TARİKAT VE MENÂKIB RİSÂLESİ Medineli Ahmet Efendi
بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الحمد لله رب العالمين
والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
Masiva
şâibesinden dili tathîre çalış
Pertev-i hikmet ü irfan ile tenvire çalış.[1]
Allah
Teâlâ’dan korkma hakkında buyrulan âyet-i kerime 15 iken, zikir hakkında nazil
olan 1800 tanedir.
Soru: HAKİKAT-İ
MUHAMMEDİYE nedir?
Cevap:
Taayyünü
evvelde ki Esmâ’ül Hüsnânın hepsinin bulunduğu İsm-i Âzam olan Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin hakikâtidir.
NEBEVÎ
NUR
Kalem Müminlerin basiret nuru
Levh-i Mahfuz Müminlerin kalb nuru
(Marifetü’llâh)
Hamele-i arş Arş-ı âla
Kürsi Melekler
Semâlar Yerler Cennet
ve Cehennem
Müminlerin nurlu kalbi Müminlerin nuru
(Marifetü’llâh) (Tevhid: Lailâhe İllâ’llah)
Soru:
Âlemi Lâhut nedir?
Cevap: Hazerât-ı evvel;
Gayb-ı
Mutlak;
Vücud-u
Mutlak;
La
Taayyün;
Vücud-u
Mahz (Küntü Kenz Makamı)
Zât-ı
Sırf;
Ümmü’l
Kitap;
(Zât)
“Allah,
bütün âlemlerden müstağnidir.” (Ankebut, 6)
Nokta-i
Basit;
Âlem-i
lâhut bu bahsedilenlerin hepsine taalluk[2] eder.
Soru:
Âlem-i Ceberût nedir?
Cevap:
Hazerât-ı
Sânî (İkinci);
Taayyün-ü
Evvel;
Tecell-i
Evvel;
Akl-ı
Evvel;
Âlem-i
Esmâ ve Sıfât;
Â’yan-ı
Sânî;
Âlem-i
Mücerredât;
Âlem-i
Mâhiyyat;
Ruhî
Küll;
Berzah-ı
Kübrâ;
(Bu
mertebeler vahid’in ismidir) (gayb-ı Muzâf da denir.)
Âlem-i
Ervah; ruha da talluk eder.
Soru:
Âlem-i Melekût nedir?
Cevap: Âlem-i Misâl;
Âlem-i
Hayal;
Âlem-i
Vâhidiyyet;
Taayyünü
Sânî;
Tecelli-i
Sânî;
Sidretü’l
Müntehâ;
Âlem-i
Emir;
Berzah-ı
Sağir;
Âlem-i
Tafsîl;
Hazerât-ı
Sâlis (Üçüncü)
Soru:
Şuhûd-u Mutlak nedir?
Cevap:
(Semâvî
kalbe taalluk eden) Hazerât-ı Rabia (Dördüncü) ki âlem-i melekût;
Arş-ı
âzam dahi bu âlemdendir, âlem-i ecsâmın cümlesini muhittir. (Büyük arş, bu
âlemdendir ve cisimler âlemini de kapsar.)
Soru:
Âlem-i Melekût nedir?
Cevap:
Âlem-i
Şuhûd;
Âlem-i
Nâsût;
Âlem-i
Halk;
Âlem-i
Hay;
Âlem-i
Anâsır;
Âlem-i
Eflâk ve Nucûm;
Âlem-i
Mevâlîd;
Dünya
ve içindekilere cesede taalluk edenler.
Soru:
Onsekiz bin âlem nedir?
Cevap:
Mahlûkat
sınıf sınıf olup her birisine bir âlem denir. Allah Teâlâ’nın dışındakiler demektir.
Akl-ı
küll, ruh, levh ve kalem de denir.
Ârş,
kürsî, yedi gök, dört unsur, mevâlid-i selâse (Bitki, hayvan ve maden) hepsi olup, biner farz edilerek
onsekiz bin âlem olur.
MERÂTİB-İ
SEMÂNİYE (Sekiz
Mertebe)
Soru:
Tenezzülât-ı İlâhiyye nedir?
Cevap: Vasıtalar demektir. Yani ilâhî
zuhûratların hepsi sekiz mertebe üzerinedir. Âlemlerede itlâk olunur.
Soru:
Sekiz mertebe nedir?
Cevap:
Hüviyet-i
Mutlak;
Soru:
Hüviyet-i Mutlak nedir?
Cevap:
Sırf
zât-ı Hakk ki mertebelerden ma’dud değildir. (Zât-ı Mutlak sayılmayandır.) Mahalli
cemdir, Hakk bilâ halktır. (Hakk, halk değildir.) Böyle müşahede olunur.
Soru:
Vahdet-i zâtiyye nedir?
Cevap:
Mazhar-ı
hüviyet-i mutlaktır.
Vahidiyyet
mazharı ulûhiyettir;
Vahidiyyet
mazharı ehâdiyyettir.
Ehâdiyyet
mazharı vahdeti zatiyyedir.
Vahdet-i
zâtiyye mazharı zât-ı Hakk’tır.
Hüviyet
Mutlaktır.
Hüviyet-i
Mutlakanın mâverasını ilm-i ehad (tevhid ilmi dahi) idrak edemez.
Soru:
Sıfât-ı
Sübhâniyye nedir?
Cevap:
Hakâik-i
ekvân ki, taayyünât-ı eşyadan her bir şey için bir ehâdiyyet vardır. Onunla
diğerlerinden ayrılıp fark olur. Sıfât-ı Sübhâniyye bütün hakikâtin hakikâtlerine
müteveccih olmalıdır. Her mevcutta o tahkik ve tayin O’nun iledir. Sanki
فَاَيْنَمَا
تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللهِ “Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı)
oradadır.”
(Bakara, 115) yani
Allah Teâlâ’nın yüzü onda görülür.
Soru:
Esmâ-i ilâhiye nedir?
Cevap:
Mazharı
sıfât-ı sübhâniyyeden esmâ-i ilâhiye müşâhede olunur. Kâinat, O’nun ahval,
evsâf ve ahvâliyle muhtelif olmasıdır. Yani merzukta Rezzâk, hay (diride) Muhyî
muşâhede olunur.
Soru:
Âyan-ı Sâbite nedir?
Cevap:
Mümkünlerin
hakikâti mazharı esmâ-i ilâhiyedir. Yani hakikâtte esmâ-i ilâhiyyedir.
Soru:
Âlem-i Ceberût nedir?
Cevap:
İlâhî
âlemde mümkünlerin vücududur ki âlemi ervâh derler. Âlem-i esmâ ve sıfât dahi
denir.
Soru:
Âlem-i Melekût nedir?
Cevap:
Nur
âlemidir. Makam-ı kalb, ufuku’l mübîn de denir. Sema ve içindekiler kalbe taalluk
eder.
Soru:
Âlem-i Mülk nedir?
Cevap:
Dünya
ve içindekilerdir.
Soru:
Seyr u Sulûk nedir?
Cevap:
Kişi
bilinen mertebeleri halleriyle geçmesi, yani esfel-i sâfiline nasıl düştüyse o
şekilde yükselerek asl’a vasıl olmasıdır.
Soru:
Seyr kaç çeşittir?
Cevap:
Dörttür.
Soru:
Seyr-i ilâ’llâh nedir?
Cevap:
Esfelden
âlâya yükselmek demektir.
Soru:
Seyr-i fî’llâh nedir?
Cevap:
Esmâ,
sıfat, şuûn, ağyarat (başkaları), takdisât (kutsiyetler), tenezzühât (nokasansız
şeyler) demek olup sözle tabiri mümkün olmayanlarda seyirdir.
Soru:
Seyr maa’llâh nedir?
Cevap:
Bu
seyri anlatmakta mümkün olmayıp temsil ile ancak anlaşılabilir.
Soru:
Seyr ani’llâh nedir?
Cevap:
Bekâ
makamına rücu’ (dönüş) yoktur. Belki temsilden anlaşılabilir. Seyr-i eşya demekte mümkündür.
TEMSİL-İ
SEYR
(Seyrin
Temsil ile anlatımı)
قُلْ هَذِهِ سَبِيلِى اَدْعُوا
اِلَى اللهِ عَلَى بَصِيرَةٍ اَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِى
“Resûlüm!)
De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar
aydınlık bir yol üzerindeyiz.” (Yusuf,
108)
Bu âyeti kerimenin manasında Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin kıyamete kadar tabi olanları olacak demektir. Bu
zâtlara tabi olup peşinden giderek kâmil seyir yapmak gerekir. Molla Cami
kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin kitabında zikretmiştir ki;
İmam Şemseddin Safî [3] salihlerden ve büyüklerinden
idi. Bütün vaktini zikir, ibadet ve buna benzer şeyler ile geçirirdi. Fakat bir
kimseden zikir telkin-i (zikir dersi) almamış idi. Bir gün rüyasında gördü ki, kendi başına
yaptığı zikri bir nur şeklinde ağzından çıkıp yere batmaktadır. Kendi kendine
düşündü ki; bu hayra alamet bir şey değildir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de buyruldu
ki;
اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ
الطَّيِّبُ
“O'na
ancak güzel sözler yükselir (ulaşır).” (Fatır, 10)
Rüyamda
ise bunun aksine oluyor diye işaret ediyor, dedi. Bu noksanlık meşâyihten telkini
zikir almadığım için oldu dedi ve Ruzbehân-i Baklî kaddese’llâhü
sırrahu’l azîzin müridlerinin yanına vararak telkini zikir alır. O gece rüyasında
zikrinin bir nur olarak göğü yararak yükseldiğini gördü.
Bu
misalden anlaşıldığına göre her ilim üstadsız olmaz.
Seyr
u sülûk temsilinde ise; padişah var, vezirleri var, reâyası var. Bu reâyasıdan
birisi padişahın huzurunda bulunmak, hususî yakınlarından olmak, hizmetinde bulunmak
ve onunla görüşmek arzusunda olursa ona lazım gelen önce vezirlerden birisine
bende olmalıdır. Onun emirlerini yapıp kendini sevdirmelidir. Vezir ondaki kabiliyet
ve teslimiyet ile huzura çıkması nasıl gerekiyorsa terbiyesine dikkat ve
talimat ile açıklayarak her türlü uyarı ve telkini icra ederek öğretir. Bununla
beraber o kişi vezirin emirlerini padişahın emirleri gibi kabul ederek
maksuduna erişmek ve padişahın rızasını kazanmak olduğundan kalbinde padişahtan
başka düşünceyi de getiremez olursa hizmeti icrayı kazanmış olacağından, vezir
o kişiyi huzura çıkarır. O bende de padişahtan başkasını tanımaz ve bilmez
olur. İşte zât-a seyr sultana gitmeden önce oldu.
Sonra
o bende padişahın ahlakını, makamını, kudretini, vb. ne gibi şeyler layık olup
olmadığını teker teker hepsini anlayıp ve idrak ederek yine vezirin öğrettiği
bilgileri unutmayarak hizmetini ona göre icra eder. Günden güne yakınlığı
artarak rızaya uygun kalbî kabiliyetleri gelişerek padişahın mülkünde seyretmiş
olur.
Sonra
padişah bendesine vezirlik mükâfatı verir. Ona “git raiyyetinde senin gibi
huzuruma gelmek isteyenlere rehber olup bana getir” diye irâde (buyruk)
verir. Bendeyi maiyetine alıp sarayının her bir köşesini üst katından aşağıya
kadar indirip raiyetinin huzuruna delalet için saraydan memur olarak çıkarır.
Bu seyr ile Seyr ani’l mülk etmiş olur.
Her
bir memuriyetin istihdamını bilip iç ve dış hizmetleri öğrenip reayadan kabiliyetli
olanları kendinin gittiği yollardan huzura gitmeye layık olanlara delâlet ederek
vazifesini yapmasına Seyr-i fi hizmet-i mülk demek gibidir.
Benzemese
dahi akla bu kadar temsil ile anlatılabilir. Bunu anlayıp bu şekilde Allah
Teâlâ’ya yakın olabileceğini anlamalısın.
Soru:
Sâliklerin halleri nedir?
Cevap:
Tafsilen
onbeş ise de icmâlen beştir.
İcmâlen beyan edecek olursak;
1-Letâiflerin
zikir seyri (Allah zikri)
2-Letâiflerin
murâkabesi
4-
Tehlil
zikri (La ilâhe illâ’llâh)
5-Tehlilin
murâkabeleri
Tafsilen
beyan edecek olursak;
1-Kalb
latifesine
zikir talim ettirilmesi
2-Ruh
latifesine zikir talim ettirilmesi
3-Sır
latifesine zikir talim ettirilmesi
4-Hafî
latifesine zikir talim ettirilmesi
5-Ahfâ
latifesine zikir talim ettirilmesi
6-Nefs-i
natıka latifesine zikir talim ettirilmesi
7-Beden
(Zikr-i Sultan) latifesine zikir talim ettirilmesi
8-Beş
latifeye (Kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ) ya murâkabeleri telkin olunur.
9-Nef
ü İsbât (Hapsi Nefes) dersi tarif olunur.
Buraya
kadar dersler kalp ve letâiflerde olurken bundan sonra lisânen gizli sesle Tehlil
(La ilâhe illâ’llâh) zikri telkin olunur. Bu günde beşbinden az olmayacaktır.
(Bazı tariklerde bin adettir)
Onbeşinci
derse kadar ise tehlilin murâkabeleri tedricen telkin edilir. Daha başka murâkabeler
varsa da esası bu kadardır.
Soru:
Bahsedilen murâkabeler nelerdir?
Cevap:
Ehâdiyyet
Murâkabesi;
Mâiyyet
Murâkabesi;
Akrabiyyet
Murâkabesi;
Muhammediyyet
Murâkabesi (Zâtiy yet, Hüviyyet)
Mubsırât
(Görünenler) ve Müşâhedât Murâkabesi dir.
Soru:
İcmâli seyr u sülûk kaçtır?
Cevap:
İcmâli
kırk ederse de icmâl-i insan dörtü ilave ederek
hepsi kırk dört eder.
İCMÂL-İ
İNSAN
Cesed: dört unsurdan oluşmuştur. (Toprak,
su, hava, ateş)
Kalp: Sırlar kaynağıdır.
Ruh: Marifetu’llah kaynağıdır.
Sır: Müşahede yeridir.
İCMÂL-İ ÂLEM
Âlem-i
Nâsut:
Dünya
ve içindekiler; cesede taalluk eden şeyler.
Âlem-i
Melekût:
Semâ ve içindekiler; kalbe taalluk eden şeyler.
Âlem-i
Ceberût:
Âlem-i Ervâha ve ruha taalluk eden şeyler.
Âlem-i
Lâhût:
Arştan sonra gelen ve sırra taalluk eden şeyler.
EBVÂB-I
İLÂHİYYE
Dört
kısımdır.
Şeriat:
Âlem-i
nâsut ve cesede taalluk eder.
Tarikat:
Kalbe
taalluk eder.
Hakikât:
İnsaniyetin
bütününe ve ruha taalluk eder.
Marifet: Huzur ve müşâhedeye ve sırra taalluk
eder.
MERÂTİB-İ
İLÂHİYYE
Sekiz
kısımdır.
Âlem-i
Mülk: Âlem-i
melekûttan önce gelen kattır.
Âlem-i
Melekût: Âlem-i
ceberût mazharıdır.
Âlem-i
Ceberût: Âlem-i
İlâhiyyenin mümkünata açılan kapısıdır.
Ayân-ı
Sabite: Esmâ-i
ilahiyyedeki mümkünlerin hakikâtleridir
Esmâ-i
İlâhiyye: Mazhar-ı
sıfât-ı Sübhâniyye dir.
Sıfât-ı
Sübhâniyye: Hakk’ın
müşâhedeleri dir.
Vahdet-i
Zâtiyye: Mazhar-ı ulûhiyettir.
Hüviyyet-i Mutlak: Mutlak zât’tır.
SEYR
Dört kısımdır.
Seyr-i
ilâ’llâh: Kalp
mertebesindedir. Mütekaddimîn (önceki) ve Müteahhirîn (sonraki) mezheplerin
(yollar-tarikatler) görüşüne göre bu seyr Ef’âlde ve nefis menzillerindedir.
Seyr-i
fî’llâh: Sonrakilerin
görüşüne göre ruhta, öncekilerin görüşüne göre kalptedir.
Seyr
maa’llâh: Sonraki
ve önceki mezheplerin görüşüne göre ruhta demişlerdir.
Seyr
ani’llâh: Sonrakiler
göre ahfâ mertebesinde, öncekiler göre sır tecellisinin ahfâ mertebesindedir.
FENÂ
MERTEBELERİ
Fenâ
fî’l Ef’âl: Sonrakilere göre kalp, öncekiler
göre cesettedir.
Fenâ
fî’l Esmâ: Kalpte veya ruhtadır.
Fenâ
fî’s Sıfât: Sır veya ruhtadır.
Fenâ
fî’z Zât: Ahfâ veya sırdadır.
ŞUHÛD
MERTEBELERİ
Şuhûd
Hakk’ı Hakk ile görmektir.
Şuhûd
fî’l Ef’âl:
Yeri kalptedir.
Şuhûd
fî’l Esmâ: Yeri
ruhtadır.
Şuhûd
fî’s Sıfât:
Yeri sırdadır.
Şuhûd
fî’z Zât:
Yeri Ahfâdadır.
TECELLİ
MERTEBELERİ
Dört
kısımdır.
Gaybî
nurlarının gaybî olarak zuhur etmesidir.
Tecell-i
Âsâr:
Cesetdedir.
Tecell-i Ef’âl: Kalptedir.
Tecell-i Sıfât: Sırda veya
ruhtadır.
Tecell-i Zât: Ahfâ veya sırdadır.
SUBÛTİ
SIFATLAR
Sekizdir.
Hayat,
ilim, Semi’, Basar, irade, kudret, kelam, Tekvin
Buraya
kadar sayılanları toplamı şu şekildedir.
İcmâl-i
âlem = 4
Ebvâb-ı
İlâhî = 4
Meratib-i
ilâhiye = 4
Seyirler = 4
Şuhûd
Mertebeleri =4
Tecelliyât
Mertebeleri =4
Fenâ
Mertebeleri =4
Sıfât-ıSubûtiyye =8
İcmâl-i
İnsan =4
TOPLAM =44
Soru:
İnsan neden meydana gelmektedir?
Cevap:
İnsan
on latifeden oluşmuştur.
Beşi
Âlem-i
Halk’tan,
beşi Âlem-i Emir’dendir.
Soru:
Âlem-i
Halk ne demektir?
Cevap:
Allah
Teâlâ’nın “Ol” emri ile hâsıl olmuş ise de sonra
madde tedrici zamanla, mevcutta olandır.
Soru:
Âlem-i
Emir ne demektir?
Cevap:
Allah
Teâlâ’nın “Ol” emri ile mücerred (soyut), maddesiz, zamansız ve suretsiz
olandır.
Soru:
Âlem-i Halk’ta olanlar nelerdir?
Cevap:
Nefis
Latifesi ve anasır-ı erbea (Dört unsur: Toprak, su, hava, ateş) dır.
Soru:
Âlem-i Emir’de olanlar nelerdir?
Cevap:
Kalp,
ruh, (Ruhu insanînin bir sıfatıdır) sır, hafî, ahfâ dır.
Soru:
Âlem-i Nâsut ne demektir?
Cevap:
Mutlak
olarak dünya denir.
Soru:
Âlem-i Mülk ne demektir?
Cevap:
Dünya
ve içindekileri; cesede taalluk edene denir.
Soru:
Âlem-i Melekût ne demektir?
Cevap:
Sema
ve içindekileri; kalbe taalluk edene denir.
Soru:
Âlem-i Ceberût ne demektir?
Cevap:
Âlem-i
Esma, Sıfat-ı İlâhiyye ve Âlem-i Ervâha, ruha taalluk edene denir.
Soru:
Âlem-i Lâhut ne demektir?
Cevap:
Arştın
(mâverası) ötesi olan sırra taalluk eder.
Soru:
Sır nedir?
Cevap:
Ruhtan
daha latif insana verilen müşahede mahallidir.
Soru:
“Allah Teâlâ Âdemi onun suretinde yarattı” ne demektir?
Cevap:
Onun
zamiri Âdem’e raci’ olmuş hasebiyle yani; Âdemi heyetiyle vücuda getirerek hakikâti
üzere yarattı,[4] demektir,
Soru:
Murâkabe ne demektir?
Cevap:
Mebde-i
Feyyâzdan varid olan feyz-i mevridini derûni mülahaza ile intizardır. (Çok
Feyizler veren Allah Teâlâ’dan gelecek feyzi iç haliyle beklemektir.) Dahası
Feyyâz’ın bütün halini bildiğine kâni olup, bu hali devam ettirmektir.
Her
bir makamın murakabesi vardır. Murâkabesiz zikir o kadar tesirli olmaz iken, zikirsiz
murâkabe ise faydalı ve tesirlidir. İhsan makamı denilen şeyde budur.
Soru:
Nakşibendiye Usûlu ne demektir?
Cevap:
Ehl-i
sünnet akidesine bağlanmak;
Azimet
ile amel etmek;
İstikâmet
üzere Allah Teâlâ’ya yönelmek;
Devâm-ı
Zikir;
Devam-ı
Murâkabe;
Avamla
iken ayık olmak;
Halvet
ve celvet üzere olmak
Huzur
melekesine kavuşmak;
Allah
Teâlâ’nın ahlakıyla ahlaklanmak;
Soru: Nakşibendiye zikri nedir?
Cevap:
Önce
kalp ile hergün üçbin veya beşbin “Allah” lafzını zikretmektir.
Letâifleri zikirle geçmektir. Sırasıyla ruha, sırra, hafîye, ahfâya, nefis
latifesine, cesed latifesine; bunlardanda biner zikir ziyade ederek hergün
dersi onbirbine ulaşır. Sonra nef ü İsbat (haps-i nefes)
telkin olunur. Letaiflerde murâkabe gösterilir. Sonra tehlil (La ilâhe
İlla’llâh) zikri telkin olunur. Sonra tehlilin murakabeleri tedricen telkin
olunur.
Soru:
Kalb zikrinden ne sonuç hâsıl olur?
Cevap:
Bahsedilen
zikirlerden izinli olarak zikreden mahv ve gayb olur ve Sultan-ı zikr zuhur
eder.
Soru:
Nef ü İsbat (haps-i nefes) zikri ile ne
sonuç hasıl olur?
Cevap:
İzmihlâl-i
külli hâsıl
olur.
Soru:
Murâkabeden ne sonuç hâsıl olur?
Cevap:
Herbir
murâkabeden sonra bir mertebeye mahsus Fuyuzâtı Rabbâniyeye mazhar olur.
Soru:
Bahsedilen mahv ve izmihlâl ne demektir?
Cevap:
Fenâ
fi’llâh zuhur
eder.
Soru:
Fenâ fi’llâh ne demektir?
Cevap:
Fenâ
üç mertebededir. Fenâ fi’l Ef’âl ki aynı
salik bütün mahlûkatın hallerinde Hakk’ın yaptığını müşahede eder. Bu makam
kalptedir.
Fenâ
fi’l Esmâ, ve Sıfât ise merzukta Razzâk sıfatını, diride Muhyî sıfatını
müşahede etmektir. Bu makam ruhtadır. Makamı sırda dahi Fenâ-i tecelli sıfat
dahi zuhur edip mevcudatta şuhud tevhid müşahede olunur.
Hafî
ve ahfâda dahi tecelli zât zuhur eder. Bütün mevcut, mecburî varlıklarıyla
Hakk’tandır. Hakk’ın dışındakiler kuru bir isimden ibaret olup O’ndan müşahede
olunurlar.
Soru:
Bekâ bill’âh ne demektir.
Cevap: Fenâ fil’llâh bir manada kötü
vasıfların düştüğü yok olduğu gibi bekâbi’llâh güzel beğenilmiş sıfatların
vücuda gelmesidir. Dahası sâlike Hakk’ın vücudundan gayrı görülmemek hali hâsıl
olur. Rabbânî vucüd zuhur eder.
“…. Bir kere onu sevdim mi ben onun işiten kulağı,
gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. …..” [5] sırrı zuhur eder.
Soru:
Tecelliye ne derler?
Cevap:
Gayb
nurlarından kalbe zahir olanlardır.
Soru:
Tecelli kaç mertebede olur?
Cevap:
Dört
mertebedir.
Tecelli-i
Ef’âl; eserlerde ve dünyevidir ki, kalpte, mahlûkatın bütün fiilleri mahvolup hemen
fiili Hakk’ın zuhur ettirdiğini görür.
Tecelli-i
Esmâ; ruhta zuhur edip merzukta Razzâk, diride Muhyî ismini müşahede olunur.
Tecelli-i
Sıfat; sırda zuhur edip bütün varlıklarda “tevhid şuhûdî” üzere müşahede olunur.
Soru:
Tecelli-i Zât ne demektir?
Cevap:
Bütün
mecudât varlığıyla Hakk’ındır. Hakk‘ın gayrisi sadece isimden ibarettir. Bu müşahede
hafî ve ahfâ da zuhur eder. Bu müşahedeyi erbabından başkasına da anlatmak
uygun olmaz. Çünkü nurlu şeriat, eşyanın hakikâtin varlığını sabit görür inkâr
etmez.
Eğer
masivanın vücudu için Hakk’ın dışında bir vücudu vardır dersen bu hale
mahcubînin (perdelenmişler) hali demişlerdir. Keşf ehlinden bazıları hakikâten
ve itibaren Allah Teâlâ’dan başka şeyler yoktur, bazıları hakikâten yok itibaren
sabit deseler de, mahiyet (nitelik sahibi olmak) mümkünün (sonradan yaratılan) üzerinde
vardır. Suret vücudun gölgesidir. Bunun gibi başka manalar veren ehli keşf olmuştur.
Bazı ehl-i hakikât vacid ne de masiva hakikâten yok, itibaren sabittir,
demişlerdir. Zıll (Âlem Gölge varlık), Hakk değil Hakk’ın aynısı demişlerse de
burası ayakların kaydığı yerlerdir. Bu konuyu başka kaynaklardan da incelemek
gerekir.
Soru:
Tevhid ne demektir?
Cevap:
Tecelliyatın
zuhuruna tabi olarak mertebe olarak dörttür. Âsar, ef’âl, sıfat ve zâttır.
Soru:
Sofî nedir?
Cevap:
Allah
Teâlâ baki kalıp, nefsin tabiatlarını terbiye edip hakikâtlerin hakikâtine ulaşmaktır.
Soru:
Tasavvuf nedir?
Cevap:
Kalbi
tasfiye edip sâfi olmaktır.
Soru:
Vecd nedir?
Cevap:
Bulmak,
varlık demektir.
Soru:
Vacibü’l Vücud nedir?
Cevap:
Vücudu
kendinden olup başka bir şeye muhtaç olmayandır. Başka bir şey ile kayıtlamak, vücudun
çeşitli şekilde tecelli etmesidir. Bu kayıtları düşürürsen tevhid olur.
Soru:
Mümkünü’l Vücud nedir?
Cevap: Allah Teâlâ’nın “ol”
emriyle yoktan var olan şeylerdir.
Soru:
Vecd nedir?
Cevap:
İştiyakın
galip olmasıyla ile aklın gitmesidir.
Soru:
Cezbe nedir?
Cevap:
Kulun
külfetsiz, zahmetsiz, zorlanmadan, meşakkatsiz Allah Teâlâ’nın yardımıyla muhtaç
olduğu makama çıkmasıdır.
Soru:
Cem nedir?
Cevap:
Halksız,
Hakk’ı müşahededir.
Soru:
Cemü’l Cem nedir?
Cevap:
Halkı,
Hakk ile kâim görmektir. Fark ba’del Cem de budur. Cafer Sâdık radiyallâhü
anh buyurdu ki;
ليس
مني شيء ولا في شئ ولا على شئ
“Ben bir şey değilim, Ondan başka bir şeyde
değilim, nede herhangi bir şeyde”
Soru:
Latife-i
kalp ne demektir?
Cevap:
İnsan
kalbi zikredince arşın üstündeki aslıdır. Feyzi tecelli-i ef’âli ilâhidir.
Soru:
Latife-i ruh ne demektir?
Cevap:
İnsan
ruhunun hakikâtidir. Aslı arşın üstündedir. Feyzi
tecelli-i Sıfatı subûtidir.
Soru:
Latife-i sır ne demektir?
Cevap:
Kalpte
bir kuvvettir. Aslı
arşın üstündedir. Feyzi tecelli-i şuûnâtı zâtiyyedir.
Soru:
Latife-i hafî ne demektir?
Cevap:
Allah
Teâlâ ile insanı ruh arasında vasıta tecellisidir. Aslı arşın üstündedir. Feyzi
tecelli-i Sıfatı Selbiyedir.
Soru:
Latife-i
ahfâ ne demektir?
Cevap:
Arşın
üstündedir. Feyzi tecelli-i şuûnu câmiidir.
Soru:
Latife-i
Nefs-i Natıka demektir?
Cevap:
İki
kaşın arasındadır. Göze gelen su gibi bedene tesir eden latifedir.
Soru:
Latife-i Beden demektir?
Cevap:
Bütün
bedene tesir eden sultân-ı zikirin zuhuruna sebeptir. Bütün beden zikreder.
Latife-i
kalp murâkabesinde, Cenâb-ı
Hakk’ın feyzinde fenâdır. Nuru tecelli-i ef’âli
ilâhiyedir. Bu latife-i kalpte ise de âlemi halktan
latife-i nefiste de vaki olur. Sonra;
Ruh
murâkabesinde, Allah Teâlâ’nın feyzinde fenâdır. Nuru tecelli-i sıfât-ı
subûtiyyedir. Latife-i ruh âlem-i emirden ise de âlem-i halktan hava
unsurunda vaki olur.
Sır
murâkabesinde, feyz Şuûnâtı zâtiyyedir. Âlem-i halktan su
unsurunda vaki olur.
Hafî
murakabesinde, feyz Sıfât-ı Selbiyyeden dir. Âlem-i halktan ateş
unsurunda vaki olur.
Ahfâ
murâkabesinde, feyz Şuûnât-ı Câmiidir. Âlem-i halktan toprak unsurunda vaki
olur.
DÖRT
UNSUR
Su:
Aslı sırdır.
Hava:
Aslı ruhtur.
Ateş:
Aslı Hafîdir.
Toprak:
Aslı Ahfâdır.
TEVHİD
Allah
Teâlâ’dan başka yaratılanları gönülden çıkararak tecrit etmektir.
VAHDET
Allah
Teâlâ’nın vücudundan başka şeyleri şuurdan ve gönülden halas etmektir.
SAADET
Kendisinden
(nefis) kurtulup Allah Teâlâ’yı görmektir.
ŞAKAVET
Kendisiyle
karışıp Allah Teâlâ’dan uzaklaşmış olmak
VASL
Allah
Teâlâ’nın vücudunun nurunu müşahede edip kendini unutmaktır.
FASL
Allah
Teâlâ’nın dışındakilerden ayrılmaktır.
SEKR
Gönülde
saklanması gerekli bir hal zuhur edince onu gizleyemeye gücü yetmemektir.
Mevlana
Hüsamddin kaddese’llâhü sırrahu’l azîz seyrler hakkında üstadlarından öğrendiği
şeylerle buyurdu ki;
Seyr-i
ilâ’llâh;
Öncekiler ve sonrakilere göre mertebe-i cesede nefis menzillerinden vusul ile
seyr, Ufuk-u Mübîn’e kadar kalp makamının sonuna kadardır.
Tecelli-i
esmâ başlangıçtır. Kavuştuğu şeyler ise hicabı kesret
kalkıp vechi vahdet görünür. Ufuk-u Mübîn arşta suları ağaçları olan bir olan
yerdir. Yeri ise nihayeti olmayan kalptedir.
Seyr-i
fî’llâh;
mertebe-i kalpte veya ruhta dır. Sıfatlar ile muttasıf esmâ-i ilâhiyyeyi Ufuk-u
Â’la’da hakikâtiyle görmektir. Nihayeti Hazret-i Vahidiyyete yükselmektir.
Kavuştuğu
şeyler ise batınî ilimlerin çokluğu ile Allah Teâlâ’nın yüzünden hicâb-ı
vahdeti (vahdet perdesini) kaldırmasıdır. Eğer hicâb-ı vahdet kalkmaz ise ilimlerin
çokluğu görünmez.
Seyr
maa’llah; mertebesi
sırda veya ruhtadır. Bunların sonunda kavuştuğu şeyler ise, Ayn-ı
Cem, Hazret-i Ehâdiyyet, Kâbe Kavseyn Makamına yükselmedir. Bu şekilde ikilik
kalmaz. İkilik kalkınca Makam-ı Ev Ednâ zuhur eder. Nihayeti velâyet ve vuslat olur.
Ayn-ı Cem-i Ehâdiyyet olur. Zahir ve batın bir olmuştur. Mülk ve melekût
hazretlerinden halas buna denir.
Seyr
ani’llâh; mertebesi
ahfâ veya sırdadır. Seyr-i bi’llâh ani’llâhı tekmil için seyrdir. Bunların
sonunda kavuştuğu şeyler ise, Bekâ ba’del Fenâ (Fenâdan sonra Bekâ), Fark
Ba’del Cem (Cem’den sonraki fark), İzmihlâli halki’l cesed fil Halk (Cesedin yaratılışındaki
yokluğu görmek)
Bu
seyirin nihayetinde Âlem-i Bekâ’dan temkini hakâike dönmektir.
Bu
seyirleri Allah Teâlâ kolaylaştırsın âmin.
MURÂKABE
Hakikâtte
murâkabe intizar (beklemek-gözlemek) tir. Çünkü seyirlerin sonucu bu intizarlardan
ibarettir. İntizarın zuhuru muhabbet galebesi (çokluğu) dir. Bu Nakşî yolu
intizardan ayrı olmaz.
Beyt:
Olmak
ağzında kuru nâm
Çalış
zehirden yektir tamam
Arş’a
yoktur gerçi çarhın nisbeti
Lîk
â’ladır zeminindeki katı
Gerçi
herkes müyesser olmasa da bizim temsillerimizle bu manayı anladın. Bunun gibi sözlere
güya kavuşmak boş sözlere giriftar olmaktan şirin renktir.
Allah
Teâlâ sizi bizi bunlarla rızıklandırsın. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
yüzü suyu hürmetine intizar edip feyzi beklemekteyiz.
İCAZETTEN
SONRA MÜRŞİDİN TEVECCÜHLERİ
Günahkâr
kimseye tevbe eylemesi için kendi nefsine teveccüh eyleyerek kendini âsî
ve günahkâr farz edip o mülâhaza ile pişmanlık ve günahlarını hatırlayarak
tevbe edip o vecihle günahkâr kimseye yönelir. Bu şekilde inşallah
tevbe tesiri hâsıl olur.
Hastaya
teveccüh edecek olursa kendi nefsine teveccüh eyleyerek kendini hasta farz edip
o mülâhaza ile hasta kimseye yönelir. Yahut önce hasta ve benzeri şeyleri nef ü
isbat zikreder ile teveccüh ile inşallah şifa bulur.
Cezbe
için teveccühte ise mukaddes ism-i zât-ı süflî (aşağı) letâiflerden ulvî letâiflere
ve letâfi nefse kadar teveccüh edilir.
İstiğrâk
için teveccühte ise, letâifi ulyâdan zikrullâh ile süfliyye teveccüh eyleye. Bu
teveccühle hicâb-ı zülmâniyye sonra hicâb-ı nuraniyelerin izâlesi için
perdeleri kaldırarak kalbe ve müride cezbe ve muhabbetullah koymak için düşüncesiyle
teveccüh eder.
Ölmüşlerin
ve dirilerin nispetini bilmek için teveccüh keyfiyeti ise kendini en yüksek makamlara
çıkararak düşüncelerini boşaltıp kaybolup karşısındaki dirinin ve ölmüşlerin düşüncesini
durumunu öğrenir.
Havatırları
gidermek için teveccüh ise mürşid ruhânî nefsiyesi ile müridin zülmânî nefsine
teveccüh ile kötü düşünce vesveselerini giderir. Eğer çok olursa elini kalbinin
üzerine kor “Sübhânel melik Kuddûsu’l Hallâk” der,
اِنْ يَشَاْ
يُذْهِبْكُمْ وَيَاْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ
“Allah
dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir.”
(Fatır, 16) âyetini okur.
Soru:
Sıfât-ı Fiiliye nedir?
Cevap:
İşlerin
meydana gelişi mahlûkun varlığı üzerinde oluşan sıfat-ı ef’âl, yaratmak,
rızık vermek, inşa etmek, ibda’ etmek, yapmak, ihya etmek, öldürmek, yok etmek,
çıkartmak, iade etmek, yükseltmek, merhamet etmek, zorlamak, kızmak, tasvir
etmek, vb. tekvin sıfatlarını içerir. Allah Teâlâ’nın bu ortaklık durumu ezelde
ilim ile ve nüzülde (yaratmada) fiil iledir.
Soru:
Sıfât-ı maneviye nedir?
Cevap:
Sıfat-ı
Subutiye gerekli olup onunla hakikâte çıkandır. Kadir, Hayy, Mürid, Basir,
Mütekellim, Mukevvin gibi sıfatlardır.
Soru:
Sıfat-ı Zâtiyye nedir?
Cevap: Vucüd, kıdem bekâ, vahdaniyet,
muhaleftün lil havadis, kıyam bi nefsihi sıfatlarıdır.
a.Vücud:
Allah Teâlâ'nın var olması demektir. Onun varlığı zorunludur.
b.Kıdem:
Varlığının ezelî olması, yani başlangıcının bulunmaması demektir.
c.Bekâ:
sonsuza dek varlığını sürdürmesi.
ç.Vahdaniyet:
Tek olmasıdır. O, zatında ve sıfatlarında birdir.
d.Muhalefetün
lil havadis: Yarattığı varlıklardan hiçbirine benzememesidir.
e.Kıyam
binefsihi: Varlığının kendinden olması ve varlığını sürdürmek için hiçbir
kimseye ve şeye muhtaç olmaması demektir.
Soru:
Sıfât-ı Subutiyye nedir?
Cevap: Hayat, İlim, İrade, Kudret, Sem’i
(işitme), Basar (görme), Kelâm, Tekvin (Yaratma, var etme.)
Soru:
Sıfât-ı Selbiyye nedir?
Cevap:
“O
doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlâs,3)
"Selbetmek";
kaldırmak, uzaklaştırmak, tenzih etmek anlamındadır. Allah Teâlâ’nın zâtına ve
varlığına yakışmayan, o yüce zât hakkında mümteni' (imkansız) olan vasıflardan
tenzih etmektir..
Soru:
Yok olan ilme taalluk eder mi?
Cevap:
Evet,
Allah Teâlâ yok olanı yokluğu halinde de bilir. (Bu bilme mahlûka ezeli olma
durumunu gerektirmez) Var olduğu halde ne keyfiyetle var olup vücud bulacağını
ve nasıl yok olacağını da bilir.
Risalenin
bu kısmında fenâ ve bekâ tekrar mahiyetinde yazıldığı için terk edildi.
[6]
اَللَّهُمَّ صَلِّى عَلىَ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ
أَجْمَعِينَ
وَ الْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ
****
***
**
*
[1] “Gönlü Allah Teâlâ’dan başkasına bağlanma
lekesinden temizlemeye çalış, irfan ve hikmet ışığıyla aydınlatmaya gayret et.”
[2] Taallûk: İlgisi olma, ilgisi bulunma, ilgi, ilinti.
[3]
Şiraz velilerindendir. (Nefehatü’l Üns)
[4] Hadisin, “sûratihî”
ibaresinde yer alan “he” zamirinin Âdem’e delâlet ettiği yönündeki
iddiayı destekler tarzda yeniden yorumlanmasıdır. Bu durumda hadis, “Allah,
Âdem’i Âdem ‘imajında’ veya ‘formunda’ yarattı” manasına gelir. (İbn
Kuteybe hadisin, varsayılan ilk formu ile ilgili bu ameliyeyi kelâmcılara izafe
etmektedir (Tevîlü muhtelifi’l-hadîs, Kahire 1908/1326, 277). Krş. Kastallânî,
Buhârî Şerhi, İsti’zân, 79/1; Nevevî, Müslim Şerhi, Birr, 45/115.)
(Bu kelimelerin Arapçadaki karşılığı “sûret”
kelimesidir. Bu kelimenin Tekvîn’de geçen “imaj” kelimesinden ziyade “form”
ile tercüme edilmesi, genellikle daha uygun olmaktadır. Bu kelime bazı
bağlamlarda “yüz” mânâsına da gelmektedir).
[(Meksika Tabletlerindeki )Yedinci Emir: Diğer emirlerin
icrasından sonra idrak kuvveti dedi ki; “İnsanı kendi tarzımızda yaratalım ve
arzı idare edecek kudret ve kabiliyetlerle techiz edelim” bunun üzerine
kâinatta mevcut her şeyin haliki olan yedi başlı idrak kuvveti insanı yarattı
ve onun vücudunun içine yaşayan ve fena bulmayan eş koydu. Böylece insanı idrak
kuvveti itibarıyla halikine benzetti.”
“Bizim kendi
suretimizdeki” cümlenin manası nedir? Bu hiç şüphesiz Hâlik’in şekil ve
suretinde demek değildir. Çünkü yazılarda daha sonra “Hâlik insan tarafından
idrâk olunamaz. Onun ne sureti yapılabilir ne de ona isim verebilir, o
isimsizdir.” Denilmektedir.
Her insan “Allah Teâlâ’nın suretinde” yaratılsaydı, o
Allah Teâlâ’nın tasviri olurdu. Fakat mademki Allah Teâlâ anlaşılmayan ve
tasavvur olunamayan bir şeydir. Mademki O’nun ne sureti yapılabilir, nede O’na
isim verilebilir. Şu halde Tevrat’ın
(tabletleri) tercümede “image” kelimesini kullanmakta hata etmiştir. CHURCWARD
C. James MU ÇOCUKLARI, Mu 'nun
Mukaddes Sembolleri [Kitap]. - New York : [s.n.], 1934. -
"The Sacred Symbols of Mu" adlı eserin New York Iver Washburn, S. basımının
çevirisidir., s. 91)]
[5] Buhârî. Rekaik, 38; İbn.
Mâce. Fiten. 16.38
[6]
Hata ve kusurlar şahsıma aittir.
Tercümenin bittiği tarih 03.11.2010
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar