Print Friendly and PDF

VİTAMİNLER

Bunlarada Bakarsınız




MUCİZE MİNERAL SELENYUM DİYABETE YOL AÇIYOR



Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
ahmetrasimk@mynet.com

Son yıllarda tüm dünyayı saran doğal beslenme ürünleri, vitamin, antioksidan çılgınlığının en gözde ürünlerinden biri de şüphesiz selenyum.
Selenyum sağlıklı bir hayat için gerekli bir mineral. Antioksidan özellikleri var. Protein ve DNA sentezine katkıda bulunuyor. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğini, karaciğer ve troit bezinin daha iyi çalışmasını sağladığını, iyi kolesterolü artırdığını gösteren bulgular var.
Selenyumun popülaritesini artıran en önemli özelliği ise kalp-damar hastalıkları ile kansere karşı koruyucu olduğunun ve yaşlanmayı geciktirdiğinin ileri sürülmesi.
Nitekim FDA, 2003 senesinden beri selenyum içeren ürünlerin üzerine ‘sınırlı ve kesin olmayan delillere göre bazı kanserlere karşı koruyucudur’ ibaresinin yazılmasına izin veriyor.
Balık, özellikle ton balığı, karaciğer, kabuklu deniz hayvanları, tavuk eti, ceviz, buğday, soğan, sarımsak, domates selenyum bakımından en zengin yiyecekler. Besinlerdeki selenyum miktarı, bitkilerin üretildiği veya hayvanların beslendiği toprağın selenyum miktarına bağlı.
Günlük selenyum ihtiyacının 50 mikrogram olduğu kabul ediliyor. Bunu normal bir diyetle rahatça karşılamak mümkün, ama tüm dünyada selenyum hapı müdavimi milyonlarca insan var.
Benim de pek çok tanıdığım ve hastam selenyum hapları kullanıyor. Selenyumu ne idiğü belirsiz sağlıklı yaşam gurularının reçeteleri ile alanlar da az değil, ama eşin dostun ‘Ben aldım çok iyi geldi, turp gibiyim; sen de al’tavsiyelerine uyanlar çoğunlukta.
Selenyum diyabet yapıyor
Selenyumun sağlığımıza pek çok olumlu katkısının olduğuna şüphe yok ama bu gelişi güzel alınacak bir mineral de değil.
Selenyumun yüksek dozlarının saç dökülmesi, tırnak kırılması, yorgunluk, karaciğer hasarı, bağırsaklarda bozukluk, dalak büyümesi ve deri iltihabı gibi pek çok rahatsızlığa yol açtığı biliniyor.
Beslenme uzmanlarının bu gözde minerali son zamanlarda diyabet yani şeker hastalığına sebep olmakla suçlanıyor.
İki sene önce Amerika’ da selenyumun deri kanserini önlemede ne derecede etkili olduğunu belirlemek için yapılan bir araştırma şaşırtıcı bir sonuç ortaya çıkarmıştı.
Günde 200 mikrogram selenyum hapı alanlarda diyabet riski, selenyum kullanmayanlara göre yüzde 50 oranında fazla bulunmuş ve araştırma yarıda kesilmişti. Oysa araştırmanın başlangıcında selenyum alanlarda diyabet ihtimalinin daha az olacağı umuluyordu.
Johns Hopkins Üniversitesi tarafından yapılan ve yeni yayınlanan bir araştırmada da kanlarında yüksek miktarlarda selenyum olanlarda diyabetin daha fazla görüldüğü ortaya çıktı. Bu kişilerde diyabet riskini gösteren açlık kan şekeri ve glikozillenmiş hemoglobin düzeyleri de yüksek bulundu. Selenyum yüksekliğinin kesin olmamakla beraber ensülin direncini artırmak suretiyle diyabete yol açabileceği düşünülüyor.


Gelelim neticeye
        Vücudumuzun selenyum ihtiyacını normal bir diyetle karşılamak mümkündür ve bu mineralin hap olarak alınmasının faydalı olduğunu gösteren güvenilir bilimsel bir kanıt da yoktur. Selenyum ancak Çin gibi topraklarında yeteri kadar selenyum bulunmayan ülkelerde beslenme desteği olarak kullanılabilir.
Özel durumlar dışında ne selenyum ne antioksidan olarak bilinen diğer vitamin ve mineraller ve ne de besin destek ürünleri gelişigüzel kullanılacak şeyler değildir.
Her zaman söyler dururum, vitaminler de antioksidanlar da kahverengi şişelerden değil, besinlerden alınmalı.


FOSFATİDİLKOLİN

Fosfatidilkolin (lesitinden türemiştir), kolinin temel besin kaynağı olup bir fosfat grubu, 2 yağ asidi ve kolinden medyama gelir. İçindeki yağ asitlerinin bileşimi fosfatidilkolinin sağlığı destekleyici değerini belirler. Fosfatidilkolin mideye girdiğinde hücre zarıyla bir bütün olarak birleşmek yerine, çoğu kolin, gliserol serbest yağ asiti ve fosfat grubuna ayrışır.
                   Her ne kadar kolin insan vücudunda metionin veya serinden yapılabilse de son zamanlarda bir elzem besin olarak tanımlanmıştır.
İşlevi
                   Kolin yağların düzgün metabolizması için gereklidir; yağların hücre içine ve dışına olan hareketlerini kolaylaştırır. Vitamin B12, 5-adenosilmetionin ve folik asit gibi, kolin de insan vücudunda bir metil donör olarak rol oynar. Böylece, karaciğerdeki yağların dışarıya çıkarılması gibi lipotropik etkide anahtar rolü nedeniyle, kolin karaciğer fonksiyonu için esastır. Yeterince kolin bulunmaması halinde yağlar karaciğerde hapsolur, metabolizmayı bloke ederler. Sonuç olarak, yağ ve safranın hareketsizliği siroz gibi daha ciddi karaciğer bozukluklarının gelişmesine yol açar.
                   Kolin fosfatidilkolin ve sfingomyelin gibi hücre zarının temel unsurlarının yapımındaki çok önemli rolü nedeniyle hücre zarı bütünlüğü için gereklidir.
                   Kolin asetilkolin sentezi için elzemdir. Kolin desteği hafıza da dahil olmak üzere beyin fonksiyonlarında son derece önemli rol oynayan asetilkolinin kümülasyonunu arttırır (Canty, DJ and Zeisel, SH. Nutr Reviews. 52;327-339, 1994).
                   Fosfatidilkolin kolesterolün çözünürlüğünü arttırarak ateroskleroza yol açma yeteneğini azaltır. Kolesterol seviyesini düşürmeye, dokularda biriken kolesterolü ortadan kaldırılmasına ve trombosit agregasyonuna engel olmaya yardımcı olur (Brook, JG, Linn, S, and Aviram, M. Biochem MedMetabol Biol. 35;31-39, 1986.). İçeriğindeki yüksek miktarda linoleik asit fosfatidilkolin desteğinin yararlarının çoğundan sorumlu olabilir.
Etki Şekli
                   Kolin, özellikle karaciğer fonksiyonlarında metil donör olarak rol oynar.
                   Kolin asetilkolin, fosfatidilkolin ve sfingomyelin sentezine imkan verir.
İhtiyaç
                   Yakın geçmişte kolin temel besin olarak tanımlanmıştır.
RDA (önerilen günlük miktar):
Bebekler ve çocuklar: 125 ila 375 mg/gün
Kadınlar: 425 mg/gün; Hamile kadınlar: 450mg/gün; Emziren kadınlar: 500 mg/gün Erkekler: 500 mg/gün
ABD de günlük ortalama alım miktarı: Fosfatidilkolin olarak yaklaşık 6 gr/gün Bulunduğu Besinler:
                   Sebzelerde serbest kolin olarak (özellikle karnabahar ve marulda), tam tahıl, karaciğer ve soyada.
                   Lesitin olarak (%10-20 fosfatidilkolin içerir) tam tahıl, et ve yumurta sarısında. Eksikliği
                   Kolinin tamamen yokluğu nadirdir veya yoktur ve yalnızca araştırma çalışmaları ortamında yaratılmıştır.
                   Yetersizliğinde kaslarda zayıflık, el ve ayak parmaklarında karıncalanma, kilo kaybı ve yorgunluk görülür.
                   Kolinden fakir gıdalarla beslenen hayvanlarda karaciğer ve böbrek bozuklukları gelişir.
                   Kolinden fakir gıdalarla beslenen insanlarda karaciğer yağ infiltrasyonu ve diğer karaciğer fonksiyon bozuklukları gelişir.
Kolin hücre kültürlerinde insan hücreleri için temel besindir. Kolinden zayıf damar içi (intravenöz) solüsyonlarla beslenen insanlarda kolin eksikliği belirtileri gelişir (Canty, DJ and Zeisel, SH. Nutr Reviews. 52;327-339, 1994; Zeisel, SH, et al. FASEB J 5;2093-2098, 1991).
Fosfatidilkolin çeşitli karaciğer bozukluklarının tedavisinde kullanılır:
*Akut ve kronik viral hepatit: Kronik viral belirtiler karaciğeri ciddi bir biçimde tehdit eder. Halen çok sayıdaki kontrollü çalışmalar fosfatidilkolinin (PC)enfeksiyonda güvenli ve güçlü bir girişim olduğunu tespit etmiştir (Mueting 1972, Hirayama 1980, Yamo1978, Kosina 1981, Jenkins 1982, Visco 1985, Hantak 1990, Ilic and Begic-Janev 1991). Bu çalışmalarda oral ve infuzyon yoluyla yüksek doz PC uygulamasıyla optimal sonuçlara ulaşılmıştır. Klinik bulgular normale döndüğünde oral PC dozuna geçilmiştir. Bu hastalarda karaciğer enzimleri, serum lipitleri, immün markerleri ve bilirubin seviyelerinin düşmesinin yanı sıra yapılan karaciğer biopsilerinde yağ dejenerasyonu, inflamasyon, sarılık, karaciğer büyümesi ve fibrozda geriye hareket kaydedilmiştir.
         Azalmış safra çözünürlüğü
         Diabetik yağlı karaciğer
         İlaç kaynaklı karaciğer hasarı: Antikonvulsan ilaç kullanımı sıklıkla karaciğer toksisitesine yol açar. Ortalama beş yıl süre ile antikonvülsan ilaç kullanan demekler GGT ölçümleri ile değerlendirilmiş (Hisanaga 1980) ve altı ay boyunca PC verilmiştir. Deneklerde istikrarlı bir pozitif netice ve ayrıca GGT düzeylerinde azalma elde edilmiştir.
         Toksik karaciğer hasarı: Kuntz (1965) kimyasal zehirlenmeye maruz kalan hastalarda, Esslinger (1966) bitki zehirlenmelerine uğrayan hastalarda PC nin kayda değer etkiler yarattığını bildirmiştir.
         Yağlı karaciğer: Çeşitli derecelerde karaciğer hasarı olan 650 denek 5 yıl boyunca izlenmiştir. Deneklere 950 mg intravenöz PC ile birlikte oral PC (450 - 700 mg) uygulanmıştır. Kan değerleri normale dönünce yalnız oral PC verilmiştir. Hastalar karaciğer hasarı şiddetine göre gruplandırılmıştır: yağ dejenerasyonu, akut inflamasyon, kronik agresif inflamasyon ve ileri fibrotik hasar. Çalışmadaki bütün gruplar yarar görmüştür. Deneklerin çoğunda yağ dejenerasyonunda geriye dönüş görülmüş, PC akut inflamasyon olanlarda ortalama 10 gün gibi bir süre içinde hızlı bir iyileşme sağlamıştır (Wallnoefer and Hanusch 1973).
         Alkol kaynaklı karaciğer hastalığı: Maymunlar üzerinde yapılan çalışmalar fosfatidilkolin desteğinin alkol kaynaklı karaciğer anomalilerine ve siroza karşı koruduğunu belirlemiştir. Aynı etkilerin insanlar üzerinde de olabileceği tahmin edilmektedir. Bununla beraber kolin tuzunun insanlarda alkol kaynaklı karaciğer hastalığı tedavisinde herhangi bir değerinin olmadığı düşünülmektedir, ancak, genel karaciğer desteğinde yararlı olabilir.
Detoksifikasyon
Membran sağlığı organizmanın tamamının sağlığı demektir. Toksinlerin yağ asit asitlerine afinitesi bulunmaktadır; lipit ortamına tam anlamıyla yerleşir, zayıflatır ve parçalarlar. Muhtemel netice erken apoptoziz, hücrenin erken ölümüdür. Genel olarak normal mitoz vücut sağlığının sürdürülmesi için yeni hücre oluşumunu sağlar. Ancak toksisitenin lipitlere olan afinitesi toksinleri ve hastalıklı toksik lipitleri yeni oluşumların içine kolayca yeniden dağıtabilir. Vücut sağlıklı olduğunda toksinlerin yeni yerleşimlere girişmelerini bağlayacak yeter miktarda glutatyon ve askorbat ile bunları kontrol altında tutabilir. Ne var ki savunma zayıf olunca toksinler sürekli olarak dağılabilir ve sonunda rejenerasyon sürecinin yavaş olduğu merkezi sinir sistemi (MSS) ve kemikte saklanırlar.
Detoksifikasyonun hedefleri:
1.      Esansiyel besinlerin dengelenmesiyle, yüksek enerji lipitlerin (PUPA ve HUP A) değiş tokuşu yoluyla rejenerasyon ve detoksifikasyon sürecine enerji sağlamak, böylece yenilenmiş güçle yeniden oluşuma yol açmak.
2.                Doğru zamanda toksin gidericiler, askorbat, klorella ve mümkün ise IV glutatyonu dahil etmek
Nörotoksinlerin detoksifikasyonu hücre zarının dengeli yağ asitleri ve destekleyici fosfolipitlerle beslenmesini gerektirir. Fosfatidilkolin hücre zarındaki en verimli fosfalipittir ve 33.000 m2 lik membranıyla karaciğeri toksisite ve enfeksiyona karşı korur. Karaciğer detoksifikasyonda çok önemli rol oynar, ama bünyesindeki yağ asitleri ve nörotoksinlerin lipit eritebilirlik özelliği nedeniyle toksik sıkıntıları ortadan kaldırabilmek için lipide dayalı girişimler gereklidir. Karaciğer bir kez zarar görürse yağları daha fazla normal olarak metabolize edemez. Lipit havuzları karaciğer yoluyla hepatositlerde birikir. Yağ asitlerinin beta oksidasyonu baskılanır, detoksifikasyon ve prostaglandin üretimi zayıflar. PC üzerinde yapılan geniş kapsamlı araştırmalar fosfatidilkolinin karaciğeri alkol, tıbbi ürünler, çevresel kirlilik, ilaç molekülleri(ksenobiotikler) ve viral, bakteriyel ve fungal enfeksiyonlardan kaynaklanan hasara karşı koruduğunu ortaya koymuştur (Lieber 1994a, 1994b, 1995, 2001a, 2001b).
Hiperkolesterolemi ve Ateroskleroz
Fosfatidilkolin kolesterolün çözünürlüğünü arttırarak aterosklerozu indükleme yeteneğini azaltır. Fosfatidilkolin aynı zamanda kolesterol seviyesinin azaltılmasına, kolesterolün doku depolarından atılmasına ve trombosit agregasyonunun önlenmesine yardımcı olur (Brook, JG, Linn, S, and Aviram, M. Biochem Med Metabol Biol. 35;31-39, 1986). Fosfatidilkolin içinde bulunan yüksek linoleik asit içeriğinin yararlı etkileri aşağıdadır:
                   * Fosfolipit preparatı olan Lipostabil in ateroskleroz ve yüksek kolesteraol tedavisinde kullanımı üzerine araştırma yapılmıştır. Bu Almanya yapımı %70 fosfatidilkolin içerikli lesitin preparatının değerlendirilmesiyle ile ilgili yapılan muhtelif çalışmalarda günde bir kez 1.5 gr ile günde 3 kez 3.5gr arasında dozlarla total serum kolesterol ve trigliserit düzeyleri önemli ölçüde düşmüş, HDL kolesterol düzeyleri ise yükselmiştir (Lipostabil. Natterman International GMBH,1990; Wojcicki, J, et al. Phytotherapy Res. 9;597-599, 1995).
                   Almanya’da “Essantiale” ticari isimle piyasada satılan yüksek konsantrasyonlu fosfatidil preparatı FDA nın Alman eşiti olan BGA ‘dan ruhsat alacak yeterli klinik sonuçlar ortaya koymuştur. Bu form doğru pozisyonda bağlanan, gliserol molekülünün ilk ve ikinci karbonuna bağlanan, esansiyel yağ asiti, linoik asitin molekülün %50 sini oluşturduğu, %90 fosfatidilkolin içermektedir. Bu preparatın önerilen standart kullanım dozu, yemeklerle birlikte günde üç kez 350 mg dır(Essentiale, Natterman International GMBH, 1989).
Bipolar Depresyon
                   Mania’nın beyinde kolinerjik aktivitenin azalmasıyla ilişkili olduğuna dair kanıt mevcuttur. 15-30 mg/gün seviyesinde fosfatidilkolin desteğinin bipolar depresyon tedavisinde yararlı etkiler gösterdiği tespit edilmiştir (Wutman, R, et al. Nutrition and the Brain. Vol. 5. Raven Press: New York, 1979; Cohen, B, et al. Am J Psychiat 137:242-243, 1980; Cohen, B, et al. Am J Psychiat 139;1162-1164, 1982).
                   Fosfatidilkolin kullanımı ile beyindeki kolin seviyesini yükselterek bipolar depresyon hastalarında kayda değer gelişme veya semptomlarda iyileşme elde edilebilir. Bazı çalışmalar Lityum karbonat, bipolar depresyonun standart ilaç tedavisinin beyindeki asetilkolin aktivitesinin artışı olduğuna inanmaktadır (Jope, R, et al. Am J Psychiat 142;356-358,1985).
Alzheimer Hastalığı
                   Kolin desteği normal hastalarda beynin içindeki asetilkolin akümülasyonunu arttırdığı için bazı araştırmacılar Alzheimer hastalarına faydalı olabileceği varsayımında bulunmuşlardır. Bazı çalışmalar kolin desteği ile beyindeki asetilkolin içeriğinin artışının hafızayı geliştirdiğini göstermiştir. Bununla beraber fosfatidilkolin kullanan klinik deneylerde önemli yararlar tespit edilememiştir. Çalışmalarda hem normal kişilerde, hem de Alzheimer hastalarındakolin desteğinin hafızayı geliştirdiği tespit edilmiştir. Bununla beraber, bu çalışmalar ve yorumları hakkında denek sayısının çok az , kullanılan fosfatidilkolin dozunun çok düşük ve çalışmaların çok yetersiz bir şekilde tasarlandırılmış olduğu yönünde eleştiriler ortaya çıkmıştır (Rosenberg, G and Davis, KL. Am J Clin Nutr. 36; 709-720, 1982; Levy, R, et al. Lancet 1;474-476,1982; Sitaram, N, et al. Life Sci 22;1555-1560, 1978).
                   Alzeimer hastalığı kolinerjik transmisyonda azalma ile karakterizedir, ama Alzheimer hastalığındaki kolinerjik transmisyon kolin eksikliği ile değil, asetilkolin transferaz enziminin bozulmuş aktivitesi ile ilişkilidir. Asetilkolin transferaz asetilkolin oluşturmak için kolin ile asetil molekülünü birleştirir. Ancak, yüksek düzeydeki kolin bu çok önemli enzimin aktivitesini mutlaka arttırmadığı içinfosfatidilkolin desteğinin Alzheimer hastalarının çoğunda etkili olduğu muhtemelen kanıtlanmamaktadır.
                   Hafif - orta dereceli demens hastalarında yüksek kaliteli fosfatidilkolin preparatlarının 15 - 25 gr/gün dozunda kullanımı yararlı olabilir (Murray, M. p. 140, 1996).
Biçim
                   Kolin çözünür tuz olarak, en sıklıkla ya kolin bitartrat, sitrat veya klorid, ya da lesitinde fosfatidilkolin olarak bulunur.
                   Lesitinin mevcut ticari şekillerinin çoğunda yalnızca %10-20 oranında fosfatidilkolin bulunur.
                   “Fosfatidilkolin” olarak etiketlenmiş desteklerin çoğu yalnızca %35 fosfatidilkolin içerir.
                   Bazı yeni ve güçlü preparatlar %98 e kadar fosfatidilkolin içermektedir. Fosfatidilkolinin bu saf formları daha az gastrointestinal yan etki nedeniyle tercih edilmektedir. Bu özellikle yüksek dozda (15-30 gr) fosfatidilkolin gerektiren durumlarda özellikle doğrudur, çünkü lesitin gibi düşük konsantrasyonlu biçimlerde çok büyük miktarlar kullanılmalıdır ki yan etkiler neredeyse kaçınılmaz olacaktır.
İntravenöz formu da mevcuttur. Karaciğer vücudun en büyük organıdır ve infüzyondan ilk PC akışını alır. Ancak artmış PC ve yüksek performanslı lipitleri (HUFA lar) paylaşan her organ, her nöron, her hücrede lipit takası sistemiktir. Artan metabolik performansın da sistemik olması beklenir.
Doz
                   %90 fosfatidilkolinli, en yaygın kolin desteği formu lesitinin kullanım dozu (yemeklerle günde 3 kez:
-                             350-500 mg t.i.d. karaciğer bozukluklarında
-                             500-900 mg t.i.d. kolesteraolü düşürmede
-                            5.000-10.000 mg g.d. Alzheimer hastalığı ve bipolar depresyon tedavisinde (Murray, M. p. 141, 1996)
Yan Etkiler
                   Kolin ve fosfatidil kolin genellikle iyi tolere edilir.
                   Günlük 20 gr dozun üzerindeki saf kolin - fosfatidilkolin değil - balık kokusuna benzer bir koku üretir.
                   Yüksek dozda, birkaç gram, lesitin iştahta azalma, mide bulantısı, midede şişkinlik, gastrointestinal ağrı ve/veya bazı kişilerde diareye sebep olur.
Alıntı yapılmış kaynakların hiç birinde belirtilen yan etkiler dışında bir toksisiteye rastlanmamıştır. Kontrendikasyonlar
                   Fosfatidilkolin doktor kontrolü dışında depresyon hastaları (unipolar veya klinik depresyon) için endike değildir, çünkü yüksek dozda fosfatidilkolin bazı durumlarda depresyonu arttırabilir.
İnteraksiyonlar
                   Kolin diğer metil donörlerle birlikte çalışır ve vücudun karnitin ve folik asiti korumasına yardımcı olur (Daily, JW and Sachan, DS. J Nutr 125;1938-1944, 1995; Varela-Mreiras, G, et al. J Nutr Biochem 3;519-522, 1992).
                   Fosfatidilkolin ve pantotenik asit asetikolini oluşturmada kullanılır.
Alternative Medicine Review, Vol 7, #2, April, 2002
Fosfatidilkolin (PC), yaşam kaynaklarında her zaman var olan başlıca maddelerden biri olan bir fosfolipittir.(l). PC bütün hücre zarlarının ve kandaki lipoproteinlerin predominant fosfolipitidir. Doğal surfaktantların ana fonksiyonel unsuru ve esansiyel bir besin olan kolinin, vücuttaki en önemli rezervuarıdır(2). PC yağın parçalanmasını, emilmesini ve taşınmasını kolaylaştıran ve entero-hepatik dolaşımla geri dönüştürülen safranın ana bileşenidir. Yakın zamana kadar PC fosfolipitlerin bir komplex karışımı olan lesitin, ve diğer lipitlerle karıştırılıyordu. Yüzde otuz veya daha fazla PC ile zenginleştirilmiş lesitin preparatları PC konsantresi olarak kabul edilmektedir.
                   Kimyasal olarak, PC gliserole dayalı (CH2OH-CHOH-CH2OH) ve her üç karbonun yerine geçen bir gliserofosfolipittir. Yağ asitleri karbon 1 ve 2 nin, fosfatidilkolin ise karbon 3 ün yerine geçer. Basitçe anlatmak gerekirse, PCmolekülü bir baş grup (fosforilkolin), bir orta kısım (gliserol) ve iki kuyruktan (farklı yağ asitleri) meydana gelir. İki kuyruktaki yağ asitlerindeki değişkenliklerin nedeni insan dokularında PC moleküler türlerindeki büyük çeşitliliktir.
                  İn vivo,PC iki ana yolla üretilir(4). Genel olarak, fosfatidik asit (PC) üretimi için iki yağ asidi (asil “kuyruklar”) gliserol fosfata eklenir(“orta kısım”). Sonra, CDP- kolinden fosfokolin (“baş grup”) eklenince, PA diasilgliserole dönüşür. İkinci yol, fosfatidiletanominalin (PE) metilasyonudur; fosfolipit P Enin etanolamin baş grubuna eklenen üç metil grubu bulunmaktadır, böylece PC ye dönüştürür.
                   Oral alımı yemeklerle 24 saatte %90 a kadar iyi absorbe edilir.
                   Postprandiyal dönemde PC kana aşama aşama karşır ve 8-12 saat sonra en üst seviyeye ulaşır. Sindirim sürecinde PC moleküllerinin çoğundaki pozisyon-2 yağ asitleri ayrılır(5). Sonuçta oluşan liso-PC kolayca intestinal duvar hücrelerine girer ve arkasından pozisyon-2 de yeniden açillemeye geçerler. Pozisyon-2 yağ asitleri membran akışkanlığına katkıda bulunur (pozisyon-1 ile birlikte), ama öncelikli olarak eikosanoid üretiminde ve sinyal transdüksiyonunda kullanılır. PC yağ asitlerinin omega-6/omega-3 dengesi diyette yağ asiti alımına bağlıdır(6,7).
                   Kolin çok büyük bir olasılıkla insan için temel besindir ve besinle alınan kolin genellikle PC olarak mideye iner. Kan ve dokudaki kolinin PC olarak tutulur ve besinle alınan PC “düşük salınımlı” kan kolin kaynağı olarak görev yapar. Yetersiz beslenen düşük kan kolini olan bireylerde karaciğer steatozu ve bununla ilişkili bozukluklar sıklıkla görülür ve bu bireyler genellikle PC desteğine olumlu yanıt verir(10).
                   Metil grubun(-CH3) varlığı protein ve nükleik asit sentezi ve regülasyonu, faz-2 hepatik detoksifikasyonu ve metil verme gibi çok sayıda için biyokimyasal proses için çok önemlidir.
                   Kısıtlı kolin alımı ile başlatılan metil yetersizliği insanlarda karaciğer steatozu, maymunlarda kanser riskinin artmasıyla ilişkilendirilmiştir. PC her bir PC molekülünden 3 e kadar metil grup temin edebilen mükemmel bir metil grup kaynağıdır.
                   PC yaşamsal faaliyetlerin çoğunun gerçekleştiği, dinamik moleküler tabakalar olan hücre zarının temel yapısal desteğidir. Toplam membran fosfolipitlerinin %40 ını oluşturan PC nin varlığı membran akışkanlığının homeostatik regülasyonu için önemlidir. En dıştaki hücre zarındaki PC molekülleri, prostaglandin/eikosanoid hücresel iletişim fonksiyonları için ve hücre dışından içine sinyal transdüksiyonunu desteklemek için yağ asitleri salar.
                   PC kanda dolaşan lipoprotein partiküllerinin temel bileşenidir. PC nin akciğerler ve gastrointestinal sistem epitelyal-luminal ara yüzeylerini ciddi anlamda koruyan surfaktan (yüzey-aktif) özellikleri vardır(14,15).
                   Biyokimyasal olarak, PC bazı fosfolipitler ve diğer biyokimyasal olarak önemli moleküllerin öncelikli prekürsörüdür. Ayrıca, PC in vivo antioksidan koruma da sağlar. İnsan ve hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda, PC çeşitli kimyasal toksinler ve farmasötik advers etkilere karşı koruduğu görülmüştür.
Bugüne PC nin en iyi belgelenen klinik başarısı, muhtemelen hasar sonrası karaciğerin iyileşmesi hücre zarı kütlesinin iyi bir şekilde yenilenmesini gerektirmesi nedeniyle, karaciğer hasarını kayda değer bir şekilde iyileştirilmesi olmuştur. Sekiz çift-kör deney çalışması ve sayısız çalışma raporu bulguları, enzimatik ve diğer biyokimyasal göstergelerde iyileşme, karaciğer dokusunda daha hızlı fonksiyonel ve yapısal onarım, deneklerin genel durumunda hızlı iyileşme ve PC tedavisinden sonra uzamış survi dahil olmak PC nin üzere önemli klinik yararları olduğunu göstermiştir.
Alkole BağlıHepatik Steatoz ve İnflamasyon
                   Knuechel alkole bağlı hepatik steatoz (yağlı karaciğer) ve inflamasyonu olan 40 erkek hasta üzerinde çift-kör bir çalışma yapmıştır. Deneklerin aldıkları ilaçlar kesilmiş ve iki gruba randomize edilmiştir; bir gruba plasebo, diğerine ağızdan günde 1350 mg PC (B vitaminleriyle takviye edilerek) verilmiştir. İki hafta içinde PC nin yararları açıkça görülmüş, sekizinci haftada biyokimyasal karaciğer fonksiyonları ölçümlerinin çoğu plaseboya göre önemli ölçüde düzelmiştir.
                   Daha sonra yapılan iki çift-kör çalışma bu bulguları desteklemiştir. Schuller Perez ve San Martin çalışmalarında vardıkları sonucu söyle belirtmiştir: “Görüşümüze göre alkole bağlı steatoz tedavisinde yüksek-doymamış fosfatidilkolin kullanımı çok verimlidir.”(18).
Buchman ve arkadaşları 15 yağlı karaciğer hastasına çift-kör intravenöz total parenteral nutrisyon olarak PC uygulamış ve önemli yararlar elde etmiştir(19). Diğer araştırmacılar da hafif ila orta dereceli hepatik inflamasyonu olan vakaların en çok PC desteğinden yararlandığını bildirmiştir(20).
                   Hayvanlar üzerinde yapılan bir çalışmada maymunlara sekiz yıl boyunca günlük alkol kürü uygulanmıştır. Körleme çalışma planlamasından sonra bazı hayvanların diyetine PC eklenmiştir. Birkaç yol sonra PC olmaksızın alkol verilen maymunlarda ileri fibrozis gelişirken PC desteği verilmiş maymunlarda yağlı karaciğer ve hafif fibrozis gelişmiş, ama daha fazla ilerlememiştir. Daha sonra hayvanlardan üçüne verilen PC kesilmiş ve alkole devam edilmiş; bunlarda hızlı bir şekilde yaygın, yaşamı sonlandıran karaciğer fîbrozu gelişmiştir.
İlaca Bağlı Karaciğer Hasarı
                   Bir çift-kör çalışmada rifampin ve diğer iki anti-tüberküloz ilaç kullanımı nedeniyle karaciğer hasarı olan 101 tüberküloz vakası plasebo verilenler ve günde 1350 mg güçlendirilmiş PC verilenler olarak iki gruba ayrılmıştır. Üç ay sonra PC grubunun SGOT ve SGPT enzim düzeylerinde ciddi azalma kaydedilmiştir.
Hepatit B
                   Kronik Hepatit B virüs infeksiyonu nedeniyle ilerleyen karaciğer hasarı olan (HBsAg negatif) 30 hasta üzerinde yapılan çift-kör çalışmada standart immnosupresif tedavinin yanı sıra hastaların bir bölümüne PC (günde 2300 mg), bir kısmına da plasebo uygulanmıştır. Bir yıl içerisinde PC grubu karaciğer yapısında kayda değer iyileşme ile önemli oranda stabil olurken plasebo grubunun durumu kötüleşmiştir(23).
                   Atmış hepatit B pozitif hasta (HBsAg pozitif) 60 gün süre ile güçlendirilmiş PC (günde 1350 mg) ve plasebo grubu olarak ikiye ayrılmıştır. 30 günden itibaren PC grubu %50 HBsAg-negatif olarak, %25 HBsAg negatif plasebo grubuna göre klinik olarak gelişme göstermiştir(24).
                   50 hastanın dahil edildiği bir çift-kör çalışmada, bütün HBsAg negatif, ve biyopsi ve immunolojik testlerle çok ağır karaciğer hasarı tespit edilen hastalarda PC grubu (günde 1350 mg güçlendirilmiş PC) plasebo grubuna göre kayda değer yarar görmüştür(p<0.001). PC grubundaki hastaların %80 inin (25 hastada 20) önemli oranda gelişme gösterdiği tespit edilirken, plasebo grubundaki hastaların %24 ü (25 hastada 6) orta derecede iyileşme göstermiştir. PC grubunda plasebo grubuna göre hücre yapısı, biyokimyasal, ımmunolojık ve hematolojik parametreler önemli oranda düzelmiştir. Bir yıl süren çalışmanın sonunda klinik iyileşme devam etmiştir(25).
Hepatit C
                   Çok merkezli, çift-kör bir çalışmada, kronik hepatiti olan (B veya C) 176 hastaya 24 hafta boyunca interferon-alfa verilmiş, daha sonra 24 hafta süreyle PC (günde 1.8 g) ve plasebo olarak randomize edilmiştir. Özellikle hepatit C alt grubunda olmak üzere önemli miktarda hasta PC ye cevap vermiştir. Buna ilaveten, 24 hafta daha sürdürülen PC desteği ile daha uzun süreli gelişme elde edilmiştir(26).
                   Uzun süreli, çok merkezli çift-kör bir PC çalışması sürdürülmektedir; sonuçları bu hayatı tehdit eden hastalığın yönetiminde büyük bir atılım olabilir(27)
Respiratuar Distres Sendromu
*Prematüre bebeklerde surfaktan PC bakımından anormal derecede düşüktür. Dışarıdan verilen
olgun profilli surfaktan tedavisi (total fosfatidilkolinin %70-80 i PC ile) respiratuar distres
sendromu(RDS) olan veya RDS riski taşıyan bebekler için standart tedavidir. Klinik deneylerin
metaanalizi doğal surfaktanların sentetik olanlara göre daha gelişmiş hayatta kalım ve genelde daha iyi sonuçlar sağladığını önermiştir(28). 78 RDS li bebek üzerinde yapılan bir başka randomize çalışmada doğal surfaktan 6 saat sonra üstünlüğünü kanıtlamış, 24 saattesurfaktan PC profili normale dönmüştür(14).
Nekrotizan Enterokolitis, Gastrointestinal koruma
Gastrointestinal sistemin ana intrensek surfaktanı olarak PC gastrik epitelyumun asit bariyer özelliklerinin korunmasına yardımcı olur. Hayvan çalışmaları, PC aspirin ve diğer non-steroidal anti-inflamatuar ilaçların etkilerini bloke etmeden advers GÎS etkilerine karşı koruduğunu önermektedir(25,29,30). Carlson ve arkadaşları PC den ve diğer fosfolipidlerden zengin formülle beslenen pre-term bebeklerde daha düşük nekrotizan enterokolitis vakası olduğunu bildirmişlerdir(31).
Merkezi Sinir Sistemi Kolinerjik İmbalansı
                   Israrlı anekdotsal iddiaların tersine on çift-kör, plasebo kontrollu çalışmada PC kognisyona yarar sağlamamıştır(32). Kolinerjik imbalansının özelliği olan ataksi, tardiv diskinezi ve diğer merkezi sinir sistemi sorunlarına karşı yapılan çalışmalarda düş kırıklığına uğratan sonuçları da açıklayabileceği üzere PC nin “terapötik penceresinin” çok dar olduğuna dair göstergeler bulunmaktadır.
PC diğer besinlerle gayet uyumludur ve besinlerle birlikte kullanıldığında absorpsiyonu artabilir. Standart toksikolojik değerlendirmeler PC den kaynaklanan önemli akut veya kronik toksisite ve mutajenisite ve teratojenisite olmadığını göstermiştir. PC günlük kullanımda (18 grama kadar) iyi tolere edilir. Intolertans semptomları neredeyse yalnızca GIS rahatsızlığı-diare, fazla şişkinlik hissi ve bulantı ile sınırlıdır.
Terapötik kullanım aralığı günde 800 - 2400 mg, ve karaciğer salvajı için 4 - 6 gram veya daha fazlası önerilmektedir. Ağır karaciğer hasarı olan vakalarda en iyi sonuç, terapiye intravenöz ve oral PC tedavisine birlikte başlayıp, gelişme elde edilmeye başladıktan sonra oral desteğe devam edilerek elde edilir. “Death cap” diye bilinen mantardan zehirlenme neticesi meydana gelen karaciğer hasarında bu prosedürün hayat kurtarıcı olduğu kanıtlanmıştır(34)
1.      Kidd PM. Dietary phospholipids as anti-aging nutraceuticals. In: Klatz RA, Goldman R, eds. Anti-Aging Medical Therapeutics. Chicago, IL: Health Quest Publications; 2000:283-301.
2.       Zeisel SH, Blusztajn JK. Choline and human nutrition. Annu Rev Nutr 1994;14:269-296.
3.       Schneider M. Phospholipids. In: Gunstone FD, Padley FB, eds. Lipid Technologies and Applications. New York, NY: Marcel Dekker; 1997:15-30.
4.       Kent C. Eukaryotic phospholipid biosynthesis. Annu RevBiochem 1995;64:315-343.
5.       Zierenberg 0, Grundy SM. Intestinal absorption of polyenephosphatidylcholine in man. J Lipid Res 1982;23:1136- 1142.
6.       Kidd PM. Cell membranes, endothelia, and atherosclerosis -the importance of dietary fatty acid balance. Altern Med Rev 1996;1:148-167.
7.       Kidd PM. Phosphatidylcholine, a superior protectant against liver damage. Altern Med Rev 1996;1:258-274.
8.       Zeisel SH, Da Costa K, Franklin PD, et al. Choline, an essential nutrient for humans. FASEB 1991;5:2093-2098.
9.       Wurtman RJ , Hirsch MI, Growdon JH. Lecithin consumption raises serum free choline levels. Lancet 1977;ii: 68­69.
10.   Buchman AL, Dubin MD, Moukarzel AA, et al. Choline deficiency: a cause of hepatic steatosis during parenteral nutrition that can be reversed with intravenous choline supplementation. Hepatology 1995;22:1399-1403.
11.   Ghyczy M, Boros M. Electrophilic methyl groups present in the diet ameliorate pathological states induced by reductive and oxidative stress: a hypothesis. Brit J Nutr 2001;85:409-414.
12.   Thistle JL, Schoenfield LJ. Bile acid, lecithin, and cholesterol in repeated human duodenal biliary drainage: effect of lecithin feeding. Clin Res 1968;16:450.
13.   Toouli J, Jablonski P, Watts JM. Gallstone dissolution in man using cholic acid and lecithin. Lancet 1975;ii: 1124­1126.
14.   Lloyd J, Todd DA, John E. Serial phospholipid analysis in pre term infants: comparison of Exosurf and Survanta. Early Human Dev 1999;54:157-168.
15.   Dunjic BS, Axelson J. Gastroprotective capability of exogenous phosphatidylcholine in experimentally induced chronic gastric ulcers in rats. Scand J Gastroenterol 1993;28:89-94.
16.   Lieber CS, Leo MA. Polyenylphosphatidylcholine decreases alcohol-induced oxidative stress in the baboon. Alcoholism Clin Exp Res 1997;21:375-379.
17.   Knuchel F. Double blind study in patients with alcohol-toxic fatty liver. Med Welt 1979;30:411-416.
18.   Schuller-Perez A, San Martin FG. Controlled study using multiply-unsaturated phosphatidylcholine in comparison with placebo in the case of alcoholic liver steatosis. Med Welt 1985;72:517~521.
19.   Buchman AL, Dubin M, Jenden D, et al. Lecithin increases plasma free choline and decreases hepatic steatosis in long-term total parenteral nutrition patients. Gastroenterology 1992;102:1363-1370.
20.    Panos MZ, Poison R, Johnson R, et al. Activity of polyunsaturated phosphatidylcholine in HBsAg negative (autoimmune) chronic active hepatitis and in acute alcoholic hepatitis. In: Gundermann KJ, SchQmacher R, eds. 50th Anniversary of Phosp*lipidResearch (EPL). Bingin-Rhein, Germany: wbn- Verlag; 1990: 103-110.
21.    Lieber CS, Robins SJ, Li J, et al. Phosphatidylcholine protects against fibrosis and cirrhosis in the baboon. Gastroenterology 1994; 106:152-159.
22.    Marpaung H, Tarigan P, Zein LH, et al. Tuberkulostatische kombinations therapie aus INH, RMP und EMH. Therapiewoche 1988;38:734- 740.
23.    Jenkins PJ, Portmann HP. Use of polyunsaturated phosphatidylcholine in HBsAg negative chronic active hepatitis: results of prospective double-blind controlled trial. Liver 1982;2:77- 81.
24.    Visco G. Polyunsaturated phosphatidylcholine (EPL) associated with vitamin H-complex in the treatment of acute viral hepatitis-H. La Clinica Terapeutica 1985;114:183-188.
25.    Ilic V, Hegic-Janev A. Therapy for HHsAg-positive chronically active hepatitis. MedWelt 1991;42:523-525.
26.    Niederau C, Strohmeyer G, Heintges T, et al. Polyunsaturated phosphatidylcholine and interferon alpha for treatment of chronic hepatitis H and C: a multicenter, double-blind, placebo-controlled trial. Hepatogastroenterol 1998;45:797-804.
27.    Schenker S. Polyunsaturated lecithin and alcoholic liver disease: a magic bullet? Alcoholism Clin Exp Res 1994;18:1286-1288.
28.    Halliday HL. Natural vs synthetic surfactants in neonatal respiratory distress syndrome. Drugs 1996;51 :226-;237.
29.    Leyck S, Dereu N, Etschenberg E, et al. Improvement of the gastric tolerance of non- steroidal anti-inflammatory drugs by polyene phosphatidylcholine (Phospholipon 100). Eur JPharmacoI1985;117:35-42.
30.    Swarm RA, Ashley SW, Soybel Dl, et al. Protective effect of exogenous phospholipid on aspirin-induced gastric mucosal injury. Am JSurg 1987;153:48-53.
31.    Carlson SE. Lower incidence of necrotizing enterocolitis in infants fed a preterm formula with egg phospholipids. Pediatr Res 1998;44:491-495.
32.    Kidd PM. Unpublished analysis. 1998; El Cerrito, California, USA: drkidd@aol.com.
33.    Little A, Levy R, Chuaqui-Kidd P, et al. A double-blind, placebo controlled trial of high- dose lecithin in Alzheimer's disease. J Neurol Neurosurg Psychiatr 1985;48:736-742.
34.    Esslinger F. Death cap mushroom poisoning: report of clinical experience. Med Welt 1966;19:1057-1063.

Not: Phosphatidyl Choline ve Fosfatidilkolin adı ile satılan ürünleri vardır.

ASTIM TEDAVİSİNDE VİTAMİN D’NİN ROLÜ
Astım, birçok hücre ve hücre elemanının katıldığı genetik ve çevresel faktörlerin birlikte rol oynadığı kronik enflamatuar, genellikle akciğerlerde yaygın ama değişken ve çoğunlukla kendiliğinden veya tedaviyle geri dönüşlü bir hava yolu hastalığıdır.
Dünya çapında 300 milyon kişiyi etkilediği ve yılda 15 milyon sakatlığa ayarlanmış yaşam yılı kaybına neden olduğu düşünülmektedir. Astımda tedavinin asıl amacı kontrol sağlanabilmesi ve bu kontrolün sürdürülmesidir. Birincil, ikincil korunma ve medikal tedavi ile çoğu astımlı hastada kontrol sağlanabilirken tüm müdahalelere rağmen kontrol sağlanamayan hastaların bulunması astımlı hastalarda yeni tedavi arayışlarına sebep olmuştur.
 Vücutta çoğu doku ve hücrelerin D vitaminin aktif formu olan 1,25(OH)2D bulundurmasının anlaşılmasıyla, vitamin D’nin pek çok biyolojik fonksiyonları araştırılmaya başlanmıştır. Kemik dışında hemen her hücrede (beyin, kalp, mide, pankreas, deri, meme, gonadlar, T ve B lenfositleri, monositler, akciğerler vs.) vitamin D reseptörü (VDR) tespit edilmesi ile D vitamininin kemik metabolizması dışındaki diğer dokuların fonksiyonlarında da önemli rolü olduğu ve astım başta olmak üzere pek çok hastalıkla ilişkili olabileceği düşünülmektedir.  Yapılan çalışmalarda D vitamininin; astım gelişimi, astım alevlenme nedeni olan solunum yolu enfeksiyonları, akciğer fonksiyonları, astım ciddiyeti, total IgE ve eozinofil sayısı, anti-enflamatuar tedavi ihtiyacı gibi birçok faktörle olan ilişkisi araştırılmıştır. D vitaminin astım patogenezine; immün fonksiyonları iyileştirerek, anti-enflamatuar etki göstererek, steroid direncini azaltarak, glukokortikoidlerin etkilerini güçlendirerek, hücre döngüsünü yavaşlatarak ve remodelingi azaltarak katkıda bulunduğu düşünülmektedir.
Yüksek doz oral glukokortikoid tedaviye rağmen klinik cevabın kötü olduğu steroid rezistant astımlı hasta grubunda yapılan bir in vitro çalışmada, D vitamininin interlökin-10 salınımını arttırarak rezistansı azaltabileceği saptanmış ancak invivo çalışmalarla bu görüş desteklenememiştir.  Akciğer fonksiyonları ile vitamin D eksikliği arasındaki ilişkiye yönelik çalışmalarda ise çelişkili sonuçlar elde edilmiştir.
Amerika Birleşik Devletinde yapılan toplum bazlı Üçüncü Ulusal Sağlık ve Beslenme Araştırma Grubunun verilerine göre vitamin D serum düzeyleri ve akciğer fonksiyonları arasında güçlü bir ilişki bulunmuşken, İngiltere’de yapılan The Hertfordshire Cohort çalışmasında, D vitamini ile akciğer fonksiyonları arasında ilişki bulunmamıştır. 
Vitamin D ile astım arasındaki bu çelişkili sonuçlar nedeniyle bu çalışmada serum vitamin D düzeyinin ve vitamin D eksikliğinin astım gelişimi ve klinik özellikleri üzerine olan etkisinin araştırılması düşünülmüştür.
Son yıllarda Vitamin D’nin çeşitli hastalıklarla ilişkisine ek olarak astım da rolü olabileceğini gösteren çalışmalar yayınlanmıştır
Bu nedenle stabil astımlı 88 ve alevlenme döneminde olan 24 astımlı hasta ile benzer yaş, cinsiyet özelliklerine sahip 94 sağlıklı yetişkin kontrol grubu olarak alınmıştır. Çalışma sonucunda serum vitamin D düzeyi ve eksikliğinin astımlı hastalarda kontrol grubundan farklı olmadığı ancak kadın cinsiyet, düşük akciğer fonksiyonları ve obezite ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğu saptanmıştır. Vitamin D’nin astım gelişimindeki etkisini ortaya koymada serum vitamin D düzeyi ölçümünün genetik çalışmalarla desteklendiği ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Kaynak:
Dr. Oya BAYDAR, Astım Gelişiminde D Vitamininin Rolü 314499 Uzmanlık Tezi, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana-2012


Kobalamin eksikliğinde folat tedavisi uygulanırsa hematolojik anormallikler iyileşebilir ama nöropsikiyatrik bozukluklar ilerlemeye devam edebilir. Vitamin B12veya folik asit tedavisinden 14 gün sonra homosistein düzeyinin normale döndüğü araştırmalarla gösterilmiştir.
İleri yaşlarda görülen B12vitamini eksikliği, megaloblastik anemi, makrositoz ve hiper segmente nötrofiller ile buna eşlik eden nörolojik anormalliklerle birlikte görülebilir. Bu hasta grubunun dışında çok genişbir hasta grubunda da vitamin B12eksikliği gösterilmiştir. Vitamin B12 eksikliği olan hastalarda total homosistein konsantrasyonu artmaktadır.
B12vitamini moleküler düzeyde nörotransmitterlerle etkileşim gösterir ve eksikliğinde nörotransmitter dengesini bozarak psikiyatrik hastalığa yol açabilir. B12vitamini eksikliğinde bu vitaminin kullanılmasıyla  semptomlar kısa zamanda iyileşme gösterirler.
 B12  vitamini, B vitamin kompleksinin en önemli  vitaminlerinden biri olup, vücutta başta hematolojik ve nörolojik sistem  olmak üzere çeşitli sistemlere etki eder. Dışarıdan B12 vitamini alınamadığında vitamin depoları 2 yıl süreyle bu vitaminin eksikliğini telafi  eder.
Bu depoların boşalması ile birlikte B12 vitamininin eksikliği klinik görünüm kazanır. DNA, RNA ve protein biyosentezinde görev alan B12 vitamininin eksikliği, gastrik mukozal hücrelerin intrinsik faktör salınımındaki defekt, B12vitamininin ileumdan absorbsiyonundaki  yetersizlik sonucu oluşur.
Bu eksikliğin klinik görünümleri olarak hematolojik  (megaloblastik makrositer anemi), nörolojik (demiyelinizasyon, aksonal dejenerasyon sonucu gelişen parestezi), gastroentestinal (harita dil,  anoreksi) belirtilerin yanısıra psikiyatrik belirtiler de görülür. Diğer  sistemlerin klinik görünümleri ile psikiyatrik belirtiler eşzamanlı olarak  ortaya çıkmayabilirler. Bu yakınmalar birbirinden bağımsız olarak  kendilerini gösterebilirler.
B12vitamini eksikliğinin psikiyatrik etkilere sebep olabileceği  ile ilgili olarak en eski yayınlardan 1905 yılında yapılmış olan pernisiyöz  anemi ile mental fonksiyon bozukluğu arasındaki ilişkiden bahsedilen  yazıda pernisiyöz aneminin psikiyatrik bozukluklara yol açabileceği  belirtilmiştir. Bu etkileşimin nedenine yönelik çalışmalara daha sonraki  yıllarda rastlamak mümkündür.
B12vitamini eksikliği ve psikiyatrik bozukluk gelişiminin etyopatogenezine bakılacak olunursa “ortomoleküler”  kavramından söz edilebilir. Bu kavrama göre vitaminler moleküler düzeyde  nörotransmitterlerle etkileşim gösterirler ve eksikliklerinde nörotransmitter  düzeylerini etkileyerek psikiyatrik bozukluklara yol açabilirler.
 B12 vitamininin bir görevi de santral ve periferik sinirlerin yapısında rol almasıdır.
B12vitamini eksikliği gelişen bir hastada yapılan postmortem  patoloji sonuçlarından bahsetmek belki de bu vitamin eksikliği ile  psikiyatrik yansımalarının daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. B12 vitamini eksikliğinde patolojik olarak nöronlarda, kapiller ve arteriollerde,  beyaz cevherde mikroskobik değişiklikler ve arteriollerde değişik  derecelerde endarterit oluştuğu gözlenmiştir.
B12vitamini eksikliği olan hastaların %35’inde nöropsikiyatrik  semptomlar görülebilmektedir. B12vitamini eksikliği beyin  fonksiyonlarında bozulmayla giden organik psikoza sebep olur.
B12 vitamini eksikliği sonucu oluşan psikotik olgular sınırlı sayıda literatürde  yer almaktadır.
Yapılan bir çalışmada geriatrik 54 hastada B12 vitamini eksikliğine bağlı gelişebilecek psikotik belirtiler araştırılmış ve hastalarda  psikotik bozukluktan daha çok psikotik özellikler içeren depresyon  saptanmıştır.
 Folat eksikliği sıklıkla beslenme kaynaklıdır ve genellikle alkolikler, gebe kadınlar ve malabsorbsiyonlu hastalarda gelişir. Belirtileri genel olarak makroovalositoz, anemidir. Yapılan çalışmalarda serum homosistein konsantrasyonu ile serum folat konsantrasyonu arasında negatif bir ilişki olduğu gösterilmiştir.
 Vitamin B12’nin ve folatın nörotransmitter sentezinde görev aldıkları bilinmektedir. Psikiyatrik bozuklukların monoamin seviyelerindeki artma ya da azalmalar sonucu nöron hücre membranının stabilitesinin  bozulmasıile geliştiğine ilişkin çok sayıda kanıt vardır.
Özellikle depresyon ve demans B12vitamini eksikliği ile en sık görülen psikiyatrik bozukluklardır.
Yaşlı kimselerde B12 vitamini  eksikliği yanısıra, %40 oranında folat eksikliği gözlenmekte, folat düzeyi  normalin altındaki kimselerin %84’ünde ise homosistein düzeyleri  artmaktadır.
Folat eksikliği, B12vitamini eksikliği gibi makrositik anemiye neden olmakla birlikte, nörolojik bulgular oluşturmaması ile B12vitamini  eksikliğinden ayrılmaktadır. B12vitamini eksikliğinin doğru bir şekilde teşhis  edilmesi ve folat eksikliğinden ayırt edilmesi oldukça önemlidir; B12vitamini  eksikliğinin folat desteği ile tedavi edilmeye çalışılmasın örolojik bulgularda  düzelme oluşturmayacağı bildirilmiştir.
Yaşlılarda, sistatyon  βsentetaz ve homosistein metabolizmasında yer alan diğer enzimlerdeki yaşa bağlıazalma veya  anormallikler ve böbrek fonksiyonlarındaki bozulma plazma homosistein  düzeylerinin artmasına neden olur.
Yaşlılarda B12vitamini ve folat eksikliğine yüksek oranlarda hiperhomosisteinemiye eşlik etmesi sonucunda etiyopatogenezinde  hiperhomo sisteinemi olabilecek tüm hastalıkların bu kişilerde daha sık  görülebilme olasılığını düşündürmektedir. Yaşlılarda kronik hastalıklar,  bilişsel bozukluklar, iştahsızlık, beslenme bozuklukları, kas güçsüzlüğü,  konjestif kalp yetmezliği, osteoporoz, depresyon, Alzheimer, multi-infakt  veya vasküler demans gibi sağlık problemleri sık bir  şekilde  gözlenmektedir.
Son yıllarda yapılan pek çok epidemiyolojik çalışma,  homosistein düzeylerindeki artmanın kardiyovasküler (Dolaşım sistemi) hastalıklar, inme ve nöral tüp defekt risklerini arttırdığını saptanmıştır.
Homosistein yüksekliği ve/veya B12vitamini ve folat  eksikliğinde osteoporoz, Alzheimer hastalığı  , depresyon, organik  psikoz ve şizofreni sıklığının arttığı, nörokognitif fonksiyonlarda bozulma  olduğu  bildirilmiştir.
Sonuç olarak Sertralin[1] kullanan depresyon hastalarında yapılan çalışmada 45 günlük tedavi sonrasında MDA düzeylerinde anlamlı düşme gözlenirken, protein karbonil grupları, homosistein,[2] B12 vitamini ve folik asit  değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilemese de sertralin tedavisinin depresyonda lipid peroksidasyonunda  azalmaya neden olarak, hastalık oluşum etkenlerinden olan oksidatif stres[3]  hasarının ortadan kaldırılmasında etkili olabileceğini düşündürmektedir.

Kaynak:
Ülkü GÜRSOY BEKMEZCİ, Depresyon Hastalarında Sertralin Kullanımının Protein Karbonil Grubu, Lipid Peroksidasyonu, Homosistein, Folik Asit Ve B12vitaminidüzeylerine Etkisi Gazi üniversitesi Sağlık Bilimlerienstitüsü  Biyokimya Ana Bilim Dalı  225779 Yüksek Lisans Tezi ANKARA  Şubat 2008

ÇOCUK SAĞLIĞINDA DOKTORLARIN DİKKAT ÇEKMEDİĞİ VİTAMİN B12 EKSİKLİĞİ
B12 vitamin eksikliği, çocuklarda megaloblastik anemi, büyüme ve gelişme geriliği, ciddi nörolojik hasar ve uzun dönem entelektüel bozukluklara neden olur. Bu nedenle eksikliğin önlenmesi, tanınması, tedavi edilmesi infant ve çocukların sağlıklı gelişimi için önemlidir.
B12 vitamini eksikliği görülme sıklığının ırk, çevre, cinsiyet, yaş, sosyoekonomik düzey ve beslenme alışkanlıklarına göre farklılıklar göstermesi her ülkenin kendi içinde prevalans çalışması yapmasını gerekli kılmıştır.

B12 Vitamini Eksiklik Bulguları

Kobalamin eksikliğinden esas olarak hızlı çoğalan dokular, özellikle kemik iliği, gastrointestinal sistemin (GIS) iç yüzeyi ve sinir sistemi etkilenir.

Genel Belirtiler:

Büyüme-Gelişmegeriliği-İştahsızlık-Hipotoni-Letarji-Deride hiperpigmentasyon-İrritabilite-Güçsüzlük-Taşikardi-Kalpte sistolik üfürüm –Hepatomegali

Gastrointestinal (mide ve bagirsaklarla) ilgili Belirtiler:

-İştahsızlık-Bulantı-kusma-İshal-Aftöz stomatit (Ağız içi yaralar)-Glossit (Konuşmada sorunlar)-Generalize malabsorpsiyon (Bağırsaklarda Kötü Emilim)-Yutma güçlüğü

Nörolojik Belirtiler:

-Nöro-motor gelişme geriliği ve gerileme-Duyusal kayıplar-Paraliziler (Felçler)-Ataksi (Kas Bozukluğu)-Hafıza kayıpları-Hipotoni (Tansiyon düşüklüğü)-Konvülziyon (Çırpınma)-Koma-Anormal hareket ve tremorlar (titremeler)-Kişilik değişiklikleri –Depresyon -Okul başarısında düşme

Vitamin B12 eksikliği genellikle düşük sosyoekonomik düzeyi olanlarda ve 2 yaş altında sık görülmektedir. Süt çocuklarındaki yüksek sıklık oranı, annelerindeki eksiklikten dolayı düşük vitamin deposuyla doğmuş olmaları ve düşük vitamin B12 konsantrasyonlu anne sütüyle beslenmelerine bağlı olabilir.  2 yaş ve 12-17 yaş aralığında yoğunlaşması bu yaş gruplarının risk altında olduğuna işaret etmektedir. Hayvansal gıda tüketiminin yetersiz olduğunu gösteren demir eksikliği olan hastalarda vitamin B12 düzeylerine bakılmalıdır.
Süt çocuklarının annelerinin %77’sinde vitamin B12 eksikliği, % 41’inde anemi tespit edildi. Vitamin      B12 eksikliği, özellikle 0-2 yaş ve adölesan dönemde sık görüldüğü için bu yaş grubundaki hastalarda rutin olarak vitamin B12 düzeyi bakılmalı ve bu yaş grubundaki hastalara daha sık hayvansal gıda tüketimi önerilmelidir.
Ülkemiz şartlarında yenidoğanlara K vitamini gibi rutin olarak tek doz vitamin B12 yapılabilir. Bunun yanında gebelerdeki ve annelerdeki eksiklik mutlaka tedavi edilmeli ve annelere beslenme eğitimi verilmelidir. Çölyak hastalığı, parazit ve diğer sorunlar hastalarında vitamin B12’nin emilim bozukluğu eşlik edebilir. Bu nedenle bu hastalar vitamin B12 eksikliği açısından tetkik edilmelidir.
(Çölyak hastalığı bağırsaklardaki sindirimi sağlayan villus denilen yapıların bozulmasına sebep olan ve dolayısıyla da yiyeceklerdeki besinin emilmesini engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir sindirim hastalığıdır.)


Faydalanılan Kaynak:
Dr. Ülker ÇELİK,  Çocuk Kan Hastalıkları Bilim Dalında Vitamin B12 Eksikliği Tanısıyla Takip Edilen Hastaların  Retrospektif Olarak İncelenmesi,  Ondokuz Mayıs Üniversitesi  Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı 272967-Uzmanlık Tezi Samsun Mart-2011


Helicobacter pylori (Helikobakter pilori- Hp) mide ve duodenum'um çeşitli alanlarında yerleşen, gram (-), mikroaerofilik bir bakteridir. Yerleştiği yerlerde kronik enflamasyona neden olur. Bu kronik enflamasyon sonucunda duedenum ülseri, mide ülseri ve mide kanseri gelişebilir.
Önceleri Campylobacter pylori olarak adlandırılan bu bakteri, yapılan birçok araştırmanın sonucunda 1989 yılında Camplobacter ailesine ait olmadığına karar verilmiş ve kendi adıyla anılan Helicobakter ailesine taşınmıştır. Dünya'da insanların %50'sinden fazlasının üst gastrointestinal bölgede H. pylori taşımaktadır. Enfeksiyon gelişmekte olan ülkelerde daha sık görülmektedir. Bununla beraber, H. pylori ile enfekte insanların %80'den fazlası asemptomatiktir.
Birçok kişi kronik H.pylori enfeksiyonu geçirse de herhangi bir semptom göstermez. Bazılarında ise mide ve duodenal ülserler de dahil olmak üzere birçok ciddi probleme neden olabilir. Ülserler çeşitli semptomlara neden olabilir veya hiçbir semptom göstermeyebilir. Sık görülen şikayetler; ağrı veya sızı (genellikle üst abdomende), şişlik, çok az yemek yedikten sonra dahi doyma hissi, iştah eksikliği, bulantı, kusma, koyu renkli gayta'dır. Bunlara ek olarak, kanamalı ülserler yorgunluk hissi ve düşük kan sayımına neden olabilir. [http://tr.wikipedia.org/wiki/Helicobacter_pylori]

 Vitamin B12 eksikliği ve buna bağlı anemiler hematoloji polikliniklerine başvuran hastaların oldukça önemli bir grubunu oluşturmaktadır. Bu olgularda eğer vitamin B12 eksikliğinin nedeni ortadan kaldırılamıyorsa ömür boyu tedavi uygulanması gerekmektedir. Helicobacter pylori’de toplumda oldukça sık rastlanan bir enfeksiyondur ve birçok gastrik patolojiye (mideye ait, midevi hastalıklara) neden olmaktadır. Helicobacter pylori gibi tedavi edilebilir bir enfeksiyonun vitamin B12 eksikliğinin nedeni olup olmadığını ortaya koymak yapılan araştırmada çıkan sonuçlar şu şekildedir.
  Yetişkinlerde megaloblastik aneminin en sık nedeni VitBi2 ve/veya folat eksikliğidir. Hp önemli bir gastrik patojen ve dünyada en sık görülen bakteriyel enfeksiyonlardan birisidir. Bugün Hp kronik yüzeyel gastritin nedeni ve atrofik gastrite yol açan önemli bir faktör olarak saptanmıştır.VitBi2 eksikliğinin etyolojisinde diğer faktörlerin yanı sura Hp enfeksiyonu ve neden olduğu gastrik patolojinin de rolü olabileceği düşünülmüştür. Çalışılmada 421 VitB12 eksikliği olgusunda gerçekleştirildi. Tüm olgulara gastroskopi ve gastrik patolojik inceleme yapıldı.241(%57,24) olguda Hp(+) olarak saptandı. Hp(+) olguların 77’sinde(%31,95) eradikasyon tedavisiyle anemi ve VitB 12 düzeyleri normale döndü. Sonuç olarak Hp, VitBi2 eksikliği etyolojisinde tedavi edilebilir bir neden olarak görülmektedir.


Kaynak:
 Tbp.Kd.Yzb. Kürşad KAPTAN, Vitamin B12 Eksikliği Etyolojisinde Helicobacter Pylori’nin Rolü Genelkurmay Başkanlığı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Askeri Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Başkanlığı, 60277 Uzmanlık Tezi, Ankara, 1997 

Soruyorum size;
Doktorlar birçok hastalığa hemen ilaç vereceklerine hastalarına onun yerine Megavitamin tavsiyesi veya takviyesi yapsalardı milletimiz daha sağlıklı mı olurdu?
Unutmadan söyleyeyim vitaminler reçete ile satılmıyor. Paranızla alacaksınız. Yan etkisi çok olan ilaçlar reçete ile bedava verilirken yan etkisi çok az olan vitaminler para ile satılıyor.
Bir tezat mı var?
Bu işten kimler ne kazanıyor, demek içimi yiyip bitiriyor.

Yüksek yapılı organizmaların yaşamlarını sürdürebilmeleri için yalnızca karbohidrat, protein ve yağ gibi makromolekülleri almaları yeterli değildir. Bu moleküllerin kullanılabilmeleri ve bazı özgül işlevleri için vitamin gibi yardımcı maddelere gereksinimleri vardır.
Vitaminler, organizmanın büyüme, üreme ve organ işlevlerinin sürdürülebilmesi için diyetle miligram ya da mikrogram  seviyesinde mutlaka dışarıdan alınması gereken organik bileşiklerdir  Vitaminler olmaksızın enzimlerin büyük bir bölümü katalitik işlevlerini yerine  getiremez ve inaktif durumda kalırlar.
Günümüzde vitaminlerle doğrudan ilişkili 100’den fazla hastalık  bilinmektedir. Bu yüzden vitamin eksikliklerinde çeşitli ciddi bozukluklar görülebilmektedir. Öte yandan herhangi bir hastalık olmaksızın memeli organizmasındaki bir çok metabolik olayın optimum düzeyde yürütülebilmesinde de vitaminlerin önemli rol oynadığı görülür.
Güvercinlerde beriberi hastalığının besinlerle tedavi edildiğini belirleyen Polonyalı kimyacı 1911 yılında vitamin kelimesini ilk kez kullanmıştır.“Vita” Latince, hayat anlamında, “amin” son eki  ile de amin sözcüğü kastedilir, yani vitaminler yaşam için gerekli aminlerdir.  Daha sonra çok sayıda amin yapısında olmayan vitamin bulunmasına rağmen isim aynı kalmıştır.
Vitaminler organizmadaki biyokimyasal reaksiyonların hızlı ve  düzenli olarak yürümesi için çok az miktarları yeterli olan ve genelde  organizmanın sentezini yeterli miktarda yapamadığı, dışardan alınması zorunlu olan organik bileşiklerdir . 
Vitaminlerin yapılarının ve vücuttaki fonksiyonlarının birbirinden çok farklı oluşları, gıdalarda eser miktarda bulunmaları ve ısı,  ışık oksidasyon gibi dış etmenlerden aşırı derecede etkilenmeleri nedeniyle tayinleri oldukça zor, karmaşık ve zaman alıcıdır. Normal beslenme koşullarında vitamin eksikliğinin ortaya çıkması söz konusu değildir. Bu daima tek yönlü beslenmenin bir sonucudur.
 Vitaminler lipofil veya hidrofil olmalarına göre yağda çözünenler ve suda çözünenler diye iki grupta incelenir. Bu sınıflandırma hangi tür besin maddelerinin söz konusu vitamini yüksek konsantrasyonda içerdiği hakkında fikir vermesi bakımından da önemlidir. Suda çözüneneler hakkında bilgi verelim.

Suda çözünen vitaminler

Tiamin (B1), Riboflavin (B2),  Niasinamid (B3), Pantotenik asit (B5), Piridoksin (B6), Biotin (B7), Folik  asit (B9), CN-Cbl ( B12) ve Askorbik asit (C) dir.

Tiamin (B1)

Tiaminin kimyasal yapısıve fonksiyonu İlk keşfedilen B vitaminidir. 1936 yılında R.R.Williams  tarafından kimyasal yapısı ve sentezi gerçekleştirilmiş ve tiamin adı verilmiştir.  Tiamin pirimidinin metil köprüsü ile tiazol grubuna  bağlanmasıile oluşmuştur. Pirimidin ve tiazol gruplarını bağlayan metil köprüsü oldukça zayıftır. Özellikle alkali çözeltide ısıtılırsa bu köprü vitamin özelliğini yitirir.
B vitaminleri sinir sisteminin sağlığı ve normal fonksiyonu için  çok önemlidir.
 B1vitaminin etkileri; koenzim gibi hareket ederek vücutta önemli  görevler yapar. Başta glikoz olmak üzere karbonhidrat metabolizmasında  rol alarak enerji üretimine katılır. Bunu özellikle hücresel düzeyde  gerçekleştirir. Etanolün su ve karbondioksite dönüşümünü sağlar.  Yağ asitlerinin ve sterol denen maddelerin üretimine katılır. Bu yolla besinlerle alınan karbonhidratların gereğinde kullanılmak üzere yağa çevrilerek depolanmasını sağlar.
Sinir sisteminin işlemesine  yardımcı olur. Bunu sinirsel iletide önemli görevi olan asetil kolin  maddesinin üretimindeki rolü ile yapar. Mide, kalp ve bağırsakların  adalelerinin çalışmasına etkisi vardır. Büyümeye etkilidir. Zihin  faaliyetlerine olumlu katkısıvardır. Özellikle öğrenme üzerine yararlıdır.  Damar duvarına yağların yapışmasını engelleyerek damar sertliği  (=atheroskleroz) oluşumunu önler. Tiaminin kaynakları ve günlük gerekli miktarları Tiamin bitkilerde serbest, hayvanlarda ise pirofosfat veya proteine  bağlı olarak bulunur.
Tiamin bitkiler tarafından sentezlenir.  Mikroorganizmaların bir kısmı ve hayvanların bağırsaklarında bakteriler tarafından da sentezlenebilir.  B1vitamini en çok bitki tohumlarında bulunur. Ancak bu buğday,  pirinç, arpa gibi tohumlar terbiye edilip kabuklarından ayrılırsa B1 vitamin içeriklerini büyük ölçüde kaybederler.
 Bakla, nohut, fasulye gibi  baklagiller, ıspanak, patates, bezelye, soya fasulyesi, yerfıstığı, portakal  B1vitamin içeriği olarak zengindir. Hayvansal besinlerde de yeterince vardır. Yumurta sarısı, balık, karaciğer, kümes hayvanlarının eti örnek  verilebilir. 
Tiaminin gereksinmesi enerji tüketimi ile ilgilidir. Bu alanda  yapılan araştırma sonuçları günlük alınan 0,27–0,33 mg/1000 kalori  tiaminin yetersizlik belirtilerini önlediğini göstermektedir. Dünya Sağlık  Örgütü ise (WHO) bireysel ayrıcalıklarıda düşünerek günlük 0,4  mg/1000 kalori tiamin alınmasını salık vermiştir. Enerji sınırlı diyette  günlük alım en az 1 mg olmalıdır. 

B1  vitamini eksikliğinde;

ruhsal sorunlar, depresyon, sıkıntı,  isteksizlik, gerginlik, konsantrasyon zorluğu, halsizlik, yorgunluk hali,  kuvvetsizlik, adale ağrıları, iştahsızlık, karın ağrısı, kabızlık gibi sindirim  sorunları, kalp ritminde yavaşlama ve göğüs ağrısı yakınmalarıoluşur.  Eksiklik arttıkça kalp ritmi düzensizlikleri, ayaklarda iğne batmasıhissi,  duyu kayıplarıile adalelerde hassaslaşma ve incelmeler ortaya çıkar. Göz  sinirinin etkilenmesi ile görme bozulur. Eksikliği dokular tarafından bazı amino asitlerin ve piruvatın kullanımının azalmasına neden olur fakat yağ   kullanımı artar. Merkezi sinir sistemi enerji ihtiyacını karbonhidrat  metabolizmasından karşıladığı için tiamin eksikliğinde en çok etkilenen  merkezi sinir sistemidir.
Nöronlardakromatoliz görülme riski yükselir.  Aynızamanda nöron aksonlarını saran miyelin tabakasının aşınmasına ve  yok olmasına neden olabilir. Refleks kaybı, adale zayıflaması, kanda  piruvat fazlalığı, iştah kaybıve unutkanlık gibi fizyolojik bozukluklar  görülür.
Beriberi hastalığına yol açar.  Beriberi hastalığının 4 tipi vardır. Bebeklik, yaş, kuru ve alkolik  beriberi. Bebeklerde büyüme durur, ince tiz sesli bir ağlama ve kalp çarpıntıları meydana gelir. Yaş tipi ayak ve bacaklardan vücuda ilerleyen  şişme (=ödem) ve kalp yetersizliği ile seyreder. Kuru tipi ise kilo kaybı,  adalelerin incelmesi ve sinirlerin dejenere olmasına yol açar. Alkolik  tipine Wernicke-Korsakof Sendromu da denilir. Beyin ile adaleleri tutarak yürüyememe, hafıza kaybı ve kişilik değişikliği yapar. Bu hastalık tedavi edilmediğinde ölümle sonuçlanır. 

B1vitaminin tedavide kullanımı; 

zona hastalığında,  şeker  hastalarının duyusal kusurlarının (Neuropathy) tedavisinde, ameliyat  sonrasıağrıgiderilmesinde, alkolik kişilerde kalp çalışmasının  desteklenmesinde, araç tutmalarında, mide asidi üretimine etkisi  nedeniyle değişik nedenlere bağlıbulantılarda ve sindirim şikayetlerinde,  huzursuz, morali bozuk ve depresif ruh halinde kullanılmaktadır (Depeint  et al., 2006).  Bazıdurumlarda B1vitamini ihtiyacıartabilir. Yoğun stres altında  olmak, ateşli hastalıklar, ishal, ameliyat öncesi ve sonrası, sigara, alkol,  7  çay, kahve tüketimi, gebelik, emzirme, ilaç kullanımıgibi durumlarda  alınmasıgereken miktarlar daha fazla olmaktadır.  B1vitamini suda kolay çözülür. Asit ortama ve ısıya dayanıklıdır.  Ancak alkali ortamda ısıya duyarlıdır. Alkali konup yumuşatılarak pişirilen etlerde ve sodyum bikarbonat koyularak pişirilen pastalarda  önemli ölçüde B1 vitamini kaybıolur. Enzime bağlıform serbest formdan  daha da kararsızdır .

 Riboflavinin (B2)

Riboflavinin kimyasal yapısı ve fonksiyonu  1935 yılında süt, karaciğer, yumurta ve yeşil bitkilerde sarı-yeşil  fluoresans veren bir öğenin olduğu görülmüştür. Bunlardan yumurta akından ayrılana “ovaflavin” sütten ayrılana “laktoflavin” adı verilmiştir. 
Aynı yıllarda bira mayasında bulunan bu öğeye Warburg ve Christian  sarı enzim adını vermişlerdir. 1938 yılında, bu öğelerin hepsinin aynı olduğu ortaya konmuşve Karrer tarafından “riboflavin” adı verilmiştir.  Riboflavinin yapısında riboz ve flavin bulunmaktadır.
 Riboflavin, protein, yağ,  karbonhidrat ve nükleik asit metabolizması için gerekli bir koenzimdir.  Sitrat çevriminde süksinatın fumarata dönüşmesinde görev alır. Aldehid  dehidrogenaz enzimi için riboflavin yardımcı enzimdir. Bu tepkimelerde  aldehidler asitlereokside olur. Yağ metabolizmasında acil CoA  dehidrogenaz enzimlerinin çalışmasına yardım eder. 
B2vitamini insan vücudu için çok önemlidir.
Yiyeceklerdeki protein ve yağlardan enerji sağlanmasına yardım eder. Derinin sağlıklı olması ve dokularının tamiri için gereklidir. Kırmızı kan hücrelerinin oluşumu ve vücudun savunma sisteminin önemli bir parçası olan antikorların üretilebilmesi için gereklidir. Karbonhidrat, protein, yağ  metabolizması, demir ve B6vitamininin emilebilmesi için gerekli olan bir  vitamindir.
B2vitamini; Triptofandan niasinin oluşması için gereklidir. A vitamini ile birlikte B2 vitamini vücudun iç yüzeylerinin ve sindirim  sistemi organlarının yüzeylerinin sağlıklı olabilmesi için şarttır. Oksijen  kullanımını kolaylaştırarak deri, saç ve tırnakların sağlıklı olmasını, ağız  ve dilde ağrının giderilmesini sağlar. Kepek oluşumunu önler. Göz için  katarakt tedavisinde kullanılır

Riboflavinin kaynakları ve günlük gerekli miktarları

Bitkiler riboflavin sentezler. Genç bitkilerde yaşlılardan daha çok riboflavin bulunur. Yapraklardaki riboflavin yoğunluğu tohumlardan daha yüksektir. Maya ve küflerin birçoğu riboflavin sentezleyebilir ama hayvanlar yapamaz. Ancak hayvanların bağırsaklarında bulunan bakteriler tarafından sentezlenebilir. Bitki ve hayvan dokularında  riboflavin serbest halde bulunabildiği gibi fosforik asit ve adenine bağlı olarak da bulunur .
 B2vitamini için en zengin kaynak süt ve süt ürünleridir. Ayrıca et,  karaciğer, böbrek, yumurta, domates ve yeşil sebzelerde bulunur. 
Riboflavin normal koşullarda oldukça kararlıdır. B2 vitamini suda kolay çözülür. Işık karşısında dayanıksız, asit ortama ve ısıya dayanıklıdır.  Ancak alkali ortamda ısıya duyarlıdır . 
B2 vitamini eksikliğinde; idrardaki riboflavin miktarının 50 µg/24  saat, kırmızı kan hücrelerindeki miktarının 8 µg/100ml düzeyine  düşmesi, yetersizliğine bağlı klinik belirtilerin başlangıcı sayılmaktadır.  Riboflavinsiz diyet alan bir kişide lezyonlar üç ay içinde gelişmektedir.  
Riboflavin yetersizliğine bağlı dudaklarda "çeliozis', angular stomatit, papilla atrofisi, göz damarlarında genişleme (kırmızıgöz), yanma, görme  zorluğu, sinir sistemi bozuklukları, antikor oluşumunda azalma olur. 
İnsanda seboreik dermatit (deri iltihabı), atrofik dil iltihabıoluşur.  Riboflavin eksikliği yüksek riboflavin içeren süt, karaciğer, et, yumurta ve yeşil yapraklısebzeler gibi besin kaynaklarıyla tedavi edilebilir.  Günde 10–15 mg riboflavin verilerek deri lezyonlarının iyileştiği  görülünceye kadar tedavi devam eder. 
Riboflavinin damar yolu ile verilmesine ancak sindirim sisteminin ciddi hastalıklarında gerek olabilir.  Riboflavin sulu çözeltilerde sınırlı çözünürlüğe sahiptir, büyük  oranda yıkılır. Riboflavin methemoglobinemi, piruvat kinaz eksikliği gibi  defektler de yüksek dozda kullanılır.

Niasinin (B3)

Niasinin kimyasal yapısıve fonksiyonu  Niasin B3 vitamini olarak da bilinir ve sindirim için gerekli olan  hidroklorik asit üretimi için olduğu gibi, protein, yağ ve karbonhidrat  metabolizması için de tüm insanlar tarafından gereksinim duyulan  zorunlu bir vitamindir. 
Niasin, midede asit üretimi için gerekli olmasının yanı sıra  karbonhidrat, yağ ve proteinlerin sindirilmesine, kan dolaşımına, cilt  sağlığıve sinir sisteminin işlevlerinin yapılabilmesine yardımcı olur.  Beyinde yüksek fonksiyonlarda ve kavrama yeteneğinin sağlanmasında görev alır. 
Şizofreni, otizm,depresyon, hipoglisemi,  şeker hastalığı,  eklemromatizması için tedavi amaçlı kullanılmaktadır.  İnsülin sentezinde gereklidir. Kolesterol vetrigliserid düşürülmesi ve alkolizmin  tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca damarlara etkisi nedeniyle  arteriyosklerozda, migrende ve bazınörolojik hastalıklarda da tedavi  aracı olarak kullanılır. 

Niasinin kaynakları ve günlük gerekli miktarları

Niasin insan organizmasında triptofandan sentezlenebilir. Fakat bilindiği gibi triptofan esansiyel bir amino asitdir ve özellikle bitkisel  gıdalarda oranı düşüktür. 
Niasin suda kolay çözülür. Işığa, ısıya ve oksidasyona karşı dayanıklıdır. Nötral asit ve alkali çözeltilerde kaynatılınca vitamin özelliğini kaybetmez.  Niasin diğer B vitaminleri gibi tahıl kabuklarında boldur.
En yüksek oranda bira mayasında bulunur. Buğday, bulgur, pirinç, nohut,  fasulye, mercimek, karnabahar, havuç, yerfıstığı, ceviz ve fındık, bazı yeşil sebzeler, kahve, çavdar, patates, domates ve mısır nişastasında bol  bulunur.
Hayvani besinlerde de vardır. Sığır ciğeri, böbrek, kalp, peynir,  yumurta, kümes hayvanları, balık, sütte bulunur. 

Vitamin eksikliğinde;

Pellegra hastalığı görülür. Pellegra deri,  sindirim sistemi veya merkezi sinir sistemi semptomları ile karakterize  edilmektedir. Derinin güneş gören yerlerinde simetrik lezyonlar oluşur.  Bu lezyonlar daha sonra siyah renge dönüşür. Döküntü oluşur ve skar dokusu gelişir. Mukokutanöz membranlarda yaralar, dilde kabarma,  bulantı ve kusma görülür. İshal gelişir. 
Pellegra; 3 D hastalığı( dermatit, diyare, demans ) olarak da  bilinir. 
Santral sinir sistemi semptomlarıolarak başağrısı, uykusuzluk,  depresyon, baş dönmesi, hatırlama güçlüğü ortaya çıkar. Pellegra  hastalığında hastaya niasin verildiği zaman 24 saat içinde hızla düzelme  olur. Triptofanın niasine dönüşümünün bozulmasında dermatit, ışık duyarlılığı ve psikiyatrik değişikliklerle tanımlanan Hartnup Hastalığı oluşmaktadır. Nikotinamid hemen hemen hiç toksisite olmaksızın  kullanılır. Lipid bozukluğunun tedavisinde 3 g veya daha fazla niasin  kullanıldığında en sık görülen yan etki damar genişlemesine bağlıyüzde  kızarmadır. Bir tablet aspirin eklemek bunu tedavi eder. 
Niasinin diğer yan etkileri derinin renginde artma, kuruma ve  karın ağrısıdır. Hepatotoksisite, hiperüremi ve glikoz intoleransı görülebilir. Nikotinik asid verilmesi kesildiğinde biyokimyasal ve  histolojik bulgular normale döner. Yüksek doz hatta bazen 75 mg ve  üzerindeki dozlarda da allerjik reaksiyonlar gelişebilir.
Niasin Flaşı olarak bilinen yüz, göğüs ve kollarda kaşıntı, karıncalanma ve yanma  hissi ve kızarıklığa neden olabilir. Bu durum, zararsızdır ve 20–60 dakika  içinde geçer. Çok yüksek doz niasin alınmışsa hızlıbir şekilde birkaç bardak su içilmesi reaksiyon gelişimini önler. Niasinin güvenli kullanım  düzeyi kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Gebelerde yüksek doz da kullanılmamalıdır. Saf niasin ayrıca mide ülseri, gut, glokom, karaciğer hastaları için sağlık problemlerine yol açabilir. 
Bazı hastalıklarda günlük 200–1000 mg dozlarda tedavi amaçlı kullanılabilmektedir. 1000 mg/gün ve üzeri doz niasin alınmamalıdır. Bu dozda niasin doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Genellikle günlük 150 mg’a kadar güvenli kullanılabilir. Bazı yayınlarda 450 mg/gün doza kadar  niasin güvenli kabul edilmektedir.

Folik  asit (B9)

Folik asit B grubundan bir vitamindir. Yeşil yapraklarda yaygın olarak bulunduğu için bu ad verilmiştir. Mitchell ve arkadaşlarıbu  vitamini 1941 yılında ıspanak yapraklarından keşfettiler. 
DNA ve alyuvar oluşumu, amino asit metabolizması, sinir sisteminin gelişimi ve işlevi, hücre büyümesi ve yenilenmesi için  zorunludur. Kalp-damar hastalıkları riskini, tümör oluşumunu ve damar sertliğini önler.

Folik asitin kaynakları ve günlük gerekli miktarları

Folik asit portakal sarısı renginde bir katıdır. Isıtmakla erimez.  fakat 250˚C’de esmerleşerek bozunur. Serbest asit halinde az, sodyum tuzu halinde suda çok çözünür. Bazik ve nötr çözeltilerinde ısıya pek  dayanıklı değildir. Folik asit en fazla yapraklı yeşil sebzeler, bira mayası,  karaciğer, böbrek, yumurta, zarı alınmamış tahıllar, ceviz, badem, fındık,  fıstık, mercimek, ıspanak, yonca, mavi-yeşil alg, maydanoz, nane,  baklagiller ve tohumlu gıdalarda bulunur ve insanlarda sentez edilememektedir.
Yetişkinlerde folik asit gereksinimi günlük 400 µg dır. Gebelik ve  emzirme süresinde 400–800 µg'a gereksinim vardır. 
Folat, ince bağırsak epitelinde bulunan bir karboksipeptidaz  enziminin yardımıyla, besinlerde bulunan poliglutamil şeklindeki folatlar  parçalanarak serbest folat şeklinde ince bağırsakların üst kısımlarında  emilir. Bazı değişikliğe uğrayarak kanda metil tetrahidrofolat şeklinde  bulunur. Karaciğerde de bu şekilde depo edilir. 
Folat eksikliğinde;  büyümede yavaşlama, sinirlerde yıpranma,  iştahsızlık, hazımsızlık, kısırlık ve megaloblastik anemi görülmektedir. 
Eritropoitik stem hücrelerde pürinve timidin sentezinin azalmasına bağlı olarak DNA sentezinin yavaşlaması, hücre bölünmesini etkilemektedir.  DNA yapısında yer alan timidilik asitin sentezinde çok önemli bir  koenzim olan tetrahidrofolatın folik asitten oluşumunda görevli  dihidrofolat redüktaz, bir folat analoğu olan metotreksat ile inhibe  olmaktadır. Metotreksat, DNA replikasyonunu inhibe ettiği için lösemi tedavisinde kullanılmaktadır. P-Aminobenzoik asitin yapısal analogları olan sülfanilamid ve türevleri, folik asit sentezini engelleyerek DNA ve RNA replikasyonu için gerekli olan nükleik asitlerin sentezini inhibe  etmektedir.
Memelilerde folik asit sentez edilemediği için sulfa ilaçları,  insanlarda DNA ve RNA sentezini etkilememektedir.

Pantotenik asit (B5)

Pantotenik asit,açil taşıyıcı proteinlerin yapısında bulunan  koenzimA (CoA) molekülünün bileşenidir. Pirüvat dehidrogenaz ve  sitrat sentaz enzimlerinin katalizlediği tepkimelerde kullanılan CoA, açil  grup taşıyıcısıdır. Pantotenik asit, yağasit sentaz enziminin yapısında yer almaktadır. Koenzim A sterollerin, kısmen adrenal hormonların  düzenlenmesi için gereklidir. Aynı zamanda asetilkolin sentezi için  esansiyeldir. Bilindiği gibi asetilkolin önemli bir nörotransmitterdir
Pantotenik asit; protein, yağve karbonhidrat metabolizmasında  görev alır. Besinsel bu etkisinin yanı sıra deri, saç ve epitel dokuların  sağlıklı olmasıve sağlıklıkalmasıiçin gereklidir. Antistres vitamini olarak da bilinir. Çünkü böbreküstü bezlerinde  steroid ve kortizon üretiminde önemli görevleri vardır. Stresin vücuda  olan etkilerini önlemek için görev yapar.
Hayati organlarda yoğunlaşarak vücuda stresli ortamlarda yardımcı olur. Bazı uzmanlar bu vitamininin,  depresyon tedavisinde yararı olduğunu düşünmektedir.
 Pantotenik asitin kaynaklarıve günlük gerekli miktarları Pantotenik asit, en çok bira mayası, taze sebzeler, meyve, pirinç,  hububatlarda, çavdar unu ve buğdayda bulunmaktadır. Hayvansal  besinlerde et, karaciğer, kalp, beyin, böbrek, balık, yumurta beyazıve  sütte bulunur. Oldukça kararlı bir vitamindir.
Pantotenik asit kullanımı güvenlidir. Kolay tolere edilir. Güvenlik  sınırı tanımlanmamıştır. 10 g gibi çok yüksek dozlarında sindirim sistemi  bozuklukları, ishal, su dengesizliği gözlenir. Günlük önerilen dozu 6 mg  dır. Ancak 500 mg/gün doza dek emniyetle kullanılabilmektedir.  Tüm besin maddelerinde bulunduğu için pantotenik asit eksikliği  çok nadirdir.
Diğer B vitamin eksikliklerinde olduğunun aksine; eksiklik  belirtilerinin ne olduğu tam olarak tespit edilmiş değildir. Yorgunluk,  halsizlik, başağrısı, romatizmal hastalıklar, hormon ve metabolizma  zayıflığı, mukoza zarı bozukluğu, saçların zayıflaması, adalelerde  18 kramplar, mide ve bağırsak rahatsızlıkları en belirgin bulgulardandır 

Piridoksinin (B6)

B6 vitamin aktivitesine sahip ana madde piridoksindir. Ancak  piridoksal ve piridoksamin de aynı aktiviteyi gösterir.  Merkezi sinir sistemi ile ilgili olarakta glutamik asitin γ-Aminobutirik asite (GABA) ve Dopa'nın dopamin'e dönüşmesi  reaksiyonlarında, hemoglobin yapısında yer alan hem sentezi için de  gerekli bir maddedir. Porfirin yapımında önemli olan süksinilglisinin,  delta aminolevülenik aside dekarboksile olmasını katalizler. Eksikliğinin  insanlarda hipokrom mikrositer anemiye neden olması bundandır  .  
Linoleikasidin araşidonik aside çevrilmesinde bir koenzimgibi  etki eder. Hücre zarlarından sadece aminoasitlerin ve bazı metal  iyonların, birbiriyle şelat kompleksleri oluşturarak geçmelerini sağlar.  Bağışıklık sistemi, böbrek ve kalp fonksiyonları için yardımcıdır.  Büyüme ve hücre çoğalmasında rol oynayan nükleik asitler için  gereklidir.
B6  vitamin formlarının çoğu yakın ultraviyole  ışınlarda  kararsızdır. B6 vitamini suda ve alkolde kolay çözülür. Kristal formda  asit ve alkalilere çok dayanıklıdır.
B6Vitamini, ince barğırsaklardan % 70 kadarı emilir. Fosforile formunun emilimi yavaştır.  
B6vitamini; fiziksel ve zihinsel olarak gerekli bir vitamindir. En önemli besin öğesi olmasıyla birlikte pek çok gıda maddesinde  bulunması nedeniyle kolayca elde edilebilir.
B6vitamini en çok bira mayası, bezelye, ceviz, yerfıstığı, ayçekirdeği, havuç, buğday ve bulgur da yüksek olarak hububatlarda bulunmaktadır. Daha az miktarlarda da  olsa; fasulye, karnabahar, muz, üzümde de vardır. Hayvani besinlerde ise tavuk, sığır ve dana etleri, karaciğer, böbrek, balık ( alabalık, sombalığı),  yumurta sarısında B6vitamini boldur.  Besinlerle alınan protein miktarına paralel olarak B6vitamin  gereksinmesi de artmaktadır. 100 g protein için 0,6–1,2 mg alınması uygundur.  

B6  vitamininin eksikliğinde; 

Çevresel sinirlerde iltihaplanma  (Nevrit), duyu kusurları, koordinasyon bozuklukları, dalgınlık,  uykusuzluk, bebeklerde erişkinlere oranla daha sık olarak konvülziyon  (havale), kansızlık (anemi), huzursuzluk, sinirlilik, depresyon gibi ruhsal  sorunlar, migren tipi başağrısı, ciltte kuruluk, kaşıntı, göz ve ağız  çevresinde deri çatlamaları, görme problemleri, hamilelik döneminde  vücutta su tutulması ile sabahları artan bulantı ve kusma gibi sindirim  sitemi şikayetleri görülür.
Hamileliğin ilerleyen aylarında tansiyon artışı,  ödem ve reflekslerin şiddetlenmesinin B6vitamini ile ilişkisi uzun  yıllardır bilinen ve tartışılan bir konudur. Sık enfeksiyonlara yakalanma,  uyuşukluk, adale zayıflığı ve krampları oluşabilir.
B6vitamin fazlalığı; toksik olmaması ve vücutta depolanmaması nedeniyle fazlalık arazları oluşmaz. Fakat yine de bir süre yüksek doz  ( 2–10 g) düzenli alındığında sinir sistemi sorunlarına yol açabilir. Bu vitamin; gebelikte ortaya çıkan şeker hastalığı, sıvı tutulumu ve ruhsal   gerginlik durumunda, bebeklikte proteinden zengin beslenmeye ek olarak  kasılma ve havalelerin engellenmesi için, bazı ilaçların (tüberküloz,  doğumkontrol gibi) yanında olumsuz etkileri önleme için, Nevrit denilen  sinir iltihaplarında, bir çok ruhsal şikayetlerin tedavisinde, kansızlık için,  kusmaları önlemek amacıyla, hormonal hastalıklarda (galaktoreamenore),  şeker hastalarında, eklem ve kalp sorunlarında  B6vitamini kullanılmaktadır.

Biotinin (B7)

Biotin H vitamini veya B7 vitamini olarak da adlandırılır. 
Biotin çeşitli bakterilerde ve yüksek bitkilerde, ayrıca simbiotik mikroorganizmalar tarafından hayvanların bağırsaklarında sentezlenir ve  bağırsaktan doğrudan absorblanır.  Biotin, karboksilasyon tepkimelerinde karboksil grubu taşıyıcısı olarak görev yapmaktadır. Bu nedenle glukoneojenez ve yağ sentezinde  çok önemli bir role sahiptir. Hayvan hücrelerinde Asetil CoA  karboksilaz, piruvat karboksilaz,propionil CoA karboksilaz ve β-  metilkrotonil Co A karboksilazlar bulunur. Purin biyosentezi ve bazı amino asitlerin degradasyonunda da biotin görev alır. 
Biotin özellikle sinir dokusunun tam ve doğru fonksiyon göstermesi için çok önemlidir. Düşük karboksilaz aktivitesi protein ve  RNA sentezinin inhibisyonu ve azalan antibadi üretimi etkisi yaratır 

Biotinin kaynakları ve günlük gerekli miktarları

Biotin bazı besinlerde serbest formda(sebze, meyve ve sütte)  bazılarında ise proteine bağlı formda (tohumlar) bulunur.  Biotinin günlük alınması gereken miktar 30 µg/gün’dür.  Vitamin eksikliği biotinil enzimlerin katalitik aktivitesinin azalmasına neden olur. Klinik semptomlarda esas olarak nörolojik ve  dermatolojik etkileri görülür. Eksikliğinin ortaya çıktığı durumlarda, halsizlik, iştahsızlık, adale  incelmesi ve ağrıları, kuru, pullu ve hassas bir cilt, kansızlık ve kalp  sorunları, saçlarda beyazlama ve dökülme, kan kolesterol seviyesinde  artma ve gözlerde kızarma görülür. Biotinin fazla alınması toksik özelliği olmadığından aşırı alımında yan etkileri yoktur.
Yeni doğmuş bebekler, 60 yaşüstü yaşlılar, metabolizma sorunları olanlar ve diyaliz makinesine bağlı olan kişilerin biotin vitaminine gereksinimi yüksektir.

Askorbikasitin (C)

Kimyasal yapı bakımından monosakkaridlere benzer. C vitamini hidroksilasyon tepkimelerinde koenzim olarak kullanılmaktadır.  Vitaminlerin içinde en kararsızıdır ve oksijene duyarlıdır. Isı, ışık ve hava ile vitaminin etkisi kaybolur. 
Askorbikasitin yapısı Kollagen proteinlerin düzenlenmesi için C vitaminine ihtiyaç vardır. Vücut enfeksiyonlarında bakterial toksinler ve virüslerden vücudu  korumada etkilidir. Kan kolesterol düzeyini düşürür. Safra üretimini  arttırır. T- lenfosit sistemlerini kuvvetlendirir. Folinik asitin folik aside  dönüşümünü sağlar.  Antioksidan vitaminlerden biri olan C vitamini, koroner kalp  hastalıkları ve kanser gibi bazı hastalıkların riskini azaltmaktadır.  Normal metabolizma olayları sırasında veya güneş ışığı, ozon,  sigara dumanı ve diğer çevresel kirlilikler nedeni ile oluşabilen oksijen  radikalleri membran lipidlerine, proteinlere, hücresel DNA yapısına zarar  verebilmektedir.

Askorbik asitin kaynakları ve günlük gerekli miktarları

Bitkilerde glukozdan sentez edilebilen C vitaminin sentezi,  insanlarda yapılamamaktadır.  C vitamini meyve ve sebzelerde oldukça bol miktarda bulunur.  Tüm canlı dokularda mevcut olup redoks reaksiyonlarında rol oynar. İnce  bağırsaktan çok kolay absorblanır. C vitamini dokuda depolanamaz fakat genellikle vücutta doğrudan dağılır.  
Eksikliğinde kollagen yapısındaki prolinlerin hidroksilasyonunun  yetersizliği sonucu skorbut hastalığı görülmektedir.
Skorbut hastalığının  belirtileri; halsizlik, kolayca kanayan dişetleri, ciltte morluklar,  eklemlerde ağrıdır. Ağır skorbut günde 50-100 mg C vitamini ile engellenebilir

CN-Cbl B12 Vitamini

B12vitamini 1948 yılında karaciğerden, içinde fosfor ve kobalt  bulunan kırmızı bir kristal bileşik olarak izole edilmiştir. B12porfirine  benzeyen korrinoid sınıfı bir maddedir. Porfirin halkasından farkı, iki pirol halkasının direk birbirine bağlı olmasıdır.
B12vitamini insan vücudu için çok önemlidir. Kırmızı kan  hücrelerinin rejenerasyonu ve düzenlenmesi, böylece aneminin  önlenmesine yardımcı olur. Karbonhidrat, protein ve yağ metabolizması için gereklidir ve sinir sisteminin sağlığını korur. Çocuklarda büyümeye  yardımcı olur. Enerjiyi arttırır. Kalsiyum absorbsiyonu için gereklidir.  DNA sentezine yardımcı olur. İnsanların stresten kurtulmasına etki eder.  Çiftlik hayvanlarındaki doğurganlık veriminin artışına yardımcıolur ve  hastalıklarla mücadele eder, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir . 
B12bağlayıcıproteinler mide suyunda, süt, gözyaşı,  plazma, tükürük gibi diğer vücut sıvılarında bulunur.

B12vitamini’nin kaynakları ve günlük gerekli miktarları

B12vitamini diğer B vitaminlerinden farklı olarak yüksek bitkiler tarafından sentezlenemez. Fakat bazı küfler ve birçok bakteriler  tarafından sentezi mümkündür. Bu durum  bağırsak bakterilerine kadar yayılmıştır. Bazı gevişgetiren hayvanların  gastrointestinal bölgesinde B12sentezlendiği ve burada sentezlenen  vitaminlerin kullanıldığı yolunda bulgular vardır. 
İnsanlarda B12 vitaminin kaynağı beslenmedir.  B12 vitamini karaciğer, böbrek, yumuşak et, balık, yumurta, süt ve  peynirde büyük miktarda bulunur. Karaciğer ve böbrek gibi  besinlerin 100 g’ında 100 µg’a kadar yükselir. Süt ürünlerinde ve yumurta  gibi besinlerde 50–200 µg/100 g civarındadır.  B12vitamininin eksikliğinde ise; pernisiöz anemi ve iştahsızlık görülür. Çocukların iyi büyüyememesi, zayıf kalmalarına neden olur.  Yorgunluk, sinirlilik ve beyinde hasar yapar. Spinalcordun  dejenerasyonuna yol açar, depresyon ve dengenin azalmasına neden olur.  
Normal bir insanın ihtiyaç duyduğu vitamin B12miktarı kesin olarak bilinmemektedir. Amerikan Ulusal Araştırma Konseyi gıda ve beslenme kurulu, erişkin bir insan için günlük alınması gereken miktarı3  µg olarak kabul etmiştir. Dünya Sağlık Örgütü ise (WHO) 2 µg/gün’lük miktarın vitamin eksikliğini önleyeceği fakat depo edilmesi için yetersiz olduğunu, bebekler için 0,3 µg, çocuklar için 0,3–2 µg ve hamile hanımlar için 3 µg günlük B12vitaminine ihtiyaç olduğunu yayınlamıştır.  B12vitamini diğer vitaminlere göre kolay depo edilebilir bir vitamindir. Fazla alınması halinde serum normal düzeyi korunur, fazla  miktar başta karaciğer olmak üzere dokularda depo edilir. Yaklaşık  olarak toplam vücuttaki B12miktarının 1600 µg (500–4500)’i karaciğerde  bulunur. Geri kalan miktar diğer dokulara yayılmıştır. Erişkin bir insan  için toplam vücuttaki miktarı otopsi materyali ile yapılan analizlerde  3900 µg (800–1100) izotop seyreltme ile 2500 µg (900–6000), kinetik  izotop seyreltme yöntemi ile 3000 µg olarak ölçülmüştür. Günde yaklaşık  %0,1–0,2 oranında B12harcanır. Bu nedenle gerekli B12miktarının,  beslenmeyle dışarıdan alınması gerekir.

Vitamin B12 kaynakları

En fazla “Yumuş akçalar, istridye, karışık türler, Karaciğer, sığır eti (kısık ateşte pişirilmiş)” bulunmaktadır.   
Bu sayacaklarımızda ise yeteri kadar bulunmaktadır.
Alabalık ,
Somon,
Sığır eti, fileto (yağsız, kaynatılmış ),
Hamburger Takviye edilmiş kahvaltılık tahıllar
Yoğurt (sade, kaymaksız),
Mezgit (pişirilmiş ) ,
İstridye (kızartılmış )
Ton balığı (beyaz, suda konserve edilmiş )
Süt (1 su bardağı )
Yumurta (kaynatılmış )
Tavuk göğüs (ateş te kızartılmış , ½ göğüs)

Vitamin B12 Metabolizması Ve Fonksiyonları

Vitamin B12 nin metabolizması, hayvansal gıdalardan elde edilen ve proteinlere bağlı olarak alınan kobalaminin mideye girişi ile başlar. Metabolize olan kobalamin, DNA sentezi, homosisteinden metionin sentezi ve propionilin suksinil koenzime dönüştürülmesi gibi birçok biyokimyasal reaksiyonda kofaktör ve koenzimdir.
Vitamin B12 eksikliğinin geniş spektrumlu ve ciddi sonuçlara yol açmasının temel nedeni, B12 vitamininin monoaminlerin katabolizmasında anahtar role sahip olması ve yaşamın devamı için en önemli faaliyetler arasında yer alan DNA ve RNA yapımında görev almasıdır.
Vitamin B12 insanlarda iki temel enzimatik reaksiyonda gereklidir; bunlar metionin sentezi ve tek sayıda karbon atomu içeren yağ asitlerinden gelen metil malonil CoA’nın izomerizasyonudur. Bu vitamin eksikliğinde anormal yağ asitleri birikir ve sinir sistemi dahil olmak üzere hücrelerin membranlarında birleşirler. Sinir sisteminde vitamin B12 etkilerinin çok geniş bir yelpaze oluşturmasının ve özellikle myelin üreten hücreleri daha çok ilgilendirmesinin bir nedeni budur.

Vitamin B12 Eksikliğinde Görülen Klinik Bulgular

Vitamin B12 eksikliği hematolojik, nöropsikiyatrik, sindirim ve jinekolojik belirtilerle ilişkilidir .
Vitamin B12 eksikliğinde gastrointestinal sistem de etkilenir; normalde yenilenme hızı yüksek olan gastrointestinal epitelyal hücrelerde yenilenme güçlüğü görülür. Belirti ve bulgular arasında iştahsızlık, atrofik glossite bağlı dilde ağrı ve kırmızılık, karın ağrısı, bulantı, kusma, dispepsi, mukokutanöz ülserler, sarılık, ishal ile barsak fonksiyonlarında değişiklikler sayılabilir.
Bunların dışında saçlarda erken beyazlaşma, taşikardi, konjestif kalp yetmezliği görülebilir.
Vajinal mukoza atrofisi, tekrarlayan düşükler, hipofertilite, venöz tromboembolizm ve anjinanın vitamin B12 eksikliği ile ilişkisi halen araştırılmaktadır .
Vitamin B12 eksikliği bulunan annelerin bebeklerinde veya Imerslünd- Grasbeck sendromu, transkobalamin II eksikliği ve intrasellüler kobalamin bozuklukları gibi herediter hastalığı bulunan bebeklerde anormal vitamin B12 metabolizması oluşur. Uterusta kazanılan vitamin B12 depolan boşaldığında, gelişme gerili ği, letarji, zayıf beslenme, mental retardasyon, nöbetler, hiporefleksi, hipotoni, patolojik refleksler, koma, tremor ve myoklonus görülebilir.

Vitamin B12 Eksikliğinde Görülen Nöropsikiyatrik Bozukluklar

Vitamin B12 eksikliğinde görülen nörolojik bulgular, periferik ve optik sinirler, spinal kordun posterior ve lateral kolonları ve beyindeki patolojiye bağlanabilir.
Vitamin B12 eksikliği ile birlikte görülen nöropsikiyatrik değişiklikler paresteziler, bozulmuş vibrasyon, pozisyon, dokunma/ağrı duyulan, ataksi, idrar ve gaita inkontinansı, impotans, optik atrofi, hafıza kaybı, demans ve hallusinasyon, kişilik değişiklikleri, depresyon ve davranış bozukluklarını kapsayan çeşitli psikiyatrik bozukluklardır.
Vitamin B12 eksikliğinin klinik özellikleri kuvvet kaybı, ağrılı dil ve paresteziden oluşan klasik triaddan oluşabilmekteyse de bu bulgular genellikle başlıca belirtiler değildir.
Nörolojik bulguların başlangıcı, subakut ve yavaş yavaş ilerleyen karakterdedir. Ancak özellikle nitrik oksit maruziyeti sonrası daha akut seyirler de tanımlanmıştır.
1986 yılında Schilling nitrik oksit maruziyetinden 1-3 ay sonra parestezi ve el becerisinde zayıflık gelişen ve fark edilmeyen vitamin B12 eksikliği olan iki hasta tanımlamıştı .
1995 yılında Kinsella ve Green 70 yaşında bir erkekte nitrik oksit maruziyetinden 3 ay sonra parestezi ve el sakarlığı geliştiğini bildirmişlerdir .
Başlangıç sıklıkla ayak başparmağı ve diğer parmak uçlarında soğuk hissi, uyuşma, gerilme ve nadiren iğneleyen ağrılarla olmaktadır. Eş zamanlı kol ve bacak tutulumu sık değildir.
Paresteziler asendandır ve zaman zaman gövdeyi tutarak karın ve göğüste sıkışma hissine neden olur. Tedavi edilmemiş hastalarda ekstremite güçsüzlüğü ve ataksi gelişebilir. 1991 yılında Healton ve arkadaşları vitamin B12 eksikliği olan 143 hastanın ayrıntılı nörolojik değerlendirmesini yapmış ve hastaların % 74’ünün aşağıdaki nörolojik belirtilerle başvurduklarını saptamışlardır;
-% 33 hastada izole uyuşma ve parestezi -% 12 hastada yürüyüş bozuklukları -%3 hastada psikiyatrik ve kognitif belirtiler
-% 0.5 hastada görme ile ilgili belirtiler (Genellikle bilateral optik nöropatiye, nadir olarak da psödotümör serebri veya optik nörite ikincil olarak gelişen görme keskinliğinde subakut ve kademeli azalma)
-Nadir ortostatizm, cinsel disfonksiyon ve barsak ve mesane inkontinansını kapsayan otonomik bulgular
-Baş dönmesi ve bozulmuş tat ve koku duyusu gibi diğer belirtiler -Somatosensory evoked potentials (SSEP) kullanılarak saptanabilen asemptomatik nörolojik belirtiler
-Hastaların % 28 inde bulunan nörolojik olmayan ancak bazıları otonomik sinir sistemini yansıtan belirtiler;
-Anoreksi ve kilo kaybı gibi konstitusyonel semptomlar (% 50), tedavi ile düzelen düşük derecede ateş (% 33) ve halsizlik, yorgunluk gibi semptomlar
-Senkop, dispne, ortopne, çarpıntı ve anjinayı içeren kardiyovasküler semptomlar
-Retrosternal yanma, şişkinlik, konstipasyon, diyare, ağrılı dil ve erken doyma gibi gastrointestinal semptomlar.
Kranial ve periferik sinirlerin etkilenmesi ise, tat, koku veya görme duyularında anormalliklerin yanı sıra, tutulan siniri ilgilendiren alanlarda duyu veya kuvvet kayıplarıyla sonuçlanabilir.
Kranial sinir tutulumu açısından literatürde sıklıkla optik nöropati ile ilgili olgu sunumları vardır. Optik nöropatinin yanı sıra izole yukarı bakış paralizisinin vitamin B 12 eksikliğinin bir özelliği olabileceği de düşünülmüştür. Vitamin B 12 eksikliğine bağlı duyu kayıplarından biri de işitme kaybıdır. Gürültüye bağlı işitme kaybı olan hastalarda yapılan bir çalışmada vitamin B 12 düzeylerinin kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük olduğu gösterilmiştir. Başka bir çalışmada ise yaşa bağlı işitme kaybı ile vitamin B 12 eksikliği arasında ilişki olabileceği belirtilmiştir. Tat ve koku duyu kayıpları ile ilgili bilgiler ise olgu sunumları ile sınırlıdır.

Vitamin B12 Eksikliğinin Tedavisi

İlk kez 1948 yılında Karl Folkers ve arkadaşları tarafından tanımlanan vitamin B 12 eksikliğinin klasik tedavisi kristalin vitamin B 12 enjeksiyonlarıdır.
Parenteral tedavide tavsiye edilen uygulama 1000 |ig kobalaminin bir hafta boyunca günde bir kez, daha sonra bir ay boyunca haftada bir kez ve sonrasında hayat boyu ayda bir kez intramuskuler enjeksiyondur. Nutrisyonel eksiklik dışındaki diğer nedenlere ikincil vitamin B12 eksikliği durumlarında oral veya nazal gibi alternatif uygulama yolları önerilmiştir.
1950’li yıllardan itibaren yapılan çalışmalarda oral vitamin B12 tedavisinin etkili olduğu gösterilmiştir. Bir çalışmada vitamin B12 eksikliği bulunan 38 hasta oral ve parenteral tedavi almak üzere iki gruba ayrılmış ve 120 günlük tedavinin sonrasında oral tedavi alan grubun vitamin B12 düzeyleri parenteral alan gruba göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Bunun nedeni olarak vitamin B12 nin yüksek miktarlarda emiliminin daha iyi olduğu ileri sürülmüştür.
Vitamin B12 nin emiliminin değişken olması nedeniyle normalde günlük ihtiyaç 2 |ig olmasına rağmen oral replasman dozu 1000-2000 |ig olacak şekilde önerilmektedir. Belirtilen dozlarda intrinsik faktör yokluğunda bile yeterli miktarda vitamin B12 emilmektedir. Enjeksiyon uygulaması yerine rutin oral tedavinin kullanımı vitamin B12 tedavisinin maliyetini azaltacaktır. Sublingual vitamin B12 tedavisinin bazı hastalarda etkili olabileceği de bildirilmiştir.
Oral vitamin B 12 tedavisi ile ilgili yapılan çalışmalarda tedavinin etkinliği gösterilmiş olmakla birlikte doz ve komplians açısından kontrollü ve uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardır. Belirgin nörolojik bozukluğu olan hastalarda zamanında yapılan erken tedavi ile birlikte kognitif disfonksiyonun önlenebilir olması nedeniyle başlangıç tedavisi olarak intramuskuler vitamin B12 enjeksiyonları önerilmektedir.

Vitamin B12 Eksikliğinde Tedavi Sonuçları

Nöropsikiyatrik veya psikiyatrik hastalık tanısıyla izlenen hastalarda, erken tanı ve tedavi, ciddi aneminin yanı sıra geriye dönüşümsüz sinir hasarını da önler. Vitamin B12 eksikliğinin erken tanınmasıyla, ciddi komplikasyonların gelişmesinin önlenmesi mümkün olduğundan, yaşlarına ve önceki sağlık durumlarına bakılmaksızın psikiyatrik hastaların ilk başvurularında serum vitamin B12 seviyelerinin rutin tarama testi olarak kullanılması önerilmektedir.
Komplikasyonlar geliştikten sonra, vitamin B12 eksikliğinin tanınması ve tedavi edilmesinin sonuçları ise daha az bilinmektedir. Gecikmiş tedavinin, hematolojik açıdan yarar sağlamasına karşılık, nörolojik açıdan yüz güldürücü sonuç vermeyeceği kabulü yaygındır. Ancak vitamin B12 eksikliğinin geç tanınması durumunda bile nörolojik komplikasyonların tedaviyle gerileyebileceğine dair ümit verici yayınlar vardır.
Örneğin vitamin B12 eksikliğinde sık karşılaşılan bir yakınma olan parestezinin tedavi ile kısmen de olsa geri döndüğü ve bu nedenle periferik sinirlere ilişkin parestezik yakınmaları olan kişilerde mutlaka akla getirilmesi gereken bir olasılık olduğu bildirilmiştir.
Vitamin b12 eksikliğinde otonom sinir sistemi ve hastalıklarına varlığını araştıran ve vitamin b12 tedavisine yanıtı ele alan çalışmalar ise hem sınırlı sayıda kalmışsa da vitamin b12 eksikliği anemiye yol açmadan da otonomik disfonksiyon (otonom sinir sistemi ve hastalıkları) tedavisi ile otonomik disfonksiyon düzelebilmektedir.

Faydalanılan Kaynaklar:

DR. Gülnihal TUFAN, Vitami N B12 Eksikliği ve Otonomik Disfonksiyon,  Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı 192811-Uzmanlık Tezi Afyonkarahisar 2006
--------------
Rabiye ÇINAR BUDAK, Biyokimya 197405-Doktora Çalışması, Ege Üniversitesi 2000-2006


[1]SERTRALİN: ABD’de 1992’de 2. serotonin geri alım inhibitörü olarak majör depresyonda FDA onayı olan sertralin daha sonra obsesif kompulsif bozukluk, panik bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu, adet öncesi sendromu ve sosyal kaygı bozukluğu içinde onay almıştır.
  SERTRALİN: ABD’de 1992’de 2. serotonin geri alım inhibitörü olarak majör depresyonda FDA onayı olan sertralin daha sonra obsesif kompulsif bozukluk, panik bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu, adet öncesi sendromu ve sosyal kaygı bozukluğu içinde onay almıştır.
[2] Homosistein, diyette proteinlerden elde edilen kükürt içeren ve sisteininkine benzer yapısı olan amino asit
[3] Oksidatif stres , Reaktif oksijen üretimi ve biyolojik sistemin kolayca reaktif intermediates detoks ya da kolayca ortaya çıkan zararın tamir yeteneği arasında bir dengesizlik nedeniyle. Hayat her türlü onların hücrelerin içindeki azalan bakiyeli bir ortam sağlamak. Azalan bu ortamda, azaltılmış sabit bir girişten metabolik enerji saklamak enzimler tarafından korunur. Bozuklukları bu normal redoks devlet aracılığıyla peroksitler ve proteinler, lipidler ve dna hücrenin tüm bileşenleri zarar serbest radikallerin üretimini toksik etkilere neden olabilir.
İnsanlarda, oksidatif stres ateroskleroz, Parkinson hastalığı, kalp yetmezliği, Miyokard İnfarktüsü, Alzheimer hastalığı, kırılgan Sendromu ve kronik yorgunluk sendromu, x gibi birçok hastalığın ilgilenmektedir ancak kısa vadeli oksidatif stres de önemli önlemede yaşlanma ile indüksiyon mitohormesis adlı bir işlem olabilir. Reaktif oksijen türleri olabilir yararlı, saldırı için bir yol olarak bağışıklık sistemi tarafından kullanıldıkları haliyle ve patojenleri öldürmek. Reaktif oksijen türleri de Hücre sinyallemesi kullanılır. Bu redoks sinyal dublaj.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar