Print Friendly and PDF

BİR YAHUDİ OLARAK HZ. İSA

 


  Bekir Zakir ÇOBAN

Bu makalenin amacı; Hz. İsa’nın Yahudilikle ilişkisini açıklamak ve onun aslında hiçbir zaman Yahudilikten ayrılmadığını, fakat manevî anlamda bir ihya hareketi hedeflediğini, siyasî planda ise Yahudilerin bekledikleri Mesih’in özelliklerini taşıdığını, dolayısıyla bir “barış prensi” olmayıp ak­sine siyasî bir aktör olduğunu, Hıristiyan kutsal metinlerinde de bu ger­çeğin izlerini bulabileceğimizi göstermektir.

 “Aslında tek bir Hıristiyan vardı, o da çarmıhta öldü” der Nietzsche, “o andan başlayarak <Evangelium> adını alan her şey, daha o anda, onun yaşadığının karşıtıydı...”[1] [2] Nietzsche’nin bu sözleri çarmıh hadisesinden sonra her şeyin değiştiği gerçeğini dile getirmekle birlikte, ilk kısmı, aynı anlamı çağrıştıracak biçimde tersine çevrilse tarihsel açıdan daha doğru olacaktır: Hıristiyan olduğu düşünülemeyecek tek kişi varsa, o da İsa’dır. Çünkü -Bultmann’ın vurgusuyla- “İsa, ancak Yahudilik bağ­lamında anlaşılabilir, zira o ‘Hıristiyan’ değil bir Yahudi idi.”[3]

İsa ile ilgili -aslında böyle birinin hiç yaşamadığı iddiasına varınca­ya kadar- hemen her şey söylenmiştir. Bununla birlikte, kurumsal bir din olarak Hıristiyanlık söz konusu olduğunda, genellikle iki tür İsa’dan söz edilmektedir: 1) Hıristiyan teolojisinin bir unsuru, hatta bu teolojinin merkezi olan İsa. 2) Tarihsel İsa.[4] Ancak, bunların birbirinden tamamen bağımsız olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Zira tarihsel İsa, teolo­jideki İsa’nın ön-şartıdır. Tarihsel İsa’nın yok farzedildiği durumda tüm Hıristiyanlık tarihinin bir vehim veya bir farz-ı muhal üzerine bina edilmiş olduğunun kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla tarihsel İsa -hatta onun içerisinden geldiği Yahudilik- Hıristiyanlığın meşruiyet zeminini oluştur­maktadır.

Peki, İsa kimdi? Tarihten günümüze her eğilim kendi İsa tasavvu­runa sahip olmuştur. Bununla birlikte, Hıristiyanlığın Yahudilikten ayrıla­rak müstakil bir din haline gelme sürecini göz önüne aldığımızda, temel­de İsa ile ilgili iki farklı tasavvurun bulunduğunu söylemek mümkündür. İlkine göre İsa bir Yahudi mesihidir; diğerine göre ise insanlığın kurtuluşu adına kendini kurban eden bir kurtarıcıdır.[5] Dolayısıyla, aslında Hıristi­yanlığın müstakil bir inanç haline gelişi birincinin, yani Yahudi- Hıristiyanlığın ikinciye, yani Heleno-Hıristiyanlığa dönüşmesi ya da mağ­lup olması biçiminde olmuştur. İşte bizim buradaki amacımız Hıristiyan Kitab-ı Mukaddesini temel alarak bir Yahudi mesihi olarak İsa’nın Ya­hudi kimliğini mercek altına almak; onun Yahudilikle ilişkisini ortaya koymaya çalışmaktır.

Mesih’in Gelişinden Önce Filistin

Hz. İsa öncesindeki siyasî ve dinî duruma göz attığımızda şöyle bir tablo görürüz: Filistin bölgesi, M.Ö. 332’de Büyük İskender’in işgaliyle birlikte Yunan Medeniyeti’nin etkisini hissetmeye başlamıştır. M.Ö. 63’ten itibaren ise Roma’ya bağlı bir krallık haline gelir. İsa’nın doğduğu yıllarda bu krallığın başında “Büyük Herod” (M.Ö. 37-M.S. 4) vardır. Daha sonraki bazı gelişmeler sonucunda Yahuda ve Samiriye’yi içine alan bölge Roma valilerince idare edilmeye başlamıştır. M.S. 26-36 yılla­rı arasında görev yapmış olan ve İsa’nın idamını onaylayan Pontius Platus da bunlardan biridir. Bu idare tarzı içerisinde Yahudiler bir tür yargılama özerkliğine sahiptir. Özel mahkemeleri vardır. Ancak, idam cezası için valinin onayı gerekmektedir.[6] Anlaşılan Roma, idaresi altında­ki milletlere dinî inanç konusunda belli bir özgür saha bırakmaktadır. Renan’ın ifadesiyle “isyan bastırmalarda korkunç olan bu büyük ve haşin hakimiyet, korunacak bir akidesi olan devletler gibi vesveseli değildir.”[7] Fakat otoritesine karşı tehdit olarak gördüğü eylemlere çok sert mukabe­lede bulunmaktadır. Bu şartlar altında -belki de siyasetin ve idarenin gereği olarak- Yahudilere belli düzeyde hoşgörü gösteren putperest Ro­ma ile, tarihleri siyasî mücadelelerle geçmiş ve dinî anlayışları dünyevî hakimiyeti gerektiren “Tanrı’nın seçilmiş halkı”nın barış ve huzur içeri­sinde yaşamaları imkansızdır. Zaten öyle de olmuştur. İsa öncesi ve son­rasındaki Yahudi isyanları bunun göstergesidir. Dolayısıyla Hz. İsa dö­neminde Yahudiler, boyun eğmek zorunda olsalar da, Roma egemenli­ğini hazmedemez durumdadırlar. Bekledikleri mesih de -o gün Roma esaretinde bulundukları için- onları Romalıların elinden kurtaracak bir şahsiyettir.

Hz. İsa döneminde Filistin’in dinî coğrafyasına baktığımızda ise, Yahudilik ve putperestliğin bölgede hakim inançlar olduğunu görmekte­yiz. Putperestler Roma Devletinin himayesi altındadır, ancak nüfus açı­sından bölge halkının çoğunluğu Yahudidir. Romalılar politeisttir.[8] Böyle bir inançta bir takım gelenekler var olmakla birlikte, sınırları açıkça belli bir teolojik ve ritüel yapı söz konusu değildir. Hz. İsa öncesinde Yahudilik ise yekpare bir yapı arz etmez. Genel hatlarıyla bu yapı şu şekilde tasvir edilebilir: Mabed’i merkez edinmiş olan Ferisiler ve Sadukiler’den oluşan Ortodoks Yahudilik; Esseniler ve diğer vaftizci hareketler gibi Filistin- Ürdün bölgesinde yer alan ve merkezî Yahudilikten ayrı gruplar ile sentezci bir nitelikte olup, kendi inançları ile yerel ve kültürel bazı unsurları birleştirmiş olan Samiriler, yani Heretik Yahudilik.[9]

İsa'nın, hangi Yahudi akımı içerisinde doğup büyüdüğü hakkında farklı görüşler varsa da, onun hitap ettiği kesim Ortodoks Yahudilerdir. Bu Ortodoks Yahudiliğe inanç ve dinî uygulamalar açısından baktığımız­da şu hususlar dikkati çeker: Hz. İsa’nın yaşadığı döneme gelinceye dek Yahudilikte yerleşik bir credo’nun, yani üzerinde genel mutabakat oluş­muş bir inanç sisteminin henüz var olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum, ahirete inanan Ferisiler ve böyle bir inancı kabul etmeyen Sadukiler örneğinde görüldüğü üzere, önemli bir takım konularda dahi birbirine ta­mamen zıt görüşlere sahip dinî grupların aynı din çatısı altında bir arada yaşayabilmelerini de açıklamaktadır. Bununla birlikte, dönemin Yahudi- leri arasında Tevrat’ta ifadesini bulan bazı temel inanç unsurlarının varlı­ğı muhakkaktır. Bunlardan en başta geleni Tanrı inancıdır. Dinî hayatın merkezinde ise Mabed vardır. Diğer yandan Yahudi “Kanun”u, özellikle Ortodoks Yahudiliğin ana bünyesini oluşturan Ferisiler nezdinde hayatî bir öneme sahiptir. Buna ilaveten, şimdi olduğu gibi, o dönemde de Ya­hudilik bu dünya ile son derece ilgili bir din görünümündedir. Öyle ki, bu dini asıl unsurları itibariyle tarihten ve siyasetten ayrı düşünmek neredey­se mümkün değildir. Önemli dinî fenomenler ya tamamen bu dünyaya yöneliktir ya da bunların bu dünyaya yönelik bir tarafı mevcuttur. Yahu­di kutsal metinlerine baktığımızda da, çoğunlukla bir milletin dinî ve siya­sî mücadele tarihini görürüz. Rabb’in ve Musa’nın İsrailoğullarına telkin­leri çoğunlukla bu dünyaya dairdir. İlahî ceza da mükâfat da bu dünya­dadır. Rabbe itaat veya itaatsizlik, sonuçlarını net bir biçimde siyasî ve toplumsal planda gösterir. Meselâ, Hakimler Dönemi boyunca, İsrailoğulları başka ilahlara taptığında Rab öfkelenip onları diğer milletle­rin eline verir. Pişman olup tekrar Rabb’e yöneldiklerinde onları esaret­ten kurtarır.[10]

O dönemde Yahudilerin bekledikleri mesih de sırf dinî değil, askerî ve siyasî bir kişiliktir.[11] O, Rabb’in, kendisi vasıtasıyla İsrailoğullarını ya­bancı egemenliğinden kurtaracağı kimsedir. Genelde, Yahudilerin “Babil Sürgünü” döneminde böyle bir mesih beklentisi içerisine girdikleri söyle­nir.[12] Fakat gözden kaçmaması gereken nokta şudur: Evet, Hıristiyanlık öncesinde Yahudilerce beklenen bir mesih söz konusudur. Ancak, Yahu­di tarihinde mesih diye adlandırılan başka şahsiyetler de vardır ve bunla­rın misyonu, gelmesi beklenen ile aynıdır. Yani Yahudi mesih inancı bir tek şahsiyetle ilgili değildir; söz konusu olan bir mesih geleneği veya ku- rumudur.[13]

Bir Yahudi Olarak Hz. İsa

Sıhhatleri tartışma konusu olmakla beraber, Hıristiyanların kabul ettiği biçimiyle, İsa hakkındaki bilgilerimiz neredeyse tamamen Dört İncil ile sınırlıdır. Sadece Josephus ondan bir iki yerde bahseder.[14] Dolayısıy­la, Hıristiyan kutsal metinleri dışında, İsa’dan söz eden, o döneme ait başka her hangi bir eser mevcut değildir. Bu metinleri esas aldığımızda, İsa’nın Yahudilikle ilişkisini üç açıdan değerlendirebiliriz:

1-    Hz. İsa ve Yahudi İnancı

İsa zamanındaki Yahudilikte yerleşik bir akide sistemi olmamasına rağmen, Yahudilerin genelinin sahip olduğu temel bir inanç çerçevesinin var olduğunu belirtmiştik. Bu inancın ana unsurlarını; Tanrı, (Musa başta olmak üzere) diğer peygamberler, kutsal metinler, İsrail halkının seçilmiş- liği ve mesih beklentisi oluşturmaktadır. Öncelikle, Yahudilerin mesih beklediği bir ortamda, beklenen mesih olduğu iddiasıyla ortaya çıkan birinin bu inanç yapısına muhalif bir söylemde bulunması, en azından mantıksal olarak imkânsızdır. Nitekim İncillerde de İsa’nın, yukarıda say­dığımız ana unsurlar açısından, Yahudi inancıyla mutabık olduğu görü­lebilir.

Dört İncil’de İsa’nın, daha sonraki Hıristiyanlıkta var olan şekliyle, bir teslis düşüncesini açıkça dile getirdiğine rastlanmaz. O, Tanrı’dan “Baba” diye söz etmekte ve bir “Kutsal Ruh”tan bahsetmektedir. Ancak bunlar, Yahudilerin hiç aşina olmadığı tamamen “yeni” şeyler değildir.[15] “Tanrı’nın oğlu” tabiri de Yahudilerin bildikleri ve bekledikleri mesih için -mecazî anlamda- kullandıkları bir isimdir.[16] İsa’nın dayandığı Rab, tüm özellikleriyle, Yahudilerin ilahı olan “Rab”tır ve doğal olarak insanlardan ve İsa’nın kendisinden ayrı bir varlıktır. İsa, O’na karşı bir kul gibi davra­nır ve bir insan gibi dua eder: “...Baba, adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. Her gün bize gündelik ekmeğimizi ver. Günahlarımızı bağışla...”[17] Renan’ın da işaret ettiği gibi, “İsa’nın kendisini Tanrı veya Tanrı’ya eşit saydığı iddiası, Yuhanna İncili’nde bile bir Yahudi iftirası olarak gösteri­lir.”[18] O, kurtuluşun Yahudilikte olduğuna inanmaktadır.[19]

İsa, “öğretmenimiz” dediği Musa ve diğer Yahudi peygamberlerin­den her zaman saygı ile söz eder.[20] Dahası, muhataplarına sıkça Musa ve diğer peygamberlerin kitaplarından deliller gösterir.[21] İncillerde onun, Yahudi olmayan birkaç kişiyle dostça diyaloglara girdiği ifade edilmekte ise de, yine aynı İncillerde İsa’nın, öğretisi için Yahudi olmayan kimseleri muhatap kabul etmediğini net bir şekilde dile getiren pasajlar mevcut- tur.[22]

2-     Dinî Uygulamalar Açısından İsa ve Yahudilik

Özellikle o dönemdeki hâkim eğilim olan Ferisilerin “Yahudi Ka­nununa ne derece önem verdikleri göz önüne alındığında, İsa’nın dinî uygulamalar bakımından zamanın Yahudileri gibi davranıp davranmadı­ğını sormak, doğal olarak onun Kanun’a uyup uymadığını irdelemektir. İncillerde, bu açıdan, bazı Yahudilerin -özellikle de Ferisilerin- İsa’yı şu üç konuda eleştirdiklerini okuruz:

a)   Sebt Gününe riayet: Sebt gününde öğrencilerinin bir buğday tarlasından geçerken başakları koparıp yemeleri ve aynı gün kendisinin de bazı hastaları iyileştirmesi nedeniyle Yahudiler İsa’yı Cumartesi yasa­ğını ihlal etmekle suçlar. Fakat İsa bu ithamlar karşısında, Cumartesi ya­sağını ihlal etmek gibi bir niyeti olmadığını belirtir ve onlara hem Eski Ahit’ten, hem o dönemin Yahudilerinin uygulamalarından örnekler vere­rek, hem de mantıksal açıklamalarda bulunarak, bunların yasağın ihlali anlamına gelmediğini ifade eder.[23]

b)   Temizlik: İsa -tipik bir Ferisi adeti olan- yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasına dikkat etmediği için eleştirilmiştir. Ona göre ise “in­sanı, ağzından girenler değil, çıkanlar kirletir.”[24]

c)   Dindar Yahudilerin hoş bakmadıkları insanlarla diyaloga girme­si: İsa’nın itiraz gören bir diğer uygulaması da, vergi mültezimleri ve gü­nahkâr insanlarla muhatap olması ve onlarla yemek yemesidir. Am ha aretz (temiz olmayanlar) ile ilişkiye girmesini eleştiren Ferisilere İsa şöyle karşılık verir: “Ben doğru kişileri değil, günahkârları çağırmaya geldim.”[25]

Görüldüğü üzere, İsa’nın zaman zaman eleştiriye uğrayan bu dav­ranışlarından sadece ilki, yani Sebt günü ile ilgili olanı doğrudan Ka- nun’la bağlantılıdır. Diğer iki husus Tevrat’ta açıkça ifade edilen ve Ya- hudilerin tamamının dikkat ettiği konular olmayıp daha çok Ferisilerin hassas davrandığı şeylerdir. Sebt günü yasağı konusunda da, İsa’nın bu emre karşı gelmek veya onu lüzumsuz görmek gibi bir tavır içerisinde olduğunu söylemek zordur. Çünkü o hiçbir yerde böyle bir şeyi ifade etmez. Onun karşı olduğu, şekilci davranılması ve bu yasağın insan için olduğunun göz ardı edilmesi, yani amaçla aracın karıştırılmasıdır: “İnsan Sebt günü için değil, Sebt günü insan içindir.”[26]

İncillerde İsa’nın sadece Sebt günü için değil, Kanun’un tümü hak­kında da olumsuz bir söz söylediğine şahit olmayız. O, Kanun’a uymanın şekle indirgenmesine ve işin ruhunun arka plana itilmesine karşıdır. Yok­sa Kanun’u kısmen de olsa değiştirmek gibi bir niyete sahip değildir: “Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini yıkmak için geldiğimi sanmayın. Ben yıkmaya değil bilakis tamamlamaya geldim. Size doğru­sunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşme­den, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu kuralların en küçüklerinden birini kim bozar ve insanlara öyle öğretirse, Göklerin Melekutunda kendisine en küçük denilecektir; ve onları kim yapar ve öğretirse Göklerin Melekutunda kendisine büyük denilecektir.”[27] [28]

İsa Yahudi Kanunu’na muhalefet etmediği gibi, buradaki kurallara uyma açısından, ahlâken daha büyük bir titizlik istemektedir: “Eski za­man adamlarına ‘öldürmeyeceksin’ ve ‘kim birini öldürürse hükme müstehak olacaktır’ [Çıkış, 20:3; Tesniye, 5:17] denildi. Fakat ben size derim; kardeşine kızan her insan hükme müstehak olacaktır... ‘Zina et­meyeceksin’ [Çıkış, 20:14] denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim; bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir... ve yine eski zaman adamlarına ‘Yalan yere and etmeyeceksin ve andlarını Rabbe ödeyeceksin’ [Levililer, 19:12; Sayılar, 30:2; Tesniye, 23:21] denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim; hiç and etmeyin...”21

3-    Siyasi Tavır Açısından İsa ve Yahudilik

S. H. Nasr, İbrahim’in inancı, Musa’nın kanunu ve İsa’nın manevi yolu; İslam Peygamberi’nin ise tüm bu özelliklerin bir sentezini temsil ettiğini söyler.[29] Gerçekten de İslam dünyasında, Yahudiliğin aşırı şekilde dünyevîleştiği, ardından gelen Hıristiyanlığın karşı uca geçerek tamamen ruhanî bir havaya büründüğü, son olarak gelen İslam’ın ise bu ikisi ara­sında bir denge ortaya koyduğu şeklinde bir formül zaman zaman dile getirilir. Formüller caziptir, fakat her zaman fazla genelleyicidirler. Örne­ğin, Yahudiliğin fazla dünyevileştiğini, buna karşı çıkarken İsa’nın da “kantarın topuzunu kaçırdığını” ifade ederek, İsa için “...üç yıllık tebli­ğinde yeryüzü, içgüdüler ve siyaset (dinin temel dinamikleri) hemen he­men yok gibidir. Incil’in bütün satırlarına sinmiş olan semavilik, uhrevilik ve ruhaniliktir”[30] demek, ancak İncilleri hiç okumamış biri için mümkün­dür. İsa’nın yaşadığı dönemde din ve siyaset birbiri içerisindedir.[31] Daha önce de belirttiğimiz gibi, Yahudilerin beklediği mesih de kendisine dinî olmaktan çok siyasî ve askerî misyonlar atfedilen bir kişiliktir.[32] Ve o dö­nemde, İsa dışında, kendisinin mesih olduğunu iddia eden birçok kişi ortaya çıkmıştır.[33]

Peki, Vaftizci Yahya’nın dahi siyasî gerekçelerle öldürüldüğü bir or­tamda Yahudilerin kitabında yazılı olan mesih olduğunu iddia eden İsa, olmaması gerektiği kadar barışçı birisimiydi? Günümüzde Hıristiyanlık her tür şiddete karşı olan bir sevgi dini olarak takdim edilmektedir. Ancak tarih bunun böyle olmadığını gösterdiği gibi, günümüz Hıristiyanlarının İsa hakkında çizdiği portrenin de tamamıyla gerçeği yansıtmadığı kanaa­tine varmak için İncillerde önemli ipuçları vardır:

a)   Her şeyden önce, İsa bir “Tanrısal Krallık” tan (veya “Göklerin Egemenliği”) söz eder.[34] İncillerde ve geleneksel Hıristiyan yorumlarında bu ifadenin bu dünyaya yönelik olmadığı, eskatolojik/ahiretle ilgili bir anlamı haiz olduğu söylenmektedir. Ancak, şayet o dönem şartları dikka­te alınır, hem Yahudilerin hem de Romalıların psikolojisi göz önünde tutulur ise bu kavramın yukarıda yorumlandığı şekliyle anlaşılmasının çok zor olduğu görülür.

b)   Kudüs’e geldiğinde, İsa’nın Mabed’e girişi olaylı olmuştur. O, Mabed’e girdiğinde oradaki bütün satıcıları ve alış veriş yapanları kov­muş; para bozanların masalarını, güvercin satanların sehpalarını devirmiştir.[35]

c)   İncillerde, tutuklanma anında bir çatışma olduğuna yönelik işaretler vardır. Çünkü İsa, tutuklanmasının öncesinde havarilerine “kılıcı olmayan abasını satıp bir kılıç alsın”[36] der. Tutuklanması sırasında da İsa’nın yanındakilerden biri askerlere saldırarak onlardan birinin kulağını uçurmuştur.[37]

d)   İnsanlardan bazıları (bunlar tabi ki Yahudidir) ona alenen “Ya­hudilerin kralı” diye hitap eder ve İsa’nın buna hiçbir itirazı olmaz.[38]

e)   Vali Pilatus’un önünde iken, Pilatus ona sorar: “sen yahudilerin kıralı mısın?” İsa’nın cevabı “söylediğin gibidir” şeklindedir.[39] İsa çarmıha gerilirken de, alay etmek için Romalı askerlerce başına dikenden bir taç konur ve üzerine bir suç taftası asılır: “Bu, Yahudilerin Kralı İsa’dır.”[40]

Görüldüğü üzere, özellikle İsa’nın çarmıha gerilme tablosu tama­men siyasî bir anlam taşır. Ayrıca onun, Romalılarca “Yahudilerin kralı” denilerek çarmıha gerilmesi (çarmıha gererek idam etmenin Roma İmpa­ratorluğunda ancak devlete başkaldıranlara verilen bir ceza olduğunu hatırlatalım) aynı zamanda tüm Yahudilere hakaret anlamına gelmekte­dir. Zaten, Yuhanna’daki anlatıma göre, bu durum İsa’nın tutuklanmasını “sağlayan” Yahudi din adamlarının bile kanına dokunmuştur. Onlar, suç yaftasındaki ibareye itiraz ederek, Pilatus’a “‘Yahudilerin Kralı’ diye yazma, ‘Ben Yahudilerin Kralıyım dedi’ diye yaz” derler.[41] Valinin cevabı şu şekildedir: “ne yazdımsa yazdım.”[42]

İsa’nın hiçbir Yahudinin olamayacağı kadar barışçı birisi olmadığı­nın en önemli kanıtı, herhalde, Yahudilerin onu eleştirirken söylemedik­leri bir şeydir: Ferisiler ve diğer bazı Yahudilerce İsa çeşitli şekillerde eleş­tirilmiştir, ancak bir “kurtarıcı-mesih” bekleyen Yahudiler, İsa’ya hiçbir zaman “sen bizi bu (barışsever) halinle mi kurtaracaksın?” şeklinde bir itirazda bulunmamışlardır. Kaldı ki, İsa’yı bir barış elçisi şeklinde tasvir eden İncillerin anlatımını pek inandırıcı bulmayanlar hiç de az değildir. Örneğin, “Öncelikle biz” der Marvin Harris, “İsa’nın ne zaman konuştu­ğu konusunda yanılgı içerisinde olmayabilirsek de onun ne konuştuğu hususunda yanılgı içerisinde bulunduğumuzu varsaymak için pek çok neden vardır”.[43] Ayrıca şunları ekler: “Hıristiyan İncilleri İsa’nın Yahudi kurtuluş savaşı ile olan ilişkisini yorumlamadıkları gibi onun sözünü bile etmezler. Siz eğer yalnızca İncillere dayanırsanız, İsa’nın yaşamının bü­yük bir bölümünü tarihin en yabanıl ayaklanmalarından birinin tam orta­sında geçirmiş olduğunu bilemezsiniz... ve İsa’nın Yahudi ihtilalcilerin askersel-Mesihsel bilinçliliğini yok etme yolundaki Roma girişiminin bir kurbanı olarak ölmesinden en az kuşku duyan siz olursunuz.”[44]

Harris’e göre İsa’nın gerçek öğretilerinin, Yahudilerin asker mesih geleneğinden kopmuş olması imkânsızdır. İncillerin bu anlatımı, M. 70 yılında Kudüs’ün düşmesinden sonra meydana gelen bir nevi tepkinin ürünüdür ve eğer savaş Romalılar aleyhine sonuçlansaydı barışçı bir mesih inancı gelişmeyecekti. Havarilerin hiçbiri “öbür yanağını çevirme­ye” hazır olmadığı gibi, onlara şiddet çağrıştıran lakaplar vermiş olan İsa da Mabed’de insanlara kamçıyla saldırmaya kadar işi ileri götürmüştür. O, “yeryüzüne barış değil kılıç getirmeye geldim” diyebilmiş biridir.[45] Ferisilerin kendisine sordukları “Kaysere vergi verelim mi?” sorusuna karşılık, onun “Tanrı’nın şeylerini Tanrı’ya, Kayserin şeylerini Kaysere verin” şeklindeki cevabının -Galileli Yahuda’nın vergi isyanına katılmış olan- Yahudiler için tek bir anlamı olabilirdi: VERMEYİN. Ama İncillerin yazarları ve onların okuyucuları büyük bir olasılıkla Galileli Yahuda hak­kında hiçbir şey bilmiyorlardı, bu nedenle de onlar İsa’nın çok kışkırtıcı olan yanıtını yanlış bir varsayımla, Roma yönetimine karşı gerçekten uzlaşmacı bir tutumu gösteren bir yanıt olarak kabul ettiler.[46] Oysa Resul­lerin İşleri’ndeki ifadelere göre, İsa’nın öldükten sonra dirilmesinin bile havariler için siyasî bir anlamı vardır: Onların dirilen İsa’ya yönelttikleri ilk soru “İsrail’e şimdi sen Krallığı geri verecek misin?” olmuştur. Vahiy Kitabı’nda ise İsa, beyaz bir at üzerinde, “baştanbaşa kanlı bir giysi için­de” Tanrı’nın düşmanlarıyla savaşmak ve milletleri “demirden bir asa” ile yönetmek üzere geri dönen bir komutan olarak tasvir edilir.[47]

Yahudi, ama Hangi Mezhepten?

Hz. İsa genellikle, dönemindeki dinî akımlardan biriyle ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Hatta bazen onun bağlantılı görüldüğü gruplar içeri­sinde, Zealotlar ve Esseniler gibi, birbirine zıt yaşam tarzlarını benimse­miş olanlar vardır.[48] Bununla birlikte, dönemin, İsa ile bağlantılı olduğu düşünülen üç Yahudi grubu Zealotlar, Esseniler ve Ferisilerdir.

Bazıları, İsa’nın aşırı milliyetçi ve şiddet yanlısı Zealotlarla şüpheli ilişkiler içerisinde olduğu kanaatindedir.[49] Kimilerine göre ise zaten İsa’nın havarilerinden en az altısı Zealottur. Bunlara “çölün oğlu” anla­mında Bar Yonim dendiği gibi, bir kısmına da İsa’nın muhafızlığını yap­tıkları için Bar Jesus (İsa’nın oğulları) denmektedir.[50] Eğer bir “barış prensi” değil de tipik bir Yahudi mesihi ise ve siyasî bir mücadelenin başkahramanı ise, bir Zealot olmasa da, İsa’nın bu grupla bir takım bağ­lantılarının olduğu düşünülebilir.

İsa’nın bir Esseni mağarasında doğup yetiştiği iddiası ise daha çok ruhçuluğa ve ezoterizme eğilim gösterenlerin bir fantazisidir. Evet, birçok yazar Essenilerin Hıristiyanlık ile bir takım benzerlikler gösterdiği düşün­cesindedir. 1947’de bulunan ve Essenilere ait olduğuna inanılan Ölü Deniz Yazmaları nın keşfi ile bu irtibatlandırma daha da artmıştır.[51] Fakat haklı olarak, İsa’nın ve Hıristiyanlığın Essenilik ile bir ilgisi olmadığını, hatta bunların birbirine karşıt eğilimler olduğunu savunanlar da vardır.[52] Zira Essenilerin asketik yaşam tarzı ile İsa’nın “mesih”liğini telif etmek oldukça güçtür.

Ferisilere gelince; İsa’nın, Ferisilerle sürekli mücadele ettiği ve onla­ra ağır ithamlar yönelttiği İncillerde kayıtlıdır. Ancak bu, aynı tabana hi­tap eden siyasî partilerin düşmanlığı veya aynı kitleye hitap eden sanatçı­lar arasındaki rekabet gibi anlaşılmalıdır. Zira öyle görünmektedir ki, İsa’nın kendisi de -daha sonraki Ortodoks Yahudiliğin atası olan- Ferisi geleneğine mensuptur. S.W. Baron’a göre, “eğer İsa Yahudi ise -ki Ya­hudilikten hiçbir zaman ayrılmamıştır- o bir Ferisi Yahudisidir”.[53] Ayrıca Geza Vermes ve Paul Johnson gibi yazarlar da İsa’nın Hillel ekolüne bağlı bir Ferisi olduğunu söylerler.[54] Ve bazılarına göre, İncillerde Ferisilere yönelik olarak İsa’ya söyletilen çirkin sözler, gerçeği yansıtma­dığı gibi, aynı zamanda “İsa’nın misyonunu simgelemesi gereken yar­dımseverlik düsturunun çirkin bir ihlalidir.”[55]

Tüm bunlarla birlikte bizim için önemli olan, hangi ekole mensup veya yakın olursa olsun, İsa’nın İncillerde hiçbir zaman toplu olarak Yahudileri hedef alan bir söz söylememiş olmasıdır. Yahudilerden de İsa’ya karşı kitlesel bir eylem meydana gelmediğini biliyoruz. Hatta, Chance’nin de ifade ettiği üzere, Yeni Ahit’teki anlatımın aksine, İsa’nın çarmıha ge­rilmesi hadisesinde Yahudi halkının bu olaya tepkisiz kalmamış olması gerekir.[56] Kaldı ki pek çok Yahudi yazarın dile getirdiği üzere, çarmıh hadisesi aslında dinî (yani Yahudi etkisiyle) değil, siyasî (Roma İmpara­torluğu ile ilgili) bir olaydır.[57]

Sonuç

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Hz. İsa hakkındaki bilgilerimiz tamamıy­la kutsal metinlere dayanır. Bu kutsal metinler de Hıristiyanlar için İncil­ler, Müslümanlar içinse Kur’an-ı Kerim’dir. İsa, sonradan Hıristiyan teo­lojisinin tasvir ettiği biçimiyle “kurtarıcı bir barış elçisi” değildir. Yahudi mesih geleneği ile uyum arz eden siyasî ve dinî bir aktördür. İncillerde de bunun izlerini görmek mümkündür. Dönemin bazı Yahudileri ile çatış­maya girmişse de, o aslında Ferisi geleneğine mensup bir Yahudidir ve Yahudilikten hiçbir zaman ayrılmamıştır. Onun amacı yeni bir din kur­mak değil, var olan inancı ihya etmektir. Bu düşünce, Hz. İsa’nın önceki peygamberlerin çizgisini devam ettirdiğini ve Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderilmiş olduğunu beyan eden Kur’an-ı Kerim’e de uygun bir yakla­şımdır.[58]



* Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi Anabilim Dalı.

[2]       Friedrich Nietzsche, Deccal, Hıristiyanlığa Lanet, çev. Oruç Aruoba, Hil Yay., İstan­bul, 1985, s.56

[3]       Rudolf Bultmann, Primitive Christianity in its Contemporary Setting, trans. by R.H. Fuller, Meridian Books, New York, 1956, s. 71.

[4]       Bu ayrımla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Şinasi Gündüz, Pavlus, Hıristiyan­lığın Mimarı, Ankara, 2001, s. 121 vd.

[5]       Joseph Campbell, ilk yüzyılda, Hıristiyanlar içerisinde İsa’nın görevine ilişkin farklı

görüşlere sahip üç ayrı grubun söz konusu olduğunu ifade eder:                       Yahudi-Hıristiyanlar’a göre İsa, Eski Ahit’in vaat ettiği ve siyasî bir lider olan mesihtir. Özellik­le II. Yüzyıldan itibaren etkili olan Gnostikler’e göre İsa, alemdeki “iyilik-kötülük” ikili­sinde, iyilik tarafında yer alır ve ruhsal bir misyona sahiptir. Sonradan Hıristiyanlığın teolojisini belirleyen Pavlusçu Yaklaşım’a göre ise Yahudi Kanunu insan için bir mu­sibettir ve İsa kendini feda etmekle insanlığı bu musibetten kurtarmıştır. Bkz. J. Campbell, Tanrının Maskeleri - Batı Mitolojisi, çev. K. Emiroğlu, Ankara, 1995, ss. 315-318. C.C. Rowland da tarihsel İsa ile ilgili üç temel görüşü şu şekilde sıralar: a) İsa siyasî ve dinî iktidarın tepkisiyle karşı karşıya gelerek idama maruz kalan ve sonra­sında mesajı, taraftarlarınca öte dünyaya yönelik bir dine dönüştürülen tipik bir Ya­hudi mesihidir b) O, dünyanın sonunun geldiğini haber veren eskatolojik bir pey­gamberdir c) İsa, vecizelerle konuşan ve uygulamalarıyla yönetici sınıfı kızdıran hik­metli bir öğretmendir. Bkz. C.C. Rowland, “İsa ve İlk Kilise”, İslâmiyât, III, 4 (Ekim- Aralık 2000), s. 36.

[6]       X. Jacob, İncil Nedir? Tarihi Gerçekler, Ankara, 1985, s. 172.

[7]       E. Renan, İsa’nın Hayatı, çev. Ziya İhsan, Ankara, 1964, s. 49.

[8]       Joseph Campbell Roma’daki bu çoktanrıcılığı monolatri (kendi tanrılarının yanı sıra başka tanrılara da saygı gösterme) olarak tanımlar. Bkz. Joseph Campbell, a.g.e., s. 204. Campbell aynı yerde bir hususa daha dikkat çeker. O’na göre Romalıların inancı için bazen “henoteizm” tabiri kullanılmaktadır ki bu yanlıştır. Çünkü “henoteizm” Max Müller tarafından Vedik teoloji için kullanılan bir terimdir ve burada aynı dinî ge­lenekteki tanrılara (Vişnu, Şiva gibi) tapınma söz konusudur. Dolayısıyla bu kavram Romalı putperestler için kullanılamaz.

[9]       Bkz. Ş. Gündüz, “İslam’da Ötekinin Bilimi”, Tezkire, 1996, sayı 9-10, ss. 171-189

[10]      Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Hakimler bölümü.

[11]      Bkz. M. Harris, İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar, çev. M. Fatih Gümüş, Ankara 1995, s. 154, 164, 167; E. Sarıkçıoğlu, Dinlerde Mehdi Tasavvurları, Samsun, 1997, ss. 78-82.

[12]      E. Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 193.

[13]      Tevrat’ta Musa, Harun’un başı üzerine mesh yağı döker ve onu takdis eder (Levililer, 8: 12); Samuel’in annesi Hanna, Mesih için dua eder (Bkz. I. Samuel, 2. Bap); Samuel tarafından yağla meshedilen Saul Kral olur ve kendisine “mesih” denilir (I. Samuel, 12: 3); Hakimler döneminde de, Rabbin öfkesine maruz kalıp esir düşen İsrailoğullarını, yine Rab, hep bir kurtarıcı komutanla, yani bir mesih’le esaretten kur­tarır. Bkz Hakimler, 1-21.

[14]      Josephus, Antiquities’te, İsa adında birinin Pilatus tarafından çarmıha gerildiğini ve onun takipçilerine sonradan “hıristiyanlar” dendiğini yazar. Bkz. Josephus, Jewish Antiquities, trans. by H.J. Thackeray ve diğerleri, Loeb Classical Library, London 1966, i. 110-114. The Jewish War’ın “Slav versiyonu”nda ise özetle şunlar söylen­mektedir: “O zamanda insan gibi görünen fakat insanüstü özelliklere sahip bir adam ortaya çıktı. Bazıları onun ölüleri dirilttiğine ve hastalıkları mucizevî bir şekilde iyileş­tirdiğine, bazıları ise onun gökten geldiğine inanıyorlar.” Josephus, The Jewish War, trans. by G.A. Williamson, Penguin Books, Great Britain 1969, s. 398, 399. Bununla birlikte, Williamson’un da işaret ettiği gibi, İncillerle gösterdiği paralellik, adı geçen versiyondaki bu ifadelerin esere sonradan eklenmiş olduğu şüphesini uyandırmakta­dır. Bkz. a.g.e., s. 396.

[15]      Bkz. Tesniye, 32: 6; II. Samuel, 7: 14; Çıkış, 35: 30-34.

[16]      Bkz. Günay Tümer, Hıristiyanlıkta ve İslamda Hz. Meryem, Ankara, 1997, s. 15. Annemarie Schimmel’e göre de, Eski İsrail’de Tanrının “Baba” sıfatı vardır, fakat onun daha çok “Rab-Kral” sıfatı öne çıkmıştır. İsa ise “Tanrı-Baba”yı öne çıkarmış ve mecazî manada O’nun oğlu olduğunu söylemiştir. Bkz. A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955, s. 121.

[17]     Matta, 6: 9-12; Luka, 11: 2-4.

[18]      Renan, a.g.e., s. 184. Burada bahsedilen pasaj Yuhanna, 5: 18’dir.

[19]      Yuhanna, 5: 22.

[20]      Yeni Ahit’te, Eski Ahit peygamberlerinden sadece birkaçının ismi zikredilmez. Bunun dışında tüm Eski Ahit peygamberlerine atıflar vardır. Yahya dışında Yeni Ahit’te en çok zikredilen peygamber Musa’dır (89 yerde ismi geçer), Onu Davud (66 yerde) ve İşaya (23 yerde) takip eder.

[21]      Örnek olarak bkz. Markos, 12: 26; Luka, 3: 4.

[22]      “İsa On ikileri şu buyruklarla halkın arasına gönderdi: diğer milletlere ait yerlerin hiç birine girmeyin, Samiriyelilere ait şehirlerin de hiç birine girmeyin” (Matta, 10: 5); “Ben yalnızca İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim” (Matta, 15: 24).

[23]      Bkz. Matta, 12: 1-5; Markos, 2: 23-28; Luka, 6: 1-11; Yuhanna, 5: 9-18.

[24]      Bkz. Matta, 15: 1-20; Markos, 7: 1-23.

[25]      Bkz. Matta, 9: 11-13; Markos, 2: 15-17; Luka, 15: 1-7.

[26]      Markos, 2: 27.

[27]      Matta, 5: 1-19. Ayrıca İsa, iyileştirdiği hastalara dahi Musa’nın Kanunu gereğince Rabbe takdime arz etmeleri gerektiğini söyler, bkz. Matta, 8: 1-4; Markos, 1: 40-45; Luka, 5: 12-16. Kur’an’da bu konuda, İsa’nın “Tevrat’ı tasdik etmekle birlikte, onda- ki bazı haramları helal kılmak için gönderildiği” ifade edilmektedir (Al-i İmran, 50). Fikri Yavuz gibi bazı mütercimler ayette geçen “bazı haramları” ibaresinin önüne, pa­rantez kullanmaksızın “iç yağı ve deve eti gibi” cümlesini eklemektedirler, fakat met­nin kendisinde böyle bir ifade yoktur (bkz. Fikri Yavuz, Kur’an-ı Kerim ve Meal-i Âlîsi, İstanbul, tarihsiz).

[28]      Matta, 5: 21-22, 27-28, 33-34. Josephus’a atfedilen The Jewish War’ın Slav Versi- yonu’nda İsa’dan bahsedilirken onun “birçok şekilde Şeriatı ihlal ettiği” ifade edil­mektedir (The Jewish War, s. 398, 399). Bu eğer doğruysa, dönemin İsa’ya karşı çı­kan Yahudilerinin; uydurma ise de, zaten Yahudilikle bağlarını koparmış, Kanun kar­şıtı Hıristiyanların fikri olsa gerektir.

[29]     Bkz. Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da Düşünce ve Hayat, çev. F. Tatlılıoğlu, İstanbul, 1988, s. 302.

[30]      İlhami Güler, “Dünyanın Başına Gelen ‘Derin Sapkınlık’: Dünyevileşme”, İslâmiyat, IV, 3 (Temmuz-Eylül 2004), s. 38, 39.

[31]      Bkz. M. Harris, a.g.e., s. 141.

[32]      Bultmann’ın ifadesiyle “İsrail Halkının milliyetçi bir inancı olarak varolan mesih fikri, Davud Krallığının ihyası anlamına gelir ve beklenen Mesih de Davud gibi bir kral, bir savaş kahramanıdır.” R. Bultmann, Primitive Christianity, s. 81.

[33]      Harris, Josephus gibi bazı yazarlara dayanarak M.Ö. 40 - M.S. 70 yılları arasında yaşamış en az beş Yahudi asker-mesihten söz eder: Athrongaeus, Theudas, Felix tara­fından idam edilen adsız “hain”, Mısırlı yahudi “sahte peygamber” ve Menahem. Bkz. M. Harris, a.g.e., s. 149.

[34]      Bu tabir daha ziyade Matta’da yoğun olarak geçer (bkz. Matta, 3: 1; 4: 17; 5: 19,20; 13: 33, 44, 45, 47, 52 vd.) Ayrıca Matta İncili, gösterdiği Yahudi eğilimi açısından di­ğer incillerden belli ölçüde farklıdır.

[35]      Bkz. Matta, 21: 12-13; Markos, 11: 5-19; Luka, 19: 45-48; Yuhanna, 2: 13-22.

[36]      Luka, 22: 36.

[37]      Matta, 26: 51; Markos, 14: 47; Luka, 22: 50.

[38]      Bkz. Luka, 19: 37-41; Yuhanna, 12: 12.

[39]      Matta, 27: 11; Markos, 15: 2; Luka, 23: 3.

[40]      Matta, 27: 32-44; Markos, 15: 21-32; Luka, 23: 26-43; Yuhanna, 19: 17-27. Kilise­lerdeki çarmıha gerilmiş İsa tasvirlerinde yer alan “INRI” harfleri bu yaftaya işaret et­mektedir ve Latince IESVS NAZARENVS REX IVD/LORVM”un, yani “Yahudilerin Kralı Nasıralı İsa” ibaresinin kısaltılmış şeklidir.

[41]      Yuhanna, 19: 17-22.

[42]      Yuhanna, 19: 17-22.

[43]      M. Harris, a.g.e., s. 153. Annemarie Schimmel’e göre de “İsa’nın hayat ve doktrinini Dört İncil’den tamamıyla anlayamayız” (A. Schimmel, a.g.e., s. 117). Bu İncillerdeki anlatım farklılıkları ve çelişkili ifadeler hakkında ayrıca bkz. Şaban Kuzgun, Dört İncil Farklılıkları ve Çelişkileri, Ankara, 1996.

[44]      M. Harris, a.g.e., s. 139.

[45]     Matta, 10: 34

[46]      Bkz. M. Harris, a.g.e., ss. 160-163, 174.

[47]      A.g.e., s. 166.

[48]   Bkz. F.E. Peters, Children of Abraham, Princeton University Press, New Jersey, 1984,

s. 19. Genel tasvirleri itibariyle Esseniler ve Zealotlar ayrı dünyaların insanları gibi gö­rülebilir (Aytunç Altındal bu iki topluluğun o zamanın Yahudiliğinde iki aşırı ucu tem­sil ettiğini söyler, bkz. Aytunç Altındal, Üç İsa, çev. S. Özbudun, İstanbul, 1993, s. 31). Ancak bu iki grup arasında -özellikle her ikisinin de Massada’da önemli faaliyetlerde bulunmasından dolayı- bir ilişki olabileceğini düşünenler de vardır. Bkz. Geza Vermes, The Dead Sea Scrolls in English, Penguin Books, Great Britain, 1977, s. 273.

[49]      Bkz. F.E. Peters, a.g.e., s. 18, 19.

[50]      Muhammed Ataurrahim, Bir İslam Peygamberi Hz. İsa, çev. Kürşat Demirci, İstanbul, 1997, s. 40. Ayrıca, yazara göre İsa’nın tutuklanması olayı da Romalılarla girişilen büyük bir çatışma akabinde meydana gelmiştir. Bkz. a.g.e., s. 41 vd.

[51]      İsa’yı veya Hıristiyanlıkla Esseniler arasında benzerlik veya ilişki görenler için bkz. Bkz. Y. Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Ankara, 1965, s. 172; Geza Vermes, a.g.e., s. 71; H. Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul, 1966, s. 5; M. Harris, a.g.e., s. 166; D. Cannon, Jesus and the Essenes, Ozark Montain Publishing, United Kingdom, 1998; M. Ataurrahim, a.g.e., s. 27, 28, 32, 40. Esseniler ve Ölü Deniz Yazmaları ile ile müstakil bir çalışma için bkz. İsmail Kazez, Esseniler ve Ölü Deniz Yazmaları, ba­sılmamış yüksek lisans tezi, O.M.Ü. Sosyal Bilimler Enst., Samsun, 2001. Burada Hı- ristiyanlık-Esseniler ilişkisi tartışması için bkz. s. 216 vd. Söz konusu yazmaların Türk- çeye oldukça özensiz yapılmış bir çevirisi için bkz. Geza, Vermes, Ölü Deniz Parşö­menleri, Kurman Yazıtları, çev. Nurfer Çelebioğlu, İstanbul, 2005.

[52]      Bkz. A. Edersheim, The Life and Times of Jesus the Messiah, Mac Donald Publishing Company, Virginia, iii. 325 (eserin basım tarihi yoktur, ancak yazarın önsözünden ilk kez 1883’te basıldığı anlaşılmaktadır); A.R.C. Leaney, The Jewish and Christian World 200 BC to AD 200, Cambridge University Press, Cambridge 1989, s. 36; A. Altındal, a.g.e., s. 52; Joseph Campbell, a.g.e., s. 242, 298.

[53]      S.W. Baron, A Social and Religious History of the Jews, New York, 1958, II, s. 67.

[54]      K. Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, çev. O. Özel-H. Koyukan-K. Emiroğlu, Ankara, 1998, s. 116. Renan da İsa’nın Hillel’den etkilenmiş olduğu fikrindedir. Bkz. Renan, a.g.e., s. 33.

[55]      K. Armstrong, a.g.e., s. 117.

[56]      Chance’ye göre Luka’nın, çarmıh olayı ile ilgili olarak, Resullerin İşleri’ndeki anlatımı (genellikle Resullerin İşleri’nin yazarı Luka kabul edilir) birçok açıdan tutarsızdır. Bu­rada, Yahudi liderlerinin yanı sıra, İsa’nın ölümüne, sanki Yahudi halkının da tepkisiz kaldığı ima edilmektedir ki -gerek dinî gerek siyasî durum göz önüne alındığında- bu mümkün değildir. Bkz. J. Brodley Chance, “The Jewish People and the Death of Jesus in Luke-Acts: Some Implications of an Inconsistent Narrative Role”, Society of Biblical Literatüre, 1991 Saminar Papers, ed. E.H. Lovering, Atlanta, ss. 50-81.

[57]      Bkz. Solomon Zeitlin, “The Ecumenical Council Vatican II and the Jews”, The Jewish Quarterly Review, vol. 56, no. 2 (Oct. 1965), ss. 93-97.

[58]     Bkz. Al-i İmran, 50; Maide, 46; Saff, 6.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar