Print Friendly and PDF

Cehennemden İzler

CEHENNEMİN TARİHİNDE “FREUD ÇAĞI”



Dünyanın her yerinde insanlar ölümden sonra yaşama, bedenin işlevini yitirmesinden sonra bilinçli kişiliğin varlığını sürdürdüğüne inanırlar. Antropologlar, arkeologlar, sosyologlar, klasik dönem uzmanları ve karşılaştırmalı din tarihi uzmanları, bu inancın şimdiye kadar bildiğimiz tüm kültürlerde var olduğu konusunda hemfikirdirler. Bir parçamızın bir yerlerde var olmaya devam ettiğine inanırız. Basitçe ifade edilen bu inancın ötesinde, yaşam sonrası varoluşun özelliklerinin kültürden kültüre, inançtan inanca sanıldığı kadar olmasa da farklı olduğu görülür.
Ölülerin yaşayanları etkilediğine, belki tanrılarla aramızda aracılık ettiğine ya da bize uyarıda bulunmak, yardım etmek için veya kendi muğlak hayaletsi amaçlan nedeniyle hayalet olarak göründüklerine inanırız. Biz de öbür dünyada onlara gerektiği gibi davranılmasını sağlamak için, ölü bedenlerini uygun şekilde gömerek ya da yakarak onları etkileyebiliriz. Dualarımız, sunularımız ya da ihmalkârlığımız onları etkileyebilir. Bazı kültürler, ölülerin ruhlarının insan ya da hayvan olarak yeniden beden bulduklarına inanırlar. Bazıları İse bir ölüler ülkesinde, kasvetli bir Ananka ya da Şeol’de, güneşli bir Tir na n-Og’da destansı bir Valhalla’da ya da Eski Mısır'daki gibi bir coğrafi bölgeler toplamında daimi bir ölüm ötesi varoluşa inanırlar. Ve bazıları da bedenin et ve kan moleküllerinin, sonuçta fiziksel olarak yeniden dirileceğine inanırlar.
Çoğumuz mantığı bir yana bırakarak bu görüşlerin birkaçına birden inanırız. Seküler çağımızda bile iyi bir Hıristiyan, Arthur Amca’nın aynı anda mezarlıkta gömülü olduğu yerde yattığına; ruhunun başka bir yerde, büyük olasılıkla da yukarıda, merhametli bir Tanrı'nın yanında olduğuna; hayaleti ya da ruhuyla bir medyum yada spiritüalist aracılığıyla veya anlamlı, belki de gaipten haber veren bir rüyada ilişki kurulabileceğine; ve gelecekteki bir Yargı Günü’nde fiziksel beninin olgunluğunun zirvesindeki haliyle yeniden oluşturulacağına inanabilir. Bir ya da iki kuşak öncesine kadar birçok Batılı, bir hayaletin bir insana ya da belli bir yere musallat olabileceğine inanıyordu ve kimileri tamamen ya da kısmen buna hâlâ inanmakta. Eskiden bu dünyadan göçen biri yalnızca Amca değil, aynı zamanda Kral Arthur da olduğunda; onun hem gömülü hem cennette olduğu, hem hayalet olarak birine ya da bir yere musallat olabileceği, hem bir gün gelip yeniden dirilebileceği, ayrıca Kıyamet borusu çaldığında ya da zamanı geldiğinde çağrılmayı beklediği, bir tür daimi alacakaranlık uykusunda tutulduğu düşünülebilirdi.
Öte yandan eğer o Aziz Arthur olsaydı, ölü bedeninin eti ve kemiği huşu içinde korunabilir: vücudu, düşmanlarca değil, inançlı Hıristiyanlarca parça parça edilip hastaların ve muhtaçların yararlanması için türbelere dağıtılabilirdi. Ölü bir azizin parmak kemiği ya da hatta giysisinin bir parçasının bile mucizevi bir şifa ya da dilekleri gerçekleştirme aracı olabileceği düşüncesi çok yaygındı.
Ehli Kitap tarafından kabul edilen ve ölüm sonrası varlığını sürdüren kişiliğin ya da ruhun gideceği iki ana mekândan biri olan Cehennem üzerinedir. Diğer büyük dünya dinlerinin de kendi Cehennemleri vardır ve bunlar şaşırtıcı derecede benzerdir; Hindularınki milyonları bulurken Budistlerinki sekiz ile birkaç bin arasında değişir. Ancak bunların hiç birinde ruh ebediyen alıkonmaz ve hiçbir din Cehenneme Hıristiyanlık kadar önem atfetmemiş, onu efsane, mit, itikat ve belli bir uzaklıktan belirsiz psikoloji diyebileceğimiz şeyden oluşan yoğun bir katmanla çevrili, fantastik bir yeraltı zulüm krallığı haline getirmemiştir.
Aslında bilgilerimiz teolojik ya da psikolojik olmaktan çok coğrafidir.
Cehennem nasıl tahayyül ediliyor?
Bu düşünceye nasıl gelindi?
Ve topografyası, yüzyıllar boyunca nasıl değişti?
Cehennem, yaratıcı zihinlere her zaman olağanüstü çekici gelmiştir. Şairler ve sanatçılar Cehenneme daima aşırı ilgi göstermiş ve onu kimi tuhaf yollardan keşfe çıkmışlardır. Teolojik açıdan Cehennem artık gözden düştü, ama çoğu insana hâlâ Periler Ülkesi’nden, Atlantis’ten, Valhalla’dan ya da diğer hayali mekânlardan daha “gerçek’ gelir. Bunun nedeni, oldukça hacimli, ağır ve etkin olan eski gelenekler, yaratıcı fanteziler, analitik gerekçeler, katı dogmalar ve yeraltı dünyasının haritasını çıkarmak için süregiden girişimde çok uzun bir süredir binlerce yıldır kullanılan hem basit hem de karmaşık inançlardır. Cehennem’in peyzajı, imgelem tarihindeki en büyük ortak inşa projesidir ve başmimarları da Homeros, Vergilius, Platon, Augustinus, Dante, Bosch, Micheiangelo, Milton, Goethe, Blake gibi yaratıcı devler olmuştur.
Cennet farklıdır. Teologlar, şairler, ressamlar ya da “ölüm eşiği deneyimi geçirenler” onu tarif etmeye çalıştıklarında belirginlikten uzak durma eğilimi göstermişlerdir. (XVIII. yüzyıl spiritüaîisti Emanuel Swedenborg bir istisnadır). Cennet kavramı, cennet kapıları, arpları ve haleleriyle gerçek bir yer olmaktan çok, içgüdüsel olarak Tanrının rahmetindeki ruhun esrikliği ya da erincini anlatmak için yetersiz bir girişim, bir metafor olarak anlaşılır. Günahkârların cezalandırıldığı yer olan Cehennem ise, belki de anlaması daha kolay olduğundan, daima daha gerçek bir yer olarak düşünülmüştür. Cennet tinsel ise, Cehennem, can yakan işkenceleri ve özellikle de tarihinin bazı dönemlerinde aşın derecede ağır atmosferiyle garip bir şekilde tenseldir. Ancak Cehennem ayrıca, Cennet’ten farklı, esrarlı bir merak uyandırıyor gibidir. Tarihin kimi dönemlerinde, kimilerine romantik de gelmiştir.
Cehennemin olası bir radikal boyutu, Hollywood’un onun “eğlence unsuru” olarak niteleyebileceği yanıdır. Ciddi eskatologyanın yanı sıra, öbür dünyaya yıkıcı bir mizahi bakış da hep var olmuş gibidir. Bu kahkaha, asabi olabilir, ama varlığı da inkâr edilemez. Mezarlık mizahı tarihte uzanabileceğimiz kadar eskiye, eski Yakın Doğu'dan bize kalan ilk Ölüler Ülkesi öykülerine kadar geriye gider ve günümüzde de Stephen King'in romanları ve korku filmlerinde yaşamaktadır. Mizah, her zaman da mevcut değildir -kimse Augustinus ya da Milton’a mizahçı deme gafletine düşmeyecektir ama tamamen uzakta da değildir. Hıristiyanlık tarihinin en sofu ve kilise egemen sayılan dönemlerinden ortaçağ ve Püriten Reformasyon’da bile Eğlenceli Cehennem örnekleri vardır.
Cehennemde bulunduğu haller dışında İblis’le ilgili değildir. İblis konusu karmaşık ve geniştir, kötülük ve acının varlığı gibi ciddi sorunlara dokunur. Ancak kötü ruhlar ve prens ya da baş günahkâr olarak İblis ve Demonlar, cehennemi bölgelerin vatandaşları ve hizmetkârlarıdır ve bu nedenle de onlarla cehennemde karşılaşacağız, tabii kimileri prens değil, kraliçe olan diğer yeraltı hükümranlarıyla da.
Yakın tarihlerde Gallup tarafından yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, Amerikalıların % 60’ı Cehennem’e inanıyor ya da inandıklarını söylüyor. Bu oran 1953’de % 52’ymiş. Ancak bunların yalnızca % 4’ü kendilerinin oraya gitme ihtimalleri olduğunu düşünüyor.
Hitler ya da en son seri katil dışında oraya kim gidecek ki?
Hıristiyanlar arasında, siyasi düşmanları, muhalifleri, ateistleri ya da diğer dinlerin inananlarını Cehennem’e göndermek artık siyaseten doğru bulunmuyor, üstelik Freud sonrası çağda “günah” da eskisinden daha tartışmalı bir kavram. Cehennem, Tanrı ya da iblis tarafından biçimlendirilmiş bir yer olarak değil, bir insan yapısı olarak ele alınıyor.
İlk dönemlerinde Kilise’nin biraz nahoş nosyonlarından biri de iğrenç fantezi yani kurtarılmışların sevincinin kısmen lanetlenmişlere yapılan işkenceleri seyretmeye dayandığı fikridir. Birçok resimde kutsanmış ruhlar, düzenli sıralar halinde dizilmiş, ağırbaşlı bir edayla altlarındaki kızgın kaosa gözlerini çevirmiş, Cennet’in ebedi gece TV’sini seyrederler. Cehennem’in tarihini izlemek, kimi zaman en azından bu anlamda kutsanmışlarla özdeşleşmektir. Tüm bu meselede, sanki bir tür sahnelenmiş gerçekdışılık vardır. Ancak çok uzun bir zaman, çok fazla sayıda insan için Cehennem fikrinin, yaşamlarını gerçek anlamda biçimlendiren korkutucu bir gerçekliği olduğunu da unutmamak gerekir.
sh: 9-13

FREUD ÇAĞI

MODERN DÜNYANIN PEYGAMBERLERİ olarak sıklıkla dört isimden söz edilir. XIX. yüzyıl ortalarının entelektüel şoku, Charles Darvin’in (1809-1882), en ileri felsefi fikirleri önemli ölçüde değiştiren bir biyolojik belirlenimcilik kuramını ortaya koyduğu The Origin of Species'in [Türlerin Kökeni, çev. Ömer Ünalan, Onur Yay., 1996] (1859) yayımlanmasıydı. Dışa doğru genişledikçe zaten çatlamaya başlamış olan mekanik evren, organik mücadelenin, jeolojik zamanın çok gerilerine uzandığının görülmesiyle hemen parçalandı. Tanrının gücünü ve iyiliğini gösterdiği düşünülen uyumlu tasarım, artık bir dizi bireysel cinsel başarının sonucu gibi görülüyordu. Bu, ateizmi ve ahlâksızlığı ima eden nahoş bir düşünceydi ve birçokları hem bundan hem de Tanrı’nın suretinde bütün olarak yaratılmak yerine kendimizin de maymunlardan ya da maymunsulardan türediğimiz ihtimalinden büyük rahatsızlık duydu (ve hâlâ da duyuyor). Kimileri de bu yeni İncili ilerlemenin kesin bir işareti, doğa ve insanlığın ileri ve yukarı doğru gittiği ve gidebileceğinin bir kanıtı olarak selamladı.
Hatta daha öncesinde, 1848’de Karl Marx (1818-1883), Manifest der Kommunistischen Partei'yi [Komünist Manifesto, çev. Levent Kavas, İthaki yay., 2003] yayımlamıştı, ancak daha etkili olan ve Friedrich Engels tarafından yayıma hazırlanan Das Kapital [Kapital, çev. Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997] yüzyılın sonunu bekleyecekti. Marx, dini tarihsel olarak sömürü ve tiranlığı destekleyip koruyan bir oyalama, “halkın afyonu” olarak tümüyle bir kenara attı. İlerleme özel mülkiyet, sınıf farklılıkları, adaletsiz iş bölümü ve ücretlerle birlikte dinin de ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu.

Bu fikirler, XX. yüzyılın büyük ulusal kazanlarında sınanmadan önce, karşı konulamaz bir entelektüel ve insancıl argüman sundular.
Friedrich Nietzche (1844-1900) ilerlemeye, özellikle de zorlama eşitlikçiliğe inanmıyordu. Ona göre, insanoğlu zaten fazlasıyla ve konformist ve vasattı ve Hıristiyanlık da insanları tuhaf doğaüstü tehditlerle hizada tutmak için alçakça kullanılıyordu. Naziler tamından sürekli amacından saptırılan Übermensch ya da “üst insan”, Nietzche için istenci olan ve uyumluluğa (Örgütlenmiş din dahil, özellikle faşizmi andıran herhangi birşeye) karşı direnme gücüne sahip, kendi yüksek kişisel etik standardını koyan bireydi. Goethe, Nietzche’nin gerçek “üstün insan” örneğiydi. Zamanın şairleri gibi, Nietzche de yüce ya da “Dionysos”a özgü neşeyi, “Apollonvari” güzellik düzeninin ötesinde bir şey olarak göklere çıkardı.
Ancak Cehennem'e modern bakış açısından, Sigmund Freud (1856-1939) merkezi önemdedir. XIX. yüzyılda metaforik ya da “şiirsel” düşünce ilerlemişti, ama Freud’un zihinsel topografıye yönelik cesur savları, karanlık bölgelere yeni ışık tuttu ve modem söz dağarcığını kalıcı ve önemli bir şekilde değiştirdi. İlahi takdire karşı özgür istenç sorunları, ilkel İd’in Ego ve Süperego ile mücadelesiyle boğuşan bir çağ için talidir. Artık İlk Günah yerine anksiyeteden, sınırlamadan, bastırmadan ve Oidipus kompleksinden söz ediyoruz. ancak, takipçilerinin birçoğunun aksine Freud da Augustinus gibi, tüm bunları cinsel eyleme bağlamakta kararlıydı.
Freud, kurumsallaştırılmış nevroz olarak gördüğü dine karşıydı. Az çok mistik zihinsel eğilime sahip olan genç meslektaşı Carl Jung (1875-1961) ise onunla bu konuda da ayrı düştü ve bireye olduğu kadar türe de ağırlık veren arketip figürlere dayanarak kollektif bilinçdışı kavramını geliştirdi. Bilinçaltının bastırılmasından kaynaklanan umutsuzluğa Gölge adını verdi. Jung’un sanatçılar ve yazarlar üzerindeki etkisi, Freud’unkinden de büyük olabilir; onlar Gölge’yi kesinlikle anlarlar.
Cehennem, yok olmadığı gibi, XX. yüzyılın en önemli ve yaygın metaforlarından da biri oldu. John Bünyan bile, eski vaazdaki Cehennem Batağı’nı, Çarmıh Yolcusu'nda Umutsuzluk Batağı’na çevirirken bir düzeyde ne yaptığını biliyordu. Ancak bu, Freud ve Nietzche’den derinden etkilenen ve Doktor Foustus' u (1948) takıntılı ve umutsuzluk içindeki müzisyen kahramanının çıldırdığı Hitler Almanyası’nda işleyen Thomas Mann gibi entelektüel bir yazarınkinden tümüyle farklı bir düzeydi. Fyodor Dostoyevski (1821-1881). iyiyi ve kötüyü, aklıbaşındalık ve deliliği incelediği bir dizi güçlü romanla, demonik imgelemi zaten gerçekçi yazına sokmuştu; Nietzche'nin Tanrı'nın Ölümü savını, hiç kimse, Karamazov Kardeşlerdeki [çev. Ergin Altay, İletişim Yay., 20011 İvan'dan daha güçlü ifade etmemiştir.
Modern yazarlar, Cehennem metaforunu büyük bir düş gücüyle, birçok şekilde kullandılar. İronik fantazmagori [yok ama var , var ama yok kavramıdır. örnek: sanal dünya vardır ama öyle bir dünya
yoktur. ] yaygındır. Goethe’nin Faust’unun 11. bölümü, James Joyce’un Ulysses'inin (1922) [çev. Nevzat Erkmen, YKY., 2004] “Gece kenti” ya da yeraltı genelev bölümüne ve oradan Mann’ın Doktor Faustus'una, William Gaddis’in The Recognitions'ına (1955) ve Cehennemden çok iblislerle ilgili olsa da Salman Rushdie’nin The Safanic Verses'a vardı.
Sıklıkla bir vahşi orman ya da savaş bölgesi olan tehlikeli topraklara yapılan dürüst bir yolculuk, bir iç yolculukla da koşut olabilir;
Joseph Conrad'ın romanı The Heart of Darkness (1902) [Karanlığın Yüreği, çev. Sinan Fişek. İletişim Yay., 1997], bunun iyi bilinen bir örneğidir. Ancak Francis Ford Coppola, bu romanı 1979’daki filmi Apocalypse Now’da [Kıyamet], döneme uyarlayıp Vietnam Savaşı’nın ortamında işlediğinde, II. Dünya Savaşı sonrası dönemine çok doğal görünen fantazmagorik bir tekniği seçti.
Joseph Heller, Catch-22yde, Günler Grass Die Blechtrommet’de (Teneke Trampet, çev. Kamuran Şipal, Gendaş Kültür, 2000], Jerzy Kosinski Painted Bird'de [Boyalı Kuş, çev. Aydın Emeç, E Yay.. 2001] ve J.M. Coetzee The Life and Times of Michael K'de [Michael K. Nasıl Yaşadı?, çev. Beril Eyüboğlu, Adam Yay., 1986] aynı tekniği kullandılar.
Benzer olarak, bir savaş resmi de olsa Picasso’nun ıstırap içindeki Guernica’sı da (1937) doğrudan bu gelenek içinde, açıkça bir Cehennem resmidir.
Auguste Rodin (1840-1917). Cehennemin Kapılan eseri üzerinde yıllarca çalıştı. Hiçbir geleneğe bağlı kalmadı ama bu. Dante'den, Ugollno'nun bir kabartmasıdır.

Bir tür entelektüel Cehennem de vardır. Don Juan in Hell’ de George Bernard Shaw, Don Juan oyunlarındaki geleneksel erdem figürü Komandatore’yi, Cennet’i fazla simetrik ve ciddi bulduğu için Cehennemce gönderir. Jean Paul Sartre’ın Çıkış Yok'unda ise insanlar birbirlerini ebediyen bunaltırlar.
Cehennem’in diğer bir modem görünümü de ilk olarak Robert Browning’in “Çocuk Roland karanlık kuleye geldiğindeki “aç adi doğa“da ortaya çıkan çorak topraklardır. Browning, şiirdeki umut kırıcı kabus imgeleminin nereden kaynaklandığını ya da ne ifade ettiğini bilmediğini iddia etti, oysa T. S. Eliot, aynı imgelemi Wasteland'da (1922) [Çorak Ülke, çev. Suphi Aytimur, Adam Yay., 1990J kullandığında daha iyimserdi. Tüm gelenekten yararlanan ve aynı zamanda ona bir şeyler de katan Eliot, büyük chthonic (öte dünyacı) şairlerden biridir. Onunki, bitkinlik ve bunalım Cehennemi, kıraç bir boşluktur burada kalbin ve anlamın boşluğunun vardığı nokta “dönekler geçidi, ölü adamlar orada yitirmişti kemiklerini”dir. Buraya, diğer şiirlerinde de geri döner. Bunların başında, epigrafinı Karanlığın Yüreği'nden alan “The Hollow Men” (1925) [Sığ İnsanlar] ile yeraltına yolculukta rehberi, esas olarak Dante ve yakın tarihlerde ölen Yeatsinkiler olmak üzere ‘“tanıdık bir terkip hayalet” olan Four Quartets’in [Dört Dörtlük) sonuncusu “Little Gidding” (1942) [Küçük Sersem] gelir.
Bu varoluşsal çoraklık ya da yakınındaki küçük arazi de, bana kalırsa, Samuel Beckett’in neredeyse tüm roman ve oyunlarındaki kahramanların süründükleri ya da aylak aylak dolandıkları veya, Dante’nin bir bolgia'sının sakinleri gibi, boğazlarına kadar gömüldükleri yerdir. Kafka’nın arazisinden de çok uzakta değildir. Hatta, J.R.R, Tolkien’in fantezi üçlemesi The Lord of (he Rings'de [Yüzüklerin Efendisi, çev. Çiğdem Erkal İpek, Bülent Somay, Metis Yay., 200İJ Karanlık Efendi’nin gücünün kanıtı, neredeyse nükleer bir katliam sonrasının çölü gibi, grotesk figürlerle dolu, afet sonrası bir yerdir.
Başka kitaplarda, ya depresyon ya da şizofreni olmak üzere, delilikle Cehennem arasında etkileyici bir bağlantı kurulur, ki bu kitapların bazıları roman türünde değildir. Hannah Greenberg, ünlü şizofreni romanı / Never Promised You a Rose Garden'da [Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, çev. Nesrin Kasap, Metis Yay., 1996] parlak bir Miltonvari imgelem kullanmıştır. Mark Vonngut, The Eden Express'te kendi uyuşturucu ve şizofreni devresini anlatmıştır. Yaklaşık olarak yüzyılın ortalarında, İngiliz psikoanalist R. D. Laing, uyuşturucunun yardımıyla ya da onsuz, bile isteye deliliğe inmenin ya da düşmenin ruha yararlı olabileceğini önerdi; bu işlem, Doris Lessing’in birçok romanında. Özellikle de Briefing for a Descent into Hell’de karşımıza çıkar. Sinema ya da televizyonda Cehennem çoğunlukla gotik ve Önemsizdir, sahne tasarımcıları ve özel efektçiler açısından gösteriş yapmak için bir fırsattır. Metafor, sinemada iyi tasarlanıp uygulanabilir Jean Cocteau'nun Orphee'si (1949) ve Marcel Camus'nun Noir Orpheus'u (1959) gibi iki harika Orpheus filmindeki gibi ama ticari film stüdyoları genellikle bundan kaçınıyor. Eski temayı çarpıcı bir biçimde ele alan ticari filmlerden biri, aktris Sigoumey Weaver’in, bir uzay çağı inanna’sı olarak, canavarımsı bir Ereşkigal’in elinden bir çocuğu kurtarmak üzere ürkünç bir Cehennenfe iniş macerası olan Aliens'dır (1986). Eğlendirici yaramaz zebanileriyle komik cehenneme, çoğunlukla karikatür ya da çizgi filmlerde rastlarız. Stanley Elkin’in kara mizah türündeki romanı The Living End (1979), tümüyle, en geleneksel ortaçağ ürkütücülüğündeki bir Cehennem’de geçer sade ama ustaca bir hile.
Cehennem, Özellikle de “Ölüm eşiği deneyimleri” ne ilişkin araştırmalar sürdükçe, büyük olasılıkla, dinsel öğretiden yavaş yavaş silinmeye devam edecek. Ancak, Mezopotamya'daki günlerinden bu yana sıkça ve dikkate değer bir şekilde değiştiği gibi, değişimini sürdürecek olsa da esnek bir metafor olarak kaybedilemeyecek kadar değerlidir.
Sh: 293-296
Kaynak: Alice K. TURNER, Cehennemin Tarihi, Kitabın özgün adı: The Histary of Hell, İngilizceden çeviren: Ayhan Sargüney, Yayıma hazırlayan: Nilgün Bayram, Ayrıntı, 2004, İstanbul





























































































BAŞA DÖN

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar