Print Friendly and PDF

SALAVÂT-I ŞERÎFE VE MÜSTAKİMZÂDE’NİN ŞERH-İ EVRÂD-I KÂDİRÎ

Bunlarada Bakarsınız


 


Hür Mahmut Yücer

Giriş

Hz. Peygambere duyulan sevgi ve muhabbetin ifadesi olan salât-u selâm Kur'ân'ın emriyle her Müslümana görev olarak verilmiştir.[1] [2] Hadislerde de Hz. Peygamber'in ismi anıldığı vakit salavât getirmek gerektiği[3], getirilen salavâtları kendisine ulaştıran görevli melekler bulunduğu[4], duaların ancak onunla ka­bul edildiği, âhirette kendisine en yakın olanın bu dünyada en çok salavât geti­renler olduğu[5], getirmeyen kimsenin son derece cimri sayıldığı[6], insanların en hayırlısının çokça salavât getirenler olduğu zikredilmektedir. Her salavât geti­renin salavâtının Hz. Peygamber'e arz olunup on misliyle karşılık verildiği müjdesi de[7] mutasavvıfları salavât metinlerini ezberlemeye, evrâd ve hizb edinmeye yönlendirmiştir. Hatta bu metinlere yapılan ilâvelerde asıldan ayrılınmadığı ancak çokluğa işaret eden, anlamı güçlendirmeye yönelik sayısal lafızların eklendiği görülmektedir.

1-Tarîkatlarda Salavât

Bursalı İsmail Hakkı'ya göre salavâtlar sayılamayacak kadar çoktur. Mükâşefe ehline göre on iki bin civarındadır. Nakledilen salavâtlardan başka (Salavât-ı Menkûle) keşf ile bilinen salavâtlar (Salavât-ı Keşfiyye) de vardır ki bunları her asırda zevk-yâb-ı ehl-i tahkîk bilir. Her salavât gerçi bâis-i ızzi sermedîdir ama dereceleri farklıdır. Hepsini okumak mümkün olmadığı için, özel olan bazıları vird edinilmiş, böylece yaygınlık kazanmıştır.[8] Mahmud Sami Bey el- Mevâhibü's-seniyye adlı eserinde, Kütüb-i sitte'de geçen salavâtlara ilâveten, Ahmed Sâvî, Seyyid Bedevî, Ebu'l-Hasan Şâzilî, Seyyid Mustafa Bekrî, İmam Şâfii, Abdullah b. Abbâs, Ebu's-Suud Cârihî, İbrahim Dessûkî, İbrahim Metbûlî, Kutub Halebî, Murtazâ ez-Zebîdî ve Hanbelî gibi şahıslara ait 40 civarında sa- lavâtı bir araya getirmiştir.[9]

Yine ası rlar içerisinde çeşitli âlimlerin hadislerde geçen metinlere küçük ilâ­veler yapmakla kendilerine has salavât metni oluşturdukları görülmektedir. Bu değişikliklerin daha çok Hz. peygamberin evsâfı veya salavâtın sayısı ile ilgili olduğu, asıl metinlerden uzaklaşılmadığı anlaşılmaktadır.

Daha çok mutasavvıflar tarafından tertib edilen salavâtlara bir çok şerh ya­zılmış, mecmualar oluşturulmuştur. Bu mecmuaların en meşhuru, Şâziliyye tarîkatının Cezûliyye kolu kurucusu Süleyman el-Cezûlî (Ö.870/1465) tarafından meydana getirmiştir. Cezûlî fazîletine inandığı 130 civarındaki salavâtı[10] Delâilü'l-hayrât ve şevâriku'l-envârfı zikri's-salât ale'n-nebiyyi'l-muhtâr adıyla bir araya getirmiş, Pazartesi'den başlanmak üzere günlere göre taksim ederek okunmasını tavsiye etmiştir. Delâilü'l-hayrât diğer tarîkat mensupları, hatta bir tarîkata bağlı olmayan Müslümanlar arasında da asırlarca düzenli olarak okunmuş, okumaya başlamadan önce veya bitirdikten sonra yapılması gereken şartlar ve edepler başlığı altında uygulanan kurallarla disipline bağlanmıştır. [11]

Bu nedenle olsa gerektir ki tarîkat âyinlerinde, zikir meclislerinde Allah ve O'nun isimlerinden sonra en çok tekrar edilen zikir, salât u selâmdır. Bazen sa­atlerce süren zikir meclisleri çok değişik ve uzun salâtu selamlarla devam eder.

Sadece tarîkat erbâbı arasında değil bütün Müslümanlar arasında yaygınla­şan en meşhur salavât metni "Salât-ı Terfîciye-i Kurtûbî''dir. Faydaları hakkında kitaplar yazılan, okunmasının bazı şartları bulunduğu belirtilen,[12] devam ede­nin belâ ve musîbetlerden emin olacağı,[13] düşman istilası ve zulmünden kurtu­lacağı,[14] rızkının bollaşarak zenginliğe nâil olacağı[15] söylenen salavât metni şöyledir:

“Allahümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihi'l-ukadü ve tenfericü bihi'l-kürabü ve tukdâ bihi'l-havâicü ve tünâlü bihi'r-regâibü ve hüsnü'l-havâtimü ve yüsteska'l-ğamâmü bi veçhihi'l-kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi ma'lûmi'l-lek"[16]

İmam Kurtubî bu salavâtı, “Tefrîciye" olarak, Garb ulemâsı (Endülüs, Fas, Tunus, ve Cezayirliler) muratlarının bu salavât-ı şerîfe sebebiyle hemen yerine gelmesinden dolayı “Salât-ı Nâriye", ehl-i esrâr şifâ bulmaları sebebiyle “Miftâh- ı kenzi'l-muhît" (Âlemleri kuşatan hazînenin anahtarı) olarak adlandırmıştır.

İmam Kurtubî; “Bir mü'min önemli bir işinin hâsıl olmasına yahut büyük bir belânın defini murat ettiği vakit bu Salât-ı Tefrîciye'yi 4444 defa okursa Al­lah o mü'minin niyet ettiğini muvaffak kılar, matlûbunu hâsıl eder." der. Hatta her gün kırk bir kere bu salât-ı şerîfeyi okursa, Allah o mü'minin kalbinden gam ve hüznü giderir, bağlı işini feth eder, zararları giderir, her işini kolaylaştı­rır, rızkını genişletir.

İslâm dünyasında en meşhur salavâtlardan birisi de Şeyh Hasan Şâzilî'nin de şeyhi olan Abdüsselâm b. Meşîş Hasenî (ö.625/1228)'ye ait olduğu rivâyet edilen Salavât-ı Meşîşiyedir. Hakkında yirminin üzerinde şerh yazılmış[17] ve bü­tün tarîkat mensuplarınca yaygın olarak okunagelmiştir. “Allahümme salli alâ men minhu inşakkati'l-esrâr, ve'n-felekati'l-envâr" şeklinde başlayan Salât-ı İbn Meşîş, Hz. Peygamber vesile edinilerek yapılan dualarla nihâyete erer. Şâzilî usulünde günlük vird olan bu salavât metnini temel alan Ali Darkavî, yaptığı ilâvelerle yeni bir metin oluşturmuş, Darkaviyye mensuplarınca yeni şekliyle okunmaya başlanmıştır.[18]

Hz. Peygamber'i rüyada görmek isteyen kişi edebini kuşanarak gece uyu­madan önce “Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed. Fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lûmi'l- lek" salâtını okur, sonrada gece gündüz bunu okumaya devam eder, Peygam­ber Efendimiz'in ismi anıldığı vakit huzurunda bulunuyormuş gibi edeple okumaya devam ederse bi iznillah onu rüyasında görür. Mahmud Sâmi Bey ise, Efendimizi rüyasında görmek isteyen kişinin “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedini'n-nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî küllema zekerake'z- zâkirûn ve ğafele an zikrike'l-gâfilûn...." diye başlayan “Salâtü'l-hâfile"yi her gece yatmadan önce yüz defa okumasını, buna on gece devam etmesini, abdest- li ve sağ yanı üzerine uzanmasını tavsiye eder. Çünkü bu bilgiyi Nebhânî'nin Saâdetü't-dâreyn adlı eserinden almıştır.[19] Mevâhibü's-seniyye'de “Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, adede külli dâin ve devâin ve bârik aleynâ ve aleyhim kesîrâ" ibaresiyle kaydedilen salavâ- tın da “Salâtü'n-Nakşibendiyye" olduğu zikredilmektedir.[20]

Bunların en meşhurlarından birisi de tefsir sahibi Hüseyin Kâşifî'nin Risâletü's-Salavât' ında kaydettiği, Gazneli Sultan Mahmud'un da kendisine vird edindiği, her okunduğunda on bin salavât okunmuş gibi karşılık verilen "Salât- ı Melevân" metnidir.

Rivâyete göre maddi sıkıntıya düşen bir derviş rüyasında Peygamber Efen­dimizi görmüş, halini arz edince kendisine Sultan Mahmud'a giderek sıkıntısı­nı giderecek maddî yardımı istemesini tavsiye etmiştir. Derviş “Efendim padi­şah beni kapısından kovar, ona ne diyeyim ki benim ihtiyacımı görsün, kapı­sından kovmasın?" deyince Efendimiz; O'nun bana yatmadan evvel otuz bin, ya­taktan kalkarken de otuz bin salavât getirdiğini haber ver" demiş.

Gazneli Mahmud dervişin bu söylediklerini duyunca ihtiyacından fazlasını ona hediye etmiş. Derviş çekildikten sonra padişahın etrafında bulunan devlet erkânı hükümdara, sürekli yanında bulunduklarını, bu kadar salavâtı ne za­man ve nerede çektiğini sorarlar. O'da "ulemâ-yı ehl-i yakînden duyduğuna göre aşağıda yazılı salavâtı her kim bir defa okursa on bin defa salavât çekmiş gibi olduğunu, kendisinin de yatmadan önce üç defa, kalkarken de üç defa çek­tiğini böylece otuzardan altmış bin defa okumuş gibi olduğunu söylemiştir. Bu salavât şöyledir:

"Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî külleme'htelefe'l-melevân, ve taâkabe'l asrân, ve kerrera'l-cedîdân, ve'stakbele'l-ferkadân, ve beliğ rûhahû ve ervâha ehli beytihî minna't-tahiyyete ve's-selâm, ve'r-ham ve bârik ve sellim aleyhi kesîran kesîran ilâ yevmi'l-haşri ve'l-karâr."[21]

Ticânîler arasında çokça methedilen ve Ahmed Ticânî (ö.1231/1835)'nin an­cak abdestle okunmasını tavsiye ettiği Cevheretü'l-kemâl de bir salavât metnidir. "Allahümme salli ve sellim alâ ayni'r-rahmeti'r-rabbâniyyeti ve'l-yâkûteti'l mütehakkıkati'l-hâitati" şeklinde başlayan Cevheratu'l-kemâl’in günlük dersler içerisinde on iki defa okunması istenmektedir. Abdest almanın mümkün olma­dığı durumlarda bu duanın yerine Salât-ı fâtıhiyye okunur. Ticânîlerin inanışına göre Cevheratu'l-kemâl'in okunması esnasında Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn mânen hazır bulunur, evrâdın okunmasına iştirak ederler.[22]

Haftalık tekke âyinlerinde ve sabah evradlarında okunan salavât metinleri genellikle Hadis mecmualarında yer almaktadır. Ancak bunların dışında, evrad kitaplarında ortak olarak kaydedilen, üç defa okuyanın yüz bin defa okumuş gibi olduğu rivâyet edilen bir başka meşhur salavât-ı şerîfe de şudur;

“Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin bahri envârike vema'dini esrârik, ve ayni ınâyetik, ve şemsi hidâyetik, ve arûsi memleketik, ve emni velâyetik, ve lisâni mahabbetik, ve imâmi hadrakit, ve hayri halkik, ve ahabbi'l-halkı ileyke abdike ve habîbike ve rasûlike'n- nebiyyi'l-ümmiyyi'llezî hatemte bihî'l-enbiyâe ve'l-mürselîn, ve alâ melâiketike'l-mukarrabîn, min ehli's-semâvâti ve ehli'l-aradîn, rıdvânu'llahi Teâlâ aleyhim ecmaîn, bi rahmetike yâ erhamerrâhimîn, ve'l-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn"[23]

Her tarîkat tarafından en meşhur salavâtlardan kabul edilen ve çeşitli amaç­larla Türkiye Müslümanları arasında halen yaygın biçimde okuması gelenekle­şen “Salât-ı Münciye"[24] dir. Rivâyete göre; Bir gemi yolculuğunda çok şiddetli bir fırtınaya tutulan bu zat uyku esnasında Resulullah Efendimizi görür ve Efendimiz (sas) kendisine 1000 defa okumak üzere bu salavât-ı şerifeyi tâlim buyururlar. Bu şekilde tüm gemi halkı kurtulur.[25]

Şeyh tarafından dervişlere şahsî olarak verilen tarîkat derslerinde de mutla­ka günlük çekmesi gereken salavât-ı şerîfeler bulunmaktadır. Ancak bunlar ge­nellikle salavât-ı şerîfenin kısaltılmışı olan “Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammed" şeklinde olduğu, bütün tesbihlerin sonunda yapıldığı görülmekte­dir. Çünkü İsm-i Celâl (Allah) zikriyle gönlünü ateşlendiren müridin ancak “sa­lât u selâm" ın ılıman, rahatlatıcı iklimine sığınarak teselli bulduğu da gerçektir.

Yine bütün tarîkat âyinleri, Hz. Peygamber'e duyulan sevgi ve saygının bir ifâdesi olarak salavât ile başlar, çeşitli esmâ ve lafza-i celâl zikrinden sonra tek­rar salât u selâma dönülerek sona erer. Meselâ Bektâşilik'te dahi Cem âyinine çırağın "Bismillahirrahmânirrahîm" ve "ber cemâl-i Muhammed, Kemâl-i İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin râ bülend-i salavât" diyerek başladığı bilinmek­tedir. "Allahümme Rabbenâ salli alâ Ahmedi hayri'l-mürselinâ, ve alâ sâhibe'l- havzı emîri'l-mü'mininâ ve alâ Fâtımete'z-zehrâ ümmü'l-etyabinâ ve alâ...." şeklinde başlayan Bektâşîlerin okuduğu ancak Rifâî evrâdında da yer alan Nâd- ı Ali duası da sonuç itibariyle, Hz. Peygamberden başlayıp ehl-i beyt ve on iki imamı içeren salavât metnidir. Nâd'ın sonuna doğru, Hz. Peygamberin nübüv­vet nûrundan, Hz. Ali'nin velâyet sırrından isteklerde bulunulmakta, "Lâ fetâ illâ Aliyyen, Lâ Seyfe illâ Zülfikâr, her bela ki pîş u âyed ref'i kon perverdigâr, yâ kâhira'l-adüvvi yâ veliyyü'l-vâlî yâ mazhari'l-acâibi yâ Murtazâ yâ Ali" de­nilerek son bulmaktadır.[26]

Sünbüliyye Tekkelerinde okunan evraddan sonra bu tarîkata ait olarak "Sünbülî Salâtı" denilen özel besteli bir salât ilâve edilmektedir[27].

Sâdeddin Cibâvî'ye ait olduğu söylenen ve Sâdîler arasında okunan bir sa­lavât metni de şöyledir: "Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî mâ ğanne'l-hezâr, ve salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî mâ hanne azîbün ile'd-diyâr, ve salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî salâten tüîdünâ bihâ min şerri'l-cârr.[28]

Fark makamına eren, dersini ilerleten mutasavvıfın kelime-i tevhîdde oldu­ğu gibi Allah ile Rasûlünün arasını ayırmak istemediğinden, bazen de sevgisi­nin ziyâdeliğinden salavât zikrini çok fazla artırdığı da görülmektedir. Meselâ kaynaklar Tahir Ağa Dergâhı şeyhi İbrahim Hayrânî Efendinin şeyhi Konyalı Ali Behcet Efendiyi kastederek "Adam olamadım, şeyhim yevmi 20.000 salavât-ı Şe­rîfe okurdu, biz henüz 12.000 kadar okuyabiliyoruz" dediğini nakletmektedir[29]. Ali Behçet Efendinin şeyhi Kerküklü Emin Efendinin ise günlük kırk bin adet Salât-ı ümmiye çektiği rivayet edilmektedir.[30] Hasan Basri Çantay da en fazîletli salavât ve selâm lafzı olarak Sivas mebusu ve Hâlidî şeyhi Mustafa Tâkî Efendinin kendisine tavsiye ettiği bir ibare nakletmektedir; "Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin bi adedi ılmik.”[31]

Hayatlarında salavât-ı şerîfeye önem veren tarîkat erbâbının vefatında, ce- nâze merasimlerinde yine ona yöneldiği görülmektedir. Osmanlı'da tarîkat şeyhinin cenâzesi yıkanırken salâ verilir, cenaze götürülürken üçe ayrılan gru­bun en sonuncusu da salât u selâm okurdu.[32]

Bir çok salavât metni kaleme alan Abdulkâdir Geylânî[33]'ye ait "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve habîbike ve rasûlike'n- nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim” ve "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedini'n-nebiyyi'l-melîhi ve sâhibi'l-makâmi'l-âlâ ve'l- lisâni'l-fasîh”, Abdulvahhâb Şârânî'ye izâfe edilen "Allahümme'c-al efdala salavâtike ebeda” şeklinde başlayan salavâtlar bu grubun önde gelenlerinden kabul edilir.[34] Evrâdlarda yer alan diğer bir salavât metni de, sabah akşam üçer defa okuyanın günahlarının ve hatalarının silineceği söylenen "Salât-ı muhavver” dir.[35]

Rifâiyye Tarîkatı'ndan Ebu'l-Hüdâ es-Sayyâdî (ö.1909)'de Tarîku's-savâb fi's- salavâti ale'n-nebiyyi'l-evvâb[36] adlı risâlesinde başta Ahmed er-Rifâî hazretlerine ait olmak üzere silsilesinden güzerân eyleyen tarîkat büyüklerine ait çeşitli sa­lavât metinlerini bir araya getirmiştir.[37] Çünkü ona göre Allah'a yaklaşmak ve onun rızasını kazanmak için, Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerîm'i okuduktan sonra, en güzel vesîle sebebi ve maksuda ulaştıran yolların en güzeli, seyyidimiz, efendimiz Rasûlüllah aleyhisselâm üzerine çok, çok salavât-ı şerîfe getirmektir.

Tasavvuf erbâbı arasında yaygınlaşan diğer bir salavât da “Salât-ı Kemâli- ye"dir. Halvetiyye'nin Bekrî Kolu kurucusu Mustafa Bekrî Efendi (ö.Kahire 1162/1749)'ye ait olan bu metni, Üsküdar'da Kurban Nasuh Baba Dergâhı'nın Rifâî şeyhi Nûrî Efendi (ö.29 Eylül 1856) şerh etmiştir. Tamamı “Allahümme salli vesellim ve bârik alâseyyidinâMuhammedin ve alââlihî adede in'âmillâhi'l-kerîmi ve ifdâlih, Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ mürşidinâ Muhammedin ve alâ âlihî adede kemâlillâhi ve kemâ yelîku bi kemâlihî, eş-şemsü'd-duhâ, bedrü'd-dücâ, nûru'l- hüdâ’ olan salâvât metninin şerhi, hurde-i tarîk niteliği arzetmektedir.[38]

Salât-ı Kemâliye, Rifâîler arasında yatsı namazından sonra şeyhin riyâsetinde halka olunarak topluca yedi defa okunur. Buna yatsı usûlü denilir.[39] Nûri Efen­diye göre salavât ile asıl amaç, onun vesîlesi ile Cenâb-ı Rabbü'l-âlemîne intisâb ve takarrub eylemektir. Zaten ehlüllah-ı kirâmın, sürûr-ı âlemîn efendimize daima vuslat­larına ve intisaplarına sebeb-i yegâne, salât u selâm ile çokca meşgul olmalarıdır. Pey­gamberimiz, ümmetine, darda kalanın sıkıntılarını gidermek için çokça salavât getirmelerini tavsiye etmiştir. Kendisine en çok yakın olanların en fazla salavât getirenler olduğunu söylemiş, dolayısıyla en fazla şefaate yakın olduğuna işa­ret etmiştir. Yine salavât rızkı genişletir, gam ve endişeleri giderir.

Salavât literatürü

Eski kitapların giriş kısmında hamdeleden sonra salvele bölümü bulunurdu. Buhârî'den nakledilen bir Hadîs-i Şerîf'te; "Bir kimse yazdığı bir şeyde bana da sa­lavât yazarsa benim adım o kitapta kaldığı müddetçe melekler onun için istiğfar eder" buyurulması bütün metinlerin başında hamdeleden sonra salavât yazma gele­neğini oluşturmuştur.

Bir çok mutasavvıfın salavât-ı şerîfe veya evrâda şerh yazdığını daha önce söylemiştik. Bunların bazıları şöyledir; Hüdâyî Âsitânesi postnişinlerinden Yâkub Afvî Efendi (ö.1149/1736-37)'ye ait el-Vesîletü'l-uzmâ li Hazreti'n- Nebiyyi'l-Müctebâ[40] ile yine başka bir Celvetî şeyhi olan Ahmed b. Muhammed (el-Celvetî) (ö.1130/1718)[41]'nin Hadîs-i Erbaîn fı fad'ıleti's-salavâti'n-nebeviyyeti mea şerhihî[42] adlı eseri salât ü selâm getirmenin fazîletine dairdir. El-Celvetî, eserinin başına kırk hadis derlemenin faziletine dair uzun bilgiler derc etmiş, daha son­ra hocası Abdulkerim b. Veliyyiddin'in (ö.1100/1688) salavât getirmenin fazile­tine dair Mecmau'l-fevâid isimli eserinin başındaki kırk hadisi aynen alarak ve çok basit ilâveler yaparak oluşturmuştur.

Müstakimzâde Süleyman Efendinin evrâd ve salavât metinlerine büyük önem verdiğini bir çok metni şerh ettiğini söylemeliyiz. Bunların en meşhurları şöyledir. Risâle fi's-salavâti'ş-şerîfe[43], Şerh-i Evrâd-ı Kâdiriye[44]; Şerh-i Evrâd-ı İmâm-ı Süheylî[45], Şerh-i Evrâd-ı Seyyid Yahyâ[46], Şerh-i Salavât-ı Meleveyn.[47] Salahaddin Uşşâkî (ö. 4 Ocak 1783 Cuma), Salavât-ı Uşşâkiye[48], İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725) Şerhu salavât-ı İbn Meşîş[49], Şerîfzâde Mehmed Fâzıl Paşa (1299/1882), Şerhü'l-Evrâd el-Müsemmâ bi Hakâyıkı Ezkârı Mevlânâ,[50] Harîrizâde Kemâleddin Efendi (ö. 1299/1882) Şerhu Evrâdi'l-Üsbûiyye[51]ve Salâtü'l-İthâf bi-şerh-i salâti's- Sakkâf[52]; Manisalı Kadızâde Abdurrahman Sâmi Efendi, Evrâdü'l-Mukarrabîn. Şeyhülislâm Akşehirli Hasan Fehmi Efendi (1298/1880) de İbn Arabî muhibbi ol­ması nedeniyle eserleriyle ilgilenmiş ve Şerh-u alâ Salât-i Feyziyye li'ş-Şeyh İbn Ara­bî, adlı şerhi kaleme almıştır[53]. Kaynaklarda Nakşibendiye'den Şeyh Abdullah Ferdî Efendî (ö.1274/1857) ve Gülşeniyye'den Edirne Veli Dede Dergâhı şeyhi Şuayb Şerâfeddin Efendi (1327/1911)'nin , “Salât-ı Meşişiyye şerhi"nin olduğu ya­zılıdır.[54] Hasan Fehmi adlı bir zât da, Salât-ı Seyyid Ahmed Bedevî Tercüme ve şerhi (İst. 1272/1856)[55]'ni kaleme almıştır.

Osmanlı'nın son dönemlerinde tarîkat çevrelerinde salavât getirme hakkın­da yazılan eserlerin bazıları da şöyledir: Süleyman Hakkı Efendi, Mecmuaü'd- deavât ve's-salavât ve'l-akâid ve'n-nasâyih, Dersaadet Matbaa-i Osmaniye 1307; Ebu Said Muhammed b Mustafa b. Osman Hâdimî, Risâli f hakki't-tesbih ve't- tahmid ve't-tekbir alâ selâsin, Matbaa-i Âmire ty. 210 sh.; Ebü't-Tâhir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed Firuzabadi, Rasulüllah Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmek 817/1415 (Çev. Mustafa Demirkan-İsmail Tavman) Konya 1998; Kâdirî Seyyid Muhammed Sâlih (Yeşilzâde), Dua Mecmuası, Salât-ı Münciye, Sa- lât-ı Nâriye ve Ramazan Duası, İstiklal Matbaası 1956. Muhammed Nûru'l- Arabî'de Delâilü'l-Hayrât Şerhi yanında Ahmed b. İdris'in salâtını ed-Dürrü'n- nefîs alâ salât-ı İbn İdrîs adıyla Türkçe olarak, Şeyh-i Ekber'in Salât-ı Feyziyyesi'ni Mecâli'z-zehrâ ala's-salâti'l-kübrâ, Salâtu mutılsım'ı el-Yâkûtü'l hamrâ ale's-salâti's-suğrâ adıyla Arapça olarak şerh etmiştir.[56]

Hz. Peygamber'e salavât getirmek tasavvuf edebiyâtını da derinden etkile­miştir. Bazı mutasavvıflar manzum olarak salavât getirmenin gerekliliğini vur­gularken bazıları da bunun fazîletine işâret etmiştir. Meselâ Yahyâ Bey;

Safâ-yı kalp ile hergün gören verir salavât

Mehâsin etmiş o mihr-i kemâl-i nûrân

derken, Kâdirî Tarîkatı'nın Müştâkiyye kolu kurucusu Mustafa Müştak Baba;

Çok salavât ile tahiyyât u selâm bî-hesâb

Ruhuna bahş olsun ey peygamber-i âli cenâb”[57] demiştir.

Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî

Tarîkatlar tarihinde en fazla vird, hizb ve dua metni yazan şeyhlerden birisi Abdulkâdir Geylânî (ö.561/1166)'dir.[58] O'nun salavât metinlerinden başka; 1-el- Kibritü'l ahmer fi's-salâti ale'n-Nebî, 2-Da'vetü'l-celâle, 3-Kenzü'l-a'zâm,[59]4-(Duâu) Fethi'l-basâir,[60] 5-ed-Delâil (es-Salâtü'l-kübrâ) (İstanbul 1323, 30 sh.),[61] 6-Evrâd[62], 7-Hizbü beşâirü'l-hayrât,[63] 8-Hizbü't-tazarru ve'l-ibtihâl (İbtihâlü'ş-şeyh Abdilkâdir),[64] 9-Hizbü's-süryâniyye (Da'vetü's-süryâniyye),[65] 10-Hizbü's-sağîr, 11-Hizbü'l-hıfz, 12-Hizbü'n-nasr, 13-Duâu hizbü'n-nasr[66] adlı virdleri bulunmak­tadır.

Burada çevirim yazısını vereceğimiz Müstakimzâde'ye ait şerhin bir çok kü- tüphânede yazma nüshaları mevcuttur.[67] Müstakimzâde'nin şerh ettiği bu eser; Hâzâ mecmuu bihi ahzâb ve evrâd ve ed'ıye li Muhyiddin Abdulkâdir el-Cîlânî adıyla h. 1304'de Tunus'da ve Evrâd-ı Kâdiriye adıyla Hulusi Efendi Matbaası tarafın­dan İstanbul'da (ts.) basılmıştır. Ayrıca Müstakimzâde'den ayrı olarak Türk­çe'ye Süleyman Hasbi (İstanbul 1306) ve Şeyh Naci (İstanbul 1326) tarafından tercüme ve şerh edilmiştir. Naim Erdoğan da Kalâidü'l-cevâhir'in Türkçe tercü­mesinde (İstanbul 1982) Abdulkâdir Geylânî'ye nisbet edilen başka hizblerle birlikte neşretmiştir.

Bir çok salavât mecmuası bulunan Müstakimzâde Süleyman Saadeddin Efendi,[68] Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî'nin sonuna "Fî Beyân-ı Bazı Fedâil-i Salavât ve Mevâdıîhî" başlığı altında peygamberimize salavât getirmenin faydalarını şöyle sıralamaktadır.

1.    İnsanın ömründe bir defa salavât getirmesi farzdır. Çünkü Salavât da Hakk'ın emrine imtisal vardı. Tahavî'ye göre ise salavât getirmek vacibtir.

2.    Salavât getiren kişinin makamı on derece yükselir, on seyyiesi silinir.[69]

3.    Salavât ile yapılan dualar makbul olur.

4.     Şefaat-i Nebîye müstahak olunur, günahlara mağfiret edilir.[70]

5.    Peygamberimizin yanında ismi zikredilir. O'nun yanında cimri olarak “Bahil" anılmaz.[71]

6.     Kıyamet korkusundan emin olur.

7.     Cennet yolunda, sapmaktan ve mahbesten emin olur.

8.     Sırat üzerinde korunur.

9.     Ömrü bereketlenir.

10.     Peygamberimizin sevgisi gönlüne yerleşir, kalbi hayat bulur.[72]

Nitekim İmam Şârânî de Allah'ın peygamberine dünya ve âhiret hayatında sağlamış olduğu kolaylıkları, salât ve selâmı alışkanlık haline getiren kullarına da sağlayacağını söylemektedir.[73]

Tefsirinde salavâta geniş yer ayıran Bursevî, Hz. Ebu Bekir (ra.) dan naklet­tiği rivâyette; “Peygamber aleyhisselâm salât, soğuk suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları helâk eder, söndürür. Peygamber aleyhisselâm da Allah'ın selâ­mının karşılığıdır. Allah'ın selâmı ise, bin haseneden üstündür" buyurmuştur.[74]

Yine Müstakimzâde'ye göre peygamberimize salât ve selâm getirilecek yer ve zaman çok olmakla beraber herkese gereken yerler şöyledir; a-Namazların sonunda teşehhüd esnasında, b-Cenâze Namazı'nın ikinci tekbirinden sonra, c- Cuma, Bayram ve İstiskâ namazlarının hutbelerinde, d-Nikah akdi esnasında imama icâbet edilerek, e-Her işin başında, f-Abdest aldıktan sonra, mescide gi­rişte çıkışta, çarşıya çıkışta, eve girişte, g-İsmi zikr olunduğu her yerde, h- Hz.Peygamber'in kabrini ziyaret esnasında, ı-Hüzn ve gam vakitlerinde, i- Vaaz, tezkire ve tedris başlarında, j-Uykudan önce, k-Fakirlikten kurtulmayı isteyince, l-Bir şeyi unutunca, m-Cuma, akşam ve Sabah namazlarından sonra[75]

KÂDİRÎ EVRÂDI’NIN MÜSTAKİMZÂDE TARAFINDAN ŞERH EDİLEN BÖLÜMÜNÜN TERCÜMESİ

Ey Allah'ın Rasûlü, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın sevgilisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın Nebîsi, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın dostu, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın temiz kulu, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın velîsi, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın yarattıklarının en iyisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın Arşı’nın nûru, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın vahyinin emîni, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın zînetlendirdiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın şereflendirdiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın değerli kıldığı, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın muazzam kıldığı, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın öğrettiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın selâmete çıkardığı, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey Allah’ın seçtiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey evvelkilerin ve sonrakilerin efendisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey günahkarların şefaatçisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey nebîlerin sonuncusu, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey âlemlere rahmet (olarak gönderilen), salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey muttakîlerin imamı, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Ey âlemlerin Rabbinin elçisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.

Allah’ın meleklerinin, peygamberlerinin (nebîlerinin), rasüllerinin, Arşını taşıyanla­rının ve O’nun mahlûkâtının hepsinin salâtı, Efendimiz Muhammed aleyhisselâmın, onun âlinin ve bütün dostlarının üzerine olsun.

Allahım, o en yüce makam ve fasîh lisan sahibi, güzel yüzlü (ve güzel huylu) Efen­dimiz, peygamberimiz Muhammed’e (aleyhisselâma) salât ve selâm kıl.

Allahım, salât ve selâmlarının en üstününü, bereketlerin en bolunu, ikramların en çoğu­nu, ikramlarının sayı ve fazîletçe en kıymetlilerini Efendimiz Muhammed (aleyhisselâma) ve onun âl-i ashâbı üzerinde daimî ve ebedî kıl.

Bizim peygamberimiz, Efendimiz Muhammed aleyhisselâm ki; Beşerin en şereflisi, îmânî hakîkatlerin hazinesi, ihsânî tecellîlerin şâhikası, rûhânî sırların konağıdır.

O, peygamberler gerdanlığının ana mücevheri, Rasûller ordusunun öncüsü ve yüce nebîler kafilesinin kumandanıdır. O, bütün yaratılanların en üstünü; en yüce izzet ve şeref sancağının bayraktarı, şeref dizginlerinin sahibidir.

O, ezeliyet sırlarının şahidi ve önceden gelip geçenlerin nurlarının müşâhididir. Kı­dem lisânının tercümânı, ilim, hilm ve hikmetler menbaı; küllî ve cüz’î vücûdun mazha- rı; ulvî ve süflî vücûdun gözbebeği; kevneyn (dünyâ ve âhiret) cesedinin rûhu, iki dünyâ hayatının kaynağı ve özü, kulluk rütbelerinin en üstün seviyesini gerçekleştiren, seçil- mişlik makamlarının ahlâkı ile ahlaklanmış, kerîm dost, büyük sevgili, Efendimiz Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib, nebîlerin sonuncusu, Peygamberimiz üzerine, âline ve bütün ashâbına salâtını daimî, en çok artan sermedî bereketini, en temiz tahiyyâtını âdet ve fazîlet bakımından ilmin adedince, kelimelerin sayısınca, seni ve onu ananların her anışında, gafillerin seni ve onu zikirden her gaflet edişinde, onun üzerine kıl. Kıyâmete kadar O'na bol bol selâmet ver.

Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî li Müstakimzâde

 

اعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّ ج۪يمِ ﴿ بِسْىمِ اللّٰهِ الرَّ حْمٰنِ الرَّ ح۪يمِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ. اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ. اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ. اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ. صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ. آمِينَ. ﴿

اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَٓااَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً

﴾ اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ ﴿

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ. وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ

وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ. ﴾ اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا حَبِيبَ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا خَلِيلَ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا نَبِىَّ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا صَفِىَّ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا خَيْرَ خَلْقِ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا نُورَ عَرْ شِ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا اَمِينَ وَحْىِ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ زَيَّنَهُ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ شَرَّ فَهُ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ كَرَّ مَهُ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ عَظَّمَهُ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ عَلَّمَهُ اللّٰهِ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا سَيِّدَ الْمُرْ سَل۪ينَ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا اِمَامَ الْمُتَّق۪ينَ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا خَاتَمَ النَّبِيّ۪ينَ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا شَفِيعَ الْمُذْنِب۪ينَ

اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

صَلَوَاتُ اللّٰهِ وَمَلَا ئِكَتِهِ وَاَنْبِيَائِهِ وَرُسُلِهِ وَحَمَلَةِ عَرْشِهِ وَجَم۪يعِ خَلْقِهِ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدِ وَ آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدِ عَبْدِكَ وَحَب۪يبِكَ وَرَسُولِكَ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسلِّمْ

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ النَّبِىِّ الْمَلِيحِ صَاحِبِ الْمَقَامِ الْاَعْلَى وَالْلِّسَانِ الْفَصِيحِْ

اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ اَفْضَلَ صَلَوا تِكَ اَبَدً

وَاَنْمَى بَرَكَاتِكَ سَرْمَدً

اوَاَزْكَى تَحِيَّاتِكَ فَضْلً وَعَدَدًا

عَلَى اَشْرَفِ الْخَلَائِقِ الْاِنْسَانِيَّةِ

وَمَجْمَعِ الْحَقَايِقِ الْاِيمَانِيَّةِ

وَطُورِ لتَّجَلِيَّاتِ الْاِحْسَانِيَّةِ

وَمَهْبِطِ الْاَسْرَارِ الرَّحْمَانِيَّةِ

وَعَرُوسِ الْمَمْلَكَةِ الرَّبَّانِيَةِ

وَوَاسِطَةِ عِقْدِ النَّبِيِينَ

وَمُقَدَّمِ جَيْشِ الْمُرْسَلِينَ

وَقَائِدِ رَكْبِ الْاَنْبِيَاءِ الْمُكَرَّ مِينَ

وَاَفْضَلِ الْخَلْقِ اَجْمَعِينَ

حَامِلِ لِوَآءِ الْعِزِّ الْاَعْلَى

وَمَالِكِ اَزِمَّةِ الْمَجْدِ الْاَسْنَ

شَاهِدِ اَسْرَارِ الْاَزَلِ

وَمُشَاهِدِ اَنْوَارِ سَوَابِقِ الْاُوَلِ

وَتَرْجَمَانِ لِسَانِ الْقِدَمِ

وَمَنْبَعِ الْعِلْمِ وَالْحِلْمِ وَالْحِكَمِ

مَظْحَرِ سِرِّ الْجُودِ الْجُزْئِىِّ وَالْكُلِّىِّ

وَاِنْسَانِ عَيْنِ الْوُجُودِ الْعُلْوِىِّ وَالسُّفْلِىِّ

رُوحِ جَسَدِ الْكَوْنَيْنِ. وَعَيْنِ حَيَوةِ الدَّ ارَيْنِ

اَلْمُتَحَقِّقِ بِاَعْلَى رُتَبِ الْعُبُودِيَّةِ

وَالْمُتَخَلِّقِ بِاَخْلَاقِ الْمَقَامَاتِ الْاِصْطِفَائِيَّةِ

اَلْخَلِيلِ الْاَعْظَمِ وَالْحَبِيبِ الْاَكْرَمِ

سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِنْ عَبْدِ اللّٰهِ بِنْ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ

وَعَلَى سَائِرِ الْاَنْبِيَاءِ الْمُرْسَل۪ينَ

وَعَلَى مَلَا ئِكَتِكَ الْمُقَرَّبِينَ

وَعَلَى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِحِىنَ

مِنْ اَهْلِ السَّمَوَاتِ وَاَهْلِ الْاَرْضِينَ

كُلَّمَا ذَكَرَكَ الذَّاكِرُونَ

وَغَفَلَ عَنْ ذِكْرِ كَ الْغَافِلُونَ

وَسَلِّمْ وَرَضِىَ اللّٰهُ عَنْ اَصْحَابِ رُسُولِ اللّٰهِ اَجْمَع۪ينَ

 

Eûzü billâhi mine’ş şeytani’r racim.

Bismillâhirrâhmânirrahîm

Hamd bî hadd ve şükr-i mümteniu'l-add ol Cenâb-ı Hakk'a ve feyyâz-ı mutlaka lâyık ve müstahaktır ki, kendi ezkârını nev-i benî âdeme tâlîm edip ezkârıyla müşerref eyledi. Ve envâ-ı salavât-ı zâkiyât ve ta'zîmât-ı vâfiyât, ol zât-ı rabb-i zevâlin ve mecma-ı sıfât-ı lâ misâlin habîbi ve halîli olan Muhammed Mustafa sallallahü Teâlâ aleyhi ve selem haz­retlerine olsun ki, Hak celle ve alâ hazretleri evvela zevât-ı a'zamının ve sâniyen melâi- ke-i kirâmının salavâtlarını haber verip sâlisen cemî-i mü'minîne ona salavât eylemekle emr eyledi. Ve dahi âline ashâb-ı bi efdalü kemâl-ı hazarâtına olsun ki üç âsumân-ı inâ- yete nücûm-ı hidâyet olmuşlardır.

(Ammâ ba'd) bu fakîr-u kesîr-u pür taksîr el-muhtâç ilâ feyz-i rabbihi'l-kadîr (Sade­din Süleyman Müstakimzâde) eder iş bu risâle-i celîle-i varaka-i cemîlenin kitâbet-i tenmîkına bâis ve bâdî odur ki; zikrî âtî salavât-ı şerîfe ve tahiyyât-ı münîfe ki kibâr-ı evliyâ meşâyih-i ızâm-ı seleften kutbü'l-aktâb ve zübde-i üli'l-elbâb el-mürşidü'l-halâik ilâ akvami't-tarîk-ı Nâciye, âyâtü'l-avârif ve vâsıl-ı gayâtü'l-maârif, hâizü'l- makâşefâtü'r-rabbâniyye, fâizü'l-müşâhedâtü's-samedâniyye, mefharü's-sâdât ve menbaü's-saadât eş-Şeyh Ebu Sâlih Muhyiddin Abdulkâdir Gîlânî ekramehüllâhü Teâlâ bi'l- visâli'r-rûhâniyyi ve kaddese mâ hazihî min esrâri bi'l-avni's-sübhânî ve efâza rahmetehû aleyhi ve cema'nâ meahû fî mekâidi sıdkın ındehû ve ledeyhi hazretlerinin Rasûl-i Ekrem ve benî muhterem seyyidü'l-mürselîn ve imâmü'l-müttakîn ve Hâtemü'n-nebiyyîn ve rahmeten li'l-âlemîn. Kadruhû cesîmun, halkuhû azîmün bi'l- mü'minîn, raûfün rahîm, el-kâtıu dâbiru ehli'ş-şirki ve'd-dalâli, ve'l-kâliu li asli'l- gavâyeti ve'l-cehâleti, el-müşerrefü bi şerefi "levlâke", el-mükerremü bi terkîmi vemâ erselnâke, el-meb'ûsü ilâ kâffeti'l-enâmi, eş-şâfiu bi'ş-şefâati'l-kübrâ yevme yü'hazü'l- mücrimûn bi'n-nevâsî ve'l-akdâmi, el-ma'sûmü an cemî-i'l-âsâm bi inâyeti azîzü'l- allâm, eş-şâhidü, el beşîrü, en-nezîru, ve's-sirâcü'l-münîr, ed-dâî ile'llahi bi iznihi'l-cedîr hazretlerinin "men sallâ aleyye vâhideten sallallahü aleyhi aşera merrâtin"[76] hadîs-i şerîfinin ve haber-i münîfinin sırrına mazhar olmak için cem ve tertib buyurdukları salavât-ı mu­azzama ve ta'zîmât-ı mefhamenin her hâs u âm manasının derki ve fehmi ile mütelezziz ve muğtenem olsun için Lisân-ı Türkî'ye tercüme olunması bu fakîrin eazzü ahbâbı ve asdakı muhalefeti sâyi' ve vâsi' olmayan kimseler iltimâs ve ilhâh eylemeleriyle bu sala- vât-ı garîbe ve ta'zîmât-ı acîbe alâ sebîli'l-ihtisâr şerh ve beyân olundu.

Eğer bu salavâtın mânâ-yı latîfesi ve nükat-ı hafiyesi ala kaderi't-tâka tamam-ı tahkîk. ve kemâl-i tedkîk oluna idi her fıkrası bir nev-i itnâbı müştemil kitab olup nâzırîne melâl ve sâmiîne gülâl îrâs-ı bedîhî olduğu ifâde-i sohbet sükut mertebesiyle iktifây-ı kasr ile ta'cîl olunduğu bu fakîr-i kesîr-i pür taksîr evkât-ı icâbette duâ-i kesîrü'l-hayr ve'l- berekât ile mû'tenem edeler. Vallahü a'lemü bi's-savâb.

"es-salâtü ve's-selâm aleyke yâ Rasûlellâh" manası; Allâhü Tebâreke ve Teâlâ'nın envâ-ı ta'zîmât ile ta'zîmi ey Rasûl-i Zîşân senin üzerine olsun demektir ki, rahmet-i Rahmân, gerek istiğfâr-ı feriştegân ve gerek daavât-ı ehl-i îmân olsun o ta'zîmâtın bazısı dünyevî bazısı uhrevîdir. Dünyevî olan Rasûl-i ekremin zikrini âlî edip kendi ismi ne zaman anılsa orada Rasûlünün de zikrini gerekli kıldığıdır. Hiç bir teşehhüd veya hutbe yoktur ki onlarda Bârî Teâlâ'nın ismi peygamberimizin ismine mukarin zikr olunmaya bu ecilden müfessirîn; "ve rafe’nâke zikrak”[77] kavl-i kerîmini bu vecihle tefsir etmişlerdir.

Dünyevî ta'zîminden biri de Rasûl aleyhisselâmın şerîat-i mutahharasını ilâ yevmi'l- kıyame ibkâ etmesidir. Uhrevî olan ta'zîmi âmme-i halâika, yevm-i kıyamette şefi' edip cemî-i ehl-i mahşeri "hevl" mevkiinden halâs için mazhar-ı şefaat-i uzmâ eylemesidir. Ve bu şekilde dünyada ve âhirette ta'zîmât sayılamayacak kadardır. Nitekim Allahü azimüşşân Kur'ân-ı Kerîm'de; "ve in teuddû ni'metallahi lâ tuhsûhâ"[78] manası; siz Hak sübhânehû ve Teâlânın nîmetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız demektir. Ve "sala- vât" ın ma'tûfu olan "selâm" lafzı üç manaya gelir.

Birincisi; selâmet senin ile ve senin için olsun ey Rasûl-i zîşân demektir.

İkincisi; Selâm Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın esmâsından bir isimdir. Bu takdirde manası; selâm olan Allah Teâlâ seni muhafaza ve ismet eylesin demektir.

Üçüncü manası; inkıyâttır. Bu takdirde manası; bizim itaat ve inkıyâdımız senin üze­rine yani sana has olup ve senden uzak olmasın ey Rasûl edemektir. Bu salavât-ı şerîfede "salât" ile "selâm"ın cem' olmasında Allah azîmüşşânın Kur'ân'da mezkûr ve merkûz olan emrine iktidâ ve imtisâl vardır, nitekim buyurur; "sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ"[79]

"Es's-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ Habîbellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Allah'ın Habîbi demektir. "Habîb" "faîl" vezni üzere "mahbûb" manâsı­na dır. Mahbûb sevilmiş demektir. Nitekim Hadîs-i Şerîf'de vârid oldu. "elâ ve ene habîbü'llâhi ve'l-efharu" siz âgâh ve mütenebbih olun ki ben Allah tabârake ve Teâlâ'nın dostuyum. Lakin bu kavli, kibr ve fahrimden nâşî söylemem. Belki Allah Teâlâ'nın nî- metin izhâr içindir diye buyurur.

"Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ Halîlellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın Halîli demektir. Halîl İbrahim aleyhisselâma tesmiye olunduğu gibi bizim peygamberimiz olan Muhammed aleyhisselâma da tesmiye olun­du. Bazı ulemâ "Halîl"in manası; kalbi Rabbü'l-erbâbın muhabbeti ile tahlîl edendir de­diler. Bazıları da "Halil" cemî-i mâsivâdan Cenâb-ı kibriyâya munkatı olmuş kimsedir dediler. Bu salât-ı şerîfde "Habîb" "Halil" üzerine takdim olunduğu, Habîb de kemâl-i ihtisâs olduğu içindir. Peygamberimizden gayri hiç kimseye Habîb tesmiye olunmadı.

"Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ Nebiyyellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın Nebîsi demektir. Nebî aslında "Nebe'e" den olup haber verici demektir. Yahut "Rif'at-i şerif manasına olan "Nübüvveften olmakla mürtefi' manasınadır. Nebi ismi ile tesmiye olunduğu Allah Teâlâ'nın ahkâmını teblîğ ettiği için yahut, bütün insanlardan mertebesi âlî ve mürtefi' olduğu içindir.

"Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ safiyyellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın muhtârı demektir. Zirâ Bârî Teâlâ hazretleri Muham­med aleyhissalâtü ve's-selâmı bütün insanlar arasında çeşitli nimetler ile mahsûs ve mevsûf kılması sayılamayacak kadar çoktur. Ez cümle evvelü'r-rusül Adem safiyyullâh "innellâhe's-tafâÂdeme" âyet-i kerîmesi nâtık olduğu üzere fâtih-i peygamberân olmakla safiyyullâh olduğu gibi bizim peygamberimiz Nebî âhir zamanda dahî hâtem olmak se­bebiyle muhtâr olup safiyyullâh diye tesmiye kılındı.

"Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ hayra halkıllâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı se­nin üzerine olsun ey Cenâb-ı hâlikın cemî mahlûkâtının efdali ve seyyidi ve hayırlısı demektir. Zira Hadîs-i şerîfde bu manaya işâret; "ene seyyidü veledi Âdeme ve'l-efharu" kavli ile vârid olmuştur. Ve bir rivâyette "ene seyyidü’l-âlemine" şeklinde gelmiştir. Ma- nâ-yı münîfleri; ben bütün insanoğlunun seyyidiyim. Bu kavlim, fahr ve kibrimden de­ğildir. Ve ben cemî-i mâsivânın seyyidiyim demektir.

"Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ nûra arşillâh yani Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın arşının nûru demektir. Zira arş-ı âlâ, peygambe­rimiz aleyhisselâmın nûrundan halk olundu. Nitekim hadîs-i şerîfte vârid oldu ki; "hulikati'l-arşü ve'l-kürsü min mm". Manası; arş-ı âlâ ve kürsî benim nûrdumdan halk olundu demektir.

"Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ emine vahyillâh yani Allah Teâlâ'nın salâtü selâ­mı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın vahyinin emîni demektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm Allâh-ı azîmüşşân hazretlerinin ıbâdine cemî-i evâmir ve nevâhisini tebliğ edip aslâ bir hükümde ihtilâf etmeyip ve yedinde olan vahy-i hafî ve celîyi ibâdullaha ifhâm edip tarîk-ı rüşdü ve dalâleti temyîz ve tefrîk eyledi. Nitekim Kur'ân'da Rabbü'l-erbâb Teâlâ ve takaddes hazretleri kendisine tebliğ ile emr eyleyip buyurur ki; "belliğ mâ enzele ileyke min rabbik”[80] yani sen rabbinden sana nâzil kılınan ce- mî ahkâmı ibâdullaha tebliğ eyle demektir.

"Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men zeyyenehullâh” yani Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın envâ-ı zînet ile müzeyyen kıldığı zât-ı şerî- fi demektir. Zîrâ Bârî Teâlâ peygamberimizi zînet-i ilm, nübüvvet ve hüsnü'l-huluk ile halk ve dünyada müzeyyen kılıp zînetini şefaat-i kübrâ ve makâm-ı Mahmûd, Cennet-i Firdevs ve havz-ı mevrûd ile dahi ukbâda müzeyyen kıldı. Nitekim bu mefhûma delâlet eden âsâr-ı Nebeviye ve ehâdîs-i Mustafaviyye sayılamayacak kadar çoktur.

Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men şerrefehüllâh yani Allah Teâlâ'nın salâtü se­lâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın şerîf ve âlî kıldığı zât demektir. Zîrâ Hak sübhânehû ve Teâlâ peygamberimiz aleyhisselâmı kâffe-i nâsa ba's edip hidâyet-i âmme ve ğâyet-ilm u kemâl, kerem ve sehâ ile âlî edip ahlâk-ı hasene envâının her birinde ekmelü'l-muttasıfîn kılmak ile şerîf kıldı. Nitekim Ibn Abbâs radıyellahu anhümâ buyu­rur; “Kâne sallallahü aleyhi ve selem ahsenü'n-nâs ve eşceu'n-nâs ve ecvedü'n-nâs"[81] bu iki ha- dis-i şerîflerde peygamberimiz aleyhisselâmın evsâfı üç vasfa iktisâ olunduğu bu evsâf-ı selâse ümmühât-ı ahlâk-ı hamîde olmasıdır.

“ es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ kerremehüllâh" yani salât u selâm senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın envâ-ı ikrâmı ile mükerrem, muazzez kıldığı zât-ı âlişân de­mektir. Zîrâ Hak Sübhânehû ve Teâlâ aleyhi ve sellemin kemâl-i i'zâz u ikrâmı ile mer­tebesini mürtefi' edip esmâ-i hüsnâsından olan “Kerîm" isminin sırrını izhâr eyleyip peygamberimiz aleyhisselâmı cemî-i halâyikın erfeî ve eşrefi kıldı. Bu sebepten pey­gamberimiz aleyhisselâmda olan ahlâk-ı kerîme hılkat-i asliyesi olup, o ahlâkın üzerine mecbûl kılındı. Ve o ahlâkı riyâzet-i nefs ile tahsil etmeyip belki mücerred vücûd, cevâd ve feyz maklûbü'l-füâd olmuştur.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men azzamehu'llah" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey Hak sübhânehû ve Teâlânın envâ-ı ta'zîm ve esnâf-ı terkîm ile muazzam eylediği zat demektir. Zirâ Hak sübhânehû ve Teâlâ sıfât ve esmâ-i hüsnâsında olan azîm isminin sırrını izhâr buyurup peygamberimiz sallalahü aleyhi ve sellemi envâ-ı ta'zîmât ve ref-i derecât ile ta'zîm ve tebcîl eyledi. Nitekim buyurur “ve rafea ba’duhum derecât"[82] yani o bazısından murad, peygamberimiz aleyhisselâmı Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretleri dâvet-i âmme, hucec-i mütekâsire, mûcizât-ı müstemirre, fedâil-i ilmiye ve ameliye ile muazzam ve mufahham kılmakla derecâtını ref' eylemiştir.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men allemehüllâh" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey Allahü tebâreke ve Teâlânın ümmî iken kendiye bilâ muallim envâ-ı ulûm-ı evvelîn ve âhirîni ta'lîm buyurduğu zât demektir. Nitekim buyurur “ve allemeke mâ lem tekün ta'lemü” “ve mâ yentıku ani'l-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhâ"[83] “ve kâne fazlullâhi aleyke azîmen” “allemehû şedîdü'l-kuvâ" manaları ey Rasûl sana ta'lîm eyledi şol ulûmu ki sen ol ulûmu bilmezdin ve senin üzerine ki Hak Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın fazlı ve ihsânı kebîr ve azîm oldu ve dahî buyurur; “habîbimin nutku vahydir". Ve dahî habibime şedîdü'l-kuvâ olan Cebrâil ta'lîm eyledi demektir.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men seyyidü'l-mürselîn" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey cemî-i enbiyâ ve mürselînin seyyidi yani ulusu demektir. Nite­kim îtikâd-ı ehl-i sünnet dahî bizim peygamberimiz aleyhisselâm cemî peygamberlerin efdali olması olmaktır. Bu mesele kitab, sünnet, icmâ-i ümmet ile sâbit ve mukarrar olan mûtekıdâttandır.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men imâme'l-müttakîn" manası; salât ve selâm se­nin üzerine olsun ey cemî ehl-i takvânın imamı ve muktezâsı demektir. Zira bizim pey­gamberimiz aleyhisselâm cemî-i ehl-i takvânın etkıyâsıdır. Nitekim; buyurur; “ene etkâküm" ve imam lafzı mütteba' ve hâdî ve mukaddem beyne yedeyi'l-kavmi olduğu ecilden ehl-i takvânın a'mâlini peygamberimiz aleyhisselâma tâbi olmak ile makbûle olur. Ve onun sünnet-i seniyyesine iktidâ etmek ile menâb ve me'cûr olurlar. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “Etîullahe ve'r-rasûle lealleküm tüflihûn" yani siz Hak sübhânehû ve Teâlâya ve Rasûl-i Muhammed Mustafâ'ya itaat ve inkıyâd edin ve ricâ edin ki o itaat sebebiyle felâh ve necât bulasınız.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ hâteme'n-nebiyyîn" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey cemî-i enbiyânın hâtemi ve âhiri demektir. Ma'lûm ola ki hâtem, feth-i tâ ile âhir demektir. Ve kesri dahî lügattır zira bizim peygamberimiz sürûr-ı enbiyâ aley­hi efdalü't-tahâyâ cemî peygamberlerin âhiridir. Onun için hâteme'n-nebiyyîn tesmiye olundu. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “Mâ kâne Muhammedün âbâe ahadi min ricâliküm ve lâkin rasûlellahi ve hâteme'n-nebiyyîn"[84] ve peygamberimiz buyuruyor; “Lâ nebiye ba'dî" manası; benden sonra Nebi ba's olunmaz demektir. Bazıları dediler ki Hâtem-i enbiyâ tesmiye olundu. Cemî-i enbiyâ aleyhisselâmı Nûr-ı nübüvveti setr ettiği içindir. Şemsin nûru sair kevâkibin nûrunu setr eylediği gibi. Bu takdîre göre hâtem “sâ- tir" manasına olur nitekim Isâmüddin tefsir hâşiyesinde bunu zikr eyledi.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ rahmeten li'l-âlemîn manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey cemî âlemler için rahmet olan zât demektir. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur; “ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn"[85] manası; biz azîmüşşân seni göndermedik, ancak bütün âlemlere rahmet için gönderdik demektir. Eğer süâl olunur­sa peygamberimiz aleyhisselâm bu ümmet-i merhûmeye dünyâda tarîk-ı hakka hidâyet ve âhirette şefaat misilli nîmet-i uzmâlara sebep ve bâis olduğu için rahmet olmasında rayb ve iştibâh yoktur. Ammâ kâfirlere ne keyfiyet ile rahmet olur. Cevap verilir ki, kâ­firlere rahmet olması onlardan azap isti'sâli ref' edip ve onlara mesh ve havften ve dahî cizye ile sübğdan emin eyledi ki nitekim günahları sebebiyle ümem-i sâlifenin kâfirleri bu vecihle azap olunurlar idi. Yani eyledikleri isyanın cezasını dünyada kahr u helâk ve tebdîl-i sûret gibi azaplar ile görürler. Ve âhirette dahi azâb-ı ebedî derkâr idi.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ şefîa'l-müznibîn manası; salât ve selâm senin üze­rine olsun ey cemî âsî ve müznib olan mü'minîn kullara Hak sübhânehû ve Teâlâ haz­retlerinin izni ile mübâlağa ile şefaat edici zat demektir. Nitekim buyurur: “Şefâatî li eh- li'l-kebâiri min ümmeti" manası; şefaatim ümmet-i icâbetten ehl-i kebâir içindir demektir. Ehl-i kebâir şefaate bu hadiste tahsis olunduğu ihtiyaçları ziyade olduğu içindir. Zira şey'i zikr maadayı münâfî değildir. Ve ehl-i kebâirden gayriye peygamberimiz aleyhisselâmın şefaat etmesi ulviyet ile sabit ve mütehakkık olur.

es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ rasûle rabbe'l-âlemîn" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey cemî âlemleri ânen fe ânin kemâle bâliğ kılmakla terbiye eden Allah celle ve alâ hazretlerinin Rasûlü demektir.

Salavâtullâhi mânâsı Hak sübhânehû ve Teâlânın envâ-ı ta'zîmâtı, fazlı, ihsânı “ve melâiketihî" Allah tebârake ve Teâlânın meleklerinin şânı Nebiyy-i muazzam olsun için olan ed'ıyeleri ve mezîdi eltâf ve kerâmât-ı ilâhiyeyi talepleri “ve enbiyâihî ve rusulihî dahî Hak sübhânehû ve Teâlânın ulü'l-azm ve gayr-i ulü'l-azm cemî peygam­berlerinin ta'zîmâtı “ve hamelete arşihî dahî a'zâm mahlûkât ve Ekrem masnûât olan arş-ı âlâ ki makarrı melâike-i ulyâdır. Onun hâmilleri olan melâike-i mukarrabînin mezîd lütf u ihsânı peygamberimiz aleyhisselâm hakkında talepleri “ve cemîi halkıhî" dahî halk-ı lem yezelin cemî mahlûkâtının ve kâffe-i masnûâtının ta'zîmâtı “alâ seyyidinâ Muhammed" bizim seyidimiz ve seyidi cemî evvelîn ve âhirîn olan Muham­med Mustafa sallalahü aleyhi ve selem hazretleri üzerine olsun demektir. Seyyid, reîs ve zahîr ve mahdûm manasınadır ki Türkçe de “Efendi" derler “ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn" dahî zikri sâbık salavât-ı ma'hûde bi't-tab' peygamberimiz aleyhisselâmın âli ki ehl-i iyâli ve evlâdıdır. Ve ashâbı ki ol rasûli mü'min olduğu halde dünyada görüp şe- ref-i sohbeti ile müşerref olanlardır. Onların dahî cümlesinin üzerine olsun demektir.

Allahümme salli alâ seyyidinâ" manası; yâ Allah, sen bizzat bizim seyidimiz ve eşrefimiz olan Muhammed Mustafa aleyhissalâtü ve'sselâma envâ-ı ta'zîm ve asnâf-ı ihsân ile demektir. Malum ola ki Allah lafzının manası; yâ Allah'dır. Bazıları dediler ki; “Allahümme" lafzı ism-i a'zamdır. Bir âdem onunla dua eylese makbul olur. Ve her ne istese i'tâ olunur. Hatta bu kavli İmam Suyûtî rahimehullah “İsm-i âzam" risâlesinde Cem’ ve Cevâmi' Şerhî, Zerkeşî'den nakl edip eder. Allah lafzı Allahümme de Hak sübhânehû ve Teâlânın zâtına delâlet eder. Mim dahî doksan dokuz esmâ-i hüsnâya işâ- ret olunur zira mîm-i zamâirde alâmet-i cem'dir ki mîm denir. Hasan-ı Basrî rahimehullah buyurur ki bir kimse Allahümme lafzı ile dua eylese tahkîkan ol kimse Hak sübhânehû ve Teâlâya cemî' esmâ-i hüsnâsıyla dua ve tazarru etmiş olur. Allahümme lafzı ed'iyenin evvelinde zikr olunduğuna sebep Hak sübhânehû ve Teâlânın Kur'an-ı Kerîm'de “Kulillahümme mâliki'l-mülki"[86] kavline imtisâl ve iktidâdır. Ve bir kavle göre Allah lafzı ism-i âzamdır, zira Allah lafzı bir isimdir ki gayriye itlâk olunamaz. Bu ecilden cemî esmâ-i hüsnâ ona vasf olur. Nitekim Allahü'r-rahmân denilir. Lakin er- rahmânü'llah denilmez. Bu takdire göre Allahümme lafzı ism-i âzam olması baîd olmaz. Zira manasında Allah lafzı melhûzdur. Belki melfûzdur. Nitekim hafî değildir. “Abdin, Nebiyyin, habîbin ve rasûlün” manası; öyle Muhammed ki o senin kulundur ve dahî âm- me-i halâika ve kâffe-i sakalîne meb'ûs ulü'l-azm ve's-sebât ve dahî âmme-i halâika ve kâffe-i sakalîne meb'ûs ulü'l-azm ve's-sebât peygamberindir. Ve yine halâik içinde ihti- yâr olunmuş dostundur. Senin ındinden kitâb ve sünnet getirmiştir demektir. Abd lafzı cümlenin üzerine takdim olundu. Zira Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve selem risâletinden önce ubûdiyette kâim idi. Yahut tevâzuan takdim olunmuştur. Yahut ibâde­tin insana ululuk ve seyitlik verdiğine işârettir. İsevî olan Nasarâya ta'rîz içindir. Zira onların bazısı peygamberlerini ilâh ittihâz edip, bazısı ibnüllah dediler. Neuzü billah min zâlik.

' en-nebiyyü'l-ümmiyyi" öyle Muhammed aleyhisselâm ki Nebi-i ümmîdir. Yani bir kimseden taallüm-i ilm ve kitabet etmiş değildir. Bununla beraber bütün ilimlerin hazi- neleri kendilerine îtâ olunmuştur. Ümmîlik ile muttasıf olması mûcizelerinden bir mûci- zedir. Kur'ân-ı Kerîm'in Furkân-ı hakîmin min ındillah olmasına ziyâde delildir. Eğer Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem bir kimseden telemmüz ve taallüm etseler idi o kimse kendinden efdal olmak iktizâ ederdi. Bu ise muhâldir. O sebepten kimseden taallüm etmediler.

“ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim" manası; dahî yâ rab salât u selâm bi't-tab' senin Rasûlün Muhammed aleyhisselâmın âl u ashâbı üzerine olsun demektir.

Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin en-Nebiyyi'l-melîh manası; ey Rabbü'l-erbâb, ve'l-merciu ve'l-meâb; sen bi'z-zât envâ-ı ta'zîmâtını bezl u ihsân ile bi­zim seyyidimiz ve cemî âleminin seyyidi Nebiyy-i melîh üzerine eyle demektir. Melîh, feîl vezni üzere ziyâde hüsn manasına dır ki ibtidâ rü'yetten karîb oldukça hüsnü ziyâde olan kimseye derler. Cemîl, o rü'yetten vardıkça hüsnü noksan olan hüsnü'l-veçhedir. Melîh ile peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selem tavsîf olunduğu zât ve nesebi, cemî ahlâk ve şemâili kemâl-i hüsn ile muttasıf olup kendi zâtında olan cevher-i hüsn gayr-i munkasim olduğu içindir. Nitekim İmam Busîrî Kasîde-i Bürde de buyurur; “fe cevherü'l-hüsni fîhi gayr-i münkasımi”[87] nitekim sürûr-ı enbiyâ aleyhi efdalü't-tahâyâ hadî­sinde buyurur; “Ene melîhun" ve Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur “ve inneke le alâ hulukun azîmün".

Sâhibi'l-makâmi'l-âlâ" o Rasûl öyle bir azîmü'ş-şândır ki makâm-ı âlâ ve şefaat-i uzmâ sâhibidir. Zirâ makâm-ı a'lâdan murâd, makâm-ı mahmuddur. Ki Hak celle ve alâ bizim peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selemle mahsus kılmıştır. Bu ecilden o maka­ma evvelîn ve âhirîn gıbta etseler gerektir. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur: “Asâ en yebaseke rabbüke makâmen mahmûdâ" .[88] Yani Hak celle ve alâ zamân-ı karîbde seni ey Nebiyy-i Zîşân makâm-ı mahmûda ba's eder demektir. Makâm-ı Mahmûd tesmiye olunduğu cemî ins u cin o makama hamd, senâ ve onu medh eyledikleri içindir.

ve'l-lisâni'l-fasîh" öyle Rasûl-i azîmü'ş-şân ki lügat-i fasîha ve lisân-ı belîğ sahibi­dir. Zira mütekellimde fesâhat bir keyfiyet-i mütekarriredir ki onun sebebiyle maksûdu olan şeyden lafz-ı fasîh ile ta'bir etmeye kâdir olur nitekim buyurur: “Ene efsahü'l-Arab" ve yine buyurur “Ene Arabü'l-Arab" dahi bundan a'lâ kendine cevâmiu'l-kelim îtâ olun­muştur. Manası; yani lafzı ziyâde kalîl lakin manası; ziyâde kesîr olan dahî tâbir ile edâ- ya kadir olur. Yine kendine fasl-ı hitâb îtâ olunmuştur. Fasl-ı hitâb bir kelâm-ı beyyin ve vâzıhtır ki istimâ eden muhataba kemâl mertebe kifâyet eder ve kanaat verir Zira iltibas ve iştibah kendisinde bâkî kalmaz.

Allahümme'cal efdale salavâtike ebeden" manası; Yâ Allah; sen envâ-ı ta'zîmât ve ihsânın fazl u îtâ cihetinden ziyâdesini cânib-i müstakbelde müstemir ve dâim olan ezmine-i mukaddere-i gayr-i mütenâhiye ve münkatıada kıl demektir. Zira ebed lafzının manası; şey'in vücudu için cânib-i mâzînin ezmine-i mukaddere-i gayr-i mütenâhiyesinde isti'mâl olunur. Nitekim gizli değildir.

ve enmâ berakâtike sermedâ" manası; yâ rabbi, sen hayrât-ı kesîrenin mübâlağa ile ziyâdesini evveli ve âhiri olmayan zamanda kıl demektir. Zira “enmâ" nemânın ism-i tafdîlidir. Ve nemâ bir şeyde ziyâdelik manasınadır. Berakât, bereketin çoğuludur. Hayr-ı kesîr manasınadır. Sermedâ, ehl-i lügat ındinde leyl-i tavîl ve dâimî manasınadır. Lakin örfte evveli ve âhiri olmayan zamana derler. Bu makamda murad, mânâ-yı örfiyesidir.

ve ezkâ tahiyyâtike fadlen ve adedâ" Yâ rabbi; sen cemî envâ-i senâ ve medh yahut envâ-ı selâmet-i azîmenin ziyâdelik ve aded cihetinden enzaf ve atharini kıl demektir. Zira “ezkâ" ism-i tafdildir. Ethar manasınadır. Tahiyyât, tahiyyatın çoğuludur. Senâ, medh veya selâm manasınadır. Nitekim hak sübhânehu ve Teâlâ buyurur; “Ve izâ huyyiytüm bi tahiyyatin"[89] yani sizlere bir kimse selâm verirse demektir. Fazl, ziyâdelik ve aded sâyî manasınadır.

alâ eşrafi'l-halâikı'l-insâniyyeti" manası; zikr olunan hâl ve minvâl üzere olan sa­lavât ve berekât ve tahiyyât-i insâniyet ile mevsûf ve cemî mahlûkâtın şeref ve uluv ci­hetinden ziyâdesi olan zâtı cemîl ve hakîkati temsil üzerine kıl demektir.

ve mecmai'l-hakâyikı'l-îmâniyyeti" manası; dahî zikr u sâlif olan envâ-ı salavâtı, îmâna mensûp olan bütün hakikatlerin mahal-i cemî, menbai ve makarrı olan zâtın üze­rine kıl demektir. Zira “mecma"' ism-i mekândır. Mahal-i cem' demektir. Hakâik, hakîka- tin çoğuludur. Hakîkat örfte şeyin kendi ile şey olana derler. Mesela Rasûl-i Ekrem ve Nebiyy-i muhterem sâhibü'l-atâ-i ve'l-kerem sallalahü Teâlâ aleyhi ve selem hazretleri bir sınıf eşyaların mecma' ve hâfızıdır ki îman onları tasdîk ve iz'ân eylemek ile hâsıl olur. Ve îmânın icmâlen manâ-yı lügaviyesi mutlakan tasdiktir. Mânâ-yı şer'îsi peygam­berimiz aleyhisselâmın Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın cânib-i mâneviyesinden getirdiği ahkâm-ı şer'iyenin tamamını kalple tasdik edip ve lisânı ile ikrâr ve itirâf etmektir. Bu zikr olunan îmân icmâlidir, îmân tafsîl-i mü'min bih olan ahkâmları alâ kaderi't-tâka başka başka add ve tafsîl edip her birini alâ haddihî tasdîk ve ikrâr etmektir.

ve tûru't-tecelliyâti'l-ihsâniyyeti" manası; zikr-i sâbık olan salavât, ta'zîmât ve tahiyyatlar, ihsan ve fazl'a mensûb ibâne ve izhârın hâlet-i şettâ ve envâ-ı müteferrikası olan zât-ı celîlü'ş-şân üzerine kıl demektir. Zira tûr, hâlet-i şettâ ve esnâf-ı müteferrikaya derler. Ve tecelli, lügatta şey'e izhâr ve âşikâr etmektir. Zira Rasûl aleyhissalâtü ve's- selâm umûr-u dîn-i kavîmi ve şer'i mübîn-i müstakîmi ve umûr-ı dünya ve mesâlih-i ubbâdı bir vecihle âşikâr kıldı ki aslen bir kimseye bir şeyde ihtiyaç bâkî kalmadı. Bu ecilden kendi zât-ı akdesi hâtem-i rusul ve mükemmel olup kendisinden sonra bir nebi ba's olunup umûr-ı dîni, mesâlih-i ümemi izhâr olunmaya iftikâr ve ihtiyâç kalmadı. Ni­tekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “el-yevme ekmeltü leküm dîneküm ve etmemtü aleyküm nîmetî ve radîtü lekümü'l-islâme dînen”[90] ve dahî bu tecelliyâtı ihsâne mensûb et­meden murad, Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın bu umûr-ı mezkûreyi peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm vesâtatıyla izhâr eylemesi mahz-ı lütf ve ihsân olup kendi üze­rine ba's-i rusül ve izhâr-ı sübülden bir şey vacib olmadığını iş'âr ve tenbihtir. Yahut te­cellîden murad, envâr-ı gaybin, kalb-i musaffâ ve fuâd-ı mücellâya zuhûr etmesidir. Ni­tekim sûfiye ındinde tecellî bu manada isti'mâl olunur. Bu takdîre göre manası; ihsan ve fazl'a mensup olan envâ-ı gaybiyenin zuhûrunun hâlet-i şettâsı olan zât üzerine kıl zikr­i sâbıka-i salavât-ı ma'hûdeyi demektir.

ve mehbiti'l-esrâri'r-rûhâniyyeti" manası, zikri geçen salavât-ı ma'hûde ve tahiyyât-ı ma'kûde-i Rahmân olan zât-ı pâk-i esrâr ve hafiyyâtının mahall-i nuzûlü ve mevzı-i hubûtü zât-ı muallâyı ve halk-ı uzmâyı câmi' olan Muhammedi'l-Mustafâ sallallahü aleyhi ve selem üzerine kıl demektir. Zira “mehbit" ulüvden şeyin nuzül ede­cek mahallidir. Esrâr, sırrın çoğuludur. Mektûmât demektir. Rahmâniye, rahmana men­sup demektir. Rahman Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın esmâ-i hüsnâsından bir isimdir. Zi­ra Lafzatullah gibi gayre itlâk olunmak câiz değildir. Bu ecilden bazı ulemâ ism-i âzam olmasına zâhib olmuşlardır. Esrâr-ı rahmâniyeden bu makamda murad, Hak sübhânehû ve Teâlânın ındinde olan mefâtih-u gaybtir ki onu kendi zâtından gayri kimseye bilmez. O gaybten peygamberimiz bazı esrârı talim buyurup peygamberimiz aleyhissalâtü ve's- selâmı o esrâra mahal-i nuzûl kılmıştır. Nitekim buyurur. “ve ındehû mefâtîhu'l-gaybi lâ ya'lemuhâ illâ hû”[91]

ve arûsi memleketi'r-rabbâniyyeti" manası; zikri murûr eden envâ-ı sıfât ile mev- sûf salavâtı, Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın mahal-i mülki olan arz, semâ, arş, kürsî, cen­net ve nârın arûsu olan Nebi muhterem üzerine kıl demektir. Bu fıkrada istiâre ve tem­silde olan nükte beyân-ı hafî değildir. Ki Nebi aleyhissalâtü ve's-selâm arûs nisâya teş­bih ve temsil olunmuştur. Nitekim arûs kendi zâtında âmme-i ahvâlî, ahsen te'lîf ile me'lûf, kâffe-i umûru eşref tertîb ile müretteb olup, arûsun ehli onun ferhiyle müteferrihîn ve ona i'zâz u ikrâm ile müştâkîn oldukları gibi peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm dahi kendisinde olan şerâfetten gayri cemî' halâyık kendisine kemâl-i tebcîl, ta'zîm ve tevkîr eyleyip kendisiyle müteferrihîn oldukları için arûsu nisâ­ya teşbih olmuştur. Mevâhib-i Ledünniye'de eden Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın “velekad ra'â min âyâti rabbihi'l-kübrâ"[92] kavlinde bazı ulemâ zikr ettiler ki peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm kendi zâtının sûretini âlem-i melekûtta müşâhede eyledikte zât­ı akdesini arûsi memleket görmüştür. Bu ecilden arûsi memleket tesmiye olundu.

ve vâsitati ıkdi'n-Nebiyyîn manası; zikri sebkat eden envâ-ı nuût ile men'ûte sa- lavât-ı hak sübhânehû ve Teâlâ'nın cemî' enbiyâsının ahd ü mîsâkının vâsıtası olan zâtı üzerine kıl demektir. Zira vâsıta iki şeyin arasında tavassut eden şeydir. “Ikd" bu ma­kamda “ahd" manasınadır. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur; “ve izâ ahaze'llâhü mîsâke'n-nebiyyîne limâ âteytüküm min kitâbin ve hikmetin sümme câeküm rasûlün musaddıkun limâ meaküm li tü'minünne bihi vele tensurunnehû, kâle eakrartüm ve ahaztüm alâ zâliküm ısrî. Kâlû eekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meaküm mine'ş-şâhidm".[93] Şeyh Takiyyüddin Sıbkî bu Âyet-i Kerîme'de peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâma kemâl-i ta'zîm ve ziyâde terkîm vardır. Hatta peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm kendinden mu­kaddem ba's olunan enbiyânın cemîsine ba's olunduğuna işâret dahî vardır amma “buistü ilâ'n-nâsi kâffeten" hadîs-i şerîfi kendinden sonra gelen nâsa mahsus değildir. Bel­ki cemî mahlûkâta ve kâffe-i mevcûdâta şâmildir. Nitekim hadîs-i âhir dahi bu manaya delâlet eder. “Küntü nebiyyen veÂdemü beyne'r-rûhu ve'l-cesedi" manası; ben nebi oldum halbuki Âdem aleyhisselâm rûh ile cesed arasında idi. Ve hadîs-i âhirde buyurur. “Lem yeb'asi'llâhi nebiyyen men Âdeme fe men ba'dehû illâ aheze aleyhi'l-ahde bi zâlike alâ kavmihî'

Ve mukaddemi ceyşi'l-mürselîn" manası; mâ rae'z-zekere envâ-ı sıfâtı celîle ile mevsûf salavât, berekât ve tahiyyâtı cemî mürselîn peygamberlerin mukaddemi ve ev­veli olan zâta kıl demektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm kabirden kal­kıp cemî mürselînden mukaddem dâr-ı rıdvâna ve firdevs-i cinâna duhûl etse gerektir. Nitekim, bu manaya delâlet eder ehâdîs-i kesîre vârid olmuştur. Mâlûm ola ki mukad­dem “mîm"in zammi ve “dal” ı n kesriyle mukaddem ceyş-i ûlâ demektir. Ceyş fetha ile askerin çoğulu “cuyûş" gelir. Mürselîn, mürselin çoğuludur. Lügatte gönderilmişe der­ler. Örfte mürselîn-i kitap ile yahut şerîat-i cedîde ile meb'ûs olan enbiya aleyhisselâmın alemleridir.

ve kâid-i rakbi'l-enbiyâi'l-mükerramîn" manası; zikri takaddüm eden envâ-ı ta'zîmâtı Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin ındinde envâ-ı ızâz ve esnâfı tevkîr ile mükramîn olan enbiyâ aleyhisselâmın rükkâblarını kâid ve sürücü olan zât üzerine kıl demektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm cümle enbiyâdan mukaddem kabr-i şerîfinden kalkıp ve cemî enbiyâdan o cennete dâhil ve cemî enbiyâ livâ-ı hamdi tahtında oldukları için kâid-i enbiyâ tesmiye olundu. Nitekim buyurur; “Ene evvelü men yedhulü'l-cennete yevme'l-kıyâmete ve bi yedî livâi'l-hamdi ve mâ min benî Âdeme femen sivâhu illâ tahte livâî"[94]

ve efdali'l-halkı ecmaîn" zikri geçen salavât-ı âmme-i mahlûkât ve kâffe-i mevcû- dâtın efdal ve ekremi üzerine kıl demektir. Malum ola ki peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın efdal-i mahlûkât olduğu ekseriyâ Kur'ân-ı Kerîm'de ve Furkân-ı Hakîm'de bu üç âyet ile istidlâl ederler. İlki; “ve rafea ba'dahüm derecâtin'" kavlidir. Zira Hak sübhânehû ve Teâlâ peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmı ve Mi'râca urûc ettirip ve cemî halâyika seyyid ve efdal kılıp, mûcizât-ı kesîre ve dâimeyi kendine îtâ buyurmasıy­la derecâtını ref' eyleyip kendini efdal kıldı dediler.

İkincisi “Ülâike'llezine hüde'llahife bihüdâhümü'ktedih"[95] kavlidir. Zira Hak sübhânehû ve Teâlâ peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâma cemî enbiyâ aleyhisselâmın hüdâsına iktidâ ile emir buyurup peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâma dahî emr-i bârîyi terk­i muhâl ve mümteni olduğu için cemî enbiyânın hısâl-i hamîdesine ve hüdâ tarîkatine iktidâ edip, cemînin hüdâsı kendisinde bulunduğu için cümleden efdal ve ekmel oldu.

Üçüncüsü “Küntüm hayra ümmetin uhricet linnâsi"[96] kavlidir. Zira ümmetin hayırlı olması nebi aleyhissalâtü ve's-selâmın cümleden efdal olduğu içindir diye ittifak ettiler.

hâmili livâi'l-ızzi'l-a'lâ" manası; o âmme-i mahlûkâtın efdali ve ekremi ki ziyâde şerîf ve âlî olan livâ-ı ızzin hâmil ve sahibidir. Hâmil burada sahib manasına istiâre olunmuştur. Livâ, lâmın kesriyle ve meddiyle ilim ve sancağa derler. Lakin livâ-i ızzi âlâdan murad, kıyamette peygamberimize îtâ olunan livâ-ı hamddir. Yahut livâdan murad, peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın harpleri için getirdikleridir. Bu takdi­re göre peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın cihâd-ı azîm ve fütühât-ı fahîmesinden kinâye olur. Nitekim ilk manaya şu hadis delâlet eder; “inne evvele men yedhulü’l-cennete Hammâdûne alâ külli hâlin yü'kadü lehüm yevme'l-kıyâmeti livâi'l-hamdi fe yedhulûn" zira Hammâdûn'dan murad bu ümmettir. Livâ-ı hamdden murad, peygam­berimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın yed-i şerîfinde olandır. Nitekim hadîsi geçti.

ve mâliki ezmineti'l-mecdi'l-esnâ" manası; öyle Ekrem halâik ki refî ve şerîf olan azîmet ve keremin ezme ve dizginin mâliki mutasarrafıdır. Malum ola ki mâlik sâhib ve mutasarrıfa derler. Ezme, teşdîd ile feresin başına vurdukları nesnedir ki dizgin tabir olunur. Mecd, azîmet ve kereme derler. Bazıları galebeye dediler bu mana küffâra nisbet ile zâhirdir. Ve bazıları eder mecd âbâ cihetinden olan şerefe mahsustur. Bu mana dahî murad olunmak caizdir. Zira peygamberimiz aleyhisselâm aslâb-ı tâhireden ehrâm-ı nazîfeye intikal etmeden zâil olmadığı için şerîf ve âlî oldu. Ve esnâ, sîn-i mühmele ile ref ve ziyâde âlî demektir.

şâhidi esrâri'l-ezel" manası; dahî evvel cemî mevcûdâtın efdali ve erkemi ki ezelin esrârı olan Hak sübhânehû ve Teâlânın şahididir. Zira şahid lügatta, şehâdet edene der­ler. Bir şeyin sıhhatini görüp kemâl ile âlim olduktan sonra îlâm edip haber vermektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm evveli olmayan zamanda mevcut olan Hak sübhânehû ve Teâlânın cemî' halâika hâlik ve ancak kemâl-i ibâdet ve taate lâyık oldu­ğunun sıhatine şâhid ve kemâl-i yakîn ile âlim olduktan sonra emriyle cemî' nâsa ihbâr ve i'lâm eyledi nitekim; “İnnâ erselnâke şakiden”[97] buyurdu.

ve müşâhidi envâri's-sevâbikı'l-üvel manası; öyle cemî' halâyıkın efdali ki sevâbik-ı üvelin envâ-ı hedy-i kesîresini âşikâre izhâr izhâr edicidir. Zirâ müşâhid âşikâr ediciye derler. Ve envâr, nûrun cemiidir. Bu makamda Hüdâ manasınadır. Nitekim “ve ceale’z-zulumâta ve’n-nûf[98] nazm-ı kerîminin manasında müfessirîn tasrîh eylemişlerdir. Ve sevâbik, sâbikın cemidir. Evvele izâfet olunmakla tahsîs olunmuştur.. sevâbik-ı üvelden murad cemi âlemler yok iken ilmullahda mevcûd olan hüdalardır ki min ledün âdem Âdem ilâ yevminâ hâzâ mübtedel ve müteğayyir olmadı. Yahut müşâhid, müşâ- hede ile muttasıf olandır. Müşâhede örf-i hâsta iki manaya itlâk olunur. Evvelkisi âm- me-i masnûâtı ve kâffe-i mevcûdâtı Hak celle celâlenin tevhîdine delil ve şâhid olduğu için görmektir. İkincisi cemi eşyâda Hak sübhânehû ve Teâlâ'y görmektir.Yani cemi' eş- yâdan celle ve alânın mevcûd ve vâhid olmasına istidlâl edip görmüş gibi yakin hâsıl etmektir. Zira peygamberimiz aleyhisselâtü ve's-selâm sevâbik-ı üvelin envârları olan şems ve kamer vesair kevâkib, cennet, arş ve kürsinin cümlesine nazarı Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın vücûd ve vahdâniyetine delil olduğu içindir. Nitekim bu manaya kibâr-ı evliyânın bazısı “Mâ raeytü şey’en illâ ve raeytü'llâke kablekû ev ba'dekû evfîki ev meakû”[99]

ve tercemâni lisâni'l-kıdemi” öyle âmme-i masnûâtın ve kâffe-i mevcûdâtın fazlı ki Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın kelâm-ı kadîmi olan Kur'ân-ı Kerîm'in ve Furkân-ı Ha- kîm'in tercümânı ve cemî nâsa mübelliğidir. Zira tercüman, “cîm”in fethiyle bu ma­kamda kelâm-ı hafînin kâili olan zât ile vâsıtasız tekellüm mümkün olmadığı ecilden vâsıta olan peygamberimiz aleyhisselâma mübelliğ manasına tercüman tesmiye olundu. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur; “ Ve Mâ kâne li beşerin en yükellimeku'llâki illâ vakyen ev min verâ-i kicâbin ev yürsile rasûlen”[100] yine buyurur; “Beliğ mâ ünzile ileyke min rabbik”[101] ve lisandan murad murad bu makamda kelâmdır. Zikr mahalli irâde-i hâl kâ- bilindendir. Yahut lisân lügata derler. Lügat dahî mutlak-ı fasîha derler ki kelâm mana­sınadır. Ve kıdem, vücûdu için zaman sebkat etmeyen nesnedir. Yahut vücûdunda gayre muhtâc olmayana derler. Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın kelâmı için zaman sebkat etmiş değildir ve gayre muhtaç değildir. Nitekim peygamberimiz aleyhisselâtü ve's- selâm buyurur; “El-Kur'ânu kelâmullâki gayra maklûkın fe men kâle ennehû mahlûkunfehüve kâfirun billâki'-azîm”[102] imdi şey'in mahluk olmamasından kadîm olması lâzım gelir.

“ve menba-i'l-ilmi ve'l-hılmi ve'l-hıkemi” manası, öyle cemi mevcûdâtın efdali ki envâ-ı ilmin ve esnâf-ı hilm ve hikemin mevzi-i hurûcu ve mekânı sudûrîdir. Zira menbâ, tab'ın ism-i mekânıdır. Suyun mahal-i hurûcu demektir. Aynü'l-mâ gibi. İmdi peygamberimiz aleyhisselâtü ve's-selâm cemi ulûmun mahal-i hurûcu ve makarrı sudûrudur. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur “ve allemeke mâ lem tekun ta'lemu ve kâne fazlullâhi aleyke azîmâ"[103] yine peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm, asnâf-ı hilmin mesvâ-yı sudûru ve makarrıdır.Zira mübârek ribâiyesi kesr ve veçh-i şerîfi şerh olundukta sahâbe-i kirâm radıyellâhu Teâlâ anhümhazerâtına bu emr ziyâde güç gelip dediler ki Yâ Rasûlellah! Bunların aleyhlerine dua buyur tâ kim helâk olalar, peygambe­rimiz aleyhissalâtü ve's-selâm saadetle ben liân ba's olunmadım, lakin nebi dâî ve rah- met-i ba's olundum deyip “Allahümme ihdi kavmî fe innehüm lâ ya'lemûne". Yahut “Allahümmeğfir li kavmin fe innehüm lâ ya’lemûne" diye dua buyurdular. Pes bu makam peygamberimiz aleyhisselâmın kemâl-i hilm ve sabrına delâlet eder. Nitekim Hak Sübhânehû ve Teâlâ sabr ile emir buyurur. “Fe'sbir kemâ sabera ülü'l-azmi mine'r-rusul"[104] ve envâ-ı hikmetin dahi mahalli hurûcudur. Zira hikmetten murat ilm-i şerâyi yahut ilim ve fiil ile Hakk'a isâbet etmektir. Yahut mevcûdâtı maarifet ve hayrâtı işlemektir. Bu takdire göre ilim üzerine atfı, atf-ı hâs ale'l-âm kabilinden olur.

mazharı sırn’l-vücûdi’l-cüz’iyyi ve’l-külliyyi" manası; öyle cemî mahlûkâtın efdali ki Hak sübhânehû ve Teâlânın cûd-ı küllî ve sahâ-i cüz'iyesinin sırrını izhâr ve âşikâr edicidir. Cûd bir sıfattır ki onunla ivaz ve garazsız îtâsı lâyık olan şey âsân vermeye kâ- dir olur. Vücûd-ı cüz'î'den murad, Hak sübhânehû ve Teâlânın mahlûkâtına verdiği nimetlerdir. Yahut dünyada ve ukbâda zâtını rü'yetten gayri verdiği nimetlerdir. Vücûd-ı küllîden murad, niam-ı uhrevîdir. Yahut âhirette cennette olan rü'yetullah ve Rıdvân-ı ekberdir. Nitekim buyurur. “lillezîne ahsenü'l-hüsnâ ve ziyâdeh"[105] yahut cûd-ı cüz'îden murad, dünyada ve âhirette malum olan nimetlerdir. Vücûd-ı küllîden murad, âhirette gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, beşer zihnine gelmeyen sıfatlarla mevsuf olan nimettir. Dünyada ındillah birisinin kanadı miktarı îtibarda olmadığı için­dir. Nitekim peygamberimiz sallalahü aleyhi ve selem buyurur. “Lev kâneti’t-dünya ta'dilü ındellahi cenâha beûdetin ma sakiye minhâ kâfiran şürbete mâin". Yahut dünya fânî ve nimetleri geçici, içecekleri serap gibi olduğu içindir.

Şimdi peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm Hak sübhânehû ve Teâlânın niam-ı dünyeviye ve uhreviyesinin sırrını kemal mertebe izhâr edip vasfı mümkün olanını ha­ber verdi. Yahut peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmda olan cûd-ı uzmâ ve kerem-i kübrâ Hak sübhânehû ve Teâlânın cûd-ı cüz'î ve küllîsinin sırrını izhâr eyledi.

ve insâni ayni’l-vücûdi’l-ulviyyi ve’s-süfliyyi" öyle kâffe-i mahlûkâtın efdali ki vücûd-ı ulvî ve vücud-ı süflînin gözlerini sevâdından görünen nokta menzilesindedir. O nokta görmeye sebeb-i zâhirî olup ve görmek onun ile mümkün olduğu gibi ve o nokta gözün sırrı ve zîneti, faidesi olup cesedi onun ile menâfine vâsıl eylediği gibi o noktanın ademinde bir sınıf menâfi-i azîme ve bir nev-i semerât-ı cismiyenin ademi lazım gelir. Kezâlik peygamberimiz aleyhisselâm cemî mevcûdât-ı ulviye ve süfliyenin dârında müntakîm ve müntefi olmasına sebep olduğu ecilden ayn’in noktasına teşbih ve temsil olunmuştur.

Ve yine malum ola ki vücûd-ı ulvîden murad, melâike-i semâvât yahut mutlakan melâike yahut enbiya aleyhisselâmdır. Vücûd-ı süflîden murad, ehl-i arz yahut mutlakan peygamber olmayan nev-i insandır. Zira peygamberimiz aleyhisselâm bunla­rın cümlesinde sırr-ı ayn olduğunda iştibâh yoktur. Ve bu manaya şairin bu kavli delâlet eder:

'Kü[[ü’[-mekânmı tahte tay-i bidevrihî

Velekad edâe’l-kevm ınde vürûdihî

Ved-bahruyekussu an mevâridi cûdıhî

İnsânu aynü’C-vücûdi sırr-ı vücûdihî

"rûhı'l-cesedi'l-kevneyni" öyle cemî mevcûdâtın efdali ki âlem-i dünya ve ukbânın yahut âlem-i gayb ve şehâdetin cesetlerinin rûhu menzilesindedir. Zira cemî mahlûkatın ervahları onun sebebiyle dirilip bulundukları gibi. Kezâlik peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın halk olunduğu içindir. Nitekim Hak sübhanehû ve Teâlâ Âdem aleyhisselâma buyurur; "felevlâ Muhammedün mâ halaktü Âdeme velevlâ Muhammedün mâ halaktü'l-cennete ve'n-nâre"[106]

İmam Busîrî Kasîde-i Bürde de buyurur; "Levlâhu lem tahrüci't-dünya mine'l-ademi"[107] malum ola ki bu makamda ruhtan murad, insan kendi ile hüsn-i harakete kâdir olduğu kuvvet-i latîfedir ki ademinden insanın ademi lâzım gelir. Ve cesed-i insanın bedeni ve cismidir. Ve kevneynden murad, "kün" emrine mensup olan mevcûdâttır ki kimi dün­yada ve kimi ukbâdadır. Yahut kevneynden murad, âlem-i gayb ve şehâdettir bu iki takdire göre peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm cemî ehl-i dünya ve âhiretin ceset­lerinin rûhu menzilesindedir.

"ve ayni hayâti'd-dâreyni" manası; öyle cemî mevcûdâtın efdali ki dâr-ı dünyâ ve ukbâda olan cemî men lehu’l-hayât, ayn-ı hayatı ve hakîkatıdır. Bu takdire göre mahal­lin ismini hâle ıtlak kabilinden olur. Nitekim hafi değildir. Malum ola ki ayn-ı hakîkat zâta derler. Ve hayat bir sıfattır ki mevsûfunu his ve harekete muktedir eder. Ve dâreynden murad, dünya ve âhirettir.

"el-muhakkıkı bi a'lâ rütebi'l-ubûdiyyeti" manası; öyle cemî mahlûkâtın efdali ki ubûdiyetin merâtib-i refîa ve menâzil-i aliyyesinin hakîkatini hak üzere beyan edicidir. Zira muhakkık tahkîk edicidir. Tahkik dahî nesnenin hakîkatini hak üzere beyan eyle­mektir. Ve rüteb, rütbenin çoğuludur. Merâtib-i menâzile derler.

Ubûdiyet, lügatta kulluk demektir. İbadet gibi. Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s- selâm ibâdette cemî insanların efdalidir. Hatta salatta (namazda) tûl-i kıyâmından mü- bârek kadem-i şerîflerine şiş ârız olurdu. Nitekim rivâyet olunur. "Kâme Rasulüllah sallahu aleyhi ve selem hatta tûremet kademâhu, fe kîle me't-tekellüfi li hâzâ ve kad ğaferallahü leke ma tekaddeme min zenbike vema teahhara. Kâle efelâ ekûnü abden şekûrâ"[108] bu sebepten ubûdiyeti cemî evsâfının efdali olup Hak sübhânehû ve Teâlâ "esrâ bi abdihî" diye haber verip “esrâ bi rasûlihî" demedi.

"' el-mütehallikı bi ahlâkı'l-makâmâti'l-ıstıfâiyyeti" manası; öyle cemî mevcûdâtın efdali ki Hak sübhânehû ve Teâlânın ıstıfâ ve ihtiyâr kıldığı makâmâtın huy ve halkı ile mütehallik ve muttasıftır. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm "Tehallakû bi ah- lâkı'llâh"[109] sırrına vâsıl olup "ve inneke le alâ hulukın azîm"[110] hitabına müstehak oldu. Cüneyd Bağdâdî eder peygamberimiz aleyhisselâmın halk-ı azîm olduğu Hak sübhânehû ve Teâlâdan gayriye himmeti ve kasdı olmadığı içindir. Hazret-i Ali radıyellahu anh ve kerremeallahu vecheh eder âyet-i kerîmede peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın halkına azîm tesmiye olunup dünyanın emtia-i kesîresine "metâu’d-dünyâ kalîl" tesmiye olunduğundan malum oldu ki peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın ahlâk-ı kerîmesi lâ yüâd velâ yühsâdır. Ve yine Hazret-i Aişe radıyellahu anhden peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın halkından süâl olundu­ğunda buyurdular ki "kâne hulukuhû el-Kur'ân-ı kerîm, eleste takra'kadeflaha'l-mü'minûne ellezînehüm fî salâtihim hâşiûn" yani huluku Kur'ân idi. Nitekim sûre-i kad efleha da Kur'an huluku zikr olundu. Bununla beraber peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm "Allahümme kemâ hassente halkî fe hassin hulukî"[111] kavliyle dua buyururlardı.

" el-halîli'l-a'zam" manası; öyle cemî masnûâtın efdali ki Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın muhabbeti ile kalbi tahallül edip tecrîd fi'llah edip inkıtâ ilallâh, i'râz an gayrillah, safâ an kalbi billâh, ihlâs el-harekâtü lillâh eden halîlü a'zamdır. Nitekim bu­yurur: "Lev küntü müttehızen halîlen gayra rabbî le’t-tehaztü Ebâ Bekrin"[112]

Peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm Hak sübhânehû ve Teâlâdan gayri kimseyi Halil ittihaz etmediğinden malum oldu ki Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın halîlidir.

"el-habîbü'l-ekrem" manası; öyle cemî mükevvinâtın efdali ki, Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın mahbûb-ı erkemidir. Kur'ân-ı Kerîm'de peygamberimiz aleyhisselâmın "Ha- bîb" olmasını sâhibü Keşşâf; "Mâ veddeake rabbüke vemâ kalâ" âyetinden istifade eyledi lakin evveli olan "Kul in küntüm tühıbbûnellâhe fe't-tebiûnîyuhbibkümüllâhi" nazm-ı kerî­minden istifade olunduğunu kibâr-ı ulemâ tasrih eylemişlerdir. Ve hadîs-i şerîfte dahî peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm habîbullah olduğu musarrahtır. Nitekim buyu- rur;"elâ ve ene habîbü'llâhi ve'l-efharu".

İmam Cafer-i Sâdık rahimehullah aleyh der ki Hak sübhânehû ve Teâlâ İbrahim aleyhisselâmın Halîl olduğunu işeretle beyan buyurduğu habîb, habîbinin halini izhâra razı olmadığı içindir, şimdi bu fıkrada şeyhin halîli, habîb üzere takdimi ednâdan âlâya terakkîye işâret içindir. Zira Halil muhabbeti galip olana derler. Yahut muhabbeti galib olmadan mahbûbiyet galib olmadığı için takdim olunmuştur.

seyyidinâ Muhammed ibn Abdillâh bin Abdilmuttalib manası; öyle cemî mahlû- kâtın efdali o bizin seyidimizdir. İsm-i şerîfi ve alem-i münîfi Muhammeddir. Pederinin ismi Abdullah ve ceddinin ismi Abdulmuttalibdir. Seyyid, siyâdât ile muttasıf olandır. Ve esbâb-ı siyâdet ile muttasıf olmuştur. Akl, hilm, siyânet, sıdk, sehâ, sabr, tevâzu, ıfâf, hüsn-i hulk şimdi bu evsâf-ı hasene ve ahlâk-ı müstahsenenin kemâli peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmdadır ve ism-i Muhammed aslında merraten ba'de uhrâ hamd ve senâ olmuş demektir. Ve bu ism-i şerîf müsemması olan zâta mutabıktır. Zira pey­gamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm dünyada ilim ve hikmeti îlâm eylediği için mahmûd olup âhirette de Makâm-ı Mahmûd da şefaat-i kübrâsı için mahmuddur. Pey­gamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâma Muhammed tesmiye olunması ceddi Abdulmuttalib'e ilhâm iledir ki Hak sübhânehû ve Teâlâ bu mevcûdâtı halktan iki bin sene önce peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâma Muhammed tesmiye edilmiştir. Ni­tekim haberde vârid oldu; “innehû sümmiye bi Muhammedin kable'l-halkı bi elfi âmin"[113]

ve alâ sâiri'l-enbiyâ-i ve'l-murselîn" manası; ve dahi sen yâ Allah cemî salavâtının efdali ve erkemi olan salavâtı, bâkî âmme-i enbiyâ ve kâffe-i mürselîn aleyhimü's- selâmın üzerlerine kıl demektir. Murselîn, enbiyadan ahastır. Bu takdire göre atfü'l-hâs ale'l-âm kabilinden olur.

ve alâ melâiketike'l-mukarrabîn" Yâ Allah âmme-i salavâtının efdalini bi't-tab'i melâike-i mukarrabînin üzerlerine kıl demektir. Melâike-i mukarrabînden murad, dai­ma marifet-i hak ile müstağrak olup başka meşguliyetlerden tenezzüh edenlerdir. Nite­kim muhkem tenzilde Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretleri bunları vasf eyleyip buyurur;

yüsebbihûne'l-leyle ve'n-nehâra lâ yefturûn” Bu Melâike-i mukarrabîne “Illiyyûn" de derler. Malum ola ki melâikenin bir kısmına da müdebbirât-ı emr derler. Zira Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın emirlerini takdîri üzere tedbir ederler. Ve bir kısmı dahi semâ- vîdir. Aslâ yere nuzûl etmezler. Ve bir kısmı dahî arazîdir umûr-ı arza ta'yîn olunmuş­lardır.

ve alâ ıbâdillahi's-sâlihîn min ehli's-semâvât-ı ve ehli'l-aradîn" Yâ Allah sen âm- me-i salavâtın efdalini bi'tab' Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin ıbâd-ı sâlihleri ki hukûkullah ve hukûk-ı ıbâdih âlimler ve muktezâ-yı ilimleri ile âmiller üzerine kıl ki o zatların kimi ehl-i semâvât ve melâike-i mutahharâttandır. Ve kimi ehl-i arzdandır. Me- lâike-i mukarrabîn mahsus zikr olunup ve ıbâdüssâlihîn üzerlerine takdim olunduğu havâs melâike-i avâm-ı beşerden ve avâm-ı melâikeden efdal olduğu içindir. Bu ecilden havâs-ı beşer havâs-ı melâikeden efdal oldukları için zikirleri takdim olunup bizim pey­gamberimiz Muhammed aleyhissalâtü ve's-selâm cümle enbiyâ ve mürselînden efdal olduğu için cümleye salâtı takdim olundu. Bundan sonra malum ola ki bu fıkrada semâvât cem' (çoğul) olunması tabakâtı muhtelif olduğu içindir. Ve arzın cem olunması bazı ehâdiste vârid olduğu üzere tabakât-ı aded de semâvât misilli olduğu içindir nite­kim Hak celle ve alâ hazretlerinin “ve mine’l-arzı mislehünne" kavli bu manaya delâlet eder. Ve semâ arzın üzerine takdim olunduğu şerefi ve uluvv-ü mekânı olduğu içindir. Hatta haberde geldi ki arzın seb'ı semâ-ı dünyâ yanında vâsi' ovada bir halka misillidir. Kezâlik semâ-ı dünyâ mâ fevkına nisbet ile böyledir.

küllemâ zekerake'z-zâkirûn" Manası; zikri murûr eden efdali salavât ve ezyedü berekât ve atharu tahiyyât-i Hakk sübhânehû ve Teâlâya zâkirîn olanların her zikirleri müddetinde olan peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm sâniyen sâir enbiyâ-i kirâm ve sâlisen melâike-i ızâm ve râbian ıbâdü's-sâlihîn-i fehâm üzerlerine kıl.

ve gafele an zikrike'l-gâfilûn" manası; zikri sebkat eden ekramü salavât ve ezyedü berekât ve enzafü tahiyyât-i Hakk celle ve alânın zikrinden gâfil ve lâhî olanların her gaflet eyledikleri zamanda evvelâ hâteme'n-nebiyyîn sâniyen enbiyâ ve mürselîn sâlisen melâike-i mukarrabîn, râbian ıbâdullahi's-sâlihîn üzerlerine kıl demektir.

ve selem" yâ Rabbi bizzât sen envâ-ı selâmet-i azîmeyi zikri maadâ eden zatlara bezl ve ihsân ile demektir. Şimdi bu salavâtta selâm dahî zikr olunduğu Hak sübhânehû ve Teâlânın “ve sellimû teslîmâ" emrine iktidâdır.

ve radıyallahu an ashâbi rasûlillâhi ecmaîn" Hak sübhânehû ve Teâlâ râzı ve hoşnud olsun Rasûl-i Ekrem ve nebiyi muhterem sâhibü'l-atâ ve'l-kerem hazretlerinin ashâbının cemîsinden demektir. Malum ola ki örf-i şer'îde “azze ve celle" lafzı Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın zikri akabine, “salât ve selâm" lafızları enbiyâ-ı zikr akabine ve ale'l-infirâd “selâm" lafzı melâikeyi zikr akabine tahsîs olunmuştur. Ve tardıye dahî sa­habeye ve alâ sebîli'l-umûm cemî ulemâ ve sulehâya tahsis olunmuştur. Ve “terahhum" da sair mü'minîn ve mü'minâta tahsis olunmuştur. Bu ecilden azze ve celle demek mek­ruhtur. Her ne kadar peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm azîz ve celîl olmuş ise de Hak sübhânehû azîz olduğunu “Azîzün aleyhi mâ anittüm" kavliyle tasrih buyurmuştur. Ve Ebu Bekir aleyhisselâm demek caiz değildir. Her ne kadar manası; sahih ise de; zira şiâr-ı revâfızdır.

Hâzihî Tetimmetü fî Beyân-ı Ba’zı Fezâili’s-salavât ve Mevâdıihî

Bundan sonra malum ola ki salavât-ı şerîfenin fezâili ve kerâmâtı lâ yüâd velâ yühsâdır. Lakin mâ lâ yüdriku küllühû Lâ yütraku kulluh[114] mefhûmunca bazısını zikr edelim. Evvelâ salât ve selâm etmede Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin emrine imtisâl vardır. Bu ecilden ol hazretin her seferinde ism-i şerîfi zikr olundukta salâtın vâcib olmasına Tahâvî zâhib olmuştur. Muhakkıkîn secde-i tilâvete kıyas edip bir mecliste on kere ism-i şerîfi zikr olunsa bir salât ile vâcib edâ olunur dediler ve cumhûr-ı ulemâ ömründe bir kere salavât farzdır, sâir sünnet yahut müstehabtır dediler. Ve fetvâ dahî bu kavl üzere­dir. Hak sübhânehû ve Teâlâ’ya ve melâikeye muvafakat vardır. Zira Hak Teâlâ ve me- lâike kendine salât ederler. Ve edene on derece ref olunup ve on hasane kitâbet olunur, on seyyiesi mahv olunur. Hak celle ve alâ salât ile olunan duaları kabul eder. Ve şefaat-i Nebî’ye müstahak olup mağfiret-i zünûbe sebep olur. Mevtten önce cennet ile tebşîr olunur. Kıyamet hevlinden necât bulur. Kıyâmette ehline hasret ile rucû etmeden emin olur. Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın ındinde ismi zikr olunur "Bahîl" ismini insandan nefy eder. Tarîk-ı cennet kendine delâlet olunup mahbesten necât bulur Sırat üzerinde musallâya hırz olup zikr-i cemîli ehl-i semâ ve arzın beyninde bâkî kalır. Ve ömrünün berekâtına sebep olur Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellemin muhabbetine se­bep olur. Kendine dahi peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-sselâmın muhabbetini îrâs eder. Hayât-ı kalbe sebep olur. Zira hukûk-ı rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selem lâ yüad velâ yühsâdır.

Yine salavâtın fâide-i kesîresi ve avâid-i kebîresi muzâyekada ve mühimmâtta ve kadâ-i hâcâtta zâhir ve müşâhiddir. Amma peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma salavâtın mevâzi-i dahi çoktur. Lâkin ammeye lâzım olan âhir-i teşehhüde, salât-ı cenâ- zenin ikinci tekbirinden sonra, Cuma, bayram ve istiskâ hutbelerinde, nikah akdi hutbe­sinde müezzine icâbetten sonra ve zikrullah için toplandıklarında, her zî-bâl-i emrin ev­velinde, ortasında, sonunda, mescide girişte, Cuma günlerinde, her ismi zikr olundu­ğunda, ismi yazılan yerlerde, meclislerden ayrılmadan önce, peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın kabr-i şerîfinde ziyarete durdukta, çarşıya çıkışta, eve girişte, gam ve hüzn vakitlerinde, mağfiret talebi zamanlarında, vaaz ve tezkîre, tedrîs başla­rında, güneh sâdır olduğu vakit fakri nefy murad, eylediğinde uykudan önce, uykudan uyanınca, abdestten ayrılırken, Cuma namazından Akşam ve sabah namazından sonra def-i atâs eyledikte hamdden sonra ve tanîn-i üzünde ve bir şeyi unuttukta hatırlamak için kazâ-yı havâcı ındinde salavât etmektir. Ulemâ-yı kirâm ve fuzelâ-yı ızâm bu fezâil- i adîde ve mevâdi-i kesîrenin kimini ehâdis ve ahbâr, kimini kıyas ve îtibâr kimini âsâr-ı sâlihîn ile isbât edip kitaplarında zikr etmişlerdir ki bu mahalde delâil hazf olunup mesâil üzerine iktisâr olundu.

Vallâhu a’lemu bi’s-savâb ve ene ahmedullâhi alâ itmâmi hâzihi’n-nîmeti ve es’elühü’l-mezîde min inâyetihi’l-amiyyeti ve rahmâniyyetihi’r-rahîmeti. Ve üsallî alâ men kâne fedâilihi meşhûreten bel mütevâtireten ve hasâisühû şâyiatün sâiratün. Ve alâ âlihî ve ashâbihî salâten münciyeten vâfiraten. Sümme’l-mes’ûlü min efdali’l-efâdıli ve eşrafi’l-emâsili en yenzurû fî hâzihi’l-evrâkı bi ayni’r-rıdâ bi hakkı’l-meliki’l-hallâkı ve yüsallihû mâ fîhi sehven ve halelen fe innellâhe lâ yuzîu ecre men husne amelen.

Bi mennihî Teâlâ Kutbü’l-a’zam gavsü’l-efham muktezâ-yı tarîkat ve pîşvâ-yı hakî- kat muhyi’l-milleti ve’d-dîn kıdvetü erbâbi’l-yakîn, eş-Şeyh Abdulkâdir Gîlânî kıddıse sirruhu’r-Rahmânî hazretlerinin makâm-ı cem ve rütbe-i kemâlden izhâr ve ibrâz bu­yurdukları salavât-ı şerîfe-i feyz-i eserlerinden ba’zı icmâl ve rümûzâtını şerh ve îzah zımnında menbaü’l-irfân Sa’deddin Süleyman Müstakimzâde ekramehu’l-mevlâ bi’l- husnâ hazretlerinin kaleme aldıkları şirh-i latîfeleri mehd-i mihâdü’d-devleü’l- Osmâniyyeti ve murassısu sıyâsi’l-milletti’l-İslâmiyyeti es-Sultân ibn Sultân Abdulmecid Hân sînet evketehû bi sıyâneti’r-Rahmân hazretlerinin zamanı emn-i bahşâlarında Nezâret-i takvîm-i Vakâyi-i hizmet-i seniyyesiyle bekâm-ı Mehmed Saîd’in nezâretiyle iş bu 1260 Cemâziye’l-ûlâ evâhirinde/Mayıs 1844 hitâm-pezîr olmuştur.

Özet

Bu çalışmada, mutasavvıfların hizb edindiği, okunmasına ve günlük olarak çekilmesine ehemmiyet verdiği dolayısıyla tarîkat evradlarında yer alan salavât metinleri araştırılmaya ça­lışılacaktır. Kaynaklarda yüz elli civarında farklı metin yer alırken günümüzde sadece birkaç metnin bilinmesi konunun ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Yine Kâdirî Evrâd’ı içerisinde yer alan Abdulkâdir Geylânî’ye ait salavâta, Müstakimzâde Sâdeddin Efendi tarafından yapılan şerh incelenmeye çalışılacaktır. Bu salavât “Eşrefi evradı" olarak da bilinmekte ve başka tarîkat evradlarında da yer almaktadır. Metin sonunda Müstakimzâde’nin yaptığı şerhin çevrim yazısı verilecektir.



           

[2]         “Şüphesiz ki Allah ve Melekleri peygambere salavât getirirler. Ey îmân edenler! Siz de onun için (tam bir teslimiyetle) salât ve selâm getirin.” (Ahzâb, 33/56.) Salât kelimesi lügatta “sallâ” fiilinden mastardır. Dua, tebrik, temcit ve ta'zîm manasınadır. Salâ fiilinin mastarının “tasliye” olduğu ve salâtın tasliyeden geldiği de söylenmiştir. Istılahta ise Allah'a yaklaşmak gayesiyle yapılan belli fiillerden ve husûsi rukünlerden ibarettir ki, o da namazdır. Namaza salât denmesi, aslı­nın dua olmasındandır. Cumhûr-ı ulemâya göre salât, dua için hakîki, namaz için mecâzî mânâda kullanılmıştır. Hidayet Işık, “Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e Salât ve Selâm Getirme ile İlgili Bir Araştırma”, Diyanet Dergisi Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Özel Sayısı, Ekim-Kasım-Aralık 1989 c. 25, sayı: 4, ss. 263-286

[3]         Ebu Mes’ud el Bedri (r.) anlatıyor: "Biz Sa ’d b. Ubâde ’nin meclisinde otururken Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem ya­nımıza geldi. Kendisine, Beşir b. Sa'd: "Ey Allah’ın Resülü! Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?" diye sordu. Efendimiz şu cevabı verdi: "Şöyle söy­leyin: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kema salleyte alâ İbrahime ve barik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i İbrahime inneke hamîdun mecîd. (Al­lah’ım! Muhammed’e ve Muhammed'in âline rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Mu- hammed'i ve Muhammed'in âlini mübârek kıl. Tıpkı İbrahim'in âlini mübârek kıldığın gibi." Resulullah ilâveten şunu söyledi: "Selam da bildiğiniz gibi olacak." Müslim, Salât 65, Kasru’s- Salât 67; Ebü Dâvut, Salât 183; Nesâi, Sehv 49.

Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte'de, Ebü Humeyd es-Sâidi (r.)’den gelen bir rivayet şöyledir: "Ashab sordu: "Ey Allah'ın Resülü sana nasıl salât okuyalım?" Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem: Şöyle söyleyin, dedi: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kema salleyte alâ İbrâhime ve barik alâ Muhammedin ve alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ İbrâhime inneke hamîdun mecîd. (Allahım! Muhammed'e, zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i, zevcelerini ve zürriyetini mübarek kıl, tıpkı İbrahim'i mübarek kıldığın gibi. Sen övül­meye layıksın, Şerefi yücesin)." Buhâri, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69; Muvatta, Kasru’s- Salât 66, (1,165); Ebü Dâvut, Salât,183; Nesâi, Sehv 54.

Ka'b b. Ucre'den gelen bir rivâyet de şöyle: "Rasulüllah (aleyhissalâtu vesselam) yanımıza gelmiş­ti: "Ey Allah ’ın Resülü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyaca­ğız (bilmiyoruz)?" "Şöyle söyleyin! dedi: "Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âl-i Muhammedin kema salleyte alâ İbrahime inneke hamîdun mecîd. Allahümme barik alâ Muhâmmedin ve alâ âl-i Muhammed, kemâ bârekte ala âli İbrahime inneke hamîdun mecîd." Buhâri, Daavât 33; Müslim, Salât 66; Ebü Dâvud, Salât 183; Nesâi, Sehv 51; Tirmizî Vitr, 20.

[4]         Hz. İbn Mes'ud (r.) anlatıyor: Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Yeryüzünde Allah'ın seyyâh melek­leri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana tebliğ ederler." Nesâi, Sehv 46.

[5]         İbnu Mes'ud (r.) anlatıyor: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kıyamet günü bana insanların en yakı­nı, bana en çok salavât okuyandır." Tirmizî, Salât 357.

[6]         Tirmizî'de Hz. Ali (r.)'den kaydedilen bir rivâyette şöyle denir: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:
"Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır." Tirmizî, Daavât 110.

[7]         Hz. Enes (r.) anlatıyor: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kim bana (bir kere) salât okursa Allah da
ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir."
Nesâi, Sehv 55.

Yine Nesâi'de Ebü Talha (r.)'dan gelen bir rivâyet şöyle: "Bir gün Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem, yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine: "Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik. "Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: "Sana salavât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi? Nesâi, Sehv 55. Salavât getirmenin fazîleti hakkında bk. İsmail b. İshak el-Kâdı (ö.282), Fadlü's-salâti ale'n-Nebiyyi (salla’llâhü aleyhi ve sellem), tahk.: Şeyh Mahmud Nâsırüddin Elbânî. Eserde yüz yedi hadis bulunmakta­dır. İbn Kayyım el-Cevziyye, Cilâu'l-efhâm fi's-salâti ve's-selâm alâ hayri'l-enâm; Fîruzabâdî, es- Salâtü ve'l-beşer fi's-salâti alâ hayri'l-beşer; es-Sehâvî (ö.902), el-Kavlü'l-bedi fi's-salâti alâ habîbi'ş- şefî.

[8]         İsmail Hakkı Bursevî, “Tuhfe-i Aliyye”, Üç Tuhfe, haz.: Şeyda Öztürk, ss. 244-246. Osmanlı dönemide tarîkat çevrelerinde salavât getirme hakkında yazılan eserlerin bazıları da şöyledir: Süleyman Hakkı Efendi, Mecmuaü'd-deavât ve's-salavât ve'l-akâid ve'n-nasâyih, Dersaadet Mat­baa-i Osmaniye 1307; Ebu Said Muhammed b Mustafa b. Osman Hâdimî, Risâle fî hakki't-tesbih ve't-tahmid ve't-tekbir alâ selâsin, Matbaa-i Âmire, ts., 210s.; Ebü’t-Tâhir Mecdüddin Muham­med b. Yakub b. Muhammed Firuzabadi, Rasulüllah Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmek 817/1415, çev.: Mustafa Demirkan, İsmail Tavman, Konya 1998; Kâdirî Seyyid Muhammed Sâlih (Yeşilzâde), Dua Mecmuası, Salât-ı Münciye, Salât-ı Nâriye ve Ramazan Duası, İstiklal Matbaası, 1956, 32s.

[9]         Mamud Sami Bey, el-Mevâhibü's-seniyye, Kâhire 1951, ss. 111-132.

[10]      Pazartesi Günü:1-Salavâtu fadliyye, 2-Fadliyye, 3- Fadliyye, 4- Fadliyye,5 Fadliyye, 6- Fadliyye, 7-Salavâtu’r-rahme, 8-Salavâtu’l-ümmihât, 9-Salavâtu’l-bârikiyye, 10-Salavâtu’l- hikemiyye, 11-Salavâtu’l-câmiiyye, 12-Salavâtu’l-hayriyye, 13-Salavâtu’l-ensâriyye 14- Salavâtu’l-adediyye, 15-Salavâtu’l-emriyye, 16-Salavâtu’l-vesîle, 17-Salavâtu ehli’l-beyt, 18- Salavâtu müntehiye, 19-Salavâtu tahiyye, 20-Salavâtu’ş-şefâat, 21-Salavâtu İbrâhimiyye, 22- Salavâtu arşiyye-i hâssiyye, 23-Salavâtu kevniyye, 24-Salavâtu fâika, Salı Günü: 25-Salavâtu adediyye, 26-Salavâtu esrâriyye, 27-Salavâtu tardıye, 28-Salavâtu haremiyye, 29- Salavâtu vârisiyye, 30-Salavâtu edebiye, 31-Salavâtu ihsâiyye, 32-Salavâtu sahâbe, 33- Salavâtu mes’ûdiyye, 34-Salavâtu sıfâtiyye, 35-Salavâtu’ş-Şâfii, 36-Salavâtu ebhariyye, 37-Salavâtu’l- muhîta, 38-Salavâtu imdâdiyye, 39-Salavâtu’l-mûcizât, 40-Salavâtu semâiye, 41- Salavâtu’ş- şâmme, 42- Salavâtu’l-mîrâc, 43-Salavâtu’z-zabt, 44-Salavâtu’l-inşikâk, 45- Salavâtu’l-hâtim, 46- Salavâtu’l-havârik, 47-Salavâtu’l-bereket, 48-Salavâtu’l-mümecced, 49- Salavâtu’l-hızâ’ 50- Salavâtu midâdiyye, 51- Salavâtu edâfiyye, Çarşamba Günü: 52- Salavâtu’r-reviyye, 53- Salavâtu’l-gâfilûn, 54- Salavâtu’z-zâriyât, 55- Salavâtu’l-vesîle, 56- Salavâtu’l-münzel, 57- Salavâtu’-kerâme, 58-Seyyidü’s-salât, 59- Salavâtu Âdem aleyhisselâm, 60- Salavâtu’l- mukarrabîn, 61- Salavâtu’-mele’, 62- Salavâtu’l-mezîd, 63- Salavâtu’s-selâm, 64- Salavâtu’l- kaderiyye, 65- Salavâtu’d-devâm, 66- Salavâtu’s-saât, 67- Salavâtu’l-hubb, 68- Salavâtu’l- münciyye li Musa ed-Darîr, 69- Salavâtu’r-rızâ, 70- Salavâtu’n-nûr, 71- Salavâtu’l-mîrâciyye, 72- Salavâtu’l-havz, 73- Salavâtu’t-teysîr, 74- Salavâtu’l-vasl, 75- Salavâtu’l-kerâme, 76- Salavâtu’l-ihtirâm, 77- Salavâtu Talha, 78- Salavâtu’z-zâkir, 79- Salavâtu’l-merhame, 80- Salavâtu Tâhir, 81- Salavâtu’l-kevser, 82- Salavâtu’t-tavâf, 83- Salavâtu’r-risâle, 84- Salavâtu’z- zekiyye, 85- Salavâtu evsâfiyye, Perşembe Günü: 86- Salavâtu cüz’iyye veya ümmiye, 87- Salavâtu zülfâ, 88- Salavâtu türhamiyye, 89- Salavâtu zeyniyye 90- Salavâtu mesvây, 91- Salavâtu rumûziyye, 92- Salavâtu bahâiyye, 93- Salavâtu kameriye, 94- Salavâtu ıtriye, 95- Salavâtu teslimiyye, 96- Salavâtu ibrâhimiyye, 97- Salavâtu nebîiyye, 98- Salavâtu memlûiyye, 99- Salavâtu istihkâkiyye, 100- Salavâtu’l-murtazâ, 101- Salavâtu sulbiyye, 102- Salavâtu tünciziyye, 103- Salavâtu Hâşimiyye, 104- Salavâtu berriye, 105- Salavâtu tayyibiyye, 106- Salavâtu fezâiyye,107- Salavâtu İbrahimiyye, 108- Salavâtu meknûniyye, Cuma Günü salavat- lar yerine peygamberimiz vesilesiyle istenilen çeşitli dualar bulunmaktadır. Cumartesi Gü- nü:109- Salavâtu İbrâhimiyye, 110- Salavâtu İbrâhimiyye, 111- Salavâtu umûmiyye, 112- Salavâtu muhîtiyye, 113- Salavâtu müsmiriyye, 114- Salavâtu'l-cinn, 115- Salavâtu vehiyye, 116- Salavâtu'l-hamâme, 117- Salavâtu şefâa, 118- Salavâtu'l-esmâ, 119- Salavâtu'l-hamâim, 120- Salavâtu cihâdiyye, 121- Salavâtu'l-eflâk, 122- Salavâtu İbrâhimiyye, 123- Salavâtu'r-ra'd, 124- Salavâtu'l-teblîğ, 125- Salavâtu tihâme, 126- Salavâtu'l-mukarrabîn, 127- Salavâtu'l- enbiyâ, 128- Salavâtu İmâm-ı A'zam, eser Salavâtu's-safâ ile sona ermektedir. Delâilü'l-hayrât, İstanbul 1285, ss. 38-167.

[11]      Kuzey Afrika ve Anadolu'da oldukça rağbet gören Delâilü'l-hayrat, birçok defa basılmış ve şerhleri yapılmıştır. 1- Karadavutzâde Mehmed Efendi (Ö.1170/1756), Tevfîku muvaffki'l-hayrât

[12] neyli'l-berekât fi hizmeti menbai's-saâdât (İstanbul 1254), 2- Şeyh Hasan el-Adevî, Bulûğu'l- müsirrât alâ Delâili'l-hayrât (Mısır 1289), 3-Muhammed Mehdi el-Fâsî, Metâliu'l-müsirrât bi cilâi Delâili'l-hayrât (Mısır 1298) îzâhı için bk. M. Tâhir, Osmanh Müellifleri, c. I, s. 399; Süleyman Uludağ, "Delâilü'l-Hayrât", DİA, c. IX, ss. 113-114.

11      Osman Ferid Efendi; Salât-ı Tefrîciye okumanın Âdâbını şöyle sıralar; 1-Başlamadan önce beş-on yada on beş kere "Estağfirullah el-azîm ve etûbü ileyh" çekmelidir. 2-Eûzü besmele ile "İnnellahe ve melâiketehû yüsallûne ale'n-Nebiy, Yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ" âyetini okumalı. 3- Okuyacağı şeyin, niyet ve muradı için dua etmeli. 4- Önceden ha­zırladığı sayılabilecek bir alet ile okumaya başlamalı, kaç günde veya ne zamana kadar oku­yacağını tayin etmeli. 5-Sayıyı tam çekmeli eksik veya noksan olmamalı. 6-Okuyamayacak durumda olan kişi güvendiği bir kimseye vekâlet vererek de okutabilir. İzmir Müderrislerin­den Kasabzâde Osman Ferid, Peygamber Efendimiz Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmenin Dünyevî ve UhrevîFezâili İle Salât-ı Tefrîciye'nin Havâssını Mübeyyin Risâledir, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, 1322, ss. 13-14. Ayrıca bk. Nazillili Seyyid Muhammed Hakkı, Hazînetü'l-esrâr-Sırlar Hazinesi, çev.: Celal yıldırım, İstanbul 1977, ss. 621-622.

[13]      İzmir müderrislerinden Kasabzâde Osman Ferid; Aydın, İzmir, İstanbul bölgelerinde gezdiği dönemde bu salavâtın faydaların anlatmış, tecrübesine dayalı olarak gördüğü faydaları şöyle sıralamıştır: 1-Üst dereceli memurlar nice emellerine nail olmuşlardır. 2-Doktor tedavisinden ümit kesilen nice hastalar bu salavât neticesinde şifa bulmuşlardır. 3-Bir âlim müderrisin yir­mi senedir çektiği sara hastalığından bu salavâta devamla kurtulduğunu gözleriyle görmüş­tür. 4-1280/1872 tarihinde bir kadın yirmi senedir kapanan gözlerine kavuşabilmesi için bu sa- lavâta devam etmesini tavsiye etmiş, sekiz günde okuyan kadın da bu salavât neticesinde gözlerine tekrar kavuşmuş, o tarihten sonra on sene daha yaşamıştır. Osman Ferid, age, s. 12.

[14]      Hazînetü'l-Esrâr sahibi Hizbü'l-Ebrâr şerhinde Salât-ı Tefrîciye'nin havâssı hakkında der ki; “Şeyhim Muhammed Tunûsî'den işittim. Fransızlar Cezâyir'i istilâ ettikleri vakit bir kişi in­sanları cihada teşvik ettiği için Fransızlar tarafından haps edilmiş. O adamın topun ağzına bağlanarak idamına karar verilmiş Ehl-i havastan bir kişi olayı işitince hapishaneye gelerek “Azizim, kardeşim; Fransız ümerası senin hakkında topun ağzına bağlanarak idam edilmene karar ver­di. Bu kararlarını falan günü uygulayacaklar. O gün gelmeden senin necat ve halasına neden olacak yanında mücerreb havaslardan bir havas var mıdır? diye sormuş. O kişi de; “Benim yanımda havas yoktur ancak kalbimde iman vardır, benim buradan kurtulmama ne gibi havas bulunabilir" demiş. O kişi bunun üzerine, Ey azizim idam günü gelmeden önce Salât-ı Tefrîciye'yi 4444 defa oku, tamam et. Okuduktan sonra ne gibi sırlar ortaya çıkar görürsün demiş ve Tefrîciye'yi mahbusa ezberletmiş. Sayı tamam olduğu günlerde idârecilerden yüz altın gönderilerek idam cezasının sürgüne çevrildiği emri gelmiş. İşte Tefrîciye o kişinin hem kurtulmasına hem de zenginliğine sebep olmuştur. Hizbü'l-Ebrâr sahibinin tecrübelerini bizzat kendinin yaşadığını söyleyen Osman Ferid; örnek olarak da Yunanlıların İzmir'i işgal ettikleri vakit halkı Salât-ı Tefrîciye okumaya teşvik ettiğini bi iznillâh o sayede kurtulduklarını verir. Osman Ferid, age, s. 11.

[15]      Şeyh Muhammed Tunûsî; “Bir kimse bu Salât-ı Tefrîciye'yi her gün yirmi bir kere okursa sanki rızkı semâdan iner ve arzdan biter" demiştir. İmâmü'd-Dîneverî; “Bir kimse her beş va­kit namazın ardından on bir kere okur, kendine vird edinirse rızkı kesilmez, yüksek mertebe­lere ve devlet-i ganiyyeye nâil olur." buyurmuştur. Hazînetü'l-Esrâr sahibi der ki; “Bir mü'min günde yüz kere okumaya devam etse o kişi matlûbuna vâsıl, arzu ettiği şeye nâil olur. Eğer günde 1000 kere okursa artık hatıra gelmeyen ve göze görünmeyen şeyler kendine münkeşif olur". Osman Ferid, aynı eser, aynı yer.

[16]      “Ey Allahım! Efendimiz Muhammed'e salât-ı kâmil ve selâm-ı tâm ile salât ve selâm eyle! Zira o, öyle bir zattır ki, kendisiyle düğümler çözülür, sıkıntı ve zahmetler âsân olur, ihtiyaç­lar karşılanır, arzulara ve güzel sonuçlara ulaşılır. Kendisinin yüzü suyu hürmetine yağmur istenir. Her lemha (kısa bir göz açıp kapama ya da şimşek çakması gibi bir zaman)da ve her nefeste sence malum olan mahlukat sayısınca O'nun âline ve ashâbına da salât ve selâm ol­sun"

[17]      Bu şerhlerden bazıları şöyledir: 1-Muhammed b. Ali Harrûbî et-Trablusî (Ö.963/1556), Şerhu ala's-salâti'l Meşîşiyye; 2-Muhammed b. Ali ez-Zervalî (ö.1030/1620), Şerhu salâtiİbn Meşîş; 3- İsmail Hakkı Bursevî (ö.1137/1724), Şerhu salâti İbn Meşîş, İstanbul 1256/1840, Bulak 1279. Rebîülevvel 1113/Ağustos 1701'de tamamlanan bu eserin yazma bir nüshası için bk. Süley- maniye Ktp. Mihrişah, no: 217, vr. 76-97. 4-Muhammed b. Abdusselâm el-Bennânî (ö.1163/1750), Şerhu salavâtı İbn Meşîş; 5-Ahmed b. Muhammed el-Mehdî b. Acîb et-Tatvânî (ö.1224/1809), Şerhu salavâtı İbn Meşîş; 6-Muhammed el-Ahrâk ed-Darkavî (1261/1845), Şerhu salâti'l-Meşîşiyye; 7-Ebu'l-Mehâsin Muhammed Kavukcî (ö.1305/1887); Nefâisü't-teftîş alâsalâti İbn Meşîş; Tayyib b.Abdulmecîd b. Kiran, Şerhu's-Salâti'-Meşîşiyye, 1227/1812, tahk.: Bessam Muhammed Barud, Abu Dabi 1999, 274s.; Muhammed Halil Hicrisî, el-Cevherü'n-nefîs fî salavâti İbn İdris, Kahire 1987-1988; bk. M. S. Güven, agt, s. 200.

[18]      Gümüşhânevî, age, s. 155.

[19]      Mahmud Sami Bey, el-Mevâhibü's-seniyye, s. 121.

[20]      Mahmud Sami Bey, el-Mevâhibü's-seniyye, s. 125.

[21]       ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻛُﻞَّ ﻣَﺎ ﺍﺧْﺘَﻠَﻒَ ﺍﻟْﻤَﻠَﻮَﺍﻥِ ﻭَ ﺗَﻌَﺎﻗَﺐَ ﺍﻟْﻌَﺼْﺮَﺍﻥِ ﻭَ ﻛَﺮَّﺭَ ﺍﻟْﺠَﺪِﻳﺪَﺍﻥِ ﻭَ ﺍﺳْﺘَﻘْﺒَﻞَ ﺍﻟْﻔَﺮْﻗَﺪَﺍﻥِ ﻭَ ﺑَﻠِّﻎْ ﺭُﻭﺣَﻪُ ﻭَ ﺍَﺭْﻭَﺍﺡَ ﺍَﻫْﻞِ ﺑَﻴْﺘِﻪِ ﻣِﻨَّﺎ ﺍﻟﺘَّﺤِﻴَّﺔَ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡَ ﻭَ ﺍﺭْﺣَﻢْ ﻭَ ﺑَﺎﺭِﻙْ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢْ ﻛَﺜِﻴﺮًﺍ ﻛَﺜِﻴﺮًﺍ ﺍِﻟَﻰ ﻳَﻮْﻡِ ﺍﻟْﺤَﺸْﺮِ ﻭَ ﺍﻟْﻘَﺮَﺍﺭِ

"Ey Allahım! Gece gündüz değişmesi devam ettikçe, asırlar birbirini takip et­tiği müddetçe, yenilenenler tekrarlandıkça, kutup yıldızları göründükçe, Seyidimiz Muhammed aleyhisselâma ve ehli beytine rahmet eyle. O'nun ve ehl-i beytinin ruhlarına bizden se­lâm tebliğ et, mübârek kıl ve kıyamet gününe kadar ona selâm ver."

[22]      Salât-ı Fâtıhiyye şöyledir; "Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin el-fâtihu lemmâ uğliga, ve'l-hâtimu lemmâ sebeka, nâsıru'l-hakkı bi'l-hakkı, ve'l-hâdî ilâ sırâtıke'l-müstakîm ve alâ âlihî hakka kadrihî ve mikdârihi'l-azîm" Allahım! kapalı (müşkil) işleri açan, işleri ta­mamlayan, hakkı hak ile destekleyen, doğru yoluna ileten Efendimiz Muhammed'e ve âline büyük miktarda, hakkının kudretince salât et. Jamil M. Abu'n-Nasr, Ticâniye ve Tekrûr Hareketi, çev.: Kadir Özköse, Ankara 2000, ss. 60, 256.

[23]     

ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺑَﺤْﺮِ ﺍَﻧْﻮَﺍﺭِﻙَ ﻭَ ﻣَﻌْﺪَﻥِ ﺍَﺳْﺮَﺍﺭِﻙَ ﻭَ ﻋَﻴْﻦِ ﻋِﻨَﺎﻳَﺘِﻚَ ﻭَ ﺷَﻤْﺲِ ﻫِﺪَﺍﻳَﺘِﻚَ ﻭَ ﻋَﺮُﻭﺱِ ﻣَﻤْﻠَﻜَﺘِﻚَ ﻭَ ﺍِﻣَﺎﻡِ ﺣَﻀْﺮَﺗِﻚَ ﻭَ ﺧَﻴْﺮِ ﺧَﻠْﻘِﻚَ ﻭَ ﺍَﺣَﺐِّ ﺍﻟْﺨَﻠْﻖِ ﺍِﻟَﻴْﻚَ ﻋَﺒْﺪِﻙَ ﻭَ ﺣَﺒِﻴﺒِﻚَ ﻭَ ﺭَﺳُﻮﻟِﻚَ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰِّ ﺍﻟْﺎُﻣِّﻰِّ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺧَﺘَﻤْﺖَ ﺑِﻪِ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀَ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻠِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺳَٓﺎﺋِﺮِ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻠِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَٓ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻤَﻠَٓﺌِﻜَﺔِ ﺍﻟْﻤُﻘَﺮَّﺑِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﻋِﺒَﺎﺩِﻙَ ﺍﻟﺼَّﺎﻟِﺤِﻴﻦَ ﻣِﻦْ ﺍَﻫْﻞِ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَ ﺍَﻫْﻞِ ﺍﻟْﺎَﺭَﺿِﻴﻦَ ﺭِﺿْﻮَﺍﻥُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺗَﻌَﺎﻟَﻰ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢْ ﻭَ ﻋَﻠَﻴْﻨَٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ ﻭَ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ

Ey Allahım! Nurların denizi, sırların mâdeni, inâyet (yardım) pınarın, hidâyet güneşin, mül­künün tâcı, velâyetinin emniyeti, muhabbetinin lisânı, hazretinin imâmı, mahlûkâtının en ha­yırlısı ve sana en sevimlisi, kulun ve habîbin, enbiyâ ve mürselîni kendisi ile mühürlediğin, Ümmî nebî olan Rasûlün Muhammede (salla’llâhü aleyhi ve sellem) rahmet eyle. Ayrıca semâvât ve yer halkına, mukarreb meleklerine re rahmet eyle. Allah'ın rızâsı hepsinin üzerine olsun, Eyrahmet eden­lerin en merhametlisi! Merhametinle dualarımızı kabul eyle, Hamd âlemlerin rabbı olan Al­lah'a mahsustur. Gümüşhânevî, age, c. II, ss. 480-481.

[24]       “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min cemîi'l-ehvâli ve'lâfât ve takdî lenâ bihâ min cemîi'l-hâcât ve tutahhiru bihâ min cemîi's-seyyiât, ve terfeunâ bihâ a'la'd-derecât, ve tübelliğunâ bihâ aksa'l-gâyât min cemîi'l-hayrâti fi'l-hayât ve ba'de'l-memât." Allahım! Efendimiz Muhammede ve efendimiz Muhammed ümmetine öyle bir salât (rahmet) eyle ki onunla bizi her güçlük ve âfetten kurta­rasın, onunla bizim bütün ihtiyaçlarımızı göresin, onunla bizi bütün kötülüklerden temizle- yesin, onunla bizi yüksek derecelere erdiresin, onunla bizi gerek hayatta, gerek öldükten son­ra bütün iyiliklerin en yükseklerine ulaştırasın.

[25]      Hüseyin b. Aliyyül Kâşifî, Şifâül Eskâm adlı kitabında, Fakihani Rahimehullah Ebû Musa Darir’ den nakleder. Bk. Tuhfetü's Salavât: 40 Salavât-ı Şerife, çev.: Ömer Faruk Ergin, Ankara 1980.

[26]      Mehmed Said, Evrâdu Seyyid Ahmed el-Kebîr er-Rifâî el-Velî, (Özel Yazma-1357/1939), s. 45-48.

[27]      Yusuf Sinan Efendi, Pîr Cemâleddin Halvetî'den kendisine kalan irşâd görevini yerine geti­rememekten korktuğu için bir müddet bir bostan dolabının içerisinde inzivâya çekilmiş, ağır ağır dönmekte olan bostan dolabının gıcırtısına ve ritmine uyarak okumaya devam ettiği sa- lavat ürkeklik hâlini anlattığı için Sünbülî Salâti olarak adlandırılmıştır. Ö. T. İnançer, "Zikir usulü ve Semâ", (Sünbülîlikte), DBİA, c. VII, s. 112.

[28]      Şeyh Şemseddin Ömer es-Sâdî el-Halebî, En-Nefhatü'r-riyâziyyefi tarîkati's-Sâdiyye, Süleyma- niye Ktp. H. Hayri, no: 145. vr. 1a.

[29]      Kaynaklar için bk. Hür Mahmut Yücer, Osmanh Toplamanda Tasavvuf, s. 214.

[30]      Şemsî, Yâdigârı, 225-26; Vassâf, Sefine, c. II, ss. 89-90

[31]      H. Basri Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meal-i Kerîm, İstanbul 1981, c. 2, s. 755.

[32]      Şeyhin cenâzesi yıkanırken ayrı ayrı tazelenen üç gasil (üç su) tamamlandıktan sonra "Salâ” verilirdi. Salâ usûlü sadece kudemâ-yı meşâyih için geçerli idi. İlkin malum ve mutad usûlü ile yıkanıp temizlenip abdesti verildikten sonra kendi tarîkının evrâdına başlanırdı. İkinci ga­silde Tevhîd-i şerîf, üçüncü gasilde İsm-i celâl okunurdu. Bu da tamam olunca zâkirlerden bi­ri veya güzel sesli bir başkası, usûlü idare eden şeyh efendiden "Destur” alarak teneşirin ayak ucuna gelir, kıble tarafına döner ve ayakları "mühürlü” olarak salâ verirdi. Salâ, cumâ salâsı gibidir. Yalnız daha hazin, daha kalbî olurdu. C. S. Revnakoğlu, Tasavvuf ve Tarîkat Kültürü, İstanbul 2003, s. 237.

[33]      Salavât; Es-Salâtü'l-kübrâ, es-Salâtü'l-vüstâ, es-Salâtü's-süğrâ'dan oluşur. Salavât'a bir çok şerh yazılmıştır. En eski şerh Abdulganî en-Nablusî (1050-1143/1641-1731) tarafından Kevkebü'l- mebânî ve mevkıbü'l maânîşerhu Salavâti'l-Filânî adıyla yapmıştır. (Süleymaniye Ktp. Es'ad Ef., no: 1653, 67 vr; Salavâtü'l-Muhammediyye ve't-teslîmâtü'l-mübâreke adıyla İÜ Ktp., no: 5759­5760, 70+10 vr) Türkçe en eski şerh ise Lâlelizâde Tahir Mehmed (ö.1789)'e aittir. (Süleymani­ye Ktp. Hacı Mahmud, no: 4169) es-Salâtü'l-kübrâ'ye es-Salâtü's-süğrâ ve Hizbü'l-vesîle ilâve edi­lerek, ilk ikisine Şeyh Seyidî Muhammed Molla tarafından, Hizbü'l-vesîleye'de Şeyh Seyidî Muhammed el-Emin Gilânî tarafından şerh yapılarak Sefînetü'l-Kâdiriyye içerisinde (Trablus 1304) ismiyle yayınlanmıştır. Gürer, age, s. 121.

[34]       "Allahım! Kulun, peygamberin, ümmî nebî rasûlün olan efendimiz, Muhammed aleyhisselâma, ailesine ve arkadaşlarının hepsine rahmet ve selâm et”; "Allahım! En yüce makam ve fasih (anlaşılır) dil sahibi, güzel yüzlü efendimiz ve peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma rahmet et” A. Geylânî'ye ait salavâtlar için bk. Gümüşhânevî, age, II, 325-326, 448. A. Şarânî'ye ait salavât için bk. age, c. I, ss. 203,482-483.

[35]       "Allahım öncekiler içinde Muhammed aleyhisselâma rahmet et. Allahım! Sonrakilerin içinde Muhammed aleyhisselâma rahmet et. Allahım! Peygamberler içinde Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) rahmet et. Allahım! Rasuller içinde Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) rahmet et. Allahım! Kıyamet günü yüce varlıklar içinde Muhammed (as) rahmet et. Allahım! Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e vesîleyi, üstün makamı, şeref ve büyük dereceyi lütfet”. Mahmud Sâmi Bey, el-Mevâhibü's-seniyye fi'l-usûli ile'l-makâmâti'l- ihsâniyye, Mısır 1370/1951, s.126; Gümüşhânevî, age, c. I, ss. 201-202; c. II, s. 84.

[36]       “Çokca rabbine yönelen Nebî üzerine olan Salvât-ı şerîfeler hakkında en doğru uslüp" Eser Türkçe'ye çevrilmiştir. Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdî, Tarîku's-savâb, çev.: Mehmed Bayrak, İstanbul 2001.

[37]      Bu risâlede on dokuz adet salavat metni bulunmaktadır. Bunlar; 1-Ahmed er-Rifâî hazretleri­nin mensuplarından İbnü'l-Hacc'ın "Ümmü'l-Berâhîn" isimli kitabında yazdığı ve mânâ âle­minde Rasûlüllah aleyhisselâmdan öğrendiği salavât-ı şerîfe, 2- Gizli sırların anlamlarını ve yüksek mertebelere nâil olma vesîlelerinin en güzellerinden biri olan ve Rifâî seyyidlerinden kemâl ehli olup buna devam edenler arasında bilinen ve tecrübe edilmiş "Cevheretü'l-Esrâr" isimli salavât-ı şerîfe, 3- “Mededü'l-müsterşid min cânibi'l mürşid" isimli salavât-ı şerîfe, 4-Rifâî seyyidlerince mârûf olan ve buna devam edildiği takdirde işlerin yolunda gitmesi, dileklerin hâsıl olması, kişiyi Allah'a yaklaştırmada vesîle olması, tâlibin kalbindeki sırların anlaşılması, Rasûlüllah aleyhisselâmın himmetinin okuyana yönelmesinin gerçekleştiği sala- vât, 5-"Salavâtü'l-üns" adlı acaib sırların, görülmedik bereketleri olan salavât-ı şerîfe, 6-Şeyh Seyyid Sirâceddin el-Mahzûmî es-Sayyâdî (ks.)'nin "Kim bu mübarek virde devam ederse o kimse Allah'ın fazlı keremi ile kimseye muhtaç olmadan ölür, düşman ona asla galib gelemez, Hz. Rasûl'in bereketiyle iman ile ölür, çok faydalıdır." dediği salavât-ı şerîfe, 7- Şeyh İzzeddin Ahmed es-Sayyâd (r.)'in Nebîler nebîsinin sağ elini öpmekle müşerref olduğunu ri- vâyet ettiği salavât-ı şerîfe, 8-Rifâî büyüklerinin "Hizbü'l-cevhere" adını verdikleri salavât-ı şe­rîfe, 9-Şeyhülislâm Şeyh Sirâceddin el-Mahzûmî er-Rifâî hazretlerine nisbet edilen "Nibrasü'l- Hakîkat" isimli salavât-ı şerîfe, 10-Seyyid Mahmud el-Esmer hazretlerinin naklettiği bir sala- vât-ı şerîfe, 11- Musul'da medfun bulunan sûfî büyüklerinden Seyyid Mahmud Rifâî'ye nisbet edilen bir salavât-ı şerîfe, 12-Muhammed Bahaeddin Mehdî es-Sayyâdî er- Ravvâs(ks.)'a atfedilen bir salavât-ı şerîfe, 13-Seyyid Mahmud Bahâeddin hazretlerinin "Te- veccüh-i Muhammedî" adını verdiği salavât-ı şerîfe, 14- Seyyid Mahmud Bahâeddin hazretle­rinden nakledilen başka bir salavât-ı şerîfe ve muhtelif beş adet salât daha. Ebü'l-Hüdâ es- Sayyâdî, Tarîku's-savâb, çev.: Mehmed Bayrak, İstanbul 2001, s. 7-35.

[38]      Nûri Efendi bu eserini vefatından yaklaşık dört yıl önce, mânevî oğlu ve mürîdi Palancı Der­viş Hasan'ın ısrarıyla, ihvân-ı tarîka bir hediye olarak kaleme aldığını söylemektedir. Risâ- le'nin tarih beyti olan "Müyesser oldu Nüri'ye Kemaliye Salâtı" mısraından 14 Şâban 1268/2 Temmuz 1852 tarihinde Cuma günü tamamlandığı anlaşılmaktadır. Salât-ı Kemâliye Şerhi (İs­tanbul 1328/1910). Mahmud Sâmi Bey, el-Mevâhibü's-seniyye, s. 120. Ayrıca bk. Selami Şimşek, "Seyyid Mehmed Nûrî Üsküdârî (ö.1273/1856) ve Salât-ı Kemâliye Şerhi", Tasavvuf, Temmuz- Aralık 2003, sayı: 11, ss. 351-376.

[39]      Mehmed Said, Evrâdu Seyyid Ahmed el-Kebîr, ss. 58-59.

[40]      Rasûl-i Ekrem Efendimizin hayâtından ve salavât-ı şerifenin faziletlerinden bahseden beş bab üzerine tertip edilmiş Arapça, matbu bir eserdir. Sahaflar Şeyhi Ahmed Efendi tarafından ter­cüme edilmiştir. bk. Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, no: 285, (1-59 vr.).

[41]      Ahmed b. Muhammed el-Celvetî hakkında kaynaklarda bir bilgi bulunmamasına rağmen onun Şeyh Abdulkerim Celvetî’nin (ö.1061/1650) mürîdi ve talebesi olduğu, eserlerini şerh et­tiği bilinmektedir. Bk. . Yıldırım, Osmanh'da Kırk Hadis Çalışmaları, İstanbul 2000, s. 66.

[42]       Süleymaniye Ktp., Esad Ef., no:3632/133a-156b. Eser Arapçadır. Önsözde müellifin belirttiğine göre salavât-ı şerîfe okumanın fazîletine dair kırk hadis derleyerek kısa kesmeyi düşünmüş, ancak daha sonra eserinden faydayı artırmak için bunları şerh etmeyi düşünmüştür. S. Yıldı­rım, Osmanh'da Kırk Hadis Çalışmaları, s. 67.

[43]      İÜ Ktp. TY, no: 19090.

[44]      Süleymaniye Ktp. H. Mahmud, no: 1958; Reşid, no: 1075; Düğümlü Baba, no: 50, 508; Nâfiz Paşa, no: 445. İstanbul 1282'de basılmıştır.

[45]      Hatibzâde Şeyh Ebu'l-Kâsım Abdurrahman Süheylî'nin “Yâ men yerâ mâfi'd-damîri ve yesmeu / Ente'l-muiddü li-külli mâ yetevakkau" matla'lı münâcâtının tercüme ve şerhini ihtivâ etmekte­dir. bk. Süleymâniye Ktp. Esad Efendi, no: 1426; İÜ. Ktp. no: 7257.

[46]      Süleymaniye Ktp. H. Mahmud, no: 4047. “Şerh-i vird-i Settâr" adıyla da bilinen eser, Seyyid Yahyâ Şirvânî tarafından tertib edilen '“Vird-i Settâr" adlı evrâd-ı şerîfenin tercüme ve şerhi­dir. Ayrıca bk. Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, no: 1405; İÜ. Ktp. no: 7257.

[47]      Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa, no: 625.

[48]      Millet Ktp. Ali Emîrî Şer'iyye, no: 789.

[49]       Ebu'l-Hasen eş-Şâzelî'nin şeyhi Abdüsselâm b. Meşîş el-Hasenî (ö.625/1227-28) tarafından hazırlanan salevâtın Türkçe tercüme ve şerhidir. Rebîülevvel 1113/Ağustos 1701'de tamamla­nan bu eserin yazma bir nüshası için bk. Süleymaniye Ktp. Mihrişah, no: 217, vr. 76-97. Eser, iki defa (İstanbul 1256, Bulak 1279) basılmıştır.

[50]      Şerîfzâde Muhammed Fâzıl b. Mustafa Efendi şeyhi Kudretullah Dede'nin isteğiyle Evrâd-ı Şerîfe-i Celâliyye'yi şerh etmeye başlamış eserine, Galata ve Lazkiye Mevlevîhâneleri şeyhleriy­le kendi zamanındaki bir kısım postnişinler hakkında bilgi eklemiştir. İstanbul 1283/1853.

[51]      İÜ Ktp., TS., no: 263/1; İbn Arabî'ye ait evrâdın M. Nûru'l-Arabî tarafından yapılan Arapça tercümesidir.

[52]      Süleymaniye Ktp. Tırnovalı, no: 940, (Müellif hattı). Şeyh İbn Ebu'l-Hasan Sakkâf'ın okuduğu salâtu selâm'ın şerhidir.

[53]      Altınsu, age, s. 200.

[54]      M. Tâhir, age, c. I, s. 132. İbnülemin, SATŞ, 2, s. 399.

[55]      20s., Özege, Katalog, c. IV, s. 1519, no: 17374.

[56]      Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, ss. 287-289.

[57]      M. Kemâl Gündoğdu, Müştak Baba, İstanbul 1997, s. 91.

[58]      Abdulkâdir Geylânî'nin hizbleri Seyyid İsmail b. Muhammed Said el-Kâdirî el-Geylânî (ö.?) tarafından derlenerek el-Füyûzâtü'r-rabbâniyye fi'l-evrâdi'l-Kâdiriyye (İstanbul 1281, Kahire 1303, 1934) adı altında bir araya getirilmiştir. Aynı müellifin el-Füyûzâtü'r-rabbâniyye fi'l-mesâir ve'l-evrâdi'l-Kâdiriyye (Beyrut ts) adlı eseri de aynı konudadır. Celal Yıldırım Beyrut baskısını temel alarak Füyûzâtü'r-rabbâniyye İlâhi Feyizler (İstanbul 1975, 1995) adıyla Türkçe'ye çevir­miştir. Geniş bilgi için bk. Gürer, Abdulkâdir Geylâni, ss. 120-122.

[59]      Süleymaniye Ktp. Âşir Efendi, no: 450/4, 17vr. el-Füyûzâtü'r-rabbâniyye, İstanbul 1281, s.143- 149.

[60]      Süleymaniye Ktp. Şâzilî, no:, 106/5, 2vr.

[61]      Süleyman Hasbi tarafından Şerh ve Terceme-i Delâil-i Abdulkâdir Geylânî (İstanbul 1273, 1306) adıyla Türkçeye terceme ve şerh edilmiştir. Süleymaniye kütüphanesi'nde iki yazma nüshası bulunmaktadır. bk., Düğümlü Baba, no: 503; Reşad Efendi, no: 369.

[62]      Virdü's-sabâh, Virdü'l-işrâk, Virdü'z-zuhr, Virdü'l-asr, Virdü'l-mağrib, Virdü'l-ışâ, Evrâdü'l- usbû gibi bölümlerden oluşan Evrâd; Hâzâ mecmûu bi’hı ahzâb ve evrâd ve ed'iye li Muhyiddin Abdulkâdir el-Cîlânî adıyla (Tunus 1304) ve Evrâd-ı Kâdirî adıyla (İstanbul ts.) basılmıştır. Ayrı­ca Müstakimzâde Sadedin Süleyman (İstanbul 1282), Süleyman Hasbi (İstanbul 1306) ve Şeyh Naci (İstanbul 1326) tarafından tercüme ve şerh edilmiştir. D. Gürer, age, s.121.

[63]      Kütüphanelerde bir çok nüshası bulunmaktadır mesela bk., Süleymaniye Ktp., Şâzilî, no: 106, 20vr.; Mustafa Özkul, Beşâiru'l-hayrât-Hayırlar Müjdeleri, İstanbul, ts., 7s.

[64]      Kütüphanelerde bir çok nüshası bulunmaktadır mesela bk., Süleymaniye Ktp., Esad Ef., no: 313/4, 6 vr.

[65]      bk., Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efe., no: 5334/2, 2 vr.

[66]      Son dört hizbin metni için bk. Füyûzâtü'r-rabbâniyye, ss. 153-162.

[67]      Kütüphâne nüshaları için bk. Gürer, Abdulkâdir Geylâni, İstanbul 1999, ss. 120-122.

[68]      Bu metinlerin kısmı şöyledir; Risâle fi's-salavâti'ş-şerîfe, İÜ. Ktp. TY, no: 19090; Risâle-i Salât-ı vüstâ, Süleymaniye Ktp. Fâtih, no: 5451; Hâlet Efendi, no: 405; Şerh-i Salâtü'l-Bedî', Millet Ktp. Ali Emîrî Şer'iyye, no: 542; Şerh-i Salavât-ı Meleveyn, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa, no: 625.

[69]      Hz. Enes (r.) anlatıyor: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kim bana (bir kere) salât okursa Allah da ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir." (Nesâi, Sehv 55.) Yine Nesâide Ebü Talha (r.)’dan gelen bir rivâyet şöyle: "Bir gün Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem, yüzünde bir sevinç ol­duğu halde geldi. Kendisine: "Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik. "Bana melek geldi ve şu müj­deyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: "Sana salavât salavât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?" Nesâi, Sehv 55, (3, 50).

[70]      İbnu Mes’ud (r.) anlatıyor: Rasulüllah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdular ki: "Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır." Tirmizî, Salât 357, (484).

[71]      Tirmizî’de Hz. Ali (r.)’den kaydedilen bir rivâyette şöyle denir: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır." Tirmizî, Daavât 110, (3540).

[72]      Salavât getirilecek yerler hakkında daha geniş bilgi için bk. Bursevî, Rûhu'l-Beyân, İstanbul 1389, c. VII, ss. 229-231.

[73]      Abdulvahhab Şârânî, Levâkıhu'l-envâri'l-Kudsiyye fî beyâni Uhudi'l-Muhammediyye, İstanbul 1981, s. 343.

[74]      İ. Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyân, İstanbul 1389, c. VII, s. 224.

[75]      Salât u selâmın fayda ve hikmetleri için bk. Bursevî, age, c.VII, ss. 222-224; Hidayet Işık, agm, ss. 274-278.

[76] Kim bana bir defa salât ederse Allah ona on defa salât etsin.” Nesâi, Sehv 55

[77]      "Senin nâmını da (dünya ve âhirette) yükseltmedik mi?" İnşirah, 94/4.

[78]       "Allah'ın nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız." İbrahim, 14/34.

[79]      "Siz de onun için (tam bir teslimiyetle) salât ve selâm getirin." Ahzab, 33/56.

[80]     "Rabbinden sana indirileni (tamamen) tebliğ et." Mâide, 5/67.

[81]      Peygamberimiz insanların en güzeli, en cesuru ve en cömerti idi.

[82]      “Peygamberlerin bir kısmını, (verdiğimiz özelliklerle) diğerlerine üstün kıldık." Bakara, 2/253.

[83]      Necm, 53/3-5.

[84]       “Muhammed, adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir, fakat o Allah'ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.” Ahzâb, 33/40.

[85]      Enbiyâ, 21/107.

[86]       "De ki: Ey mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği kime dilersen ona verirsin." Âl-i İmrân, 3/26

[87]       “Ondaki iyilik ve güzellik cevheri bölüşülmemiş" (Ondan kimse bir şey almamış, ondaki gü­zellik cevheri eksilmemiş)

[88]       "Rabbinin seni övülmüş bir makama gönder(ip orada oturt)ması muhakkaktır." İsra, 17/79.

[89]      Nisâ, 4/86.

[90]       “Bu gün dininizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi, sizin için din olarak İslâmı beğenip seçtim.” Mâide, 5/3.

[91]       “Gaybın anahtarı da O'nun katindadır, onları O'ndan başkası bilemez.” En'âm, 6/59.

[92]       “Andolsun onu, Sidretü'l-Mühtehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü.” Necm, 53/18.

[93]       “Allah, peygamberlerden: “Andolsun ki, size kitap ve hikmet verdim. Sonra size yanınızda olan (Kitap­ları) tasdik eden bir Rasül geldiğinde, ona mutlaka inanacaksınız ve yardım edeceksiniz” diye sağlam bir söz alıp “Bunu kabul ettiniz ve bu ağır yükümü (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" dediğinde, onlarda; “Kabul ettik" dediler. (Allah) “Öyleyse birbirinize şahit olun, ben de (bu sözünüze) şahit olanlarda­nım" buyurdu." Âl-i İmrân, 3/81.

[94]      Kıyamet gününde Cennete ilk girecek olan ben ve livâ-ı hamdım altında bulunan mü'minlerdir.

[95]      En'âm, 6/90.

[96]      Âl-i İmrân, 3/110.

[97]       "Şüpkesiz biz seni (Hakk'a) şâkid olarak gönderdik.” Fetih, 48/7.

[98]       "Hamd, karanlığı ve aydınlığı var edene olsun.” En'am, 6/1.

[99]      Allah'tan başka önce veya sonra, (âlemin) içinde veya dışında başka hiçbir şey görmedim.

[100]    "Allak bir insanla ancak vakiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yakut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vakyeder.” Şûrâ, 42/51.

[101]    "Ey Rasûlüm! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” Mâide, 5/67.

[102]    Kur'ân mahlûk (Yaratılmış) değildir. Her kim mahlûk olduğuna itikâd ederse kâfir olmuş olur. Kaynağı tespit edilemedi.

[103]    “Allah sanaKitab'ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah7ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.” Nisâ, 4/113.

[104]    “O halde (Rasûlüm! Şeraîtin tesisinde, eziyetlere) peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret.” Ahkâf, 46/35.

[105]    “İyilik edenler ve iyi davrananlara daha güzeli ve ziyâdesi vardır.” Yunus, 10/26.

[106]    Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) olmasaydı Âdem’i yaratmazdım, yine o olmasaydı Cenneti de Cehennemi de yaratmazdım.

[107]    O olmasaydı dünya yokluktan kurtulamazdı.

[108]    Peygamberimiz ayakları şiştiği halde yine namaza kalktı. Denildi ki Allah senin geçmiş ve gelecek gü­nahlarını bağışlamışken bu tekellüf nedendir? Dedi ki şükreden bir kul olmayayım mı?

[109]    Allah'ın Ahlâkı ile ahlaklanınız. Hadisçiler bu sözün kelâm-ı kibâr olduğunu, hadîs olmadığını söylemişlerdir.

[110]    “Muhakkak ki sen büyük bir ahlâk üzeresin.” Kalem, 68/4

[111]    Ey Allahım; Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlâkımı da güzelleştir.

[112]    Şayet rabbimden başka dost edinseydim Ebu Bekr'i edinirdim.

[113]    Gerçekten mahlûkat yaratılmadan bin sene önce ona Muhammed denildi.

[114]    Hepsi anlaşılamayanın tamamı da terk olunmaz.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar