TASAVVURÂT-I HAYRİYYEM’İ (GÜZEL DÜŞÜNCELERİM)
ÖNSÖZ
Hacı Hasan
Akyol Efendinin kendi el yazısıyla tuttuğu notlar İslâm ve Ahlâk isimli
kitapta Kadir MERAL Beyefendi tarafından 1988 yılında Osmanlıcadan Türkçeye
çevrilerek hazırlanmıştır. Kitap muhteva açısından güzel ve faydalı bir eser olmasına
rağmen düzen bakımından yani ayetler, hadisler, hikmetli sözler ve ilmihal bilgiler
ile karışık olup, bir düzen içinde olmayışından okuyucunun yeterli olarak istifade
edemeyeceğini düşündük. Bu nedenle çeşitli zamanlarda zuhurat veya başka bir
sebepten dolayı oluşmuş bilgilerle tutulmuş hikmetli sözlerin bir kısmını yeni
bir tasnifle tekrar istifadeye sunulmuştur.
Hikmetler
orijinal nüshalarda ve İslâm ve Ahlâk isimli kitapta dağınık şekilde olduğundan
kendi içerisinde gruplamaya gidilmiştir. Bu şekilde aynı mevzular bir yerde
toplanmıştır. Ayrıca cümle yapılarında günümüz insanının anlayışına kolaylık
olsun diye de manaya uygun düzenlemeler yapılmıştır.
Notlardaki
ilmihal bilgiler açısından umumun belli bir birikimi olduğu, ayet ve
hadislerinde genellikle tasavvuf kitaplarında müşahede edileceği düşüncesiyle
kısaltmalara gidilerek bir el kitabı hacminde hazırlanmıştır.
Ayrıca
kitaptaki hikmetli sözler içerik olarak bir tasavvufi terbiyede Nakşî Hâkî
mektebindeki mârifet, edep ve düşünceyi aksettirmesi açısından önem arz
etmektedir. Son şeyhi Gavs-ül âzam Hacı İsmail Hakkı İhrâmcızâde Sivasî kaddese’llâhü
sırrahu’l-azizin (hyt. 1969) SIDDIK lakabı ile tesmiye buyurduğu Hacı
Hasan Akyol Efendi ile tarikin ârifâne seyr-i sülüğünden haberdar olmakta
mümkün olacaktır.
Tevfik Allah
Teâlâ’dandır.
İhramcızâde
Esenler/İstanbul
2010
GİRİŞ
İnsanın
kendisini anlatması uygun değildir. Fakat Hacı Hasan Efendimi bir yerden başlayarak
anlatmam gerektiğinden burada yazmak uygun oldu.
Tasavvufî
hayatın başlayışı her zaman bir sebebin olgunlaşması ile başlar. Sonra çileden
ve sevinçten dokunan kilim gibi işlenir. Sevdiğini bulan âşık niçin sevdiğini
bilmeden sevdası ile deli divâne olarak bir yola düşer. Onu durduracak akıl
dahi kendinde kalmadığı gibi başkasını da dinlemez olur, başını alır gider.
İşte yolculuk bu şekilde başlar.
Seyrimde
güzeli bulmak nasıl oldu hala bilemem! Fakat babam Hafız Mehmet Efendinin,
Meydan Camiinde görev yaparken Hazreti Şems kaddese’llâhü sırrah’ül azîz
Efendinin türbesiyle komşu olan Hacı Hasan Efendi genellikle namazlarını eda
için camiye teşrif ederdi. Genellikle sabah namazlarında minberin sağ tarafı
hep onun için boş bırakılmış olarak kalırdı. Sabah nesiminin esişi gibi onun
gelişini cemaat bekler bir hoşluk içinde Allah Teâlâ huzuruna mirac edecek
müminler sâlih kulunu muntazır olurlardı. Bu durumları görmek ve yaşamak
çocukluk ve gençliğimin güzel hatıralarındandır.
Biz
her zaman Hacı Hasan Efendiyi gördüğümüzde dedem İhramcızâde İsmail Hakkı Efendiyi
hatırlamadan edemezdik. Çünkü onun arada bir Şen Mehmed Efendi ile bize
gönderdiği kutu kutu helvaların tadı unutulacak gibi değildi. Ulu Camii Hadimi
Hacı Murat Amca[1],
Marangoz Rauf Usta Efendi [2] ile bir
sohbet olsa önce dedem sonra Hacı Hasan Efendi gelirdi. İhvanlığın inceliğini ve
edeplerini öğrendiğim Koca Rauf Usta Efendim her zaman “Hacı Hasan Ağam..” diyerek
bir söze başlar ve bir hatırayı bize anlatırken mahviyete bürünmüş ârifibillah
Hacı Hasan Efendiyi bize sevdirdi.
Hacı
Murat Amca da her zaman;
“Hacı
Hasan Ağam biz gidince İhramcızâde İsmail Efendiden size kim haber verecek” diyerek ondan bahseden bir konuyu Ulu
Camiinin bir direği dibinde halden hale koyar, saatleri dakikaya çevirir, bizi
de mest ederdi.
Çocukluğumuzla
başlayan bu sevgi nişanesinden dedemize olan hasretimizi giderdiğim Hacı Hasan Efendimi
hayatımı değiştiren birisi olarak yâd etmeden hiçbir zaman kendimi alamamışımdır.
Onun Hakk yolunda bana düşen bir payın şekillenmesindeki himmetini nasıl unutabilirim!
Dedem hakkında hazırladığım kitapların bilgilerine temel girişi onun attığını yeni
yeni anlamaktayım.
İmam
Hatip Lisesi dördüncü sınıfta okurken (1981), edebiyat dersinde vahdet-i vücudu
işleyen bir gazelin açıklaması ile başlayan tasavvufun derin konusunu, Hacı
Hasan Efendime sormak için evini ziyarete gitmem ile bir ateşin yakılışının
bilmemezliği ile gönüle girmişiz. O zaman Hacı Hasan Efendiye hizmet eden Nureddin
Ağbiden daha sonra duyduğumda “Efendinin torunu bize vahdet-i vücudu sordu
biliyor musunuz?” diye bizi onurlandırmıştı.
İmam
Hatip Lisesine devam ederken Sivas ilinin iftiharı olan Vaiz Ahmet YILMAZ Hocamın
huzurunda da sabah namazlarını müteakip Arapça derslerini almaya giderken Hacı
Hasan Efendimin odasından çıkan ve karanlığı delen ışığını tam beş yıl boyunca gördüğümü
söyleyebilirim. Çünkü dersleri genellikle Dikilitaş Camiinde okuduğumuzdan
yolumuz hep evinin önünden geçerdi.
İşte
bu şekilde başlayan bu sevda yolu, dedem İhramcızâde İsmail Hakkı Efendimin en
güzide ihvanı ile gençlik aşkı gibi kısa bir müddet görüşmelerle geçse de bütün
hayatım boyunca Hacı Hasan Efendim var olacaktı.
Dördüncü
sınıfı bitirmiş bir tatil günü ziyaretine gitmiştim.
“Efendim
tarikate girmek istiyorum” dedim.
“Sen
gençsin” dedi. Bende
biraz ısrar edince biraz bana acıdı zannediyorum, sonra dedi ki;
“O
zaman devamlı abdestli ol ve her namazdan sonra onbir adet salavât-ı şerife
okursun” [3]buyurdu.
Bu benim sırrını son demine kadar herkesten saklayan Hacı Hasan Efendimin bana
ilk dersi oldu. Fakat sonra;
“sen
de baban gibi hafız olur musun? Babana Mescid-i Aksâ’da taç giydirdiler. Biz
şahit olduk, sende bil”
diye buyurdu. Bende;
“Efendim
ben okulda okuyorum, nasıl olacak ki?” dedim.
Sonra
“Hakkı
Baba” “Hakkı Baba”
“Hafız
İsmail, Hafız İsmail, Hafız İsmail” dedi. Sonra;
“Kelam-ül
Halk, Kalem-ül Hakk”
(Halkın
sözleri Allah Teâlâ’nın kalemidir) kelâmını buyurdu. Anladım ki efendim hafız olmamı arzu
ediyordu. Hakk’ın kalemine kaderimi yazdırıyordu. Bende;
“Efendim
bu seneyi okuyum, başlarım” dedim. Bu şekilde sanki bir sözleşme, imzalamıştık. Şimdi şimdi
anlıyorum ki, çilelerle geçecek bir geleceğin temellerini atarak, bana da dersimi
tarif etmiş olacaktı.
“Sen
Kur’ân-ı Kerim’de kendini buldun mu, okudun mu?” Dedi. O zamanlar cahiliz ya bir şey
anlayamadık! Fakat sonraki zamanlarda Musa aleyhisselâmın hayatına benzer
olaylar geçince, anladım ki Hacı Hasan Efendimin levh-i okuyan gözlerine şahit
olmuş ve iman etmiştim.
Onların
isteklerine sadece boyun eğilir. Eğmek mecburiyetindeyiz. Çünkü istekleri
levhin yazgısı olunca kim ne diyebilir ki? Ne olursa olsun Allah Teâlâ tabiî ki
yardım edecekti. Lakin benim açımdan çokta zor bir hayat olacaktı.
Beşinci
sınıf bitti. Dedemin Hakk’a yürüdüğü 2 Ağustos 1982 tarihinde hafızlığa
başladım. Bu tarih, benim sevdiğim arkadaşlarımdan ayrılışım ve dünyaya da veda
edişim olmuştu. Çokta duymuşumdur. İsmail başarılı bir talebe idi, deli mi ne
oldu. Evet deli olduk, ama bilmem ne delisi.
Hafızlığa
başlayışımın ilk haftasında Hacı Hasan Efendimi ziyarete gittim. Kapısını sanki
geleceğimi biliyormuş gibi aralıklı bırakmıştı. Yanında kimse yoktu. Beni
karşıladı. Küçük çaydanlığı ile kokulu çayından ikram etti.
“Efendim”
“Hafızlığa
başladım” dedim. Hacı Hasan Efendim Ebubekir
radiyallâhu anhın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile olan sırrın hikmetiyle;
“Deden
çok sevindi” dedi.
Bende
“Dedem
sevindi mi?” dedim.
Benim
için bu çok büyük müjde olmuştu. Dedem İhramcızâde İsmail Hakkı Efendimin ötelerden
gelen müjdesini ancak ve ancak yalnız Hacı Hasan Efendim vermişti. Bir hoş
olmuştum ve büyük bir kuvvete ulaşmış ve geleceğin çilesine katlanacak kudrete
kavuşmuştum. O gün O’nun elinden aldığım sandal kokusunu hala ciğerlerimin
içinde hissederim. Bu benim Hacı Hasan Efendim ile son görüşmem olmuştu. Birçok
defa görmek için ziyaretine gitmeme, huzurla kapısına varmama rağmen hasta
olması nedeniyle bir daha dünya gözü ile nasip olmadı.
Hacı Hasan Efendimi
31.07.1984 tarihinde kan kanseri hastalığından Hakk’a
yürümesinden bir zaman önce yine ziyaretine gitmiştim. Gönlüm kan ile revan
olarak kapısında görmeden dönüp çıkarken evinin kapı komşusu Bayram Ali YILMAZ Ağbinin
dükkânın yakınında birden karşımda Seyyid Osman Hulusi ATEŞ Efendim ile
karşılaştım. Yanında kimse yoktu. Elini öptüm. Bana sözü
“Derslerine
çalışıyor musun?” oldu. Tabiî ki
çok şaşırdım. Daha sonra Hacı Hasan Efendim Hakk’a yürüyünce anladım ki, bundan
sonraki hayatımızda onunla beraber olacaktım.
Hacı Hasan
Efendim Hakk’a yürüyünce, sanki Sivas bize dar gelmişti. Bütün gücüm
kırılmıştı. Bana da gurbet yolu ve sebepleri görünmüştü. Eylül ayında Kütahya
Simav İlçesine gidip üç ay bir müddetle hafızlığımın kalanını Hafız Mustafa
Hocam ile bitirdim. Daha sonra memlekete dönmek için önce Ankara’ya tasavvufta
ulaşmış olduğu engin deryasından almış olduğumuz bilgilerinden istifade ettiğim
Eniştem Orhan Zarifoğlu’nun yanına gittim. Onunla beraber dedemin
vazifelendirdiği Ankara Hatim Hocası Kara Mevlana Hacı Ahmet Turan
Efendinin yanına gittik. Dertleştik dersler konusunda ne yapacağımızı sorunca, Seyyid
Osman Hulusi kaddese’llâhü sırrah’ül azîz Efendinin yetkili olduğunu onunla
bu yola devam etmek gerektiğini beyan buyurdu. Daha sonra Mart 1985 yılında
Seyyid Osman Hulusi Efendi ile olan bir şeyh ve müridlik bağımız başladı. Onun
Hakk’a yürümesinden sonra oğlu Seyyid Hamideddin Efendi ile kısa süreli bir
beraberliğimiz olsa da yolumuz ayrıldı. Bu ayrılma kaderin bir gereği idi,
emirle oldu.
Bu şekilde
süren tasavvufî hayatımızda sadece tek bir şeyi gördük. O da vefasızlığın
verdiği acılar. Büyüklerden hiçbir sıkıntı duymadım. Fakat herzevekillerin
acımasız okları sürekli yara üstüne yara açtılar. Bu acılar neticesinde bizde
kitap yazarak tarikatlerin bir kolu olan Nakşî-Hâkînin bilgilerini kayda
geçirmek hizmetine başlama nedenimiz oldu. Bu şekilde dedem İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendime bir hizmet ve onun sevdiklerinden unutturulmaya çalışılan bazı kimseleri
ve şeyleri gün yüzüne çıkarmak gayreti ile karınca misali çalışmalara başladık.
Çokta olmasa bir mesafe kat ettiğimizi yeni yeni anlamaktayız.
Beni
duygulandıran en büyük tecelli, dedemin hayatını kaleme alırken onu bir
bodrumda (işyerim) toprağın bağrında kefen keserek yazmam oldu. Hazırladığım
kitabı ismine münasip ki toprağın kalbinde oldu. Anladım ki; İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendimi ancak kefeni kesilip ölenler anlayacaktı. Ölmeden önce ölenler
kefeni kesilenlerin sayısı ise günden güne azalmakta olunca ve işin ancak
resmiyeti revaçta kalınca çok şeyde söylemek artık zorlaştı.
İşte bu
ahvalden ve sevgiden bir niyet hâsıl oldu. İhramcızâde İsmail Hakkı efendiye
İlk intisab eden ihvanı Hacı Hasan Efendimdir. Efendi Hazretleri buyurdu ki;
“Hacı
Hasan’dan daha yaşlı ihvanımız yoktur, sıddığımızdır. Biz ondan razıyız O da
bizden razıdır.”
Hasan Efendimin
de onun hakkındaki şu sözü çok manidardır.
“Ben birçok şeyh gördüğüm gibi, üç şeyhe hizmet
ettim. Sırrını ve halini en saklı tutan O idi. Biz O’nu anlayamadık, başkaları
da anlayamadılar.”
Benim Hacı Hasan Efendim
hakkında üzerime bir çalışma yapmak üzerime bir borç olmuştu. Çünkü onun gibi
arif insanları dünya gözü ile görmek Allah Teâlâ’nın kullarına ihsan kıldığı en
büyük nimetlerdendir. Allah Teâlâ’nın şefaatlerinden bizleri mahrum ve mahcup kılmamasını
dileriz.
Amin.
A) BEŞERİ HAYATI
Hacı Hasan kaddese'llâhü
sırrahu’l-aziz Efendi, 1895 yılında Hacı Derviş Mahallesi'nde doğdu. Müftü
Hüseyin Efendi'nin torunlarından Mehmet Sabit Efendi'nin oğludur. Amcakızı Münevver
Hanımla evlendi. Dört oğlu, bir kızı olmak üzere 5 çocuğu olmuştur. İlk ve
Rüşdiye tahsilini Darende' de yapmıştır.
Hacı Hasan Efendi, çevresinde sevilen
sayılan bir kişi idi. Maddî ve manevî himmetleriyle birçok insanın ticarete
atılmasında, Darende'nin ilim ve irfan diyarı olmasında büyük katkısı olmuştur.
Darende'nin Kurtbağı Mahallesi'ne
kendi ismiyle 1957 yılında yapılan camiide dokuz yıl fahrî imamlık yapmıştır.
Daha sonra 20 Eylül 1966 yılında Sivas' a taşınmıştır.
Kitapları
çok sever, kitaplardan bahsetmenin dahi bir eğitim-öğretim sebebi olacağını
söylerdi. Genellikle İslam Ahlâkı, İslâm Tarihi, Tefsir, Hadis, Fıkıh, meşhur
mutasavvıfların Divanları gibi dini içerikli eserler yanında Coğrafya, Matematik
gibi ilmi fen eserleriylede ilgilenmiştir. Çünkü ilk şeyhi Hacı Mustafa Hakî
kaddese ’llâhü sırrahu’l-aziz oğlu Bahaddin Efendiyi eczacılık üzere tahsil
yapmasının temini bu hususa işarettir.
Kendisi
hayatının her aşamasında ilimle ve ilim adamlarıyla beraber olmuş, maddi ve
manevi anlamda ilmin önemine olan inancı sayesinde çok geniş bir ilim
anlayışına sahip bir insan olmuştur. Çok geniş ve çeşitli konulardan oluşan bir
kütüphaneye sahipti. Sürekli okumayı seven bir kişiydi. İslami konulara hâkim
ve gereğince yaşamayı kendisine şiar edinmişti. Kitap konusunda çok hassas
davranmıştı. "Kitabın ehline layık olduğunu" söyler, herkese
kitap hediye etmezdi. Hakk’a yürüdükten sonra kitaplarının büyük bir kısmı
Sivas Kemâleddin İbn-i Hümam Vakfı Şemsi Sivâsî-Yurduna bağışlanmıştır.
Şiir
yazanların asıl amacının kendilerini göstermek değil. Mevla'yı bildirmek
olduğunu söylemiştir. Kendisi de zaman zaman şiirlerle anlattığı konulara renk
katmaya çalışmışlardır. Kendi el yazısı
ile tuttuğu notlar, sohbetleri ve nasihatların bir kısmı daha sonra İslâm ve
Ahlâk adıyla yayınlanmıştır.
31.07.1984 yılında kan kanseri
hastalığından Sivas’ta kendi evinde Hakk’a yürümüştür. Kabri mübarekeleri Sivas
Yukarı Tekke kabristanında Hacı Mustafa Tâkî kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerinin
kabri civarındadır.
B) ÂDAB-I MUÂŞERETİ
Eşlerin erkeklere verilmiş bir emanet olduğunu,
Allah Teâlâ’nın zaman zaman onlarla bizi imtihan edeceğini hatırlatır; onlara
karşı iyi muamele ile davranılması gerekliğini, yapabilecekleri hatalara karşı
anlayışlı davranılması gerektiğini söylerdi. Kadınlara hep iyi muamele de
bulunulması gerektiğini tavsiye ederdi.
Bu konuda şu Hadis-i Şerifi
zikrederdi: “Ailesinin huysuzluğuna sabreden erkeğe Eyüp aleyhisselâmın
sabrından dolayı nail olduğu ecri. Kocasının huysuzluğuna sabreden kadına da
Firavun'un haremi Asiye'nin nail olduğu ecir verilecektir."
Daima çocukları ve torunları ile
ilgilenir, onların Allah Teâlâ'ya kul, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
ümmet olmaları konusunda son derece titiz davranırdı. Onlara bir arkadaş gibi
yaklaşır, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin çocuklara olan sevgisini kendi
hayatına aktarmaya çalışırdı.
Giyim konusunda son derece sade
davranır, lüks ve aşırılıktan hoşlanmazdı. Elbisesinin temiz olmasına özen
gösterir, genellikle lacivert ve siyah renkleri tercih ederdi. Dışarı
çıkacakları zaman pardösü giyerlerdi. Sohbetlerinde ısrarla tutumlu olmanın
öneminden bahseder, israf yapılmasının haram olduğunu vurgularlardı. Ayrıca
gerek sözlü gerekse yazılı olarak bu konuyu gündeme taşır, Müslümanların bu
yasağı işlemelerinin önüne geçmeye uğraşırlardı.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimizin iyi bir takipçisi olan Hacı Hasan Efendi, su içerken kıbleye karşı
döner, oturur ve suyu üç yudumda içerdi.
Çok az yemek yer, daha çok çorba türü
yemeklerden hoşlanır, genel anlamda yemek ayırt etmezdi.
Daima tasarruflu olmak gerektiğini,
tasarruflu davranan kimsenin sıkıntı görmeyeceğini söylerdi. Tutumlu olmanın
tarifini de yapan Hacı Hasan Efendi, cimrilik ile tasarrufun karıştırılmaması
gerektiğini belirterek derdi ki;
"Tasarruf ancak Cenâb-ı Hakk'ın
inayet ve ihsan buyurduğu nimetleri herkes gibi evlat ve âyâli ile yiyip içmek,
bulamayan muhtaçlara yardım ve Allah Teâlâ'ya hamd sena etmek ve ileride aile
etrafına zaruret çektirmemek-suretiyle ihtiyaten tedbirli bulunmak, yoksa bütün
bütün elde tutmak değildir."
Müslümanın kimseye muhtaç olmayacak
kadar maddi gücünün olması gerektiğini, bunu sağlamanın en iyi yollarından
birisinin ticaret olduğunu söylerdi. Kendiside ticaretle uğraşır, toptancılık
yaparlardı. Ticari hayatını dürüstlük ve güzel ahlâk ilkesi üzerine kuran Hacı
Hasan Efendi, kimseyi incitmemiştir. "Bizi aldatan bizden
değildir."düsturunca hareket eder; eksik tartı yapmaktan, aşırı fiyat
artışı ile satış yapmak, bozuk malı sağlam göstermek gibi güzel ahlâka sığmayan
yanlış davranışlardan son derece kaçınırdı.
B) DİNİ HAYATI
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetine son
derece bağlı bir hayat yaşamıştır. Sünnetin büyük küçük şeklinde ayrıma tabi
tutulmasını istemez, kendisi için böyle bir ayrımın söz konusu olmadığını
söylerdi. Camiye sağ ayakla girer, sol ayakla çıkar; bununda çok önemli bir
sünnet olduğunu söylerdi. Hiçbir zaman namazların sünnetlerini terk etmez,
bunlara son derece önem verirdi. Allah Teâlâ'nın rızasını ancak Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin yaşadığı gibi bir hayatla kazanmanın mümkün
olacağını söyler ve ona göre bir hayat yaşardı.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme uymanın bir
Kur'ân emri olduğunu hatırlatır ve şu âyet-i kerîmeleri zikrederdi:
"Rasûl size ne verdiyse onu alın; size neyi yasak
ettiyse onu almayın."[4] "Allah Teâlâ'ya ve Rasûlüne itaat edin ki rahmete
erdirilesiniz."[5]
Hacı Hasan Efendi, gerçek saadetin ve mutluluğun ancak
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yaşadığı gibi bir hayatla mümkün
olabileceğini şu sözlerle dile getirirdi:
"Biz Müslümanlar hakiki bir nezahete, bir fazilete
nail olmak istersek Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin
sünnetine, ahlâk ve âdabına riayetkâr olmaya çalışmalıyız."
Daima elinin altında bir Kur'ân
bulundurur, sürekli Kur'an-ı Kerim’i okur, her gün muhakak hizip[6] okumayı tavsiye ederdi. Kur'an-ı Kerim’i okuyanlara gönül şifası
olacağını söylerdi. Kur'an-ı Kerim’i tane tane ve yavaş yavaş okur; büyük bir
huzur ve huşu içinde okunan Kur'an-ı Kerim’i dinlerdi.
Kur'an-ı Kerim ile bir hayat yaşamanın
peşinde olan Hacı Hasan Efendi için şöyle bir olay anlatılır:
"Bir gün bir sohbet anında bir
konu üzerinde ihtilafa düşülür. Hacı Hasan Efendi, hemen Kur'an-ı Kerim'i açar
ve hiç sayfalamadan açtığı yerdeki ilgili ayeti göstererek konunun aslını
ortaya koymuştur."
Hacı Hasan Efendi, sürekli abdestli
gezer, abdestsiz yere ayak basmazdı. Bunun maddi ve manevi temizlik için
gerekli olduğunu söylerdi. Namazlarını daima cemaatle kılmaya çalışırdı.
Genellikle Sivas Meydan Camii veya Sivas Ulu Camiinde namazlarını
kılmaya gayret eder: "Sivas'a gelip de Meydan Camii ve Ulu Camiinde
namaz kılmayanın aklına şaşarım” derdi.
Hacı Hasan Efendi namaz konusunda ise
buyururdu ki;
"İslam dininde amellerin en
üstünü namazdır.
Namazın gayesi Allah Teâlâ'yı zikir ve
tefekkürdür."
"Namaz müminin miracıdır. Manevi
yakınlığa sebeptir. İnsan namaz sayesinde ruhen yükselir; kalben açılmış olur.
Kendinde pek güzel duygular meydana gelir."
Kabir ziyaretinin insana ahireti
hatırlatacağını bunun ihmal edilmemesi gereken bir konu olduğunu hatırlatırdı.
Özellikle Salih kulların kabirlerinin ziyaretiyle maddi ve manevi birçok
faydanın hâsıl olacağını belirtirdi. Kendisi de özellikle şeyhi İsmail Hakkı
Efendi Hazretlerinin kabrini ziyaret ederek, buna örnek olmaya çalışırdı.
İhramcızâde İsmail Hakkı Hazretlerinin
kabrini ziyaret edeceği zaman büyük bir edeple, kabrin başucundaki Ulu Camiinin
kapısından girer: ziyaretini yaptıktan sonra yine büyük bir edeple geldiği
kapıdan çıkmayı tercih ederdi.
Hacı Hasan Efendi, mübarek geceleri
bir fırsat olarak görür, onları gecesiyle ve gündüzüyle ihya etmeye çalışırdı.
Gündüzlerini oruçlu, gecelerini ibadetle geçirirdi. "Gündüzü sâim gecesi
kaim"[7] olacak şekilde bu günlerin ihya edilmesi gerekliğini vurgulardı.
Sürekli olarak Pazartesi ve Perşembe
günlerini oruçlu geçirir, Muharrem ayında ve kandil günlerinde oruç tutmayı
tavsiye eder; kendisi de böyle davranırdı. Orucu: "Nefsin tezkiyesine,
sabra alışmasına, iradenin terbiyesine ve cismin sıhhatine hadim" olarak
değerlendirirdi.
Üç defa hacca gitmiştir. Hacca
giderken kimseye yük olmamak için bol para alınmasını, çok daha sabırlı hareket
edilmesini ve hac arkadaşının çok titiz, seçilmesi gerektiğini söylerdi. Hac
ibadetin şartları ile ilgili olarak gerek yazılı gerekse sözlü uyarılarda
bulunurdu.
Kutsal mekânlara saygılı davranır,
oralara olan sevgisinden ve İhramcızâde İsmail Hakkı Hazretlerinin “Mekke ve
Medine’yi burası (Sivas) yaptık”[8] kelâmından
dolayı "Evladım! Biz her zaman Mekke ve Medine'deyiz!"
derdi.
C) TASAVVUFÎ HAYATI
Askerliğini İstanbul'da Selimiye
kışlasında yaptığı sırada (Tokat mebusu) hulefayı Nakşibendiye'den Seyyid
Mustafa Hakî kaddese'llâhü sırrahu’l-aziz Efendi'ye[9]
intisap etmiştir. Burada hem vatanî görevini hem de ilmî ve dinî
çalışmalarını beraber yürütmüştür.
Hacı Hasan
Efendi, Tokatlı Mustafa Hâkî kuddise sırruhu’l-azizden ilk dersini alırken,
önce kalbden ders tarif edilmiş. Fakat aynı mecliste Tokatlı Pir kemâlatının
ulviyyetine istinaden dersi letâiflerden haps-i nefese geçirerek bir nefeste
sıra ile 3—5—7— 15— 21 adetlerine sıra ile yükselterek seyri sülûkün hakikatini
ikmâl ettirmiştir. Yani ilk dersi verilip ve alındığı anda sülûkü ikmâl
ettirilerek kâmil mertebeye ulaşmıştır.
Mürşidinin Hakk’a
yürümesinden sonra Sivas Mebusu Hacı Mustafa Takî kaddese'llâhü sırrahu’l-aziz
Efendi'den,[10]
İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ile beraber, Ürdünlü Konağında zahirî edep usûl
gereği sülük [11]
çıkarmıştır.
1925 yılında Takî Efendi'nin Hakk’a yürümesiyle
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak kaddese' llâhü sırrahu’l-aziz Efendiye[12] ihvan
olarak ilk intisap edendir.
Şeyhine hizmet
etmek için Sivas’a hicret etmiş ve birçok hizmette bulunmuş, İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendinin sırdaşı, yakın arkadaşı ve onun dar zamanlarında gönüldaşı
olarak destek vermiştir.
Hakk’a yürümesi üzerine Seyyid
Osman Hulusi Efendi Hacı Hasan Efendinin tasavvuftaki halini şu şekilde beyan
etmiştir.
Ol
halkı hasen hulki hasen ismi Hasan 'dı
Allah
idi arzusu ne sen ne bendi
Üç
mürşide hizmet eyledi feyz-i nazar aldı
Ahlâk-ı
pesendidesi hep hulki hasendi[13]
D) TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ
Hacı
Hasan Akyol Efendi ihvan arkadaşları arasında ârif-i billahlardan sayılır, edep
irfan yönünden hiçbir kimse onun önüne geçirilmezdi. Onun bu hali o kadar ileri
gitmiştir ki, yüksek seciyesini bilenler kelâmlarında bu durumu itiraf etmekten
kendilerini alamamışlardır. Bu duruma en güzel örnek şeyhi Gavs-ül âzam Hacı
İsmail Hakkı kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Efendinin Hakk’a yürümesinde şahit olunmuştur.
İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi Hazretlerinin son eşi Hafızanne evin hizmetine
bakmakta olan Şen Mehmet Veli ile Hacı Hasan Efendi’ye,
“Gelsin ihvana
sahip olsun, hatm-i hâceyi de okutsun” diye haber
göndermesi üzerine; Hacı Hasan Efendi’nin kelâm-ı şerifi,
“Efendi canım!
Bizim değil Efendi’nin oturduğu yere oturmak, onun ayağını bastığı yere
ayağımızı basmaya hicap ederiz” olmuştur.
Yıllar geçmiş
olsa dahi şeyhine olan edebini hiçbir zaman kaybetmemiş bugün bize örnek olacak
edeb-i kemâlatını ızhar edecek şu manidar sözlerini hatırlamak yerinde
olacaktır.
"Efendim! Allah Teâlâ hayırlı
ömürler versin, ama dünyanızı değiştirince sizi de İhramcızâde
Efendi Hazretlerinin
kabrinin yanına defnedelim" diyenlere
"Siz ne söylediğinizi
bilmiyorsunuz galiba! Ben nasıl olurda efendimin yanında ayaklarımı uzatıp
yatarım."cevabını
vermiştir.
Şeyhine olan bu bağlılığın neticesi olarak ulaşmış olduğu
yüce mertebesini İhramcızâde İsmail Efendi O'nun hakkında:
“Hacı
Hasan’dan daha yaşlı ihvanımız yoktur, sıddığımızdır. Biz tarikatın kendisi isek Hacı
Hasan'da bu tarikatın kapısıdır.. Biz ondan razıyız O da bizden
razıdır.” buyurarak
onun kemalatını ihvana haberdar ederdi.
Kısaca örneklerini verdiğimiz Hacı Hasan Efendiyi
tanımak için âriflerin hakikatini bilmemiz gereklidir. Bu şekilde onlar
hakkındaki;
[Tevhide tanıklık etmenin hakikati,
bizzat Allah Teâlâ'nın şahitlik etmesidir. Tevhidin
hakikatlerine dalan ârifler Hakk’ın hakikatlerine yönelip O'nda
gerçekleşmişler, mahlûkatla ilgileri kesilmiş, Hakk'a bağlanmışlar, O'nunla
olan ilgilerini tamamen düzeltmişlerdir. İşte onlar ümmetin efendileridir. Onların
hallerini bildirmek, başkası için güçtür. Kendilerinin de kendi hallerini
bildirmeleri, yine güçlükten uzak değildir. Hakk ile münasebetlerini düzeltmekle
makamları sağlamlaştırmışlar, fakat kendilerine gelen ilhamlar, ilâhî sırları
da halktan gizli tutmuşturlar. Onlar Allah Teâlâ’nın hüccetidir ve kulların
barınağıdır. Dereceleri, her dereceden üstündür. Çünkü onlar, huzura varmak
için yola çıkmışlardır, huzurdan ayrılıp şekillere gelmezler. Sadece bir farzı
yapmak, bir müridi yetiştirmek, sülük eden bir müride yol göstermek için gelirler.
Bunlar tasavvufta temkine istikamet erbabıdır. Bütün sülük hallerinde bunlar
önderlerdir.][14]
[Allah Teâlâ onları seçmiş, kendisini birlemenin
hakikatleriyle nimetlendirmiş, münacatıyla onları desteklemiş, onlara özel
lütuflar ihsan etmiş, aşkını onların kalbine düşürmüştür. Onları kendisi için
seçtiği işte kullanmış, onların kalplerini kendini anmak için seçmiş, ruhlarını
aşkıyla temizlemiş, onları kendisine yaklaştırmış, lütuflarını onlara
boşaltmış, kelâmını onlara lütfetmiş, onların dillerinden hikmetler söyletmiştir.
Kendisinden başka her manayı onlardan kaybetmiş, onları kendisi için
kendisiyle yönetmiştir. Onların delili, güdücüsü, kumandanı, eğiticisi kendisi
olmuştur. İşte Allah Teâlâ'nın velilerine özgü kıldığı, dostlarını mesud ettiği
lütuf budur. Onları kendisine kavuşanların temizliği ile süslemiş, korunanların
korunması ile korumuştur. Onları kadim gaybında seçmiş olduğu kimselerden
yapmış, sevgisine uygun işlerde kullanmış, kendisine yaklaştırmış, kendisiyle
ülfet ettirmiştir. Onları zahiren delillerle de koruyup desteklemiştir ki
onlar, yeryüzünde Hakk’ın feneri, gökyüzünde meleklerin önderi olsunlar. Onlar,
Allah Teâlâ aşkıyla doludurlar, her şeyi bırakıp yalnız O'na bakmaktadırlar.
Bir insan tüm Allah Teâlâ için olmadan, Allah Teâlâ onun için olmaz. Onlar
Allah'ın, kendisiyle ve kendisi için seçtiği kulları ve ülkeler için
temizlediği insanlardır. O onların dostu, arkadaşı, sohbet edeni, kalblerinin
nimeti, gözlerinin nurudur. Onların bedeni gerçi halk iledir, ama ruhları halktan
uçmuştur, melekût âlemini dolaşmaktadır. Onlar halkın lâmbaları, sıdk ehlinin
sevinç kaynağıdır.
Allah Teâlâ, dostlarını ve kendisine ibadet edenleri aziz kıldığı
şeyle aziz kılmış ve bu yüce zümreyi yaratıklar arasında seçip kendisine özgü
kılmıştır. Bunlar yüzünden sevgili Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi
dahi;
“Ey Muhammed bu Suffa halkı, benimdir, ben de onlarınım Ve ben seninim, sen de benimsin. O halde sen benim olan ile beraber ol, şu kimse ile olma ki ne
sen onunsun, ne de o, benimdir.” yüce kitabında buyurdu ki;
"Sabah akşam, sırf O’nun rızasını isteyerek Rablerine yalvaranları kovma."[15] ve buyurmuş: “Sabah akşam, sırf O'nun rızasını dileyerek Rablerine yalvaranlarla beraber oturmağa
nefsini alıştır."[16]
Allah Teâlâ bu zümreden hep işaretlerle (şunlar
ki, onlar ki şeklinde) söz etmiş, insanlardan ise
açık olarak bahsetmiştir. Bu zümrenin makamlarını ancak veliler ve seçkinler
bilir, başkası bilemez. Bunlar Allah Teâlâ'yı seven insanlardır.
Onların gönülleri Arşa bağlıdır, bedenleri yalnızlığa,
sevgi ağacı kalplerine dikilmiştir. Halk arasında işaretleri câsusedir? Onların
tavanı gök, ateşleri güneş, lâmbaları ay, dostları marifet, arkadaşları
Rabb’dır. Halk bunların makamlarına erişemez. Allah Teâlâ'ya karşı muameleleri
aşktır. Halk ise Allah Teâlâ'ya amel ile muamele eder. Bu zümre Rabb‘den Rabbe bakarlar. İnsanlar ise amelden Rabbe bakarlar.
Bu zümre Allah Teâlâ'dan başkasına aldırmaz, Ondan
başkasını sevmez. Baksana sarhoşluk derecesine varan kişi, utanmayı arlanmayı
bir kenara atar, evde olan hiçbir şeye aldırmaz olur. Onun kalbi uçucu, bedeni gidici, ruhu koşucudur.
Bu zümrenin nefisleri dünyada, kalpleri ukbada, ruhları Mevladadır. Bu zümre hesaptan değil mahcupluktan korkarlar, Bu
zümre imtihan köprülerinden geçip mihnet sergileri üstünde durmuşlar, kerem
diliyle kendilerine hitap edilmiş. Behâ tacı giydirilip safa sergisinde oturtulmuşlardır.
Dünyayı ve içinde bulunan her şeyi unutmuşlardır. Bunların gönülleri hasta,
tasaları uzundur, Allah Teâlâ ile gizli konuşurlar. Eğer kul kimin kulu
olduğunu bilse sevincinden ölürdü.][17]
Nasrâbâzî'den soruldu ki
“Neden
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem mârifet üzerinde az konuştu?
“Mârifette
kemale ermişti. Bir şeyde kemale eren, o hususta az konuşur, dedi.”[18]
Bu
sözden anlaşılıyor ki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bütün hal ve
hareketlerinde âriflerin hallerini bulmak mümkündür. Onun için Allah Teâlâ’nın
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme uymadaki emri bu sebepledir. Yani uymak
ile kavuşulan hal zahmet ile kavuşulacak halden daha kolay ve doğruluk
açısından daha isabetlidir.
Allah
Teâlâ, kendisini birleyenleri, Rablığını
tanıyanları
şu sözüyle belirtmiştir:
“Kendisinden
başka ilâh olmadığına bizzat Allah, melekleri ve adaletli davranan ilim sahipleri
tanıklık etmiştir”[19]
HASENÎ HATIRALAR
Hacı
Hasan Akyol Efendi hakkında daha önceden hazırladığımız Gavs-ül Âzam
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Sivasî ve İlm-i Ledün Sırları ve Türkelili
Mevlana Küçük Hüseyin Özdemir Efendinin kitaplarından derlenmiştir.
*** Türkelili
Mevlâna Küçük Hüseyin Efendiden dinlediklerimi aktarıyorum Hacı Hasan Efendim
hasta yatağında demiş ki:
“Şeyhimin haber
ettiği sözü Allah Teâlâ veli kullara geçmiş nebilerin velilerin sesini duyuracak
dediği sözü, şimdi bize Allah Teâlâ’nın lütfu ile şeyhimin sesini duyuyorum” diyen mürşidim Hacı Hasan Darendevî kaddese’llâhü
sırrahu’l-aziz efendim hastaneden Sivas’a getirileceği gün yanındaki Doktor
Mustafa’ya demiş ki:
“Mustafa Efendi uçağa beni götürecek arabayı
Fatih semtinden götür.” dediği sözünü yerine getirdi. Arabayı peşimden arabası
ile takip eden Hacı Selman Hacı Mehmet ve gardaşı ve Taşköprülü Hacı Nuri Hafız
ve biz arkada arabasının içinden gördük. Yattığı yerde arabanın içinde elini
kaldırdı. Tokatlı Hacı Mustafa Haki kaddese’llâhü sırrahu’l-azizi ilk şeyhini
ziyarette:
“Rabbim
lütfetti dünya gözü ile şeyhimi gördüm”, ve yine
şeyhimizden duyduğum hadisi şerifide “kabrimi ziyaret edeni görürüm üzerime
salavât vereni duyarım” demiş.
“Allah
Teâlâ’nın veli kulları kabri başında ziyaretçisine kandil gibi bakar” diyerek Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
güneş gibi görür sözlerini vefatından 40 gün önce Sivas’ta vekâlede buyurduğu
sözlerine 15 yıl sonra inancımız ziyade oldu. Elhamdüli’llâh.”
***
“Namazda
tahiyatta “essalamün aleyna ve ala ibadillahin salihin” derken her namaz kılan halkın yolladığı bu selamdan her
kim bahre-ment olmak dilerse merd-i Salih olsun. Yoksa bu faziletten mahrum
kalır. Dikkat ediliyor mu? Teşehhütteki vacibattan “essalamü aleyna ve ala
ibadillahin salihin” buyuruları bu lafzı mübarek dergayi birgirandan
atayâyı sübaniyeden kendilerine bağışlanmış cevami-ül kelamı ahmediye
cevahirlerinden biridir. Bu lafızlar ise melakeyi kirâmın hepsine şamil olduğu
enbiyayı gibi.”
***
Hacı Hasan Darendevî Efendim bir
sohbette buyurdu ki:
“Hacı gardaş bu güne kadar Hakk’tan
ayrı halim olmadı. Bu halimi bilende olmadı. Allah Teâlâ başımdaki saçlarım
teli adedince sırlarını keşfedecek zekâ akıl verdi. Bu güne kadar bizi şeytan
görmedi. Salih kulları Allah Teâlâ hıfz eyledi” diyen mürşidim efendim Salihliğini böyle aşikâr edip,
dedi ki:
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem buyurdu ki;
“ Miraçta öyle makama erdirildim ki
kâinatın kaderini yazan kalemin gıcırtısını duyuyordum” buyruğunu duyurdu ve dedi ki:
Allah Teâlâ:
“Habibim hiç bir nebiye nasip olmayan
lütfum sana nasip oldu. Fakat sen birde ümmetini araya koydun. Müsterih ol
ümmetinin Salihlerini de nebilerimle bile namazda andırdım” buyruğunu duyuran mürşidim Hacı Hasan Darendevî
efendimin nebilerle bile namazda anılan Salihlerden olduğuna inandım. Elhamdülillah.
***
Hacı Hasan
Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendimi son zamanlarına yakın bir ziyaretimde
dedi ki:
“Şeyhim ahrete
göçtü. Fakat ölümsüz muhabbet bıraktı. Muhabbet ile yolum Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve selleme ulaştı. Ravzasında ruhum hoş oldu. Hıfzediyorum, gördüğünüzde
inancınızdan utanacaksınız, sözler ile
kişiliğine tanık tanıyamadığını aşikâr etti. Bir gün buyurdu ki:
“Hacı gardaş
senden evvel ruhun geldi, peşinden rahat geldin. Bu matlupsuz ziyaretlerinle
bizi memnun ettin, biz de size şeyhimi duyduğum ilmi, ameli ve edebi haber
ettik. Aramızda gizli sır kalmadı. Her mürşit müridini mahşerde şeyhine
getirecek Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem havz-u başında cem olacağız.
Cennette cemale şeyhimizle beraber tevhit sesleri ile gideceğiz. İhvan sırat
görmez” diyen Allah Teâlâ’nın halifesinin halifesi olan mürşidim efendim
Sivas’tan İstanbul’a hastaneye gitmeden 5 gün evvel ziyaretimde dedi ki:
“Sinop’tan
geldin değil mi? Güzel ettin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz
buyurdu ki:
“Amcası Abbas
radiyallâhü anh sabah akşam bu duayı yapmamı istedi:
“Ya Rabbî!
İmanımı hıfz et, dünyamı mesut et. Ahretimi mamur et.” sonra hasta yatağında buyurdu ki:
“Rabbim Allah
hakkan, resulum Muhammed nebiyyan, kitabım kuran, dinim İslam, Allah imanımız
hıfz eyleye”
“Hacı gardaş burada işin bitince Sinop’a köyüne
gidersin, değil mi? dünyaya her gelende burada işi bitince asıl köyüne gider.” devamlı hizmetinde olan Hacı Sabit efendiye ‘sabah
oldu mu?’ demiş ‘imsak’ deyince yattığı yatakta niyet ederek duvara
ellerini sürüp teyemmüm etmiş.
“Sabit bülbül
gülü bekler durur, fakat bülbül uykuya varınca gül açar, uyanır gülü görür,
ağlar dil döker uçar döner döner durur,” demiş
ve namaza durmuş. Kendini semada döner görmüş. Uyandığında vuslata eren
tebessümle hoşluğunu aşikâr eden babasına kapanmış sıcacık yüzüne bakmış
ağlamış durmuş. Taziyeye gittim. Hacı Sabit Efendi yastığı altına yazıp
bıraktığı vasiyet mektubu [20]
gösterdi.
***
Hacı Hasan Darendevî
Efendinin oğlu Haki Efendi anlattı.
“31.07.1984
senesinde babam Hakk’a yürümeden birkaç gün önce Hulusi Efendi ziyaret niyetiyle
Sivas’a geliyor. Ben dükkânda otururken babam telefonu çaldırdı yukarı çıktım,
bana sordu ki;
“Seyyid geldi
mi?” Ben cevap veremedim dükkâna indim,
baktım ki, Hulusi Efendi dükkânda oturuyor. Hemen Hulusi Efendi ile babamın
yanına çıktık. Babam dedi ki;
“Şeyhimle
görüştüm bendeki emaneti teslim al.”
Hulusi Efendi
büyük bir yükün altına girmiş bir insan gibi, babamın ayaklarına uzun süre kapandı
ve bende kaldıramadım. Nureddin Ağabey geldi onu bir odaya geçirdik. Hulusi
Efendinin cezbeli hali geçti ve
“Ya Rabbi Hacı
Hasan Ağamın önüne bir adım atmadım, sözüne bir söz katmadım” dedi ve ağladı, Bayram Ali’nin evine gittiler.
***
Seyyid Osman
Hulusi Efendiye gittim buyurdu ki:
“Bu güne kadar
hatim okutan okutacak, tevhid çeken çekecek. İhvan sülûk dersini ehlinden
belleyecek. Tarikatımız Nakşibendî Halidî Hakî. Hacı Hasan Ağamın edebi düzeni
devam edecek.”
***
1989 da umre
hacımızda Seyyid Hulusi Efendi Harem-i Şerif’de altınoluk karşısında direğe
yaslandı. Direğin arkasındaydım sözlerini tam duydum. Elhamdüli’llâh. Dedi ki:
“Namazın asıl
farzı ikidir. Sağır için el kaldırmak ağma için sesli tekbir almak. Bu Mekke
halkı çoğu bedevi, imamları mezhebleri şâfi, Medine halkı çoğu vahhabî
mezhebleri imamları vahhâbidir. İmamlarına uyarız cemaat oluruz. 4 mezhebe
itikat ederiz mezhebimiz Hanefi amelinden zerre taviz vermeyiz. Şafiler gibi
fazla el kaldırmayız, malikiler gibi imamdan ileride cemaat olmayız, dedi.
Medine’de Ebûbekir
kapısı önünde dedi ki: “şeyhimle burada böyle beraberdik şeyhim dedi ki:
Hacı Hasan
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ravzasındayız torunu da yanımızda,
mahşerde böylece Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem havz-u başında böylece
cem olacağız. Cennete cemale beraber gideceğiz. Dedi kollarını açtı.
“Böylece
beraber gideceğiz” dedi.
***
Seyyid Hulusi
Efendi 1989 da umre haccımızda Hacı Hakkı Tunc’da yanımızda
“Hacı Hasan
ağamla iki tende bir can idik, halen beraberiz” sözünü Hakkı Koçer’e demiş ki:
“Bu yıl umre
Hacılığımda Hacı Hasan ağamla hep beraber oldum” demiş 1990 da umre haccımızda beraber olduğumuz Hacı
Hakkı Koçer umre haccına gelirken Hulusi Efendiye ziyarete gitmiş merdiven
başında iken Doktor Metin ziyaret yasak dediği sesini hasta yatağından duymuş.
“Hacı Hakkı
gel” demiş. Hacı Hakkı Koçer, Hacı Hasan
Efendiye saygılı diye Hacı Hakkı Koçer’e saygısızlık eden Doktor Metin’e Hulusi
Efendi demiş ki:
“Metin Hacı Hasan
ağamla biz et kemik gibiyiz eti kemikten ayıramazsınız” demiş.
Bir yıl evvel
Medine’de Kuba mahallesinde Hafız Hacı Ahmed’in evinde Hulusi Efendi sohbette
Hacı Hasan Efendiye ziyarete gitmeyenleri Hacı Mühyiddin ve arkadaşlarının
şeriatsızlığını duyurdu. İsmen yerdi Hacı Hasan Efendiye saygılı olan Hacı
Ahmed Turan’ı Ankara hatim hocasıydı, diye edebini övdü, son deminde Mürşidimizle
görüştüğünü hatırlattı. Meğer Mürşidimiz hayatta iken bir gurup ihvan Sivas’a
gitmiş Hulusi Efendiye seyyidliğini yazdığı beytlerini hatırlatmışlar.
Mürşidimize şeyhliği Hulusi Efendiye ver demişler Mürşidimiz demiş ki:
“Gardaşım!
Şeyhliği kişiden almadık” demiş Hulusi
Efendi Sivas’a gitmiş Efendiden özür dilemiş.
Mürşidimizin
gavs-ul azam olduğunu sözlerinin vahiy olduğunu aşikâr eden beyitler yazmış
Darende’den bir gurup aynı kişiler bu defa Hacı Hasan Efendiye gitmişler Hulusi
efendiye biat etmesini söylemişler. Bir ziyaretimde mürşidim Hacı Hasan
Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim dedi ki:
“Geçen ay
Darende’den bir gurup geldi, dedik ki siz işinize gidin, Darende’ye tarikatı
biz getirdik Seyyid seyyidliğini bilir, dedik” dedi.
Başka bir
ziyaretimde kendi ziyarete gelen iki kişiye dedi ki:
“Siz niyet ettiğiniz
yere gidin bizi aşikâr görecek gözünüz varsa görünüz” diye sitem etti.
Başka bir
ziyaretimde dedi ki:
“İstanbul’dan
iki kelle geldi, Darende’ye gönderdik.”
“Geçen hafta
İstanbul’dan iki ihvanımız sizi de tanıyorlar birisi imam oldu namaz kıldık, dedim
ki muttaki imam[21]
peşinde namaz kılmak nebi peşinde namaz kılmak gibidir” dedi. Daha evvelce bir ziyaretimde mürşidim Hacı Hasan
Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim dedi ki:
“Hulusi’yi
gördün mü?
Ah! Babasını
görseydin Hatib Hasan diye bilinirdi. Fakat ahret gardaşı olduk. En efdal ibadetin
tefekkür olduğunu ahretten haber getirdi.” Dedi.
***
Mürşidim Hacı
Hasan Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim “1980 yılında Hacı Hasan
kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Efendiyi, Hulusi Efendi onsekiz arkadaşıyla
ziyarete gitti. Hacı Hasan Efendi, Hulusi Efendiye hitaben;
“Seyyid
mahşerde toplandığımızı gördüm, ben bir yüce kişiye sarıldım, sende bizim
eteğimizden tutundun” dedi. Hulusi
Efendi;
“Tarikatta
tevhit öncümüzsün, başka kime sarılayım” dedi
ve ağlamaya başladı, arkadaşları da ağladılar.
***
Bir gün Efendi Hazretleri abdest alırken Hacı Hasan Efendi,
sabuna ihtiyaç olduğunu fark etmiş, acele
bir tane sabun yerine bir koli sabun getirmiş. İhramcızâde İsmail Hakkı Hazretleri
bu davranışa memnun kalarak;
“Gardaşım! Sabunun bereketli olsun” Hacı Hasan Akyol
şeyhinin sözüne intisap ederek sabunları eve götürmüş. Hanımı da eve biri hediye getirse, devamlı
olarak ona karşılık bu sabunlardan verirmiş.
Komşularından biri durumu fark etmiş.
“Hanım senelerdir,
bu marka sabunu nereden buluyorsun?” demiş. Hacı Hasan Akyol’un hanımı;
“Bizimki bir sabun getirdi, ondan veriyorum” Komşuya halin aksettirilmesi bereketi ortadan
kaldırmıştır. Akşamleyin Hacı Hasan Efendi
duruma vakıf olunca,
“Niye söyledin hanım, bu böyle daha çok giderdi”
demişler.
*** Hacı Hasan Efendi,
hanımı ile 45 sene evliliğinde bir huzur bulamamış artık, Efendi Hazretlerine
gelip şikâyet etmiş.
“Efendim 45
senedir ben sağa gitti isem, o sola gitti bir huzurum yok” demiş. Efendi
Hazretleri;
“Gardaşım! Bizde senelerdir aynı haldeyiz.” Dediğinde Hacı
Hasan Efendi şikâyetinden vazgeçmiştir.
***
Hacı Hasan kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Efendi, Seyyid Osman Hulusi ve
Bedreddin Efendilere buyurdu ki;
“Efendim
dedi ki; Benden sonra harîfîler [22] çok
olacak.” İlave olarak Hacı Hasan Efendi de, Seyyid Osman Hulusi Efendiye
tekrar buyurdu ki;
“Bizden
sonrada, hurâfîlar [23] çok olacak, bu listeye kayıt olma.”
***
Türkelili Mevlâna Küçük Hüseyin Efendiden dinlediklerimi aktarıyorum.
Hacı
Hasan Efendimizin evine gittik. Sabah kahvaltısını yaptık. Buyurdu ki; “Şeyhimizi
ziyaret ettiniz mi? Öyle ise, bizde şeyhimizden haber ederiz.” dedi. Çay
içerken ilâveten buyurdu ki;
“Şeyhim
iki cihanın kutbu idi. Şeyhimle 43 yıl beraber oldum iki tende bir can idik.
Halen de beraberiz. Şüphe edenler bende, bir yara açsınlar Şeyhimin kabrini de
açıp baksınlar. Şeyhim kabrinde hay (diri) duruyor. Aynı yarayı Şeyhimde
görürler.
“Her nebinin
yardımcısı bendesi vardı. Musa aleyhisselâmın gardaşı Harun aleyhisselâm.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bendesi Ali kerreme’llâhü vechedir.
Her asrın halifesinin de varisleri halifeleri vardır. Bizde şeyhime ihvan
olduk, hem de bendesi olduk, duyduklarımı duyurmaya vesile olduk.
“En ziyade acıdan yara, dil yarasıdır. Her yaranın
tedavisi vardır. Dil yarası mahşerde mahcupluktur.
“Şeyhimin
anasının abdestsiz emzirmedim, sözünü
hatırlattı dedi ki:
“Benim anamda
zamanı hanımların sultanıydı. Abdestsiz emzirmemiş. 12 yaşımda namaza başladım
22 yaşımda ihvan oldum 27 cüz Kur'an-ı Kerimi hıfz-u Kuran oldum. Anam dedi ki:
“Oğul vasiyetim
var. Bu hanemizden üç müderris yetiştiğini, dedenden duydum. Bu hanemize haram
girmemiş. Bu görev size düştü,”
dediğini sohbette bize duyuran Mürşidimin halifesi mürşit olduğunu bize duyuran
şeyhim Hacı Hasan Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim dedi ki:
“Bugüne kadar
şüpheli yemedim, anamın yanında mahşerde mahcup olmayacağım. Şeyhimden
duyduklarıma ilave yapmadım. Mahşerde şeyhimin yanında mahcup olmayacağım,” dedi.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Sülûk gören
azab görmez, mahcupluk vardır.”
buyruğunu şeyhimizden duyduğumu tekrar duyurdu.
“Bizden
sonra Allah Teâlâ’nın halifeleri varislerimiz olur, ilhamla doğruyu haber
ederler.” “Sülûk gören azap görmez fakat
mahcupluk vardır.” Mahşerde mahcup olmayacağım. Şeyhimin sözüne söz
katmadım, ilaveyi kelam yapmadım, duyduklarımı duyurmağa vesile oldum.
Hacı Gardaş! Bu
matlupsuz ziyaretlerinle bizi memnun ettin. Bizde size Şeyhimizi anlattık.
Zamanımızın kutbunu tanımaktan büyük bir nimet olmaz. Şeyhimden duyduğum,
yakınlığı ziyade edecek amel, edep, hayâ, feraseti aşikâr ettik. Aramızda gizli
sır kalmadı. Herkesin sevdiği ile beraber olacağı berzahta, mahşerde ve Havzı
Kevser başında cem olup cennette cemâlu’llâh’a tevhid sesleriyle koşarak
gideceğiz ve beraber olacağız.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Biz nebilerin
aşikâre mucizeleri ile Hakk’taki mertebemiz artar. Bizden sonra Allah Teâlâ’nın yeryüzünde veli
kulları olur, gizlilikleri kadar yakınlıkları ve mertebesi artar.”
Hacı Hasan
Efendim bu söze ilâveten buyurdu ki;
“Eğer biz
durumumuzu aşikâr etseydik kapımızda onbeş gün bekler yüzümüzü görmeden
giderdiniz, Efendi Hazretlerinin durumunu siz düşünün.”
HACI HASAN EFENDİNİN HADİS MECMUASI
Hacı Hasan
Efendi, Mustafa Taki kaddese'llâhü sırrahu’l-aziz Efendinin “Kırk Hadis”
isimli çalışmasını istinsah ettiği el yazması eserine ihvanlardan bazılarının isteği
üzerine eklediği Hadisi Şeriflerden oluşan bir mecmuâdır.
Bismillahirrahmanirrahim
1— “Vatan
sevgisi imandandır.”
2— “Kalbin
şifa ve cilası Kur'an-ı Kerim okumaktır.”
3— “Kalbin
cüret ve kuvveti imanın sağlamlığındadır.”
4— “Âlimin
uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır.”
5— “Hayâ ki
(utanmaktır), imandan bir şubedir.”
6— “Allah
Teâlâ’nın sevdiği, istediği, razı olduğu Kur'an ahlâki ile ahlâklanınız.”
7— “Boş
sözden yüz çevirmek sükût, bir hikmettir.”
8— “Barışık
olmak hükümlerin efendisidir.”
9— “Sizin
biriniz su içtiği vakit su kabının içine solumasın.”
10— “Yemekten
önce el yıkamak fakirliği ve yemekten sonra el yıkamak kahrı giderir.”
11— “Biliniz
ki amellerinizin en gözdesi namazdır.”
12— “Sizin
biriniz esnediği zaman elini ağzının üstüne koysun.”
13— “Allah
Teâlâ’nın size haram kıldığı şeyde şifa yaratmamıştır.”
14— “İlaçların
en iyisi Kur'an-ı Kerim’dir.”
15— “Hikmet
müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa alır.”
16— “Halka
şükretmeyen Hakk’a şükür edemez.”
17— “Akıl
ile hareket edenler doğruyu bulurlar.”
18— “Halka
yemek ikram ediniz ve hoş söz söyleyiniz.”
19— “Önce
selam veriniz, sonra konuşmaya başlayınız.”
20— “Zahmet
ve meşakkat rahmet vesilesidir.”
21— “Sağlığınızın
devamı ve afiyetiniz için daima duada bulununuz.”
22— “Cennet
annelerin ayaklarının altındadır.”
23— “İlim
nur gibidir, ondan mutluluk hâsıl olur.”
24— “Halka
ikram et ki, ikram göresin.”
25— “Eğer
bir zalime layık olduğu akıbeti göstermezsem zulüm edici olurum.” (Hadis-i
Kudsi)
26— “Anne
rahminde takdir olunan şey elbette meydana gelir.”
27— “Gıybet
eden ve gıybet dinleyen günaha ortaktır.”
28— “Vicdanını
rahatsız eden ve sıkan şeyi terk et.”
29— “Dünyada
garip veyahut geçen bir yolcu gibi ol.”
30— “Elbette
Kostantiniyye (İstanbul) feth olunacaktır. Onun komutanı güzel komutandır.
Ordusu da övülmüş bir ordudur.”
31— “İnsan
sevdiği ile beraberdir.”
32— “Misvak
hem ağzı ve dişleri temizler hem de Hakkın rızasını insanın kalp gözünün açılmasına
sebep olur.”
33— “Sefer
ve seyahat ediniz ki, sıhhat ve rızkınız da genişlik olsun.”
34— “Hikmetin
başı Allah Teâlâ'dan korkmaktır.”
35— “Mümin
kılıcıyla, diliyle çaba ve gayret gösterendir.”
36— “İslam ibadetler
ile anlaşılır ise de iman kalp işidir.”
37— “Dünyaya
sevgi duymak, her hatanın başıdır.”
38— “Kanaat
tükenmez bir maldır.”
39— “Çok
gülmek kalbi öldürür ve yoksulluğa sebep olur.”
40— “Sadakanın
en üstünü doğru sözdür.”
41— “Yalnızlık
kötü arkadaştan hayırlıdır.”
42— “Babanın
kendi çocuğuna duası rasülün ümmetine duası gibidir.”
43— “Tavla
oynayan kimse elini domuz etine batırmıştır.”
44— “Pişmanlık
tövbedir.”
45— “Doğru
söyle, her ne kadar acı olsa da.”
46— “Allah
Teâlâ, müminin kalbine bakar.”
47— “Ya
ze'l-celali ve'l-ikram” diye dua ve yalvarma gereklidir, ona devam ediniz.”
48— “Allah
Teâlâ’nın nimetine hamd etmek, o nimetin kaybolmasına engeldir.”
49— “Bir
müslümanı aldatan, bir müslümana zarar veren, yalan ve hile ile hareket eden
bizden değildir.”
50— “İnsanların
kerameti dinindedir. Mutluluğu ise aklına göredir.”
51— “Ateş
odunları nasıl yiyip yakıyorsa haset de insanın iyiliklerini öylece bitirir.”
52— “Arap
kavmini üç şey için seviniz: Çünkü ben arabım. Kur'an Arapça'dır, Cennet halkının
dili de Arapça'dır.”
53— “Sirkenin
balı bozduğu gibi kötü ahlâk da amel ve ibadeti bozar.”
54— “Aklın
başı Allah Teâlâ'ya imandır. İmandan sonra hayâ ile güzel ahlâktır.”
55— “Yumuşak
huylu olanlar (Halim) dünyada ve ahirette büyük ve muhteremdir.”
56— “Allah
Teâlâ’nın yardım ve iyiliklerini ikrar (söylemek, düşünmek, anlamak)
şükürdür.”
57— “Tokalaşınız,
kalbinizde ki buğz ve düşmanlığı giderir.”
58— “Allah
Teâlâ’dan korkunuz. Yardım ve iyilik konusunda evladınız arasında adaletli
davranınız.”
59— “Size
kavminizden namaz ehli ve Allah Teâlâ'dan korkan bir kimse geldiğinde ona ikram
ediniz.”
60— “Birbirinize
yalan ve bühtana sebep olacak hal isnat etmeyiniz.”
61— “Bir
mümin-i kâmil imanına hiç bir halinde hıyanet etmez. İçerisini haset ve çekememezlik
ile doldurmaz.”
62— “Uyucağınız
zaman evinizde yanan ateş bırakmayınız!”
63— “Bir
adam hangi kavmi severse Allah Teâlâ onu sevdiği kavmin zümresinde haşr eder.”
64— “Yalan
rızkın bereketini azaltır.”
65— “Fakirler
ile meclislerde oturunuz.”
66— “Allah
Teâlâ’nın verdiği rızka kanaat eden mümin Cennet'e girer.”
67— “İstişare
olunacak zat güvenilir insan olmalıdır.”
68— “Ümmetimin
âlimleri Hakk olmayan bir şeyde ittifak etmez.”
TASAVVURÂT-I HAYRİYYEM [24]
Her insan Allah Teâlâ'ya
ve bütün emirlerine iman ettikten sonra dininin mahiyetini etraflı bilmek için
evvelâ ilmin tahsiline şiddetle ihtiyaç duyacaktır. Çünkü bilgisiz hiçbir şey
elde edilmez. İlmi öğrenmek Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’le bildirdiği sabit
olan emirleridir. İlmin faziletini bilmek ilme de bağlıdır. İlmin faziletini
ehlinden başka kimse takdir edemez.
İlim dinin kadrini yükseltmiştir.
Bir hadîs-i şerifte Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Ümmetimin seçkinleri âlimlerdir.
Âlimlerin seçkinleri de ilimde derinleşen ve rüsuh peyda edenlerdir” buyurdular.
İnsan her ilmi okuyup, dininin ulviyetini tamamı ile
bilmek, ondan sonra beşeriyete hizmet etmek üzere fen sahibi olmak. Zira her
ilimde, her fende mahir olan insan daima akranına faik ve meclislerde söz
sahibi olur. İşlerinde ve sözlerinde gösterdiği maharetle kendini takdir ve
tasdik ettirir.
Dünya kurulalı ve beşeriyetin bu âlemde vücut bulalı hiç
bir ferdin hayatı ve sözleri, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
hazretlerinin hayatı ve sözleri kadar incelenmemiştir. Beşer tarihi O'nun gibi
sıfatında, ahlâkında ve insanlarla bütün muamelesinde en yüksek dereceler
ihraz etmiş bir zât kaydetmemiştir.
Bu âlemde ilk yaratılan hakikat-i Muhamme-diye'dir ki,
vücut ve âdem sıfatları ile muttasıf olmayan ve Allah Teâlâ’ya malûm olan bir
hakikattan yaratıldı. Gizli olan Hakayık-ı İlâhiyye'nin izharına memur edildi.
Ve bu sayede herkes kendi âlemini ve kendi yaratılışını bildi. Ve kendinden
beklenen gayenin ve illetin ne olduğunu o mişkât-i nübüvvetten öğrendi. Çünkü
Nebevi kandilden nûr-u İlâhî tecelli edince heba bulunan her şey yakınlık ve
uzaklık, kabiliyet ve istidat cihetleriyle nûr-u İlâhîden faydalanmış oldular.
Kabul cihetiyle akıl tesmiye edilen Hakikat-ı Muhammediyye'ye daha ziyade yakın
ve kabul istidatlı kimse zuhur etmediğinden bütün âlemin efendisi ve vücud-u
evveli oldu. (sallallâhü aleyhi ve sellem)
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
hazretlerinin tebliğ ve ta'lim buyurdukları dîn-i mübîn, her yerde ve her
zamanda, her sınıf ve her tabakadan bütün insanlara şâmil, en makul ve
fıtrat-ı insaniyeye en uygun i'tikat ve ibadeti ve hayatın gerekleri ve
muamelât hukukunu bildiren bir dîn-i İlâhîdir. Nefsü'l-emirde uygun, yani sırf
Hakk ve hakikat ve beşerin maddî ve manevi selâmet ve seâdetini hakkıyla temine
kâfi ve kâfil olduğu hem ilim, hem amel sahalarında dâima sabit olmuş ve olacaktır.
Dîn-i mübîn, îman ve amel üzerine bina edilmiş olup, dîn ve
şeriatı ihtiva eder. Bütün insanî vazifeleri gizli ve aşikâr, bütün amelleri
bilen, gören Allah Teâlâ’nın emri olduğunu bildirerek vazifenin yüksek
kutsiyetini gönüllere ayrılmaz ve sarsılmaz surette gayret göstermiştir.
Tahrir
kılındı cümle işaret,
Âyat-i
Kuran Hadîs-i Hazret,
Kelâm-ı
hikmet nutk-u ehlu’llah,
Belki
bu eser yâda vesile.
7/Rebiülâhir/1400--23/Şubat/1980 [25]
Hacı Hasan Hüseyin Efendizâde
Darendevî
AHLÂK
İlm-i ahlâk; insanların sahip oldukları bir kısım
melekelerden ve mükellef bulundukları birtakım vazifelerden bahseden ilimdir.
İlm-i ahlâkın faydası pek çok, gayesi pek yücedir.
Şüphe yok ki, her ilmin kıymeti; vereceği faydanın derecesi
ve gayesinin yüksekliği ile uygun olacaktır. İlm-i ahlâk ise bu nokta-i
nazardan pek yüksek bir mevkide bulunmaktadır. Zira ahlâk insanlara fazilet dersi
verir. İnsanlara hayır ve şerri gösterir. Bir takım ruhanî hastalıkların sebebini
tayin ederek insan ruhunu bu hastalıklardan, muhafazaya çalışır. Bu sayede
kalbimizde faziletlere müteveccih güzel heyecan husule gelir. Artık böyle bir
ilmin lüzum ve faydasından kim tereddüt edebilir?
Hiç şüphe yoktur ki, dine ait fikirden mahrum olanların en
büyük ihtiyaçları yine dinlerine gereksinimleri olacaktır. Ne yazık ki bunu
takdir edemiyorlar.
Ahlâk ashabının vazifesi de, mümkün olduğu kadar bütün insanlara
dindarâne, insaniyet-kârâne bir terbiye vermektir.
Dinden çıkmış zavallı kimseleri irşada çalışarak, bu din-i
ilâhînin feyzinden faydalandırmaktır.
İslâm Dini ahlâkın esaslarını, kanunların hakiki İstinatgâhını
kat’i surette tayin eder.
Ahlâkın ehemmiyeti her tasavvurun üstündedir. Zira insaniyetin
bekası ahlâk iledir. Beşeriyetin düzene kavuşması ahlâk temizliği dairesinde
devamlılığına bağlı olup, sonuç olarak saâdet ve kemâle ulaşması ahlâk
sayesinde olacaktır.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Yumuşaklık ve tatlı muamele bulunduğu şeye güzellik
kazandırır. Ondan mahrumiyet ise kötülük ve çirkinliktir.”[26]
Mahrum sahalarda fazilet saadeti bulunmaz, cehaletten başka
bir şey görülmez. Her fenalığa önderlik eder; hakiki medeniyetten eser görülmez.
Fakat ahlâkı ıslah ve düzenlemek kabildir. Bu hususta din, âlimler, okul ve
müesseseler birçok vaazları, tavsiyeleri ihtiva etmektedir. Eğer ahlâk ile güzelleştirmek
olmasa idi bu kadar kitap, nasihatler, çalışma ve gayretler gereksiz olmaz mıydı?
İnsanlarda bir de ihtiyari ahlâk vardır, yani insanlar ahlâken
mükellef oldukları vazifeleri yapıp yapmamak kudretine maliktirler. Bundan
dolayıdır ki, ahlâkî fiillerden mesul olurlar.
Hulasa; ahlâkın
yegâne kaynağı Kur’ân-ı Kerim ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetidir.
Bu iki kaynak ile teyit olunmuştur. Ahlâkın dinden ayrı olduğunu söylemek ve iddia
etmekte İslâm'ın esasını bilmemekten başka bir şey değildir. Bunun hilâfına
olan görüşler hiç bir veçhile iltifata şayan değildir.
“Ahlâk ve
fazilet Allah Teâlâ tarafından insana verilmiş bir saadettir.”
“Ahlâk sahibini
dünya ve ahirette aziz eder.”
“Güzel huylu
insanlarda çirkin huylar azdır.”
“Keyf için
yapılan iş yalnızlıkta keyfi kaçırır.”
“Bütün hayırlar
iki şeyde toplanmıştır. Biri Allah Teâlâ’ya karşı sadakat, diğeri halka karşı
şefkat ve hüsnü muaşerettir.”
“Doğruluk
emanet, yalancılık ihanettir.”
“Yumuşaklık
insanın ruhunu ferahlandırır.”
“Hidetli olmak,
haset etmek tatlı, semeresi acıdır.”
“Hesabı pak
olanın eli her zaman açıktır.”
“İnsanları
hayırdan men edenin ruhu hastadır.”
“Allah Teâlâ,
insana ihsanı murat ettiği zaman, güzel ahlâkı ona nispet eder.”
“Güzel ahlâk
sahibi olanlardan gösterilmek, ne güzel bir istektir.”
“Adalet her
şeyin hakkını hakkı ile vermek demektir.”
“Gıybet etmek, borçlu olmaktan daha şiddetlidir.
Borç ödenir, gıybet ise yazılır.”
“Herkese güzel huylardan biriyle muamele et. Güzel ahlâktan birini terk edersen kötü huylulardan sayılırsın.”
“İnsan ahlâken bihakkın hareket etmese idi, maddi-mânevî bu
saadet ve terakkiyata nail olamazlar idi.”
“Minnet ile her ne iş yapılmışsa, günahı sevabından çoktur.”
“İnsana yaptığı hizmetleri canına minnet bilenler azdır, fakat kıymeti pek âlidir”
“Ahlâk dinden, ayrılmaz. Dinsiz
adamın ahlâklı olması müşküldür.”
“Ahlâk hakkında ciltler dolusu kitap yazılacak olsa hiç biri bu on iki düsturun, haricine çıkamaz.
1 — Allah Teâlâ'ya şirk koşmamak
2 — Ebeveyne hürmet ve itaat etmek.
3—Müstehaklara hakkını vermek (Zekât)
4—İsraf etmemek.
5—İfrat ve tefrite sapmayarak ikisinin arasında mutedil bir
yol tutmak.
6—Çocukları öldürmemek.
7 —Zinaya yaklaşmamak.
8 —Haksız yere kimseyi öldürmemek.
9 —Yetimlere en iyi muameleyi göstermek.
10— Ölçüler ve tartıları doğru tutmak.
11—Bilmediğiniz şeyleri körü körüne takip etmemek.
12—Yeryüzünde kibirli olarak yürümemek.
ALDANMA
“Bir adamın şöhretine, görünüşüne aldanmayın. Namazına,
niyazına bakmayın. Yalnız aklına ve doğruluğuna bakın.”
“İnsan Allah Teâlâ katındaki değerini bilmek isterse ne
halde yaşadığına bakması gerekir.”
“Kimsede
bir meziyet göremeyen gafil, her türlü meziyetten mahrumdur.”
ALLAH TEÂLÂ
“Bu âlemde
halka hoş gelen Hakk’a hoş gelmez. Çünkü zahmeti insanlar sevmez.”
“Allah
Teâlâ’nın muradını kul anlayamaz.”
“Allah
Teâlâ’dan korkan ve razı olan, başka şeylerden korkmaz ve emin olur.”
“Allah Teâlâ mahlûkunu bildiği gibi harekette serbest bırakmaz.
Fakat hakikat halde onu sevk eden Allah'dır. Kulunun fiillerini ve hareketini görmek ister.”
“Allah Teâlâ insanları bir kısım vazifelerle mükellef
kıldığı gibi kendilerine bir takım hukuk da vermiştir. Bu cihetle hukukun aslı,
İlâhî lütufların tecellisinden başka birşey değildir. Her insan hayat hakkına,
hürriyet hakkına, tasarruf hakkına ve birçok hakka sahiptir. Bu hakları hiç bir
vakit ortadan kaldıramaz.”
“Ne bahtiyar kimseleriz ki bu ömr-ü fânide Allah Teâlâ'ya iman etmiş ve bütün emirlerine ve
hükümlerine İtaat etmişiz. Elhamdülillah
i Teâlâ.”
“Ben
görmez idim; gözde ayan hep
Sen
imişsin.
Ben
bilmez idim; sinede can hep
Sen
imişsin.
Ben
cümle cihan içre nişanın arıyordum;
Heyhat!
Bütün, cümle cihan, hep
Sen
imişsin.” [27]
ÂLİM-İLİM
“Âlimler,
insanların başı derecesindedir.”
“İlmin
mertebesi her mertebenin önceki sebebidir.”
“Her amelin
imamı ilimdir. Her ilmin imamı ise inâyet-i ilâhidir.”
“Bir kimse ilim
öğrendi amel etmedi. Bu çift sürüp ekmeyen çiftçi gibidir.”
“İlim bilmek
için değil, bildirmek içindir.”
“İlmin zevali,
âlimlerin ölümlerinden ehvendir.”
“İlim kalbe
varid olan bir feyzi manevidir.”
“İlmin
hayırlısı Allah Teâlâ korkusu ile beraber olandır.”
“İlim seveninin
şerefine, sevmeyenin şerrine vesiledir.”
“Faydası
olmayan ilim tesiri olmayan ilaç gibidir.”
“İlim insan
için en güzel ziynettir.”
“Bilgisinden nasip
alamayan insanın ruhu hasta ve kalbi yaralıdır.”
“İlmin en faziletlisi ilmihâl, amelin en faziletlisi hâli
muhafazadır.”
“Şimdiki ilim, ulûm-i akliyyeye, hepsi nefse haz veren
fenler gaflettir.”
“İlim ahlâka hamidenin tuzu mesabesindedir.”
“Allah Teâlâ bir hayrın olmasını murat ettiği zaman istediği kulları için ilâhî tevfikatınn sebeplerini de beraber yaratır. Allah Teâlâ doğrunun yardımcısıdır.”
“Şeriatta, tarikatta, maarifte, hakikatta yani hepsinde, ne varsa ilm-i aksâdandır.”[28]
“Kitap
mütalâası ücretsiz ve minnetsiz bir muallimdir.”
AMEL
Hakiki bir müslümanın hayatı sadelik içinde geçer. Allah
Teâlâ'yı sever, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin emirlerine
itaat eder. Fazilet içinde geçen nebevi hayatı dikkatle takıp eder; ibadetten
kaçınmaz, Kur'ân-ı Kerim'i dilinden eksik etmez. Hükmettiği emirleri hürmetle
tutar, doğruluktan ayrılmaz. Namuskârâne yaşamaktan şevk alır. Mâneviyata umum
varlığı ile Allah Teâlâ dostlarının hepsine itikat ve kalbini bağlı tutar.
Bizler ne bahtiyar insanlarız ki, Kur'ân-ı Azîmüşşan gibi ölmez
bir kitap ve ahlâka mâlikiz. Biz ne bahtiyar kimseleriz ki, bu fâni ömrü de Allah
Teâlâ'nın emirlerine ve dinin hükümlerinin tamamına itaat ederek ahirette
ebedî bir mükâfata, nihayetsiz bir nimete nail olmuşuz.
İşte Kur'ân-ı Kerim’in inanmış mümin kalplerine taallûk
ettiği bu adalet-i İlâhiye'ye hassasiyetleridir ki, müslümanları ahlâkça en
yüksek mertebeye çıkarmıştır. Her ahlâk ve fazilet, aslında bir saadettir.
Bununla beraber her fazilet diğer bir saadeti doğurur. Şu kadar var ki bu
saadetin meyvesi daima bu dünyada görülemez. Bazı haricî saadettir ki, servet
ile itibar ve rütbe gibi şeylerdir.
“Ne câh iledir
ne mal iledir
Beyim
ululuk kemâl iledir”.
Ruhun safaya kavuşması ancak bu güzel ameller sayesinde
husule gelir. Birtakım ameller de vardır ki, bunlar İslâm nazarında salih
amellerden, ibadet ve tâatten sayılır. Elverir ki bunlar güzel niyete yakın
olsun ve şer'î bir daire içinde cereyan etsin. Bu nedenle asıl ruhanî saadettir ki bu da kuvve-i nazariyenin ilim ve amelî kuvvetin ahlâkî fazilet ile kemalinden ibarettir. İşte ahlâk nokta-i nazarından asıl saadet de budur.
Faziletkâr olmak demek, gerek geçmişin, gerek hâlin ve hatta geleceğin en iyi insanlarıyla ve en büyük fazilet ashabı ve
ârifanla ruhen beraber yaşamak demektir. Böyle bir halde onların bizi tasvip ve
himaye ettiğini ve sevdiklerini kalben
duyarız. İşte böyle insanî âlem ve milletler ile bir âhenk içinde yaşamaktır. Bundan
daha büyük nimet tasavvur edilemez.
“İnsanın işi
ihlâslı olursa her işi de selamette olur.”
“Kur’ân-ı
Kerim’i okumak, gönül şifasıdır.”
“Amelsiz ilim,
ruhsuz ceset gibidir.”
“Hem amel, hem
talim gereklidir.”
“Hayatı düzenli
olmasını sağlayan, dini yaşamadaki kuvvettir.”
“Dinimiz
emirlerine riayet eden kimsenin vücudu temiz, kalbi ve vicdanı paktır.”
“Uyku galebe
çalmadan uyuma, acıkmayınca yemek yeme.”
“Allah Teâlâ’ya
itaat, insanın yaratıcısına karşı vazifesi ve mahlûka karşı ifa edeceği
vazifenin ruhudur.”
“Herkesin
maksadı birdir, ama rivayetleri muhteliftir.”
“İyi cesaretli
çalışan için çok mahsul satmanın çaresi bugünün işini yarına bırakmamasıdır.”
“Bir zattan
sormuşlar;
Gece namazı
hakkında ne buyurursunuz?
“Gece namazı
faziletlidir.. Yalnız gündüz Allah Teâlâ’dan çok kork, gece namazından daha
iyidir.”
“Her hizmetin
başı meşakkat, sonucu safa ve sevinçtir.”
“Allah
Teâlâ’nın emirlerine muhalefet edenler görmek ve işitmekten mahrum
kimselerdir.”
“Yaratılışın
icaplarını yapanlar parmakla gösterilmeye layık olanlardır.”
“İyi doğmak
elde değilse de güzel yaşamak eldedir.”
“Allah Teâlâ
taata menfaat, günaha hastalık verir.”
“Terki ibadet
demek ruhun hakkını vermemek demektir.”
“İhlâsın esası
karşılıksız kulluktur.”
“Hukuku'llah gibi kulların
hukuku da vecîbe-i zimmettir.”
“Âhiret yakındır, orada nedamet faydasızdır. Her fiilin
yaratıcısı Hakk'tır, kâsibi ise kuldur.”
“Amelin sana kâfi, ilmin gayeti cehaletini itiraftır.”
AŞK
“Aşk, muhabbetin nihayeti ve gayetidir ve Hakkın dostlarına
inayetidir.”
“Aşk, bir üstad-ı kâmildir ki, onunla yüzbin ruh arasında
birlik meydana getir.”
“İnsanın akl-ı cüzidir. O akıl ve aşk Hakk emrinde
hayrandır.”
“Aşkın meşrebi, her meşrebden ayrılmıştır.”
Âşıkın meşrebi vahdet ve mezhebi Hudâdır.
“Aşkın baharı pejmürde olmaz, şevkin sevgilileri mevcut
olmaz.”
“Ey bülbül aşkı pervaneden öğren, o yanmışın canı gitti de
avazı işitilmedi.”
BELÂ VE MUSİBET KAYNAKLARI
“Mümin
kardeşinin helaki için, kuyu kazan kimsenin helaki, o kuyudadır.”
“Bir kimse
mümin kardeşinin felaket ve mağduriyetinden memnun olursa, kendisine de bir
sebeple zarar geleceğinden şüphe etmesin.”
“Sefih ve cahil
kimse ile latife ve mücadele etmeyin. Kötülük ve nedamet hemen peşinden gelir.”
“İnsanların
helakine sebep, gereksiz konuşmak ve hayırsız maldır.”
“Elbette bu
mazlum hayatın bir nurlu sabahı vardır.”
“Bulunur
herkesin iptilası, kimisi selametle geçti.
Bu dünya
değimli bir hayalin gölgesi, halden hale nakleder halini.”
“Sebepsiz
iptilalar insana mücerret kemâli ikmal içindir. Yüksek mertebesini daha yüceye
ulaştırır.”
“İçinde
yaşadığımız dünyanın her yerinde belâ ve musibet vardır.”
“İnsanın pak ve
temiz olması ancak mihnet ve meşakkat iledir.”
“Bu dünyada fâsık
kimselerin şerrinden kim âzâde kalabilmiş ki? Hatta Allah Teâlâ rasülleri bile
bu belâdan kurtulamamıştır.”
“Her zaman selâmette olmak ister isen hayırlı işlere yakın
ol. O zaman şerlerden hemen uzak kalırsın.”
“Mazlumun hakkı zayi olmaz. Çektiği cefalar Allah Teâlâ’nın
vefâsıdır. İptilâsı ise imtihan-ı Enbiyâ ve evliyadır.”
“Zâlimin zulmü, kendisini helake sevk eder.”
“Şer ehli kimselerle görüşmek, fırtınalı zamanda denizde
bir tahta parçası üzerinde bulunmaya benzer.”
“Zamanın en şiddetli musibetine mâruz kalan bütün müslümanların
ahvâlleri sana malûm. Ehâdiyyet-i ilahiyye’nden rahmetler ve kolaylıklar ihsan
eyle! Amin.”
“En büyük
musibet, zamanlarında dahi hayırlerına engel gelmeyecek kadar iman ve ihlâsları
kavi ve metin olan zâtlar için dünyada da âhirette de azap yoktur.”
“Bazı ibtilâlar
insana mücerred kemâlini ikmâl içindir. İlmin tahsili dinini yükseltmek
içindir. Yoksa dünyayı tahsil için değildir.”
CAHİL VE CEHALET
“Cahil kimseler
dünyanın efkâr ve süsüyle mağrur olup kalırlar.”
“Su her şeyi
temizler, su karasını[29] temizlemez.”
“Allah
Teâlâ’nın yaktığı mumu üfürerek söndürmek isteyenlerin ancak sakalları
tutuşur.”
“Umuma gelmiş
şeyi hususi düşünmek ve üzülmekte fayda yoktur.”
“Gafletten
başını kaldırmayan talihsiz gafillere musibet revadır.”
“İnsan şerrini ifşa etmek,
herkese itimat etmek, dost ve düşmanını fark ve temyiz etmemek dahi cehalet
eserlerindendir.”
DOSTLUK
“İhtiyaç
zamanında dostluğunu gösteren, insanların en değerlisidir.”
“Dostun hakiki
dost olması, kötü zamanda sadık olmasıyladır. Böyle bir yakın arkadaşın değeri
ise ölçülemez.”
“Yâri ağyarsız
aramak, gülü dikensiz istemektir.”
“Şimdiki
dostların çoğu arkadaşının kalbini ifsat etmekten başka bir şeye yaramıyor
olmalarıdır.”
“Doğru
insanlarla görüşüp arkadaş olursan, şerli insanlardan emin olursun.”
“Yüksek himmet,
hulusi niyetle birleşirse bütün müşküller hallolur.”
“Himmet-i âlî olan kimsenin kıymeti çoğalır.”
“Emniyetsizlik yüz gösterince dostluk ve muhabbet zail olur
Demek ki dostluk ve insaf emniyetin vücudu ile kaimdir.”
“Ashâb-ı Kehf'in köpeği lisâna hâlle Allah Teâlâ’nın kudreti
ile “Ben Allah dostlarına muhabbet edenlerdenim. Bırakın beni hâlime sizinle
gideceğim, Hak yolunda canı fedâ etmek saadete kavuşturur.”.
“Müslümanlar
birbirlerinin din kardeşidirler. Yekdiğeri hakkında son derece hayır-hah bulunmalıdır.
Din kardeşliği pek büyüktür. Buna riâyet eden kimse arasında ahlâksızlık görülmemektedir.
Aralarında düşmanlık, soğukluk, kabalık, gıybet, iftira, birbirini eğlenceye
almak gibi fena haller bulunması reva olmaz.”
DUA
“Ya Rabbî!
Lutfu keremin ve Tevfik inayetinin eserleri son nefeste imanımızı koruman
altında tutmanı diliyoruz.”
“Ya Rabbî! Beni
gönül adamlarına yâr ve dost eyle.”
“Ya Rabbî! Hoş halde ağlayarak ayrıldığım hoşluğumu ölüm
zamanımda imanımla bile hıfzeyle.”
“Ya Rabbî!
Mürşidimin buyurduğu namazda Kâbe sevgisini, salâvat şerifede ravzasın
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem sevgisini başka zamanda “sevgimi bizi
hatırlayın tefekkür edin” “Allah tefekkürünüzü ziyade etsin” buyurduğu
Mürşidime sevgimle yaşayıp ölmeyi Rabbim lütfunla lutfeyle.”
DÜNYA
“Dünya
fettanedir[30]. Az kimseler onun zehrinden kurtulabilmişlerdir.”
“Bu dünyada
rahatlık varsa, o ancak saflık ve halis vicdanda bulunur.”
“Dünya
hayatında imandan sonra en büyük saadet sıhhat ve afiyettir.”
“Hayatta güzel
akıl, sıhhatli vücut, ihtiyacı giderecek bir servet, şerefli, iffetli,
haysiyetli bir hayat her insanın değer verdiği arzulardır.”
“Dünya
şerrinden salim olan her belâdan emin ve fevz-i necat bulur.”
“Dünya işleri
itibarsızdır. Devranı da kararsızdır.”
“Akl-ı selim
sahibi, hayal hükmünde olan dünya saltanatına iltifat etmez.”
“Dünya
işleri her zaman karışık ve çapraşık gider. Ahlâkın mâhiyeti din-i İslâm'da ibkâsiyle mükellef olduğu
esaslardır.”
“Dünya işleri
bir masaldır, mağlup olmamalıdır. Herkesin dünyadan nasibi on arşın kefendir.”
“Dünya kimseye
yar olmadı. Nefsin bir arzusu için ahireti harab etmemek gerekir.”
“Bu fani
dünyanın hiçbir yerinde renk ve bekâ yoktur. Dahası açık ve kesin bir rüyadır.”
“Dünyaya rağbet ve itibar eden için dâr-ı mihnettir. Lezzet
ve muhabbet etmeyen için dâr-ı nimettir. İbretle nazar eden için dâr-ı
hikmettir. Mânâsını düşünen için ise dâr-ı selâmettir.”
“Nefis ve hevânın makamı dünya, ve dünyadaki halleri ise
vefasızdır.”
“Dünyanın hangi şeyinde bekâ vardır? Hangi şeyleri mütemadiyen
bir tahavvül içinde değil? Böyle bir dünyanın muhabbet ve surûrunu neden gönle
sokmalı, neden ehemmiyet vermeli? Görülmez ki bu dünyanın her tulûu bir gurup,
her sürürü bir hüzün, her ikbâli bir idbardır[31]. Takip edip durmasın.”
Büyük nimettir ehl-i hale ermek
hem-dem-i mahrem.
Anların himmeti tebdil eder ikbâle idbarı.
EDEB
“Hayâdan mahrum
kimseler kendisinden aşağı kimselerden bile hakaret görür.”
“Kibir çirkin
sıfatlardandır.”
“Herkes
yaptığının gizli kalacağına itikat etmesin. Her ne yaparsa yapsın kendisi dahi
unutamaz cezasını düşünür.”[32]
“Bir kimse
kuvvetli ve himmetli zamanında hizmet ve iyilik etmezse, zayıf ve kudretsiz zamanında
meşakkat ve mihnet görür.”
“Edep her
faziletin gelmesine sebeptir.”
“ Sözünde,
sohbetinde ve hareketinde incelik olana nezaket etmeye herkes mecbur olur.”
“En büyük edep
büyüklerimizin isim ve eserlerini yâd edip muhafaza etmek ve fiilen işlemektir.”
“Halkın
teveccüh ve hüsnü zannı ile kendini hakikat ve kemâlat sahibi bilmek
ahmaklıktır.”
“Allah Teâlâ
bazı kullarına edep ve edebi öğretmelerinden dolayı şahit olacaktır.”
“Her şey
edeptir.”
“Edep; ilim,
hakikat ve maneviyata aittir.”
“Her şey
çoğalınca değersizleşir. Edep ise baha bulur.”
“Edeb ve hayâdan mahrum olan insan cemiyetinin en âdi bir
ferdidir.”
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Utanmadıktan
sonra dilediğini işle” sözü hayâsızlığın en iyi bir tarifidir.”
“Perde kötü işler içindir. Hayır, işlerde perde bulunmaz.
Daima aşikârdır.”
“Babadan evlâda edebden büyük miras olmaz.”
“Edeb hayatta ziynet, ihtiyaç zamanında tükenmez
hazinedir.”
“Kalemdir dil yazan Hakk’dır
Edeb söz tutmaktır.
Sözün şânı tutulmaksa
Hemen söz tut hemen söz
tut.”
“İnsanın edebi, altından hayırlıdır.”
“Her şeyin bir hadimi var, dinin hadimi ise edebdir.”
“Edebden doğar kemâl, kemâldedir türlü hâk.”
“Edeb lüzumun kemâlindendir. Edebden nasibi olmayan kimse
velev bilginler sınıfından olsun kemâl-i insaniyyeye vâsıl olamaz.”
EMR-İ BİL MA’RUF VE NEHYİ ANİ’L MÜNKER
“İnsan için her şeyden evvel vazifesi iman, amelleri ve ahlâkı
güzelleştirmek yönünden nefsinin noksanını ikmal etmektir. Sonra kendi
cinsinden olan başkalarını ikmal ve hayır olan şeylerle irşat etmek, şer olan
şeylerden men etmektir. Allah Teâlâ kemal sıfatları beyan ettiği gibi ikmal
edici sıfatları da Kur’ân-ı Kerim’de beyan etmiştir.
Allah Teâlâ, dünyanın imarını insana tevdi ettiğinden
insanı mahlûkat içinde pek mümtaz bir mevkide yaratmış, dünya ve ahiret
saadetlerini kazanmaya muktedir bir kabiliyet verdiğinden her iki cihet için
çalışmasını emretmiştir. Fakat insan çocukluğunda en aciz ve biçare olduğundan
onun bir insan-ı kâmil olması için birçok sebepler ve terbiyeye muhtaç olup,
evvela terbiyesini annesi üzerine terettüp eder. Bilahare ilim ve irfan tahsili
ile bir kâmilin terbiyesine muhtaç olur. İnsaniyet rütbesine eriş ise maksut
olandır. Bu nedenle büyükler insanları irşat edip doğru yolları gösterdiler.
Kur’ân-ı Kerim’deki derin ve gizli manayı ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin sünnetindeki sırları açıp öğretip, yaşatırlar.”
“Büyüklerinin sözünden ayrılmayanın, evlatları da
kendilerinden ayrılmaz.”
“Adalet, Allah Teâlâ’nın halk için içine koyduğu
mizandır.”
“Hesabı pak olanın yüzü her zaman ak olur.”
“İnsanları hayra teşvik edenler çok ise de fesada
çağıranda az değildir.”
“Herkes doğrulukla iftihar eder ve kendine bir hak
ayırmak ister.”
“Batıl fikirler bu âlemde hiç bir vakit eksik olmadı.
Galiba bundan böyle de eksik olmayacaktır.”
“Bir insanın meşrebi nasıl ise, hangi sıfat ve tabiat üzere
bulunursa, herkesin o tabiat üzere olmasını arzu eder.”
“Bir takım ruhu hasta kimselere ehl-i mürüvvet tabip
olacaktır. Büyükler afv ile muamele etmez ise başka kimler tedavi edecektir.”
“Adalet demek her şeyin hakkını Hak ile vermek demektir. Terk-i tâat ise ruhun hakkını vermemek demektir.”
“Allah Teâlâ’nın emirlerine muhalefet, görmekten ve
işitmekten mahrum kimseler demektir.”
“Adalete karşı hiç kimse kuvvetli değildir. Zira hiç kimse Allah Teâlâ'ya karşı kavi değildir. İşte bunun içindir ki, iman sahipleri hiç bir vakit ümitsizliğe
düşmezler. Hak var iken cesaretlerini gaip etmezler. Allah Teâlâ âdildir. Adalet ve Hak en kavinin
değil en hâkimindir.”
“Allah Teâlâ’nın kudretine, mahlûkun idaresinin bir tesiri
olamaz.”
EVLİYA
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
‘Biz nebilerin aşikâre mucizelerimizle mertebemiz yücelir.
Bizden sonra Allah Teâlâ’nın veli kulları olur. Sırlarını gizledikleri kadar
mertebeleri yücelir.’
“Allah Teâlâ dostlarını ve âlimleri yâd etmek nüzulü
rahmet sebebidir.”
“Evliyaların verdiği zahmet hakikatte aslî rahmettir.”
“Evliyanın kelamı hikmet, kasideleri, ilâhileri
kendilerini göstermek için değil bilakis Allah Teâlâ’yı bulmak, bildirmek
içindir.”
“Bazı kimseler mürüvvet ehli olup, tabip olacak ve tedavi
edecektir.”
“Allah Teâlâ sevdiği kulları muhafaza buyurduğu için
şeytan onları görmedi.”
“Evliyayı ziyaret, Allah Teâlâ’yı ziyaret gibidir.”
“Tatlı su başlarında halkın izdihamı çok olur.”
“Gül ağacı kurursa, oduncular yani
odun satanlar sevinirler.”
İki âlemde tasarruf ehlidir rûh-i velî,
Deme kim bu mürdedir [33] bunda
nice
derman ola.
Rûh şemşiri[34] Huda'dır ten gılaf olmuş ona,
Dahî âlâ kâr eder bir tığ
kim üryan ola.
“Öldükten sonra
yaşayanlar; ölülerin mezarı başında herkesi kandil gibi yakarlar.”
“İnsanın
ahlâkında salâbet, tabiatında mertlik, sözü üzerinde doğruluk bulan zât insan-ı
kâmildir.”
EVLİYAYA MUHABBET
“Bir mürid, Allah Teâlâ
için bir evliyaya gitmiştir. Târik-i muhabbette dost ittihaz etmiştir.
“Evliya (Allah
Teâlâ dostları) ziyaretinin sonucu din ve dünya saadetidir.”
“Bazı ehli hal rüyasında münacat edip; Ya Rabbi! Sana
ehil olmak tariki nedir diye sormuşlar. Hemen nefsini bırakıp gel demişler.”
“Evliyaya yakınlık büyük bir saadettir. Şükrü mümkün
değildir. Onlar bedene can, ruha gıda, kalbe safa, yaraya ilaç, bütün dertlere
deva sevilen insanlardandır.”
“Kalplerin nefret ettiği insanlardan sakının.”
“Şu aramızdaki muhabbet ve
sevgi bizim elestteki ruhların tanışmış oldukları
ile tahakkuk eder.”
FAZİLET
“Her insanda dört fazilet bulunmalıdır. İzzet, edep,
cömertlik, himmet”
“İnsanı helak eden hevasına tabi olan uyanıklıktır.”
“Allah Teâlâ her kuluna mazhariyet vermiştir ki, ona
başkası bin defa çalışsa muvaffak olamaz.”
“Güzel itikat her faziletin kaynağı,
güzel ahlâk her kemâlin esasıdır.”
“Bir kimsede ki
tariki azm yoksa terakki müyesser olmaz.”
“Ömrün bereketi
güzel amel ve ahlâk iledir.”
“İnsanın Allah
Teâlâ rızası için ağlaması gözünün nurunu ziyade eder.”
“Bu fena âleminde, insana medâr-ı şeref olacak bir şey varsa,
ömr ü zahirisi içinde hayat-ı mâneviyyeye bir istıhkak-ı veraset göstermek fezâildendir. Çünkü ecel ömr ü zahiriyi mahv ü heder
emime ile insan fena bulur gider. Fakat hayat-ı mâneviyyeye veraset oldu mu
nâmı ilelebet payidar olur. Ve ahlâfına bir emânet bırakır. Bu da insaniyet ve fazilet terk ve tevdii ile hâsıldır.”
“İnsanı insan eden ruh ve asâr-ı rûh olan akl ve zekâdır. Zaten
kuvvetli ruhların hepsinde büyük insanların vasıfları görülür.”
“Fazilet sahibi olmayan insanın kıymeti değersizdir.”
“Fazilet akl-ı
selîm dairesinde yaşamaktır. Hayal hükmünde olan ikbâl-i dünyaya iltifat etmez.”
FERASET
“Nübüvvet kesildi, feraset devam eder. Evliyanın feraseti
veraseti enbiyadır. Müminin ferasetinden sakının.”
“Birçok
devlet ve nimetler ve ihsanlar vardır ki, elde iken insan kıymetini bilmez de o
nimetler elden çıktıktan sonra, kadrini anlar ki, feryad ve üzüntü ne fayda
verir?”
“İnsan başaramayacağı işi üzerine almamalıdır.”
“İnsan israf etmez ise yara çabuk toylanır.”
“İnsanlarda kusur olmamış olsa, büyüklere şân olan afvın hükmü
olmamak lâzım gelirdi.”
“Sana karşı hata eden bir kimsenin kusurunu af etmekten ve
ezasına tahammülden daha büyük fazilet tasavvur olunabilir mi?”
“Yûsuf
Aleyhisselâmın haberi ibret ve darbı meselinin dini ve dünyevî bir takım faydaları
padişahların hallerini ve mâlikin memlûkun hallerini ulemâ ve faziletli
kişilerin menâkıbını, kadınların hilelerini ve düşmanın ezasına sabrı ve kusur
sahiplerinin afvını mutazammın olduğundan Allah Teâlâ kıssaların en güzeli
olduğunu beyan etmiştir.”
FENÂ- BEKÂ
“Fenâ, kulluğu özleştirmektir, bekâ kulluğun âdabını yerine
getirmektir.”
“İlâhî emirler dâhilinde dünya ve âhirete ait şevkli
çalışmak zamanı kısaltır, hayatı uzatır, ehil ve ayalini müreffeh yaşatır.
Cemiyete faydalı bir insan ve Allah Teâlâ’ya hâlis bir kul olur.”
“Görülüyor ki bu güzergâhı fenanın hiçbir şeyinde renk ve
beka yoktur. Daha yakın rüya gibidir.”
“Vücud ilâhî cömertlik, hayat yüce bir ihsan, nefes rahmet
hediyesi, kelâm verilmiş fazilet, beden Hüda evi, rûh hürmet ve luff edilmiş
nefes, kuvvetler ikram edilmiş hediye, hisler hâkim işlerdir. Öyleyse bu kâr
hanede[35] bizim neyimiz vardır."
FETANET
“Hünerimiz ne
ise geleceğimiz odur.”
“Hayatta din ve dünya için düşen fırsatları gaip etmemeli, çünkü bulut gibidirler, asla kararları yoktur. Hüner onu
kaçırmamaktır.”
GÖNÜL
Ey gönül! Bir takım illetli ve müptelâ adamların visalini
isteme. Bir takım meşgul adamların muhabbetiyle meşgul olma! Kâmillerin kapı
eşiğinde dolaş. Yani daima büyük insanlarla; mürşid-i kâmillerle ülfet ve ünsiyet et. Belki o zaman birkaç makbul
adamın hüsn-ü kabulüne nail olmuş olursun.
“Büyüklerimiz
buyurdular ki;
Her olur olmaz
şeyler sizleri meşgul etmesin.”
“İnsanın
bayramı Allah Teâlâ’ya isyan etmediği gündür.”
“Ki mana buldu
gönül aynası kâh keder. Böyledir hal-i cihan, böyle gelir böyle gider.”
“İnsanlar içinde gönül sulh ve salâhta olursa her gecesi
gündüz olur.”
“İnsanı insan
eden gönül sadakatidir.”
“Bir kalb-i
selime mâlik olan insan, dünya ve ahrette her şeye nâil olmuştur.”
“İnsan daima
gözü açık ve uyanık olmalıdır. Bir olayın zuhurundan sonra gözünü açmak fayda
vermez.”
GURBET
“Vatanında çekilen mihnet ve meşakkat gurbette görülen
refahtan iyidir.”
HAK VE BATIL
“Batıl fikirler bu âlemde hiçbir vakit eksik olmadı.
Galiba bundan sonrada eksik olmayacaktır.”
“Helal odur ki, yemekte içmekte dünya da tazim ve ahrette
mesuliyet terettüp etmeyen şeydir.”
“Haram aklı gafil, gafili akıllı gösterir.”
“Her türlü hasenat ve günaha mükâfat ve mücazat vardır.”
HASTA ZİYARETİ
“Hastalıkların günahlara kefarettir. Bu nedenle sabırlı olunması gerekir.
Hastaların iyi olmaları için dua edilmelidir. Hastalıklara karşı tedbirli olmakta
gereklidir.”
“Bir hastanın yanına girdiğin zaman
sana duasını talep eyle! Çünkü hastanın duası meleklerin duası gibidir."
Hadisi-i Şerifleri gereği hastaları ziyarete gittiğimizde ondan dua talep ediniz,
size dua etsinler. Zira hastanın duası müstecaptır ve günahı afvedilmiştir."
HAYAT
“Ömür, ahirette güzel hesap vermek için büyük bir
sermayedir.”
“Doğru ve
dürüst yaşayan insanları devirmek isteyenlerin, devrilecekleri tabiidir.
Kanun-u İlâhî böyledir.”
“İnsan
daima gerekli sebepleri hazırlamalı, fakat başarıyı Allah Teâlâ’dan beklemelidir.”
“İnsan
bu kıymetli ömür ve hayatını öyle yaşamalı ki bugün için hayırlı ve yarın için
faydalı ola.”
“Ruhu
ilgilendiren hususların sınırı yoktur. Bu sonsuz uzay kadar geniştir. Yaş
ilerledikçe insan rûhen daha ziyada sükûna kavuşmuş olup böyle insanı Hakk'a
yaklaştıran ruhanî ve lâhutî devran nasıl başka görülür.”
HAYRET
“Allah Teâlâ’dan manevî zevk geldiği vakit ne cihan kalır
ne de vicdan. ‘Sübhâne
men tehayyere fi sun'uhû'l ukul’.[36] ”
“Zekâ ayrı bir iştir. O iş dışın içindeki ruhtur. Bu
görülmez, sezilir. Ruhu ise ancak rûh sezer ve bilir.”
“Bu âlemin şekil ve hallerini hayretle gören kimse bin
kitap okumaktan çok güzeldir.”
“Bin ders-i maârif okunur her var şeyde - Ya Rab! Ne güzel
mektep olur mekteb-i âlem.”
HAVF (KORKMAK)
Allah Teâlâ'dan
korkmak, O'ndan uzak kalmaktan korkmaktır. Kendisinden Hakk’ın hilâfına bir şeyin
çıkmasından, Hakk'ın gözünden düşmekten korkmaktır.
Mevlânâ Câmî hazretleri bu hakikati şöyle tasvir etmiştir:
“Evet, yakınlığın mihneti, rûhânî tesiri daha ziyadedir. Hâl
ehli vuslatın mahrumiyette olunca niyeti kavuşma ümidinden başka bir şey
değildir. Yakınlık halinde ise bütün bütün kaybetme korkusu vardır.”
İşte bu beyandan anlaşılmış oluyor ki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “hikmetin başı da Allah Teâlâ korkusudur”[37] buyurdu. Bu hadisi şerif, hem avam için hem de havas için
en büyük ahlâkî bir kural olmaya lâyıktır. Artık Allah Teâlâ korkusu sebebi ile
yapılan bir vazifenin kıymet-i nasıl olur da takdir edilemez?
HAYÂ
Hayâ (utanma),
Allah Teâlâ'nın heybet ve azametini düşünmekten ileri gelir. O'nun azametini
düşününce O'nu birlemekten,
O'nu bilmekten, O'na hizmet etmekten dahi utanır. Çünkü bilir ki yaptığı her
şeyde eksiklik ve kusur vardır. Bunlar, Allah'ın emrine karşılık değildir.
“İnsaf dinin yarısıdır, güzel vasıftır. Hayâ imanın bir şubesidir.”
HAZER (SAKINMAK)
Allah Teâlâ'dan sakınmanın sırrı O'ndan
başkalarına bakmaktan korunmaktır.
“Her zaman nefsini, vücudunu zarardan muhafaza dahi
vecibe-î zimmettir.”
“De ki riya
zamanla bir şeyin noksan kılıp bereketi kaçmaktır. Riyanın dünyada noksan
etmesi, riya karışan mala olduğu gibi riyayı alan kimsenin haysiyetine dahi eksiklik
ârız olur. Zira riyaya düşmüş zengin kimsenin her ne kadar malı çok olsa da akıbeti
fakre ve malının bereketi zevale mâruz olduğu gibi o kimse insanlar arasında ve
adaletsiz ve emniyeti kaybolmuş, fasık unvanıyla mâruf ve kalb kasaveti ve kabalık
sahibi olur. Binâenaleyh insanlar indinde haysiyet ve hürmetin zevaline sebep
olur.”
HİKMET
“Akıl ve hikmet sahipleri üç kimseye acınmaz ve merhamet
olunmaz demişlerdir.
İsraf ve sefahati yüzünden fakru zarurete düşenler.
Hırsı sebebiyle günaha düşenler.
Zalim olup, zulmü yüzünden belâya düşenler.”
“Akıllı
kimsenin eli, nefsin dizginini sıkı tutarsa kötü yollara salıvermez.”
“Dürüst çalışanlar
için servet, uyanıklar için ibret, tembeller için nedamet, sâlihler için nimet
mukadderdir.”
“İnsanın her işinde; idare, saadetin anası; israf ise
fakr-u zaruretin babasıdır.”
“Ey bir avuç toprak olan âdem bu övünme nedir?”
“İnsanlara akılları miktarınca konuşunuz.”[38]
“Bir şeyin vakti gelmedikçe hiçbir şey meydana gelmez.
Beklemekte, o an gelince zevk verir.”
“Hak söz nerde olursa olsun, kimin ağzından çıkarsa
çıksın haktır.”
“Akıl sahibi için fakirlik, kanaatkâra gam, yalancıya
ikram, haset edene rahatlık, fesat çıkarana hürmet yoktur.”
“Allah Teâlâ’nın kudretini müşahede ve hikmetli
eserlerini irfan ehli ile müteala ve sohbet, yüksek duygular ve inkişaflar
zuhur ettirir.”
“insanların cehaletinden olan sebepler ve nazardan
kurtulanlar pek azdır.” (Her işi eden eyleyen Allah Teâlâ’dır.)
“Suyu düşünmek susuzluğu gidermez. Ateşte yakmaz. Her
dava da dileğe kavuşturmaz.”
“Kendi boşluğumuz ve sadeliğimiz bize kâfidir.”
“İnsan için en kıymetli hayat, mânâsını teşkil eden doğru dürüst
çalışmasıdır. Halk ve Hak yanında büyük bir kıymeti hâizdir.”
“Âlemde her
şeyin ruhu çalışmaktır. İnsan çalışmak için gelmiştir.”
“İnsan vücudunu halkın hizmet ve zahmetinden esirgememeli,
çünkü hayırların cümlesi katında mahfuzdur. Anahtarı ise Allah Teâlâ'nın yed-i
kudretindedir. Dilediği vakit kullarına verecektir.”
“İnsanlığın en yüksek sıfatlarından biri de sarsılmaz azm,
kuvvetli irâde, kat'î metanettir.”
“Bir insan başkaları kadar akıl ve hünere mâlik olmadığı
için diğerinin hüneri yok demek, kendisinin akılsızlığına hükmolunur.”
“Her şeye dil uzatan kadr ü kıymetinin kısaldığını görür.
Ehl-i hünerin kadrini bilmek de hünerdir.”
“Her şeye bir bahane bulan,
her şeyi kusurlu görürse gönül azabından kurtulamaz ve etrafında tesiri kalmaz.”
“İstikâmet sahipleri umduklarına nail olamazlarsa da hiç bir
vakit aç kalmazlar, sevilirler, aranırlar. Hüsn ü zan ile kabul olunurlar.
Lâkin çok aranırlar fakat az bulunurlar.”
“Tabiat sahibi, insanlar, hanelerinde ve muamelelerinde
intizam ve temizliğinden belli olur. Bu temizliği ve bu idareyi yapan zâta
gıpta etmemek elden gelmez.”
“Bu âlemde istirahat ve rahat varsa o da ancak saf ve hâlis
vicdanda bulunur. Maksut da budur.”
“Umumî âdâb, ilim ve hakikat ve maneviyata ait kinayeli,
rumuzlu sözlerin ismi tasavvuftur. Yazılan bu kelâm ve hikmetler cümleten tasavvuftur.”
“Başınızdaki nimetler pek büyüktür, takdir ediniz. Olur ki
sizi de takdir edenler bulunur.”
“İnsanın zihnine ve aklına muhalif, manasız fikirler
gelmesi vardır ki, bunların devamı da aklın, muhakemenin temizlik ve selâmetine
mâni olabileceğinden gelmelerini men etmek elde olmazsa da devamlarını men
kabildir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri, bu gibi şeyler hatıra geldiği vakit devamlarına meydan vermemeyi, mâkul işlerle
meşgul olarak onları zihinden çıkarmayı emretmişlerdir.”
“Kelâm-ı hikmet müminin yitiğidir. Hikmetli kelâm al; herhangi bir kaptan çıkmış
olmasının sana zararı olmaz.”
Hızır
aleyhisselâmın kıssasında düzelttiği duvarın altında şu hikmetler hazine olarak
beyan edilidi. [39] Denildi ki, ol hazine altın ve gümüş idi. Yahut ilim
kitapları idi. Lâkin meşhur olan altından bir tahta olup üzerine şöyle yazılmış
idi:
(“Bismillâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm”
Taaccüp ederim
ol kimselere ki kaza ve kadere iman olup gam çeke.
Rızkın Allah
Teâlâ'dan olduğunu bildikleri halde zahmet çeke.
Ölümü tasdik
ederken ferah ve sevinç içinde ola.
Kıyamete imanı
var iken vaktini gafletle geçire. Dünyayı geçici bilirken ona nice gönül
bağlaya.
“Lâ ilahe ill’allah
Muhammedün Resûlüllah”)
İLİŞKİLER
“Akrabanın
düşmanlığı, dostun cefası yılan zehrinden daha çok ruhun güzelliğini bozar.”
“İyilik
bilmeyene iyilik etmek, iyilik bilen insanlara kötülük etmektir.”
“Fedakâr
insanlar ayakaltında kalmazlar. Fazıl kimseler faziletten başka mükâfat
istemezler.”
“Sana karşı
hata eden bir kimseyi affetmek ve ezasına tahammül etmekten büyük fazilet yoktur.”
“Doğru insanların
malı çabuk satılır. Çünkü malı insan değil emân ve emniyeti satar.”
“Münasebetsiz
kimselerle oturmaktansa yalnız oturmak daha hayırlıdır.”
“Bir adamı
savmak, kovmaktan hayırlıdır.”
“Haksız yere
tecavüz edene sabrederek tahammül etmek lazımdır.”
“İnsanın en
kıymetli manevi ibadeti başkasının hukukuna tecavüz eden değil, hürmet edendendir.
Evliya ve vicdan bu sıfatı emreder.”
“Ne sarımsak
yerim, ne de ağzım koksun”
“İnsan
başkalarının haline ve hayatına bakarsa kendi haline razı olur.”
“Yüksek himmet hulusi
niyete bitişirse olması mümkün olur. Yoksa Allah Teâlâ muvaffak etmez, edilecek
hizmete set çeker.”
“Hakikati
bilenlerin sukutu yanlış bilenlerin ve muarızların sesini yükseltmelerine
fırsat verir.”
“Herkese orta
halli olarak insanlara karşı yardım ve hizmet etmek emir olundu.”
“İnsanlara dar
günde yardım eden ancak vefalı dostlardır.”
“İhlâs Allah
Teâlâ ile kullar arasında meleklerin dahi bilemediği bir sırdır.”
“Evladın
nefsine hayrı olmayınca babanın gayreti ziyan olur.”
“Büyük hayır
gelmezse, küçük zarar ile iktifa edilir.”
“Namus pek
kıymetlidir. İnsanın bütün varlığı doğruluk olunca yüzü daima ak, alnı
açıktır.”
“İyilik iki
taraftardandır.”
“İnsan bir kere
aldatılabilir.”
“İnsanı zevk
yorar, rahatlık usandırır, iş eğlendirir.”
“İnsan temizlik
işlerinde ihmali olursa, diğer işleri de düzenli gitmez.”
“Bir insan
birinin aleyhinde olursa hareketleri hoşuna gitmez. İyiliğini dahi kötü kabul
eder. Bu ruhun hakikatlerindendir.”
“İnsanın kıymeti
yapabildiği şey ile takdir olunur.”
“İnsanın başkalarını ıslah etmesinden kendi nefsini ıslah
etmesi daha hayırlıdır.”
“İnsana yardım, iyilik ve kötülüğü gösterir bir mizandır.”
“Altının ayarını mihenk taşı bildirir olduğu gibi, insanın
ayarını da muamelesi, servet, rütbe, maneviyatı bidirir ve seciyesini meydana
çıkarır. Ruhu yüksek ise rütbesini, düşkün ise rezaletini gösterir.”
“Bir insanın terbiye ve ahlâkı kıyas ile edeb ve yüksek ahlâklı
zevatın huzurlarında anlaşılır.”
“Nefsine acımayan başkalarına merhamet etmez.”
“Şefkatli nasihat sahipleri şer'an sana her ne derlerse kabul
et. Şayet muhalefet edersen senin imanın zayıflığına hükmolunur.”
“Bir hediyenin değeri sahibinin kudretiyle uygun olması
tabii değildir.”
“Bu âlemde hiçbir işte vefâ ve sebat yoktur. Yüz aklığı ile
yaşamak sana tâata kâfidir. Artık böyle cihan sâlikleri için beka tasavvur olunur mu? Yalnız ihlâs ile kul olmak sana kâfi.”
“Beyhude insanların telâşı vardır. Yalnız idraki sarf etmek
vardır.”
“Aklın başı müdarat-ı nâsdır. Müdara etmeyende pişmanlık görülür.”
“Dünyada yaşadıkça bütün insanlarla müdarayı[40] istilzam eyle. Çünkü senin durduğun dünya müdarahânedir.
Aklı başında olanlar müdaraya itina ederler. Etmeyenler nedamete yakın oldukları
görülür.”
“Bir cemiyeti, bir şirketi ne kadar az olursa olsun
gevşetecek, zarara düşürecek her fiil ve hareket cinayettir. Bu gibi işler
iyilik yapmak için ve daha ileri iş görmek dubarası [41] altında olur.”
“Vakt-i fırsata
kadar düşmana müdara etmemek olmaz, müdaralı bulunmamak akıllı kârı değildir.
Çünkü fırsat bulduğu vakit yapmayacağı yoktur.”
“Her şeyde menfaat gözlemeyen insanın, cihan halkı cümle
akrabasıdır.”
“Tuz ekmek bilmeyen kimse nankördürler, her türlü fenalık umulur, bunların sonu sefalettir.”
“Âlemde en zengin, en şerefli adam en namuslu olan
kimsedir.”
“İnsan başaramadığı işi üzerine almamalıdır.”
“İnsanın her işi açık olmalı. Hamdolsun benim hayatımda gizli, kapaklı hiç bir işim olmadı.
Son zamanın vefasızlığına bak ki, gül on gün içinde hem baş
gösterdi hem açıldı, hem döküldü yok oldu.”[42]
“Budur âdet-i ezelden kim bu devran,
Eder her
genç bu toprakla pinhandır.
Nedendir dehrin ey arif ezelden kârıdır böyle. Sitemler âşinâlardan kerem bigânelerden hep.”[43]
“Ruhun hazine bulması, ahlâkı hamide sahibi olması uyanık
kimselere ve yüksek ruhlu zevata yolu uğraması iledir.”
“Düşkün kimsenin vefası yoktur. Güya vefâ anın üzerine
haram olmuş gibidir.”
“Her kim olursa olsun hakkında insanlığa lâyık hürmet
göstermek borcumuzdur. İnsaniyete ve dine muhalif hareket eden kimse ile
hususiyet kaldırılır.”
“İnsanın mühim
işlerinde erbabıyla müşavere etmek emr-i İlâhî'dendir.”
“Başımızı yaran
taş başkalarına attığımız taştır.”
İNSAN
“İnsan şerefinin derecesi, yüksek himmeti,
fazileti ve meziyeti kadardır.”
“Ruhu temiz
olan insan, mesut olandır.”
“Eli menfaatli
olan kişinin başı devletli olur.”
“Gayretsiz
insanların bozgunculuktan başka kârları yoktur.”
“Çok evlat
sahibi olanın rızkı geniştir.”
“İnsanın
eserleri gittikten sonra açığa çıkar.”
“İlâhi emre
uymak vacip olmasa idi akıllı olanlar ağızlarını sırtına yapıştırırdı.”
“İnsanların en
akıllısı insanların hareketlerini takdir edendir.”
“Bazı insan
suretindekiler insanı akreb gibi sokar ve kötü işlidir. Akrebin soktuğu tedavi
olur, akrep insanların soktuğu tedavi olmaz.”
“Bu zaman
müslümana gıpta edilecektir. Bir kimse ki zamanını bilip lisanını hıfzeder.
Ancak bilmelisin ki derdinin dahi senden haberi yoktur.”
“Sen kendini
küçük bir şey zannediyorsun. Hâlbuki büyük âlemler senden çıkarılmıştır.”
“Temiz ve güzel
olan zatın sohbeti de güzel olur.”
“Âlemde en
zengin insan, en fazla namuslu olan insandır.”
“İnsan sâid ve
kemal olan zatın sohbeti ile kâmil olur.”
“İnsan daima ehl’ullah sohbetinde bulunmalı ki, akıl
ziyadeliğine delildir.”
“İkram sahibinin yanında bulunan, elbette keremine nail olur.”
“İnsan fena
bulur, insanlık bakidir.”
“Bahtiyar kul
odur ki, fani ömründe Allah Teâlâ’nın emirlerine ve hükümlerine itaat eder.”
“İnsanın şerefli
olması ruhunun ulviyetindendir.”
“İnsanlık,
fırsat elde iken kötülüğü terk, iyiliği de yapabilmelidir.”
“Büyük yaratılanların kederlerinde de büyüklük gözükür.
Vicdan insana hak ve hakikat ne olduğunu gösteren mânevi bir rehberdir.”
İRADE
İrâde, Allah Teâlâ'nın rızasını, O'nun
irâdesine uymayı aramağa kalbin inanmasıdır. İrâde hali doğru olursa iradesinin
sıhhatiyle o kimse âlimlerin ilminden ve filozofların felsefesinden müstağni
kalır. İrâdenin doğru olmasının alâmeti de şudur. Uykusu ancak uyku pek
bastırdığı zaman, birazcık kestirmek şeklindedir. Yiyişi, yoksul yiyişidir.
Zaruret gereği konuşur.
“Kendi işleriyle
meşgul olan perişan olmaz.”
“Sonunu
düşünmeyen insan neticede elini dizine vurur, dişini söker.”
“İnsanın
iradesi ne kadar kuvvetli ise başkalarına tesiri o kadardır.”
“Sebeb-i hakikatin irade-i ilâhiyye'si olmayınca, sebeblerin
tesiri olamayacağına dair bir hükümdür.”
“İrade-i İlâhiyye'ye karşı acele etmek sû-i edebdir.”
“Vakti gelmeyince hiçbir şey vücut bulmaz. Vakt-i merhun[44] budur.”
“Allah Teâlâ’nın gösterdiği doğru yola gitmeksizin kendi hevasına uyan kimseden daha zâlim kim vardır?
Hak'tan sonra dalâletten başka ne vardır?
İRŞAD
“İnsanları
doğru yola sevk etmek nübüvvetten sonra insanın kavuştuğu bir görevdir.”
“İnsan kendi nefsine mâlik ve hâkim olamayınca
başkalarını ne surette doğru yola sevk edebilsin.”
İSLÂM DİNİ
Kitap okumaktan
maksat körü körüne bir vak'ayii, hâdiseleri bellemek değildir. Marifet bu
vak'alardan büyük bir ibret, ders
almaktır.
İslâm dini Arabistan'ın
kızgın çöllerinden çıkmış, orayı az zamanda medeniyet nuruna gark eylemiş, oradan
dünyanın büyük bir kısmına yayı- larak hârikalar göstermiştir. Çünkü
İslâm dini Hak dindir. İçtimâidir, beşerîdir, ahlâkîdir.
İslâmiyetin ilk
zamanlarında, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve Hulefâ-i Râşidîn zamanında
her şey basit, pâk ve samimi idi. Bütün İslâm kalbleri İslâm dininin büyümesi,
yayılması için titrerdi.
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizden tâ en âciz şahsa; deve sürücüsüne kadar
hepsinde adalet, kanaat, hürmet hisleri hüküm sürerdi. Her müminin kalbinde
Allah sevgisi, Allah korkusu yaşardı. Kimse kimseye haksızlık yapmayı
düşünmezdi. Mukaddes bir fikir, âlî bir maksat etrafında derhal toplanılırdı.
Muvaffakiyet elde edilinceye kadar herkes caniyle, başıyla çalışarak son
derece sebat edebilirdi. İşte bu yüksek düşünceler, bu metin ahlâklar, bu kuvvetli
ittihatlar sayesinde İslâm dini yıldırım hızı ile ilerledi. Hamiyet, şecaat
dinin yükselmesini kendilerine bir düstur ittihaz eden mücâhidler, ümerâlar pek
büyük muvaffakiyetler kazandılar. Adâletleriyle ahaliyi kendilerine
ısındırdılar. İlim ve marifete ehemmiyet verdiler. Göz kamaştırıcı parlak bir
mâmuriyet ve medeniyet vücuda getirdiler. Tarih-i âlemde İslâm medeniyeti gibi büyük
bir devir açtılar. Vaktaki fütuhat çoğaldı, servet bollaştı. Zapt olunan
yerlerin, memleketlerin ahâlisi ile karşılaşıldı. Dinî hisler gevşedi. Ahlâklar
bozulmaya, şahsî hırs ve emeller artmağa başladı. Vaktiyle îlâyı din ve İslâm
‘ın kuvveti için çalışan ümerâ ve hükümdarlar yerine şimdi saltanat sürmek,
zevk ve sefa ile nihayetsiz israf ile yaşamak, istipdat ile kudretini
göstermek isteyen hükümdarlar türedi. Zamanlarında her türlü idaresizlikler,
tekâsüller, sû-i istimaller, zulümler, etraflarını saran fesat,
ahlâksızlıklar, sefâhetler alıp yürümeğe başladı. Ahâli arasında şahsî hırslar
vatan kaygusunu unutturdu.
Kendilerini
gören ve kendilerine vücud veren insanlar, Hükümdarlar cümlesi terk-i
dağdağa-i hayat ile âzim-i dar-ı karar oldular. Anlardan dünyada ne bir haber
ve ne bir eser kalmadı. Ancak Allah'ın kullarına reva gördükleri kötülükler ve
fenalıkların azabı ve hesabı kaldı.
“İnsaniyet, muhabbet ve fazilet özelliklerini
bu kadar yükselten ancak dinimizin kendine has büyüklüğüdür.”
“İslâm dini ahlâkın
banisi ve muhafazasıdır.”
“Allah Teâlâ’nın bize ihsan ettiği maddî mânâ, inayet ve İslâmiyet’tir ve maneviyata aittir. Kendi şahsımız için boşluk ve sadelik bize kâfidir.”
“Dine hürmet etmeyen kişi insanlar yanında hiç
mesabesindedir.”
“Dinimizin her emrine
riâyet eden kimsenin vücudu temiz, kalbi ve vicdanı pâkdır.”
İSTİŞARE
“Her
hareketinde ve işinde o gün için hayırlı görüyorsan işle. Tereddüde düştüğün
zaman rey ve akıl sahiplerine danış ve istişarede bulun. Görmüyor musun ki, bir
hamalın kaldıramayacağı yükü bir kaçı kolaylıkla kaldırır.”
“Erbabıyla
müşavere ve müzakere eylemek akla cila verir.”
KALP
“Hakikatin
mecruhu[45] olmak bir kalp için şifadır.”
“Kalbin
üzülmesi nefse hoş gelir. Boş işlerle uğraşmakta ruha eziyettir.”
“Arifin
kalbinde bir yer vardır ki, mesrur olmaz. Münafığın kalbinde bir yer vardır ki,
mahzun olmaz.”
“Kalbin güzel
duygularla dolu olan dünya ve ahirette mesut olur.”
“Kalpte
kabiliyet olmayınca hayır öğütlerin etkisi yoktur.”
“Allah Teâlâ’nın ismi
kalbin dinlenme sebebidir.”
KANAAT
“Üstündeki
insanlara bakan fakirlik, kendinden aşağısına bakan için ise zenginlik vardır.”
“Ne kimsenin
hasedine üzül, ne de bir şeye hasret çek. Allah Teâlâ’nın ihsanına kanaat
ederek hayatını yaşamaya bak.”
“Nimet nimeti
izale edicidir.”
“Kanaat
sahibinin rızkında gam yoktur.”
“İnsan israf
etmez ise parası çabuk toplanır.”
“Dünyada, herkes hâline ve hakkına razı olsa hiç bir
münazaaya hacet kalmaz, hükümete lüzum görülmezdi.”
“Rızık seni talep eder, senin
rızkı talep ettiğin gibi.”
“Öteden beri nifak ve haset ateşleri az görülmüyor, şimdi
ise aşikâr. Allah Teâlâ'dan korkmak ve halktan utanmak kaldı.”
“Akıllı
ve kanaatkâr
zevatlar her zaman haline razı olarak zengindir ve perişan olmazlar.”
"İnsanın ne zekât verecek kadar
çok ne de kimseye muhtaç olacak kadar az parası olmamalıdır."
KAZA VE KADER
Her
şeyin ve her işin Allah Teâlâ'nın takdir-i ezelîsi ile olduğuna inanmaktır.
Kadere inanmamak ilm-i ezeli ilâhîyi tasdik etmemektir. Mademki Allah Teâlâ kadim
ve ezelîdir. En küçük şeyi geçmişte olduğu gibi hâl ve gelecekte de dahi her ne
olacaksa kemâl-i ilim ile bilir. O halde küçük, büyük her şeyin ilim ve
takdir-i ilâhî ile olduğuna şüphe yoktur. Ancak ezelde ne takdir edildiği
bizce meçhul bulunduğundan bizim elimizde olan ve zahiren mâlik olduğumuz iradeyi
ilâhî emirler dairesinde sarf etmek, yani şerden kaçınıp ve hayra gerekleri
için sarf takdir edilmiştir. Mükellefiyetimiz budur. Fakat ne zamanda çok defa
istediğimizi hem de yapabileceğimizi zannettiğimiz bir isteğimizi isteğimiz
hilâfına olarak yapamadığımızı düşünürsek, kendi irademizden daha kuvvetli bir
iradenin tesirinde olduğumuzu anlamakta, tereddüt etmeyiz. İşte müslüman hem
kendi iradesiyle hareket edeceğine kanidir, hem de irâdesinden daha kuvvetli
olan irâde-i İlâhiyye'nin yardımına, himayesine muhtaç olduğunu unutmaz.
Bize
lâzım olan akıl ve tedbir ve Hakk ve adl üzere hareket ederek mümkün olduğu
kadar selâmete ermektir. Bundan ötesi kudretimiz haricindedir. Demek ki Allah
Teâlâ'nın hem hayrı hem de şerri yaratması muktezayı hikmettir. O halde insan
Cenâb-ı Hakk'ın eser-i inayeti olan hayra nail olmak ricasında bulunmasın mı,
muktezayı hikmeti olan şerre düçâr olmaktan endişe etmesin mi?
Allah
Teâlâ bizleri ikaz için farz ediniz ki bir cani yüzlerce masumun hayatına son
vermiş bulunuyor. Şimdi bu cânî gadab-ı ilâhiyyeye uğrayarak lâyık olduğu
cezayı bulmasın mı?
Bu ceza
ise o cânî hakkında şerden başka bir şey midir?
Allah
Teâlâ’nın Kahhariyyet sıfat-ı ezeliyyesini anlamayanlar, Allah Teâlâ'nın cezaları
ve mükâfatlarının yaratmasının sırrını tasdik etmeyenler, kuvvet ve kudret
sahibinin aciz olduğunu sanmış olanlar canilerin de cezasız kalmalarını
tasavvur etmiş olmuyorlar mı?
Hâşâ Allah
Teâlâ hikmet sahibidir, kudret sahibidir. Her ferdin sevabına mükâfat, günahına
karşılık verilecektir.
Hayır ve
şerr Allah Teâlâ'dandır.
“Hayır, Allah
Teâlâ'dan lâkin şer Allah Teâlâ’dan olamaz” diyen
mezhepler vardır. Fakat bu iyi anlayamamaktan doğan bir ihtilâftır. Çünkü
mademki âlemde ne varsa hep ilm-i ezel-i ilâhî ile tespit edilmiş idi. Hayrın da
şerrin de olmasında ilm-i İlâhînin önceliği vardır. Sonra hayrı nasıl Allah
Teâlâ halk ve takdir buyurmuş, şeytanı ve bâtılı da Allah Teâlâ'nın halk etmiş
olduğu kabul edilmiştir. İnsanların fiillerinin yaratıcısı Allah Teâlâ'dır. “Sizi de, yaptıklarınızı da
Allah yaratmıştır” [46]
Aynı
zamanda bilinmelidir ki bu hayır ve şer bize nispetledir. Allah Teâlâ’ya nispetle
yaratılışların her şeyi hayır ve her olanında dengi hayr ve adalettir. Cenâb-ı
Hakk'a nispetle şer yoktur.
Hayır ve şerrin faili insandır, fakat ancak yaratıcısı Allah Teâlâ olduğuna yakînen inanmamızdır. Bu âleme vedâ ettikten sonra
tekrar hayat bulacağımız, ahirete ve hesap gününe, dünyada
işlenmiş amele göre ecir ve sevap veya azap ve ceza görüleceğine iman ederiz.
“Kaza ve kader haktır. Allah Teâlâ bütün olacakları
olmazdan evvel bilir. Kaza denilen şey budur. Nasıl biliyorsa olması gereken
kaderdir. Allah Teâlâ’nın bilmediği şey yoktur.”
“Her insan hakkında ezeli takdir olmuş bir hüküm vardır.
Bir kere yürümüş kalem senin için bir daha geri dönmez.”
“Allah Teâlâ’nın kaderi kulun gidişine göredir.”
“Kaza ve kader anahtarı kimsenin elinde değildir. Ancak
Allah Teâlâ’nın elindedir.”
“Allah Teâlâ bir şeyin olmasını dilerse sebeplerini
kolaylaştırır.”
“Bir şeyin vakti
gelmeyince acelenin faydası yoktur.”
“Her insanın hakkındaki takdir kendini bulur.”
“Bakmakla kaderin sırrı ve hakikatini bilmeğe çalışanların
eline zihin yorgunluğundan başka bir şey girmez. Çünkü sınırlı olan aklımız
bunu ihata edemez. Biz hâlâ dünyanın ve belki kendi yaradılış ve hâl ü
keyfiyetimizi hakkıyla bilmekten âciz bulunuyoruz. Nerede kaldı ki. Îlâhî
makamda malûm olan kaza sırr-ı ve bakış kudretini bilelim.”
“İnsan-ı kâmil
gayet nâdir bulunan azîzü'l-vücuddur. İnsanların mîyar ve istikametine
âlettir.”
“Allah Teâlâ
ezelde mahlûkatı yaratmadan önce amellerini takdir ve kısmet eylemiştir ve mahlûkat
hükmünün varidatının eserleridir. Ve her birinin rakamı ne ise anı işler, onun
muradıdır. Ve hüküm anındır. Ve hükmünde âdildir. Kimseye niçin böyle yoktur.
Ve her kimsenin sırrı nedir, inayeti kiminledir? Ona göre takdir etmiştir.”
KEMALAT
“Dirayetli çok aranır, az bulunur.”
“Dirayet, düşmana müdafaada silahtan daha çok iş görür.”
“İnsanların en yüksek sıfatları sarsılmaz azim, kuvvetli
irade ve kati metanettir.”
“Ruh temiz cihandan sana misafir gelmiştir. Misafiri aziz
tutmak gerekir.”
“İnsanı suretinden dolayı mutlu mesut zannederiz. Hâlbuki
saadet ne mal, ne de ilim iledir. O sırf sadece kemal ahlâk iledir.”
“Eğer ahlâkta kemal sahibi olunmazsa, nefis fiillere
galip olurdu.”
“Akıllı kimse bir olaydan sonra çare bulan değil, olayı
önceden keşfeden ve tedbirini önceden alandır.”
“İnsan doğrulukla büyüklerin rütbesine erer.”
“Müşavere
ile muamele görenin faydasını hemen takdir ve tahmin eder.”
“Tasavvuf,
vakti önemli olan şeye sarf etmektir.”
KONUŞMA-SÜKÛT
“Konuşmak
insanoğluna verilmiş kudrettir. Tabiatı dahi kudret nişanesi olduğundan nefsanî
zarardan korunmak ise üzerine borçtur.”
“Söz söylemek gereklidir. Fakat az konuşmak
lazımdır. Ancak söz söylemek gerektiği yerde sukut etmek ise hatadır.”
“Elin ifadesi
dil ve kalem ifadesinden daha okunaklıdır.”
“Nasihat
acıdır, meyvesi tatlıdır.”
“İnsanın aklına
konuşması delildir.”
“Söz kalbdedir, lisan yalnız kalbe devran eden söze
tercümandır.”
“Cevherlerin
kıymeti vardır, nasihatin kıymeti bulunmamıştır.”
“Çok konuşan
insan bilgiliyim diye görünürken cahilliğini, haklılığını göstereyim derken
akılsızlığını ortaya koyar.”
“Sözün güzeli
kısa ve faydalı olandır.”
“Sözü düşünerek
faydalı ise söyle. Yoksa sus. Lisan aslan gibidir, zabt edersen kurtulursun.
Yoksa helakine sebep olur.”
“Sohbette
latife etmek tuz mesabesindedir.”
“Kelâm-ı hikmet, deva ve şifâya benzer, az söylenirse faydalıdır.”
“Fikr-i
selim sahibi zât çok düşünür az söyler. Daima güzel ve hikmetli söz söylemek
ister.”
“Doğru söz herkesin hüsn ü teveccühünü kazanır.
Kadr ve kıymetini artırır, kendisine mühim işler ihsan ve ihale edilir.”
“Doğru
bir söze ve suale iki türlü cevap verilir.”
“Her
sözün, her sualin vakti ve sırası yeri vardır.”
“Bir
mecliste çok konuşan adam ile put gibi sükût eden kimse her ikisi de söylemez.”
“Öğrenmek
için dinlemeli. Selâmette olmak için sükut etmeli.”
“Lisan
vicdanın tercümanıdır. Akıllı insan hem zeban[47] olmak
için kâmil merci-i arar”
“ İnsan bir şey söyleyeceği
zaman başkalarına olacak tesirini de düşünmeli ve alacağı
cevabı da hesap ederek öyle söylemelidir.”
“Mülâhazasız konuşmak her türlü vahamete sebeptir.”
“Tavşan kendini uyanık,
herkesi uykuda sanır.”
Âlem-i
cihan ile dil olsa mükedder,
Bî-faidedir eldeki tesbih-i mücevher.
“Allah
Teâlâ lisan ve güzel kelâmı insana tahsil-i ilim ve irfan ve muamelâtta
ifade-i meram ve fayda hasıl edecek şeyleri elde etmek ve zarar verecek şeyleri
yok etmek için ihsan buyurdu. Bunun artık faydasız ve lüzumsuz yere sarfında
hakikaten bir mana yoktur. Bu zamanda layık ve gıpta olunacak o kimsedir ki
zamanını bilip, lisanını hıfz eden mert mümindir.”
KUR’ÂN-I KERİM
“Kur'ân-ı
Kerim müminler için şifadır, bir rehber-i hidâyettir. Bir rahmet-i İlâhiyye'dir.
şunu da bilmeliyiz ki, Kur'ân-ı Kerim yalnız tilâvet için nazil olmamıştır.
Belki hem tilâvet olunmak hem de yüksek hükümleri ile amel edebilmek için
nazil olmuştur. Binâenaleyh biz Kur’ân-ı Kerim mu'ciz beyanı hem daima okur
hem de kendi fiillerimizi, ahlâkımızı, âdabımızı bu kitab-ı mübîne tatbike
çalışmalıyız ki kalbimizdeki nûr-u iman bihakkın tecelli etsin.
Kadir
gecesinin haiz olduğu o büyük şeref ve fazilette şüphe yok ki bu nûrânî gecede
Kur'ân-ı âzîmin nüzul etmesindendir. Bunun içindir ki kadr gecesi beşeriyet
için bir hidâyet ve saadet kaynağı olmuştur.
Kur'ân-ı
Kerim'in nüzulü ne büyük bir şeydir. Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulü demek, feyz-i
ulûhiyyetin insanlara yeni bir hayat vermesi demektir. Kur'ân-ı Mübîn'in nüzulü
demek, küfür ve dalâl zulmetlerinin açılıp dağılması, iman ve irfan nurlarının
beşeriyet ufuklarını aydınlatması demektir. İstidadı olan kalplerin, kabiliyetli
olan muhitlerin tenvir etmiş, neşrettiği hidâyet nurlarıyla herkese fazilet ve
insaniyet yollarını göstermiştir. Ancak bunun ulviyetini takdir edemeyenler,
istifadeye çalışmayanlar, bunun ilâhî feyzinden mahrum kalmışlardır. Bu da
zaruridir.”
MADDİYAT VE MANEVİYAT
“Bir yerde
maneviyat ve hal vardır, orada dünyanın kıymeti yoktur.”
“İnsana dini,
ahreti veya dünya maişeti için muhafaza etmesi emredilmiştir.”
“Verilen söz üzerinde
sebat etmek, durmak, iş ve ticaret âleminde en nâdir ve en kıymetli
faziletlerden sayılır. İnsanlık âleminde ahd denilen bu noktadır.”
“İyi görebilmek için gözün sıhhati yerinde olmalı.”
MARİFET
Mârifet. Allah Teâlâ'nın, seçkin kullarına zatiyle
bilinmesidir. Böylece Allah Teâlâ, onlardan ma'rifet ve şekil izlerini tamamen
atar, o hale gelirler ki Allah Teâlâ’dan başkasını bilmezler, Ondan başkasını
görmezler.
“Az marifet çok ilimden ve amelden
hayırlıdır.”
“Arifler
yanında ibadet etmek, Hüdâ ile geçirilmeyen vakit zayi olmuştur.”[48]
“İnsan ruhu
safa verici güzel yazılmış hikmet-şinas sözleri okuya okuya iyi şeyleri
söylemeye alışır ve ulema sınıfına girer. Sâde ve âli bir surette fikri idrake
muktedir olur.”
“Batını
düzenlemek, zahirden hayırlıdır.”
“Körün gölgesi
geniştir.”
“Bir meseleyi
iyice anlayıp dinlemeden hükmetme.”
“İnsan
bilmediği şeyleri sual etmedikçe gitmemelidir.”
“Yalnız hayır
işlerinde israf yoktur.”
Şikâyet ve
gönül darlığı, marifet azlığındandır.”
“Sırrını ifşa
eden işlerini ifsat eder.”
“Arif
olmayanlar ruhu ihmal ederek lafza sarıldılar.”
“Bir şeyin
marifetini bilmek onun varlığını inkâr etmek ve etmemeyi istilzam etmez.”
“Fikri ilâhi
ile meşgul olanlar nuru ilâhiye mazhar olurlar.”
“Halkın
nazarını Hakkın nazarı ile kaybetmek lazımdır.”
“Ariflere arif
denilmesi her şeyi bildikleri halde bilemezlikten gelmeleridir.”
“Marifet ehli
olanlar dünya gamını tercih ederler. Sefasını ve zevkini ahrete bırakırlar.”
“Allah
Teâlâ’nın yardımı olmayınca akıbet boş çıkar.”
“Bu âlemin gamsız safâsını süren ancak ariflerdir. Anlar
mâsivaya rağbet etmezler.”
“İnsanlar sevmek ve sevilmek için dünyaya gelmişlerdir.
İrfan ehli yaratıcısını sevmekte faydasını o zaman anlamıştır.”
“Maneviyata terakki etmek arzu edenler oraya ancak hûsn ü ahlâk ve istikamet yolları ile çıkabilirler, başka yol
yoktur.”
“Arif gözüyle değil, kalp gözüyle görür.”
“Riyaset sevdası bir marazdır ki devası yoktur.”
“Her şey ki sa'y ü gayret olmak sizin ile geçe, devamı
bekası olmaz.
Şüphesiz ki Allah Teâlâ'yı düşündükçe böyle fikrinde çok
sözler buluyor.
İnsan her zaman fazilet ve marifet sahibi olmalı. Eğer
marifet tasvir ve teşhir edilecek olsa idi âlemi sersem ederdi.”
MECNUN
“Mecnuna hürmet ve tazim yoktur.”
MURAKABE
“Murakabenin (düşünmenin) tesiriyle zikre imtisal[49] olunur.”
“İnsanların
fikirlerini hakkıyla tenvir için nazarlarını kâinat kitabına bakılmalı.
Ruhunda kimse var ise âsâr-ı kudreti tefekkürle kendi kendini hemen ayarlar.”
MÜŞAHADE
Müşahade, Salikin,
gayblerde cereyan eden şeyleri, Allah'ın
gerek kendi hakkında gerek diğer yaratıklar hakkında yaptıklarını
görmesi, gelen giden hali bilmesidir. Müşahade sahipleri de mükâşefe ehli gibi
bulundukları makamlara göre derecelere ayrılırlar.
“Her
sabah seher vakti horoz, neden öyle feryat eder bilir misin? O seherde ömürden
bir gecenin daha geçtiğini ve senin bundan habersiz olduğunu görür de onun için
durmayıp efgân eder.”
NAZAR
“İsabeti ayn
(nazar), haktır. İnsanın zehri gözünde, yılanın ise dişindedir.”
“İsabet-i ayn, rûh-u insanînin tesiratındadır, sahibinin
kötülüğüne delâlet etmez. Şu kadar ki, kötü nazarlı olmak haset
insanların işidir.”
“İsabet-i ayn'den ihtiraz etmek lâzımdır. Yani çekinmek lâzımdır.
Ve ihtiraz için bazı sebeplere tevessül eylemek meşru' olduğu gibi, sebeplere
tevessülün mukadder olan bir belâyı def edemeyeceği ve her şeyde hüküm ve tesir
ancak Allah Teâlâ'nın olduğunu ve encâm-ı emru'llaha tevekkülden başka çare
olmadığını ve herkesin Allah Teâlâ'ya itimadı lâzım olduğunu bu ayet-i kerîme
haber vermiştir.[50]”
“Dünyaya güzel ruh ile gelen her gördüğünü
güzel görür.”
NİYET
“Niyet ömrün sermayesidir.”
“ Hayır, işlemekte tereddüt caiz değildir.”
“Başkalarının dedikodusu ile uğraşmaktan ele bir şey
geçmez. Kendi kalbimizi niyetimizi düzelterek Allah Teâlâ dostu olmaya
bakmalıyız.”
“Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.”
“Müminin niyeti en
hayırlı amellerdendir.”
“Ömür ve
hayatını beyhude geçiren kimsenin mahsulü pişmanlıktır. İstediğin olmuyorsa olacağını
iste.”
“Kötü niyetler içtimâi bir hastalıktır ki, birleşmiş olan
bütün varlıkları sarsar ve çöküntüye götürür.”
“Sen
şeriat üzere hareket et, varsın haset
edenler iftira etsinler ve ne isterlerse sana isnat etsinler. Sana dil uzatanlardan
korkmak, gerçi Allah Teâlâ katında sıdkın muhakkaktır ve malûmdur. Bu yüz
aklığı kâfidir. (Elhamdülillah alnım açık yüzüm aktır.)
Bilhassa
şunu belirtelim ki; Bazı kimseler müminlerin gerek
erkeklerine ve gerekse kadınlarına işlemedikleri suçlarla onlara iftira etmek
suretiyle ezâ ederler. Onlar çeşitli suçların karşı tarafa isnat ve
iftiralarından toplanan büyük günahı yüklendiler ki, haksız yere iffetli kadın
ve erkeği ve kusursuz olan ehl-i imanı
incittiklerinden azab-ı İlâhiye müstehak oldular. Çünkü kusuru olmayan insana
haksız yere ezâ etmek azap sebebidir.
Malûmdur
ki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin mübarek hayatına gerek
hicretten evvel ve gerek hicretten sonra sûikaste cüret edenler bulunmuştu.
Fakat. “Allah seni insanlardan muhafaza eder”[51]
mucize-i Kur'âniyye'si tahakkuk etmiş, hayatında, düşmanlarının tecavüzlerinden
korunmuştur.
RECÂ' (ÜMİT)
Recâ', nefsin huzur ve hidayet bulmasına
yardım eder. Korku ile ilgili değildir. Recâ' olmasa korku, insanı perişan
eder. Recâ' galip gelince kul umutlanır, korku galip gelince umutsuzluğa düşer.
O halde ikisinin dengeli olması lâzımdır.
“Ümit ruhun
gıdasıdır.”
RIZÂ
Rıza, Allah Teâlâ'nın kendisinden razı
olmasını düşünerek kendi rızasından vazgeçmektir.
“Allah Teâlâ
takdiriyle gelen musibetten dolayı sızlanma, zira her mihnete rıza ve sabır
mukadderat-ı İlâhiyye'ye razı olan büyük rûh sahiplerinin ahlâkındandır.”
“Allah Teâlâ zikrolundukça kalplerinde korkusu
husule gelen ve Kur'ân-ı Kerîm okundukça imanları artan Allah Teâlâ'ya
mütevekkil olup namazların eda, mallarından muhtaçlara veren müminlerin Allah
Teâlâ katında kadr-i âlidir. Onlar için katında yüksek dereceler vardır.”
ÖNEMLİ İHTİYAÇLAR
“Tasarruf eden sıkıntı görmez.”
“Herkese lazım ve layık olan dinine ve dünyasıyla
alakalı hayırlar ile çocuklarına nasihat edip öğüt vermesidir.”
“Tuzu sarf ettikten sonra tuzluğu atma, ola ki yine lâzım
olur.”
“Tasarruf ancak Cenâb-ı Hakkın inayet ve ihsan buyurduğu nimetleri herkes gibi evlât ve ayali ile yiyip içmek, bulamayan muhtaçlara
yardım ve Cenâb-ı Hakk'a hamd ü sena etmek ve ileride aile efradına
zaruret çektirmemek suretiyle ihtiyaten tedbirli bulunmak, yoksa bütün bütün
imsak etmek değildir.”
“Tasarruf ile
meydana gelen maldan bir miktarını ihtiyaç için saklamak lazımdır. Bu tasarruf
cimrilik değildir.”
SABIR
Sabır çeşitli belâlardan lezzet almak,
günleri tükeninceye kadar ölümünü taşımaktır (dâima ölümü göz önünde tutmaktır).
“Allah
Teâlâ’nın teatine sabretmek, azabına sabretmekten kolaydır.”
“İnsanların
ekserisi belânın bir çeşidine ve şerli insanların azarlarına düştüklerinde
sabır ile maksatlarına kavuşmuşlar. Sabır şifalı tedbirdir. Fakat sabırla
tedbir alınacak şeyi başka bir şeyle almak mümkün değildir. Hiçbir kimse kendi
kusurundan istifade edemez.”
“Şu sayılı
nefesler bir gün bitecektir.”
“Meydana
gelmesi mümkün olan işlerde sabır ve sebat safiyeti temin eder.”
“Öyle bir
zamanda yaşıyoruz ki, işleri tamamen çığırından çıkardılar. Şerler çoğaldı,
hayırlar tamamen azaldı. Şimdi nöbet sabra geldi.”
“Sabır her
müşkülün anahtarıdır.”
“İnsanın içindeki derdini kimseye söylememesi, nefsini
tezkiye eylemesi sabırdan sayılır.”
“Sabır, hakikatte ne kadar büyük bir meziyet ise,
sabırsızlık da o nisbette fenadır. Birçok muvaffakiyetli işlerden alı kor.”
“İhtiyaçtan dolayı o kadar feryat etme. Çünkü senden daha
muhtaç, daha nasibsiz kimseler görürsün.”
“Makam-ı sabırdan makam-ı rıza âlâdır. Sabır ile rızayı tahsil eden vâsıl-ı
Mevlâ'dır.”
SALÂT
İslâm Dininde amellerde öncelik namazdır. Namaz lügatte dua manasındadır. İstilâhta icrası
muayyen bilinen ibadet mânâsını ifade eder. Yirmi dört saatte beş vakit namaz
kılmak farzdır. Farz olmayıp da vacip veya sünnet veya müstehap olan
namazlar da vardır.
Namazın muhtevi olduğu hareket ve vazifeler tetkik edilirse
Allah Teâlâ'ya karşı tazim ve tekrim içinde cisim ve ruha karşı dahi vazifeleri muhtevi olduğu görülür. Namazda Allah Teâlâ’ya
tazim ve tekrim ve başlamasından itibaren mevcut olduğu gibi edasından evvel ve edası esnasında edilen tekbir ve tesbihler,
kıyam ve kuudlar, rükû ve sücudlar hep Allah Teâlâ'ya tazim ve kulluk ifade
eder. Namazdan asıl gaye Allah Teâlâ'yı zikir ve tefekkürdür.
“Gerçekten
ben, Allah'ım; benden başka hiç bir ilâh yoktur. Onun için bana ibâdet et ve
anmak için namaz kıl” [52]
Namaz içerisinde hareket ve teferruat ise her birinde mühim
hikmetler konulmuş mahsus şekillerdir. Ve namazı vaktinde edâ etmek lâzımdır.
Arif kul, namazın birleşme, gerçekte
ayrılma olduğunu bilir. Ayrılmadır, çünkü kul ancak kâinattan ve kâinatta
bulunan her şeyden ayrılmadıkça Rabbiyle birleşemez. Ve namazında Rabbiyle özel
konuştuğunu bilir.
İslâm dininde cisim ile ruh, yahut diğer bir tâbirle nefsin
maddî kısmı ile manevî kısmı birbirine o kadar birleştirilmiştir ki, bütün ibadetler,
her ikisi topluca dâhil olurlar.
Zaten maddî, mânevi hayır temin eden her iş İslâm dininde
ibâdet, gerek cisme ve gerek ruha edilen hürmetler bütün Allah Teâlâ'nın
emirlerine tazim ve saygı ve nefsin kontrolü ve tezkiyesi mühim emirleri elde
etmek olduğu halde, cismin taharetine, sıhhatine hizmet etmesi de bizzat
ibâdete Allah Teâlâ’ya karşı tazim ve ubûdiyyetin içine dâhildir.
Namazın cisme yarayan ciheti abdestten başlar. Abdestin Allah
Teâlâ'ya ibâdet için niyet ve her uzuv yıkandıkça o uzvun hayırda kullanılması
olup, şerde kullanılmaması lüzumunu hatırlatan faziletleri olduğu gibi aynı
zamanda temizliği, sıhhati açık menfaatleri da vardır ki, bunların hepsi Allah
Teâlâ'ya tazim ve itaat hareketleri ile çeşitli şekillerde bulunur. Esasen
müslümanlıkta temizlik temeldir.
“Allah
Teâlâ size bir güçlük dilemez, fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki
nimeti tamamlamak ister; tâ ki şükredesiniz”[53]
Namaz da pek ulvî bir ibadettir. Namaz müminlerin
miracıdır. Manevi yakınlığa vesiledir. İnsan namaz sayesinde ruhen yükselir; kalben neşeli olur. Kendisinde pek güzel duygular husule gelir.
“Ey
iman edenler, sabırla ve namazla Allah Teâlâ'dan yardım isteyin. Muhakkak
Allah'ın yardımı sabredenlerle beraberdir.” [54]
Bu makamda batınî amellerin en zoru olan günahları terk
etmektir. Salât tümüyle ibadettir. Zahiri amellerin en büyüğü olanda beş vakit namazdır. Allah Teâlâ bu nedenle sabredenlerle beş
vakit namazlarını edâ edenlerin dualarını kabul edip İlâhi yardımını onlarla
beraber kılar ki gerçek yardımda budur.
Namaz ile cisme edilen hizmet yalınız cisimde taharetten
ibaret olmayıp elbisede ve namaz kılınacak yerlerin dahi temiz olmaları
şarttır. Yalnız taharette kalınmayıp âdâb-ı muaşerete, tabiata uygun güzel elbise
tâhir ve nazif olması lüzumu da bildirilmiştir.
Namazın ruha, yani nefsin mânevi cihetine hizmeti, nefsin terbiye ve tezkiyesine olan hizmeti pek büyüktür. Namaz kılan
kimse bütün kuvvetini namaza hasredecektir. Ancak secde mahalline bakıp başka
tarafa bakmamak ve kimse ile konuşmamak ve kulluğa hasretmesi gerekir.
İnsanın gerek namaz esnasında, gerek namazdan sonra İlâhî
emirleri ve kendi amellerini düşünerek yaptıkları iyi ise devam, fena ise tekrar yapmamak için azim ve ihtimam etmesi gerekir. Halkın namazda iken yolladığı bu selâmdan her kim hissedar
olmak dilerse sâlih kişi olsun, yoksa büyük faziletten mahrum kalır.
Dikkat ediliyor mu?
Teşehhüddeki “Esselâmü
aleyna ve alâ ibadissalihîn” söylenen bu mübarek lâfız Allah Teâlâ tarafından
kendilerine bağışlanmış cevâmiul kelâm-ı ahmedîye[55] cevherlerinden biridir. Bu lâfızlar ise melâike-i kiramın hepsine
şâmil olduğu gibi nebiler, rasüller, sıddîkler, ve hâsılı sâlih olan kulların hepsine
şâmildir. Bu büyük ilâhî nimete karşı şükretmemiz lâzım gelmez mi?
İşte namaz şükrün bütün çeşidini toplayan bir ibadettir.
İbadetler içinde en mühim olan beş vakit namazdır. Kıyamet
gününde en evvel sorguya çekilecek namazdır. Eğer namazından güzel hesap
verirse diğer işleri de düzelir. Eğer aksi zuhur ederse, diğer amellerdeki
hesabı da bir bir çıkmaza girer. Hulâsa namazda bütün beşerî hayatın suret ve
mertebeleri bulunmaktadır.
“Mânâsını anlamak, ezberlemek ve gereği üzere Allah'a ibadet
etmek için: (Ey Resulüm), sana
vahy edilen Kuranı oku ve namazı (devamlı beş vakit) kıl. Gerçekten
namaz, kötü işten ve uygunsuzluktan alı kor. Muhakkak ki Allah'ı zikretmek (namaz kılmak yahut Allah'ın mağfiretle kullarını anısı,
diğer ibadetlerden) daha
büyüktür. Allah (iyilik ve kötülük) her ne
yaparsanız onu bilir.”[56] Allah Teâlâ'nın zikri lisan ile kalb ile ve rûh ile olmak
gibi muhtelif şekilleri vardır. Bütün rûh ile yapılan mertebesi tabii en
büyük mertebesidir. Bir zevk-i Rahmani ve gönülleri bir meyl-i aşktır,
dünya ve ahret amellerinin hepsine karşı gelir.
Nefis; insanın maddî-mânevî varlığıdır. Yani nefs hem cisim
hem de ruh manasına gelir. Aynı zamanda vicdan dediğimiz şeye de nefis
kelimesi verilir.
Hâsılı namaz, hem Allah Teâlâ’ya ibadet ve kulluk, bedende
sıhhat ve afiyetine güzellik, nezâfet ve tazelik, nefiste gözetme ve güzelleşmesi
ile kemâl terbiye kazanmasına insan-ı kâmil olmayı hedef kılmaktadır.
Hakiki İslâm terbiyesi almış insanlar, hayatın kıymetini
hakkiyle takdir ve muhafazasına pek ziyade ihtimam ile beraber asıl gayenin ahiret
saadeti olduğu ve dünya hayatının kıymetinin “ahret tarlası” olmasından ileri gelmekte olduğunu unutmazlar.
SEVGİ-MUHABBET
“Hakikî Muhabbeti insan aklı, hakikati ile bilmekte âciz ve
hayrettedir. Vicdanî bir keyfiyet[57] olduğundan sözle, cevap ve sual ile tarifi
mümkün
değildir. Keyfiyyet haldir.”
“Muhabbet, hakikatte bir emr-i zevki ve bir nûr-i şevkidir.
Sevdiği zâtın zâtiyle idrakinden parıldar.”
“Muhabbet bir şirin haldir ki onunla acılar tatlı baldır.”
“Muhabbet bir devadır ki onunla her illet şifâ bulur.”
“Muhabbet bir ciladır ki onunla her keder safî olur.”
“Muhabbet bir şirin haldir ki onunla her maraz sıhhattedir.”
“Muhabbet bir candır ki onunla ölüye canlılık verir.”
“Muhabbet netice-i marifettir ve yakınlığa vesiledir.”
“Her cevher muhabbetin olma sebebi, muhabbet-i pir ve devamlı
zikri çok yapmaktır.”
“Kur’ân-ı
Kerim’e riayet eden adamlar, her an Muhabbet-i Hüdâ’dırlar.”
“Muhabbetin
güzel olması, ahde vefanın güzel olmasıyladır.”
“Bir şeye
teveccüh ve ikbal o şeye olan muhabbetin gereğindendir.”
“Hissiyatı
güzel olmayanların işleri çirkinlikten kurtulamaz.”
“Her göz
sevdiğini güzel görür.”
“Muhabbet Allah
Teâlâ’nın dostlarına hidayet ve inayetidir. Kimde Allah Teâlâ sevgisi oluşmuştur,
ondan düşmanlık duyguları kaldırılmıştır.”
“Yakınlık ve
uzaklık muhabbetin işareti değildir. Çok uzaktakiler yakındaki olandan daha çok
muhabbet eder.”
“Ayrılık
cehennem azabından daha şiddetlidir.”
“Yurdundan ayrı
düşene değil sadık dostlardan uzak düşene garip denir.”
“Her kimde muhabbetu'llah
mertebesini bulmuştur. Ondan kibir, haset, bugz, adavet, kin ve keder, ucb ve
enaniyet efkârı kalkmış ve uzaklaşmıştır.”
“Kâmil insan hayatını muhabbet uğrunda geçirmek ve yolunda
can verirse şehittir. Diğer şühedanın fevkindedir demişler.”
ŞERİAT
“Mâ’ni gidince, memnûun avdeti şeriat iktizasıdır.”[58]
ŞER-HAYIR
“Her hayrın sebebi uygunluk her şerri de doğuran
nifaktır.”
“İhsana kötülükle mukabele hem musibet hem alçaklıktır.”
“Salih
Aleyhisselâmın kavminin helaki vaktinde, Salih aleyhisselâm ile ehli iman-ı helâkten
ve o günün rüsvalığından necat verdiği ve bu necat lütf-u İlâhî cümlesinden
aynı rahmet olduğu ve Allah Teâlâ’nın asileri helake ve ehl-i iman olanlara
necat vermeğe kudret ve kuvvet sahibi bulunduğu ve düşmanlarından intikam almağa
kadir ve galip olduğuna delâlet eder. Demek ki insan kendi kendini belâya ilga
ediyor. Bu takdirde insan şerri şeytandan ziyade kendinden Allah Teâlâ'dan
istiâze[59] etmelidir. Hâl böyle iken ya niçin insan istiâzede en
mühim tarafı bırakıyor da en zayıf taraftan başlıyor?”
ŞÜKÜR
“Allah Teâlâ
helalinden dünya nimetlerini kat kat ve sürekli olarak ihsan etmiştir. Sizde şükrünü
yerine getiriniz.”
“Takdiri mümkün
olmayan büyük hizmetin zuhuru elbette büyük bir nimettir. Çünkü ihtiyacı def
eden nimet ihtiyacın nisbetinde takdir ve kıymeti yüksek olur.”
“İnsan İlâhî
nimetin şükrünü bilmeyi yerine getirmekten de acizdir.”
“İnsanın Allah
Teâlâ’nın nimetleri ile asi olmaması hakiki şükürdür.”
“Mevlana
Celalleddin Rumi kaddese’llâhü sırrahu’l-azize hanımı namazda niçin ağladığını
sordu.
-Ben aciz
kuluna verdiği nimetin şükrünü ödemem mümkün değil, ancak acizliğime ağlamakla
ruhum hoş oluyor.” Buyurdu.”
“Allah Teâlâ
kuluna verdiği nimet kadarını sorar.”
“Allah
Teâlâ’nın lütfunu bilmeyene nankör derler, her türlü fenalık umulur. Sonları
sefalettir.”
“İnsan başındaki nimet ve
mâlik olduğu serveti izhar etmesi şükr ve nimettir.”
“Vücudumuzdaki her kıl, lisan-ı hâl ile bir dil olsa
başımızdaki nimet-i İlâhiyye'nin şükrü binde birini ifa etmekten âcizdir.”
TEMİZLİK
“Temizlikte madde ve mana lâzımdır.
Takvadaki temizlik, dünyanın helâl ve haramın ayrılması; ihIâstaki temizlik,
kendi amellerine iltifat etmemek;
ihsandaki temizlik iyiliklere bakmamak; Sıdk’taki temizlik. Allah Teâlâ’dan başkasından tamamen yüz çevirmektir.”
“Dinimiz temizliktir. İtikatta
temizlik, fikirde temizlik, kalpte temizlik,
vücutta temizlik, lisanda temizlik, ibâdette temizlik gibi insan hayatında
bulunan her şeyin temizliğine dikkat etmesidir.”
TEMKİN
Hakk'ın kendilerini, vasfettiği, kendilerinden istediği
biçime gelmedir. Geçmişini unutmamak Allah Teâlâ’nın verdiğine razı olmaktır.
“Yüksek
ruhlu bir insan hayat fırtınalarından katiyyen müteessir olmaz. İşinde, vazifesinde
sebat ve gayretle çalışır. Bu dünyanın böyle vukuat âlemi olduğunu bilir.”
“İstikamet ve ihlâs, kıyamet gününde sermayelerin en güzelidir.”
“En büyük tecrübe tarih mektebidir. Tecrübe dersi hatırdan
çıkmaz. En yüksek ilim tarihtir. Tekerrürden ibaret olduğu için.”
TEVBE
Tevbe, her şevden Allah
Teâlâ’ya dönmektir. Çünkü her şey Allah Teâlâ’nındır.
“Tûbû ilâllah”[60] âyet-i kerîmesinde hem işaret vardır, hem müjde vardır. Eğer kabul etmeyeler idi. Emretmezler idi. Emir
kabule delildir. Taksirin görmekle bile.
Habibim! Rabb-i Teâlâ, tevbeden sonra anların günahlarını
mağfiret edici ve tevbelerini kabul ile merhamet buyurucudur. Tevbe-i nâsuh makamına
kaim olup o halde Kendileri için mağfiret talep olunmakla afv olur. Yahut mademki
günahı itiraf ile nedameti izhar eylediler, o halde mağfur olmuş oldular.”
TEVEKKÜL
Tevekkül, kulun hiç olmamış gibi Allah
için olması, Hakk'ın ezelde olduğu gibi kendisi için olmasıdır.
VARİDAT
“Allah
Teâlâ’nın manevi zevk ikramı geldiği zaman, dünyevi şeyler kaybolur.”
“Hayret
makamında bu âlemin hallerini görmek, binlerce kitap okumaktan daha iyidir.
Çünkü hayırlı söz azdır ve meramını hakiki manada anlayıp, en güzel şekilde
ifade edecek kimse ise fazla yoktur.”
VASİYET
“Vasiyet demek, bir şeyi bilene haber vermek,
bilmeyene duyurmaktır.”
VATAN SEVGİSİ
“Hükümet halkın dinini, canını, ırz ve namusunu, hukuk, mal,
servet ve refahını muhafaza ile me'murdur.”
“Halk da hükümetin kanunlarına itaatle mükelleftir. Her
insan vatanını anası gibi, kanununu da babası gibi tanımalıdır.”
“Vatanperverlik âlî bir his, makbul bir seciyedir. Dürüst
ve doğru muamele cihan değer.”
“Vatan felâketlerinden birer hisse almak icap eder”
“Muhabbet-i vataniyye hissi vicdani olduğu için ne kadar
tafsil edilse yine iyilikleri tekmil olamaz.”
YALAN
“Yalan
sözlerden uzak kal.”
“Yalancı için
keramet yoktur.”
“Yalan söyleyen
ağız, ruhu öldürür.”
“Asilzade hıyanet etmez. Akıllı kimse yalan söylemez. Mümin
gıybet etmez.”
“Yalan
söyleyen kimsenin özrü makbul değildir.”
“Yalan sahibini
utandırır, rezil eder, kadr ve haysiyeti kalmaz. Doğru söylese bile kimse
inanmaz.”
YETİM
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem buyurdu ki;
“Evlerin en iyisi, yetime iyilik
yapılan evdir. En kötüsü de yetime kötülük edilen evdir.” [61]
“Kalbinin yumuşamasını ve
hacetinin görülmesini istersen, yetime acı, onun başını okşa ve ona yediğinden
yedir.” [62]
“Yetimi güzel terbiye ederek büyütenle Kıyamette beraber
oluruz.”[63]
“Yetimlerin, fakirlerin geçimini
üstüne alan, Allah yolundaki bir mücahid gibi veya gündüz saim, gece kaim
sevabına kavuşur.”[64]
"Fakirlere yapılan tasadduk bir
sadakadır, ama zî-rahm'a (yani akrabaya) yapılan ikidir: Biri sıla-i rahim,
diğeri sadaka." [65]
ZAMAN
“Ey insan! Basiret ve dikkatle bak ki, bu şeriat ne büyük
keramettir. Bununla hâsıl olan iki âlemde ne acib, aziz ve şerif ve her
taraftan emin ve selâmettedir. Mademki her dakika ömründen bir nefes geçip
gidiyor. Onu ancak şevk ile geçirmeğe bak. İyi bilmiş ol ki, bu mülk ve vücudun
sermayesi ömürdür. Ve onu sen nasıl geçirirsen öyle geçer.”
“Bu zamanda gıpta edilecek o kimsedir ki; zamanını
bilip lisanını muhafaza eden mümindir.”
“Boşa
geçirilmeyen vakit anın kârı, boşa geçen anın ziyanıdır.”
“Günahların en
büyüğü vakti boşa geçirmektir.”
“Bulmak isteyen
için zamanımızda da hakiki nazar sahibi manevi nasihat sahibi kimseler vardır.”
“Maddî manada
terakki vakti nakit bilmektir. Zira vakti biz değil, vakit bizi geçirmiştir.”
“Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki evvelâ kendi nefsimizin
selâmetini temin edip sonra evlât ve torunlarımızı mümkün mertebe muhafaza etmeliyiz.”
“Müslüman için en büyük
nimet yaşamak ve tül ü
ömürdür.”
“Müslümanın
ömrü ne kadar uzun olursa hakkında daha hayırlı olur.”
ZİKİR
“Allah Teâlâ’nın
zikri ile meşgul olanlar ilâhi nura mazhardırlar. Kalpleri mutmain olup, hileden
ve zulümden selamet bulmuşlardır.”
“Açıktan zikir
kalbi riyadan, günahtan, yalandan, gıybetten, haram lokmadan için gereklidir.
Bu şekilde kötü nazarlardan ve Hakk’tan başkasına yönelmeden uzak tutmaya
yarar.”
“Tevhid
dersinde olana seyr-i sülük görene azap olmaz. Fakat kıyamette mahcubiyet vardır.
O gün mahcubiyet azaptan şiddetlidir. Ancak dersi tevhit de olanlar mahcup
olmayacaktır
“Kalbin temizliği zikrile hâsıl olur.”
“Zikir Allah Teâlâ’dan gayri her ne olursa olsun hakikat
yönüyle feragat etmektir.”
“Zikr ile kalb temiz olur”. “Zikr ile muhabbet-i ilâhiyye
hâsıl olur.”
“Zikr ile ibâdetin lezzeti bulunur.”
“Zikr ile İslâmiyye düşünce kuvvetlenir.”
“Zikr ile namaza zevk ve şevk ile girilir.”
“Zikr ile ahkâm-ı şer'iyye kolay ve rahatlıkla icra olunur.”
“Zikr ile taklitten hakikate terakki edilir.
Meselâ: Niyyeti doğru ve hâlis bir insan “Allah
Allah” ism-i şerifini
dese ve hakikatinden habersiz olsa bile sonuçta ism-i Hudâ ona yol gösterir ve
yâri arkadaşı olur.”
MEKTUPLARINDAN ÖRNEKLER
بســـم الله الرحمن
الرحيم
Es-Seyyid Hacı
Hulusi Efendi Gardaşıma!
Edep, şeref,
ilim, irfan, vefa ve kemâlatta zamanın kâmilisin. Bu biçare natuvaneye lütfedin.
İhsan sizin âdetinizdir. Erbâb-ı ihsan olduğunuza ilel ebed itikat ettim.[66]
10
Muharrem’ül Haram h.1399/ m:1978
بســـم
الله الرحمن الرحيم
“Sabit!
İnşallah bu ailemizde uzun zaman kalacaksın, bize de sahip çık.
Sabit! Kimseyle
cedelleşme, her yarayı kendi ilacı ile tedavi et. Her şeyin ilacı var. Kul
hakkı ile gelme.
Sabit! Hiç
kimsede alacağım yoktur, borcumda yoktur, mahşerde mahcup olmayacağım. Ağzına
girene çıkana dikkat et. Allah Teâlâ’ya emanet ol.
Baban
Hacı Hasan Akyol [67]
SEVDİĞİ ŞİİRLERİ
Ey sârüben zimamı
çek semtü kûyi yâre,
Vîrâne dilde zira
yer kalmadı karara.
Bîm-i zalâmı şebden
olma sakın vehm ü nâs.
Âh şerare bârim
hacet mi kor nehare.
Âzerde bây olursa
cemânek eyleyem ferş,
Dîbâce-i cebinim
şevk eyle reh-güzarda.
Ey sâribân-ı müşfik
hiç olmadın mı âşık,
Ahesterûlük etme
rahm eyleyüp bu zara.
Ben derd ü mendim
aşkım bir yerde kalmam aram,
Tâ vâsıl olmayınca
serhaddi kûyi yâre.
Ol kûyü can feza
kim ehl-i nazar değişmez,
Bir senk-i rîzesini
bin dürrü şâh-ı vâre.
Ol kûyü arş-ı
rütbet kim hâk-i ıtırnâkin,
Mâleşki eylemiş Hak
pîşâne-i kibâre.
Dâire-i sekine
küfr-ü medine kavil,
Izz ü şerefle me'vâ
sultan-ı kâm-kâre.
Sultân-ı mülkü
ser-med mahbub ü hak Muhammed,
Kim kulluğu
şereftir şâhân-i tâc dâre.
Ey cümle âlemine
mahzâ atası Hakk'ın,
Senden olur olursa
abd-i fakire çâre.
***
Tarîk-i Nakşibendî
ehlinin feyzi Huda'dandır,
Onların nisbeti
cümle Resûl-i müctebâdandır.
Ebûbekir Ali'dir bu
tarîkin şâh-ı serdârı,
Şüyuh ü hâceganî
hep kibâr-ı evliyadandır.
Bu yolda ittiba sünnet
oldu bâis-i vuslat,
Cemîi bid'atı terk
etme bunda ihtidadandır.
Azimetle ameller
işleyip ruhsattan el çekmek,
Bu yolda sâlike
böyle sülük etmek devadandır.
Tarîk-ı cezbedir
bunda erer tez menzile sâlik,
Ki bunda sâlikin
seyri tarîk-ı intifadandır.
Devamı zikrile samt
oldu Nakşibendîlerin kârı,
Anın çün bunların
feyzi hemân kalbi ciladandır.
Tarîk-ı
Nakşibend'in cümlesi âsân durur sanma,
Bu yolda can fedâ
etmek şurut-u iptidadandır.
Hazer kıl, dil
uzatma gel güruh-i nakşibendâna
Yakın bil kim
onlara ta'n edenler eşkıyadandır.
***
Her dideden gören o, her yüzden görünen o
Ey göz anı görmesen de görür seni sevdiğin
Sanma ansız bir dem var, her demdir o sana yar
Sen yar olmasan dahi yardı sana sevdiğin
İsteyen seni odur, sen anı istemesen
Dileyen senden ön o, sen anı dilemesen
Bildiren sana odur, sen anı bilmesen
Sen yar olmasan dahi yardır sana sevdiğin
Gafil olsan aşina sanma ki gafil odur
Ger dile ger dileme emrine kafil odur
Bi-gane sensin ana, bil sana vasıl odur
Sen yar olmasan dahi yardır sana sevdiğin
Sen müridim deme kim istemiş murad anın
Sen zakirim deme kim zikr eden o, yâd anın
Gamı şadıbir dem et, gam anındır şad anın
Sen yar olmasan dahi yardır sana sevdiğin
HULUSİ yardır gören baktığın ve gördüğün
Sen erdim deme ana ermiş sana erdiğin
Canını alan odur, yoluna can verdiğin
Sen yar olmasan dahi yardır sana sevdiğin[68]
O’NUN HAKKINDA SÖYLENMİŞ KELAMLAR
Hacı
Hasan Efendi mürşitlerine karşı çok saygılı ve onların halini yaşamayı
kendisine hedef edinmiş bir insandı. Kendisi hakkında Gavs-ül âzam Hacı İsmail
Hakkı İhrâmî Sivasî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz (hyt. 1969) buyururdu ki;
"Edep
öğrenmek isteyen Hacı Hasan'ımın yanına gitsin."
***
Darendeli
Hacı Emin kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz Efendi [69]
buyurdu ki;
“Şeyhimin ve halifelerinin sözlerini benim zekâm
kavrayamadı. Fakat Hacı Hasan ve Hacı Hulusi kuddise sırruhu’l-azîzân
Efendiler, yalnız ve beraber oldular. Şeyhimizin ve kendi sırlarını toprağa
gömdüler. Şeyhimizin muhabbetiyle dünyada şuyum, buyum demeden ahirete temiz
göçtüler. Şimdi berzâh âleminde şeyhimiz ile beraberler.”
****
Gülbaba Cavit KAYHAN ise,
halifeleri hakkında şöyle demiştir.
“Efendi, azîz-i vakittir.
Halifelerinin çok olması lazımdır. Şarttır. Halifeleri Pirlerine kemali
sadakatlerinden gizlenmiş ve söylememişlerdirler.” [70]
****
O aziz insan dopdolu îman
Oldu hoş revan bağı rıdvan
İsmi Hasan'dı hulki hasendi
Fiili hasendi halk ı cihana.
Vech-i nurunda, Hakk huzurunda.
Her umurunda uydu Kur'an'a,
Gündüzü sâim, gecesi kâim,
Uydu her dâim, Hükm-ü Yezdan'a.
Üstadı kâmil, etmiş tekâmül,
Olmuştu dâhil, babı irfâna,
Gelse bir bi-mar, hâlin istifsar,
Eylerdi timar, hoş tabibâne.
Fikri sâibdi, Hakk'a talipdi,
Şevki galipti, feyzi Rahmân'a,
Âşık u sâdık, derdine lâyık,
Kazdılar kabrin kûyi cânâne.
Seyyid Hacı Hulusi Ateş
Kaddese’llâhü sırrah’ül azîz
SALAVÂT-I ŞERİFELER
Hacı Hasan
Akyol Efendinin günlük olarak okuduğu salavâtı şerifeleridir.
Farzdan sonra
11 adet
اللّٰـهُمَّ صَلِّ وَسَــلِّمْ وَ بَارِكْ عَلَى مَولاَناَ
مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اٰلِهِ فيٖ كُـلِّ لَـمْحَةٍ وَ نَفَسٍ عَدَدَ مَا وَسِعَهُ
عِلمِكَ
“Allahümme
salli ve sellim ve bârik âlâ mevlânâ Muhammedin ve âlâ âlihî fi külli lemhatin
ve nefesin adede mâ vesiahû ilmike. Âmin.” [71]
اللّٰــهُمَّ اِنِّي اُقَّدِمُ اِلَيْكَ بَيْنَ يّدَيَّ
كُـلِّ نَفْسٍ وَ لَـمْحَةٍ طَرْفَةٍ
يَطْرِفُ بِهَا اَهْلِ السَّموَاتِ وَاَهْلِ الْاَرْضِ كُـلِّ شَيْءٍ هُوَ فِي عِلْمِكَ كَائِنٌ وَ قَدْ كَانَ
اُقَّدِمُ اِلَيْكَ بَيْنَ يّدَيَّ ذٰلِـكَ كُـلِّهِ اللّٰــهُمَّ صَلِّ وَسَلِّـمْ
عَلَى سَـــيِّدِنَا مُحَمَّد´ ٱلـسَّـابِـقِ اِلىَ اْلأَنـاَمِ نُــورُهُ رَحْـمَةٌ لِلْــعَالَمِينَ ظُــهُورُهُ عَـدَدَ مَـنْ مَضٰى مِـنَ
الْــبَرِيَّـةِ وَ مَـنْ بَــقِيَ وَ مَـنْ سَـعِدَ مِنْــهُمْ وَ مَـنْ شَقِيَ
صَلاَةً تَسْـتَــغْـرِقُ الْــعَـدَّ وَ تُحِيطُ بِالْحَدِّ صَـلاَةً لاَ
غَايـَةَ لَــهَا وَ لاَ إِنْـتِــهۤاءَ لَـهَا وَ لاَ أَمَـدَ لَـهَا وَ لاَ
انْـقِـضۤاءَ لَـهَا صَلاَتَـكَ ٱلَّتِى صَلَّـيْتَ بِـهَا عَلَـيْهِ صَــلاَةً
دۤائِــمَـةً وَ عَـلىَ اٰلِــهٖ وَصَـحْــبِهٖ وَعِتْرَتِـهٖ مِـثْــلَ ذٰلِـكَ
“Allahümme
innî ükaddimü ileyke beyne yedeyye külli nefsin ve lemhatin ve tarfetin yatrifü
bihâ ehli’s-semâvâti ve ehli’l-ardı ve külli şey'in hüve fî ilmike kâinün ev
kad kâne ükaddimü ileyke beyne yedeyye zâlike küllihî.
Allahümme
salli ve sellim âlâ seyyidinâ Muhammedini's-sâbiki ile'l-enâmi nûruhû rahmeten
lil'alemine zuhuruhû adede men medâ mine'l-beriyyeti ve men bakiye ve men
sa-ide minhüm ve men sakiye salâten testağriku'l-adde ve tühîtü bil hatti
salâten lâ gayete lehâ velâ-intehâelehâ velâ emede lehâ vele'n
kıdâ lehâ salâteke'lletî salleyte bihâ aleyhi salâten dâimen ve âlâ âlihî ve
sahbihî ve ıtretihî misle zâlike.” (Evrâd-ı
Behâiyye'nin son salâvat-ı şerifesi)
SALÂT-I NÂRİYE (TEFRİCİYE)
Günlük olarak da 41 defa okunacak
اَللـَّهُمَّ صَلِّ صَـلاَ ةً كَـامِـلَةً وَ سَـلِّـمْ
سَـلاَمـًا تَـامًّا عَلَى سَيِّدِناَ مُحَـمَّد´ ٱلَّذي تَـنْحَـلُّ بِـه اْلـعُـقَدُ وَ تَـنْفَـرِجُ بِـه اْلـكُـرَبُ وَ تُـقْـضَـى بِـه
اْلـحَوَائــِجُ وَ تُـنَـالُ بِـه الـرَّغَـائِــبُ وَ حُـسْـنُ اْلـخَــوَاتِـمُ
وَ يُسْـتَـسْقَـى اْلـغَـمـَامُ
بِوَجْهِـهِ اْلـكَـريـمِ وَ
عَـلىَ اٰلِـه وَصَـحْـــبِه
في كُـلِّ لَـمْحَةٍ وَ نَفَسٍ
بِعَدَدِ كُـلِّ مَعْلوُمٍ لَكَ
“Allahümme
salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen âlâ seyyidinâ Muhammedini 'llezî
tenhallü bihil'ukadü ve tenfericü bi-hilkürebi ve tukdâ bihil havâicü ve tünâlü
bihi'r-ragâibü ve hüsnü'l-havâtimi ve yüsteskal gamâmü bi vechihil kerimi ve
âlâ âlihî ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lûmin leke.” [72]
SALÂT-I FÂTİH
21 defa okunacak
اَللـَّهُمَّ صَلِّ
عَلى¨
مُحَـمَّد´
اْلـفَـاتِــحِ لِـمَـا اُغْــلِقَ وَ اْلــخَـاتِـمِ لِـمـَا سَـبـبَـقَ
نَـاصِـرِ اْلـحَـقِّ بِـاْلـحَّـقِّ وَ اْلـهَـاديِ اِلَى صِـرَاطِكَ اْلمُـسْتَقِـيمِ
وَ عَلَى اٰلِـه حَـقَّ قَـدْرِ ه وَ مِـقْدَارِ ه اْلعَـظِيـمِ
Allahümme
salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedini'l-fâtihi limâ
uğlika vel hâtimi lima sebaka nâsırı'l-hakkı bi’l hakkı ve’l hadi ilâ sıratike'l-müstekîmi
ve alâ âlihî hakka kadrihi ve mikdârihi'l-âzimi” [73]
SALÂT-I
NACİYE (MÜNCİYE)
اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
صَلاَةً تُنْجِينَا بِهَا مِنْ جَمِيعِ الأَهْوَالِ وَالآفَاتِ وَتَقْضِي لَنَا
بِهَا جَمِيعَ الْحَاجَاتِ وَتْطَهِّرُنَا بِهَا مِنْ جَمِيعِ السَّيِّئاتِ
وَتَرْفَعُنَا بِهَا عِنْدَكَ أَعْلَى الدَّرَجَاتِ وَتُبَلِّغُنَا بِهَا أَقْصَى
الْغَايَاتِ مِنْ جَمِيعِ الْخَيْرَاتِ فِي الْحَيَاةِ وَبَعْدَ الْمَمَاتِ.
“Allahümme salli ve sellim
alâ seyyidinâ Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min cemî’l ehvâli vel âfât ve
takdilenâ bihâ cemî'al hâ-câti ve tütahhirüna bihâ min cemi'ısseyyiât ve
terfeunâ bihâ a'let-derecâti ve tübelliğunâ aksa'I-gâyâti min cemî'ılhayrâti fil
hayati ve ba'del memâti.”[74]
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا
مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَدَوَاۤئِهَا
وَعَافِيَةِ اْلاَبْدَانِ
وَشِفَاۤئِهَا وَنُورِ اْلاَبْصَارِ وَضِيَاۤئِهَا
وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ
وَسَلِّم
“Allahumme salli alâ seyyidinê Muhammedin Tıbbil kulûbi ve devâihâ ve
âfiyetil ebdâni ve şifâihâ ve nuril ebsâri ve ziyâihâ ve alâ âlihî ve sahbihî
ve sellim” [75]
SALAVÂT-I MELEVÂN
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا
مُحَمَّدٍ كُـلَّ مَا اخْتَلَفَ الْمَلَوَانِ وَ تَعاَقَبَ
الْعَصْرَانِ وَ كَرَّرَ الْجَدِيدَانِ وَ اسْتَقْبَلَ الْفَرْقَدَانِ وَ بَلْلِغْ
رُوحَهُ وَ اَرْوَاحَ اَهْلِ بَيْتِهِ مِنَّا التَّحِيَّةَ وَ السَّلَامَ وَ ارْحَمْ
وَ بَارِكْ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِمْ تَسْلِيِماً كَثِيرًا كَثِيرًا
“Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin külle ma-htelefel-melevani
ve teakabel-asarani ve kerraral-cedidâni vestekbelel-ferkadâni ve belliğ ruhahu
ve ervaha ehl-i beytihi minnat-tahiyyete vesselame verham ve barik ve sellim
aleyhi ve aleyhim teslimen kesiran kesira.”[76]
SALAVÂT-I ŞERİFE
اللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ كُلِّ دَاءٍ وَ دَوَاءٍ وَبَارِكْ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ عَلَيْهِمْ
كَثِيرًا كَثِيرًا وَ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى
جَمِيعِ اْلأنْبِيَاءِ وَالْمُرْسَلِينَ وَ عَلٰى كُلٍّ
اَجْمَعِينَ وَ الْحَمْدُ لِلَّهِ
رَبِّ الْـعَـالَمـِيـنَ
“Allahümme
salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin bi
âdedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîren kesîra ve
salli ve sellim alâ cemî'ıl enbiyâi ve'l mürselin ve âli küllin ecmeîn ve'l
hamdülillâhi Rabbil âlemin.” [77]
SALÂVAT-I ŞİFÂ
اَللّهُمَّ صَلِّ
عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَ دَوَائِهَا وَ عَافِيَةِ اْلاَبْدَان وَ
شِفَائِهَا وَ
نُورِاْلاَبْصَارِ وَ ضِيَائِهَا وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ
“Allahümme
salli ve sellim alâ
seyyidinâ Muhammedin tıbbe'l-kulûbi ve devâihâ ve âfiyetil-ebdâni ve şifâihâ ve
nûrü'l-ebsâri ve ziyâihâ ve alâ âlihî ve sahbini ve sellim.”[78]
YEMEK
YERKEN OKUNACAK SALÂVAT
اَللّهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا
مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ طَيِّبْ اَرْزَقْنَا وَ حَسِّنْ اَخْلاَقَنَا
“Allahümme
salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin tayyib
erzaknâ ve hassin ahlâkânâ.” [79]
EZAN DUASI
اَللّهُمَّ رَبَّ هٰذِهٖ الدَّعْوَةِ
التَّامَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا نِِ الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ
وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الذِي وَعَدْتَهُ حَلَّتْ لَهُ شَفَاعَتِي
يَوْمَ الْقِيَامَةِ اِنَّكَ لاَ
تُخْلِفُ الْمِيعَادَ لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلَّابِاللّٰهِ الْعَلِيِّ الْعَظِیمِ
“Allahümme Rabbe hâzihi'd-da'veti't-tâmme ve's-Salâti'l-kâimeti
âti Muhammedeni’l-vesîlete vel fadîlete ve'd derecete'r-refiate veb'-ashü
makâmen Mahmudene'llezî veadtehû hallet lehû şefaati yevme'l-kıyâmeti
inneke lâ tuhlifü'l-mîâd lâ havle velâ kuvvete illâ bil-lahi'l-aliyyil'azîm.”[80]
SALAVÂT-I AZİMİYYE[81]
اللَّهُمَّ إِنِّي
أَسْأَلُكَ بِنُورِ وَجْهِ اللّٰهِ الْعَظِيمِ الَّذِي مَلَأَ
أَرْكَانَ عَرْشِ اللّٰهِ الْعَظِيمِ وَقَامَتْ بِهِ عَوَالِمُ اللّٰهِ الْعَظِيمِ أَنْ
تُصَلِّيَ عَلَى مَوْلاَنَا مُحَمَّدٍ ذِي الْقَدْرِ الْعَظِيمِ وَعَلَى آلِ
نَبِيِّ اللّٰهِ الْعَظِيمِ بِقَدْرِ
ذَاتِ اللّٰهِ الْعَظِيمِ فِي كُلِّ
لَمْحَةٍ وَنَفَسٍ عَدَد مَا فِي عِلْمِ اللّٰهِ الْعَظِيمِ صَلاَةً دَائِمَةً
بِدَوَامِ اللّٰهِ الْعَظِيمِ تَعْظِيماً لِحَقِّكَ يَا مَوْلاَنَا يَا
مُحَمَّدُ يَا ذَا الْخُلُقِ الْعَظِيمِ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلَى آلِهِ مِثْلَ
ذَلِكَ وَاجْمَعْ بَيْنِي وَبَيْنَهُ كَمَا جَمَعْتَ بَيْنَ الرُّوحِ وَالنَّفْسِ
ظَاهِراً وَبَاطِناً يَقَظَةً وَمَنَاماً وَاجْعَلْهُ يَا رَبِّ رُوحاً لِذَاتِي
مِنْ جَمِيعِ الْوُجُوهِ فِي الدُّنْيَا قَبْلَ الآخِرَةِ يَا عَظِيمُ.
“Allahümme
innî es'elüke (innâ nes'elüke) binûri vechillâhil azîm. Ellezî melee erkâne
arşillâhil azîm. Ve kaamet bihî avâlimullâhil azîm. En tüsalliye alâ mevlânâ
muhammedin zilkad-ril azîm. Ve alâ âli nebiyyillâhil azîm. Bikaderi azameti
zâtîllâhilazîm. Fî külli lemhatin ve nefesin adede mâ fî ilmillâhil azîm.
Salâten dâimeten bidevâmillâhil azîm. Ta'zîmen lihakkıke yâ mevlânâ yâ Muhammedü
yâ zel hulûkıl azîm. Ve sellim aleyhi ve alâ âlin. Misle zâlik vemâ beynenâ ve
beyneh. Kemâ cemağte beynerrûhı vennefs. Zahiren ve bâtınen yekazaten ve
menâmâ. Vec'alhü yâ rabbi rûhan lizâtinâ min cemî'ıl vücûh. Fiddünyâ
kablel'âhıre. Yâ azîm”[82]
NAMAZIN
SONUNDAKİ DUASI
اللَّهُمَّ رَبـَّناَ تَـقَــبّـَلْ مِنَّا صَلاَتَنَا
وَصَلاَةً مَقْبوُلَةً كَامِلَةً كَماَ
تَقَبَّلْتَ مِنْ عِبَادِكَ
الصَّالِحّيِنَ اللَّهُمَّ يَا
رَبِّ بِجاَهِ نَبِيِّكَ المُصْطَفّىٰ وَرَسُولِكَ
الْمُرْتضىٰ طَهِّرْ قُلُبَنَا مِنْ كُلِّ وَصْفٍ يُبَاعِدْنَا عَنْ مُشَاهَدَتِكَ وَ مَحَبَّتِكَ وَ اَمِتْنَا عَلٰى
السُّنَّةِ وَالْجَمَاعَةِ وَالشَّوْقِ الىٰ لِقَائِكَ يَا ذَا
الْجَلاَلِ وَالإِكْرَامِ وَ صلَّى اللّٰهُ سَيِّدِنَا وَ مَوْلاَنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى
اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّم تَسْليِمًا
جَزَا اللّٰهُ عَنَّا سَيِّدِنَا مُحَمَّداً صلَّى
اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا هُوَ أَهْلُهُ
“Allahümme Rabbena tekabbel minnâ salâtenâ ve salâtî makbuleten kâmileten
kema tekabbelte min ibadike's-Salihîne.”
“Allahümme yâ Rabbi bicâhi Nebiyyike'l-Mustafa ve
Resûlükel-Murteza tahhir kulube- nâ min külli vasfın yübaidnâ an müşahedetike
ve mehabbetike ve emitnâ ale's-Sünneti ve'l-cemâati ve'ş-şevki ilâ likâike yâzel
Celâli ve'l-ikrâm ve sallâllahü alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin ve alâ
âlihî ve sahbihî ve sellim teslimen.
Cezâ’llâhü annâ seyyidinâ Muhammedin sallâllahü aleyhi ve
selleme bî mâ hüve ehlehû.”[83]
SALAVÂT-I EBEDİYYE
اللَّهُمَّ صَلِّ
عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّد في الأَوَّلِينَ وَالآخِرِينَ وَفِي
الْمَلأِ الأَعْلَى إِلَى يَوْمِ الْدِّينِ.
ِ”Allâhümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli
seyyidinâ Muhammedin fil'evvelîne vel'âhirine ve filmele'il'aîâ ilâ yevmiddîn”[84]
SALAVÂT-I İLMİYYE
اللّٰـهُمَّ صَلِّ وَسَــلِّمْ عَلَى
سَـــيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اٰلِ سَــيِّدِنَا مُحَمَّدٍ فيٖ كُـلِّ
بِعَدَدِ عِلْمِكَ
“Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ
seyyidinâ Muhammedin bi adedi ılmike”[85]
SALAVÂT- ZATİYYE
اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى رُوحِ مُحَمَّدٍ
فِي الأَرْوَاحِ وَعَلَى جَسَدِهِ فِي الأَجْسَادِ وَعَلى قَبْرِهِ فِي القبورِ.
“Allahümme sali ala ruhi Muhammedin fil ervâhi, ve ala cesedihi
fil ecsadi, ve ala kabrihi fil kubur”[86]
KUR’ÂN-I KERİM’E BAŞLAMA DUASI
اَللَّهُمَّ بِالْحَقِّ
اَنْزَلْتَهُ وَ بِالْحِقِّ نَزَلَ اَللَهُمَّ عَظِّمْ رَغْبَتِى
فِيهِ وَاجْعَلْهُ نُورًا لِبَصِرِى وَبَصِيرَتِى وَشِفَاءً
لِصِدْرِى اَللَهُمّ زَيِّنْ بِهِ لِسَانِى وَجَمِّلْ
بِهِ وَجْهِى وَقَوِّ بِهِ جَسَدِى وَكَفِّرْ بِهِ
ذُنُوبِى وَارْزُقْنِى تِلاَوَتَهُ عَلَى طَاعَتِكَ آنَاءَ اللَّيْلِ وَ اَطْرَافَ
النَّهَارْ وَاحْشُرْنَا مَعَ النَّبِىِّ وَآلِهِ الْاَخْيَارِ وَ ݒیِرَانِ
الْعِظَامِ
“Allahümme bil hakkı enzeltehû
ve bil hakkı nezel, Allahümme azzim rağbetî fîhi ve'calhü nuren li basarî ve
şifaen lisadrî Allahümme zeyyin bihî lisânî ve cemmil bihî vechî ve kavvi bihî
cesedî ver-zuknî tiiâvetehû alâ tâatike enâelleyli ve etrâfe'n-nehâri vahşürnî maan
Nebi Sallâllahü Teâlâ aleyhi ve selleme ve âlihî’l ahyâre ve pîrân-ıl izâm.” [87]
EVRÂD-I BEHÂİYYE (KUDSÎ DUA)
Türkelili
Mevlana Küçük Hüseyin Özdemir Efendinin hatıratında Evrâd-ı Behâiyye ile ilgili
olarak Hacı Hasan Akyol Efendinin beyanlarını burada yazmak uygun görüldü. Senelerdir
ihvan-ı kirâm tarafından Evrâd-ı Şerifin Şah Nakşibend kaddese’llâhü
sırrahu’l azîzin bir tertibi olduğu bilinse de, Mevlana Halid Bağdadî kaddese’llâhü
sırrahu’l azîz ve öncesi dönem eserlerde bu Evrâddan bahsin olmaması bu Evrâdın
üzerinde çok şeylerin kâmil olarak bilinmediği ve bir sır perdesinin varlığını
göstermektedir. Ayrıca Evrâd okuma izni
zor alınan izinlerdendir. Zamanımız itibarı ilede çok şeylerin serbest
bırakılması veya aşikâr olması Allah Teâlâ’nın pirân efendilere verdiği
ruhsatların genişliğini de göstermektedir.
Evrâd-ı
Bahâiyye Hakkında Sefine-i Evliya Kitabında Hüseyin Vassaf Efendi şu notu
aktarmaktadır.
[Sonradan
yazılmış, ancak bazı kısımları okunamayan bir not şöyledir:
"Evrâd-ı
Behâiyye, Hz. Şâh-ı Nakşıbend'in değildir. Müstakîm-zâde, Dîvân-ı Ali Şerhi'nin
matbu' nüshasının ... sahîfesinde bahs
ediyor. Bunun müellif …….sahibi Bahâeddîn-i
Amil'dir. Gümüşhâheli tab' ettirmiştir.
Mecmûatü'I-Ahzâb'da
yazmış ise de, Hz. Pîr'in değildir. Hz. Müstakîmzâde tertibiyle de Hz. Pîr'in
değildir. Bazı meşâyıh…… "][88]
Belirteceğimiz
bilgi ile Hacı Hasan Akyol Efendinin Evrâd-ı şerif hakkındaki keşfî ve ilhamî
bilgisinin doğruluğunu göstermektedir.
Türkelili
Mevlana Küçük Hüseyin Özdemir Efendinin hatıratında bu konu şu şekilde geçmektedir.
[Mürşidimizin
beldemiz halifesi sülûk dersimi tekmil eden 1966 da Mekke’de Abdulmuttalib
evinde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin doğduğu evde ilk
tevhit dersime başlamaya vesile olan Hacı Tasin [89]
Efendi ile Sivas’a Mürşidimizi ziyarete beraber gittik. İstanbul’dan
Sivas’a kadar otobüste öğütlerini dinledim. Geçmişten gelecekten haberdar etti.
Bize evvelce huzurlu sohbetlerimiz gibi saatlerce huzurumu tazeletti. Birde
müjde verdi dedi ki:
“Kişi sevdiğini
mahşerde şeyhine böyle getirecek, aramızda gizli sır kalmadı. Ağzına girene
dikkat et ahretine kefilim, dedi.
Sivas’ta Mürşidimizin kabrini ziyaretten sonra Mürşidimizin halifesi Hacı Hasan
Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l aziz efendim Sivas Meydan Camii karşısındaki
evine gittik. Bize çay yaptırdı, çaylarını verdim, diyeceği sözünü beklerken,
Hacı Hasan Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim, Hacı Tasin Efendinin
dizi üzerine elini koydu.
“Benim dertli
gardaşım hapse atıldık, çile çektik.
Tırnaklarım söküldü, şeyhimin sırrını demedik, değil mi? diye iki dost şeyhimizin iki halifesi biri birbirine
şeyhimizin sır dostu olduklarını dert ortağı olduklarını aşikâr ettiler. Hapis
cezalarından sonrada Evrâd-ı Behâiyye ve sohbet suçlarından gözaltında daima
suçları ile ömür boyu suçlu şeyhimizin iki halifesinin sohbetleri ile huzurlu
saatlerim devam ile çaylarını verip sohbetlerini sevinçle dinliyordum sözleri
kadar sukutları da hoş idi. Hacı Hasan Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz
efendim dostuna döndü, dedi ki:
“Ebûbekir
Sıddık da Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizle can pazarına
çıktı. Mağaraya girince Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz sır
dostuna sırrını açtı “korkma üçüncümüz Allah Teâlâ bizimle”, Ebûbekir
radiyallâhü anhda ise Mekkeliler muhakkak gelir endişesi vardı ve dedi ki:
“Ya Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem bir değil, canım bin olsun, gam yemem. Fakat sana
zarar gelirse, bu dini kim tamamlayacak endişem var” dediği anda ayağını yılan ısırdı. Isırılan yere
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz mübarek ağzından parmağını
ısladı ve mübarek parmağını sürdü,
“Yum gözlerini
tevhidi bin defa tekrar et” buyurdu.
Ebûbekir radiyallâhü anh tevhit zincirinin ilk halkası oldu. Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz
“Aç gözlerini
yukarı bak gördüklerini söyleyeyim. Şu gördüğün derya havz-u kevserim, üzerindeki
gemi, buna muhabetin içindeki âdem, cennet hurisi, öbür tarafı cennet bahçesi” buyruklarını aşikâr gördü. Beyt-ul’mamurda yazılmış
üzerinde yazılı olan Evrâd-ı Behâiyyeyi okudu, imanı şahlandı hüzün gitti huzur
geldi. Allah Teâlâ varlığını nebilere vahiy ile Ebûbekir radiyallâhü anha
beyt’ul-mamur da yazılı Evrâd-ı Behâiyyede “ni’mel Mevla ve ni’me’n-nasîr”
ayeti ile aşikâr etti. Şah Muhammed Behaüddin kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz bu
lütfu ilahiyi tezekkürüne devam etti Allah Teâlâ Bahaddine de lutf etti.
Tevhitle imanı şahlandı. Beyt’ül-mamuru gördü. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellem efendimiz göründü. “Behaüddin beytülmamuru gördün değil mi?” üzerindeki
yazılan yazıyı Evrâd-ı Behâiyyeyi oku ezberle müridlerine öğret” dedi.
Sonra Hacı Hasan Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim yukarı baktı “Allah
Teâlâ has kullara halen gösteriyor” dedi gözleri şimşek gibi çaktı, başını
eğdi havası aşikâr oldu, başını kaldırdı dedi ki:
“Şeyhim Evrâd-ı
Behâiyyeyi Şam’da bastırdı, çoğalttı. Sülûk
gören ihvana hediye etti,” diyen mürşidim has kul olduğunu böyle aşikâr
etti. Rabbimin has kulu mürşidim Hacı Hasan Darendevî kaddese’llâhü
sırrahu’l-aziz efendim şeyhim efendimin ikramı olduğuna inancımla görmeyi ben
aciz kuluna nasib etti, Elhamdüli’llâh.
Ebubekir sıddık
radiyallâhü anh ve pirimiz Şah Muhammed Bahaeddin kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz
gibi beytül mamuru gördüğünü üzerinde yazılan yazı Evrâd-ı Behâiyyeyi bastırdı
çoğalttı. Sülük tekmil eden ihvanlara hediye etti ve mürşidim dedi ki; Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem manen göründü ve
“Bahaddin
beyt-ül mamuru gördün değil mi? Üzerinde
yazılan Evrâd-ı Behâiyyeyi oku, ezberle muritlerine öğret” söylediğini
aşikâr etti.
“Evrâdı Behâiyyeyi
oku. Yazılanların hepsi duadan ibarettir. Dua ömrü uzatır, rızkı çoğaltır” sözünü tekrar etti. Mürşidimiz Gavs-ül Âzam İhramcızâde
İsmail Hakkı Efendi de ayrıca buyurmuş ki!
“Gardaşlarım
dua edin. Her şeyi Allah Teâlâ’dan isteyin bizi de Allah Teâlâ’dan isteyin. Bu
dua ile tedbir eden hakk takdir eder. Tedbir almak takdire saygılı olmak
yakınlığa vesile olan edeptir.”
KİTAP YAZILIRKEN FAYDALANILAN ESERLER
ALTUNTAŞ İsmail Hakkı Gavs-ül Âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Sivasî
Nakşi Haki Tarikati İlm-i Ledün Sırları [Kitap]. - İstanbul : Gözde
Matbaa, 2007.
ALTUNTAŞ İsmail Hakkı
Kutsi Dua ve Kaside-i Ercuze [Kitap]. - İstanbul : Gözde Matbaa,
2005.
ÇINAR Fatih Hacı
Hasan Efendi Hayatı ve Tasavvuf Anlayışı [Kitap]. - Sivas : [s.n.],
2005.
Hacı Hasan AKYOL hzl: Kadir MERAL İslam ve Ahlâkı [Kitap]. - Sivas : [s.n.], 1987.
Muhammed ibn-i Hüseyin es Sülemi trc:Süleyman ATEŞ Sülemi Risaleleri [Kitap]. - Ankara : Ankara
Üniversitesi Basımevi, 1981.
ÖZDEMİR Türkelili Hüseyin
Hicreti Rasülüllah [Kitap]. - İstanbul : [s.n.], 2009.
ÖZDEMİR Türkelili Hüseyin
Ölmeyen Dostluk [Kitap]. - İstanbul : Gözde Matbaacılık, 2008.
VASSAF Osmanzade Hüseyin ve hzl. Prof.Dr. Mehmet AKKUŞ-
Prof.Dr. Ali YILMAZ Sefine-i Evliya
[Kitap]. - İstanbul : [s.n.], 2006.
اوراد قــدســية
بِسْـــمِ اللّٰـهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
جَمِيعِ حاَجَاتِي
اَنْتَ وَسِيلَـتِي قَـلَّتْ حِيلَـتِي أَدْرِكْنِي خُــذْ بِيَــدٖي يَا
سَــــيِّدٖي اعُــوذُ بِاللّٰـهِ منَ ٱلشّـــيْـطَانِ ٱلـرَّجِيمِ لَـقَدْ جۤاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ
انْفُسِكُمْ عَزٖيزٌ عَلَـيْهِ مَا عَنِـتُّـمْ حَرٖيصٌ عَلَـيْكُمْ
بِالْـمُـؤْمِـنِيـنَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ فَاِنْ تَوَلَّـوْا فَقُلْ حَسْبِيَ ٱللّٰـهُ
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُـوَ عَلَــيْهِ تَــوَكَّــلْـتُ وَهُـوَ رَبُّ الْعَـرْشِ
الْعَـظِــيمِ اَلسَّـــلاَمُ عَلَــيْكَ يَا نَبِـيَّ
ٱلـرَّحْمَةِ
اللّٰـهُـمَّ صَلِّ وَباَرِكْ عَـلَـيْهِ وَعَلَى اٰلـِهٖ وَصحْبِهٖ وَسَلِّمْ اَجْمَعِــينَ
صَـلَــوَات شَرٖيفَة {3} اسْتَــغْـفِـرُ اللّٰـه
{5} فَاتِـحَـةٌ شَـرٖيـفَة {1}
ربَّناَ آتِناَ منْ لدُنْكَ رَحْمَةً
وَهَـيِّئْ لَــنَامنْ اَمْرِناَرَشَدًا {3}
اِخْـلاَصِ شَـرٖيف {3}
صَـلَـوَات شَـرٖيفَـة {3}
Bu okuduklarımdan hâsıl olan ecir ve sevapları önce Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan
sevabı gelmiş bütün enbiyâ aleyhimüsselâtü vesselâm Efendilerimizin, âl-i ve
ehlibeyt ve Ashab-ı Güzin radiyallâhü anhüm ruhlarına hediye eyledim. Sonra
hâsıl olan sevabı Muhammed Bahâeddîn Nakşibend kuddise sırruhu’l-azîz
Efendimize hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı gelmiş ve geçmiş bütün
evliyanın ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı bizlere
hakikat ve marifet yolunu bizlere öğreten büyüklerimizin ve hâssaten …………………….Efendim
Hazretlerinin ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı mümin ve
müminâtın ruhaniyetlerine, hayatta bulunanların defteri âmallerine hediye
eyledim. Sonra Anne ve babamın, akrabamın ruhaniyetlerine, hayatta bulunanların
defteri âmallerine hediye eyledim.
Sonra ruhen ve kalben
اِنْـقَطَــعَ اٰمآلي مِنْ كلِّ
شَيْئٍ اِلاَّ مِنَ ٱللّٰهِ
[Emellerimi her
şeyden kesip sadece Allah Teâlâ´ya yöneldim.] cümlesini
düşünürsün.
اَللّٰـهُمَّ إِنّيِ أَسْأَلــُكَ وَ أَتـَوَجَّـهُ إِلَـيْكَ
بِنَبـِيّـِكَ مُحَمَّدٍ نَبِـيِّ ٱلرَّحْمَةِ يَا مُحَـمَّدُ إِنّـِي أَتَـــوَجَّــهُ بِـكَ اِلىٰ
رَبـِّي فيٖ حَاجَتِي لــِــتَــقْـضِيَ اَللّٰـهُمَّ شَـــــفِّــعْهُ فيٖ...
بِسْـــمِ اللّٰـهِ الرَّحْمٰنِ
الرَّحِيمِ
اللّٰـهُمَّ اَنْتَ الْمَلِكُ الْـحَيُّ
الْقَيُّومُ الْحَقُّ الْمُبِينُ ٱلَّذٖي لاۤ اِلٰـهَ الاَّ اَنْتَ اَنْتَ
ربِّىٖ خَلَــقْتَنىٖ واَناَ£
عَبْدُكَ وَاَنَا£
عَلَى عَـهْدِكَ وَ وَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ اَعـُوذُ بِكَ مِنْ شرِّ مَا صَنعْتُ
اَبـُوءُ لـَكَ بنـِعْمَـتِكَ عَلَـىَّ وَ اَبـُوءُ بــذَنـــْبـِي فَٱ غْفِـرْلىٖ
ذنوُبـِي فِانَّهُ لاَ يغْــفِـرُ الذُّنـــُوبَ إِلاَّ اَنْتَ سُــبْحَانَ
اللّٰهِ وَ اْلحَمْدُ لِلّٰهِ وَ لاۤ اِلٰـهَ إلاَّ اللّٰهُ وَ اللّٰهُ اَكْـبَرُ وَ
لاَ حَـوْلَ وَ لاَ قـوّ ةَ إلاَّ باللّٰـهِ اْلعَـلِىِّ اْلعَــظِيمِ هُوَ
اْلاَوَّلُ وَ اْلاٰخِرُ وَ ٱلظَّاهِرُ وَ الْبَاطِنُ وَ هُـوَ بِكُـلِّ شَيْئٍ
عَلِــيمٌ يُحْيِي و يمِيتُ وَ هُوَ حَيٌّ لاَ يَمُوتُ بيَـدِهٖ الـــْخـــَيْرُ
وَ هُوَ عَلىَ كُلِّ شَيْءٍ قَـــدٖيرٌ سُــبْحَانَكَ يَا عَــظِيــمُ
الْـمُــعَــظَّمُ سُــبْحَانَكَ يَا قَـيُّومُ الْمُكَرَّمُ سُــبْحَانَكَ يَا
بَاعِثُ سُــبْحَانَكَ يَا وَارِثُ سُــبْحَانَكَ يَا قَـادِرُ سُــبْحَانَكَ يَا
مقْـتَـدِرُ سُــبْحَانَكَ يَا عَالِمَ السِّــــرِّ وَ الْخَــفِــيَّاتِ
سُــبْحَانَكَ يَا بَاعِــثَ مَنْ فيٖ الْجَدَالَةِ وَ الْمُسْـمَـكَاتِ سُــبْحَانَكَ
يَا مُسْتَــعْـبَدَ جَــمِيـعِ الْخَـلآ ئِقِ سُــبْحَانَكَ يَا مُــقْــــدِّرَ
الْــوَجْـدِ وَ ٱلــصَّــوَافِقِ سُــبْحَانَكَ يَا مَـنْ لاَ تَــطْـرَأُ
عَــلَــيْهِ اْلاٰفــَاتُ سُــبْحَانَكَ يَا مُكَـوِّنَ اْلاَزْمِـنَةِ وَ
اْلأَوْقَاتِ عَـلاَ قــدْرُكَ وَتَـعَـالَــَــيْتَ عَمــَّا يَـقُــولُ
ٱلظّاَلِمـُـونَ عُــلُــوًّا كَبِـيرًا سُــبْحَانَكَ يَا مُـعْـتِـقَ ٱلرِّقاَبِ
سُــبْحَانَكَ يَا مُسَــــبِّبَ اْلأَسْـــبَابِ سُــبْحَانَكَ يَا حَّـيُ يَا
قَــيُّومُ وَ لاَ يَمُـوتُ سُــبْحَانَكَ يَا إِلٰهِي وَ اِلٰـهَ ٱلـنَّاسُوتِ
خَـلَـقْـتَـنَا رَبـَّنـَا بيَدِكَ وَ فَـضَّـلْـتَنـَا عَـلىَ كَـثـِـيرٍ مِـنْ
خَلْــقِكَ فَـلَـكَ الْحَـمْدُ وَ ٱلـــنَّــعْــمـۤاءُ وَلَـكَ ٱلــطَّـوْلُ وَ
اْلاٰلآءُ تبَارَكْتَ رَبـَّـنَا وَ تَعَالَـيـْتَ نَـسْـتـغْـفِــرُكَ وَ
نَــتوُبُ اِلَــيْكَ اَنْتَ الْاَوَّلُ فَـلاَ شَيْئَ قَـبْلَكَ وَ اَنْتَ الْاٰخِرُ
فَـلاَ شَــيْئَ بَـعْـدَكَ وَ اَنْتَ ٱلـظَّاهِــرُ فَـلاَ شَـــيْئَ
يُـشْـبِـهُـكَ وَ اَنْتَ الْــبَاطِـنُ فَـلاَ شَـيْئَ يرَاكَ وَ اَنْتَ
الْـوَاحِـدُ بـلاَ كـثــِيرٍ وَ اَنْتَ الْـقَادِرُ بـلاَ وَزٖيــرٍ وَ اَنْتَ
الْمُـدَبِـّرُ بِـلاَ مُشِـيرٍ قُــلِ ٱلـلّٰــهُمَّ مَالِكَ الْـمُـلْـكِ تُـؤْتــِي
الْـمُـلْـكَ مَـنْ تَشـۤاءُ وَ تَــنْزِعُ الْــمُلْـكَ مِمَّنْ تَشـۤاءُ وَ
تُــعِــزُّ مَنْ تَـشۤـاءُ وَ تُــذِلُّ مَـنْ تَـشـۤاءُ بِيَــدِكَ
الْـخَــيْـرُ اِنَّـكَ عَـلىَ كُــلِّ شَىْءٍ قَــدٖيرٌ تُولِــجُ ٱلَّــيْلَ فيٖ
ٱلــنَّــهَارِ وَ تُولِـــجُ ٱلــنَّهَارَ فيٖ ٱلَّــيْلِ وَ تُـخْرِجُ الْحَـيَّ
مِـنَ الْـمَـيِّتِ وَ تُـخْرِجُ الْمَـيِّتَ مِـنَ الْـحَـيِّ وَ تَــرْزُقُ
مَـنْ تَـشـۤاءُ بِــغَــيْرِ حِسَـابٍ سُــبْحَانَكَ يَا مَنِ احْتَجَبَ
فيٖ اْلاُؤلىٰ عَـنْ جَمِيعِ الْوَرٰى سُــبْحَانَكَ يَا مَـنْ تَرَدّٰى بِالْـوَقَارِ
وَ الْكِـبْريـۤاءِ سُــبْحَانَكَ يَا مَالِـكَ جَمِيــعِ اْلاَشْــيآءِ
سُــبْحَانَكَ يَا مَـنْ تَـعَـزَّزَ بِالْــقُدْرَةِ وَ الْعُـلىٰ سُــبْحَانَـكَ
يَا مَـنْ يَـعْـلَمُ مَـا فيٖ ٱلضَّـوَاحِي ٱلسَّــبْــعِ وَ الْحُـسْـنٰى وَ يَا
مَـنْ يَـعْـلَـمُ مـَا يَـتَــلَـجْلَــجُ فيٖ ٱلصُّدُورِ وَ اْلاَحْـشآءِ
سُــبْحَانَكَ يَا مَـنْ شَرَّفَ الْــعَرُوضَ عَـلىَ الْمُــدُنِ وَ الْـقُــرٰى
سُــبْحَانَكَ يَا مَـنْ يَعْـلَمُ مـَا تَـحْتَ الْجَـبوُبِ وَ الـثَّــرٰى
سُــبْحَانَكَ يَا مَـنْ تَـعَالىٰ وَ لَـطُــفَ عَـنْ أَنْ يُـرٰى تَـبـَارَكْتَ
رَبــَّنَا وَ تَـعَالَــيْتَ لاَ رَبَّ غَــيْـرُكَ وَ لاَ قَاهِـرَ سِـوَاكَ ٱلـلّٰــهُمَّ اَنْتَ الْمُـنْعِمُ
الْـمُفْضِلُ الْـمُـقـيِلُ ٱلشَّـكُورُ وَ اَشْــهَدُ انَّكَ اَنْتَ اللّٰهُ
ٱلَّذٖى لاۤ اِلٰـهَ الاَّ اَنْتَ
اَنْتَ رَبـّىٖ وَ رَبُّ كُـلِّ شَـْئٍ فَاطِــرُ ٱلسَّـــمٰـوَاتِ وَ اْلاَرْضِ عَالِـمُ الْـغَــيْبِ وَ ٱلشَّــهَادَةِ
الْـعَلِيُّ الْكَــبيرُ الْــمُتَعَالِ {طٰــسۤـمۤ طٰـــسۤ مَـرَجَ
الْبَحْـرَيــْنِ يَلْـتَـقِـيَانِ بَــيْنَــهُمَا بَـرْزَخٌ لاَ يَــبْغِــيَانِ} اللّٰهُ لاۤ اِلٰـهَ اِلاَّ هُـوَ الْـحَىُّ
الْقَــيُّومُ لاَ تَـاْخُذُهُ سِـنَـةٌ وَ لاَ نَـوْمٌ لَهُ مَـا فيٖ
ٱلسَّـمٰـوَاتِ وَ مَـا فيٖ اْلاَرْضِ مَـنْ ذَ£ا ٱلَّذٖى يَشْــفَــعُ عِـنْـدَهُ الاَّ
بِاِذْنِـهٖ يَـعْـلَمُ مَا بَـيْـنَ اَيـْديـهِـمْ وَ مَـا خَـلْـفَـهُـمْ وَ لاَ
يُـحِيطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِهٖ اِلاَّ بِمَا شَـۤاءَ وَسِـــعَ كُرْسِــيُّهُ
ٱلسَّـــمٰـوَاتِ وَ اْلاَرْضَ وَ لاَ يَــؤُدُهُ حِفْـظُــهُـمَا وَ هُـوَ
الْــعَــلِيُّ الْـعَـظِــيمُ حٰـمۤ
حٰـمۤ حٰـمۤ حٰـمۤ حٰـمۤ حٰـمۤ حٰـمۤ حُـمَّ اْلاَمـْـرُ وَ جـۤاءَ ٱلــنَّـصْــرُ فَعَلَــيْنَا
لاَ يُنْصَــروُنَ حٰـمۤ تَـنْـزٖيلُ الْكِتَابِ مِنَ ٱللّٰهِ الْـعَـزٖيزِ
الْـعَلِيـمِ غَافِرِ ٱلـذَّنـــْبِ وَ قَابِلِ ٱلـتَّــوْبِ شَـدٖيدِ
الْـعِـقَابِ ذٖى ٱلـطَّـــوْلِ لاۤ اِلٰـهَ اِلاَّ هُـوَ اِلَيْهِ الْـمَصِيـرُ
يَـفْـعَـلُ ٱللّٰـهُ ماَ يَشـۤاءُ بِـقُدْرَتـِهٖ وَيــَحْكُمُ مَا يُرٖيدُ
بِعِـزَّتِـهٖ وَ لاَمـُنـَازِعَ لَهُ فيٖ جَــبَـرُوتـِهٖ وَ لاَشَـرِيكَ لَهُ
فيٖ مُلْــكِهٖ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَ بِحَمْدِهٖ لاَ قُـــوَّةَ اِلاَّ با للّٰهِ
مَا شـۤاءَ ٱللّٰـهُ كَانَ وَ مَا لَمْ يَـشَـأْ لَمْ يَكُنْ أَعْـلَــمُ اَنَّ
ٱللّٰهَ عَـلىَ كُــلِّ شَىْءٍ قَــدٖيرٌ وَ اَنَّ ٱللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُـلِّ
شَىْءٍ عِـلْـمًا اللّٰــهُمَّ لاَ تَـقْـتُـلْـنـَا بِغَضَبِكَ وَ لاَ
تُـهْلِـكْنـَا بِمَثُــلاَتِـكَ وَ عَافِـنـَا قَــبْـلَ ذَالِـكَ سُــبْحَانَ
الْمَــلِـكِ الْـقُــدُّوسِ سُــبْحَانَ ذٖى اْلمُــلْـكِ وَ الْمَــلَــكُوتِ
سُــبْحَانَ ذٖى الْعِـزَّةِ وَ الْعَـظَـمَةِ وَ الْـــجـَـبَـرُوتِ سُــبْحَانَ
الْمَـلِـكِ الْـحــَيِّ ٱلَّذٖي لاَ يَنـَامُ وَ لاَ يَـمُوتُ سُـــبُّوحٌ قُدُّوسٌ
رَبـُّنـَا وَ رَبُّ اْلمَلــۤـئِكَةِ وَ ٱلرُّوحِ اللّٰــهُمَّ عَلِّمْنـَا مِنْ
عِلْمِكَ وَ فَــهِّـمْـنـَا عَـنْـكَ وَ قَــلِّـدْنَا بِصَـمْـصَامِ نَـصْرِكَ
اللّٰـهُمَّ اجْـعَـلْـنَا لَـكَ شَاكِـراً وَ لَـكَ ذَاكِـراً وَ لَـكَ رَاهِـباً
وَ لَـكَ مِـطْــوَاعاً وَ لَـكَ مُـخْـبِتًا وَ اِلَـيْـكَ اَوَّاهًا مُنِيبًا
اللّٰــهُمَّ تَـقَـبَّـلْ تَـوْبــَتَـنـَا وَ اَغْسِـلْ حَـوْبــَتَـنـَا وَ
سَــدِّدْ مَـقَاوِلَنـَا وَ اسْـلُـلْ سَـخيِـمَـةَ صُــدُورِنـاَ وَ اَذْهِـبِ
ٱلـدَّخَلَ وَ ٱلـذَّحَلَ وَ ٱلـرَّانَ وَ اْلاِحْـنَـةَ مِـنْ قُــلُوبِـنَا
اللّٰـهُمَّ إِنــَّا نَـعُـوذُ بِـكَ مِـنْ جُـدَاعِ اْلفُـجۤاءَةِ وَ مِـنْ
حَـرْقِ اْلمَـأْنــُوسَةِ وَ مِـنَ اْلاِلـــْحـَادِ وَ الْغِـرَّةِ وَ مِـنَ
الْـجَـمِّ وَ الْـعَــنَـتِ وَ مِـنَ اْلأُمـُورِ الْمُـطَـمِّـرَاتِ اللّٰـهُمَّ
اقْسِمْ لَنـَا مِـنْ خَشْـيَتـِكَ مَا تَـحُولُ بِـهٖ بَـيْـنَــنـَا وَ بَـيْـنَ
مَـعَاصِـيـكَ وَ مِـنْ طَاعَـتِكَ مَا تُدْخِـلُـنَا بِـهٖ اِلَى حَـظِيرَةِ
الْقُدُسِ وَ مِنَ الْيَــقِيـنِ مَا تُـهَـوِّنُ بِـهٖ عَـلَـيْنـَا مُصِيبَاتِ
ٱلـدُّنْـيَا وَ اْلاٰخِـرَةِ وَ احْشُـرْنــَا مَـعَ خَـيْـرِ اْلاَشـَاوِذِ وَ
مَـتِّـعْـنَا بِاَسْـمَاعِـنَا وَ اَبــْصـَارِنـاَ وَ قُــوَّتَــِنَا مَا
أَحْـيَـيْـتَـنَا وَ اجْـعَـلْهُ الْـوَارِثَ مِنـَّا وَ اجْعَلْ ثَـأْرَنَا
عَلىَ مَنْ ظَــلَـمَـنَا وَ انْـصُرْنَا عَلىَ مَـنْ عَادَانَا وَ اغْـفِـرْ
خَطَايـَانَا وَ اكْـشِـفْ رَزَايـَانَا وَ اشْفِ مَرْضَانَا وَ نَــوِّرْ
جُـؤْشُوشَـنَا وَ اقْـضِ اَوْطَارَنَا وَ ارْحَــمْ ناَجِلَــيْـنَا وَ
لاَتــَجـْـعَـلِ الْعَاجِلَـةَ اَكْــبَـرَ هَـمِّـنَا وَ لاَمَـبْـلَـغَ عِلْـمِـنَا
وَ لاَتــَجـْـعَـلْ مُـصِـيبَـتَـنَا فيٖ دٖيـــنِـنَا وَ لاَتــُسَلِّــطْ
عَلَــيْـنَا بِذُنـــُوبِنَا مَـنْ لاَ يَرْحَـمُـنَا وَ اَنْتَ اَرْحَــمُ
ٱلـــرّحِٰمِيـنَ اللّٰـهُمَّ اِنــَّا نَسْأَلـــُكَ رَحْـمَةً مِنْ عِـنْـدِكَ
تَــهْدٖي بِهَا رُوعَـنَا وَ تَــلُــمُّ بِـهَا شَــغَــثَـناَ وَ تَـجْمَـعُ
بِـهَا شَــمْـلَـنَا وَ تَـشْـفِي بِـهَا مَرْضـَانَا وَ تُزَكّىٖ بِـهَا
اَعْمَالَـنَا وَتُــلْــهِـمُـنَابِـهَا رُشـْـدَناَ اللّٰـهُمَّ اِنــَّا
نَسْأَلــُكَ بِـصَـمَـدَانِــيَّـتِـكَ وَ بِـوَحْـدَانِــيَّـتِـكَ وَ
بِفَرْدَانِــيَّــتِـكَ وَ بِعِـزَّتـِكَ الْبَاهِرَةِ وَ بِـرَحْمَـتِـكَ
الْوَاسِعَةِ اَنْ تَـجْعَلَ لَـنَا نُورًا فيٖ مَـسَامِعِنَا وَ نُورًا فيٖ
اَعْـيُـنِـنَا وَ نُورًا فيٖ اَجْدَاثِـنَا وَ نُورًا فيٖ قُــلُوبِنَا وَ نُورًا
فيٖ حَـوَّاسِنَا وَ نُورًا فيٖ نَسَـمِـنَا وَ نُورًا مِنْ بَيْنِ اَيــْدٖينَا اللّٰـهُمَّ زِدْناَ عِـلْـمًا وَ نُورًا وَ حِـلْــمًا
وَ اٰتـنِـَا نِـعْـمَـةً ظَاهِـرَةً وَ نـِعْـمَـةً بَاطِــنَـةً حَـسْـبُـناَ
ٱللّٰـهُ لِـدٖيـنـِناَ حَـسْـبُنَا ٱللّٰـهُ لِدُنْـيَاناَ حَـسْبُنَا ٱللّٰـهُ
الْكَرِيمُ لِمَا اَهَـمَّـنَا حَــسْـبُنَا ٱللّٰـهُ الْـحَلِيــمُ الْقَــوِيُّ
لِـمـَنْ بَـغَى عَـلَــيْـنَا حَـسْـبُنـَا ٱللّٰـهُ ٱلـشَّــدِيدُ لِـمَـنْ
كَـادَناَ بِسُــوءٍ حَـسْــبُـنَا ٱللّٰـهُ ٱلـرَّحِيمُ عِـنْدَ ٱلـسّۤـامِّ
حَـسْــبُنَا ٱللّٰـهُ ٱلـرَّؤُفُ عِـنْدَ الْمَسْـأَلــَةِ فيٖ الْـجَـدَثِ
حَـسْــبُـنَا ٱللّٰـهُ ٱلـْلَـطِيفُ عِـنْدَ الْمـِيـزَانِ حَـسْـبُـنَا ٱللّٰـهُ
الْقَديِرُ عِـنْدَ ٱلـصِّرَاطِ{حَـسْبِىَ
ٱللّٰـهُ لاۤ اِلٰـهَ اِلاَّ
هُوَ عَلَـيْهِ تَوَكَّـلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْـعَــرْشِ الْـعَـظـيــمِ} [3مَرّاَتٍ] مَرْحَبـًا بِالْـمَسۤاءِ
[بِالصَّـباَحِ] وَ بِالـــَّـيْـلِ الْـجَـديِدِ [وَبِالْيَــوْم الْجَـدٖيدِ] وَ
بِاْلإِبـَّانِ وَ الْـفَـيْـنَـةِ ٱلـسَّعِيدِ وَ بِالسَّـافِـرِ وَ
ٱلـشَّـهِــيـدِ اُكْـتُبْ لَـنَا مَا نَـقُولُ بِسْــمِ ٱللّٰهِ الْحَـمِيدِ
الْـمَجِيدِ ٱلـرَّفِيعِ الْـوَدُودِ الْمُحِيطِ الْـفَـعـَّالِ فيٖ خَـلْـقِهٖ
لِـمَا يُـرِيدُ وَ هُـوَ اَقْرَبُ اِلَـيـْهِ مِـنْ حَـبْـلِ الْـوَرٖيدِ
أَمْسَــيْـنَا [أَصْـبَحْنَا] بِاللّٰـهِ مُؤْمِنـًا وَبِــلِـقـۤائِــهٖ مُصَدِّقاً
وَ بِحُجَّـتِـهٖ مُـعْـتَرِفًا وَلــِسِوَى ٱللّٰهِ تَعَالَى فيٖ
اْلأُلـــُوهِيَّةِ جَاحِدًا وَ عَلىَ اللّٰـهِ مُتَــوَكِّـلاً نُـشْـهِدُ ٱللّٰـهَ وَ نُشْـهِدُ مَلــۤـئِكَــتَـهُ
وَ اَنْبِــيۤائـَهُ وَ حَـمَـلَةَ عَــرْشِهٖ بِـأَنــَّهُ هُـوَ ٱللّٰـهُ لاۤ
اِلهَ الاَّ هُـوَ وَحْـدَهُ لاَ شَــرٖيـكَ لَـهُ وَ أَنَّ سَــيِّدَنَا
مُحَمَّدًا صَـلـَّى ٱللّٰـهُ تَعَالَى عَلَـيْهِ وَ عَلَى اٰلــِهٖ وَ صَحْبِهٖ
وَ سَلَّـمَ عَــبْدُهُ وَ رَسُلُهُ وَ أَنَّ الْـجَـنَّةَ حَــقٌّ وَ أَنَّ
الْـنَّـارَ حَـقٌّ وَ أَنَّ الْـحَـوْضَ حَـقٌّ وَ أَنَّ ٱلـشَّـــفَـاعَـةَ
حَـقٌّ وَ أَنَّ مُـنْكَرًا وَ نَــكِيـرًا حَـقٌّ وَ وَعْـدَكَ حَـقٌّ وَ أَنَّ
ٱلـسَّـاعَـةَ اٰتِــيَـةٌ لاَ رَيــْبَ فِيهَا وَ أَنَّ ٱللّٰـهَ يَـبْعَـثُ
مَـنْ فيٖ الْقُــبُورِ عَـلىَ ذَالِـكَ نَـحْيَى وَ عَلَـيْهِ نَـمُـوتُ وَ
عَـلَــيْهِ نُـبْعَـثُ غَدًا وَ لاَ نَرَى عَذَابـًا إِنْ شۤاءَ ٱللّٰـهُ
تَعَـالَى اللّٰــهُمَّ إِنَّــنَا ظَــلَمْـنَا اَنْفُسَنَا فَاغْـفِـرْلَـنَا
اَوْزَارَنَا الْكَــبۤائِرَ وَٱللَّـمَـمَ فَإِنَّهُ لاَ يَغْــفِـرُهُمَا اِلاَّ
اَنْـتَ وَ اهْـدِناَ لِأَحْسَــنِ اْلأَخْـلاَقِ فَإِنَّهُ لاَ يَــهْــدٖي لِأَحْسَـنِـهَا
اِلاَّ اَنْـتَ لَـبَّـيْكَ وَ سَعْدَيــْكَ وَالْـخَـيْـرَ كُـلَّهُ بِـيَـدِكَ
نَسْـتَـغْــفِـرُكَ وَ نَـتُوبُ إِلَــيْـكَ اٰمَنـَّا اللّٰــهُمَّ بِـمَا
أَرْسَـلْتَ مِـنْ رَسُـولٍ وَ اٰمَنـَّا اللّٰــهُمَّ بِمَا انْـزَلْــتَ مِـنْ
كِـتَابٍ اللّٰــهُمَّ ٱمْــَلأْ اَوْجُـهَـنَا مِنْكَ حَـيۤاءً {وَ قُلُوبَنَا مِنْكَ حُبُورًا} [3مَراَّتٍ] اللّٰــهُمَّ اجْعَلْـنَا
لُـهْمُومًا وَ ظَلِـفًا وَ لاَ تَجْـعَـلْـنـَا ضَـنِينًا وَ عَـمِينًا وَ
نَـمِيـمًا وَ نَـفَّاجًا وَ دَاحِسًا اللّٰــهُمَّ إِنَّا نَعُــوذُبِـكَ مِنَ
الْـهَـبْرمَـةِ وَ الْجَـأْو ةِ وَ مِـنَ الْــعُـتُــوِّ وَ الْخَـطْـرَبـَـةِ
وَ الْخَـيْـلُولَــةِ وَ الْــفَـيْـهَــجِ وَ ٱلـرَّتْــعِ وَ ٱلـرَّثَــعِ وَ
الْـعُـتُـلِّ وَ ٱلـرَّمۤاءِ وَ الْــفِتْــنَـةِ ٱلدَّهْـمۤـاءِ وَ
الْـمَـعِيشَــةِ ٱلضَّـنْكۤـاءِ اللّٰـهُمَّ اجْـعَلْ أَوَّلَ لَــيْــلِناَ
[يَوْمـِنَا] هَذَا صَلاَحًا وَ اَوْسَطَهُ فَــلاَحًا وَ اٰخِـرَهُ نَجَاحًا
اللّٰــهُمَّ اجْـعَـلْ أَوَّلــَهُ رَحْـمَـةً وَ اَوْسَطَـهُ زَهَادَةً وَ
اٰخِـرَهُ تَــكْرٖيـمَـةً اللّٰـهُمَّ ارْزُقـــْنـَا مِـنَ الْـعَيِشِ
أَرْغَــدَهُ وَ مِـنَ الْــعُــمْرِ أَسْـعَـدَهُ وَ مِـنَ الـرِّزْقِ
اَوْسَـطَـهُ اللّٰـهُمَّ اعْــفُ عَــنَّا بِعَـفْـوِكَ وَ ٱحْـلُــمْ
عَلَــيْـنَا بِفَضْلِـكَ سُــبْحَانَـكَ ٱلـلّٰــهُمَّ وَ بِحَــمْدِكَ لاَ
أُحْصىٖ ثَـنـۤاءً عَلَـيْـكَ اَنْـتَ كَـــمَا أثْـنـَـيْتَ عَـلىَ نَـفْسِــكَ
عَــزَّ جَارُكَ وَ جَـلَّ ثَـنـۤاءُكَ وَ لاَ يُــهْـزَمُ جُـنْـدُكَ وَ لاَ
يُخْلَــفُ وَعْـدُكَ وَ لآ اِلٰـهَ غَـيْـرُكَ سُــبْحَانَكَ مَا عَبَدْنَاكَ
حَقَّ عِـبَادَتِكَ يَامَـعْــبُـودُسُــبْحَانَكَ مَا عَرَفْناَكَ حَقَّ
مَعْرِفَـتِكَ يَا مَعْرُوفُ سُــبْحَانَكَ مَا ذَكَرْناَكَ حَقَّ ذِكْـــرِكَ يَا
مَـذْكُـورُ سُــبْحَانَكَ مَا شَكَرْناَكَ حَقَّ شُكْرِكَ يَا مَشْكُورُ
اللّٰــهُمَّ أَوْزِعْـنَا شُكْرَ مَا أنْـعَـمْتَ بِهٖ عَلَـيْنَا فَإِنَّكَ
اَنْـتَ ٱللّٰـهُ ٱلَّذٖي ارْتَـفَعَتْ عَنْ صِفَةِ الْجِـبِلِّ صِفَاتُ
قُدْرَتــِكَ وَ لاَ ضِـدٌّ شَـهِدَكَ حِـيـنَ فَـطَـرْتَ الْمَـأْرُوشَ وَ لاَ
نِـدٌّ حَجَـزَكَ حِـينَ بَرَئْـتَ الْحُـبَاتِ اللّٰـهُمَّ إِناَّ نَعُـوذُ بِكَ
مِـنْ جَحْمَةٍ لاَ تَـطْـمَـعُ وَ مِـنْ جَـنَانٍ لاَ يَـفْـزَعُ وَ مِـنْ
قَـلْبٍ لاَ يَخْشَــعُ وَ مِنْ عَــوَادٖي الْــمَاعُــونِ اللّٰـهُمَّ
فَــهِّــمْـنَا أَسْـرَارَكَ وَ اَلْبِسْــنَا مَـلاَبِسَ اَنْـوَارِكَ وَ
أَغْـمِسْـنَا فيٖ رَامُوزِ الَّـطۤائِـفِ وَ أَفِـضْ عَلَــيْنَا مِنْ عَوَارِفِ
الْمَعَارِفِ يَا نُورَ اْلأَنـــْوَارِ يَا لَـطيِفُ يَا سَــتَّارُ
نَسْأَلـــُكَ أَنْ تُصَلِّيَ عَلىَ سَيِّدِنَا مُــحَمَّدٍ نِـبْـرَاسِ
اْلأَنـــْبِـيآءِ وَ نَــيِّــرِ اْلأَوْلــِيــۤاءِ وَ زِبْرِقَـانِ
اْلأَصْفِـيآءِ وَ يُوحِى ٱلـثَّــقَـلَــيْنِ وَ ضِيۤـاءِ الْـخَافِقَــيْنِ وَ
أَنْ تَـرْفَـعَ وُجُـودَنَا اِلَى فَـلَـكِ الْعِـرْفَانِ وَ تُـثَــبِّتَ
شُـهُودَنَا فيٖ مَــقَـامِ اْلإِحْسَانِ يَا اَللهُ يَا نُورُ يَا وَاسِــعُ يَا
غَـفُورُ يَا مَنِ السَّـمۤاءُ بِأَمْـرِهٖ مَـبْـنِــيَّةٌ وَ الْـغَـبْرۤاءُ
بِقُـدْرَتِهٖ مَدْحِـيَّةٌ وَ ٱلشَّـوَاهِـقُ بِحِكْـمَتِهٖ مَرْسِيَّةٌ وَ
الْـقَمَرَانِ بِفَضْــلِهٖ مُضِيئَةٌ نَسْأَلُـكَ بِاسْمِكَ ٱلَّذٖي
تَـرَقْــرَقَتْ مِنْــهُ الْخُــنَّــسُ وَ اْلأَزْهَـرَانِ وَ تَجَـلْجَـلَتْ
مِنْـهُ الْـعَـنَانُ حِـرْزًا مَانِــعًا وَ نُـورًا سَادِعًا يَكَادُ
سَــنَابَـرْقـِهٖ يذْهَـبُ بِاْلأَبــْصَارِ يُقَــلِّبُ ٱللّٰـهُ ٱلَّــيْـلَ وَ
ٱلـنَّــهَارَ إِنَّ فيٖ ذَلِـكَ لعِبـْرةً لاُؤلىٖ اْلأَبـْصَـارِ طٰـسۤــــمۤ وَ
نَعُـوذُ بِاللّٰـهِ الْـعَـظِيــمِ مِـنَ الْمَـعَازِفِ وَ الْعِـضَـةِ وَ
الْـمَخْطُـورِ وَ الْـمَخْــظُـورِ وَالْـمُـمَاحَلَـةِ وَ الْغِــمَارِ وَ مِـنْ
كَــــيْدِ الْفُــجَّارِ وَ مِـنْ حَـوَادِثِ الْعَــصْرَانِ وَ مِـنْ شَــرِّ
اْلأَجِـرَّانِ يَا حَـفِيـظُ احْــفَظْـنَا يَا وَ لـِيُّ يَا وَالىٖ يَا عَلِيُّ
يَا عَالِي يَا مَنْ لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُـوَ لاَيــَعْـلَمُ اَحَدٌ
كَيْفَ هُوَ اِلاَّ هُوَ {يَا
اَللهُ}[3] {يَاحَـيُّ
يَا قَــيُّـومُ} [3] {يَا حَقُّ يَا وَاحِدُ يَا اَحَــدُ يَا
صَـمَــدُ يَا وَهَّابُ يَا فَـتَّـاحُ يَا مُحْيىٖ يَا مُمِيتُ يَا قَـهَّـارُ
يَا سَــلاَمُ} [7] {سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبّ رَحـيمٍ} [7] {فَسَـيَكْفِيكَـهُمُ اللّٰـهُ وَهُــوَ
ٱلسَّـمِيعُ الْعَـليـمُ} [3] هُوَ ٱللّٰـهُ ٱلَّذٖى لاۤ اِلٰـهَ
اِلاَّ هُوَ ٱلرَّحْمٰنُ ٱلرَّحِيمُ الْـمَلِكُ الْـقُدُّوسُ الـسَّـلاَمُ
الْمُؤْمِنُ الْـمُهَيْمِنُ الْـعَـزٖيزُ الْـجَبَّارُ الْمُتَـكَبِّرُ الْخَالِقُ
الْبَارِئُ الْمُصَـوِّرُ الْـعَـفَّارُ الْـمُبْدِئُ الْـمُـعِــيـدُ
الْــبَــرُّ الْمُحْصِي ٱلـرَّزَّاقُ الْــقَـادِرُ الْـقَابِضُ الْـبَاسِطُ
الْخَافِضُ ٱلرَّافِــعُ الْـمُـعِــزُّ الْـمُـذِلُّ الْمُقِيتُ ٱلصَّادِقُ
الْـبَاقِي ٱلرَّؤُفُ الـنَّافِـعُ ٱلـضـّۤــارُّ الْـمُـهْـلِكُ الْـمُقَــدِّمُ
الْـمُؤَخِّرُ الْـعَـفُــوُّ الْـغَنِـيُّ الْـمُـغْـنىٖ الْمُـنْـتــَقِـمُ
ٱلــتَّــوَّابُ ٱلسَّــمِـيعُ الْـعَليِمُ الْـبَصِيرُ {حَسْبُناَ ٱللّٰـهُ وَ نِـعْمَ
الْـوَكِـيلُ نِـعْـمَ الْـمَـوْلـىٰ وَ نِـعْـمَ ٱلــنَّصِيرُ} [3] يَا دۤائِـمًا بِلاَ فَنـۤاءٍ وَ يَا
قۤائِمًا بِلاَ زَوَالٍ وَ يَا مُدَبـِّرًا بِلاَ وَزِيـرٍ {سَهِّـلْ عَـلَـيْـنَا وَ عَلَى
أَبـَويْـنـَا كُـلَّ عَسِيرٍ} [3] اللّٰــهُمَّ لاَ مَانِــعَ لِـمَا
أَعْـطَـعْتَ وَ لاَ مُـعْطِىَ لِـمَا مَـنَـعْتَ وَ لاَ رۤادَّ لِـمَا قَضَيْـتَ
وَ لاَ مُـبَدِّلَ لِـمَا حَــكَـمْــتَ وَ لاَ يَـنْـفَــعُ ذَ£ا الْجَــدِّ مِـنْـكَ الْـجَــدُّ {سُــبْحَانَ رَبـِّيَ الْـعَلِيِّ الْـعَـظيِمِ الْحَسيِبِ
الْحَكَمِ الْعَدْلِ ٱلرَّقِيبِ الْبَاذِخِ ٱلشَّامِـخِ الْمُجِـيبِ الْـغَـنِـيِّ
ٱلرَّشِيدِ ٱلصَّــبُورِ الْجَـلِـيلِ الْـبَدِيـــعِ ٱلــنُّــورِ الْـمُقْسِطِ
الْـجَامِــعِ الْـمُعْـطىٖ الْـمَانِـــعِ} [بِنَفَسٍ وَاحِدٍ] لاۤ اِلٰـهَ اِلاَّ ٱللّٰـهُ الْـوَكـِيـلُ
ٱلـشَّـهِيدُ لاۤ اِلٰهَ
اِلاَّ ٱللّٰـهُ الْـمَـتِــينُ الْـمَجِيدُ لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللّٰـهُ الْوَاحِدُ
الْوَاجِـدُ الْـوَالِىٖ لاۤ اِلٰـهَ اِلاَّ ٱللّٰـهُ الْمَاجِدُ
الْمُـتَعَالِىٖ اَعْـدَدْنَا لِكُــلِّ هَــوْلٍ لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ ٱللّٰـهُ وَ لِكُـلِّ رَغْس ´´الْحَـمْدُ لِلّٰهِ وَ لِكُـلِّ رَخۤاء´ ٱلـشُّـكْــرُ
للهِ وَ لِكُـلِّ أُعْجُوبَةٍ سُــبْحَانَ ٱللّٰهِ وَ لِكُـلِّ لَـزَنٍ حَسْبِـىَ
ٱللّٰـهُ وَ لـِـكُـلِّ إِثْــمٍ اَسْتَـغْــفِـرُ ٱللّٰـهَ وَ لـِكُـلِّ شَجْـوٍ
مَا شۤاءَ ٱللّٰـهُ وَ لِـكُلِّ قَضۤاءٍ وَ قَدَرٍ تَوَكَّــلْـتُ عَلَى ٱللّٰهِ
وَ لِـكُـلِّ طاَعَـةٍ وَ مَعْـصِيَـةٍ لاَ حَـوْلَ وَ لاَ قُــوَّةَ اِلاَّ
بِاللّٰـهِ وَ لِكُـلِّ مُصِــيـبَـةٍ إِنَّا لِلّٰهِ وَ لـِكُلِّ شَــجَبِ ´ ٱسْتَـعَـنْتُ
بِاللّٰـهِ اللّٰــهُمَّ إِناَّ أَمْسَـيْنَا [أَصْبَحْناَ] نُـشْـهِـدُكَ وَ
نُـشْــهِـدُ مَلـۤئِــكَــتَكَ وَ حَـمَــلَـةَ عَـرْشِــكَ وَ أنْـبِـيۤاءَكَ وَ
جَمِـيعَ خَـلْـقِـكَ بِاَنـــَّكَ اَنْـتَ ٱللّٰـهُ ٱلَّذٖي لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ وَحْــدَكَ لاَ
شَـرٖيـكَ لَكَ وَ أَنَّ سَـــيِّـدَناَ مُحَمَّدًا صَلـَّى ٱللّٰـهُ تَعَالَى
عَـلَـيْهِ وَ عَـلىَ اٰلــِهٖ وَ صَحْبِـهٖ وَسَـلَّـمَ عَـبْدُكَ وَ
رَسُــولُـكَ وَ لاَ حَــوْلَ وَ لاَ قُــوَّةَ اِلاَّ بِاللّٰـهِ اْلعَــلِيِّ
الْــعَـظِـيـمِ يَا رَحْـمٰــنَ ٱلـدُّنْــيَا يَا رَحِـيـمَ اْلاٰخِـرَةِ وَ اعْـفُ عَـنَّا وَ اغْـفِـرْلَناَ وَ
ارْحَـمْـنَا اَنْتَ مَـوْلـيٰنَا وَ اَنْتَ خَــيْرُ ٱلرّٰحِـمِينَ بِسْــــمِ
ٱللّٰهِ ٱلـشَّـافِي هُـوَ اللّٰـهُ بِسْــمِ ٱللّٰهِ الْــكَافِي هُـوَ ٱللّٰـهُ
بِسْـــمِ ٱللّٰهِ الْـمُـعَافِي هُـوَ اللّٰـهُ {بِسْـمِ ٱللّٰهِ ٱلَّذٖي لاَ يَضُـرُّ
مَــعَ ٱسْمِهٖ شَيْءٌ فِي اْلأَرْضِ وَ لاَ فِي ٱلـسَّــمۤاءِ وَهُـوَ
ٱلـسَّـمِيعُ الْـعَــلِـيـمِ}[3] {فَـٱللّٰـهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ
اَرْحَمُ ٱلرَّاحِمينَ} [7] * وَ ٱللّٰـهُ مِنْ وَرۤائِــهـِمْ
مُحِيــطٌ بَلْ هُـوَ قُــرْاٰنٌ مَـجِــيدٌ فيٖ لَــوْحٍ مَحْـفُوظٍ *
حَافِــظُوا عَـلىَ ٱلـصَّـلَــوَاتِ وَ ٱلــصَّـلوٰةِ الْــوُسْـطٰى وَ قُومُوا
للهِ قَانِــتـِينَ اِنْ كُـلُّ نَفْسٍ لَـمَّا عَلَـيْـهَا حَافِـظٌ نِـعْمَ
الْـحَافِظُ ٱللّٰـهُ يَا حَفِيـظُ ٱحْفَظْنـَا * ثُمَّ انْـزَلَ عَلَــيْكُمْ
مِنْ بَـعْدِ الْـغَـمِّ اَمَـنَـةً نُعَاسًا يَـغْشٰى طۤائِـفَةً مِـنْكُمْ وَ
طۤائِـفَةٌ قَدْ اَهَـمَّــتْــهُمْ انْفُـسُـــهُمْ يَـظُــنُّونَ بِـٱللّٰهِ
غَـيْرَ الْحَـقِّ ظَـنَّ الْــجَاهِــلِـيَّةِ يَـقُولُـونَ هَـلْ لَــنَا مِـنْ
اْلاَمْرِ مِـنْ شَىْءٍ قُـلْ اِنَّ اْلاَمْـرَ كُــلَّـهُ للهِ يُخْــفُـونَ فيٖ
انْـفُسِـهِمْ مَا لاَ يـُبْـدُونَ لَـكَ يَـقُـولُـونَ لَـوْ كَـانَ لَـنَا مِـنَ
اْلاَمْـرِ شَىْءٌ مَا قُـتِـلْــنَا هٰــهُـنَا قُلْ لَوْ كُـنْتُمْ فيٖ
بُـيُوتِكُمْ لَــبَرَزَ ٱلَّذٖينَ كُــتِبَ عَلَـيْهِمُ الْـقَـتْـلُ اِلىٰ
مَضـَاجِـعِـهِمْ وَ لِيـَبـْتَـلِىَ ٱللّٰـهُ مَا فيٖ صُدُورِكُمْ وَ
لِـيُمَحِّـصَ مَا فيٖ قُـلُوبِكُمْ وَ ٱللّٰـهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ ٱلصُّدُورِ *
ٱلَّـذٖينَ يَـقُـولُـونَ رَبـَّنَا اِنَّـناَ اٰمَـنـَّا فَاغْـفِــرْ لَــناَ ذُنـــُوبَـنَا
وَ قِنـَا عَذَابَ ٱلـنَّارِ اَلـصَّـابِريِـنَ وَ الـصَّـادِقينَ وَ
الْـقَـانِـتِينَ وَ الْـمُـنْـفِـقِينَ وَ الْـمُسْتَــغْــفِـرِينَ
بِاْلاَسْــحَارِ شَــهِدَ ٱللّٰـهُ انَّهُ لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ وَالْـمَلۤــئِــكَةُ
وَ اُ£ولُو£ا الْـعِلْـمِ قۤائِمًا بِالْقِـسْـطِ لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْعَـزٖيزُ
الْحَكِيـمُ اِنَّ ٱلدِّينَ عِنْدَ اللّٰـهِ اْلاِسْلاَمُ * فَسُـبْحَانَ ٱللّٰهِ
حِيـنَ تُـمْسُـونَ وَ حِيـنَ تُـصْبِحُونَ وَ لَهُ الْحَـمْـدُ فيٖ
ٱلسَّـمٰـوَاتِ وَ اْلاَرْضِ وَ عَـشِـيًّا وَ حِـيـنَ تُـظْـهِـرُونَ يُخْـرِجُ
الْحَـىَّ مِنَ الْمَــيِّـتِ وَ يُخْرِجُ الْـمَــيِّـتَ مِـنَ الْحَــىِّ وَ
يُحْـيِىٖ اْلاَرْضَ بَـعْـدَ مَـوْتِــهَا وَ كَـذٰلِـكَ تُخْـرَجُـونَ {يَا سَـمِـيـعُ يَا بَـصــِيرُ} [10]
اِنّىٖ تَوَكَّـــلْـتُ عَـلىَ ٱللّٰهِ رَبـّىٖ وَ رَبــِّكُمْ مَا مِـنْ
دۤابــَّةٍ اِلاَّ هُــوَ اٰخِــذٌ بِنَاصِيَـتِـهَا اِنَّ رَبــِّىٖ عَلىَ
صِـرَاطٍ مُسْتَــقِـيمٍ * وَ مَا لَـنَا اَلاَّ نَـتَـوَكَّـلَ عَلَى ٱللّٰهِ وَ
قَدْ هَدٰيـنَا سُـبُـلَـنَا وَ لَـنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا اٰذَيـْـتُمُونَا وَ
عَلىَ ٱللّٰهِ فَـلْـيَـتَـوَكَّلِ الْمُتَـوَكِّــلُـونَ * قُلْ لَنْ
يُصِـيبَـنـَا اِلاَّ مَا كَتَبَ ٱللّٰـهُ لَـنَا هُوَ مَـوْلـَينَا وَ عَـلىَ
ٱللّٰهِ فَـلْــيَـتَـوَكَّـلِ الْـمُـؤْمِنُونَ * وَ اِنْ يَمْسَـسْكَ ٱللّٰـهُ
بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ اِلاَّ هُـوَ وَ اِنْ يُـرِدْكَ بِـخَـيْـرٍ فَلاَ
رۤادَّ لِـفَضْلِـهٖ يُصِيبُ بِـهٖ مَـنْ يَـشۤاءُ مِـنْ عِـبَادِهٖ وَ هُـوَ
الْـغَـفُورُ ٱلرَّحِيـمُ * وَ مَا مِنْ دۤابـَّةٍ فيٖ اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلىَ ٱللّٰهِ
رِزْقُــهَا وَ يَـعْـلَمُ مُسْـتَــقَــرَّهَا وَ مُسْـتَــوْدَعَـهَا كُــلٌّ
فيٖ كِـتَابٍ مُـبِـينٍ * وَ كَأَيٍ مِنْ دۤابــَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَــهاَ
ٱللّٰـهُ يَرْزُقـــُـهاَ وَ اِيــَّاكُمْ وَهُوَ ٱلسَّـمِيعُ الْعَـلِيمِ * مَا
يَفْــتَحِ ٱللّٰـهُ لِلـنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَـلاَ مُمْسِـكَ لَـهَا وَ مَا
يُمْسِكْ فَلاَ مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْـدِهٖ وَ هُوَ الْعَـزٖيزُ الْحَكِيمُ * وَ
لَـئِنْ سَأَلـــْتَـهُمْ مَنْ خَلَقَ ٱلسَّــمٰـوَاتِ وَ اْلاَرْضَ
لَـيَــقُولُـنَّ ٱللّٰـهُ قُلْ اَفَـرَأَيــْتُـمْ مَاتَدْعُـونَ مِنْ دُونِ
ٱللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِـىَ ٱللّٰـهُ بِضُـرٍّ هَـلْ هُنَّ كَاشِــفَاتُ ضُـرِّه
اَوْ اَرَادَنـِى بِرَحْـمَةٍ هَـلْ هُـنَّ مُمْـسِكَاتُ رَحْمَـتِهٖ قُلْ
حَسْبِىَ اللّٰـهُ عَلَـيْهِ يَـتَــوَكَّلُ الْمُـتَــوَكِّـلُونَ * وَ مَا
جَعَلَهُ اللّٰـهُ الاَّ بُشْــرٰى لَكُمْ وَ لِـتَطْمَـئِـنَّ قُـلُوبُـكُمْ بِهٖ
وَ مَا ٱلــنَّصْرُ اِلاَّ مِنْ عِنْدِ ٱللّٰهِ الْـعَزٖيـزِ الْـحَكِـيمِ{كۤـــهٰـيـٰـعۤـصۤ حٰـمۤــعۤــسۤــقۤ} [3] إِكْــفِـنَا وَ ٱرْحَـمْـنَا هُـوَ
ٱللّٰـهُ الْـقَادِرُ الْـقَاهِرُ ٱلـظَّاهِرُ الْبَاطِـنُ الْـفَاطِـرُ
ٱلَّـطِيفُ الْخَبِيرُ قَــوْلُهُ الْحَـقُّ وَ لَهُ الْـمُــلْـكُ يَـوْمَ
يُــنْـفَــخُ فيٖ ٱلـصُّورِ عَالِمُ الْـغَـيْبِ وَ ٱلشَّــهَادَةِ وَ هُـوَ الْحَكِيمُ
الْــخَبِيـرُ {يَا حَــنـَّانُ يَا مَـنـَّانُ} [3] {يَا بَدٖيــعَ ٱلـسَّـمٰـوَاتِ وَاْلأَرْضِ يَا حَــُّي يَا
قَــيُّـومُ} [3] {يَا ذاَ الْــجَـلاَلِ وَ اْلإِكْــرَامِ} [7] نَسْأَلـــُكَ
بِعِظَـمِ الَّاهُوتــِـيَّـةِ اَنْ تَــنْـقُـلَ طِـبَاعَـنَا مِـنْ طِــبَاعِ
الْــبَـشَــرِيَّـةِ وَ أَنْ تَـرْفَــعَ مُـهَجَـنَا مَـعَ مَلــۤئــِكَــتِكَ
الْـعُـلْوِيـَّةِ يَا مُـحَــوِّلَ الْحَـوْلِ وَ اْلأَحْـوَالِ حَـــوِّلْ
حَالَــنَا اِلىَ أَحْـسَـنِ الْحَـالِ سُــبْحَانَكَ اللّٰـهُمَّ وَ بِحَمْدِكَ
أَشْـهَـدُ أَنْ لاۤ اِلٰهَ
اِلاَّ اَنْـتَ أَسْـتَـغْــفِرُكَ وَ أتُوبُ إِلَــيْكَ اللّٰــهُمَّ صَلِّ
وَسَلِّـمْ عَلَى سَـــيِّدِنَا مُحَمَّد´ ٱلـسَّـابِـقِ اِلىَ اْلأَنـاَمِ نُــورُهُ رَحْـمَةٌ
لِلْــعَالَمِينَ ظُــهُورُهُ عَـدَدَ مَـنْ مَضٰى مِـنَ الْــبَرِيَّـةِ وَ مَـنْ
بَــقِيَ وَ مَـنْ سَـعِدَ مِنْــهُمْ وَ مَـنْ شَقِيَ صَلاَةً تَسْـتَــغْـرِقُ
الْــعَـدَّ وَ تُحِيطُ بِالْحَدِّ صَـلاَةً لاَ غَايـَةَ لَــهَا وَ لاَ
إِنْـتِــهۤاءَ لَـهَا وَ لاَ أَمَـدَ لَـهَا وَ لاَ انْـقِـضۤاءَ لَـهَا
صَلاَتَـكَ ٱلَّتِى صَلَّـيْتَ بِـهَا عَلَـيْهِ صَــلاَةً دۤائِــمَـةً وَ عَـلىَ
اٰلِــهٖ وَصَـحْــبِهٖ وَعِتْرَتِـهٖ مِـثْــلَ ذٰلِـكَ سُــبْحَانَ رَبـِّكَ رَبِّ الْعِـــزَّةِ عَمَّا يَصِــفُونَ
وَسَـلاَمٌ عَلىَ الْمُرْسَلِيـنَ وَ الْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْـعَـالَمـِيـنَ
رَبـَّناَ تَـقَــبّـَلْ
مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّــمِيـعُ الْـعَلِيـــمُ وَ تُــبْ عَـلَــيْـنَا اِنَّـكَ اَنْتَ الـتَّــوَّاَبُ
الـرَّحِـيـمِ
اللّٰــهُمَّ أَعْطِنَا كُلَّ خَـيْرٍ
وَأَعِذْناَ مِنْ كُلِّ شَـرٍّ [3] اللّٰـهُمَّ صَلِّ وَسَــلِّمْ وَ بَارِكْ عَلَى سَـــيِّدِنَا
مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اٰلِ سَــيِّدِنَا مُحَمَّدٍ فيٖ كُـلِّ لَـمْحَةٍ وَ نَفَسٍ
بِعَدَدِ كُـلِّ مَعْلوُمٍ لَكَ [3]
رَبـَّناَ اٰتِـنَا فيٖ الدُّنْـيَا
حَسَـنَةً وَ فيٖ اْلاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِـنَا عَذَابَ ٱلـنّاَرِ [3]
فَاتِحَـــــة شَرِيفَة {1}
إخْلاَصِ شَرِيفَ {3}
صَـلوَات شَرِيفَة {3}
Bu okuduklarımdan hâsıl olan ecir ve sevapları
önce Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ruhaniyetlerine hediye eyledim.
Sonra hâsıl olan sevabı gelmiş bütün enbiyâ aleyhimüsselâtü vesselâm
Efendilerimizin, âl-i ve ehlibeyt ve Ashab-ı Güzin radiyallâhü anhüm ruhlarına
hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı Muhammed Bahâeddîn Nakşibend kuddise
sırruhu’l-azîz Efendimize hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı gelmiş ve
geçmiş bütün evliyanın ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan sevabı
bizlere hakikat ve marifet yolunu bizlere öğreten büyüklerimizin ve hâssaten
………………Efendim Hazretlerinin ruhaniyetlerine hediye eyledim. Sonra hâsıl olan
sevabı mümin ve müminâtın ruhaniyetlerine, hayatta bulunanların defteri
âmallerine hediye eyledim. Sonra Anne ve babamın, akrabamın ruhaniyetlerine, hayatta
bulunanların defteri âmallerine hediye eyledim.
NOT: Evrâd-ı Kudsiye (Bahaiyye) günde iki
defa okumak uygundur. Sabah kuşluğa yakın bir zamanda veya ikindi namazından
sonra okunur. Okumalarda (sabah ve akşam) birkaç kelimede değişiklik yapılır.
Bazı yerlerde tarif edildiği üzere tekrarlar yapılır. Bu ise, duanın feyz ve
tesirini artırır.
[1]
Mahlası Çelebi ve Çavuş idi. Küçük yaşta
sırtında semaları seyrettiğimiz Murat Amca ve Hesna Teyze bizim çocukluğumuzun
ve gençliğimizin en güzel hatıralarıydı.
[Kendisine aşırı ihtiram gösterilmesinden
hoşlanmayan ve kendisini Allah`ın en aciz kulu olarak gören Murat Amca, bazen
elini öpen gençlerin hemen ardından, o da onların elini öperek bir tevazu
örneği sergilerdi. Camiye cemaate gelen gençleri “Bu gençler var ya, bunlar
melek, melek!” diyerek namaza ve ibadete teşvik eden Murat Amca, bir gün
kendisini ziyarete gelen Mustafa Şimşek adlı bir talebenin,
kendisinden dua talep etmesi üzerine ona plastik bir cismi işaret ederek şöyle
öğüt verir:
“Duaları
Allah-u Zül Celal mutlaka kabul eder. Sen şu demiri iyice nar gibi
kırmızı oluncaya kadar kızgın ateşte ısıtırsan, iyice bir yakarsan, bak şu plastiğin
üstüne bastırdığın zaman `coooosss!` diye içine girer. Sen de hele bir
farzlarını, nafilelerini güzelce eda et, samimiyetle Cenab-ı Allah`ı zikre
devam et, geceleri teheccüde kalkıp yalvar yakar, gündüzleri orucunu tut,
hâsılı kelam şu kalbini o demir gibi iyice bir yak da gör bakalım duaların
nasıl kabul oluyormuş.”
Yine
bir defasında kendisini ziyaret eden nişanlısından ayrılmış ve bu ayrılmanın
sebebini sihir veya büyü olduğunu zanneden sıkıntılı bir gence henüz daha
halini dinlemeden şöyle demiştir:
“Allah
çalışanları sever, çalışmak çok güzel bir şeydir. Sevdiği için, çalışanlara hep
verir. Şurada bir tane gariban bir adam var, tanımam etmem, parasız pulsuz
fakir birisi... Benden sebze arabasını istedi, `üstünde bir şeyler satacağım,
çalışacağım` dedi. Ben de `madem çalışacaksın al götür` dedim. Allah da öyle
işte, çalışacağım dersen sana verir.”
Bu konuşmadan sonra “ben dersimi” aldım diyen genç adam sorunun büyü
veya sihir olmadığını, asıl sorunun `işsizliği` olduğunu anlar.
Sivaslı
kuyumcu Ahmet Nalbant, bir gün İhramcızade Hazretleri`nin türbesinin
önünde oturmaktayken, orta büyüklükteki siyah sevimli bir köpeğin, tıpkı
ziyarete gelen insanlar gibi türbenin kapısının önüne gelerek hiç kıpırdamadan
beş dakika kadar bekleyip gittiğine şahit olmuştur. Kuyumcu Ahmet, o makama
saygı duyarak orada dua eder gibi bekleyen köpeğin bir müddet sonra Murat
Amca`nın oturduğu, caminin bahçesindeki odanın önüne gittiğini ve kapının
önünden Murat Amca`nın ayakkabısının birini alarak bahçeye bıraktığını söyler.
O esnada oradan geçen birisi ayakkabıyı alarak Murat Amca`ya geri götürür.
Bu
olaya şahit olan Kuyumcu Ahmet, o anda “Bu köpeği bu türbeye çeken şey neydi
acaba, aklım almıyor? Beni ne çekiyorsa onu da o çekiyordur
herhalde. Şakacı köpek dikkat çekerek Murat Amca`nın teveccühünü mü
arıyordu acaba?” diye içinden geçirdiğini anlatır.
Kuyumcu
Ahmet Nalbant, bir keresinde Murat Amca`yı ziyarete gittiğini ve Murat
Amca`nın kendisine ağlamaklı bir şekilde şunları söylediğini nakleder: “Aha
geldim gidiyorum ben. Sana getireceğim bir amelim de yok, boynum bükük
Allah`ım. Yarın huzur-u mahşerde ne yaparım?` Bu sözlerden sonra `Nazar ber
kadem; yani göz ayakta olacak. Bu kaide bizde çok önemlidir” diye
hatırlatmalarda bulunduğunu ekler. Hâsılı kelam Sivas`ın Murat Amca`sı
İhramcızâde`nin sağlığında onun en yakın yardımcılarından birisiydi. Kendisi “Biz
onun çavuşuyduk” diyerek bunu ifade eder. (Kaddese’llâhü sırrahu’l
azîz)] (Aydın BAŞAR, Erişim;02.03.2010)
[2] Abdurrauf
AÇIKALIN. Muhterem bir kişi olup Hacı Hasan Akyol Efendi onu edebinden dolayı
çok sever ve değer verirdi.
[3] Hacı Hasan Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim kuran
harfleriyle yazdığı kendi el yazısı kitabında yazmış olduğu fusulü seb-â’da
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Arşın sağında
kürsi olur, İbrahim aleyhisselâm onda oturur. Arşın solunda kürsü bulunur bana
mekân olur. Ashab sual etti.
“Ya Rasûlüllah! (sallallâhü aleyhi ve sellem) sizden başkası
orada olur mu?” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu
“Ümmetimden her
kim her farz namaz peşine selam verince akabinde üzerime onbir salâvat verirse
bana yakın olur, yüzleri ayın ondördü gibi münevver olur” buyurdu.
Mürşidim Hacı
Hasan Darendevî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz efendim bir ziyaretimde evvelki
sohbetlerimizdeki gibi çay yaptırdı. 2 saat sohbetimiz sürdü ve dedi ki:
“Allah Teâlâ
başımdaki saçlarım teli adedince sırlarını keşfedecek zekâ akıl nimeti ihsan
etti. Acizliğimi de bilmeyi de lutfetti. Bu güne kadar Hakk’tan ayrı olmadım.
Şeytan bizi görmedi. Salihleri Allah Teâlâ hıfz eyledi. Miracda Allah Teâlâ
buyurdu.
“Habibim
hiçbir nebiye nasib olmayan lütfum sana nasib oldu. Birde ümmetini araya
koydun. Ümmetinin salihlerini de nebilerimle namazda andın.” buyruğunu
duyuran şeyhim, salihlerden olduğunu aşikâr etti. Bize de kim ile sohbette
olduğumuzu anlayabilmeyi ihsan eden rabbimin lütfundan aciz olduğum inancımı hıfz
eyleye.
[4] Haşr, 7
[5] Âl-i
İmran, 132
[6] En az
beş sahife
[7] Gündüzü
oruçlu, gecesi niyazlı
[8]
Tasavvufî terbiyede Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sünnetini yaşamak
ve yaşatmak ile o mekân Medine kabul edilir.
[9] (Doğum:
r: 1272/m:1855-1856; Hakka yürüyüşü: 15
Kanunisâni Perşembe 1336/m: 15 Ocak 1920)
[10] (Doğum:
r: 1289/m:1873; Hakka yürüyüşü: r:1 Ağustos
1341/1 Ağustos 1925 Cumartesi)
[11] Kemâlat
ve velâyet derslerine başlamak ve geçmek için geçirilen halvetli zikir
[12] (Doğum:
r:19 Haziran 1296/m:01 Temmuz 1880; Hakka yürüyüşü: 02 Ağustos 1969)
[13] Yaratılışı güzel ahlakı güzel ismi güzel (Hasan)'di
Allah idi arzusu ne
sen, ne bendi
Üç mürşide hizmet
eyledi feyz-i nazar aldı
Beğenilmiş ahlak-ı
hep güzel yaratılışındandı
[14]
[15] En’âm, 52
[16] Kehf, 28
[17]
[18] a.g.e., s.
140
[19] Âl-i
İmran, 18
[20]
Mektuplar Bölümünde yazılıdır.
[21]
İstanbul Sultançiftliği halifesi ve hatim hocası Nuri Efendi hakkında
söylenmiştir.
[22]— Sahte şeyh tipi adamları.
[23]— Uyduruk tarikat ehilleri;
tahrif edilmiş tarikât zihniyetine sahib kişiler.
[24] Hacı
Hasan Akyol Efendinin el yazmalarındaki hikmet ve edebe ait sohbetler ve
düşünceleri İslam ve Ahlak isimli kitapta birleştirilmiştir.
“İnşallah
yakın bir zaman gelecek ki; Tasavvurât-ı hayriyyem[24]
hüsn-ü kabul olacaktır.”
İfadesine bağlı olarak lüzumu üzerine yeniden yayınlanması gereğinden dolayı Tasavvurât-ı Hayriyye adı altında hazırlanmıştır.
[25] Bu
tarih elyazmasına koyduğu tarihtir.
[26] Ebû Davud; Cihâd1; Edeb11
[27] (Molla
Nureddin Câmî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz (H. 817 M. 1414) (Şeyh Saffet Kemaleddin Yetkin Türkçesi)
[28] İlm-i
Aksa: Mukaddes, ulaşılması zor olan ilimlerdir. Birini buldukça diğerinin
yerine gelen sonsuzluğu temsil eden ilimdir.
[29] Rutubet
izini boya ile kapatmak çok zordur.
[30] Fettane: Mehenk taşı. Altun ve gümüşü muâyeneye yarayan taş. Cilveli, gönül alıcı (kadın):
"O öyle bir fettanedir ki,
pisliği, rüküşlüğü bile yakışır haspaya ... güzelliğine, inceliğine halel getirmez."-
H. Taner.
[31] İdbar: Geriye gitmek. Geri dönmek. * İşlerin ters gitmesi. *
Talihsizlik. * Bir gezegenin diğer oniki burcun tertibine zıt olarak hareketi.
(Asıl tertibe göre gitmesine de ikbal denir.)
[32] İnsan
kendi yaptığını kendinden dahi saklayamaz.
[33] Ölüdür.
[34] Kılıç
[35] Bu iş
yerinde
[36] Yaptığı
işlerde akılları hayrette bırakan Allah Teâlâ her şeyden tenzih ederim.
[37] Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, I, 421, Taberani
[38] “Biz nebiler, insanlara akıllarının derecesi miktarınca
konuşmakla emr olunduk.”
(Keşfü’l Hafa, c.1, s.196, hn:592)
[39] Kehf, 82
[40] MÜDARA: Dost gibi görünme. Yüze gülme. * Başkalarının
fikirlerine uyarcasına hareket etmek. * Sulh ve salâh üzere bulunmak. (Meşru
bir surette ve iyi bir netice için yapılan müdârâ memduhtur. Fena bir netice
için ise, kötüdür; İslâmlığa yakışmaz, İslâm onu men'eder.) (Bak: Mümaşat)
[41] Dubaracı: sıfat, argo söz Oyunla,
hileyle, aldatmacayla, düzenle iş gören (kimse), düzenci.
[42] Şeyhlik
edenler için söylenmiş bir söz.
[43] Yetişmiş
kişilere sitem ediliyor.
[44] Rehin
bırakılmış vakit
[45] Mecruh:
Yaralanmış, yaralı, incinmiş, kırılmış
[46] Saffat,
96
[47] Hem-zeban: Aynı dili konuşan, lisanları aynı olan
[48] İbadet her
zaman bulunabilir, fakat hikmet sahibinden başkasından elde edilemez.
[49] İmtisâl: yapışma, tutunma, uyma, sarılma.
[50] Bakara,
102
[51] Mâide, 67
[52] Ta-Ha,
14
[53] Mâide,6.
[54] Bakara,
153
[55] Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemin az kelime ile çok manalar ifade edebilme özelliği
[56] Ankebût,45
[57] Keyfiyyet: Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti. *
Kalite. Madde. (Kemmiyetin zıddıdır.)
[58] Bir zaman
uygulayamadığın yasaklanan şer’i amel engel kalkınca uygulanma gerekleri ile
geri gelir.
[59] İstiâze: Allah Teâlâ'ya sığınma.
[60] “Rabbinizden
mağfiret dileyin; O'na tevbe edin; doğrusu Rabbim merhamet eder ve çok sever.” (Hud,
90)
[61] İbn-i Mace
[62] Taberani
[63] Buhari
[64] Buhari
[65] Nesâî,
Zekât 82, (5,92); Tirmizî, Zekât 26, (658); İbnu Mâce, Zekât 28, (1844)
[66]
Hacı Hasan Akyol Efendi bu tür ifadeleri tuttuğu notlarda büyük bilinen kişiler
için kullanmakta olduğu görülmektedir.
[67]
Bu mektubun vasiyetlerinden biri olduğu rivayetleri de vardır.
[68] Hacı
Hasan Akyol Efendim “ Dünyadan göçünce bu ilahiyi kabrim başında okursunuz.”
diye buyurmuştur. Allah Teâlâ bunu bize nasip kıldı.
[69] H. Mehmet Emin Boyraz kaddese’llâhü sırrahu’l azîz
Malatya ilinin Darende ilçesinin Ayvalı kasabasında 1912
yılında doğdu. Ecdadı olan Boyrazoğlu ailesi, Gaziantep civarında yaşayan
Barak Türklerindendir. Takriben beş yüz yıl önce (1445) Ayvalı’ya gelerek,
Ermeni’den boşalan bu arazileri işgal edip, sürülerini otlatarak, oraya
yerleşmişlerdir. Şu anda, halen onbinlerce dönüm çiftlikleri elinde bulunduran
bu kabilenin, sattığı arazilerde Ayvalı ve Kuluncak köyleri yaşamaktadır.
İki yüzyıl kadar önce Ermenilerin işgaline uğrayan Gürün
kazasını, savaşarak kurtaran Boyrazoğullarına, Padişah Sivas-Harput arasında
ağalık yetkisi vermiştir. Bu kabilenin prensibi, halkı iyi yönetmek ve devlete
yardımcı olup, gerektiğinde halktan asker ve vergi toplayıp, devlete verme
olmuştur.
Onun içindir ki, halka ve devlete sevilmekten kaynaklanan
bir güce sahip olmuş, kazancını hep halka ve devlete harcamışlardır.
Emin Efendi’nin babaannesi, Sofular köyündeki Sıddıklar
kabilesine mensuptur ki, onların soyunda (Şeriflik) ve takvalık meşhurdur.
Anneannesi ise Hekimhan Ağası Şatıroğulları’ndandır. Babası Osman Ağa, medrese
mezunu ve takva bir zat idi.
Emin Efendi, hayatını din kültürüne, ibadete, muhabbete ve
halka hizmete vakfetmiş olup, çevresinde Nakşibendî tarikatının temsilcisi
olmuştur. Halka bilgi ve muhabbet aşılamakla ömrünü-geçirmiştir. Gavs’ül-âzam
İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Efendinin üçlerden
olan haliferinden biridir.
Emin Efendi hakkında, Darendeli Es Seyyid Osman Hulusi
kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Efendi’nin yıllar önce yazdığı bir şiiri;
“Emin’in sinesi tabaveri vaslı nigar olmuş
Anın çûn hubbu canda ol aşığım ismi ezberdir
Dili miratı kabildir, mukabbildir cemaline
Mücella sinesinde nuri haklamii azhardır.
Melâhât mülkinin şahı anun tut zarını mazur
O sûzü şemmi vasl olmuştur amma zarı averdir
Bu suretle gözükmek cilvesidir yâri mananın
O yoksa zahiri
batında birleşmiş beraberdir.”
[70] Bu zatlar; bir değil, üç türlüdürler.
“Bunlardan
bir kısmı yalnız sırrı zata erer ve o yüksek hakikati idrak eder; fakat susar,
artık kendi zevk ve neşe âleminde yaşar, kimse ile görüşmez, kimse ile niza
etmez, kendisiyle münakaşa edenlere de karşılıkta bulunmaz.
Diğer
bir kısmı da bu hakikati ancak birkaç kişiye ağızdan duyurur, fakat eser
yazmaz. Yâni bir eser yazsın da, kendisinden sonra o eseri okuyanlar istifade
etsin, hakikati anlasın. İşte buna imkân
yoktur.
Bir
üçüncü kısım da hem belirli kimselere bu hakikati ağızdan duyururlar, hem de
biraz kapalı yollardan gitmek üzere eser de yazarlar ve bırakırlar.”
[71] (Bu dua Âyete'l-Kürsî'den evvel okunacak)
[72]Mağrib Halkı Salât-ı Nariye ile yağmur isterler. (Şeyh
Yusuf Topçu, Tuhfe’tü-z Zakirîn, İst, 2000)
“Allah
Teâlâ’m kendisiyle düğümlerin çözüldüğü, sıkıntıların açılıp zail olduğu,
ihtiyaçların yerine getirildiği, arzu, isteklere ve güzel neticelere ulaşıldığı,
kerim yüzü suyu hürmetine yağmur istendiği Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi
ve selleme O’nun âl ve ashabına her göz açıp kapama, her nefes alıp verme, Sana
ma’lum her şey sayısınca kâmil salât ve eksiksiz selâm et.”
[73]Küçük Allame İbn-ül Münyar Hazretleri buyurdu ki; “Bu
salavât-ı okuyan kimse “Delâil-ül Hayrat”ı dört kere okumuş gibi sevap alır.”
Bu
salâvat için âlimler altıyüzbin salâvata bedeldir demişlerdir. (Şeyh
Yusuf Topçu, Tuhfe’tü-z Zakirîn, İst, 2000, s. 314) Okuyuş usulü farz
namazlardan sonra veya namazların bitiminde,
sabah beş adet, diğer vakit namazlarından sonra dörder adet okunur.
“Allah
Teâlâ’m kendisiyle kapalı kapıların açılan, işlerin bitmesi ancak O’nunla olan,
Hakk ile gerçek yardımın sahibi, doğru yola hidayet edene ve âline kıymeti ve büyüklüğü miktarı ile salât et.”
[74] "Allah’ım! Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi ve
sellem ile ve onun ehli beytine salât et. Bu salâvat o derece değerli olsun ki:
Onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtarsın. Bizim ihtiyaçlarımızı
o salâvat hürmetine yerine getirsin, bizin bütün günahlardan bu salâvat
hürmetine temizlersin, o salâvat hürmetine bizi derecelerin en üstüne
yüceltirsin, o salâvat hürmetine hayatta ve öldükten sonra düşünülebilecek
bütün hayırlar konusunda gayelerin en sonuna kadar ulaştırsın. Ey merhametlilerin
merhametlisi bize bunları merhametinle nasip et. Allah Teâlâ bize kâfidir ve ne
iyi bir dost, ne iyi bir vekildir. Ey Rabbimiz, senin mağfiretini dileriz,
dönüş yalnız sanadır."
[75] “Ey Allah Teâlâ’m! Kalplerin doktoru ve devası, vücutların
şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin
âline ve ashabına salât-u selam eyle.”
[76] Allah'ım gece ile gündüzün birbirini izlediği sabah ile akşamın
birbirini takip ettiği, gece gündüzün arkarka gelip durduğu iki kardeş
yıldızların karşılıklı doğdukları müddetçe Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi
ve selleme salât ve selam eyle. O'nun ve ehl-i beytinin ruhuna bizden saygı ve
selam çokça ulaştır. Ona ve ehl-i beytine merhamet et, bereket ihsan eyle, haşr
ve karar gününe kadar çokça selam eyle.”
[77]
“Allah’ım! Efendimiz olan
Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme ve O’nun âline, bütün dertler ve tedavi
edici ilaçlar sayısınca bol bol salât, selam et; hayır ve bereket ver. Onun
rasüllerden ve nebilerden hepsine de bol bol salât, selam et; hayır ve bereket
ver, hamd âlemlerin Rabbinedir. ”
[78] “Ey Allahım! Kalplerin doktoru ve devası, vücutların
şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme
âline ve ashabına salâtu selam eyle.”
[79] "Allah’ım! Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme ve
onun ehli beytine salât etmeni rızkımızı ve ahlakımızı güzelleştirmeni
diliyoruz.”
[80]
Allah'ım! Ey bu tam davetin ve
kılınacak namazın Rabbi, Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme vesileyi,
fazileti ve yüksek dereceyi ver. Onu kendisine vaat ettiğin Makam-ı Mahmud'a
ulaştır. Gelmesinde şüphe olmayan kıyamet günü şefaatını ver. Kudret
ve kuvvet yalnızca ulu ve büyük olan Allah Teâlâ’nındır. "
[81]
Mevlitlerde ikinci ayağa kalkışta okunan salâvat. Zamanımızda bu usul terk
ettirildi. Bu nedenle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin manevi huzurunda
ayağa kalkmayan yerlerde felaketler arttığı için bu konuda duyarlı olmak
gerekir.
[82]
“Zaman ve mekân teayyünâtından, ervahın, eşbâhın halk ve icadından mukaddem, söz
ile ta'rîf ve tavsife, hâlen keşf ü izaha sığamayan, (Merte-be-i lâ teayünden)
ya'ni nûr-ı Zât-ı lâ yezelî'den halk olan, “Hakikat-ı Muhammediye” vasf-ı
cemîli ile mevsûf bulunan nûr-ı mübîn-i Ahmed'i halkeden Allahü Azîmüşşân'dan
yalvarıyoruz.
O nûrül Envâr olan Habîbin hürmetine
bizi huzuruna âvâre, bîçâre, yüzü kara çıkarmamanı, Habîbine lâyık insan eylemeni;
Defter-i amalimiz günah işleriyle
kararmışsa Şâh-ı Rüsül hürmetine onu yak bizi yakmamanı,
Kalbimize huzur ihsan eylemeni,
seâdet ve selâmet yollarını açmanı, bir şeyi her şey, her şey'i bir şey yapan
Halikımız!
İstediğini istediğine veren,
istediği vakit almak kudretinin sahibi olan yegâne Ma'bûdumuz!
Habîbinin bu âleme tenezzülen
teşrifini duyduğumuz ande kıyam eyledik, tehıyyât, teslimat, tekrîmât, dilimizin
döndüğü kadar salâvat getirdik. Bunları afvımıza bahane kılmanı, yerlerimize
oturmadan bizi afv eylemenizi diliyor ve istiyoruz. El Fatiha.” (Şemseddin
YEŞİL kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin Türkçesiyle; Dua Kitabı, 1993, İstanbul, s. 151-153)
[83]
“Allah Teâlâ’m, namazımızı bizden makbul ve kâmil bir namaz ve salihlerin
ibadeti gibi kabul buyurmanı diliyoruz.
“Ey Allah Teâlâ’m bizi
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin makamını görmek ve muhabbetine kavuşmak
için ondan uzaklaştıracak vasıflardan kalbimizi temizlemeni, ehl-i sünnet vel
cemaat üzere ölmeyi istiyoruz. Yâ ze’l celâli ve’l ikrâm. Efendimiz ve
sahibimiz Muhammed’e, âline, arkadaşlarına selam üzere selam olsun.
Allah Teâlâ’m Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellemi bizim adımıza mükâfatlandırırsın. Zaten O buna ehildir.”
[84]
Allah’ım! Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi
ve selleme ve onun ehli beytine geçmişte, gelecekte ve arasındakiler ile
kıyamet gününe kadar salât etmeni diliyoruz.”
[85] Allah’ım! Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme ve onun ehli
beytine ilminin adedince salât etmeni diliyoruz.”
[86]
Allah’ım! Efendimiz Muhammed sallallâhü aleyhi
ve sellemin ruhlar içindeki ruhuna, cesetler içinde ki zatına ve kabir içindeki
kabrine salât etmeni diliyoruz.”
[87] “Ey Allah Teâlâ’m! Kur’ân-ı Kerim’i hakla indirdin, O'da hakkıyla
indi. Ey Allah Teâlâ’m Kur’ân-ı Kerim’e olan rağbetimi (hevesimi) büyük etmeni;
Kur’ân-ı Kerim’i gözüme ve gönlüme nur,
kalbime şifa etmeni; Ey Allah Teâlâ’m Kur’ân-ı Kerim’le dilimi zinetlendirip
(süslemeni), yüzümü güzelleştirmeni, cesedimi kuvvetlendirmeni, günahımı silmeni
ve bana gece-gündüz saatlerinde taatın üzere O'nu okumayı nasip etmeni ve bizi
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizle, hayırlı yakınlarıyla ve
pirân-ı izâm ile haşretmeni, mahşerde toplamanı diliyoruz.”
[88]
[89]
Kur’ân-ı Kerim’de [ طس ] kelimesidir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar