Print Friendly and PDF

VARİDAT-I HÂKİ

Bunlarada Bakarsınız


بســـم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين

Elhamdülillahirabbil âlemin.  Salat ve Selam, bize yaratılmanın zevki,   ümmeti olmak şerefi ile iftihâr ettiğimiz Muhammed Mustafa’ya,   Al-i ve ashabına olsun. 

Ey güzel Allah’ım seni sevme yolunda bir adım atabilmek fırsatı verdiğin için, sana ne kadar teşekkür etsek azdır.  Sevdiğinin hatırına bizi hoş karşıla,  çünkü sen O’nu sevdiğin gibi,   ümmetini de sevdiğini biliyoruz. 

Ey Hâki!

Sen güzel konulardan bahis açacaksın;    ama bazıları belki bundan dolayı ya seni sever,   belki de kızacaktır.  Bundan dolayı üzülüp durma.  Büyüklerin kader yazısı budur.   

Ey güzel kardeşim gelecek sözler sana ağır ve anlamsız gelirse okuma,   bizim hakkımızda sukut et.  Çünkü biz bunları bulana kadar bir hayli zaman geçti.  Sabırla okursan,  Allah Teâlâ fetânetini ziyadeleştirsin.   

Bizim tuttuğumuz yol aşk,   birlik yoludur.  Önderimiz Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellemdir.  Ne bulursan bir iyi taraf O’ndan,   eksiklik bizdendir. 

Hâki,   birlik kapısında durmayı bilmek gereklidir.  Çünkü O,  birdir.  Ama öyle bir ki,   birliği kendi ile kaimdir.  Bizler bir şeyi zıddı ile bilirken,   O kendini hadisten önce,  kendindeki birleşen ikilikle bildi.  Zıddı ise,   yine kendine malum,   Zatında kaybolmuş idi ki,   kendi,   kendine yeter idi.   Buradan ikilik anlaşılmasın.   Akıl ve duygular için yararlı olan çift olmadadır.   Sende bu yaratılışı anlaman için ikiyi birleştirmen lazımdır.  Gölgene bir bak,   o sana ayrı gibi görünse o,  sen;    sen,  o.   O zaman bu iki nedir.  Çift olan bir,   Rabbim;    bana,   Seni anlama yolunu göster. 

Ey Güzel Allah’ım "Ben cin ve insanı bana kulluk etmeleri için yarattım" buyurdun.   Biz sana kullukta yarışmalıyız.  Sen,   kendine yetersin.  Sen kendi varlığını yarattığın mahlûktan öğrenmiş olsaydın,   görecek gözler vermezdin.   Bizler yine sonunda yok olacağız.   Yine Sen,   kendinle kalacaksın.   Seni biz ancak seninle görebiliriz ve bilebiliriz Seni idrak edemeyeceğimizi de,  bilmenin idrakine erdirdiğin için şükrümüzü ziyadeleştir.   Biz Sen’i bulmak için nefsimizden vaz geçmeliyiz.   Bize,  nefisle öyle bir bağ koydun ki,  bunu başarmak her kuluna nasip olmuyor.   

Seni isteyenlere de "nefsini bırak öyle gel" kelamın zahir olur. 

Sen’i bulmak isteyenlere hep nefsine ağır gelen amelleri teklif etmen bundan mıdır?

Biz Sana kulluğun,   Seni bilmenin hak ve Hâkikatini başaramayız.  Biliyoruz ki,   Seni sevmek yolu en kolayıdır.  Onu da Habibinin bize duyduğu sevgiden istiyoruz.  Onu dahi biz sevemeyiz.   Çünkü O’nu sen sevmişsin.  O’ nu sevebilmeği sevmekten başka çıkarı olmayan bizler umut ve korku ile O’ nunla Sana yüz tuttuk. 

Sen yaratırken bizim mayamıza bu sevmeyi koymuşsun.  Bizi de Sen sev Allah’ım.  Sen bizi seversen ancak ve ancak biliyoruz ki,   bunu bizde başaracağız.  Her işin sonu ve evveli Sensin. 

Ey Hâki, bizde sevgi yolundan bahis açacak,   sana güzel yolun talimini yazarak,   sen de bunu okuyacak ve bulacaksın.  Sen bizim rüzgârımızın önünde bir yaprak ol.   Bu esen yel,   Hâkikat şehrinden gelen bir esintidir;    ayık olursan inşaallah anlarsın.   

Allah’ı sevmek isteyen Habibi’ni sevmek ile yola çıkmalıdır.  O kapıdan geçmeyen,   ileriyi bulamaz.  Gel sende bu kervana katıl. 

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem,   sana olan sevgimizi ifade etmemiz için hangi kelimeyi kullanmak gerektiğini düşünürken,  içimize şu doğdu.  Buyurdun ki, 

"Benim nefsim için seçtiğim sıfat kulluktur.  Sen de kullukta daim ol.  "

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem her zaman şükreden bir kul olmanın misali idi.  Kendisine acıyamadı,  kullukta ise en ağır vazifeyi eda etti.   

Bu manadan bize düşen,   kim ki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi seviyorsa,   onun emaresi Allah Teâlâ’ya karşı yaptığı taatte gizlidir.  Çünkü O’nun varı O’ndandır.  O,   O’dur.   O’na sevgi yolunu götüremeyenler,  Allah Teâlâ’ya yol bulamazlar. 

Sevmeyi sefada arayan çölde serapa aldanan gibidir.   Susuzluğu giderecek,   döktüğün terin karşılığıdır.   

Ezelde sevgiliye söz veren,   öyle söz verdi ki,   razıyım;    başka söz çıkmadı.  Burayı iyi anlamak gerek. 

Her şeyde,   evvel gelene kendini kıyas et.  Nice âşıklar bir güzele meftun olduğunda ezelde gördüğü yârin kokusunu aramaktadır.   Sonun da bakarsın ki,   onu da çoğu terk etmiştir.   Çünkü asıl aradığına kavuşmak için gayret etmekte.  Gayeyi bulmak için âşık olmayacağına âşık olmuştur.  Sonunda çok sevenlerin ayrı düşmesi aslında bundandır. 

O’na âşık olduk.   Eğer sende bu işten bir haber sahibi olmak istersen,  Hâki ile bir zaman sohbet et.  Bu şeyin aslı elbette sana görünecektir. 

Hâki,   bir şeyi iyi bilmen gerekir ki,   sen her şeyden haberdar olsan da,   yine O’nun sözü geçmektedir.  Bazen sana sukut etmen gerektiği söylendi.  Fakat sen konuşurken iradenin elinde olmadığını bilirsin.   Konuşan sen olmadığına göre,  sukut etmen gerekti diyende O,   böyle olunca bu hali nasıl anlatacaksın.  Ah ne zordur,   bilmeyi bilmemek.  Ah ne zordur,  gördüğü halde görmemek. 

Sen yine de bu ömrü ah ile geçirme.   Çünkü sen,   hiç olmadın ki;    sana düşen sevgili âbasına girmektir.  Âba’ya salat ve selam olsun. 

Cüneyd Bağdâdî kaddesellâhü sırrahu’l azîz Efendimiz buyurdu ki,  “delilik ve velilik arasındaki mesafe bir soğan zarı ile ayrılır.”  İnsan tabiatı dairevi bir halde zahirdir.  Onun için sırrı keşfe çalışan bu merkezden hareketle olayları tahlil etsin.  O zaman yaratan ve yaratılanda ki,  birliği anlayabilsin.   

"Kıyamette kudret elinde dürülecek olan bu kâinat için[39/67] iç içe giren dairede,   ancak zamansızlık ve mekânsızlığı bulabilirsin.  Çünkü O,   iki doğu ve iki batının Rabbidir"

Alemde her şey iç içedir.  Sen bir iç olsan,   bil ki senden sonra bir içler deryası;    senden dışa bir sonsuzluklar vardır.  Sende sonsuzluk olan yaratıcıda bir sonlu ise;    demek ki,   yaratılışın merkezinde hep sen varsın.  Her yaratılan veya yaratılacağa merkez sensin. 

Sen işte "iki" nin merkezindeki noktasın.   " Bir " yaratan ve yaratılan diye ayrılan,   birbirinin içi olan iki zıttır.   Aslında sen,  biri gösteren noktasın.   

"Sen Nokta’i Kübra’sın"

Ey yaratılmış ile Yaratan arasındaki âdem;    sırları dökmekte olduğundan haberin var mı?

Ancak burada insana Hakîkat-ı Muhammediye yardıma gelmeseydi;    şeytan gibi,  belkide kovulmuşlardan olacaktı.   

Ey Var’ım,   varı yok olana yardım etmeseydin;    âdem,   kendini var sanacaktı. 

"Sen olmasaydın" hitabı yetişmeseydi;   Âdem âdem kılınıp,   âlem sessiz kalacaktı.  Şimdi bu burada,   bu kadarla yetinelim. 

Âdem,   Hâkikat-ı Muhammediye ile kurtuldu.   Ama şeytan kendisini rehber edindiğinden,   yolu eğrildi.   Şimdi hala Hâkikati bilse de,   bildiği Hâkikatin verdiği sevinçle bir yerde takılıp kalmasına sebep oldu.. 

Allah Teâlâ şeytandan sığının derken ki,  muradı şeytandan olduğu kadar,  ( çünkü onda bir güç yoktur);    insanın yaratılışındaki,   şeytaniyyete meyl edecek,   ahvalden kaçmasını istiyor. 

Şunu hiç unutma ki,   sana önder seçilenler imtihan cenderesinden geçmeden sana uyman için,   misal verilmedi.  "O’nun gözü kaymadı,   haddi aşmadı" hitabı vasfına erişenin kadrinin yüceliğini bir anlasan çok iyi olur. 

İyi gördüğümüz ve bildiğimiz,   kötü şeyler.  Sizleri nasıl fark edeceğiz.   Her yolun bir sonu olduğuna göre,   bizlerde O’nun kendine seçtiği "kulluğu" kendimize şartsız kabul ettirmeye çalışalım.  Bu bir hedefteki anayoldur. 

Hâki, çok sözler dinlesen de;    bizden gör,   onlar içinde hayret yurdunun görüntüleri vardır.   Belki bunları sen ayıramazsın veya zor gelecektir.  Her söz sonunda burayı bulur,   hiç unutma. 

Ulu Sultan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir kulun ulaşacağı en son makama erdiği halde yine oraları terk edip bu süflî âleme geri döndü;    orayı O’na bıraktı. 

"Seni ben övemem,   Sen,   Sen’i nasıl översen öylesin" dedi.  Orada kalmadı,   O’nu daha yücelltti. 

"Allah doğru yol üzeredir.   [11/56]" dedi.   O’nun doğru yolu ise,   Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin yoludur.  O’nun yoluna giren Allah’ın;    Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin yoluna giren,   O’nundur.   

Eğer O beşeren önce gelseydi diğerleri gelemeyecek ve insanlar da eriyip gidecekti.  Her şey O’nun gelmesine hazırlık içindi;    şeytanın bile isyanı buna idi.  Her ümmeti şaşırttı,  fakat Muhammedîlerde başına geleceği gördü.  Çünkü O öyle bir sırla geldi ki,   sevdiği bile O’na hayran kaldı. 

"Allah ve melekleri O’na salat ederler .  .  .  .  [33/56] remzini kullarına bildirdi.  O,   O’nu kendinde;    kendini O,   O’nda buldu. 

Ezel sırrını bilen,   bildiğini Yaratanı karşısında unutup,   her şeyi O’na nisbet etti.  O emir ile imtihan farkını ne güzel bildi.  O cemal yurdunun temsilcisi oldu.   Oysa bu işleri fark edemeyenler celâl kısmına hizmet için kıyamete kadar varlığının korunmasını istedi.  Ama ne faydadır ki,   O beşer ile kayıtlı olmadığı halde tasarruf ederken diğerleri azgınlıklarında her türlü çaba ile O’na bağlı olanları terakki ettirmektedirler.   

"Eğer onların istiğfarları hoşuma gitmeseydi,  günah işleyip sonra tevbe edenleri getirirdim H.  Ş"

Yaratılmış dengesini zıdlar ile muhafaza eden Rabb’im,   Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi bize bildirmeseydin;    o şaşırtıcılara dost olurduk.   

İşte yine "kulluk" makamı göründü.   Kulluğun en güzeli namazımızda,  namazımızın kabulü ise Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme salat ve selamdadır.   Kim ki,   Bir kulluğunu Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemle beraber etmese,   bilsin ki,  Yaratıcısına yaklaşacak mecal bulamaz.  Sanma ki,   bunda şirk var. 

Hayır,   tevhidi arayan Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem kapısından geçmelidir.  Burayı iyi fark et. 

Hangi makama gelirsen gel,   o makamda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi unutma.  Çünkü O her bilginin farkında iken yine Ruhul Küdüs’e sorardı.   Aslında bildiği söylenecekti.  Fakat yine gözünü ileri tutmazdı.  Yol sırlarla dolu olunca sende yolunu bilsen bile yine sormadan geri kalma.  Çünkü soranda benlik kalmaz.  Yolu kuran,   kurduğu yolda yine kendine yönelmeyi arzu ediyor.  Her neye ulaşsanda yine sevgilinin senliğini,   benliğine karıştırma.   Çünkü seven,   sevilenden ayrılığı unutursa sarhoşluğa düşer.  Bu ise onun helakine sebeb olur.   

İblis Allah’ı seviyordu.   Lakin aynileştiğini zan etti.   Sevgisini emir ile karşılaştırdı.   Hataya düştü.  Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ise, her şey O’nun için yaratıldı.  O’nsuz âlem düşünülmedi.   Fakat hep önüne nazar etti.  Sevgiliyi karşısına almadı.   Kim ki,   bu yol büyüklerine vechi temaşa eylerse bilsin ki,   yoldan kalır.  Edep yolunda önüne bakan,   zamanla daha ileriyi görmek yoluna varır.   Uzağa bakan ise,   anlayamadığı hali anlamak için,   düşünürken hem yoldan kalır;    hem de tard edilir,   kovulur.  Bir yola düştünse,   yaptığın ve yapacağın işte,   düşünce ve yorumu bırak.  Nice eğrilere yolu düşen var ki,   sonra Hâkikati buldu.   Sana düşen her şeyi o yola girmeden önce düşün.  Sonra o yola düşünce ayıkman sana fayda vermez. 

Peki, önceden nasıl bileceğim dersen;    işte bu ise yaratılış gerçeğindir.  O Küll-i İrade’nin sana bağışlayacağı bir lutüfdur.   Buna kimsenin sözü erişmez.  Ererişmedi bile.   

Allah Teâlâ’yı bulmak isteyen,   O’nu bulmadan önce Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi bulmalıdır.   O’nu bulmadan boşa emek harcama.  Ne güzel demiş:

"Seni Muhammed’sallallâhü aleyhi ve sellemin rabbi olduğun için seviyorum" Yol O’nun,   meydan O’nunsa;    kabul et.  Varlığına aldanma.   

Görmek için sadece göz ve beyin yetmez,  illa ışık ister.  Öyle ise Hâkikati,   Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemsiz görmek isteyen aldanır.  Hâkikattten bahsedende sünnet-i rasülü görmezsen;    bil ki o dalâletten bahsetmektedir.  Işığı olmayan bir mekânda her türlü imkân ve şartı hazırla;    göremez olduğun ışığın varlığı ile ortaya çıkar.  Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme yol vardırmadan önce gördüklerinin hayal olduğunu,  O’nu tanıyınca anlarsın.  Çünkü Hâkikat kendini ancak O’nunla açıklayabildi.  Eski ümmetler bu sırları yıllarca çalışmaları sonucunda bulamaz iken,   sizler buna kolayca O’nunla kavuştunuz. 

İblis yıllarca kendi cematının başarısı ile övünürken,   O’nun gelmesi ile övünçü hüsran,   fırsatçılığına yasaklar geldi.   Artık hırsızlık ile elde edeceği bilgiler Ümmet-i Muhammed’e karşı ona kuvvet vermiyordu.   Çünkü Hâkikat-ı Muhammediye beşer âlemine yüz göstermişti.  Onda var olduğu sanılan güçlerin var olmadığı insana tebliğ edilince,  bilmediğine karşı,   korku ile kalan âdem artık,   Yaratanını daha iyi tanıma fırsatı buldu.  Çünkü "benim size karşı bir gücüm yoktu [14/22] bu bilgi sana indirildi.  Yaratan seni her an onu fikrinden çıkarmayasın diye adını kendi yanında andı.  "Eûzü billahi min’eş-şeytân’ir-racîm" i sana andırarak,   yolda kalmaman için hep ayık tuttu.  Bu ise sana Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bir ikramıdır.  Daha önce hiçbir ümmet iki zıt şeyi bir arada bulundurmamıştı.  Bu şan Ümmet-i Merhûme’ ye verildi. 

Niçin nefisten sığının gelmedi.  Şerrinden sığınmak vardır.  Çünkü nefis bir yerde,   kendi terbiye olunca insana hizmet eder.  Âdem terbiye mektebinde okur,  Muallimi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem olursa istenilene ulaşır. 

Nefis bir şeffaf kabtır.   Kabına neyi doldurursan,   o rengi alır.  Şeytanı koyarsan şeytan gibi,  Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi koyarsan O’nun gibi,   Zat-ı koyarsan O olur.  Bu kadar sözdeki öz,   terbiyedir.  En güzel terbiye edici ise Allah Teâlâ ve Habibi sallallâhü aleyhi ve sellemdir.   Her terbiye edicinin bir evveli vardır.  Ona göre düşün. 

Sende yüz kapı var.  Yüz kapı öyle açılır ki,   bir açılması Rahman a dönük,   bir açılması şeytana dönük.  Bu hareketli ibrenin yönü gibi;    sen hangisini seçeceğini iyi bilmelisin.  Sadece bir kapı sadece Rahmana açılır.  Bu Hakîkat-ı Muhammediye Kapısıdır.   Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme mahsustur.  Sen eğer O’na tabi olursan,   O,   seni bu kapıdan içeri alır.  Bu çok zordur.  Nimeti çok büyüktür.  Diğerleri tehlikeli olsa da yine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin tasarrufu ile sana Rahmanî açılacaktır.  Çünkü Rabb’inin O’na ayrı bir iltifatı vardır. 

Ey Allah’ım senin bize ihsan buyurduğun bu yaratılış olmasaydı halimiz nice olurdu.  Ezel bezmindeki ikrar,   bugünkü tasdikimizin menşei olmuştur.  Bu da Senden,   Sana olan bir ikramdır.  Bunda bize düşen bir şey kalmadı. 

Her şeyin nihayeti sana malum olunca bu âlemin işlerinde sana düşen zevk nedir?

Ey Allah’ım yalnızlığını nasıl gidermektesin?

Bizleri yaratmadan önce ne ile meşgul oluyordun?

Artık kendini bizi yaratmakla kayıtladın mı?

Eğer böyle bir zorunluluk seni bağlayacaksa,   bundaki zevkin nedir?

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi yaratıp,   bir zaman sonra O’nun isteği mi oldu ki;    bu âlemleri yarattın? 

Niçin,   bu soruları sormak içimize düştü.   

Ya Rabbim,   Seni anlayamadığımız gibi,   Seni anlamada,   yine Sen bize yardım et.  Yoksa helak olup gideriz. 

Sonsuzluk bile senin yanında yoksa çünkü Sen bir şey ile kayıtlanamazsın,   bu nedir.  Ben sende yok oldum demekte,   bir enaniyet vardır.  Çünkü varlığını unutmamıştır.   

Sormak,   araştırmak,   hazırlanmak senin katında yoktur.   Bunların cevabı da yoksa istenilen nedir?

  Evet,   Habibinin kendini vasıfladığı en yüksek makam,   "Kulluk" çıktı.  Hâki duracağın yeri yukarı aşma,   zaman ilacı sana sunacaktır. 

Hâki,  kader muamması içerisinde çok boğulan vardır.  Sen ise bu sırrı çözünce çok şeyin boş olduğu Hâkikatine vardın.  Biri hakkında hemen hükme varma,   çünkü senin yanılmana sebep olur.  Bu makamda Hızır aleyhisselâmın bilgisine ulaşırsan görürüsün ki,   genellikle şerler,   iyiliklerin koruyucusu olmuştur. 

Musa aleyhisselâmı sabır kapısında yoran bu ilim,   Allah Teâlâ’nın ona,  o an için saklı tutması idi.  O da bunu bildiği halde yine de itiraz köşesinde kalmıştı.  Bildiği bilgiden bir an uzak kılınması,   bize gösteriyor ki,   Allah Teâlâ kulu Muhammed’e bağışladığını kimseye bağışlamadığı gibi,   her sırrın bir sırrı daha olduğu aşikâr oldu.  Bu halde ise sabır ortaya çıkar.

 Sabır bilgisiz olana tavsiye edilir.  Bir kişi sabırlıdır dersen bil ki,   o işin nihayetini bilmiş demektir.  Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemde hiç bir zaman sabırsız bir hal zuhur etmedi.  Onda bilgi vardı.  Sabra gerek yoktu.   Bilginin olması sabrı gerektirmez.  Onun için bizlere sabır tavsiye edilir.  Sabrı olmayan insan demek cahil demekle eş değerdedir. 

Ya Rabbî  bilenlerden eyle bizi. 

Hâki,   âdem devamlı terakki ettiği için,   bir makamı bulmadan diğerine ulaşamaz.  Allah kullarına tavsiyelerde bulunurken,   hep kolaydan yukarı doğru yol aldırır.  Eğer böyle olmasa idi,   âdemin tabiatına aykırı bir hal olurdu ki,   diğer mahlûkat gibi,   sorumlu tutulmazdı.   Âdem,   çok yavaş terakki eder.  Lakin bir hayvandan daha aşağıda olan makamını,   birde görürsün ki melekler ona hayrandır.  Bu onun nasıl bir fıtratta olduğunu gösterir.  Eğer rasüller gelmese idi,   bu yolun mahiyetinden habersiz olan âdem sonunda kâinatta varlığı gereksiz bir varlık olurdu.   Bu ise Yaratana layık olmaz.   O âdemi gelişen bir varlık kıldı;    ama bu gelişme kendinde gizli ve var olanı ortaya çıkarma şeklindedir.   Acizlikten acizliğe giden bu yol,   terakki makamlarını geçtikçe kendi Hâkikatini anlayarak bu âlemin sahibini ortaya çıkarır ki,   bu ise onun yaratılma gayesidir.   

Hâki rahatlığın fazla devamı varsa sende,   bil ki,   bu sana cemal bakışı olmayıp,   celâlin tecellisidir.   Çünkü rahat olman ondan ayrı düştüğüne işarettir.  Çünkü yokluk kapısına düşmediğin için,  seni terk ettikleri anlaman gerektir.  Bunun böyle olduğunu sende çok iyi bilirsin.  Senin kapından aşk şarabı içenlerde hep bu minval üzere de giderler.  Ezeli bilenler bugün dert ve mihnet yükü çekmediler.  Sende çekmezsin. 

Hâki,   dert çeken insanların sana hali gösterildi.  İnsan yaratılış itibarı ile kederle yaratılmıştır.   Eğer sen ondan elemi çıkarırsan bil ki,   ölümünü istemekle eş değerde bir şeyi talep etmiş olursun.  Her türlü imkânı elinde var iken,   bir hasretin peşinde görürsün.  Neden mi,   dersen bu onun yaşamasında hayat kaynağıdır.   Maddi ve manevi işlerimizde huzur bulamayışımız,   muhakkak ki hedefi şaşırtmamızda gizlidir. 

Hâki sana gösterilen yol rasüller yoludur;    şaşma.   

Sana niceleri yol açacak,   sen yolunu değiştirme.  Bazı zamanlar sana sıkıntı verecek bazı haller gelse de üzülme,   sen doğru yolun üzere devam et,   güzellikler sana yüz açar.  Sana verilecek ufak şeylerle de kanma,   her zaman sonsuz makamların sevdasını gönlüne açık eyle.  Bir zaman gelir ki,   sözlerin kanuni ilâhi olur,   sen de inanamazsın. 

Sabret.   O’ndan,   O’ na konuşursun da,   kendin bile bilemezsin. 

Hâki,   şu bir Hâkikat ki ne kadar dil döksende,   açıklasanda nasibin kadar şey zahir olur.   Bunda senin bir hakkında yoktur.   Boşuna çaba gösterme,   istikamet üzere ol;    bu yeterlidir. 

Bak kendine;    iman etmişsin,   O’ndan;    kafir olmuşsun,   O’ndan;    

Sende bir şey yok.   Kuvvetin sınırlı ise,   fakat hedefin sınırsız. 

Sorun burada;    bu bitince fırtınanın dindiği gibi her şey son bulur.  Fırtına sonunu görende çok azdır.  Nasıl ekmek basitçe sofran üzerinde yer alırken,   kolayca onu midene indirirsin.  Bir dile gelse çektiği elemlerden bir hikâye söylese de,   dinlesen.   

Basit bir mahlûkta ki,   bir terakki bu kadar zahmete bağlı ise,   Hâki sen daha çok çekeceksin.  Her iptila ve elemin sana sevgili hicabının bir kat daha açılması olacaktır.  Bunu Hâkikat olarak bil. 

Hâki acıların yoğun bir şekilde üzerine inmesi dahi seni şu mesele kadar üzmemişti.  Bu ise;   Allah bizimle beraber,   Sevgilisi bizi sever;    lakin kâfirler ise,   içtimai hayatımızın her noktasında ciğerimize kadar girmişler.  Bu noktada akıl ve fikir yardımı ile meseleyi çözüme kavuşturamadım.  Artık kendime güvenimi kaybetmemek için Rasülün fitne zamanındaki ne yapılması gerekli olduğunu bildiren sözlerinden başka bir şey bulamıyorum. 

" Kendine dön,   âlemle meşgul olma" sonucuna varmaktan başka çaremiz kalmadı.   Çünkü biz hak davada iken,   her konuda şeytanın yetkin olması zorumuza gidiyor.   Bilmelisin ki,  O onlara daha büyük tuzak kuruyor;    lakin bu sonucu görmek belki bize nasip olmayacak.   

"Allah’ım bizler mağlup olduk,   yardımını gönder." demekten başka çaren kalmayana kadar. 

Söylendi ki,   sen âlemin hali ile niye meşgulsun,   o bize ait;    sana düşen nefsini terbiye etmektir.  Yarın karşılaşacağın Hâkikate ne hazırladın;    denildi.   Bu eyvahları artıran daha büyük bir dert oldu.  Anladım ki,   her ceza ve soru mesuliyetin kadardır.  Niye kendini üzüyorsun.  Ama nefis bizdeki doğruları yine kendi hesabına eğrilterek kalbine sunmaya çalışır.   

Güç ve kudretin elinde olduğu Rabbi’m sana güveniyorum;    bilmeyerek bir isyana düşersem beni o yanılgıdan kurtar, diye dua et. 

Hâki,   Kulluğu kendine yakıştırırsan,   her şey biter.  Ama sen rabblığa soyunursan;    bil ki,   hem olamazsın;    hem de işin işinden çıkamazsın.  Sana duyurmadılar mı?

Bize tasarruf yetkisi verdiler,   biz O’nun işine karışmadık. " kelamını benliğine nakşet. 

Allah Teâlâ’nın her şeyi bilirken,   kader emrinde iken,   ne kadar çok sakin olması seni hayrete düşürmüyor mu?

Hayret etme,   O işleri en güzel idare eden ve sonucu evvelinde gören ve bilendir.  Her şey O’nun kudretinde,   emrindedir.  Her şey bittiğinde "Bugün mülk kimin" sorusuna ancak kendi cevap vereceği gün,   iş meydana çıkacaktır. 

Hâki,   Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem gibi sende kendini kul olarak kabul et,   ve geçici dünyadan göçtüğün gün üzerine nurlar yağsın. 

Ey güzel Allah’ım sana kendimi emanet ediyorum.   

Habibin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hürmetine günahlarımı,   anne ve babamı,   evlat ve iyalimi,   sevdiklerimi bağışla. 

Kurtuluş ve selamet Hüda’ya tabi olanlaradır. 

2002

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar