(CUMARTESİ AVCISI) Yahudi
Türkçe’ye “Cumartesi
Avcısı” ismiyle çevrilen film 2009 yılı İran yapımıdır. Senaristliğini ve
yönetmenliğini Parviz Sheykhtadi’nin yaptığı filmin başrollerinde Ali Nassirian
(siyonist dede) ve Mohammad Javad Jafarpour (Benyamin) oynamıştır. Film Yahudi
bir kadının, babasının ısrarları sonucu, kısa bir süreliğine oğlunu onun yanına
bırakması ve çocuğun dedesinin yanında geçirdiği zamanı konu almaktadır. Film
hakkında değerlendirmeye geçmeden önce Kur’an ayetlerinden cumartesi(sebt) günü
yasağını çiğneyenlerin hakkında bilgi veren ayetlere bakalım:
“Andolsun, sizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbet
biliyorsunuz. İşte biz, onlara: “Aşağılık maymunlar olun dedik.”(Bakara 65)
“Ey kendilerine kitap verilenler birtakım yüzleri silip de
arkalarına çevirmeden ya da cumartesi adamlarını (o gün yasağı çiğneyenleri)
lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden evvel, yanınızdakini doğrulayıcı
olarak indirdiğimize iman edin. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.” (Nisa 47)
“Hani onlar cumartesi haddi aşmışlardı. Cumartesi günü iş
yapma yasağına uyduklarında balıkları onlara açıktan akın akın geliyor,
cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında ise gelmiyorlardı. İşte biz,
fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.” (Araf 163)
“… Onlara: “Cumartesi haddi aşmayın” da dedik. Ve onlardan
kesin söz aldık. Onların kendi sözlerini bozmaları ve, Allah’ın ayetlerine
karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve “Kalplerimiz
örtülüdür” demeleri nedeniyle(onları lanetledik). Hayır Allah inkarları
dolayısıyla ona damga vurmuştur. Onların azı dışında inanmazlar.” (Nisa
154-155)
Film mekân olarak
İsrail tarafından işgal edilmiş Filistin topraklarında geçmektedir. Siyonist
düşünceye sahip bir dedenin torununu bir eğitime tabi tutması süreçlerini
içermektedir. Dedenin eğitimleri bize insan fıtratının ne şekilde
değiştirildiğini ve değiştiğini gözler önüne seren bir süreçte işler. Aslında
dede kendisinden sonra yerine geçecek, görevi devralacak birini
yetiştirmektedir. Bu göreve geçecek kişinin kalbinde insani duygulara(merhamet,
sevgi vb.) yer yoktur. Bu duyguların kullanıldığı anlarda sadece amaca uygun
olan anlardır. Aslında bu anlardaki kullanım tamamen çıkarla doğru orantılıdır.
Yahudilik inancında ad koyma önemli bir görevdir. Filmde de buna dikkat
edilerek çocuğun ismi de önemi vurgulanması amacıyla “Benyamin” olarak
konulmuştur. Benyamin “sağ elimin oğlu” (gözde oğul) anlamına gelmektedir.
Filmi izlerken
film hakkında varılacak ilk sonuç;
Filmin tamamen
anti-siyonist bir görüntü çizmesidir. İkinci olarak siyonistlerin sadece kanla
beslendiklerini çok güzel bir şekilde resmetmiştir. Siyonizmin sadece siyasi
bir ideoloji veya sadece dini bir ideoloji olmadığını dini referans alarak
siyasi görüşü de olan kapsamlı bir sistem olduğunu görmekteyiz. Kaynağını
Yahudilerin (tahrif edilmiş) kutsal kitabından almaktadır. Filmde bu konu güzel
bir şekilde ortaya konulmuş. Kaynağı dini olan bir sistemin de önemli
önderleri, yol göstericileri siyasi liderler değil, siyonist din adamlarıdır.
Yahudilik inanışında hahamlar üstünlük bakımından peygamberlere çok
yakındırlar. Hahamın sözleri insanları uyması gereken, karşı çıkmaması gereken
sözlerdir. Hahama uymamanın, küstahlık yapmanın cezası ölümdür;
“Ve her kim, Allah’ın Rabbe hizmet etmek üzere orada duran kahini,
yahut hakimi dinlemeyerek küstahlıkla davranırsa, o adam öldürülecektir.” (Eski Ahit, Tesniye,
Bab 17, Ayet: 12)
Benyamin’in nasıl
dönüşüm geçirdiğini olaylarla anlatan filmde en çarpıcı bağlamlardan birisi de;
bir Arap çocuğuna yardım eden Benyamin’in filmin sonunda sevgi gösterdiği
insanları öldürmesidir. Sahip olduğu merhamet duygunun yok olduğunu ve yerini
zıttı olan katılık, acımasızlık gibi duyguların yer almasıdır. Eğer sahip
olduğumuz bizi insan yapan özelliklerimize sahip çıkmazsak kaybolurlar ve
kendimizi tanıyamaz hale gelebiliriz.
İnsanların
kendilerine dayandırdıkları bir tarih vardır. Kendilerini tanımlarken
beslendikleri kaynakları, dayanakları ifade eder bu tarih. Tarih hakkında
herkesi muzdarip olduğu konulardan biri de yanlı tarih yazılımıdır. Batının
dünya liderliğini ele geçirdikten sonra en fazla önem gösterdiği dallardan
birisi de tarih olmuştur. Yazdıkları tarih eserlerinde uzun yıllar dünyaya
öncülük etmiş İslam’ı ve Müslümanları sadece dipnotlara sığdırmıştır. Filmde de siyonistlerin nasıl “bulundukları andan” tarih
yazdıklarının sahnesine tanık olmaktayız. Yeni bilgileri eski maddelere
yazarak(sayfalara veya kitabelere) eski bilgi “imiş” gibi sunarak kendi
düzenlerine hizmet etmelerini sağlıyorlar. Hatta filmde sadece yakın tarihle
alakalı değil kitabe işçiliği de gösterilmektedir.
Haham’ın evinde
köle olarak çalıştırdığı insanlar kendi ırkından ve dininden değildir. Birisi
Hristiyan diğeri ise çocukken alınmış bir Arap gençtir. Aslında bu durumun
dayanağını aşağıdaki Eski Ahit ayetlerinde buluyoruz:
“Ve senin malın olacak köleye ve cariyeye gelince,
etrafınızda olan milletlerden, onlardan köle ve cariye satın alacaksınız. Ve
aranızda oturan gariplerin de çocuklarından, onlardan ve diyarınızda doğmuş
olup yanınızda bulunan aşiretlerinden satın alacaksınız ve sizin malınız
olacaktır. Ve onları kendinizden sonra miras mülk olarak çocuklarınıza
bırakacaksınız, daimi kölelerinizi onlardan alacaksınız; fakat kardeşlerinize,
İsrail oğullarına, birbirinize sertlikle efendilik etmeyeceksiniz.” (Eski Ahit, Levililer,
Bab 25,Ayet: 44,45,46)
Filmde karşımıza
çıkan önemli özelliklerden birisi de çizilen dava adamı profilidir. Davanın
doğru dava olmadığı ortada olmasına rağmen davaya mensup birinin davasının her
şeyden önce gelmesi gerektiği çok güzel bir şekilde gösterilmiştir. Davası için
gerekirse kendisinden bile vazgeçebileceği ki bunun İslam literatüründeki
karşılığı “şehadet”tir. Filmi izlerken yanlış davanın adamının sadakatini
görünce insan ister istemez kendi durumunu da bir öz eleştiriye tabi tutuyor.
Filmin en önemli özelliklerinden birisi de içerisinde Siyonist
Yahudilerle diğer Yahudilere birbirinden ayırmasıdır. Siyonismin sadece
Müslümanlara karşı değil aslında bütün insanlığa bir tehdit oluşturduğu ve
(gayrimeşru rejim) İsrail’in içinde de bu durumdan rahatsız olan “insani”
özelliklere sahip Yahudilerin olduğu da gösterilmiştir. Filmde yapılan Yahudi
ve Siyonist ayrımını da tebrik etmek gerekmektedir. Bu ayrımın yapılması filmin
anti-semitik bir film değil tamamen anti-siyonist bir film olduğunun göstergelerindendir.
Film Filistin’de topraklarında geçen bir film olduğu için sadece siyonistleri
değil o toprakların gerçek sahiplerine perdeye almayı unutmamıştır. Onların da
siyonistlere karşı duruşlarının nasıl olduğu, hepsinin aynı olmadığını bizlere
göstermiştir.
Film bütün bu
göstergeleri sonucunda kesinlikle izlenmesi gereken ve hakkında konuşulması
gereken filmlerdendir.
“Bazen onların seni sağır sanmalarına müsaade edeceksin.
Bazen de seni deli sanmalarına göz yumacaksın.
Böylelikle kendilerini olduğu gibi gösterecekler.
Ve sen göreceksin, işiteceksin, anlayacaksın.
Bir gün sen de onların hepsinden kurtulmuş olacaksın.
Onların hepsini alt edeceksin.
Böylece bütün kötülüklerden kurtulmuş olacaksın.
Ama asla kendini hiç kimseye açıklamayacaksın.
Hatta Halom’a bile açmayacaksın.
Onlardan bile. Ben var olduğum sürece sen onlardan olamayacaksın.
Burak Çamur kritik etti.
Erişim: http://erdemligenclik.net/2014/02/20/fitratin-bozulusunun-oykusu/
SUZAN
ÇATALOLUK
KALEMİN DİLİ
22 Ağustos 2011
“ Cennette olduklarına gönülden inanarak kara toprak adlı
misafirhaneye emanet ettiğimiz, şehadet makamının sırrına eren vatan
evlatlarımıza Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine sabr-ı cemil diliyoruz. „
Rengârenktiler:
Pembeydiler, kıpkırmızı idiler, kimileri kadife gibiydi neredeyse siyaha
dönük mordu, kimi saparıydı, yaprakları şebnem ile doluydu, bazıları da
beybeyaz, katmer katmerdi.
Dünyanın
en güzel ecesi gibi duran pembe sadberki seçti, uzun uzun
kokladı.
Muhteşem
bahçenin güllerle dolu yolunda yürürken düşündü. Daha çok gençti, ama nelere
muktedir değildi ki… Onun için “hayır” kelimesinin hiçbir manası yoktu. Elinin
uzanmadığı yer yoktu ona göre ve gücünü hissetmeyecek insan da yoktu artık.
İhtirasla
gülümsedi. Ölümsüzlüğü de yaşamak istiyordu, sonsuzu görmek. Bunun için
de ilm-i kimyayı kullanmak, ölümsüzlük iksirini içmek istiyordu.
İnsanlara
hükmetmek, ülkelere sahip olmak, bir bakışla kalplere ölüm korkusu
vermek, güzeli sevmek, özün sözü, dünya nimetlerinin hep kendisinin olması,
etrafında daima hayranlarının bulunması, hiç vaz geçemeyeceği böyle bir
dünyada yaşamak onun ezelden gelen hakkı idi inancına göre.
Yavaş
yavaş yürümeye devam etti. Güllerden sonra özenle yetiştrilmiş bin bir
çiçeğin ve pek güzel şekil verilmiş ağaçların arasından geçti.
Yolun
bitiminde bekleyen süslü elbiseli nöbetçi onu görünce korku ve hayranlık
içinde eğildi, selama durdu.
Nöbetçiyi
görünce yüzündeki gülümseme bir hayal gibi kayboldu, yerini azamet ifadesi
aldı. Hemen emirler yağdırmaya başladı:
“-
Tez bana sadık dostumu çağır. Git, haber ve o can dosta. Hala bekler misin, git
dedik!”
Oymalı,
kakmalı kapıdan geçip ipek halıların üzerinde yürürken düşündü: Acep bu
gün bahşıları çağırıp tekrar tekrar geleceği ve burçları konuşsa
mıydı ?
Hatai
ve Rumilerin lacivertlerde raksettiği perdelerin, süsüyle
insanı kendine çeken şandanların, kokularıyla gönüle ferahlık veren
buhurdanların şaşırtıcı bir ahenk meydana getirdiği kabul odasına
girdiğinde kararını vermişti. Bahşılarla tekrar konuşacaktı.
Arkasından
büyük edeple ve neredeyse nefes almadan yürüyen görevlilere döndü, emir
buyurdu:
“-Bahşıları
da hazır edin. Çağırdığımda gelsinler.”
Biraz
sonra lale desenleriyle ince ince işlenmiş renkli vitraylarla,
geometrik desenlerle süslenmiş pervazlarla desteklenmiş pencereden dışarıya
bakıyor, altın tas ile sunulmuş şerbetini büyük bir keyifle
yudumluyordu.
Sesesizce
yaklaşan ayak sesi ile başını çevirince onu gördü, dünyada tek güvendiği ve her
şeyini anlattığı can dostunu.
Adam
teklifsizce geldi, yan tarafında bulunan mindere çöküverdi. Gülümsedi.
Yavaş yavaş, tane tane konuştu:
“-Beni
emretmiş aziz dostum, hemen koşup geldim. Canım canınıza feda olsun.”
Adam
da gülümsedi. Saflıkla baktı karşısındakinin kurnaz gözlerine. Munis bir sesle
cevap verdi:
“-
Bu güzel sözlerin ruhumuza ferahlık verir. Tanrı sana uzun ömür versin.”
Öteki
sinsi sinsi baktı dostunun yüzüne, gülümsemesine hainlik katarak
dişlerini gösterdi:
“-Kainatı
yaratan sizi özel yaratmış, sülalenize kutluluk vermiştir. Siz kutlusunuz.
Verdiğiniz kararları Yüce Yaratıcı kalbinize ilhamla verdirir. Siz ve sülaleniz
dünyayı idare etmek için gönderilmişsiniz. Dünya sizin için döner, güneş sizin
için yeniden ve yeniden doğar.”
Yuvarlak
yüzlü, çekik gözlü, seyrek ve sivri sakallı genç adam şerbetten bir yudum daha
alıp gözlerini yumdu. Sonra derin bir nefes alıp cevap verdi:
“-Ne
de güzel konuşursun dostum. Her cümlen bana atalarımın kutlu ruhlarından
sanki haber getirir. Gök kubbe durdukça hep yanımda olasın.”
Sonra
döndü, kapıda bekleyen adamına hemen emirler yağdırıp sofra
kurulmasını istedi.
Çok
beklemediler altın tepsi içinde, billur kaselerle içecekler, ışıltılı
tabaklarla dünyanın en güzel meyvalarını yemek için.
Yavaş
yavaş sohbete başladılar. Felsefeden, iktisadi durumun düzelip hazinenin
dolduğundan, tarihten ve dinden bahsettiler.
Sinsi
gülümsemesi tekrar yüzüne yayıldı ikinci gelenin. Göz bebekleri
rakkaseler gibi oynaştı sağa sola. Başını yere eğip beş on saniye düşündü
ve o güzel cümleleri ağzından yağ gibi kayıverdi:
“-Beni
can dost bildiniz, canıma minnet. Hayatım yolunuza fedadır, bilirsiniz bu
hakikati. Bir hakikat dahi vardır ki onu hep söylerim. “peygamberlik veraset
yolu ile Çingiz Handan size intikal etti. Sen peygamberliğini ilan
edersen İslam peygamberi gibi muhaliflerini cezalandırır; muvafıkları okşayıp
kazanır ve böylece ebedi dini kurarsın.”(1)
Sonra
uzun bir nefes alıp yere baktı. Halının desenlerdeki ritmik tekralama ona
kendini düşündürdü, kendini, ailesini, soyunu ve milletini… Nefretle, intikamla
dolu pek çok düşünce tekrarlanıp yankılandı beyninde ve uygulamakta olduğu ve
adım adım ilerlediği tuzağı. Hedefe hızla doğru yürürken kimleri kullanmamış,
kimleri kandırmamıştı ki!
Olanca
kurnazlığı ile can dosta bütün samimiyeti ile gülümseyenler gibi
gülümsemeye çalıştı ama yüzündeki ifade kurnaz bir sırıtış idi. Başını
kaldırıp gözlerini genç adamın gözlerine dikti:
“-Siz,
dedi, benim için kutsalsınız. Tanrı sizi insanlığa kutsal yönetici olarak
gönderdi. Başım ayağınızın altındadır.”
Sohbet
uzadıkça sonradan gelen, genç adama neler neler demedi ki:
“
–Kabe eski haline getirilmelidir ve halk eski inanışına dönmelidir. Tanrıları
temsil eden putlar Kabe’yi süslemelidir. Bunun için de islâm ulemasını
toplamalı, sizin peygamber olduğunuzu tasdik ettirmelisiniz. İslam peygamberi
gibi muhaliflerini cezalandırır; muvafıkları okşayıp kazanır ve böylece ebedi
dini kurarsın.”(2)
Genç
adam göğsüne doğru uzayan düz ve seyrek sakalını sıvazladı:
“-Tanrı
sana uzun ömür versin, ne de güzel konuşursun!”
Sonra
yüksek sesle bağırdı:
“-
Nöbetçi, çabuk bana şerbetçibaşını çağır!”
Birazdan
etekleri telaşla savrula savrula içeri giren şerbetçi başına genç adam hemen
emrini verdi:
“-Hindistan’dan
gelen kimyacı dostlarım ve bahşılarımın birlikte hazırladığı iksiri getir
bakalım.”
Şerbetçibaşı
heycandan elleri titreyrek cevap verdi:
“-Efendim,
üç günde bir içecektiniz?”
Buz
gibi bakışlarla süzdü şerbetçibaşını genç adam. Büyük bir saygıyla ve korkuyla
geri geri giderek çıkan şerbetçibaşının arkasından baktı.
“-Kuşcuk
canına bakmadan haddini aşıyor bu uşak. Bilirsin ki bu iksir benim için özel
olarak hazırlandı, ebedi gençliği kazanmam için.”
Evet….
Zamanlardan
zaman, deyin ki eski bir zaman, çağlardan çağ, deyin ki siz, Orta Çağ
idi…
Yıllardan
yıl 1290…
Yer
Tebriz idi, İlhanlı Hanı Argun’un Sarayı idi…
Sohbet
ederlerden ölümsüzlüğü arayan Argun Han idi…
Öteki
ise veziri Sa’'duddevle idi…..
Önce
Argun Hanın hikayesi için tarihin esralı, hüzünlü, ibret verici sahifelerine
göz atalım:
O
Müslüman değildi. Tahtan indirdiği ve Temuçin soyundan gelen Ahmet Tküder hanın
“aksine fanatik bir Budist” idi. (3)
Argun
Han’ın tahta geçer geçmez yaptıklarına kısaca bir bakalım:
Koyu
Budist Argun İlhan iktidara gelir gelmez yerine geçtiği Teküder
Hanı Cengiz Han Yasalarına ihanet etmekle suçlar ve Zira İslam dinini
tercih etmiştir Teküder Han, ol bu sebeple Argun Teküder İlhan’ın
çıkardığı bütün kanunları bütün yarlıkları iptal eder.
Oysa…
Argun’un hüküm sürdüğü toprakların neredeyse tamamı Müslüman coğrafyadadır.
Ve…
Bu topraklarda büyük kargaşalar baş gösterir. (4) Özellikle Suriye halkı
topraklarını terkeder, iç bölgelere kaçar, elbette iktisadi buhran baş gösterir
ve hayat pahalılığı beklenmedik şekilde tavan yapar.(5)
Anadolu
da bu vergi meselesinden nasibini almış, inim inim inlemektedir. Baş kaldıranın
kafası kırılmakta, özellikle Türkmenler ve Karamanoğulları bundan fazlasıyla
nasibini almaktadır. Anadolu Selçuklu’nun başında kukla bir sultan bu
zamanlarda her daim vardır.
Sözün
hülasası İlhanlı’nın hüküm sürdüğü coğrafyalarda iktisadi ve idari buhran
karşıklıklara yol açmaktadır, halk soyulup soğana çevrilmiştir, canından bezmiş
bir şekilde gizlenecek delik aramada, Moğol çerileri geldiği zaman mağaralara
saklanmakta, topraklar ekilememekte, insanlar işinden gücünden ve canından
olmaktadır.
Buna
karşılık Moğol çerileri ve Noyanları zulüm üzerine zulüm yapmaktadır.
Gelelim
Yahudi vezire:
Sadü'ddevle,
uzun adıyla 'ad al-Devle ibn Hibbat Allah ibn Muhasib Ebheri … Ünlü
hekim, ünlü vezir, İlhanlı Hanı, Temuçin’in soyundan gelme Moğol Argun Han’ın
has adamı, en güvendiği can dostu ve… Kazvin yolu üzerindeki Ebher’de
doğan Yahudi.(6)
Sa’duddevle
İlhan Argun’un tek yetkili veziri oluncaya kadar hayatında neler olmuştur, pek
uzun bir hikâye. Ama hülâsasına bir bakalım:
Kaynaklardan
öğrendiğimize göre çok kurnaz ve zeki. Hedeflerini çok önceden tesbit edip ona
göre zamanını değerlendirmiş.
Gençlik
yılları Musul’da geçer Yahudi vezirin. Musul’daki zanaatçılar çarşısında
müzayedecilik yapar. İdari bilimler ve iktisat alanlarında kendini geliştirir
ve tanınır. Ama asıl merakı ve başarı kazanmak istediği alan hekimliktir. Bu
kutsal meslekte de ünü iyice yayılır.
Bir
zaman sonra kendisini Bağdat’ta devlete çalışan bir hekim olarak görürüz.
Kimi
kaynaklara göre Bağdat’ta iddialı olmaya ve devlet işlerine el atmaya başlaması
dolayısıyla ondan rahatsız olanlar o dönemde Tebriz’de hüküm sürem İlhanlıların
Hanı Argun’a ulaşırlar ve derler ki:
“-Yüce
Hanımız, Bağdat’ta öyle bir hazık hekim var ki elini değdirdiği her hasta
iyileşiyor. Bu hekim ancak sizin sarayınıza layıktır.”
Güya
bu münafık adamı Bağdat’tan uzaklaştıracaklardır. Oysa… Bu hal Sa’uddevle için
müthiş bir fırsattır.
Kurnaz
ve sinsi Yahudi hekim kendini pek donanımlı yetiştirmiştir: Hekimliğinin ve
hedefine ulaşmak kendine şart koştuğu idari ve mali alanlarda kendisini
yetiştirdiği gibi hem İslamı, Hristiyanlığı, hem de Budizmi çok iyi bilmekte,
Moğolca ve Türkçe’yi elbette Arapçayı da pek güzel konuşmaktadır. Farsçaya da
edebi konularda sohbet edecek kadar hakimdir.
Devletine
hizmet edenin dinine ve mezhebine bakmamak Moğolların genel bir tavrıdır. Bu
tavrı benimseyen İlhanlı Argun Han hekim olarak işine yarayacağını
düşündüğü Sa’uddevle’yi saraya çağırır.
Sa’uddevle
bu çağrıyı canına minnet, kutsal hedefine giden bir cennet yolu bilir ve
Tebriz’in yolunu tutar.
Hin
vezir kısa zamanda iktisadi konularda ve devlet idaresine ait alanlarda
ilgi çekici fikirleri ile Hanın dikkatini çeker. Zira hazık bir hekim olması
dolayısıyla onun yanına çok sık gitmektedir ve o güne göre pek farklı fikirleri
ve tatlı, süslü dili ile kısa zamanda Hanı cezbeder.
Uzun
sözün kısası, Argun Han onu evvela danışman olarak görevlendirir.
O
sırada devletin idaresi Emir Buka’nın elindedir, yani İlhanlı’nın Handan sonra
ikinci yetkili bu adamdır. Argun, minnet bocunu ödemek için Emir Buka’yı
bu göreve getirmiş, Irak yönetimini de onun kardeşi Noyan Aruk‘a
vermiştir.(7)
Bir
heyetle Bağdat’a giden Sa’uddevle artık fırsatı yakalamıştır. Çünkü Aruk
halka zulmetmektedir, vergiler altında inleyen halk canından bezmiştir. Buna
karşılık Aruk kendi küplerini doldurumuş, çok zenginleşmiştir!
Adımlarını
çok sağlam atar Yahudi vezir ve adil bir rapor ile Argun’a gider.
Argun
Sa’uddevle’nin devlet idaresiyle ve maliye konularındaki görüşlerinden dolayı
onu Bağdat valiliğinde bulundurur bir müddet.
Yahudi
hekim, Vali olarak geldiği Müslüman Bağdat’ta hızla çalışmaya başlar. Zira
gerçekleştirmek istediği büyük ideali için haklı yanına almalı, kendini
sevdirmelidir.
Halktan
zorla alınan vergilerin bir kısmını iade eder, İslam Hukukuna göre
yürüyen ama aslında haksızlığın kol gezdiği mahkemelerde adaleti sağlatır.
Toprakların ekilmesi, tarımın ve ticaretin canlanması için gereken imkânı
devlet eli ile sağlar. Çiftçi artık hayatından memnundur, şehirde ticaret
yeniden canlanır.
Neticede
hazineye gelir akar, kendisi de zenginleşmeye devam eder. İlhanlı Argun Han bu
işten çok memnun kalır. Artık kafasındaki en kurnaz tilkinin fısıltısını
dinleme zamanı gelmiştir.
Ve….
Noyanlarının
arasında zaten var olan gizli iktidar savaşından ve her an tahtan
düşürülme korkusundan sıkılan Argun Han bu raporu bahane ederek keskin bir
dönüş yapar ve Emir Buka'yı ortadan kaldırtır! (8)
Bu
haber Sa’uddevle’ye ulaştığında her halde keyifle ellerini oğuşturup hin hin
gülümsemiştir. Zira artık büyük ideali için kullanabileceği en büyük araç
önünde durmaktadır!
Sonra
mı ne olur? Neler, neler olmaz ki!
Neticede
İlhanlı Argun için Sa’uddevle vaz geçilmez olmuştur. Emir Burka’nın yerine onu
tayin eder.
Yahudi
Hekim yerini sağlamlaştırana kadar “İslam ilkelerine çok bağlıdır,” İslam alim
ve şehylerine saygısını esirgemez, bir takım hayır müesseseleri
kurar.”(9)
Argun
Han ona öyle güvenir ki İlhanlı Hakanlığı’nın kendinden sonra tek yetkilisi
yapar.
Yapar
ama … Yahudi hekimin istekleri vardır:
“Reşfdüddin,
bazı Moğol generallerinin (Toğaçar, Samagar, Kuncukbal gibi nüfuzundan korkan
Sa'd'ın, Argun'dan kendi emrine bazı emirleri seçmek istediğini bildirmektedir
ki, bu durum, yukarıda değinmiş olduğumuz gibi. Moğol askeri aristokrasisi
karşısında, Yahudi vezirin konumunu daha net bir şekilde ortaya koymaktadır.”
(10)
Bu
isteği İlhan Argun tarafından kabul edilince Sa’uddevle hızla ve çok
sinsice Moğol veya Müslüman olan hatta Türk veya Fars kökenli olup da Argun’un
değer verdiği ve önemli görevlerde tuttuğu sağlam adamları önce
itibarsızlaştırıp gözden düşürür, ortamı oluşturduktan sonra öldürtür. Onların
yerlerine Yahudileri tayin etmeye başlar.
İlhanlıların
hüküm sürdüğü Müslüman ve Türk coğrafyalarında halk yeniden büyük bir
ümitsizliğe düşer.
Buna
karşılık Sa’uddevle’nin bu hudutsuz iktidarı karşısında Yahudilerin dilinde
daima: “Tanrı bu adam sayesinde Yahudileri kurtardı ve şereflerini
yükseltti”sözü” (11) dolaşmaktadır artık.
Yahudi
kaynaklara göre aslında çok iyi ve adil, sanatsever ve olağanüstü bir
adamdır Sa’uddevle, Yahudileri etrafına toplaması ve onlara görevler vermesi de
çok tabii bir durumdur, Hıristıyanlarla ittifak etmesi de gereklidir.
(12)
Sa’uddevle’nin
gücü öyle bir noktaya varır ki artık Moğol Noyanlarını da öldürtmekte,
islam büyüklerini gözünü kırpmadan katlettirmektedir.
Ve….
Anadolu ve dolayısıyla Orta Doğu üzerine sefer üzerine sefer düzenleyen
Haçlılarla ittifak yapar!
Pekiyi
de Argun Han’ın bunlardan haberi olmuyor mu?
Düşünün
şimdi. Bir devletlû ile görüşüeceksiniz. Nereden randevu alırsınız? Özel
kalemden dğil mi? Ama özel kalem size bu imkanı vermezse?
Kapısındaki özel korumalar sizi tepelemek üzere görevli ise!
Bir
neyse daha…
Argun’un
etrafını artık Yahudi görevliler sarmıştır. Onunla görüşmek isteyen Moğol
Noyanlar önce Sa’uddevle’nin iznini almak zorundadır!
Moğol
Noyanlarının en cesurları, en kahramanları bile Argun ile
görüşememektedir.
İlhanlı’nın
başında artık azılı bir Müslüman düşmanı olan Yahudi vezir vardır! Bu düşmanlık
öyle bir noktaya varmıştır ki Haçlılarla işbirliği yapıp bir donanma
hazırlatmış ve halkı Müslüman ve idarecileri de Türk olan Memlukluları ortadan
kaldırmaya karar vermiştir, arz-ı mevud aşkıyla!
Anadolu
Selçuklu’da da artık ona ölümüne bağlı olan Yahudi ve Fars asıllı
memurlar vardır .
Ve…
Anadolu Selçuklu’nun resmi dili Farsça olmuştur!
İlhanlı
topraklarında Müslüman halk büyük eziyet çekmekte, şair ve edipler bu hali
anlatan eserleri dile getirmekte ve yazmaktadırlar…(Bknz: şair Seyfeddin
Muhammed Fergânî’nin eserleri)
Çok
uzun ve ibretlik bir hikâye bu. “ Bir şey olmaz bize, biz büyük devletiz”
diyenlere, hayalperest demokrasi palavraları atanlara ve safdillere
ibretlik…
Sonra
mı ne olur?
Yüce
Allah ne büyük! Ebedi gençlik için yanıp tutuşan Argun Han birden
hastalanır! Ölüm başucunda kol gezmektedir artık.
Kimileri
derler ki o ebedi gençlik ve ölümsüzlük iksiri aslında İlhan Argun’u ölüme
götüren bir zehirdi…
Kimileri
de çok kuşkucudur, şunu söylerler:
“-Bu
hain vezir var ya bu hain vezir, Argun Han’ı zehirletti!”
Neyse
Efendim,
Han
güçten düşüp ölüme doğru hızla yaklaştıkça Sa’uddevle büyük bir telaşa kapılır.
Niye kapılmasın ki: Nice kahraman devlet adamları başta olmak üzere
alimleri, şeyhleri, edipleri ve halktan tehlikeli gördüklerini yok etmiştir ve
bu zulmü yaparken de arkasında yüce dağlar gibi durduğuna inandığı İlhan
Argun’a güvenmiştir. Çok iyi bilmektedir ki kendi hayatı Argun’un
yaşamasına bağlıdır.
Yahudi
hekim canını kurtarmak korkusuyla ve halka şirin gözükmek amacıyla
derhal çark eder ve bütün ilkelerini bir kalemde çizerek emirler yağdırır
hapishanedekilerin salıverilmesi için ve hazinesinin önemli bir bölümünü
Bağdat başta olmak üzere Şiraz ve diğer şehirlerdeki fakir halka sadaka
olarak dağıtır!
Ama….
Aşağıladığı ve gözden düşürdüğü Moğol Noyanları da bekledikleri fırsatı
yakalamışlardır ve onlar da Yahudi kurnazlığını öğrenmişlerdir. Gizli bir
cephe oluştururlar.
Ve….
Kader ağlarını örer:
Moğol
Noyanı Toğaçar gül kokulu konağında büyük bir ziyafet verir ve devletin
bütün ileri gelenlerini, elbette en başta Sadü'ddevle’yi çağırır.
Sadü'ddevle
çok ama çok korkmaktadır artık. Yalnız başına katılmaya cesaret
edemez o meşhur ziyafete. Peşine en güvendiği adamlarını, onların
da can dostlarını takar peşine ve pek kalabalık oarak gider ki
canını koruyabilsin.
Ama…Ama….
Ama Yahudi vezir için yolun sonudur artık ve Moğol Noyanları için de asla
kaçırılamayacak bir fırsat.
“Ziyafet
esnasında taraftarların hemen hemen tümü orada öldürülür. Sa'düddevle ve Ordu
Kiya yakalanır.” .” (13)
Ertesi
gün…
Yıllardan
1291’de, aylardan Safer ayında, günlerden Safer ayının son gününde…
Yani
3 Mart 1291 yılında, Sa'düddevle Moğol Emiri Toğaçar’ın konağında, has
adamlarından Ordu Kiya ile birlikte öldürülür.
Sa'düddevle’nin
İlhanlıların kaderine hükmetmeye başlamasından bu yana sadece iki yıl geçmiştir
ama bu süre İlhanlı Hanlığını kendi düşünceleri ve inançları
doğrultusunda neredeyse işgale yetmiştir.
O
kadar çok nefret kazanmıştır ki yüksek mertebelere getirdiği kardeşleri ve
yakın akrabaları ve onun adamları da aynı akıbete uğrar, çok kısa zamanda
öldürülürler.
Argun
Han’a mı ne olur? Sa'düddevle’yi göremeyince durmadan onu sorar. İki hafta
sonra da vefat eder…
Böylece
idaresine çöreklenen Hıristiyan Yahudi ittifakı kıskacından kurtulur İlhanlı.
Orta Asya ve İslam dünyasının üstüne çullanan korkunç ahtapot kollarının önemli
bir kısmı kesilmiş olur.
Ve…
Yüce
Allah’ın hikmetinden sual olunur mu?
Budist
Moğol İlhanlı giderek Türkleşip Müslümanlaşır… Şehirlileşir, şehirler kurar ve
sanat edebiyatta şaheserler meydana getirir, Bu güzel eserlerden birini
anmadan geçmeyelim: Ünlü tarih kitabı Cami’el Tevarih… İçindeki minyatürler pek
güzeldir.
Ve…
Bu dönemlerde güzel Türkçemiz bir cihan dili olarak dünyanın neredeyse her
yerinde konuşulmaktadır ve “Türkçe bilen bir kimsenin Asya’nın ve Doğu
Avrupa’nın, Kuzeydoğu Afrika’nın hiçbir ülkesinde anlaşma zorluğu çekmesine
imkân kalmamıştır.”(14)
Affınıza
sığınarak bir neyse daha…
Bu
tarihi hakikati niye kaleme almaya çalıştığımızı sorarsanız… Hele bir günümüze
bakalım deriz!
Yine
bela bir ahtapotla boğuşmuyor mu Türkiye, Orta Doğu ve Orta Asya ve elbette
dünya! Dünyanın neresinde bir kavga varsa bu ahtapot kanlı kollarıyla orada
değil mi? Bu hıristiyan- Syonist Yahudi ittifakı dünyanın kanını
emip saf insanları birbirine düşürüp yine birbirini katlettirmiyor mu?
[slideshare
id=67310741&doc=ilhanldevletindeyahudibirvezirsadddevle-161017200322&type=d]
KAYNAKLAR
1:
Prof. Dr. Osman Turan: Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 2010, s.
613
2:
Prof. Dr. Osman Turan: a.g.e. s. 613
3:
Prof. Dr. İlhan Erdem: Olcaytu Han’ın Ölümüne kadar
İlhanlılarda Yaşanan Siyasal Kültürel Gelişmeler ve Yakın Doğu’ya
Etkileri , makale)
4:
Reşidüddün, Camiü't Tevarih, s.55-59;
5:
Abu'l-Farac, Tarih, lI,s. 614-615.
6:
Mustafa Uyar Öz: Ilhanlı Devletinde Yahudi Bir Vezir: Sa'düddevle, Jewİsh
Vizier İn İI-Khanid State: Sa'duddawla, makale
7:
Mustafa Uyar Öz: a.g.e.
8:
Prof. Dr. İlhan ERDEM: a.g.e.
9:
Prof. Dr. Osman Turan: a.g.e.
10:
Mustafa Uyar Öz: a.g.e.
11:
: Prof. Dr. Osman Turan: a.g.e. s. 613-614)
12:
Joseph Jacobs Mary W. Montgomery : Sa’d Al-Daullah, Jewish Encydopedia
13:
Mustafa Uyar Öz: a.g.e.
14:Yılmaz
Öztuna: Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, 1964, İstanbul, 2. Cilt
s.155
15:
Prof. Dr. Osman Turan: Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul, 2010
s.189
16:İmam
Gazali (Ter: Mehmet A. Müftüoğlu) : İhyâu Ulûmi’d-dîn, cilt 4, s.659)
17:
İmam Gazali: a.g.e. s. 649
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar