Print Friendly and PDF

SOYKIRIM ENDÜSTRİSİ

Bunlarada Bakarsınız


Kitaptaki en önemli cümlelerden biri şöyle: “Bir kefaret ödenmesi için işlenen suçun illâ ki tiksindirici bir suç olması gerekmez.” Bu ifade be­ni ‘Soykırım Endüstrisi’nin benzer bazı katliamla­rın insanların gözündeki önemini yitirmesine yol açıp açmadığını düşünmeye itti. Bahsettiğim Ruanda ve Bosna gibi örnekler. Bazı Yahudi din adamları buralarda işlenen insanlık suçlarının Soykırım olarak anılmasına içerlemişlerdi. Soykı­rım kelimesinin politik bir tanımı var mıdır? Bu tanım bahsettiğimiz endüstrinin çalışmasına na­sıl yardımcı olur?
Soykırım dogmasının merkezindeki unsurlardan birisi Nazi soykırımının ‘eşsiz’ olduğu inancıdır. Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı’nda tarihte bir benzeri daha olmayan bir felâ­ket yaşadıklarına inanılır. Bu iddiayı destekleyecek hiçbir bul­gu yoktur oysa. Evet, kabul etmek gerekiyor ki, Nazi soykı­rımının belli bazı yönleri son derece ‘özel’di: toplu imha merkezleri buna bir örnek olarak gösterilebilir. Fakat aynı uygulamalardan Çingeneler ve özürlüler de fazlasıyla nasip­lerini almışlardı. Ve unutmamak gerekir ki, diğer toplu imha hareketlerinde de benzer ‘kendine özgü'lükler vardır. Örne­ğin atom çağını başlatan olay Hiroşima’dır. Oysa Soykırım dogması kendi kategorisinin tek örneği olduğunu düşünür ve diğer insanların çektikleri zulümlerle karşılatırılmak istemez.
Dahası, Soykırım’ı başka bir soykırımla kıyaslamak bile onu inkar etmekle eş değer tutulur. Bu tutum gerçekle hiçbir ala­kası olmayan tamamıyla ideolojik bir tutumdur. Telaffuz edil­meyen mesaj şudur aslında: Yahudiler son derece kendine özgü bir zulme uğradılar, dolayısıyla özel ahlaki bir muafiyet­leri olmalıdır. Daha da özele inildiğinde bunun anlamı şudur: İsrail geleneksel ahlaki standartlarla değerlendirilmemelidir.
Kitabınızda şöyle diyorsunuz: “Soykırım en­düstrisi Almanya’ya, hem ahlaki hem de resmi açıdan Yahudi köle işçileri tazmin etme sorumlu­luğunu yüklemiştir.” Evet, daha sonra da değin­diğiniz gibi, Alman toplama kamplarının hâlen hayatta olan kurbanlarına tazminat ödendi, hat­ta bu kurbanlardan bazıları Alman hükümetin­den bütün yaşamları boyunca maaş aldılar. Peki, Soykırım Endüstrisinin uluslararası hukuk üze­rinde büyük bir etki yaptığını ve belki de savaş tazminatı anlayışımızda yeni bir örnek meydana getirdiğini söylemek mümkün mü? Soykırım En­düstrisinin ürettiği bu resmi paradigmaların hak­ları ihlal edilmiş diğer gruplar tarafından da kul­lanılabileceğine inanıyor musunuz? Bütün bu pa­radigmalar soykırımlara karşı bir kalkan görevi görebilir mi?
Alman hükümeti 1950’lerden beri onlarca milyar dolar savaş tazminatı ödedi. Zaten bu bile diğer mağdur gruplar için bir örnek teşkil edebilir. Fakat burada esas önemli olan gözlerimizin önündeki bu örnek değil. Önemli olan güç. Vi­etnam hiçbir savaş tazminatı alamadı, çünkü güç Ameri­ka’nın elindeydi. Dahası, Amerika’da gündeme gelen tek ahlaki sorun VietnamlIların kendi yaptıklarından dolayı özür dileyip dilemeyecekleri sorusu olmuştur. Buradan çıkan so­nuç şu: bugünkü soykırım tazminatı anlaşmaları geçmişteki günahların bir kefareti olmak gibi bir fonksiyon icra etmiyor. Bütün bu anlaşmalar bir dolandırıcılıktan başka bir şey değil­ler. Mesela Soykırım Endüstrisinin İsviçre bankalarından ta­lep ettiği meblağlar ya tamamıyla yanlıştır ya da gerçek bir riyakarlık örneğidir. Dahası, Avrupa hükümetlerinin ödedik­leri bu paraların çok büyük bir kısmı Soykırım kurbanlarına değil çeşitli Yahudi organizasyonlarının'kasalarına gidiyor.
Bugün pek çok kişi, Yahudilerin bütün bir ya­zılı tarihleri boyunca Avrupa’da kötü muamele ve zulüm görmüş oldukları gerçeğinden yola çıka­rak, İsrail’in Yahudiler için ‘güvenli bir sığmak’ olarak kurulmuş olduğuna inanır. Diğerleri de, İsrail’in bugün belki de bilinçaltımıza kazınmış olan “Yahudilerin kendilerine ait bir toprağa sa­hip olmaları gereken ve uluslararası toplumun uymakla yükümlü olduğu ahlaki ve kanuni yü­kümlülüklerden muaf bir ‘seçilmiş halkolduğu” inancından yola çıkarak kurulmuş olduğunu söy­lüyor. Kitabınızda Charles Silberman’m A Certa- in People: American Jews and Their Lives Today [Belli Bir Halk: Bugünün Amerikan Yahudileri ve Yaşamları] adlı kitabından yaptığınız alıntılarla bu Yahudi üstünlüğü meselesine de biraz değini­yorsunuz. Silberman’m şu sözlerini iktibas etmiş­siniz: “Eğer Yahudiler jbu üstünlük iddiasından tamamıyla vaz geçselerdi normal bir insan sevi­yesinin de altına düşerlerdi” ve “bastırmak için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar Yahudilerin üs­tünlük fikrinden tamamıyla arınmaları son dere­ce zordur.” Sizce İsrail bir‘güvenli sığınak’ mı yoksa bir ‘ırkçı devlet’ mi? Neden hem medeni ka­nunlarında ve hem de ahlaki prensiplerinde ırk­sal ve dinsel ayrımcılığa karşı çtktığı söylenen Birleşik Devletler ‘sadece Yahudilere ait’ bir dev­let fikrine arka çıkıyor?
İsrail’i Yahudiler için bir güvenli sığınak olarak kabul et­mek zor. Samimi olmak gerekirse, bugün dünya üzerinde Ya- hudilerin kendilerini güvenlikte hissetmeyecekleri pek az yer vardır. Eğer Amerika bir gün İsrail’in kendisi için bir sorum­luluk teşkil etmediğini karar verir ve İsrail’le olan bağlarını koparırsa, orada yaşamakta olan Yahudilerin kaderleri daha da büyük bir tehlike içine girecektir: bunun sebebi bütün bir dünyanın Yahudileri öldürmek istemesi -ki bu Soykırım dog­masının bir parçasıdır- değil, İsrail’in izlediği politikalarla kendini bütün dünya toplumlarından uzaklaştırmış olmasıdır. Temelde Birleşik Devletler İsrail’i destekler çünkü milli çıkar­ları bunu gerektirir. 1967 yılından önce Birleşik Devletler’in İsrail’le bugün olduğu kadar yakın ilişkileri yoktu. (İsrail’in o yıllardaki hamisi Fransa’ydı, ç.n.) İsrail’in Haziran 1967 sa­vaşında önemli bir askeri güç olduğunu kanıtlamasından ve Amerika’nın Üçüncü Dünya Arap türedilerini yeni bir düzen­lemeye sokmaya karar vermesinden sonra Birleşik Devletler İsrail’i stratejik açıdan önemli görmeye başlamıştır. Kuşku­suz, meşhur Yahudi Lobisi gibi bazı başka faktörler de vardır, ama ben esas unsurun strateji olduğunu düşünüyorum.
Başkan Clinton’un Soykırım Endüstrisine yaptığı katkılara ve İsrail’e verdiği ‘kayıtsız şart­sız desteğe’ değinelim biraz da. Sizce bu tama­mıyla politik bir tavır mı, yoksa Clinton da Soykı­rım Endüstrisinin o yılların gençlerine yönelik sempati kampanyalarının bir kurbanı mı? Bu ko­nuda daha da objektif düşünebilecek bir kuşağın gelecekte varolabileceğni düşünüyor musunuz?
Clinton yönetiminin Soykırım Endüstrisinin bir askeri gibi kullanılmasına neden göz yumduğu sorusunun cevabı pek net değil. Düz bir mantıkla düşünürsek, dünya Yahudi Kongresi’ne verilmek için milyarlarca dolar toplama uğruna Birleşik Devletler hükümetinin İsviçre’nin uluslararası arena­daki statüsü ile oynaması, Almanya’dan uzaklaşması, Polon­ya’yı tehdit etmesi ve bunun gibi tavırları Amerikan çıkarları ile örtüşmüyor. Uygun bir açıklama Clinton yönetiminin, Demokrat Parti ’nin Edgar Bronfman (ki kendisi Dünya Yahudi Kongresi’nin başkanıdir) gibi finansörlerine olan minnet bor­cunu ödemesi olabilir. Benzer bir açıklama da Yahudi oyları­nı kendi tarafına çekme niyetidir. Fakat bütün bu saydıklarım spekülasyonlardan ibaret. Konuyu sistematik bir biçimde araştırmadım.
Soykırım Endüstrisi retoriği Filistinliler ile Fi­listin Topraklarındaki Yahudiler arasındaki ilişki­leri nasıl etkiledi? İsrail devletinin karakteri ile Soykırım mantalitesi arasında benzerlikler görü­yor musunuz? Soykırım Endüstrisi barış için bir engel teşkil ediyor mu?
Soykırım İsrail devletinin elinde Filistinlilere karşı ger­çekleştirdiği savaş suçlarını meşrulaştırmasını sağlayacak tek ideolojik silahtır. Eğer bu Soykırım silahı olmasaydı, İsrail politikalarının savunulmazlığı açıkça günyüzüne çıkacaktı. Filistinliler diğer işgal altındaki halklardan tamamıyla farklı ahlaki normlara sahipler. London Observer’ın başyazısında geçen günlerde değinildiği gibi, “eğer Filistinliler zenci olsa­lardı bugün İsrail devleti ekonomik yatırımlara maruz parya bir devlet olurdu... İsrail’in Batı Şeria’daki kurumlaşması ve yerleşimleri bir apartheid politikası olarak kabul edilecekti.” (15 Ocak 2000) İsraillilerin (ve Amerika’daki Yahudi destek­çilerinin) Soykırım silahı ile baştan çıkarıldığına hiç kuşku yok. Dahası, Soykırım bilincinin Yahudiler üzerindeki etkisi tamamıyla olumsuz olmuştur. Bu bilinç Yahudilerin sahip ol­dukları küstahça kibrin, sorumsuzluk duygusunun (Kimse bi­zim çektiğimiz acıları çekmedi... kimsenin bizim hakkımızda bir hüküm verme hakkı yok) ve paranoyanın (bütün bir dün­ya Yahudileri öldürmek istiyor) tek sebebidir.
Yahudi topluluklarının rebabilitiasyonu için toplanan paraların ‘düzenli bir şekilde Arap dün­yasındaki Yahudi cemaatlerine kanalize edildiğini’ söylediniz. Bu para nasıl kullanıldı? Bu paranın tam olarak ne kadar bir kısmının bu cemaatlere ulaştığını biliyor musunuz? Bu paranın aynı za­manda Doğu Avrupa’dan gelen Yahudi göçünü fi­nanse etmek için kullanıldığını söylüyorsunuz. Bu göç esas olarak Batı’ya mıydı yoksa İsrail’e miydi?
Soykırım tazminatı olarak ödenen paraların Yahudi or­ganizasyonlarınca nasıl kullanıldığını tam olarak değerlendir­mek zor. Büyük kısmının Arap dünyasındaki (Kuzey Afrika ve diğer bölgelerdeki) Yahudi cemaatlerine gittiği söyleniyor. Buralara gönderilen bu paralara ne olduğunu söyleyemem. Diğer büyük bir kısmın da Doğu Avrupa’daki Yahudi cema­atlerine ayrıldığı ve burada göçlerin finanse edilmesi gibi bir amacın olduğu iddia ediliyor. Bu göçlerin ne zaman gerçek­leştiği -ve dahası sözkonusu paraların bu göçleri finanse et­mek için kullanılıp kullanılmadığı hususu- hâlâ pek net değil. Bu Yahudi organizasyonları kapalı kutulara benzerler.
Bu noktada Endüstriyle ilgili öncelikle ilgilen­diğiniz konular neler? Sizce olumsuz etkileri ter­sine çevirebilir mi?
Bu kitabı yazarken esas amacım Nazi soykırımını ahlaki ve tarihsel bir sorgulama çerçevesinde rasyonel olarak ele al­maktı. Nazi soykırımı Soykırım Endüstrisinin elinde bir silah olarak kullanıldığı sürece bu tarihsel tecrübeden bir şeyler öğrenebilmek imkansızdır. Son yıllarda Soykırım Endüstrisi Nazi soykırımını Avrupa’yı karıştırmak için bir araç olarak kullanmaya başladı. Böylelikle Soykırım Endüstrisi Avru­pa’daki antisemitizmin en büyük kışkırtıcısı haline geldi. Da­hası, tazminat rakamlarını artırmak için soykırımdan kurtu­lanların sayısını sürekli artıran Soykırım Endüstrisi bugün Soykırım’ı reddeder bir noktaya geliyor. Rahmetli annem şöyle derdi: “Eğer Soykırım’dan sağ olarak kurtulduğunu söyleyen herkes doğruyu söylüyorsa bu Hitler kimleri öldür­dü?”
Tekrar Filistin’deki Yahudiler ile Araplar ara­sındaki ilişkinin doğasına dönecek olursak, de­vam eden çatışmada dinin rolünü de hesaba ka­tarak, Soykırım dogması bağlamında kutsal böl­gelerle ilgili egemenlik haklarının önemi hakkın­da yorumunuz nedir?
Belki biraz safça gelecek ama İsrail ile Filistin arasında­ki çatışmada dinin bu kadar belirleyici bir rol oynadığına inanmıyorum. Bu, yerli halk ile onları yerlerinden etmek is­teyen yabancı yerleşimciler arasındaki klasik çatışmanın açık bir örneği. İngiliz yönetimindeki Filistin’nin büyük bölümün­de -ki bu bölüm daha sonra İsrail toprakları olan %80’Iik bö­lümdür- yerleşimciler başarılı oldular ve bugün bölgedeki ça­tışma bir haklar çatışmasına dönüşmüş durumda: İsraillilerin işgal hakkı ve bunun karşısında da Filistinli mültecilerin geri dönme hakkı. Batı Şeria ve Gazze’de ise hâlen tarihsel süre­cin belirli bir noktasında bulunuyoruz. Yahudi yerleşimciler daha tam olarak kök salamadılar; ve yerli Filistin halkı da da­ha tamamen sürülemedi. Her halükarda, çatışmanın doğru ve yanlışları hakkında yargıda bulunulurken rasyonel kriter­lerin kullanılması gerektiğini düşünüyorum. İsrailliler kökten- dinci ve irrasyonel argümanlarla bu savaşı mistikleştiriyorlar. Eğer bu argümanları doğru olarak kabul edecek olursak, adalet temelinde rasyonel bir çözüme ulaşmamız imkansızla­şır. Ve güç tek karar mekanizması haline gelir. Büyük oran­da galip taraf olmasından aldığı güçle İsrail savaşı irrasyonel ve dinsel argümanlarla açıklamaya devam ediyor.
Bu mülakat için size çok teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ederim.
(İngilizceden tercüme eden: Yusuf Said Müftüoglu)

Alıntı: SOYKIRIM ENDÜSTRİSİ, Norman G. Finkelstein, Türkçesi: Erkan Saka Gökçe Kaçmaz, Söylem Yayınları: 3 İnceleme  Araştırma Dizisi: 2, 2001, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar