BİR YAHUDİ OLARAK HZ. İSA
Bekir Zakir
ÇOBAN
Bu makalenin amacı; Hz. İsa’nın
Yahudilikle ilişkisini açıklamak ve onun aslında hiçbir zaman Yahudilikten
ayrılmadığını, fakat manevî anlamda bir ihya hareketi hedeflediğini, siyasî
planda ise Yahudilerin bekledikleri Mesih’in özelliklerini taşıdığını,
dolayısıyla bir “barış prensi” olmayıp aksine siyasî bir aktör olduğunu,
Hıristiyan kutsal metinlerinde de bu gerçeğin izlerini bulabileceğimizi
göstermektir.
“Aslında tek bir
Hıristiyan vardı, o da çarmıhta öldü” der Nietzsche, “o andan başlayarak <Evangelium>
adını
alan her şey, daha o anda, onun yaşadığının karşıtıydı...”[1]
[2] Nietzsche’nin bu sözleri çarmıh hadisesinden sonra
her şeyin değiştiği gerçeğini dile getirmekle birlikte, ilk kısmı, aynı anlamı
çağrıştıracak biçimde tersine çevrilse tarihsel açıdan daha doğru olacaktır: Hıristiyan olduğu
düşünülemeyecek tek kişi varsa, o da İsa’dır. Çünkü -Bultmann’ın vurgusuyla- “İsa, ancak
Yahudilik bağlamında anlaşılabilir, zira o ‘Hıristiyan’ değil bir Yahudi idi.”[3]
İsa ile ilgili -aslında böyle
birinin hiç yaşamadığı iddiasına varıncaya kadar- hemen her şey söylenmiştir.
Bununla birlikte, kurumsal bir din olarak Hıristiyanlık söz konusu olduğunda,
genellikle iki tür İsa’dan söz edilmektedir: 1) Hıristiyan teolojisinin bir
unsuru, hatta bu teolojinin merkezi olan İsa. 2) Tarihsel İsa.[4] Ancak,
bunların birbirinden tamamen bağımsız olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Zira tarihsel İsa, teolojideki İsa’nın ön-şartıdır. Tarihsel İsa’nın yok
farzedildiği durumda tüm Hıristiyanlık tarihinin bir vehim veya bir farz-ı
muhal üzerine bina edilmiş olduğunun kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla
tarihsel İsa -hatta onun içerisinden geldiği Yahudilik- Hıristiyanlığın
meşruiyet zeminini oluşturmaktadır.
Peki, İsa kimdi? Tarihten
günümüze her eğilim kendi İsa tasavvuruna sahip olmuştur. Bununla birlikte,
Hıristiyanlığın Yahudilikten ayrılarak müstakil bir din haline gelme sürecini
göz önüne aldığımızda, temelde İsa ile ilgili iki farklı tasavvurun
bulunduğunu söylemek mümkündür. İlkine göre İsa bir Yahudi mesihidir;
diğerine göre ise insanlığın kurtuluşu adına kendini kurban eden bir kurtarıcıdır.[5] Dolayısıyla, aslında
Hıristiyanlığın müstakil bir inanç haline gelişi birincinin, yani Yahudi-
Hıristiyanlığın ikinciye, yani Heleno-Hıristiyanlığa dönüşmesi ya da mağlup
olması biçiminde olmuştur. İşte bizim buradaki amacımız Hıristiyan Kitab-ı
Mukaddesini temel alarak bir Yahudi mesihi olarak İsa’nın Yahudi kimliğini
mercek altına almak; onun Yahudilikle ilişkisini ortaya koymaya çalışmaktır.
Mesih’in Gelişinden Önce Filistin
Hz. İsa öncesindeki siyasî ve
dinî duruma göz attığımızda şöyle bir tablo görürüz: Filistin bölgesi, M.Ö.
332’de Büyük İskender’in işgaliyle birlikte Yunan Medeniyeti’nin etkisini
hissetmeye başlamıştır. M.Ö. 63’ten itibaren ise Roma’ya bağlı bir krallık
haline gelir. İsa’nın doğduğu yıllarda bu krallığın başında “Büyük Herod” (M.Ö.
37-M.S. 4) vardır. Daha sonraki bazı gelişmeler sonucunda Yahuda ve Samiriye’yi
içine alan bölge Roma valilerince idare edilmeye başlamıştır. M.S. 26-36 yılları
arasında görev yapmış olan ve İsa’nın idamını onaylayan Pontius Platus da
bunlardan biridir. Bu idare tarzı içerisinde Yahudiler bir tür yargılama
özerkliğine sahiptir. Özel mahkemeleri vardır. Ancak, idam cezası için valinin
onayı gerekmektedir.[6] Anlaşılan
Roma, idaresi altındaki milletlere dinî inanç konusunda belli bir özgür saha
bırakmaktadır. Renan’ın ifadesiyle “isyan bastırmalarda korkunç olan bu
büyük ve haşin hakimiyet, korunacak bir akidesi olan devletler gibi vesveseli
değildir.”[7] Fakat
otoritesine karşı tehdit olarak gördüğü eylemlere çok sert mukabelede
bulunmaktadır. Bu şartlar altında -belki de siyasetin ve idarenin gereği
olarak- Yahudilere belli düzeyde hoşgörü gösteren putperest Roma ile,
tarihleri siyasî mücadelelerle geçmiş ve dinî anlayışları dünyevî hakimiyeti
gerektiren “Tanrı’nın seçilmiş halkı”nın barış ve huzur içerisinde yaşamaları
imkansızdır. Zaten öyle de olmuştur. İsa öncesi ve sonrasındaki Yahudi
isyanları bunun göstergesidir. Dolayısıyla Hz. İsa döneminde Yahudiler, boyun
eğmek zorunda olsalar da, Roma egemenliğini hazmedemez durumdadırlar.
Bekledikleri mesih de -o gün Roma esaretinde bulundukları için- onları
Romalıların elinden kurtaracak bir şahsiyettir.
Hz. İsa döneminde Filistin’in
dinî coğrafyasına baktığımızda ise, Yahudilik ve putperestliğin bölgede hakim
inançlar olduğunu görmekteyiz. Putperestler Roma Devletinin himayesi
altındadır, ancak nüfus açısından bölge halkının çoğunluğu Yahudidir.
Romalılar politeisttir.[8] Böyle bir
inançta bir takım gelenekler var olmakla birlikte, sınırları açıkça belli bir
teolojik ve ritüel yapı söz konusu değildir. Hz. İsa öncesinde Yahudilik ise
yekpare bir yapı arz etmez. Genel hatlarıyla bu yapı şu şekilde tasvir
edilebilir: Mabed’i merkez
edinmiş olan Ferisiler ve Sadukiler’den oluşan Ortodoks Yahudilik;
Esseniler ve diğer vaftizci hareketler gibi Filistin- Ürdün bölgesinde yer alan
ve merkezî Yahudilikten
ayrı gruplar ile sentezci bir nitelikte olup, kendi
inançları ile yerel ve kültürel bazı unsurları birleştirmiş olan Samiriler,
yani Heretik Yahudilik.[9]
İsa'nın, hangi Yahudi akımı
içerisinde doğup büyüdüğü hakkında farklı görüşler varsa da, onun hitap ettiği
kesim Ortodoks Yahudilerdir. Bu Ortodoks Yahudiliğe inanç ve dinî uygulamalar
açısından baktığımızda şu hususlar dikkati çeker: Hz. İsa’nın yaşadığı döneme
gelinceye dek Yahudilikte yerleşik bir credo’nun, yani üzerinde genel
mutabakat oluşmuş bir inanç sisteminin henüz var olmadığı anlaşılmaktadır. Bu
durum, ahirete inanan Ferisiler ve böyle bir inancı kabul etmeyen Sadukiler örneğinde
görüldüğü üzere, önemli bir takım konularda dahi birbirine tamamen zıt görüşlere
sahip dinî grupların aynı din çatısı altında bir arada yaşayabilmelerini de
açıklamaktadır. Bununla birlikte, dönemin Yahudi- leri arasında Tevrat’ta
ifadesini bulan bazı temel inanç unsurlarının varlığı muhakkaktır. Bunlardan
en başta geleni Tanrı inancıdır. Dinî hayatın merkezinde ise Mabed vardır.
Diğer yandan Yahudi “Kanun”u, özellikle Ortodoks Yahudiliğin ana bünyesini
oluşturan Ferisiler nezdinde hayatî bir öneme sahiptir. Buna ilaveten, şimdi
olduğu gibi, o dönemde de Yahudilik bu dünya ile son derece ilgili bir din
görünümündedir. Öyle ki, bu dini asıl unsurları itibariyle tarihten ve
siyasetten ayrı düşünmek neredeyse mümkün değildir. Önemli dinî fenomenler ya
tamamen bu dünyaya yöneliktir ya da bunların bu dünyaya yönelik bir tarafı mevcuttur.
Yahudi kutsal metinlerine baktığımızda da, çoğunlukla bir milletin dinî ve
siyasî mücadele tarihini görürüz. Rabb’in ve Musa’nın İsrailoğullarına telkinleri
çoğunlukla bu dünyaya dairdir. İlahî ceza da mükâfat da bu dünyadadır. Rabbe
itaat veya itaatsizlik, sonuçlarını net bir biçimde siyasî ve toplumsal planda
gösterir. Meselâ, Hakimler Dönemi boyunca, İsrailoğulları başka ilahlara
taptığında Rab öfkelenip onları diğer milletlerin eline verir. Pişman olup
tekrar Rabb’e yöneldiklerinde onları esaretten kurtarır.[10]
O dönemde Yahudilerin
bekledikleri mesih de sırf dinî değil, askerî ve siyasî bir kişiliktir.[11] O, Rabb’in,
kendisi vasıtasıyla İsrailoğullarını yabancı egemenliğinden kurtaracağı
kimsedir. Genelde, Yahudilerin “Babil Sürgünü” döneminde böyle bir mesih
beklentisi içerisine girdikleri söylenir.[12] Fakat gözden kaçmaması gereken
nokta şudur: Evet, Hıristiyanlık öncesinde Yahudilerce beklenen bir mesih söz
konusudur. Ancak, Yahudi tarihinde mesih diye adlandırılan başka şahsiyetler
de vardır ve bunların misyonu, gelmesi beklenen ile aynıdır. Yani Yahudi mesih
inancı bir tek şahsiyetle ilgili değildir; söz konusu olan bir mesih geleneği
veya ku- rumudur.[13]
Bir Yahudi Olarak Hz. İsa
Sıhhatleri
tartışma konusu olmakla beraber, Hıristiyanların kabul ettiği biçimiyle, İsa
hakkındaki bilgilerimiz neredeyse tamamen Dört İncil ile sınırlıdır. Sadece
Josephus ondan bir iki yerde bahseder.[14] Dolayısıyla, Hıristiyan
kutsal metinleri dışında, İsa’dan söz eden, o döneme ait başka her hangi bir eser
mevcut değildir. Bu metinleri esas aldığımızda, İsa’nın Yahudilikle ilişkisini
üç açıdan değerlendirebiliriz:
İsa zamanındaki Yahudilikte
yerleşik bir akide sistemi olmamasına rağmen, Yahudilerin genelinin sahip
olduğu temel bir inanç çerçevesinin var olduğunu belirtmiştik. Bu inancın ana
unsurlarını; Tanrı, (Musa başta olmak üzere) diğer peygamberler, kutsal
metinler, İsrail halkının seçilmiş- liği ve mesih beklentisi oluşturmaktadır.
Öncelikle, Yahudilerin mesih beklediği bir ortamda, beklenen mesih olduğu
iddiasıyla ortaya çıkan birinin bu inanç yapısına muhalif bir söylemde
bulunması, en azından mantıksal olarak imkânsızdır. Nitekim İncillerde de İsa’nın, yukarıda saydığımız ana
unsurlar açısından, Yahudi inancıyla mutabık olduğu görülebilir.
Dört İncil’de İsa’nın, daha sonraki Hıristiyanlıkta var olan şekliyle,
bir teslis düşüncesini açıkça dile getirdiğine rastlanmaz. O, Tanrı’dan “Baba” diye söz etmekte ve bir “Kutsal
Ruh”tan bahsetmektedir. Ancak bunlar, Yahudilerin hiç aşina olmadığı tamamen
“yeni” şeyler değildir.[15] “Tanrı’nın
oğlu” tabiri de Yahudilerin bildikleri ve bekledikleri mesih için -mecazî
anlamda- kullandıkları bir isimdir.[16] İsa’nın dayandığı Rab, tüm
özellikleriyle, Yahudilerin ilahı olan “Rab”tır ve doğal olarak insanlardan ve
İsa’nın kendisinden ayrı bir varlıktır. İsa, O’na karşı bir kul gibi davranır
ve bir insan gibi dua eder: “...Baba, adın kutsal kılınsın. Egemenliğin
gelsin. Her gün bize gündelik ekmeğimizi ver. Günahlarımızı bağışla...”[17] Renan’ın da işaret ettiği gibi,
“İsa’nın kendisini Tanrı veya Tanrı’ya eşit saydığı iddiası, Yuhanna
İncili’nde bile bir Yahudi iftirası olarak gösterilir.”[18]
O, kurtuluşun Yahudilikte olduğuna inanmaktadır.[19]
İsa,
“öğretmenimiz” dediği Musa ve diğer Yahudi peygamberlerinden her zaman saygı
ile söz eder.[20] Dahası,
muhataplarına sıkça Musa ve diğer peygamberlerin kitaplarından deliller
gösterir.[21] İncillerde
onun, Yahudi olmayan birkaç kişiyle dostça diyaloglara girdiği ifade edilmekte
ise de, yine aynı İncillerde İsa’nın, öğretisi için Yahudi olmayan kimseleri
muhatap kabul etmediğini net bir şekilde dile getiren pasajlar mevcut- tur.[22]
2-
Dinî Uygulamalar
Açısından İsa ve Yahudilik
Özellikle o
dönemdeki hâkim eğilim olan Ferisilerin “Yahudi Kanununa ne derece önem
verdikleri göz önüne alındığında, İsa’nın dinî uygulamalar bakımından zamanın
Yahudileri gibi davranıp davranmadığını sormak, doğal olarak onun Kanun’a uyup
uymadığını irdelemektir. İncillerde, bu açıdan, bazı Yahudilerin -özellikle de
Ferisilerin- İsa’yı şu üç konuda eleştirdiklerini okuruz:
a)
Sebt Gününe riayet: Sebt gününde öğrencilerinin bir buğday tarlasından
geçerken başakları koparıp yemeleri ve aynı gün kendisinin de bazı hastaları
iyileştirmesi nedeniyle Yahudiler İsa’yı Cumartesi yasağını ihlal etmekle
suçlar. Fakat İsa bu ithamlar karşısında, Cumartesi yasağını ihlal etmek gibi
bir niyeti olmadığını belirtir ve onlara hem Eski Ahit’ten, hem o dönemin
Yahudilerinin uygulamalarından örnekler vererek, hem de mantıksal
açıklamalarda bulunarak, bunların yasağın ihlali anlamına gelmediğini ifade
eder.[23]
b)
Temizlik: İsa -tipik bir Ferisi adeti olan- yemekten önce ve sonra
ellerin yıkanmasına dikkat etmediği için eleştirilmiştir. Ona göre ise “insanı,
ağzından girenler değil, çıkanlar kirletir.”[24]
c)
Dindar Yahudilerin
hoş bakmadıkları insanlarla diyaloga girmesi: İsa’nın itiraz gören bir diğer uygulaması da, vergi
mültezimleri ve günahkâr insanlarla muhatap olması ve onlarla yemek yemesidir.
Am ha aretz (temiz olmayanlar) ile ilişkiye girmesini eleştiren Ferisilere
İsa şöyle karşılık verir: “Ben doğru kişileri değil, günahkârları çağırmaya
geldim.”[25]
Görüldüğü üzere, İsa’nın zaman
zaman eleştiriye uğrayan bu davranışlarından sadece ilki, yani Sebt günü ile
ilgili olanı doğrudan Ka- nun’la bağlantılıdır. Diğer iki husus Tevrat’ta
açıkça ifade edilen ve Ya- hudilerin tamamının dikkat ettiği konular olmayıp
daha çok Ferisilerin hassas davrandığı şeylerdir. Sebt günü yasağı konusunda
da, İsa’nın bu emre karşı gelmek veya onu lüzumsuz görmek gibi bir tavır içerisinde
olduğunu söylemek zordur. Çünkü o hiçbir yerde böyle bir şeyi ifade etmez. Onun
karşı olduğu, şekilci davranılması ve bu yasağın insan için olduğunun göz ardı
edilmesi, yani amaçla aracın karıştırılmasıdır: “İnsan Sebt günü için
değil, Sebt günü insan içindir.”[26]
İncillerde İsa’nın sadece Sebt
günü için değil, Kanun’un tümü hakkında da olumsuz bir söz söylediğine şahit
olmayız. O, Kanun’a uymanın şekle indirgenmesine ve işin ruhunun arka plana
itilmesine karşıdır. Yoksa Kanun’u kısmen de olsa değiştirmek gibi bir niyete
sahip değildir: “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini yıkmak için
geldiğimi sanmayın. Ben yıkmaya değil bilakis tamamlamaya geldim. Size doğrusunu
söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan
ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu kuralların en
küçüklerinden birini kim bozar ve insanlara öyle öğretirse, Göklerin
Melekutunda kendisine en küçük denilecektir; ve onları kim yapar ve öğretirse
Göklerin Melekutunda kendisine büyük denilecektir.”[27] [28]
İsa Yahudi Kanunu’na muhalefet etmediği gibi, buradaki
kurallara uyma açısından, ahlâken daha büyük bir titizlik istemektedir: “Eski
zaman adamlarına ‘öldürmeyeceksin’ ve ‘kim birini öldürürse hükme müstehak
olacaktır’ [Çıkış, 20:3; Tesniye, 5:17] denildi. Fakat ben size derim;
kardeşine kızan her insan hükme müstehak olacaktır... ‘Zina etmeyeceksin’
[Çıkış, 20:14] denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim; bir kadına
şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir... ve yine eski
zaman adamlarına ‘Yalan yere and etmeyeceksin ve andlarını Rabbe ödeyeceksin’
[Levililer, 19:12; Sayılar, 30:2; Tesniye, 23:21] denildiğini işittiniz.
Fakat ben size derim; hiç and etmeyin...”21
3-
Siyasi Tavır
Açısından İsa ve Yahudilik
S. H. Nasr, İbrahim’in inancı,
Musa’nın kanunu ve İsa’nın manevi yolu; İslam Peygamberi’nin ise tüm bu
özelliklerin bir sentezini temsil ettiğini söyler.[29] Gerçekten de İslam dünyasında,
Yahudiliğin aşırı şekilde dünyevîleştiği, ardından gelen Hıristiyanlığın karşı
uca geçerek tamamen ruhanî bir havaya büründüğü, son olarak gelen İslam’ın ise
bu ikisi arasında bir denge ortaya koyduğu şeklinde bir formül zaman zaman
dile getirilir. Formüller caziptir, fakat her zaman fazla genelleyicidirler.
Örneğin, Yahudiliğin fazla dünyevileştiğini, buna karşı çıkarken İsa’nın da
“kantarın topuzunu kaçırdığını” ifade ederek, İsa için “...üç yıllık tebliğinde
yeryüzü, içgüdüler ve siyaset (dinin temel dinamikleri) hemen hemen yok
gibidir. Incil’in bütün satırlarına sinmiş olan semavilik, uhrevilik ve
ruhaniliktir”[30] demek, ancak İncilleri
hiç okumamış biri için mümkündür. İsa’nın yaşadığı dönemde din ve siyaset
birbiri içerisindedir.[31] Daha önce de
belirttiğimiz gibi, Yahudilerin beklediği mesih de kendisine dinî olmaktan
çok siyasî ve askerî misyonlar atfedilen bir kişiliktir.[32] Ve o dönemde, İsa dışında,
kendisinin mesih olduğunu iddia eden birçok kişi ortaya çıkmıştır.[33]
Peki, Vaftizci Yahya’nın dahi
siyasî gerekçelerle öldürüldüğü bir ortamda Yahudilerin kitabında yazılı olan mesih
olduğunu iddia eden İsa, olmaması gerektiği kadar barışçı birisimiydi?
Günümüzde Hıristiyanlık her tür şiddete karşı olan bir sevgi dini olarak takdim
edilmektedir. Ancak tarih bunun böyle olmadığını gösterdiği gibi, günümüz
Hıristiyanlarının İsa hakkında çizdiği portrenin de tamamıyla gerçeği
yansıtmadığı kanaatine varmak için İncillerde önemli ipuçları vardır:
a)
Her şeyden önce, İsa bir “Tanrısal Krallık” tan (veya
“Göklerin Egemenliği”) söz eder.[34] İncillerde ve geleneksel Hıristiyan yorumlarında bu
ifadenin bu dünyaya yönelik olmadığı, eskatolojik/ahiretle ilgili bir anlamı
haiz olduğu söylenmektedir. Ancak, şayet o dönem şartları dikkate alınır, hem
Yahudilerin hem de Romalıların psikolojisi göz önünde tutulur ise bu kavramın
yukarıda yorumlandığı şekliyle anlaşılmasının çok zor olduğu görülür.
b)
Kudüs’e geldiğinde, İsa’nın Mabed’e girişi olaylı olmuştur.
O, Mabed’e girdiğinde oradaki bütün satıcıları ve alış veriş yapanları kovmuş;
para bozanların masalarını, güvercin satanların sehpalarını devirmiştir.[35]
c)
İncillerde, tutuklanma anında bir çatışma olduğuna yönelik
işaretler vardır. Çünkü İsa, tutuklanmasının öncesinde havarilerine “kılıcı
olmayan abasını satıp bir kılıç alsın”[36] der. Tutuklanması sırasında da İsa’nın yanındakilerden
biri askerlere saldırarak onlardan birinin kulağını uçurmuştur.[37]
d)
İnsanlardan bazıları (bunlar tabi ki Yahudidir) ona alenen “Yahudilerin
kralı” diye hitap eder ve İsa’nın buna hiçbir itirazı olmaz.[38]
e)
Vali Pilatus’un önünde iken, Pilatus ona sorar: “sen
yahudilerin kıralı mısın?” İsa’nın cevabı “söylediğin gibidir”
şeklindedir.[39] İsa çarmıha gerilirken de,
alay etmek için Romalı askerlerce başına dikenden bir taç konur ve üzerine bir
suç taftası asılır: “Bu, Yahudilerin Kralı İsa’dır.”[40]
Görüldüğü üzere, özellikle
İsa’nın çarmıha gerilme tablosu tamamen siyasî bir anlam taşır. Ayrıca onun,
Romalılarca “Yahudilerin kralı” denilerek çarmıha gerilmesi (çarmıha gererek
idam etmenin Roma İmparatorluğunda ancak devlete başkaldıranlara verilen bir
ceza olduğunu hatırlatalım) aynı zamanda tüm Yahudilere hakaret anlamına
gelmektedir. Zaten, Yuhanna’daki
anlatıma göre, bu durum İsa’nın tutuklanmasını “sağlayan” Yahudi din
adamlarının bile kanına dokunmuştur. Onlar, suç yaftasındaki ibareye itiraz
ederek, Pilatus’a “‘Yahudilerin Kralı’ diye yazma, ‘Ben Yahudilerin Kralıyım
dedi’ diye yaz” derler.[41]
Valinin cevabı şu şekildedir: “ne yazdımsa yazdım.”[42]
İsa’nın hiçbir Yahudinin
olamayacağı kadar barışçı birisi olmadığının en önemli kanıtı, herhalde,
Yahudilerin onu eleştirirken söylemedikleri bir şeydir: Ferisiler ve
diğer bazı Yahudilerce İsa çeşitli şekillerde eleştirilmiştir, ancak bir
“kurtarıcı-mesih” bekleyen Yahudiler, İsa’ya hiçbir zaman “sen bizi bu
(barışsever) halinle mi kurtaracaksın?” şeklinde bir itirazda bulunmamışlardır.
Kaldı ki, İsa’yı bir barış elçisi şeklinde tasvir eden İncillerin anlatımını
pek inandırıcı bulmayanlar hiç de az değildir. Örneğin, “Öncelikle biz”
der Marvin Harris, “İsa’nın ne zaman konuştuğu konusunda yanılgı
içerisinde olmayabilirsek de onun ne konuştuğu hususunda yanılgı
içerisinde bulunduğumuzu varsaymak için pek çok neden vardır”.[43] Ayrıca şunları ekler: “Hıristiyan
İncilleri İsa’nın Yahudi kurtuluş savaşı ile olan ilişkisini yorumlamadıkları
gibi onun sözünü bile etmezler. Siz eğer yalnızca İncillere dayanırsanız,
İsa’nın yaşamının büyük bir bölümünü tarihin en yabanıl ayaklanmalarından
birinin tam ortasında geçirmiş olduğunu bilemezsiniz... ve İsa’nın Yahudi
ihtilalcilerin askersel-Mesihsel bilinçliliğini yok etme yolundaki Roma
girişiminin bir kurbanı olarak ölmesinden en az kuşku duyan siz olursunuz.”[44]
Harris’e göre İsa’nın gerçek
öğretilerinin, Yahudilerin asker mesih geleneğinden kopmuş olması
imkânsızdır. İncillerin bu anlatımı, M. 70 yılında Kudüs’ün düşmesinden sonra
meydana gelen bir nevi tepkinin ürünüdür ve eğer savaş Romalılar aleyhine
sonuçlansaydı barışçı bir mesih inancı gelişmeyecekti. Havarilerin hiçbiri
“öbür yanağını çevirmeye” hazır olmadığı gibi, onlara şiddet çağrıştıran lakaplar
vermiş olan İsa da Mabed’de insanlara kamçıyla saldırmaya kadar işi ileri
götürmüştür. O, “yeryüzüne barış değil kılıç getirmeye geldim”
diyebilmiş biridir.[45] Ferisilerin
kendisine sordukları “Kaysere vergi verelim mi?” sorusuna karşılık, onun
“Tanrı’nın şeylerini Tanrı’ya, Kayserin şeylerini Kaysere verin”
şeklindeki cevabının -Galileli Yahuda’nın vergi isyanına katılmış olan-
Yahudiler için tek bir anlamı olabilirdi: VERMEYİN. Ama İncillerin
yazarları ve onların okuyucuları büyük bir olasılıkla Galileli Yahuda hakkında
hiçbir şey bilmiyorlardı, bu nedenle de onlar İsa’nın çok kışkırtıcı olan
yanıtını yanlış bir varsayımla, Roma yönetimine karşı gerçekten uzlaşmacı bir
tutumu gösteren bir yanıt olarak kabul ettiler.[46] Oysa Resullerin
İşleri’ndeki ifadelere göre, İsa’nın öldükten sonra dirilmesinin bile
havariler için siyasî bir anlamı vardır: Onların dirilen İsa’ya yönelttikleri
ilk soru “İsrail’e şimdi sen Krallığı geri verecek misin?” olmuştur. Vahiy
Kitabı’nda ise İsa, beyaz bir at üzerinde, “baştanbaşa kanlı bir giysi içinde”
Tanrı’nın düşmanlarıyla savaşmak ve milletleri “demirden bir asa” ile yönetmek
üzere geri dönen bir komutan olarak tasvir edilir.[47]
Yahudi, ama Hangi Mezhepten?
Hz. İsa genellikle, dönemindeki
dinî akımlardan biriyle ilişkilendirilmeye
çalışılmıştır. Hatta bazen onun bağlantılı görüldüğü gruplar içerisinde,
Zealotlar ve Esseniler gibi, birbirine zıt yaşam tarzlarını benimsemiş olanlar
vardır.[48] Bununla birlikte, dönemin, İsa
ile bağlantılı olduğu düşünülen üç Yahudi grubu Zealotlar, Esseniler ve
Ferisilerdir.
Bazıları, İsa’nın aşırı
milliyetçi ve şiddet yanlısı Zealotlarla şüpheli ilişkiler içerisinde olduğu
kanaatindedir.[49] Kimilerine
göre ise zaten İsa’nın havarilerinden en az altısı Zealottur. Bunlara “çölün
oğlu” anlamında Bar Yonim dendiği gibi, bir kısmına da İsa’nın
muhafızlığını yaptıkları için Bar Jesus (İsa’nın oğulları) denmektedir.[50] Eğer bir
“barış prensi” değil de tipik bir Yahudi mesihi ise ve siyasî bir mücadelenin
başkahramanı ise, bir Zealot olmasa da, İsa’nın bu grupla bir takım bağlantılarının
olduğu düşünülebilir.
İsa’nın bir Esseni mağarasında
doğup yetiştiği iddiası ise daha çok ruhçuluğa ve ezoterizme eğilim
gösterenlerin bir fantazisidir. Evet, birçok yazar Essenilerin Hıristiyanlık
ile bir takım benzerlikler gösterdiği düşüncesindedir. 1947’de bulunan ve
Essenilere ait olduğuna inanılan Ölü Deniz Yazmaları nın keşfi ile bu
irtibatlandırma daha da artmıştır.[51] Fakat haklı olarak, İsa’nın ve
Hıristiyanlığın Essenilik ile bir ilgisi olmadığını, hatta bunların birbirine
karşıt eğilimler olduğunu savunanlar da vardır.[52] Zira Essenilerin
asketik yaşam tarzı ile İsa’nın “mesih”liğini telif etmek oldukça güçtür.
Ferisilere gelince; İsa’nın,
Ferisilerle sürekli mücadele ettiği ve onlara ağır ithamlar yönelttiği İncillerde
kayıtlıdır. Ancak bu, aynı tabana hitap eden siyasî partilerin düşmanlığı veya
aynı kitleye hitap eden sanatçılar arasındaki rekabet gibi anlaşılmalıdır.
Zira öyle görünmektedir ki, İsa’nın
kendisi de -daha sonraki Ortodoks Yahudiliğin atası olan- Ferisi geleneğine
mensuptur. S.W. Baron’a göre, “eğer İsa Yahudi ise -ki Yahudilikten hiçbir
zaman ayrılmamıştır- o bir Ferisi Yahudisidir”.[53] Ayrıca Geza Vermes ve Paul
Johnson gibi yazarlar da İsa’nın Hillel ekolüne bağlı bir Ferisi olduğunu
söylerler.[54] Ve
bazılarına göre, İncillerde Ferisilere yönelik olarak İsa’ya söyletilen çirkin
sözler, gerçeği yansıtmadığı gibi, aynı zamanda “İsa’nın misyonunu simgelemesi
gereken yardımseverlik düsturunun çirkin bir ihlalidir.”[55]
Tüm bunlarla birlikte bizim için önemli olan, hangi ekole
mensup veya yakın olursa olsun, İsa’nın İncillerde hiçbir zaman toplu
olarak Yahudileri hedef alan bir söz söylememiş
olmasıdır. Yahudilerden de İsa’ya karşı kitlesel bir eylem meydana gelmediğini
biliyoruz. Hatta, Chance’nin de ifade ettiği üzere, Yeni Ahit’teki anlatımın
aksine, İsa’nın çarmıha gerilmesi hadisesinde Yahudi halkının bu olaya
tepkisiz kalmamış olması gerekir.[56] Kaldı ki pek
çok Yahudi yazarın dile getirdiği üzere, çarmıh hadisesi aslında dinî (yani
Yahudi etkisiyle) değil, siyasî (Roma İmparatorluğu ile ilgili) bir olaydır.[57]
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Hz. İsa hakkındaki bilgilerimiz tamamıyla
kutsal metinlere dayanır. Bu kutsal metinler de Hıristiyanlar için İnciller,
Müslümanlar içinse Kur’an-ı Kerim’dir. İsa, sonradan Hıristiyan teolojisinin
tasvir ettiği biçimiyle “kurtarıcı bir barış elçisi” değildir. Yahudi mesih
geleneği ile uyum arz eden siyasî ve dinî bir aktördür. İncillerde de bunun
izlerini görmek mümkündür. Dönemin bazı Yahudileri ile çatışmaya girmişse de,
o aslında Ferisi geleneğine mensup bir Yahudidir ve Yahudilikten hiçbir zaman
ayrılmamıştır. Onun amacı yeni bir din kurmak değil, var olan inancı ihya
etmektir. Bu düşünce, Hz. İsa’nın önceki peygamberlerin çizgisini devam
ettirdiğini ve Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderilmiş olduğunu beyan
eden Kur’an-ı Kerim’e de uygun bir yaklaşımdır.[58]
[2] Friedrich Nietzsche, Deccal, Hıristiyanlığa Lanet,
çev. Oruç Aruoba, Hil Yay., İstanbul, 1985, s.56
[3] Rudolf Bultmann, Primitive Christianity in its
Contemporary Setting, trans. by R.H. Fuller, Meridian Books, New York,
1956, s. 71.
[4] Bu ayrımla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bkz.
Şinasi Gündüz, Pavlus, Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara, 2001, s. 121 vd.
[5] Joseph Campbell, ilk yüzyılda, Hıristiyanlar içerisinde
İsa’nın görevine ilişkin farklı
görüşlere sahip
üç ayrı grubun söz konusu olduğunu ifade eder: Yahudi-Hıristiyanlar’a
göre İsa, Eski Ahit’in vaat ettiği ve siyasî bir lider olan mesihtir.
Özellikle II. Yüzyıldan itibaren etkili olan Gnostikler’e göre İsa,
alemdeki “iyilik-kötülük” ikilisinde, iyilik tarafında yer alır ve ruhsal bir
misyona sahiptir. Sonradan Hıristiyanlığın teolojisini belirleyen Pavlusçu
Yaklaşım’a göre ise Yahudi Kanunu insan için bir musibettir ve İsa kendini
feda etmekle insanlığı bu musibetten kurtarmıştır. Bkz. J. Campbell, Tanrının
Maskeleri - Batı Mitolojisi, çev. K. Emiroğlu, Ankara, 1995, ss. 315-318.
C.C. Rowland da tarihsel İsa ile ilgili üç temel görüşü şu şekilde sıralar: a)
İsa siyasî ve dinî iktidarın tepkisiyle karşı karşıya gelerek idama maruz kalan
ve sonrasında mesajı, taraftarlarınca öte dünyaya yönelik bir dine
dönüştürülen tipik bir Yahudi mesihidir b) O, dünyanın sonunun geldiğini haber
veren eskatolojik bir peygamberdir c) İsa, vecizelerle konuşan ve
uygulamalarıyla yönetici sınıfı kızdıran hikmetli bir öğretmendir. Bkz. C.C.
Rowland, “İsa ve İlk Kilise”, İslâmiyât, III, 4 (Ekim- Aralık 2000), s.
36.
[6] X. Jacob, İncil Nedir? Tarihi Gerçekler, Ankara,
1985, s. 172.
[7] E. Renan, İsa’nın Hayatı, çev. Ziya İhsan, Ankara,
1964, s. 49.
[8] Joseph Campbell Roma’daki bu çoktanrıcılığı monolatri
(kendi tanrılarının yanı sıra başka tanrılara da saygı gösterme) olarak
tanımlar. Bkz. Joseph Campbell, a.g.e., s. 204. Campbell aynı yerde bir
hususa daha dikkat çeker. O’na göre Romalıların inancı için bazen “henoteizm”
tabiri kullanılmaktadır ki bu yanlıştır. Çünkü “henoteizm” Max Müller
tarafından Vedik teoloji için kullanılan bir terimdir ve burada aynı dinî gelenekteki
tanrılara (Vişnu, Şiva gibi) tapınma söz konusudur. Dolayısıyla bu kavram
Romalı putperestler için kullanılamaz.
[9] Bkz. Ş. Gündüz, “İslam’da Ötekinin Bilimi”, Tezkire,
1996, sayı 9-10, ss. 171-189
[10] Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Hakimler bölümü.
[11] Bkz. M. Harris, İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar,
çev. M. Fatih Gümüş, Ankara 1995, s. 154, 164, 167; E. Sarıkçıoğlu, Dinlerde
Mehdi Tasavvurları, Samsun, 1997, ss. 78-82.
[12] E. Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 193.
[13] Tevrat’ta Musa, Harun’un başı üzerine mesh yağı döker ve
onu takdis eder (Levililer, 8: 12); Samuel’in annesi Hanna, Mesih için
dua eder (Bkz. I. Samuel, 2. Bap); Samuel tarafından yağla meshedilen
Saul Kral olur ve kendisine “mesih” denilir (I. Samuel, 12: 3); Hakimler
döneminde de, Rabbin öfkesine maruz kalıp esir düşen İsrailoğullarını, yine
Rab, hep bir kurtarıcı komutanla, yani bir mesih’le esaretten kurtarır. Bkz Hakimler,
1-21.
[14] Josephus, Antiquities’te, İsa adında birinin Pilatus
tarafından çarmıha gerildiğini ve onun takipçilerine sonradan “hıristiyanlar”
dendiğini yazar. Bkz. Josephus, Jewish Antiquities, trans. by H.J.
Thackeray ve diğerleri, Loeb Classical Library, London 1966, i. 110-114. The
Jewish War’ın “Slav versiyonu”nda ise özetle şunlar söylenmektedir: “O
zamanda insan gibi görünen fakat insanüstü özelliklere sahip bir adam ortaya
çıktı. Bazıları onun ölüleri dirilttiğine ve hastalıkları mucizevî bir şekilde
iyileştirdiğine, bazıları ise onun gökten geldiğine inanıyorlar.” Josephus, The
Jewish War, trans. by G.A. Williamson, Penguin Books, Great Britain 1969,
s. 398, 399. Bununla birlikte, Williamson’un da işaret ettiği gibi, İncillerle
gösterdiği paralellik, adı geçen versiyondaki bu ifadelerin esere sonradan
eklenmiş olduğu şüphesini uyandırmaktadır. Bkz. a.g.e., s. 396.
[15] Bkz. Tesniye, 32: 6; II. Samuel, 7: 14; Çıkış,
35: 30-34.
[16] Bkz. Günay Tümer, Hıristiyanlıkta ve İslamda Hz. Meryem,
Ankara, 1997, s. 15. Annemarie Schimmel’e göre de, Eski İsrail’de Tanrının
“Baba” sıfatı vardır, fakat onun daha çok “Rab-Kral” sıfatı öne çıkmıştır. İsa
ise “Tanrı-Baba”yı öne çıkarmış ve mecazî manada O’nun oğlu olduğunu
söylemiştir. Bkz. A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955, s.
121.
[17] Matta, 6: 9-12; Luka,
11: 2-4.
[18] Renan, a.g.e., s. 184. Burada bahsedilen pasaj Yuhanna,
5: 18’dir.
[19] Yuhanna, 5: 22.
[20] Yeni Ahit’te, Eski Ahit peygamberlerinden sadece birkaçının
ismi zikredilmez. Bunun dışında tüm Eski Ahit peygamberlerine atıflar vardır.
Yahya dışında Yeni Ahit’te en çok zikredilen peygamber Musa’dır (89 yerde ismi
geçer), Onu Davud (66 yerde) ve İşaya (23 yerde) takip eder.
[21] Örnek olarak bkz. Markos, 12: 26; Luka, 3: 4.
[22] “İsa On ikileri şu buyruklarla halkın arasına gönderdi:
diğer milletlere ait yerlerin hiç birine girmeyin, Samiriyelilere ait
şehirlerin de hiç birine girmeyin” (Matta, 10: 5); “Ben yalnızca İsrail
halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim” (Matta, 15: 24).
[23] Bkz. Matta, 12: 1-5; Markos, 2: 23-28; Luka,
6: 1-11; Yuhanna, 5: 9-18.
[24] Bkz. Matta, 15: 1-20; Markos, 7: 1-23.
[25] Bkz. Matta, 9: 11-13; Markos, 2: 15-17; Luka,
15: 1-7.
[26] Markos, 2: 27.
[27] Matta, 5: 1-19. Ayrıca
İsa, iyileştirdiği hastalara dahi Musa’nın Kanunu gereğince Rabbe takdime arz
etmeleri gerektiğini söyler, bkz. Matta, 8: 1-4; Markos, 1:
40-45; Luka, 5: 12-16. Kur’an’da bu konuda, İsa’nın “Tevrat’ı
tasdik etmekle birlikte, onda- ki bazı haramları helal kılmak için
gönderildiği” ifade edilmektedir (Al-i İmran, 50). Fikri Yavuz gibi bazı
mütercimler ayette geçen “bazı haramları” ibaresinin önüne, parantez
kullanmaksızın “iç yağı ve deve eti gibi” cümlesini eklemektedirler, fakat metnin
kendisinde böyle bir ifade yoktur (bkz. Fikri Yavuz, Kur’an-ı Kerim ve
Meal-i Âlîsi, İstanbul, tarihsiz).
[28] Matta, 5: 21-22,
27-28, 33-34. Josephus’a atfedilen The Jewish War’ın Slav Versi-
yonu’nda İsa’dan bahsedilirken onun “birçok şekilde Şeriatı ihlal ettiği” ifade
edilmektedir (The Jewish War, s. 398, 399). Bu eğer doğruysa, dönemin
İsa’ya karşı çıkan Yahudilerinin; uydurma ise de, zaten Yahudilikle bağlarını
koparmış, Kanun karşıtı Hıristiyanların fikri olsa gerektir.
[29] Bkz. Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da Düşünce ve Hayat,
çev. F. Tatlılıoğlu, İstanbul, 1988, s. 302.
[30] İlhami Güler, “Dünyanın Başına Gelen ‘Derin Sapkınlık’:
Dünyevileşme”, İslâmiyat, IV, 3 (Temmuz-Eylül 2004), s. 38, 39.
[31] Bkz. M. Harris, a.g.e., s. 141.
[32] Bultmann’ın ifadesiyle “İsrail Halkının milliyetçi bir
inancı olarak varolan mesih fikri, Davud Krallığının ihyası anlamına gelir ve
beklenen Mesih de Davud gibi bir kral, bir savaş kahramanıdır.” R. Bultmann, Primitive
Christianity, s. 81.
[33] Harris, Josephus gibi bazı yazarlara dayanarak M.Ö. 40 -
M.S. 70 yılları arasında yaşamış en az beş Yahudi asker-mesihten söz eder:
Athrongaeus, Theudas, Felix tarafından idam edilen adsız “hain”, Mısırlı
yahudi “sahte peygamber” ve Menahem. Bkz. M. Harris, a.g.e., s. 149.
[34] Bu tabir daha ziyade Matta’da yoğun olarak geçer
(bkz. Matta, 3: 1; 4: 17; 5: 19,20; 13: 33, 44, 45, 47, 52 vd.) Ayrıca Matta
İncili, gösterdiği Yahudi eğilimi açısından diğer incillerden belli ölçüde
farklıdır.
[35] Bkz. Matta, 21: 12-13; Markos, 11: 5-19; Luka,
19: 45-48; Yuhanna, 2: 13-22.
[36] Luka, 22: 36.
[37] Matta, 26: 51; Markos,
14: 47; Luka, 22: 50.
[38] Bkz. Luka, 19: 37-41; Yuhanna, 12: 12.
[39] Matta, 27: 11; Markos,
15: 2; Luka, 23: 3.
[40] Matta, 27: 32-44; Markos,
15: 21-32; Luka, 23: 26-43; Yuhanna, 19: 17-27. Kiliselerdeki
çarmıha gerilmiş İsa tasvirlerinde yer alan “INRI” harfleri bu yaftaya işaret
etmektedir ve Latince IESVS NAZARENVS REX IVD/LORVM”un, yani “Yahudilerin
Kralı Nasıralı İsa” ibaresinin kısaltılmış şeklidir.
[41] Yuhanna, 19: 17-22.
[42] Yuhanna, 19: 17-22.
[43] M. Harris, a.g.e., s. 153. Annemarie Schimmel’e göre
de “İsa’nın hayat ve doktrinini Dört İncil’den tamamıyla anlayamayız” (A.
Schimmel, a.g.e., s. 117). Bu İncillerdeki anlatım farklılıkları ve
çelişkili ifadeler hakkında ayrıca bkz. Şaban Kuzgun, Dört İncil
Farklılıkları ve Çelişkileri, Ankara, 1996.
[44] M. Harris, a.g.e., s. 139.
[45] Matta, 10: 34
[46] Bkz. M. Harris, a.g.e., ss. 160-163, 174.
[47] A.g.e., s. 166.
[48] Bkz. F.E. Peters, Children of Abraham, Princeton
University Press, New Jersey, 1984,
s. 19. Genel
tasvirleri itibariyle Esseniler ve Zealotlar ayrı dünyaların insanları gibi görülebilir
(Aytunç Altındal bu iki topluluğun o zamanın Yahudiliğinde iki aşırı ucu temsil
ettiğini söyler, bkz. Aytunç Altındal, Üç İsa, çev. S. Özbudun, İstanbul,
1993, s. 31). Ancak bu iki grup arasında -özellikle her ikisinin de Massada’da
önemli faaliyetlerde bulunmasından dolayı- bir ilişki olabileceğini düşünenler
de vardır. Bkz. Geza Vermes, The Dead Sea Scrolls in English, Penguin
Books, Great Britain, 1977, s. 273.
[49] Bkz. F.E. Peters, a.g.e., s. 18, 19.
[50] Muhammed Ataurrahim, Bir İslam Peygamberi Hz. İsa,
çev. Kürşat Demirci, İstanbul, 1997, s. 40. Ayrıca, yazara göre İsa’nın
tutuklanması olayı da Romalılarla girişilen büyük bir çatışma akabinde meydana
gelmiştir. Bkz. a.g.e., s. 41 vd.
[51] İsa’yı veya Hıristiyanlıkla Esseniler arasında benzerlik
veya ilişki görenler için bkz. Bkz. Y. Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri,
Ankara, 1965, s. 172; Geza Vermes, a.g.e., s. 71; H. Örs, Musa ve
Yahudilik, İstanbul, 1966, s. 5; M. Harris, a.g.e., s. 166; D.
Cannon, Jesus and the Essenes, Ozark Montain Publishing, United Kingdom,
1998; M. Ataurrahim, a.g.e., s. 27, 28, 32, 40. Esseniler ve Ölü Deniz
Yazmaları ile ile müstakil bir çalışma için bkz. İsmail Kazez, Esseniler ve
Ölü Deniz Yazmaları, basılmamış yüksek lisans tezi, O.M.Ü. Sosyal Bilimler
Enst., Samsun, 2001. Burada Hı- ristiyanlık-Esseniler ilişkisi tartışması için
bkz. s. 216 vd. Söz konusu yazmaların Türk- çeye oldukça özensiz yapılmış bir
çevirisi için bkz. Geza, Vermes, Ölü Deniz Parşömenleri, Kurman Yazıtları,
çev. Nurfer Çelebioğlu, İstanbul, 2005.
[52] Bkz. A. Edersheim, The Life and Times of Jesus the
Messiah, Mac Donald Publishing Company, Virginia, iii. 325 (eserin basım
tarihi yoktur, ancak yazarın önsözünden ilk kez 1883’te basıldığı
anlaşılmaktadır); A.R.C. Leaney, The Jewish and Christian World 200 BC to AD
200, Cambridge University Press, Cambridge 1989, s. 36; A. Altındal, a.g.e.,
s. 52; Joseph Campbell, a.g.e., s. 242, 298.
[53] S.W. Baron, A Social and Religious History of the Jews,
New York, 1958, II, s. 67.
[54] K. Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, çev. O. Özel-H.
Koyukan-K. Emiroğlu, Ankara, 1998, s. 116. Renan da İsa’nın Hillel’den
etkilenmiş olduğu fikrindedir. Bkz. Renan, a.g.e., s. 33.
[55] K. Armstrong, a.g.e., s. 117.
[56] Chance’ye göre Luka’nın, çarmıh olayı ile ilgili
olarak, Resullerin İşleri’ndeki anlatımı (genellikle Resullerin İşleri’nin
yazarı Luka kabul edilir) birçok açıdan tutarsızdır. Burada, Yahudi
liderlerinin yanı sıra, İsa’nın ölümüne, sanki Yahudi halkının da tepkisiz
kaldığı ima edilmektedir ki -gerek dinî gerek siyasî durum göz önüne
alındığında- bu mümkün değildir. Bkz. J. Brodley Chance, “The Jewish People and
the Death of Jesus in Luke-Acts: Some Implications of an Inconsistent Narrative
Role”, Society of Biblical Literatüre, 1991 Saminar Papers, ed. E.H.
Lovering, Atlanta, ss. 50-81.
[57] Bkz. Solomon Zeitlin, “The Ecumenical Council Vatican II
and the Jews”, The Jewish Quarterly Review, vol. 56, no. 2 (Oct. 1965),
ss. 93-97.
[58] Bkz. Al-i İmran, 50; Maide, 46; Saff,
6.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar