8. yüzyıllardan itibaren Ermenice’de; Alp Arslan, Kıhçarslan, Gazan, Atabeği vb. birçok isim; ata, oğlan, kızlar, vb. akrabalık; avcı, temirçi, vb. meslek; Hun, Hazar, Türk, Barsil vb. kavim ve yer adının yanında beslenmeden giyime kadar temel kültürler veya sosyal yapı ve üst kavramlarla ilgili çok sayıda sözle I t o
karşılaşılabilir.
Ermenice |
Türkçe |
Ermenice |
Türkçe |
Ot |
Ot |
Tanrı |
Tanrı |
Ahur |
Ahır |
Balta |
Balta |
Yaylag |
Yayla |
Su |
Su |
Etmek |
Ekmek |
Sançak |
Sancak |
Elçi |
Elçi |
Alaçuğ |
Çadır |
Sessen |
Şensin |
Boğa |
Boğa |
Hatun |
Hatun |
Monçug |
Boncuk vb. |
Elbette ki Türkçe’nin geniş bir coğrafyada yaygınlık göstermesi ve Ermenilerin yüzyıllarca Türklerin hükümranlığı altında yaşamaları Ermenice gibi dillere ses, sözdizimi, yapımı gibi yollardan çeşitlilik sunması olağandır. Türk kültürü
-
118 Günay Karaağaç, “Ermeni Dili ve Kültürü Üzerinde Etkiler” Yeni Türkiye Dergisi, sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001, s.968.
içinde yaşayan Ermenilcrin mani, hikaye ve masal gibi anonim ürünlerine de Türk izlerine rastlanmaktadır. Aslan Ağa hikayesi bir örnektir ve Deli Dumrul ile aynı motifi içermektedir. Aslan Ağa'nın kısaca özeti şöyledir:
“.Aslan Ağa, süslü bir çadırda oturan zengin bir beydir. İçkisi tükenir, hizmetçisini şarap almaya gönderir. Çarşıya giden hizmetçi bakkalın öldüğünü görür. Keşişi çağırır ve ölüyle ilgilenir. Bu sebepten gecikir. Aslan Ağa çok kızar. Durumu öğrenince, ‘O kimdir ki bizim bakkalın canını alır?’ diyerek Azrail’e meydan okur. Atına biner ve Azrail’le vuruşmaya başlar. Azrail dikkatlice Aslan Ağa'nın gözüne bakar. Aslan Ağa’nın gücü tükenir, bacakları tutmaz olur ve sendeleyerek evine döner. Azrail, Aslan Ağa’nın canını almak ister. Canını bağışlamak için Aslan Ağa mal ve para teklif eder. Azrail, canı yerine can bulduğu takdirde bağışlanacağını söyler. Aslan Ağa, anasından, babasından can ister, onlar vermezler. Sonunda karısı canını vermeye razı olur. Tanrı, Aslan Ağa ve karısını bağışlar ve 500 yıl ömür verir.”"9
Sasonlu Davit Destanı’nın Köroğlu Dcstanı’na benzemesi Ermeni edebiyatında Nasrettin Hoca fıkralarının özel bir yerinin olması, Leyla ile Mecnun, Aslan ile Gülbahar ve daha nicelerinin Ermenice’ye çevrilip Ermeni aşıklarının da bunları bazen Türkçe bazen de Ermenice söylemeleri etkileşimin örnekleridir. Bu tür adaptasyonlar Türk kültüründen Ermeni kültürüne, Ermeni kültüründen Türk kültürüne kadar gitmiştir. Kültürel etkileşim o boyuta varmıştır ki Ermenilere Batıklarca ‘Hristiyan Türklcr’ dc denmiştir.
19. yüzyılın sonuna dek Anadolu’da bu iki kesim kendi kültürünü içselleştirdiğinden çatışma olmamıştır. Ermenilcr dc diğer azınlıklar gibi bir alt kültür olarak görülmüş, cemaat yapılarını, milli kimliklerini kültürleriyle korumuşlardır, kiliselerinde, okullarında dini, kültürel faaliyetlerini sürdürerek bunları devam ettirmişlerdir.
2. 7, 5, 4, Türk—Ermeni Çatışması
Sosyal ilerleme olabilmesi için sosyal düzen olmalıdır, toplumsal ilişkilerde uyumun ve consensusun sağlanması için de gerekli olan budur. Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerle Türklerin ilişkileri bu yönde olmuş ve Ermeniler kendilerini OsmanlI’da bulmuşlardır. Ermenilerin kendi içlerinde düşünce, inanç ve tutumlarda
"9 A.g.e. s. 979.
bütünlük göstermişlerdir. Bu doğrultuda varolan normlar benimsetilerek kişisel çıkar yok edilmeye yerine ortak amaç duygusu ikame edilmeye çalışılmıştır.
Ancak, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ulus-devlet bilinci, pazar-hammadde ihtiyacı, misyonerlerin tahrikleri, kilise* ve komitaların çalışmaları sonucu Millct-i Sadıka’ya yön değiştirtilmiş vc işin içinden çıkılmaz bir hale gelinmiştir. Tüm bunlara bir de OsmanlI'nın 1877-1878 Rus Harbinde yenilmesi eklenince iş artık çığırından çıkmış, bu savaş sonunda Berlin antlaşması (1878) imzalanmıştır. Ermeni Millet-i Nizamnamesi’yle (1862) oluşan inanç ve bu yönde kendi kültür kuramlarının açılması, dil ve kültürün gelişmesi, toplu şikayette bulunma fırsatının verilmesi vb. Ermenilerde ihtilal ruhunun uyanması Berlin Antlaşmasıyla birlikte Ermenilerin isteklerini iyice su yüzüne çıkarmıştır.
Ermenilerin özellikle misyoner okullarında aldıkları eğitim, kollektif/milli bilinci iyice arttırmış ve devlet olma bilinci bununla atbaşı gitmiştir. Ermeniler devlet olma yönündeki amacı gerçekleştirebilmek için bütün kuramlarıyla Türk’ü kötüleyerek artık kan dökülmeden hürriyetin elde edilemeyeceği yönünde propagandalara girişerek isyana teşvik edilmişlerdir. İçte bunlar olurken dışta Batı, uluslar arası anlaşmalara Ermenistan adını koydurarak hem propagandaya hem de Osmanlı’nın iç işlerine karışmaya başlamışlardır.
Ermeniler, isyanlarında ve çeşitli faaliyet alanlarında -önlerine hep Abdülhamit çıkıyor-; Tl. Abdülhamit’i ortadan kaldırmadıkça kendi devletlerini kurma hayallerine ulaşamayacakları’nı düşünmüşler ve bu amaçla Avrupa’dan meşhur bir teröristi İstanbul’a getirmişlerdir. Bu terörist Abdülhamit’in arabasına bombayı yerleştirmiş, ancak padişahın Yıldız camiinde birkaç dakika gecikmesi tüm oyunlarını bozmuştur —~ ¥----
Ermeni olaylarının baş aktörü olan kilisenin; Ermeni millet nizamnamesiyle otoritesinin iyice yitmesi (Zaten Katolik ve Protestanların çalışmalarıyla Ermeni kilisesi geri plana itilmişti.) milliyetçilik akımını sığınacak kapı görmüş vc eski saygınlığını kazanmak için her türlü illegal yollara başvurmuştur. Yeni bir Ermeni Devleti kurulursa eski saygınlığını kazanacakları inancını benimsemişlerdi Ermenilerde içsel olarak da misyonerlerin çalışmalarıyla mezhep çatışmaları olmuş, Katolik, Protestan ve Grcgoryan olarak üçe ayrılmıştı, ayrıca bu nizamnameyle kilisenin gücü halka da geçmiş kilise otorite kaybına uğramıştı.
20 Azmi Süslü, Ermenilerin Yaptığı Katliamlar, Ankara, A. Ü. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, 1986, s. 17.
Bu olayları değerlendirirken bazı Türk entellektüelinin Ermeni komitacılarıyla el ve gönül birliği yapmış olmaları dikkatleri çeken önemli hususlardandır. Osmanlı toprakları üzerinde kendi ulus-devletlerini kurmak isteyen Ermenilerin Osmanlı padişahını (Abdülhamit) öldürtmek için getirttikleri terörist için Türk şairi Tcvfik Fikrct:‘Ey şanlı avcı, tuzağını beyhude kurmadın/Attın fakat yazık ki. yazıklar ki vuramadın!’ demesi bunun örneklerindendir. Fakat ifade edelim ki bu birtakım Türk aydını, misyoner okullarında milli şuurla yetiştirilen Ermeni komitacılarından değildirler fakat anomik bir ortamda yetişen ve Abdülhamit’i istibdat yönetimi ile suçlayan Türk aydınıdır. Tabi ki bu tür söylemler Ermeniler üzerinde olumlu tesir yapmıştır. Nihayetinde olayın dış güçlerin oyunu olduğunu bilen Abdülhamit ne OsmanlI’daki Ermenilcrc ne de içteki bu tür aydınlara bir şey yapmıştır/yapabilmiştir.
Müfettiş Şakir Paşa raporunda; İngiliz ve ABD’li misyonerlerin sönmüş olan fesat ateşini (ayaklanma) yeniden canlandırmak için ellerinden gelen heyecanlı telkinlerden geri kalmadıklarım belirtir.113 Burada görülen misyonerlerin Batı ve kendi örgütleriyle bütünleşerek hem toplumsal hedeflerini gerçekleştirme çabaları hem de Ermenistan gayelerine yakınlaşmış olduklarıdır. Amaç hedef kitlelerine iyi aşılanmış, mesajlar inandırıcı şekilde (dini-politik) verilmiş, neticeye bu şekilde ulaşmaya çalışılmıştır. İdeallerini, Batı’yla beraber hazırladıkları mesajlarını, seçilen ve iletilen teknik ve araçlarını titizlikle ve özveriyle belirlemişler; hedefe ulaşmada kendi dinamiklerini önplana çıkarmışlardır. Bu doğrultuda sıkı bir eğitim faaliyetine girişilmiş ve iyi bir denetim ve değerlendirmeye tabi tutulmuşlardır. Artık her Ermeni bilinçlidir, toplumsal entegrasyon sağlanmıştır, olay ve olgular içselleştirilmiştir, dert birdir: Büyük Ermenistan. Bu amacı gerçekleştirmek için de yoğun olarak çalışmışlardır.
Ermeniler kendi aralarında organizasyonlar oluşturarak içte iyi bir diyalog sağlanmış, propagandayla olayların tanıtımı yapılmış, kendi içlerinde psiko-sosyal anlamda istek ve ihtiyaçları karşılanmıştır. Organizasyonda kilise ve komitalar, grup içi ve dışı ilişkileri düzenlemişler ve çevreyle ilişkiler kurmada önayak olmuşlardır. Propagandayı siyasal olarak dışa ve konsolosluklara karşı kullanırken kendi hedeflerini hemen hedef kitlelerine iletmişlerdir. Olayları yönlendiren kilisc-komita, faaliyetlerini halkına duyururken bazen zorlu bir üslup; dış ülkelere bildirirken de Makyavelist politikayı kullanmıştır. Bu amaçla her türlü aksaklıkları ortadan kaldırmak, girişecekleri işleri anında halkına ve işbirlikçilerine duyurmak, dıştan hemen yardım istemek yöntemleri olmuştur.
Ermenilerde; planlı hareket etme, sorumluluk duygulan, davaya inandırma ve iç-dış ilişkiler sistemli şekilde kurulmaya çalışılmıştır. Ülke içindeki amaç sadece belli kişilerin bildiği değildir, aksine A’dan Z'ye yayılmıştır. Komita ve kilisenin alt görevlileri halkla yüz yüze, birincil ilişkiler kurmaya çalışırlarken; üst tabakalan ise dış ilişkilerde rol oynamaya çalışmışlardır. Her şeyin halkta bittiğini bilen yöneticileri, misyonerlerin de yardımıyla halkla bütünleşme yoluna gitmişler, din başta olmak üzere eğitim kurumlarıyla, sağlık hizmetleriyle, sosyal organizasyonlarıyla her türlü faaliyeti tabandan tavana yaymışlardır.
Ermeni meselesinin asıl odağında Batı’nın menfaatleri varken Ermeniler bunu kavrayamamış, büyük güçlerin adeta oyuncağı’ olmuşlardır. Daha sonra Ermenistan Cumhuriycti’nin Başkanı olan Hovhannes Katchaznuni bunu; ‘hayallerimize kendimizi kaptırmıştık’ diyerek itiraf etmiştir. Hangi hayal, elbette ki Batı’nın kendilerine verdiği -güya- hayaller. Ancak bu itiraflar her iki taraftan da binlerce insanın kanına mal olmayı engelleyememiştir.
Bu olaylar özellikle son dönemlerde cereyan ederken Osmanlı neyle meşguldü? OsmanlI’nın son dönemlerinde İttihat Terakki, Emre Kongar’ın ifadesiyle kendi insanına şiddetli istibdat uygulamış, bununla yetinmeyerek kendisine muhalefet edenleri vatana ihanetle itham etmiş, halk istibdat (Abdülhamit devri) devrini hasretle anmaya başlamıştır.114 115 İttihat Terakki, politika belirlerken maalesef atılımların da ulusal çıkarları savunmaya çalışsa da azınlıkların bağlılığım devam ettirmeye yarayan bir strateji benimsememiş, keyfilik ya da bilinçsizlik önplana çıkmış azınlıklar devletle yüz yüze geldiklerinde ikilem içinde kalmışlardır. Artık Anadolu’daki devlet-azınlık etkileşimi, büyük ölçüde şeffaf olmayan (iki taraf arasında) koşullar aitında gerçekleşmektedir. Bu bağlamda devlet, girişim yönüyle kendisinin tanımladığı ulusal çıkarlarla özdeşleştirmesi, hükümetçe yapılan yanlışların sorgulanmaması, Ermenileri dış etkiye tamamen açık hale getirmiştir. Bu dönemde Ermeniler, tarihsel anlamda yaşadıklarından sapma davranışıyla karakterize olmuşlardır, dolayısıyla OsmanlI'daki devlet -azınlık etkileşiminde artık oydaşına yerini çatışmaya bırakmıştır. Fakat ifade etmek gerekir ki bunda Osmanlı’yı yönetenlerin bireysel hatası olsa da gerçek etken misyonerleri ve siyasetleri ile daha çok Batılı ülkelerdir. Zira gerçekte Ermenileri topyekün bir silme anlayışı Türklerde hiç olmamıştır. Ayrıca ısrarla belirtmek gerekir ki Osmanlı yapılanların karşılığını vermek isteseydi bugün Anadolu'da Ermeni adı ve problemi hiç geçmeyebilirdi.
2.7. 5. 5. Ermcnilcrin Soykırım Merkezli İddiaları
Ermcnilcrin Türkler üzerindeki iddialarının özünde ‘soykırım’ olgusu vardır. Bu ise kendini genellikle ‘Türk düşmanlığı’ şeklinde tezahür ettirmiştir. Genel olarak iddialarını 6 maddede özetlemek mümkündür. Şöyle ki:
a- Türkler tarihsel olarak Ermenilcrc zulmetmişlerdir.
b- Türkler acımasız olup aynı zamanda da katildirler.
c- Türkler-Selçuklulardan Osmanlılara kadar- aslında Ermeni topraklarını gaspetmişlerdir. Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere buralar Ermcnilcrin m ı A rr**»l 11 /-i t »• Dıı taTİar'r'’ ktı Ia/Aİ rrnrln vacnvnn on i n ı”ı ■fı i cı ı »T 11 n
cuiaj uiuu/ y vı ıııvı tun. uu ıvz-.ıviııu iov uu uuığvuv jui mvıu uuıuouuuu
çoğunluğuyla ispatlamaya çalışmışlardır. Oysa yabancı yazarlarda* dahi Ermcniler hiçbir zaman bu bölgede salt çoğunluğu sağlayamamışlardır. Hatta savaşlardaki stratejileri göstermiştir ki bölgede yaşayan Türkleri öldürerek ya da göçe zorlayarak Ermeni nüfusunu çok göstermeye çalışmışlar bunda dahi başarılı olamamışlardır.
d- Ermenilerin günah keçisi haline gelmiş 1915 tehcir (göç) olayını l’ürklcr Ernıcnilere soykırım (genocide) yapmıştır ve bu ‘20. yüzyılın ilk soykırımıdır' şeklinde içe ve dışa lanse etmişlerdir. Oysaki ‘Ya Ermenistan ya da mezaristan' yine ‘Nerde Türk görürsen öldür’ sloganları kendilerinindir. Yine Ermeni isyanları üzerine OsmanlI'nın asker sevkiyatıyla isyanları bastırması dışarıya katiiam/soykırım olarak propaganda edilmiştir.
e- 1915’teki soykırımda yaklaşık bir buçuk milyon Ermeni katledilmiştir. Bu tehciri soykırım olarak değerlendirerek göç esnasındaki gerekçelerle -hastalık, yorgunluk vb.- ölenleri abartarak (bir buçuk milyon gibi) malzeme yapmışlar ve milli bir kimlik, milli bir mesele haline getirmişlerdir.
f- O günden bu güne (tehcir) değişmez olan iddiaları soykırımdır ve uluslar arası arenada yerini alan Ermenilerin Türklcrdcn tazminat istemeleri bundan sonra ise uygun konjonktürde son aşama toprak talepleridir. (İsyanlarda doğudaki isteklerinde görüldüğü gibi.)
Ancak bugün dahi Batı ülkelerinin bazılarına soykırım yalanını kabul ettirmişler (18 Ocak 2001 Fransız Milli Meclisi kabul etmiştir.), bunun üzerine Erivan’da Ermeni Şükran Mitingi tertip etmişler ve lobicilikle ABD gibi ülkelerin parlemcntolarına sunmuşlardır. Ayrıca Ermeniler propagandalarını; diasporası, kültür merkezleri, kiliseleri ile üniversite, medya çevreleriyle, harita, kitap, broşür, pankart, mektup gibi araçlarla yapmaktadırlar. Kiliselerinde dini törenler yaparak Avrupa’da görüldüğü gibi gösteriler, yürüyüşler, protestolar, kongreler...ve Türk bayraklarını yakarak, soykırım anıtları dikerek amaca ulaşmaya (toprak talebi) çalışmaktadırlar.
2. 7. 5. 6. Ermcnilcrin Soykırım İddialarına Karşı Türklcrin Tezleri
Ermcnilcrin iddiaları ne tarihi ne de sosyolojik olarak hiçbir şe\ !e bağdaştırılamaz. Yukarıdaki iddialar eğer gerçck/rcalite olsaydı Türk toplumu içinde 1000 yıla yakın yaşayan Ermenilerde ne dil ne din ne sanat ne kültür vs. kalırdı. Halbuki Ermeniler bunları özgürce yaşamışlar hatta Türk toplumunun da sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal hayatına katkıda bulunmuşlar ve Millet-i Sadıka olarak tarihe geçmişlerdir. Daha ötesinde Rusya-Ermeni ilişkileri başlığı altında yapılan alıntıda da belirtildiği üzere Rus hegemonyası altında yaşarlarken dillerinden dinlerine kadar sürgün ve zulüm gördüklerini bizzat Ermeni prensi Leo;...burun deliklerinizi yırtan, kadınlarınızı halkın gözü önünde kamçılayan...kuzeyin zalimi, ifadeleriyle dile getirirken; Türk’ün Ermenilere yaptıklarını ise; Onlarda Rus kamçısı yoktur...sultanın hükümdarlığı altında insanlık vardır, tabirleriyle anlatmaktadır. Bu bağlamda Ermenilerin ezdiler/asimile ettiler tezlerine karşı ileri sürdükleri savunma ve karşı tezleri şöyle tasnif etmek mümkündür:
Tez a- Ermeniler dil, din, kültür bağlamında Türk idaresi altında özgürce yaşamışlar ve hiçbir şekilde asimile edilmemişlerdir. Hatta Osmanlı, her etnisitenin maddi ve manevi olarak örgütlenmesini bizzat sağlamıştır. Ermenileri ezmek/asimile etmek isteyen ulus onlara dillerini, dinlerini, kültürlerini yaşatmaz, hatta kiliseleri bulunmadığı için kilise yaptırmazdı, hatta bakan, milletvekili hiç olamazlardı. Öylcki Fatih Sultan Mehmet, edilgin ve dağınık halde bulunan Ermenileri İstanbul’a getirerek onların etkin ve kültürel bütünleşmelerini sağlamış (Patriklik taşınmış) ve Ermeniler milli kimlik ve milli benliklerini burada yaşamışlardır.
Bu bağlamda ünlü Bemard Levvis’in; Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında her dinden ve her milletten insanlar için tartışmasız bir mutluluk devrinin yaşandığını belirtmesi; yine Avrupa’daki büyük reform hareketini başlatan Alman Martin Luther’in, Alman milletine yaptığı bir hitabında: “Ey Almanlar, bırakınız Türkler Almanya’yı istila etsinler, hakkın, adaletin ne olduğunu Türkler size öğreteceklerdir.”116 şeklindeki sözleri Türk’ün salt Ermenilere değil diğer azınlıklara da bakış açısı göstermesi bakımından önemlidir. Türk kültüründe ne bir ırkçılı ne d ‘öteki'ni aşağılama gibi bir olay vardır. Ancak şu vardır; ‘Herkese bir gözle bakmak.'
Tez b- Ermenilerin ‘Türkler soykırım yapmıştır’ tezine karşı ileri sürülen tezi şöyle belirtmek mümkündür: Ermenilerin amacı dünyada siyasi, ekonomik ve askeri güç durumundaki ülke yönetimlerine kendilerinin soykırıma uğramış olduklarını kabul ettirmek ve bu durumu merkezi ve mahalli yönetimlerce tescil ettirmektir ve beraberinde para ve toprak talebini getirecektir.117 Gerçekte Ermeni katliamı/soykırımı diye bir şey yoktur. Bu söylem Ermenilerin dünyayı etkilemek ve kendilerine acındırmak için ‘ezilmişlik psikolojisi’yle söyledikleri bir slogandır. Zaten OsmanlI’nın kültüründe dinsel hukukun etkinliği bağlamında soykırım/katliam yasaktır. Soykırım olarak gösterilen tehcir (göç),* Ermeni komitalarının Türk halkına ve askerine saldırmaları ve Rus yanlısı hareketlerinden dolayı sadece bir tedbirdir. Osmanlı, sevk edilen Ermenilerin can ve mallarının korunması, Ermenilere karşı işlenen suçların cezalandırılması, Ermenilerin iskanı için yardımcı olunması, borçlarının ertelenmesi, suçu olmayan Ermenilere dokunulmaması yönünde kararlar ve yaptırımlar uygulanmıştır. Göç eden Ermenilerin geride bıraktıkları mal ve eşyaların değerinin hükümetçe sahiplerine verileceği ve terk edilmiş inalların korunarak sahipleri adına satılması yönünde bir şifre buna örnek bir belgedir.
Erzurum Vilayeti’ne yazılan;
“C. 24 Mayıs (1)331. Ermenilerin birlikde götürülemeyecekleri eşyanın kıymeti hükümet tarafından ashabına te’diye edileceği cihetle emval-i metrukenin muhafaza ve ashabı namına bi’I-müyazede bey’i icab eder...118
Yine Ermeni sevkiyatı sırasında usulsüz davranan Tcnos kaymakamı azledilmiştir.
“Sivas Vilaycti’ne
Tcnos Kaim-i makamı Cemil Bcy’in Ermenilerin şevki esnasındaki ahval ve harckat-ı gayri layıkasına bina'cn azli der-dest olduğundan şimdiden eli işden çektirilmesi muktezidir. Muma-ileşiı hakkındaki evrakın Divan-ı Harb-i Örfi'ye tcvdi’i hususu Heset-i Tahkikiyc Re isi Mazhar Bej e yazılmıştır.
Fi 11 Teşrin-i Evvel sene (I )33 1 Nazır Talat”
Bu olay (Tehcir) bugün Ermeniler ve diasporasınca sıcak tutulmaktadır. Fransız Milli Meclisi’ne kabul ettirdikleri 18 Ocak 2001 tarihli sözde Ermeni soykırımı buna bir örnektir. Bunlar yapılırken Türkiye’yi uluslar arası arenada yıpratmaya, Türkiye'den tazminat ve toprak elde etmek için uygun ortam oluşturmaya, Türkiye’nin AB’ye girmesine engel olmaya çalışmaktadırlar. Böyle çalışmalar yaparlarken de büyük güçlerin eline düşmekten ve kendilerini Türklere karşı bir koz olarak kullandırmaktan kurtulamamaktadırlar.
Günümüzde Türkiye açısından bir gerçek var ki o da Ermcnilcrin ileri sürdükleri iddialar ve yaptıkları propagandalar, kuşatmalar vs. karşısında l'ürk hükümetleri gerekir bir tepkisellik göstcr(e)memekte; sanki ‘biz Osmanlı’nın devamı değiliz’ dercesine (reddi miras)*harcket etmektedirler. Bu tutum ise Ermcnilcrin çalışmalarını kolaylaştırarak (18 Ocak 2001 tarihinde Fransa’da olduğu gibi) onları başarıya götürmektedir.
Tez c- Ermeni meselesi Ermenilerin meselesi değildir. Geçmişte Ermeni sorununun uluslar arası bir hal aldığı Ayastefanos antlaşması göstermiştir ki Rusların menfaatine uygun olarak Ermeniler için madde koydurmaya çalışılması, bunu üzerine İngilizler menfaatine ters düşeceği inancıyla bu anlaşmayı Berlin anlaşmasıyla yenilettirmesi Ermenilerin ihtiyaçları gereği değil, hegemonik güçlerin çıkarları içindir.
Amerikan dış misyoner örgütünün sekreteri Smith; “Bütün bu asil hizmetlerimiz Ermeni milletini bize karşı sonsuz ve şükran duygularına gark etti...artık Ermeni milleti bu koruyucularının ve velinimetlerinin ellerinde bir balmumu parçası 119 gibidir.”120 derken Ermenileri istedikleri şekle getirdiklerini anlatmıştır. Abdülhamit de anılarında bu dışsal etkiyi Ermeni meselesinin Ermenilerin meselesi olmadığım vurgulamış ve huzur içinde yaşayan bu etnisiteyi (Ermeniler) ajanları, papazları, öğretmenleriyle elde ederek diğer ülkelerin Osmanlı'nın parçalanmasına çalıştıkları} la açıklamıştır. Burada Abdülhamit’i üzen olay ise Jön Türklerin Ermeni komitalarıyla işbirliği yapmaları, hatta komitalardan para alıp ve nihayetinde Osmanlı'nın yıkılışında bilmeden rol almalarıdır.121 Kaldı ki yıllardır Ermenileri piyon olarak kullanan büyük güçlerin Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yapılan Lozan antlaşmasında Ermeni meselesini gündeme getirmemeleri Ermenileri kullandıklarını göstermektedir.
Tez d- Ermenilerin (Sivas, Elazığ, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Van gibi) bazı yerlerde nüfusça çoğunlukta oldukları görüşleri kabul edilmemiştir. Berlin antlaşmasının 61. maddesinin uygulandığı altı vilayette nüfus durumu şöyledir: Sivas'ta toplam nüfus 1.086.015, Ermeni nüfusu 170.433; Elazığ’da toplam nüfus 578.814, Ermeni nüfusu 69.718; Erzurum’da toplam nüfus 645.702, Ermeni nüfusu 134.967; Bitlis’te toplam nüfus 398.625, Ermeniler 131.290; Diyarbakır’da toplam nüfus 471.462, Ermeniler 79.129; Van’da toplam nüfus 430.000, Ermeni nüfusu 80.798’dir.122
Tez e- Ermeniler soykırıma uğradıklarını, asimile olduklarını söyleyerek kendilerine açındırdıkları gibi; kendi kökenlerini Urartulara dayandırmaya çalışarak Anadolu’nun yerli halkı gibi kendilerini göstermeye çalışmalarındaki amaç tazminat kazanmak arkasından da toprak talep etmektir. Halbuki Türkiye üzerindeki tarihsel beklentileri uğruna (toprak talebi) soykırım, asimile iddiaları kadar; kökenleri ve yaşadıkları yerleri uğruna kendilerini haklı çıkarmaya çalışsalar da bu köken görüşü hiçbir yerde taraftar bulamamaktadır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MİSYONERLİK ve ERMENİ ÖRGÜTLENMESİ
3.1. Misyonerlik Politikasında Ermenilcrin Yeri
Misyonerlik politikasında Ermenilcri, mezhep farklılıklarını da dikkate almak kaydıyla Hristiyanlığa girişleri, millet haline dönüştürülmeleri ve OsmanlI'nın parçalanması için isyana teşvik açısından üç önemli yaklaşım ile değerlendirmek mümkündür. Şöyle ki:
a- Ermeniler, Gregory sayesinde Hristiyanlığa girmişler ve inançlarım yaşantılarının her alanına yaymışlardır. Osmanlı’da da ‘Gregoryan Milleti’ olarak cemaatscl yaşamlarını idame ettirmişlerdir. Ancak misyonerlerin Ermenileri eğitimle, sosyal ve kültürel organizasyonlarla kendi mezheplerine çekmeye çalışmalarıyla misyonerler ve Ermeniler arasında birbirlerini öldürürcesine mezhepsel çatışmalar olmuş, nihayetinde OsmanlI’nın mezhep değişikliklerini serbest bırakmasıyla da bunlar son bulmuştur.
Bu mezhep serbestiyetinin kabul edilmesinde büyük güçlerin de etkisi sözkonusudur. Örneğin Osmanlı Devleti içerisindeki Ortodoks hamiliğini Rusya ve Katolikleri koruyuculuğunu Fransa’nın alması İngilizlcri harekete geçirmiş ve İngiltere Islahat Fcrmanı’na (1856) din değiştirme serbestiyetini koydurarak Protestan Ermenilerinin hamiliğine soyunmuştur. Bu yolla Osmanlfnın -Protcstanlara sahip çıkma bahanesi ile- iç işlerine karışma imkanı bulabilmiş ve Protestanlık politikaları da Ermeni kültürünü öncelikle ele aldığı için Ermenilerin milli duygularım kolaylıkla harekete geçirebilmişlerdir.123 Bu bağlamda misyonerler için Ermeniler, Gregoryanlığın kaldırılarak kendi mezheplerine çekebilmeleri (ikame etmek) yönüyle önemlidir.
b- Dinsel yönde cemaatleşen bu etnik grubu (Ermeniler) misyonerler, OsmanlI’nın parçalanması için millet haline dönüştürmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda misyonerler milletin unsurları olan dil, din, kültür....etrafında toparlamışlar ve gerekli olan son parçayı da -toprak, vatan- oluşturmak için büyük güçlerin (siyasi, ekonomik...) hedefleri doğrultusunda çalışmışlardır. Misyoner White’nin;
“Hristiyanhğın cn büyük rakibi Müslümanlıktır, Müslümanların da en kuvvetlisi Türkiye'dir, bu hükümeti ve memleketi devirme için Ermeni ve Rum dostlarımızı terk etmemeli}iz. Hristiyanlık için Ermeni ve Rum dostlarımız tarafından o kadar kafa feda edildi ki bunların birçoğu İslamlara karşı mücadelede şehit oldular, unutmayalım ki kutsal hizmetimizin sonuna kadar pek çok böyle şehit kanı dökülecektir... yaptık ve başarılı da olduk.”1’2
şeklindeki ülkeleri ve misyonları adına görüşleri ilgi çekicidir ve meseleyi gözler önüne sericidir.
Osmanlı Devleti, büyük güçler nazarında ‘hasta adam’ ya da yıkılacak bir devlet olduğundan ve hepsi de buradan aslan payını almak istediklerinden çeşitli politik oyunlar -insan hakları ihlali, soykırım meselesi- icat etmişlerdir. Bu anlamda yeri geldiğinde kiliseleri silah deposu haline getirerek komitaları yönlendirmiştir. Bu sorunsallığın kökenleri ise sadece 19. yüzyıldaki değişimlere değil Şark meselesine dayanmaktadır.
Bu Şark meselesi* (sübjektiflik içermekte ve pek çok manada kullanılmaktadır.) kimilerine göre Rusların (1071) Anadolu’ya girmesiyle başlamış kimilerine göre de Türklerin Orhan Gazi zamanında Rumeli’ye geçmesiyle (1357). Ancak genel kabul gören 1815 yılında yapılan Viyana Kongrcsi’nde Rusların ortaya attığı ve benimsenen ‘Şark sorunu’dur. Lâkin bu sorun büyük güçler arasında nasıl anlaşıldığı yönünde değişiklikler arz etmiştir.
Örneğin; 19. yüzyılın ilk yarısına kadar Osmanh’nın toprak bütünlüğünü koruma şeklinde iken (Ingiltere ve Fransa uyguluyor); 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanh’yı Avrupa’dan atma şeklinde tezahür etmiş; 20. yüzyılla birlikte tekrar değişmiş (I.Dünya Savaşı’ndan sonra) Anadolu’dan atma ya da Anadolu’da yok etme şekline bürünmüştür.124 125 Misyonerler de Ermenileri kültürel olarak eğitirken bu değişimlere göre eğitmişler ve büyük güçlerin menfaatleri yolunda faaliyet göstermişlerdir.
c- Misyonerler, kendi mezheplerine çektikleri Ermenileri büyük güçlerin istekleri doğrultusunda Osmanlı’nm parçalanması yönünde onlara salt modem bir eğitim getirmekle yetinmemişler onları isyana da sevk etmişlerdir.
Tarihsel bağlamda yaşananlar anlamında (Haçlı Seferler vs.) misyonerler ve büyük güçler Osmanlı’yı bölmek için Ermenileri stratejik bir araç olarak kullanmışlardır. Ermenileri de kendilerine ulus-devlet olma vaadiyle ve din, eğitim, ekonomiyle bağlamışlardır. Misyoner okullarında - Ermeni ve Rum - örgütler rahatlıkla da yuvalanmışlardır.
Büyük güçlerle misyonerlerin ilişkisi özellikle 19. yüzyılda bir paralellik arz etmektedir. Bu yüzyılda kapitalizm emperyalizme dönüşmüş ve Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçilik akımı imparatorlukların yıkılmasına neden olmuştur. Büyük güçler de böyle yerlerde azınlıklara -Osmanlı’da Ermeniler, Rumlar - el atmışlardır. Önemlidir ki büyük güçler azınlıklarla ilişkiye (kendilerine bağlamak için) dini kanallardan geçmişlerdir, bu kanalı ise misyonerleri sağlamıştır. Bu ulaşımı OsmanlI’daki mezhep serbestiyeti daha da hızlandırmıştır; artık İngiltere, Fransa, ABD arasında yarış başlamıştır.
Bu yarış en açık bir biçimde eğitim ya da okullaşma olgusunda görülmektedir. Misyonerler, okullarında kendi mezheplerine çekmekten Osmanlı üzerindeki siyasi beklentiye kadar bütün emellerini bu kuramlarda gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bu okullar, Ermeni isyanlarının oluşum süreçlerinde önemli fonksiyonlar icra etmiş, isyan etmeyi düşünen insanlar yetiştirmiştir. Bu okulları bitiren Ermeni gençleri Batı ülkelerinde kültürel değişimlerini iyice yaşamışlar ve bu yolda bilinçlendirilmişlerdir. Örneğin; ‘Robert Koleji olmasa Bulgaristan olmazdı’ söylemleri duyulacaktır ki bunlar misyoner okullarında öğrencilerin ne gibi idealler altında eğitildiği ve ne konuda dersler gördükleri yönünde manidardır. Aynı zamanda misyoner okulu kurucuları bunları yaparlarken de imparatorluğun insan ve cemiyet anlayışını, bu cemiyetin dayandığı temelleri iyi anlayarak; nasıl ki Osmanlı, Hristiyanlardan toplanan çocukları imparatorlukta İslâmlaştırıp önemli devlet hizmetlerinde kullanmışlarsa, aynı ideali benimseyen Ilristiyan misyonerler de kolej kurduktan sonra ilk etapta Hristiyan gençler yetiştirerek bu gençleri o ülkeye birer devlet adamı hediye etmeyi de ihmal etmemişlerdir. Bu okullar Türk öğrenciler yönüyle unutulmamalı ki batıya yönelik eğitimden aldıkları yeniliklerle kendi kültürlerinden uzaklaşmışlar, materyalizm ve Fransız pozitivistlcrini hazırlayan bazı filozofların fikirlerini edinmişler dolayısıyla dış faktörlerin etkisiyle hareket etmişlerdir.1’'4 Bunlara en iyi örnek Tanzimatçıların eğitim görüşü verilebilir ki bu aynı zamanda zamanımızdaki eğitim sisteminin içinde bulunduğu dönemi göstermektedir. O da şudur ki; eğitimdeki bölünmeler olarak gösterilebilecek bu olgu Tanzimat'ın iki siması Ali ve Fuat Paşalar zamanında görülmektedir. Bu Paşalar zamanında eğitim ikili bir anlayış olan, biri mektep diğeri medrese olarak karşımıza çıkmaktadır.126 127 Diğer bir tabirle eski ile yeni, bunlar hem aynı devirdedir hem de karşı karşıyadırlar. İşte ikiliğin net olarak görüldüğü bu okullarda bir taraftan Arapça dersleri, din ilimleri okutulurken diğer yandan fizik, kimya vs. okutulur. Neticede bu okullarda ekonomik bir söylemle hammadde mamül madde haline getirilmiştir.
Ermeni gibi etnisitenin misyoner eğitim kurumlan açılmadan evvelki bakış açılarıyla sonraki -dil,din, örf-adetleri, geleneksel ve çağcıl bir biçimde öğrctilmiş-bakış açıları bir tezat oluşturmaktadır. Nihayetinde stratejileri gereği OsmanlI’nın parçalanmasında -iç çözülme vs.- misyonerlerin faaliyetleri yadsınamaz. O halde sonuç olarak denilebilir ki misyonerler, OsmanlI’nın parçalanması yolunda Ermenileri stratejik bir araç olarak kullanmışlardır.
3.2,.Misyoner Okullarında Misyonerlerin Ermenilere Dönük Politikaları
Misyonerlerin amaçlarının (misyonlarının) gerçekleştirilmesinde eğitim olgusu, çalışma alanlarının en önemli görüntüsüdür. En önemli amaçlarından biri olan ‘insanların Hz. İsa’nın sürüsüne katılmaları’ bu kurumlar vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.
Henry Jessup, misyonerliğin başarısı için temel şartın okullar olup bunun da gaye olmayıp vasıta olduğunu ve Incil’in başka yollarla sokulamadığı yerlere okul vasıtasıyla girdiğini vurgulaması okulların ne gibi bir vasıta olduğunu
göstermektedir.128 Lâkin 19. yüzyılla birlikte misyonerliğin emperyalizmle birleşmesiyle anlayışlar yerini daha çok siyasi ve ticari denebilecek bir amaca bırakmıştır. Misyonerler de batı için bu amaçların gerçekleştirilmesinde önayak olmuşlardır. İstanbul, Kudüs, Harput, Merzifon, Tarsus gibi OsmanlI’nın stratejik bölgelerinde istasyonlar kurarak işe buralardan başlamışlardır. Bu şekilde misyoner ve azınlık okulları*, edilgin olan etnisiteyi (Ermeni vs.) ulus-devlet kurma yoluna itmiştir.
Bu anlayış kendisini Aralık 1831 tarihli bir misyoner talimatnamesinde kendisini göstermektedir. Burada misyonerlere hitaben: “Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın, mücadele manevi alanda kafanın kafayla, kalbin kalple mücadelesi ise de... bu mukaddes ve vaad edilmiş topraklar silahsız bir haçlı seferiyle geriye alınacaktır.”129 denmektedir. Misyonerler, eğitim kuramlarında dinsel propagandalarını yoğun olarak yapmışlar, gerek OsmanlI’daki okullarında gerekse kendi ülkelerine götürdükleri** Ermenilere dil ve kültürlerini aşılamışlardır. Örneğin YMCA olarak bilinen Genç Erkekler Hristiyan Birliği tarafından sağlanan okuma -yazma, Hijyen, günlük ev işleri, çocuk bakımı vs. türü etkinliklerle göç ettirilenler Amerikan toplumuyla bütünlcştirilmektedir ya da ‘Amcrikanlılaştırma.’130
OsmanlI’da başlangıçta dini niteliği ağır basan bir eğitim düzenini benimseyen ve dolayısıyla da kiliselere bağlı kurumlar halinde teşkilatlandırılan bu okulların yanında elçilikler de birer ‘Elçilik Okulu’ açmışlar, okullar bir süre sonra amaçlan dışına çıkarak birer yabancı devlet okulu olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Görüldüğü gibi azınlıklara ve yabancı devletlere birdenbire okul açıp öğrenim yapma hakkı verilmemiştir. Verilen kapitülasyon, imtiyazlarla hem azınlıklar hem de misyonerler resmi ve gayri resmi okullar açarak siyasi ve kültürel sahalarda bizzat Ernıenileri kullanmışlardır. Hatta Stanford Shavv, misyoner gruplarının, Osmanlı hükümetinin okullarını ve eğitim programlarını denetleme gayretlerine sürekli karşı çıktıklarını ve zaman zaman azınlıklarla birleşerek onların milliyetçi emellerini teşvik ettiklerini belirtir.139 Aynı zamanda bu misyoner okulları hem azınlıkları kontrol altına almış hem de kendi insanına eğitim imkanı vermiştir.
Misyonerlerin faaliyetlerinde -sadece Ermenilere ait değil- en önemli faaliyet alanı okullar olmuştur. Bu okulların ilk etkileri Gregoryan-Katolik-Protestan mezheplerinin çatışmasında, daha sonra da etnik şuurun uyanmasında görülür. Misyonerler ve destekçileri olan büyük devletler, hedefleri yönünde Anadolu’daki etnik grupları eğitim, ticaret, siyaset gibi alanlarda gelişmeye zorlayarak Türk-Ermeni arasındaki uçurumu derinleştirmişler ve bir iç çözülme-çatışmayla onları karşı karşıya bıraktırmışlardır. Ermcnilcr bir kültür sistemi (din, kilise...) içinde yaşarlarken misyonerlerin çalışmaları kültürel unsurlarında yapısal bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Şunu da eklemek gerekir ki Ermenilerdeki değişmeyi salt misyonerlere bağlamak, indirgcmccilik olacak ve bir yönüyle eksik kalacaktır. Osmanh’nın da -iç mantık- adımlarının yavaş olması bu değişimde dolaylı faktördür. Fakat her şeye rağmen Osmanlı, mezhepsel değişiklikleri ve illegal açılan okulları kapatmaya çalışarak bütünlüğü korumaya çalışmıştır.
Misyonerler, okullarında eğittikleri Ermeni gençlerini kendi ülkelerine götürmüşler, ABD, İngiltere ve Fransa, kendi ülkelerinde bu çocuklara çocuk bakımından, günlük ev işlerine kadar eğilim vermişler; kendi toplumlarıyla bütünleştirerek büyük bir ‘eritim potası’ içinde kendilerine dönüştürmüşlerdir. Coğrafyalarından koparılan bu çocukların kültürel dokularında, kimliklerinde bir değişim başlatmışlardır.
Bu göç ‘değere göç’tür, çünkü eğitim kuramlarında belli bir kültür düzeyine getirilip buralarda kendi ideallerini (Osmanh’nın parçalanması ve kendi ulus-devletlerini kurma) aşılayarak Ermenileri sorun haline getirmişlerdir. Misyonerler ve kilise, eğitim kuramlarında Ermeni bayrakları, topraklarını gösteren haritalar, milli marşlar gibi simgelerle bireyleri bir toplumsal varlığa katılmaya çağırmışlar, onlara millet olma bilinci aşılamışlar, kendilerini bu varlığın bir parçası olarak hissetmelerini dolayısıyla toplumsal birliği güçlendirmeyi hedeflemişlerdir. Okullarda şiir, tiyatro gibi etkinliklerle de bu duygular iletilmiş, Ermcnilcr içinden misyonerler ve kendi okullarında aldıkları eğitim sayesinde bir ‘elit’ grubu oluşturulmuştur.
Misyonerler bu çalışmalarıyla Ermcnilcri kendilerine bağlamışlar ve amaçlarına ulaşmada stratejik bir aracı hazır hale getirmişlerdir. John Dewcy de; Ermenilerin kaderinin, yabancı güçlerin emperyalist ve nasyonalist iştahlarının birer aleti olduğunu131 vurgular. Misyonerler, Ermenileri kontrol altında tuttukları gibi bunlar sayesinde Osmanlı’da söz hakkı alarak/hamiliğc soyunarak OsmanlI’nın iç işlerine karışmışlardır. OsmanlI’nın içinde bulunduğu şartları da göz önünde bulundurarak silahlı eylemlere kadar Ermcnilcri teşkilatlanmışlar, aynı zamanda kendi okullarında kendi kültürlerinin aşılamışlardırlar. Onun için misyonerlerin Ermeniler için açtıkları okullara; Amerika için Amerikanhlaştırma ve mezheplerine çekme, Fransızlar için Fransızlaştırma ve mezheplerine çekme, îngilizler için de İngilizleştirme ve mezheplerine çekme okulları demek daha doğru olacaktır. Buralarda ilk bakışta kültürel hegemonya (asimilc-eritme potası), okulların yanında diğer sosyal organizasyonlarla da (fırınlar vs.) bütünleştirilmişlerdir.
Her ülke misyonerleri hem elçilikleri vasıtasıyla okul açarak hem de kendi mezheplerinin hamisi gibi davranarak Ermenileri denetim altına almaya çalışmışlardır (koruyuculuk politikası). Denetimlerine almanın en emin yolunun eğitimden geçtiğini anlayarak Anadolu’nun en ücra köşesine kadar eğitim kurumlan açmışlar ve misyonerler hem eğitim bilgisi hem de eğitim bilinciyle Ermenileri istedikleri yolda kullanmışlardır. Osmanlı Devleti, misyoner faaliyetlerinin ivme kazanması üzerine misyoner teşkilatlarını ve özellikle yabancı okulları yakın takibe almıştır. Zira bu dönemde misyoner okulları asıl görevlerini unutup Ermeni çetelerinin barındığı bir yer haline gelmiştir.
Misyoner okullarının Osmanlı topraklarına yayıldığı 19. yüzyılda misyonerler ve konsolosluklar devlet yönetiminde fiili çalışmışlar, gayrimüslimlerin şikayetlerini incelemekle kalmayıp şikayetleri yoksa onlar için şikayetler bile icat etmişlerdir.132 Bu anlamda yapısal ve organizeli olarak her alanda örgütlenmişlerdir. Dolayısıyla dikkat edilmesi gereken bir olg.ı da bu konsolosluklar ve misyoner okullar; ilişkisidir. Zira büyük güçler Ermcnilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlere konsolosluklar açmışlar, bunlar aracılığıyla Errmcnilcrlc hem ilişkileri hem de onları kontrol altına almışlardır. Yine bu konsolosluklar Ermcnilcri kendi ülkelerine götürerek vatandaşlıklarına almışlardır, sadece bu yolla bir konsolosluk bölgesindeki 300 Ermeni’nin hepsi 1869 yılında Amerikan vatandaşlığına geçirilmiştir.133 134 1830 yılında Osmanh’nın ABD ile ticari anlaşmalar imzalaması ile Amerikalılar en ayrıcalıklı devlet statüsünü almış, Osmanlı sınırlarında rahat hareket etmiştir. Diğer ülke misyonerleriyle kıyaslandığında Amerikan misyonerleri Osmanlı sınırlarında açtıkları anaokullarından halk arasında dini ve kültürlerini yayabilecek yerli cemaatten yetiştirdikleri din adamlarına kadar bireyleri yetiştirmeleriyle diğer büyük güçlere nazaran daha çok karşılık görmüşlerdir.
Açılan Amerikan Kolejleri ile kendilerince en tehlikeli görülen - Merzifon Amerikan koleji müdürünün söylcmiylc-Müslümanlık alt edilebilecektir, yani bir taşla iki kuş. Bu bağlamda bütün misyonerler okullarında “felsefe, ekonomi politik, uluslar arası hukuk, İngilizce, Fransızca, mantık, botanik, modern tarih, aritmetik, kimya, jeoloji, astronomi, teoloji, Hristiyan ahlakı, dini müzik, İncil, Ermeni kilisesi”14'’ gibi ders ve konularla Ermcnilcr, modern ve kültürel eğitimle terakki ettirilerek değerlendirilmiştir.
Misyoner okullarında bu dersler siyasi çıkarlara ve izlenen politik amaca (OsmanlI’nın parçalanması) uygun ve hizmet edici olarak hazırlanmıştır. Çünkü Suriye’deki Katoliklere ait olan Parikiye mektebinde: “Arapça, Türkçe, Fransızca, İngilizce, Yunanca, İtalyanca, Hendese, Coğrafya, Fotoğrafya, Topografya...” ve Maraş’ta Protestanlara ait olan ‘İlm-i İlahi’ isimli misyoner okulunda “...İbranice, Yunanice, Kitab-ı Mukaddes, Kitab-ı Mukaddes Muhaddemesi, Talimat-ı Din-i Mesihi, Kilisenin Usul-ı Teşekkül ve Nizamatı, Hüsn-ü Kıraat...” derslerinin okutulması birbirine tezat düşmektedir. Şimdi din amaçlı açılan okullarda (Patrikiye mektebi) din dışı derslerin olması, din adamı yetiştirmenin yanında siyasi, politik, hatta ekonomik çıkarlara dadanan bir beklentinin olduğuna delildir.14'1
OsmanlI’nın yıkılışına yakın misyoner okullarında öğrenci ve yerli görevli sayısını arttırarak kurumsallaşmaya gitmişlerdir. Bu kurumsallaşmanın kolaylaşmasında Osmanlı yönetimince verilen izinlerin (Tanzimat ve Islahat Fermanları...) etkisi sözkonusudur ve bunları da en iyi Amerika değerlendirmiştir. Amerikan Board Cemiyetinin kurucusu Young, Ermeni ırkının, Türkiye’ye girmek için açık bir kapı olduğunu belirterek 7 üniversite, 43 yüksek mektep, 417 mektep, 5 ruhban okulunu Board müessesesi ile idame ettiklerini belirtmiştir.135 136 Bu anlamda 1845-1904 yılları arasındaki Amerikan misyoner okullarının sayısal ifadesi meseleyi açığa kavuşturacaktır.
Tablo 3. 1845-1904 Yıllarında Amerikan Misyoner Okullarının Sayısal Görünümü;
Yıllar |
Misyoner Sayısı |
Okul Sayısı |
Öğrenci Sayısı |
Yerli G. |
1845 |
34 |
7 |
135 |
12 |
1840 |
38 |
7 |
112 |
25 |
1855 |
58 |
38 |
363 |
77 |
1860 |
92 |
71 |
2742 |
156 |
1865 |
89 |
114 |
4160 |
204 |
1870 |
116 |
205 |
5489 |
364 |
1875 |
137 |
244 |
8253 |
460 |
1880 |
146 |
331 |
13095 |
548 |
1885 |
156 |
390 |
13791 |
768 |
1890 |
177 |
464 |
16990 |
791 |
1895 |
177 |
449 |
20604 |
867 |
1900 |
153 |
425 |
23040 |
910 |
1904 |
187 |
465 |
22867 |
1057 |
(İ. Haydar Polatoğlu, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, 1. Baskı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990. s. 101.)
Amerikalı misyonerler açtıkları eğitim kurumlarında özellikle dil üzerine vurgu yapmaktaydılar. Bununla ilgili Robert Koleji’nin ünlü müdürü Hamlin: “Ermeni’yi veya herhangi bir azınlığı millet yapabilmenin yolu dilden geçer.’ demektedir. Bunun için Kolej’de ‘Ermeni Dili ve Edebiyatı’ dersi yer alır. Sözlerini “Bizim dersimiz Ermeni dilinin işlenmesine büyük bir hareket unsuru kattı, çamur ve demir cevheri halinde bulduğumuz şeyi altına çevirdik."’46 şeklinde bitirir. Artık Ermeni dili bu okullarda işlenmeye başlamıştır.
Hamlin'in bu sözünün bir diğer anlamı şudur; biz Ermenileri millet yani devlet yapacağız, bu da dilden geçer. Peki neden dil, dilin ne gibi rolleri vardır? Sosyolojik olarak “dil, bir anlaşma, bir haberleşme süreci ve kültürü kuşaktan kuşağa taşıyan araç, ve hürriyettir," 137 138 “dil, sosyal bir akrabalık bağını kurar ve güçlendirir, birey dil içi dünya görüşünü kavrayarak toplumun ona verdiği anadil, kültür ve şuuru ile kavramlara, nesnelere ruhunun şekil ve özelliklerini damgalar, değerler kültür yoluyla aşılanır”139 ve bu aşılanma da dilledir. Çünkü dil, zenginliğim toplumsallığın özünden alır, kültürel çeşitliliği yeniden ve daha güçlü bir hareketliliğe dönüştürerek toplumsal kültürün güçlenmesi için çabalar. Bu anlamda dil, kültürdür, kültür de gelenekleri kapsar. Fert içinde yaşadığı toplumla ve onun ortaya koyduğu kültürle ne kadar barışık yaşarsa o kadar sağlıklı bir kişilik geliştirir, kültürle barışık yaşama ise verilen eğitimle olur. Tersi bir durumda sosyo-kültürel çözülme ve yabancılaşmayla karşı karşıya gelinir, yabancılaşmadan kurtulmanın temelinde de yine eğitim ve ‘insanın kendi özünü kavraması’ vardır. Kendi kültürünün eğitimini alamamış fertler, elbette ki kültürlerine, içinde yaşadıkları çevrelerine ve en önemlisi kendilerine yabancılaşırlar.
Dil, toplum üyelerinin birbirlcriylc ilişki kurabilmeleri ve anlaşabilmclcri için temel bir araçtır. Diyalog kurulamadığında cemaat dayanışması içine girilemez. Şu halde dil, Amiran Kurtkan’ın ifadesiyle sosyal grubun azalarının hem umumi gayelerine erişmek üzere karşılıklı tesir münasebetlerine girişebilmelerine, hem de biz şuuru oluşmasına izin verdiği, ferler arasında da etkileşimi ve iletişimi ortaya koyduğu için ortak kültürü solumanın vesilesidir. Bu nedenle de dilin, kültürün aktarımında önemli bir işlevi vardır.140 Yine “millet olmanın en bariz vasfı insanları, zaman ve mekan içinde birleştiren ortak noktaların bulunmasıdır.”141 Bunu da sağlayan en önemli etken dildir. İşte misyoner okulları bu işlevleri Ermenilere yansıtmış, Ermcnilerin kültür eserleri yeni nesiller tarafından da anlaşıldığmdan-ilkokuldan yüksekokula kadar - kültürel bilinçlenme arttırılmış ve insanları belli bir ideal etrafında toplamışlardır. Böylece Hamlin’in ifadesiyle ‘azınlığı millet yapmak’ için dilin birleştirici—bütünleştirici rolü üzerinde durulmuş, dil ve kültürle kontrollü olarak da Ermeni etnitesi (etnik kimlik bilinci) ve Ermeni milliyetçiliği işlenmiştir ve 19. yüzyılın sonunda Protestan Ermeni sayısı 60.000’e ulaşmıştır.142
Nihayetinde ABD misyonerleri;
a-Ermenileri kendi mezheplerine çekmede başarılı olmuşlardır. Bu genişleme Bebek yıllık raporunda ümitle dolu dindar talebelerin yeni şahıslara inkılab ettiği (Protestanlaştığını) yönünde övgü ve neşelerle belirtilmiştir. 143 Misyoner okullarında 1886 yılında toplam 135 öğrencinin 108’i Ermeni ve 27’si Rum’dur. Sonuçta bu öğrencilerin yetiştirilmesi için 1893 yılında yalnız Türk topraklarında 1317 Amerikan misyoneri görev yapmaktadır ve bunların 223’ü Amerika’dan gelmiş, 1094'ü Ermcniler arasından yetiştirilmiştir.144 b- ABD misyonerleri, eğitim ve diğer alanlardaki planlı - bilinçli faaliyetleriyle Ermcnileri sosyal hayata hazırlamışlardır. Okuyarak, seyrederek eğitilen Ermeni gençlerinin bu şekilde kültürlerimden sağlanmıştır.“Yoksul öğrenciler, ‘kendine yardım atölyeleri’nde çalışarak okul giderlerini ve cep harçlıklarını sağlıyorlardı. Marangozhane, cilthanc, ayakkabıcılık, terzihane gibi bölümler öğrencilere para kazandırmasının yanında meslek de sağlıyordu:” 145 Ermeni bireyleri, bunların yanında hukuk, iktisat gibi çağcıl bir eğilim de almışlar diğer organizasyonlarla (fırınlarda çalışma, spor faaliyetleri, törenler...) sistemli bir şekilde sosyalizasyon sürecine tabi tutulmuşlardır. Elbette ki bu Ermeni toplumunda büyük bir değişim ve hareketlilik meydana getirmiştir. Ayrıca gerek halkın bu fırınlardan ekmek almaları gerekse misyonerlerin hastanelerinde sağlık sorunlarını halletmeleri misyonerlerin halkın güvenini kazanmasını sağlamıştır. Yine bu okulları bitiren Ermeni bireyleri aldıkları eğitim sayesinde sosyal tabakalaşma piramidinde statü - gelir yönüyle yükselmişlerdir, ancak Batı’ya bağh ve bağımlı olarak.
c- Misyonerlerin hedeflerinde rakip olarak gördükleri Müslümanları Hristiyan yapmak da vardır. Ancak bunda başarı gösterememişlerdir.
Fransız misyonerlerinin eğitim kuramlarına gelince, sadece İstanbul’daki kuramların dağılımına ve resmi olanlarına bakılırsa tablo şu şekildedir.
Tablo 4. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar İstanbul’daki Fransız misyoner okulları:
Okul Adı |
Yıl |
Saint-Benoit Fransız okulu |
1583 |
Saint-Georges Fransız okulu |
1629 |
Beyoğlu Saint-Louia Dil Oğlanları koleji |
1629 |
Saint-Georges Dil Oğlanları koleji |
1745 |
Galata Saint-Benoit Fransız Erkek koleji |
1803 |
Saint Benoit Providencc Fransız müessesesi |
1842 |
Galata Saint-Pierre Fransız okulu |
1842 |
Pangaltı Nötre Dame de Sion Fransız Kız lisesi |
1844 |
Sainte-Pulcherie Fransız Kız ortaokulu |
1846 |
Taksim Saint-Vincent de Paul Fransız müessesesi |
1853 |
Bebek Saint-Joseph Fransız müessesesi |
1853 |
Pangaltı Nötre Dame de Sion Fransız Kız lisesi |
1856 |
Şişli Nötre Dame de la Paix Fransız müessesesi |
1857 |
Kadıköy Nötre Dame de Sion Fransız Kız lisesi |
1863 |
St.Joseph Erkek koleji (Kadıköy) |
1864 |
Saint-Pulcherie Cizvit Erkek koleji |
1864 |
Beyoğlu Saint-Michel Fransız koleji |
1870 |
Taksim St. Jcan Baptiste Fransız okulu |
1870 |
Pangaltı St. Esprit Fransız Erkek okulu |
1870 |
Pangaltı Saint-Esprit Fransız Kız okulu |
1871 |
Beyoğlu Sainte-Elisabeth Fransız yatılı okulu |
1872 |
Beyoğh Şainte-Elisabeth Fransız ücretsiz okulu |
1872 |
Frere’lerin Kadıköy Erkek ilkokulu |
1878 |
Beyoğlu Saint-Louis Fransız Ruhban okulu |
1882 |
Kumkapı St. Jeanned’Arc Fransız okulu |
1882 |
Büyükada Saint-Antoine Fransız okulu |
1883 |
Kumkapı Assomption Fransız koleji |
1883 |
Fenerbahçe Ste. irene Fransız okulu |
1886 |
Üsküdar İmmaculee Conception Fransız koleji |
1894 |
Haydarpaşa SainteEuphemie Fransız okulu |
1895 |
Feriköy St. Jean Chrysostome Fransız koleji |
1896 |
Bebek Saint-Gabriel Fransız okulu |
1896 |
Haydarpaşa Saint-Louis Erkek koleji |
1896 |
Bakırköy Nötre Dame de Rosaire Fransız koleji |
1909 |
Yeşilköy Sacre Coeur Fransız okulu |
1910 |
(İ. Haydar Polatoğlu, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, 1. Baskı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990. s. 113.)
Fransız misyonerleri de Ermenilcr için okul, kilise, bakımevleri gibi kurumlar açıp buralarda Ermeni dili, tarihi vs. öğretilerek kendilerine sempati uyandırmışlar ve onları isyan, savaş gibi olaylarda kullanmışlardır. /\BD, İngiliz. Fransız okullarının kendi dilleriyle eğitim yapmalarının önemli bir yönü kendi kültürlerini ikame etme çalışmalarından dolayı kültürü taşıyan öğenin diklen geçmesidir. Zaten ülkelerinin misyoner okullarına maddi yardımı boşuna değildir; bunlarla gelecekteki varlıklan/mevcudiyetleri devam edecektir, bu anlamda okullar oldukça önemlidir.
Barres, Fransız mevcudiyetinin görülebileceği en iyi yerin Fransız okulları olduğunu bu okullarda Fransızca konuşan küçük şarklı kızların, Ile-de France hayalini, tınısını içtenlikle kabul edip çok hoş bir şekilde yeniden ürettiğini sonuçta da şarklı ruhları ellerinde tuttuklarını ve eğitimden kastın misyonları olduğunu belirtmektedir.b5
Burada özelde Fransa genelde Batı, Şarkı belli bir kalıba sokup kendilerini -Garplılaştırmak-onların yerine geçirmeye çalışmaktadırlar. Bunlar aslında tüm Batı’mn problemidir. Batı, bu oryantalist paranoyasının ürününü (yukarıdaki gibi) Şarkh-Garplı ya da ‘ben’ ve ‘onlar’ ayrımına gitmekle ve ‘onlar’ı (Doğu toplumu) geriliğine inandırmakla almıştır.
1917 tarihli bir belgede yer aldığı kadarıyla sadece İstanbul’da 83 İngiliz müessesesi vardır.146 147 En önemli olarak gösterilebilecek misyonerlik teşkilatı ise ‘Hristiyan Misyon Cemiyeti’ (CMS) dir. Bu cemiyetlerin amacı kiliseler yaparak onlar vasıtasıyla Hristiyanlık propagandası yapmak ve bir ‘iç düşman’ yaratmaktır. İngiliz Misyoner Teşkilatı başkanı şöyle der:
“Biz İngilizlerin müreffeh ve saadet içinde yaşamamız için Müslümanların araşma nifak tohumlarını ekmemiz lazımdır, onların içinde ihtilaf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz Osmanh Devleti’nin her tarafına fitne sokarak, onu yıkacağız. Böyle yapmazsak tngilizler gibi bir millet nasıl müreffeh olur? İşte Hempler, bunun içindir ki İslam dünyasını nifak ve fesat ateşine vermeden onları tefrikaya sokmadan geri gelme” 148
Bütün misyonerlerde olduğu gibi İngiliz misyonerleri de Ermcnilcri kiliseler, okullar ve her türlü sosyal organizasyonlarla (voleybol, futbol, jimnastik vs.) kendi mezheplerine çekmişler ve okullarının açıldığı yerlere konsoloslukları da açarak etkileşim ve işbirliğini büyük bir serbesti* içinde gerçekleştirmişlerdir.
Anlatılanlar çerçevesinde misyoner okullarında; a- Ermeni gençleri, misyoner okullarını bitirdiklerinde Türk düşmanı, komitacı olmuş... kendilerinde ihtilal fikirleri** uyanmıştır, b- ABD’li Prof. Earle'nin belirttiği üzere Ermeniler bu okullarda dillerini, geleneklerini, üstün tutmayı öğrenip Batı’nın siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanımışlardır.149 e- Misyonerler tarafından Batı’ya götürülen Ermeni bireylerinde, çeşitli dernek ve illegal örgütlere üye olmalarıyla kurulan gruplar arası ilişkiler siyasi, kültürel ve iktisadi bilinçlenmenin su yüzüne çıkmasına yol açmıştır. Böylecc kültürel ve siyasal bilinçlenme, kimliklerini arama sürecinde başlıca istek (motivasyon) olarak kabul görmelidir.Sembolik olarak kurulan misyoner okullarında, Ermeni bireyleri sembol olarak Unvanlar almışlardır. Fakat asıl olan misyonerlerin siyasal amaç peşinde olmaları ve Ermenilcrin de kendi devletlerini kurmak istemeleri sebebiyle okullarının başarılı olarak fonksiyonel bir misyon icra etmiş olduğudur.
Ermeni ve diğer azınlıklara yönelik okulların tam serbesti içinde olmalarının ve dahası imparatorluğun yabancı okullara değin hiçbir politikasının olmayışı sebebiyle yabancı okulların her istediklerini yapan bir politika izlemek zorunda kalışlarının cn önemli tarafı imparatorlukta cemaatler arasında bir eğitim savaşının olmasıdır. 150 1725’lerde Batılı misyonerlerin zımmilcrin evlerine girmeleri dahi yasaktır.151 Fakat 19.yüzyılda İngiliz misyoneri Bolver’in Osmanlı hakkında gösterdiği dinsel hoşgörü ve ayrıca misyonerlerin Ermenilere yönelik çalışmalarında OsmanlI’nın geride kalması bize, Osmanlı’nın otoritesini kaybettiğini göstermektedir. Bu oluşum içinde Ermenilcrin ve misyonerlerin amaç saptadıkları ve Ermenilerin başta eğitim olmak üzere her alanda yükseldikleri de bir gerçektir.
Misyonerler ya da Ermeni eğitim kurumlan irdelenirken dikkat edilmesi gereken en önemli olay, ticaretle uğraşanlara, ateşclcrinin/diplomatlannın misyoner ve Ermeni okulları ile ilişkisidir. Ermeni isyanında da Ermeni isyancılarının hemen konsolosluğa sığınmış olmaları meseleyi açığa çıkaracaktır. Ayrıca, okulda benimsenen eğitim sisteminde fikirsel bir eğitim yanında bedensel eğitime de önem verilmiştir. Öğrencilerin her şeyi pratik olarak görmeleri ve deneme yanılma yoluyla kendi kendine bulmasının şartlarının hazırlanmış olması kendilerini geliştirmelerine imkan sağlamıştır. Böylece de öğrenciyle tek tek ilgilenmişler ve suretiyle öğrencinin fikri gelişimi ve yaşantısının her yönünü göz önünde tutmuşlardır.
Osmanlı’nın gerileyişi ile bunlara baskı yapamaması, halkın misyoner çalışmalarından bihaber olması ve büyük devletlerin baskılarıyla okulların siyasi faaliyetleri ivedilikle devam etmiştir. Misyoner okullarında, Ermeni bireyleri arasında heyecan arttırılmaya çalışılarak ortak hedefe doğru ortak hareket etme/eşgüdüm koşullan sağlanmıştır. Amerikan Kolcji’ndcki* Türkçe öğretmeni Zeki Efcndi’nin koleje yakın bir yerde öldürülmesi üzerine okulda yapılan aramada, misyonerlere ait mektupların yanında işin siyasal ve örgütsel olduğunu gösteren cephane, belgeler, armalar ve okul yakınında dışla bağlantıyı sağlayan makine vs’nin bulunuşu Amerikan okullarındaki Ermenilerle ilgili çalışmaları göstermektedir. Ayrıca misyonerler Ermenilere kendi ülkelerinde eğitim ve vatandaşlık hakkı vermişler, bunun yanında her türlü nakdi ve iş yardımı yaparak kendilerine bağlamışlardır. Bunlar misyoner okullarında kültürel değişime uğrayan Ermeniler için bunlar, bulunmaz fırsatlar haline gelirken, yabancı ülkeler de Osmanlı yıkıldığında kendilerine bağımlı bir toplumu hazırlamış olacaklardır.
Misyonerler okullarında dini propagandalarla Türk vc Ermeni insanının milii kültüründe değişiklik yapmak için çalışmışlar ve başarılı da olmuşlardır. Büyük Ermenistan fikrinin oluşmasında bu kurumlar yuvalık yapmışlardır. Verilen eğitimi, sadece siyasi faaliyetlere birer maske hatta çalışmaların merkezi olarak görmek daha doğru olacaktır. Üyeleri arasında iletişimin olması, planların ele geçirilmesi, bu kuramlarda bu ideali yayacak bireylerin yetişip köylere kadar gitmesi, komitalarda önemli mevkiler alması bu kuramları bir fabrika (kolej matbaasında isyan bildirileri basılmasına kadar ) görüntüsüne büründürmektedir. Bu boyut Ermenilerin siyasi ve silahlı örgütlenmesinde kendini iyice göstermiştir.
Ermenilerde misyonerlerce yapılan eğitimin çıktısı sosyal hareketlilik, refah ve tabakalaşma piramidinde kendini göstermektedir. Ayrıca misyoner okullarında yetişen Ermeni bireyleri, sadece kültürel alanda yetiştirilmemişler siyasi alanda önder olabilecek şekilde bilgi birikimiyle yetiştirilmişlerdir. Hem okullarda yetişen hem de zengin Ermeni çocukları Fransa gibi Batı ülkelerine gidip oradan milliyetçilik ideolojisini iyice içselleştirerek geriye dönmüşler ve hem misyoner okullarında hem de komitaların çalışmalarında yerlerini almışlardır. Misyonerler ülkelerine gelen veya getirilen Ermeni gençlerini bir Fransız gibi yetiştirmişler, cemiyete ait kültür kalıplarını kolayca benimsetmişlerdir. Bu eğitilen Ermeni gençleri de misyoner okullarında öğretmenlik yaparken aynen kendi yetiştikleri fikirlerle öğrencileri eğitmişlerdir. Böylece hem kültürel yayılımı sağlamışlar hem de öğrencileri ihtilalci olarak yetiştirmişlerdir.
Durkheim, ‘Moral Education’ adh çalışmasında eğitimin sağladığı üç önemli sosyal faydaya değinmektedir. Birincisi eğitimin sosyalleşmeyi sağlayarak fertte disiplin duygusunu yaratıp hareketinin sınırlarım belirlemek, İkincisi bir gruba dahil olma ve bağlanmayı geliştirmek, üçüncüsü ise bireyde kontrollü ve şuurlu bir otonom tavırla kendi geleceğini tayin edici özellikleri kazandırmaktır.152 Misyoner okullarında öğrenim gören Ermeni bireyleri kendi ulus-devletlerini kurma yolunda birincideki sosyalleşmeyi başarmışlar, İkincideki ait olma duygusunu içselleştirmişlcr. son olarak da üçüncüdeki komitalara üye olmaları ve ihtilal fikrini benimsemelerindeki şuuru da kazanmışlardır.
Yabancı okullar, özellikle azınlıkların ‘uluslaşma’ sürecine giremeyen ya da geç giren yerlerde kurulmuşlardır. Osmanlı’nın son devrinin çalkantılı olması nedeniyle topluma ve dolayısıyla Ermenilere de eğitim, sağlık ve sosyal konularda tam olarak hizmet götüremediğinden, misyonerlere fırsat doğmuş ve her alanda hizmet götürmeleri kolaylaşmıştır. Özellikle Ermenilerin yaşadığı yerlerle kolay diyaloga geçilebilmiştir. Misyonerler tarafından aldıkları eğitim ile (çağcıl-ekonomi, hukuk- ve kültürel -Ermenice, Ermeni coğrafyası-) Ermenilerin geleneksel eğitim ritüelleri yerini Batı görünümlü eğitim biçimine bırakmıştır. Bunlar aynı zamanda okullarda öğrencilere aşılanan insan hakları vs. bilgi ve görüşlerde kendini göstermiştir.
19. yüzyılda Osmanlı’da her alanda olduğu gibi eğitim alanında da Avrupa tarzı yeniliklere gidilmiştir. Avrupa’ya öğrenci gönderilmesinin yanında, Osmanh ülkesinde Avrupalı devletlerin ve misyonerlerinin okul açmalarına da izin verilmiştir. Böylcce Avrupa eğitim sisteminin ve kısmen kültürünün Osmanh ülkesine kazandırılması amaçlanmıştır. Kısa sürede ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler Osmanh Devleti’nce sağlanan dil, din, eğitim, ticaret serbestisinin* sonucunda okullar açmışlardır. Fakat bu okullar denetimden uzaklaştıkça emperyalist devletlere sempatizan yetiştiren ve misyoner faaliyetlerinin yoğun olarak yapıldığı yerler haline —ı~:,ı ^a;^ gcıınışıviMiı.
Türk toplumunda kültür değişimi Lale devrinden başlayıp II. Selim. II. Mahmut dönemi, Tanzimat, Islahat Fermanı. II. Meşrutiyet, Abdülhamit dönemi olarak devam etmiştir. Genel olarak Lale devriyle Cumhuriyet dönemine gelen kültür değişiminin sonucu anomi ve yabancılaşmadır, kültür ikilikleridir. (Jön Türkler. Batıcılar. İslamcılar) 153 Bu anlamda medrese yanında mektep varken, aynı zamanda azınlık ve yabancı okullar faaliyet göstermektedir.
Mimaride, sanatta, edebiyatta, felsefede, ekonomide... bin yıla yakın her şeye imzasını atan Türkler bir çırpıda siliverilmeye çalışılmıştır. Özellikle misyoner okullarının faaliyetleri ve Tanzimat dönemiyle iyice ayyukaya çıkan Türk toplumundaki yapısal bozukluklar, toplumsal bunalım ve çöküntüyü de beraberinde getirmiştir. Bu dönem Türk toplumunda; kendi tarihsel ve sosyolojik değerlerden ziyade kendi dışında ‘model’ aranışı - yüksek eğitim görenlerinde klasikleşen politikadan sanata kadar Batı hayranlığı ve aydınındaki egosantrik düşünce-Osmanlı’nın parçalanmasında büyük güçlerin işini adeta kolaylaştırmıştır. Bu bağlamda, misyonerlerin Türk öğrencileri üzerindeki çalışmalarını; a- Hristiyanlığa ve kendi mezheplerine çekmek ile b- Türk kültürünü yozlaştırarak kendi kültürlerini ikame etmek olarak belirtmek mümkündür.
Rahip Samuel Zvvemer’in, öncelikle Hristiyan adetlerini, kültürünü ve ahlakını aşılamak.154 olarak özetlediği bu görüşün yansımasını, Bursa Amerikan Koleji’ndeki Hristiyanlaştırma çalışmalarında görmek mümkündür. Bu kolejdeki dinsel propaganda yaptıkları yönündeki şikayetleri incelemek üzere okula gelen müfettişe, öğrencileri olan Türk kızlarının: “Biz bu dini sevdik, kimseye hesap verecek değiliz... biz artık Hristiyan sayılırız; mahkemeye çağrılan bir öğrenci velisinin de; Her koyun kendi bacağından asılır”155 şeklindeki ifadeleri bu yansımanın somut örneğidir. Nitekim din değiştirmelerle ilgili çıkan ayrı bir silahlı olayda mektepteki rahibelerden biri gazetecilere; ‘Biz burada kendi ibadetimizle ve talebenin tedrisi ile meşgul oluruz, şayet mezhebimizi benimseyen olursa onları da tenvir ederiz, bu da bizim borcumuzdur.’156 şeklinde bir açıklama yapmıştır. Fakat Türkleri Hrsitiyanlaştımıa yönüyle pek başarılı olamayan misyonerler, daha çok azınlıklara yönelmişler ancak Türklerle ilgili olarak Türk öğrencilerini topluma ve kendilerine yabancılaştırmayı başarmışlardır.
Misyonerler okullarında Türk öğrencilerinin kültürel değerlerine saygı göstermekten ziyade (dini bayramlar vs.) kendilerine ait kültürel dokularını iyi değerlendirerek bunlara katılımı (yılbaşı günleri vs.) sağlamaya çalışmışlardır. Misyonerler okullarındaki Türk öğrencilerine ‘Coşkun ruhlar, Bizans neşesi, Meryem’in çocukları vs.’ adlar altında izcilik teşkilatı kurarak çalışmalar yaptırmışlardır. Katolik papazlarının idare ettiği izcilik teşkilatlarına ait hüviyet ve izci üniformasının yakasına iliştirilen madeni arma Fransa’dan kurye çantalarıyla getirilmiştir, önemli yönü ise, bu armaların haç şeklinde olup üniformanın kollarında ‘S.F.’ rumuzunun (Fransız izcisi anlamına gelmekte.) bulunmasıdır. Derslerinde muvaffak olmak,daha doğrusu sınıf geçmek hatta mezun olmak isteyenlerin bu izcilik faaliyetlerine katılmak mecburiyetinde157 olması, eğitim maskesi altında hangi yollardan çalıştıklarını göstermektedir. Misyonerler okullarında okuyan Türk çocukları da kendi ruhlarını bu tür çalışmalarla kaybetmişlerdir. Oysa bu çocuklar toplumun faydalanacağı/gelecck ümitleri kimselerdir ve çoğunlukla zengin çocuklarıdır. Misyonerlerin bu faaliyetlerine imkan vermesi bakımından Türklerin çocuklarını bu okullara göndermeleri de başlı başına bir konudur. Ancak ifade edilmeli ki Batı’nın üstün olduğu inancı o dönem egemen düşüncedir. Yine gelecekte çocuklarının devlet yapılanması içinde yer edinebilmesi devlet politikalarına uygunluk arz etmektedir. Dolayısıyla maddeleştirerek özetlemek gerekirse; misyoner okullarına Türkler a- Batı’nın ilmi, b- Statü edinmek ve c- Dil öğrenmek yönüyle rağbet etmektedirler. “Halbuki hale aşina ve senelerden beri lisan muallimliği eden bazı zevat, bu talebelerin -değil iyi, iptidai bir şekilde bilc-İngilizce öğrenemediklerini’ söylemektedir.”158 Türkiye’nin doğu-batı uygarlığı arasına sıkışması, değer sistemlerinin, kültürün ve toplumun iki yüz yıldan beri aşırı batılılaşma sürecine maruz bırakılması ve böylece eski ve yeni müesseselerde milli kültür ile batı teknik ve uygarlığının bütünleşmesinin sağlanamaması, Türk toplumunda bir kültür boşluğu yaratmıştır.159 Çünkü Türk öğrencileri, misyoner okullarında kendilerini sosyalleştiren ve dayanışmayı sağlayan dini değerler geri plana itilerek yetiştirilmişlerdir. Misyoner okullarındaki Türk öğrencilerinin; “Ah, ne kadar geriyiz, sönüğüz, ölüyüz, hayat Avrupa’dadır, Türk olmak ayıptır, Müslüman olmak vahşi olmakla müsavidir, bir şey yapamayız, şu kıyafetlere bir bakınız... Türk yaşayabilmek için AvrupalIyı taklitten başka bir şey yapmamalıdır."160 şeklindeki söylemleri aktarılan kültürün manevi yönüyle de benimsendiğinin örneğidir. Ayrıca batı normlarına göre yeniden Türk öğrenciler üzerinde yetke kurulduğunun, yapılandırıldığının, okullarda Türk’ün ulusal kimliğinin aşağılandığının delilidir.
165
166
167
Misyonerler, Türk tarihinin ve kültürünün zenginliğini geri plana iterek Türk öğrencilerine kendi kültürlerinin geriliği ve fakirliğini işlemişler ama buna karşın kendi düşüncelerini ve yaşam biçimlerini dikte etmişlerdir. Bunun Türk öğrencilerine yansıması ‘Avrupa’yı taklit etmeliyiz’ söyleminde olduğu gibi kendi insanını alaya alma, hor görme psikolojik olarak kültürleriyle yetinmeme ve taklitçilik duygularıdır. Özellikle kızlarına- ‘Hayat Avrupa’da, onlar gibi olmalıyız’ anlayışı, çevreden farklı ve eşit olmamayı, toplumunu küçük görmeyi dolayısıyla zayıfın güçlüyü taklit edip yükselebileceği inancını getirmiştir. Bu aynı zamanda oryantalist anlayışın meyvası ve zaferidir; b-teknoloji oryantasyonlu Batı kültürünün, Türk kültürünü sindirmedeki başarısıdır, c- Buna karşın Türk toplumunun özünün aşamalı da olsa ifsat edilişidir.
Misyoner mektepleri Anadolu’da ulemanın karşısına yeni bir zümre çıkarmıştır: ‘İntelijansya.’ Yeni Osmanlılar örnek olarak gösterilebilir. Bunlar, tarihine yabancı, tarihinden utanan, Osmanlı’yı bilmeyen, derin bir boşluk yaşayan, yabancılaşmış kimselerdir.161
Türk kültürünü özümseyerek yaşasa da Galatasaray lisesini bitiren, sonraları bir misyoner kuruluşu olan Robert kolejinde çalışan ve tereddütleri artan Tevfık Fikret’in, 1897 yılında yazdığı bir şiirinde içinde olduğu buhranı: “Bütün boşluk, zemin boşluk, kalb-ü vicdan boş/Tutunmak isterim bir nokta yok piş-i hasarımda... şeklindeki ifadesi bu durumu ortaya koymaktadır. Salt Tevfık Fikret değil, bu hali yansıtan, bilek damarlarını keserek intihar eden pozitivist Bcşir Fuat da örnek gösterilebilir. Ancak şu bilinmeli ki bu dönemde immoralizm akımı görülür Türkiye’de. Formüle edicisi ise Baha Tcvfik’tir. 1912 yılında Matbaai Ebuzziya’da basılan Zeka dergisinde başyazar olan Baha Tcvfik, ilk defa bir dergiye çıplak resim koymuştur. Kendisine Nietzschc’yi örnek almıştır.162
Geleneksel değerler ve inanç sistemine sıkı sıkıya bağh olan cemiyetlerde misyonerlerin tercih ettikleri yol, toplumu dejenere ve yozlaştırma yoludur. Yani ahlaki değerleri zayıflatma, dini duyguları gevşetme kısaca toplumu dayandığı temellerden koparmadır. Böylece misyonerler, sarsılmış, boşlukta kalmış insanlara daha çabuk yaklaşabilmektedirler. Sonuç ise “Batı dışındaki her şeyin irrasyonel, akıldışı, geri, bilim karşıtı olduğu ve sömürgeciliğin içselleştirilmesidir.”163 Bu dejenerasyonu sağlamak için de misyoner; ilimlerden, mevcut dini kötülemeye, aile hayatını küçük görmeye hatta aşağılamaya kadar açık bir kapıdır. Okullardaki öğrencilerin, ‘Türk olmak ayıptır,’ sözü ve velilerinin tepkisiz oluşu ve asıl önemli olan da bu öğrencilerinin ‘Hayat Avrupa’dadır’ şeklindeki sözleri misyonerlerin yozlaştırdıkları kültürün, benliğin yerine kendi medeniyetlerini ve kültürlerini ikame ettiklerinin delilidir. Ancak ifade etmek gerekir ki çalışmalarının karşılığını aldıkları da bir gerçektir.
Misyonerler, Türk ve Ermen öğrencilerini kendi ülkelerine götürmeyi de ihmal etmemişlerdir. Kendi ülkelerinde giyim tarzına kadar değişime uğratmışlar ve öğrencilere dil gelişiminin yanında onları kendi kültür ve değerlerinden uzaklaştırarak bu misyoner ülkelerin de (ABD, Fransa, Ingiltere) kültürünü benimsetmişlerdir. Kültürlerine yabancılaşmış bireyler de ister Anadolu’da ister Batı ülkelerinde eğitildikleri üzere kendi kültürlerini hakaret derecesine uzayıncaya kadar ayıplamalardır. Batılı gibi düşünmüşler, batılı gibi yaşamışlar ve batılı gibi de söylemişlerdir. Okul ve diğer organizasyonlarla kültürleşme sürecinde misyonerler kendi kültürlerini, ‘değer hükümlerini’, ‘ahlak anlayışlarını’, ‘hayat tarzlarını...’ merkeze alarak (etnocentrizm) Türk öğrencilerini değişime zorlamışlardır. Bu şekilde savaşlarla sömürgeleştirilemeyen Türk ulusunun çocukları kültürlerine ve toplumlarma yabancılaştırılmışlardır. Nihayetinde, siyasallaşmaya varan bu eğitim kültürel sömürü yanında ekonomik ve siyasal sömürüyü de beraberinde getirmiştir.
Tüm bunlar olurken Osmanlı bazı tedbirler almaya çalışsa da başarılı olamamıştır. Yapılanları şöyle özetlemek mümkündür: Misyoner okullarının illegal çalışan ya da olaylara adı karışanlarının kapatılması yönünde kararlar alınır. 1869 Maarif Nizamnamesi yayınlanarak ruhsatsız* okulların kapanması ve okullarda hangi derslerin okutulduğuna dair müfettişler göndererek** incelemelerin başlatılması istenir. Misyonerlerin Ermenileri kendi ülkelerine götürmeleri engellenmeye çalışılır. Fakat müfettişler misyoner okullarına alınmamış, niçin alınmıyor diye dahi sorulamamıştır. Hatta 19 yıl boyunca siyasi çalışma yaptığı gerekçesiyle kapatılan bir okulun, okul yöneticilerinin tekrar açılma istekleri karşısında Osmanlfnın cevabı ilginçtir: “19 senedir fesatlarla uğraştınız, siyasi faaliyet yaptınız, okulun kapatılması gerekmekte ise de... her ne kadar siyasi faaliyetle uğraşıyor iseniz de açalım.”164 Yani kapatılan okullar dahi tekrar açılmıştır. Osmanlı artık hiçbir yaptırım uygulayamama durumuna gelmiştir. Büyük güçler misyoner okullarına dönük OsmanlI’nın aldığı önlemlere karşı çıkarak Osmanh’nın geri adım atmasına neden olmuşlar, bu yönde de sağlıyorlardı ve bu güçler içte ve dışta büyük bir lobiciliğe girişmişlerdir. Osmanlı hükümeti 1895’li yıllarda zararlı olan misyoner okulları hakkında yaptırım uygulamaya başlayınca ‘eğer Osmanlı bu ısrarında devam ederse savaş bile çıkabilir’ türü beyanatlarıyla tehdit etmişlerdir. Hatta bu hususta aldıkları kararları diğer devletlere dağıtmışlar, her devlet imzalamış ve OsmanlI'ya kararlarını ültimatom olarak göndermişlerdir.' 4 Yani Osmanlı’ya geri adım attırmışlardır.
Osmanlı, misyonerlerin çalışmalarının devam etmesi halinde halk arasında karışıklık çıkacağından endişe ile misyoner kurumlarına karşılık devlet tarafından yetimhaneler yapılmasını kararlaştırır. Buralara her sınıftan/tabakadan insanların çocukları alınacaktır ve ders programları da çocukların milliyetlerini (dinlerini) koruyacakları şekilde düzenlenmiştir. Böylccc misyonerlerin yıkıcı ve bölücü faaliyetleri ortadan kaldırılacaktır. Fakat başarılı olunamamıştır, çünkü misyonerler her alanda neredeyse hegemonyalarını kurmuş durumdadırlar. Gramsci, Batı toplamlarında hakimiyetin nasıl sürdürüldüğünü açıklamak üzere kullandığı hegemonyanın, yönetici sınıfların ve fraksiyonlarının ittifakının bütünlüklü bir otorite kurması sonucu ortaya çıktığını ifade eder ki, bu otoritenin temel kaynağı ona göre, bağımlı sınıfların ‘rıza’sıdır. Ayrıca olduğunu, hegemonyanın ideoloji aracılığıyla işleyip yalnızca ekonomi alanında gerçekleşmediğini, eğitim, kültürel ve dinsel kurumlan dal/6 esas aldığını belirtir. Bu anlamda misyonerlerin Incil’i tanıtıcı kurslar, izci teşkilatları kurma yabancı dil kursları, sağlık ocağı ve dispanser, okul, kilise, hastane, bakımevleri, spor alanları, kendine yardım atölyeleri vs. açmaları kültürel-eğitim yoluyla (Gramsci’yi doğrulamasına) hegemonyalarını kurduklarının delilidir. Zira bu faaliyet alanları başardıkları bütüncül faaliyet alanlarıdır.
Halk açısından bakıldığında ise halk zaten savaşlar gerekçesi ile kendi derdindedir. Dolayısıyla bazı Türk vatandaşları hariç din ve mezhep değiştirmeye ve misyonerlere karşı halktan genel bir tepkiden söz edilemez. Tepkide bulunmamalarının en önemli nedeni de misyonerlik çalışmalarının farkında olmamalarıdır. Bildikleri yalnızca ‘işte burada bir okul var, hastane var’ gibi sınırlı bilgilerdir. Çare noktasında tepkiler ortaya konuluyor değildir.
-
174 Güngör, a.g.e. s: 33.
-
175 Yavi, a.g.e. s. 37.
-
176 Meral Özbek, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul. İletişim Yay.,1994, s.79.
Eğitim gelenekleri çok eskilere (5. yüzyıl) dayanmakla birlikte Ermcnilcr. kilise üzerinde temellenen kendilerine özgü bir okul sistemine sahiptirler. OsmanlI'da görüldüğü üzere okullarında verilen eğitim, kilise tarafından yapılan dini bir eğitimdir. Bu eğitim mahallelerde ve kiliseye bitişik mekanlarda yapılmaktadır. Kilise, okulları aracılığıyla Ermeni çocuklarının psikolojik ve sosyal gelişimlerini sağlamışlar ve onlara ait olma duygusunu vererek kültürlemişlerdir.
Ermeni okulları, Ermeniler (kilise ve zenginlerin açtığı okullar) ve misyonerlerce açılan olarak ikiye ayrılır. Misyonerler okullarını Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde açmışlar, nüfusça az olan yerlerdeki Ermeni çocukları da yatılı olarak bu okullara alınmıştır. Bazı Ermeni okullarında aristokratların çocuklarının alındığı okula avam çocuğu alınmayarak sınıfsal ayrım gözetilmiştir. Kilise okulları ise Ermeni zenginlerinin açtığı okullara göre daha örgütlü ve kontrol altındadır. Merkezi ilkokullarda daha ziyade aşağı sınıf Ermeni çocukları eğitim görmekte, Merkezi Kız Okulu’nda farklı sınıflardan gelen kız çocukları okumakta, Merkezi Özel Okullarda tüccar, sanatkar, vs. meslek gruplarına mensup Ermeni ailelerinin çocukları okumakta ve Karma Okullarda her sınıftan öğrenciler okumaktadır. Sadece Erkek Çocuklar için ilkokul ile yine yüksek sınıftan Ermenilerin okuduğu Merkezi Yüksek Erkek Okulu bulunmaktadır. Ermenilerin kendilerine ait okullarını, misyonerlerden farklı olarak, aşağı sınıf ve yüksek sınıftan Ermeni çocuklarının okuduğu ve her sınıftan öğrenci alan okullar olarak ayırmak mümkündür. Bu anlamda yaygın ve yüksek kültürü paylaşan bir tabakalaşma mevcuttur.
Eğitim kurumlan Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlere kurulmuştur. Anadolu topraklarında en önemlileri; Van, Bitlis, Erzurum, Konya’dadır ki toplam 929 adettir. Bu okullar Ermenilerin eğitim ve kültür alanlarına büyük yararlılıklar gösterdiği gibi isyanlarda da karargah gibi kullanılmıştır.165 Marks’ın “İnsanlar ancak önceden anlayabildikleri hedefler uğruna kendilerini adarlar.”166 şeklindeki ifadesinde olduğu gibi Ermenilere gerek misyonerlerin okullarında gerekse kilisenin okullarında milli devlet ve milli birliğin oluşması yönünde bilinç verilmeye çalışılmış, Ermeni öğrencileri bu yola kanalizc edilmişlerdir.
Ermeni eğitim kurumlan tarihsel olarak, “1810 öncesi ‘eski dönem’de genellikle ‘kardeşlik*; 1810-1908 arası ‘orta dönem’de genellikle ‘kurum’ ve 1908 sonrası ‘yeni dönem’de genellikle ‘dernek’ adı altında toplanır.”167 Bitişik mekanlarda klasik olarak yapılan eğitimden misyonerlerin (Fransız Cizvit misyonerleri 1645, Protestan misyonerleri 1858) eğitime el atmalarıyla Ermenilerde sistemli, planlı ve modern denebilecek bir eğitim olgusuna geçilmiştir. Bu eğitim anlayışı 19. yüzyılla birlikte kurumsallaşmaya ve dernekleşmeye gitmekle bir amaca evrilmiş (ulus olma), bu amaç etrafında örüntülenmiştir Ermeniler de bu doğrultuda örgütlenmişlerdir. Bu anlamda özellikle Tanzimat’la beraber kültürel yayılma dönemleri başlamıştır ki resmi olmak kaydıyla salt İstanbul’daki Ermeni Kültür Kurumlarının bir panoromasını çıkarmak meseleyi ortaya koyacaktır.
“19. yüzyılda Galata’da 41, Beyoğlu’nda 84, Feriköy’de 10, Pangaltı’da 4, Dolapdere’de 2, Şişli’de 7, Sakızağacı’nda 1, Taksim’de 2, Beşiktaş’ta 21, Ortaköy’de 29, Kurşunçeşme’dc 3, Arnavutköy’de 5, Rumelihisar’da 9, Boyacıköy’de 6, tstinye’de 1, Ycniköy’dc 2, Biiyükderede 5, Sarıyer’de 2, Beykoz’da 6, Kandilli’de 1, Kuzguncuk’ta 3, Üsküdar Sclamsız’da 53, Üsküdar Yenimahalle'de 20, Üsküdar Icadiye’de 4, Haydarpaşa’da 1, Kadıköy’de 27, Kartal’da 2, Kınah’da 3, Tophane’de 1, Etmeydanı’nda 5, Hasköy’de 33, Eyüp’te 7, Balat’ta 20, Karagümrük’te 7, Salmatomruk’ta 10, Topkapı’da 14, Samatya’da 39, Narhkapı’da 4, Samatya Yenimahalle’de 3. Gediklipaşa’da 17, Kumkapı’da 43, Kumkapı dışında 3, Bakırköyde 14, Ycnikapı’da 21, Langa ve Musalla’da 10, Yeşilköy’de 2, Yedikule’de 1, Nişanca’da 1, Kasımpaşa’da 1, yeri saptanamayan 77 olmak üzere toplam 688 Ermeni kültür kurumu (okul, kilise...) vardı.”168
Osmanlı genelinde Ermenilere ait okul sayısını Haydaroğlu 853, Kılıç ise 922 olarak belirtir. Yine sadece azınlık okulları 4547 adettir ve bunların çoğunluğu ruhsatsızdır.169 Bu kültürel yayılma dönemi Tanzimat ile başladıktan sonra 1915 yılındaki Tehcir ile duraklamıştır.
19. yüzyıl, Ermeniler devletleşmeye geçiş sınavı denebilecek zamandır. Yapısal diyebileceğimiz değişikliklere gitmişler, bu yapısal değişimin en önemli yeri de eğitim kurumlan olmuştur. Ermeni gençleri kilisenin ve misyonerlerin okullarında sloganlarla eğitilerek, öğretmenleri ve komitalar vasıtasıyla Türkler aleyhine yalan yanlış bilgilerle, önyargılarla yetiştirilmişlerdir. Tüm bunlar yapılırken geleneksel formların yitmemesine dikkat edilmiştir. Milliyetçilik akımının aralarında yayılması)la kendilerini OsmanlI’dan soyutlayarak-dış güçlerin de ctkisiylc-bir devlet olma düşüncesini benimsemişlerdir. Ancak önemle vurgulayalım ki Enncnilerdcki bu dirilişin güdümlü bir diriliş olduğu unutulmamalıdır.
Ermeni okullarında kanun gereği Türkçe okutulması gerekirken bizzat Türkçe’ye ve Türk’ün değerlerine karşı bir tutum sergilenmiştir. Ermeni mekteplerindeki Türk muallimleri, idare tarafından tertip edilen resmi veya gayri resmi toplantılara davet edilmemişler, çeşitli vesilelerle tertip edilen toplantılarda da tıpkı Ermeni muallim ve idarecilerinin öğrencilere Türkçe dersleri müstesna tek bir Türkçe kelime dahi sarf etmemeleri gibi Türkçe konuşulmaması yönünde de talimat vermişlerdirler.
Öğrencilere okutturulan Ermenice kitaplar ise farklıdırlar. Bu kitaplar Türklcrdcn saklanıp ancak bazı Ermcnilere gösterilerek öğrenciler bilinçlendirilmeye çalışılmıştır. Ermcnılcrın bu okullarına özellikle (misyoner okullarında durum farklı değildi) Taşnak ve Hınçak mensuplarından kimseler olan bu komitacı öğretmenler (Merzifon kolejinde öğretmenlik yapan ve bu yüzden Osmanh tarafından cezalandırılmış olan Tomayan, Kayayan gibi.) çocukların düşüncelerini ihtilal, milliyet, istiklal, Türklere karşı kin ve nefretle doldurmuşlardır.
Komitacı öğretmenler Osmanh’dan bahsederken Türklerin Anadolu vilayetlerini Ermenilerden zaptetmiş olduklarını ve her Ermeni evladının memleketini Türk boyunduruğundan kurtarmak için çalışmasının bir vatan/millet vazifesi olduğunu telkin etmişlerdir. Komitaların emellerine göre tertip edilen ve Patrikhane tarafından seçilen bu kitapların okullarda okutulması ve okuma kitaplarına alman eski ve yeni en heyecan verici ihtilal şiirlerinin ezberlenmesi öğrencilere zorunlu kılınmıştır. Ayrıca öğrencilere verilen ders kitaplarında mutlaka Ermenistan haritası ve armalar bulunmaktadır.170 171 Birkaç manzume:
İstiklale Davet
“Ermeniler, silah başına, kılıç bele, tüfek omza Türk Ermenistam’ndan bizi bir ses çağırıyor Dağdan dağa dehşetli bir feryat yankılanıyor Vatana Ermeniler, Ermenistan’a koşunuz Ermenistan’da Ermeniler yine ayaklandı Arslanlar gibi intikam intikam diye bağırıyorlar Bütün ovalar kana bulandı Bütün dereler kan akıyor ...Yaşasın Ermenistan!”
Okullarda Küçük Çocuklara Söyletilen Ermeni Çete Reislerinden Han’ın Şarkısı:
“Ay yoktu, karanlık bir geceydi
Bir çete hızlı hızlı gidiyordu
Bu çete kahraman Han’ın çetesiydi
Hepsi de silahlı idi
Kahraman Han, Pasin’e çıktığı zaman
Top sesleri işitildi
Ermeni kahramanlarının silahlarından
Çıkan kurşunlar gürlüyordu
Ermenistan toprağında
O kahraman kanını döktü
Ağlama, onu yad et, kahraman Han’ın ismini hiç unutma!”172
Ermeni okullarındaki bu zorla kültürlemede idealize edilen önemli iki değer sözkonusudur: Kültür ve Bağımsız Devlet.
Anlaşmalar ve kanunlara rağmen bu tarz bir eğitimin yapılabilmesi bize göstermektedir ki Ermeni ve misyoner okullarının bir özelliği de Osmanh Devleti tarafından kolay kolay denetlenememesidir. Okulların illegal olarak arttıkları da bir realitedir. Daha önemlisi 1860’lardan itibaren yaşanan okullaşmayla birlikte siyasallaşmanın atbaşı gitmesidir. Osmanh Devleti bunun farkına varıncaya kadar, o kadar uzun bir zaman dilimi geçmiştir ki bunlar çoğalıp siyasi faaliyeti başlattıktan sonra devletin yapabileceği pek bir şey de kalmamıştır.
Ermenilerde altyapısını dinin oluşturduğu kilise etrafında bir teşkilatlanma ve din adamlarının örgütlemesiyle oluşturulan bir cemaat olgusu yaşanmaktadır. Kilise sayesinde güven içinde olan bireylerde ve bireyler vesilesiyle kültürlerinin sürekliliği ve istikrarlığı sağlanmış böylece üyeleri arasında yabancılaşma ve sapma önlenmeye çalışılmıştır. Kilisenin temsil ettiği değerler hem manevi hem de günlük yaşamı ilgilendirdiğinden 19. yüzyıla kadar Ermeniler, dini inanç yönüyle bütünlük arz etmektedirler. Fakat misyonerlerin sistemli çalışmalarıyla 19. yüzyılın başlarından itibaren Ermeni cemaati; Katolik, Protestan ve Gregoryan Ermenileri olarak bölünmüşlerdir.
Ermeniler varlığım esasen kiliseye borçludurlar, yüzyıllarca Sasani, Part, Bizans vs. ezilmelerine rağmen kilisenin sayesinde milli varlıklarını, benliklerini ve kültürlerini kaybetmemişlerdir. Elbetteki insan yaşamının toplumsal, ahlaki ve bireysel boyutu vardır ve insanlar üyesi bulundukları topluma ve bağlı oldukları kültüre göre yaşarlar. Bu anlamda Ermenilerde dinsel inanç esaslarında birincil olan kilisedir, çünkü kilise gelenekleri aktarmaktadır. Gerçekten 19. yüzyıl öncesi Ermenileri dindar olup günlük, haftalık ve yıllık ibadetlerini dervişane yapmışlardır. Bireysel anlamda iç huzuru sağlamışlar, toplumsal anlamda da bütünlük arz etmişlerdir ve bu özgür ortamı oluşturduğu için Osmanlı’yı da sahiplenmişlerdir.
19. yüzyıl öncesi değerler sistemi ve formal yapısının, sosyal yapı ile uyumlu olması ve bunun bireylerinin düşünce, davranış ve fiilleri üzerindeki belirleyici ve yönlendirici etkisi Ermenilerin hazsal yaşamlarını sağlamaktadır. “Osmanh’da kilise; mali, idari, adli açıdan kendi cemaati üzerinde hükmünü icra etmektedir. Kendi dil ve dinleriyle eğitim yapma, dini örgütlenmelerini devam ettirme, vakıf kurma, hastane ve yetimhane açma hakkına sahiptir.”173 Kilise, bireylerini yetiştirirken kendisini otorite ve örnek olarak belirtmiş, Ermeni toplumunda bireyler de kilisenin etkisi altında kalmışlardır.
Kilise, 19. yüzyıldan itibaren katı kuralları benimsemiş, cemaatinde de pasif bağımlı bir kişilik yapısına neden olmuş cemaatine istenilen davranış değişikliklerini benimsetmiştir. Bu bağlamda kilise, tarihselliği olan Ermenileri idealleştiren, biçimlendiren ve bütünleştirendir. Sistemlerinin işleyişinde en önemli kurumdur. Kilise, ilahi havanın yaşandığı, Tanrı iradesinin hakim olduğu vc maddi dünyanın dışında olup İsa tarafından kurulduğu için kutsaldır. Bireylerini doğumdan ölüme kadar kültürlcmiştir, din adamlarının ve kilisenin saygınlığı oldukça fazladır. Bu nedenle gelenekleri, tarihsel birikimleri, eğitimle bireylerine aktarmış, mensuplarının kültürel düzeylerini artırarak bütünleşmelerini sağlamıştır. Dolayısıyla psiko-sosyal, kültürel güçle tatmin olan bireylerin de moral değerleri yükselmiştir.
Ermeniler; din adamları, ticaretle uğraşanlar ve köylü gibi sınıflara ayrıksalar aralarında belirgin bir çatışma olmamıştır. Herkesin sınır ve sorumluluğu bellidir. Ancak kilise, Ermeni sorununun ortaya çıktığı zamanlar statüsünü ve saygınlığını yanlış değerlendirmiş; olaylara rasyonel değil, duygusal ve informal yaklaşmıştır. Ermcnilcrin kültürel mirası olan kilise, politika belirlerken son derece rahat davranarak kendi çıkarlarını milletinin çıkarlarıyla özdeşleştirip tekelci düşünerek kendisini hem dinsel hem de siyasal otorite olarak kabul ettirmeyi hiç ihmal etmemiştir. Ermcnilcrin, sosyolojik, kültürel ve etnolojik farklılığını/görcceliliğini Osmanh’nın reddetmemiş olması da aslında Ermenilerin faaliyetlerini kolaylaştıran bir yaklaşım olarak algılanmıştır.
Dini birlik olan Ermeni kilisesi, bu zemin üzerinde ‘Ruhu olan ancak bedeni olmayan’ı oluşturmaya çalışmış, bu bağlamda halkıyla ilişki örüntüleri (gazete, toplantı,ziyaret...) sağlamış, bireyleri de buna göre davranış sergilemeye yöneltmiştir. OsmanlI’da tüm gayri müslimler ‘zımmi’ statüsünde olduğundan dinlerine ve mezheplerine göre teşkilatlanabilmişlerdir. Misyonerlerin çalışmaları ve Ermenilerin hayallerinin oluşmasında din (kilise) eskiden gelen odak olma özelliğini korumuş, fakat 19. yüzyılla birlikte dini-sosyal hayatın merkezinden siyasi hayatın merkezine kaymıştır. Özellikle Ermeni sorunu ortaya çıktıktan sonra (1877-78 Ayestafanos ile) kilise, manevi bir güç olma özelliğini bir tarafa bırakmış, siyasal güç haline gelmiştir.
19. yüzyıl öncesi Ermeni din adamları,mikrososyolojik olarak halkla yüz yüze etkileşim içinde ve iç içe olup bütünleşebilmişlerdir. Fakat Ermeniler üzerine misyonerlerin çok boyutlu çalışmaları özellikle okullaşmayla gelen laikleşme. 1863 Ermeni Millet-i Nizamnamesiyle kilisenin Ermeni cemaatini yönetme yetkisinin elinden alınıp sivil halka verilmesi ve bu sistemde halkın görev alması kilisenin monopol anlayışını sınırlamıştır. Artık kararlar ortak alınacaktır, (kilise-meclis) Böylelikle kilise, kendisini, ister yetkilerini geri toplama amacında olsun ister misyonerlerin yönlendirmeleriyle olsun ‘Ermeni Sorunu’nun odağında bulmuştur. Elbette her din adamı da (terör gibi) Ermenileri karalayacak yollara girişmemişlerdir. Ancak kilise ve komitanın faaliyetlerine katılmayan veya onları desteklemeyen din adamları Eçmiyazince* (Rus-Komita baskısıyla Ermeni patriği Vehabetyan’ın 1888’de istifa etmesi gibi) marjinalleştirilmiştir.
Sivas Valisi Hakkı Paşa, Dahiliye Nazırlığı’na yazdığı bir yazıda: Patrikhanenin, aklı başında, yaşlı, ihtilal ve isyanının Ermeniler için çıkar yol olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğini kavrayan ve Patrikhane’nin emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak -bunların bazılarının öldürtmüştür- yerlerine genç ve ihtilalci piskopos ve papazları tayin ettiklerini dolayısıyla tek hedef altında toplandıklarını belirtmiştir.174 175
W. Lovvrry, Ermeni kilise liderlerinin bir diğer görevini, öldürülen komitacılar için tören düzenleyerek kiliselerini bu işlere tahsis etmek suretiyle bu komitacıların eylemlerini tanımak ve onaylamak olduğunu söylemektedir.176
Ermcnilerde 19. yüzyıl öncesi din ile milliyet, kilise ile Ermeni iç içe girmiştir, ikisi de özdeş sayılmaktadır, aralarında nüfuz ve otorite yönünden bir mücadele ve otorite yönünden de bir anlaşmazlık sözkonusu değildir, olmamıştır. Ruhanilerle Ermeni toplumu iç içe girerek kiliseye ‘milli kilise’ hüviyeti kazandırmışlar, kilisenin kaderi Ermenilerin kaderiyle bir tutulmuştur. Bu anlamda Ermeni yazar Dikran Boyacıyan; ne kadar geniş olursa olsun Ermeni kilisesini aynı ölçüde ele almayan herhangi bir Ermeni tarihinin, Ermenilerin gerçek hayatını ortaya koymayı başaramayacağını, Ermeni kilisesi ile Ermeni milleti iç içe olduğundan birisi olmadan diğerini düşünmenin mümkün olmadığını belirtir.177 İstanbul eski Ermeni Patriği Ormanian da; “Bir milletin hayatının sırrını kavramak için o milletin dini etüdünü yapmak gerekiyorsa ve hele bu milletiyle aynileşmiş, millet hayatında önemli bir rol oynamış ‘Ermeni Kilisesi’ olursa; bu eserin önemi daha iyi anlaşılacaktır.”178 diyerek bu gerçeği ifade etmiştir.
Ermenilerde değişimi Osmanlı’nın etnik grupların cemaatsel yapılanmalarına izin vermelerinden dolayı genellikle kilise başlatmış ve bireylerinin kültürel, eğitimsel ve dinsel işleriyle ilgilenmişlerdir. Fakat 19.yüzyıl öncesi bireyler din (kilise) etrafında bütünleşirken bu yüzyıldan itibaren kilise uygulamalarıyla Ermeni cemaatinde çözülme ortaya çıkmıştır. Bu merkezi kurumdaki değişme aynı zamanda diğer kurumlar arasındaki fonksiyonel uyumu da bozmuş, artık kilise, dengeyi sağlamaya yönelik bir iç dinamik olma özelliğini yitirmiştir. Bu özelliğin yitmesinden sonra-salt Nizamname (laik meclis oluştu) değil 19. yüzyılda dünyada egemen olmaya başlayan sekülarizmin de etkisi yadsınamaz-bu boşluğu misyonerler ve komitalar doldurmuştur.
19. yüzyıldan itibaren misyonerlerin çalışmalarıyla Ermeni kiliselerinde milli konular da işlenmeye başlamış, kilise artık dini fikirlerden ziyade milli fikirlerin yayılması için çalışmıştır. Çünkü büyük güçler ve özellikle Ruslar arkalarındadır. Kilise, kendi öz değerlerine ters düşmüştür, kendine yabancılaşmıştır. Artık kilise, kiliseden yararlanmak isteyen isteyen güçlerin, bilhassa komitaların öncelikle milliyetçilik duygulan içinde kendi hizalarına çektikleri bir kurumdur. Dini eğitim verilen yer olmaktan çıkan, ama silahlı eğitimin merkezi, isyanlar için bir nevi hareket üssü ve hatta silah deposu olarak görev üstlenen mekanlara dönüşendir.179 Kilise; hayat tarzı, yaşama biçimleri, dili, edebiyatı, gelenek ve göreneklerinin devamında vs. rolü büyük olan ve Ermenileri birleştiren, kaynaştıran iken bundan böyle dini görevlerin
yerine siyasi çalışmalar ikame edilmiştir. Dolayısıyla Patrikhane ccmaatscl yaşamlarının dinamosu olmayı bırakarak kendi halkını tehlikeye atmıştır.
Yüzyıllardır Ermeni kilisesi, üyelerine dini kuralları öğretmekle, onları bir çatı altında toplamakla sosyal kontrolün odağında olmuş iken ulus-devlet olma anlayışına paralel işlevleri siyasileşmeye başlamıştır. Bu anlamda özellikle Rusya’ya çok fazla güvenmekte olup bağımsız, ulus-devlet olma yolunda en büyük yardımcıları olarak görmüşlerdir. Ancak işler Ermenilerin istediği gibi gitmeyip Rusların bağımsız Ermenistan istemedikleri ortaya çıktığında kilisenin de güveni sarsılmıştır. Artık kilise kah İngilizlere kah Fransızlara gidecek dış güçlerin isteklerini aynen yerine getirecektir.
Fakat Lozan Konferansı’nda büyük güçlerin Ermeni meselesini gündeme dahi getirmemeleri onları gücendirecektir. Büyük güçlerin kendilerini nasıl kullandıklarını gösterecektir. Ancak ok yaydan çıkmıştır. Zaten kendileri de Osmanlı’ya karşı olmaktan, Türk’e karşı olmaktan rahatsız da değillerdir. Ermeni kilisesi, Osmanlı’nm parçalanması yönünde kullanılmak üzere de olsa Rus, İngiliz, Fransız, ABD ve bu ülke misyonerlerince siyasal destek görmüştür. Rus general Mayewski; “Ermeni ruhanilerinin din hususunda çalışmaları yok gibidir, buna karşılık milliyetçilik fikirlerini yaymak için pek çok çalışmışlardır.” der.180 Gürün de Ermeni kilise devletinden bahsetmek icap ettiğini, Ermeni kilisesinin, mevcudiyetini koruyabilmesi için bir kuvvete, bir devlete ihtiyaç var olduğunu, Ermeni devleti fikrini doğuranın da Ermeni milleti değil, Ermeni kilisesi olduğunu belirtir.181 Bu bağlamda Osmanlı toprakları içinde bir devlet kurabilmesi kendileri için kaçınılmazdır. Fakat Osmanlı sınırları içerisinde kuracakları, ideal edindikleri Ermenistan için en önemli sorunlardan biri nüfustur. Çünkü Osmanlı topraklarının hiçbir yerinde sayısal çoğunluğa sahip değillerdir. Bu nedenle terör örgütleriyle Türk köylerini basıp halkı göçe zorlamışlar, hatta Rusya’dan getirebildikleri kadar Ermenileri Osmanlı topraklarına yerleştirerek bir nüfus kaydırma planını hayata geçirmeye çalışmışlardır. Fakat yine de sayısal çoğunluğu sağlayamamışlardır. İşte bu noktada kilise, demografik birlik olmanın yanında kollektif duygu, düşünce ve hareket biçimleri için de çalışmış, diğer kurumlar ve altla güçlü bir dayanışma kurmuş bunu geleneklerle sağlamıştır.
Ermenilcr, bütün bu uğraşlarla devletlerinin; a- Ayastefanos'la ütopyalarını, b- Berlin Antlaşmasıyla temellerini, e- Ermeni Milleti Nizamnamesiyle de ulus-devlet olmak için geri kalan kısmını tamamlamaya çalışmışlardır.
Ermeni Millet-i Nizamnamesi Ermcnilerde teşkilatlanmayı (kurumsallaşma-dernekleşme) getirmiş, Osmanlı Ermenilerinin sosyal ve siyasi yapılanmalarında yeni bir dönemi başlatmıştır. Artık Osmanlı Ermenileri, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi olarak Osmanlı içinde önemli bir baskı grubu haline gelmiştir. Dolayısıyla Millet Nizamnamesiyle kilisenin otoritesi sarsılmışsa da kilise, milli devlet kurmayı iyice içselleştirmiş ve yeni devletlerini kurduklarında prestijlerinin ve güçlerinin yeniden artacağına inanmış, bu inançla da Ermeni sorununda etkin bir rol oynamıştır. Bu uğurda gösterilen çabalarla uhrevi lider olan din adamları imtiyazlarla siyasi liderler konumuna gelmişler ve kiliseyi problemin içine çekmişlerdir.
Osmanlı sınırları içinde bir Ermenistan kurulması fikrinin öncülerinden olan Patrik Hırimyan, göreve başlar başlamaz iki şeye dikkat etmiştir:
a- Ermeni Milleti Nizamnamesininin (1863) yeniden irdelenerek Ermenilerin çoğunlukla yaşadıkları yerlerin istek ve ihtiyaçlarına göre değiştirmek,
b-1858 yılında Van’da Varak Manastırı’nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığını güden ‘Van Kartalı’, 1863’tc Muş’ta Garabed Manastırı’nda ‘Muş Kartalı’ adli gazeteleri neşrederek İstanbul Ermenilerinin ve hükümetin gözlerini Ermenistan’a çevirmek.182 Bu amaçla Hırimyan, (1869) Ermeni millet meclisinde yaptığı bir konuşmasında; “Ben Ermenistan’ın açı çeken bir temsilcisiyim, benden öncekilerin derman aramak için hükümete ne şekilde başvurduklarını biliyorum, fakat ben daha etkili, acı bir müdahalede bulunacağım.” demiştir.183 Fakat daha sonra Osmanlı yanlısı Ermenilerce istifa ettirilir. Daha sonra Hırimyan’ın yerine gelen Nerscs Varjebetyan (1874-1884) da Hırimyan’dan geri kalmamış, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’a yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli bir mektubunda, Ermenilerin Türklerle artık beraber yaşayamayacağını, eşitliği, adaleti ve vicdan özgürlüğünü ancak Hristiyan yönetiminin sağlayacağını, Müslüman yönetiminin yerini Hristiyan yönetiminin alması gerektiğini belirtmiştir.184 Özellikle Patrik Ncrses’in Aycstefanos ve Berlin Antlaşmaları (Berlin 61. Madde Osmanlı hükümetinin halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı taahhüt etmesi, ara sıra da bu konuda alınacak tedbirleri büyük devletlere bildirmesi ve bu devletlerin sözkonusu tedbirlerin uygulanmasını gözetmeleri) meseleyi daha ön plana çıkartmıştır. Bu değişikliği de Nerses, Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonucuna bağlamaktadır ve Berlin Kongresinle Ermeni Devletimin temellerinin atıldığını söylemektedir. Kilise artık milleti adına hem düşünecek hem de karar verecektir.
Nerses, “Avrupa elimize silahları verdi, paslanmadan önce bu silahları kullanmalıyız, Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer.”185 ifadeleriyle hem silahlı eylemi hem de destekçilerini belirtmiştir. Bu bağlamda geçmişte farklı mezheplere giren Ermenileri Osmanlı’ya şikayet eden patrikler Ermeni devletinin kurulması yönünde bundan vazgeçmişler ve Ortodoks, Katolik ve Protestan ayrımına girmeden Ermeni meselesini yaşatabilmek için bir araya toplanıp millet olma yolunda çalışmışlardır.
Nerses, patrikhanede ‘İslahat Komisyonu’ kurmuş ve 1879 yılı ortalarında piskoposluklara genelge göndermiştir. Ermeni din adamlarından (politik açıdan) şu hususlara riayet etmelerini istemektedir:
a-Okullardaki çocukların fikirleri Ermenistan meselesi ile doldurulmalı ve okulu olmayan ve öğretmen tutamayan köylerde papazlar, okuma-yazma öğretmeli, hiç değilse imza atmayı öğretmeliler ki bu ileride lazım olacaktır.
b-Vilayetlerdeki Ermeni meclisleri ve başkanları, yabancı konsolosları sürekli ziyaret ederek Ermenilerin dertlerini konsoloslara açıkça bildirilmelidir.
c- Hristiyan Ermenilerin dertlerini duymak ve onlara derman bulmak Berlin Kongresi’nin 61. Maddesi gereği olup Avrupa, bütün Ermenilerin haklarını gözetip ve arka çıkacaktır.
d-Avrupalı yolcular ile samimi ilişki kurulmalıdır.197
Bu genelge isyan içine girdiklerini gösterendir ki aynı zamanda genelgeyle hedeflerini ve şikayetlerini dışa duyurarak ve kendilerini mazlum göstererek Avrupa’yı müdahaleye çağırmaktadırlar. Osmanlı idarecileri de bu isyan bildirilerini yerinde tesbit etmiş dikkat edilmek üzere ilgili yetkililere; patrikhanenin ihtilal hazırlığı içinde olduğunu, Osmanlı yanlısı din adamlarının marjinalleştirildiğini, iftira ve yalana dayalı propaganda yaptıklarını, okullarında zihinlerin zehirlendiğini tüm bunlarda da kilisenin baş aktör oynadığını bildirmişlerdir. Fakat dış ülkelerin iknası yoluna gidilememiştir.
Ncrses’in ölümüyle yerine Harutyun Vehabctyan (1885-1888) patrik olmuş, Nerses’den de ileri giderek Ermeni ihtilal partileriyle işbirliğine girişmiştir, devrinde ünlü Ilınçak ve Taşnak partileri kurulmuş, kilise sayesinde de isyanlar da başlamıştır. Ermenilerin kiliseleri de bu cemiyetlerin lehine propagandalara girişmiş ve Ermenilcri cemiyetlere girmeye çağırmışlardır. Dahası Ermeni kilisesi papazları para vermeyenlerin listesini çıkartarak komitacıları bilgilendirmişlerdir. Kendilerine yardımcılara olmayan din adamları veya diğer sınıflara mensup kimseler de komita mensuplarınca etkisizleştirilmişlerdir.198 Özellikle Ermenilerin bağımsızlık yolunda önde gelen dini liderleri olan Hrimyan, Varjcbedyan ve İzmirliyan, Ermeni ihtilalcilerini desteklemişler, ihtilalcilerle birlikte bağımsızlık propagandalarını Ermenilerin yaşadığı her yere yaymışlardır. Çağlardan beri Türk milleti ile Ermenilcr arasında devam cdegelen olumlu sosyal örüntüler, kilisenin Ermeni cemaatini tahrik etmesiyle yerini iki toplum arasındaki kargaşaya bırakmıştır.
Kiliseyi ‘kayıp ülkenin görünmeyen ruhu’ olarak adlandıran Malakya Ormanyan (1896-1908), patrik seçildiğinde hatalar yapsa da Osmanlı Devletinden yana politikalar sergilemiş, menfaatlerini Türk devletinde görmüş, geride bırakılan kötü imajları silmeye çalışmıştır. Bunun üzerine padişah da af çıkararak sürgüne, hapse gönderilen Ermenileri serbest bırakmıştır. Bu olaylar dizisi içinde Osmanlı, Ermeni milletini itaat ve sadakat yoluna getirilmesine öncülük eylemesi186 yönünde patriklikten yardım istemiştir. Osmanh’nm olaylar karşısında barışçıl tulum sergilemesi, kiliseye görevini hatırlatması ve olaylar üzerine soğukkanlı gitmesinden anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak denilebilir ki, misyonerler ve ülkeleri Ermeniler aracılığıyla Osmanlı'yı parçalayıp pay almak isterlerken Ermeniler de kendi devletlerini kurma peşindedirler. Bu bağlamda Ermeni din adamları, kiliselerde dini doktrinlerden ziyade intikam ve isyan kavramlarıyla uğraşmakta, halkın arasına girerek de komitaların emirlerine uymaları için ikna çalışmaları yapmaktadırlar. Patrikler, bağımsız Ermenistan kurulması için antlaşmalara katılıp (Mondros, Sevr...) kararlara Ermeniler lehine maddeler koydurmaya çalışmışlardır, özellikle tehcir öncesi 20-25 yıl içinde kiliseyle komita etle tırnak gibidir, ikisini ayırmak yanlıştır, ikisi artık eşanlamlıdır. Patrikhane bütün varlığı ile komitacı yatağı olmuş; piskoposlar ve diğer din görevlileri komitacılardan seçilmeye başlanmıştır. Denilebilir ki, Ermeni dini kuramlarının (patrikhane-kilisc) Ermenilerin her devrinde bir cemaat olarak yaşamalarını sağlayan, onların hem dini hem de dünyevi hayatlarını düzenleyen, onları birleştirip-bütünleştiren kilise, artık cemaatini (silahlandırma, kışkırtma...) tehlikelere rahatlıkla atmıştır. Birçok tehlikeden koruyan, bazen de siyasi, idari kışkırtmaları ve silahlandırmalarıyla onları tehlikenin kucağına atan müesseseler olduklarını belirtmektedir.
Ermenilcrdeki bu değişim sanayi devriminin getirdiği değişme ve gelişmelerin kaçınılmaz sonucu olmadığı gibi Taylor’un ifade ettiği şekilde sosyokültürel evrim, -‘ilkel’liğin, ‘uygar’ topluma doğra bir evrimi de-değildir. 187 Değişim odak gruplarınca ve toplumsal sistemlerinde farklı ruhlar yaratılarak onların yönlendirilmeleriyle oluşmuştur. Ancak kültürel türdeşlik hiçbir zaman bir ulus olmaya yetmemiş, bununla birlikte bir ulusun varlığı için şart olan, ‘ulusların siyasal alanının işlerliğinin kurallarına uymak gerektiği’188 anlayışı paylaşılmıştır. Ermeniler, artık son hamleyi yapacaklardır: İsyan. Bu anlamda isyanlarında birey ile Tanrı arasındaki örüntü içerikli kuramlar (din-kilise) Ermeniler arasındaki etik ve moral sistemleri içermektedir. Ancak değişim, bununla da sınırlı kalmayıp aile, eğitim, siyaset, ekonomi ve toplumsal düzlemle de eşgüdüm sağlamıştır.
Bu azınlık grubu, Osmanh Devleti içinde diğer azınlıklar gibi örgütlenmiş, kilise sayesinde sağlam bir grup dayanışması ve birbirlerine sağlam bir aii’ik duygusuna sahip olmuşlardır. Ancak bu etnik durumları çıkar gruplarının etkinlikleriyle, Osmanh’ya karşı bir önyargı ve ayrıcılığa/nefrete varmıştır. Yine pozitivist geleneğin (bilimsel düşüncenin gelişmesiyle dinin ortadan kalkacağı anlayışı) söylemi Ermeni cemaatinde tutmamış, misyonerlerin faaliyetleriyle bir değişim yaşanmıştır. Aldıkları dini ve kültürel eğitim kendilerine özgülükleri arttırmış ve Emıenilcrde ulusal canlılık meydana getirmiştir. Kilise, kültürel ve sosyal değerleri bünyesinde toplamakla yetinmemiş aynı zamanda bu ritüelleri nesillere de aktarmıştır, bu bağlamda da en önemli kurum olmuştur.
Ermeniler, OsmanlI’da 19. yüzyıla kadar kendilerinden asker alınmadığı için bütün gayretlerini ticaret, ziraat ve sanayide yoğunlaştırmışlar, tam bir huzur ve refah içinde çalışmışlardır. Batılı devletlerle yapılan ticari antlaşmalar da Errmeni vatandaşlarının ekonomik özerkliğini getirmiş, böylece ekonomik güçleri artmış ve Osmanlı üzerinde bir baskı grubu haline gelmişlerdir. Namık Kemal “Biz sıkıntılar içindeyken Hristiyanlar ticaret ve sanatla uğraşıp Avrupa seviyesine geldiler.”189 diyerek Ermeni azınlığın durumunu yansıtmıştır. OsmanlI’da kuyumculuk, inşaatçılık, eczacılık... hatta dış ticaretle dahi uğraşmışlardır. Bu uzmanlaşmalar sayesindedir ki OsmanlI’nın her tarafında önemli ekonomik mevkiyi elde etmişlerdir. Bu ekonomik sınıf (ticaretle uğraşanlar) sınıflar arası geçişte (kilisenin nizamnameyle gücünün yitmesi sonucu) bir dikey hareketlilik yaşamış, prestijlerinde belirgin değişiklik görülmüştür. Son zamanlarda sosyal kategoride (azınlık) Rumların gözden düşmesiyle OsmanlI’nın ticaretinde önemli bir rol oynayarak en önemli konuma (milletvekili. Bakanlar...) gelebilmişlerdir.
Ermeni nüfusu zanaatle, ticaretle uğraşanlar, din adamları ve köylüler şeklinde sınıflardan oluşmaktadır. Bu anlamda Ermeni nüfusu, kırsal alanda ve şehirlerde yaşamakta olup köyleri feodaldir.’ Ermenilerin kırsal kesimlerinde yaşayanlarının ürettikleri genelde kendilerine yetmektedir, dış pazarlara ihtiyacı olan pek azdır, etkileşimleri de başlangıçta azdır. Ancak 19. yüzyıldan itibaren Ermeni köyleri, ticarette Ermenilerin üstün olmaları sayesinde verimlilik açısından yüksek üretim sağlamışlardır. Yine de Osmanlı’nın da bu çağdaki kapalı ekonomik sistemi, kısmen Ermenileri de hareketsiz kılmışsa da sonraları bu Ermeni köyleri toprak ve modern teknolojiyi ellerinde toplamışlardır.
Osmanh’daki ekonomik gerileyiş vergi sistemlerine yansıyınca Ermeni ve Türk köylülerini ve üretimi olumsuz etkilemiştir. Denilebilir ki; Ermeni köyleri, Ermeni tüccarları sayesinde hareketsizlikten (statik) kurtulmuştur. Bazı Ermeni köylerinde Türk topraklarında olduğu gibi toprak paylaşılmamış, ancak aile fertleri işbölümüne gitmiştir. Aile bireylerinden kimisi tarımla uğraşırken kimisi de ticarete kaymıştır, örneğin Ermenilerin nüfusça toplandıkları doğu bölgelerinde denetleme gücü Türk köylerinde ağalardayken Ermenilerde böyle bir durum söz konusu değildir. Türklerde olduğu gibi Ermenilerde de kapitalist farklılaşma henüz olmadığı için de köylü malını tüccarlara satmaktadır. Şehirlerde yaşayan Ermenilcre gelince bunlar genellikle ticaret, zanaat ve sanatla uğraşmışlar, Osmanh’daki ilk tiyatro Ermcniler tarafından açılmıştır. Bu tiyatrolar 19. yüzyılda Ermeni ideallerini, ezilmişliklerini anlatıp bireylerine propaganda yapmışlardır. Toplumsal düzenin yapısındaki hatalar da bütün, çalışmalarının önünü açmıştır.) şehirlerde esnaf loncaları çerçevesinde teşkilatlanmışlardır.
Ermeni köylüsünün 19. yüzyıl öncesi sorunu kilise, yol...iken 19. yüzyılla birlikte misyonerlerin, kilisenin, komitanın çalışmalarıyla bağımsız Ermenistan olmuştur. Fakat özellikle bazı zengin Ermenilerin bu çalışmalara olumlu destek vermiş değillerdir. Peki niçin İstanbul, İzmir vs. zengin Ermeni tüccarları, komitanın Osmanlı’yı parçalama yönündeki faaliyetlerine karşı çıkmışlar ve bunlar komitalar tarafından sahte vatanseverler ve paracılar olarak nitelendirilmişlerdir?
-
a) Zenginlerin tarihten gelen solidaritcnin (dayanışmanın) devamlılığım istemeleri,
-
b) Zengin olduklarından kilise ve komita faaliyetlerinin kendilerine maddi ve manevi zarar getireceği inancı,
-
c) Son olarak da komitaların sosyalizmi getirmek amacı. Zira sosyalizmde işçi sınıfının egemenliği söz konusudur. Dolayısıyla işçi sınıfı iktidarı ele geçirdiğinde bu zengin (burjuva) sınıfın malları yağma edilecek, bu sınıf ortadan kaldırılacak endişesi yaygındır.
Osmanh Ermenilerinin nüfus yoğunluğu bakımından doğuda yaşamaları dikkate alınırsa Osmanlı’da toprak bir azınlığın (ağa) elindedir, bir kısım insanlar ya topraksız ya da bir miktar toprağa sahiptir. Ermenilerde durum böyle değildir. Genel bağlamda her iki toplumda da üretim aracı öküz ve karabasandır. Zaten teknolojik değişim (pulluk vs.) köylere I. Dünya Savaşı’ndan sonra girmiştir. O halde değişim ve toplumsal farklılaşma modern araçların artırmasında değil misyonerlerin ve kilisenin bireyleri eğitmesinde aranmalıdır. Bu bağlamda Max Weber’in, ‘misyonerlerin (dinsel dernekler*) burjuva kapitalist iş ahlakının yayılmasına ve korunmasına hizmet ettiği’ görüşünü doğrulamaktadır. Esasen Ermeni köylüleri feodal kalıntılardan kurtulabilmiş değildir, buna mukabil tüccarların büyük ülkelerle ilişkileri kapitalist işleyişe yakındır, en azından kapitalist pazar ilişkileri yönündedir. Ayrıca büyük güçlere göre Osmanh bir hammadde ülkesidir ve genel ülke nüfusu kırsal kesimde yaşadığından şehirleşme olgusu yaşanmamıştır. İşte bu uygun durumu Ermeni tüccarları değerlendirmişler ve sınıf olarak büyük bir sermaye birikimine sahip olmuşlardır.
Merzifon’da görüştüğümüz Zeki Ozköse, Ermeni ticari hayatından bahsederken; duyduğu kadarıyla, çok varlıklı olduklarını, Kırım’a kadar ticaret yaptıklarını -özellikle deri- okuyan çocuğu dayak yedi diye okula göndermeyecek kadar gururlu olduklarını, Ermeni zanaatkarlarının yanlarına Türklerden çırak dahi almadıklarını, yanlarında sadece Ermeni çocuklarını yetiştirdiklerini ve şehirde ticari hareketliliği sağladıklarını söylemiştir.
Türk köylerine göre Ermeni köyleri-aldıkları eğitimin etkisiyle-teknoloji ve üretimde değişim zorunluluğu duymuş ve değişmişlerdir. Osmanlı’da feodal kalıntılar devam etse de gerek çiftçilik gerekse sulama sanatına gösterdikleri tam vukuf sayesinde Türkiye Ermeni köylüleri Rusya’daki Ermeni köylülerinden daha iyidir.190 Ticari hayatı bizzat ellerinde tutmaktadırlar. Ermenilerin Osmanlı ticari hayatında örneklem olması yönüyle Sivas’ı örnek gösterirsek; Sivas’ta Ermeniler nüfusunun %35’ini oluşturmaktadır, 166 tüccardan 125’i yani %75’i büyük imalatçıdır ve Ermenidir, yine şehirdeki toplam 9800 küçük esnafın 6800’ü, 153 zanaatçı dükkanından 130’u Ermeni ustalarına aittir.191
Büyük güçler ve misyonerlerce, OsmanlI'daki iktisadi artığa el koymak-ekonomide yaratılan-önemli olduğundan bu anlamda Ermeniler, Osmanlı ve Batı arasındaki organik uzantıları olmuştur. Fakat daha önceleri Viskont R. Des Koussand tarafından da ifade edildiği üzere Asya köylerinde Ermeni köylüsü ile Türk zanaatçisi arasında tam bir dayanışma vardır. Çok defa genç bir Müslüman’ın askere veya Mekke’ye Hacca giderken aile ve eşyalarını Ermeni komşusuna emanet ettiğini söylerken iki toplum arasındaki sosyalliğe gönderme yapmaktadır.192 Ancak zamanla dış ülkelerin ve misyonerlerinin faaliyetleri sonucu bu ilişki bozulmuştur. Zira büyük güçler maddi refahın devam etmesi için sömürüye ihtiyaç duymuşlardır ki Osmanlı toplumundaki Ermeniler de bunun bir yönüdür. Fakat zamanla büyük güçlerin menfaatleri birbirleriyle çatışmıştır. Engels’in görüşleri bunu bizzat göstermektedir.
Engels, a-İstanbul ve özellikle Asya Türkiye’sinin, çok geniş bir alanda yapılan kervan ticaretinin başlıca pazarı olması, b-ticaretin çok hızlı artması, c-Rum ve Ermenilerin bu pazara büyük ölçüde mamül İngiliz malı ithal etmesi ve malları da düşük fiyatla pazara sürmesi sonucunda Rusların gelecekteki beklentilerini kendi menfaatlerine çevirmek istemeleri yönüne gönderme yapmaktadır.193 Zira geçmişte buraları İngilizler’e kaptırmışlardır, bir daha aynı hataya düşmek istememektedirler.
Engels’in bu görüşü Ingiltere-Rusya’nın hasımlığında ve OsmanlI'nın yıkılması stratejilerinde önemli bir stratejik ayak olarak Ermcnilcri kullanmalarının da nedenini açıklamaktadır.
Ermenistan üzerindeki gayretler ile ilgili Tsanoff, 1903 tarihinde ‘Türkiye’deki Çıkarlarımız’ başlıklı yazısında; ‘Ermenistan, OsmanlI’dan koparılırsa ABD’nin bu yörelerde ticareti muazzam artacaktır.’ demektedir.
“Barton, bu okullardan çıkan erkek ve kadınlar bilgi isteyen mesleklerde olduğu gibi iş ve ticarette de ön sıralarda yer almaktadırlar. Misyoner okullarının eski talebelerinin büyük bir kısmı şimdi Avrupa ve Amerika’nın varlıklı tüccar ve iş adamlarıdır. Modem düşünceli bu adamlar aracılığıyla fabrikalarımızın ürünleri vc Batı’nın makinaları Doğu’nun bu bölümüne artan oranlarda giriyor, bunun karşılığında da Türkiye’nin ürünleri bize ulaşıyor. Sık sık ifade edilmiş olduğu gibi Türkiye’deki Amerikan Kolejlerini kurmak ve desteklemek içim Amerika’dan gönderilen paranın bu ülkeyle artan ticaret sayesinde yüklü faiziyle birlikte geri ödendiğini söylemek doğru olacaktır.”194
Bu şekilde misyoner okulları da ekonomiyle ilişkilendirilerek kendi ülkelerinin menfaatlerini merkeze koymuşlardır. Misyonerler okullarında Ermeniler kültür taşıyıcıları olmak yanında ekonomik çıkarları doğrultusunda stratejik önemleri vardır.
“Osmanlı ekonomisindeki mübadele ilişkilerinde el konulan artık yani tüccar sermayesinin sağladığı kar ve faiz benzeri kazançlar OsmanlI’daki sermaye birikimine önemli bir katkıda bulunmadı, içeride en ücra köy ve mezralarda başlayıp kasaba ve kentlerde toplanan ve İstanbul ve İzmir’de düğümlenen ticari ilişkiler ağı, OsmanlI’nın bu büyük dış ticaret kentlerindeki iktisadi mafsallar aracılığıyla kapitalist dünya piyasası ile eklcmleşmekteydi, bu ticaret sisteminin iç halkaları üstünde binlerce yerli esnaf bulunmakta ancak toplam ticaret gelirlerinin dağılımında en büyük payı yabancı kapitalistler ve onların organik uzantısı gibi olan İstanbul ve İzmir’de gayrimüslim çevreleri-özellikle Ermeniler almaktaydı.”195
Bu gelişim Osmanlı burjuvazisi karşısında Ermeni burjuvazisinin gücünü arttırmıştır. ABD gibi büyük güçler, Osmanlı topraklarında (özellikle 19. yüzyılın başları) ticaret yapmaya başlarlarken Ermeni simsarlarını kullanmışlardır.
19. yüzyıla kadar Ermeniler kilise, tüccar-zanaat ve köylü sınıfından oluşmaktadır ve otorite ise kilisedir. 19. yüzyıldan itibaren-laik okullar, laik meclis türü etkinliklerde görüldüğü üzere-bu sınıfsal merdivenlerde ekonomik büyümenin etkisiyle tüccar-zanaat erbabının statüsünde bir hareketlilik olmuş ve güç bakımında kiliseyle eşitlenmişlerdir. Özellikle 19. yüzyılda Ermeni orta sınıfı Türk burjuvazisi karşısında da aşırı ilerlemiştir. Bu dönemde Ermeni burjuvazisi yabancılar tarafından da desteklenmiş ve korunmuştur. Ermeniler, büyük ticareti ele geçirdikleri gibi küçük ticareti dahi kontrolleri altına almışlar, dünya ticaretini de bilmeleriyle ve aldıkları çağdaş eğitim ile mobilize olmuşlardır.
19. yüzyılın sonuna gelindiğinde ekonomik anlayış Osmanh üzerinde bir zihniyet değişimine neden olmuştur.
a-Avrupa’da imal edilen malların (her şeyden önce de dokumaların) ülkeye girmesi ve b-Takas ekonomisi üzerine kurulan tarım cemaatlerinin bağrında nisbi bir özerkliğe imkan veren ev ekonomisini yıkma eğiliminde olması ile takas ekonomisi alt üst olarak yerini para ekonomisine bırakmaya başlamıştır. Bunun karşısında Osmanh cephesinde de küçük ticareti bile kaptıran Müslüman orta sınıf memuriyetle devlete kapanmak istemiştir.196 Ancak Türk burjuvazisi yönüyle Kurtuluş Savaşıyla işler biraz başkalaşmışım 20. yüzyılın başlarındaki tehcirle (1915) Ermenilcrin (burjuvazisi) ekonomik hayattaki etkisi iyice azalmıştır. Müslüman burjuvazisi ekonomik hayatta etkin olmaya başlamıştır ki Osmanh Devleti bürokrasisi ve Müslüman burjuvaziyi desteklemesi önemli rol oynamıştır. Bu gelişme ise ABD gibi aracıların konumlarını yitirmeleri gayr-i müslimlerin (Ermeniler) ekonomik etkinliklerin dışında kalması demektir.
Kurtuluş Savaşı kazanılmadan evvel “bankacılık, sigortacılık, liman işletmeleri vs. tamamen yabancıların kontrolündedir”197 Ancak savaş sonrasında İstanbul başta olmak üzere Anadolu’da ticaret bırjuvazisi harekete geçerek Ermeni tüccarlarının yerine geçmiştir. Bu amaçla da (Türkiye İktisadi İstihbarat ve Neşriyat Merkezi gibi) bazı merkezler kurulmuştur. Ancak etnik burjuvazinin (Ermeniler) 1914-1921 sonrasında Osmanh’dan ayrılması (tehcir) ve çıkarılmasıyla, Osmanh burjuvazisinin de fazla bir etkinlikleri olmamıştır.2" Bunda da OsmanlI’daki bürokrasinin gücünden ve bu yapılanmadan dolayı etkili, engelleyici olmuştur.
Fatih devri öncesinde Ermeniler, Anadolu’nun hatta dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan etnik, dinsel gruplardır. Kendi içlerine dönük, kapalı çevrelerde yaşamaktadırlar ve dış dünya ile de ilgisizlerdir. Henüz milli bütünleşmelerini sağlayamamışlar, sosyal gruplaşma ve örgütlenme olgusu yaşanmamıştır. Toplumsal örgütten yoksun olan Ermeniler, Fatih devriyle birlikte belli yerlerde (İstanbul vs.) toplanmışlar ve cemaatleşme bilinciyle dinsel bir küme (kilise) etrafında örgütlenmişlerdir. Osmanlı açısından iyi ilişkilerin kurulduğu ‘Millet-i Sadıka’ dırlar.
Ermeni sorunu ortaya çıktıktan sonra (1877-78) Batı merkezli olmak üzere misyonerler, kilise ve komita çalışmalarıyla amaçlar, idealler ve ortak menfaatler etrafında birleşmişlerdir. Amaca ulaşabilmek için bu kurumlar aktif çaba göstererek şiddeti içeren kitlesel bir hareketi kışkırtıcı olmuşlardır. Bunlara çağdaş dünyanın yaratılmasını oluşturan ve etnisitenin ulus olma isteklerinin bilincini veren Fransız ihtilalinin de eklemek gerekmektedir. Siyasal anlamda Ermeni sorunu ve sosyo-kültürel anlamda eğitim, çağcıl bir şekilde Ermenilerin bilgi düzeylerini yükseltilmiştir. Bu edilgin grup etkin hale getirilişinin arkasında güç sahibi olan misyonerler, kilise ve komitalar vardır. Böylelikle Ermenilerdeki milli kimliğin doğuşu ve bu bilincin içselleştirilmesi bir devinim göstermiş, Ermeni-Türk ilişkisini başkalaştırmıştır. Ermeni ayrılıkçılığının yaratılmasında ve eylem propaganda planında komitalar en önemli rolü üstlenmişlerdir.
Her ülkenin misyoner teşkilatlan, Osmanlı Devleti’ndeki Hristiyan bireylerini kendi ülkelerine götürmüş ticari veya iktisadi alanlarda yüksek maaşla iş vermişler Anadolu’daki Hristiyan alt tabakayı da bu ülkelere götürüp iş kışkırtmaya çalışmışlardır. Bu bağlamda kafası ve kesesi boş olarak giden kimseler (köylüler vs.) birkaç yıl içinde maddi yönden güçlenmiş olarak Osmanlı topraklarına dönmüşler ve
-
211 Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 3. Baskı, İstanbul, İletişim Yayını, 1993, s. 11.
-> 12 bizzat Ermcnilcr bu yolla kısa bir sürede isyancı bir hale dönüştürülmüşlerdir." " Misyonerler ve kilise yanında komitalar da Ermcnilcr üzerinde en etkili olanlardandır. Her ne kadar 1870-80 yılları arasında Van bölgesinde ‘Araratlı’, Muş’ta merkezi bulunan ‘Okul Sevenler’, ‘Doğulu’ ve ‘Kilikya’ dernekleri kurulup 1880 yılında bu dernekler bir çatı altında birleştirilerek ‘Ermcnilcrin Birleşik Derneği’ adını almış ise de ve yine 1789’da ‘Milliyetçi Kadınlar Derneği’, 1880'de Erzurum'da ‘Silahlılar Demeği’, Kafkasya’da ‘Genç Ermenistan Derneği’, 1872’de Van’da ‘İttihat ve Halas Demeği’ ve ‘Karahaç Demeği’ kurulmuşsa da198 199 Ermenilerin iki önemli komitası; Hınçak ile Taşnak’tır.
Hınçak komitası Kafkasya Ermenilerinden Rus uyruklu Avedis ile karısı ve KafkasyalI diğer öğrenciler tarafından 1886 yılında İsviçre’de kurulmuş ve komitanın düşüncelerini yaymak için de Hınçak isminde gazete çıkarılmıştır. Bu komitanın başında ve üyeleri arasında çoğunluğu Rus uyruklu Ermeniler vardır. Komita kendine çalışma alanı olarak Doğu Anadolu’yu seçmiştir. Komitanın programını merkeziyetçi bir marksist, anarşist anlayış oluşturmaktadır. Taşnak ve Hınçak partileri birer sosyalizmi temsil etmektedirler ve sosyalizm burada etnisitenin unsurlarına, milli menfaatlerine hizmet etmiştir. Komitalar, Kari Marks’ın; ‘Bir düzine silah nakledecek çete, bir düzine programdan daha etkilidir.’200 prensibinden hareket etmişler ve ‘kurtulmak istiyorsan öldür’201 parolasını benimsemişlerdir. Komitalar bu amacı gerçekleştirmek için -Osmanh’nm yavaş hareket etmesinden de faydalanarak- okullar ve kiliseler başta olmak üzere silah depolan oluşturmuşlar ve Ermenileri de silahlandırmalardır. Hem çeteler kurarak hem de d ı şan dan Osmanlı topraklarına çeteler sokarak ve hem de Ermeni olan şehirli ve köylüleri silahlandırarak isyan çıkartmaya çalışmışlardır.
Komita, ilk toplantısını Tiflis’te yapar ve bu toplantıya Türkiye’de açtıkları İstanbul, Trabzon, Van, Erzurum, Dersim, Muş ve Bitlis şubelerinden delegeler katılır. Toplantıda, Türkiye’de isyanlar çıkarılması, casuslara, devlet adamlarına suikastlar düzenlenmesi, gençlerin ve bütün Ermenilerin isyana hazır olması kararlaştırılır ve planlı bir yapılanma içine girişilir.202 Olaylar, bağımsızlık savaşı olarak lanse edilirken dış dünyaya da soykırım olarak propaganda yapılır. Taşnak'ın nitelikleri Taşnak Partisi tarihçisi Varanciyan tarafından şöylece belirlenir:
"Belki hiçbir ihtilâlci parti... Taşnak partisi kadar çılgın türde terörist yetiştirememiştir. Yüzlerce silahşor, bomba ve hançerle intikam için yola çıkmış kişi yaratmıştır.’ Bu sözler Taşnak yayın organlarında ‘Sevr anlaşması üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bu anlaşma davamızın kilometre taşlarından biridir’203 şeklinde yansımıştır. Komitaların çalışmalarında din adamları da etkin rol oynamışlardır, mesela bazı Ermeni din adamları ruhanilik yönünü bir tarafa bırakarak komitalara girmiş ve Dacad Vartcbctyan’m Karmcn ismini alması gibi değişik adlar almışlardır. Yine heyet adına Başkatip sıfatıyla Rahip Bogos Kalcmyan, İstanbul Hınçak şubesine; üç bilezikli Martin, Mavzer tabancası, Kırma Çifte Tam Çakmak, Amerikan Smith Kırma tabanca ve Brovvning çeşitleri olmak üzere toplam fişekleriyle beraber iki yüz adet alma yönünde bir evrak göndermiştir.204
Taşnak komitası büyük güçlerle işbirliği içindedir. Zira, reisi Aknoni, Amerika’da yayınlanan Asparez gazetesiyle Ermcnilcre hitaben; “Avrupa bizden kan istedi, kan verdik, savaşçı istedi, verdik, fedai gibi muharip, asker gibi muharip, gönüllü muharip velhasıl hürriyet kanıyla vaftiz edilmiş insanlar istedi, verdik!”205 diyerek kimlerle işbirliği içinde olduklarını belirtmiştir. Sosyalist- Marxist olan bu komitalar Danvinci anlayışla güçlü olmaya çalışmışlar ve amaçlarını da komünizimin tarihselliğini göstermek olarak belirlemişlerdir. Bu bağlamda Hınçak komitası özellikle işçi sınıfına çok uygun gelen Marxiszimn propagandasını yapmakta ve karışıklık çıkarmaktadır.206 İhtilal yapmak için gençler, dini liderler... taşın altına ellerini koymaktan çekinmemişlerdir. Bu bağlamda komita elitleri sınıfsal olarak Ermeni proleteryası oluşturmak isteseler de Türkiye’nin koşullarına göre bu anlayış (proleterya-sosyalizm) propagandadan öteye gidememiştir. Sonuçta özellikle Hınçak, Taşnak komitasıyla sosyalist ideolojiyi benimsediklerinden Ermeni etnisitesindeki işçi sınıfı ve bu sınıfın yükselmesi için birleşmek istemişler, ancak bir takım nedenler sayılsa da Osmanh’da sanayileşmenin olmaması dolayısıyla kapitalist anlayışı henüz oturmaması bu birleşmeyi engellemiştir. 1870’de genç Ermenilerin düşüncelerini yayan Demircibaşıyan, ‘Vazife ve Harp’ adlı risalesinde; 20. Asrın Ermeni hürriyetini getireceğini, geçmiş yüzyılların kıvancı olacağını, boyunduruk altında inleyen milletlerin, zincirlerini kıracaklarını, Hürriyet güneşinin Masis Tepesi’nden Ermenistan’a hürriyet ışıklarını yayıp saçacağını ifade eder. Ayvazyan adındaki bir ruhani reis de Ermenilerin... gerek cebr ve şiddetle veya isyan ve ihtilalle velhasıl her ne vasıta ile olursa olsun kesinlikle Ermeni devletinin kurulmasını (ihtilal) salık vermektedir.207
‘Taşnaksutyun Tarihi’ isimli kitabında, Ermeni yazarı Varantyan, komitanın parolasını ‘Türk’ü her yerde ve her türlü koşullar altında vur, öldür; gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni kafiyelerini, hainleri yok et, öç al’ şeklinde belirttikten sonra komitanın aydın gençlik kitlelerine dayandığını belirtmektedir.208 209
Bu amaçla Osmanlı tarafını tutanlara veya kendilerine katılmayanları katletmişlerdir. (Papaz Mampre, Avukat Haçik, Tüccarlardan Apik Uncuyan vs.) Mark Sykcs ise İstanbul’daki Ermeni anarşistlerinin soydaşlarının katliamını tahrik için bomba kullandıklarını ifade etmektedir. İhtilalcilerin başvurdukları usullere de insani değildir. Suçsuz kimseleri cezalandırmak amacıyla Müslümanları öldürmek, hükümete vergi ödeyen köylerden haraç almak, ihtilal teşkilatına para vermek istemeyenleri ^‘7'1 katletmek vb. ancak bir bölümüdür.
Komitalar gerek içte gerekse dıştaki yayınlarıyla davaları kadar çalışmalarını da anlatmışlardır. Hınçakların çıkardığı Hınçak isimli gazete (1886) ve Taşnakların çıkardığı Taşnak isimli gazeteler vasıtasıyla düşünceler ve dava kamuoyuna aktarılmıştır. Hınçak komitasının programındaki ifadeler onların anarşist fikri amaç edinmelerine örnek teşkil etmektedir.
“Mezkur programın bir fıkrasında her serde idare-i hazıra ahaliden bir kısmına iktidar vererek diğerlerini anların pençe-i zulmünde zebun bıraktığı ve halbuki her memlekette servet ve sa’adet aceze-i ahali yani amele güruhunun semer-i mesa’isi olarak husul-pczir olduğu ve Hınçak komitasının asas maksadının anarşizm idüğü i'tiraf olunuyor. Diğer bir fıkrasında Anadolu’nun Ermeni sakin olan mahallerde yakın niyyet olmak üzere menvi-i zamir olan ihtilalin hemen ika’ıyla Anadolu Ermeni istiklalini elde etdikten sonra uzak niyet namıyla telakki olunan anarşist fikrinin ne vech ve suret ile mevki’-i fi’le konulması icap edeceği der-miyan olunuyor.” "4
Hınçak ve Taşnak marşları ise şöyledir:
HINÇAK MARŞI
Erzurum’da, İstanbul’da gök gürültüsü gibi
Taşnak çetesi Sason’a gidelim
İlk hareketin çanını çabuk çal
Yiğit arkadaşlarımız bizi bekliyor
Ermeniler her tarafta ayaklansın
Kahraman Antranik cesur arkadaşlarıyla
Tutsaklık zinciri kırılsın, güneş doğsun
Herz, Hınçak mezhebi yankılanır oll
TAŞNAK MARŞI
Çete başları gönülden yemin ederek
Fedaileriyle ilerliyorlar
En önlerinde kahraman Antranik
Nara vurarak harp istiyor
Yetişir artık kardeşler çok uyuduk
Bu kadar sabır kafi değil mi?
Anamız Ermenistan’ı elden çıkardık
Şimdi kuvvetliyiz tekrar alalım.”210 211
“...Uyan evlat, gafletten bak
Harp borusu çalıyor
Vatan sevdası uyan diyor
Hayat ve memat saat geldi.”212
Komitacılar, ulus-devlet olma yolundaki fikirlerini, geniş bir alana hatta tabana yaymak için Ermenilerin yaşadığı her yere şubelerini açmışlar ve yayın organlarıyla da düşünce ve hedeflerinin her eve girmesini sağlamışlardır. Propagandalarını hiçbir ülkede izin verilmeyecek bir tarzda ve özellikle komitalar tarafından Osmanh sınırlarında kahvehanelerde, yollarda, kendi kulüplerinde... ve 777
Avrupa’da yapmışlardır.
“Vartan Mamikonyan’ piyesi Beyoğlu'nda, Üsküdar’da oynadığı sırada Ermenilerin en heyecanlı ihtilal havalarından olan ‘Pamp Orodan’ hep bir ağızdan söyleniyor, Ermeniliği temsil eden ihtiyar ‘Hür Ermenistan, Hür Ermeniler!’ kelimelerini söylediği zaman halk heyecanının son derecesine geliyor,'Yaşasın Ermenistan!’ diye bağıranlar oluyordu, bu kadarla da kalmadı, bu şarkılar plaklara okunup her tarafa gönderildi. Propagandanın komitacılarca özel bir önemi olduğundan, ücretle tutulmuş hatipler, mahalle mahalle gezerek halkı tahrik ediyorlardı.” 213 214
Propaganda çalışmalarında kilise Ermeni halkına bir dünya cenneti va’detmektedir. Propagandalara göre Ermeni krallığı kurulduğu zaman artık o zengin vilayetler, o mallar ve ganimetler hep Ermenilerin olacak ve bugün masal olan Ermeni tarihi yeniden ve daha parlak olarak dirilecektir.215
Komitalar, Ermcnileri siyasal boyuta çekmek ve tek ideal etrafında bütünleştirmek için çalışmışlar ve bunun için her türlü yola başvurmuşlardır. Bu yolda komitalar konsolosluklar aracılığıyla diplomatik yolları kullanmışlar ve Osmanh topraklarına haritalar, ilanlar, dergi, gazeteler... sokup bunları dağıtmışlardır. Dışa karşı en çok kullandıkları propagandaları da Türk idaresinin kendi halklarına yaptığı, kötü olduğu, can ve mal güvenliklerinin olmadığı, Türkler tarafından katledildikleri yönünde olmuştur. Böylelikle kendi yaptıkları katliamlara ve kendi ulus-devletlerini kurmaya zemin hazırlamışlardır.
Komitalar nüfuz ve başarı temin etmek ve özellikle seçimlerde kazanmak için mahallelere, okullara da el atmışlar; okullar siyasal hayata dönük olarak bireyler üzerinde etki etmiş, öğrencilerin siyasal konularda bilgi edinmelerini sağlamıştır. Mustafa Aydın’ın eğitimin siyasetle ilişkisini belirtirken ideoloji oluşumuna gönderme yaparak ve eğitimin siyasi ideolojiyi sürdürmesi işlevini gördüğünü ve ideolojinin gelişmesine katkıda bulunduğunu216 ileri sürmesi gibi Ermenilerde de okul bu işlevi aynen yerine getirmiştir. Böylccc bireylerini siyasal hayata hazırlayarak siyasal etkinlik ve katılım duygusunu arttırmıştır. Komitalar dışarıya karşı görünüşte uzlaşma ve birliğe, gerçekte ise her vasıtaya müracaatla bağımsızlığı sağlamaya ve milli mefkurenin gelişmesine çalışmışlardır. Bu amaçla Osmanlı topraklarında kulüpler, kütüphaneler bu tür organizasyonlarına tarihi önemi haiz olan isimler (şairleri, milli kahramanları) vermişlerdir. Halka okutturulan kitaplardan bazıları; “Ermeniler İçin, Sosyalizm Nedir?,İhtilal, Unutulmuş Kahramanlar, Kan Yolu Üzerine, Yıldız Bombası. Zindandan Zindana vs.’dir.217
Komitalar ulus olmak, milli kimliği pekiştirmek için bazı kurallar ortaya koymuşlardır:
-
a) Örgütün koyduğu her kural üyeler arası uymayı gerektirir,
-
b) Normlara uyulmaması ya da ihanet ölümdür,
-
c) Otorite, kilise ve komitadır, bireylerine yönelik emir ve filler bu örgütler tarafından belirlenir.
-
d) Bu birlikler, kuralları koyarken kendilerine göre davranmışlar, Ermeni halkının istek ve ihtiyaçlarını hiç dikkate almamışlardır,
-
e) Bu birlikler, informal yolları formal bir yasa gibi sunmuşlardır
Komitalar, kendi halklarına faaliyet ve amaçlarını -dış desteği de yanlarına alarak - benimsetmişler ve isyana girişmişlerdir. Bu bağlamda Taşnaklar 1910 yılında Kopenhag’da düzenlenen Sosyalistler kongresinde, “Van, Bitlis bu iki büyük Ermeni vilayetlerinde 1908 tarihine kadar komitamızın bayrağı altında köylü ve dinç, sağlam ahaliyi siyasi çeteler şeklinde toplamıştık.”218 şeklinde muhtıra vermişlerdir. Sonuçta beklenen Ermeni olayları (isyanları) patlak vermiş ve Ermeni komitaları ve çeteleri akla hayale gelmeyecek her türlü vahşet ve soykırımı gerçekleştirmişlerdir.
Yine Ermenilerce salt Erzurum’da Polis Müdir Vekili’nin Fi 19 Teşrin-i Evvel sene (13)36 tarafından bildirilen soykırım ve talana ait defterde; Ermeni ve çetelerinin Erzurum’un Gölbaşı mevki’inin Abdurrahman ağa, Emirkarye, Kavak. Yeğenağa mahalleleri; Gürcükapusu mevki’nin Boyahane, Bakırcı, Karakilisc. Topçuoğlu, Çoılan, Feyziye, Mirzemehmed mahalleleri; Tebrizkapusu mevki’inin Hasanbasri ulya, Hasanbasriyi süfla, Yoncahk-ı ulya mahalleleri; Gülahmed mevkii Ccdid, Kadana, Hacıcum’a, Dervişağa, Kemhan, Habibefendi, Habibefendi-i süfla, Habibefendi-i ulya, Veyisefendi mahalleleri; Mahallebaşı mevki’inin Taşmescid, Gez, Mumcu-i ulya, Muradpaşa, Şeyhler, Mumcu-i süfla, Dere, Çırçır, İbrahimpaşa mahallelerinde Müslümanların kaçırılarak, ip, süngü, balta, kama, kurşun...ile toplam 3845 İslam ahalisinin katledilmiştir. Ayrıca Ermeniler bu bölgeden çekilirken katletmekle kalmamış 14. 767. 344 kuruşluk mal ve mücevheri de gaspetmişlerdir.2’3 Bu bağlamda Erzurum isyanı, Kumkapı nümayişi, I. Sason isyanı (1890), Merzifon, Kayseri, Yozgat isyanı (1891), Bab-ı Ali olayı, Maraş’ta isyan teşebbüsleri (1895), İstanbul’da Ermeni eylemi, I. Van isyanı, Osmanlı Bankası olayı (1896), II. Sason isyanı (1904), II. Abdülhamit’e suikast (1905), Adana isyanı (1906), II. Van isyanı (1915), ilk önce vuku bulanlarıdır, önem arz etmesi bakımından Erzurum'da Ermenilerce gerçekleştirilen soykırıma ait defterlere* şu şekilde yansımıştır;
"Ermcnilerin Erzurum’u terk eyledikleri esnada mahallatda... üç bin sekiz yüz kırk beş nüfus zükur ve inas balta vasair suretle şehid ettikleri gibi ... başka köylerden nefs-i kasabaya hicret edenlerden dört bin altı yüz kırk dört kişi daha şehit etmişler... üç yüz seksen erkek ve kadın sahipleri Ermcnilcrin tarihte emsali na’-mesbuk bir suret-i vahşiyanede... şehid edilmişler.”219 220
Ermenilerce ‘Türk’ü nerede görürsen öldür’ anlayışı uygulanarak savunmasız köylerde ve şehirlerde Müslüman’lara saldırmışlar ve binlerce Müslüman Türk’ü öldürmüşlerdir. Zeytun isyanında (1914), silahlarıyla dağa çıkan Ermeniler ‘Zeytun Cumhuriyeti’ adını verdikleri bir devlet kurduklarını açıkladıktan sonra Ermeni komitacılar halka; İngilizlerin İskenderun’a çıkacaklarını, Maraş ve Adana alınıncaya kadar isyanlarla Osmanlı devletini oyalayarak İngilizlerin hareketlerini kolaylaştırmalarını salık vermişlerdir.221 Komitacılar bu planı desteklemek için harekete geçmişler ve MaraşTa telgraf bağlantısını keserek askeri hükümet konağına ve kışlalara baskın düzenlemişler, Müslüman köylerini yakıp yıkarak pek çok Türk insanını da öldürmüşlerdir. Fransızlar, Adana ve çevresine girdiklerinde bölgeye hakim olmak için Ermenilerden yararlanmaya çalışmışlardır. İşte ünlü Sütçü İmarnTn başlattığı Maraş olayları da bu olaylar sonunda vuku bulmuştur. Fransa ve diğer büyük güçler gibi Ruslar da Osmanlı Devleti üzerindeki Ermeniler ile ilgili olarak iki yüzlü politikalara girişmişlerdir. Örneğin, Ermenilerin Erzurum isyanında Rus konsolosu Tcvct, Vali’ye: ‘Böyle asi bir halk Rusya’da olsaydı mutlaka toptan öldürülürdü’ derken Ermeni delegelerine de ‘Türkiye’deki gibi vahşi bir hükümetin yönetimi altında yaşanmaz!’222 223 diyerek kışkırtıcı bir politika izlemiştir. Osmanlı ise bu gelişmeler ve Ermeni isyanları karşısında geç kalsa da önlemini almış, komitaları kapatarak ve üst düzeydekileri tutuklayarak bu sosyal dalgayı durdurmaya çalışmıştır. Osmanlı yöneticileri, Ermenilerin başlattıkları ihtilal hareketleri ve isyanlarla Müslüman ahaliyi öldürmeye çalışmaları ve düşmanla işbirliği içinde olmaları karşısında tedbirlcrini/kararlarını tehcir yönünde kullanmışlardır. Ancak bu sosyal olay Ermeniler ve diasporasınca saptırma vc günah keçisi olarak bir psikolojik mekanizmaya dönüştürülmüştür.
Georgcs de Malcville de bu denli açık bir tarihsel gerçeği dile getirerek Osmanlı vatandaşı Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı ordusunu arkadan vurduklarını ve bölgelerdeki Ermenilerin bu nedenle Osmanlı sınırları içerisinde güneye göç ettirildiklerini belirtmektedir. Henry Tozer de misyoner ve Ermeni isyanları arasındaki ilişkiye dikkat çekerek misyoner faaliyetlerinin, Ermeni isyanlarını desteklemese de isyanın zemininin hazırlanmasında önemli rol oynadığını iyimser bir görüşler belirtir.224 Gerçekten Osmanlı topraklarında açılan okullar başta olmak üzere kiliseler, hastaneler ve diğer organizasyonlar, Ermenilerin her meselesiyle ilgilenen konsoloshaneler Atatürk’ün yerinde teşhisiyle ‘her türlü tahrikatın ocağı’ olmuşlardır.225 Bu bağlamda 19. yüzyılla devanı eden manevi değeri diyebileceğimiz davranış tarzlarının bütünü olan propaganda, arlık Ermcnilerin kişiliklerini oluşturmuştur.
Merzifon’da görüştüğümüz Zeki Özköse, olaylarla ilgili gerek kendi babası gerekse diğer yaşlılardan duyduğu kadarıyla, misyonerler Merzifon'a gelmeden önce Ermcnilerin, Müslüman olacaklarını söylediklerini, ancak misyonerler geldikten sonra da dönüp değişik mezheplere intisap ettiklerini, yine her iki kesimin de huzurlu yaşarken birden düşmanlık başladığını belirtmiştir. Kendisine yaşlı bir Türk kadının ‘evini dıştan tamir ettirirken yanlarından geçen bir grup Ermeni kadınının kendisine ‘Bre dacik‘ ne çabalıyorsun, şurada yaşamaya kaç haftalık ömrünüz kaldı kil’şeklinde aşağılar tarzında ifadelerde bulunduklarını anlatmış. Söylemler göstermektedir ki isyanların başlayacağı Ermeni ailelerine kadar yansımıştır. Özköse, devam ederek Paşa Camii’nde (Merzifon’da) namaz esnasında Ermenilerce, camii yanında bulunan kemerin olduğu yere bomba atıldığını, bunu Türklerin görüp, halkın galeyana geldiğini ifade ederek, kimse tarafından durdurulamayan Türk halkının Ermeni iş yerlerini ve mahallerini yakmaya-yıkmaya başlayarak Merzifon’daki Türk-Ermcni çatışmasının eylem planındaki görüntüsünü vurgulamıştır.
Özköse, misyonerlerin Ermcnilerin faaliyetlerini kolaylaştırması ve kendilerine yönelik çalışmalarında; Merzifon belediye başkanının misyonerlerin hastanesinde iki gün kaldığını, ölecek kadar hasta olmadığı halde öldüğünü belirtmiştir. Halk arasında yaygın görüş ise zehirlendiği yönündedir. Çünkü o dönemin misyoner hastanelerinde Türklerde halkın sevdiği, topluluğu çekebilecek lider, asker... gibi üst tabakaların pek sağ çıkmadığı, alt tabaka da ise problemin pek çıkmadığı yönünde Türkler arasında genel kanaat vardır. Yine okulla ilgili olarak okulda temizlik işçisi olarak çalışan Vesile isminde Tokatlı bir kızın Türk yönetimine; ‘okula silah, mühimmat yığıyorlar’ şeklindeki şikayeti üzerine okulun basıldığı, arama yapıldığı, okul dışındaki topraklarda saklı telsiz makinası, dışarıyla irtibatı sağladığı anlaşılan bir makine bulunduğu bize anlatılmıştır. Bu söylemler yalnızca Türklerde karşılaşılan değildir. Örneğin; Amiral Bristol, Ermeni tarafının Taşnaklar iktidardayken Kürt, Türk ve Tatarlara saldırarak, Müslümanlara zulüm uyguladığını... Müslümanlara katliam uygulayarak, evlerini soyup yaktıklarını belirtirken;226 Nobel barış ödülüne layık görülen Nansen ise Ermeni trajedisi üzerine; “Vah Ermenilere, daima Avrupa politikasının içine çekildiler, Ermenistan adını tek bir Avrupalı diplomat olsun ağzına almasaydı, onlar için çok daha iyi olurdu.”227 ifadesiyle batıhların yönlendirmesinden bahsetmektedir.
Ermeniler dışa dönük acındırma politikası ve içe dönük bilinçlendirme arzularında en dikkati çekenlerden biri propagandalarıdır. Zira propagandanın içinde bulunanlar genellikle iyi eğitim almış insanlardır. Propagandalarında özellikle basın yolu da kullanılarak iftira, katliam ve nüfus yönüne vurgu yapılmaktadır. Kilise ve komita, bizzat edilgin konumda bulunan köylüler de dahil tüm Ermenileri bütünleşmiş bir cemaat haline getirmek için çalışmışlar, diğer yandan Ermeniler okullarında, şehirlerde, köylerde gazete gibi haber yayınlarıyla da bilgilendirme ve etki altına alma çalışılmalarına yönelmişlerdir. (Taşnak, Hmçak ve Patrik Hırımyan’m Van Kartalı, Muş Kartalı gazeteleri vs.) Bütün bu propaganda ve isyanlarla özgürlük ve ulus-devlet arzulamalardır. Bu anlamda sosyalist ve milliyetçi hareketlerden esintiler görmek de mümkündür.
Sürekli bürokratikleşmiş yapıların iki büyük tarihsel türüyle -işçi, sosyalist hareketler ve milliyetçi hareketler- yaratılışı 19. yüzyılda görülmektedir. Bu iki hareket türü de evrensel bir dili, esas olarak Fransız devriminin dilini konuşmuşlar, özgürlük, eşitlik, kardeşlik bunlar komitaların tekerlemeleri olmuştur.228 Sosyal yapıları bir anlamda idealize durumu yansıtmış, varolan imaj kökleşmiş, ‘isyan'la dışa vurulmuştur. 19. yüzyılda milliyetçilik akımının yaydığı ulus-devlet olma esintisi Ermcnilerde OsmanlI’nın sorgulanmasını ve misyonerlerin etkisiyle de kendi kimlik taleplerinin okunmasını getirmiştir. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde bu okumalar iyice su yüzüne çıkmış, isyan, propagandalarda ve dışsal yardımlarla kendini göstermiştir.
Zamanla Ermeniler, büyük güçlerin kendilerini kullanıp yarı yolda bıraktıklarını da görmüşlerdir. Gönüllü Ermeniler Örgütü komitası adına delege Turabian Aram'ın, “Bizim yerimiz Rus, Fransız ve İngiliz dostlarımızın yanıdır, biz dostlarımız Rusların, Fransız ve İngilizlcrin saflarında savaşacağız. Yaşasın Büyük Rusya! Yaşasın Sevgili Fransa! Yaşasın İngiltere!”229 söylemleri çok geçmemiş neredeyse tersine dönecek şekilde büyük güçler aleyhine reddedilmiştir. Nihayetinde 27 Eylül günü kandırıldıklarını anlayan Ermenilerle işgal gücü arasında taşlı sopalı yoğun bir kavga çıkmış, Ermeniler, İngilizlere en ağır küfürler etmişler, hakaretler yağdırmışlar, taş ve sopalarla saldırmışlardır.230
Lozan Konferansı’nda Ermeni heyeti konuşmacıları, “İtilaf Devletlerinin çağrısı nedeniyledir ki Ermeni gönüllüleri, alay alay bunların bayrakları altına toplanmışlardır... Bu övülecek davranışlar fedakarlıkları ölçülemeyecek derecede çok olan Ermenilere pahalıya mal olmuştur.” diyerek konferansı protesto etmişlerdir.231
SONUÇ ve ÖNERİLER
Hz. İsa’nın, Havarilerine: “Gidiniz, kutsal gerçeği anlatınız.” şeklindeki buyruğu misyonerliğin temel dayanağıdır ve misyonerlik faaliyetleri Hristiyan olmayanları dine davet ederek insanlara hem İneil’i öğretmek hem de bu dini kitlelere yaymak olarak başlamıştır. Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde gerek Sanayi İnkılabı, gerekse Fransız İhtilali’nin getirdiği baş döndürücü değişikliklerle büyük güçler (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya), dünyayı parsellemişler, her alanda sömürmek için de değişik yollara gitmişlerdir. Kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü bu hengamede misyonerler; politik güç orjinli olarak siyasi, ekonomik, kültürel vs. yollarla gittikleri ülkelere etki kaynağı olmuş, artık dinin anlatılması yerini siyasete bırakmıştır. Şu saptamayı da yapmak mümkündür: Din, sıcak çatışmalarının aracı iken 19. yüzyıldan itibaren politik amaçların ve yeni egemenlik arayışlarının aracı haline gelmiştir. Bu aynı zamanda Türk Alperenlerinin misyonerler karşısındaki yer değiştirmesinin yüzyılıdır.
Osmanlı boyutuna bakıldığında büyük güçlerin emelleri ve yukarıda belirtilen iki büyük değişimden ötürü Osmanlı topraklarını büyük güçlerin iştahlarını kabarttığı görülür. İşte misyonerler bu devrede meydana çıkmaktadırlar. Çünkü büyük güçler nazarında bir ülkeyi sadece yıkmak değil o ülkenin geleceğini de elinden almak gerekmektedir, hele bu ülke tarih boyunca onlara nefes aldırmayan Osmanlı olunca işler daha da başkalaşacak, bu topraklar üzerinde binlerce organizasyonlarla amacı gerçekleştirmek için çalışacaklardır. Misyonerler de bu iş için bulunmaz fırsattır. Çünkü büyük güçler, misyonerleri aracılığıyla gidilen ülkenin kültürel, sosyal, ekonomik vs. anlamda bağlayıcılığını pekiştirmişlerdir. Bu bağlamda büyük güçler, misyonerleriyle Osmanlı topraklarındaki azınlıklara el atmışlar -özellikle Ermeniler- ve bu azınlıkları her alanda eğitmişler, kendi mezheplerine çekmelerinin yanında Osmanh’ya karşı bağımsızlıkları yönünde kışkırtmışlardır. Osmanlı’daki dini kimlik de planlarının gerekçesini oluşturmuştur.
Özellikle misyonerler eğitim kuramlarında Ermenileri kendilerine ait kültürel dokuları ve ulus-devlet olma yolunda bilinçlendirilmeleri neticesinde Osmanlı’nm karşısına çıkarmışlardır. Örneğin, Ermeniler üzerindeki bu çabalar her alanda ivme kazanmaları yanında Türklere karşı bir üstünlük kompleksinde de kendini göstermiştir. Asıl sorun ise Türk - Ermeni çatışmasında görülecektir. Zira büyük güçler için Ermeniler, Osmanlı'yı parçalamak amacıyla kullanılan millet olarak stratejik bir araç olarak değerlendirilecektir. Zaten kilise, komita ve büyük güçler arasında eşgüdüm sağlanarak gerek içte (isyan) gerekse dışta (propaganda, baskı) ortak hedefe doğru (Osmanlı'yı parçalama) koilektif hareket ettikleri de ortadadır. Bu bağlamda misyoner ve Ermeni okullarında eğitilen Ermeni bireylerinin siyasal konularda -ideolojik yönün de ağır bastığı- uzmanlık eğitimi almaları, kilise ve komitaların çalışmalarıyla yüzyıllardır ilişki halinde olan Türklerle Ermeniler arasındaki uyumun yerini anomi ve sapmaya bırakması, misyoner ve Ermeni okullarında bilgilendirilen Ermenilcrin komita faaliyetlerinde rol oynayarak siyasal etkinliğe katılmaları ve böylece eğitim ve siyasetin özdeş hale getirilmesi somut örneğidir.
Ermenilerin Osmanh topraklarındaki isyanları karşısında imparatorluk da boş durmamış önlem almıştır. Ancak OsmanlI’nın bu önlemi (1915 Tehcir), Osmanh lehine kazanç getirirken Ermenilcrin bugün dahi ağızlarına soykırım olarak dolayacakları bir tarihi hatırlatacaktır. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki neticede büyük güçler ve misyonerleri, Ermcnilcri ulus-devlet olma yönünde Osmanlı’ya karşı isyan ettirseler de I. Dünya Savaşı’nın sonunda ne Hristiyan kardeşlerini ne de Ermcnilcri düşünmemişler hatta Lozan Konferansında Ermcnilcri adını bile anmamışlardır, artık her şey görülmüştür.
Misyonerlerin azınlıklar üzerindeki çalışmalarını, hem kendi mezheplerine çekme hem de kullanmak istedikleri güce karşı (Osmanh’ya) bir eğitme olarak adlandırmak mümkündür. Misyonerlerin Türk insanına etkisini ise ‘kendi mezheplerine çekmede başarılı olamadıklarından, daha çok, toplumun değer yargılarından uzaklaştırarak Türk insanını negatif bir kimlik/yabancılaştırmak’ şeklinde sonuçlandırmak mümkündür. Türk insanı bu sonucu/değişimi, misyoner okullarına ilim, statü edinmek ve dil öğrenmek amacıyla gittiği misyoner okullarında yaşamıştır.
Misyonerlerin çalışmaları sonucunda Ermeniler özellikle büyük güçlerle sorun yapılmış ve bugün dahi farklı bir platformda devam etmektedir. Bu bağlamda ABD Senatosunda (11 Mayıs 1920 ), Güney Kıbrıs Rum yönetimi Parlamentosu’nda (1982’de alınan Ermeni lehine karar), Arjantin’de 1985’te Raul Alfonsin’in devlet başkanı olduğu dönemde senato ve parlamentoda alman, hatta hükümeti BM kuruluşlarında Ermcnilcri desteklemeye çağıran tavsiye kararı, Avrupa Parlamentosunda 18 Nisan 1987 tarihli ve ‘Ermeni Sorununa Siyasi Çözüm’ başlıklı kararı, Rusya Fedarasyonu Devlet Duması (14 Nisan 1995’te kabul etmesi), Yunanistan Parlamentosu (25 Nisan 1996’da), Belçika Senatosu (26 Mart 1998), Avrupa Parlamentosu, (AB’nin genişleme süreci kapsamındaki Türkiye’yle ilgili hazırlanan rapor 15 Kasım 2000 tarihinde gündeme getirildiğinde sözde Ermeni soykırımına göndermede bulunan hatta kabul edilen öneri), nihayetinde Fransız Parlamentosu'nda 2001 yılında alınan karar (18 Ocak 2001). vs. alınan Ermeni soykırımı kararları örnek teşkil etmektedirler. Dünyada kabul ettirmeye çalıştıkları bu davalar Ermenilerce bir milli kimlik bilinci haline dönüşmüştür. Bugün Ermenistan ve diasporasındaki Ermenilcri -Türkiye’deki Ermeniler istisna olabilir- dış ülke liderlerinden, parlamento, senato, medyasına kadar mektup, telgraf... göndererek ve oralarda kendi kurdukları kuruluşlarla (üniversite, enstitü...) kurumsallaşmış bir yapılanmaya girerek sözde soykırım iddialarını ezilmiş millet oldukları temasını işlemeye çalışmaktadırlar. Yine mitingler ve kampanyalarla sorunu sıcak tutmaktadırlar. Bu sorundan -Fransa’da olduğu gibi- liderlerin oy avcılığı ile Ermcnilcri kullanmalarıyla ve Ermeni diasporası da oy vs. yönüyle Türklcr üzerinde kazançlar elde etmeye çalışmalarıyla iki taraf da kazançlı çıkmaya çalışmaktadır. Ermcnilcrin Türklcrdcn istekleri de tüm dünyanın da bildiği gibi, soykırım iddialarını (1915) kabul ettirmek ve buna dayanarak toprak ve para talebinde bulunmakta düğümlenmektedir.232 Ayrıca bu ezilmiş millet bilinci, Ermcnilcrin lobicilik faaliyetlerini arttırmıştır. Ermeniler, ezilmişlik psikolojisiyle büyük ülkeler nezdinde de psikolojik ortam yaratmışlardır. Bundan hareketle AB parlamentosundan diğer ülkelerinkine kadar onları etkilemişler, ve hukuki, ahlaki, tarihi gerekçesi olmadığı halde Ermeniler, Karabağ’ı işgal etmişlerdir. Batı ise buna psikolojik harekat ve diğer nedenlerden ötürü göz yummuştur.
Büyük güçler -19 yüzyılda görüldüğü üzere- Türk milletinin güçlü olmaması, hatta parçalanması yönüyle içte (Ermeniler...) ve dışta (anlaşmalar...) çalışmışlardır. Bu hegemonik güçler hala Türk’ü güçlendirmemek için Ege sorunu, Kürt sorunu. Ermeni sorunu... kartlarını göstermektedirler.
Şu denilebilir ki, aslında her ne kadar geçmişte ve bugün Ermeni meselesi olmuş ve hala yaşıyorsa da gerçekte bu Türk-Ermcni meselesi değil; büyük güçlerle OsmanlI’nın. Türklerin meselesidir. Ermcniler onların amaçlarını gerçekleştirmede sadece bir piyondur. Başka bir yönüyle de uhıslararasında Ermenilcrin binlerce -soykırım ve ezildikleri yönünde- yavan belgelerle lobicilik oluşturmalarına karşın Türk tarafının birkaç savunmaya dönük tezle kendilerini savunmaya çalışmaları -asıl zulüm görenler Türkler olduğu halde- yadsınamaz bir realitedir. Buna rağmen birkaç Türk aydınının milli kimlik ve milli bilinçlerini uygar bir şekilde ortaya koyarak (son dönemden örnek olma üzere kendi çabalarıyla Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’a yazdığı mektup vs. ki beş parmağı geçmemekte) tepkide bulunmaları ve ABD başkanının Ermenilcrin katliama uğradıklarını özellikle soykırımı ifade etmekten kaçınmasındaki Türk etkisi sevindiricidir.
Peki ne yapmalıyız?
Çağı anlamalı, içte vc dışta legal bir şekilde akılcı, çağdaş ve bilimsel ortam yaratarak hedef oluşturmalıyız, bu alanda güçlü düşünceler üretmeli, bilgi birikimlerini çok iyi değerlendirmeli vc mikro vc makro alanda gclişimci bir yol izlemeliyiz. Bunları yaparken de elbette ki, ülkemizin bekasını düşünmeli, çağa egemen olan teknoloji vc fikirlere sahip olmalıyız. Misyonerlerle ilgili olarak ispatlamaya çalıştığımız bilgilerin ışığında, denilebilir ki; Misyonerlerin sicili gerçekten bozuktur. Türk insanını nasıl çözülmeye uğrattıkları, Ermenileri nasıl isyan için yetiştirdikleri vc işi nasıl siyasallaştırdıkları geçmişte görülmüştür. Bugün misyonerler her ne kadar okullara sahip olamasalar da yine cemaatleşerek, Türk insanını Hristiyanlaştırmak. yeri geldiğinde de hem ajanlık hem de siyasal gaye için çalışacaklardır. 100 yılın depremi sonrasında Adapazarı ve deprem bölgesinde oluşturulan prefabriklerde misyonerlerin para, ev vs. dağıtarak faaliyet gösterdiklerinin gazete ve televizyon haberlerinde yer alması ve tartışılması, Adapazarı müftüsünün TV’de yaptığı doğrulayıcı açıklamalar bu ifadelerin en keskin delilidir. Yine misyonerler ülkemizde, özellikle büyük şehirlerdeki ev kiliseleri, SOS köyleri, tatil gezileri türü çalışmalarla yine illegalliklerini ortaya koymaktadırlar. Hatta yer yer yazılı ve görsel basında misyonerlerin liselerde yoğun faaliyet içine girdiklerine dair haberler görmekteyiz. Bu yine büyük güçlerin ülkemiz üzerinde bir oyun oynadığının işaretidir. O halde misyonerlerin çalışmaları Türk devletince sıkı takip edilmeli ihmal edilmemelidir.
Bunlarla beraber yine Ermenilerin dünyayı ayağa kaldırdığı şu hengamede biz Türk ulusu olarak, Ermeniler yönüyle de Türk halkını ve Ermenileri (TV, VCD, internet, gazete...) tarihsel ilişkileri bağlamında bilgilendirerek her iki milletin yakınlaşmasında ve problemlerin çözümlenmesinde devlet ve sivil toplum örgütlerinin öncülüğüyle çalışmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti yönüyle de küreselleşen dünyadan kendimizi soyutlamadan; dil, din, eğitim, üniter devlet gibi önemli değerleri politize etmeden uzun vadeli stratejiler üretmeli ve tüm bunları yaparken de milli kültür ve tarihimize uygun hareket etmeliyiz. Biz bu oyunların üstesinden gelebilecek güçteyiz. Sadece kendimizi analiz, organize ve mobilize edecek bir güce ihtiyacımız vardır. Ancak bunu yaparsak Ulu Önder Atatürk'ün, cihanşümul yüce Türk milletine gösterdiği yola; Çağdaş uygarlık seviyesine, yükselebiliriz.
Tevfık Fikret: ‘Yükselmeyen düşer; Ya terakki, ya inhitat.’
KAYNAKÇA
AÇ1KSES, Erdal. “Osmanlı Dcvleti'ndeki Misyonerlik Faaliyetleri İle İlgili Değerlendirme”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
AKÇAM. Taner. İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, Ankara, İmge Kitabevi, 1999.
AKÇORA, Ergünöz. Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, İstanbul, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı, 1994.
Aksiyon Dergisi, 25 Mayıs 2001.
AK.ŞİT, Bahattin. Köy Kasaba ve Kentlerde Toplumsal Değişim, Ankara, Turhan Kitabevi, 1985.
ALDERSEN, A. D.: The Oxford English-Turkısh Dictionary, İstanbul, İnkılap Kitabevi, 1994.
ANADOL, Cemal. Tarih Işığında Ermeni Dosyası, İstanbul, Turan Kitabevi, 1982.
ASTER, von Ernst. İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi, (Uyarlayan: Vural Okur) 2. Baskı, İstanbul, İm Yayını, 2000.
AYDIN, Mehmet. ‘Misyonerlik Faaliyetleri ve Türkiye’ Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, (sempozyum) 1. Baskı, Ankara, Diyanet Yayını, 1996.
AYDIN, Mustafa. Kurumlar Sosyolojisi, 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları, 1997.
BAŞKAYA, Fikret. Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, İstanbul, İmge Yayınları, 1992.
BAYHAN, Vehbi. Üniversite Geçliğinde Anomi ve Yabancılaşma, 1. Baskı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1997.
BİNARK, İsmet. Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, (1915-1920) Ankara, Osmanlı Arşivi Genel Müdürlüğü, 1995.
BOZDAG, İsmet. Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, 10. Baskı, İstanbul, Pınar Yayınları, 1996.
BOZKURT, Gülnihal. Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, TTK Yayınevi, 1989.
BULAÇ, Ali. ‘Oryantalizm’ Zaman Gazetesi, 26 Şubat 2002.
CAN, Cahit. Hukuk Sosyolojisinin Gelişim Yönü, Ankara, A. Ü. Hukuk Fakültesi Yayını, 1996.
ÇALIK, Ramazan. Alman Kaynaklarına Göre Ermeni Olayları, 1. Baskı. Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 2000.
ÇETİNKAYA, Necati. ‘Tarihten Günümüze Ermeniler ve Ermeni Sorunu' Yeni Türkiye Dergisi, sayı 37, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
Dış Politika Enstitüsü: Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayını, 1989.
CİLACI, Osman. Hristiyanhk Propagandası ve Misyonerlik Faaliyetleri, 4. Baskı, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, 1992.
DOĞAN, İsmail. Tanzimat’ın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi, İstanbul, İz Yayıncılık, 1996.
DOĞAN, Mehmet. Büyük Türkçe Sözlük, 11. Baskı, İstanbul, İz Yayıncılık, 1996.
DÖNMEZER, Sulhi. Sosyoloji, 10. Basım, İstanbul, Beta Yayınları, 1990.
EKREM, Gürbüz. ‘Fransız Ulusal Meclisi’ndc Ermeni Soykırımı İddiaları ve Çözüm Önerileri’ Yeni Türkiye Dergisi, sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
ERCAN, Yavuz. ‘Ermeniler ve Ermeni Sorunu’ Yeni Türkiye Dergisi, sayı 37, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
ERÇETİN, Kemal. Türk Soykırımı, 1. Baskı, İstanbul, Töre Yayın Grubu, 2001.
ERKAL, Mustafa. Sosyoloji, 6. Baskı, İstanbul, Der Yayınları, 1995.
“Ermenilerc Göre Tarihte Ermeniler” www. dumlupınar. edu. tr.
“Ermenilerde Eğitim ve Kültür, İstanbul Ermenians,” www. bolsohoys. com.
“Ermeni Sorunu İddialar - Gerçekler,” www. çukura, gov. tr.
“Ermeni Sorunu/İsyan, Ermeni Sorunu/İsyan” www.mersin.edu.tr.
ERYILMAZ, Bilal. Osmanh’da Gayrimüslim Tebanın Yönetimi, İzmir, Güçbirliği Yayıncılık, 1988.
GİDDENS, Antony. Sosyoloji, 1. Baskı, Ankara, Ayraç Yayınları, 2000.
-------Sosyoloji Eleştirel Bir Yaklaşım, (Çev: Ruhi Esengün vd.) 2. Baskı, İstanbul, Birey Yayıncılık, 1994.
GRAVİLLE, Edgar. Çarlık Rusya’sının Türkiye’deki Oyunları, (Çev: Orhan Anman) Ankara, Yarın Yayınları, 1967.
GÖKBERK, Macit. Felsefe Tarihi, 6. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1990.
GÖNÜLTAŞ, Nuh. “Türklcrin Hoşgörüsü" www.zaman.com.tr.
GÜNGÖR, Erol. Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, 1. Baskı. İstanbul, ölüken Yayını, 1999.
-------,Tarihte Türkler, 7. Baskı, İstanbul, Ötüken Yayını, 1997.
-------,Dünden Bugüne Kültür ve Milliyetçilik, 7. Baskı,İstanbul, Ölüken Yayını, 1997.
GÜRÜN, Kamuran. Ermeni Dosyası, Ankara, TTK Yayını, 1983.
GÜVENÇ, Bozkurt. İnsan ve Kültür, 6. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1994.
İLTER, Erdal. Ermeni Kilisesi ve Terör, Ankara, Atatürk Ün. Osmanlı Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, sayı 3, 1996.
‘İmparatorluktaki Ermenilerin Nüfusu ve Türklcrin Hoşgörüsü’, www. bolsohoys. com.
KAĞITÇ1BAŞI, Çiğdem. İnsan ve İnsanlar, 8. Baskı, İstanbul, Evrim Yayınları, 1998.
KANAR, Mehmet. Ermeni Komitalarının Emelleri ve İhtilal Hareketleri, 1. Baskı, İstanbul, Der Yayını, 2001.
KARAAĞAÇ, Günay. ‘Türk-Ermcni Dil İlişkileri’ Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
KARABEKİR, Kazım. Ermeni Dosyası, İstanbul, Emre Yayınları, 1994.
KARAL, Ziya Enver. Osmanlı Tarihi, (1789-1856) 5. Cilt, 5. Baskı, Ankara, TTK Yayını, 1988.
KANTARCI, Şenol. ‘Ermeni Sorunu’ Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
KEYDER, Çağlar. Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 3. Baskı, İstanbul, İletişim Yayını. 1993.
KILIÇ, Davut. Osmanlı İdaresinde Ermeniler ve Türk-Ermcni İlişkisi, Ankara, ASAM Yayını, 2000.
KIRZIOĞLU, Fahrettin. Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara, Kars Kafkas Enstitüsü Yayını, 1995.
KIZILÇELİK, Sezgin. Sosyoloji Teorileri 1, Konya, Mimoza Yayınları, 1992.
KOÇAŞ, Sadi. Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkisi, y.y. t.y.
KONGAR, Emre. Türk Toplumbilimcileri, 2. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1996.
KUNDAKÇI, Haşan. Emperyalizmin Kullandığı Ermeniler, Ankara, Türkiye Gaziler Vakfı Yayınları, 2001.
KÜÇÜK, Abdurrahman. Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara, Ocak Yayını, 1997.
MAHİROĞULLARI, Adnan. “Sivas’ta Beş Amerikalı Misyoner” Tarih ve Düşünce Dergisi, Sayı 16, Şubat 2001.
MAKVİLLE, Georges de. 1915 Osmanlı-Rus Trajedisi, (Çev: Necdet Bakkaloğlu) 1. Baskı, İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayını, 1998.
ERSOY, M. Akif. Safahat, (Hazırlayan: Ömer Huyugüzel) İstanbul, Feza Yayıncılık, 1994.
MERİÇ, Cemil. Sosyoloji Notları, 3. Baskı, İstanbul, İletişim Yayını, 1994.
METİN, Halil. Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeni Olayları, 3. Baskı, Ankara, MEB Yayını, 2000.
National Geographıc (Arşivden) “Geçmişe Bakış,” (nationalgeographic. com.tr./ngm/postakarti/0109)
NUR, Rıza. Hayat ve Hatıralarım, İstanbul, Altındağ Yayınevi, 3. Cilt. 1967.
ONUR, Hüdavendigar. Millct-i Sadıkadan Hayk’ın Çocuklarına Ermeniler, İstanbul, Kitabcvi Yayım, 1999.
ÖKE, Mim Kemal. Ermeni Sorunu, Ankara TTK Yayını, 1991.
Osmanlı l'arihi Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yayını, İstanbul, 4. Cilt, 1989.
“OsmanlIlarda Askeri Teşkilat” Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, 4. Cilt, İstanbul, İz Yayıncılık, 1996.
ÖZBEK, Meral. Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994.
ÖZDAĞ, Ümit. ‘Sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı Üzerine’ Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
ÖZCAN, Besim. “Canımızla Malımızla Hazırız” Tarih ve Düşünce, sayı 2001/02, 2001.
PAŞA, Hüseyin Nazım. Ermeni Olayları 2, Ankara, Başbakanlık Devlet Arşivi Genel Müdürlüğü Yayını no: 15, 1994.
POLATOGLU, İlknur Haydar. Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, 1. Baskı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayını, 1990.
SAİD, Edvvard. Şarkiyatçılık, (Çev: Berna Ülner) 1. Baskı, İstanbul, Metis Yavm, 1999.
SAKARYA, İhsan. Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Askeri Tarih Yayınları, t.y.
SCHNAPPER, Dominique. Yurttaşlar Cemaati, (Çev: Özlem Okur) İstanbul, Kesit Yayını,1995.
SEVİNÇ, Necdet. Ajan Okulları, 2. Baskı, İstanbul, Oymak Yayınları, t.y.
SEZER, Ayten. ‘Osmanlı Döneminde Misyonerlik Faaliyetleri/Ermeni Meselesi ve Misyonerler’ Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001.
SIRMA, İhsan Süreyya. Sömürü Ajanı ve İngiliz Misyonerleri, 12. Baskı, İstanbul, Beyan Yayını, 1993.
Sosyoloji Konferansları, 25. Kitap, İstanbul, İstanbul Ün. İktisat Fakültesi Metodoloji ve Sosyoloji Araştırma Merkezi, 1998.
SÜSLÜ, Azmi. Ermenilerin Yaptığı Katliamlar, Ankara, A.Ü. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, 1986.
-------,Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, 1. Baskı, Ankara, Yüzüncü Yıl Ün. 1990.
-------,Türk - Ermeni İlişkileri, 1. Baskı, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2001.
ŞAHİN, Recep. Türk İdarelerinin Ermeni Politikaları, İstanbul, Ötüken Yavını, 1988.
ŞENEL, Alaaddin. Siyasal Düşünceler Tarihi, 6. Basım, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1996.
ŞİMŞİR, Bilal. Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri, y.y, t.t.
UŞAKL1GİL, Flalit Ziya. Kırk Yıl, İstanbul, İnkılap Kitabevi, 1987.
TANİLLİ, Server. Uygarlık Tarihi, 9. Baskı, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1996.
TİMUR, Taner. Türk Devrimi ve Sonrası, 4. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 1997.
TOZLU, Necmettin. ‘Osmanlı Devleti’nde Ermeni Eğitim Kurumlan ve Faaliyetleri’ Yeni Türkiye Dergisi, sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yavını, 2001.
-------,Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, Ankara, Akçağ Yayınları, 1991.
TÜMER, Günay. ‘Misyonerlik ve Yehova Şahitleri Gerçeği’ Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, (sempozyum)l. Baskı, Ankara, Diyanet Yayını, 1996.
TÜRKDOGAN, Orhan. Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, 1. Basım, İstanbul, 'lımaş Yayını, 1996.
-------.Etnik Sosyoloji, 1. Baskı, İstanbul, Timaş Yayını, 1997.
UÇAR, Şahin. İslam’da Mülk ve Hilafet, Konya, y.y.,1992.
URAL, Gültekin. Ermeni Dosyası, İstanbul, Kemer Yayınları, 1998.
URAS, Esat. Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, Belge Yayınları, 1987.
ÜLKEN, Hilmi Ziya. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, Ülken Yayım, 1993.
TURGAY, Uzun. OsmanlI’dan Günümüze Ermeni Sorunu, 1. Baskı, Ankara, Yeni Türkiye Yayını, 2000. ı
YAVİ, Ersal. 1856-1923 Emperyalizmin Kıskacında Türkler Ermeniler ve Kürtler,
2. Baskı, İzmir, Yazıcı Yayınevi, 2001.
YETKİN, Mehmet Ali. Merzifon Yerel Dergisi, Merzifon, 1999.
TURAN, Osman. Selçuklular Zamanında Türkiye, 5. Baskı, İstanbul, Boğaziçi Yayım, 1998.
YILDIRIM, Hüsamettin. Ermeni İddiaları ve Gerçekler, 1. Baskı, Ankara, Ofset Yayını, 2000.
YILDIZ Recep. Eğitim ve Sosyal Değişme (Türkiye Örneği), Basılmamış Doktora Tezi, Sakarya Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999.
-------,Eğitini Sistemimizin Şekillenmesine İdeolojilerin Yeri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995.
YUVALI, Abdülkadir. ‘Ermeni İsyanlarında Misyoner Okullarının Rolü’, înaf gen. tr.
ZAKZUK, M. Hamdi. Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, (Tercüme: Abdülaziz Hatip) İzmir, Işık Yayınları, 1993.
WALLERSTEİN, ImmanueL Tarihsel Kapitalizm, (çev. Nccmiye Alpay) İstanbul, Metis Yayınları, 1992.
WEBER, Max. Sosyoloji Yazıları, 3. Baskı, İstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1993.
WHİTE, George. Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, (Tercüme:Tarık Yüksel) İstanbul, Enderun Yayını, 1995.
TC. Başbakanlık Devlet Arşivleri
Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, (1915-1920) Ankara, 1995, yayın nu:14. (BO/\, DH. ŞRF. Nr. 53/303).
Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, (1915-1920) Ankara, 1995, yayın nu:14. (BOA, DH. ŞRF, nr. 57/105).
Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, 2. (1919-1921) Ankara, 2001, yavm nu: 50. (BOA, HR. SYS. 2878/49).
Ermeni Komitaları, (1891-1895) Ankara, 2001, yayın nu:48. s:10.
Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri, 1. (1914-1919)Ankara, 2001, yayın nu: 19. (BOA, HR. SYS. 2872/2, Belge No:92-98).
ekler
KRONOLOJİ
“1022
Ermeni topraklarının İmparator II. Basilcios tarafından Bizans topraklarına katılması üzerine 40 bin Ermeni Anadolu'ya sürgün edildi.
1046
Ermeni hanedanları Bizans İmparatoru IX. Konstantin tarafından katledilerek yok edildi.
1054
Sultan Tuğrul Bey döneminde Selçuklulara bağlanan Ermenilere özerklik verildi.
1098
Ermeniler Haçlılarla işbirliği yaptılar.
1461
Fatih Sultan Mehmed, Bursa'daki Ermeni Piskoposu Hovakim'i (Ovakim) İstanbul'a getirterek kendisine Patrik unvanını verdi ve Ermenilere birçok haklar tanıdı.
1567
Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik'te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza İstanbul'da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi.
1790
İlk resmi Ermeni Okulu, Amira Miricanyan ve Şnork Mığırdıç tarafından Kumkapı Fıçıcı Sokak'ta kuruldu.
1823
Artin Bczciyan adlı Ermeni, Kumkapı'da Bczciyan Okulu'nu kurdu.
1824
Patrik Karabet, Ermenice gramer okutan Kumkapı Okulu'nu Patrikhane'nin himayesine aldı.
1853
(22 Ekim) Ermeni Maarif Komisyonu kuruldu.
1876
Kurulan Mecliste Ermeni milletvekilleri de katıldı.
1877
(7 Aralık) Ermeni Milli Meclisi, Ermeni halkının askere yazılarak savaşa katılma kararını aldı.
1878
(13 Nisan) İstanbul Ermeni Patriği Ncrscs, İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury'ye gönderdiği muhtırada, Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bildirdi.
(13 Temmuz) Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya, Osmanlı Ermenileriylc ilgili 61. madde eklendi.
(3 Ağustos) İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, İstanbul Büyükelçisi Layard'a gönderdiği talimatta, Osmanlı Elükümeti'nin Doğu'da reformlara başlaması gerektiğini bildirdi
1890
(20 Haziran) Erzurum İsyanı
(Temmıız) Kumkapı Nümayişi
Birinci Sason İsyanı
1892-1893
Merzifon. Kayseri, Yozgat isyanları
1895
(30 Eylül) Babıâli olayı
Kasım ayında, Ermenilerin Maraş'ta isyan teşebbüsü
1896
30 Ekim İstanbul'da Ermeni eylemi
(1 Haziran) 1. Van isyanı
(26 Ağustos) Osmanlı Bankası Olayı
1902
Ermeni dilcilerden II. Acaryan, "Ermeni Dili'ne Türk Dili'nin Tesiri ve Ermenilerin Türkçe'den Aldıkları Sözler" adında bir eser yazdı.
1904
İkinci Sason isyanı
1905
(21 Temmuz) Yıldız Camii'nde, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’e suikast teşebbüsü.
1908
Ermenilerin Jamanak adlı gazetesi yayın hayatına başladı.
İkinci Meclis açıldı ve Ermeni komitecilerden bazıları Millet Meclisi'ne girdi
1909 (14 Nisan) Adana'da Ermeni isyanı
1915
(15 Nisan) II. Van İsyanı
(24 Nisan) Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunan Ermeni komiteleri kapatıldı. Bu komitelerin idarecilerinden 2345 kişi tutuklandı.
(3 Mayıs) Ermeniler Van'da büyük bir katliama giriştiler.
(27 Mayıs) Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu çıkarıldı.
1918
(1 Şubat) Ermeni komitacı Arşak, Bayburt'ta katliam yaptı.
(25 Nisan) Ermeni komitacılar, Kars'ın doğusundaki Subatan köyünde 750 Müslüman'ı katletti.
(1 Mayıs) Ermeni komitacılar, Kars'ta, aralarında çocukların da bulunduğu 60 Müslüman'ı katletti.
1919
(20 Kasım) Osmanlı bürokrasisinde üst düzeyde görev yapan Bogos Nubar Paşa ve Şerif Paşa, Ermeni-Kürt bağımsızlık belgesini imzaladılar.
1920
(12 Ocak) 450 kişilik Ermeni süvari birliği, Antep'in Arapdar köyünde Müslümanlar'a işkence yaptı.
(2 Aralık) Gümrü Anlaşması imzalandı.
1921
(15 Mart) Talat Paşa, Berlin'de Ermeniler tarafından katledildi.
(6 Aralık) Sait Halim Paşa'yı Ermeniler Roma'da katletti
(16 Mart) Moskova Anlaşması imzalandı.
(18 Mart) Ermeni Misak Torlakyan, Azerbaycan İçişleri Bakanı Cevanşir Han'ı. Tcpebaşı’ndaki Pera Palas Oteli önünde öldürdü.
(13 Ekim) Kars Anlaşması imzalandı.
1922
(22 Temmuz) Cemal Paşa, Tiflis’te Ermeniler tarafından katledildi.
1923
Ermeni asıllı Münib Boya, Van milletvekili olarak meclise girdi.
(24 Temmuz) Lozan Anlaşması imzalandı.
1934
Franz Wcrfcl'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı romanı, ABD'de İngilizce yayımlandı.
1935
(15 Aralık) Pangaltı Ermeni Kiliscsi'nde toplanan bir grup Ermeni, Franz Wcrfc!'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserini "Türk milleti hakkında iftiralarla dolu olduğu" gerekçesiyle yaktı.
1936
Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin Fransa'da yayımlanması, Türk basınının tepkisini çekti.
1937
Cevat Rıfat Atilhan, "Musa Dağı" adında kitap yazarak, Franz Werfel'in eserinin gerçekleri yansıtmadığını bildirdi.
Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin filme alınmasının engellenmesi, ABD Dışişleri Bakanlığı nezdinde gündeme geldi.
1943
Ermeni asıllı Berç Türker Keresteci. Afyonkarahisar milletvekili oldu.
1957
Mığırdıç Şellefyan, 27 Ekim seçimlerinde, Demokrat Parti listesinden İstanbul milletvekili seçildi.
1964
(24 Aralık) Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu Birieşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde "Ermeni Meselesini" ortaya atarak Türkiye aleyhine karar çıkarmaya çalıştı.
1965
(24 Nisan) Brezilya'nın Sao Paulo kentinde, Ermeniler tarafından Türkiye aleyhine gösteri düzenlendi.
1969
(24 Nisan) Londra'da, Türk Elçiliği önünde Ermeniler tarafından gösteri yürüyüşü tertip edildi.
1973
(27 Ocak) Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir, Mığırdıç Yamkyan adlı Ermeni tarafından katledildi.
1975
(20 Ocak) ASALA (Gizli Ermeni Kurtuluş Ordusu) örgütü kuruldu.
(22 Ekim) Viyana'da, Büyükelçi Daniş Tunalıgil katledildi.
(24 Ekim) Paris'te, Büyükelçi İsmail Erez ile polis Talip Yener katledildi.
1976
(16 Şubat) Beyrut Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Oktay Ccrit katledildi.
(28 Mayıs) Zürih Çalışma Ateşeliği Bürosu bombalandı. Saldırının faili okluğu anlaşılan Noubar Soufoyan adlı bir Ermeni yakalandı, yargılandı ve suçu sabit görülerek 15 ay hapis cezasına çarptırıldı.
1977
(29 Mayıs) İstanbul Yeşilköy Havaalanı'na ve Sirkeci garına patlayıcı madde atıldı, saldırıda 4 kişi öldü ve 31 kişi yaralandı. Saldırıları "Aşırı Ermeni Hareketleri Örgütü" üstlendi.
(9 Haziran) Vatikan Büyükelçisi Taha Carım katledildi.
1978
(3 Ocak) Brüksel Büyükelçiliği'ne patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş örgütü" üstlendi.
(3 Ocak) Londra'daki Türk bankasına patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş örgütü" üstlendi.
(2 Haziran) Madrit'te, Büyükelçi Zeki Kunaralp'ın eşi Necla Kunaralp ve emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu katledildi. j
(8 Temmuz) Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşeliği ve Türkiye Turizm Bürosuna patlayıcı maddeler atıldı. Saldırıyı "Ermeni Soykırım Adalet Komandoları" üstlendi.
(6 Aralık) Cenevre Başkonsolosluğuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi.
(17 Aralık) THY Cenevre Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Gizli Kurtuluş Örgütü (ASALA)" üstlendi.
1979
(15 Nisan) Yunan Hükümeti, Atina'nın Nea Simima meydanında "'Ermeni İntikam Anıtı"nın dikilmesine izin verdi.
(22 Ağustos) Cenevre Başkonsolosluğunda Konsolos Yardımcısı Niyazi Adalıya karşı suikast düzenlendi. Saldırıda 3 kişi yaralandı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(27 Ağustos) THY Frankfurt Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı .ASALA üstlendi.
(4 Ekim) THY Kopenhag Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(12 Ekim) Lahey'de, Amsterdam Büyükelçisi Özdemir Benler'in oğlu Ahmet Benler katledildi.
(22 Aralık) Paris'te Turizm Müşaviri Yılmaz Çopan katledildi.
1980
(10 Ocak) ASALA, THY Tahran Bürosuna bombalı saldırıda bulundu.
(6 Şubat) Büyükelçi Doğan Türkmen, Bern'de saldırı sonucu yaralandı.
(10 Mart) Ermeni teröristler Tl lY'nın Roma Bürosunu bombaladılar. Saldırıda 2 İtalyan hayatını kaybetti, 14 İtalyan da yaralandı.
(8 Nisan) ASALA, Sayda toplantısında, Kürtlerle Ermeniler arasında benzerlik olduğunu iddia ederek Kürtlcri kan kardeşi olarak ilân etti.
(17 Nisan) Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel silahlı saldırıya uğradı. Koruma görevlisi Tahsin Güvenç yaralandı.
(19 Nisan) ASALA, Marsilya Türk Konsolosluğu'na roketatarh saldırı düzenledi.
(31 Temmuz) Atina İdari Ateşemiz Galip Özmen ve kızı Neslihan Özmen acımasızca katledildi.
(5 Ağustos) Lyon'da, Ermeniler tarafından konsolosluğun basılması sonucu Kadir Atılgan, Ramazan Sefer, Kavas Bozdağ ve Hüseyin Toprak adlı vatandaşlar yaralandı.
(26 Eylül) Paris'te, Basın Ataşemiz Selçuk Bakkalbaşı silahlı saldırıya uğradı ve ağır yaralandı.
(10 Kasım) ASALA örgütü, Strasburg Türk Konsolosluğuna bir saldırı düzenledi.
(17 Aralık) Sidney Başkonsolosu Şarık Arıkyan ile koruma polisi Engin Sever katledildi.
1981
(13 Ocak) Paris Büyükelçiliği Maliye Müşaviri Ahmet Erbeyli'nin arabasına bomba konuldu; Erbeyli ölümden döndü.
(4 Mart) Paris'te Çalışma Müşaviri Reşat Morali ile din görevlisi Tecelli Arı şehit edildi.
(3 Nisan) Kopenhag’da, Çalışma Müşaviri Cavit Demir, evine giderken Ermeni teröristlerce kurşunlandı ve ağır şekilde yaralandı.
(9 Haziran) Cenevre'de, sözleşmeli sekreter olarak görev yapan Mehmet S. Yergüz katledildi. Olayı ASALA üstlendi.
(24 Eylül) Paris Başkonsolosluğu'nu basan Ermcnilcr, güvenlik görevlisi Cemal Özeni acımasızca katlettiler.
(3 Ekim) Roma Büyükelçiliği 2. Katibi Gökberk Ergenekon, Ermeni teröristlerin silahlı saldırısına uğradı ve ağır yaralanarak saldırıdan kurtuldu.
(27 Kasım) Avrupa'da bulunan "Ermeni Öğrenciler Birliği" ile "'Kürt Öğrenci Derneği", Londra'da ortak bildiri yayınladılar
1982
(28 Ocak) Los Angeles'da, Başkonsolos Kemal Arıkan, Harry Sasunyan ve Kirkor Saliba tarafından katledildi.
(8 Nisan) Ottowa Büyükelçiliği Ticari Müşaviri Kemalettin Kâni Güngör silahlı saldırı sonucu yaralandı.
(5 Mayıs) ABD'nin Boston Bölgesi Fahri Konsolosu Okan Gündüz katledildi. (7 Haziran) Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay katledildi. Bu arada, Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat, Bulgaristan Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora Süelkan ve Lizbon Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Yurtsev Mıhçıoğlu'nun eşi Cahide Mıhçıoğlu da silahlı saldırıya uğradılar. Türkiye'nin Kanada Büyükelçiliği görevinde bulunan Coşkun Kırca da, silahlı saldırıya uğradı.
(7 Ağustos) 3 Ermeni terörist, Ankara Esenboğa Havalanma silahlı, bombalı saldırı düzenlediler ve katliam yaptılar. Otomatik silahlarla ve bombalarla orada bulunanlara saldıran teröristler, 3'ü emniyet görevlisi olan toplam 9 kişiyi öldürdüler ve 78 kişiyi yaraladılar. Levon Ekmekçiyan isimli terörist yakalandı.
(10 Ağustos) Artin Penik adlı Ermeni, Esenboğa katliamından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, kendini yakmak suretiyle Ermeni terörünü lânetledi.
1983
(29 Ocak) Levon Ekmekçiyan, 1982 yılı Esenboğa baskını nedeniyle Ankara'da idam edildi.
Harut Lcvonyan ve Rafı Elbckyan adlı iki Ermeni militan tarafından Türkiye'nin Yugoslavya Büyükelçisi'nc düzenlenen suikast sırasında, yoldan geçen bir Bclgrad'lı öldü.
(15 Temmuz) ASALA mensubu teröristler, Paris Orly Havalimanı THY Bürosuna bombah saldırı düzenledi. Olayda, 4'ü Fransız, 2'si Türk, l'i ABD'li ve l'i İsveç'li olmak üzere toplam 8 kişi hayatını kaybetti. 60 kişi de yaralandı.
(27 Temmuz) Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliğimi basan 5 Ermeni ölü olarak ele geçirildi.
I
1985
(12 Mart) Ottowa Büyükelçiliği, silahlı, bombah 3 Ermeni terörist tarafından basıldı. Kanada'lı koruma görevlilerinden biri vurulup öldürüldü. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı olarak kurtuldu.
1991
(21 Ocak) Ermenilcr, Hacılar kentine bombalı saldırı düzenledi. Saldırıda 3 Sovyet askeri ile 2 Azeri öldü. Ermenilcr ayrıca, Azerbaycan'ın Sesi gazetesi muhabiri Savâlin Askerova'yı katletti.
(13 Nisan) Karabağ'da, Ermenilcr ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri köyleri Ermeniler tarafından top ateşine tutuldu.
(23 Nisan) Suşa kasabasına bağlı Azeri köyleri, Ermeni köylerinden açılan top ve makineli tüfek ateşine maruz kaldı. Olayda 3 Azeri öldü, 3 ev yıkıldı, 3 ev de oturulamaz hale geldi.
(26 Nisan) Karabağ bölgesinde 4 Azeri güvenlik görevlisi öldürüldü. Olayı "Karabağ Savaşçıları" adlı Ermeni örgütü üstlendi.
(23 Eylül) Ermenistan bağımsızlığını ilan etti.
(26 Aralık) Sovyetlcr Birliği dağıldı. 23 Eylül'dc bağımsızlığını ilan eden Ermenistan fiilen ve hukuken bağımsız oldu.
1996 Lcvon Ter-Pctrosyan, ikinci defa Ermenistan Devlet Başkanı seçildi.
1997
(20 Mart) Taşnaksutyun örgütü
liderlerinden Robert Koçaryan, Ermenistan Başbakanı oldu.
(20 Aralık) Ermeniler, Surp Agop Hastanesi’nin 160. yıldönümünü yılbaşı şöleniyle birlikte kutladılar.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1997 Sedat Simavi Ödülü’nü gazetecilik dalında Garbis Özatay'a verdi.
1998 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirci, Jamanak gazetesinin 90. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, gazetenin editörü Ara Koçunyan'ı Cumhurbaşkanlığı köşkünde kabul etti.
(Şubat) Ermenistan Devlet Başkanı Levon Tcr-Petrosyan istifa etti. Böylece Roberl Koçaryan'a liderlik yolu açıldı. Petrosyan, Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisini çekmişti.
(Şubat) Petrosyan'ın istifasını değerlendiren Azerbaycan Halk Cephesi Başkanı Elçibey, Koçaryan'ın geçmişte Rusları arkasına alarak Karabağ'da Azerbaycan'a karşı ayaklandığını bildirdi.
(30 Mart) Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanlığı'na seçildi.
(Temmuz) Bölücü örgüt PKK'nın başı Abdullah Öcalan, Ermenistan yönetiminden, örgüte Özel köy tahsis edilmesini istedi.
(14 Ekim) Mesrob Mutafyan, Türkiye Ermeniicri 84. Patriği seçildi.”233
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Emniyyet-i Unıümiyyc Müdiriyyeti
Husiisi:21
Şifre
Mar’aş Mutasarrıflığı’na
C. 15 Mayıs sene [ 1 ]331. Teb’id olunan Ermenilerden dcynlcri alınmayacaktır.
Fi 19 Mayıs sene [1]331
Nazır
Tal’at
BOA. DH. ŞFR, nr. 53/200
Not: Sürgün Edilen Ermenilerin Borçlarının Alınmayacağına Dair Belgedir.
ERMENİ ÇOCUKLARININ YETİMHANELERE YERLEŞTİRİLMESİ
[Yerleri değiştirilen veya uzaklaştırılan Ermcnilerin küçük çocuklarının eytamhanelcre yerleştirilmeleri için, münasip bina bulunup bulunamayacağının ve ne kadar çocuk olduğunun bildirilmesine dair Maarif-i Umumiye Nczarcti'ndcn Diyarbekir, Adana, Trabzon, Sivas, Bitlis, Van ve sair vilayetlere çekilen şifre telgraf]
13 Ş. 1333 (26 Haziran 1915)
Ma’arif-i Umümiyyc Nezareti
Kalem-i Mahsus
Hususi numro: 327
Umumi numro: 194195 Dahiliye şifresiyle
kapatılacaktır.
Diyarbekir, Halep, Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis, Ma’müretü’l-aziz, Van vilayetleriyle Mar’aş Mutasarraflığı’na
Mcvki’leri tebdil veye birer süretle teb’id edilen Ermenilerin on yaşından dün çocuklarını darü’l-eytam te’sisiyle veya mü’essisi darü’l-eytamlara celb ile ta’lim ve terbiye etmek mutasavver olduğundan bunlardan vilayet dahilinde ne kadar çocuk bulunduğunun ve orada daruT-eytam te’sisi için münasip bina bulunup bulunamayacağının acilen iş’an.
Fi 13 Haziran sene [1 ]331
Ma’arif Nazırı
BOA. DH. ŞFR, nr. 54/150
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Emniyyct-i Umumiyye Müdiriyycti
Şifre
Mahrem
Husûsi: 5028
Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Haleb, Hüdavendigar, Diyarbekir, Sivas, Trabzon, Konya, Ma’müretü’l-aziz ve Van Vilayetleriyle, Urfa, İzmit, Canik, Karesi, Karahisar-ı Sahib livaları, Mar’aş, Niğde, Eskişehir Mutasarrıflıklarına
Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerden sevk olunmayanların şevkinden sarf-ı nazar olunması ve vilayet dahilindeki nüfusları ve kalan ve sevk olunan mikdannın iş'arı.
Fi 2 Ağustos 1331 Nazır
BOA. DH. ŞFR, nr. 55/20
Not: Protestan Ermenilerin Sevk Edilmemesine Dair Belgedir.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Emniyyct-i Umumiyye Müdiriyeti
Hususi: 5720
Şifre
Adana Vilayeti’ne
Hasta ve a’nıa Ermeni a’ilelerinin sevkedilmemesi.
2 Eylül sene 1331
Nazır
BOA. DH. ŞFR, nr. 56/27
Not: Hasta Ermenilerin Sevk Edilmemesine Dair Belgedir.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Emniyet-i Umumiyye Müdiriyyeti Şifre
Trabzon, Sivas, Diyarbekir, Ma’muretü’l-azizVilayetleriyle Canik
Mutasarrıflığına
İhraç olunacak ermenilerden komitecilerle hükümetçe muzır tanınmış eşhasın a’ileleriyle birlikde teb’idleri ve kendi işleriyle meşgul tüccar ve esnafın vilayel/liva dahilinde kasabaları tebdil edilmek üzere alıkonulması münasip görüldüğünden ba’de-ma o süretle hareket olunması.
Fi 21 Haziran sene[l] 331
Nazır
Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, 4. Cilt, Türkiye Gazetesi Yayını, 1989, s. 97.
Rıza Nur, Hayat ve Hatıralarım, İstanbul, Altındağ Kitabevi, 3. Cilt, 1967, s.955.
Şahin Uçar, İslam’da Mülk ve Hilafet, Konya, y.y, t.y. s. 154.
Mehmet A. Ersoy, Safahat, (HazırlayamÖmer Huyugüzel) İstanbul, Feza Yayıncılık, 1994, s. 549.
’Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, lî. Baskı, İstanbul. İz Yayınları, 1996, s.778.
Osman Cilacı, Hristiyanlık Propagandası ve Misyonerlik Faaliyetleri, 4. Baskı, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, 1992, s. 12.
The Oxford English-Turkish Dictıonary, İstanbul, İnkılap Kitabevi, 1994, s.334.
Erdal Açıkses, “Osmanlı Devleti’ndeki Misyonerlik Faaliyetleri İle İlgili Bir Değerlendirme”, Yeni
Türkiye Dergisi, Sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001, s.935.
“Dictionnaire des Religios, Paris, 1984, (Presses Universitaire) Mission maddesi,” Mehmet Aydın,
‘Misyonerlik Faaliyetleri ve Türkiye’ Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, (sempozyum, panel) 1. Baskı, Ankara, Diyanet Yayınları, 1996, s.7’deki alıntı.
a.g.e. s.7.
’ Havariler: Yardımcı; Hz. İsa’nın peygamberliğini kabul edip fikirlerini yaymayı üstüne alan kimseler.
Adnan Mahiroğulları, “Sivas’ta Beş Amerikalı Misyoner” Tarih ve Düşünce Dergisi, İstanbul, Sayı
16, Şubat 2001, s. 35.
** Veba, cüzzam, verem gibi hastalıklardan ölenler, yakılanlar, kovulanlar, misyoner Lulle gibi linç edilenler. Yine Kur’an’da da adı geçen (Kef Suresi) hatta televizyonda filme alınan Maksimilyen isimli kişinin liderliğinde Romalıların zulmünden mağaraya sığınıp 300 yıl uyuyan -7 kişi- Ashab-ı Kehf.
Max Weber, Sosyoloji Yazıları, (Çev: Taha Parla) 3. Baskı, İst., Hürriyet Vakfı Yay., 1993, s.244.
Antony Giddens, Sosyoloji, (Çev.Hüseyin Özel) 1. Baskı, Ankara, Ayraç Yayınları, 2000, s.541.
Emest von Aster, İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi, (Çev:Vural Okur), İst., İm Yay., 2000, s.306.
’ Patristik Dönem: Antikçağ sonlarındaki felsefenin yardımıyla din öğretilerini temellendirmek denemelerinden İkincisi böyle bir din çerçevesinde yapılmıştır. Bu deneme bizi Ortaçağ felsefesine doğrudan doğruya geçirecektir. İşte Hristiyan felsefesinin temellerinin atıldığı bu dönemde; Hristiyan dogmasına Antik felsefenin araçlarıyla biçim kazandırmak, inancın kavramsal formunu belirtmek uğraşılarını içine alan Hristiyan felsefesinin ilk dönemine Patristik Felsefe adı verilir. Bu felsefe, kinse babalarının felsefesidir. Kilise babaları, 2-6. Yüzyıllar arasında yaşayıp Hristiyan öğretisinin temellerini kurmada çalışmış olan bilginlerdir. Hepsi kilisenin ‘aziz’ -kutsal, ermiş- diye tanıdığı din adamlarıdır. Geniş bilgi için bkz. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, 6. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1990, s. 142.
A.g.e. s.326.
* Auggustinus’un gök devleti ve yer devleti kavramları aynı zamanda kötü ve iyi yönetimleri simgeleyen kavramlardı. Gök devleti yer devletinin örnek alması gereken ideal bir model niteliğindeydi. Tanrımın genel yönetimi altında olan gök devletinde günah yoktu, günah olmadığı için günahın ürünü olan mülkiyet ve günahın ürünü olan kölelik yoktur. Yer devleti elinden geldiğince Augustinus’un un ideal bir model olarak koyduğu gök devletine benzemeye çalışmalıydı. Yer devleti bunu içindeki gök devleti vatandaşlarının sayısını gittikçe arttırarak gerçekleştirecekti. Yer ve gök devletiyle ilgili geniş bilgi için bkz. Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, 6. Baskı, Ankara,Bilim ve Sanat Yayını, 1996, s.242
Şenel, a.g.e. s.243.
Aster. a.g.e. s.330.
’• Dominiken ve Fransisken; 13. Yüzyılın başlarında kurulan bu tarikatlar kuruluş erekleri olarak bilimsel olmayıp büsbütün sapkın akımlarla savaşmak, Hristiyan yaşayış ve erdemini yeniden diriltmek ülküsünü gütmüşlerdir. Bu iki tarikat kurucusu filozof sayılmasa da Ortaçağ Hristiyan felsefesinin bundan sonraki başlıca temsilcileri bu iki tarikat çevresinden yetişmişlerdir. Geniş bilgi için bkz. Gökberk, a.g.e. s. 167.
Cilacı, a.g.e. s.7.
Erol Güngör, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, 1. Baskı, İstanbul, Ötüken Yayını, 1999, s. 15.
Dedeleri 1665’te Fransa’dan sürülür. Ailesi tarafından misyoner prensipleri üzerine yetişmiştir. Kendisini misyonerliğe adayan Hamlin, 1836 yılında William Amstrong’tan gelen bir mektupla İstanbul’a atanır. Salt dini bir amaç değil misyonları gereği çok değişik faaliyetlerle de uğraşmıştır, (okul, Ermenice öğrenme vs.) Hamlin’in yaptığı çalışma alnını daha çok Robert Koleji oluşturmuştur. Kolejin tam anlamıyla varlık sahasına çıkması ve tam bir ‘Hristiyan evi’ olması yönünde hiçbir fedakarlıktan kaçınmamıştır. Türkiye’de, İngiltere’de, Fransa’da, Bulgaristan’da, ABD’de araştırmalar yapmış, Kolej için cemiyetler kurmuş, Hristiyan hayır kurumlarından, zenginlerden ve devlet adamlarından maddi ve manevi yardımlar toplamış, onların desteğini kazanmıştır. Bu okulla ilgili Amerikan Elçisi Mr. Maynard: “Robert Kolejinin tek başına yaptığı işi başka hiçbir kurum yapmamıştır.” der. Yine Gold: “Robert Koleji olmasa Bulgaristan olmazdı."derken Hamlin gibi misyonerlerin kendilerini tamamen ideallerine ve inançlarına adamış birer er olarak gittikleri ülkelerde ihtilal seviyesinde hareketler geliştirdikleri aşikardır. Geniş bilgi için bkz. Necmettin Tozlu, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, Ankara. Akçağ Yayınları, 1991, s.156.
a.g.e. s.38.
Aksiyon Dergisi, 25 Mayıs 2001, s.5.
Cilacı, a.g.e. s.9.
“Larausse, VIII,” Cilacı, s. 12’deki alıntı.
Güngör, a.g.e. s.20.
a.g.e. s.20.
a.g.e. $.21.
-
29 Cilacı, a.g.e. s.23.
İncil, (Luka 4,5), s. 24.
Hutbe Dergisi, ‘Misyonerlik Faaliyetleri’ sayı 100, s. 10.
Abdurrahman Küçük, Misyonerlik ve Türkiye” “Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, (sempozyum) 1. Baskı, Ankara, Diyanet Yayını, 1996, s.38.
Günay Tümer, ‘Misyonerlik ve Yehova Şahitleri Gerçeği’ Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri (sempozyum, panel) 1.Baskı, Ankara, Diyanet Yayını, 1996, s.59.
Edward Said, Şarkiyatçılık, (ÇevıBema Ülner) 1. Baskı. İstanbul, Metis Yayını, 1999, s.308.
Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, 4. Kitap, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1981, Halil Metin, Türkiye’nin
Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, 3. Baskı, Ankara, MEB Yayını, 2000, s.83’teki alıntı.
Necmettin Tozlu, “Misyonerlik Faaliyetleri ve Eğitim” Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 38, Ankara,
Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 3001, s.922.
“Hatırat-ı Hampler, Casus-ı ingilisi dermemalik-i İslami, Farsçatercümesi, Muhsin Müeyyidi, Tahran,
1361,” s.87’den aktaran İhsan S. Sırma, Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri, 12. Baskı, İstanbul, Beyan Yayını, 1993.
Tozlu, a.g.m. s.936.
a.g.e. s.936.
Sırma, a.g.e. s.35.
...... T,... i-îZ.
A.g.e. s. 18.
Cilacı, a.g.e. s. 14.
, -
a.g.e. s. 13.
Erol Güngör, a.g.e. s.27.
“Ahmet Hamdi, Alem-i İslam ve İngiliz misyonerleri-İngiliz misyonerleri nasıl yetiştiriliyor, İstanbul, 1334,” Sırma, a.g.e. s.94’deki alıntı.
Sezgin Kızılçelik, Sosyoloji Teorileri 1, Konya, Mimoza Yayınları, 1992, s.165.
Hastanelerinde tedavi görenlere yaptıkları dini tclkinattan örnek verelim; Dr. Mary’nin bir hastanın amcası olan Arap şeyhi ile muhaveresi; Şeyh soruyor:
-Sizin inancınız nedir?
-Biz dünyanın kurtarıcısı olarak Hz.isa’ya inanırız, onsuz kurtuluş yoktur.
-Azizlerin kudretine inanıyor musunuz?
-Hayır.
-Mery em’e ibadet etmiyor musunuz?
-Hayır.
-Tasvirlere de mi?
llnt.r ”1 IU> II .
-O halde Müslümanlarla Protestanlar arasında tek fark olarak bizim Muhammed ve İsa’ya, sizin ise sadece İsa’ya inanmanızı görüyorum, eğer benim yolum doğru ise bütün Hristiyanlar, Muhammed’e inanacaktır, yok eğer... ve eliyle boynunu göstererek bir kesme işareti yaptı, bunun üzerine doktor:
-Şimdi hangi din daha doğrudur? Vahşet ve gaddarlıkla mühtedi kazanmayı emreden İslamiyet mi. yoksa sevgi ve barışı öğreten Hristiyanhk mı? Şeyh bir miktar düşündü ve bizim inançlarımızı sormaya başladı.”diyerek acizlik içinde bulunan kişilere dini telkinat ile propagandalarını yaptıklarını belirtmektedirler. Geniş bilgi için bkz. Erol Güngör, a.g.e. s.65.
Cilacı, a.g.e. s. 17.
Güngör, a.g.e. s. 66.
“Henry Jessup, Fifty Years in Syria, N. Y. 1910, ” Ayten Sezer, “Osmanlı döneminde Misyonerlik Faaliyetleri” Yeni Türkiye Dergisi, sayı 38, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001, s.949’daki alıntı.
Güngör, a.g.e. s.45.
“Cyrus Hamlin, My Life and Times, Boston, 1893, ” Açıkses, a.g.m. s.936’daki alıntı.
Güngör, a.g.e. s.70.
Said, a.g.e. s. 13.
M. Hamdı Zakzuk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, (Çev:Abdülaziz
Hatip) İzmir, Işık Yayınları, 1993, s.l.
A.g.e. s.8.
’ Oryantalistler bu dilleri öğrendikten sonra Şark’a ait olan her şeyi yanlış aktararak Batı insanının önyargılı olmasına yol açmışlardır, ayrıca yazdıkları eserlerle de ‘öteki’nin içine şüphe atmışlardır.
a.g.e. s.20.
Tümer, a.g.e. s.54.
Said, a.g.e. s.75.
Zakzuk, a.g.e. s. 19.
Ali Bulaç,‘Oryantalizm’ Zaman Gazetesi, 26 Şubat 2002, s.13.
6,“E. Chanter, Rapport Sur Une Mission Scientifique en Asie Mineure, 1893” Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermen Meselesi, 2. Baskı, İstanbul, Belge Yayınları, 1987, s. 106’daki alıntı.
“J. Deniker, Les Races et Les Peuples de La Terre, 1929” Uras, a.g.e. s. 106’daki alıntı.
“Rene Vernont, L’hommes, Races et Coustumes’den” Uras, a.g.e. s. 107’deki alıntı.
m“N. Kossovitch, Institut International d’Anthropologie Sesion d’Amsterdam 1927” Uras. a.g.e. s.l07’deki alıntı.
Gültekin Ural, Ermeni Dosyası, 2. Baskı, İstanbul, Kemer Yayınları, 1998, s. 18.
A.s.e. s.2.
. ~
A.g.e. s. 19.
Sadi Koçaş,Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk -Ermeni İlişkileri,3.Baskı, Ankara, Truva Yayını, 1970 s. 19.
Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara, Dış Politika Enstitüsü Yayını, 1989, s.2.
A.g.e. s.3.
Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara, Ocak Yayını, 1997, ss. 13-25.
Koçaş, a.g.e. s.49.
Güngör, a.g.e. s. 16.
Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkisi, Ankara, ASAM Yay., 2000, s.31.
"Sosyal kontrol mekanizması genel olarak Berlin Antlaşması’na kadar kilisedeyken (dinsellik) sonrası kilise-komitaya (siyasal) geçerek içerik de değişmiştir. Çünkü burada kilise-komita otoritedir, devlet olmada ve diğer faaliyetlerde denetimi sağlamışlardır. Bireyleri kiliselerde, okullarda, komitalarda bu yönde eğitip sosyalleştirmişler, idealden sapma davranışı gösterenler ise komita tarafından ihanetten dolayı derhal öldürülerek tecrit edilmiştir.
Hiidavendigar Onur, Millet-i Sadıkadan Hayk’m Çocuklarına Ermeniler, İstanbul, Kitabevi Yayını,
1999, s. 18.
Ural, a.g.e. s.24.
A.g.e. s.26.
A.g.e. s.29.
A.g.e. s:26.
Küçük, a.g.e s.22L
A.g.e. S.23L
A.g.e. s. 292.
A.g.e. s.274.
’ Mesih’in kiliseyi sevdiği gibi eşlerin de birbirlerini sevmeleri, Rabbe tabi oldukları gibi tabi olmalarını istemiştir. Kilise de bunu aynen kabul etmiştir, erkek ekmek kazanan kişi ve ailenin reisi, kadına ise kraliçe ve anne olarak bakılmaktadır. Bununla beraber o, ikisi arasında bir yarış üstünlük görmediğini, ikisini Matta İncilinin ifadesiyle bir vücut gibi kabul ettiğini açıklamaktadır. Ermeni kilisesi, insanlar arasındaki daimi ilişkilerin başlangıcını evlilikte ve evlenen çiftin etkili bir şekilde topluma katılmasında görmektedir. Bunun yanında bir milletin karakteri de aile disiplinine bağlanmaktadır. Aile içinde çocukların eğitimden sorumlu olan kadınların etkisi, hükümetin etkisinden fazla kabul edilmektedir. Bunun için Gregoryan Ermeniler aileye büyük önem vermekte; onu, milleti ve insanlığı meydana getiren bir birim saymaktadır. Geniş bilgi için bkz. Abdurrahman Küçük, a.g.e. s.274.
Onur, a.g.e. s.23.
George White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, (Tercüme: Tarık
Yüksel) İstanbul, Enderun Yayını, 1995, s.51.
A.g.e. s.29.
w
Kemal Erçetin, Türk Soykırımı, 1. Baskı, İstanbul, Töre Yayın Gurubu, 2001, s.70.
Kılıç, a.g.e. s. 106.
Mehmet Ali Yetkin, Merzifon Yerel Dergi, y.y., 1999, s. 175.
A.g.e., s. 170.
Nuh Gönültaş, “Türklerin Hoşgörüsü” zaman com. tr. 13.10.2001.
Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu, Ankara, TTK Yayını, 1991, s.73.
Ümit Özdağ, “Sözde Ermeni Soykırımı Tasarısı Üzerine” Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 37, Ankara,
Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001, s.274.
Yetkin, a.g.e. s. 167.
09
Güngör, a.g.e. s. 103.
= °
Polatoğlu, a.g.e. s. 125.
“Osmanlı’da Askeri Teşkilat”Osmanlı Ansiklopedisi, 4. Cilt, İstanbul, İz Yayıncılık, 1996, s.271.
Kılıç, a.g.e. s.250.
’ Aşıkyan, ‘Ermeni Tarihi’ adlı eserinde;Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağılmış olan çok sayıda Protestan misyonerinin İngiltere lehine propaganda yaparak Ermenilerin İngiltere sayesinde muhtariyete kavuşacaklarını ileri sürdüklerini ve kurdukları okullar gizli tasarılarının yuvaları olduğunu vurgular.Geniş bilgi için bkz. Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, a.g.e. s. 13.
Recep Şahin, Türk İdarelerinin Ermeni Politikaları, İstanbul, Ötüken Yayını, 1988, s. 164.
Kılıç, a.g.e. s. 87.
Besim Özcan, “Canımızla Malımızla Hazırız” Tarih-Düşünce Dergisi, Sayı 2001/02, Şubat 2001, s. 29.
Akçora. a.g.e. s. 68.
Çalık, a.g.e. s. 42.
-
108 Çiğdem Kağıtçıbaşı, İnsan ve İnsanlar, 8. Baskı, İstanbul, Evrim Yayınları, 1998, s. 79.
Akçora, a.g.e. s. 78.
Misyonerlerin mezhep değiştirtme çalışmaları salt Gregoryan mezhebine yönelik değil Ortodoks olanlara da yöneliktir. Yıldız Saray-ı Hümayünü Başkitabet Dairesi 3978 nolu yazıda “...Biriç nam kariyede sakin Katolik rahibi kariye-i mezkurenin nısfını mütecaviz olan Ortodoks ahaliyi Katolik mezhebine icra eylediği...” şeklinde bildirilmiştir. Başkitabet Dairesinden aktaran Erol Güngör, a.g.e. s.HO.
Akçora, a.g.e. s. 92.
Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tabaanın Yönetimi, İzmir, Güçbirliği Yayıncılık,
1988, s. 73.
A. g. e. s. 75.
Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, a.g.e. s. 4.
14 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, 5. Baskı, İstanbul, Boğaziçi Yay.. 1998, s. 14.
Ural, a.g.e. s. 38.
Çalık, a.g.e. s. 16.
Ural, a.g.e. s. 65.
Akçora, a.g.e. s. 34.
Batı, sömürgeci düzenin sürdürülmesi amacıyla hep tezgah uydurmuştur. “Bunu Afrika ülkelerinin sömürülüp bahane olarak yamyam demeleri”Geniş bilgi için bakınız, Server Tanilli, Uygarlık Tarihi, 9. Baskı, İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1996, s.26 Buna Kurtuluş Savaşında Osmanlı topraklarına giren İngilizlerin bahane olarak Anadolu’ya medeniyet götürüyoruz demeleri de eklenebilir.
Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, 1. Baskı, Ankara, Yüzüncü Yıl Ün. Yay., 1990, s:59.
Emre Kongar, Türk Toplumbilimcileri, 2. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1996, s. 99.
' Quai d’Orsay, Ermeni meselesi arefesinde Ermeni nüfusu hakkında şu şekilde sayıyı (Ermenileri yoğun olarak yaşadığı yerler) ıSivas’ta toplam nüfus 1.086.015, Ermeni nüfusu 170.433; Elazığ’da toplam nüfus 578.814, Ermeniler 69.718: Erzurum’da toplam nüfus 645.702, Ermeniler 134.967; Bitlis’te toplam nüfus 398.625, Ermeniler 131.290; Diyarbakır’da toplam nüfus 471.462, Ermeniler 79.129; Van’da toplam nüfus 430. 000, Ermeni nüfusu 80.798 olarak gösterir. Geniş bilgi için bkz. Dış İşleri Bakanlığı, ‘Diplomatik Belgeler. Ermeni Meselesi. Osmanlı İmparatorluğumda Reform Tasarısı."Paris 1897’den aktaran Ersal Yavi, 1856 - 1923 Emperyalizmin Kıskacında Türkler Ermeniler ve Kürtler, 2. Baskı, İzmir, Yazıcı Yayınevi, 2001. s. 62.
İsmet Binark, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, Ankara, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın nu: 14, 1995, s:xxıx.
Necati Çetinkaya, “Tarihten Günümüze Ermeniler ve Ermen Sorunu” Yeni Türkiye Dergisi, sayı 37,
Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001, s.31.
’ Sevk edilen Ermenilerin can ve mallarının korunması için Osmanlı tarafından gayret edilmiştir. (50. Belge) Ermenilerin iskan ve iaşeleri için gayretler gösterilmiş bu gayretlerin yanında yardımlar da yapıîmıştır.(224. Belge, BOA. DH. ŞRF, 95/52) Yine sevk edilen Ermenilerin borçlarının ertelendiği ve vergiden muaf tutuldukları (24. Belge, BOA. DH. ŞRF, NR. 53/200) ve kimsesiz çocukların ve kadınların yetimhanelerde ve diğer emin yerlere yerleştirilmişlerdir.(45. Belge, BOA. DH. ŞRF, NR. 54/150) Ayrıca hiçbir suçu olmayan hasta ve Ermenilerin yerlerinde bırakılmıştır. ( 104. Belge, BOA. DH. ŞRF, NR. 56/27, 83. belge, BOA. DH. ŞRF, NR. 55/20, 59. Belgeler, BOA. DH. ŞRF, NR. 54/287)
BOA. DH. ŞRF. Nr. 53/303.
-
127 BOA. DH. ŞRF, nr. 57/105.
‘ Yine Ermenilerin kendi tezlerini anlatan 26. 200 yayın ortaya koyarlarken Türkiye’nin tezi 15-20’yi geçememektedir. Geniş bilgi için bkz. Gürbüz Evren, “Fransız Ulusal Meclisinde Ermeni Soykırımı ve Çözüm Önerileri” Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 37, Ankara, Türkiye Medya Hiz. Yayını, 2001, s.172.
Bilal Şimşir, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri, y.y. t.y. s. 100.
İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, İstanbul, Pınar Yay., 1996, ss.53-55.
Yavi, a.g.e. s.62.
Binark, a.g.e. s.xxn.
Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeni Olayları, Ankara, MEB Yayını, 2000, s. 85.
Şark meselesinin içinde bulunduğumuz yüzyılın siyasi tarih anlayışı içinde en geniş muhtevalı bir tarifinde: “Avrupa büyük devletlerinin Osmanlı imparatorluğunu iktisadi ve siyasi nüfuz ve hükmü altına almak veya sebepler ihdas ederek parçalamak ve Osmanlı idaresinde yaşayan muhtelif milletlerin istiklallerini temin etmek istemelerinden doğan tarihi meselelerin...'tamamıdır denilmektedir.” Geniş bilgi için bkz. İsmet Binark, a.g.e. s.xvııı.
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, (1789-1856) 5. Cilt, 5. Baskı, Ankara, TTK Yayını, 1988, s.203.
Recep Yıldız, Eğitim ve Sosyal Değişme (Türkiye Örneği), Basılmamış Doktora Tezi, Sakarya Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999, s. 139.
Recep Yıldız, Eğitim Sistemimizin Şekillenmesinde İdeolojilerin Yeri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995, s. 31.
Ayten Sezer, “Osmanh Döneminde Misyonerlik Faaliyetleri” Yeni Türkiye Dergisi, a.g.m. s. 948.
Goodel, “Sorun Ermenilerin iyiliği için en yararlı olanı hangi yoldan yapacağımızda...İlkokullar açmalıyız, bir çocuğun kafasında bir yetişkininkinden çok daha kolay iz bırakılabilir...Şimdi iki harfi yan yana getiremeyen bu adamlara Tanrı’nm kitabını versek ne olur? Genişlememize imkan yok, demek ki işe okuldan başlamalıyız.” der. Geniş bilgi için bkz. Ali Kemal Yetkin, a.g.e. s: 173. Misyoner okulları deyince sadece ilkokullar değil, orta dereceli okullar, kız okulları, ilahiyat okulları, kolejler...anlaşılmalıdır.
Abdülkadir Yuvalı, “Ermeni İsyanlarında Ermeni Okullarının Rolü, ” www. İnaf gen tr 5 Ekim 2000. ’* Osmanh, Ermenilerin Amerikan vatandaşı olmaların engellemeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Bununla ilgili Yıldız Saray-ı Hümayunu Başkitabct Dairesi 4311 olan bir vesikada “Ermenilcr de Amerika’ya giderek Amerika tabiiyetini bilihraz avdetlerinde icrayı mefasid için bu yolda esbaba tevessül eylemekte olduklarından devletçe bu gibi halatın dikkatle önü alınmak lazımeden...” Geniş bilgi için bkz. Erol Güngör, a.g.e. s. 100.
“Geçmişe Bakış” National Geographıc, (Arşivden) Eylül, Türkiye, 2001. s. 45. (Amerikalılaştırmayla ilgili resim de ektedir. Ayrıntı için nationalgeographic. com.tr/ ngm/pastakarti/0109)
Tozlu, a.g.m. s. 923.
“OsmanlIlarda Askeri Teşkilat” Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, 4. Cilt, İstanbul, İz Yayıncılık.. 1996,
s. 227.
Polatoğlu, a.g.e. ss.202-203.
White, a.g.e. s. 88.
Polatoğlu, a.g.e. s.66.
Güngör, a.g.e. s. 25.
Tozlu, a.g.m. s. 924.
Sulhi Dönmezer, Sosyoloji, 10. Basım, İstanbul, Beta Yayınları. 1990, s. 128.
l4SSosyoloji Konferansları, 25. Kitap, İstanbul, İstanbul Ün. İktisat Fak. Metodoloji ve Sosyoloji Araştırma Merkezi, 1998, s. 162.
A.g.e. s. 166.
Erol Güngör, Dünden Bugüne Kültür ve Milliyetçilik, 7. Baskı, İstanbul, Ötüken Yay. 1997, s. 54.
Polatoğlu, a.g.e. s. 181.
Erol Güngör, Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri, 1. Baskı, İstanbul, Ötüken Yayını, 1999. s. 42.
Polatoğlu, a.g.e. ss. 137-198.
Yetkin, a.g.e. s. 179.
Said, a.g.e. s. 255.
Polatoğiu, a.g.e. s. 123.
Sırma, a.g.e. S. 112. * İngiliz misyonerleri;Misyonerlerin bu karşılığını görmelerinde Bolver’in, Din-i Muhammedi erbabının Protestanlar hakkında gösterdiği miisaadat ve serbesti cidden takdire şayandır,bu müsaadat ve serbestiye hükümetlerinde bile tesadüf edilmez, şeklindeki söylemidir. Geniş bilgi için bkz. Davut Kılıç,a.g.e. s. 121.
** Ermenilere silah yapmayı öğretenler bu misyoner okulu öğretmenleriydi, doğudaki Ermeni okullarıyla işbirliğine giren misyonerler Ermenilerde ihtilal fikirlerinin yaygınlaştırmalardı. Almanlar bu okullar için ‘dinamit okulları’ derlerdi. Geniş bilgi için bkz. Ramazan Çalık, a.g.e. s. 109. Bu okullarda mesela Amerikalıların açtığı okulun adı Ermenistan kolejidir, BabIali’nin baskısı üzerine adı değiştirilir, okulun öğretim dili Ermenice’dir, Türkçe öğretmeni hariç hepsi Ermeni’dir.
Ersal Yavi, a.g.e , s. 36.
Ii9 İsmail Doğan, Tanzimat’ın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi, İstanbul, İz Yayıncılık, 1996, s. 328.
Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, TTK Yay., 1989. s.22. ’Osmanlı daha önce bu okulda öğretmenlik yapan Kayayan gibi çete üyelerini yakalamış ve hapsetmişti, bu misyoner okullarında tamamen illegallik egemendi. Buna benzer bir yazışma Genelkurmay ve Amasya Merkez Kumandanlığı arasında yazışmalarda geçmektedir. “Merzifon Amerikan hastanesi ve kolejinde yer altı gizli yollar ve depoların varlığı, otomobillerle getirilen top, tüfek ve bomba gibi silah ve cephane ile bazı silahlı Hristiyanların mezkur yerde korunup gizlendiği ve hastane heyetinin Taşan dağında bulunan Hristiyan köyleri ile gizli ilişkilerinin bulunduğu, bir buçuk sene mezkur hastanede bulunduktan sonra 2,5 ay evvel çıkan ve...genel silah aramasında memurlar tarafından Amerikalılara karşı hakaret teşkil edecek bir muameleden sakınılarak hükümetimizin Amerika ile iyi ilişkide bulunmak arzusunun gözönünde tutulması tavsiye edilmiştir. Genel aramaya 16 Şubat 1337’de başlanacaktır. (Merkez Kumandam Nurettin) Sonraki aramanın neticesinde okulda komitalara ait gizli evraklar, mühürler, bayraklar... Ermeni gençlerinin Amerika’ya kaçırılması hususunda kolej müdürü ile Samsun Amerikan Temsilcisi arasında yazışmalar vs. bulunmuştur. Bilgi için bkz. George White, a.g.e. s.94.
Mustafa Erkal, Sosyoloji, 6. Baskı, İstanbul, Der Yayınları, 1995, s. 112. ’Osmanlı son dönemde azınlıkların devlet kurmalarını önlemek için imtiyazlar, anlaşmalar imzalamıştır. Bir tanesi de Tanzimat Fermanı’dır. Bu ferman esas olarak devletin dağılma tehlikesine engel olma ve Hristiyan ahaliyi devlete bağlama amacıyla düzenlenmiştir. Tanzimat dönemi ve Tanzimat reformları, alevlenen Balkan ulusçuluğuyla başlayan toprak kaybını durdurmayı amaçlamaktadır. Yeni bir yurtseverlikle yani Osmanlı’nın kurtulacağını düşünenlerin eseridir. Yönetici ekip Müslüman-Hristiyan eşitliğini sağlamanın Osmanh bütünlüğünü korumanın tek yolu olduğunun inancındadır. Geniş bilgi için bkz. Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, 4. baskı, İstanbul, İletişim Yayını, 1995, s. 72.
Vehbi Bayhan, Üniversite Gençliğinde Anomi ve Yabancılaşma, 1. Baskı, Ankara. Kültür Bak. Yayını, 1997, s. 149.
Abdurrahman Küçük, “Misyonerlik ve Türkiye” Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, (sempozyum) Ankara, Diyanet Yay., 1996. s. 43.
A. g. e. s. 74.
Güngör, a.g.e. s. 52.
A.g.e. s. 53.
Necdet Sevinç, Ajan Okulları, 2. Baskı, İstanbul, Oymak Yayınları, t.y. s. 96.
Orhan Türkdoğan, Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, 1. Baskı, İstanbul, Timaş Yayını, 1996, s. 208.
Güngör, a.g.e. s. 36.
Cemil Meriç, Sosyoloji Notlan, 3. Baskı, İstanbul, İletişim Yayını, 1994, s. 283.
Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, Ülken Yayını, 1993, s. 233.
Fikret Başkaya, Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, İstanbul, İmge Yayınları, 1992, s. 21.
’ Yıldız Saray-ı Hümayunu Başkitabet Dairesi 786 “...Bir hayli Amerikan mektepleri bulunduğu istihbar edilmiş ve bunların ruhsatsız küşad edilmiş olduğu dahi...” Geniş bilgi için bkz. Erol Güngör, a.g.e. s:l 10. Yine Osmanlı ruhsatsız okulların yasaklanacağı hükmü üzerine birçok devlet OsmanlI’dan ruhsat için müracaatta bulunmuştur, “...tebliğ olunan irade-i seniyyei Cenab-ı mülükane hükm-i cehline tevfikan Hükümet-i seniyyece muamele-i tasdikiyesinin icrasına intizar ve müessesat-ı mezkure hakkında bermantuk-ı emr-i ferman-ı hümayun-ı cenab-ı mülükane diğerlerinden farklı muamele edilemeyeceği devleti metbuasmca da ümid edildiğini beyan etmiş ve müddet-i maddiyeden beri devam etmekte olan ihtilaf-ı vakıa hüsn-i surette teviyesi hususuna irae-i teslihata temayül göstermiş olup ahiren sefir-i mumaileyhin Nezarete tevdii eylediği sırada sebk eden beyenatı veçhile lalettayin birçok müessesatın kabul ve tasdikine çalışmayıp beynel-devleteyn münasebat-ı hasenenin halelden vikaye maksad-ı mültezimanesiyle bu on maddeye hasr-ı matlub eylemiş...” Belgeden anlaşılacağı üzere 400’ü aşkın Amerikan müessesesi ruhsat almak için Maarif Nezaretine başvurmuştur. Geniş bilgi için bkz. BA, İrade Hususi, no: 101, s: l 'den aktaran A. H. Polatoğlu, a.g.e. s. 142.
** Yıldız Saray-ı Hümayunu Başkitabet Dairesi 9642 “Kimin ruhsatıyla ve ne tarihte açılmış olduğunun ve ne gibi dersler okutulmakta olup...” Geniş bilgi için bkz. Erol Güngör, a.g.e. s. 111.
-
173 İlknur Haydar Poiaioğlu, “Osmanlı’da Yabancı Okullar” Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara, Diyanet Yayınları, 1996. s. 21.
Tozlu, a.g.m. s.929.
Antony Giddens, Sosyolojiye Eleştirel Bir Yaklaşım, (Çev.Ruhi Esengün v.d.) 2. Baskı, İstanbul,
Birey Yayıncılık, 1994, s. 166.
“Ermenilere Göre Tarihte Ermeniler”, www. dumlupınar. edu. tr./25.10.2001
“Ermenilerde Eğitim ve Kültür”, www. bolsohoys. com./25.11.1999
Tozlu, a.g. m. s. 925.
Güngör, a.g.e. s. 63.
Mehmet Kanar, Ermeni Komitalarının Emelleri ve İhtilal Hareketleri, İstanbul, Der Yay., s.66.
A.g.e. s. 67.
“OsmanlIlarda Askeri Teşkilat” Osmanh Tarihi Ansiklopedisi, 4. Cilt, İstanbul, İz Yay., 1996, s. 95.
’ Kiliselerde Katagikosluk (milletin mümessili) önemliydi, üç büyük Katagikosluk; Eçmiyazin, Sis ve Ahtamar’dı. Kilise Eçmiyazin’in vizyonunu kullanmış, Rusya da bu merkezi Türkler aleyhine değerlendirmiştir, çünkü Eçmiyazin, dini ve siyasi otoriteydi, -Eçmiyazin’in Katogikosluğun merkezi olmasında Rusların rolü büyüktür, çünkü Ruslar, Panislavizm gereği Ermeni kilisesini araç olarak kullanmak istemişlerdi, bu amaçla hem Osmanlı içindeki Ermenileri kazanacak hem de Eçmiyazin’i kontrole alarak Ermenilerin hamisi olacaktı- Ermcnilerde kilise her zaman hem sosyal denetimi hem de bütünleşmenin bir parçası olarak görevini sürdürmüştür.
Erdal İlter, Ermeni Kilisesi ve Terör, Ankara, Atatürk Ün. Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama
Merkezi Yayını, sayı 3, 1996, s. 50.
Akçora, a.g.e, s. 24.
Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara, Ocak Yayını, 1997, s. 17.
185 A.g.e. s. v.
I9Û Tozlu, a.g.m. s. 929.
Kılıç, a.g.e. s. 203.
Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, TTK Yayını, 1983, s. 30.
l9î İsyan, www.cultura. gov. tr. /11.07.2002
İlter, a.g.e. s. 41.
A.g.e. s. 43.
A.g.e. s. 47.
Hüsamettin Yıldırım, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, 1. Baskı, Ankara, Ofset Yayını, 2000, s. 61.
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, 6. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1994, s. 35.
Dominigue Schnapper, Yurttaşlar Cemaati, (çev. Özlem Okur) İstanbul, Kesit Yay., 1995. s. 48.
Osmanlı Ansiklopedisi, a.g.e. s. 26. ’ Feodal köy: Üreticileri başka yerleşim yerleriyle ilişkisi az olan köydür. Geniş bilgi için bkz. Bahattin Akşit, Köy-Kasaba ve Kentlerde Toplumsal Değişim, Ankara, Turhan Kitabeyi, 1985, s.ll. Yine, feodal; Marks’ın asya üretim biçimini andıran ve küçük tarıma dayanan köy yaşantılarıyla Marks’ın asya üretm biçimini andırmaktadır. Marks, kapitalist üretime öngelen biçimleri incelerken Batı dışında kalan toplamların sosyo-ekonomik oluşumlarına yönelerek ‘Asya Üretim Biçimi’ni ele almaktaydı, geniş bilgi için bkz. Prof. Cahit Can, Hukuk Sosyolojisinin Gelişim Yönü, Ank, A. Ü. Hukuk fak. Yay., 1996, s. 25.
Dinsel Demekler (ABD Board gibi) Özellikle girişimci orta sınıf çevrelerine yükselmenin tipik aracılarıydı, bunlar geniş orta sınıf tabakaları arasında kapitalist iş ahlakının yayılmasına ve korunmasına hizmet etmiştir. Yine Weber, iyi bilindiği gibi Amerikalı girişimcilerin 'mülti milyonerlerin, sanayi şeflerinin, tröst krallarının arasında resmen bir mezhebe üye olanlarının sayısı az değildir. Geniş bilgi için bkz. M. Weber, a.g.e. s. 264
Kanar, a.g.e. s. 117.
Yavi, a.g.e. s. 15.
Ural, a.g.e., s. 57.
Yavi, a.g.e. s. vı.
White, a.g.e. s. 108.
Yavi, a.g.e. s. 8.
~Yavi, a.g.e. s. 56.
2İO Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, 4. Baskı, Ankara, İmge Kitabeyi, 1997, s. 60.
Güngör, a.g.e. s.69.
Turgay Uzun, “OsmanlI’dan Günümüze Ermeni Sorunu,” Ankara, Yeni Türkiye Dergisi, s.89.
Azmi Süslü. Ermcnilcr ve 1915 Tehcir Olayı, 1. Baskı, Yüzüncü Yıl Ün. Yayını, 1990, s. 23.
Akçora, a.g.e. s. 15.
Ural, a.g.e. s. 98.
“Ermeni Sorunu, İsyan, www. cultura. gov. tr./l 1.07.2002
A.g.e. s. 119.
A.g.e. s. 141.
İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Askeri Tarih Yayınları, s. 81.
Kanar, a.g.e. s. 43.
2i2 Sakarya, a.g.e. s. 87.
Edgar Graviile, Çarlık Rusya’sının Türkiye’deki Oyunları, (çev: Orhan Anman) Ankara, Yarın Yayınları, 1967, s. 53.
BOA. Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ermeni Komitaları, 1891-1895 Ankara, yayın no:48. 2001,
s. 10.
Kanar, a.g.e. s. 67.
Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi II, Ankara, Başbakanlık Devlet Arşivi Genel
Müdürlüğü Yayını, no: 15, 1994, s. 290.
Kanar, a.g.e. s.65.
Ural, a.g.e. s. 93.
Kazım Karabekir, Ermeni Dosyası, İstanbul, Emre Yayınları, 1994, s. 145.
Mustafa Aydın, Kurumlar Sosyolojisi, 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları, 1997, s. 210.
Kanar, a.g.e. s. 59.
A.g.e. s. 209.
BOA, HR. SYS. 2872/2, Belge no:92-98.
Erzurum’da Ermenilerce gerçekleştirilen soykırıma ait defterlerin Türkçe ve Osmanlıcası ektedir.
(BOA, HR. SYS. 2878/49).
BOA, HR. SYS. 2878/49.
Haşan Kundakçı, Emperyalizmin Kullandığı Ermeniler, Ankara, Türkiye Gaziler Vakfı Yayınları,
2001,s.63.
Sakarya, a.g.e. s. 94.
Georges de Makville, 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, (Çev:Necdet Bakkaloğlu) I. Baskı,
İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1998, s. 7.
2j8 Kırzıoğlu, a.g.e. s. 123.
Kırzıoğlu, a.g.e. s. 123.
’ Dacik: Ermeniler, Merzifon’da Türk kadınına bu kavramla seslenirlermiş.
Yavi, a.g.e. s. 335.
A.g.e. s. 161.
Immanuel V/allerstein, Tarihsel Kapitalizm, (çev: Necmiye Alpay)İstanbul, Metis Yay., 1992, s. 57.
24j “Ermeni Sorunu /İsyan”, www. mersin . edu. tr./l9.01.2001
Yetkin, a.g.e. s. 70.
Yavi, a.g.e. s.353.
Yavuz Ercan, “Ermeniler ve Ermeni Sorunu” Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 37, Ankara, Türkiye Medya Hizmetleri Yayını, 2001, s.42.
Ermeni Sorunu, isyan, www. cultura gov. tr./2001.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar