Kuşların Piri Hüdhüd
الهدهد
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Süleyman aleyhisselâm kıssasıyla
ilgili olarak zikredilen bir kuş. .."Sırtında tarikat elbisesi, başında
ise hakikat tacı vardı..“ (Mantiku't Tayr)
Eşine ölene dek bağlıdır. Yaşlanan anne babasına yiyecek
taşır. Hastalanır iseler başında taşır. Ve Peygamber Efendimiz katlini
yasaklamıştır.
Hazırlayan: Ömer Faruk Harman, Cemal Kurnaz
Hemen bütün dillerde çıkardığı sese (T. ibibik, büdbödek;
Ar. hüdhüd; Far. pûpe, pûpû; İng. hoop poo; Fr. huppe; İbr. dûkifat; Lat.
upupa, epops) veya başında bulunan sorguç şeklindeki renkli tüylere (T. çavuş
kuşu, taraklı, turakçın, ibik, ibikli; Far. şâne-ser) göre adlandırılan hüdhüd
“coraciiformes” takımının “upupidae” familyasının tek üyesi olan ve taraklı
tepeliğiyle tanınan bir kuş türüdür. Kanatları ve kuyruğu siyah beyaz alacalı,
öbür bölümleri pembeye çalan açık kahverengi, tepeliğinin uçları siyahtır.
Yuvasını genellikle ağaç kovuklarına, duvar deliklerine ve kaya oyuklarına
yapar (EBr., VI, 47; ABr., XI, 427). Filistin’de ve daha çok Mısır’da bulunur;
kışın Afrika’ya göç eder. Eski Mısırlılar hüdhüde saygı gösterir ve Horus’un
simgelerinden biri kabul ederlerdi (DB, III/1, s. 780).
Hüdhüd Talmud’da “yaban horozu” olarak adlandırılmakta
(EJd., VIII, 970), Tevrat’ta eti yenilmeyecek kuşlar arasında sayılmaktadır
(Levililer, 11/19; Tesniye, 14/18). Karaîler hüdhüdü tavukla karıştırmışlar ve
bu sebeple tavuğun yenilmesini yasaklamışlardır.
Kur’ân-ı Kerîm Hz. Süleyman’dan bahsederken diğer
vasıfları yanında kendisine kuş dilinin öğretildiğini, cinler, insanlar ve
kuşlara hükmettiğini ve onlardan müteşekkil orduları bulunduğunu
bildirmektedir. Âyetlerde bu konuda verilen bilgileri şöyle özetlemek
mümkündür: Bir sefer esnasında ordularıyla birlikte karınca vadisine gelen Hz.
Süleyman kuşları gözden geçirir ve hüdhüdün orada olmadığını anlar. Sebebini
sorarak eğer mazereti varsa bunu ispat etmesini, yoksa canını yakacağını veya
kafasını koparacağını belirtir. Çok geçmeden hüdhüd gelip Hz. Süleyman’a onun
bilmediği Sebe ülkesinden haber getirdiğini, bu ülkeyi bir kadının yönettiğini
söyler ve onların dinî inançları hakkında bilgi verir. Bunun üzerine Hz. Süleyman
hüdhüde bir mektup vererek Sebe’ye götürmesini ve oradaki yöneticilerin nasıl
bir karar alacaklarını öğrenmesini ister. Mektubu okuyan Sebe melikesi, ileri
gelen adamlarıyla istişare ettikten sonra Hz. Süleyman’a bazı hediyeler
göndermeye karar verir (en-Neml 27/16-35).
Hüdhüd hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bu bilgilerin
yanında İslâmî literatürde daha başka bilgiler de yer almaktadır. Buna göre Hz.
Süleyman Beytülmakdis’in yapımını tamamladıktan sonra insan, cin, şeytan, kuş
ve vahşi hayvanlardan bir ordu toplayarak önce Mescid-i Harâm’a, oradan da
Yemen’e gitmek üzere yola çıkar. San‘a’ya vardığında bir yerde konaklar. Bu
arada su sıkıntısı baş gösterir. Toprağın altındaki suyu görebilme gücüne sahip
olan, bu sebeple de Hz. Süleyman’a su bulmada rehberlik eden hüdhüd aranır,
fakat bulunamaz. Daha sonra olaylar Kur’an’da belirtildiği şekilde gelişir.
Başka bir rivayete göre, Hz. Süleyman ve ordusu konakladığında Ya‘fûr adını
taşıyan hüdhüd Hz. Süleyman’ın konaklama işiyle meşgul olmasından faydalanarak
dolaşmaya çıkar. Etrafı gözden geçirirken Sebe ülkesinin melikesi Belkıs’ın
bahçesini görür ve bu yeşilliğe konar. Orada Ufayr adlı Yemen hüdhüdü ile
karşılaşır. Ufayr kendisini Belkıs’ın saltanatı hakkında bilgi verir. Hüdhüd,
namaz vakti gelip de suya ihtiyaç duyan Hz. Süleyman’ın kendisini
bulamamasından endişe ederse de Ufayr ile Belkıs’ın mülkünü dolaşır. Ancak geri
döndüğünde ikindi vakti olmuştur. Diğer bir rivayette, Hz. Süleyman’ın susuz
bir alanda konakladığında önce insanlar, cinler ve şeytanlardan su bulmalarını
istediği, daha sonra hüdhüdü arattığı, fakat onun bulunamadığı anlatılır. Vehb
b. Münebbih’e göre ise hüdhüdün aranma sebebi nöbetine gelmeyişidir (Taberî,
XI, 144).
Bir rivayete göre de Hz. Süleyman, bir sefer esnasında
bütün maiyetiyle birlikte rüzgâr tarafından uçurulan bir halı üzerinde yol
almakta ve kuşlar tarafından güneşten korunmakta iken bir noktadan başına güneş
ışıkları gelince oraya bakar ve hüdhüdün yerinde olmadığını farkeder. Yapılan
soruşturmada kuşların yöneticisi olan akbaba onu bir yere göndermediğini
söyleyince Hz. Süleyman öfkelenir, hüdhüdü mutlaka cezalandıracağını veya
öldüreceğini bildirir ve kuşların efendisi kartala hüdhüdü bulmasını emreder.
Kartal havada Yemen’den dönen hüdhüdle karşılaşır; beraberce Hz. Süleyman’ın
huzuruna gelirler. Hz. Süleyman hüdhüdün Belkıs’a dair anlattıklarını
dinledikten sonra bir mektup vererek onu Sebeliler’e gönderir (Sa‘lebî, s.
236-239; Demîrî, II, 436-440).
Bir İran efsanesine göre ise hüdhüd evli bir kadındır.
Ayna karşısında yarı çıplak bir durumda saçlarını taramakta iken kayınpederi
habersizce odasına girer. O anda durumundan utanıp korkuya kapılarak kuş olur
ve uçar, tarağı da başında kalır. Bundan dolayı hüdhüdün Farsça’daki bir adı da
“şâne-ser”dir (tarak başlı).
İslâmî literatürde hüdhüdün “ebü’l-ahbâr, ebü’r-rebî‘,
ebû ibâd, ebû seccâd” gibi birçok künyesi vardır. Belli başlı özellikleri ise
şunlardır: Toprağın altındaki suyu görür. Eşine çok bağlıdır, eşi ölünce yeni
bir eş aramaz. Anne babasına karşı çok hürmetkârdır; yaşlandıklarında
yiyeceklerini temin eder. Annesi öldüğünde uygun bir yer buluncaya kadar onu
başında taşıdığı için mükâfat olarak güzel bir tepelikle donatılmıştır (Câhiz,
III, 510-514; Demîrî, II, 436-440). Hüdhüdle ilgili benzer telakkilere Yunanlılar
ve Romalılar’da da rastlanmaktadır (DB, III/1, s. 780). İbn Abbas’ın
naklettiğine göre Resûlullah hüdhüd, göçeğen kuşu, karınca ve arının
öldürülmesini yasaklamıştır. Hüdhüdle ilgili yasaklamanın sebebi olarak Hz.
Süleyman’a su bulması ve elçilik görevi yapması gösterilir (Kurtubî, XIII,
172). Hüdhüd hakkında Kur’an’da verilen bilgiler Eski Ahid’in Ârâmîce
tercümelerinden Targum Şeni’de de bulunmaktadır. Bu bilgilerin Yahudilik’ten
alındığı ileri sürülmüşse de (Speyer, s. 391) Targum Şeni’nin milâdî VII. yüzyılın
sonunda veya VIII. yüzyılda yazıldığı (EJd., XV, 813) göz önüne alınırsa bu
iddianın asılsız olduğu ortaya çıkar.
Doğu-İslâm edebiyatlarında hüdhüd kendisine izâfe edilen
birçok özelliğiyle zikredilir. Bunların başında bilhassa anne ve babasına gösterdiği
saygıdan dolayı sembol olarak anılması gelir. Yürürken sorgucunun sallanışına
göre Arapça’da çeşitli isimler alır. Hz. Süleyman yer altında gizlenen düşman
askerlerinin yerini belirlemek için hüdhüdü görevlendirmiştir. Bu sebeple
Arapça’da, herkesin göremediği şeyleri görebilen kimseler için “absar min
hüdhüd” tabiri kullanılır. Tepesindeki sorguçtan dolayı da “sâhib-i külâh” diye
nitelendirilir. Hüdhüdün insanları kötü bakışlardan koruduğu veya büyüyü
bozduğuna inanılır. Bazı yerlerde hırsızlara karşı dükkânlara, kötü cinlere
karşı da evlere asıldığı söylenir. Bazı kavimlerde, hüdhüdün sağ gözünün bir
insanın iki gözü arasına konması durumunda onun yer altındaki defineleri
göreceği kabul edilir. Esasen “hüd hüd” diye ötmesi gizli şeyleri göstermek
için “orada orada” demesinden ibarettir. Rüya tâbirnâmelerinde bu inanışlara
bağlı olarak çeşitli yorumlara yer verilmiştir. Rüyada hüdhüd görmek
sıkıntıdan kurtulmak, suya kavuşmak, misafir gelmek, emniyette olmak, uzaktan
haber almak şeklinde yorumlanmıştır. Arap halk inancında ve Arap şiirine girmiş
mesellerde ise hüdhüdün sadece görme gücüne, buna karşılık pislik yediği için
etinin pis koktuğuna işaret edilmiştir (Demîrî’nin Ḥayâtü’l-ḥayevân’ında
hüdhüd hakkında geniş bilgi ve hüdhüdün zikredildiği şiir örnekleri
verilmiştir).
Hüdhüdle ilgili olarak kaleme alınan müstakil hikâyelerin
ilki Ferîdüddin Attâr’ın Manṭıḳu’ṭ-ṭayr adlı tasavvufî mesnevisidir. Eserde anlatıldığına
göre kendilerine bir hükümdar seçmek için toplanan kuşlara hüdhüd kılavuzluk
ederek Kafdağı’nda sîmurgu aramaya çıkarlar. Sonunda hüdhüdle beraber otuz kuş
sîmurga ulaşır. Hikâyede hüdhüd başında hakikat tacı taşıyan bir kuş olarak
gösterilmiştir. Kuşların yolculuğu ise ruhun Allah’ı arayışının mistik seferini
sembolize eder. Tasavvuftaki kesret-vahdet, zuhur-taayyün düşüncelerine dayanan
bu sembolik hikâye İran ve Türk edebiyatlarında defalarca işlenmiştir.
Sühreverdî el-Maktûl’e göre hüdhüd derunî ilhamın sembolüdür. Tasavvufî mânası
dışında hüdhüd, İran edebiyatında daha çok sevgiliden haber getiren bir kuş
olarak yer almıştır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’sinde Hz.
Süleyman’la ilgili bir hikâyede yer altındaki suları görmesiyle zikredilen
hüdhüd, Attâr’ın Manṭıḳu’ṭ-ṭayr’ındaki kılavuz kuş yani mürşid özelliğiyle Türk
edebiyatında da işlenmiştir. Gülşehrî’nin aynı adı taşıyan mesnevisinde
hüdhüdün aklı, diğer kuşların halkı, sîmurgun Tanrı’yı temsil ettiği şair
tarafından belirtilmiştir: “Hüdhüd ü kuşlar u sîmurga misâl / Akl u halk u
Tanrı oldu zü’l-celâl.” Ali Şîr Nevâî’nin Attâr’a nazîre olarak yazdığı, fakat
konuyu değiştirerek zenginleştirdiği Lisânü’t-tayr adlı mesnevisinde hüdhüd
yine tasavvufî karakterdedir ve kesret-vahdet ilişkisi içinde Tanrı’ya ulaşmayı
sembolize eder. Derviş Şemseddin’in Deh Murg adlı mesnevisinde ise her biri bir
kişiyi veya tipi temsil eden, aralarında hekim sıfatıyla hüdhüdün de bulunduğu
on kuşun birbirleriyle münazarası konu edilmiştir.
Mesneviler dışındaki divan şiiri örneklerinde hüdhüd
mazmun, mesel veya motif olarak yer almıştır. Bunların pek çoğunda Kur’ân-ı
Kerîm’deki Süleyman kıssasına işaret edilir. Nâbî’nin, “Ey nâme sen ol
mâhlikādan mı gelirsin / Ey hüdhüd-i ümmîd Sabâ’dan mı gelirsin” beytinde
hüdhüd haberci olarak ele alınmıştır. İran’a elçilik göreviyle gidişini
anlattığı bir beytinde Sünbülzâde Vehbî de, “Reh-i yeksâleye mânend-i hüdhüd
eyledim pervâz / Süleymân-ı zamânın nâmesiyle nâmdârâne” diyerek aynı hususa
işaret etmiştir. Hüdhüd, Nedîm’in belirttiği gibi bazan da herkesin göremediği
şeye nüfuz etmenin mazmunu olur: “Hüdhüd gibi bînâ gerek onu arayanlar /
Vîrânede bûm olmağıla genc bulunmaz.”
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar