AYDINLIK ZİNDAN -Bilgesu Erenus- Yalçın Küçük
……incelemenin diğer dizileri yayımlandıktan sonra, Türkiye'den daha çok dünyada ünlü, romancımız Orhan Pamuk'un tercüme-i hali ile ilgili
iki bilginin ulaştığını da eklemek
durumundayız; Pamuk, bir mülakatında, sevgili
karısının adının "Aylin" olduğunu
ifşa etmiştir. Son zamanlarda bizde de kullanılan bu isim, ingilizce'de, "Eileen" ve bazen de "Aileen" olarak yazılıyor ve aynı şekilde telaffuz ediliyor; Türkçedeki anlamını bilmiyorum, Batı'da, "Helene" demektir. Kutsal isimler
arasındadır.
Bu arada zindan
yaşamımız üzerine
kısa bir bilgi sevindirici olabilir; ben Haymana'ya geldiğimde, söz uygunsa,
Doğu ile birlikte aynı mezara konmuştum, istedik ayırmıyorlardı. Ancak "Mesut Yılmaz Vak'ası"
ile ilgili açıklamalarda, herhalde, Doğu Perinçek'in beni iğfal ettiğine inandılar ve etkili olur olmaz, derhal
ayırdılar; şimdi birbirine
zıt iki ayrı hücremezarda kalıyoruz.
Notlar gidip geliyor, gazeteleri önce Doğu okuyor,
işaretliyor, 19 Mart 1999 tarihli Hürriyet’in üzerinde koca koca işaretler ve kesme resimleri vardı; burada,
Doğan Hızlan, "israil'de Orhan Pamuk Okunuyor" haberi ile bizi sevindiriyor, kuşkusuz bizimki hem ülkemiz ve hem de bilimsel açıdan
bir sevinçtir.
Hızlan'ın
haberine göre,
Pamuk'un kitabını,
"Ansiklopedi Judaica'yı basan yayınevi" çıkarmıştır.
Bilim dünyasında müthiş bir rastlantıdır; İsrailliler Pamuk'un kitabını
dinsel sayıyorlar, bunu anlıyoruz. Haksız bulmuyoruz.
Bilimsellik benim vurgumdur.
Yönteme önem vermek zorundayız; böyle bir incelemede, dışarıda ün ile dönme ve Yahudi bağlantısı üzerinde
durunca, "en ünlü" vak'ayı bunun dışında tutarsak, hiçbir bilimsellik iddiamız kalmayacaktır, bilim de kesin kurallıdır. "En ünlü" insan, ya bu çerçeveye girecektir ve eğer girmiyorsa, neden girmediği açıklanacaktır, bunun dışında bir bilimsellik iddiamız
olamıyor. Bu nedenle ünlülerimizin ünlüsü
Yaşar Kemal'e gelmiş
bulunuyoruz.
ilk bakışta Yaşar ile Pamuk arasında
çok çarpıcı paralellikler çıkarabiliyoruz:
a) Pamuk da Yaşar da, içerideki edebiyatçılar ve eleştirmenler tarafından kabul edilmediler;
b) Ülke dışında beğenildiler;
c) Bunun üzerine "medya" isimlerinin başına ve belki de nüfus kâğıtlarına "dünyaca ünlü" kaydını düşüyordu;
d) Pamuk'u nasıl niteleyeceğimi, pek okuyamadığım için, bilmiyorum, ancak Yaşar Kemal
Dostumuzu, resim sanatından aldığımız bir niteleme ile "naif" yazar sayıyoruz;
e) Kemal'i benim bildiğime göre, bir tek eleştirmen, edebiyattan değil muhasebecilikten gelen,
Fethi Naci beğeniyordu ve romanlarında iyi "sosyoloji" yazdığını
söylüyordu. Fethi Naci Dostumuz şimdi sadece baş eğmeyi
propaganda eden "edebiyat" eserlerini beğeniyor ve Pamuk'un son şaheserini eleştirmekten
korkuyor, öyle görüyoruz.
Meslekten iktisatçı Fethi Naci, Pamuk'un son
şaheserini değerlendirmemekle birlikte
pazarlamadaki üstün yeteneğini teslim etmektedir. Ancak bu alanda
hiç kimsenin, Yaşar Kemal dostumuzun eline su dökemeyeceğini biliyoruz; bu çerçevede Kemal'in zaman
zaman tercüme-i halini
de değiştirdiğini
görüyoruz. Yaşar'ın, son zamanlardaki açıklamalarının ötesinde, Kayseri'den istanbul'a getirilmesini sağlayanın, Ayperi ve Aydemir Balkan'ın babaları doktor Albay olduğunu biliyoruz; Yaşar'ın İstanbul'daki ilk çevresi, Kadıköy'ün, içinde Ayperi'nin ve Gülçin'in de bulunduğu, aydın, sola yatkın, modern hanımları olmuştur. Fakat Yaşar Kemal,
büyük bir ticari deha göstererek, ani bir kararla, İstanbul’un Yahudi komünitesinden bir çocuk annesi, Tilda ile evlenmiştir; bu evlilikle eşzamanlı bir biçimde, çeşitli anılardaki adıyla, "Ağam Yaşar", Paris'te
şöhret merdivenlerinde yükselmeye başlamıştır, kararının isabetini teslim
ediyoruz. Bilim, benim zaafımdır.
Bu dört vak'ada
kendisini zorlayan
ilişkilerin doğru olmamasını hâlâ temenni ediyorum.
Bulguların beni götürdüğü sonucun
yanlış olması için "dua ediyorum"; çünkü, bu sonuç çok ürkütücüdür. Başkalarını bilmiyorum ve çok zaman olduğu üzere,
ben kendi bulgularımdan ürküyorum.
Şimdi Paris'e gelmiş bulunuyoruz ve Paris, belki de hâlâ, ün ve entrika'nın Mekke'sidir. Paris'te ve Paris'ten ünlenebilmek için, Paris'teki üç kapıdan birisinden mutlaka geçmek zorunludur.
Bunları netli kle sıralayabiliy oruz:
a) Fransız Komünist Partisi;
b) Fransız Sosyalist Partisi;
c) Yahudilik,
geçilecek üç kapıdır. Ben uzatmak
istemiyorum. Nihat Behram'ın Yılmaz Güney ile ilgili anıları, Fransa'daki Kürt Enstitüsü, Yaşar Kemal'in biyografisi yeteri kadar açıklayıcıdır ve daha ayrıntılı kanıt isteyenlerin bunlara
ve diğerlerine bakmaları yeterlidir.
Çünkü benim asıl söylemek istediğim, bunlardan ötedir. Burada
"üç kapı" dediğimde, sadece analitik açıdan yaklaşıyorum; aslında, fiilen, bu üç kapıyı tek kapı saymak
durumundayız. Benim özet ve net kanım budur ve bu sadece bizler
için değil, başkaları
için de böyledir.
Ben Paris'te iken birden bir
Yasemin Reza parladı, tiyatro
yazıyordu, bütün reklam panoları
Yasemin Reza'nın resimleriyle süslüydü. Arkasından bir de romanı çıktı; böylece
bir doğulu olarak, Yasemin'in başarısından pay çıkarmaya
başladım. Oyunları derhal,
New York'ta, Londra'da, aynı zamanda ve geç kalır mıyız, istanbul'da oynuyordu ve ben burnu ibrahim
Gencer'inkine benzeyen bu iranlı kızımızla iftihar etmeye başlıyordum. "Ah, bir de ayrıntı
merakım olmasa!" televizyonda hakkında söylenenleri, yazılanları hep izledim; anne baba Yahudi, birisi İran’dan ve diğeri
Macaristan'dan geliyordu. Bunu ise çok gizliyorlardı.
Şunlar var:
a) Fransa'daki
Arap yanlısı, I' Humanite
veya sosyalist partiye
yakın Liberation değildir; golist Figaro'dur;
b) Komünist Partisi'nin şimdiki revizyonist genel sekreteri Hue'nün Yahudi olmadığını, ancak bir televizyon mülakatından, karısının Yahudi olduğunu
öğrenmiş bulunuyorum;
c) Hem komünist partisi
ve hem de sosyalistler, Arapların her suikastından sonra, İsrail lehine büyük törenler düzenliyorlar, ancak İsrail katliamlarının hiçbirisini görmüyorlar;
d) Golist Cumhurbaşkanı Chirac,
Arap yanlısı bir politikayı savunuyor, ancak hükümet sosyalistlerdedir.
Şimdi bizi biraz daha ilgilendiren bir alana geliyorum. Ancak bunun için iki saptamaya ihtiyacım var:
a)
Yahudilerin vücutları, cisimleri
ne kadar Amerikan
veya Fransız olursa olsun,
ruhları hep Yahudi kalmaktadır;
b)
Ermeniler, yiyecek veya içecekleri ile ne kadar Ermeni görünürlerse görünsün, ruhları, bulundukları yere göre, ya Fransız
ya da Amerikan'dır;
c)
Biz Ermeniler'e, "millet-i sadık" adını takmışız, bu her gittikleri yer için doğrudur. Ermenilik sadece bir pazarlıkta aklına gelmektedir. Ermeni, kendininkinden başka
bütün millete sadıktır.
Paris'te Ermeni hoca ve entelektüellerin son zamanlardaki "savaşlarını" böyle anlamayı öneriyorum. İimdi buradayız
ve bu savaşların irdelenmesinin çok aydınlatıcı olacağını sanıyorum.
a)
Anglo-Amerikan "Türkolog" Bernard Lewis ile
Paris'teki Ermeni entelektüellerin mahkemelik olduğunu biliyoruz. Lewis, bu dünyadaki
en ünlü Türkolog olarak kabul edilen profesör, Osmanlı'nın son zamanlarında, Türkiye'de iddia edilen Ermeni
katliamının olmadığını yazıyordu ve Paris'te mahkemeye
verildi, mahkûm olduğunu biliyoruz. Belki bilmediğimiz veya az bildiğimiz, Lewis'in Yahudi olduğudur.
b) Yakında Paris'te Türkolog
profesör Gilles Veinstein
ile Ermeni hocalar arasında yeni bir savaş patladı;
bazı fıkra yazarları, Profesör Veinstein için faks seferberliği istediler. Bu arada, Strasbourg'da profesör
Üstad Tanilli de, 12 ġubat 1999 tarihli Cumhuriyet'te, bir makale yayımladı ve Veinsten hakkında
bilgi vererek savundu.
Kavga, Profesör
Veinstein'in College de France'e
seçilmesi nedeniyle
ortaya çıkıyordu; ancak bundan önce de, Veistein, Sorbonne'de Türkolojinin başıdır.
Sadece başı değil, Paris'teki tüm Türkoloji çalışmalarına tam egemendir; Veistein'in istemediği bir Fransız veya Ermeni kökenli Türkolog, Paris Üniversitesi'nde pek ders veremez,
ancak maaşını almak durumundadır, hoca olarak kalıyorlar, ancak dersleri olmuyor.
Üstad Server Tanilli, bir makalesini, bu konuya
ayırmakla çok iyi yapmıştır; ancak, benim bilgilerime göre, söylediklerinde bir küçük fazlalık
ve bir küçük eksiklik
bulunmaktadır. Bir: Veinstein, bilimde önemli bir kimse değildir. İki: Veinstein, Yahudidir. Paris'te Türkoloji, Yahudilerin elindedir.
c) Üstad Tanilli, belki de bu noktayı,
herkesin bildiğini düşünerek,
önemsiz bulmuştur veya isimden anlaşılabileceğini düşünmüş
olması mümkündür. Ancak Strasbourg'da Türkoloji'nin başında olan Paul Dumont'un, ismi haber vermese
de, Yahudi olması büyük ihtimaldir.
Böyle nazik bir konuda
tekrar tekrar açıklama yapmamın normal karşılanacağını umuyorum.
Benim bir Yahudiye
veya bir Yahudinin bir yere gelmesine hiçbir itirazım bulunmuyor, bu büyük zulüm görmüş halkın
acılarını her zaman paylaşıyorum. Benim itirazım söz uygunsa, objektif değil masonik benzeri
bağların ön planda tutulması
ve emperyalizmin ileri karakolu olarak
davranma ihtimalidir.
d) Belki bir tesadüftür, Türkoloji ile çok yakın Kürdolojinin başında
da Profesör De Wengen bulunmaktadır ve yine Yahudidir. Ancak Komünist Partisi
üyesi ve Mısır kökenli
bu Hanım Profesör, benim
dünyada tanıdığım en iyi insanlardan birisidir; büyük bir Türk ve Kürt dostudur. Paris'teki Kürt Enstitüsü'nün temel
direklerinden.
Bu Hanım Profesöre, Pkk Kürtleri, haksız olarak, düşmanlık duyuyorlar; ben ise, Joyce'un insanperverliğine hayranlık duyuyorum.
Bu incelememin
tümünü de, hayranlığımın bir göstergesi olarak,
Joyce'a göndermek istiyorum.
Burada bunu yazmam, yanlış
anlaşılmak istememem nedeniyledir. İnsanlık tarihimizde, çok büyük Yahudiler gelmiştir ve bazıları
bizi hep hayran bırakmıştır. Yahudi aydınlar olmasa, hem dünya aydın tarihinin ve hem de Büyük Bolşevik Devrimi'nin çok yoksul kalacağına inanıyorum.
Ancak kurulan Washington-Ankara-Telaviv ekseni,
Yahudi kökenli Türkologları, kraldan fazla kralcı
bir konuma ve bir misyoner
havasına sokmuş bulunuyor; Lewis-Veinstein Savı, bunun çok güzel bir örneğini
oluşturmaktadır. Savundukları, bilimselliğin
çok dışına düşmesi
bir yana, bu platformlarda Türk görüşünü resmen
savunmayı üstlenen Profesör Mümtaz Soysal'ın çizgisinin bile çok gerisindedir.
Profesör Soysal, istatistiklere ve diğer
tekniklere girmeden, bunun, bir ırk ve bir millet olarak Ermenileri hedef almadığını, savaş sırasında bir güvenlik
tedbirinden doğduğunu ileri sürmekte
ve savunmaktadır; bu tarihin
acılarını çözebilmek için bir başlangıç
olarak görünmektedir.
Bu gerçeklerle Profesör
Soysal, Ermeni
halkımıza yapılanları, "jenosid" [Soykırım] saymanın imkânsızlığını düşünmektedir, bunu bölgemizin halklarının kardeşliği yolunda bir adım olarak görmemiz mümkündür.
Bunun ötesinde, değerli
monografilerini okuduğum P. Dumont'un
kitabı veya Mehmet Harmancı'nm büyük bir başarı
ile Türkçeye çevirdiği
Lewis'in Ortadoğu kitabının
çok daha iyisini
ve çok daha objektif olanını, ülkemizde, pek çok ortaokul tarih
öğretmenin yazabileceğine inanıyorum, bunları ayrıntılı olarak göstermeyi ileriye bırakıyorum. Dumont veya Lewis'in
tek ayrıcalıkları, bir Fransız
veya İngiliz Yahudisi olarak dünyaya
gelmiş olmalarıdır.
Bu belki o kadar önemli olmayabilir; daha önemli
bir nokta var. Paris'te aslında dar olan eğitim postları, at gözlüklü,
kapı kulu ahlâklı, Washington-Ankara-Telaviv politik eksenine bir komiser disiplini ile bağlı kimselere verilmektedir; Ermeniler, daha eleştirel bakmak
istedikleri için tümüyle diskalifiye edilmektedirler. Kuşkusuz Yahudi kökenlilere daha çok güvenilmekte ve ikincil
dereceden hizmetlerde bile bunlar
seçilmektedir. Kavga, budur.
Aslında bu bütün bölge çalışmaları denilen, area studies, alanlarda geçerlidir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde iken adı "mevlüt" olan ve şimdi Michel'e çeviren,
Türk öğrencileriyle Türkçe konuşmayı bile bayağı
sayan bir asistan
profesör olabilmektedir; ancak aynı Fakülte'den bir Sina Akşin'in, Taner Timur'un veya Korkut
Boratav'ın buralarda misafir
profesör olarak ders vermesi
bile imkânsızdır, önemli
olan budur. Ülkede sıfırlar,
Batı'nın büyük başkentlerinde büyük üniversitelerde ders veriyorlar ve bunun tersi de var.
Tersi başladığımız
yerdir,
a) Kendi başkentlerinde, bizim döküntülerimizi istihdam edenler,
ülkeye sürekli "ün" ihraç ediyorlar;
b) Bu ihracatta, dünya Yahudi
lobisi, çok bilinçli
ve sistematik olarak hareket etmektedir;
c) Bu büyük ün'ler,
yabancı dışişleri bakanlıklarının istedikleri zamanda ve istedikleri ölçüde, "ses" çıkarıyorlar;
d) Bunun ötesinde, ülkede estetik ve eleştiri
çok büyük bir tahribat
ile karşı karşıya
geliyor;
e) Okuduğunu anlamayan, beğenemeyen bir aydın, iki yüzyıldır, Batılıların üstünlüğü kompleksi
ile endoktrine olan aydınımız, bunların, dünyada çok beğenildiğini öğrendikçe, eziliyor ve kendisine güvenini yitiriyor. işte buradayız.
Belki içlerinde dostlarım da olan bazı aydın ve yazarlarımızı üzdüm;
ancak mecburum. Geniş aydın kütlemizi, emperyalizmin bu iğrenç
oyunundan kurtarmaya katkıda bulunmak
için, bunu yapmak zorundayız. Bu bizim görevimizdir ve Erasmus'un Deliliğe
Methiye'de çok güzel söylediği üzere, başkalarının aklıyla bilge olmaktansa, kendi hükmümüzle, deli olmayı tercih etmek durumundayız.
Benimki bu yolda bir başlangıçtır. Yazılacakların ne başı ve ne de sonudur.
Başı mı? Daha, '80'li yıllarda moda olan, bazı şarkıcı
ve film yıldızı kızlarımızın, Paris'te birer meçhul Yahudi zenginle evlenmelerini henüz yazmadık, birden Yahudiler, Türk yıldızlarına âşık olmaya başlıyorlardı. Sonra da, Emel Sayın örneği, bizi güldürüyorlardı, "Davud, Kıbrıs'ın güneyinde tatil istiyor, milli
hislerimi rencide
etti, boşanıyoruz" diyorlardı. Sanki sahiden evlendiler!
Paris üniversitelerinde ortaya çıkardığım bu savaşın, bir de mossad-mafya-Mit yanı
var; bir tür tarihöncesidir. Sonrasına ise Elenler girebilirler; Yılmaz Güney Olayı'nda büyük rol oynayan Atinalılar, bir yanda Zülfü Livaneli Vak'ası'nda ve diğer yanda Öcalan Olayı'nda hayal kırıklığı ve başarısızlıklarla
karşılaştıkları için şimdilik susuyorlar. Bu savaşa girerler
mi bilmiyorum. Ancak girerlerse, ne Yahudilere ne de Ermenilere benzeyeceklerini sanmıyorum. Göreceğiz.
Sh:31-37
Kaynak: Bilgesu Erenus- Yalçın
Küçük, AYDINLIK ZİNDAN, Sıra : YGS Yayınları: 36 Talay Kitapları:, 1 Baskı Tarihi : 1. Basım: Kasım 2002, Kadıköy/ İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar