Print Friendly and PDF

KUT'UL KULUB 14

Bunlarada Bakarsınız






Allah Teala buyurdu ki: "İçinizdeki bekârları, köle ve cariyeleriniz­den evlenmeye uygun olanları evlendirin, eğer
fakir iseler, Allah onları lütfü ile ihtiyaçlarını giderir. Çünkü Allah Geniş'tir, herşeyi hakkıyla Bilen'dir". (Nur/32)
Allah Teala, evlenme ihtiyacı olanlara evlenmeyi emrederken, kendisini koruyabilenleri özendirmiştir. Evlilik ihtiyaç olması du­rumunda farz iken, ihtiyaç duyulmadığı şartlarda sünnettir. Allah Teala, evlenecek kimselere ihtiyaçlarını karşılamayı da taahhüt et­miştir. Evlenecek kimsenin zengin olması, fakirin fakir iken duy­duğu ihtiyacım gidermesi şeklinde ihtiyacının giderilmesine mani değildir. Zengin ecir bakımından fakir olabilir. Allah Teala da ken­disini ecir bakımından müstağni kılar. Hüküm bakımından fakir olanı ise olumlu hüküm vererek müstağni kılar. Kişi, dağınıklık, yi­tiklik, evsizlik ve eşyasızlık gibi hususlarda fakir olabilir. Onu da bunları varederek müstağni kılar.
Allah Teala, bu taahhüdünü ilgili ayetin son kısmıyla teyid et­miştir: "Çünkü Allah Geniş'tir, herşeyi hakkıyla Bilen'dir". (Nur/32) Yani Allah Teala, onların her türlü fakirliğini giderecek kadar geniş bir zenginliğe sahiptir. İnsanlara düşen kendi halleriyle meşgul ol­maktır. Mertebe ve derecelerine göre hallerinin İslahı bilmedikleri bir şekilde gerçeleştirilecektir.
Hasan el-Basri (ra) Ebu Said el-Hudri'den (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Resulü (sav), buyurduki: Geçim korkusuyla evliliğe yanaşmayan bizden değildir". Yine O, başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Dindarlığından ve emanet duygusundan emin ol­duğunuz biri geldiğinde onu evlendirin. Böyle yapmazsanız yeryü­zünde fitne ve büyük bir başıboşluk doğar".[1][1] Bir başka hadis de şöyledir: "Her kim Allah için nikahlar ve Allah için nikahlandırırsa Allah Teala'nın velayetini -dostluk ve korumasını- haketmiş olur". Bu, Allah Teala'nm velayetinin kazanılabileceği hallerin.en aşağı-sıdır. Çünkü velayet, bir çok makamdan oluşur ve her makam için de belli bir amel sözkonusudur.
Konuyla ilgili olarak Bişr (ra) hakkında şöyle bir hadise rivayet edilmiştir: Bir keresinde Bişr'e (ra), 'Halk senin hakkında konuşup duruyorlar1 denilmişti. O da, 'Ne konuşuyorlar ki?' diye sormuştu. Onlar da, 'Sizin evlilik sünnetini terketmiş olduğunuzu söylüyor­lar1 dediler. Bişr'in (ra) cevabı şöyle oldu: Ben, sünneti farz için ter-kediyorum' dedi. Yine o, bir keresinde de şöyle demiştir: Bana en­gel olan, sırf Allah Teala'nın şu buyruğudur: "Kadınlar için sorum­lulukları kadar hakları da vardır". O, şöyle derdi: Eğer bir tavuğa bakacak olsam, köprünün üzerindeki cellat gibi olmaktan endişe ederdim.
Bişr'e bu sorunun sorulduğu ve cevabın alındığı tarih Hicret'in ikiyüz yirminci yılıydı. O devirde öyle olunca yaşadığımız şu devir­de ne yapmak gerekmez ki? Onun devrinde hem helal daha çoktu hem de evlenilebilecek temiz kızlar mevcuttu.
Yaşadığımız zamanda (Hicri IV. asır) fitneye düşmekten emin olan ve nefsinin günahlara sevketmediği bir mürid için evlenme­mek daha hayırlı olabilir. Kafasından kadınlarla ilgili düşünceler geçmeyen, kalbi yoğunluğu kadınlar sebebiyle dağılıp bozulmayan, bu tür düşünceler kendisini hizmet yoluna yönelmekten alıkoyma­yan, fikir alışverişini sürdürüp nefsiyle kadınlar hakkında konuş­mayan, gözü yasaklara kaymayan ve beyni onu istila edecek bir şehvetle tanışıp kaynaşmamış bir mürid için de evlilik tavsiye edil­meye değmez.
Cinsellikle ilgili günahların başı, erkek cinselliğinin işleyeceği bir takım kuruntu ve düşüncelerdir. Buna fikir yoğunlaşmasıyla doyurulan kalp şehveti denilebilir ve bu konudati günahların ilkderecesidir. İkinci günah, erkeğin cinsellik uzvunun harekete geç­mesi ve kişinin eliyle tutulmaya ve kurcalanmaya başlamasıdır. Üçüncü günah kalpte şehvetin yer etmesidir. Dördüncü günah, şehvetin cinsellik uzvundan taşmasıdır. Cinsellik uzvuna sağ elle temas etmek mekruhtur.
Yukarıda naklettiğimiz hususlar gerçekleştiği takdirde kalp hu­şu halini terkedecek ve eksilmeye başlayacaktır. Kul bu duygu ve şehvetlerden etkilenmediği takdirde kendisi için halvet en güzel mekandır. Halvette varlığın lezzetiyle tanışacak, yaptığı muamele­nin tadına varacaktır. Sürekli nefsine yönelecek ve kendi hali ile meşgul olarak başkalarının halleriyle ilgilenmeyecektir. Böyle biri­nin halinin başkasından beklenmesi, kendisinin eksilmesine veya o kimsenin başka hükümlere tabi olmasına yol açabilecek ve o kim­se de bunu başaramayacaktır. Bu durumdaki mürid, kendi şeyta-myla beraber başka bir şeytanla daha uğraşmış ve kendi nefsine başka bir nefs daha katılmış olacaktır. Onun nefs mücahedesinde, nevasına ve düşmanına karşı sabrında gösterdiği çok zorlu bir ça­ba vardır.
Evliliğin tercih edilmeyişinin sebeplerinden biri de, kazanç ka­pılarının iyice bozulmuş olmasıdır. Bunların bir çoğunda günah iş-lemeksizin geçimlik kazanmak imkansız hale gelmiştir. Bilinçli bir müslüman olarak kazancının nereden kazandığının ve nereye har­cadığının hesabını vermekle mükellef olacaktır. Eğer kazancı hela­linden değilse bu kazanç onun aleyhine yazılacaktır. Hevası uğru­na harcananlar da lehinde yazılmayacaktır. Bu noktada kadınların büyük çoğunluğu dini duyguları ve salahları bakımından kusurlu­durlar. Bunlara hakim olan hal cehalet ve hevadır. Evlenen birinin bunların boyunduruğu altına girmesinden emin olunamaz. Hevası-nı tatmin için girdiği bu cendere ahiretini kaybetmesine yol açabi­lecektir. Ama onları yanıltıp oyalayarak boyundurukları altına gir­memesi ve bu suretle dünya hayatını çekilmez hale getirmesi de
muhtemeldir.
Hasan el-Basri (ra) konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: Allah'a yemin ederim ki bu zamanda hanımının bütün arzularına boyun eğen kimseler Allah Teala tarafından cehenneme atılacaklardır.
Evlilik konusunda bir diğer boyutta zenginlerin durumudur. Zenginler, fakirler karşısındaki cimrilikleri sebebiyle zulüm işleyen zalimler konumundadırlar. Onlar fakirlerin haklarını yerine getirmekte kusur etmekte ve üzerlerine düşen mesuliyetleri ifa et­memektedirler. Evlenmek isteyen kimse fakir ise, büyük zorluk, sı­kıntı, çaba ve dertlerle karşılaşacak, geçim meselesinden dolayı bir takım afetlere maruz kalmaktan kurtulamayacaktır.
İbni Ömer'e (ra), imtihanın en ağırı sorulduğunda şöyle demiş­tir: Paranın az, geçindirilenlerin çok olması! Selef-i Salih'ten bir zat da şöyle demiştir: Ailenin küçük oluşu iki zenginlikten biri iken, ailenin kalabalık oluşu iki fakirlikten biridir. Çoluk çocuğun fazla oluşunun, helal şehvete gem vurulmayışmın, hırsın da yeter­den fazlasını istemenin cezası olduğu söylenmiştir. Bunlar da tev-hid ehlinin cezalarıdır.
Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmiştir: "Yalnızlık, kötü eş­ten daha hayırlıdır". Bundan anlaşılan salih eşin yakini imana sa­hip oluşudur. Halbuki eşlerin çoğunda yakini iman şüphededir. Ka­dınların büyük çoğunluğu, gerek arzuların baskın gelmesi, gerekse dünya sevgisinin fazla olması sebebiyle salah ve istikametten uzaktırlar. İlgili bir rivayette şöyle buyrulmaktadır: "Kadınlar ara­sındaki salih kadın, kargalar arasında göğsü beyaz olan karga gi­bidir". Lokman (as) da oğluna vasiyetinde şöyle demektedir: Ey oğul, kötü kadından sakın! Öyle bir kadın, seni erkenden kocatır. Kadınların kötülerinden de sakın! Onlar asla hayra çağırmazlar. Sen kadınların hayırlısı karşısında dahi tetikte ol!
Allah Resulü (sav) de bir hadisinde hanımlarına şöyle buyur­maktadır: wEy hanımlar, sizler Yusuf peygamber'in (as) karşısına çıkanlar gibisiniz. Ebu Bekir-i Sıddık (ra) sizi imametten çevirdi­ğinde hevaya meylettiniz, aldanma ve gösterişe kapıldınız. Tıpkı Züleyha'nın Yusufu arzulamasında olduğu gibi hareket ettiniz". O hadise de Yusuf un hiç bir dahli olmaksızın sırf onun tahrik ve kış­kırtmasının eseriydi. Burada Züleyha (as) kınanmakta, Allah Re-sulü'nün (sav) hanımları da ona benzetilmektedir.
Allah Teala, Resulü'nün (sav) bir sırrını ifşa ettiklerinde onlar­la ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer kalplerinizin matlup olan durumdan kayması sebebiy­le Allah'a tevbe ederseniz ne âlâ!". (Tahrim/4) Burada kalplerinin hevaya meyletmesinden dolayı tevbe etmeleri istenmektedir. Ardından da şöyle buyurmaktadır: "Yok eğer hislerinize mağlup olup Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah da O'nun yardımcısıdır, Cebrail de, salih müminler ve melekler de O'nun yardımcılarıdır". (Tahrim/4) Kadınların en hayırlıları olan Allah Resulü'nün (sav) pâk eşleri böyle olunca, cehalet, heva ve da­lalet denizinde yüzen kadınların durumu ne olmaz!
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir kadın tarafından yönetilen toplum felah bulmaz".[2][2]Allah Teala, bazı ha­nımlar ve çocukların düşmanlığını haber verirken de şöyle buyur­muştur: "Muhakkak eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır, onlara karşı dikkatli olun". (Teğabün/14) Yani neva­larına ve çarpık fikirlerine meyletmeniz sebebiyle hanımlarınız ve çocuklarınız sizler için ahiret aleminin en büyük düşmanlarından olabileceklerdir. Onların Kıyamet'ten çok Önce dünya hayatında da düşman olmaları mümkündür. Kişi onların arzularına muhalefet ettiğinde ve kendileriyle ilgili olarak ilmin gereklerine göre hare­ket ettiğinde de ona düşman olacaklardır.
İbrahim b. Edhem (ra) şöyle demiştir: Kadınlara boyun eğmeye alışan kimseler asla iflah olmazlar. Bişr b. el-Hars da (ra) şöyle de­miştir: Eğer çoluk çocuğum olsaydı, köprünün üstünde cellatlık yapmaktan endişe ederdim. Her halükârda gerek sıkıntının hafif­liği, gerek taleplerin azlığı, gerek isteklerin sınırlılığı gerekse şer*i hükümlerden birinin sakıt oluşundan dolayı yalnızlık hali kalp için daha dinlendirici, kişinin kaygıları için de daha hafiftir. Selef-i Sa­lih zorlukla eda edecekleri hükümleri iskât etmeyi tercih ederlerdi. Bu tür hususları da nrsat bilirlerdi.
Yalnız yaşayan kimseler; mal biriktirme, para toplama, çoluk çocuğu gözetme, evde uyuma zarureti, hesaba çekilmede azalma, haber almaya çalışma ve Allah Resulü'nün (sav) nehyettiği türden bilgilerin peşine düşme gibi hususlarda sınırlama sözkonusudur. Bütün bunlar, kötü bir hanımla yaşarken düşünülemeyecek husus­lardır.
Zahidlerin dünya hayatında gösterdikleri zühdün sebebi; kalp huzuru, tasalardan sıyrılma ve talepkârlıktan kurtulma rahatlığı­na ulaşabilmektir.
Bu ümmet için ahir zaman olarak nitelenen Kıyamet'in kopma­sına yakın dönemde bekârlık mubah görülmüş, hatta Özendirilmiş-tir. Konuyla ilgili bir hadiste Allah Resıüü'nün şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir: "İkiyüzüncü yıldan sonra bekârlık mubah görülür. Hatta sizden birinin deve veya köpek eğitmesi, çocuk eğitmekten daha hayırlı olur". Meşhur bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "İkiyüzüncü yıldan sonra insanların en hayırlısı sırtındaki yükü hafif, hanımı ve çocukları olmayan kimselerdir".
Bir diğer hadis ise şöyledir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman ge­lecektir ki, adamın helaki hanımı, ana-babası ve çocukları eliyle olacak; kendisini fakirlikle ayıplayacak ve takatinin üstünde bek­lentiler yükleyeceklerdir. O da dinini tehlikeye atacak bir takım yollara girecek ve oralarda helak olacaktır" Bu gibi durumlarda ka­dın, erkek için bir tür ceza olabilir.
Geçmiş peygamberlerin kıssaları arasında şöyle bir olay nakle­dilmiştir: Bir topluluk Yunus Peygamber'in (as) huzuruna girmişti. O da kendilerini misafir etmişti. Onlar evdeyken sürekli girip çıkı­yor, bu arada hanımının rahatsız edici hareketlerine maruz kalı­yor, hakarete uğruyordu. Ö ise devamlı sükut ediyordu. Misafirler buna çok şaşırdılar ve işin içyüzünü kendisine sormak istediler, O da, bir süre beklemelerini istedi. Sonra onlara şunu anlattı: Bu du­ruma hiç şaşırmayın! Çünkü ben Allah Teala'dan ahirette vereceği cezayı dünyada iken vermesini niyaz ettim. O da bana, 'Senin ce­zan filan kızı falandır, onunla evlen' buyurdu. Ben de onunla evlen­dim ve gördüğünüz gibi ona karşı sabrediyorum.
Bekârlıkla ilgili söylediklerimiz, zinaya düşmekten korkmayan­lar içindir. Bekâr kalması halinde zinaya düşme endişesi bulunan kimsenin bir cariye ile evlenmesi daha hayırlıdır. Cariye ile evlen­me hususunda sabır göstermesi de, evlenmesinden hayırlıdır. Yüce Allah'ın şu buyruğundan çıkan anlam da budur: "Bu, içinizde zina­ya düşmekten korkanlar içindir". Kişinin cinsellikle ilgili duygu ve düşünceleri iyice artıp giderek bayağılaştığı ve kalbi fısıltılarla dol­duğu, farzları eda etmesine engel olmaya başladığı zaman cariye ile evlenmesi yine hayırlıdır. Hür bir kadınla evlenmeye imkanı olan kimsenin cariye ile evlenmesi haram kılınmıştır.
Bir gün îbni Abbas'ın (ra) meclisi dağıldıktan sonra bir genç kalmıştı. Oturduğu yerden kalkmıyordu. İbni Abbas (ra), 'Bir ihtiyacın mı var?' diye sorunca, 'Evet, ancak halkın huzurunda söyle­mekten utandım' dedi. İbni Abbas (ra), 'Öyleyse şimdi sor1 dedi. Genç, 'Sizi çok sever ve sayarım' dedi. İbni Abbas (ra), 'Gerçek ilim adamı baba yerine geçer. Ondan utanma sıkılma olmaz. Babana ne anlatabiliyorsan, bana da anlat. Benden utanmana gerek yok' dedi. Genç adam şöyle dedi: Allah size merhamet buyursun, ben hanımı olmayan bir gencim, zinaya düşmekten korkuyorum, kendi kendi­mi tatmin etmiş de olabilirim. Bunlardan dolayı bana günah yazı­lır mı? İbni Abbas (ra) yüzünü ondan çevirdi ve TJf üf, bunları ya­pacağına bir cariyeyle evlenseydin daha hayırlı olurdu. Elbette bunlar da zinadan daha hayırlıdır" dedi.
Irak ulemasına göre on dirhem (=32 gr. gümüş) parası olan kişi­nin cariyeyle evlenmesi haramdır. Hicaz ulemasından bazılarına gö­re ise üç dirhemi olan kimsenin cariyeyle evlenmesinin helal değil­dir. Said b. el-Müseyyeb'in (ra) arkadaşlarına göre ise, iki dirhemi olan kimsenin cariye ile evlenmesi haramdır. Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: İnsanlann en ahmağı, kendisi hür olmasına karşın bir cariye ile evlenendir. İnsanlann en akıllısı ise hür bir kadınla ev­lenen köledir. Çünkü bu onu kısmen azat ettirirken kısmen de köle hükmünde tutar. Kendisi hür olurken çocuğu köle hükmünde olur.
Kendi kendine tatmin yoluyla boşalma (=istimnâ), mekruh, hat­ta haram olarak nitelenmiş ve hakkında bir takım ağır ifadeler bu­lunan hadisler rivayet edilmiştir. Bir hadiste Allah Resulü'nün şöy­le buyurduğu rivayet edilmiştir: "Muhakkak Allah Teala ümmetler­den birini cinsel uzuvlanyla oynamaları sebebiyle helak etmiştir", İsmail b. Ebban bu hadisi Enes b. Malik'e (ra) isnad etmiştir.
Ebu Muhammed'e kadınlar hakkında bir soru sorulmuştu. Şöy­le cevap verdi: Onlardan uzak durmada gösterilen sabır, onlarla birlikteyken gösterilecek sabırdan daha hayırlıdır. Onlarla birlik­teyken gösetirlecek sabır ise cehennemde gösterilecek sabırdan da­ha hayırlıdır!
Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Bekârlıkla uğraşmak, ka­dınlarla uğraşmaktan daha hayırlıdır. Basralı alimlerden yakin ve vera' sahibi biri de evlilik hakkında sorulan bir soruya şöyle cevap vermiştir: Zamanımızda geçim vasıtalarının azlığı, helalin azlığı ve kadınlardaki bozulmanın çokluğu nedeniyle vera' sıfatım gereği ev­liliği mekruh görürüm. Bilâhare aynı soru tekrar sorulmuştu. O zaman da şöyle cevap verdi: İnsanlar türlü afetlere kapılmış halde, kazançlar çoğunlukla haram, ameller gösterişten öte gitmiyor ve insanlar dinlerini sermaye edip yiyorken evlenmeyi mekruh görü­yorum. Ancak dişi bir eşek gördüğünde kamış kanla dolduğu için onun üzerine çıkmaktan başka çaresi olmayan eşek gibi bir tabiata sahip olan kimselerin evlenmesi uygundur. Hatta böylelerinin ev­lenmeleri daha faziletlidir.
Konuyla ilgili olarak Katade'den (ra), Allah Teala'mn "Bize gü­cümüz yetmeyeni yükleme" (Bakara/286) buyruğuyla ilgili şöyle bir tefsir rivayet edilmiştir: Buradaki güç yitirilemeyen şey, cinsi mü­nasebet arzusudur. Ikrime (ra) ve Mücahid (ra) ise, "Muhakkak in­san zayıf yaratıldı" (Nisa/28) ayetinin tefsirinde, kadınlardan uzak durma noktasında sabır gücünden mahrum olarak yaratılmasının kasdedildiğini söylemişlerdir. Feyyaz b. Nüceyh ise şöyle demiştir: Erkeğin kamışı ayaklandığında aklının üçte ikisi gider. Bazıları, aynı durumda dininin üçte birinin gittiğini söylemişlerdir.
İbni Abbas'ın (ra), "Karanlık çöktüğünde gecenin şerrinden" (Felak/3) ayetinin tefsirinde ayaklanan tenasül uzvunun kasdedil­diğini söylediği rivayet edilmiştir. Ancak bu rivayetin başka bir laf­zında ayaklanmadan çok, saban misali tarlaya girme halinin kas-dedildiği söylenmektedir.
Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ki­şi evlendiği zaman dininin yarısını muhafaza etmiş olur. Diğer ya­rısında Allah'tan korksun!". Bera b. Azib'in (ra) duası ise şöyledir: Kulağımın, gözümün, kalbimin ve menimin şerrinden Sana sığını­rım". Meni biriktiği zaman yumurtaları şişirir ve çıkmaya çalışır. Onun da kalbi bozmasından endişe edilmiştir. Onunla ilgili rahat­sızlıklar kana benzer. Kan, omurlara yükseldiğinde orada pişirile­rek ağartılır ve Allah'ın izniyle beyaz bir tohum olarak çıkar.
Muaviye'nin (ra) meclisinde kadınlar hakkında konuşulmuş ve bir topluluk onları kötüleyen konuşmalar yapmışlardı. Bunun üze­rine Muaviye onlara şöyle demiştir: Böyle yapmayın! Hastaya bak­mada, ölüyü uğurlamada, evlere hayat vermede onlar gibisi yoktur. Erkeklerin de en çok muhtaç oldukları onlardır!
"Biz arzın üzerindekileri onlar için süs kıldık" (Kehf/7) ayetinin tefsirinde de 'Onlar* ile kasdedilenin kadınlar olduğu söylenmiştir.
İbni Abbas (ra) şöyle derdi: Gencin ibadeti ancak evlilikle kemale erer. O, İkrime ve Küreyb gibi gençlerin ergen olmalarından sonra kendilerini çağırarak İsterseniz sizi evlendiririm, çünkü kul zina ettiğinde kalbindeki iman nuru sökülüp alınır derdi.
Ömer (ra), Ebu'z-Zevaid'e şöyle demiştir: Evlenmene mani olan ya yaşlı bir bunak veya bir günahkârdır! Horasan alimlerinden bi­ri, kendi şeyhlerinden salih bir zat hakkında şunu nakletmiştir. Şeyh, İbnü'l-Mübarek'in (ra) arkadaşlarından biriyle Abadan'a yol­culuk ediyordu. İbnü'l-Mübarek'in (ra) arkadaşı, kendi sıfatlarını ve ahlakını anlatmaya başlamıştı. Bu arada çok evliliğinden de bahsetti. Her zaman iki veya üçten az hanımının bulunmadığım belirtti. Bu özelliği sebebiyle kınandı. Bunun üzerine şöyle dedi: Sizden biri Allah'ın huzurunda veya meclisinde oturup O'nunla karşı karşıya geldiğinde aklına bir şehvet veya başka bir fikir gel­diği oluyor mu? diye sordu. Onlar da 'Evet, çok oluyor dediler.
Bunun üzerine şöyle dedi: Ömrümde bir kez dahi sizin yaşadı­ğınızı yaşamayı göze alsaydım asla evlenmezdim. Ama ben hatırı­ma gelen her türlü fikri derhal uyguladım ve bir daha gelmesini ön­ledim. Ardından amelime daha rahat bir kafa ve kalple devam et­tim. Kırk yıldır aklıma günah veya isyana dair bir fikir gelmiyor.
Ulemadan bir zat, cahillerden birinin sufileri tenkid ettiğini işitmişti. Kendisine şöyle dedi: Be adam, sufileri gözünden düşüren nedir? Cahil adam, 'Yemeği çok yiyorlar* dedi. Alim, 'Onlar gibi acıksan, sen de onlar gibi yerdin". 'Sonra?' dedi. 'Çok evleniyorlar!* Alim şöyle dedi: Sen de namusunu onlar gibi korumaya çalışsan, onlar gibi çok evlenirdin. 'Başka bir şey var mı?' diye sorunca, cahil kişi, 'Söze çok kulak veriyorlar!' dedi. Alim de, 'Onların baktıkları ve düşündükleri gibi bakıp düşünebilsen sen de onlar gibi işitmeye
çalışırdın' dedi.
Ulemadan birine Kur"an okuyucularının neden çok yedikleri, kadınlara çok yanaştıkları ve tatlılardan daha çok hoşlandıkları sorulmuştu. O da şöyle cevap verdi: Onlar uzun süre aç kalırlar. Her an hazır yemekleri olmaz. Bu yüzden de buldukları zaman çok yerler. Tatlıları çok sevmeleri, eskiden alkol ve değişik türden nef-sani lezzetleri bolca tatmış olmalarından dolayı özlem duymamala­rı içindir. Nefsani nazlarını tatlı üzerinde yoğunlaştırmış oldukları için tatlıya düşkünlük gösterirler. Kadınlarla birlikte olmalarına gelince, onlar zahirde gözlerini kısan, kalplerinde ise şehvani fikir­leri kısıtlayan kimselerdir. Bu noktaya ulaşabilmek için de alışı­landan fazla sayıda nikahlanmak zorunda kalmışlardır. Onlar, di­ğer insanlara göre uzuvlarına daha çok kısıtlama getiren kimseler ve gözlerini sürekli kısan kimseler oldukları için bunu da anlayış­la karşılamak gerekir.
Cüneyd-i Bağdadi (ra) şöyle derdi: Yemeğe nasıl ihtiyaç duyar­sam, cinsi münasebete de öyle ihtiyaç duyarım. Allah Resulünün (sav) ashabının zahidlerinden ve alimlerinde biri olan Abdullah b. Ömer (ra), çok oruç tutar ve orucunu yemekten önce cinsi münase­bet ile açardı. Onun akşam namazını eda etmeden Önce münasebet­te bulunup gusül abdesti aldıktan sonra namaz kıldığı da vakidir. Hatta bir defasında yatsı namazından önce dört cariyesi ile müna­sebette bulunduğu rivayet edilmiştir.
İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: Bu ümmetin en hayırlısı, en çok nikahlanandır. Süfyan b. Uyeyne (ra) şöyle demiştir: Çok kadınla evlilik dünyaya düşkünlük sayılmaz. Çünkü Ali (kv) ashabın zühd bakımından en ilerisi olmasına rağmen dört hanımı ve on yedi oda­lığı vardı. Evlilik, yaşanan bir sünnet, bütün peygamberlerin de (as) sahip oldukları ahlakın vazgeçilmez parçası idi. Peygamberler tarihinde anlatıldığına göre zamanın birinde ibadet ve niyazda çok ileri gidip zamanının bütün insanlarını geçmiş bir abid vardı. Onu bu sıfatı her yerde anlatılırdı. O zamanın peygamberine anlatıldı­ğında şöyle dedi: Bir sünneti terketmemiş olsa, gerçekten çok güzel ve üstün bir insan!
Bu söz o abidin kulağına gidince tasalandı ve şöyle dedi: Sünne­ti terkettikten sonra gece gündüz ibadetimin ne yararı olur ki? Ar­dından o peygamberin yanına gitmek üzere yola çıktı. Peygambe­rin yanına ulaştığı zaman kendisine o sünnetin hangisi olduğunu sordu. Peygamber de, 'evlilik sünneti' olduğunu söyledi. Abid duru­mu şöyle açıkladı: Evliliği kendime ne yasak ettim ne de ondan im­tina ettim. Evlenmemin önündeki tek engel geçim sıkmtısıydı. Çünkü ben hiç bir şeyi olmayan bir fakirim. Karnımı bugün o, ya­rın şu doyurur. Evlenip de aldığım hanımı zora sokmak istemedi­ğim içinVbuğüne kadar evlenmedim. Peygamber, 'Sırf bu yüzdendidemek?' dedi ve 'Sana kendi kızımı veriyorum!' diyerek onu kızıyla evlendirdi.
Geçmiş peygamberlerin kıssaları arasında anlatılan hadiseler­den biri de şudur: Yahya b. Zekeriya (as) bir hanımla evlenmiş, ama ona asla yaklaşmamıştı. Onun bu davranışının sebeb-i hikme­ti babında bir çok görüş rivayet edilmiştir. Bunlardan birine göre gözünü kısmak için onunla evlenmiştir. Diğerine göre gösterdiği sabrın fazileti yüzünden böyle yapmaktadır. Bu, bütün faziletlerin birleştirilmesi demekti. Bir başkasına göre ise sünneti yerine getir­miş olmak için evlenmişti.
Bişr b. el-Hars (ra), Ahmed b. Hanbel'in (ra) kendisine üstün ol­duğunu düşünür ve şöyle derdi: Üç noktada üstüme çıktı: Evvela hem kendisi, hem de ailesi için helal rızık kazanma noktasında. Çünkü ben, sadece kendim için helal rızık kazanmaktayım. İkinci olarak nikahta gösterdiği genişlikte. Çünkü ben nikahta kendimi çok sınırladım. Üçüncü olarak o herkesin imamı oldu, bense hala nefsim için yalnızlık peşinde koşuyorum.
Anlatıldığına göre Ahmed b. Hanbel (ra), hanımı Ümmü Abdul­lah'ın ölümünden sonra sadece bir gece bekâr kalmış ertesi gece ev­lenmiştir. Bişr b. el-Hars (ra), bu konuda hakkında söylenenlere ce­vap niteliğinde bir delile sahipti. Bir keresinde, 'Hakkında konuşu­yorlardenildiğinde şöyle demişti: 'Ne konuşuyorlarmış?' 'Sünneti terkettiğini söylüyorlar1 denilince şu cevabı vermiştir: Onlara şunu söyleyin: Bişr, farzla meşgul olduğu için sünnete vakit bulamamak­tadır! Evlenmeyişinden dolayı kınandığı başka bir ortamda ise şöy­le demiştir: Beni bundan meneden Allah Teala'nm şu ayetinden başkası değildir: "Kadınların sorumlulukları olduğu gibi hakları da vardır".
Bu söz Ahmed b. Hanbel'in (ra) yanında söylendiği zaman şöyle demiştir: Nerede Bişr gibiler? Tarak dişi düzgün adamlar!
Bişr (ra) vefatından sonra rüyada görülmüş ve durumu sorul­muştu. Şunları söylemiştir: İlliyyun'da yetmiş derece yükseltildim ve peygamberlerin makamlarını gördüm. Ama evlilerin yerlerini göremedim. Rabbim bana sitem ederek şöyle buyurdu: Bana bekâr olarak kavuşmanı istemiyordum! Kendisine Ebu Nasr et-Tem-mar'm (ra) durumu sorulduğunda ise şunu haber vermiştir: Benden yetmiş derece daha yukarı çıkarıldı. 'Hangi ameli sayesinde? Biz seni daha üstte bilirdik' denilince şunu söylemiştir: Kız çocuk­larına ve ailesine karşı gösterdiği sabrından dolayı!
İbni Mesud'un (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: On gün son­ra öleceğimi bilsem, yine de evlenmek ister ve Rabbim'le bekâr ola­rak karşılaşmak istemezdim.
Muaz b. Cebel'in (ra) hanımı veba salgınında ölmüştü. Kendisi de hasta idi. Ama çevresindekilere 'Beni evlendirin, Rabbim'le be­kâr olarak karşılaşmak istemiyorum' demiştir.
Sahabe'den bir başka zat ise kendisini Allah Resulü'nün (sav) hizmetine adamıştı. Sürekli evini temizler ve ihtiyaçları için kapı­sında beklerdi. Allah Resulü (sav), kendisine, 'Evlensen daha iyi ol­maz mı?' diye sorunca, 'Ey Allah Resulü, ben fakir biriyim, hiç bir şeyim yok. Hem evlendiğimde senin hizmetinden de mahrum kalı­rım' demişti. Allah Resulü (sav), o zaman sükut etti. Bir müddet sonra aynı soruyu tekrar sordu. Adam aynı cevabı verdi. Ama bir müddet bunun üzerinde düşündü ve kendi kendine, 'Dünyam ve ahiretim için daha uygun ve beni Allah Teala'ya yaklaştıracak ola­nı Allah Resulü (sav) daha iyi bilir. Eğer üçüncü kez yine söylerse o zaman evlenirim' dedi.
Bir müddet sonra Allah Resulü (sav) 'Daha evlenmiyor musun?' diyerek sözünü tekrarladı. Sahabi de, 'Ey Allah Resulü, beni evlen­dir' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: Falan oğullarına git ve onlara, 'Beni Allah Resulü gönderdi. Size kızınızı benimle evlendirmenizi söylüyor1 de, buyurdu. Sahabi, 'Ama benim hiç bir varlığım yok ya Resulellâh!' deyince, Allah Resulü (sav) Sa-habe'ye, 'Kardeşiniz için beş dirhem (=16 gr) altın toplayın' buyur­du. Altın hemen toplandı ve sahabi denilen yere gitti. Onlar da kız­larını kendisine nikahladılar.
Allah Resulü (sav) sahabisine, 'Ziyafet ver buyurunca, 'Ey Allah Resulü, param yok ki' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) as­habına, 'Kardeşiniz için bir keçi parası toplayın' buyurdu. Onlar da keçi parasını topladılar. Sahabi, bir keçi alıp güzel ziyafet sofrası kurdu. Allah Resulü'nü (sav) ve ashabını da yemeğe davet etti.[3][3]
Meşhur bir hadiste de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğurivayet edilmiştir: "Varlığı olan evlensin [4][4] Bir başka hadiste ise şöyle buyurmaktadır: "-Münasebet ya da maddi- Gücü olan evlen­sin". [5][5] Çünkü evlilik, gözü saklama ve namusu koruma bakımın­dan daha güvenlidir. Bu imkanı bulamayan kimse ise Allah Resu­lü'nün (sav) tavsiyesine uyarak oruç tutmalıdır. Çünkü oruç, onun için cinselliğin törpüsüdür. [6][6] Hadiste geçen *Vicâ' kelimesi, boğala­rın iğdiş edilmesi kullanılan bir kelime olup insanlar açısından cin­selliğin törpülenmesini ifade etmektedir.
Evliliği teşvik eden hadislerden birinde de Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Evleniniz çoğalmız, Kıyamet günü diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim. Düşük çocuklarınız ve emzirenler de dahil". [7][7] Bir diğer hadiste ise şöyle buyurmaktadır: "Beni seven, sünnetime -nikaha- sarılsın". Ebu Said el-Hudri de (ra) O'nun şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Geçim korkusuyla evlenmeyen bizden değildir".
Ömer de (ra), çok evlenirdi ve 'Evliliği çocuklar için yaparım' derdi. Selef-i Salih'ten bir topluluğun evlilikte güttükleri niyet buy­du. Onlar nesillerinin devamı ve çocuklarının olması için evlenir­lerdi. Çocuklarının yaşadıkları takdirde Allah Teala'yı birlemesini, O'nu zikretmesini, ölmeleri halinde yüklerini hafifletmelerini te­menni ederlerdi. Nitekim Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Sabi çocuk, anne babasını boyunlarından tutarak cennete so­kar" [8][8] Bu anlamda şöyle bir bilgi nakledilmiştir: Sabi çocuğa, 'Cennete gir" denilir. Ama o, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir şekilde bekler. 'Anne babam olmadıkça ben de girmem!' der. Bunun üzerine, 'Onun anne babasını da cennete koyun' diye nida ediler.
Konuyla ilgili garib bir rivayette de şöyle denilmektedir: "Kıya­met günü sabiler, insanların hesaba çekildikleri meydanın Ötesin­de cennetin kapısının önünde toplanırlar. Meleklere, onları cennete koymaları söylenir. Kendilerine, 'Haydi müslüman çocuklar! Si­ze hesap yok, Cennete hoşgeldiniz!' denildiğinde, 'Analarımız, ba­balarımız nerede?' diye sorarlar. Cennet bekçileri, 'Anne babaları­nız sizler gibi değil, onların verecek hesaplan ve sorguya çekilecek­leri günahları var derler. Bunun üzerine çocuklar kızmaya ve cen­netin kapısında bağrışmaya başlarlar. Bu gürültünün nereden gel­diğini iyi bilen Allah Teala, meleklere 'Bu gürültü de nedir?' buyu­rur. Onlar da, 'Müslümanların çocukları! Anne babalarımız olmak­sızın cennete girmeyiz, diyorlar1 derler. Allah Teala da, Toplananla­rın arasındaki ebeveynleri bulun ve ellerinden tutarak çocuklarla beraber cennete girmelerini temin edin' buyurur.
Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim iki çocuğa sahip olarak vefat ederse, ona cehenneme karşı bir çit örülmüş olur". Bir başka hadis de şöyledir: "Her kim günah ça­ğına ulaşmamış üç çocuğu yitirerek ölürse Allah Teala onlara olan rahmeti gereği kendisini cennete dahil eder. 'Ey Allah Resulü, iki tane olursa?' diye sorulunca, 'Aynı şekilde' buyurdu".[9][9]
Salihlerden bir zat, kendisine yapılanr evlenme tekliflerini za­manı ileri sürerek geri çeviriyordu. Bir sabah uykudan uyandığın­da, 'Beni everin' dedi. Kendisine sebebi sorulduğunda da şöyle de­di: Ya Allah Teala bana bir çocuk verecek veya beni yanına alacak­tır. Her halükârda o çocuk ahirette benim öncüm olacaktır. Ardın­dan da o gece gördüğü rüyayı anlattı: Uykumda Kıyamet'in koptu­ğunu gördüm. Herkes gibi ben de hesaba çekilecek insanların ara­sında bekliyordum. Sıkıntı, susuzluk ve güneşten dolayı her ya­nımdan terler akıyordu. Biz bu halde beklerken uzaktan bir takım çocuklar gördüm. Başlarında nurdan mendiller, ellerinde gümüş ibriklerle insanlara su dağıtıyorlardı. Yanımıza geldiklerinde ben de elimi uzatarak su istedim. Sırayla herkese su veriyorlardı. 'Ba­na da verin, çok yoruldum' dedim. Çocuk, 'Aramızda senin çocuğun yok, biz yalnız babalarımıza su dağıtırız' dedi. 'Peki siz kimsiniz?' diye sordum. 'Biz, ölen müslüman sabileriz' dedi.
Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Hanımlarınızın hayırlıları seve­cen ve doğurgan olanlardır".[10][10] Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Evdeki bir hasır dahi doğurmayan kadından daha hayırlıdır". Bir başka hadis de şudur: "Doğuran bir zenci, do­ğurmayan bir güzelden daha hayırlıdır". Bütün bunlar çocuk doğur­manın teşvikiyle ilgili hadislerdi. Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyur­duğu rivayet edilmiştir: "Her kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. Nikah da sünnetimdendir. Beni seven sünnetime sarılsın".
Bir görüşe göre Allah Teala yüce Kitabı'nda, yalnız aile sahibi peygamberlerine yer vermiştir ki bunlar otuz beş geygamberdir. Daha önce de zikrettiğimiz gibi Yahya (as), evli peygamberlerden­dir. İsa (as) ise gökyüzünden indiği zaman evlenecek ve çocuk sahi­bi olacaktır. Güzel bir sözde de, Evli kimsenin bekâra üstünlüğü, Allah yolunda cihad edenin evinde oturana üstünlüğü gibidir. Evli birinin kıldığı iki rekat, bekâr birinin kıldığı yetmiş rekattan dahafaziletlidir.
Allah Teala da peygamberlerini vasfedip överken evlilik husu­sunu vurgulayarak şöyle buyurmuştur: "Biz senden Önce de pey­gamberler gönderdik ve onlar için eşler ve çocuklar varettik". (Ra'd/38) Buradaki 'eşler ve çocuklar1 onlar için övgü babından zik­redilmiştir. Aynı şey, Allah Teala'nm veli kulları için de sozkonusu-dur. "O kimseler ki şöyle derler: Rabbimiz bize eşlerimizden ve ço­cuklarımızdan göz aydınlığı ver". (Furkan/74) Görüldüğü gibi onlar Rablerinden evlilik ve çocuk sahibi olabilme nimetlerini ihsan et­mesini niyaz etmektedirler.
Evliliğin faziletlerine dair rivayet ettiğimiz hadis ve bilgilerin hemen hepsi, aynı zamanda kadınlar için de geçerli, hatta onlar için daha faziletli ve sevap bakımından daha fazladır. Çünkü onlar açısından evlilikle birlikte geçinme derdi ortadan kalkmaktadır. Allah Resulü (sav) kadınlara da evlenmeyi emir ve teşvik etmiştir. O, hem erkeğin, hem de evli kadının bekârdan üstünlüğünü haber vermiştir. Bununla ilgili birden fazla hadis rivayet edilmiştir. Allah Resulü (sav), erkeğin kadm üzerindeki büyük hakkı ve ağır sorum­luluğunu haber verdikten sonra şöyle buyurmuştur: "Allah kendi­lerini O'na adayarak 'evlenmeyiz' diyen erkeklere lanet etsin! Al­lah, kendilerini O'na adayarak 'evlenmeyiz' diyen kadınlara da la­net etsin".[11][11] Allah Resulü (sav) bunu, 'Öyleyse ebediyen evlenmyeceğim' diyen bir kadına cevaben söylemiş ve şöyle buyurmuştu: "Hayır, evlen Öylesi hayırlıdır".
Evliliğin her iki taraf için de hayırlı oluşuna dair bir çok hadis rivayet edilmiştir. Bunları tafsilatıyla zikrederek sözü uzatmak is­temiyoruz. Allah Teala da evliliği teşvik ederek şöyle buyurmuştur: "Tarlalarınıza dilediğiniz şekilde gelin". (Bakara/223) Ayetteki en-nâ=dilediğiniz şekilde kelimesinin tefsiriyle ilgili olarak üç görüş belirtilmiştir. Bunların ikisi nasıllıkla ilgili olup gece, gündüz, iste­diğiniz şekilde yaklaşın, şeklindedir. Diğeri ise yaklaşma biçimiyle ilgili olup önden veya arkadan yaklaşmayı ifade etmektedir. Ma­kattan olmamak şartıyla istenilen yönden yaklaşılabileceğini ifade etmektedir. Üçüncü olarak 'Nerede' anlamına gelmesinin de muh­temel olduğu söylenmiş, ancak bizce kabul görmemiştir.
Allah Teala bunun arkasından şöyle buyurmaktadır: "Nefsleri-niz için hazırlık yapın" (Bakara/223) Bununla kasdedilenin nikah olduğu söylenmiştir. Bu ifade, yaklaşmaya atfedilmekte ve bu şek­liyle guslü gerektiren birleşmeye işaret etmektedir. Bunun bir di­ğer anlamının da sevişme olduğu söylenmiştir. Nitekim kadının ilişkiden önce öpülüp okşanması önün için sayısız güzellik ifade et­mektedir. Böyle bir ilişkiden sonra gusül abdesti aldıklarında Allah Teala, bedenlerinden dökülen her su damlasından bir melek yara­tacağını ve bu meleklerin de Kıyamet'e dek Zatı'nı teşbih edecekle­rini haber vermiştir. Bu tesbihatın sevabı da o çifte verilecektir. Çünkü kurdukları ilişkide namuslarını koruma ve nutfeyi layık ol­duğu yere koyma sözkonusudur. Bu tür ilişkinin sayılmayacak ka­dar çok fazileti bulunduğu söylenmiştir.
Allah Resulü (sav) de bunu beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Her biriniz şükreden bir kalp, zikreden bir dil ve ahiretine yardım eden bir hanım edinsin"[12][12]
"Nefsleriniz için hazırlık yapın" (Bakara/223) ayetinin ikinci açılımı, yani çocuk yaparak ahiretiniz için bir hazırlık yapın, şek­lindedir. Çünkü o da insanların amellerinden biridir. Nitekim Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Kendileri iman edip zür-riyetleri de iman ile kendilerinin izinden gidenlerin nesillerini de kendilerine kavuştururuz. Onların amellerinden hiçbirinin mükafaatını eksiltmeyiz". (Tur/21) Yani evlatlarını eksiltmeyiz ve onları bunlardan dolayı ödüllendirir, sevaplarında fazlalık sebebi kılarız. Çünkü çocuklar da onların kazançlarından ve çabalarının sonuçla-
rındandır.
Bu anlamda Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ona ne malı, ne de kazandığı fayda verdi". (Tebbet/2) 'Kazandığı' ile kasdedilen çocuk­larıdır. Bu ayet üzerinde düşünüldüğü zaman, Allah yolunda harca­dığı mal nasıl fayda ediyorsa, çocuğun da mümin bir kula fayda ede­ceği anlaşılabilir. Konuyla ilgili bir rivayette Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Kişinin kazandıklarından biri de çocuğudur. Yediği rızkın en helali de çocuğunun kazanandan yediğidir"[13][13]
"Nefsleriniz için hazırlık yapın" (Bakara/223) ayetinin üçüncü açılımı ise, birleşmeye başlamadan önce besmele çekmektir. Birleş­meye başlamadan önce Allah'ın adını anmak gerekir. Bu, gerekli hazırlıklardan biridir. Cinsel birleşmeye besmele ile başlamak müs-tehap görülmüştür. İhlas suresini de okumak gerekir. Hadis ehlin­den bir zat ilişkiden önce yüksek sesle tekbir ve tehlil getirirdi.
Kadın, Rabbine itaatte kocasına yardımcı olmalı, masraftan ka­çınarak kanaat yolunu benimsemelidir. Bu bilince sahip olan bir hanım, Allah Teala'nm kula ihsan ettiği en büyük nimetlerden bi­ridir. O, bu nimetinden dolayı şükredilmesin! talep etmiştir. Yüce Allah bunu şu ayet-i kerimede bildirmektedir: "Ve onun hanımını da çocuk doğurmaya uygun hale getirdik". (Enbiya/90) Bunu Allah Teala'nm ihsan ve lütuflarından biri olarak görmek gerekir. Tefsir­de şöyle denilmiştir: Onun ahlakı kötü idi Allah tarafından güzel-leştirildi ve dili uzun idi kısaltıldı.
Allah Resulü de (sav) bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Bana adem'in üstünde iki haslet verildi: Onun günaha yardımcı olan bir hanımı varken benim hanımlarım bana itaatta destek oldular. Onun şeytanı inkarcı iken benim şeytanım müslüman idi ve bana yalnız iyiliği tavsiye ederdi". Allah Resulü (sav) bunu da kendisine lütfedilen faziletler arasında saymıştır.
Evlenilecek hanım; güzel yüzlü, güzel ahlaklı, saçı ve gözbebek-leri siyah, gözleri büyük, teni beyaz ve bakışı kısa olursa eşi tarafindan sevilen huri tabiatlı bir eş olur. Allah Teala bu meyanda şöy­le buyurmuştur: "Onların da içinde iyi huylu güzel hanımlar var­dır". (Rahman/70) Yani ahlakı ve yüzü güzel huriler vardır. Bir baş­ka ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Ve gün görmemiş saklı inciler gibi güzel eşler". (Vakıa/22-23) Ayette geçen 'hür5 kelimesi beyaz, 'ayn' kelimesi ise büyük gözü ifade etmektedir. Bunlar büyük ve ye-yaz gözlerle simsiyah saçlara sahip olan huri kızlarını tavsif eden ifadelerdir.
Başka bir ayette geçen 'uruben* kelimesi ise iki anlama da gel­mektedir: ilki, kocasına aşık olan kadını ifade ederken, ikincisi cin­sel ilişkiyi arzulayan kadını ifade etmektedir. Her iki anlam da, ilişkiden alınacak lezzetin azami derecede olmasını temin eder. Ka­dın kocasına aşık olmadığı veya onu arzulamadığı zaman, erkeğin alacağı lezzet de tabiatıyla az olur. Allah Teala işte bu nedenle cen­net hanımlarını tam zevk için donatmıştır. Arzuları güçlü bir erkek ile kadın, birleşme arzusunun doruğunu temsil ederler. Nitekim Al­lah Resulü de (sav) şöyle buyurmuştur: "Kadınlarınızın en hayırlı­ları, eşlerini en çok arzulayanlardır".-
Hikmet ehlinden bir zat şöyle demiştir: Üç şey lezzettendir. Yaz günü külotsuz yürümek; nehir kenarında büyük abdest bozmak ve istekli bir hanımla birlikte olmak. Allah Teala cennet hanımlarını tavsif ederken "Bakışları kısık" (Rahman/56) buyurarak tamamla­yıcı sıfatlarını da bildirmiş olmaktadır. Yani onlar, eşlerinden baş­kasına bakmayan, onları en yakışıklı bilen hanımlardır. Eşlerinden başka bir erkek istemezler.
Allah Resulü (sav), hanımların sıfatlarıyla ilgili olarak şöyle bu­yurmuştur: "Hanımlarınızın en hayırlıları, eşlerinin kendilerine baktığında mutlu oldukları, emrettiğinde itaat eden, uzakta olduk­larında namuslarını koruyan hanımlardır".
Muhammed b. Ka'b el-Karezi, Allah Teala'mn "Rabbimiz, bize dünyada güzellik ver" (Bakara/201) ayetinin tefsirinde şöyle demiş­tir: Yani saliha bir hanım ver! "Ona hoş bir hayat yaşatırız" (Nahl/97) ayetinde de saliha bir hanımın kasdedildiği söylenmiştir.
Ömer (ra) şöyle demiştir: Salîha bir hanım dünyadan sayılmaz. Çünkü o seni ahirete yönlendirir. Ama aynı Ömer (ra), yalnız yaşa­yanın ibadetten alacağı tadı, evli kimsenin alamayacağını söylemistir. O, başka bir vesilede de şöyle demiştir: Allah Teala'nm ku­luna imandan sonra nasip ettiği en hayırlı şey saliha bir hanımdır. O, hanımları tabiatlarına göre taksim ederken de şöyle demiştir: Kimi kadın ganimet gibidir, hiçbir bedelle alınamayacak kadar de­ğerlidir. Kimi kadın kelepçe gibidir, almak için bedel verilecek ka­dar bile değerli değildir. Bu tür kadının kelepçe gibi olması, kocası­nın onun esiri gibi olması anlamına da gelebilir. Bu tarz kadınlar­dan ancak ölümleri halinde kurtulmak mümkündür. Ömer'in (ra) yaptığı bu ikinci tanım için kullandığı kelime, aynı zamanda eski Arap işkencelerinden biri için kullanılmaktadır. Buna göre keçinin derisi soyulduktan işkence edilecek şahsın çıplak vücuduna yaıştı-rılır ve orada kuruması sağlanırdı. Bilahare bu deri insanın üzerin­de soyulmaya çalışır, ama kendi dersini de kaldırarak kalkardı. Kadınların bir türü de bu şekilde, yapışkan mizaçlı ve sorunludur. Kadınları tasnifte en güzel esas onları nefsin tabiatlarına göre ayırmaktır. Bu sıfatları hanımlar üzerinde sınayarak kıyasladığı­nız zaman nefislerin temel özelliklerine göre gruplara ayrıldıkları­nı görürsünüz.
1. Müsevvile' yani kışkırtıcı; 'Nefs-i şevvale* den adını alan bu kadın türü, kadınların huy bakımından en kötüsü ve en aşağısıdır.
2.'Emmâre' yani emreden; 'Nefs-i emmâre'den adını alan bu tur kadınlar, sürekli kötülüğü emreder, eziyet etmekten rahatsızlık duymaz ve kötü ahlakı esas alırlar.
3.'Levvâme' yani kınayan; 'Nefs-i levvâme'den adını alan bu tür kadınlar, salih hanımlar zümresine girer ve kötülük ettikleri za­man kendilerini kınamaktan geri durmazlar.
4. 'Mutma'inne' yani huzurlu; 'Nefs-i mutma'inne'den adını alan bu tür kadınlar hallerine rıza gösteren, hayır ehli, sakin tabiatlı ve Rablerinin takdirinden razı olmuş hanımlardır. En yüksek seviye­de olanlar da bu tür hanımlardır.
Gurbette yaşayan bir kulun kalbinin salah bulması ve halinin istikamet üzere devam etmesi, yalnız bile olsun kendi yurdunda bu­lunanla asla bir olmaz. Kendi yurdunda bulunan kimsenin en asga­ri hali selamettir. Yaşadığımız şu devirde selamet, büyük bir lütuf ve ganimettir. Böyle biri, hevanın derekelerine düşmekten çekinü-yorsa, dininin selameti bakımından evlilik yoluna girebilir. Eğer bihanım yeterli olmazsa, ona ikinciyi de katabilir. Eğer bu ikisi ile ha­li tamama ermez ve muradına alamazsa üçüncüyü, hatta dördüncü­yü de alabilir. Dört hanım, nefsin teskini ve şehvetinin dört nikaha dağılması sebebiyle tek hanım gibi olur. Tek hanım yeterli olması ve başkasına muhtaç etmemesi halinde dört hanıma eşittir.
Allah Teala, yarattığı nefslerin tabiatlarını herkesten daha iyi bildiği için onu bir ile dört hanım arasında muhayyer bırakmıştır. Denir ki: Allah Teala, dört hanımla evlenilmesine, dört farklı tabi­atın varlığından dolayı izin vermiştir. Her tabiatın belli bir hareket kabiliyeti ve nefsin bu tabiatta bir arzusu vardır. Bundan dolayı da kulda herhangi bir eksilme olmamaktadır. Hanımlarına karşı vazi­felerini yerine getirdiği ve hanımları da harcama ve yatma sırası gibi hususlarda hoşgörülü olduklarında erkeğe her hangi bir vbal gelmez. Hatta bundan dolayı ziyade sevap almaya hak kazanır. Bu, onun kuvvetini ve haline hakimiyetini de gösterir. Bunlar iradesi ve tabiatı kuvvetli kimselerin ve erkeklerin önde gidenlerinin yol­larıdır.
Allah Teala'nm ona dört hanımı memnun etme yönünde verdiği kuvvet de hikmet-i ilahinin eseridir. Bazı tabiatlar, işte bu derece renkli yaratılmıştır. Bunu bineklerin çeşitliliğine de benzetebiliriz. Karada yürüyen ve insanlar tarafından kullanılan türlü binekler vardır. At, deve, eşek ve katır bunların belli başlılarıdır. Kulun ta-biatmdaki farklılık, bu farklı bineklere binmesi gibidir. Bazıları, tabiat gereği aynı anda hepsine binebilir. Allah Teala buyurdu ki: "Gemiden ve hayvanlardan binekler yarattı". (Zuhnu712) Bu binek­lerden, deve nasıl attan, katır da eşekten farklı ise dört hanımı olan için de her biri diğerinden farklıdır. Kişinin durumu, her za­man aynı deveye binmeyip deve değiştiren veya bir gün deveye er­tesi gün ata, diğer gün eşeğe binen gibidir. Bunlara bakıp besleme gücüne sahip olan için sorun yoktur.
Bazı kimseler, tek bir binek ile de yetinebilirler. Belli bir vade­ye kadar, tek binek onların ihtiyacına yetmektedir. Bunlar, her şe­yi Bilen, izzet Sahibi'nin takdiri, Hikmet ve Nimet Sahibi'nin en güzel şekildeki yapımının sanatının eseridir.
Allah Teala hanım için üç şart koymuştur. Bu üç şartı taşıyan bir hanım, kula yeten ve nefsini huzura kavuşturan bir hanımdır.
Bir hanım bu üç şartı tam olarak taşımadığı zaman erkeğin dörde kadar almaya hakkı doğar. Aslında sayı dört veya üç olsun, aslında tek bir hanımı ifade ederler. Çünkü şartları bağımsız olarak yerine getirememektedirler. Dört sayısı, sözkonusu şartların tam olarak bulunmasının üst sınırıdır. Allah Teala da bu şekilde haber vermiş­tir. O, sözkonusu şartlar mey anında şöyle buyurmaktadır: "O'nun ayetlerinden biri de sizin için kendi türünüzden eşler yaratmasıdır. Ki onlarla sükunet bulaşınız. Hem aranıza sevgi ve merhamet de
koymuştur". (Rum/21)
Buna göre kul, hanımında nefsin teskini, kalbi merhamet ve eş sevgisini bulabiliyorsa, bu Allah Teala'nm bir mucizesi olarak ye­terliliği gösterir. Eğer sükunet, sevgi ve merhameti ancak dört ha­nımda bulabiliyorsa o zaman dört hanımla evlenir. Allah Teala ki­mi kulunu bir hanımla ihtiyaçtan kurtarırken, kimi kulunu da dört hanım sahibi yapar. Bu da Allah Teala'nın ayetlerindendir. O, bu­na güç yetirebilecek ve bu şekilde istikamet bulacak kullarını seç­miştir.
Bir adam, kadınları gömleklere benzetmiş ve şöyle demiştir: İn­sanın dört gömleğinin olması israf değildir. Ama bunun üstündeki-ler israftır. Allah Teala da azami dördü emretmiştir. Bu konuda şu ayet-i kerime delil olarak görülebilir: "O hanımlar sizi için giysi­dir". (Bakara/187) Allah Teala, burada hanımları giyilen bir giysi­ye benzetmekte ve giysi sayısının azami sınırını da dört olarak va­zetmektedir.
Nikahın emredildiği ayet şöyledir: "Hoşunuza giden hanımlarla evlenin: İki, üç ve dört tane". (Nisa/3) Görüldüğü gibi Allah Teala nikahla ilgili emrine 'tek veya birle1 değil ikiyle başlamıştır. Bura­da ne "bir* sayısının teşviki, ne de 'iki'nin müstehap görüldüğğüne dair bir işaret vardır. Adalet sağlanabilir ve iki eş konusuda buna güç yetirilebilir. Bu muhtemeldir. Ama ayetin sonunda, zulmet­mekten korkanlar için sayının bire indirilmesi sözkonusudur. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Eğer adaleti sağlayama­maktan korkarsınız, o zaman bir tane". (Nisa/3) Hitabın delaletin­den çıkan, dört hanım arasında adaleti sağlamanın şart olduğudur. Ardından da şöyle buyurmuştur: "Bu durum adaletten ayrılmama­nıza daha yakındır". (Nisa/3)
Hicaz fakihlerinden bir zat ise, ayetin üstteki son kısmına şöy­le bir tefsir yapmıştır: Ayet şu şekilde anlaşılabilir: Bu durum aile­nizi büyütmemeniz halinde daha mümkündür. Buna göre de, çocuk sayısını çoğaltmamanız gerekmektedir. Bize göre bu tür bir izah, Kur'an'm ifade kurgusuna ters düşmektedir. Doğru olan ilk verildi­ği şekildeki anlamıdır. Ayette geçen 'âle' fiili adaletten sapma, hak­sızlık etme anlamındadır, 'e'âle' kalıbındaki şekli ise gündelik ge­çim kullanılan manada, geçindirecek insan sayısı çok olan hane sa­hibinin fiilini tanımlamaktadır. Araplar'ın çoğunluğu bu ayrımı yapmışlardır. Şaz ve nadir bir görüş ise, kelimenin iki şekilde oku­nabileceğini söylemiştir. Buna göre fiil, birden fazla hanımı olan kimsenin, yiyecek, giyecek ve yatacak yer bakımından eşit şartları temin edememe ve bir kısmına diğerlerinden çok verme halini tarif etmektedir.
Allah Resulü'nün de (sav) bu anlamda şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İki hanımı olan ve bunlardan birine meyleden -bir baş­ka rivayette 'adaleti sağlamayan' - kimse, Kıyamet günü bir yanı eğik olarak gelecektir".
Eşler arasındaki adalet, sevgi ve birleşmeyi kapsamaz. Çünkü bu tür adalete kimsenin gücü yetmez. Adalet, yatı sırasındadır. Ki­şi, yatısına gittiği hanımıyla ilişki kurmak zorunda da değildir. Ge­ceyi orada geçirmesi yeterlidir. Allah Teala'nın "Onlar arasında is-tesenizde adaleti temin edemezsiniz" (Nisa/129) ayetinin tefsirinde şöyle denilmiştir; Yani sevgi ve birleşme bakımından onlar arasın­da adaleti sağlayamazsınız. Çünkü bu, Allah Teala'nın kalbi duy­guların ve nefsani şehvetlerle ilgili kanunlarının gereğidir.
Allah Resulü (sav) de harcama ve yatı bakımından hanımları arasında adaleti sağlar ve şöyle buyururdu: "Allahım! Sahip oldu­ğum imkanlarla yapabildiğim budur. Sana ait olan hususlara ise gücüm yetmez." Allah Resulü (sav) hanımlarından bir kısmını bir kısmından daha çok sevmiştir. Medine'de en sevdiği hanımı Aişe (ra) idi. Hatta vefat hastalığı sırasında, hanımlanmn odaları ara­sında yatı için taşınırken, 'Yarın neredeyim?' diye sormuştu. Ha­nımlardan biri, 'Sorduğu Aişe'nin sırasından başkası değildir1 de­miş, bunun üzerine diğerleri, 'Ey Allah Resulü! Bu halde taşınman seni çok yoruyor, Aişe'nin odasında kalmana müsaade ediyoruz 'dediler. O, 'Buna razı mısınız?' diye sorunca, 'Evet' dediler. Bunun üze­rine 'Beni Aişe'nin (ra) odasına götürün' buyurdu". Aişe validemiz de (ra) buna işaret ederek şöyle demiştir: Ruhunu benim odamda tes­lim etti. O, fırsat bulduğu her yerde bunu iftiharla zikrederdi.
Birden fazla eşle evli olanlara yönelik ilahi ikazlar şu ayet ile devam etmektedir: "Öyleyse bir tarafa büsbütün gönlünüzü kaptı­rıp da öbürünü kocasızmış gibi bir halde bırakmayın". (Nisa/129) Yani birini tamamen ihmal ederek, kocasız, boşanmış veya dul kal­mış gibi bir halde bırakmayın.
Araplar, bir şeyi durdurdukları zaman bunu 'ta'lik' kelimesiyle ifade etmişlerdir. Mesela 'Kavlun mu'allak' bir hükme bağlı olup mutlak olmayan söz anlamındadır.
Netice itibarıyla kocaya düşen; gündüz ve gecelerini eşleri ara­sında taksim etmelidir Her birinde bir gün ve gece kalmalıdır. Ha­nımlar kendi haklarını kumalarına devredebilir veya bunu hoşgö-rebilirler. Allah Resulü (sav) de eşleri arasında belli bir taksim yap­mıştı. O, hanımı Sevde'yi (ra) boşamak istemişti. O da yaşlı olduğu için sırasını Aişe'ye (ra) vermişti. Sevde'nin (ra) tek arzusu mahşer günü Allah Resulü'nün (sav) hanımları arasında olabilmekti. Allah Resulü (sav) onu kendi haline bırakmıştı. Hanımları arasında iki gün Aişe'ye (ra) aitken diğer hanımlarına birer gün düşmekteydi. Hanımları arasında her hangi birini kendi gecesi veya gündüzü dı­şında özlediğinde onunla birlikte olduktan sonra bütün hanımları­nı ziyaret ederdi.
Konuyla ilgili hadislerden biri Aişe validemizden (ra) nakledil­miştir: "Allah Resulü (sav) bir gecede bütün hanımlarını ziyaret et­mişti".[14][14] Enes b. Malik de (ra) bir gecede dokuz hanımını ziyaret ettiğini rivayet etmiştir.
Tek eşli olan kimse, hanunıyla üç gecede bir ilişki kurabilir. Müstehap olan budur. Bunun kıyası, dört hanımı olan birinin aynı hanımıyla dördüncü gecede birlikte olmasıdır. Amr (ra) ve Ka*b b. el-Esved (ra) ise her dört gecede bir gece ilişkiye hükmetmişlerdir. Hanımının daha fazlasına ihtiyacı olduğunu düşünüyorsa, onun if­fet ve namusunu korumak için gerekeni yapmalıdır. Hanımın münasebete soğuk baktığı ve hoşlanmadığı biliniyorsa, ayda veya yıl­da bir defadan fazlasını yapması gerekmez.
Kadın gece veya gündüz eşinin birleşme isteğine asla karşı çı­kamaz. Hatta oruçlu bile olsa, isteğine teslim olur. Kocasının izni olmaksızın oruç tutamaz. Ali (kv) on hanımla evlenmişti. Vefat et­tiğinde dört hanımı ve onyedi cadiyesi vardı. Şam emirlerinden bi­rine Ali'nin (kv) çok evliliğiyle ilgili malumat ulaştığı zaman şöyle demiştir: Ne evlenir, ne de boşanırım!
Ali (kv) hanımı Fatıma'nın (ra) babasının vefatının üzerinden geçen dokuzuncu gün vefat etmesi üzerine O'nun diğer kızı Zey-neb'in (ra) kızı Ümame (ra) ile evlendi. Bu evliliği tavsiye eden de Fatıma (ra) idi.
Hasan b. Ali (ra) ikiyüz elli, bir rivayete göre üç yüz hanımla ev­lenmişti. Babası Ali (kv) bundan sıkılıyor ve oğlunun boşadığı ha­nımların ailelerinden haya ediyordu. O, insanlara şöyle derdi: Ha­san çabuk boşar, ona kız vermeyin! Hemedan'dan bir adam kendi­sine şöyle dedi: Ey müminlerin emiri, oğlunu istediği kızla evlendi­ririz. İstediğini alıkoysun, istemediğim bıraksın. Ali (kv) buna çok sevindi ve şöyle dedi:
Cennetin kapısında bekçi olsaydım, Bütün Hemedan'a 'Selam ile girin!' derdim.
Bu, Hasan'm (ra) dedesi Allah Resulü'ne (sav) benzeyen yönle­rinden biriydi. O, yaratılış ve ahlakı bakımından da O'na benzerdi. Allah Resulü (sav) kendisine, 'Yaradılışıma da, ahlakıma da çok benzedin' buyurmuştu. Bir başka hadisinde ise, "Hasan bendendir, Hüseyin Ali'dendir" buyurduğu söylenmiştir. Hasan (ra) ya dört ha­nımını boşar, ya dört hanımla nikahlanırdı. Yine bir keresinde iki hanımını boşamak üzere hizmetçisini göndermiş ve kendisine şöy­le demişti: Onlara iddet saymalarını söyle ve her birine on bin dir­hem ver. Hizmetçi bir süre sonra döndüğünde, "Ne dediler?' diye sordu. 'Biri başını eğdi ve sustu, diğeri ağlayıp feryat etti ve şöyle dedi: "Kıymetli bir sevgiliden az bir meta" Hasan (ra) biraz düşün­dü ve ona acıyarak şöyle dedi: Eğer bir hanımı geri alacak olursam, mutlaka onu alacağım.
Hasan (ra), Abdurrahman b. Hars b. Hişam'm kızını istemeye gitmişti. Abdurrahman kendisine şöyle demişti: Seni herkesten çok severim. Ama çok sık boşanıyorsun. Kalbimin sana karşı değişme­sinden korkuyorum. Eğer onu bırakmayacağına dair güvence verir­sen olur. Hasan (ra) sükut etti ve bir arkadaşına yaslanarak şöyle dedi: Abdurrahman kızım boynuma gerdanlık yapmak istiyor!
Konuyla ilgili olarak Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir: "Allah Teala nikahı sever, boşanmaya buğzeder. Evlenin! Boşanmaym!" Bu tavsiye, dörtten fazla evlenmek isteyen­ler için uygun değildir. Mesela Muğire b. ŞuTae seksen hanımla ev­lenmişti. Sahabe arasında üç ve dört hamımı olanlar vardı. Çoğun­luğun ise iki hanımı vardı. Denir ki: Çok evlilik gözü korur ve iz pe­şinden gitmeyi azaltır.
İnsanın gözü kısıldığı ve haramdan sakındığı zaman, yolda sade­ce bakışlarını kısarak yürür. Helallerde genişler. Çünkü nefs için kendi cinsinden olanlara dönük molalar vardır. Bu anlar, kişinin zi­kirden uzaklaştığı anlardır. Takva sahiplerinin nefsleri için geçerli olan istirahatlar mubaha yöneliktir. Bu noktada Allah Teala'nm şu buyruğu  aklımıza  gelmektedir:  "Onda  sükunet bulmak için". (A'raf7189) Bu, nefsin karşı cinste sükunet bulmasıdır. Bu sükunetin gerçekleşmesi için iki cins arasında müşterek sıfatlar bulunması ge­rekir. Allah Resulü'nün (sav) şu buyruğu da bunu göstermektedir: "Kalpleri dinlendirin". Bunun zikirle olduğu söylenmiştir. Buradaki dinlendirme ile, nefsin huzur bulmasının kasdedildiği söylenmiştir. Yani ahireti zikretmektir. Zikir ise sevaptır. Allah Resulü (sav) de bu manada şöyle buyurmuştur: "Her alimin bir aç gözlüğü ve fetreti vardır. Fetreti sünnetime olan kimse hidayete ermiştir". Fetret du­rup dinlenme anlamına gelirken sürekli mücadele ve yırtınmadır.
Ebu'd-Derda (ra) şöyle demiştir: Bir takım oyun eğlence ile nef­simi dinlendiririm ki hakkı ifa etme gücünü koruyayım. Eski devir­de kadınlar günümüz kadınlarından farklı özelliklere sahiptiler. Eskiden adam evden çıkarken hanımı, 'Ey kişi!', Kızı ise, 'Ey baba­cığım' dedikten sonra, 'Bugün helal dışında kazancın olmasın. Ha­ram kazanç seni cehenneme sokar, sebebi de biz olmuş oluruz. Biz açlık ve susuzluğa karşı sabreder yine de senin cezalandırılmana neden olmayız!'
Selef-i Salih'ten bir adam cihada katılmak üzere yurdundan ay­rılmaya niyetlenmişti. Ama evine bırakabileceği bir parası yoktu. Nitekim arkadaşları ailesine ve hanımına şöyle dediler: Kocanın gitmesine niçin izin veriyorsun? Size bir nafaka bırakmadan gidi­yor ve sen ne zaman geleceğini de bilmiyorsun. Bunun üzerine ka­dın şöyle dedi: Benim eşim kendisini tanıdığımdan beri yiyicidir. Onu rızık taşıyıcısı olarak hiç görmedim. O gider ama er-Rezzâk kalır. Aynca, kendisini sefere çıkmaktan alıkoymak suretiyle uğur­suzluk etmek de istemem.
Ahmed b. İsa el-Harraz evlendiği zaman, kendisiyle evlenen ha­nıma şunu sormuştu: Benimle niçin evlendin ve bende hoşlandığın şey neydi? Kadın şöyle cevap verdi: Benim üzerindeki haklarını ye­rine getirmem ve senin üzerindeki haklarımdan vazgeçmek üzere evlendim. Rabia bn. İsmail, İbni Ebu'l-Havari'ye talip olmuştu. O da nişanda ibadet boyutu olduğunu söyleyerek bu davranışını mek­ruh görmüştü. Ama Rabia ısrar etmeye devam etti. Bunun İbni Ebu'l-Havari kendisine şöyle dedi: Anla be kadın! Kadınlarla ilgi­lenmek istemiyorum. Halimle uğraşmaktan başka derdim yok! Sa­na da beri bırakıp kendi halinle meşgul olmanı tavsiye ederim. Bu­nun üzerine Rabia şöyle dedi: Ben kendi halimle öylesine meşgu­lüm ki senin halinle meşguliyetinden bile daha yoğundur. Benim şehvetle işim yok. Bütün derdim kocamdan miras kalan üçyüz bin dinar miktarındaki helal para. Bu parayı sana ve dostlarına infak etmek istiyorum. Seni salihlere tanıştırmak istiyorum. Böylelikle onları Allah Teala'ya götüren bir yol açmış olursunuz.
İbni Ebul-Havari bu teklifi işitince, 'Müsaade ederseniz, önce hocamdan izin isteyeyim' dedi. Ardından Ebu Süleyman ed-Dara-ni'ye (ra) gitti ve Rabia'nın sözlerini ona aktardı. Kendisi daha Ön­celeri beni evlilikten sakındırmış ti.
Ebu Süleyman (ra) bu konuda şöyle derdi: Dostlarımız arasında hiç kimse yoktur ki evlendikten sonra ha­li değişmesin!
Ebu Süleyman (ra) beni dinledikten sonra başını cübbesinin ya­kalarının arasına soktu ve düşünmeye başladı. Yaklaşık bir saat sonra başını çıkartarak şöyle dedi: Ey Ahmed! Onunla evlen, o Al­lah Teala'nın veli kullarından biridir, sözü sıddıklarm sözüdür.
Ahmed b. Ebu'l-Havari, Rabia (ra) ile evlendi. Evlerinde el yıka­mak için kireçten başka bir şey yoktu. Yemek yiyenler, eğer getir-mişlerse çövenle temizlenebilirlerdi. Ahmed, Rabia'nın (ra) üstüne üç kadın daha almıştı. Rabia (ra) onu kendi elleriyle besler ve ar­kasından 'Gücün kuvvetinle hanımlarına git' diyerek onu hanımla­rının odalarına gönderirdi. Kalp ehline yakışan da budur. Sufiler Rabia'ya (ra) haller hakkında soru sorarlardı. Ahmed de (ra) bazı konuları onunla istişare ederdi. Şam'daki Fazıla (ra) da, Basra'da-ki Rabia'ya (ra) benzetilirdi.
Ebu Süleyman (ra) evlilik hakkında orta bir sözün sahibidir: "Zorluğa dayanabilen kimse için evlilik daha faziletlidir. Yalnız ya­şayanın ameli daha tatlı, kalbi daha boştur. Evli için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Yine o, bir keresinde şöyle demiştir: Dostlarımızdan hiçbirini görmedim ki evlendikten sonra ilk merte­besi üzerinde sebat edebilsin.
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: Üç şey vardır ki onları isteyen kimse dünyayı arzu etmiş olur: Geçim vasıtası ara­yan; Evlenen; Hadis yazan.
Şunu iyi bilmek gerekir ki kadın fazlasıyla idare etmeyi, hikmet­li şakaları ve hediyeler vermeyi gerektirir. Onlara yumuşak davran­mak ve harcamalarını hoşgörmek gerekir. Güzel ahlakla ve güzel sözlerle konuşmak gerekir. Bunlar ise ancak ilim ve hilim sahipleri tarafından yapılabilen, arifler ve hikmet sahipleri tarafından başa-nlabilen davranış biçimleridir. Bunu daha önce yapmamış kimse, ne harcama yapmayı, ne de cemaatle yaşamayı bilebilir. Onlar ye­meklerinde yalnızlığa alışmış kimselerdir. Diğer taraftan cimri, ka­ba, sabırsız ve hantal kimseler için yalnız yaşamak tavsiyeye daha layıktır. Böyleleri kalplerini kadınlardan uzak tutmalıdırlar.
Bu gibi olumsuz sıfatlara rağmen evlenen kimse, hem acı verir hem acı görür, hem eziyet çeker, hem eziyet çektirir, hem günah iş­ler, hem de günah işletir. Çünkü kadınlar, duygusallıklarının tela­fisi için daha fazla yumuşakbaşlüığa, bilgisizliklerin kapatacak il­mi genişliğe, ahlaklanyla örtüşeşecek ve küçük hatalarını görmez­den gelecek bir lütuf güzelliği ve hikmete ihtiyaç duyarlar. Erkek cahil ve akılsız, kaba ve ahlaksız olduğu zaman tarafların bilgisiz­liği birleşirken akıl ayrışır, karşılıklı kabalık ve kalp katılığı belirleyici olur. Böylece ilişkiyi düzeltmekten çok bozmak sözkonusu olur. Taraflar arasında karşılıklı nefret esas olup asla barış olmaz. Bu, akıl sahiplerine özgü bir vasıf değildir.
Evlenecek kimse hâl ve ahlakını bütün esaslarıyla hanımı ola­cak insana açıklamalı ve bu suretle kocasının nasıl bir insan oldu­ğunu Öğrenmesini sağlamalıdır. Kişi, seçimini böyle yapmalıdır. Bu vera'nm gereğidir. Selef-i Salih'ten bazıları bunu yapmışlardır.
Ömer (ra) döneminde adamın biri evlenmişti. Adam sakallarını siyaha boyamıştı. Hanımıyla yaşamaya başladıktan bir müddet sonra sakallarında aklar ortaya çıkınca kadının ailesi bu durumu Ömer'e (ra) şikayet ettiler. Ömer (ra) adama dayak attırdı ve, 'İn­sanları aldatmışsın' diyerek boşanmalarına hükmetti.
Başka bir hadisede ise Şuayb b. Harb evlenmek istediği bir ka­dına, 'Benim kötü ahlaklı biriyim' demişti. Kadın da kendisine, 'Ey kişi, ahlakı senden daha kötü kişi, seni kötü ahlaka zorlayan kişi­dir1 dedi. Bunun tersi bir hadisede ise evlenmek isteyen bir şahıs, istediği hanıma 'Benim bir takım huylarım var, onları söyleyeyim. Eğer kabul edersen seninle evlenirim'demişti. Hanım, 'Anlatın' de­dikten sonra huylarını anlatmaya başlamıştı: Ben sıkıcı, kindar, su-i zan sahibi, kıskanç, sabırsız, peşin hükümlü biriyim. Bir şey fazla olursa bıkar, benden alınırsa tasalanır, konuştuğumda sertle­şir, sükut ettiğimde kaygıyla dolarım.
Hanım bu huyları dinledikten sonra şöyle dedi: Bu anlattıkları­nız, şeytanın kızlarının huylarıdır. Adem'in çocuklarına bunları na­sıl yakıştırabiliriz. En güzeli efendilikle işine gitmen. Sana ihtiya­cımız yoktur.
Nefsinin bir takım afetlerinden endişelenen kimsenin, övgüye değer bazı hasletleri olan bir hanımla karşılaştığında onunla evlen­mesi daha hayırlıdır.
Evlenmek isteyen kimsenin belli niyetleri olmalıdır. Çünkü ev­lilik, en önemli amellerden biridir. Evlilik gibi mühim bir amelin sırf arzulardan hareketle yapılması düşünülemez. Ömer b. Abdüla-ziz (ra) şöyle demiştir: Hak hevaya uygun düşerse çok güzel bir du­rum olur.
Evliliğin niyeti, Allah Resulü'nün (sav) sünnetim ikame etmek, kalbi İslah ve dini korumak, bakışı kısarak namuslu kalmak olmalıdır. Müslümana emredilen budur. Ailesi ve çocukları için kazandı­ğı nafakada Rabbine yönelmeyi ummalıdır. Hanımına karışı ahi-retle ilgili hususlarda yaptığı nasihatlarda da aynı beklenti içinde olmalıdır. Böylelikle kendi için kazandığı sevap kadar ailesi için de sevap kazanmış olacaktır. Kul, hanımına karşı şefkatli ve öğütleyi-ci olmalıdır. Bütün bunlarda da birinci derecede Allah rızasını gö­zetmelidir.
Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişi­nin ailesine harcadığı, verdiği sadaka hükmündedir". Kişi, hanımı­nın ağzına uzattığı lokmadan dolayı sevap kazanır. Böyle birinin Al­lah yolunda cihad eden gibi olduğu da söylenmiştir. Adamın biri, alim bir zata Allah Teala'nın kendisine bahşettiği nimetleri sıraladıktan sonra şöyle demişti: Rabbim, bana her amelden bir pay verdi: Hac, ci­had ve diğerlerinden. Bunun üzerine alim zat, 'Peki abdal zümresi­nin amellerinden biri olan amelin nerede?' diye sordu. Adam, 'Nedir o?' diye sorunca, alim 'Helal kazanmak ve aileye bakmak' dedi.
İbnü'l-Mübarek (ra) cihad meydanındaki arkadaşlarına şöyle demişti: Şu içinde bulunduğumuz amelden daha faziletlisini bil­mek ister misiniz? Arkadaşları şöyle dediler: Bildiğimiz kadarıyla Allah yolunda cihad etmek ve O'nun düşmanlarıyla vuruşmak en güzel ameldir. Bundan daha üstünü acaba var mıdır? İbnü'l-Müba­rek (ra), 'Ben biliyorum' dedi. Teki nedir?' diye sorulunca da şöyle dedi: Namuslu ve çoluk çocuğu olan bir adamın şu amelidir. O, ge­celeyin namaza kalktığında uyuyan çocuklarına bakar ve üstleri açılmışsa örter, hatta kendi elbisesini üzerlerine yayar, İşte o kişi­nin bu ameli, şu an yaptığımız cihaddan bile daha üstündür.
Adamın biri Bişr'e (ra) 'Geçim derdi ve fakirlik bana zarar ver­meye başladı, beni için dua eder misin?' demişti. Bişr (ra) ona şöy­le dedi: Ailen sana 'Ekmeğimiz ve unumuz kalmadı. Açız' dedikleri zaman Allah'a dua et. Öyle bir vakitte edeceğin dua, benimkinden çok daha faziletlidir! Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Namazı güzel, evladı çok, malı az ve gıybetten uzak kimse cennette benimle olacaktır". Allah Resulü'nün de (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala çoluk çocuk sahibi iffet­li fakiri sever"[15][15]
Ailenin işleriyle uğraşmak, belalarına karşısında kaygılanmak ve iyiliklerinin artması için çalışmak da evlilik niyetleri arasında bulunmalıdır. Denilir ki: Kulun günahları çok olduğu zaman Allah Teala kendisi tasalarla imtihan ederek günahlarını siler. Selef-i Sa­lih'ten bir zat da şöyle demiştir: Öyle günahlar vardır ki onların ke­fareti sadece geçim kaygısıdır. Benzer manada bir hadis de Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilmiştir.
Kul, ailesine karşı sabırlı, sıkıntılarına karşı tahammüllü olma­lı ve kendileriyle güzel geçinmelidir. Çocukların veya eşin vefatı, ya da nasibin eksilmesi, kula verilmiş bir ceza olabilir. Kişinin maka­mı ailesine karşı sabır ise, onu terkettiği zaman halinden ayrılmış ve kusurlu hareket etmiş olur.
Abidlerden biriyle ilgili olarak şöyle bir hadise anlatılmıştır: O abidin, güzel davrandığı bir hanımı vardı. Hanımı vefat etti. Dost­ları kendisine yeniden evlenmeyi teklif ettiklerinde bunu kabul et­meyerek şöyle dedi: Yalnız kalbim için daha dinlendirici, tasamı da­ha yoğunlaştırıcıdır. Hanımımın vefatından sonraki bir Cuma gece­si şöyle bir rüya gördüm: Semanın kapıları açılmıştı ve birileri ine­rek gökyüzünde yürüyorlardı. Birbirlerin ardısıra gidyorlardı. İnen herkes, bîr kez bana bakıyor ve peşinden gelene, 'İşte o uğursuz bu!' diyordu. Onun ardından gelen dördüncüye, o kendinden sonra­kine hakkımda aynı şeyi söylüyordu. Sonunda bir çocuk çıktı. Ona 'Bunların bahsettikleri uğursuz kim?' diye sordum. 'Sensin!' dedi. 'Neden?' diye sorunçca şöyle dedi: Senin amellerini, Allah yolunda cihad edenlerin amellerinin bulunduğu yere taşırdık. Cuma'dan beri senin amellerini başkalarının amellerinin yanma koymamız emredildi. Bunu gerektirecek ne yaptığını bilmiyorum. Abid, bu rü­yayı gördükten sonra, 'Beni evlendirin, beni evlendirin' demeye
başladı. Daima bir veya daha fazla hanımının bulunmasına itina gösterdi
gösterdi.
Kötülüğü emreden nefis (=nefs-i emmâre) kul için dört hanım­dan daha zararlı olabilir. Aile ve çocukların hoş görülmeme sebep­leri, kişiyi Allah'tan ve O*na yaklaştıracak amellerden uzaklaştır­malarıdır. Hanımı ve çocukları olmamasına rağmen arzu ve hırsla­rına teslim olan kimse, eş ve çocuk sahibi olanlardan çok daha kö­tü bir durumdadır. Kimileri de yokluk endişesiyle eş ve çocuk istemeyebilir. Bunun hali de mekruh görülür. Konuyla ilgili bir riva­yette Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ce­hennem sakinlerinden biri de dini hassasiyeti olmayan zayıf ka­rakterli kimsedir. O aranızda dolanıp durur, ne mal ne de çoluk ço­cuk ister". Bu hadisin açıklamasında, sözü edilen kimselerin, ka­rınlarını doyurmaktan başka düşünceleri olmayan, rızkını nasıl kazandığını düşünmeyen ve nereden geldiğini önemsemeyen dilen­ciler oldukları söylenmiştir.
Malı ve ailesinin kendisini Allah'ın zikrinden alıkoyamadığı bir kimse, ailesi olmayan kimseden daha faziletlidir. Çünkü bu sonun­cusu, midesinin ve fercinin kulu olup heva ve şehvetinin esiridir. Allah Teala müminlerin de malları ve çocukları olacağını haber verdikten sonra, bu durumun onları Allah'tan alıkoymayacağını bildirmiştir. O, Kur"an'da anlattığı bazı toplumların alışveriş ve ti­caretlerinin kendilerini O'nun yolundan uzaklaştırmadığını haber vermiştir. O'na göre bu kimseler, kalplerin ve gözlerin devrilip gi­deceği bir günden korkan insanlardı. Allah Teala kendisinden eş ve çocuklar isteyen bir topluluğu da övmüş ve haklarında şöyle buyur­muştur: "Rabbimiz, bize göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar bah­şet". (Furkan/74) Onların niyaz ettiği göz aydınlıkları, kendilerini asıl göz aydınlığı olan Rablerinden alıkoymayacak ve O'ndan uzak-laştırmayacaktır. Bilakis O'nun önünü açacak ve kulun daima O'nunla hem hal olmasını temin edecek türden göz aydınlıklarıdır. Allah Resulü de (sav) bu manada şöyle buyurmuştu: "Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadınlar ve göz aydınlığım kılı­nan namaz".[16][16]
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle derdi: Evliliği terketmeleri-nin yegane sebebi, kalpleri Allah'ın zikrine hasretmekti. İbni Ebil-Havari'den de (ra) Hasan'ın (ra) rivayet ettiği şu hadis nakledilmiş­tir: "Allah, bir kul için hayır dilediğinde onu, aile ve servetle meş­gul etmez". Ahmed (ra) şöyle demiştir: Hadis ehlinden bir topluluk­la bu hadis hakkında uzun uzun konuştuk ve anlamının şu olduğu­na karar verdik: Burada kasdedilen kişinin hanım veya malının, kendisi için değil onların onun için varolmaları ve onu meşgul et­memeleridir.
Mutmain bir nefse, Rabbine huşu ile nazar eden bir göze ve kor­ku dolu bir kalbe sahip olan, kadınlarla ilgili yoğun düşüncesi bu­lunmayan kimse, evliliğin en çok yakıştığı kimsedir. Konuyla ilgili olarak Davud et-Ta'i'den (ra) şöyle bir söz nakledilmiştir: Elli yıldır kamışıma yel bulaşmamıştır. Başka birine de, 'Kamışına şehvetle yel girdiği oldu mu?' diye sorulmuş ve şöyle cevaplamıştı: 'Kur'an okuduğumdan beri hahr!' Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Yir­mi yıldır, gözüm hiç tenasül uzvuma takılmadı!
Fakat işsiz güçsüz, kötülüğü emreden bir nefis sahibi, delici bir bakışa ve kuvetli bir şehvete sahip olur. Böyle biri için nikah, amel­lerinin en güzeli ve hallerinin en ulvisidir. Çünkü mubah, makamı olmayanların makamıdır.
Kul nikaha azmettiğinde, dindar, akıllı, kanaatkar ve saliha bir hanıma bakmalıdır. Yukarıdan beri sıraladığımız niyetler, ancak böyle bir namzet için uygun olabilir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kadın ya malı, ya güzelliği, ya da dindarlığı için nikahlanır. Sen dindar olanı seç". Başka bir rivayette ise şu lafiz geçmektedir: "Ka­dını malı ve güzelliği için nikahlayan kimse onun malı ve güzelli­ğinden mahrum olur. Kadınla dindarlığı için nikahlanana ise Allah Teala tarafından kadımn malı ve güzelliği bereketli kılınır". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu bildirilmiştir: "Kadınla güzelliği yüzünden evlenmeyin, güzelliği onu adileştirebilir. Onunla malı yüzünden de evlenmeyin malı onu azdırabilir. Kadınla dini için ev­lenin"[17][17]
Kadın ile dindarlığı ve ahlakı sebebiyle evlenmek, ahirete götü­ren yollardan biridir. Eksik organlı, çirkin görünümlü ve yaşlı kadın­la evlenmek, zühd kapılarından biridir. Ebu Süleyman (ra) şöyle der­di: Her şeyde, hatta evlilikte dahi zühd gerekir. Kişinin yaşlı bir ha­nımla ve görüntüsü hoş olmayan biriyle evlenmesi zühddendir.
Malik b. Dinar (ra) şöyle demiştir: Kiminiz yetim bir kızla ev­lenmek istemez. Halbuki onunla evlenmesinden dolayı ecir kaza­nır. Ona yedirmel ve giydirmek sevaptır. Yetim bir kızın sıkıntısı hafif, masrafı kısıtlı olur ve azla yetinir. Böyle yapmaz, falanın kı­zını, yani ehli dünyanın ileri gelenlerinden birinin kızını alırsınız.
O da arzuladıkça arzular. 'Bana şu elbiseyi al, filan tür ipek al* der ve dininizi alıp götürür. İmam Ahmed b. Hanbel (ra), tek gözü gör­meyen bir hanımı, sağlam ve daha güzel kızkardeşine tercih etmiş­ti. O, bu hanımı alırken şöyle sormuştu: Hangisi daha akıllıdır? Kendisine, 'Tek gözü gören daha akıllıdır' denilince, 'Bana onu ve­rin' demişti. Ahlakı kötü ve şamatacı bir hanımla evlenmenin belki şöyle bir faydası olabilir ki kişi ona bakarak kalp bakımından yük­selir, o ve benzerlerine rağbet etmemeyi öğrenir.
Evlenmeden önce, evlenilecek hanımın yüzüne ve evlenmeye teşvik eden yerlerine bakmak ve baktırmak müstehaptir. Yüzüne ve avuçlarına temas etmesinde Hicaz alimlerine göre mahzur yok­tur. Evlenilecek hanımın yüzüne bakmayla ilgili bir çok hadis riva­yet edilmiştir. Bunlardan biri Muhammed b. Mesleme (ra) tarafın­dan rivayet edilmiştir: O, bir hanımı semtine kadar takip etmiş, hatta bir hurmanın arkasına saklanarak hanımı gözetlemişti. Ken­disine, 'Allah Resulü'nün (sav) ashabından biri olarak nasıl böyle yaparsın?' diye sorulduğunda ise şöyle demiştir: Allah Resulü (sav) bize böyle emretti ve şöyle buyurdu: "Allah Teala sizden birinin gönlüne bir hanımla evliliği düşürdüğü zaman ona baksın ve ken­disiyle evlenmeye sevkeden özelliklerini görsün!"
Konuyla ilgili bir diğer hadis de şudur: "Ensar hanımlarının gözlerinde bir şey vardır. Sizden biri, onlardan biriyle evlenmek is­tediğinde ona iyi baksın!". Bu hadisin başka bir lafzı ise şöyledir: "Sizden birinin içine bir hanımla evlenmek düştüğünde ona iyi baksın. Böylesi deri altlarının kaynaması bakımından daha hayır­lıdır". Buradaki kaynaşma, tenini görmekten daha derin bir boyu­ta sahiptir. Çünkü ten, üst deridir. Alt deri ise görünen derinin iç kısmıdır. Bu kelimenin zikredilmesi, kaşnamanın gerekliliği konu­sunda bir mübalağa ifadesidir.[18][18]
A'meş şöyle derdi: Eşlerin birbirlerini görmeden yaptıkları her evliliğin sonu kaygı ve tasadır.
Mihirde aşırıya kaçmamak gerekir. Allah Resulü (sav), hanım­larından bir çoğuyla on dirhem (=32 gr gümüş) ve ev eşyası karşı­lığında evlenmiştir. Ev eşyası da bir el havanı, bir testi, bir yastıkve lifle doldurulmuş bir yataktı. O, hanımlarından birinin düğün yemeğinde arpa ekmeği, birinde ise hurma ikram etmiştir. Düğün yemeği sünnettir. Düğün yemeği davetine katılmamak günahtır.
Ömer b. Hattab (ra) kadınların mihirlerinin yükseltilmesini ya­saklamış ve şöyle demiştir: Allah Resulü (sav), hanımlarından hiç­birini veya evlendirdiklerinin hiçbirini dörtyüz dirhemin (=1280 gr Gümüş) üstünde bir mehirîe nikahlanlamıştır. Konuyla ilgili olarak Aişe (ra) şunu nakletmiş tir: Allah Resulü'nün hanımlarının mihir-leri on ikibuçuk ûkiye (=480 gr Gümüş) idi.[19][19] Allah Resulü (sav) as­habından bazılarını da 16 gram gümüş karşılığında nikahlamıştır.
Tabiun'un büyüklerinden Said b. el-Müseyyeb (ra) kızını Ebu Hüreyre'ye (ra) iki dirhem (=6.4 gr. Gümüş) mihirle nikahlamıştı. O da kızı bir gece babasının evine geri göndermişti. On dirhem ya­ni 32 gr. gümüş, asgari mihir için müstehap görülen miktardır. Böylece ulemanın ihtilafından da kurtulmuş olunur. Mihrin üç dir­hemden (=9.6 gr) daha aşağı olması müstehap değildir. Bu miktar, konuyla ilgili orta yoldur. Bu kıymet, bilek kesme cezasının da uy­gulandığı asgari miktardır. Hicaz alimlerinden bir topluluk da bu görüştedir. Konuyla ilgili bir hadiste Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kadınların en bereketlisi, mihri az olandır". Bir başka hadis de şöyledir: "Kadının bereketi, evlenme­sinin ve hamileliğinin sürati ile mihrinin azlığmdadır". Urve (ra) şöyle demiştir: Kadının uğursuzluğu, mihrinin fazlalağıdır.
Evlenen kimse mihri hanımından isteyemediği gibi verdiğinden daha fazlasını almak üzere de veremez. Karşılığını vermekte zorla­nacağı bir hediyenin verilmesi de helal değildir. Bütün bunlar ni­kahla ilgili bidatlerdir. Bunlar evliliği ticari bir ilişki gibi görenle­rin çıkarttıkları hastalıklardır. Bir kısmı da faiz olarak görülecek türdendir. Her kim böyle bir akit veya niyetle evlenirse fasit bir ni­yette bulunmuş olur. Böyle bir nikah din veya ahiret için yapılmış görülemez.
Sevri (ra) şöyle derdi: Kişi bir hanımla evlenirken, 'Kadının ne­si var?' diye sorarsa, bilin ki o bir hırsızdır! Ona sakın kız verme­yin! Bidatçı, fasık, zalim, içki içen ve faiz yiyene de kız vermeyin.
Böyle yapanlar dinini çiğnemiş ve kızına karşı iyi bir velilik göster­memiş olur. Bu tür kimseler, hür ve namuslu bir müslüman hanı­ma den değildirler. Selef-i Salih'ten bir zat ise şöyle demiştir: Evli­lik bir tür köleliktir. Herkes kızının köle olacağı yere iyi baksın!
Bir başka zat ise şöyle demiştir: Kızlarınızı ancak takva sahip­leriyle nikahlayın! Eğer kızınızı severlerse ona değer verirler. Sev­medikleri takdirde de muamelesinden insafı elden bırakmazlar. Konuyla ilgili olarak Allah Resulü'nün de (sav) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir: "Nutfeleriniz için iyi tercih yapın, denkleri evlen­dirin".[20][20]
Nikah ancak kızın velisi ve iki adil şahit ile olur. Eğer hanım ol­gun ve velisi yok ise kendisine veli atanır. Velisi olmayanın velisi devlet başkanı veya onun atadığı kimsedir. Sünnetin gereği budur. Evlenen kimse hayız, hayız vakitleri, uzama ve kısalma zamanlan ve nifasla ilgili hükümleri öğrenmelidir. Kadınların temizlenmesiy­le ilgili hükümleri de öğrenmeli ve hanımına öğretmelidir. Böyle­likle hanımını başkalarına giderek sorma zahmetinden de kurtar­mış olur. Bunlar dışında bilinmesi gereken farzlarla ilgili hüküm­leri, namaz hükümlerini, islamın tmel esaslarını ve akaidini de öğ­retmelidir. Ehli Sünnet ve Cemaat'in temel esaslarını da ona öğret­melidir. Böyle yaptığı takdirde, hanımının evden çıkarak bunları öğrenmek için alimlere gitmesi gerekmeyecektir.
Tevhid, islamın esasları, imanın esasları ve Ehli Sünnet'in yol­ları hakkında bilgisi eksik olan bir hanım, cehaletinin mazur görü­lemeyeceği miktarda bilgiye sahip olmak için evden çıkabilir. Ancak bu tür bir ilim talebi için dahi olsun, kocasının iznini aramak zorun­dadır. Kadın, kocasını helal olmayan kazanç yollarına zorlamamalı­dır. Günah işlemesine yol açacak uğraşlara da sokmamalıdır. Er­kekler de kötü yollara girerek dünya uğruna ahiretlerini satmama-lıdırlar. Eğer hanımı iyilik ve takva üzerinde sabretmeyi sürdürür­se onu nikahı altında tutar. Eğer kendisini günaha teşvik ederse on­dan ayrılır. Allah Teala her ikisini de lütfuyla müstağni kılar.
Denir ki: Kıyamet günü kişiye sarılacak olanların ilki hanımı ve çocuklarıdır. Onlar erkeği Allah Teala'nm huzurunda durdurur ve şöyle derler: Rabbimiz, bundaki hakkımızı isteriz! Bilmediklerimizi öğretmedi. Bilmediğimiz halde bize haram yedirdi! Bu istekler­den haklı olanlar, adamdan sökülüp alınacaktır.
Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle denilmektedir: "Kul, tartı için terazinin önüne geçirilir. Hasenat kefesinde dağlar misali se­vabı olur. Ardından ailesiyle ilgili sorular ve istekler karşılanır. Malını nereden kazandığı ve nereye harcadığı sorulur. Bütün istek ve talepler karşılandığında hasenat kefesinin boşaldığı görülür. Bunun üzerine melekler şöyle nida ederler: İşte dünyadaki hase­natı ailesi tarafından yenilen, bugün de amellerine ipotek konulan biri!"
Belki bu nedenledir ki Selef-i Salih'ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala bir kulu için kötülük murad ettiğinde tırnaklarını ona musallat eder! Tırnaklar1 ile kasdedilen eşi ve çocuklarıdır. İlgili bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır: "Allah Teala ile kavuşuldu-ğunda kulun günahlarının en büyüğü eşini ve çocuklarını cahil bı­rakması olur".
Meşhur bir hadiste de Allah Resulü'nün şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Kişiye günah olarak, geçindirdiğini yitirmesi ye­ter". Bir diğer hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Ailesinden kaçan kimse, efendisinden kaçan köle gibidir. Dönünceye kadar ne nama­zı, ne de orucu kabul edilir". Allah Teala da bu meyanda şöyle bu­yurmuştur: "Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki.." (Tahrim/6) Görüldüğü üzere aile, kişinin kendisine izafe edilmektedir. Burada onları ateşten korumanın yolu, kendile­rine hayrı ve şerri öğretmek, emir ve yasakları talim etmekten geç­mektedir. Bu konuda Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Onları terbiye edin, onlara öğretin".[21][21]
Bu anlamda Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen hadislerin belki de en meşhuru şudur: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz de sü­rüsünden meşgulsünüz".[22][22]
Denilir ki: Kadın, kocasının malından onun izni olmaksızın ala­rak harcadığında Allah Teala'mn gazabı onun üzerinde olur. Bu ga­zaptan kurtulmanın yolu, ondan izin almasıdır. Kocasının izni olmaksızın yedirebileceği tek şey, bozulmasından endişe edilen sulu yemeklerdir. Eğer kocasının iznini alarak yedirir ve infakta bulu­nursa onun ecri kadar ecir kazanır. İznini almaksızın yaptığı har­camalarda ise kocası sevap kazanırken kendisi günah kazanır.
Erkek, kadının kendisi üzerindeki büyük hakkını iyi bilmelidir. Bunun temelinde de analık sorumluluğu yatmaktadır. Bu meyan­da annesi kızma şöyle demelidir: Her ne şekilde olursa olsun koca­na itaat et. Senin cennetin de, cehennemin de odur! Konuyla ilgili olarak Allah Resulü'nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Koca­sı kendisinden memnun olarak ölen her kadın cennete girer". Riva­yet edilmiştir ki: Adamın biri yolculuğa çıkmıştı. Karısından evin üst katından alt katına inmemesini istemişti. Kocası gittikten bir süre sonra kadının babası hastalanmıştı. Babası, alt katta oturu­yordu. Kadın, babasının hastalığı sebebiyle kendisini ziyaret et­mek için Allah Resulü'nden izin istemişti. O da, 'Kocana itaat et' tavsiyesinde bulunmuştu. Bir süre sonra babası vefat etmiş ve ka­dıncağız Allah Resulü'ne (sav) elçi göndererek cenazesini teşyi et­mek için inmesine izin verilmesini istemişti. Ama Allah Resulü (sav) yine 'Kocana itaat et' tavsiyesinde bulundu. Babası kızı göre­meden defnedilmişti. Allah Resulü (sav) ona bir elçi göndererek şöyle buyurdu: Baban, kocana itaatin sebebiyle bağışlandı".
Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Bir hanım beş vakit namazı kı­lar, Ramazan ayı orucunu tutar ve namusunu koruyarak kocasına itatte devam ederse Rabbinin cennetine girer". Görüldüğü üzere Al­lah Resulü (sav), kocaya itaati islamın temel esaslarına izafe et­miştir. Cennete girmek için bu amelleri eda etmek gerektiği gibi, eşine itaat etmesi de gerekmektedir. Allah Resulü (sav), hanımları anarken şöyle buyurmuştur: "Hamileler, doğranlar, emzirenler, ço­cuklarına merhamet gösterenler; eğer eşleriyle birleşecek olmasa­lar namazgâhlarıyla cennete girerler".
Allah Resulü (sav) bir hadislerinde de şöyle buyurmuşlardır: "Cehenneme baktığımda sakinlerinin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm. Cennete baktığımda, orada yaşayanların da çok azının ha­nımlar olduklarını gördüm. 'Kadınlar nerede?' diye sorduğumda şöyle denildi: İki kızıl onları meşgul etti: Altın ve Safran".[23][23] Gerçekten da Arap kadınlarının takı ve koku düşkünlüğü çok meşhur­dur. Allah Resulü (sav) bir defasında hanımlara hitaben şöyle bu­yurmuştur: 'Takılarınızı tasadduk edin! Cehennem sakinlerinin çoğunun sizden olduğunu gördüm. Bunun üzerine, 'Neden ey Allah Resulü?' dediler. O da şöyle buyurdu: Lanetlenmişleri çoğaltıyor, eşlerinize nankörlük ediyorsunuz" buyurdu.
Belki de bu yüzden bir genç kız Allah Resulü'ne (sav) şöyle de­mişti: Ey Allah Resulü, ben evlenmeyeceğim! İbnü Ümmil-Muğan-niye Aişe validemizden (ra) şunu nakletmiştir: "Allah Resulü'ne (sav) genç bir kız geldi ve 'Ey Allah Resulü, ben nişanlıyım, ama ev­lenmek istemiyorum. Kocanın hanımı üzerindeki hakkı nedir?' di­ye sormuştu. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurdu: Tepesinden tır­nağına başta ayağa yalasa ona olan şükranını yine etmiş olmaz. Bunun üzerine genç kız, 'Ben evlenmeyeceğim' dedi. Allah Resulü (sav) de, 'Aksine evlen, öylesi daha iyidir1 buyurdu". Bu, konuyla il­gili Hasemiyye hadisinin özetidir.
İkrime (ra), İbni Abbas'tari (ra) rivayet etti ki: "Has'em'den bir kadın gelerek, 'Ey Allah Resulü, ben dulum ve evlenmek istiyorum. Erkeğin kadın üzerindeki hakları nedir?' diye sordu. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurdu: Kocanın hanımı üzerindeki hakkı, bir deve­nin sırtında dahi olsun kocası kendisini istediğinde ona engel olma­masıdır".
Kocanın faziletlerini ihtiva eden geniş bir hadiste de Allah Re­sulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Allah'tan başka bir şeye secde et­meyi emredecek olsaydım, üzerindeki hakkının büyüklüğünden do­layı kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Kocanın kadın üzerinde ki haklarından birisi de evinden hiç bir şeyi onun izni ol­maksızın vermemesidir. Eğer verirse, sevabı kocasına günahı da kendisine ait olur. Kocasının izni olmaksızın nafile oruç tutamaz. Eğer tutarsa, boş yere aç ve susuz kalmış olur. Yine haklarından bi­ri onun izni olmaksızın evden çıkmamasıdır. Eğer aksini yaparsa evine dönünceye veya tevbe edinceye kadar meleklerin laneti onun üzerine olur. O, her gece kendini kocasına sunmalıdır".
Konuyla ilgili bir başka hadiste de şöyle buyrulmaktadır: "Ka­dının Rabbine en yakın olduğu yer, evinin orta yeridir. Evinin kile­rinde kıldığı namaz, mescidde kılacağı namazdan daha hayırlıdır.
Evinin en iç kısmında kıldığı namaz da evinde kıldığı namazdan daha hayırlıdır".[24][24] Evin iç kısmı ile kasdedilen, muhtemelen kapı­lı odalardır. Kadın, bir bütün olarak avret sayıldığı için ne kadar gizli kılarsa, o kadar emin olacaktır. Elbette daha emin olan, daha faziletli olacaktır. Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyumuş-tur: "Kadın avrettir. O sokağa çıktığı zaman şeytan onu görmeye çalışır".[25][25] Bu babda zikredilen garib bir hadis de şöyledir: "Kacü-nın on avreti vardır. Evlendiği zaman kocası bunlardan birini örter. Vefat ettiği zaman, kabir onun bütün avretlerini örter".
Koca, hanımına meşru bir telkinde bulunur ve o buna karşı çı­karsa, onu azarlayabilir. Tekrarladığında yine karşı çıkarsa yatağı­nı terkedebilir. Ulemadan bir zat ise şunu söylemiştir: Yatakta sır­tını döner. Bazılarına göre bir geceden üç geceye, ondan yedi gece­ye kadar yatağı terkeder. Bu da fayda etmez ve karısı umursamaz­lığını sürdürürse o zaman vurma hakkı doğar. Alimler buradaki vurmanın, yaralamayacak ve iz bırakmayacak bir vurma olduğunu söylemişlerdir.
Koca dini konulardan herhangi biriyle ilgili olarak hanımına on günden bir aya kadar öfkeli kalabilir. Nitekim Allah Resulü (sav) hanımlarından birinin söylediği bir sözden dolayı bir ay boyunca bütün hanımlarına öfkeli kalmıştır. Anlatıldığına göre Allah Resu­lü (sav), Zeyneb'e (ra) bir hediye göndermişti. O da, hediyesini geri göndermişti. Bu olay O'nu çok üzmüştü. Ardından Zeyneb'in (ra) umursamaz sözü öfkesini daha da arttırmış ve onlara hadlerini bil­dirmek üzere küsmüştü.
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Hayırlıla­rınız, ailesine karşı hayırlı olandır". Ali'nin (kv) dört hanımı vardı. O, eşlerini ayırmaz ve her birine her dört günde bir bir dirhemlik et alırdı. Hasan (ra) şöyle demiştir: Ali'nin (kv) eşleri seferde ikişer­li olurlardı. Bunun dışında ev eşyası ve giyim bakımından birbirle­rine yakındılar. İbni Şirin de (ra) şöyle demiştir: Erkek için müste-hap olan, her ay belli bir dönem tahammül göstermektir. Karısının ufak tefek hareketlerine karşı anlayışlı ve hoşgörülü olmalıdır. Ona karşı şiddet kullanmamalıdır.
Konuyla ilgili bir hadiste de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyur­duğu rivayet edilmiştir: "Kadın, eğri kemikten yaratılmıştır. Onu düzeltmeye kalkarsanız kırabilirsiniz. Bırakırsanız eğriliği devam edip gider". Bu hadisin Hasan (ra) tarafından rivayet edilen lafzın­da ise şu ifade yer almaktadır: "Onu kırmak boşamaktır".
Allah Resulü'nün (sav) hanımları O'nunla darılır, sonra tekrar düzelirlerdi. Bir defasında hanımlarından biri O'nu göğsünden it­mişti. Annesi o hanımı şiddetli bir dille azarlayınca, Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: Bırakın onu, onlar daha beterini bile yapı­yorlar!
Bir keresinde Allah Resulü (sav) ile Aişe (ra) arasındaki sözlü münakaşa o derece büyümüştü ki Aişe'nin (ra) babası Ebu Bekir (ra) devreye girerek hakem olmuştu. Allah Resulü (sav), 'Sen mi ko­nuşacaksın, yoksa ben mi konuşayım?' buyurduğunda Aişe (ra) 'Sen konuş, ancak sadece gerçeği söyle!' demişti. Bu söz üzerine Ebu Bekir (ra) kızının yüzüne bir tokat atmış ve ağzından kan bo­şanmıştı. Öfkesini alamadan kızma şöyle demişti: Sen nefsinin düşmanı, sen mi yoksa O mu yalnız hakikati söyler? Elbette sen ve baban; siz ikiniz batıl söylersiniz! Ama Allah Resulü (sav) ancak gerçeği söyler!! Bunun üzerine Aişe (ra) kaçmış ve Allah Resu-lü'nün (sav) arkasına gizlenmek zorunda kalmıştı. Allah Resulü (sav) de, onun bu davranışını tasvip etmeyerek şöyle buyurmuştur: Seni bunun için çağırmadık ve bunu da beklemezdik.
Aişe (ra) bir defasında Allah Resulü'nün bir sözüne kızmış ve 'Sen mi Allah'ın peygamberisin?' demişti. Allah Resulü (sav) de onun bu sözü karşısında tebessüm etmişti. Bu, O'nun üstün hilim ve kereminin tezahürüydü. O, Aişe'ye (ra) şöyle buyururdu: Senin Öfkeli anım hoş anından ayırabiliyorum. O da, 'Nasıl?' diye sormuş­tu. Allah Resulü (sav), 'Memnun anında 'Hayır, Muhammed'in İla­hı Adına' diyorsun. Öfkeli zamanında ise, 'Hayır, İbrahim'in İlahı Adına' diyorsun". Aişe de (ra) bunu doğrulayarak, 'Kızdığımda se­nin adın yerine İbrahim'in (as) adını koyuyorum' dedi.
Allah Resulü (sav), hanımlarıyla şakalaşır ve onların seviyesi­ne inmeye çalışırdı. Konuyla ilgili bir rivayette de şöyle denilmiş­tir: "Allah Resulü (sav) halk içinde hanımlarıyla en çok şakalaşan insandı".
Lokman Hekim bu konuda şöyle güzel tesbitler yapmıştır:
Akıllı kimse, evinde ailesiyle iken çocuk gibi, halk arasında iken de erkek gibi olandır. İlgili bir rivayette de şöyle buyrulmaktadır: "Allah Teala kendisi kibirli ve ev halkına karşı kaba ve sert olana buğzeder". Bir başka hadis ise şöyledir: "Allah Teala'nun buğzetti-ği kıskançlık, kişinin ev halkım kıskanmasıdır". Bu, bir anlamda Allah Resulü (sav) tarafından nehyedilmiş olan su-i zan gibi olmak­tadır.
Konuyla ilgili olarak Ali'nin (kv) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ailenizi fazla kıskanmayın. Yoksa yanlışlıkla iftiraya düşebilirsi­niz. Gerçekten kıskanma, sınırı olması gereken bir illettir. Kişi bu sınırı aştığı zaman görevinin ötesine gitmiş ve hakka tecavüz etmiş olur. Hasan (ra) şöyle derdi: Kadınlarınızı pazarlara salıveriyorsu­nuz. Allah eşini kıskanmayanlan kabih görür.
İbni Ömer (ra) ise şöyle demiştir: Allah'ın cariyelerini, O'nun mescidlerinden mahrum etmeyin. Bunun üzerine çocuklarından bi­ri, Biz mescide gitmelerine izin vermeyiz, giderlerse döveriz' deyin­ce çok kızmış ve şunu söylemiştir: Sen ne dediğimi işitiyor musun? Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kadınları mescidlerden menetme-yin. Siz de kalkmış, 'engelleriz' diyorsunuz. Allah Teala buyurdu ki: Muhakkak Allah her şey için bir ölçü yarattı.
Hikmet ehlinden bir zat ise şöyle demiştir: Bir sınırı aşan kim­se yerilmeyi hakeder. Ondan geri kalan da aynı şekilde yerilir. Na­muslu bir hür kadın, mutlaka ihtiyacı olan bir şeyi almak için so­kağa çıkabilir. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Siz ha­nımların ihtiyaçlarınızı görmeniz için çıkmanıza izin verildi".[26][26] Kadınlar, aynı şekilde bayramlarda da çıkabilirler. Bu da kendile­rine serbest bırakılmıştır. Ama bütün bunlar, Allah Resulü (sav) ta­rafından eşlerin iznine bağlanmış çıkışlardır. Gereksiz yere çıka­rak erkeklere görünmemeleri, kendileri açısından daha hayırlıdır. Böylesi kalplerinin düzgün kalabilmesi için de daha iyidir. Allah Resulü (sav) bir gün kızı Fatıma'ya (ra) şöyle buyurmuştu: Kızım, kadın için en hayırlı şey nedir? O da şu cevabı vermişti: Onun er­kek, erkeğin de onu görmemesidir. Bunun üzerine onu kucakladı ve soy soyun parçasıdır!
Sahabe, evlerinin duvarlarındaki delikleri harçla güzelce tıkar, kadınların dışarı sarkmasına izin vermezlerdi. Muaz b. Cebel (ra) duvar deliğinden dışarıyı gözetleyen bir kadın görmüş ve ona vur­muştu. Yine onun hanımı başka bir kadının hizmetçisine bir elma vermişti. Bunun üzerine hanımına vurmuştu. Ömer (ra), kadınla­rın hicabdan çıkarılmaması hususunu çok sıkı tembih ederdi. Bir defasında da 'Kadınlara 'Hayır* demeyi bırakmayın' demişti. Bir de­fasında da evde bir konuyla ilgili hanımının itirazını görünce şöyle demişti. Sana ihtiyacımız olduğunda konuşursun. Aksi halde bir kenara oturup dinlemen gerekir!
Erkek, hanımın bir takım çıkışlarına ve ölçüsüz sözlerine gös­terdiği tahammülden dolayı sevap kazanacaktır. Aynı şey verdikle­ri eziyetlere karşı sabırlı olmak ve onlarla güzel geçinmek için de geçerlidir.
Muhammed b. el-Hanefîyye (ra) şöyle demiştir: Güzellikle geçi-nemeyen hikmet sahibi olamaz. Biriyle geçinmek durumunda olan kişi, Allah Teala bir çıkış yaratıncaya kadar güzellikle geçinmeli ve sabretmelidir. Kadının ağzı bozuk, kabullenmesi zor, cehaleti derin ve sıkıntısı sona erecek gibi değilse boşanması kişi için daha hayır­lıdır. Adamın biri Allah îlesulü'ne (sav) hanımının ağzının bozuklu­ğunu şikayet etmişti. O da, 'Öyleyse boşa' buyurmuştu. Bunun üze­rine adam, 'Ama onu seviyorum' dedi. Adamın bu sözü üzerine ka­rısıyla yaşamaya etmesini öğütledi. Çünkü hanımından ayrılması halinde kafasının daha da karışacağını ve kalbininparçalanacağını hissetmişti. Bu tür ruhi meseleler, çoğu zaman bedeni arazlardan daha büyük tahribatlara yol açabilmektedir.
Allah Teala buyurdu ki: "Açık bir fuhuş yapmadıkça hanımları evlerinden çıkartmayın, onlar da çıkıp gitmesinler". (Talak/l) Bu ayetin tefsirinde, 'Fâhişetün mübîne=açık bir çirkinlik' kelimesinin anlamı hakkında farklı görüşler belirtilmiştir. İbni Mesud'a (ra) gö­re kocasına sıkıntı vermek ve terbiyesiz konuşmalar yapmak bu kelimenin kapsamına dahildir. Yalnız bunun iddet sırasında olma­sı gerekir. Çünkü ayetin siyak ve sibakı bunu göstermektedir. Ba­zılarına göre boşanma bu ayet ile yasaklanmıştır. Halbuki ayetin bu şekilde yorumlanması mümkün değildir. Boşama mubah bir fi­ildir. Ama meşru bir sebebe dayanmadığı takdirde mekruhtur.
Boşanmayla ilgili bir hadiste de Allah Resulü (sav) şöyle buyur­maktadır: "Allah Teala'mn en çok buğzettiği helal boşamadır".[27][27] Kadın, kocası hakkındaki yükümlülüklerini yerine getirmekten ve haklarını ifa etmekten endişe ettiği takdirde kocasına fidye verebi­lir. Bu fidyenin verilen mihirden fazla olması bizce mekruhtur. Ni­tekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Eğer o ikisinin de Allah'ın sınırlarına riayetinden endişe ederseniz, kadının -boşanabilmek için- erkeğe fidye vermesinde bir mahzur yoktur". (Bakara/229) Ulemanın büyük çoğunluğuna göre caiz olan Hal' budur. Bir kadın kocasından -onun rızası olmaksızın- boşamasını veye hal' etmesini isteyemez.
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Hangi ka­dın ki -sebepsiz yere -kocasından kendini boşamasını isterse cenne­tin kokusunu ebediyen tadamaz". Yine O, böyle yapan kadınların münafık tabiatlı olduklarını haber vermiştir.[28][28]
'Nüşûz=Geçimsizlik' eşlerden her ikisinden de kaynaklanabilir. Ancak nüşuz göstermesi halinde kocanın hanımına vurması mu­bah görülmüştür. Bunun yanısıra yatağı ayırmak ve konuşmamak da terbiye için verilebilecek cezalardandır. Geçimsizliğin giderile­rek sulh olunması en güzelidir. Bu noktada devreye eşlerin aileleri devreye girerek sorunları çözmeye çalışabilirlerdi. Ailelerin ataya­cakları hakemler, eşlerin durumlarını gözden geçirirler ve şikayet­leri dinlerler. Allah Teala evlilikte muhtaç etmeyeceğini vaadeder-ken ayrılmada da muhtaç etmeyeceğini vaadetmektedir. Nitekim O bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Eğer ayrılırlarsa Allah Teala her ikisini de zenginliği ile muhtaç etmez". (Nisa/130)
Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmaktadır: "Üç kimsenin du­asına icabet edilmez: Kötü bir hanımı olduğu için boşama hakkı elinde olduğu halde 'Allah beni senden kurtarsın' diyen kimsenin sözü; kötü ahlaklı köle; kötü komşu".
Kişi hanımı ile güzel geçinmeli ve hukukunu yerine getirmeye çalışmalıdır. Allah Teala buyurdu ki: Eğer size itaat ederlerse -on­ları boşamak için- başka yol aramayın". (Nisa/34) Bu tür davranış, iman davetine kulak vermiş mutma'in nefslere layık bir davranıştır. Zaten müminlerin ahlakına yakışan da budur. Hanımlara kar­şı müşfik ve yumuşak olmak bu ahlakın esaslarmdandır. Allah Te-ala eşin hakkını en güzel şekilde eda etmeyi, ebeveynin hakkını eda etmeye benzetmiştir. Ku/an, kadınlarla güzel geçinilmesini emrederken, kadınların da örfe uygun biçimde erkekler üzerinde hakları bulunduğumu bildirmektedir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Kadınlar için, sorumlulukla­rı gibi örfe uygun hakları da vardır". (Bakara/228); WO hanımlar sizden çok ağır bir söz aldılar". (Nisa/21); "Yol arkadaşına". (Ni­sa/36) Bu yol arkadaşı ile kasdedilen saliha eş olduğu söylenmiştir. Allah Resulü (sav) de bir konuşmasında onu üç kez tavsiye etmiş­tir. Konuşurken dili tutulmuş ve sesi gizlenmişti. Dediği, "Namaz namaz! Sağ elinizle sahip olduklarınıza takatlarının yetmeyeceği­ni yüklemeyin! Kadınlar hakkında Allah'tan, Allah'tan korkun. On­lar yanınızdaki esirlerdir. Onları Allah'ın ahdi ile alır ve namusla­rını Allah'ın adıyla helal kılarsınız. Allah Resulü'ne (sav) kadın er­kek üzerindeki hakları sorulmuştu: Buyurdu ki: Yediğinde yedir­mesi, giydiğinde giydirmesi, surat ekşitmemesi, terketmemesi".
Evlenmek isteyen kimse kadının ihtiyaç duyacağı, güzel geçin­me, güzel idare, güzellikle uzlaşma, haklarını yerine getirme, yap­ması gerekenleri en güzel şekilde yapma konusunda bilgilenmeli, kendisi öğrendikten sonra, hanımına öğretmelidir. Kadın sizinle il­gili olarak hiç bir şeye tam hakim değildir. Allah Teala yönlendir­me gücünü size vermiştir. Eğer hevana uyup Allah'ın hikmetiyle oynarsan, iş senin aleyhine dönebilir. Böylece şeytana kulap ver­miş ve ona itaat etmiş gibi olursunuz. Bu hususta Kur'an'da şu hu­suslar haber verilmektedir: "Onlara emredeceğil ve Allah'ın yaratı­şını değiştirecekler". (Nisa/119) Allah Teala buyurdu ki: "Allah'ın size destek olmaları için verdiği malları akılsılara vermeyin". (Ni­sa/5) Buradaki 'mallar* ile kasdedilenin kadınlar ve çocuklar oldu­ğu söylenmiştir.
Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Hanımının kölesi peri­şan olmuştur". Çünkü karısının arzularına kayıtsız şartsız teslim olan kimsenin perişan olmasından başka bir sonu olamaz. Böyle bi­ri, Allah Teala'nın nimetini küfranla değiştirmiş olmaktadır. Çün­kü Allah Teala kendisini o kadının efendisi kılmıştır. Ama o, Rabbine itaat etmeyerek O'nun nimetine nankörlük etmiştir. Hasan (ra) da şöyle demiştir: Bugün karısına her türlü arzusunda itaat eden adam öldüğü zaman doğru cehenneme atılır.
Kişi hanımını belli bir şeye alıştırmamalıdır. Aksi halde cüret­kârlık edip alıştığını isteyebilir. Dikkat edilirse bu durum, nefs ah­lakına çok benzemektedir. İsterseniz onu serbest bırakıp güçlenme­sini ve azgın bir hale ulaşıp sizi ele geçirmesini seyredersiniz. İs­terseniz kuvvetinizi ve iradenizi hissettirerek gerektiğinde bileğini kıvırarak boyun eğdirirsiniz.
İmam Şafii (ra) şöyle demiştir: Üç kimse vardır ki onlara değer verdiğinizde sizi aşağılar, aşağıladığınızda ise değer verirler: Ka­dın; Hizmetçi ve Nabatî. Arap kadınları, erkek çocuklarına hanım­larını nasıl sınayacaklarını öğretirlerdi. Bir kadın kızını evlendir­diğinde ona şöyle tembihte bulunurdu: Kızım, ukcağma atılmadan önce kocanı sına. Eğer mızrağını bağından çıkarırken sükut ederse etini onun kalkanında döversin. Eğer ses çıkarmayıp onaylarsa kı­lıcıyla kemik kırarsın. Eğer buna da tahammül gösterirse sırtına semeri vurabilirsin. Çünkü o katıksız bir eşektir.
Esma b. Harice el-Fezari Araplar'm en büyük hekimlerinden bi­ri olarak zifaf odasındaki kızma şöyle öğütte bulunmuştur: Kızım, hayatta olsaydı annen seni daha iyi eğitebilirdi. Ama o olmadığına göre benden daha iyi eğiteci bulamazsın! Söylediklerimi iyice anla. Doğduğun kuş yuvasından çıktın ve bugüne kadar hiç görmediğin ve tanımadığın birinin yatağı oldun. Sen yeryüzü ol, o da sana gök­yüzü, sen salon ol o da sana sütun, sen cariye ol o da sana köle. Ona yapışma ki atmaya çalışmasın, fazla uzak durma ki unutmasın, eğildiğinde ona yaklaş, çekildiğinde sen de uzaklaş. Kulağı çirkin bir ses, burnu çirkin bir koku, gözü çirkin bir şey görmesin. Anne­ne şöyle bir şiir söylemiştim:
Beni hoşgör ki sevgim devam etsin,
Öfkeli olduğum zaman konuşma o sertliğimde,
Kulaklarımı tırmalama definle,
Gidişin ne olduğunu bilmezsin.
Şunu öğrendim ki sevgi ile eza,
Buluştuklarında aynı kalpte sevgi gidiyor.
Araplardan biri de oğluna şöyle öğüt vermiştir: Şu sekiz tür ka­dınla evlenme: Fazla sızlanan, fazla minnet bekleyen, fazla merha­metli, fazla keskin bakan, fazla ışıldayıp parlayan ve fazla konu­şan.
Bu anlamda bir kıssa da geçmiş milletlerin hikayeleri arasında zikredilmiştir. Bu kısada gezgin Ezdli İlyas peygamber (as) ile kar­şılaşmış ve ona evlenmeyi tavsiye etmişti. İlyas (as) karşı çıkınca, evlenmeyi reddetmenin iyi bir şey olmadığını açıklayarak evliliğin onun için daha hayırlı olacağını söylemiştir. Ezdli gezgin nasıl bir kadınla evlenmesi hususunda da onu uyararak şöyle demiştir: Şu dört kadınla evlenme, bunların dışındakilerle evlenebilirsin: Koca­sına para vererek boşanan; Övünüp kibirlenen; Zina eden; Üstün­lük taslayan.
Ali (kv) şöyle demiştir: erkeğin en kötü hasletleri, kadının en güzel hasletleri olabilir. Cimrilik, kendini beğenme ve korku. Ka­dın kendini beğendiği zaman, erkeklerle konuşmaktan tiksinir ve tenezzül etmez. Korkak olduğu zaman her şeyden uzaklaşır, evin­den dışarı çıkmaz.
Azl : Azli ağır bir mekruh olarak görüyor ve gizli şirkin hassas tezahürlerinden biri şeklinde değerlendiriyorum. Azl konusunda Allah Resulü'nden (sav) gelen bir yasak sözkonusudur. Selef-i Sa­lih'ten bir topluluk da azli mekruh görmüşlerdir. Takva ehlinin ile­ri gelenleri azl yapmazlardı. Azl, en basitiyle Allah'a tevekkülden uzaklaşma ve O'nun hükmüne rızada kusur etmedir.
İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: Azl, küçük cinayettir. Onun bu sözünün sünnet-i nebeviden çıkartılan güzel bir istinbatı da sözko­nusudur. Cinsel münasebetin faziletleri hakkında Allah Resu­lü'nden (sav) şöyle rivayet edilmiştir: Adam hanımı ile birleştiği za­man bu ilişkisinden dolayı Allah yolunda çarpışıp ölen bir erkek ço­cuk sevabı yazılır. 'Ey Allah Resulü, bu nasıl olur?' diye sordular. O da şöyle buyurdu: Çünkü sen onu yarattın, ona nzık verdin, ona hi­dayet ettin, ölümü de dirilmesi de sanadır". Bunun üzerine, 'Ey Al­lah Resulü, bilakis onu yaratan da, rızık veren de, hidayet eden de, dirilten de, öldüren yalnız Allah Teala'dır. Bunun üzerine Allah Re­sulü (sav), 'Siz öyle bilin' buyurdu ve anlattı: Siz meniyi rahme at­tığınızda Allah Teala buyurur ki: Meni olarak attığınızı görüyormusunuz, onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa biz mi yarattık? Senin meninde onu yarattığında, bir manada seni vasıta kılmış oldu. O meniden olacak çocuğa da kendi yolunda cihad edip öldürülmüş gi­bi sevap verdi. Çocuk olmasa da bu sevap yazılır. Çünkü siz o me­niyi oraya bırakmakla vazifenizi yaptınız. Ondan çocuk yaratmak ise Allah Teala'nm işidir. Ama sizi de onu sanki yapmış gibi bir ko­numa yükseltmektedir.
İbni Abbas (ra) işte bu rivayetten hareket ederek azli 'küçük ci­nayet' olarak nitelemiştir. Buna göre menisini rahme boşaltmayan erkek, yukarıdaki faziletten mahrum olmak bir yana, atıldığında belki döllenip ortaya çıkacak bir insanın da doğuşuna engel olarak bir anlamda onu öldürmektedir.
Araplar, erkek ve kız çocukları olup erkek çocukları Ölerek kız çocukları hayatta kalan kimseye 'Ebter=Soyu kesik' derlerdi. Allah Resulü (sav) de böyle bir tecrübe yaşamıştı ve onun da erkek çocuk­ları ölüp sadece kızları hayatta kalmıştı. İşte bu nedenle de kendi­sini 'Müzemmem=Kınanmış>> olarak isimlendiriyorlardı. Hatta el-As b. Vail daha da ileri giderek 'Sen Ebter'sin!' demiştir. Ama Allah Teala bu sıfatı onlara iade etmiş ve Resulü'nün (sav) şanının de­vamlı ve sürekli yüce olacağını müşriklerin ise unutulup gidecekle­rini beyan buyurmuştur. Aynı Araplar şöyle de derlerdi: Üç anası olanın ne ailesi, ne kavmi kurur. Üç ana ile kasdedilen; anne, kız-kardeş ve kız çocuğudur.
Tabiun'un büyükleri arasında da birçok zat üç anaya sahip ol­mayı müstehap görürlerdi. Onlar bu üçüne birden sahip olarak ca-hiliye geleneğine de ters düştüklerini iyi bilirlerdi. Bu cahiliye ge­leneğinden bir kısmının azille ilgili olduğu aşikârdır. Onu 'gizli şirk' olarak niteleme sebebimiz de budur. Bazı kadınlar rahimleri­ni aşırı yıkamaları ve hamamlara sık gitmeleri nedeniyle bu adete meyyaldirler. Bir takım kaide dışı kadınların azl yaptırdıkları bi­linmektedir. Onlar, hayz günlerinde namazları kaza edip oruç tu­tarlar. Ancak hayz kanı bulaşmış giysilerle namaz kılmazlar. Hela­ya çıplak olarak gider ve temizliğe düşkünlükleri sebebiyle çocuk doğurmaktan hoşlanmazlardı. Halbuki bu, sünnete aykırıdır. Arap kadınları bu bidatları ihdas etmiş ve bunlarla Allah Resulü'nün (sav) sünnetini çiğnemişlerdir.
Irak Nabatileri ve Fırat halkının değişik gelenekleri de mevcut­tur. Bunların kadınların bazıları Aişe validemiz (ra) Basra'ya gel­diğinde kendisine konuk olmak istemişler, ama o yanına girmeleri­ne izin vermemiştir.
Allah Teala ve Allah Resulü (sav) doğumu teşvik etmişlerdir. Takip eden ayet ve hadisler bunu teyid etmektedir: "Tarlanıza iste­diğiniz şekilde yaklaşın ve kendiniz için hazırlık yapın". Bununla çocuğun kasdedildiği söylenmiştir. Allah Resulü (sav) de müteaddit hadislerinde bunu teşvik etmektedir: "Evleniniz, çoğalınız, Kıya­met günü diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla övüneceğim".; "Ka­dınlarınızın en hayırlısı sevecen ve doğurgan olandır""Doğuran bir siyahi, doğurmayan bir güzelden hayırlıdır".; "Evde bir hasır, doğurmayan kadından daha hayırlıdır".[29][29]
Kadının doğurgan oluşu, temizlenmenin hemen ardından bir­leşme ihtiyacını hissetmesinde kendini gösterir. Bu, kadınların en yoğun hamile kaldıkları dönemdir. Çocuğun en sağlıklı olmasının ümid edildiği dönem de budur. Allah Teala temizlenmenin hemen ardından birleşme emrini vererek bunun doğum için en uygun za­man olduğuna işaret buyurmaktadır: "Temizlendiklerinde Allah'ın size emrettiği yerden onlarla birleşin". (Bakara/222) Bunun tam zıddı olarak kadınların kirli günlerinde de onlardan uzak durulma­sı emredilmektedir. Bu dönemde hamile kalınan çocukların akılsız, deli, hastalıklı ve sakat gelme ihtimalleri çok fazladır. Çünkü bu tür.ekim sağlıksız olmaktadır. Tarlanın ekimi için belli mevsim şartları ve yer şartları aranır. Şartların uygun olmadığı dönemler­de ekilen mahsullerin ne kadar bozuk ve verimsiz çoktıkları ma­lumdur. Halbuki temiz bir toprağa yapılacak ekimden Allah'ın iz­niyle temiz bir mahsul çıkacaktır.
Sahabe'den bazıları azle ruhsat vermişlerdir. Bu konuda Allah Resulü'nden de rivayet edilen hadisler vardır. Sahabe'den mesela Sa'd (ra) azil yapardı. Ali (kv) İbni Abbas'ın (ra) azille ilgili görüşü­nü tasvip etmemiş ve şöyle demiştir. Onun bahsettiği 'küçük cina­yet' kız çocuğu yedi evresini tamamladıktan sonra yapılan türdür. Burada ise yedi evresini tamamlamış bir varlık sözkonusu değildir. Bu yedi evre şu ayet-i kerimede geçmektedir: "Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız. Sonra onu nutfe halinde sağ­lam bir yere yerleştiririz. Sonra nutfeyi alakaya, yapışkan döllen­miş hücreye, alakayı mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giy­dirip , derken bir yeni yaratılışa mazhar ederiz". Müminun/12-14) Ali (kv), 'İbni Abbas'ın bahsettiği suçun gerçekleşmesi için en azından böyle bir canlının Öldürülmesi gerektiğini söylemiştir. Bu, onun ümindeki derinliğin, Allah vergisi nüfuzun, kuşatıcı düşünce­nin ortaya koyduğu bir görüş olup sırf ona mahsus bir melekenin mahsulüdür.
Kadınlar hayzdan temizlenmedikçe ilişki kurulmaz. Kıbleye dö­nük olarak ilişki kurmak kıblenin hürmetini ihlal etmesi bakımın­dan mekruh görülmüştür. Konuyla ilgili bir hadiste Allah Resu-lü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Sizden biri ha-nımıyla ilişki kurarken, eşekler gibi çıplak olmasın". Rivayete göre Allah Resulü (sav) ilişki esnasında başını örter ve sesini kısardı. Bir defasmda da bir kadına şöyle buyurmuştur: "Sana düşen huzurdur". Bir kez ilişki kurduktan sonra tekrar kurmak isteyen kimse av­ret mahallini yıkamalıdır. İhtilam olan kimse de avret mahallini yıkamadan ilişki kurmamalıdır. Bu esnada mümkünse küçük ab-dest yapılmalıdır. İhtilam olduktan sonra, avret mahallini temizle­meden ilişki kuran kimsenin çocuğundan endişe edilmiştir. Çünkü ihtilamda ilişki kurduğu şeytanların izlerinin çocuğa bulaşması muhtemeldir.
Şu üç gece cinsel ilişki kurmak mekruhtur: ayın ilk gecesi, orta gecesi ve son gecesi. Anlatıldığına göre bu gecelerde şeytanlar çift­leşmekte veya birleşen insanlara katılmaktadırlar. Ali'den de (kv) bunun mekruh oluşuna ilişkin bir görüş nakledilmiştir. Ebu Hü-reyre (ra) ve Muaviye (ra) de bu görüştedir. Ulemadan bir kısmına göre Cuma gecesi ilişkide bulunmak müstehaptır. Bunun dayanağı da Allah Resulü'nün (sav) şu hadisidir: "Her kim Cuma günü gus­leder ve (hanımını) guslettirirse.."[30][30]
Abdestsiz olarak uyumamak için gecenin ilk kısmında ilişkide bulunmamak gerekir. Çünkü gecenin orta kısmında ruhlar gökyüzüne yükselir ve teiniz olan ruhlara secde izni verilirken, cünüp olanlara bu izin verilmez. Aynı şekilde temiz olarak görülen rüya, cünüp olarak görülenden farklıdır.
En sıhhatli ve faziletli olanı gusül abdestini aldıktan sonra yat­maktır. Eğer gusletmemişse ve tekrar ilişki kurnıuşsa en azından namaz abdesti almaksızın yemek yememeli ve uyumamalıdır. İliş­kiden sonra suya hiç dokunmaksızın uyumaya da ruhsat verilmiş­tir. Allah Resulü'nün (sav) böyle yaptığı rivayet edilmiştir.
Cünüp iken saç kesmek, tırnak kesmek veya başka bir temizlik yapmak bizce mekruhtur. Çünkü Kıyamet günü bütün saç, tüy, tır­nak, kan vb kendisine geri verilecektir. Cünüp iken ayrılan kısım­lar da ondan davacı olacaktır. Maktu' ve mevkuf'bir hadiste bu an­lamda malumat mevcuttur. el-Evza'i ve Yahya b. KesirMen gelen bu hadis şöyledir: Evza'i demiştir ki: Bu hadisi işitinceye kadar cünüp olarak yatmanın pek bir mahzuru olmadığını söylüyorduk. Bu ha­dise göre ise, kişinin cünüp olarak yatması yasaklanmıştı. Ayrıca kişinin hanımının avret mahallinden başka yerleri de kendisine helal değildi. [31][31]



Yaşadığımız dönemde -Hicri IV. asır-, çıplakların çokluğu ve hü­kümlerini layıkıyla yapamamaktan dolayı hamamlara, girmemek daha hayırlı görünmektedir. Ancak hamama girmek, mübahlık hükmünü korumaktadır.
Hamama girme konusunda Sahabe'nin kanaatlan farklılık gös­termiştir. Bildiğimiz gibi onların hepsi de Örnek ve hidayet rehbe­ridir. Sahabe'den bir zat şöyle demiştir: Hamam, ne de çirkin bîr mekandır; avret mahallerini açtırır ve hayayı kaldırır! Bu söz İbni Ömer'den (ra) rivayet edilmiştir. Ali'den de (kv) bu anlamda bir söz nakledilmiştir.
Sahabe'den bir başka zat hamamlar hakkında şunu söylemiştir: Hamam ne de güzel bir mekandır; kiri temizler ve cehennemi ha­tırlatır! Bu söz de Ebu'd-Derda (ra) ve Ebu Eyyub el-Ensari'den (ra) rivayet edilmiştir. Allah Resulü'nün (sav) ashabı Şam'a gittiklerin­de şehirdeki hamamlara girmişlerdir.
Hamama giren kimse, oraya dünyevi bir arzusunu tatmin etmek veya sırf canı istediği için laf olsun diye girmemelidir. Çünkü hama­ma girmek ve temizlenmek, kulun yapması gereken amellerden bi­ridir. Kul, her şeyden olduğu gibi bu amelinden de sorumludur. Amelinde bir bilgisizlik yaptığında bundan dolayı hesaba çekilir. 'Niçin girdin? Nasıl girdin? Kimin için girdin?' gibi sorular sorulur. Bilindiği gibi bu sorular, kulun bütün amelleri için sorulacaktır.
Hamama girme fiilinde sekiz hüküm sözkonusudur. Bunların dördü farz, dördü de nafiledir.
Hamama girmenin dört farzı şunlardır:
1. Avret mahallini örtmek;
2. Bakışı kısmak;
3. Vücuduna kendi elinden başkasının değmemesi;
4. Gereken noktada iyiliği emretmek; buna göre çıplak birini gördüğünde 'Örtün, bu yaptığın haramdır, böyle yapman helal ol­maz, Allah Resulü (sav) bunu yasaklamıştır, hamamlara peştemal-siz girmek helal değildir* demesidir. Bunun ötesine gitmemek gere­kir. Çünkü iyiliği emretmek, bu ve benzeri sözleri söylemekle yeri­ne getirilmiş olur.
Böyle birini zorlama hakkı yoktur. Bu tür bir hayasızlıkta bulu­nanları tutmak, dinin emrini ve müslümanların arzusunu yerine getirmek üzere cezalandırmak, bu noktada gereken kuvveti kullan­mak -Allah'a hamdolsun ki- vatandaşlara değil devlet başkanına ve onun ilgili memurlarına verilmiştir.
Hamama girmenin nafile hükümleri ise şunlardır:
1. Tahareti din, temizliği de ibadet için yapmak; taharet, ahiret işlerinin en faziletli olanlarından biridir. Hamam da taharetlenme­nin en güzel yapılabileceği yerdir.
2. Hamam ücretini girmeden vermek; kul için müstehap olan, bütün alışverişlerinde ücreti önceden.ödemektir. Özellikle içilen su ve girilen hamam gibi ücreti belirsiz olabilecek şeylerde böyle yap­malıdır. Bunlarda belli bir tarife olmadığı için şartsız gibi görülebi­lir. Verdiği ücret hamam işleten tarafından kabul edildiğinde me­sele yoktur. Eğer yüzüne bakmaya devam ettiğini görürse belli bir ücret verilmesi gerektiği anlaşılır.
3. Gereksiz su kullanmamak; özellikle sıcak sudan iki veya üç kişiye yetecek miktarda su kullanmamak gerekir. Bu bir vebaldir. Kullanılan su, hamam sahibinin görmesi halinde rıza göstereceği miktarla sınırlı olmalıdır. Hamam sahibinin görmesi halinde hoş­lanmayacağını bildiği miktarda su kullanmak mekruhtur.
4. Hamamdaki sıcaklığa bakarak cehennemi hatırlamak; yük­sek ısının cildini nasıl tırmaladığını ve karanlığın nasıl çöktüğünü iyi görmelidir. Çünkü hamam, loşluğu bakımından cehenneme ben­zer. Alttan sıcak vurmakta, üstten karanlık çökmektedir. Bu, ce­henneme çok benzeyen bir mekandır. Cehennemden Allah Teala'ya sığınırız. Kul, hamamda kalmaya nasıl zor tahammül ettiğini ve oradan bile beter olan cehenneme hapsedilmesinin ne büyük bir sı­kıntı olacağını iyi düşünüp öğüt almalıdır.
Aşırı sıcak bir hamamda bir saatten fazla kalan kimsenin ruhu yavaş yavaş gevşemeye başlar. Sonuç itibarıyla basiret sahipleri için hamamda büyük ibret ve öğütler saklıdır. Takva ehlinin öğüt alacağı hususlar sonsuzdur. Onlar için gördükleri her şeyde bir ib­ret ve öğüt, kudret-i ilahiyi ihtar sözkonusudur. Allah Teala onlara güzel bir hayat yaşatmaktadır. Bu, kalbinde imanın ziyadesi bulu­nanlar için geçerli olan bir makamdır.
Hamama giren kulun, besmele ve istiğfar yoluyla Allah Teala'yı anmasında bir mahzur yoktur. İçinden gizli olarak okuması dışın­da hamamda Kur'an okumak mekruhtur. İçeri girerken bildiğimiz selam lafzıyla da selam verilmez.
Adamın biri hamamda Hüseyin b. Ali'ye (ra) selam vermişti. Bunun üzerine Hüseyin (ra), 'Hamamda selam verilmez' dedi. Kişi­nin hamamda konuşmasında bir mahzur yoktur. Konuşurken elini kullanmasında da bir beis yoktur. 'Allah afiyet versin! Allah sela­mette kılsın!' türünden iyi hal temennileri mekruh görülmemiştir. Hamamda çok konuşmak, lüzumsuz konulardan sözetmek mek­ruh görülmüştür. Hamama girerken Besmele çekilir, istiazede bu­lunulur ve bağış dilenir. Kişinin hamama tek başına girebilmek için parasını vererek kapatması da caizdir. Bişr b. el-Hars (ra) şöy­le demiştir: Sahip olduğu tek dirhemi vererek hamam kapattıran kimse ne kadar sert biridir! Bişr (ra) hamamda yalnız olabilmek için istenen parayı verir ve kapısını içerden kapatırdı. Hamamda yalnız başına olunduğumda vücudu sabunlatmak için kendi cariye­sini getirmek caizdir.
Konuyla ilgili olarak şöyle bir hadise nakledilmiştir: İbni Ömer'i (ra) hamamda yüzünü duvara çevirmiş bir halde gördük. Gözlerini bir bezle bağlamış ve ellerini duvara doğru uzatmıştı. Konuyla ilgi­li başka bir nakil de şudur: İbrahim el-Harbi'ye, 'Bira içenin arka­sında namaz kılar mısın?' diye sorulduğunda 'Evet' demişti. Teki hamama peştemalsiz girenin arkasında kılar mısın?' diye sorulun­ca, 'Hayır1 dedi.
Hamama gün batımında, akşam ile yatsı arasında girmek mek­ruhtur. Çünkü bunlar, şeytanların her yöne dağıldıkları saatlerdir. Kul, hamama girmekle Allah Teala'nm bir nimetini daha gör­müş olmalı, tabiatın kendi emrine verilişini müşahede etmelidir.
Bu, Allah Teala'nın nimetlerden istifade eden kullarına dönük lü-tuflarından biridir.
Hamama, bu hükümler çerçevesinde giren kimsenin bu girişi daha faziletlidir. Çünkü oraya girmekle birçok ilave amelde daha bulunmaktadır.
A'meş hamama girdiğinde bir çıplak görmüştü. Derhal gözlerini kıstı ve el yordamıyla yürümeye başladı. Bunu gören çıplak, 'Göz­lerin ne zaman kör oldu?' diye sordu. A'meş de kendisine şu karşı­lığı verdi: Haya örtünü yırtmandan beri! İmam Şafii (ra) ise İmam Malik'ten (ra) şunu nakletmiştir: Üç şeyde kul için hor görülme sözkonusudur: Meclise mürekkepsiz ve kağıtsız gelmek; Gemiye azıksız binmek; Hamama sarmasız giren. Sözü nakleden kimse Şa­fii'ye (ra) Teştemali zikretmediniz?' diye sorunca İmam şu cevabı vermiştir: Hamama peştemalsiz girmeyi ancak fasıklar hoş görür!
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Hamama girmek kadınlara haramdır. Erkeklere de peştemalsiz girmek ha­ramdır".[32][32] Ömer b. Hattab'ın (ra) ise şöyle dediği nakledilmiştir: Hamam, sonradan çıkarılmış nimetlerdendir.
"Sonra işte o gün nimetlerden dolayı hesaba çekileceksiniz" (Te-kasür/8) ayetinin tefsirlerinden birinde de buna işaret edilerek şöy­le denilmiştir: Kış günü kullandığınız sıcak sudan hesaba çekile­ceksiniz.
Hamamda avret mahalli dışında elle ovalamakta bir beis yok­tur. Dostlarımdan biri, ilim ehlinden bir zat ile hamama gitmişti. Başından geçenleri şöyle anlattı: Hamamda ona kese yapmak iste­dim, imtina etti. Başka bir defasında gittiğimizde ise onu kesele­dim. O zaman imtina etmedi. Kendisine, 'Daha önce neden imtina etmiştiniz?' diye sorunca şöyle dedi: O konuda Sahabe'den bir bil­gi nakledilmişti. Bu nedenle de imtina etmiştim. Sonra Esbağ er-Raşanî'nin hamamda bir adam tarafından keselendiğini öğren­dim. Onu keseleyen adam, uyluğunda kendi damanyla 'Allah için kelimesinin yazılı olduğunu görmüştü. O da kendisine şöyle de­mişti: Görmez misin ki o, bir insan tarafından yazılabilecek bir şey değildir!
Konuyla ilgili bir rivayet de Yusuf b. Esbat (ra) hakkındadır. Ve­fatı yaklaştığı zaman kendisini tanınmış birinin yıkamasını vasi­yet etti. Bu adam iyilğiyle bilinen biri de değildi. Niçin onu vasiyet ettiği sorulduğu zaman, o kimsenin bir keresinde kendini keseledi­ğini ve bunun için para ödemediğini, cenazesini de yıkamak istedi­ğini bildiğini ifade etti. Yusufa (ra) göre, ona olan borcunu böyle ödemiş olacaktı.
Bu rivayetlerden çıkan bir diğer hüküm de, vücudu ovdurup ke­seletmenin caiz olduğudur. Konuyla ilgili olarak şöyle bir hadis de rivayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav) seferlerinden birinde bir eve konuk olmuştu. Ashabından biri şunu nakletmiştir: Hurmalara bakmaya gitmiştim. Allah Resulü (sav) de karnı üzerine yatmış dinleniyordu. Geldiğimde siyahi bir kölenin sırtını ovduğunu gör­düm. 'Ey Allah Resulü, bu nedir?' diye sorduğumda şöyle buyurdu: Deve beni çok yordu".
Bazılarına göre hamama iki peştemalle girilebilir. Biri yüz kıs­mı, diğeri de avret mahalli için kullanılır. İbni Ömer (ra) hamam­da çıplak birini görünce oradan derhal çıkmıştı. Bir yandan da, 'Şeytan'dan Allah'a sığınırım, bir şeytan gördüm' diyordu.
İmam Malik (ra) şöyle demiştir: Her kim hamama girer ve ora­dan çıplak olarak çıkarsa, şahitliği kabul edilmez. Yıkanmak için havuzda oturmakta mahzur yoktur. Hamamdan çıkarken ayakları soğuk su ile yıkamak, ayak varislerine karşı birebirdir. Yüzü yıka­madan önce gül suyu kullanmak sakalları ağartır. Kınanın da cüz-zamdan koruduğu söylenmiştir. Etek temizliğinden önce hamamda iken küçük abdesti ayakta bozmanın faydalı olduğu tıb ehli tarafın­dan söylenmiştir. Arap tabipleri, kılları temizlemeyi ayda bir defa yapmayı tavsiye etmişlerdir. Sünnete uygun olan da azami kırk gündür. Bunu aşmak müstehap görülmemiştir.
Tıp ehli, kışın hamamda küçük abdest bozmanın ilaç içmekten daha yararlı olduğunu söylemişlerdir. Hamamda küçük abdest boz­mak, sünnet bakımından mekruh görülmüştür. Hamamda abdest bozmanın vesvese doğuracağı söylenmiştir. Bir tabip, yaz günü ha­mamdan sonra uyumanın, şişeyle ilaç içmekten daha faydalı oldu­ğunu söylemiştir. Onlar, yazın uykudan kalktıktan sonra soğuk su ile yıkanmayı da faydalı görmüşlerdir.
Denilir ki: Kişi kırk yaşını geçtikten sonra hamama girdiği gün dışında her gün biraz daha eksilir. Tıp ehline göre hamama yazın girmek, kışın girmekten daha faydalıdır. Hamamdan çıktıktan son­ra soğuk su içmek mekruhtur.
Allah Resulü (sav) kadınlara hamama gitmeyi yasaklamıştır. Erkeklere de peştemal şartını koymuştur. Kadın, bir zaruret sonu­cu hamama girebilir. Mesela hayızdan temizlenmek, tedavi olmak ve nifastan arınmak için hamama girebilir. Aişe annemiz de (ra) ra­hatsızlığından dolayı hamama girmiştir.
Erkek, hanımını ve ailesini hamama girmekten menetmelîdır. Eğer kabul etmezlerse, hamam ücretini vermesi gerekmez. Bu du­rumda sorumluluk onlara ait olur. Bir m üs lü m an hanımın hama­ma girmesinden sonra ona hizmet etmek için zimmi bir kadının ha­mama girmesi helal değildir. Ömer (ra) ve Ebu Ubeyde (ra) bunu yasaklamışlardır. Bize göre de erkeğin hanımına hamam parası vermesi mekruhtur. Böyle yapmakla günaha iştirak etmiş olur. Ha­nımını menetmesine rağmen giderse, günah yalnız ona ait olur.
Her halükârda birleşmede erkek kadını biraz beklemeli, tatmin olmasını temin etmek için beklemelidir. Kadının erkekten sonra boşalması onun da hoşuna gitmiyor olabilir. Eğer indiğini hissedi­yorsa beklemeye ve oyalanmaya gerek yoktur. Cinsel ilişkinin en mükemmeli, iki tarafın aynı anda boşalmasıdır. Ama çoğunlukla cinsel tabiatlardaki farklılıktan dolayı erken veya geç kalınmakta­dır. Ediplerden biri kadından sonraya kalmaz ve onu belirleyici ya­pardı. Erkek bu hususu kadına öğretmelidir. Her kadın baliğ olup ihtilam olmaya başladıktan sonra erkek gibi gusül abdesti almak zorundadır.
Ümmü Süleym (ra) kadınların uykuda ihtilam olma meselesini Allah Resulü'ne (sav) sormuş ve O da ihtilamdan dolayı guslü em­retmişti. Ardından da şöyle buyurmuştu: Ne iyi kadınlar şu En-sar'ın kadınları! Dini öğrenme konusunda hiç çekinmezler!
Kadın hayızlı olduğu zaman göbek altından diz üstüne kadar bir peştemal sarar. Koca, birleşme dışında hanımının vücudundan zevk alabilir. Hicaz fakihlerinin görüşü budur. Bize de sevimli ge­len görüş budur. Iraklı fakihlerin bir kısmı da, hayızlı hanımla av­ret mahallinin altında kabaların arasından ilişki kurulabileceğinisöylemişlerdir ki bizce hoş bir görüş değildir. Erkek, kadının vücu­dundan dilediği lezzeti alabilir. Sadece birleşmeden sakınır.
Erkek, hanınııyla yatağa girerken göbek altım örtecek küçük bir peştemal sarınmalı, tamamen çıplak olmamalıdır. Bu, edep ge­reğidir. Hayızlı kadınla birlikte uyumakta hiç bir mahzur yoktur. Eliyle yaptığı ve sunduğu yenilir. Cinsel ilişki kurulmaksızın her türlü fiil müştereken yapılabilir. Bu hususta ittifak edilmiştir. İh­tilaf edilen, rahim dışında kalan beden parçalarının hangileriyle ve nasıl ilişki kurulabileceğidir. Hicaz ehlinin görüşünü daha önce be­lirtmiştik. Buna göre göbek altıyla diz üstü kısmı örtüldükten son­ra vücudun diğer kısıntılarıyla yapılabilenler yapılır.
Evlenen kişi boşanmayla ilgili hükümler bilmelidir. Boşama du­rumunda kalırsa tek bir boşama yapmalı ve bunu da kadının hem temiz olduğu, hem de o temizlik döneminde ilişki kurmadığı bir za­manda yapmalıdır. Çünkü tek boşamanın süresi, kadının hayzının bitmesiyle sona erer. Erkek isterse üç talakı tamamlayabileceği gi­bi vaz da geçebilir. Tek boşamanın dört esası vardır:
1.  Kitaba ve sünnete uygunluk; Allah Teala buyurdu ki: "Ha­nımları iddetleri esnasında boşaym". (Talak/l) Ömer (ra) ve İbni Abbas'ın (ra) kıraatinde bunun açıklaması şöyle yapılmıştır. Yani onları iddet saymaya başlamadan önce boşaym. Buna göre üç 'ku­ru' temizlenme olmaktadır. Bana göre de kasdedilen temizlenme­dir. Gerek dil, gerekse anlam bakımından hayız ile temizlik anlam­ları denk anlamlardır.
2.  İddeti bunun üzerinden yürütmek; böylelikle kadının iddet süresi çabuk dolacak ve kadın iddetten çıkacaktır. İddetinde, bo­şandığı temizlik dönemi de bir 'kaf sayılır. Böylelikle iddet en kısa sürede beklenmiş olur. Çünkü bu Allah Teala'mn sınırlarmdandır. Ayrıca adamın pişman olması durumunda, iddeti içinde geri alma­sı hakkı mevcuttur. Bunun için ikinci bir akde ve yeni bir mihre ih­tiyaç yoktur. İddetin bitiminden sonra geri almak isterse, bunu da yapabilir. Bu durumda da eşinin başka bir erkekle evlenme şartı yoktur.
Bu ancak üç talakın bir defada yapılması halinde geçerli olan bir şarttır. Böyle bir durumda hanımıyla tekrar birlikte olabilmek için onun başka bir erkekle evlenmesine göz yumacak ve ancak üçüncü kişiyle evlenip tekrar boşanmasından sonra evlenebilecek­tir. Bu noktada göstermelik nikah, hülle ve benzeri hileler bu akid-leri fasid kılar. Allah Resulü (sav) hülle yapana da, hülle yaptırana da lanet etmiştir. Ulemadan bir zat da, bu tür bir hülleden sonra ilk eşiyle evlenmesi halinde, yapılan nikahın sahih olmayacağını söylemiştir. Bütün bunlar cehalet ve sünnete muhalefetin sonuçla­rıdır.
Yüce Allah, "Onları iddetlerinde boşayın" buyurduktan sonra, "Umulur ki Allah bundan sonra başka bir iş çıkartır" (Talak/l) bu­yurmuştur. Yani boşayan kişi pişman olabilir, hanımından tekrar hoşlanabilir. Böylelikle bir veya iki boşamada iddet bitmeden vaz­geçerse nikah tazelemek bile gerekmeden tekrar birleşebilir. Eğer iddet dolmuşsa, o zaman nikah akdini tazeleyerek tekrar evlenebi­lirler. Her iki halde de ikinci bir şahsın nikahına gerek yoktur.
Allah Teala bunların ardından şöyle buyurmaktadır: "Her kim Allah'tan korkarsa onun için bir çıkış yaratır". (Talak/2) Burada anlatılan, iddet dolmadan önce Allah korkusunun galip gelmesiyle hanımın tekrar geri alınması halidir.
Eğer kişi üç talakı pir defada ve hayız esnasında yaparsa üçü birden gerçekleşir ve hanımı kendisine haram olur. Tekrar helal olabilmesi için başka bir erkekle evlenmesi gerekir. Sünnete uygun olan budur. Ama başka bir erkekle göstermelik olarak evlendirip boşatmak da birçokları tarafından yapılmış bir uygulamadır. Bu konuda Ömer (ra), oğlu, Übey b. Ka*b (ra), Zeyd b. Sabit (ra), İbni Abbas (ra) ve diğer Sahabe ile Tabiun'dan^görüşler nakledilmiştir. [33][33]


Allah Teala '-buyurdu ki: "Sizden olan bekârları evlendirin". (Nur/32) Bizler için iyilik ve güzelliğin hangisinde olduğunu elbet­te en iyi Bilen Allah Teala nikahı, yani evlenmeyi (emretmektedir. Ayette geçen 'Eyâmâ' kelimesi, eşi, olmayan, 'hanımı bulunmayan, dul, bekâr diye anılan kimsedir. Allah Teala hemen ardından şöyle buyurmuştur: "Kölelerinizden salih olanları". (Nur/32) Eğer nikah faziletli bir amel olmasaydı, salihlere mahsus kılınmaz ve onların faziletlerine katılmazdı. Onlar Allah Teâla'mn velayetine mazhar olmuş kimselerdir: "Allah salihleri veli edinir". (A'raf/196)
Üçüncü kısımda ise şöyle buyrulmaktadır: "Eğer fakir iseler, Al­lah onları kendi lütfü ile ihtiyaçtan kurtarır". Allah Teala zenginle­rin durumlarını en iyi Bilen'dir. Peki bu fakirleri ihtiyaçtan kurtar­ma nasıl olacaktır? Allah Teala bu fakirleri eşyaya muhtaciyetten kurtaracak ve onlara kanaat ve zühd nasip edecektir. Böylece onla­rın nefslerini dünya metalarmdan müstağni kılmış olacaktır. Nite­kim Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmaktadır: "Zengin, malı çok olan değildir. Gerçek zengin, nefsi zengin olandır". Allah Teala'nm taahhüdü, onları yakini iman ile başkalarına muhtaç olmaktan kurtarmaktır. Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur: "Zenginlik olarak yakin yeter".
Allah Teala o kullarını gözlerini kısma ve namuslarını koruma ile de zenginleştirebilir. Allah Resulü (sav) de bu meyanda şöyle bu­yurmaktadır: "Güç bulan kimse evlensin. Böylesi gözün kısılması­na ve namusun korunmasına daha elverişlidir".
Allah Teala'nm muhtaç etmeme vaadi, evlenenler için olduğu gibi boşananlar için de geçerlidir. "Eğer ayrılırlarsa, Allah her biri­ni zenginliğinden müstağni kılar" (Nisa/130) ayeti de bunu teyid et­mektedir. Aslında muhtaç etmeme ve zengin kılma fiilinin bütün tezahür biçimleri bu son ayette ortaya konmuştur.
Allah Teala'nm zengin kılması; günahtan koruma, kazanç için çalışmak zorunda bırakmama, insanlara el açtırmama, kazancın hesabını vermekten kurtarma, kacunlara muhtaciyetten kurtarma ve benzeri şekillerden herhangi biriyle olabilir.
Nikahla ilgili ikinci emirde şöyle buyrulmaktadır: "Hoşunuza giden kadınlardan iki, üç veya dört tane evlenin". (Nisa/3) Bu ayet, hüküm bakımından birinciden aşağıdır. Çünkü bunda bizim irade­miz devreye girmektedir. Evlenilebilecek kadın sayısını dört olarak sınırlaması, bir genişlik içindir. O, kalplerin ilaçlarını, nefslerin hareket ve sükunlarını, mizaç ve karakterlerini iyi bilmektedir. Ar­dından bize merhamet buyurarak şunu eklemiştir: "Eğer adaleti sağlayamamaktan korkarsanız bir tane ile veya elinizin altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.". (Nisa/3)
Son verilen bir sayısı, bekârlıkla dört hanım arasında orta bir noktadır. İşlerin en hayırlısı da ortasıdır. 'Adaleti sağlayamazsanız'
ifadesinin üç şekilde anlaşılması mümkün olup en güzeli bu şekil­de anlaşılmasıdır. Bize de en sevimli gelen, bu anlamdır.
Allah Teala nikahı farz kılmadığı gibi bekârlığı da farz kılma­mış, dört hanımı da gerekli görmemiştir. O, kalp temizliğini, dini duyguların selametini, nefsin huzur bulmasını ve gerektiğinde is­tenen emirleri yapabilmeyi farz kılmıştır.
Kim kalbini temiz ve düzgün tutabilmek için evlenmek zorun-daysa böylesi onun için daha faziletlidir.
Kim istikametini koruyabilmek ve nefsini huzura erdirebilmek için dört hanımı gerekli görüyorsa, gerekli hükümleri gözetmek şartıyla bunu yapmasında bir sakınca yoktur.
Kim de birine zor yetişiyorsa, onun için bir hanım çok daha fa­ziletli ve daha münasiptir. Çünkü bu; kişinin ruhi ve akli selameti­ne, kalbinin istikameti ve halinin İslahına daha yakındır. Böylesi selamete daha yakındır. Yaşadığımız şu devirde selamete yakın olan elbette daha faziletlidir. Eğer imkan bulunabiliyorsa, nikahın maksadı da budur. Bulunursa ne âlâ, aksi halde zararı olmaz.
Dinde biri Azimet, diğeri Ruhsat olan iki yol var dersek, bunu nikah konusunda da belirlemek gerekir. Neticede nikah dini bir ko­nudur. Nikahın, dini maksatlarla terkedilmesinde izlenen iki yol vardır. İlk yol; kuvvet sahiplerinin yoludur. Bunlar nikah erbabı ve nikahın hükümleriyle kadınlarla geçinme konusunda sabır göste­ren tahammüllü kimselerdir. Kuvvet sahiplerinin ikinci yolu ise, kendilerini ahirete adayarak evlilik ve nikahtan uzak duranlardan oluşur.
Bir diğer yol ise vesvese, beşeri tabiata teslim olma, kadınlarla içice olduğunda hal bakımından zayıflama gibi olumsuzlukları ta­şıyanların yoludur. Bunlar, istikamet ve salah bulabilmek için işe nikahla başlamalıdırlar. Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle derdi:
Ah ne güzel bekârlık! Ve anahtar!
Rüzgarların yarıp geçtiği bir ev!
Ne ses geliyor içinden ne sadâ!
Başında da sonunda da emir Allah'a aittir. Ve Hamd Tek olan Allah'adır. [34][34]



[1][1] Tirmizî, Nikah/3; Ibni Mâce, Nikah/46
[2][2] İbni Hanbel, V/42, 47, 51.
[3][3] İbni Hanbel, IV/58
[4][4] Nesa'î, Sıyam/43, Nikah/3; İbni Mâce, Nikah/l; Darimî, Nikah/2
[5][5] Buharî, Savm/10, Nikah/2, 3; Müslim, Nikah/l, 3; Ebu Davûd, Nikah/l; Nesa'î, Sı-yam/43, Nikah/3; İbni Mâce, Nikah/l; Darimî, Nikah/2; İbni Hanbel, III/378, 424, 425, 432, 447,
[6][6] Buharî, Savm/10, Nikah/2, 3; Müslim, Nikah/l, 3; Ebu Davûd, Nikah/l; Nesa'î, Sı-yam/43, Nikah/3; İbni Mâce, Nikah/l; Darimî, Nikah/2; İbni Hanbel, IH/378, 424, 425, 432, 447.
[7][7] Nesa'î, Nikah/11; İbni Mâce, Nikah/8; İbni Hanbel, III/158, 245, 354, IV/349, 351.
[8][8] İbni Mâce, Cenaiz/58; tbni Hanbel, V/241
[9][9] Btıharî, İlim/36, Cenaiz, 6, 91; Müslim, Birr/153; Tirmızî, Cenaiz/64; İbni Mâce, Cenaiz/57; Nesaî, Cenaiz/25; İbni Hanbel, 1/375, 429, 451,11/276, 473, 510, 536, HI/152, VI/376, 431
[10][10] Benzer bir hadis için b. Ebıı Davûd, Nikah/3; Nesaî, Nikah/11; îbni Hanbel, III/158, 245
[11][11] İbni Hanbel, 11/289
[12][12] Tirmizî, Tfefsir-i Suret 9/9; İbni Mâce, Nikah/5; İbni Hanbel, V/278, 282, 366.
[13][13] Nesa'î, BuyuVl; tbni Mâce, Ticarat/1; Darimî, Buyu/6; İbni Hanbel, Vl/31, 42, 127, 193, 220.
[14][14] Buharı, Nikah/102; Ebu Davûd, Taharet/84, 85; Nesa'î, Taharet/169; îbni Mâce, Taha­ret/102; Darimî, Vudu771; îbni Hanbel, W8, 9, 391
[15][15] İbni Mâce, Zühd/5
[16][16] Nesa'î, Nisa'/l; İbni Hanbel, III/128, 199, 285
[17][17] İlgili hadisler için b. Müslim, Raza/53, 54; Buharı, Nikah/15; Ebu Davûd, Nikah/2, 12; Tirmizî, Nikah/4; Nesaî, Nikah/10, 13; İbni Mâce, Nikah/6; Muvatta', Nikah/4; îbni Hanbel, 111/80, 302, 11/428, VI/152.
[18][18] İlgili hadisler için b. Darimî, Nikah/5; İbni Mâce, Nikah/9; İbni Hanbel, 111/93, IV/225, 226
[19][19] Bu ve benzeri hadisler için b. Tirmizî, Nikah/21; Darimî, Nikah/18; Nesa'î, Nikah/66; İb-ni Hanbel, VI/427.
[20][20] İbni Mâce, Nikah/46
[21][21] Buharı, Tefsir-i Suret 66/4.
[22][22] Buharı, Cum'a/11, Cenaiz/32, îstikraz/20, Vasaya/9, Itk/17, 19, Nikah/81, 90, Ahkam/l; Müslim, İmaret/20; Ebu Davûd, İmaret/1, 13; Tirmizî, Cihad/27; İbni Hanbel, II/5, 54, 55, 108, 111, 120.
[23][23] Buharî, Rikak/16; Tirmizî, Cehennem/İl; İbm" Hanbel, 1/234
[24][24] Ebıı Davûd, Salat/53.
[25][25] Tirmizî, Raza/18
[26][26] Buharî, Nikah/115.
[27][27] Ebu Davûd, Talak/3.
[28][28] Nesa'î, Talak/34; Tirmizî, Talak/10, 11; İbni Hanbel, 11/414.
[29][29] Bu hadislerin tahriri daha önce yapılmıştı
[30][30] Ebu Davûd, Taharet/127; Nesaî, Cuma/10, 12, 19; îbni Mâce, İkamet/80; Darimî, Salat/195; İbni Hanbel, 11/209
[31][31] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/287-336.
[32][32] Bu manadaki hadisler için b. İbni Mâce, Edeb/38; Ebu Davûd, Hammam/3, Tirmizî, Edeb/43;Nesaî, Gusl/2; Darimî, İstizan/23; İbni Hanbel, III/339; VI/132, 139, 173, 179, 267
[33][33] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/337-344.
[34][34] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/344-346.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar