SALAVÂT-I ŞERÎFE VE MÜSTAKİMZÂDE’NİN ŞERH-İ EVRÂD-I KÂDİRÎ
Hür Mahmut Yücer
Hz. Peygambere duyulan sevgi ve muhabbetin
ifadesi olan salât-u selâm Kur'ân'ın emriyle her Müslümana görev olarak
verilmiştir.[1]
[2]
Hadislerde de Hz. Peygamber'in ismi anıldığı vakit salavât getirmek gerektiği[3],
getirilen salavâtları kendisine ulaştıran görevli melekler bulunduğu[4],
duaların ancak onunla kabul edildiği, âhirette kendisine en yakın olanın bu
dünyada en çok salavât getirenler olduğu[5],
getirmeyen kimsenin son derece cimri sayıldığı[6],
insanların en hayırlısının çokça salavât getirenler olduğu zikredilmektedir.
Her salavât getirenin salavâtının Hz. Peygamber'e arz olunup on misliyle
karşılık verildiği müjdesi de[7]
mutasavvıfları salavât metinlerini ezberlemeye, evrâd ve hizb edinmeye
yönlendirmiştir. Hatta bu metinlere yapılan ilâvelerde asıldan ayrılınmadığı
ancak çokluğa işaret eden, anlamı güçlendirmeye yönelik sayısal lafızların
eklendiği görülmektedir.
Bursalı İsmail Hakkı'ya göre salavâtlar sayılamayacak kadar
çoktur. Mükâşefe ehline göre on iki bin civarındadır. Nakledilen salavâtlardan
başka (Salavât-ı Menkûle) keşf ile bilinen salavâtlar (Salavât-ı
Keşfiyye) de vardır ki bunları her asırda zevk-yâb-ı ehl-i tahkîk bilir.
Her salavât gerçi bâis-i ızzi sermedîdir ama dereceleri farklıdır.
Hepsini okumak mümkün olmadığı için, özel olan bazıları vird edinilmiş, böylece
yaygınlık kazanmıştır.[8]
Mahmud Sami Bey el- Mevâhibü's-seniyye adlı eserinde, Kütüb-i sitte'de
geçen salavâtlara ilâveten, Ahmed Sâvî, Seyyid Bedevî, Ebu'l-Hasan Şâzilî,
Seyyid Mustafa Bekrî, İmam Şâfii, Abdullah b. Abbâs, Ebu's-Suud Cârihî, İbrahim
Dessûkî, İbrahim Metbûlî, Kutub Halebî, Murtazâ ez-Zebîdî ve Hanbelî gibi
şahıslara ait 40 civarında sa- lavâtı bir araya getirmiştir.[9]
Yine
ası rlar içerisinde çeşitli âlimlerin hadislerde geçen metinlere küçük ilâveler
yapmakla kendilerine has salavât metni oluşturdukları görülmektedir. Bu
değişikliklerin daha çok Hz. peygamberin evsâfı veya salavâtın sayısı ile
ilgili olduğu, asıl metinlerden uzaklaşılmadığı anlaşılmaktadır.
Daha çok mutasavvıflar tarafından tertib edilen salavâtlara
bir çok şerh yazılmış, mecmualar oluşturulmuştur. Bu mecmuaların en meşhuru,
Şâziliyye tarîkatının Cezûliyye kolu kurucusu Süleyman el-Cezûlî (Ö.870/1465)
tarafından meydana getirmiştir. Cezûlî fazîletine inandığı 130 civarındaki
salavâtı[10]
Delâilü'l-hayrât ve şevâriku'l-envârfı zikri's-salât ale'n-nebiyyi'l-muhtâr
adıyla bir araya getirmiş, Pazartesi'den başlanmak üzere günlere göre taksim
ederek okunmasını tavsiye etmiştir. Delâilü'l-hayrât diğer tarîkat
mensupları, hatta bir tarîkata bağlı olmayan Müslümanlar arasında da asırlarca
düzenli olarak okunmuş, okumaya başlamadan önce veya bitirdikten sonra
yapılması gereken şartlar ve edepler başlığı altında uygulanan kurallarla
disipline bağlanmıştır. [11]
Bu
nedenle olsa gerektir ki tarîkat âyinlerinde, zikir meclislerinde Allah ve
O'nun isimlerinden sonra en çok tekrar edilen zikir, salât u selâmdır. Bazen saatlerce
süren zikir meclisleri çok değişik ve uzun salâtu selamlarla devam eder.
Sadece tarîkat erbâbı arasında
değil bütün Müslümanlar arasında yaygınlaşan en meşhur salavât metni "Salât-ı
Terfîciye-i Kurtûbî''dir. Faydaları hakkında kitaplar yazılan, okunmasının
bazı şartları bulunduğu belirtilen,[12] devam edenin
belâ ve musîbetlerden emin olacağı,[13] düşman
istilası ve zulmünden kurtulacağı,[14] rızkının
bollaşarak zenginliğe nâil olacağı[15] söylenen
salavât metni şöyledir:
“Allahümme
salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezî
tenhallü bihi'l-ukadü ve tenfericü bihi'l-kürabü ve tukdâ bihi'l-havâicü ve
tünâlü bihi'r-regâibü ve hüsnü'l-havâtimü ve yüsteska'l-ğamâmü bi
veçhihi'l-kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihî fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi
ma'lûmi'l-lek"[16]
İmam
Kurtubî bu salavâtı, “Tefrîciye" olarak, Garb ulemâsı (Endülüs,
Fas, Tunus, ve Cezayirliler) muratlarının bu salavât-ı şerîfe sebebiyle hemen
yerine gelmesinden dolayı “Salât-ı Nâriye", ehl-i esrâr şifâ
bulmaları sebebiyle “Miftâh- ı kenzi'l-muhît" (Âlemleri kuşatan
hazînenin anahtarı) olarak adlandırmıştır.
İmam
Kurtubî; “Bir mü'min önemli bir işinin hâsıl olmasına yahut büyük bir belânın
defini murat ettiği vakit bu Salât-ı Tefrîciye'yi 4444 defa okursa Allah
o mü'minin niyet ettiğini muvaffak kılar, matlûbunu hâsıl eder." der.
Hatta her gün kırk bir kere bu salât-ı şerîfeyi okursa, Allah o mü'minin
kalbinden gam ve hüznü giderir, bağlı işini feth eder, zararları giderir, her
işini kolaylaştırır, rızkını genişletir.
İslâm
dünyasında en meşhur salavâtlardan birisi de Şeyh Hasan Şâzilî'nin de şeyhi
olan Abdüsselâm b. Meşîş Hasenî (ö.625/1228)'ye ait olduğu rivâyet edilen Salavât-ı
Meşîşiyedir. Hakkında yirminin üzerinde şerh yazılmış[17] ve bütün
tarîkat mensuplarınca yaygın olarak okunagelmiştir. “Allahümme salli alâ men minhu inşakkati'l-esrâr,
ve'n-felekati'l-envâr" şeklinde başlayan Salât-ı İbn Meşîş, Hz.
Peygamber vesile edinilerek yapılan dualarla nihâyete erer. Şâzilî usulünde
günlük vird olan bu salavât metnini temel alan Ali Darkavî, yaptığı ilâvelerle
yeni bir metin oluşturmuş, Darkaviyye mensuplarınca yeni şekliyle okunmaya
başlanmıştır.[18]
Hz. Peygamber'i rüyada görmek
isteyen kişi edebini kuşanarak gece uyumadan önce “Allahümme salli ve
sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed. Fî külli
lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lûmi'l- lek" salâtını okur, sonrada
gece gündüz bunu okumaya devam eder, Peygamber Efendimiz'in ismi anıldığı
vakit huzurunda bulunuyormuş gibi edeple okumaya devam ederse bi iznillah onu
rüyasında görür. Mahmud
Sâmi Bey ise, Efendimizi rüyasında görmek isteyen kişinin “Allahümme
salli alâ seyyidinâ Muhammedini'n-nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî
küllema zekerake'z- zâkirûn ve ğafele an zikrike'l-gâfilûn...." diye
başlayan “Salâtü'l-hâfile"yi her gece yatmadan önce yüz defa okumasını,
buna on gece devam etmesini, abdest- li ve sağ yanı üzerine uzanmasını tavsiye
eder. Çünkü bu bilgiyi Nebhânî'nin Saâdetü't-dâreyn adlı eserinden
almıştır.[19]
Mevâhibü's-seniyye'de “Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ
âli seyyidinâ Muhammed, adede külli dâin ve devâin ve bârik aleynâ ve aleyhim
kesîrâ" ibaresiyle kaydedilen salavâ- tın da “Salâtü'n-Nakşibendiyye"
olduğu zikredilmektedir.[20]
Bunların
en meşhurlarından birisi de tefsir sahibi Hüseyin Kâşifî'nin Risâletü's-Salavât'
ında kaydettiği, Gazneli Sultan Mahmud'un da kendisine vird edindiği, her
okunduğunda on bin salavât okunmuş gibi karşılık verilen "Salât- ı
Melevân" metnidir.
Rivâyete
göre maddi sıkıntıya düşen bir derviş rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş,
halini arz edince kendisine Sultan Mahmud'a giderek sıkıntısını giderecek
maddî yardımı istemesini tavsiye etmiştir. Derviş “Efendim padişah beni
kapısından kovar, ona ne diyeyim ki benim ihtiyacımı görsün, kapısından
kovmasın?" deyince Efendimiz; O'nun bana yatmadan evvel otuz bin, yataktan
kalkarken de otuz bin salavât getirdiğini haber ver" demiş.
Gazneli Mahmud dervişin bu söylediklerini duyunca ihtiyacından
fazlasını ona hediye etmiş. Derviş çekildikten sonra padişahın etrafında
bulunan devlet erkânı hükümdara, sürekli yanında bulunduklarını, bu kadar
salavâtı ne zaman ve nerede çektiğini sorarlar. O'da "ulemâ-yı ehl-i
yakînden duyduğuna göre aşağıda yazılı salavâtı her kim bir defa okursa on bin
defa salavât çekmiş gibi olduğunu, kendisinin de yatmadan önce üç defa,
kalkarken de üç defa çektiğini böylece otuzardan altmış bin defa okumuş gibi
olduğunu söylemiştir. Bu salavât şöyledir:
"Allahümme
salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî külleme'htelefe'l-melevân, ve taâkabe'l
asrân, ve kerrera'l-cedîdân, ve'stakbele'l-ferkadân, ve beliğ rûhahû ve ervâha
ehli beytihî minna't-tahiyyete ve's-selâm, ve'r-ham ve bârik ve sellim aleyhi
kesîran kesîran ilâ yevmi'l-haşri ve'l-karâr."[21]
Ticânîler
arasında çokça methedilen ve Ahmed Ticânî (ö.1231/1835)'nin ancak abdestle
okunmasını tavsiye ettiği Cevheretü'l-kemâl de bir salavât metnidir.
"Allahümme salli ve sellim alâ ayni'r-rahmeti'r-rabbâniyyeti
ve'l-yâkûteti'l mütehakkıkati'l-hâitati" şeklinde başlayan Cevheratu'l-kemâl’in
günlük dersler içerisinde on iki defa okunması istenmektedir. Abdest almanın
mümkün olmadığı durumlarda bu duanın yerine Salât-ı fâtıhiyye okunur.
Ticânîlerin inanışına göre Cevheratu'l-kemâl'in okunması esnasında Hz.
Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn mânen hazır bulunur, evrâdın okunmasına iştirak
ederler.[22]
Haftalık tekke âyinlerinde ve sabah evradlarında okunan
salavât metinleri genellikle Hadis mecmualarında yer almaktadır. Ancak bunların
dışında, evrad kitaplarında ortak olarak kaydedilen, üç defa okuyanın yüz bin
defa okumuş gibi olduğu rivâyet edilen bir başka meşhur salavât-ı şerîfe de
şudur;
“Allahümme
salli alâ seyyidinâ Muhammedin bahri envârike vema'dini esrârik, ve ayni
ınâyetik, ve şemsi hidâyetik, ve arûsi memleketik, ve emni velâyetik, ve lisâni
mahabbetik, ve imâmi hadrakit, ve hayri halkik, ve ahabbi'l-halkı ileyke abdike
ve habîbike ve rasûlike'n- nebiyyi'l-ümmiyyi'llezî hatemte bihî'l-enbiyâe
ve'l-mürselîn, ve alâ melâiketike'l-mukarrabîn, min ehli's-semâvâti ve
ehli'l-aradîn, rıdvânu'llahi Teâlâ aleyhim ecmaîn, bi rahmetike yâ
erhamerrâhimîn, ve'l-hamdü lillâhi rabbi'l-âlemîn"[23]
Her
tarîkat tarafından en meşhur salavâtlardan kabul edilen ve çeşitli amaçlarla
Türkiye Müslümanları arasında halen yaygın biçimde okuması gelenekleşen “Salât-ı
Münciye"[24]
dir. Rivâyete göre; Bir gemi yolculuğunda çok şiddetli bir fırtınaya tutulan bu
zat uyku esnasında Resulullah Efendimizi görür ve Efendimiz (sas) kendisine
1000 defa okumak üzere bu salavât-ı şerifeyi tâlim buyururlar. Bu şekilde tüm
gemi halkı kurtulur.[25]
Şeyh
tarafından dervişlere şahsî olarak verilen tarîkat derslerinde de mutlaka
günlük çekmesi gereken salavât-ı şerîfeler bulunmaktadır. Ancak bunlar genellikle
salavât-ı şerîfenin kısaltılmışı olan “Allahümme salli alâ seyyidinâ
muhammed" şeklinde olduğu, bütün tesbihlerin sonunda yapıldığı
görülmektedir. Çünkü İsm-i Celâl (Allah) zikriyle gönlünü ateşlendiren
müridin ancak “salât u selâm" ın ılıman, rahatlatıcı iklimine
sığınarak teselli bulduğu da gerçektir.
Yine
bütün tarîkat âyinleri, Hz. Peygamber'e duyulan sevgi ve saygının bir ifâdesi
olarak salavât ile başlar, çeşitli esmâ ve lafza-i celâl zikrinden sonra tekrar
salât u selâma dönülerek sona erer. Meselâ Bektâşilik'te dahi Cem âyinine
çırağın "Bismillahirrahmânirrahîm" ve "ber cemâl-i Muhammed,
Kemâl-i İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin râ bülend-i salavât" diyerek başladığı
bilinmektedir. "Allahümme Rabbenâ salli alâ Ahmedi hayri'l-mürselinâ, ve
alâ sâhibe'l- havzı emîri'l-mü'mininâ ve alâ Fâtımete'z-zehrâ ümmü'l-etyabinâ
ve alâ...." şeklinde başlayan Bektâşîlerin okuduğu ancak Rifâî evrâdında
da yer alan Nâd- ı Ali duası da sonuç itibariyle, Hz. Peygamberden başlayıp
ehl-i beyt ve on iki imamı içeren salavât metnidir. Nâd'ın sonuna doğru, Hz.
Peygamberin nübüvvet nûrundan, Hz. Ali'nin velâyet sırrından isteklerde
bulunulmakta, "Lâ fetâ illâ Aliyyen, Lâ Seyfe illâ Zülfikâr, her bela ki
pîş u âyed ref'i kon perverdigâr, yâ kâhira'l-adüvvi yâ veliyyü'l-vâlî yâ
mazhari'l-acâibi yâ Murtazâ yâ Ali" denilerek son bulmaktadır.[26]
Sünbüliyye
Tekkelerinde okunan evraddan sonra bu tarîkata ait olarak "Sünbülî
Salâtı" denilen özel besteli bir salât ilâve edilmektedir[27].
Sâdeddin
Cibâvî'ye ait olduğu söylenen ve Sâdîler arasında okunan bir salavât metni de
şöyledir: "Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî
mâ ğanne'l-hezâr, ve salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî mâ
hanne azîbün ile'd-diyâr, ve salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ
âlihî salâten tüîdünâ bihâ min şerri'l-cârr.[28]
Fark
makamına eren, dersini ilerleten mutasavvıfın kelime-i tevhîdde olduğu gibi
Allah ile Rasûlünün arasını ayırmak istemediğinden, bazen de sevgisinin
ziyâdeliğinden salavât zikrini çok fazla artırdığı da görülmektedir. Meselâ
kaynaklar Tahir Ağa Dergâhı şeyhi İbrahim Hayrânî Efendinin şeyhi Konyalı Ali
Behcet Efendiyi kastederek "Adam olamadım, şeyhim yevmi 20.000
salavât-ı Şerîfe okurdu, biz henüz 12.000 kadar okuyabiliyoruz"
dediğini nakletmektedir[29].
Ali Behçet Efendinin şeyhi Kerküklü Emin Efendinin ise günlük kırk bin adet Salât-ı
ümmiye çektiği rivayet edilmektedir.[30] Hasan Basri Çantay da en
fazîletli salavât ve selâm lafzı olarak Sivas mebusu ve Hâlidî şeyhi Mustafa
Tâkî Efendinin kendisine tavsiye ettiği bir ibare nakletmektedir; "Allahümme
salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin bi adedi ılmik.”[31]
Hayatlarında
salavât-ı şerîfeye önem veren tarîkat erbâbının vefatında, ce- nâze
merasimlerinde yine ona yöneldiği görülmektedir. Osmanlı'da tarîkat şeyhinin
cenâzesi yıkanırken salâ verilir, cenaze götürülürken üçe ayrılan grubun en
sonuncusu da salât u selâm okurdu.[32]
Bir
çok salavât metni kaleme alan Abdulkâdir Geylânî[33]'ye ait
"Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve habîbike
ve rasûlike'n- nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim” ve
"Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedini'n-nebiyyi'l-melîhi ve
sâhibi'l-makâmi'l-âlâ ve'l- lisâni'l-fasîh”, Abdulvahhâb Şârânî'ye izâfe edilen
"Allahümme'c-al efdala salavâtike ebeda” şeklinde başlayan salavâtlar bu
grubun önde gelenlerinden kabul edilir.[34] Evrâdlarda
yer alan diğer bir salavât metni de, sabah akşam üçer defa okuyanın
günahlarının ve hatalarının silineceği söylenen "Salât-ı muhavver” dir.[35]
Rifâiyye
Tarîkatı'ndan Ebu'l-Hüdâ es-Sayyâdî (ö.1909)'de Tarîku's-savâb fi's-
salavâti ale'n-nebiyyi'l-evvâb[36]
adlı risâlesinde başta Ahmed er-Rifâî hazretlerine ait olmak üzere
silsilesinden güzerân eyleyen tarîkat büyüklerine ait çeşitli salavât
metinlerini bir araya getirmiştir.[37] Çünkü ona
göre Allah'a yaklaşmak ve onun rızasını kazanmak için, Allah'ın kitabı Kur'ân-ı
Kerîm'i okuduktan sonra, en güzel vesîle sebebi ve maksuda ulaştıran yolların
en güzeli, seyyidimiz, efendimiz Rasûlüllah aleyhisselâm üzerine çok,
çok salavât-ı şerîfe getirmektir.
Tasavvuf
erbâbı arasında yaygınlaşan diğer bir salavât da “Salât-ı Kemâli- ye"dir.
Halvetiyye'nin Bekrî Kolu kurucusu Mustafa Bekrî Efendi (ö.Kahire 1162/1749)'ye
ait olan bu metni, Üsküdar'da Kurban Nasuh Baba Dergâhı'nın Rifâî şeyhi Nûrî
Efendi (ö.29 Eylül 1856) şerh etmiştir. Tamamı “Allahümme salli vesellim ve
bârik alâseyyidinâMuhammedin ve alââlihî adede in'âmillâhi'l-kerîmi ve ifdâlih,
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ mürşidinâ Muhammedin ve alâ âlihî adede
kemâlillâhi ve kemâ yelîku bi kemâlihî, eş-şemsü'd-duhâ, bedrü'd-dücâ, nûru'l-
hüdâ’ olan salâvât metninin şerhi, hurde-i tarîk niteliği arzetmektedir.[38]
Salât-ı Kemâliye, Rifâîler arasında yatsı namazından
sonra şeyhin riyâsetinde halka olunarak topluca yedi defa okunur. Buna yatsı
usûlü denilir.[39]
Nûri Efendiye göre salavât ile asıl amaç, onun vesîlesi ile Cenâb-ı
Rabbü'l-âlemîne intisâb ve takarrub eylemektir. Zaten ehlüllah-ı kirâmın,
sürûr-ı âlemîn efendimize daima vuslatlarına ve intisaplarına sebeb-i yegâne,
salât u selâm ile çokca meşgul olmalarıdır. Peygamberimiz, ümmetine, darda
kalanın sıkıntılarını gidermek için çokça salavât getirmelerini tavsiye
etmiştir. Kendisine en çok yakın olanların en fazla salavât getirenler olduğunu
söylemiş, dolayısıyla en fazla şefaate yakın olduğuna işaret etmiştir. Yine
salavât rızkı genişletir, gam ve endişeleri giderir.
Eski kitapların giriş kısmında hamdeleden sonra salvele bölümü
bulunurdu. Buhârî'den nakledilen bir Hadîs-i Şerîf'te; "Bir kimse
yazdığı bir şeyde bana da salavât yazarsa benim adım o kitapta kaldığı
müddetçe melekler onun için istiğfar eder" buyurulması bütün
metinlerin başında hamdeleden sonra salavât yazma geleneğini oluşturmuştur.
Bir çok mutasavvıfın salavât-ı
şerîfe veya evrâda şerh yazdığını daha önce söylemiştik. Bunların bazıları
şöyledir; Hüdâyî Âsitânesi postnişinlerinden Yâkub Afvî Efendi
(ö.1149/1736-37)'ye ait el-Vesîletü'l-uzmâ li Hazreti'n- Nebiyyi'l-Müctebâ[40]
ile yine başka bir Celvetî şeyhi olan Ahmed b. Muhammed (el-Celvetî)
(ö.1130/1718)[41]'nin
Hadîs-i Erbaîn fı fad'ıleti's-salavâti'n-nebeviyyeti mea şerhihî[42]
adlı eseri salât ü selâm getirmenin fazîletine dairdir. El-Celvetî, eserinin
başına kırk hadis derlemenin faziletine dair uzun bilgiler derc etmiş, daha sonra
hocası Abdulkerim b. Veliyyiddin'in (ö.1100/1688) salavât getirmenin faziletine
dair Mecmau'l-fevâid isimli eserinin başındaki kırk hadisi aynen alarak
ve çok basit ilâveler yaparak oluşturmuştur.
Müstakimzâde
Süleyman Efendinin evrâd ve salavât metinlerine büyük önem verdiğini bir çok
metni şerh ettiğini söylemeliyiz. Bunların en meşhurları şöyledir. Risâle
fi's-salavâti'ş-şerîfe[43],
Şerh-i Evrâd-ı Kâdiriye[44];
Şerh-i Evrâd-ı İmâm-ı Süheylî[45],
Şerh-i Evrâd-ı Seyyid Yahyâ[46],
Şerh-i Salavât-ı Meleveyn.[47]
Salahaddin Uşşâkî (ö. 4 Ocak 1783 Cuma), Salavât-ı Uşşâkiye[48],
İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1137/1725) Şerhu salavât-ı İbn Meşîş[49],
Şerîfzâde Mehmed Fâzıl Paşa (1299/1882), Şerhü'l-Evrâd el-Müsemmâ bi
Hakâyıkı Ezkârı Mevlânâ,[50]
Harîrizâde Kemâleddin Efendi (ö. 1299/1882) Şerhu Evrâdi'l-Üsbûiyye[51]ve
Salâtü'l-İthâf bi-şerh-i salâti's- Sakkâf[52];
Manisalı Kadızâde Abdurrahman Sâmi Efendi, Evrâdü'l-Mukarrabîn. Şeyhülislâm
Akşehirli Hasan Fehmi Efendi (1298/1880) de İbn Arabî muhibbi olması nedeniyle
eserleriyle ilgilenmiş ve Şerh-u alâ Salât-i Feyziyye li'ş-Şeyh İbn Arabî,
adlı şerhi kaleme almıştır[53].
Kaynaklarda Nakşibendiye'den Şeyh Abdullah Ferdî Efendî (ö.1274/1857) ve
Gülşeniyye'den Edirne Veli Dede Dergâhı şeyhi Şuayb Şerâfeddin Efendi
(1327/1911)'nin , “Salât-ı Meşişiyye şerhi"nin olduğu yazılıdır.[54]
Hasan Fehmi adlı bir zât da, Salât-ı Seyyid Ahmed Bedevî Tercüme ve şerhi (İst. 1272/1856)[55]'ni kaleme
almıştır.
Osmanlı'nın son dönemlerinde tarîkat çevrelerinde salavât
getirme hakkında yazılan eserlerin bazıları da şöyledir: Süleyman Hakkı
Efendi, Mecmuaü'd- deavât ve's-salavât ve'l-akâid ve'n-nasâyih,
Dersaadet Matbaa-i Osmaniye 1307; Ebu Said Muhammed b Mustafa b. Osman Hâdimî, Risâli
f hakki't-tesbih ve't- tahmid ve't-tekbir alâ selâsin, Matbaa-i Âmire ty.
210 sh.; Ebü't-Tâhir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed Firuzabadi, Rasulüllah
Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmek 817/1415 (Çev. Mustafa Demirkan-İsmail
Tavman) Konya 1998; Kâdirî Seyyid Muhammed Sâlih (Yeşilzâde), Dua Mecmuası,
Salât-ı Münciye, Sa- lât-ı Nâriye ve Ramazan Duası, İstiklal Matbaası 1956.
Muhammed Nûru'l- Arabî'de Delâilü'l-Hayrât Şerhi yanında Ahmed b. İdris'in
salâtını ed-Dürrü'n- nefîs alâ salât-ı İbn İdrîs adıyla Türkçe olarak, Şeyh-i
Ekber'in Salât-ı Feyziyyesi'ni Mecâli'z-zehrâ ala's-salâti'l-kübrâ, Salâtu
mutılsım'ı el-Yâkûtü'l hamrâ ale's-salâti's-suğrâ adıyla Arapça olarak şerh
etmiştir.[56]
Hz. Peygamber'e salavât getirmek tasavvuf edebiyâtını da
derinden etkilemiştir. Bazı mutasavvıflar manzum olarak salavât getirmenin
gerekliliğini vurgularken bazıları da bunun fazîletine işâret etmiştir. Meselâ
Yahyâ Bey;
Safâ-yı kalp ile hergün gören verir
salavât
Mehâsin etmiş o mihr-i
kemâl-i nûrân
derken, Kâdirî Tarîkatı'nın Müştâkiyye kolu
kurucusu Mustafa Müştak Baba;
Çok salavât ile tahiyyât u selâm bî-hesâb
Ruhuna bahş olsun ey peygamber-i âli cenâb”[57]
demiştir.
Tarîkatlar tarihinde en fazla vird, hizb ve dua metni yazan
şeyhlerden birisi Abdulkâdir Geylânî (ö.561/1166)'dir.[58] O'nun
salavât metinlerinden başka; 1-el- Kibritü'l ahmer fi's-salâti ale'n-Nebî,
2-Da'vetü'l-celâle, 3-Kenzü'l-a'zâm,[59]4-(Duâu)
Fethi'l-basâir,[60]
5-ed-Delâil (es-Salâtü'l-kübrâ) (İstanbul 1323, 30 sh.),[61]
6-Evrâd[62],
7-Hizbü beşâirü'l-hayrât,[63]
8-Hizbü't-tazarru ve'l-ibtihâl (İbtihâlü'ş-şeyh Abdilkâdir),[64]
9-Hizbü's-süryâniyye (Da'vetü's-süryâniyye),[65] 10-Hizbü's-sağîr,
11-Hizbü'l-hıfz, 12-Hizbü'n-nasr, 13-Duâu hizbü'n-nasr[66]
adlı virdleri bulunmaktadır.
Burada
çevirim yazısını vereceğimiz Müstakimzâde'ye ait şerhin bir çok kü- tüphânede
yazma nüshaları mevcuttur.[67]
Müstakimzâde'nin şerh ettiği bu eser; Hâzâ mecmuu bihi ahzâb ve evrâd ve
ed'ıye li Muhyiddin Abdulkâdir el-Cîlânî adıyla h. 1304'de Tunus'da ve Evrâd-ı
Kâdiriye adıyla Hulusi Efendi Matbaası tarafından İstanbul'da (ts.)
basılmıştır. Ayrıca Müstakimzâde'den ayrı olarak Türkçe'ye Süleyman Hasbi
(İstanbul 1306) ve Şeyh Naci (İstanbul 1326) tarafından tercüme ve şerh
edilmiştir. Naim Erdoğan da Kalâidü'l-cevâhir'in Türkçe tercümesinde
(İstanbul 1982) Abdulkâdir Geylânî'ye nisbet edilen başka hizblerle birlikte
neşretmiştir.
Bir
çok salavât mecmuası bulunan Müstakimzâde Süleyman Saadeddin Efendi,[68]
Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî'nin sonuna "Fî Beyân-ı Bazı Fedâil-i
Salavât ve Mevâdıîhî" başlığı altında peygamberimize salavât
getirmenin faydalarını şöyle sıralamaktadır.
1.
İnsanın ömründe bir defa
salavât getirmesi farzdır. Çünkü Salavât da Hakk'ın emrine imtisal vardı. Tahavî'ye
göre ise salavât getirmek vacibtir.
2.
Salavât getiren kişinin
makamı on derece yükselir, on seyyiesi silinir.[69]
4.
Şefaat-i Nebîye müstahak
olunur, günahlara mağfiret edilir.[70]
5.
Peygamberimizin yanında
ismi zikredilir. O'nun yanında cimri olarak “Bahil" anılmaz.[71]
6.
Kıyamet korkusundan emin
olur.
7.
Cennet yolunda, sapmaktan
ve mahbesten emin olur.
10.
Peygamberimizin sevgisi
gönlüne yerleşir, kalbi hayat bulur.[72]
Nitekim
İmam Şârânî de Allah'ın peygamberine dünya ve âhiret hayatında sağlamış olduğu
kolaylıkları, salât ve selâmı alışkanlık haline getiren kullarına da
sağlayacağını söylemektedir.[73]
Tefsirinde
salavâta geniş yer ayıran Bursevî, Hz. Ebu Bekir (ra.) dan naklettiği
rivâyette; “Peygamber aleyhisselâm salât, soğuk suyun ateşi söndürdüğü gibi
günahları helâk eder, söndürür. Peygamber aleyhisselâm da Allah'ın selâmının
karşılığıdır. Allah'ın selâmı ise, bin haseneden üstündür" buyurmuştur.[74]
Yine Müstakimzâde'ye göre peygamberimize salât ve selâm
getirilecek yer ve zaman çok olmakla beraber herkese gereken yerler şöyledir;
a-Namazların sonunda teşehhüd esnasında, b-Cenâze Namazı'nın ikinci tekbirinden
sonra, c- Cuma, Bayram ve İstiskâ namazlarının hutbelerinde, d-Nikah akdi
esnasında imama icâbet edilerek, e-Her işin başında, f-Abdest aldıktan sonra,
mescide girişte çıkışta, çarşıya çıkışta, eve girişte, g-İsmi zikr olunduğu
her yerde, h- Hz.Peygamber'in kabrini ziyaret esnasında, ı-Hüzn ve gam
vakitlerinde, i- Vaaz, tezkire ve tedris başlarında, j-Uykudan önce,
k-Fakirlikten kurtulmayı isteyince, l-Bir şeyi unutunca, m-Cuma, akşam ve Sabah
namazlarından sonra[75]
KÂDİRÎ EVRÂDI’NIN MÜSTAKİMZÂDE TARAFINDAN ŞERH EDİLEN BÖLÜMÜNÜN TERCÜMESİ
Ey Allah'ın Rasûlü, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın sevgilisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın Nebîsi, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın dostu, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın temiz kulu, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın velîsi, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın yarattıklarının en iyisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın Arşı’nın nûru, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın vahyinin emîni, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın zînetlendirdiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın şereflendirdiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın değerli kıldığı, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın muazzam kıldığı, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın öğrettiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın selâmete çıkardığı, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
Allah’ın seçtiği, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
evvelkilerin ve sonrakilerin efendisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
günahkarların şefaatçisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
nebîlerin sonuncusu, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
âlemlere rahmet (olarak gönderilen), salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
muttakîlerin imamı, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Ey
âlemlerin Rabbinin elçisi, salât ve selâm senin üzerine olsun.
Allah’ın
meleklerinin, peygamberlerinin (nebîlerinin), rasüllerinin, Arşını taşıyanlarının
ve O’nun mahlûkâtının hepsinin salâtı, Efendimiz Muhammed aleyhisselâmın, onun
âlinin ve bütün dostlarının üzerine olsun.
Allahım,
o en yüce makam ve fasîh lisan sahibi, güzel yüzlü (ve güzel huylu) Efendimiz,
peygamberimiz Muhammed’e (aleyhisselâma) salât ve selâm kıl.
Allahım, salât ve selâmlarının en üstününü, bereketlerin en
bolunu, ikramların en çoğunu, ikramlarının sayı ve fazîletçe en kıymetlilerini
Efendimiz Muhammed (aleyhisselâma) ve onun âl-i ashâbı üzerinde daimî ve ebedî
kıl.
Bizim
peygamberimiz, Efendimiz Muhammed aleyhisselâm ki; Beşerin en şereflisi, îmânî
hakîkatlerin hazinesi, ihsânî tecellîlerin şâhikası, rûhânî sırların konağıdır.
O,
peygamberler gerdanlığının ana mücevheri, Rasûller ordusunun öncüsü ve yüce
nebîler kafilesinin kumandanıdır. O, bütün yaratılanların en üstünü; en yüce
izzet ve şeref sancağının bayraktarı, şeref dizginlerinin sahibidir.
O, ezeliyet sırlarının şahidi ve önceden gelip geçenlerin
nurlarının müşâhididir. Kıdem lisânının tercümânı, ilim, hilm ve hikmetler
menbaı; küllî ve cüz’î vücûdun mazha- rı; ulvî ve süflî vücûdun gözbebeği;
kevneyn (dünyâ ve âhiret) cesedinin rûhu, iki dünyâ hayatının kaynağı ve özü,
kulluk rütbelerinin en üstün seviyesini gerçekleştiren, seçil- mişlik
makamlarının ahlâkı ile ahlaklanmış, kerîm dost, büyük sevgili, Efendimiz Muhammed
b. Abdullah b. Abdulmuttalib, nebîlerin sonuncusu, Peygamberimiz üzerine, âline
ve bütün ashâbına salâtını daimî, en çok artan sermedî bereketini, en temiz
tahiyyâtını âdet ve fazîlet bakımından ilmin adedince, kelimelerin sayısınca,
seni ve onu ananların her anışında, gafillerin seni ve onu zikirden her gaflet
edişinde, onun üzerine kıl. Kıyâmete kadar O'na bol bol selâmet ver.
Şerh-i Evrâd-ı Kâdirî li Müstakimzâde
اعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّ ج۪يمِ ﴿
بِسْىمِ اللّٰهِ الرَّ حْمٰنِ الرَّ ح۪يمِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ. اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ. مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ. اِيَّاكَ
نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُ. اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ. صِرَاطَ
الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ. ﴾ آمِينَ. ﴿
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً
﴾ اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ
عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ ﴿
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ.
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ. ﴾ اَلصَّلَوةُ
وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا حَبِيبَ اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا خَلِيلَ اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا نَبِىَّ اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا صَفِىَّ اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا خَيْرَ خَلْقِ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا نُورَ عَرْ شِ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا اَمِينَ وَحْىِ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ زَيَّنَهُ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ شَرَّ فَهُ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ كَرَّ مَهُ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ عَظَّمَهُ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا مَنْ عَلَّمَهُ
اللّٰهِ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا سَيِّدَ الْمُرْ
سَل۪ينَ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا اِمَامَ
الْمُتَّق۪ينَ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا خَاتَمَ
النَّبِيّ۪ينَ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَحْمَةً
لِلْعَالَم۪ينَ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا شَفِيعَ
الْمُذْنِب۪ينَ
اَلصَّلَوةُ وَالسَّلَامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ رَبِّ
الْعَالَم۪ينَ
صَلَوَاتُ اللّٰهِ وَمَلَا ئِكَتِهِ وَاَنْبِيَائِهِ
وَرُسُلِهِ وَحَمَلَةِ عَرْشِهِ وَجَم۪يعِ خَلْقِهِ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدِ وَ
آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَع۪ينَ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدِ عَبْدِكَ
وَحَب۪يبِكَ وَرَسُولِكَ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ
وَسلِّمْ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
النَّبِىِّ الْمَلِيحِ صَاحِبِ الْمَقَامِ الْاَعْلَى وَالْلِّسَانِ الْفَصِيحِْ
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ اَفْضَلَ صَلَوا تِكَ اَبَدً
وَاَنْمَى بَرَكَاتِكَ سَرْمَدً
اوَاَزْكَى تَحِيَّاتِكَ فَضْلً وَعَدَدًا
عَلَى اَشْرَفِ الْخَلَائِقِ الْاِنْسَانِيَّةِ
وَمَجْمَعِ الْحَقَايِقِ الْاِيمَانِيَّةِ
وَطُورِ لتَّجَلِيَّاتِ الْاِحْسَانِيَّةِ
وَمَهْبِطِ الْاَسْرَارِ الرَّحْمَانِيَّةِ
وَعَرُوسِ الْمَمْلَكَةِ الرَّبَّانِيَةِ
وَوَاسِطَةِ عِقْدِ النَّبِيِينَ
وَمُقَدَّمِ جَيْشِ الْمُرْسَلِينَ
وَقَائِدِ رَكْبِ الْاَنْبِيَاءِ الْمُكَرَّ مِينَ
وَاَفْضَلِ الْخَلْقِ اَجْمَعِينَ
حَامِلِ لِوَآءِ الْعِزِّ الْاَعْلَى
وَمَالِكِ اَزِمَّةِ الْمَجْدِ الْاَسْنَ
شَاهِدِ اَسْرَارِ الْاَزَلِ
وَمُشَاهِدِ اَنْوَارِ سَوَابِقِ الْاُوَلِ
وَتَرْجَمَانِ لِسَانِ الْقِدَمِ
وَمَنْبَعِ الْعِلْمِ وَالْحِلْمِ وَالْحِكَمِ
مَظْحَرِ سِرِّ الْجُودِ الْجُزْئِىِّ وَالْكُلِّىِّ
وَاِنْسَانِ عَيْنِ الْوُجُودِ الْعُلْوِىِّ
وَالسُّفْلِىِّ
رُوحِ جَسَدِ الْكَوْنَيْنِ. وَعَيْنِ حَيَوةِ الدَّ
ارَيْنِ
اَلْمُتَحَقِّقِ بِاَعْلَى رُتَبِ الْعُبُودِيَّةِ
وَالْمُتَخَلِّقِ بِاَخْلَاقِ الْمَقَامَاتِ الْاِصْطِفَائِيَّةِ
اَلْخَلِيلِ الْاَعْظَمِ وَالْحَبِيبِ الْاَكْرَمِ
سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِنْ عَبْدِ اللّٰهِ بِنْ عَبْدِ
الْمُطَّلِبِ
وَعَلَى سَائِرِ الْاَنْبِيَاءِ الْمُرْسَل۪ينَ
وَعَلَى مَلَا ئِكَتِكَ الْمُقَرَّبِينَ
وَعَلَى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِحِىنَ
مِنْ اَهْلِ السَّمَوَاتِ وَاَهْلِ الْاَرْضِينَ
كُلَّمَا ذَكَرَكَ الذَّاكِرُونَ
وَغَفَلَ عَنْ ذِكْرِ كَ الْغَافِلُونَ
وَسَلِّمْ وَرَضِىَ اللّٰهُ عَنْ اَصْحَابِ رُسُولِ
اللّٰهِ اَجْمَع۪ينَ
Eûzü billâhi mine’ş şeytani’r racim.
Bismillâhirrâhmânirrahîm
Hamd bî hadd ve şükr-i mümteniu'l-add ol Cenâb-ı Hakk'a ve
feyyâz-ı mutlaka lâyık ve müstahaktır ki, kendi ezkârını nev-i benî âdeme tâlîm
edip ezkârıyla müşerref eyledi. Ve envâ-ı salavât-ı zâkiyât ve ta'zîmât-ı
vâfiyât, ol zât-ı rabb-i zevâlin ve mecma-ı sıfât-ı lâ misâlin habîbi ve halîli
olan Muhammed Mustafa sallallahü Teâlâ aleyhi ve selem hazretlerine olsun ki,
Hak celle ve alâ hazretleri evvela zevât-ı a'zamının ve sâniyen melâi- ke-i
kirâmının salavâtlarını haber verip sâlisen cemî-i mü'minîne ona salavât
eylemekle emr eyledi. Ve dahi âline ashâb-ı bi efdalü kemâl-ı hazarâtına olsun
ki üç âsumân-ı inâ- yete nücûm-ı hidâyet olmuşlardır.
(Ammâ
ba'd) bu fakîr-u kesîr-u pür taksîr el-muhtâç ilâ feyz-i
rabbihi'l-kadîr (Sadedin Süleyman Müstakimzâde) eder iş bu risâle-i celîle-i
varaka-i cemîlenin kitâbet-i tenmîkına bâis ve bâdî odur ki; zikrî âtî
salavât-ı şerîfe ve tahiyyât-ı münîfe ki kibâr-ı evliyâ meşâyih-i ızâm-ı
seleften kutbü'l-aktâb ve zübde-i üli'l-elbâb el-mürşidü'l-halâik ilâ
akvami't-tarîk-ı Nâciye, âyâtü'l-avârif ve vâsıl-ı gayâtü'l-maârif, hâizü'l-
makâşefâtü'r-rabbâniyye, fâizü'l-müşâhedâtü's-samedâniyye, mefharü's-sâdât ve
menbaü's-saadât eş-Şeyh Ebu Sâlih Muhyiddin Abdulkâdir Gîlânî
ekramehüllâhü Teâlâ bi'l- visâli'r-rûhâniyyi ve kaddese mâ hazihî min esrâri
bi'l-avni's-sübhânî ve efâza rahmetehû aleyhi ve cema'nâ meahû fî mekâidi
sıdkın ındehû ve ledeyhi hazretlerinin Rasûl-i Ekrem ve benî muhterem
seyyidü'l-mürselîn ve imâmü'l-müttakîn ve Hâtemü'n-nebiyyîn ve rahmeten
li'l-âlemîn. Kadruhû cesîmun, halkuhû azîmün bi'l- mü'minîn, raûfün rahîm,
el-kâtıu dâbiru ehli'ş-şirki ve'd-dalâli, ve'l-kâliu li asli'l- gavâyeti
ve'l-cehâleti, el-müşerrefü bi şerefi "levlâke", el-mükerremü
bi terkîmi vemâ erselnâke, el-meb'ûsü ilâ kâffeti'l-enâmi, eş-şâfiu
bi'ş-şefâati'l-kübrâ yevme yü'hazü'l- mücrimûn bi'n-nevâsî ve'l-akdâmi,
el-ma'sûmü an cemî-i'l-âsâm bi inâyeti azîzü'l- allâm, eş-şâhidü, el beşîrü,
en-nezîru, ve's-sirâcü'l-münîr, ed-dâî ile'llahi bi iznihi'l-cedîr
hazretlerinin "men sallâ aleyye vâhideten sallallahü aleyhi aşera
merrâtin"[76]
hadîs-i şerîfinin ve haber-i münîfinin sırrına mazhar olmak için cem ve tertib
buyurdukları salavât-ı muazzama ve ta'zîmât-ı mefhamenin her hâs u âm
manasının derki ve fehmi ile mütelezziz ve muğtenem olsun için Lisân-ı Türkî'ye
tercüme olunması bu fakîrin eazzü ahbâbı ve asdakı muhalefeti sâyi' ve vâsi'
olmayan kimseler iltimâs ve ilhâh eylemeleriyle bu sala- vât-ı garîbe ve
ta'zîmât-ı acîbe alâ sebîli'l-ihtisâr şerh ve beyân olundu.
Eğer bu salavâtın mânâ-yı latîfesi ve nükat-ı hafiyesi ala
kaderi't-tâka tamam-ı tahkîk. ve kemâl-i tedkîk oluna idi
her fıkrası bir nev-i itnâbı müştemil kitab olup nâzırîne melâl ve sâmiîne
gülâl îrâs-ı bedîhî olduğu ifâde-i sohbet sükut mertebesiyle iktifây-ı kasr ile
ta'cîl olunduğu bu fakîr-i kesîr-i pür taksîr evkât-ı icâbette duâ-i
kesîrü'l-hayr ve'l- berekât ile mû'tenem edeler. Vallahü a'lemü bi's-savâb.
"es-salâtü
ve's-selâm aleyke yâ Rasûlellâh" manası; Allâhü Tebâreke ve
Teâlâ'nın envâ-ı ta'zîmât ile ta'zîmi ey Rasûl-i Zîşân senin üzerine olsun
demektir ki, rahmet-i Rahmân, gerek istiğfâr-ı feriştegân ve gerek daavât-ı
ehl-i îmân olsun o ta'zîmâtın bazısı dünyevî bazısı uhrevîdir. Dünyevî olan
Rasûl-i ekremin zikrini âlî edip kendi ismi ne zaman anılsa orada Rasûlünün de
zikrini gerekli kıldığıdır. Hiç bir teşehhüd veya hutbe yoktur ki onlarda Bârî
Teâlâ'nın ismi peygamberimizin ismine mukarin zikr olunmaya bu ecilden
müfessirîn; "ve rafe’nâke zikrak”[77]
kavl-i kerîmini bu vecihle tefsir etmişlerdir.
Dünyevî
ta'zîminden biri de Rasûl aleyhisselâmın şerîat-i mutahharasını ilâ yevmi'l-
kıyame ibkâ etmesidir. Uhrevî olan ta'zîmi âmme-i halâika, yevm-i kıyamette
şefi' edip cemî-i ehl-i mahşeri "hevl" mevkiinden halâs için
mazhar-ı şefaat-i uzmâ eylemesidir. Ve bu şekilde dünyada ve âhirette ta'zîmât
sayılamayacak kadardır. Nitekim Allahü azimüşşân Kur'ân-ı Kerîm'de; "ve
in teuddû ni'metallahi lâ tuhsûhâ"[78]
manası; siz Hak sübhânehû ve Teâlânın nîmetlerini saymaya kalksanız
sayamazsınız demektir. Ve "sala- vât" ın ma'tûfu olan "selâm"
lafzı üç manaya gelir.
Birincisi;
selâmet senin ile ve senin için olsun ey Rasûl-i zîşân demektir.
İkincisi;
Selâm Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın esmâsından bir isimdir. Bu takdirde manası;
selâm olan Allah Teâlâ seni muhafaza ve ismet eylesin demektir.
Üçüncü
manası; inkıyâttır. Bu takdirde manası; bizim itaat ve inkıyâdımız senin üzerine
yani sana has olup ve senden uzak olmasın ey Rasûl edemektir. Bu salavât-ı
şerîfede "salât" ile "selâm"ın cem' olmasında
Allah azîmüşşânın Kur'ân'da mezkûr ve merkûz olan emrine iktidâ ve imtisâl
vardır, nitekim buyurur; "sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ"[79]
"Es's-salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ Habîbellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı
senin üzerine olsun ey Allah'ın Habîbi demektir. "Habîb"
"faîl" vezni üzere "mahbûb" manâsına dır. Mahbûb
sevilmiş demektir. Nitekim Hadîs-i Şerîf'de vârid oldu. "elâ ve ene
habîbü'llâhi ve'l-efharu" siz âgâh ve mütenebbih olun ki ben Allah
tabârake ve Teâlâ'nın dostuyum. Lakin bu kavli, kibr ve fahrimden nâşî
söylemem. Belki Allah Teâlâ'nın nî- metin izhâr içindir diye buyurur.
"Es'salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ Halîlellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı
senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın Halîli demektir. Halîl İbrahim
aleyhisselâma tesmiye olunduğu gibi bizim peygamberimiz olan Muhammed
aleyhisselâma da tesmiye olundu. Bazı ulemâ "Halîl"in manası;
kalbi Rabbü'l-erbâbın muhabbeti ile tahlîl edendir dediler. Bazıları da "Halil"
cemî-i mâsivâdan Cenâb-ı kibriyâya munkatı olmuş kimsedir dediler. Bu salât-ı
şerîfde "Habîb" "Halil" üzerine takdim olunduğu,
Habîb de kemâl-i ihtisâs olduğu içindir. Peygamberimizden gayri hiç kimseye
Habîb tesmiye olunmadı.
"Es'salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ Nebiyyellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı
senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın Nebîsi demektir. Nebî aslında
"Nebe'e" den olup haber verici demektir. Yahut "Rif'at-i
şerif manasına olan "Nübüvveften olmakla mürtefi' manasınadır.
Nebi ismi ile tesmiye olunduğu Allah Teâlâ'nın ahkâmını teblîğ ettiği için
yahut, bütün insanlardan mertebesi âlî ve mürtefi' olduğu içindir.
"Es'salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ safiyyellâh" Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı
senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın muhtârı demektir. Zirâ Bârî Teâlâ
hazretleri Muhammed aleyhissalâtü ve's-selâmı bütün insanlar arasında çeşitli
nimetler ile mahsûs ve mevsûf kılması sayılamayacak kadar çoktur. Ez cümle
evvelü'r-rusül Adem safiyyullâh "innellâhe's-tafâÂdeme" âyet-i
kerîmesi nâtık olduğu üzere fâtih-i peygamberân olmakla safiyyullâh olduğu gibi
bizim peygamberimiz Nebî âhir zamanda dahî hâtem olmak sebebiyle muhtâr olup
safiyyullâh diye tesmiye kılındı.
"Es'salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ hayra halkıllâh" Allah Teâlâ'nın
salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Cenâb-ı hâlikın cemî mahlûkâtının efdali
ve seyyidi ve hayırlısı demektir. Zira Hadîs-i şerîfde bu manaya işâret; "ene
seyyidü veledi Âdeme ve'l-efharu" kavli ile vârid olmuştur. Ve bir
rivâyette "ene seyyidü’l-âlemine" şeklinde gelmiştir. Ma-
nâ-yı münîfleri; ben bütün insanoğlunun seyyidiyim. Bu kavlim, fahr ve
kibrimden değildir. Ve ben cemî-i mâsivânın seyyidiyim demektir.
"Es'salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ nûra arşillâh” yani Allah Teâlâ'nın salâtü
selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın arşının nûru demektir. Zira arş-ı
âlâ, peygamberimiz aleyhisselâmın nûrundan halk olundu. Nitekim hadîs-i
şerîfte vârid oldu ki; "hulikati'l-arşü ve'l-kürsü min mm".
Manası; arş-ı âlâ ve kürsî benim nûrdumdan halk olundu demektir.
"Es'salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ emine vahyillâh” yani Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı
senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın vahyinin emîni demektir. Zira
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm Allâh-ı azîmüşşân hazretlerinin ıbâdine
cemî-i evâmir ve nevâhisini tebliğ edip aslâ bir hükümde ihtilâf etmeyip ve
yedinde olan vahy-i hafî ve celîyi ibâdullaha ifhâm edip tarîk-ı rüşdü ve
dalâleti temyîz ve tefrîk eyledi. Nitekim Kur'ân'da Rabbü'l-erbâb Teâlâ ve
takaddes hazretleri kendisine tebliğ ile emr eyleyip buyurur ki; "belliğ
mâ enzele ileyke min rabbik”[80]
yani sen rabbinden sana nâzil kılınan ce- mî ahkâmı ibâdullaha tebliğ eyle
demektir.
"Es'salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ men zeyyenehullâh” yani Allah Teâlâ'nın salâtü
selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın envâ-ı zînet ile müzeyyen kıldığı
zât-ı şerî- fi demektir. Zîrâ Bârî Teâlâ peygamberimizi zînet-i ilm, nübüvvet
ve hüsnü'l-huluk ile halk ve dünyada müzeyyen kılıp zînetini şefaat-i kübrâ ve
makâm-ı Mahmûd, Cennet-i Firdevs ve havz-ı mevrûd ile dahi ukbâda müzeyyen
kıldı. Nitekim bu mefhûma delâlet eden âsâr-ı Nebeviye ve ehâdîs-i Mustafaviyye
sayılamayacak kadar çoktur.
“Es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men şerrefehüllâh”
yani Allah Teâlâ'nın salâtü selâmı senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın
şerîf ve âlî kıldığı zât demektir. Zîrâ Hak sübhânehû ve Teâlâ peygamberimiz
aleyhisselâmı kâffe-i nâsa ba's edip hidâyet-i âmme ve ğâyet-ilm u kemâl, kerem
ve sehâ ile âlî edip ahlâk-ı hasene envâının her birinde ekmelü'l-muttasıfîn
kılmak ile şerîf kıldı. Nitekim Ibn Abbâs radıyellahu anhümâ buyurur; “Kâne
sallallahü aleyhi ve selem ahsenü'n-nâs ve eşceu'n-nâs ve ecvedü'n-nâs"[81]
bu iki ha- dis-i şerîflerde peygamberimiz aleyhisselâmın evsâfı üç vasfa iktisâ
olunduğu bu evsâf-ı selâse ümmühât-ı ahlâk-ı hamîde olmasıdır.
“ es'salâtü ve's-selâmü aleyke yâ kerremehüllâh"
yani salât u selâm senin üzerine olsun ey Allah Teâlâ'nın envâ-ı ikrâmı ile
mükerrem, muazzez kıldığı zât-ı âlişân demektir. Zîrâ Hak Sübhânehû ve Teâlâ
aleyhi ve sellemin kemâl-i i'zâz u ikrâmı ile mertebesini mürtefi' edip esmâ-i
hüsnâsından olan “Kerîm" isminin sırrını izhâr eyleyip
peygamberimiz aleyhisselâmı cemî-i halâyikın erfeî ve eşrefi kıldı. Bu sebepten
peygamberimiz aleyhisselâmda olan ahlâk-ı kerîme hılkat-i asliyesi olup, o
ahlâkın üzerine mecbûl kılındı. Ve o ahlâkı riyâzet-i nefs ile tahsil etmeyip
belki mücerred vücûd, cevâd ve feyz maklûbü'l-füâd olmuştur.
“es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men
azzamehu'llah" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey Hak sübhânehû
ve Teâlânın envâ-ı ta'zîm ve esnâf-ı terkîm ile muazzam eylediği zat
demektir. Zirâ Hak sübhânehû ve Teâlâ sıfât ve esmâ-i hüsnâsında olan azîm
isminin sırrını izhâr buyurup peygamberimiz sallalahü aleyhi ve sellemi envâ-ı
ta'zîmât ve ref-i derecât ile ta'zîm ve tebcîl eyledi. Nitekim buyurur “ve
rafea ba’duhum derecât"[82]
yani o bazısından murad, peygamberimiz aleyhisselâmı Hak sübhânehû ve Teâlâ
hazretleri dâvet-i âmme, hucec-i mütekâsire, mûcizât-ı müstemirre, fedâil-i
ilmiye ve ameliye ile muazzam ve mufahham kılmakla derecâtını ref' eylemiştir.
“es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men
allemehüllâh" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey Allahü
tebâreke ve Teâlânın ümmî iken kendiye bilâ muallim envâ-ı ulûm-ı evvelîn ve
âhirîni ta'lîm buyurduğu zât demektir. Nitekim buyurur “ve allemeke mâ lem
tekün ta'lemü” “ve mâ yentıku ani'l-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhâ"[83] “ve
kâne fazlullâhi aleyke azîmen” “allemehû şedîdü'l-kuvâ" manaları ey
Rasûl sana ta'lîm eyledi şol ulûmu ki sen ol ulûmu bilmezdin ve senin üzerine
ki Hak Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın fazlı ve ihsânı kebîr ve azîm oldu ve dahî
buyurur; “habîbimin nutku vahydir". Ve dahî habibime şedîdü'l-kuvâ
olan Cebrâil ta'lîm eyledi demektir.
“es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men
seyyidü'l-mürselîn" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey
cemî-i enbiyâ ve mürselînin seyyidi yani ulusu demektir. Nitekim îtikâd-ı
ehl-i sünnet dahî bizim peygamberimiz aleyhisselâm cemî peygamberlerin efdali
olması olmaktır. Bu mesele kitab, sünnet, icmâ-i ümmet ile sâbit ve mukarrar
olan mûtekıdâttandır.
“es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ men
imâme'l-müttakîn" manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey
cemî ehl-i takvânın imamı ve muktezâsı demektir. Zira bizim peygamberimiz
aleyhisselâm cemî-i ehl-i takvânın etkıyâsıdır. Nitekim; buyurur; “ene etkâküm"
ve imam lafzı mütteba' ve hâdî ve mukaddem beyne yedeyi'l-kavmi olduğu ecilden
ehl-i takvânın a'mâlini peygamberimiz aleyhisselâma tâbi olmak ile makbûle
olur. Ve onun sünnet-i seniyyesine iktidâ etmek ile menâb ve me'cûr olurlar.
Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “Etîullahe ve'r-rasûle lealleküm
tüflihûn" yani siz Hak sübhânehû ve Teâlâya ve Rasûl-i Muhammed
Mustafâ'ya itaat ve inkıyâd edin ve ricâ edin ki o itaat sebebiyle felâh ve
necât bulasınız.
“es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ hâteme'n-nebiyyîn"
manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey cemî-i enbiyânın hâtemi ve âhiri
demektir. Ma'lûm ola ki hâtem, feth-i tâ ile âhir demektir. Ve kesri
dahî lügattır zira bizim peygamberimiz sürûr-ı enbiyâ aleyhi efdalü't-tahâyâ
cemî peygamberlerin âhiridir. Onun için hâteme'n-nebiyyîn tesmiye olundu.
Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “Mâ kâne Muhammedün âbâe ahadi min
ricâliküm ve lâkin rasûlellahi ve hâteme'n-nebiyyîn"[84]
ve peygamberimiz buyuruyor; “Lâ nebiye ba'dî" manası; benden sonra
Nebi ba's olunmaz demektir. Bazıları dediler ki Hâtem-i enbiyâ tesmiye olundu.
Cemî-i enbiyâ aleyhisselâmı Nûr-ı nübüvveti setr ettiği içindir. Şemsin nûru
sair kevâkibin nûrunu setr eylediği gibi. Bu takdîre göre hâtem “sâ-
tir" manasına olur nitekim Isâmüddin tefsir hâşiyesinde bunu zikr
eyledi.
“es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ rahmeten li'l-âlemîn”
manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey cemî âlemler için rahmet olan zât
demektir. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur; “ve mâ erselnâke illâ
rahmeten lil âlemîn"[85]
manası; biz azîmüşşân seni göndermedik, ancak bütün âlemlere rahmet için
gönderdik demektir. Eğer süâl olunursa peygamberimiz aleyhisselâm bu ümmet-i
merhûmeye dünyâda tarîk-ı hakka hidâyet ve âhirette şefaat misilli nîmet-i
uzmâlara sebep ve bâis olduğu için rahmet olmasında rayb ve iştibâh yoktur.
Ammâ kâfirlere ne keyfiyet ile rahmet olur. Cevap verilir ki, kâfirlere rahmet
olması onlardan azap isti'sâli ref' edip ve onlara mesh ve havften ve dahî
cizye ile sübğdan emin eyledi ki nitekim günahları sebebiyle ümem-i sâlifenin
kâfirleri bu vecihle azap olunurlar idi. Yani eyledikleri isyanın cezasını
dünyada kahr u helâk ve tebdîl-i sûret gibi azaplar ile görürler. Ve âhirette
dahi azâb-ı ebedî derkâr idi.
“es-salâtü ve's-selâmü aleyke yâ şefîa'l-müznibîn”
manası; salât ve selâm senin üzerine olsun ey cemî âsî ve müznib olan mü'minîn
kullara Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin izni ile mübâlağa ile şefaat
edici zat demektir. Nitekim buyurur: “Şefâatî li eh- li'l-kebâiri min
ümmeti" manası; şefaatim ümmet-i icâbetten ehl-i kebâir içindir
demektir. Ehl-i kebâir şefaate bu hadiste tahsis olunduğu ihtiyaçları ziyade
olduğu içindir. Zira şey'i zikr maadayı münâfî değildir. Ve ehl-i kebâirden
gayriye peygamberimiz aleyhisselâmın şefaat etmesi ulviyet ile sabit ve
mütehakkık olur.
“es-salâtü
ve's-selâmü aleyke yâ rasûle rabbe'l-âlemîn" manası; salât ve
selâm senin üzerine olsun ey cemî âlemleri ânen fe ânin kemâle bâliğ kılmakla
terbiye eden Allah celle ve alâ hazretlerinin Rasûlü demektir.
“Salavâtullâhi”
mânâsı Hak sübhânehû ve Teâlânın envâ-ı ta'zîmâtı, fazlı, ihsânı “ve
melâiketihî" Allah tebârake ve Teâlânın meleklerinin şânı Nebiyy-i
muazzam olsun için olan ed'ıyeleri ve mezîdi eltâf ve kerâmât-ı ilâhiyeyi
talepleri “ve enbiyâihî ve rusulihî” dahî Hak sübhânehû ve
Teâlânın ulü'l-azm ve gayr-i ulü'l-azm cemî peygamberlerinin ta'zîmâtı “ve
hamelete arşihî” dahî a'zâm mahlûkât ve Ekrem masnûât olan arş-ı
âlâ ki makarrı melâike-i ulyâdır. Onun hâmilleri olan melâike-i mukarrabînin
mezîd lütf u ihsânı peygamberimiz aleyhisselâm hakkında talepleri “ve
cemîi halkıhî" dahî halk-ı lem yezelin cemî mahlûkâtının ve
kâffe-i masnûâtının ta'zîmâtı “alâ seyyidinâ Muhammed" bizim
seyidimiz ve seyidi cemî evvelîn ve âhirîn olan Muhammed Mustafa sallalahü
aleyhi ve selem hazretleri üzerine olsun demektir. Seyyid, reîs ve zahîr ve
mahdûm manasınadır ki Türkçe de “Efendi" derler “ve alâ âlihî
ve sahbihî ecmaîn" dahî zikri sâbık salavât-ı ma'hûde bi't-tab'
peygamberimiz aleyhisselâmın âli ki ehl-i iyâli ve evlâdıdır. Ve ashâbı ki ol
rasûli mü'min olduğu halde dünyada görüp şe- ref-i sohbeti ile müşerref
olanlardır. Onların dahî cümlesinin üzerine olsun demektir.
“
Allahümme salli alâ seyyidinâ" manası; yâ Allah, sen bizzat
bizim seyidimiz ve eşrefimiz olan Muhammed Mustafa aleyhissalâtü ve'sselâma
envâ-ı ta'zîm ve asnâf-ı ihsân ile demektir. Malum ola ki Allah lafzının
manası; yâ Allah'dır. Bazıları dediler ki; “Allahümme" lafzı ism-i
a'zamdır. Bir âdem onunla dua eylese makbul olur. Ve her ne istese i'tâ olunur.
Hatta bu kavli İmam Suyûtî rahimehullah “İsm-i âzam" risâlesinde Cem’
ve Cevâmi' Şerhî, Zerkeşî'den nakl edip eder. Allah lafzı Allahümme
de Hak sübhânehû ve Teâlânın zâtına delâlet eder. Mim dahî doksan dokuz esmâ-i
hüsnâya işâ- ret olunur zira mîm-i zamâirde alâmet-i cem'dir ki mîm denir.
Hasan-ı Basrî rahimehullah buyurur ki bir kimse Allahümme lafzı ile dua
eylese tahkîkan ol kimse Hak sübhânehû ve Teâlâya cemî' esmâ-i hüsnâsıyla dua
ve tazarru etmiş olur. Allahümme lafzı ed'iyenin evvelinde zikr olunduğuna
sebep Hak sübhânehû ve Teâlânın Kur'an-ı Kerîm'de “Kulillahümme
mâliki'l-mülki"[86]
kavline imtisâl ve iktidâdır. Ve bir kavle göre Allah lafzı ism-i âzamdır, zira
Allah lafzı bir isimdir ki gayriye itlâk olunamaz. Bu ecilden cemî esmâ-i hüsnâ
ona vasf olur. Nitekim Allahü'r-rahmân denilir. Lakin er-
rahmânü'llah denilmez. Bu takdire göre Allahümme lafzı ism-i âzam olması
baîd olmaz. Zira manasında Allah lafzı melhûzdur. Belki melfûzdur. Nitekim hafî
değildir. “Abdin, Nebiyyin, habîbin ve rasûlün” manası; öyle Muhammed ki
o senin kulundur ve dahî âm- me-i halâika ve kâffe-i sakalîne meb'ûs ulü'l-azm
ve's-sebât ve dahî âmme-i halâika ve kâffe-i sakalîne meb'ûs ulü'l-azm
ve's-sebât peygamberindir. Ve yine halâik içinde ihti- yâr olunmuş dostundur.
Senin ındinden kitâb ve sünnet getirmiştir demektir. Abd lafzı cümlenin üzerine
takdim olundu. Zira Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve selem risâletinden önce
ubûdiyette kâim idi. Yahut tevâzuan takdim olunmuştur. Yahut ibâdetin insana
ululuk ve seyitlik verdiğine işârettir. İsevî olan Nasarâya ta'rîz içindir.
Zira onların bazısı peygamberlerini ilâh ittihâz edip, bazısı ibnüllah dediler.
Neuzü billah min zâlik.
“'
en-nebiyyü'l-ümmiyyi" öyle Muhammed aleyhisselâm ki Nebi-i
ümmîdir. Yani bir kimseden taallüm-i ilm ve kitabet etmiş değildir. Bununla
beraber bütün ilimlerin hazi- neleri kendilerine îtâ olunmuştur. Ümmîlik ile
muttasıf olması mûcizelerinden bir mûci- zedir. Kur'ân-ı Kerîm'in Furkân-ı
hakîmin min ındillah olmasına ziyâde delildir. Eğer Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi
ve sellem bir kimseden telemmüz ve taallüm etseler idi o kimse kendinden efdal
olmak iktizâ ederdi. Bu ise muhâldir. O sebepten kimseden taallüm etmediler.
“ve
alâ âlihî ve sahbihî ve sellim" manası; dahî yâ rab salât u selâm
bi't-tab' senin Rasûlün Muhammed aleyhisselâmın âl u ashâbı üzerine olsun
demektir.
“Allahümme
salli alâ seyyidinâ Muhammedin en-Nebiyyi'l-melîh” manası; ey
Rabbü'l-erbâb, ve'l-merciu ve'l-meâb; sen bi'z-zât envâ-ı ta'zîmâtını bezl u
ihsân ile bizim seyyidimiz ve cemî âleminin seyyidi Nebiyy-i melîh üzerine
eyle demektir. Melîh, feîl vezni üzere ziyâde hüsn manasına dır ki ibtidâ
rü'yetten karîb oldukça hüsnü ziyâde olan kimseye derler. Cemîl, o rü'yetten
vardıkça hüsnü noksan olan hüsnü'l-veçhedir. Melîh ile peygamberimiz sallallahü
aleyhi ve selem tavsîf olunduğu zât ve nesebi, cemî ahlâk ve şemâili kemâl-i
hüsn ile muttasıf olup kendi zâtında olan cevher-i hüsn gayr-i munkasim olduğu
içindir. Nitekim İmam Busîrî Kasîde-i Bürde de buyurur; “fe cevherü'l-hüsni
fîhi gayr-i münkasımi”[87]
nitekim sürûr-ı enbiyâ aleyhi efdalü't-tahâyâ hadîsinde buyurur; “Ene
melîhun" ve Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur “ve inneke le alâ
hulukun azîmün".
“Sâhibi'l-makâmi'l-âlâ"
o Rasûl öyle bir azîmü'ş-şândır ki makâm-ı âlâ ve şefaat-i uzmâ sâhibidir. Zirâ
makâm-ı a'lâdan murâd, makâm-ı mahmuddur. Ki Hak celle ve alâ bizim
peygamberimiz sallallahü aleyhi ve selemle mahsus kılmıştır. Bu ecilden o makama
evvelîn ve âhirîn gıbta etseler gerektir. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ
buyurur: “Asâ en yebaseke rabbüke makâmen mahmûdâ" .[88]
Yani Hak celle ve alâ zamân-ı karîbde seni ey Nebiyy-i Zîşân makâm-ı mahmûda
ba's eder demektir. Makâm-ı Mahmûd tesmiye olunduğu cemî ins u cin o makama
hamd, senâ ve onu medh eyledikleri içindir.
“ve'l-lisâni'l-fasîh"
öyle Rasûl-i azîmü'ş-şân ki lügat-i fasîha ve lisân-ı belîğ sahibidir. Zira
mütekellimde fesâhat bir keyfiyet-i mütekarriredir ki onun sebebiyle maksûdu
olan şeyden lafz-ı fasîh ile ta'bir etmeye kâdir olur nitekim buyurur: “Ene
efsahü'l-Arab" ve yine buyurur “Ene Arabü'l-Arab" dahi
bundan a'lâ kendine cevâmiu'l-kelim îtâ olunmuştur. Manası; yani lafzı ziyâde
kalîl lakin manası; ziyâde kesîr olan dahî tâbir ile edâ- ya kadir olur. Yine
kendine fasl-ı hitâb îtâ olunmuştur. Fasl-ı hitâb bir kelâm-ı beyyin ve
vâzıhtır ki istimâ eden muhataba kemâl mertebe kifâyet eder ve kanaat verir
Zira iltibas ve iştibah kendisinde bâkî kalmaz.
“
Allahümme'cal efdale salavâtike ebeden" manası; Yâ Allah; sen
envâ-ı ta'zîmât ve ihsânın fazl u îtâ cihetinden ziyâdesini cânib-i müstakbelde
müstemir ve dâim olan ezmine-i mukaddere-i gayr-i mütenâhiye ve münkatıada kıl
demektir. Zira ebed lafzının manası; şey'in vücudu için cânib-i mâzînin
ezmine-i mukaddere-i gayr-i mütenâhiyesinde isti'mâl olunur. Nitekim gizli
değildir.
“ve
enmâ berakâtike sermedâ" manası; yâ rabbi, sen hayrât-ı kesîrenin
mübâlağa ile ziyâdesini evveli ve âhiri olmayan zamanda kıl demektir. Zira “enmâ"
nemânın ism-i tafdîlidir. Ve nemâ bir şeyde ziyâdelik manasınadır. Berakât,
bereketin çoğuludur. Hayr-ı kesîr manasınadır. Sermedâ, ehl-i lügat ındinde
leyl-i tavîl ve dâimî manasınadır. Lakin örfte evveli ve âhiri olmayan zamana
derler. Bu makamda murad, mânâ-yı örfiyesidir.
“ve
ezkâ tahiyyâtike fadlen ve adedâ" Yâ rabbi; sen cemî envâ-i senâ
ve medh yahut envâ-ı selâmet-i azîmenin ziyâdelik ve aded cihetinden enzaf ve
atharini kıl demektir. Zira “ezkâ" ism-i tafdildir. Ethar manasınadır.
Tahiyyât, tahiyyatın çoğuludur. Senâ, medh veya selâm manasınadır. Nitekim hak
sübhânehu ve Teâlâ buyurur; “Ve izâ huyyiytüm bi tahiyyatin"[89]
yani sizlere bir kimse selâm verirse demektir. Fazl, ziyâdelik ve aded sâyî
manasınadır.
“alâ
eşrafi'l-halâikı'l-insâniyyeti" manası; zikr olunan hâl ve
minvâl üzere olan salavât ve berekât ve tahiyyât-i insâniyet ile mevsûf ve
cemî mahlûkâtın şeref ve uluv cihetinden ziyâdesi olan zâtı cemîl ve hakîkati
temsil üzerine kıl demektir.
“ve
mecmai'l-hakâyikı'l-îmâniyyeti" manası; dahî zikr u sâlif olan
envâ-ı salavâtı, îmâna mensûp olan bütün hakikatlerin mahal-i cemî, menbai ve
makarrı olan zâtın üzerine kıl demektir. Zira “mecma"' ism-i
mekândır. Mahal-i cem' demektir. Hakâik, hakîka- tin çoğuludur. Hakîkat örfte
şeyin kendi ile şey olana derler. Mesela Rasûl-i Ekrem ve Nebiyy-i muhterem
sâhibü'l-atâ-i ve'l-kerem sallalahü Teâlâ aleyhi ve selem hazretleri bir sınıf
eşyaların mecma' ve hâfızıdır ki îman onları tasdîk ve iz'ân eylemek ile hâsıl
olur. Ve îmânın icmâlen manâ-yı lügaviyesi mutlakan tasdiktir. Mânâ-yı şer'îsi
peygamberimiz aleyhisselâmın Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın cânib-i mâneviyesinden
getirdiği ahkâm-ı şer'iyenin tamamını kalple tasdik edip ve lisânı ile ikrâr ve
itirâf etmektir. Bu zikr olunan îmân icmâlidir, îmân tafsîl-i mü'min bih olan
ahkâmları alâ kaderi't-tâka başka başka add ve tafsîl edip her birini alâ
haddihî tasdîk ve ikrâr etmektir.
“ve
tûru't-tecelliyâti'l-ihsâniyyeti" manası; zikr-i sâbık olan
salavât, ta'zîmât ve tahiyyatlar, ihsan ve fazl'a mensûb ibâne ve izhârın
hâlet-i şettâ ve envâ-ı müteferrikası olan zât-ı celîlü'ş-şân üzerine kıl
demektir. Zira tûr, hâlet-i şettâ ve esnâf-ı müteferrikaya derler. Ve tecelli,
lügatta şey'e izhâr ve âşikâr etmektir. Zira Rasûl aleyhissalâtü ve's- selâm
umûr-u dîn-i kavîmi ve şer'i mübîn-i müstakîmi ve umûr-ı dünya ve mesâlih-i
ubbâdı bir vecihle âşikâr kıldı ki aslen bir kimseye bir şeyde ihtiyaç bâkî
kalmadı. Bu ecilden kendi zât-ı akdesi hâtem-i rusul ve mükemmel olup
kendisinden sonra bir nebi ba's olunup umûr-ı dîni, mesâlih-i ümemi izhâr
olunmaya iftikâr ve ihtiyâç kalmadı. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur. “el-yevme
ekmeltü leküm dîneküm ve etmemtü aleyküm nîmetî ve radîtü lekümü'l-islâme
dînen”[90]
ve dahî bu tecelliyâtı ihsâne mensûb etmeden murad, Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın
bu umûr-ı mezkûreyi peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm vesâtatıyla izhâr
eylemesi mahz-ı lütf ve ihsân olup kendi üzerine ba's-i rusül ve izhâr-ı
sübülden bir şey vacib olmadığını iş'âr ve tenbihtir. Yahut tecellîden murad,
envâr-ı gaybin, kalb-i musaffâ ve fuâd-ı mücellâya zuhûr etmesidir. Nitekim
sûfiye ındinde tecellî bu manada isti'mâl olunur. Bu takdîre göre manası; ihsan
ve fazl'a mensup olan envâ-ı gaybiyenin zuhûrunun hâlet-i şettâsı olan zât
üzerine kıl zikri sâbıka-i salavât-ı ma'hûdeyi demektir.
“ve
mehbiti'l-esrâri'r-rûhâniyyeti" manası, zikri geçen salavât-ı
ma'hûde ve tahiyyât-ı ma'kûde-i Rahmân olan zât-ı pâk-i esrâr ve hafiyyâtının
mahall-i nuzûlü ve mevzı-i hubûtü zât-ı muallâyı ve halk-ı uzmâyı câmi' olan
Muhammedi'l-Mustafâ sallallahü aleyhi ve selem üzerine kıl demektir. Zira “mehbit"
ulüvden şeyin nuzül edecek mahallidir. Esrâr, sırrın çoğuludur. Mektûmât
demektir. Rahmâniye, rahmana mensup demektir. Rahman Hak sübhânehû ve
Teâlâ'nın esmâ-i hüsnâsından bir isimdir. Zira Lafzatullah gibi gayre itlâk
olunmak câiz değildir. Bu ecilden bazı ulemâ ism-i âzam olmasına zâhib
olmuşlardır. Esrâr-ı rahmâniyeden bu makamda murad, Hak sübhânehû ve Teâlânın
ındinde olan mefâtih-u gaybtir ki onu kendi zâtından gayri kimseye bilmez. O
gaybten peygamberimiz bazı esrârı talim buyurup peygamberimiz aleyhissalâtü
ve's- selâmı o esrâra mahal-i nuzûl kılmıştır. Nitekim buyurur. “ve ındehû
mefâtîhu'l-gaybi lâ ya'lemuhâ illâ hû”[91]
“ ve
arûsi memleketi'r-rabbâniyyeti" manası; zikri murûr eden envâ-ı
sıfât ile mev- sûf salavâtı, Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın mahal-i mülki olan arz,
semâ, arş, kürsî, cennet ve nârın arûsu olan Nebi muhterem üzerine kıl
demektir. Bu fıkrada istiâre ve temsilde olan nükte beyân-ı hafî değildir. Ki
Nebi aleyhissalâtü ve's-selâm arûs nisâya teşbih ve temsil olunmuştur. Nitekim
arûs kendi zâtında âmme-i ahvâlî, ahsen te'lîf ile me'lûf, kâffe-i umûru eşref
tertîb ile müretteb olup, arûsun ehli onun ferhiyle müteferrihîn ve ona i'zâz u
ikrâm ile müştâkîn oldukları gibi peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm dahi
kendisinde olan şerâfetten gayri cemî' halâyık kendisine kemâl-i tebcîl, ta'zîm
ve tevkîr eyleyip kendisiyle müteferrihîn oldukları için arûsu nisâya teşbih
olmuştur. Mevâhib-i Ledünniye'de eden Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın “velekad
ra'â min âyâti rabbihi'l-kübrâ"[92]
kavlinde bazı ulemâ zikr ettiler ki peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm
kendi zâtının sûretini âlem-i melekûtta müşâhede eyledikte zâtı akdesini arûsi
memleket görmüştür. Bu ecilden arûsi memleket tesmiye olundu.
“ve
vâsitati ıkdi'n-Nebiyyîn” manası; zikri sebkat eden envâ-ı nuût ile
men'ûte sa- lavât-ı hak sübhânehû ve Teâlâ'nın cemî' enbiyâsının ahd ü
mîsâkının vâsıtası olan zâtı üzerine kıl demektir. Zira vâsıta iki şeyin
arasında tavassut eden şeydir. “Ikd" bu makamda “ahd"
manasınadır. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur; “ve izâ ahaze'llâhü
mîsâke'n-nebiyyîne limâ âteytüküm min kitâbin ve hikmetin sümme câeküm rasûlün
musaddıkun limâ meaküm li tü'minünne bihi vele tensurunnehû, kâle eakrartüm ve
ahaztüm alâ zâliküm ısrî. Kâlû eekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meaküm
mine'ş-şâhidm".[93]
Şeyh Takiyyüddin Sıbkî bu Âyet-i Kerîme'de peygamberimiz aleyhissalâtü
ve's-selâma kemâl-i ta'zîm ve ziyâde terkîm vardır. Hatta peygamberimiz
aleyhissalâtü ve's-selâm kendinden mukaddem ba's olunan enbiyânın cemîsine
ba's olunduğuna işâret dahî vardır amma “buistü ilâ'n-nâsi kâffeten"
hadîs-i şerîfi kendinden sonra gelen nâsa mahsus değildir. Belki cemî
mahlûkâta ve kâffe-i mevcûdâta şâmildir. Nitekim hadîs-i âhir dahi bu manaya
delâlet eder. “Küntü nebiyyen veÂdemü beyne'r-rûhu ve'l-cesedi"
manası; ben nebi oldum halbuki Âdem aleyhisselâm rûh ile cesed arasında idi. Ve
hadîs-i âhirde buyurur. “Lem yeb'asi'llâhi nebiyyen men Âdeme fe men ba'dehû
illâ aheze aleyhi'l-ahde bi zâlike alâ kavmihî'
“Ve
mukaddemi ceyşi'l-mürselîn" manası; mâ rae'z-zekere envâ-ı sıfâtı
celîle ile mevsûf salavât, berekât ve tahiyyâtı cemî mürselîn peygamberlerin
mukaddemi ve evveli olan zâta kıl demektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü
ve's-selâm kabirden kalkıp cemî mürselînden mukaddem dâr-ı rıdvâna ve
firdevs-i cinâna duhûl etse gerektir. Nitekim, bu manaya delâlet eder ehâdîs-i
kesîre vârid olmuştur. Mâlûm ola ki mukaddem “mîm"in zammi ve “dal”
ı n kesriyle mukaddem ceyş-i ûlâ demektir. Ceyş fetha ile askerin çoğulu “cuyûş"
gelir. Mürselîn, mürselin çoğuludur. Lügatte gönderilmişe derler. Örfte
mürselîn-i kitap ile yahut şerîat-i cedîde ile meb'ûs olan enbiya
aleyhisselâmın alemleridir.
“ve
kâid-i rakbi'l-enbiyâi'l-mükerramîn" manası; zikri takaddüm
eden envâ-ı ta'zîmâtı Hak sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinin ındinde envâ-ı ızâz
ve esnâfı tevkîr ile mükramîn olan enbiyâ aleyhisselâmın rükkâblarını kâid ve
sürücü olan zât üzerine kıl demektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü
ve's-selâm cümle enbiyâdan mukaddem kabr-i şerîfinden kalkıp ve cemî enbiyâdan
o cennete dâhil ve cemî enbiyâ livâ-ı hamdi tahtında oldukları için kâid-i
enbiyâ tesmiye olundu. Nitekim buyurur; “Ene evvelü men yedhulü'l-cennete
yevme'l-kıyâmete ve bi yedî livâi'l-hamdi ve mâ min benî Âdeme femen sivâhu
illâ tahte livâî"[94]
“ve
efdali'l-halkı ecmaîn" zikri geçen salavât-ı âmme-i mahlûkât ve
kâffe-i mevcû- dâtın efdal ve ekremi üzerine kıl demektir. Malum ola ki
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın efdal-i mahlûkât olduğu ekseriyâ
Kur'ân-ı Kerîm'de ve Furkân-ı Hakîm'de bu üç âyet ile istidlâl ederler. İlki; “ve
rafea ba'dahüm derecâtin'" kavlidir. Zira Hak sübhânehû ve Teâlâ
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmı ve Mi'râca urûc ettirip ve cemî
halâyika seyyid ve efdal kılıp, mûcizât-ı kesîre ve dâimeyi kendine îtâ
buyurmasıyla derecâtını ref' eyleyip kendini efdal kıldı dediler.
İkincisi
“Ülâike'llezine hüde'llahife bihüdâhümü'ktedih"[95]
kavlidir. Zira Hak sübhânehû ve Teâlâ peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâma
cemî enbiyâ aleyhisselâmın hüdâsına iktidâ ile emir buyurup peygamberimiz
aleyhissalâtü ve's-selâma dahî emr-i bârîyi terki muhâl ve mümteni olduğu için
cemî enbiyânın hısâl-i hamîdesine ve hüdâ tarîkatine iktidâ edip, cemînin
hüdâsı kendisinde bulunduğu için cümleden efdal ve ekmel oldu.
Üçüncüsü
“Küntüm hayra ümmetin uhricet linnâsi"[96]
kavlidir. Zira ümmetin hayırlı olması nebi aleyhissalâtü ve's-selâmın cümleden
efdal olduğu içindir diye ittifak ettiler.
“hâmili
livâi'l-ızzi'l-a'lâ" manası; o âmme-i mahlûkâtın efdali ve ekremi
ki ziyâde şerîf ve âlî olan livâ-ı ızzin hâmil ve sahibidir. Hâmil burada sahib
manasına istiâre olunmuştur. Livâ, lâmın kesriyle ve meddiyle ilim ve sancağa
derler. Lakin livâ-i ızzi âlâdan murad, kıyamette peygamberimize îtâ olunan
livâ-ı hamddir. Yahut livâdan murad, peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın
harpleri için getirdikleridir. Bu takdire göre peygamberimiz aleyhissalâtü
ve's-selâmın cihâd-ı azîm ve fütühât-ı fahîmesinden kinâye olur. Nitekim ilk
manaya şu hadis delâlet eder; “inne evvele men yedhulü’l-cennete Hammâdûne
alâ külli hâlin yü'kadü lehüm yevme'l-kıyâmeti livâi'l-hamdi fe yedhulûn"
zira Hammâdûn'dan murad bu ümmettir. Livâ-ı hamdden murad, peygamberimiz
aleyhissalâtü ve's-selâmın yed-i şerîfinde olandır. Nitekim hadîsi geçti.
“ve
mâliki ezmineti'l-mecdi'l-esnâ" manası; öyle Ekrem halâik ki refî
ve şerîf olan azîmet ve keremin ezme ve dizginin mâliki mutasarrafıdır. Malum
ola ki mâlik sâhib ve mutasarrıfa derler. Ezme, teşdîd ile feresin başına
vurdukları nesnedir ki dizgin tabir olunur. Mecd, azîmet ve kereme derler.
Bazıları galebeye dediler bu mana küffâra nisbet ile zâhirdir. Ve bazıları eder
mecd âbâ cihetinden olan şerefe mahsustur. Bu mana dahî murad olunmak caizdir.
Zira peygamberimiz aleyhisselâm aslâb-ı tâhireden ehrâm-ı nazîfeye intikal
etmeden zâil olmadığı için şerîf ve âlî oldu. Ve esnâ, sîn-i mühmele ile ref ve
ziyâde âlî demektir.
“şâhidi
esrâri'l-ezel" manası; dahî evvel cemî mevcûdâtın efdali ve erkemi
ki ezelin esrârı olan Hak sübhânehû ve Teâlânın şahididir. Zira şahid lügatta,
şehâdet edene derler. Bir şeyin sıhhatini görüp kemâl ile âlim olduktan sonra
îlâm edip haber vermektir. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm evveli
olmayan zamanda mevcut olan Hak sübhânehû ve Teâlânın cemî' halâika hâlik ve
ancak kemâl-i ibâdet ve taate lâyık olduğunun sıhatine şâhid ve kemâl-i yakîn
ile âlim olduktan sonra emriyle cemî' nâsa ihbâr ve i'lâm eyledi nitekim; “İnnâ
erselnâke şakiden”[97]
buyurdu.
“ve
müşâhidi envâri's-sevâbikı'l-üvel” manası; öyle cemî' halâyıkın efdali
ki sevâbik-ı üvelin envâ-ı hedy-i kesîresini âşikâre izhâr izhâr edicidir. Zirâ
müşâhid âşikâr ediciye derler. Ve envâr, nûrun cemiidir. Bu makamda Hüdâ
manasınadır. Nitekim “ve ceale’z-zulumâta ve’n-nûf[98]
nazm-ı kerîminin manasında müfessirîn tasrîh eylemişlerdir. Ve sevâbik, sâbikın
cemidir. Evvele izâfet olunmakla tahsîs olunmuştur.. sevâbik-ı üvelden murad
cemi âlemler yok iken ilmullahda mevcûd olan hüdalardır ki min ledün âdem Âdem
ilâ yevminâ hâzâ mübtedel ve müteğayyir olmadı. Yahut müşâhid, müşâ- hede ile
muttasıf olandır. Müşâhede örf-i hâsta iki manaya itlâk olunur. Evvelkisi âm-
me-i masnûâtı ve kâffe-i mevcûdâtı Hak celle celâlenin tevhîdine delil ve şâhid
olduğu için görmektir. İkincisi cemi eşyâda Hak sübhânehû ve Teâlâ'y
görmektir.Yani cemi' eş- yâdan celle ve alânın mevcûd ve vâhid olmasına
istidlâl edip görmüş gibi yakin hâsıl etmektir. Zira peygamberimiz
aleyhisselâtü ve's-selâm sevâbik-ı üvelin envârları olan şems ve kamer vesair
kevâkib, cennet, arş ve kürsinin cümlesine nazarı Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın
vücûd ve vahdâniyetine delil olduğu içindir. Nitekim bu manaya kibâr-ı
evliyânın bazısı “Mâ raeytü şey’en illâ ve raeytü'llâke kablekû ev ba'dekû
evfîki ev meakû”[99]
“ve
tercemâni lisâni'l-kıdemi” öyle âmme-i masnûâtın ve kâffe-i mevcûdâtın
fazlı ki Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın kelâm-ı kadîmi olan Kur'ân-ı Kerîm'in ve
Furkân-ı Ha- kîm'in tercümânı ve cemî nâsa mübelliğidir. Zira tercüman, “cîm”in
fethiyle bu makamda kelâm-ı hafînin kâili olan zât ile vâsıtasız tekellüm
mümkün olmadığı ecilden vâsıta olan peygamberimiz aleyhisselâma mübelliğ
manasına tercüman tesmiye olundu. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur; “ Ve
Mâ kâne li beşerin en yükellimeku'llâki illâ vakyen ev min verâ-i kicâbin ev
yürsile rasûlen”[100]
yine buyurur; “Beliğ mâ ünzile ileyke min rabbik”[101]
ve lisandan murad murad bu makamda kelâmdır. Zikr mahalli irâde-i hâl kâ-
bilindendir. Yahut lisân lügata derler. Lügat dahî mutlak-ı fasîha derler ki
kelâm manasınadır. Ve kıdem, vücûdu için zaman sebkat etmeyen nesnedir. Yahut
vücûdunda gayre muhtâc olmayana derler. Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın kelâmı için
zaman sebkat etmiş değildir ve gayre muhtaç değildir. Nitekim peygamberimiz
aleyhisselâtü ve's- selâm buyurur; “El-Kur'ânu kelâmullâki gayra maklûkın fe
men kâle ennehû mahlûkunfehüve kâfirun billâki'-azîm”[102]
imdi şey'in mahluk olmamasından kadîm olması lâzım gelir.
“ve
menba-i'l-ilmi ve'l-hılmi ve'l-hıkemi” manası, öyle cemi mevcûdâtın
efdali ki envâ-ı ilmin ve esnâf-ı hilm ve hikemin mevzi-i hurûcu ve mekânı
sudûrîdir. Zira menbâ, tab'ın ism-i mekânıdır. Suyun mahal-i hurûcu demektir.
Aynü'l-mâ gibi. İmdi peygamberimiz aleyhisselâtü ve's-selâm cemi ulûmun mahal-i
hurûcu ve makarrı sudûrudur. Nitekim Hak sübhânehû ve Teâlâ buyurur “ve
allemeke mâ lem tekun ta'lemu ve kâne fazlullâhi aleyke azîmâ"[103]
yine peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm, asnâf-ı hilmin mesvâ-yı sudûru ve
makarrıdır.Zira mübârek ribâiyesi kesr ve veçh-i şerîfi şerh olundukta sahâbe-i
kirâm radıyellâhu Teâlâ anhümhazerâtına bu emr ziyâde güç gelip dediler ki Yâ
Rasûlellah! Bunların aleyhlerine dua buyur tâ kim helâk olalar, peygamberimiz
aleyhissalâtü ve's-selâm saadetle ben liân ba's olunmadım, lakin nebi dâî ve
rah- met-i ba's olundum deyip “Allahümme ihdi kavmî fe innehüm lâ
ya'lemûne". Yahut “Allahümmeğfir li kavmin fe innehüm lâ
ya’lemûne" diye dua buyurdular. Pes bu makam peygamberimiz
aleyhisselâmın kemâl-i hilm ve sabrına delâlet eder. Nitekim Hak Sübhânehû ve
Teâlâ sabr ile emir buyurur. “Fe'sbir kemâ sabera ülü'l-azmi
mine'r-rusul"[104]
ve envâ-ı hikmetin dahi mahalli hurûcudur. Zira hikmetten murat ilm-i
şerâyi yahut ilim ve fiil ile Hakk'a isâbet etmektir. Yahut mevcûdâtı maarifet
ve hayrâtı işlemektir. Bu takdire göre ilim üzerine atfı, atf-ı hâs ale'l-âm
kabilinden olur.
“mazharı
sırn’l-vücûdi’l-cüz’iyyi ve’l-külliyyi" manası; öyle cemî
mahlûkâtın efdali ki Hak sübhânehû ve Teâlânın cûd-ı küllî ve sahâ-i
cüz'iyesinin sırrını izhâr ve âşikâr edicidir. Cûd bir sıfattır ki onunla ivaz
ve garazsız îtâsı lâyık olan şey âsân vermeye kâ- dir olur. Vücûd-ı cüz'î'den
murad, Hak sübhânehû ve Teâlânın mahlûkâtına verdiği nimetlerdir. Yahut dünyada
ve ukbâda zâtını rü'yetten gayri verdiği nimetlerdir. Vücûd-ı küllîden murad,
niam-ı uhrevîdir. Yahut âhirette cennette olan rü'yetullah ve Rıdvân-ı
ekberdir. Nitekim buyurur. “lillezîne ahsenü'l-hüsnâ ve ziyâdeh"[105]
yahut cûd-ı cüz'îden murad, dünyada ve âhirette malum olan nimetlerdir. Vücûd-ı
küllîden murad, âhirette gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, beşer
zihnine gelmeyen sıfatlarla mevsuf olan nimettir. Dünyada ındillah birisinin
kanadı miktarı îtibarda olmadığı içindir. Nitekim peygamberimiz sallalahü
aleyhi ve selem buyurur. “Lev kâneti’t-dünya ta'dilü ındellahi cenâha
beûdetin ma sakiye minhâ kâfiran şürbete mâin". Yahut dünya fânî ve
nimetleri geçici, içecekleri serap gibi olduğu içindir.
Şimdi
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm Hak sübhânehû ve Teâlânın niam-ı dünyeviye
ve uhreviyesinin sırrını kemal mertebe izhâr edip vasfı mümkün olanını haber
verdi. Yahut peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmda olan cûd-ı uzmâ ve
kerem-i kübrâ Hak sübhânehû ve Teâlânın cûd-ı cüz'î ve küllîsinin sırrını izhâr
eyledi.
“ve
insâni ayni’l-vücûdi’l-ulviyyi ve’s-süfliyyi" öyle kâffe-i
mahlûkâtın efdali ki vücûd-ı ulvî ve vücud-ı süflînin gözlerini sevâdından
görünen nokta menzilesindedir. O nokta görmeye sebeb-i zâhirî olup ve görmek
onun ile mümkün olduğu gibi ve o nokta gözün sırrı ve zîneti, faidesi olup
cesedi onun ile menâfine vâsıl eylediği gibi o noktanın ademinde bir sınıf
menâfi-i azîme ve bir nev-i semerât-ı cismiyenin ademi lazım gelir. Kezâlik
peygamberimiz aleyhisselâm cemî mevcûdât-ı ulviye ve süfliyenin dârında
müntakîm ve müntefi olmasına sebep olduğu ecilden ayn’in noktasına teşbih ve
temsil olunmuştur.
Ve yine malum ola ki vücûd-ı ulvîden murad, melâike-i semâvât
yahut mutlakan melâike yahut enbiya aleyhisselâmdır. Vücûd-ı süflîden murad,
ehl-i arz yahut mutlakan peygamber olmayan nev-i insandır. Zira peygamberimiz
aleyhisselâm bunların cümlesinde sırr-ı ayn olduğunda iştibâh yoktur. Ve bu
manaya şairin bu kavli delâlet eder:
'Kü[[ü’[-mekânmı
tahte tay-i bidevrihî
Velekad
edâe’l-kevm ınde vürûdihî
Ved-bahruyekussu
an mevâridi cûdıhî
İnsânu aynü’C-vücûdi sırr-ı vücûdihî
"rûhı'l-cesedi'l-kevneyni"
öyle cemî mevcûdâtın efdali ki âlem-i dünya ve ukbânın yahut âlem-i gayb ve
şehâdetin cesetlerinin rûhu menzilesindedir. Zira cemî mahlûkatın ervahları
onun sebebiyle dirilip bulundukları gibi. Kezâlik peygamberimiz aleyhissalâtü
ve’s-selâmın halk olunduğu içindir. Nitekim Hak sübhanehû ve Teâlâ Âdem
aleyhisselâma buyurur; "felevlâ Muhammedün mâ halaktü Âdeme velevlâ
Muhammedün mâ halaktü'l-cennete ve'n-nâre"[106]
İmam
Busîrî Kasîde-i Bürde de buyurur; "Levlâhu lem tahrüci't-dünya
mine'l-ademi"[107]
malum ola ki bu makamda ruhtan murad, insan kendi ile hüsn-i harakete
kâdir olduğu kuvvet-i latîfedir ki ademinden insanın ademi lâzım gelir. Ve
cesed-i insanın bedeni ve cismidir. Ve kevneynden murad, "kün" emrine
mensup olan mevcûdâttır ki kimi dünyada ve kimi ukbâdadır. Yahut kevneynden
murad, âlem-i gayb ve şehâdettir bu iki takdire göre peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâm cemî ehl-i dünya ve âhiretin cesetlerinin rûhu
menzilesindedir.
"ve
ayni hayâti'd-dâreyni" manası; öyle cemî mevcûdâtın efdali ki
dâr-ı dünyâ ve ukbâda olan cemî men lehu’l-hayât, ayn-ı hayatı ve hakîkatıdır.
Bu takdire göre mahallin ismini hâle ıtlak kabilinden olur. Nitekim hafi
değildir. Malum ola ki ayn-ı hakîkat zâta derler. Ve hayat bir sıfattır ki
mevsûfunu his ve harekete muktedir eder. Ve dâreynden murad, dünya ve
âhirettir.
"el-muhakkıkı
bi a'lâ rütebi'l-ubûdiyyeti" manası; öyle cemî mahlûkâtın
efdali ki ubûdiyetin merâtib-i refîa ve menâzil-i aliyyesinin hakîkatini hak
üzere beyan edicidir. Zira muhakkık tahkîk edicidir. Tahkik dahî nesnenin
hakîkatini hak üzere beyan eylemektir. Ve rüteb, rütbenin çoğuludur. Merâtib-i
menâzile derler.
Ubûdiyet,
lügatta kulluk demektir. İbadet gibi. Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s- selâm
ibâdette cemî insanların efdalidir. Hatta salatta (namazda) tûl-i kıyâmından
mü- bârek kadem-i şerîflerine şiş ârız olurdu. Nitekim rivâyet olunur. "Kâme
Rasulüllah sallahu aleyhi ve selem hatta tûremet kademâhu, fe kîle
me't-tekellüfi li hâzâ ve kad ğaferallahü leke ma tekaddeme min zenbike vema
teahhara. Kâle efelâ ekûnü abden şekûrâ"[108]
bu sebepten ubûdiyeti cemî evsâfının efdali olup Hak sübhânehû ve Teâlâ "esrâ
bi abdihî" diye haber verip “esrâ bi rasûlihî" demedi.
"'
el-mütehallikı bi ahlâkı'l-makâmâti'l-ıstıfâiyyeti" manası;
öyle cemî mevcûdâtın efdali ki Hak sübhânehû ve Teâlânın ıstıfâ ve ihtiyâr
kıldığı makâmâtın huy ve halkı ile mütehallik ve muttasıftır. Zira
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm "Tehallakû bi ah-
lâkı'llâh"[109]
sırrına vâsıl olup "ve inneke le alâ hulukın azîm"[110]
hitabına müstehak oldu. Cüneyd Bağdâdî eder peygamberimiz aleyhisselâmın halk-ı
azîm olduğu Hak sübhânehû ve Teâlâdan gayriye himmeti ve kasdı olmadığı
içindir. Hazret-i Ali radıyellahu anh ve kerremeallahu vecheh eder âyet-i
kerîmede peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın halkına azîm tesmiye olunup
dünyanın emtia-i kesîresine "metâu’d-dünyâ kalîl" tesmiye
olunduğundan malum oldu ki peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın ahlâk-ı
kerîmesi lâ yüâd velâ yühsâdır. Ve yine Hazret-i Aişe radıyellahu anhden
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmın halkından süâl olunduğunda buyurdular
ki "kâne hulukuhû el-Kur'ân-ı kerîm, eleste takra'kadeflaha'l-mü'minûne
ellezînehüm fî salâtihim hâşiûn" yani huluku Kur'ân idi. Nitekim
sûre-i kad efleha da Kur'an huluku zikr olundu. Bununla beraber
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm "Allahümme kemâ hassente halkî
fe hassin hulukî"[111]
kavliyle dua buyururlardı.
"
el-halîli'l-a'zam" manası; öyle cemî masnûâtın efdali ki Hak
sübhânehû ve Teâlâ'nın muhabbeti ile kalbi tahallül edip tecrîd fi'llah edip
inkıtâ ilallâh, i'râz an gayrillah, safâ an kalbi billâh, ihlâs el-harekâtü
lillâh eden halîlü a'zamdır. Nitekim buyurur: "Lev küntü müttehızen
halîlen gayra rabbî le’t-tehaztü Ebâ Bekrin"[112]
Peygamberimiz
aleyhissalâtü ve's-selâm Hak sübhânehû ve Teâlâdan gayri kimseyi Halil ittihaz
etmediğinden malum oldu ki Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın halîlidir.
"el-habîbü'l-ekrem"
manası; öyle cemî mükevvinâtın efdali ki, Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın mahbûb-ı
erkemidir. Kur'ân-ı Kerîm'de peygamberimiz aleyhisselâmın "Ha- bîb"
olmasını sâhibü Keşşâf; "Mâ veddeake rabbüke vemâ kalâ"
âyetinden istifade eyledi lakin evveli olan "Kul in küntüm
tühıbbûnellâhe fe't-tebiûnîyuhbibkümüllâhi" nazm-ı kerîminden istifade
olunduğunu kibâr-ı ulemâ tasrih eylemişlerdir. Ve hadîs-i şerîfte dahî
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm habîbullah olduğu musarrahtır. Nitekim
buyu- rur;"elâ ve ene habîbü'llâhi ve'l-efharu".
İmam
Cafer-i Sâdık rahimehullah aleyh der ki Hak sübhânehû ve Teâlâ İbrahim
aleyhisselâmın Halîl olduğunu işeretle beyan buyurduğu habîb, habîbinin halini
izhâra razı olmadığı içindir, şimdi bu fıkrada şeyhin halîli, habîb üzere
takdimi ednâdan âlâya terakkîye işâret içindir. Zira Halil muhabbeti
galip olana derler. Yahut muhabbeti galib olmadan mahbûbiyet galib olmadığı
için takdim olunmuştur.
“seyyidinâ
Muhammed ibn Abdillâh bin Abdilmuttalib” manası; öyle cemî mahlû- kâtın
efdali o bizin seyidimizdir. İsm-i şerîfi ve alem-i münîfi Muhammeddir.
Pederinin ismi Abdullah ve ceddinin ismi Abdulmuttalibdir. Seyyid, siyâdât ile
muttasıf olandır. Ve esbâb-ı siyâdet ile muttasıf olmuştur. Akl, hilm, siyânet,
sıdk, sehâ, sabr, tevâzu, ıfâf, hüsn-i hulk şimdi bu evsâf-ı hasene ve ahlâk-ı
müstahsenenin kemâli peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâmdadır ve ism-i
Muhammed aslında merraten ba'de uhrâ hamd ve senâ olmuş demektir. Ve bu ism-i
şerîf müsemması olan zâta mutabıktır. Zira peygamberimiz aleyhissalâtü
ve's-selâm dünyada ilim ve hikmeti îlâm eylediği için mahmûd olup âhirette de
Makâm-ı Mahmûd da şefaat-i kübrâsı için mahmuddur. Peygamberimiz aleyhissalâtü
ve's-selâma Muhammed tesmiye olunması ceddi Abdulmuttalib'e ilhâm iledir ki Hak
sübhânehû ve Teâlâ bu mevcûdâtı halktan iki bin sene önce peygamberimiz
aleyhissalâtü ve's-selâma Muhammed tesmiye edilmiştir. Nitekim haberde vârid
oldu; “innehû sümmiye bi Muhammedin kable'l-halkı bi elfi âmin"[113]
“ve
alâ sâiri'l-enbiyâ-i ve'l-murselîn" manası; ve dahi sen yâ Allah
cemî salavâtının efdali ve erkemi olan salavâtı, bâkî âmme-i enbiyâ ve kâffe-i
mürselîn aleyhimü's- selâmın üzerlerine kıl demektir. Murselîn, enbiyadan
ahastır. Bu takdire göre atfü'l-hâs ale'l-âm kabilinden olur.
“ve
alâ melâiketike'l-mukarrabîn" Yâ Allah âmme-i salavâtının
efdalini bi't-tab'i melâike-i mukarrabînin üzerlerine kıl demektir. Melâike-i
mukarrabînden murad, daima marifet-i hak ile müstağrak olup başka
meşguliyetlerden tenezzüh edenlerdir. Nitekim muhkem tenzilde Hak sübhânehû ve
Teâlâ hazretleri bunları vasf eyleyip buyurur;
“yüsebbihûne'l-leyle
ve'n-nehâra lâ yefturûn” Bu Melâike-i mukarrabîne “Illiyyûn" de
derler. Malum ola ki melâikenin bir kısmına da müdebbirât-ı emr derler. Zira
Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın emirlerini takdîri üzere tedbir ederler. Ve bir
kısmı dahi semâ- vîdir. Aslâ yere nuzûl etmezler. Ve bir kısmı dahî arazîdir
umûr-ı arza ta'yîn olunmuşlardır.
“ve
alâ ıbâdillahi's-sâlihîn min ehli's-semâvât-ı ve ehli'l-aradîn" Yâ
Allah sen âm- me-i salavâtın efdalini bi'tab' Hak sübhânehû ve Teâlâ
hazretlerinin ıbâd-ı sâlihleri ki hukûkullah ve hukûk-ı ıbâdih âlimler ve
muktezâ-yı ilimleri ile âmiller üzerine kıl ki o zatların kimi ehl-i semâvât ve
melâike-i mutahharâttandır. Ve kimi ehl-i arzdandır. Me- lâike-i mukarrabîn
mahsus zikr olunup ve ıbâdüssâlihîn üzerlerine takdim olunduğu havâs melâike-i
avâm-ı beşerden ve avâm-ı melâikeden efdal olduğu içindir. Bu ecilden havâs-ı
beşer havâs-ı melâikeden efdal oldukları için zikirleri takdim olunup bizim peygamberimiz
Muhammed aleyhissalâtü ve's-selâm cümle enbiyâ ve mürselînden efdal olduğu için
cümleye salâtı takdim olundu. Bundan sonra malum ola ki bu fıkrada semâvât cem'
(çoğul) olunması tabakâtı muhtelif olduğu içindir. Ve arzın cem olunması bazı
ehâdiste vârid olduğu üzere tabakât-ı aded de semâvât misilli olduğu içindir
nitekim Hak celle ve alâ hazretlerinin “ve mine’l-arzı mislehünne"
kavli bu manaya delâlet eder. Ve semâ arzın üzerine takdim olunduğu şerefi ve
uluvv-ü mekânı olduğu içindir. Hatta haberde geldi ki arzın seb'ı semâ-ı dünyâ
yanında vâsi' ovada bir halka misillidir. Kezâlik semâ-ı dünyâ mâ fevkına
nisbet ile böyledir.
“küllemâ
zekerake'z-zâkirûn" Manası; zikri murûr eden efdali salavât ve
ezyedü berekât ve atharu tahiyyât-i Hakk sübhânehû ve Teâlâya zâkirîn olanların
her zikirleri müddetinde olan peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm sâniyen
sâir enbiyâ-i kirâm ve sâlisen melâike-i ızâm ve râbian ıbâdü's-sâlihîn-i fehâm
üzerlerine kıl.
“ve
gafele an zikrike'l-gâfilûn" manası; zikri sebkat eden ekramü
salavât ve ezyedü berekât ve enzafü tahiyyât-i Hakk celle ve alânın zikrinden
gâfil ve lâhî olanların her gaflet eyledikleri zamanda evvelâ hâteme'n-nebiyyîn
sâniyen enbiyâ ve mürselîn sâlisen melâike-i mukarrabîn, râbian
ıbâdullahi's-sâlihîn üzerlerine kıl demektir.
“ve
selem" yâ Rabbi bizzât sen envâ-ı selâmet-i azîmeyi zikri maadâ
eden zatlara bezl ve ihsân ile demektir. Şimdi bu salavâtta selâm dahî zikr
olunduğu Hak sübhânehû ve Teâlânın “ve sellimû teslîmâ" emrine
iktidâdır.
“ve radıyallahu an ashâbi rasûlillâhi ecmaîn"
Hak sübhânehû ve Teâlâ râzı ve hoşnud olsun Rasûl-i Ekrem ve nebiyi muhterem
sâhibü'l-atâ ve'l-kerem hazretlerinin ashâbının cemîsinden demektir. Malum ola
ki örf-i şer'îde “azze ve celle" lafzı Hak sübhânehû ve Teâlâ'nın
zikri akabine, “salât ve selâm" lafızları enbiyâ-ı zikr akabine ve
ale'l-infirâd “selâm" lafzı melâikeyi zikr akabine tahsîs olunmuştur. Ve
tardıye dahî sahabeye ve alâ sebîli'l-umûm cemî ulemâ ve sulehâya tahsis
olunmuştur. Ve “terahhum" da sair mü'minîn ve mü'minâta tahsis
olunmuştur. Bu ecilden azze ve celle demek mekruhtur. Her ne kadar
peygamberimiz aleyhissalâtü ve's-selâm azîz ve celîl olmuş ise de Hak sübhânehû
azîz olduğunu “Azîzün aleyhi mâ anittüm" kavliyle tasrih
buyurmuştur. Ve Ebu Bekir aleyhisselâm demek caiz değildir. Her ne kadar
manası; sahih ise de; zira şiâr-ı revâfızdır.
Hâzihî Tetimmetü fî Beyân-ı Ba’zı
Fezâili’s-salavât ve Mevâdıihî
Bundan sonra malum ola ki salavât-ı şerîfenin fezâili ve
kerâmâtı lâ yüâd velâ yühsâdır. Lakin mâ lâ yüdriku küllühû Lâ yütraku
kulluh[114]
mefhûmunca bazısını zikr edelim. Evvelâ salât ve selâm etmede Hak sübhânehû ve
Teâlâ hazretlerinin emrine imtisâl vardır. Bu ecilden ol hazretin her seferinde
ism-i şerîfi zikr olundukta salâtın vâcib olmasına Tahâvî zâhib olmuştur.
Muhakkıkîn secde-i tilâvete kıyas edip bir mecliste on kere ism-i şerîfi zikr
olunsa bir salât ile vâcib edâ olunur dediler ve cumhûr-ı ulemâ ömründe bir
kere salavât farzdır, sâir sünnet yahut müstehabtır dediler. Ve fetvâ dahî bu
kavl üzeredir. Hak sübhânehû ve Teâlâ’ya ve melâikeye muvafakat vardır. Zira
Hak Teâlâ ve me- lâike kendine salât ederler. Ve edene on derece ref olunup ve
on hasane kitâbet olunur, on seyyiesi mahv olunur. Hak celle ve alâ salât ile
olunan duaları kabul eder. Ve şefaat-i Nebî’ye müstahak olup mağfiret-i zünûbe
sebep olur. Mevtten önce cennet ile tebşîr olunur. Kıyamet hevlinden necât
bulur. Kıyâmette ehline hasret ile rucû etmeden emin olur. Peygamberimiz
aleyhissalâtü ve’s-selâmın ındinde ismi zikr olunur "Bahîl" ismini
insandan nefy eder. Tarîk-ı cennet kendine delâlet olunup mahbesten necât bulur
Sırat üzerinde musallâya hırz olup zikr-i cemîli ehl-i semâ ve arzın beyninde
bâkî kalır. Ve ömrünün berekâtına sebep olur Rasûlullah sallahu aleyhi ve
sellemin muhabbetine sebep olur. Kendine dahi peygamberimiz aleyhissalâtü
ve’s-sselâmın muhabbetini îrâs eder. Hayât-ı kalbe sebep olur. Zira hukûk-ı
rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selem lâ yüad velâ yühsâdır.
Yine
salavâtın fâide-i kesîresi ve avâid-i kebîresi muzâyekada ve mühimmâtta ve
kadâ-i hâcâtta zâhir ve müşâhiddir. Amma peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâma
salavâtın mevâzi-i dahi çoktur. Lâkin ammeye lâzım olan âhir-i teşehhüde,
salât-ı cenâ- zenin ikinci tekbirinden sonra, Cuma, bayram ve istiskâ
hutbelerinde, nikah akdi hutbesinde müezzine icâbetten sonra ve zikrullah için
toplandıklarında, her zî-bâl-i emrin evvelinde, ortasında, sonunda, mescide
girişte, Cuma günlerinde, her ismi zikr olunduğunda, ismi yazılan yerlerde,
meclislerden ayrılmadan önce, peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâmın kabr-i
şerîfinde ziyarete durdukta, çarşıya çıkışta, eve girişte, gam ve hüzn
vakitlerinde, mağfiret talebi zamanlarında, vaaz ve tezkîre, tedrîs başlarında,
güneh sâdır olduğu vakit fakri nefy murad, eylediğinde uykudan önce, uykudan
uyanınca, abdestten ayrılırken, Cuma namazından Akşam ve sabah namazından sonra
def-i atâs eyledikte hamdden sonra ve tanîn-i üzünde ve bir şeyi unuttukta
hatırlamak için kazâ-yı havâcı ındinde salavât etmektir. Ulemâ-yı kirâm ve
fuzelâ-yı ızâm bu fezâil- i adîde ve mevâdi-i kesîrenin kimini ehâdis ve ahbâr,
kimini kıyas ve îtibâr kimini âsâr-ı sâlihîn ile isbât edip kitaplarında zikr
etmişlerdir ki bu mahalde delâil hazf olunup mesâil üzerine iktisâr olundu.
Vallâhu
a’lemu bi’s-savâb ve ene ahmedullâhi alâ itmâmi hâzihi’n-nîmeti ve
es’elühü’l-mezîde min inâyetihi’l-amiyyeti ve rahmâniyyetihi’r-rahîmeti. Ve
üsallî alâ men kâne fedâilihi meşhûreten bel mütevâtireten ve hasâisühû
şâyiatün sâiratün. Ve alâ âlihî ve ashâbihî salâten münciyeten vâfiraten.
Sümme’l-mes’ûlü min efdali’l-efâdıli ve eşrafi’l-emâsili en yenzurû fî hâzihi’l-evrâkı
bi ayni’r-rıdâ bi hakkı’l-meliki’l-hallâkı ve yüsallihû mâ fîhi sehven ve
halelen fe innellâhe lâ yuzîu ecre men husne amelen.
Bi mennihî Teâlâ Kutbü’l-a’zam gavsü’l-efham muktezâ-yı
tarîkat ve pîşvâ-yı hakî- kat muhyi’l-milleti ve’d-dîn kıdvetü erbâbi’l-yakîn,
eş-Şeyh Abdulkâdir Gîlânî kıddıse sirruhu’r-Rahmânî hazretlerinin makâm-ı cem
ve rütbe-i kemâlden izhâr ve ibrâz buyurdukları salavât-ı şerîfe-i feyz-i
eserlerinden ba’zı icmâl ve rümûzâtını şerh ve îzah zımnında menbaü’l-irfân
Sa’deddin Süleyman Müstakimzâde ekramehu’l-mevlâ bi’l- husnâ hazretlerinin
kaleme aldıkları şirh-i latîfeleri mehd-i mihâdü’d-devleü’l- Osmâniyyeti ve
murassısu sıyâsi’l-milletti’l-İslâmiyyeti es-Sultân ibn Sultân Abdulmecid Hân
sînet evketehû bi sıyâneti’r-Rahmân hazretlerinin zamanı emn-i bahşâlarında
Nezâret-i takvîm-i Vakâyi-i hizmet-i seniyyesiyle bekâm-ı Mehmed Saîd’in
nezâretiyle iş bu 1260 Cemâziye’l-ûlâ evâhirinde/Mayıs 1844 hitâm-pezîr
olmuştur.
Özet
Bu çalışmada, mutasavvıfların hizb edindiği, okunmasına ve günlük
olarak çekilmesine ehemmiyet verdiği dolayısıyla tarîkat evradlarında yer alan
salavât metinleri araştırılmaya çalışılacaktır. Kaynaklarda yüz elli civarında
farklı metin yer alırken günümüzde sadece birkaç metnin bilinmesi konunun
ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. Yine Kâdirî Evrâd’ı içerisinde yer alan
Abdulkâdir Geylânî’ye ait salavâta, Müstakimzâde Sâdeddin Efendi tarafından
yapılan şerh incelenmeye çalışılacaktır. Bu salavât “Eşrefi evradı"
olarak da bilinmekte ve başka tarîkat evradlarında da yer almaktadır. Metin
sonunda Müstakimzâde’nin yaptığı şerhin çevrim yazısı verilecektir.
[2] “Şüphesiz ki Allah ve Melekleri
peygambere salavât getirirler. Ey îmân edenler! Siz de onun için (tam bir
teslimiyetle) salât ve selâm getirin.” (Ahzâb, 33/56.) Salât kelimesi
lügatta “sallâ” fiilinden mastardır. Dua, tebrik, temcit ve ta'zîm manasınadır.
Salâ fiilinin mastarının “tasliye” olduğu ve salâtın tasliyeden geldiği de
söylenmiştir. Istılahta ise Allah'a yaklaşmak gayesiyle yapılan belli
fiillerden ve husûsi rukünlerden ibarettir ki, o da namazdır. Namaza salât
denmesi, aslının dua olmasındandır. Cumhûr-ı ulemâya göre salât, dua için
hakîki, namaz için mecâzî mânâda kullanılmıştır. Hidayet Işık, “Hz. Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e Salât ve Selâm Getirme ile İlgili Bir
Araştırma”, Diyanet Dergisi Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Özel Sayısı, Ekim-Kasım-Aralık 1989 c. 25, sayı: 4, ss. 263-286
[3] Ebu Mes’ud el Bedri (r.) anlatıyor: "Biz
Sa ’d b. Ubâde ’nin meclisinde otururken Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve
sellem yanımıza geldi. Kendisine, Beşir b. Sa'd: "Ey Allah’ın Resülü!
Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât
okuyabiliriz?" diye sordu. Efendimiz şu cevabı verdi: "Şöyle söyleyin:
"Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed, kema salleyte alâ
İbrahime ve barik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ âl-i
İbrahime inneke hamîdun mecîd. (Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed'in âline
rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e rahmet kıldığın gibi. Mu- hammed'i ve Muhammed'in
âlini mübârek kıl. Tıpkı İbrahim'in âlini mübârek kıldığın gibi." Resulullah
ilâveten şunu söyledi: "Selam da bildiğiniz gibi olacak."
Müslim, Salât 65, Kasru’s- Salât 67; Ebü Dâvut, Salât 183; Nesâi, Sehv 49.
Tirmizî dışındaki Kütüb-i Sitte'de, Ebü Humeyd es-Sâidi
(r.)’den gelen bir rivayet şöyledir: "Ashab sordu: "Ey Allah'ın
Resülü sana nasıl salât okuyalım?" Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve
sellem: Şöyle söyleyin, dedi: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ
ezvâcihi ve zürriyyetihi kema salleyte alâ İbrâhime ve barik alâ Muhammedin ve
alâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ İbrâhime inneke hamîdun mecîd.
(Allahım! Muhammed'e, zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrahim'e
rahmet kıldığın gibi. Muhammed'i, zevcelerini ve zürriyetini mübarek kıl, tıpkı
İbrahim'i mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye layıksın, Şerefi yücesin)."
Buhâri, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69; Muvatta, Kasru’s- Salât 66,
(1,165); Ebü Dâvut, Salât,183; Nesâi, Sehv 54.
Ka'b b. Ucre'den gelen bir rivâyet
de şöyle: "Rasulüllah (aleyhissalâtu vesselam) yanımıza gelmişti:
"Ey Allah ’ın Resülü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama
sana nasıl salât okuyacağız (bilmiyoruz)?" "Şöyle söyleyin! dedi:
"Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âl-i Muhammedin kema salleyte alâ
İbrahime inneke hamîdun mecîd. Allahümme barik alâ Muhâmmedin ve alâ âl-i
Muhammed, kemâ bârekte ala âli İbrahime inneke hamîdun mecîd." Buhâri,
Daavât 33; Müslim, Salât 66; Ebü Dâvud, Salât 183; Nesâi, Sehv 51; Tirmizî
Vitr, 20.
[4] Hz. İbn Mes'ud (r.) anlatıyor:
Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Yeryüzünde
Allah'ın seyyâh melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana
tebliğ ederler." Nesâi, Sehv 46.
[5] İbnu Mes'ud (r.) anlatıyor: Rasûlüllah
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kıyamet günü bana
insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır." Tirmizî, Salât
357.
[6] Tirmizî'de Hz. Ali (r.)'den kaydedilen
bir rivâyette şöyle denir: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular
ki:
"Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât
okumayandır." Tirmizî, Daavât 110.
[7] Hz. Enes (r.) anlatıyor: Rasûlüllah
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kim bana (bir kere) salât
okursa Allah da
ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece
yükseltir." Nesâi, Sehv 55.
Yine Nesâi'de Ebü Talha (r.)'dan gelen bir rivâyet şöyle:
"Bir gün Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem, yüzünde bir sevinç
olduğu halde geldi. Kendisine: "Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!"
dedik. "Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin
diyor ki: "Sana salavât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam
okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?
Nesâi, Sehv 55. Salavât getirmenin fazîleti hakkında bk. İsmail b. İshak
el-Kâdı (ö.282), Fadlü's-salâti ale'n-Nebiyyi (salla’llâhü aleyhi ve
sellem), tahk.: Şeyh Mahmud Nâsırüddin Elbânî. Eserde yüz yedi hadis bulunmaktadır.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Cilâu'l-efhâm fi's-salâti ve's-selâm alâ hayri'l-enâm;
Fîruzabâdî, es- Salâtü ve'l-beşer fi's-salâti alâ hayri'l-beşer;
es-Sehâvî (ö.902), el-Kavlü'l-bedi fi's-salâti alâ habîbi'ş- şefî.
[8] İsmail Hakkı Bursevî, “Tuhfe-i Aliyye”,
Üç Tuhfe, haz.: Şeyda Öztürk, ss. 244-246. Osmanlı dönemide tarîkat çevrelerinde
salavât getirme hakkında yazılan eserlerin bazıları da şöyledir: Süleyman Hakkı
Efendi, Mecmuaü'd-deavât ve's-salavât ve'l-akâid ve'n-nasâyih, Dersaadet
Matbaa-i Osmaniye 1307; Ebu Said Muhammed b Mustafa b. Osman Hâdimî, Risâle
fî hakki't-tesbih ve't-tahmid ve't-tekbir alâ selâsin, Matbaa-i Âmire, ts.,
210s.; Ebü’t-Tâhir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed Firuzabadi, Rasulüllah
Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmek 817/1415, çev.: Mustafa Demirkan, İsmail
Tavman, Konya 1998; Kâdirî Seyyid Muhammed Sâlih (Yeşilzâde), Dua Mecmuası,
Salât-ı Münciye, Salât-ı Nâriye ve Ramazan Duası, İstiklal Matbaası, 1956,
32s.
[9] Mamud Sami Bey, el-Mevâhibü's-seniyye,
Kâhire 1951, ss. 111-132.
[10] Pazartesi Günü:1-Salavâtu fadliyye,
2-Fadliyye, 3- Fadliyye, 4- Fadliyye,5 Fadliyye, 6- Fadliyye,
7-Salavâtu’r-rahme, 8-Salavâtu’l-ümmihât, 9-Salavâtu’l-bârikiyye,
10-Salavâtu’l- hikemiyye, 11-Salavâtu’l-câmiiyye, 12-Salavâtu’l-hayriyye,
13-Salavâtu’l-ensâriyye 14- Salavâtu’l-adediyye, 15-Salavâtu’l-emriyye,
16-Salavâtu’l-vesîle, 17-Salavâtu ehli’l-beyt, 18- Salavâtu müntehiye,
19-Salavâtu tahiyye, 20-Salavâtu’ş-şefâat, 21-Salavâtu İbrâhimiyye, 22-
Salavâtu arşiyye-i hâssiyye, 23-Salavâtu kevniyye, 24-Salavâtu fâika, Salı
Günü: 25-Salavâtu adediyye, 26-Salavâtu esrâriyye, 27-Salavâtu tardıye,
28-Salavâtu haremiyye, 29- Salavâtu vârisiyye, 30-Salavâtu edebiye, 31-Salavâtu
ihsâiyye, 32-Salavâtu sahâbe, 33- Salavâtu mes’ûdiyye, 34-Salavâtu sıfâtiyye,
35-Salavâtu’ş-Şâfii, 36-Salavâtu ebhariyye, 37-Salavâtu’l- muhîta, 38-Salavâtu imdâdiyye,
39-Salavâtu’l-mûcizât, 40-Salavâtu semâiye, 41- Salavâtu’ş- şâmme, 42-
Salavâtu’l-mîrâc, 43-Salavâtu’z-zabt, 44-Salavâtu’l-inşikâk, 45-
Salavâtu’l-hâtim, 46- Salavâtu’l-havârik, 47-Salavâtu’l-bereket,
48-Salavâtu’l-mümecced, 49- Salavâtu’l-hızâ’ 50- Salavâtu midâdiyye, 51-
Salavâtu edâfiyye, Çarşamba Günü: 52- Salavâtu’r-reviyye, 53-
Salavâtu’l-gâfilûn, 54- Salavâtu’z-zâriyât, 55- Salavâtu’l-vesîle, 56-
Salavâtu’l-münzel, 57- Salavâtu’-kerâme, 58-Seyyidü’s-salât, 59- Salavâtu Âdem
aleyhisselâm, 60- Salavâtu’l- mukarrabîn, 61- Salavâtu’-mele’, 62-
Salavâtu’l-mezîd, 63- Salavâtu’s-selâm, 64- Salavâtu’l- kaderiyye, 65-
Salavâtu’d-devâm, 66- Salavâtu’s-saât, 67- Salavâtu’l-hubb, 68- Salavâtu’l-
münciyye li Musa ed-Darîr, 69- Salavâtu’r-rızâ, 70- Salavâtu’n-nûr, 71-
Salavâtu’l-mîrâciyye, 72- Salavâtu’l-havz, 73- Salavâtu’t-teysîr, 74-
Salavâtu’l-vasl, 75- Salavâtu’l-kerâme, 76- Salavâtu’l-ihtirâm, 77- Salavâtu
Talha, 78- Salavâtu’z-zâkir, 79- Salavâtu’l-merhame, 80- Salavâtu Tâhir, 81-
Salavâtu’l-kevser, 82- Salavâtu’t-tavâf, 83- Salavâtu’r-risâle, 84- Salavâtu’z-
zekiyye, 85- Salavâtu evsâfiyye, Perşembe Günü: 86- Salavâtu cüz’iyye veya
ümmiye, 87- Salavâtu zülfâ, 88- Salavâtu türhamiyye, 89- Salavâtu zeyniyye 90-
Salavâtu mesvây, 91- Salavâtu rumûziyye, 92- Salavâtu bahâiyye, 93- Salavâtu
kameriye, 94- Salavâtu ıtriye, 95- Salavâtu teslimiyye, 96- Salavâtu
ibrâhimiyye, 97- Salavâtu nebîiyye, 98- Salavâtu memlûiyye, 99- Salavâtu
istihkâkiyye, 100- Salavâtu’l-murtazâ, 101- Salavâtu sulbiyye, 102- Salavâtu
tünciziyye, 103- Salavâtu Hâşimiyye, 104- Salavâtu berriye, 105- Salavâtu
tayyibiyye, 106- Salavâtu fezâiyye,107- Salavâtu İbrahimiyye, 108- Salavâtu
meknûniyye, Cuma Günü salavat- lar yerine peygamberimiz vesilesiyle istenilen
çeşitli dualar bulunmaktadır. Cumartesi Gü- nü:109- Salavâtu İbrâhimiyye, 110-
Salavâtu İbrâhimiyye, 111- Salavâtu umûmiyye, 112- Salavâtu muhîtiyye, 113-
Salavâtu müsmiriyye, 114- Salavâtu'l-cinn, 115- Salavâtu vehiyye, 116-
Salavâtu'l-hamâme, 117- Salavâtu şefâa, 118- Salavâtu'l-esmâ, 119-
Salavâtu'l-hamâim, 120- Salavâtu cihâdiyye, 121- Salavâtu'l-eflâk, 122-
Salavâtu İbrâhimiyye, 123- Salavâtu'r-ra'd, 124- Salavâtu'l-teblîğ, 125-
Salavâtu tihâme, 126- Salavâtu'l-mukarrabîn, 127- Salavâtu'l- enbiyâ, 128-
Salavâtu İmâm-ı A'zam, eser Salavâtu's-safâ ile sona ermektedir. Delâilü'l-hayrât,
İstanbul 1285, ss. 38-167.
[11] Kuzey
Afrika ve Anadolu'da oldukça rağbet gören Delâilü'l-hayrat, birçok defa
basılmış ve şerhleri yapılmıştır. 1- Karadavutzâde Mehmed Efendi (Ö.1170/1756),
Tevfîku muvaffki'l-hayrât
[12]
neyli'l-berekât fi hizmeti menbai's-saâdât (İstanbul 1254), 2- Şeyh Hasan
el-Adevî, Bulûğu'l- müsirrât alâ Delâili'l-hayrât (Mısır 1289),
3-Muhammed Mehdi el-Fâsî, Metâliu'l-müsirrât bi cilâi Delâili'l-hayrât
(Mısır 1298) îzâhı için bk. M. Tâhir, Osmanh Müellifleri, c. I, s. 399;
Süleyman Uludağ, "Delâilü'l-Hayrât", DİA, c. IX, ss. 113-114.
11
Osman Ferid Efendi; Salât-ı
Tefrîciye okumanın Âdâbını şöyle sıralar; 1-Başlamadan önce beş-on yada on beş
kere "Estağfirullah el-azîm ve etûbü ileyh" çekmelidir. 2-Eûzü
besmele ile "İnnellahe ve melâiketehû yüsallûne ale'n-Nebiy, Yâ
eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ" âyetini okumalı.
3- Okuyacağı şeyin, niyet ve muradı için dua etmeli. 4- Önceden hazırladığı
sayılabilecek bir alet ile okumaya başlamalı, kaç günde veya ne zamana kadar
okuyacağını tayin etmeli. 5-Sayıyı tam çekmeli eksik veya noksan olmamalı.
6-Okuyamayacak durumda olan kişi güvendiği bir kimseye vekâlet vererek de
okutabilir. İzmir Müderrislerinden Kasabzâde Osman Ferid, Peygamber
Efendimiz Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmenin Dünyevî ve UhrevîFezâili İle
Salât-ı Tefrîciye'nin Havâssını Mübeyyin Risâledir, Evkâf-ı İslâmiye
Matbaası, 1322, ss. 13-14. Ayrıca bk. Nazillili Seyyid Muhammed Hakkı, Hazînetü'l-esrâr-Sırlar
Hazinesi, çev.: Celal yıldırım, İstanbul 1977, ss. 621-622.
[13] İzmir müderrislerinden Kasabzâde Osman
Ferid; Aydın, İzmir, İstanbul bölgelerinde gezdiği dönemde bu salavâtın
faydaların anlatmış, tecrübesine dayalı olarak gördüğü faydaları şöyle
sıralamıştır: 1-Üst dereceli memurlar nice emellerine nail olmuşlardır.
2-Doktor tedavisinden ümit kesilen nice hastalar bu salavât neticesinde şifa
bulmuşlardır. 3-Bir âlim müderrisin yirmi senedir çektiği sara hastalığından
bu salavâta devamla kurtulduğunu gözleriyle görmüştür. 4-1280/1872 tarihinde
bir kadın yirmi senedir kapanan gözlerine kavuşabilmesi için bu sa- lavâta
devam etmesini tavsiye etmiş, sekiz günde okuyan kadın da bu salavât
neticesinde gözlerine tekrar kavuşmuş, o tarihten sonra on sene daha
yaşamıştır. Osman Ferid, age, s. 12.
[14] Hazînetü'l-Esrâr sahibi
Hizbü'l-Ebrâr şerhinde Salât-ı Tefrîciye'nin havâssı hakkında der ki; “Şeyhim Muhammed Tunûsî'den
işittim. Fransızlar Cezâyir'i istilâ ettikleri vakit bir kişi insanları cihada
teşvik ettiği için Fransızlar tarafından haps edilmiş. O adamın topun ağzına
bağlanarak idamına karar verilmiş Ehl-i havastan bir kişi olayı işitince
hapishaneye gelerek “Azizim, kardeşim; Fransız ümerası senin hakkında topun
ağzına bağlanarak idam edilmene karar verdi. Bu kararlarını falan günü
uygulayacaklar. O gün gelmeden senin necat ve halasına neden olacak yanında
mücerreb havaslardan bir havas var mıdır? diye sormuş. O kişi de; “Benim
yanımda havas yoktur ancak kalbimde iman vardır, benim buradan kurtulmama ne
gibi havas bulunabilir" demiş. O kişi bunun üzerine, Ey azizim idam
günü gelmeden önce Salât-ı Tefrîciye'yi 4444 defa oku, tamam et. Okuduktan
sonra ne gibi sırlar ortaya çıkar görürsün demiş ve Tefrîciye'yi mahbusa
ezberletmiş. Sayı tamam olduğu günlerde idârecilerden yüz altın gönderilerek
idam cezasının sürgüne çevrildiği emri gelmiş. İşte Tefrîciye o kişinin hem
kurtulmasına hem de zenginliğine sebep olmuştur. Hizbü'l-Ebrâr sahibinin
tecrübelerini bizzat kendinin yaşadığını söyleyen Osman Ferid; örnek olarak da
Yunanlıların İzmir'i işgal ettikleri vakit halkı Salât-ı Tefrîciye okumaya
teşvik ettiğini bi iznillâh o sayede kurtulduklarını verir. Osman Ferid, age,
s. 11.
[15] Şeyh Muhammed Tunûsî; “Bir kimse bu
Salât-ı Tefrîciye'yi her gün yirmi bir kere okursa sanki rızkı semâdan iner ve
arzdan biter" demiştir. İmâmü'd-Dîneverî; “Bir kimse her beş vakit namazın ardından on bir kere
okur, kendine vird edinirse rızkı kesilmez, yüksek mertebelere ve devlet-i
ganiyyeye nâil olur." buyurmuştur. Hazînetü'l-Esrâr sahibi
der ki; “Bir mü'min günde yüz kere okumaya devam etse o kişi matlûbuna vâsıl,
arzu ettiği şeye nâil olur. Eğer günde 1000 kere okursa artık hatıra gelmeyen
ve göze görünmeyen şeyler kendine münkeşif olur". Osman Ferid, aynı eser,
aynı yer.
[16] “Ey Allahım! Efendimiz Muhammed'e salât-ı
kâmil ve selâm-ı tâm ile salât ve selâm eyle! Zira o, öyle bir zattır ki,
kendisiyle düğümler çözülür, sıkıntı ve zahmetler âsân olur, ihtiyaçlar
karşılanır, arzulara ve güzel sonuçlara ulaşılır. Kendisinin yüzü suyu
hürmetine yağmur istenir. Her lemha (kısa bir göz açıp kapama ya da şimşek
çakması gibi bir zaman)da ve her nefeste sence malum olan mahlukat sayısınca
O'nun âline ve ashâbına da salât ve selâm olsun"
[17] Bu şerhlerden bazıları şöyledir:
1-Muhammed b. Ali Harrûbî et-Trablusî (Ö.963/1556), Şerhu ala's-salâti'l
Meşîşiyye; 2-Muhammed b. Ali ez-Zervalî (ö.1030/1620), Şerhu salâtiİbn
Meşîş; 3- İsmail Hakkı Bursevî (ö.1137/1724), Şerhu salâti İbn Meşîş,
İstanbul 1256/1840, Bulak 1279. Rebîülevvel 1113/Ağustos 1701'de tamamlanan bu eserin
yazma bir nüshası için bk. Süley- maniye Ktp. Mihrişah, no: 217, vr. 76-97.
4-Muhammed b. Abdusselâm el-Bennânî (ö.1163/1750), Şerhu salavâtı İbn Meşîş;
5-Ahmed b. Muhammed el-Mehdî b. Acîb et-Tatvânî (ö.1224/1809), Şerhu
salavâtı İbn Meşîş; 6-Muhammed el-Ahrâk ed-Darkavî (1261/1845), Şerhu
salâti'l-Meşîşiyye; 7-Ebu'l-Mehâsin Muhammed Kavukcî (ö.1305/1887); Nefâisü't-teftîş
alâsalâti İbn Meşîş; Tayyib b.Abdulmecîd b. Kiran, Şerhu's-Salâti'-Meşîşiyye,
1227/1812, tahk.: Bessam Muhammed Barud, Abu Dabi 1999, 274s.; Muhammed Halil
Hicrisî, el-Cevherü'n-nefîs fî salavâti İbn İdris, Kahire 1987-1988; bk.
M. S. Güven, agt, s. 200.
[18] Gümüşhânevî, age, s. 155.
[19] Mahmud Sami Bey, el-Mevâhibü's-seniyye,
s. 121.
[20] Mahmud Sami Bey, el-Mevâhibü's-seniyye,
s. 125.
[21] ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻛُﻞَّ ﻣَﺎ ﺍﺧْﺘَﻠَﻒَ
ﺍﻟْﻤَﻠَﻮَﺍﻥِ ﻭَ ﺗَﻌَﺎﻗَﺐَ ﺍﻟْﻌَﺼْﺮَﺍﻥِ ﻭَ ﻛَﺮَّﺭَ ﺍﻟْﺠَﺪِﻳﺪَﺍﻥِ ﻭَ ﺍﺳْﺘَﻘْﺒَﻞَ ﺍﻟْﻔَﺮْﻗَﺪَﺍﻥِ
ﻭَ ﺑَﻠِّﻎْ ﺭُﻭﺣَﻪُ ﻭَ ﺍَﺭْﻭَﺍﺡَ ﺍَﻫْﻞِ ﺑَﻴْﺘِﻪِ ﻣِﻨَّﺎ ﺍﻟﺘَّﺤِﻴَّﺔَ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡَ
ﻭَ ﺍﺭْﺣَﻢْ ﻭَ ﺑَﺎﺭِﻙْ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢْ ﻛَﺜِﻴﺮًﺍ ﻛَﺜِﻴﺮًﺍ ﺍِﻟَﻰ
ﻳَﻮْﻡِ ﺍﻟْﺤَﺸْﺮِ ﻭَ ﺍﻟْﻘَﺮَﺍﺭِ
"Ey Allahım! Gece gündüz değişmesi
devam ettikçe, asırlar birbirini takip ettiği müddetçe, yenilenenler
tekrarlandıkça, kutup yıldızları göründükçe, Seyidimiz Muhammed aleyhisselâma
ve ehli beytine rahmet eyle. O'nun ve ehl-i beytinin ruhlarına bizden selâm
tebliğ et, mübârek kıl ve kıyamet gününe kadar ona selâm ver."
[22] Salât-ı Fâtıhiyye şöyledir; "Allahümme
salli alâ seyyidinâ Muhammedin el-fâtihu lemmâ uğliga, ve'l-hâtimu lemmâ
sebeka, nâsıru'l-hakkı bi'l-hakkı, ve'l-hâdî ilâ sırâtıke'l-müstakîm ve alâ
âlihî hakka kadrihî ve mikdârihi'l-azîm" Allahım! kapalı (müşkil)
işleri açan, işleri tamamlayan, hakkı hak ile destekleyen, doğru yoluna ileten
Efendimiz Muhammed'e ve âline büyük miktarda, hakkının kudretince salât et.
Jamil M. Abu'n-Nasr, Ticâniye ve Tekrûr Hareketi, çev.: Kadir Özköse,
Ankara 2000, ss. 60, 256.
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ
ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺑَﺤْﺮِ ﺍَﻧْﻮَﺍﺭِﻙَ ﻭَ ﻣَﻌْﺪَﻥِ ﺍَﺳْﺮَﺍﺭِﻙَ ﻭَ ﻋَﻴْﻦِ ﻋِﻨَﺎﻳَﺘِﻚَ ﻭَ ﺷَﻤْﺲِ
ﻫِﺪَﺍﻳَﺘِﻚَ ﻭَ ﻋَﺮُﻭﺱِ ﻣَﻤْﻠَﻜَﺘِﻚَ ﻭَ ﺍِﻣَﺎﻡِ ﺣَﻀْﺮَﺗِﻚَ ﻭَ ﺧَﻴْﺮِ ﺧَﻠْﻘِﻚَ ﻭَ
ﺍَﺣَﺐِّ ﺍﻟْﺨَﻠْﻖِ ﺍِﻟَﻴْﻚَ ﻋَﺒْﺪِﻙَ ﻭَ ﺣَﺒِﻴﺒِﻚَ ﻭَ ﺭَﺳُﻮﻟِﻚَ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰِّ ﺍﻟْﺎُﻣِّﻰِّ
ﺍﻟَّﺬِﻯ ﺧَﺘَﻤْﺖَ ﺑِﻪِ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀَ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻠِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺳَٓﺎﺋِﺮِ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﺮْﺳَﻠِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻤَﻠَٓﺌِﻜَﺔِ ﺍﻟْﻤُﻘَﺮَّﺑِﻴﻦَ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﻋِﺒَﺎﺩِﻙَ ﺍﻟﺼَّﺎﻟِﺤِﻴﻦَ ﻣِﻦْ ﺍَﻫْﻞِ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ
ﻭَ ﺍَﻫْﻞِ ﺍﻟْﺎَﺭَﺿِﻴﻦَ ﺭِﺿْﻮَﺍﻥُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺗَﻌَﺎﻟَﻰ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢْ ﻭَ ﻋَﻠَﻴْﻨَٓﺎ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ ﺍَﻣِﻴﻦَ ﻭَ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ
Ey Allahım! Nurların denizi, sırların
mâdeni, inâyet (yardım) pınarın, hidâyet güneşin, mülkünün tâcı, velâyetinin
emniyeti, muhabbetinin lisânı, hazretinin imâmı, mahlûkâtının en hayırlısı ve
sana en sevimlisi, kulun ve habîbin, enbiyâ ve mürselîni kendisi ile
mühürlediğin, Ümmî nebî olan Rasûlün Muhammede (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
rahmet eyle. Ayrıca semâvât ve yer halkına, mukarreb meleklerine re rahmet
eyle. Allah'ın rızâsı hepsinin üzerine olsun, Eyrahmet edenlerin en
merhametlisi! Merhametinle dualarımızı kabul eyle, Hamd âlemlerin rabbı olan Allah'a
mahsustur. Gümüşhânevî, age, c. II, ss. 480-481.
[24] “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin
ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min cemîi'l-ehvâli
ve'lâfât ve takdî lenâ bihâ min cemîi'l-hâcât ve tutahhiru bihâ min
cemîi's-seyyiât, ve terfeunâ bihâ a'la'd-derecât, ve tübelliğunâ bihâ
aksa'l-gâyât min cemîi'l-hayrâti fi'l-hayât ve ba'de'l-memât." Allahım!
Efendimiz Muhammede ve efendimiz Muhammed ümmetine öyle bir salât (rahmet) eyle
ki onunla bizi her güçlük ve âfetten kurtarasın, onunla bizim bütün
ihtiyaçlarımızı göresin, onunla bizi bütün kötülüklerden temizle- yesin, onunla
bizi yüksek derecelere erdiresin, onunla bizi gerek hayatta, gerek öldükten sonra
bütün iyiliklerin en yükseklerine ulaştırasın.
[25] Hüseyin b. Aliyyül Kâşifî, Şifâül Eskâm
adlı kitabında, Fakihani Rahimehullah Ebû Musa Darir’ den nakleder. Bk. Tuhfetü's
Salavât: 40 Salavât-ı Şerife, çev.: Ömer Faruk Ergin, Ankara 1980.
[26] Mehmed Said, Evrâdu Seyyid Ahmed
el-Kebîr er-Rifâî el-Velî, (Özel Yazma-1357/1939), s. 45-48.
[27] Yusuf Sinan Efendi, Pîr Cemâleddin
Halvetî'den kendisine kalan irşâd görevini yerine getirememekten korktuğu için
bir müddet bir bostan dolabının içerisinde inzivâya çekilmiş, ağır ağır
dönmekte olan bostan dolabının gıcırtısına ve ritmine uyarak okumaya devam
ettiği sa- lavat ürkeklik hâlini anlattığı için Sünbülî Salâti olarak
adlandırılmıştır. Ö. T. İnançer, "Zikir usulü ve Semâ",
(Sünbülîlikte), DBİA, c. VII, s. 112.
[28] Şeyh Şemseddin Ömer es-Sâdî el-Halebî, En-Nefhatü'r-riyâziyyefi
tarîkati's-Sâdiyye, Süleyma- niye Ktp. H. Hayri, no: 145. vr. 1a.
[29] Kaynaklar için bk. Hür Mahmut Yücer, Osmanh
Toplamanda Tasavvuf, s. 214.
[30] Şemsî, Yâdigârı, 225-26; Vassâf, Sefine,
c. II, ss. 89-90
[31] H. Basri Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve
Meal-i Kerîm, İstanbul 1981, c. 2, s. 755.
[32] Şeyhin cenâzesi yıkanırken ayrı ayrı
tazelenen üç gasil (üç su) tamamlandıktan sonra "Salâ” verilirdi. Salâ usûlü
sadece kudemâ-yı meşâyih için geçerli idi. İlkin malum ve mutad usûlü ile
yıkanıp temizlenip abdesti verildikten sonra kendi tarîkının evrâdına
başlanırdı. İkinci gasilde Tevhîd-i şerîf, üçüncü gasilde İsm-i celâl
okunurdu. Bu da tamam olunca zâkirlerden biri veya güzel sesli bir başkası,
usûlü idare eden şeyh efendiden "Destur” alarak teneşirin ayak ucuna
gelir, kıble tarafına döner ve ayakları "mühürlü” olarak salâ verirdi.
Salâ, cumâ salâsı gibidir. Yalnız daha hazin, daha kalbî olurdu. C. S. Revnakoğlu,
Tasavvuf ve Tarîkat Kültürü, İstanbul 2003, s. 237.
[33] Salavât; Es-Salâtü'l-kübrâ,
es-Salâtü'l-vüstâ, es-Salâtü's-süğrâ'dan oluşur. Salavât'a bir çok şerh
yazılmıştır. En eski şerh Abdulganî en-Nablusî (1050-1143/1641-1731) tarafından
Kevkebü'l- mebânî ve mevkıbü'l maânîşerhu Salavâti'l-Filânî adıyla
yapmıştır. (Süleymaniye Ktp. Es'ad Ef., no: 1653, 67 vr; Salavâtü'l-Muhammediyye
ve't-teslîmâtü'l-mübâreke adıyla İÜ Ktp., no: 57595760, 70+10 vr) Türkçe
en eski şerh ise Lâlelizâde Tahir Mehmed (ö.1789)'e aittir. (Süleymaniye Ktp.
Hacı Mahmud, no: 4169) es-Salâtü'l-kübrâ'ye es-Salâtü's-süğrâ ve Hizbü'l-vesîle
ilâve edilerek, ilk ikisine Şeyh Seyidî Muhammed Molla tarafından, Hizbü'l-vesîleye'de
Şeyh Seyidî Muhammed el-Emin Gilânî tarafından şerh yapılarak Sefînetü'l-Kâdiriyye
içerisinde (Trablus 1304) ismiyle yayınlanmıştır. Gürer, age, s. 121.
[34] "Allahım! Kulun, peygamberin, ümmî
nebî rasûlün olan efendimiz, Muhammed aleyhisselâma, ailesine ve arkadaşlarının
hepsine rahmet ve selâm et”; "Allahım! En yüce makam ve fasih (anlaşılır)
dil sahibi, güzel yüzlü efendimiz ve peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma
rahmet et” A. Geylânî'ye ait salavâtlar için bk. Gümüşhânevî, age, II,
325-326, 448. A. Şarânî'ye ait salavât için bk. age, c. I, ss.
203,482-483.
[35] "Allahım öncekiler içinde Muhammed
aleyhisselâma rahmet et. Allahım! Sonrakilerin içinde Muhammed aleyhisselâma
rahmet et. Allahım! Peygamberler içinde Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
rahmet et. Allahım! Rasuller içinde Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
rahmet et. Allahım! Kıyamet günü yüce varlıklar içinde Muhammed (as) rahmet et.
Allahım! Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e vesîleyi, üstün makamı,
şeref ve büyük dereceyi lütfet”. Mahmud Sâmi Bey, el-Mevâhibü's-seniyye
fi'l-usûli ile'l-makâmâti'l- ihsâniyye, Mısır 1370/1951, s.126; Gümüşhânevî, age,
c. I, ss. 201-202; c. II, s. 84.
[36] “Çokca rabbine yönelen Nebî üzerine olan
Salvât-ı şerîfeler hakkında en doğru uslüp" Eser Türkçe'ye çevrilmiştir.
Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdî, Tarîku's-savâb, çev.: Mehmed Bayrak, İstanbul
2001.
[37] Bu risâlede on dokuz adet salavat metni
bulunmaktadır. Bunlar; 1-Ahmed er-Rifâî hazretlerinin mensuplarından
İbnü'l-Hacc'ın "Ümmü'l-Berâhîn" isimli kitabında yazdığı ve
mânâ âleminde Rasûlüllah aleyhisselâmdan öğrendiği salavât-ı şerîfe, 2- Gizli
sırların anlamlarını ve yüksek mertebelere nâil olma vesîlelerinin en
güzellerinden biri olan ve Rifâî seyyidlerinden kemâl ehli olup buna devam
edenler arasında bilinen ve tecrübe edilmiş "Cevheretü'l-Esrâr" isimli
salavât-ı şerîfe, 3- “Mededü'l-müsterşid min cânibi'l mürşid" isimli
salavât-ı şerîfe, 4-Rifâî seyyidlerince mârûf olan ve buna devam edildiği
takdirde işlerin yolunda gitmesi, dileklerin hâsıl olması, kişiyi Allah'a
yaklaştırmada vesîle olması, tâlibin kalbindeki sırların anlaşılması,
Rasûlüllah aleyhisselâmın himmetinin okuyana yönelmesinin gerçekleştiği sala-
vât, 5-"Salavâtü'l-üns" adlı acaib sırların, görülmedik
bereketleri olan salavât-ı şerîfe, 6-Şeyh Seyyid Sirâceddin el-Mahzûmî
es-Sayyâdî (ks.)'nin "Kim bu mübarek virde devam ederse o kimse Allah'ın
fazlı keremi ile kimseye muhtaç olmadan ölür, düşman ona asla galib gelemez,
Hz. Rasûl'in bereketiyle iman ile ölür, çok faydalıdır." dediği salavât-ı
şerîfe, 7- Şeyh İzzeddin Ahmed es-Sayyâd (r.)'in Nebîler nebîsinin sağ elini
öpmekle müşerref olduğunu ri- vâyet ettiği salavât-ı şerîfe, 8-Rifâî
büyüklerinin "Hizbü'l-cevhere" adını verdikleri salavât-ı şerîfe,
9-Şeyhülislâm Şeyh Sirâceddin el-Mahzûmî er-Rifâî hazretlerine nisbet edilen "Nibrasü'l-
Hakîkat" isimli salavât-ı şerîfe, 10-Seyyid Mahmud el-Esmer
hazretlerinin naklettiği bir sala- vât-ı şerîfe, 11- Musul'da medfun bulunan
sûfî büyüklerinden Seyyid Mahmud Rifâî'ye nisbet edilen bir salavât-ı şerîfe,
12-Muhammed Bahaeddin Mehdî es-Sayyâdî er- Ravvâs(ks.)'a atfedilen bir
salavât-ı şerîfe, 13-Seyyid Mahmud Bahâeddin hazretlerinin "Te-
veccüh-i Muhammedî" adını verdiği salavât-ı şerîfe, 14- Seyyid Mahmud
Bahâeddin hazretlerinden nakledilen başka bir salavât-ı şerîfe ve muhtelif beş
adet salât daha. Ebü'l-Hüdâ es- Sayyâdî, Tarîku's-savâb, çev.: Mehmed
Bayrak, İstanbul 2001, s. 7-35.
[38] Nûri Efendi bu eserini vefatından yaklaşık
dört yıl önce, mânevî oğlu ve mürîdi Palancı Derviş Hasan'ın ısrarıyla,
ihvân-ı tarîka bir hediye olarak kaleme aldığını söylemektedir. Risâ- le'nin
tarih beyti olan "Müyesser oldu Nüri'ye Kemaliye Salâtı"
mısraından 14 Şâban 1268/2 Temmuz 1852 tarihinde Cuma günü tamamlandığı
anlaşılmaktadır. Salât-ı Kemâliye Şerhi (İstanbul 1328/1910). Mahmud
Sâmi Bey, el-Mevâhibü's-seniyye, s. 120. Ayrıca bk. Selami Şimşek,
"Seyyid Mehmed Nûrî Üsküdârî (ö.1273/1856) ve Salât-ı Kemâliye
Şerhi", Tasavvuf, Temmuz- Aralık 2003, sayı: 11, ss. 351-376.
[39] Mehmed Said, Evrâdu Seyyid Ahmed
el-Kebîr, ss. 58-59.
[40] Rasûl-i Ekrem Efendimizin hayâtından ve
salavât-ı şerifenin faziletlerinden bahseden beş bab üzerine tertip edilmiş
Arapça, matbu bir eserdir. Sahaflar Şeyhi Ahmed Efendi tarafından tercüme
edilmiştir. bk. Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, no: 285, (1-59 vr.).
[41] Ahmed b. Muhammed el-Celvetî hakkında
kaynaklarda bir bilgi bulunmamasına rağmen onun Şeyh Abdulkerim Celvetî’nin
(ö.1061/1650) mürîdi ve talebesi olduğu, eserlerini şerh ettiği bilinmektedir.
Bk. . Yıldırım, Osmanh'da Kırk Hadis Çalışmaları, İstanbul 2000, s. 66.
[42] Süleymaniye Ktp., Esad Ef., no:3632/133a-156b.
Eser Arapçadır. Önsözde müellifin belirttiğine göre salavât-ı şerîfe okumanın
fazîletine dair kırk hadis derleyerek kısa kesmeyi düşünmüş, ancak daha sonra
eserinden faydayı artırmak için bunları şerh etmeyi düşünmüştür. S. Yıldırım, Osmanh'da
Kırk Hadis Çalışmaları, s. 67.
[43] İÜ Ktp. TY, no: 19090.
[44] Süleymaniye Ktp. H. Mahmud, no: 1958;
Reşid, no: 1075; Düğümlü Baba, no: 50, 508; Nâfiz Paşa, no: 445. İstanbul
1282'de basılmıştır.
[45] Hatibzâde Şeyh Ebu'l-Kâsım Abdurrahman
Süheylî'nin “Yâ men yerâ mâfi'd-damîri ve yesmeu / Ente'l-muiddü li-külli mâ
yetevakkau" matla'lı münâcâtının tercüme ve şerhini ihtivâ etmektedir.
bk. Süleymâniye Ktp. Esad Efendi, no: 1426; İÜ. Ktp. no: 7257.
[46] Süleymaniye Ktp. H. Mahmud, no: 4047. “Şerh-i
vird-i Settâr" adıyla da bilinen eser, Seyyid Yahyâ Şirvânî tarafından
tertib edilen '“Vird-i Settâr" adlı evrâd-ı şerîfenin tercüme ve
şerhidir. Ayrıca bk. Süleymaniye Ktp. Esad Efendi, no: 1405; İÜ. Ktp. no:
7257.
[47] Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa, no: 625.
[48] Millet Ktp. Ali Emîrî Şer'iyye, no: 789.
[49] Ebu'l-Hasen eş-Şâzelî'nin şeyhi
Abdüsselâm b. Meşîş el-Hasenî (ö.625/1227-28) tarafından hazırlanan salevâtın
Türkçe tercüme ve şerhidir. Rebîülevvel 1113/Ağustos 1701'de tamamlanan bu
eserin yazma bir nüshası için bk. Süleymaniye Ktp. Mihrişah, no: 217, vr.
76-97. Eser, iki defa (İstanbul 1256, Bulak 1279) basılmıştır.
[50] Şerîfzâde Muhammed Fâzıl b. Mustafa Efendi
şeyhi Kudretullah Dede'nin isteğiyle Evrâd-ı Şerîfe-i Celâliyye'yi şerh
etmeye başlamış eserine, Galata ve Lazkiye Mevlevîhâneleri şeyhleriyle kendi
zamanındaki bir kısım postnişinler hakkında bilgi eklemiştir. İstanbul
1283/1853.
[51] İÜ Ktp., TS., no: 263/1; İbn Arabî'ye ait
evrâdın M. Nûru'l-Arabî tarafından yapılan Arapça tercümesidir.
[52] Süleymaniye Ktp. Tırnovalı, no: 940,
(Müellif hattı). Şeyh İbn Ebu'l-Hasan Sakkâf'ın okuduğu salâtu selâm'ın
şerhidir.
[53] Altınsu, age, s. 200.
[54] M. Tâhir, age, c. I, s. 132.
İbnülemin, SATŞ, 2, s. 399.
[55] 20s., Özege, Katalog, c. IV, s.
1519, no: 17374.
[56] Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler,
ss. 287-289.
[57] M. Kemâl Gündoğdu, Müştak Baba,
İstanbul 1997, s. 91.
[58] Abdulkâdir Geylânî'nin hizbleri Seyyid
İsmail b. Muhammed Said el-Kâdirî el-Geylânî (ö.?) tarafından derlenerek el-Füyûzâtü'r-rabbâniyye
fi'l-evrâdi'l-Kâdiriyye (İstanbul 1281, Kahire 1303, 1934) adı altında bir
araya getirilmiştir. Aynı müellifin el-Füyûzâtü'r-rabbâniyye fi'l-mesâir
ve'l-evrâdi'l-Kâdiriyye (Beyrut ts) adlı eseri de aynı konudadır. Celal
Yıldırım Beyrut baskısını temel alarak Füyûzâtü'r-rabbâniyye İlâhi Feyizler
(İstanbul 1975, 1995) adıyla Türkçe'ye çevirmiştir. Geniş bilgi için bk.
Gürer, Abdulkâdir Geylâni, ss. 120-122.
[59] Süleymaniye Ktp. Âşir Efendi, no: 450/4,
17vr. el-Füyûzâtü'r-rabbâniyye, İstanbul 1281, s.143- 149.
[60] Süleymaniye Ktp. Şâzilî, no:, 106/5, 2vr.
[61] Süleyman Hasbi tarafından Şerh ve
Terceme-i Delâil-i Abdulkâdir Geylânî (İstanbul 1273, 1306) adıyla Türkçeye
terceme ve şerh edilmiştir. Süleymaniye kütüphanesi'nde iki yazma nüshası
bulunmaktadır. bk., Düğümlü Baba, no: 503; Reşad Efendi, no: 369.
[62] Virdü's-sabâh, Virdü'l-işrâk,
Virdü'z-zuhr, Virdü'l-asr, Virdü'l-mağrib, Virdü'l-ışâ, Evrâdü'l- usbû gibi
bölümlerden oluşan Evrâd; Hâzâ mecmûu bi’hı ahzâb ve evrâd ve ed'iye li
Muhyiddin Abdulkâdir el-Cîlânî adıyla (Tunus 1304) ve Evrâd-ı Kâdirî
adıyla (İstanbul ts.) basılmıştır. Ayrıca Müstakimzâde Sadedin Süleyman
(İstanbul 1282), Süleyman Hasbi (İstanbul 1306) ve Şeyh Naci (İstanbul 1326)
tarafından tercüme ve şerh edilmiştir. D. Gürer, age, s.121.
[63] Kütüphanelerde bir çok nüshası
bulunmaktadır mesela bk., Süleymaniye Ktp., Şâzilî, no: 106, 20vr.; Mustafa
Özkul, Beşâiru'l-hayrât-Hayırlar Müjdeleri, İstanbul, ts., 7s.
[64] Kütüphanelerde bir çok nüshası
bulunmaktadır mesela bk., Süleymaniye Ktp., Esad Ef., no: 313/4, 6 vr.
[65] bk., Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efe.,
no: 5334/2, 2 vr.
[66] Son dört hizbin metni için bk. Füyûzâtü'r-rabbâniyye,
ss. 153-162.
[67] Kütüphâne nüshaları için bk. Gürer, Abdulkâdir
Geylâni, İstanbul 1999, ss. 120-122.
[68] Bu metinlerin kısmı şöyledir; Risâle
fi's-salavâti'ş-şerîfe, İÜ. Ktp. TY, no: 19090; Risâle-i Salât-ı vüstâ,
Süleymaniye Ktp. Fâtih, no: 5451; Hâlet Efendi, no: 405; Şerh-i
Salâtü'l-Bedî', Millet Ktp. Ali Emîrî Şer'iyye, no: 542; Şerh-i
Salavât-ı Meleveyn, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa, no: 625.
[69] Hz. Enes (r.) anlatıyor: Rasûlüllah
salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Kim bana (bir kere) salât
okursa Allah da ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on
derece yükseltir." (Nesâi, Sehv 55.) Yine Nesâide Ebü Talha
(r.)’dan gelen bir rivâyet şöyle: "Bir gün Rasûlüllah salla’llâhü
aleyhi ve sellem, yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine:
"Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!" dedik. "Bana melek geldi ve şu
müjdeyi verdi: "Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: "Sana salavât salavât
okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on
selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?" Nesâi, Sehv 55, (3, 50).
[70] İbnu Mes’ud (r.) anlatıyor: Rasulüllah
(aleyhissâlatu vesselâm) buyurdular ki: "Kıyamet günü bana insanların
en yakını, bana en çok salavât okuyandır." Tirmizî, Salât 357,
(484).
[71] Tirmizî’de Hz. Ali (r.)’den kaydedilen bir
rivâyette şöyle denir: Rasûlüllah salla’llâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Gerçek
cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır."
Tirmizî, Daavât 110, (3540).
[72] Salavât getirilecek yerler hakkında daha
geniş bilgi için bk. Bursevî, Rûhu'l-Beyân, İstanbul 1389, c. VII, ss.
229-231.
[73] Abdulvahhab Şârânî,
Levâkıhu'l-envâri'l-Kudsiyye fî beyâni Uhudi'l-Muhammediyye, İstanbul 1981,
s. 343.
[74] İ. Hakkı Bursevî, Rûhu'l-Beyân,
İstanbul 1389, c. VII, s. 224.
[75] Salât u selâmın fayda ve hikmetleri için
bk. Bursevî, age, c.VII, ss. 222-224; Hidayet Işık, agm, ss. 274-278.
[76]
“Kim bana bir
defa salât ederse Allah ona on defa salât etsin.”
Nesâi, Sehv 55
[77] "Senin nâmını da (dünya ve
âhirette) yükseltmedik mi?" İnşirah, 94/4.
[78] "Allah'ın nimetini sayacak
olsanız, sayamazsınız." İbrahim, 14/34.
[79] "Siz de onun için (tam bir
teslimiyetle) salât ve selâm getirin." Ahzab, 33/56.
[80] "Rabbinden sana indirileni
(tamamen) tebliğ et." Mâide, 5/67.
[81] Peygamberimiz insanların en güzeli, en
cesuru ve en cömerti idi.
[82] “Peygamberlerin bir kısmını,
(verdiğimiz özelliklerle) diğerlerine üstün kıldık." Bakara, 2/253.
[83] Necm, 53/3-5.
[84] “Muhammed, adamlarınızdan hiçbirisinin
babası değildir, fakat o Allah'ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.”
Ahzâb, 33/40.
[85] Enbiyâ, 21/107.
[86] "De ki: Ey mutlak egemenlik
sahibi Allahım! Sen egemenliği kime dilersen ona verirsin." Âl-i
İmrân, 3/26
[87] “Ondaki iyilik ve güzellik cevheri
bölüşülmemiş" (Ondan kimse bir şey almamış, ondaki güzellik cevheri
eksilmemiş)
[88] "Rabbinin seni övülmüş bir makama
gönder(ip orada oturt)ması muhakkaktır." İsra, 17/79.
[89] Nisâ, 4/86.
[90] “Bu gün dininizi (hükümleriyle) kemâle
erdirdim, size nimetimi, sizin için din olarak İslâmı beğenip seçtim.”
Mâide, 5/3.
[91] “Gaybın anahtarı da O'nun katindadır,
onları O'ndan başkası bilemez.” En'âm, 6/59.
[92] “Andolsun onu, Sidretü'l-Mühtehâ'nın
yanında önceden bir defa daha görmüştü.” Necm, 53/18.
[93] “Allah, peygamberlerden: “Andolsun ki,
size kitap ve hikmet verdim. Sonra size yanınızda olan (Kitapları) tasdik eden
bir Rasül geldiğinde, ona mutlaka inanacaksınız ve yardım edeceksiniz” diye
sağlam bir söz alıp “Bunu kabul ettiniz ve bu ağır yükümü (ahdimi) üzerinize
aldınız mı?" dediğinde, onlarda; “Kabul ettik" dediler. (Allah)
“Öyleyse birbirinize şahit olun, ben de (bu sözünüze) şahit olanlardanım"
buyurdu." Âl-i İmrân, 3/81.
[94] Kıyamet gününde Cennete ilk girecek
olan ben ve livâ-ı hamdım altında bulunan mü'minlerdir.
[95] En'âm, 6/90.
[96] Âl-i İmrân, 3/110.
[97] "Şüpkesiz biz seni (Hakk'a) şâkid
olarak gönderdik.” Fetih, 48/7.
[98] "Hamd, karanlığı ve aydınlığı var
edene olsun.” En'am, 6/1.
[99] Allah'tan başka önce veya sonra, (âlemin)
içinde veya dışında başka hiçbir şey görmedim.
[100] "Allak bir insanla ancak vakiy
yoluyla veya perde arkasından konuşur, yakut bir elçi gönderip izniyle ona
dilediğini vakyeder.” Şûrâ, 42/51.
[101] "Ey Rasûlüm! Rabbinden sana
indirileni tebliğ et.” Mâide, 5/67.
[102] Kur'ân mahlûk (Yaratılmış) değildir. Her kim
mahlûk olduğuna itikâd ederse kâfir olmuş olur. Kaynağı tespit edilemedi.
[103] “Allah sanaKitab'ı ve hikmeti indirmiş ve
sana bilmediğini öğretmiştir. Allah7ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.”
Nisâ, 4/113.
[104] “O halde (Rasûlüm! Şeraîtin tesisinde,
eziyetlere) peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de
sabret.” Ahkâf, 46/35.
[105] “İyilik edenler ve iyi davrananlara daha
güzeli ve ziyâdesi vardır.” Yunus, 10/26.
[106] Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
olmasaydı Âdem’i yaratmazdım, yine o olmasaydı Cenneti de Cehennemi de
yaratmazdım.
[107] O olmasaydı dünya yokluktan kurtulamazdı.
[108] Peygamberimiz ayakları şiştiği halde yine
namaza kalktı. Denildi ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını
bağışlamışken bu tekellüf nedendir? Dedi ki şükreden bir kul olmayayım mı?
[109] Allah'ın Ahlâkı ile ahlaklanınız.
Hadisçiler bu sözün kelâm-ı kibâr olduğunu, hadîs olmadığını söylemişlerdir.
[110] “Muhakkak ki sen büyük bir ahlâk
üzeresin.” Kalem, 68/4
[111] Ey Allahım; Yaratılışımı güzel yaptığın
gibi ahlâkımı da güzelleştir.
[112] Şayet rabbimden başka dost edinseydim Ebu
Bekr'i edinirdim.
[113] Gerçekten mahlûkat yaratılmadan bin sene
önce ona Muhammed denildi.
[114] Hepsi anlaşılamayanın tamamı da terk
olunmaz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar