Print Friendly and PDF

Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi Ve Selleme Borcunu Arz Etme



 Tayyibetü'l-Ezkâr (Medine Hâtıraları) Derviş Ahmed Peşkârî [1]

Bilinmeli ki, kamerî aylardan Zilkâde'nin on yedinci gecesi, akşam ile yatsı namazı arası cümle şehir halkı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin saadetli huzuruna borcunu arz edip
“Ya Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şu miktar borcum var, ihsan eyle!”
diye salât u selam ederek şebike'[2]den içeriye buğday bırakırlar. Oraya biriken buğdayı ağa­lar alıp ekmek yapar ve bazı kimselere hediye ederler...
Tecrübe edilmiştir.[3] O sene hacılar gelip gittikten sonra bir kimsenin dünyada hiç bir bildiği, tanıdığı olmasa bile, borcu kadar bir para veya mal kendisine nasip olur. Hatta bu satırları yazan biçare din kardeşiniz o ge­ce şöyle düşündüm:
“Borcum yok, bu şereften mahrum olmayayım, benim de Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin defterine ismim kayd olsun...” dedim ve bir miktar buğday alıp
“Ya Resulallah bu biçare Derviş Ahmed'i ihsan hediyenle sevindir” de­yip salât u selam ederek bıraktım. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yüzü suyu hürmetine o sene buğdaylar adedince bu fakire altın nasip oldu. İstanbul’dan beklenmeyen yerlerden mektub ile surre (kese kese)  ile akçalar geldi. Hatta Erzurum'dan kırk kuruş geldi. İşte, Huzur'a borcunu arz etmek bu şekilde denenmiştir. Medine'nin esrarlı ve hikmetli işlerindendir.
Bilinmeli ki, Medine halkı şu vak'ayı anlatmışlardır:
Bir kimse ailesiyle şöyle bir ahid yapmış:
“Bu sene seninle kanaat edelim, hiç borç yapmayalım. Zira her sene Huzur'a varıp Ya Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şu kadar borcum vardır demekten utanıyorum...”
Bu dediğini tutmuş ve o sene hiç borca girmemiş. Ama geçen se­neden buğdaycıya bir altın borcu kalmış, la­kin hatırından çıkmış. Ta ki, halkın Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin huzuruna borçlarını arz ettikleri gece gelmiş, herkes toplanmış borcunu bildirmiş.
Ama o zat, borcum yok diye gelmemiş. O kim­se rüyasında (mana âleminde) gördü ki, Hüc-re-i Şerif açılmış, bir yüce divan kurulmuş, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz saadetle bir kürsü üzerine oturmuşlar, bütün ashab o mec­liste hazırlar... Velâyet Şahı Hz. Ali kerreme’llâhü veche Efendimi­zin elinde bir defter var, o deftere göre saha­be efendilerimiz ehl-i Medine'yi birer birer huzura götürüyorlar.
“Ya Rasûlüllah, filan oğ­lu filandır, şu kadar borcu var...”
diye arz ediyorlar, Efendimiz de “verilsin” diye emir buyurduklarında Şah-ı velâyet Hz. Ali kerreme’llâhü veche Efen­dimiz elindeki deftere kayıt ediyorlar... Rüya­yı gören kimse de huzura varıp Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem arz olundukta Efendimiz ona şöyle hitap et­mişler:
“Geçen seneden buğdaycıya bir altın borcu var verilsin, onun bu sene bize ihtiyacı yoktur.”
Adamcağız ah u ederek ile vücudu tirtir titreyerek şiddetle ağlaya ağlaya uyanınca yüzü üstü sürünerek Huzur-ı Saadete varıp Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin eşiğine
“Aman ya Rasûlüllah (sallallâhü aleyhi ve sellem) be­ni affeyle, ben kimim ki sana ihtiyacım olmaya... On sekiz bin alem sana muhtaçtır ya Rasûlüllah, El aman, el-aman!...” diye ağlayıp in­leyerek tevbe ve istiğfar etmiş... Ve ondan sonra da ömrünün sonuna kadar borçsuz kal­mamış diye anlatırlar. Bu yüzdendir ki, orada borçsuzluk övülen bir şey değildir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Medine ehlini kimseye muhtaç etmez. On­ların kalp zenginliği ve düzgün halleri vardır. Hemen Cenab-ı Hakk cümlemize hayırlı sonlar nasip eylesin. Amin...
VELADET MERASİMİ
Bilinmeli ki, bir kimsenin bir ço­cuğu dünyaya gelse. Medine'nin âdetine göre kırkıncı günü bir kat yeni elbise giydirip, ter­temiz yıkayıp, saçını tarayıp gülsuyu ve gül-yağı ile kokulayıp akraba ve yakınları da yeni elbiseler giymiş oldukları halde akşam nama­zından sonra Hücre-i Saadete götürürler. Cüm­le ağalar Hücre-i Saadete dâhil olurlar. Çocuğu ya hizmetkâr, ya nakib-i Harem eline alıp
“Destur destur yâ Rasûlüllah” deyip salât u selâm ederek türbe örtüsünün altına koyup üstünü örterler. Cüm­lesi ayakta salât-u selama başlar­lar. Yirmi dakika miktarı geçtikten sonra yine
“Destur yâ Rasûlüllah” diye masum yavruyu yerinden alırlar, anasına teslim ederek evine götürürler.
Medine'de herkes bilir ki, ne kadar çok ağlar bir çocuk da olsa, hiç sesini çıkarmaz. Genellikle çocuklar türbe örtüsünün al­ımdan çıkartılırken ağızlarını oynatırlar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin mübarek elleriyle hurma yedirdiğini söylerler. Onun için Medine'de dün­yaya gelenin başka beldelerde doğanlar üzeri­ne bir üstünlüğü vardır. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem elinden hurma yediği için. Medine halkına sev­gi beslemek, Efendimize sevgi beslemek de­mektir. Çünkü onlar, o yüce zatın hemşehri­leridir. Cenab-ı Hakk her zaman kalbimizde mu­habbetlerini çoğaltsın.
Âmin...
Medine Ehli cömert, ikramcı kimselerdir. Hatta Hac mevsiminde bir adamın evinde misafir olmasa, yemekler yedirilmese, Medineliler katında o kimse ku­surlu ve ayıplı bir kimse olur. Zira derler ki:
“Eğer sen adam olsaydın senin hanende birkaç hacı misafir edilir, yedirilir içirilirdi.”
Bu sebeptendir ki, bildik bilmedik her kim olursa karşılarlar, rica ederek evlerine davet ederler, yemek yedirirler, çamaşırlarını yıkar­lar, altlarına temiz döşekler sererler; velhasıl erkeği ve kadını öyle ikram ederler ki, senin onlara verdiğin ikramı (ücreti, bahşişi, hediye­yi) sana masraf ederler. Neticede seni mah­cup ederler. Öyle olunca, bize layık değildir ki, beldemize gelen Medinelileri misafir etmekten yüz çevirelim. Cenâb-ı Hakk muhabbetleriyle kalbimizi doldurup dai­ma haklarına riayeti bize müyesser kılsın.
Âmin.


[1]Kocamustafa Paşa ser-zâkirânı Derviş Ahmed Peşkârî Efendi, 13'üncü hicrî asrın başlarında Medine-i Münevvere'ye gider, orada bir sene kalır, gördüklerini de bu kitapta anlatır. O de­virde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şehri Medine'de, Harem-i Şerifinde nasıl bir dinî hava var­dı? Edebler, merasimler, âdetler neler­di? “Tayyibetü'l-Ezkâr” (Tatlı Hatıra­lar) adım verdiği bir risalede bunlar güzel bir üslupla yazılmıştır. Peşkârî Derviş AhmedTayyibetü'l-Ezkâr (Medine Hâtıraları) [Kitap]. - İstanbul : Bedir Yayınları, 1979, s. 41-48
[2] Kabr-i saadeti çeviren gümüş ve altın koruma
[3]Tarafımızdan da tecrübe edilmiştir.  (İhramcızâde İsmail Hakkı)

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar