KUT'UL KULUB 14
Allah Teala
buyurdu ki: "İçinizdeki bekârları, köle ve cariyelerinizden evlenmeye
uygun olanları evlendirin, eğer
fakir
iseler, Allah onları lütfü ile ihtiyaçlarını giderir. Çünkü Allah Geniş'tir,
herşeyi hakkıyla Bilen'dir". (Nur/32)
Allah Teala,
evlenme ihtiyacı olanlara evlenmeyi emrederken, kendisini koruyabilenleri
özendirmiştir. Evlilik ihtiyaç olması durumunda farz iken, ihtiyaç duyulmadığı
şartlarda sünnettir. Allah Teala, evlenecek kimselere ihtiyaçlarını karşılamayı
da taahhüt etmiştir. Evlenecek kimsenin zengin olması, fakirin fakir iken duyduğu
ihtiyacım gidermesi şeklinde ihtiyacının giderilmesine mani değildir. Zengin
ecir bakımından fakir olabilir. Allah Teala da kendisini ecir bakımından
müstağni kılar. Hüküm bakımından fakir olanı ise olumlu hüküm vererek müstağni
kılar. Kişi, dağınıklık, yitiklik, evsizlik ve eşyasızlık gibi hususlarda
fakir olabilir. Onu da bunları varederek müstağni kılar.
Allah Teala,
bu taahhüdünü ilgili ayetin son kısmıyla teyid etmiştir: "Çünkü Allah
Geniş'tir, herşeyi hakkıyla Bilen'dir". (Nur/32) Yani Allah Teala, onların
her türlü fakirliğini giderecek kadar geniş bir zenginliğe sahiptir. İnsanlara
düşen kendi halleriyle meşgul olmaktır. Mertebe ve derecelerine göre
hallerinin İslahı bilmedikleri bir şekilde gerçeleştirilecektir.
Hasan
el-Basri (ra) Ebu Said el-Hudri'den (ra) şu hadisi rivayet etmiştir:
"Allah Resulü (sav), buyurduki: Geçim korkusuyla evliliğe yanaşmayan
bizden değildir". Yine O, başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
"Dindarlığından ve emanet duygusundan emin olduğunuz biri geldiğinde onu
evlendirin. Böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir başıboşluk
doğar".[1][1]
Bir başka hadis de şöyledir: "Her kim Allah için nikahlar ve Allah için
nikahlandırırsa Allah Teala'nın velayetini -dostluk ve korumasını- haketmiş
olur". Bu, Allah Teala'nm velayetinin kazanılabileceği hallerin.en
aşağı-sıdır. Çünkü velayet, bir çok makamdan oluşur ve her makam için de belli
bir amel sözkonusudur.
Konuyla
ilgili olarak Bişr (ra) hakkında şöyle bir hadise rivayet edilmiştir: Bir
keresinde Bişr'e (ra), 'Halk senin hakkında konuşup duruyorlar1 denilmişti. O
da, 'Ne konuşuyorlar ki?' diye sormuştu. Onlar da, 'Sizin evlilik sünnetini
terketmiş olduğunuzu söylüyorlar1 dediler. Bişr'in (ra) cevabı şöyle oldu:
Ben, sünneti farz için ter-kediyorum' dedi. Yine o, bir keresinde de şöyle
demiştir: Bana engel olan, sırf Allah Teala'nın şu buyruğudur: "Kadınlar
için sorumlulukları kadar hakları da vardır". O, şöyle derdi: Eğer bir
tavuğa bakacak olsam, köprünün üzerindeki cellat gibi olmaktan endişe ederdim.
Bişr'e bu
sorunun sorulduğu ve cevabın alındığı tarih Hicret'in ikiyüz yirminci yılıydı.
O devirde öyle olunca yaşadığımız şu devirde ne yapmak gerekmez ki? Onun
devrinde hem helal daha çoktu hem de evlenilebilecek temiz kızlar mevcuttu.
Yaşadığımız
zamanda (Hicri IV. asır) fitneye düşmekten emin olan ve nefsinin günahlara
sevketmediği bir mürid için evlenmemek daha hayırlı olabilir. Kafasından
kadınlarla ilgili düşünceler geçmeyen, kalbi yoğunluğu kadınlar sebebiyle
dağılıp bozulmayan, bu tür düşünceler kendisini hizmet yoluna yönelmekten
alıkoymayan, fikir alışverişini sürdürüp nefsiyle kadınlar hakkında konuşmayan,
gözü yasaklara kaymayan ve beyni onu istila edecek bir şehvetle tanışıp
kaynaşmamış bir mürid için de evlilik tavsiye edilmeye değmez.
Cinsellikle
ilgili günahların başı, erkek cinselliğinin işleyeceği bir takım kuruntu ve
düşüncelerdir. Buna fikir yoğunlaşmasıyla doyurulan kalp şehveti denilebilir ve
bu konudati günahların ilkderecesidir. İkinci günah, erkeğin cinsellik uzvunun
harekete geçmesi ve kişinin eliyle tutulmaya ve kurcalanmaya başlamasıdır.
Üçüncü günah kalpte şehvetin yer etmesidir. Dördüncü günah, şehvetin cinsellik
uzvundan taşmasıdır. Cinsellik uzvuna sağ elle temas etmek mekruhtur.
Yukarıda
naklettiğimiz hususlar gerçekleştiği takdirde kalp huşu halini terkedecek ve
eksilmeye başlayacaktır. Kul bu duygu ve şehvetlerden etkilenmediği takdirde
kendisi için halvet en güzel mekandır. Halvette varlığın lezzetiyle tanışacak,
yaptığı muamelenin tadına varacaktır. Sürekli nefsine yönelecek ve kendi hali
ile meşgul olarak başkalarının halleriyle ilgilenmeyecektir. Böyle birinin
halinin başkasından beklenmesi, kendisinin eksilmesine veya o kimsenin başka
hükümlere tabi olmasına yol açabilecek ve o kimse de bunu başaramayacaktır. Bu
durumdaki mürid, kendi şeyta-myla beraber başka bir şeytanla daha uğraşmış ve
kendi nefsine başka bir nefs daha katılmış olacaktır. Onun nefs mücahedesinde,
nevasına ve düşmanına karşı sabrında gösterdiği çok zorlu bir çaba vardır.
Evliliğin
tercih edilmeyişinin sebeplerinden biri de, kazanç kapılarının iyice bozulmuş
olmasıdır. Bunların bir çoğunda günah iş-lemeksizin geçimlik kazanmak imkansız
hale gelmiştir. Bilinçli bir müslüman olarak kazancının nereden kazandığının ve
nereye harcadığının hesabını vermekle mükellef olacaktır. Eğer kazancı helalinden
değilse bu kazanç onun aleyhine yazılacaktır. Hevası uğruna harcananlar da
lehinde yazılmayacaktır. Bu noktada kadınların büyük çoğunluğu dini duyguları
ve salahları bakımından kusurludurlar. Bunlara hakim olan hal cehalet ve
hevadır. Evlenen birinin bunların boyunduruğu altına girmesinden emin olunamaz.
Hevası-nı tatmin için girdiği bu cendere ahiretini kaybetmesine yol açabilecektir.
Ama onları yanıltıp oyalayarak boyundurukları altına girmemesi ve bu suretle
dünya hayatını çekilmez hale getirmesi de
muhtemeldir.
Hasan
el-Basri (ra) konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: Allah'a yemin ederim ki bu
zamanda hanımının bütün arzularına boyun eğen kimseler Allah Teala tarafından
cehenneme atılacaklardır.
Evlilik
konusunda bir diğer boyutta zenginlerin durumudur. Zenginler, fakirler
karşısındaki cimrilikleri sebebiyle zulüm işleyen zalimler konumundadırlar.
Onlar fakirlerin haklarını yerine getirmekte kusur etmekte ve üzerlerine düşen
mesuliyetleri ifa etmemektedirler. Evlenmek isteyen kimse fakir ise, büyük
zorluk, sıkıntı, çaba ve dertlerle karşılaşacak, geçim meselesinden dolayı bir
takım afetlere maruz kalmaktan kurtulamayacaktır.
İbni Ömer'e
(ra), imtihanın en ağırı sorulduğunda şöyle demiştir: Paranın az,
geçindirilenlerin çok olması! Selef-i Salih'ten bir zat da şöyle demiştir:
Ailenin küçük oluşu iki zenginlikten biri iken, ailenin kalabalık oluşu iki
fakirlikten biridir. Çoluk çocuğun fazla oluşunun, helal şehvete gem
vurulmayışmın, hırsın da yeterden fazlasını istemenin cezası olduğu
söylenmiştir. Bunlar da tev-hid ehlinin cezalarıdır.
Konuyla
ilgili bir rivayette şöyle denilmiştir: "Yalnızlık, kötü eşten daha
hayırlıdır". Bundan anlaşılan salih eşin yakini imana sahip oluşudur.
Halbuki eşlerin çoğunda yakini iman şüphededir. Kadınların büyük çoğunluğu,
gerek arzuların baskın gelmesi, gerekse dünya sevgisinin fazla olması sebebiyle
salah ve istikametten uzaktırlar. İlgili bir rivayette şöyle buyrulmaktadır:
"Kadınlar arasındaki salih kadın, kargalar arasında göğsü beyaz olan
karga gibidir". Lokman (as) da oğluna vasiyetinde şöyle demektedir: Ey
oğul, kötü kadından sakın! Öyle bir kadın, seni erkenden kocatır. Kadınların
kötülerinden de sakın! Onlar asla hayra çağırmazlar. Sen kadınların hayırlısı
karşısında dahi tetikte ol!
Allah Resulü
(sav) de bir hadisinde hanımlarına şöyle buyurmaktadır: wEy hanımlar, sizler
Yusuf peygamber'in (as) karşısına çıkanlar gibisiniz. Ebu Bekir-i Sıddık (ra)
sizi imametten çevirdiğinde hevaya meylettiniz, aldanma ve gösterişe
kapıldınız. Tıpkı Züleyha'nın Yusufu arzulamasında olduğu gibi hareket
ettiniz". O hadise de Yusuf un hiç bir dahli olmaksızın sırf onun tahrik
ve kışkırtmasının eseriydi. Burada Züleyha (as) kınanmakta, Allah Re-sulü'nün
(sav) hanımları da ona benzetilmektedir.
Allah Teala,
Resulü'nün (sav) bir sırrını ifşa ettiklerinde onlarla ilgili olarak şöyle
buyurmuştur: "Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer kalplerinizin
matlup olan durumdan kayması sebebiyle Allah'a tevbe ederseniz ne âlâ!".
(Tahrim/4) Burada kalplerinin hevaya meyletmesinden dolayı tevbe etmeleri
istenmektedir. Ardından da şöyle buyurmaktadır: "Yok eğer hislerinize
mağlup olup Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah da
O'nun yardımcısıdır, Cebrail de, salih müminler ve melekler de O'nun
yardımcılarıdır". (Tahrim/4) Kadınların en hayırlıları olan Allah
Resulü'nün (sav) pâk eşleri böyle olunca, cehalet, heva ve dalalet denizinde
yüzen kadınların durumu ne olmaz!
Rivayete
göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir kadın tarafından yönetilen
toplum felah bulmaz".[2][2]Allah
Teala, bazı hanımlar ve çocukların düşmanlığını haber verirken de şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır,
onlara karşı dikkatli olun". (Teğabün/14) Yani nevalarına ve çarpık
fikirlerine meyletmeniz sebebiyle hanımlarınız ve çocuklarınız sizler için
ahiret aleminin en büyük düşmanlarından olabileceklerdir. Onların Kıyamet'ten
çok Önce dünya hayatında da düşman olmaları mümkündür. Kişi onların arzularına
muhalefet ettiğinde ve kendileriyle ilgili olarak ilmin gereklerine göre hareket
ettiğinde de ona düşman olacaklardır.
İbrahim b.
Edhem (ra) şöyle demiştir: Kadınlara boyun eğmeye alışan kimseler asla iflah
olmazlar. Bişr b. el-Hars da (ra) şöyle demiştir: Eğer çoluk çocuğum olsaydı,
köprünün üstünde cellatlık yapmaktan endişe ederdim. Her halükârda gerek
sıkıntının hafifliği, gerek taleplerin azlığı, gerek isteklerin sınırlılığı
gerekse şer*i hükümlerden birinin sakıt oluşundan dolayı yalnızlık hali kalp
için daha dinlendirici, kişinin kaygıları için de daha hafiftir. Selef-i Salih
zorlukla eda edecekleri hükümleri iskât etmeyi tercih ederlerdi. Bu tür
hususları da nrsat bilirlerdi.
Yalnız
yaşayan kimseler; mal biriktirme, para toplama, çoluk çocuğu gözetme, evde
uyuma zarureti, hesaba çekilmede azalma, haber almaya çalışma ve Allah
Resulü'nün (sav) nehyettiği türden bilgilerin peşine düşme gibi hususlarda
sınırlama sözkonusudur. Bütün bunlar, kötü bir hanımla yaşarken düşünülemeyecek
hususlardır.
Zahidlerin
dünya hayatında gösterdikleri zühdün sebebi; kalp huzuru, tasalardan sıyrılma
ve talepkârlıktan kurtulma rahatlığına ulaşabilmektir.
Bu ümmet
için ahir zaman olarak nitelenen Kıyamet'in kopmasına yakın dönemde bekârlık
mubah görülmüş, hatta Özendirilmiş-tir. Konuyla ilgili bir hadiste Allah
Resıüü'nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İkiyüzüncü yıldan sonra
bekârlık mubah görülür. Hatta sizden birinin deve veya köpek eğitmesi, çocuk
eğitmekten daha hayırlı olur". Meşhur bir hadiste ise şöyle
buyrulmaktadır: "İkiyüzüncü yıldan sonra insanların en hayırlısı
sırtındaki yükü hafif, hanımı ve çocukları olmayan kimselerdir".
Bir diğer
hadis ise şöyledir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki,
adamın helaki hanımı, ana-babası ve çocukları eliyle olacak; kendisini
fakirlikle ayıplayacak ve takatinin üstünde beklentiler yükleyeceklerdir. O da
dinini tehlikeye atacak bir takım yollara girecek ve oralarda helak
olacaktır" Bu gibi durumlarda kadın, erkek için bir tür ceza olabilir.
Geçmiş
peygamberlerin kıssaları arasında şöyle bir olay nakledilmiştir: Bir topluluk
Yunus Peygamber'in (as) huzuruna girmişti. O da kendilerini misafir etmişti.
Onlar evdeyken sürekli girip çıkıyor, bu arada hanımının rahatsız edici
hareketlerine maruz kalıyor, hakarete uğruyordu. Ö ise devamlı sükut ediyordu.
Misafirler buna çok şaşırdılar ve işin içyüzünü kendisine sormak istediler, O
da, bir süre beklemelerini istedi. Sonra onlara şunu anlattı: Bu duruma hiç
şaşırmayın! Çünkü ben Allah Teala'dan ahirette vereceği cezayı dünyada iken
vermesini niyaz ettim. O da bana, 'Senin cezan filan kızı falandır, onunla
evlen' buyurdu. Ben de onunla evlendim ve gördüğünüz gibi ona karşı
sabrediyorum.
Bekârlıkla
ilgili söylediklerimiz, zinaya düşmekten korkmayanlar içindir. Bekâr kalması
halinde zinaya düşme endişesi bulunan kimsenin bir cariye ile evlenmesi daha
hayırlıdır. Cariye ile evlenme hususunda sabır göstermesi de, evlenmesinden
hayırlıdır. Yüce Allah'ın şu buyruğundan çıkan anlam da budur: "Bu,
içinizde zinaya düşmekten korkanlar içindir". Kişinin cinsellikle ilgili
duygu ve düşünceleri iyice artıp giderek bayağılaştığı ve kalbi fısıltılarla
dolduğu, farzları eda etmesine engel olmaya başladığı zaman cariye ile
evlenmesi yine hayırlıdır. Hür bir kadınla evlenmeye imkanı olan kimsenin
cariye ile evlenmesi haram kılınmıştır.
Bir gün îbni
Abbas'ın (ra) meclisi dağıldıktan sonra bir genç kalmıştı. Oturduğu yerden
kalkmıyordu. İbni Abbas (ra), 'Bir ihtiyacın mı var?' diye sorunca, 'Evet,
ancak halkın huzurunda söylemekten utandım' dedi. İbni Abbas (ra), 'Öyleyse
şimdi sor1 dedi. Genç, 'Sizi çok sever ve sayarım' dedi. İbni Abbas (ra),
'Gerçek ilim adamı baba yerine geçer. Ondan utanma sıkılma olmaz. Babana ne
anlatabiliyorsan, bana da anlat. Benden utanmana gerek yok' dedi. Genç adam
şöyle dedi: Allah size merhamet buyursun, ben hanımı olmayan bir gencim, zinaya
düşmekten korkuyorum, kendi kendimi tatmin etmiş de olabilirim. Bunlardan
dolayı bana günah yazılır mı? İbni Abbas (ra) yüzünü ondan çevirdi ve TJf üf,
bunları yapacağına bir cariyeyle evlenseydin daha hayırlı olurdu. Elbette
bunlar da zinadan daha hayırlıdır" dedi.
Irak
ulemasına göre on dirhem (=32 gr. gümüş) parası olan kişinin cariyeyle
evlenmesi haramdır. Hicaz ulemasından bazılarına göre ise üç dirhemi olan
kimsenin cariyeyle evlenmesinin helal değildir. Said b. el-Müseyyeb'in (ra)
arkadaşlarına göre ise, iki dirhemi olan kimsenin cariye ile evlenmesi
haramdır. Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: İnsanlann en ahmağı, kendisi hür
olmasına karşın bir cariye ile evlenendir. İnsanlann en akıllısı ise hür bir
kadınla evlenen köledir. Çünkü bu onu kısmen azat ettirirken kısmen de köle
hükmünde tutar. Kendisi hür olurken çocuğu köle hükmünde olur.
Kendi
kendine tatmin yoluyla boşalma (=istimnâ), mekruh, hatta haram olarak
nitelenmiş ve hakkında bir takım ağır ifadeler bulunan hadisler rivayet
edilmiştir. Bir hadiste Allah Resulü'nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Muhakkak Allah Teala ümmetlerden birini cinsel uzuvlanyla oynamaları
sebebiyle helak etmiştir", İsmail b. Ebban bu hadisi Enes b. Malik'e (ra)
isnad etmiştir.
Ebu Muhammed'e
kadınlar hakkında bir soru sorulmuştu. Şöyle cevap verdi: Onlardan uzak
durmada gösterilen sabır, onlarla birlikteyken gösterilecek sabırdan daha
hayırlıdır. Onlarla birlikteyken gösetirlecek sabır ise cehennemde
gösterilecek sabırdan daha hayırlıdır!
Ulemadan bir
zat ise şöyle demiştir: Bekârlıkla uğraşmak, kadınlarla uğraşmaktan daha
hayırlıdır. Basralı alimlerden yakin ve vera' sahibi biri de evlilik hakkında
sorulan bir soruya şöyle cevap vermiştir: Zamanımızda geçim vasıtalarının
azlığı, helalin azlığı ve kadınlardaki bozulmanın çokluğu nedeniyle vera'
sıfatım gereği evliliği mekruh görürüm. Bilâhare aynı soru tekrar sorulmuştu.
O zaman da şöyle cevap verdi: İnsanlar türlü afetlere kapılmış halde, kazançlar
çoğunlukla haram, ameller gösterişten öte gitmiyor ve insanlar dinlerini
sermaye edip yiyorken evlenmeyi mekruh görüyorum. Ancak dişi bir eşek
gördüğünde kamış kanla dolduğu için onun üzerine çıkmaktan başka çaresi olmayan
eşek gibi bir tabiata sahip olan kimselerin evlenmesi uygundur. Hatta
böylelerinin evlenmeleri daha faziletlidir.
Konuyla
ilgili olarak Katade'den (ra), Allah Teala'mn "Bize gücümüz yetmeyeni
yükleme" (Bakara/286) buyruğuyla ilgili şöyle bir tefsir rivayet
edilmiştir: Buradaki güç yitirilemeyen şey, cinsi münasebet arzusudur. Ikrime
(ra) ve Mücahid (ra) ise, "Muhakkak insan zayıf yaratıldı" (Nisa/28)
ayetinin tefsirinde, kadınlardan uzak durma noktasında sabır gücünden mahrum
olarak yaratılmasının kasdedildiğini söylemişlerdir. Feyyaz b. Nüceyh ise şöyle
demiştir: Erkeğin kamışı ayaklandığında aklının üçte ikisi gider. Bazıları,
aynı durumda dininin üçte birinin gittiğini söylemişlerdir.
İbni
Abbas'ın (ra), "Karanlık çöktüğünde gecenin şerrinden" (Felak/3)
ayetinin tefsirinde ayaklanan tenasül uzvunun kasdedildiğini söylediği rivayet
edilmiştir. Ancak bu rivayetin başka bir lafzında ayaklanmadan çok, saban
misali tarlaya girme halinin kas-dedildiği söylenmektedir.
Allah
Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişi evlendiği
zaman dininin yarısını muhafaza etmiş olur. Diğer yarısında Allah'tan
korksun!". Bera b. Azib'in (ra) duası ise şöyledir: Kulağımın, gözümün,
kalbimin ve menimin şerrinden Sana sığınırım". Meni biriktiği zaman
yumurtaları şişirir ve çıkmaya çalışır. Onun da kalbi bozmasından endişe
edilmiştir. Onunla ilgili rahatsızlıklar kana benzer. Kan, omurlara
yükseldiğinde orada pişirilerek ağartılır ve Allah'ın izniyle beyaz bir tohum
olarak çıkar.
Muaviye'nin
(ra) meclisinde kadınlar hakkında konuşulmuş ve bir topluluk onları kötüleyen
konuşmalar yapmışlardı. Bunun üzerine Muaviye onlara şöyle demiştir: Böyle
yapmayın! Hastaya bakmada, ölüyü uğurlamada, evlere hayat vermede onlar gibisi
yoktur. Erkeklerin de en çok muhtaç oldukları onlardır!
"Biz
arzın üzerindekileri onlar için süs kıldık" (Kehf/7) ayetinin tefsirinde
de 'Onlar* ile kasdedilenin kadınlar olduğu söylenmiştir.
İbni Abbas
(ra) şöyle derdi: Gencin ibadeti ancak evlilikle kemale erer. O, İkrime ve
Küreyb gibi gençlerin ergen olmalarından sonra kendilerini çağırarak İsterseniz
sizi evlendiririm, çünkü kul zina ettiğinde kalbindeki iman nuru sökülüp alınır
derdi.
Ömer (ra),
Ebu'z-Zevaid'e şöyle demiştir: Evlenmene mani olan ya yaşlı bir bunak veya bir
günahkârdır! Horasan alimlerinden biri, kendi şeyhlerinden salih bir zat hakkında
şunu nakletmiştir. Şeyh, İbnü'l-Mübarek'in (ra) arkadaşlarından biriyle
Abadan'a yolculuk ediyordu. İbnü'l-Mübarek'in (ra) arkadaşı, kendi sıfatlarını
ve ahlakını anlatmaya başlamıştı. Bu arada çok evliliğinden de bahsetti. Her
zaman iki veya üçten az hanımının bulunmadığım belirtti. Bu özelliği sebebiyle
kınandı. Bunun üzerine şöyle dedi: Sizden biri Allah'ın huzurunda veya
meclisinde oturup O'nunla karşı karşıya geldiğinde aklına bir şehvet veya başka
bir fikir geldiği oluyor mu? diye sordu. Onlar da 'Evet, çok oluyor dediler.
Bunun
üzerine şöyle dedi: Ömrümde bir kez dahi sizin yaşadığınızı yaşamayı göze
alsaydım asla evlenmezdim. Ama ben hatırıma gelen her türlü fikri derhal
uyguladım ve bir daha gelmesini önledim. Ardından amelime daha rahat bir kafa
ve kalple devam ettim. Kırk yıldır aklıma günah veya isyana dair bir fikir
gelmiyor.
Ulemadan bir
zat, cahillerden birinin sufileri tenkid ettiğini işitmişti. Kendisine şöyle
dedi: Be adam, sufileri gözünden düşüren nedir? Cahil adam, 'Yemeği çok
yiyorlar* dedi. Alim, 'Onlar gibi acıksan, sen de onlar gibi yerdin".
'Sonra?' dedi. 'Çok evleniyorlar!* Alim şöyle dedi: Sen de namusunu onlar gibi
korumaya çalışsan, onlar gibi çok evlenirdin. 'Başka bir şey var mı?' diye
sorunca, cahil kişi, 'Söze çok kulak veriyorlar!' dedi. Alim de, 'Onların
baktıkları ve düşündükleri gibi bakıp düşünebilsen sen de onlar gibi işitmeye
çalışırdın'
dedi.
Ulemadan
birine Kur"an okuyucularının neden çok yedikleri, kadınlara çok
yanaştıkları ve tatlılardan daha çok hoşlandıkları sorulmuştu. O da şöyle cevap
verdi: Onlar uzun süre aç kalırlar. Her an hazır yemekleri olmaz. Bu yüzden de
buldukları zaman çok yerler. Tatlıları çok sevmeleri, eskiden alkol ve değişik
türden nef-sani lezzetleri bolca tatmış olmalarından dolayı özlem duymamaları
içindir. Nefsani nazlarını tatlı üzerinde yoğunlaştırmış oldukları için tatlıya
düşkünlük gösterirler. Kadınlarla birlikte olmalarına gelince, onlar zahirde
gözlerini kısan, kalplerinde ise şehvani fikirleri kısıtlayan kimselerdir. Bu noktaya
ulaşabilmek için de alışılandan fazla sayıda nikahlanmak zorunda kalmışlardır.
Onlar, diğer insanlara göre uzuvlarına daha çok kısıtlama getiren kimseler ve
gözlerini sürekli kısan kimseler oldukları için bunu da anlayışla karşılamak
gerekir.
Cüneyd-i
Bağdadi (ra) şöyle derdi: Yemeğe nasıl ihtiyaç duyarsam, cinsi münasebete de
öyle ihtiyaç duyarım. Allah Resulünün (sav) ashabının zahidlerinden ve
alimlerinde biri olan Abdullah b. Ömer (ra), çok oruç tutar ve orucunu yemekten
önce cinsi münasebet ile açardı. Onun akşam namazını eda etmeden Önce
münasebette bulunup gusül abdesti aldıktan sonra namaz kıldığı da vakidir.
Hatta bir defasında yatsı namazından önce dört cariyesi ile münasebette
bulunduğu rivayet edilmiştir.
İbni Abbas
(ra) şöyle demiştir: Bu ümmetin en hayırlısı, en çok nikahlanandır. Süfyan b.
Uyeyne (ra) şöyle demiştir: Çok kadınla evlilik dünyaya düşkünlük sayılmaz.
Çünkü Ali (kv) ashabın zühd bakımından en ilerisi olmasına rağmen dört hanımı
ve on yedi odalığı vardı. Evlilik, yaşanan bir sünnet, bütün peygamberlerin de
(as) sahip oldukları ahlakın vazgeçilmez parçası idi. Peygamberler tarihinde
anlatıldığına göre zamanın birinde ibadet ve niyazda çok ileri gidip zamanının
bütün insanlarını geçmiş bir abid vardı. Onu bu sıfatı her yerde anlatılırdı. O
zamanın peygamberine anlatıldığında şöyle dedi: Bir sünneti terketmemiş olsa,
gerçekten çok güzel ve üstün bir insan!
Bu söz o
abidin kulağına gidince tasalandı ve şöyle dedi: Sünneti terkettikten sonra
gece gündüz ibadetimin ne yararı olur ki? Ardından o peygamberin yanına gitmek
üzere yola çıktı. Peygamberin yanına ulaştığı zaman kendisine o sünnetin
hangisi olduğunu sordu. Peygamber de, 'evlilik sünneti' olduğunu söyledi. Abid
durumu şöyle açıkladı: Evliliği kendime ne yasak ettim ne de ondan imtina
ettim. Evlenmemin önündeki tek engel geçim sıkmtısıydı. Çünkü ben hiç bir şeyi
olmayan bir fakirim. Karnımı bugün o, yarın şu doyurur. Evlenip de aldığım
hanımı zora sokmak istemediğim içinVbuğüne kadar evlenmedim. Peygamber, 'Sırf
bu yüzdendidemek?' dedi ve 'Sana kendi kızımı veriyorum!' diyerek onu kızıyla
evlendirdi.
Geçmiş
peygamberlerin kıssaları arasında anlatılan hadiselerden biri de şudur: Yahya
b. Zekeriya (as) bir hanımla evlenmiş, ama ona asla yaklaşmamıştı. Onun bu davranışının
sebeb-i hikmeti babında bir çok görüş rivayet edilmiştir. Bunlardan birine
göre gözünü kısmak için onunla evlenmiştir. Diğerine göre gösterdiği sabrın
fazileti yüzünden böyle yapmaktadır. Bu, bütün faziletlerin birleştirilmesi
demekti. Bir başkasına göre ise sünneti yerine getirmiş olmak için evlenmişti.
Bişr b.
el-Hars (ra), Ahmed b. Hanbel'in (ra) kendisine üstün olduğunu düşünür ve
şöyle derdi: Üç noktada üstüme çıktı: Evvela hem kendisi, hem de ailesi için
helal rızık kazanma noktasında. Çünkü ben, sadece kendim için helal rızık
kazanmaktayım. İkinci olarak nikahta gösterdiği genişlikte. Çünkü ben nikahta
kendimi çok sınırladım. Üçüncü olarak o herkesin imamı oldu, bense hala nefsim
için yalnızlık peşinde koşuyorum.
Anlatıldığına
göre Ahmed b. Hanbel (ra), hanımı Ümmü Abdullah'ın ölümünden sonra sadece bir
gece bekâr kalmış ertesi gece evlenmiştir. Bişr b. el-Hars (ra), bu konuda
hakkında söylenenlere cevap niteliğinde bir delile sahipti. Bir keresinde,
'Hakkında konuşuyorlardenildiğinde şöyle demişti: 'Ne konuşuyorlarmış?'
'Sünneti terkettiğini söylüyorlar1 denilince şu cevabı vermiştir: Onlara şunu
söyleyin: Bişr, farzla meşgul olduğu için sünnete vakit bulamamaktadır!
Evlenmeyişinden dolayı kınandığı başka bir ortamda ise şöyle demiştir: Beni
bundan meneden Allah Teala'nm şu ayetinden başkası değildir: "Kadınların
sorumlulukları olduğu gibi hakları da vardır".
Bu söz Ahmed
b. Hanbel'in (ra) yanında söylendiği zaman şöyle demiştir: Nerede Bişr gibiler?
Tarak dişi düzgün adamlar!
Bişr (ra)
vefatından sonra rüyada görülmüş ve durumu sorulmuştu. Şunları söylemiştir:
İlliyyun'da yetmiş derece yükseltildim ve peygamberlerin makamlarını gördüm.
Ama evlilerin yerlerini göremedim. Rabbim bana sitem ederek şöyle buyurdu: Bana
bekâr olarak kavuşmanı istemiyordum! Kendisine Ebu Nasr et-Tem-mar'm (ra)
durumu sorulduğunda ise şunu haber vermiştir: Benden yetmiş derece daha yukarı
çıkarıldı. 'Hangi ameli sayesinde? Biz seni daha üstte bilirdik' denilince şunu
söylemiştir: Kız çocuklarına ve ailesine karşı gösterdiği sabrından dolayı!
İbni
Mesud'un (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: On gün sonra öleceğimi bilsem,
yine de evlenmek ister ve Rabbim'le bekâr olarak karşılaşmak istemezdim.
Muaz b.
Cebel'in (ra) hanımı veba salgınında ölmüştü. Kendisi de hasta idi. Ama
çevresindekilere 'Beni evlendirin, Rabbim'le bekâr olarak karşılaşmak
istemiyorum' demiştir.
Sahabe'den
bir başka zat ise kendisini Allah Resulü'nün (sav) hizmetine adamıştı. Sürekli
evini temizler ve ihtiyaçları için kapısında beklerdi. Allah Resulü (sav),
kendisine, 'Evlensen daha iyi olmaz mı?' diye sorunca, 'Ey Allah Resulü, ben
fakir biriyim, hiç bir şeyim yok. Hem evlendiğimde senin hizmetinden de mahrum
kalırım' demişti. Allah Resulü (sav), o zaman sükut etti. Bir müddet sonra aynı
soruyu tekrar sordu. Adam aynı cevabı verdi. Ama bir müddet bunun üzerinde
düşündü ve kendi kendine, 'Dünyam ve ahiretim için daha uygun ve beni Allah
Teala'ya yaklaştıracak olanı Allah Resulü (sav) daha iyi bilir. Eğer üçüncü
kez yine söylerse o zaman evlenirim' dedi.
Bir müddet
sonra Allah Resulü (sav) 'Daha evlenmiyor musun?' diyerek sözünü tekrarladı.
Sahabi de, 'Ey Allah Resulü, beni evlendir' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü
(sav) şöyle buyurdu: Falan oğullarına git ve onlara, 'Beni Allah Resulü gönderdi.
Size kızınızı benimle evlendirmenizi söylüyor1 de, buyurdu. Sahabi, 'Ama benim
hiç bir varlığım yok ya Resulellâh!' deyince, Allah Resulü (sav) Sa-habe'ye,
'Kardeşiniz için beş dirhem (=16 gr) altın toplayın' buyurdu. Altın hemen
toplandı ve sahabi denilen yere gitti. Onlar da kızlarını kendisine
nikahladılar.
Allah Resulü
(sav) sahabisine, 'Ziyafet ver buyurunca, 'Ey Allah Resulü, param yok ki' dedi.
Bunun üzerine Allah Resulü (sav) ashabına, 'Kardeşiniz için bir keçi parası
toplayın' buyurdu. Onlar da keçi parasını topladılar. Sahabi, bir keçi alıp
güzel ziyafet sofrası kurdu. Allah Resulü'nü (sav) ve ashabını da yemeğe davet
etti.[3][3]
Meşhur bir
hadiste de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğurivayet edilmiştir:
"Varlığı olan evlensin [4][4]
Bir başka hadiste ise şöyle buyurmaktadır: "-Münasebet ya da maddi- Gücü
olan evlensin". [5][5]
Çünkü evlilik, gözü saklama ve namusu koruma bakımından daha güvenlidir. Bu
imkanı bulamayan kimse ise Allah Resulü'nün (sav) tavsiyesine uyarak oruç
tutmalıdır. Çünkü oruç, onun için cinselliğin törpüsüdür. [6][6] Hadiste geçen
*Vicâ' kelimesi, boğaların iğdiş edilmesi kullanılan bir kelime olup insanlar
açısından cinselliğin törpülenmesini ifade etmektedir.
Evliliği
teşvik eden hadislerden birinde de Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Evleniniz çoğalmız, Kıyamet günü diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla
övüneceğim. Düşük çocuklarınız ve emzirenler de dahil". [7][7]
Bir diğer hadiste ise şöyle buyurmaktadır: "Beni seven, sünnetime -nikaha-
sarılsın". Ebu Said el-Hudri de (ra) O'nun şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: "Geçim korkusuyla evlenmeyen bizden değildir".
Ömer de
(ra), çok evlenirdi ve 'Evliliği çocuklar için yaparım' derdi. Selef-i
Salih'ten bir topluluğun evlilikte güttükleri niyet buydu. Onlar nesillerinin
devamı ve çocuklarının olması için evlenirlerdi. Çocuklarının yaşadıkları
takdirde Allah Teala'yı birlemesini, O'nu zikretmesini, ölmeleri halinde
yüklerini hafifletmelerini temenni ederlerdi. Nitekim Allah Resulü (sav) şöyle
buyurmuştur: "Sabi çocuk, anne babasını boyunlarından tutarak cennete sokar"
[8][8]
Bu anlamda şöyle bir bilgi nakledilmiştir: Sabi çocuğa, 'Cennete gir"
denilir. Ama o, cennetin kapısında durur ve öfkeli bir şekilde bekler. 'Anne
babam olmadıkça ben de girmem!' der. Bunun üzerine, 'Onun anne babasını da
cennete koyun' diye nida ediler.
Konuyla
ilgili garib bir rivayette de şöyle denilmektedir: "Kıyamet günü sabiler,
insanların hesaba çekildikleri meydanın Ötesinde cennetin kapısının önünde
toplanırlar. Meleklere, onları cennete koymaları söylenir. Kendilerine, 'Haydi
müslüman çocuklar! Size hesap yok, Cennete hoşgeldiniz!' denildiğinde,
'Analarımız, babalarımız nerede?' diye sorarlar. Cennet bekçileri, 'Anne
babalarınız sizler gibi değil, onların verecek hesaplan ve sorguya çekilecekleri
günahları var derler. Bunun üzerine çocuklar kızmaya ve cennetin kapısında
bağrışmaya başlarlar. Bu gürültünün nereden geldiğini iyi bilen Allah Teala,
meleklere 'Bu gürültü de nedir?' buyurur. Onlar da, 'Müslümanların çocukları!
Anne babalarımız olmaksızın cennete girmeyiz, diyorlar1 derler. Allah Teala
da, Toplananların arasındaki ebeveynleri bulun ve ellerinden tutarak
çocuklarla beraber cennete girmelerini temin edin' buyurur.
Allah
Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim iki çocuğa
sahip olarak vefat ederse, ona cehenneme karşı bir çit örülmüş olur". Bir
başka hadis de şöyledir: "Her kim günah çağına ulaşmamış üç çocuğu
yitirerek ölürse Allah Teala onlara olan rahmeti gereği kendisini cennete dahil
eder. 'Ey Allah Resulü, iki tane olursa?' diye sorulunca, 'Aynı şekilde'
buyurdu".[9][9]
Salihlerden
bir zat, kendisine yapılanr evlenme tekliflerini zamanı ileri sürerek geri
çeviriyordu. Bir sabah uykudan uyandığında, 'Beni everin' dedi. Kendisine
sebebi sorulduğunda da şöyle dedi: Ya Allah Teala bana bir çocuk verecek veya
beni yanına alacaktır. Her halükârda o çocuk ahirette benim öncüm olacaktır.
Ardından da o gece gördüğü rüyayı anlattı: Uykumda Kıyamet'in koptuğunu
gördüm. Herkes gibi ben de hesaba çekilecek insanların arasında bekliyordum.
Sıkıntı, susuzluk ve güneşten dolayı her yanımdan terler akıyordu. Biz bu
halde beklerken uzaktan bir takım çocuklar gördüm. Başlarında nurdan mendiller,
ellerinde gümüş ibriklerle insanlara su dağıtıyorlardı. Yanımıza geldiklerinde
ben de elimi uzatarak su istedim. Sırayla herkese su veriyorlardı. 'Bana da
verin, çok yoruldum' dedim. Çocuk, 'Aramızda senin çocuğun yok, biz yalnız
babalarımıza su dağıtırız' dedi. 'Peki siz kimsiniz?' diye sordum. 'Biz, ölen
müslüman sabileriz' dedi.
Allah Resulü
(sav) buyurdu ki: "Hanımlarınızın hayırlıları sevecen ve doğurgan
olanlardır".[10][10]
Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Evdeki bir
hasır dahi doğurmayan kadından daha hayırlıdır". Bir başka hadis de şudur:
"Doğuran bir zenci, doğurmayan bir güzelden daha hayırlıdır". Bütün
bunlar çocuk doğurmanın teşvikiyle ilgili hadislerdi. Allah Resulü'nün (sav)
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim sünnetimden yüz çevirirse
benden değildir. Nikah da sünnetimdendir. Beni seven sünnetime sarılsın".
Bir görüşe
göre Allah Teala yüce Kitabı'nda, yalnız aile sahibi peygamberlerine yer
vermiştir ki bunlar otuz beş geygamberdir. Daha önce de zikrettiğimiz gibi
Yahya (as), evli peygamberlerdendir. İsa (as) ise gökyüzünden indiği zaman
evlenecek ve çocuk sahibi olacaktır. Güzel bir sözde de, Evli kimsenin bekâra
üstünlüğü, Allah yolunda cihad edenin evinde oturana üstünlüğü gibidir. Evli
birinin kıldığı iki rekat, bekâr birinin kıldığı yetmiş rekattan dahafaziletlidir.
Allah Teala
da peygamberlerini vasfedip överken evlilik hususunu vurgulayarak şöyle
buyurmuştur: "Biz senden Önce de peygamberler gönderdik ve onlar için
eşler ve çocuklar varettik". (Ra'd/38) Buradaki 'eşler ve çocuklar1 onlar
için övgü babından zikredilmiştir. Aynı şey, Allah Teala'nm veli kulları için
de sozkonusu-dur. "O kimseler ki şöyle derler: Rabbimiz bize eşlerimizden
ve çocuklarımızdan göz aydınlığı ver". (Furkan/74) Görüldüğü gibi onlar
Rablerinden evlilik ve çocuk sahibi olabilme nimetlerini ihsan etmesini niyaz
etmektedirler.
Evliliğin
faziletlerine dair rivayet ettiğimiz hadis ve bilgilerin hemen hepsi, aynı
zamanda kadınlar için de geçerli, hatta onlar için daha faziletli ve sevap
bakımından daha fazladır. Çünkü onlar açısından evlilikle birlikte geçinme
derdi ortadan kalkmaktadır. Allah Resulü (sav) kadınlara da evlenmeyi emir ve
teşvik etmiştir. O, hem erkeğin, hem de evli kadının bekârdan üstünlüğünü haber
vermiştir. Bununla ilgili birden fazla hadis rivayet edilmiştir. Allah Resulü
(sav), erkeğin kadm üzerindeki büyük hakkı ve ağır sorumluluğunu haber
verdikten sonra şöyle buyurmuştur: "Allah kendilerini O'na adayarak
'evlenmeyiz' diyen erkeklere lanet etsin! Allah, kendilerini O'na adayarak
'evlenmeyiz' diyen kadınlara da lanet etsin".[11][11] Allah Resulü
(sav) bunu, 'Öyleyse ebediyen evlenmyeceğim' diyen bir kadına cevaben söylemiş
ve şöyle buyurmuştu: "Hayır, evlen Öylesi hayırlıdır".
Evliliğin
her iki taraf için de hayırlı oluşuna dair bir çok hadis rivayet edilmiştir.
Bunları tafsilatıyla zikrederek sözü uzatmak istemiyoruz. Allah Teala da
evliliği teşvik ederek şöyle buyurmuştur: "Tarlalarınıza dilediğiniz
şekilde gelin". (Bakara/223) Ayetteki en-nâ=dilediğiniz şekilde
kelimesinin tefsiriyle ilgili olarak üç görüş belirtilmiştir. Bunların ikisi
nasıllıkla ilgili olup gece, gündüz, istediğiniz şekilde yaklaşın,
şeklindedir. Diğeri ise yaklaşma biçimiyle ilgili olup önden veya arkadan
yaklaşmayı ifade etmektedir. Makattan olmamak şartıyla istenilen yönden
yaklaşılabileceğini ifade etmektedir. Üçüncü olarak 'Nerede' anlamına
gelmesinin de muhtemel olduğu söylenmiş, ancak bizce kabul görmemiştir.
Allah Teala
bunun arkasından şöyle buyurmaktadır: "Nefsleri-niz için hazırlık
yapın" (Bakara/223) Bununla kasdedilenin nikah olduğu söylenmiştir. Bu
ifade, yaklaşmaya atfedilmekte ve bu şekliyle guslü gerektiren birleşmeye
işaret etmektedir. Bunun bir diğer anlamının da sevişme olduğu söylenmiştir.
Nitekim kadının ilişkiden önce öpülüp okşanması önün için sayısız güzellik
ifade etmektedir. Böyle bir ilişkiden sonra gusül abdesti aldıklarında Allah
Teala, bedenlerinden dökülen her su damlasından bir melek yaratacağını ve bu
meleklerin de Kıyamet'e dek Zatı'nı teşbih edeceklerini haber vermiştir. Bu
tesbihatın sevabı da o çifte verilecektir. Çünkü kurdukları ilişkide
namuslarını koruma ve nutfeyi layık olduğu yere koyma sözkonusudur. Bu tür
ilişkinin sayılmayacak kadar çok fazileti bulunduğu söylenmiştir.
Allah Resulü
(sav) de bunu beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Her biriniz şükreden bir
kalp, zikreden bir dil ve ahiretine yardım eden bir hanım edinsin"[12][12]
"Nefsleriniz
için hazırlık yapın" (Bakara/223) ayetinin ikinci açılımı, yani çocuk
yaparak ahiretiniz için bir hazırlık yapın, şeklindedir. Çünkü o da insanların
amellerinden biridir. Nitekim Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır:
"Kendileri iman edip zür-riyetleri de iman ile kendilerinin izinden
gidenlerin nesillerini de kendilerine kavuştururuz. Onların amellerinden
hiçbirinin mükafaatını eksiltmeyiz". (Tur/21) Yani evlatlarını eksiltmeyiz
ve onları bunlardan dolayı ödüllendirir, sevaplarında fazlalık sebebi kılarız.
Çünkü çocuklar da onların kazançlarından ve çabalarının sonuçla-
rındandır.
Bu anlamda
Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ona ne malı, ne de kazandığı fayda
verdi". (Tebbet/2) 'Kazandığı' ile kasdedilen çocuklarıdır. Bu ayet
üzerinde düşünüldüğü zaman, Allah yolunda harcadığı mal nasıl fayda ediyorsa,
çocuğun da mümin bir kula fayda edeceği anlaşılabilir. Konuyla ilgili bir
rivayette Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Kişinin
kazandıklarından biri de çocuğudur. Yediği rızkın en helali de çocuğunun
kazanandan yediğidir"[13][13]
"Nefsleriniz
için hazırlık yapın" (Bakara/223) ayetinin üçüncü açılımı ise, birleşmeye
başlamadan önce besmele çekmektir. Birleşmeye başlamadan önce Allah'ın adını
anmak gerekir. Bu, gerekli hazırlıklardan biridir. Cinsel birleşmeye besmele
ile başlamak müs-tehap görülmüştür. İhlas suresini de okumak gerekir. Hadis
ehlinden bir zat ilişkiden önce yüksek sesle tekbir ve tehlil getirirdi.
Kadın,
Rabbine itaatte kocasına yardımcı olmalı, masraftan kaçınarak kanaat yolunu
benimsemelidir. Bu bilince sahip olan bir hanım, Allah Teala'nm kula ihsan
ettiği en büyük nimetlerden biridir. O, bu nimetinden dolayı şükredilmesin!
talep etmiştir. Yüce Allah bunu şu ayet-i kerimede bildirmektedir: "Ve
onun hanımını da çocuk doğurmaya uygun hale getirdik". (Enbiya/90) Bunu
Allah Teala'nm ihsan ve lütuflarından biri olarak görmek gerekir. Tefsirde
şöyle denilmiştir: Onun ahlakı kötü idi Allah tarafından güzel-leştirildi ve
dili uzun idi kısaltıldı.
Allah Resulü
de (sav) bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Bana adem'in üstünde iki haslet
verildi: Onun günaha yardımcı olan bir hanımı varken benim hanımlarım bana
itaatta destek oldular. Onun şeytanı inkarcı iken benim şeytanım müslüman idi
ve bana yalnız iyiliği tavsiye ederdi". Allah Resulü (sav) bunu da
kendisine lütfedilen faziletler arasında saymıştır.
Evlenilecek
hanım; güzel yüzlü, güzel ahlaklı, saçı ve gözbebek-leri siyah, gözleri büyük,
teni beyaz ve bakışı kısa olursa eşi tarafindan sevilen huri tabiatlı bir eş
olur. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Onların da içinde iyi
huylu güzel hanımlar vardır". (Rahman/70) Yani ahlakı ve yüzü güzel
huriler vardır. Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Ve gün
görmemiş saklı inciler gibi güzel eşler". (Vakıa/22-23) Ayette geçen 'hür5
kelimesi beyaz, 'ayn' kelimesi ise büyük gözü ifade etmektedir. Bunlar büyük ve
ye-yaz gözlerle simsiyah saçlara sahip olan huri kızlarını tavsif eden
ifadelerdir.
Başka bir
ayette geçen 'uruben* kelimesi ise iki anlama da gelmektedir: ilki, kocasına
aşık olan kadını ifade ederken, ikincisi cinsel ilişkiyi arzulayan kadını
ifade etmektedir. Her iki anlam da, ilişkiden alınacak lezzetin azami derecede
olmasını temin eder. Kadın kocasına aşık olmadığı veya onu arzulamadığı zaman,
erkeğin alacağı lezzet de tabiatıyla az olur. Allah Teala işte bu nedenle cennet
hanımlarını tam zevk için donatmıştır. Arzuları güçlü bir erkek ile kadın,
birleşme arzusunun doruğunu temsil ederler. Nitekim Allah Resulü de (sav)
şöyle buyurmuştur: "Kadınlarınızın en hayırlıları, eşlerini en çok
arzulayanlardır".-
Hikmet
ehlinden bir zat şöyle demiştir: Üç şey lezzettendir. Yaz günü külotsuz
yürümek; nehir kenarında büyük abdest bozmak ve istekli bir hanımla birlikte
olmak. Allah Teala cennet hanımlarını tavsif ederken "Bakışları
kısık" (Rahman/56) buyurarak tamamlayıcı sıfatlarını da bildirmiş
olmaktadır. Yani onlar, eşlerinden başkasına bakmayan, onları en yakışıklı
bilen hanımlardır. Eşlerinden başka bir erkek istemezler.
Allah Resulü
(sav), hanımların sıfatlarıyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Hanımlarınızın en hayırlıları, eşlerinin kendilerine baktığında mutlu
oldukları, emrettiğinde itaat eden, uzakta olduklarında namuslarını koruyan
hanımlardır".
Muhammed b.
Ka'b el-Karezi, Allah Teala'mn "Rabbimiz, bize dünyada güzellik ver"
(Bakara/201) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: Yani saliha bir hanım ver!
"Ona hoş bir hayat yaşatırız" (Nahl/97) ayetinde de saliha bir
hanımın kasdedildiği söylenmiştir.
Ömer (ra)
şöyle demiştir: Salîha bir hanım dünyadan sayılmaz. Çünkü o seni ahirete
yönlendirir. Ama aynı Ömer (ra), yalnız yaşayanın ibadetten alacağı tadı, evli
kimsenin alamayacağını söylemistir. O, başka bir vesilede de şöyle demiştir:
Allah Teala'nm kuluna imandan sonra nasip ettiği en hayırlı şey saliha bir
hanımdır. O, hanımları tabiatlarına göre taksim ederken de şöyle demiştir: Kimi
kadın ganimet gibidir, hiçbir bedelle alınamayacak kadar değerlidir. Kimi
kadın kelepçe gibidir, almak için bedel verilecek kadar bile değerli değildir.
Bu tür kadının kelepçe gibi olması, kocasının onun esiri gibi olması anlamına
da gelebilir. Bu tarz kadınlardan ancak ölümleri halinde kurtulmak mümkündür.
Ömer'in (ra) yaptığı bu ikinci tanım için kullandığı kelime, aynı zamanda eski
Arap işkencelerinden biri için kullanılmaktadır. Buna göre keçinin derisi
soyulduktan işkence edilecek şahsın çıplak vücuduna yaıştı-rılır ve orada
kuruması sağlanırdı. Bilahare bu deri insanın üzerinde soyulmaya çalışır, ama
kendi dersini de kaldırarak kalkardı. Kadınların bir türü de bu şekilde,
yapışkan mizaçlı ve sorunludur. Kadınları tasnifte en güzel esas onları nefsin
tabiatlarına göre ayırmaktır. Bu sıfatları hanımlar üzerinde sınayarak
kıyasladığınız zaman nefislerin temel özelliklerine göre gruplara ayrıldıklarını
görürsünüz.
1. Müsevvile' yani kışkırtıcı; 'Nefs-i şevvale* den
adını alan bu kadın türü, kadınların huy bakımından en kötüsü ve en aşağısıdır.
2.'Emmâre' yani emreden; 'Nefs-i emmâre'den adını alan
bu tur kadınlar, sürekli kötülüğü emreder, eziyet etmekten rahatsızlık duymaz
ve kötü ahlakı esas alırlar.
3.'Levvâme' yani kınayan; 'Nefs-i levvâme'den adını alan
bu tür kadınlar, salih hanımlar zümresine girer ve kötülük ettikleri zaman
kendilerini kınamaktan geri durmazlar.
4. 'Mutma'inne' yani huzurlu; 'Nefs-i mutma'inne'den
adını alan bu tür kadınlar hallerine rıza gösteren, hayır ehli, sakin tabiatlı
ve Rablerinin takdirinden razı olmuş hanımlardır. En yüksek seviyede olanlar
da bu tür hanımlardır.
Gurbette
yaşayan bir kulun kalbinin salah bulması ve halinin istikamet üzere devam
etmesi, yalnız bile olsun kendi yurdunda bulunanla asla bir olmaz. Kendi
yurdunda bulunan kimsenin en asgari hali selamettir. Yaşadığımız şu devirde
selamet, büyük bir lütuf ve ganimettir. Böyle biri, hevanın derekelerine
düşmekten çekinü-yorsa, dininin selameti bakımından evlilik yoluna girebilir.
Eğer bihanım yeterli olmazsa, ona ikinciyi de katabilir. Eğer bu ikisi ile hali
tamama ermez ve muradına alamazsa üçüncüyü, hatta dördüncüyü de alabilir. Dört
hanım, nefsin teskini ve şehvetinin dört nikaha dağılması sebebiyle tek hanım
gibi olur. Tek hanım yeterli olması ve başkasına muhtaç etmemesi halinde dört
hanıma eşittir.
Allah Teala,
yarattığı nefslerin tabiatlarını herkesten daha iyi bildiği için onu bir ile
dört hanım arasında muhayyer bırakmıştır. Denir ki: Allah Teala, dört hanımla
evlenilmesine, dört farklı tabiatın varlığından dolayı izin vermiştir. Her
tabiatın belli bir hareket kabiliyeti ve nefsin bu tabiatta bir arzusu vardır.
Bundan dolayı da kulda herhangi bir eksilme olmamaktadır. Hanımlarına karşı
vazifelerini yerine getirdiği ve hanımları da harcama ve yatma sırası gibi
hususlarda hoşgörülü olduklarında erkeğe her hangi bir vbal gelmez. Hatta
bundan dolayı ziyade sevap almaya hak kazanır. Bu, onun kuvvetini ve haline
hakimiyetini de gösterir. Bunlar iradesi ve tabiatı kuvvetli kimselerin ve
erkeklerin önde gidenlerinin yollarıdır.
Allah
Teala'nm ona dört hanımı memnun etme yönünde verdiği kuvvet de hikmet-i
ilahinin eseridir. Bazı tabiatlar, işte bu derece renkli yaratılmıştır. Bunu
bineklerin çeşitliliğine de benzetebiliriz. Karada yürüyen ve insanlar
tarafından kullanılan türlü binekler vardır. At, deve, eşek ve katır bunların
belli başlılarıdır. Kulun ta-biatmdaki farklılık, bu farklı bineklere binmesi
gibidir. Bazıları, tabiat gereği aynı anda hepsine binebilir. Allah Teala
buyurdu ki: "Gemiden ve hayvanlardan binekler yarattı". (Zuhnu712) Bu
bineklerden, deve nasıl attan, katır da eşekten farklı ise dört hanımı olan
için de her biri diğerinden farklıdır. Kişinin durumu, her zaman aynı deveye
binmeyip deve değiştiren veya bir gün deveye ertesi gün ata, diğer gün eşeğe
binen gibidir. Bunlara bakıp besleme gücüne sahip olan için sorun yoktur.
Bazı
kimseler, tek bir binek ile de yetinebilirler. Belli bir vadeye kadar, tek
binek onların ihtiyacına yetmektedir. Bunlar, her şeyi Bilen, izzet Sahibi'nin
takdiri, Hikmet ve Nimet Sahibi'nin en güzel şekildeki yapımının sanatının
eseridir.
Allah Teala
hanım için üç şart koymuştur. Bu üç şartı taşıyan bir hanım, kula yeten ve
nefsini huzura kavuşturan bir hanımdır.
Bir hanım bu
üç şartı tam olarak taşımadığı zaman erkeğin dörde kadar almaya hakkı doğar.
Aslında sayı dört veya üç olsun, aslında tek bir hanımı ifade ederler. Çünkü
şartları bağımsız olarak yerine getirememektedirler. Dört sayısı, sözkonusu
şartların tam olarak bulunmasının üst sınırıdır. Allah Teala da bu şekilde
haber vermiştir. O, sözkonusu şartlar mey anında şöyle buyurmaktadır: "O'nun
ayetlerinden biri de sizin için kendi türünüzden eşler yaratmasıdır. Ki onlarla
sükunet bulaşınız. Hem aranıza sevgi ve merhamet de
koymuştur".
(Rum/21)
Buna göre
kul, hanımında nefsin teskini, kalbi merhamet ve eş sevgisini bulabiliyorsa, bu
Allah Teala'nm bir mucizesi olarak yeterliliği gösterir. Eğer sükunet, sevgi
ve merhameti ancak dört hanımda bulabiliyorsa o zaman dört hanımla evlenir.
Allah Teala kimi kulunu bir hanımla ihtiyaçtan kurtarırken, kimi kulunu da
dört hanım sahibi yapar. Bu da Allah Teala'nın ayetlerindendir. O, buna güç
yetirebilecek ve bu şekilde istikamet bulacak kullarını seçmiştir.
Bir adam,
kadınları gömleklere benzetmiş ve şöyle demiştir: İnsanın dört gömleğinin
olması israf değildir. Ama bunun üstündeki-ler israftır. Allah Teala da azami
dördü emretmiştir. Bu konuda şu ayet-i kerime delil olarak görülebilir: "O
hanımlar sizi için giysidir". (Bakara/187) Allah Teala, burada hanımları
giyilen bir giysiye benzetmekte ve giysi sayısının azami sınırını da dört
olarak vazetmektedir.
Nikahın
emredildiği ayet şöyledir: "Hoşunuza giden hanımlarla evlenin: İki, üç ve
dört tane". (Nisa/3) Görüldüğü gibi Allah Teala nikahla ilgili emrine 'tek
veya birle1 değil ikiyle başlamıştır. Burada ne "bir* sayısının teşviki,
ne de 'iki'nin müstehap görüldüğğüne dair bir işaret vardır. Adalet
sağlanabilir ve iki eş konusuda buna güç yetirilebilir. Bu muhtemeldir. Ama
ayetin sonunda, zulmetmekten korkanlar için sayının bire indirilmesi
sözkonusudur. Allah Teala bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Eğer adaleti
sağlayamamaktan korkarsınız, o zaman bir tane". (Nisa/3) Hitabın
delaletinden çıkan, dört hanım arasında adaleti sağlamanın şart olduğudur.
Ardından da şöyle buyurmuştur: "Bu durum adaletten ayrılmamanıza daha
yakındır". (Nisa/3)
Hicaz fakihlerinden
bir zat ise, ayetin üstteki son kısmına şöyle bir tefsir yapmıştır: Ayet şu
şekilde anlaşılabilir: Bu durum ailenizi büyütmemeniz halinde daha mümkündür.
Buna göre de, çocuk sayısını çoğaltmamanız gerekmektedir. Bize göre bu tür bir
izah, Kur'an'm ifade kurgusuna ters düşmektedir. Doğru olan ilk verildiği
şekildeki anlamıdır. Ayette geçen 'âle' fiili adaletten sapma, haksızlık etme
anlamındadır, 'e'âle' kalıbındaki şekli ise gündelik geçim kullanılan manada,
geçindirecek insan sayısı çok olan hane sahibinin fiilini tanımlamaktadır.
Araplar'ın çoğunluğu bu ayrımı yapmışlardır. Şaz ve nadir bir görüş ise,
kelimenin iki şekilde okunabileceğini söylemiştir. Buna göre fiil, birden
fazla hanımı olan kimsenin, yiyecek, giyecek ve yatacak yer bakımından eşit
şartları temin edememe ve bir kısmına diğerlerinden çok verme halini tarif
etmektedir.
Allah
Resulü'nün de (sav) bu anlamda şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İki
hanımı olan ve bunlardan birine meyleden -bir başka rivayette 'adaleti sağlamayan'
- kimse, Kıyamet günü bir yanı eğik olarak gelecektir".
Eşler
arasındaki adalet, sevgi ve birleşmeyi kapsamaz. Çünkü bu tür adalete kimsenin
gücü yetmez. Adalet, yatı sırasındadır. Kişi, yatısına gittiği hanımıyla
ilişki kurmak zorunda da değildir. Geceyi orada geçirmesi yeterlidir. Allah
Teala'nın "Onlar arasında is-tesenizde adaleti temin edemezsiniz"
(Nisa/129) ayetinin tefsirinde şöyle denilmiştir; Yani sevgi ve birleşme
bakımından onlar arasında adaleti sağlayamazsınız. Çünkü bu, Allah Teala'nın
kalbi duyguların ve nefsani şehvetlerle ilgili kanunlarının gereğidir.
Allah Resulü
(sav) de harcama ve yatı bakımından hanımları arasında adaleti sağlar ve şöyle
buyururdu: "Allahım! Sahip olduğum imkanlarla yapabildiğim budur. Sana
ait olan hususlara ise gücüm yetmez." Allah Resulü (sav) hanımlarından bir
kısmını bir kısmından daha çok sevmiştir. Medine'de en sevdiği hanımı Aişe (ra)
idi. Hatta vefat hastalığı sırasında, hanımlanmn odaları arasında yatı için
taşınırken, 'Yarın neredeyim?' diye sormuştu. Hanımlardan biri, 'Sorduğu
Aişe'nin sırasından başkası değildir1 demiş, bunun üzerine diğerleri, 'Ey
Allah Resulü! Bu halde taşınman seni çok yoruyor, Aişe'nin odasında kalmana
müsaade ediyoruz 'dediler. O, 'Buna razı mısınız?' diye sorunca, 'Evet'
dediler. Bunun üzerine 'Beni Aişe'nin (ra) odasına götürün' buyurdu".
Aişe validemiz de (ra) buna işaret ederek şöyle demiştir: Ruhunu benim odamda
teslim etti. O, fırsat bulduğu her yerde bunu iftiharla zikrederdi.
Birden fazla
eşle evli olanlara yönelik ilahi ikazlar şu ayet ile devam etmektedir:
"Öyleyse bir tarafa büsbütün gönlünüzü kaptırıp da öbürünü kocasızmış
gibi bir halde bırakmayın". (Nisa/129) Yani birini tamamen ihmal ederek,
kocasız, boşanmış veya dul kalmış gibi bir halde bırakmayın.
Araplar, bir
şeyi durdurdukları zaman bunu 'ta'lik' kelimesiyle ifade etmişlerdir. Mesela
'Kavlun mu'allak' bir hükme bağlı olup mutlak olmayan söz anlamındadır.
Netice
itibarıyla kocaya düşen; gündüz ve gecelerini eşleri arasında taksim etmelidir
Her birinde bir gün ve gece kalmalıdır. Hanımlar kendi haklarını kumalarına
devredebilir veya bunu hoşgö-rebilirler. Allah Resulü (sav) de eşleri arasında
belli bir taksim yapmıştı. O, hanımı Sevde'yi (ra) boşamak istemişti. O da
yaşlı olduğu için sırasını Aişe'ye (ra) vermişti. Sevde'nin (ra) tek arzusu
mahşer günü Allah Resulü'nün (sav) hanımları arasında olabilmekti. Allah Resulü
(sav) onu kendi haline bırakmıştı. Hanımları arasında iki gün Aişe'ye (ra)
aitken diğer hanımlarına birer gün düşmekteydi. Hanımları arasında her hangi
birini kendi gecesi veya gündüzü dışında özlediğinde onunla birlikte olduktan
sonra bütün hanımlarını ziyaret ederdi.
Konuyla
ilgili hadislerden biri Aişe validemizden (ra) nakledilmiştir: "Allah
Resulü (sav) bir gecede bütün hanımlarını ziyaret etmişti".[14][14]
Enes b. Malik de (ra) bir gecede dokuz hanımını ziyaret ettiğini rivayet
etmiştir.
Tek eşli
olan kimse, hanunıyla üç gecede bir ilişki kurabilir. Müstehap olan budur.
Bunun kıyası, dört hanımı olan birinin aynı hanımıyla dördüncü gecede birlikte
olmasıdır. Amr (ra) ve Ka*b b. el-Esved (ra) ise her dört gecede bir gece
ilişkiye hükmetmişlerdir. Hanımının daha fazlasına ihtiyacı olduğunu
düşünüyorsa, onun iffet ve namusunu korumak için gerekeni yapmalıdır. Hanımın
münasebete soğuk baktığı ve hoşlanmadığı biliniyorsa, ayda veya yılda bir
defadan fazlasını yapması gerekmez.
Kadın gece
veya gündüz eşinin birleşme isteğine asla karşı çıkamaz. Hatta oruçlu bile
olsa, isteğine teslim olur. Kocasının izni olmaksızın oruç tutamaz. Ali (kv) on
hanımla evlenmişti. Vefat ettiğinde dört hanımı ve onyedi cadiyesi vardı. Şam
emirlerinden birine Ali'nin (kv) çok evliliğiyle ilgili malumat ulaştığı zaman
şöyle demiştir: Ne evlenir, ne de boşanırım!
Ali (kv)
hanımı Fatıma'nın (ra) babasının vefatının üzerinden geçen dokuzuncu gün vefat
etmesi üzerine O'nun diğer kızı Zey-neb'in (ra) kızı Ümame (ra) ile evlendi. Bu
evliliği tavsiye eden de Fatıma (ra) idi.
Hasan b. Ali
(ra) ikiyüz elli, bir rivayete göre üç yüz hanımla evlenmişti. Babası Ali (kv)
bundan sıkılıyor ve oğlunun boşadığı hanımların ailelerinden haya ediyordu. O,
insanlara şöyle derdi: Hasan çabuk boşar, ona kız vermeyin! Hemedan'dan bir
adam kendisine şöyle dedi: Ey müminlerin emiri, oğlunu istediği kızla evlendiririz.
İstediğini alıkoysun, istemediğim bıraksın. Ali (kv) buna çok sevindi ve şöyle
dedi:
Cennetin
kapısında bekçi olsaydım, Bütün Hemedan'a 'Selam ile girin!' derdim.
Bu, Hasan'm
(ra) dedesi Allah Resulü'ne (sav) benzeyen yönlerinden biriydi. O, yaratılış
ve ahlakı bakımından da O'na benzerdi. Allah Resulü (sav) kendisine,
'Yaradılışıma da, ahlakıma da çok benzedin' buyurmuştu. Bir başka hadisinde
ise, "Hasan bendendir, Hüseyin Ali'dendir" buyurduğu söylenmiştir.
Hasan (ra) ya dört hanımını boşar, ya dört hanımla nikahlanırdı. Yine bir
keresinde iki hanımını boşamak üzere hizmetçisini göndermiş ve kendisine şöyle
demişti: Onlara iddet saymalarını söyle ve her birine on bin dirhem ver.
Hizmetçi bir süre sonra döndüğünde, "Ne dediler?' diye sordu. 'Biri başını
eğdi ve sustu, diğeri ağlayıp feryat etti ve şöyle dedi: "Kıymetli bir
sevgiliden az bir meta" Hasan (ra) biraz düşündü ve ona acıyarak şöyle
dedi: Eğer bir hanımı geri alacak olursam, mutlaka onu alacağım.
Hasan (ra),
Abdurrahman b. Hars b. Hişam'm kızını istemeye gitmişti. Abdurrahman kendisine
şöyle demişti: Seni herkesten çok severim. Ama çok sık boşanıyorsun. Kalbimin
sana karşı değişmesinden korkuyorum. Eğer onu bırakmayacağına dair güvence
verirsen olur. Hasan (ra) sükut etti ve bir arkadaşına yaslanarak şöyle dedi:
Abdurrahman kızım boynuma gerdanlık yapmak istiyor!
Konuyla
ilgili olarak Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala nikahı sever, boşanmaya buğzeder. Evlenin! Boşanmaym!"
Bu tavsiye, dörtten fazla evlenmek isteyenler için uygun değildir. Mesela
Muğire b. ŞuTae seksen hanımla evlenmişti. Sahabe arasında üç ve dört hamımı
olanlar vardı. Çoğunluğun ise iki hanımı vardı. Denir ki: Çok evlilik gözü
korur ve iz peşinden gitmeyi azaltır.
İnsanın gözü
kısıldığı ve haramdan sakındığı zaman, yolda sadece bakışlarını kısarak yürür.
Helallerde genişler. Çünkü nefs için kendi cinsinden olanlara dönük molalar
vardır. Bu anlar, kişinin zikirden uzaklaştığı anlardır. Takva sahiplerinin
nefsleri için geçerli olan istirahatlar mubaha yöneliktir. Bu noktada Allah
Teala'nm şu buyruğu aklımıza gelmektedir:
"Onda sükunet bulmak
için". (A'raf7189) Bu, nefsin karşı cinste sükunet bulmasıdır. Bu
sükunetin gerçekleşmesi için iki cins arasında müşterek sıfatlar bulunması gerekir.
Allah Resulü'nün (sav) şu buyruğu da bunu göstermektedir: "Kalpleri
dinlendirin". Bunun zikirle olduğu söylenmiştir. Buradaki dinlendirme ile,
nefsin huzur bulmasının kasdedildiği söylenmiştir. Yani ahireti zikretmektir.
Zikir ise sevaptır. Allah Resulü (sav) de bu manada şöyle buyurmuştur:
"Her alimin bir aç gözlüğü ve fetreti vardır. Fetreti sünnetime olan kimse
hidayete ermiştir". Fetret durup dinlenme anlamına gelirken sürekli
mücadele ve yırtınmadır.
Ebu'd-Derda
(ra) şöyle demiştir: Bir takım oyun eğlence ile nefsimi dinlendiririm ki hakkı
ifa etme gücünü koruyayım. Eski devirde kadınlar günümüz kadınlarından farklı
özelliklere sahiptiler. Eskiden adam evden çıkarken hanımı, 'Ey kişi!', Kızı
ise, 'Ey babacığım' dedikten sonra, 'Bugün helal dışında kazancın olmasın. Haram
kazanç seni cehenneme sokar, sebebi de biz olmuş oluruz. Biz açlık ve susuzluğa
karşı sabreder yine de senin cezalandırılmana neden olmayız!'
Selef-i
Salih'ten bir adam cihada katılmak üzere yurdundan ayrılmaya niyetlenmişti.
Ama evine bırakabileceği bir parası yoktu. Nitekim arkadaşları ailesine ve
hanımına şöyle dediler: Kocanın gitmesine niçin izin veriyorsun? Size bir
nafaka bırakmadan gidiyor ve sen ne zaman geleceğini de bilmiyorsun. Bunun
üzerine kadın şöyle dedi: Benim eşim kendisini tanıdığımdan beri yiyicidir.
Onu rızık taşıyıcısı olarak hiç görmedim. O gider ama er-Rezzâk kalır. Aynca,
kendisini sefere çıkmaktan alıkoymak suretiyle uğursuzluk etmek de istemem.
Ahmed b. İsa
el-Harraz evlendiği zaman, kendisiyle evlenen hanıma şunu sormuştu: Benimle
niçin evlendin ve bende hoşlandığın şey neydi? Kadın şöyle cevap verdi: Benim
üzerindeki haklarını yerine getirmem ve senin üzerindeki haklarımdan vazgeçmek
üzere evlendim. Rabia bn. İsmail, İbni Ebu'l-Havari'ye talip olmuştu. O da
nişanda ibadet boyutu olduğunu söyleyerek bu davranışını mekruh görmüştü. Ama
Rabia ısrar etmeye devam etti. Bunun İbni Ebu'l-Havari kendisine şöyle dedi:
Anla be kadın! Kadınlarla ilgilenmek istemiyorum. Halimle uğraşmaktan başka
derdim yok! Sana da beri bırakıp kendi halinle meşgul olmanı tavsiye ederim.
Bunun üzerine Rabia şöyle dedi: Ben kendi halimle öylesine meşgulüm ki senin
halinle meşguliyetinden bile daha yoğundur. Benim şehvetle işim yok. Bütün
derdim kocamdan miras kalan üçyüz bin dinar miktarındaki helal para. Bu parayı
sana ve dostlarına infak etmek istiyorum. Seni salihlere tanıştırmak istiyorum.
Böylelikle onları Allah Teala'ya götüren bir yol açmış olursunuz.
İbni
Ebul-Havari bu teklifi işitince, 'Müsaade ederseniz, önce hocamdan izin
isteyeyim' dedi. Ardından Ebu Süleyman ed-Dara-ni'ye (ra) gitti ve Rabia'nın
sözlerini ona aktardı. Kendisi daha Önceleri beni evlilikten sakındırmış ti.
Ebu Süleyman
(ra) bu konuda şöyle derdi: Dostlarımız arasında hiç kimse yoktur ki
evlendikten sonra hali değişmesin!
Ebu Süleyman
(ra) beni dinledikten sonra başını cübbesinin yakalarının arasına soktu ve
düşünmeye başladı. Yaklaşık bir saat sonra başını çıkartarak şöyle dedi: Ey
Ahmed! Onunla evlen, o Allah Teala'nın veli kullarından biridir, sözü sıddıklarm
sözüdür.
Ahmed b.
Ebu'l-Havari, Rabia (ra) ile evlendi. Evlerinde el yıkamak için kireçten başka
bir şey yoktu. Yemek yiyenler, eğer getir-mişlerse çövenle temizlenebilirlerdi.
Ahmed, Rabia'nın (ra) üstüne üç kadın daha almıştı. Rabia (ra) onu kendi
elleriyle besler ve arkasından 'Gücün kuvvetinle hanımlarına git' diyerek onu
hanımlarının odalarına gönderirdi. Kalp ehline yakışan da budur. Sufiler
Rabia'ya (ra) haller hakkında soru sorarlardı. Ahmed de (ra) bazı konuları
onunla istişare ederdi. Şam'daki Fazıla (ra) da, Basra'da-ki Rabia'ya (ra)
benzetilirdi.
Ebu Süleyman
(ra) evlilik hakkında orta bir sözün sahibidir: "Zorluğa dayanabilen kimse
için evlilik daha faziletlidir. Yalnız yaşayanın ameli daha tatlı, kalbi daha
boştur. Evli için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Yine o, bir keresinde
şöyle demiştir: Dostlarımızdan hiçbirini görmedim ki evlendikten sonra ilk
mertebesi üzerinde sebat edebilsin.
Ebu Süleyman
ed-Darani (ra) şöyle demiştir: Üç şey vardır ki onları isteyen kimse dünyayı
arzu etmiş olur: Geçim vasıtası arayan; Evlenen; Hadis yazan.
Şunu iyi
bilmek gerekir ki kadın fazlasıyla idare etmeyi, hikmetli şakaları ve
hediyeler vermeyi gerektirir. Onlara yumuşak davranmak ve harcamalarını
hoşgörmek gerekir. Güzel ahlakla ve güzel sözlerle konuşmak gerekir. Bunlar ise
ancak ilim ve hilim sahipleri tarafından yapılabilen, arifler ve hikmet
sahipleri tarafından başa-nlabilen davranış biçimleridir. Bunu daha önce
yapmamış kimse, ne harcama yapmayı, ne de cemaatle yaşamayı bilebilir. Onlar yemeklerinde
yalnızlığa alışmış kimselerdir. Diğer taraftan cimri, kaba, sabırsız ve hantal
kimseler için yalnız yaşamak tavsiyeye daha layıktır. Böyleleri kalplerini
kadınlardan uzak tutmalıdırlar.
Bu gibi
olumsuz sıfatlara rağmen evlenen kimse, hem acı verir hem acı görür, hem eziyet
çeker, hem eziyet çektirir, hem günah işler, hem de günah işletir. Çünkü
kadınlar, duygusallıklarının telafisi için daha fazla yumuşakbaşlüığa,
bilgisizliklerin kapatacak ilmi genişliğe, ahlaklanyla örtüşeşecek ve küçük
hatalarını görmezden gelecek bir lütuf güzelliği ve hikmete ihtiyaç duyarlar.
Erkek cahil ve akılsız, kaba ve ahlaksız olduğu zaman tarafların bilgisizliği
birleşirken akıl ayrışır, karşılıklı kabalık ve kalp katılığı belirleyici olur.
Böylece ilişkiyi düzeltmekten çok bozmak sözkonusu olur. Taraflar arasında
karşılıklı nefret esas olup asla barış olmaz. Bu, akıl sahiplerine özgü bir
vasıf değildir.
Evlenecek
kimse hâl ve ahlakını bütün esaslarıyla hanımı olacak insana açıklamalı ve bu
suretle kocasının nasıl bir insan olduğunu Öğrenmesini sağlamalıdır. Kişi,
seçimini böyle yapmalıdır. Bu vera'nm gereğidir. Selef-i Salih'ten bazıları
bunu yapmışlardır.
Ömer (ra)
döneminde adamın biri evlenmişti. Adam sakallarını siyaha boyamıştı. Hanımıyla
yaşamaya başladıktan bir müddet sonra sakallarında aklar ortaya çıkınca kadının
ailesi bu durumu Ömer'e (ra) şikayet ettiler. Ömer (ra) adama dayak attırdı ve,
'İnsanları aldatmışsın' diyerek boşanmalarına hükmetti.
Başka bir
hadisede ise Şuayb b. Harb evlenmek istediği bir kadına, 'Benim kötü ahlaklı
biriyim' demişti. Kadın da kendisine, 'Ey kişi, ahlakı senden daha kötü kişi,
seni kötü ahlaka zorlayan kişidir1 dedi. Bunun tersi bir hadisede ise evlenmek
isteyen bir şahıs, istediği hanıma 'Benim bir takım huylarım var, onları
söyleyeyim. Eğer kabul edersen seninle evlenirim'demişti. Hanım, 'Anlatın' dedikten
sonra huylarını anlatmaya başlamıştı: Ben sıkıcı, kindar, su-i zan sahibi,
kıskanç, sabırsız, peşin hükümlü biriyim. Bir şey fazla olursa bıkar, benden alınırsa
tasalanır, konuştuğumda sertleşir, sükut ettiğimde kaygıyla dolarım.
Hanım bu
huyları dinledikten sonra şöyle dedi: Bu anlattıklarınız, şeytanın kızlarının
huylarıdır. Adem'in çocuklarına bunları nasıl yakıştırabiliriz. En güzeli
efendilikle işine gitmen. Sana ihtiyacımız yoktur.
Nefsinin bir
takım afetlerinden endişelenen kimsenin, övgüye değer bazı hasletleri olan bir
hanımla karşılaştığında onunla evlenmesi daha hayırlıdır.
Evlenmek
isteyen kimsenin belli niyetleri olmalıdır. Çünkü evlilik, en önemli
amellerden biridir. Evlilik gibi mühim bir amelin sırf arzulardan hareketle
yapılması düşünülemez. Ömer b. Abdüla-ziz (ra) şöyle demiştir: Hak hevaya uygun
düşerse çok güzel bir durum olur.
Evliliğin
niyeti, Allah Resulü'nün (sav) sünnetim ikame etmek, kalbi İslah ve dini
korumak, bakışı kısarak namuslu kalmak olmalıdır. Müslümana emredilen budur.
Ailesi ve çocukları için kazandığı nafakada Rabbine yönelmeyi ummalıdır.
Hanımına karışı ahi-retle ilgili hususlarda yaptığı nasihatlarda da aynı beklenti
içinde olmalıdır. Böylelikle kendi için kazandığı sevap kadar ailesi için de
sevap kazanmış olacaktır. Kul, hanımına karşı şefkatli ve öğütleyi-ci
olmalıdır. Bütün bunlarda da birinci derecede Allah rızasını gözetmelidir.
Allah
Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişinin ailesine
harcadığı, verdiği sadaka hükmündedir". Kişi, hanımının ağzına uzattığı
lokmadan dolayı sevap kazanır. Böyle birinin Allah yolunda cihad eden gibi
olduğu da söylenmiştir. Adamın biri, alim bir zata Allah Teala'nın kendisine
bahşettiği nimetleri sıraladıktan sonra şöyle demişti: Rabbim, bana her amelden
bir pay verdi: Hac, cihad ve diğerlerinden. Bunun üzerine alim zat, 'Peki
abdal zümresinin amellerinden biri olan amelin nerede?' diye sordu. Adam,
'Nedir o?' diye sorunca, alim 'Helal kazanmak ve aileye bakmak' dedi.
İbnü'l-Mübarek
(ra) cihad meydanındaki arkadaşlarına şöyle demişti: Şu içinde bulunduğumuz
amelden daha faziletlisini bilmek ister misiniz? Arkadaşları şöyle dediler:
Bildiğimiz kadarıyla Allah yolunda cihad etmek ve O'nun düşmanlarıyla vuruşmak
en güzel ameldir. Bundan daha üstünü acaba var mıdır? İbnü'l-Mübarek (ra),
'Ben biliyorum' dedi. Teki nedir?' diye sorulunca da şöyle dedi: Namuslu ve
çoluk çocuğu olan bir adamın şu amelidir. O, geceleyin namaza kalktığında
uyuyan çocuklarına bakar ve üstleri açılmışsa örter, hatta kendi elbisesini
üzerlerine yayar, İşte o kişinin bu ameli, şu an yaptığımız cihaddan bile daha
üstündür.
Adamın biri
Bişr'e (ra) 'Geçim derdi ve fakirlik bana zarar vermeye başladı, beni için dua
eder misin?' demişti. Bişr (ra) ona şöyle dedi: Ailen sana 'Ekmeğimiz ve
unumuz kalmadı. Açız' dedikleri zaman Allah'a dua et. Öyle bir vakitte edeceğin
dua, benimkinden çok daha faziletlidir! Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: "Namazı güzel, evladı çok, malı az ve gıybetten uzak
kimse cennette benimle olacaktır". Allah Resulü'nün de (sav) şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala çoluk çocuk sahibi iffetli
fakiri sever"[15][15]
Ailenin
işleriyle uğraşmak, belalarına karşısında kaygılanmak ve iyiliklerinin artması
için çalışmak da evlilik niyetleri arasında bulunmalıdır. Denilir ki: Kulun
günahları çok olduğu zaman Allah Teala kendisi tasalarla imtihan ederek
günahlarını siler. Selef-i Salih'ten bir zat da şöyle demiştir: Öyle günahlar
vardır ki onların kefareti sadece geçim kaygısıdır. Benzer manada bir hadis de
Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilmiştir.
Kul,
ailesine karşı sabırlı, sıkıntılarına karşı tahammüllü olmalı ve kendileriyle
güzel geçinmelidir. Çocukların veya eşin vefatı, ya da nasibin eksilmesi, kula
verilmiş bir ceza olabilir. Kişinin makamı ailesine karşı sabır ise, onu
terkettiği zaman halinden ayrılmış ve kusurlu hareket etmiş olur.
Abidlerden
biriyle ilgili olarak şöyle bir hadise anlatılmıştır: O abidin, güzel
davrandığı bir hanımı vardı. Hanımı vefat etti. Dostları kendisine yeniden
evlenmeyi teklif ettiklerinde bunu kabul etmeyerek şöyle dedi: Yalnız kalbim
için daha dinlendirici, tasamı daha yoğunlaştırıcıdır. Hanımımın vefatından
sonraki bir Cuma gecesi şöyle bir rüya gördüm: Semanın kapıları açılmıştı ve
birileri inerek gökyüzünde yürüyorlardı. Birbirlerin ardısıra gidyorlardı.
İnen herkes, bîr kez bana bakıyor ve peşinden gelene, 'İşte o uğursuz bu!'
diyordu. Onun ardından gelen dördüncüye, o kendinden sonrakine hakkımda aynı
şeyi söylüyordu. Sonunda bir çocuk çıktı. Ona 'Bunların bahsettikleri uğursuz
kim?' diye sordum. 'Sensin!' dedi. 'Neden?' diye sorunçca şöyle dedi: Senin
amellerini, Allah yolunda cihad edenlerin amellerinin bulunduğu yere taşırdık.
Cuma'dan beri senin amellerini başkalarının amellerinin yanma koymamız
emredildi. Bunu gerektirecek ne yaptığını bilmiyorum. Abid, bu rüyayı
gördükten sonra, 'Beni evlendirin, beni evlendirin' demeye
başladı.
Daima bir veya daha fazla hanımının bulunmasına itina gösterdi
gösterdi.
Kötülüğü
emreden nefis (=nefs-i emmâre) kul için dört hanımdan daha zararlı olabilir.
Aile ve çocukların hoş görülmeme sebepleri, kişiyi Allah'tan ve O*na
yaklaştıracak amellerden uzaklaştırmalarıdır. Hanımı ve çocukları olmamasına
rağmen arzu ve hırslarına teslim olan kimse, eş ve çocuk sahibi olanlardan çok
daha kötü bir durumdadır. Kimileri de yokluk endişesiyle eş ve çocuk
istemeyebilir. Bunun hali de mekruh görülür. Konuyla ilgili bir rivayette
Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Cehennem
sakinlerinden biri de dini hassasiyeti olmayan zayıf karakterli kimsedir. O
aranızda dolanıp durur, ne mal ne de çoluk çocuk ister". Bu hadisin
açıklamasında, sözü edilen kimselerin, karınlarını doyurmaktan başka
düşünceleri olmayan, rızkını nasıl kazandığını düşünmeyen ve nereden geldiğini
önemsemeyen dilenciler oldukları söylenmiştir.
Malı ve
ailesinin kendisini Allah'ın zikrinden alıkoyamadığı bir kimse, ailesi olmayan
kimseden daha faziletlidir. Çünkü bu sonuncusu, midesinin ve fercinin kulu
olup heva ve şehvetinin esiridir. Allah Teala müminlerin de malları ve
çocukları olacağını haber verdikten sonra, bu durumun onları Allah'tan
alıkoymayacağını bildirmiştir. O, Kur"an'da anlattığı bazı toplumların
alışveriş ve ticaretlerinin kendilerini O'nun yolundan uzaklaştırmadığını
haber vermiştir. O'na göre bu kimseler, kalplerin ve gözlerin devrilip gideceği
bir günden korkan insanlardı. Allah Teala kendisinden eş ve çocuklar isteyen
bir topluluğu da övmüş ve haklarında şöyle buyurmuştur: "Rabbimiz, bize
göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar bahşet". (Furkan/74) Onların niyaz
ettiği göz aydınlıkları, kendilerini asıl göz aydınlığı olan Rablerinden
alıkoymayacak ve O'ndan uzak-laştırmayacaktır. Bilakis O'nun önünü açacak ve
kulun daima O'nunla hem hal olmasını temin edecek türden göz aydınlıklarıdır.
Allah Resulü de (sav) bu manada şöyle buyurmuştu: "Dünyanızdan bana üç şey
sevdirildi: Güzel koku, kadınlar ve göz aydınlığım kılınan namaz".[16][16]
Ebu Süleyman
ed-Darani (ra) şöyle derdi: Evliliği terketmeleri-nin yegane sebebi, kalpleri
Allah'ın zikrine hasretmekti. İbni Ebil-Havari'den de (ra) Hasan'ın (ra)
rivayet ettiği şu hadis nakledilmiştir: "Allah, bir kul için hayır dilediğinde
onu, aile ve servetle meşgul etmez". Ahmed (ra) şöyle demiştir: Hadis
ehlinden bir toplulukla bu hadis hakkında uzun uzun konuştuk ve anlamının şu
olduğuna karar verdik: Burada kasdedilen kişinin hanım veya malının, kendisi
için değil onların onun için varolmaları ve onu meşgul etmemeleridir.
Mutmain bir
nefse, Rabbine huşu ile nazar eden bir göze ve korku dolu bir kalbe sahip
olan, kadınlarla ilgili yoğun düşüncesi bulunmayan kimse, evliliğin en çok
yakıştığı kimsedir. Konuyla ilgili olarak Davud et-Ta'i'den (ra) şöyle bir söz
nakledilmiştir: Elli yıldır kamışıma yel bulaşmamıştır. Başka birine de,
'Kamışına şehvetle yel girdiği oldu mu?' diye sorulmuş ve şöyle cevaplamıştı:
'Kur'an okuduğumdan beri hahr!' Ulemadan bir zat ise şöyle demiştir: Yirmi
yıldır, gözüm hiç tenasül uzvuma takılmadı!
Fakat işsiz
güçsüz, kötülüğü emreden bir nefis sahibi, delici bir bakışa ve kuvetli bir
şehvete sahip olur. Böyle biri için nikah, amellerinin en güzeli ve hallerinin
en ulvisidir. Çünkü mubah, makamı olmayanların makamıdır.
Kul nikaha
azmettiğinde, dindar, akıllı, kanaatkar ve saliha bir hanıma bakmalıdır.
Yukarıdan beri sıraladığımız niyetler, ancak böyle bir namzet için uygun
olabilir. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kadın ya malı, ya güzelliği, ya da
dindarlığı için nikahlanır. Sen dindar olanı seç". Başka bir rivayette ise
şu lafiz geçmektedir: "Kadını malı ve güzelliği için nikahlayan kimse
onun malı ve güzelliğinden mahrum olur. Kadınla dindarlığı için nikahlanana
ise Allah Teala tarafından kadımn malı ve güzelliği bereketli kılınır".
Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu bildirilmiştir: "Kadınla güzelliği
yüzünden evlenmeyin, güzelliği onu adileştirebilir. Onunla malı yüzünden de
evlenmeyin malı onu azdırabilir. Kadınla dini için evlenin"[17][17]
Kadın ile
dindarlığı ve ahlakı sebebiyle evlenmek, ahirete götüren yollardan biridir.
Eksik organlı, çirkin görünümlü ve yaşlı kadınla evlenmek, zühd kapılarından
biridir. Ebu Süleyman (ra) şöyle derdi: Her şeyde, hatta evlilikte dahi zühd
gerekir. Kişinin yaşlı bir hanımla ve görüntüsü hoş olmayan biriyle evlenmesi
zühddendir.
Malik b.
Dinar (ra) şöyle demiştir: Kiminiz yetim bir kızla evlenmek istemez. Halbuki
onunla evlenmesinden dolayı ecir kazanır. Ona yedirmel ve giydirmek sevaptır.
Yetim bir kızın sıkıntısı hafif, masrafı kısıtlı olur ve azla yetinir. Böyle
yapmaz, falanın kızını, yani ehli dünyanın ileri gelenlerinden birinin kızını
alırsınız.
O da
arzuladıkça arzular. 'Bana şu elbiseyi al, filan tür ipek al* der ve dininizi
alıp götürür. İmam Ahmed b. Hanbel (ra), tek gözü görmeyen bir hanımı, sağlam
ve daha güzel kızkardeşine tercih etmişti. O, bu hanımı alırken şöyle
sormuştu: Hangisi daha akıllıdır? Kendisine, 'Tek gözü gören daha akıllıdır'
denilince, 'Bana onu verin' demişti. Ahlakı kötü ve şamatacı bir hanımla
evlenmenin belki şöyle bir faydası olabilir ki kişi ona bakarak kalp bakımından
yükselir, o ve benzerlerine rağbet etmemeyi öğrenir.
Evlenmeden
önce, evlenilecek hanımın yüzüne ve evlenmeye teşvik eden yerlerine bakmak ve
baktırmak müstehaptir. Yüzüne ve avuçlarına temas etmesinde Hicaz alimlerine
göre mahzur yoktur. Evlenilecek hanımın yüzüne bakmayla ilgili bir çok hadis
rivayet edilmiştir. Bunlardan biri Muhammed b. Mesleme (ra) tarafından
rivayet edilmiştir: O, bir hanımı semtine kadar takip etmiş, hatta bir hurmanın
arkasına saklanarak hanımı gözetlemişti. Kendisine, 'Allah Resulü'nün (sav)
ashabından biri olarak nasıl böyle yaparsın?' diye sorulduğunda ise şöyle
demiştir: Allah Resulü (sav) bize böyle emretti ve şöyle buyurdu: "Allah
Teala sizden birinin gönlüne bir hanımla evliliği düşürdüğü zaman ona baksın ve
kendisiyle evlenmeye sevkeden özelliklerini görsün!"
Konuyla
ilgili bir diğer hadis de şudur: "Ensar hanımlarının gözlerinde bir şey
vardır. Sizden biri, onlardan biriyle evlenmek istediğinde ona iyi
baksın!". Bu hadisin başka bir lafzı ise şöyledir: "Sizden birinin
içine bir hanımla evlenmek düştüğünde ona iyi baksın. Böylesi deri altlarının
kaynaması bakımından daha hayırlıdır". Buradaki kaynaşma, tenini görmekten
daha derin bir boyuta sahiptir. Çünkü ten, üst deridir. Alt deri ise görünen
derinin iç kısmıdır. Bu kelimenin zikredilmesi, kaşnamanın gerekliliği konusunda
bir mübalağa ifadesidir.[18][18]
A'meş şöyle
derdi: Eşlerin birbirlerini görmeden yaptıkları her evliliğin sonu kaygı ve
tasadır.
Mihirde
aşırıya kaçmamak gerekir. Allah Resulü (sav), hanımlarından bir çoğuyla on
dirhem (=32 gr gümüş) ve ev eşyası karşılığında evlenmiştir. Ev eşyası da bir
el havanı, bir testi, bir yastıkve lifle doldurulmuş bir yataktı. O,
hanımlarından birinin düğün yemeğinde arpa ekmeği, birinde ise hurma ikram
etmiştir. Düğün yemeği sünnettir. Düğün yemeği davetine katılmamak günahtır.
Ömer b.
Hattab (ra) kadınların mihirlerinin yükseltilmesini yasaklamış ve şöyle
demiştir: Allah Resulü (sav), hanımlarından hiçbirini veya evlendirdiklerinin
hiçbirini dörtyüz dirhemin (=1280 gr Gümüş) üstünde bir mehirîe
nikahlanlamıştır. Konuyla ilgili olarak Aişe (ra) şunu nakletmiş tir: Allah
Resulü'nün hanımlarının mihir-leri on ikibuçuk ûkiye (=480 gr Gümüş) idi.[19][19]
Allah Resulü (sav) ashabından bazılarını da 16 gram gümüş karşılığında
nikahlamıştır.
Tabiun'un
büyüklerinden Said b. el-Müseyyeb (ra) kızını Ebu Hüreyre'ye (ra) iki dirhem
(=6.4 gr. Gümüş) mihirle nikahlamıştı. O da kızı bir gece babasının evine geri
göndermişti. On dirhem yani 32 gr. gümüş, asgari mihir için müstehap görülen
miktardır. Böylece ulemanın ihtilafından da kurtulmuş olunur. Mihrin üç dirhemden
(=9.6 gr) daha aşağı olması müstehap değildir. Bu miktar, konuyla ilgili orta
yoldur. Bu kıymet, bilek kesme cezasının da uygulandığı asgari miktardır.
Hicaz alimlerinden bir topluluk da bu görüştedir. Konuyla ilgili bir hadiste
Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kadınların en
bereketlisi, mihri az olandır". Bir başka hadis de şöyledir: "Kadının
bereketi, evlenmesinin ve hamileliğinin sürati ile mihrinin azlığmdadır".
Urve (ra) şöyle demiştir: Kadının uğursuzluğu, mihrinin fazlalağıdır.
Evlenen
kimse mihri hanımından isteyemediği gibi verdiğinden daha fazlasını almak üzere
de veremez. Karşılığını vermekte zorlanacağı bir hediyenin verilmesi de helal
değildir. Bütün bunlar nikahla ilgili bidatlerdir. Bunlar evliliği ticari bir
ilişki gibi görenlerin çıkarttıkları hastalıklardır. Bir kısmı da faiz olarak
görülecek türdendir. Her kim böyle bir akit veya niyetle evlenirse fasit bir niyette
bulunmuş olur. Böyle bir nikah din veya ahiret için yapılmış görülemez.
Sevri (ra)
şöyle derdi: Kişi bir hanımla evlenirken, 'Kadının nesi var?' diye sorarsa, bilin
ki o bir hırsızdır! Ona sakın kız vermeyin! Bidatçı, fasık, zalim, içki içen
ve faiz yiyene de kız vermeyin.
Böyle
yapanlar dinini çiğnemiş ve kızına karşı iyi bir velilik göstermemiş olur. Bu
tür kimseler, hür ve namuslu bir müslüman hanıma den değildirler. Selef-i
Salih'ten bir zat ise şöyle demiştir: Evlilik bir tür köleliktir. Herkes
kızının köle olacağı yere iyi baksın!
Bir başka
zat ise şöyle demiştir: Kızlarınızı ancak takva sahipleriyle nikahlayın! Eğer
kızınızı severlerse ona değer verirler. Sevmedikleri takdirde de muamelesinden
insafı elden bırakmazlar. Konuyla ilgili olarak Allah Resulü'nün de (sav) şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nutfeleriniz için iyi tercih yapın,
denkleri evlendirin".[20][20]
Nikah ancak
kızın velisi ve iki adil şahit ile olur. Eğer hanım olgun ve velisi yok ise
kendisine veli atanır. Velisi olmayanın velisi devlet başkanı veya onun atadığı
kimsedir. Sünnetin gereği budur. Evlenen kimse hayız, hayız vakitleri, uzama ve
kısalma zamanlan ve nifasla ilgili hükümleri öğrenmelidir. Kadınların
temizlenmesiyle ilgili hükümleri de öğrenmeli ve hanımına öğretmelidir. Böylelikle
hanımını başkalarına giderek sorma zahmetinden de kurtarmış olur. Bunlar
dışında bilinmesi gereken farzlarla ilgili hükümleri, namaz hükümlerini,
islamın tmel esaslarını ve akaidini de öğretmelidir. Ehli Sünnet ve Cemaat'in
temel esaslarını da ona öğretmelidir. Böyle yaptığı takdirde, hanımının evden
çıkarak bunları öğrenmek için alimlere gitmesi gerekmeyecektir.
Tevhid,
islamın esasları, imanın esasları ve Ehli Sünnet'in yolları hakkında bilgisi
eksik olan bir hanım, cehaletinin mazur görülemeyeceği miktarda bilgiye sahip
olmak için evden çıkabilir. Ancak bu tür bir ilim talebi için dahi olsun,
kocasının iznini aramak zorundadır. Kadın, kocasını helal olmayan kazanç
yollarına zorlamamalıdır. Günah işlemesine yol açacak uğraşlara da
sokmamalıdır. Erkekler de kötü yollara girerek dünya uğruna ahiretlerini
satmama-lıdırlar. Eğer hanımı iyilik ve takva üzerinde sabretmeyi sürdürürse
onu nikahı altında tutar. Eğer kendisini günaha teşvik ederse ondan ayrılır.
Allah Teala her ikisini de lütfuyla müstağni kılar.
Denir ki:
Kıyamet günü kişiye sarılacak olanların ilki hanımı ve çocuklarıdır. Onlar
erkeği Allah Teala'nm huzurunda durdurur ve şöyle derler: Rabbimiz, bundaki
hakkımızı isteriz! Bilmediklerimizi öğretmedi. Bilmediğimiz halde bize haram
yedirdi! Bu isteklerden haklı olanlar, adamdan sökülüp alınacaktır.
Konuyla
ilgili bir rivayette de şöyle denilmektedir: "Kul, tartı için terazinin
önüne geçirilir. Hasenat kefesinde dağlar misali sevabı olur. Ardından
ailesiyle ilgili sorular ve istekler karşılanır. Malını nereden kazandığı ve
nereye harcadığı sorulur. Bütün istek ve talepler karşılandığında hasenat
kefesinin boşaldığı görülür. Bunun üzerine melekler şöyle nida ederler: İşte
dünyadaki hasenatı ailesi tarafından yenilen, bugün de amellerine ipotek
konulan biri!"
Belki bu
nedenledir ki Selef-i Salih'ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala bir kulu
için kötülük murad ettiğinde tırnaklarını ona musallat eder! Tırnaklar1 ile
kasdedilen eşi ve çocuklarıdır. İlgili bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır:
"Allah Teala ile kavuşuldu-ğunda kulun günahlarının en büyüğü eşini ve
çocuklarını cahil bırakması olur".
Meşhur bir
hadiste de Allah Resulü'nün şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kişiye
günah olarak, geçindirdiğini yitirmesi yeter". Bir diğer hadiste ise
şöyle buyrulmaktadır: "Ailesinden kaçan kimse, efendisinden kaçan köle
gibidir. Dönünceye kadar ne namazı, ne de orucu kabul edilir". Allah
Teala da bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, kendinizi ve
ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki.." (Tahrim/6) Görüldüğü üzere aile,
kişinin kendisine izafe edilmektedir. Burada onları ateşten korumanın yolu,
kendilerine hayrı ve şerri öğretmek, emir ve yasakları talim etmekten geçmektedir.
Bu konuda Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmuştur: "Onları terbiye edin,
onlara öğretin".[21][21]
Bu anlamda
Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen hadislerin belki de en meşhuru şudur:
"Hepiniz çobansınız ve hepiniz de sürüsünden meşgulsünüz".[22][22]
Denilir ki:
Kadın, kocasının malından onun izni olmaksızın alarak harcadığında Allah
Teala'mn gazabı onun üzerinde olur. Bu gazaptan kurtulmanın yolu, ondan izin
almasıdır. Kocasının izni olmaksızın yedirebileceği tek şey, bozulmasından
endişe edilen sulu yemeklerdir. Eğer kocasının iznini alarak yedirir ve infakta
bulunursa onun ecri kadar ecir kazanır. İznini almaksızın yaptığı harcamalarda
ise kocası sevap kazanırken kendisi günah kazanır.
Erkek,
kadının kendisi üzerindeki büyük hakkını iyi bilmelidir. Bunun temelinde de
analık sorumluluğu yatmaktadır. Bu meyanda annesi kızma şöyle demelidir: Her
ne şekilde olursa olsun kocana itaat et. Senin cennetin de, cehennemin de
odur! Konuyla ilgili olarak Allah Resulü'nün şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Kocası kendisinden memnun olarak ölen her kadın cennete
girer". Rivayet edilmiştir ki: Adamın biri yolculuğa çıkmıştı. Karısından
evin üst katından alt katına inmemesini istemişti. Kocası gittikten bir süre
sonra kadının babası hastalanmıştı. Babası, alt katta oturuyordu. Kadın,
babasının hastalığı sebebiyle kendisini ziyaret etmek için Allah Resulü'nden
izin istemişti. O da, 'Kocana itaat et' tavsiyesinde bulunmuştu. Bir süre sonra
babası vefat etmiş ve kadıncağız Allah Resulü'ne (sav) elçi göndererek
cenazesini teşyi etmek için inmesine izin verilmesini istemişti. Ama Allah
Resulü (sav) yine 'Kocana itaat et' tavsiyesinde bulundu. Babası kızı göremeden
defnedilmişti. Allah Resulü (sav) ona bir elçi göndererek şöyle buyurdu: Baban,
kocana itaatin sebebiyle bağışlandı".
Allah Resulü
(sav) buyurdu ki: "Bir hanım beş vakit namazı kılar, Ramazan ayı orucunu
tutar ve namusunu koruyarak kocasına itatte devam ederse Rabbinin cennetine
girer". Görüldüğü üzere Allah Resulü (sav), kocaya itaati islamın temel
esaslarına izafe etmiştir. Cennete girmek için bu amelleri eda etmek gerektiği
gibi, eşine itaat etmesi de gerekmektedir. Allah Resulü (sav), hanımları
anarken şöyle buyurmuştur: "Hamileler, doğranlar, emzirenler, çocuklarına
merhamet gösterenler; eğer eşleriyle birleşecek olmasalar namazgâhlarıyla
cennete girerler".
Allah Resulü
(sav) bir hadislerinde de şöyle buyurmuşlardır: "Cehenneme baktığımda
sakinlerinin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm. Cennete baktığımda, orada
yaşayanların da çok azının hanımlar olduklarını gördüm. 'Kadınlar nerede?'
diye sorduğumda şöyle denildi: İki kızıl onları meşgul etti: Altın ve
Safran".[23][23]
Gerçekten da Arap kadınlarının takı ve koku düşkünlüğü çok meşhurdur. Allah
Resulü (sav) bir defasında hanımlara hitaben şöyle buyurmuştur: 'Takılarınızı
tasadduk edin! Cehennem sakinlerinin çoğunun sizden olduğunu gördüm. Bunun
üzerine, 'Neden ey Allah Resulü?' dediler. O da şöyle buyurdu: Lanetlenmişleri
çoğaltıyor, eşlerinize nankörlük ediyorsunuz" buyurdu.
Belki de bu
yüzden bir genç kız Allah Resulü'ne (sav) şöyle demişti: Ey Allah Resulü, ben
evlenmeyeceğim! İbnü Ümmil-Muğan-niye Aişe validemizden (ra) şunu nakletmiştir:
"Allah Resulü'ne (sav) genç bir kız geldi ve 'Ey Allah Resulü, ben
nişanlıyım, ama evlenmek istemiyorum. Kocanın hanımı üzerindeki hakkı nedir?'
diye sormuştu. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurdu: Tepesinden tırnağına
başta ayağa yalasa ona olan şükranını yine etmiş olmaz. Bunun üzerine genç kız,
'Ben evlenmeyeceğim' dedi. Allah Resulü (sav) de, 'Aksine evlen, öylesi daha
iyidir1 buyurdu". Bu, konuyla ilgili Hasemiyye hadisinin özetidir.
İkrime (ra),
İbni Abbas'tari (ra) rivayet etti ki: "Has'em'den bir kadın gelerek, 'Ey
Allah Resulü, ben dulum ve evlenmek istiyorum. Erkeğin kadın üzerindeki hakları
nedir?' diye sordu. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurdu: Kocanın hanımı
üzerindeki hakkı, bir devenin sırtında dahi olsun kocası kendisini istediğinde
ona engel olmamasıdır".
Kocanın
faziletlerini ihtiva eden geniş bir hadiste de Allah Resulü (sav) şöyle
buyurmaktadır: "Allah'tan başka bir şeye secde etmeyi emredecek olsaydım,
üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı kadına kocasına secde etmesini
emrederdim. Kocanın kadın üzerinde ki haklarından birisi de evinden hiç bir
şeyi onun izni olmaksızın vermemesidir. Eğer verirse, sevabı kocasına günahı
da kendisine ait olur. Kocasının izni olmaksızın nafile oruç tutamaz. Eğer
tutarsa, boş yere aç ve susuz kalmış olur. Yine haklarından biri onun izni olmaksızın
evden çıkmamasıdır. Eğer aksini yaparsa evine dönünceye veya tevbe edinceye
kadar meleklerin laneti onun üzerine olur. O, her gece kendini kocasına
sunmalıdır".
Konuyla
ilgili bir başka hadiste de şöyle buyrulmaktadır: "Kadının Rabbine en
yakın olduğu yer, evinin orta yeridir. Evinin kilerinde kıldığı namaz,
mescidde kılacağı namazdan daha hayırlıdır.
Evinin en iç
kısmında kıldığı namaz da evinde kıldığı namazdan daha hayırlıdır".[24][24]
Evin iç kısmı ile kasdedilen, muhtemelen kapılı odalardır. Kadın, bir bütün
olarak avret sayıldığı için ne kadar gizli kılarsa, o kadar emin olacaktır.
Elbette daha emin olan, daha faziletli olacaktır. Rivayete göre Allah Resulü
(sav) şöyle buyumuş-tur: "Kadın avrettir. O sokağa çıktığı zaman şeytan
onu görmeye çalışır".[25][25]
Bu babda zikredilen garib bir hadis de şöyledir: "Kacü-nın on avreti
vardır. Evlendiği zaman kocası bunlardan birini örter. Vefat ettiği zaman,
kabir onun bütün avretlerini örter".
Koca,
hanımına meşru bir telkinde bulunur ve o buna karşı çıkarsa, onu
azarlayabilir. Tekrarladığında yine karşı çıkarsa yatağını terkedebilir.
Ulemadan bir zat ise şunu söylemiştir: Yatakta sırtını döner. Bazılarına göre
bir geceden üç geceye, ondan yedi geceye kadar yatağı terkeder. Bu da fayda
etmez ve karısı umursamazlığını sürdürürse o zaman vurma hakkı doğar. Alimler
buradaki vurmanın, yaralamayacak ve iz bırakmayacak bir vurma olduğunu
söylemişlerdir.
Koca dini
konulardan herhangi biriyle ilgili olarak hanımına on günden bir aya kadar
öfkeli kalabilir. Nitekim Allah Resulü (sav) hanımlarından birinin söylediği
bir sözden dolayı bir ay boyunca bütün hanımlarına öfkeli kalmıştır.
Anlatıldığına göre Allah Resulü (sav), Zeyneb'e (ra) bir hediye göndermişti. O
da, hediyesini geri göndermişti. Bu olay O'nu çok üzmüştü. Ardından Zeyneb'in
(ra) umursamaz sözü öfkesini daha da arttırmış ve onlara hadlerini bildirmek
üzere küsmüştü.
Rivayete
göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Hayırlılarınız, ailesine
karşı hayırlı olandır". Ali'nin (kv) dört hanımı vardı. O, eşlerini
ayırmaz ve her birine her dört günde bir bir dirhemlik et alırdı. Hasan (ra)
şöyle demiştir: Ali'nin (kv) eşleri seferde ikişerli olurlardı. Bunun dışında
ev eşyası ve giyim bakımından birbirlerine yakındılar. İbni Şirin de (ra)
şöyle demiştir: Erkek için müste-hap olan, her ay belli bir dönem tahammül
göstermektir. Karısının ufak tefek hareketlerine karşı anlayışlı ve hoşgörülü
olmalıdır. Ona karşı şiddet kullanmamalıdır.
Konuyla
ilgili bir hadiste de Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Kadın, eğri kemikten yaratılmıştır. Onu düzeltmeye
kalkarsanız kırabilirsiniz. Bırakırsanız eğriliği devam edip gider". Bu
hadisin Hasan (ra) tarafından rivayet edilen lafzında ise şu ifade yer
almaktadır: "Onu kırmak boşamaktır".
Allah Resulü'nün
(sav) hanımları O'nunla darılır, sonra tekrar düzelirlerdi. Bir defasında
hanımlarından biri O'nu göğsünden itmişti. Annesi o hanımı şiddetli bir dille
azarlayınca, Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: Bırakın onu, onlar daha
beterini bile yapıyorlar!
Bir
keresinde Allah Resulü (sav) ile Aişe (ra) arasındaki sözlü münakaşa o derece
büyümüştü ki Aişe'nin (ra) babası Ebu Bekir (ra) devreye girerek hakem olmuştu.
Allah Resulü (sav), 'Sen mi konuşacaksın, yoksa ben mi konuşayım?'
buyurduğunda Aişe (ra) 'Sen konuş, ancak sadece gerçeği söyle!' demişti. Bu söz
üzerine Ebu Bekir (ra) kızının yüzüne bir tokat atmış ve ağzından kan boşanmıştı.
Öfkesini alamadan kızma şöyle demişti: Sen nefsinin düşmanı, sen mi yoksa O mu
yalnız hakikati söyler? Elbette sen ve baban; siz ikiniz batıl söylersiniz! Ama
Allah Resulü (sav) ancak gerçeği söyler!! Bunun üzerine Aişe (ra) kaçmış ve
Allah Resu-lü'nün (sav) arkasına gizlenmek zorunda kalmıştı. Allah Resulü (sav)
de, onun bu davranışını tasvip etmeyerek şöyle buyurmuştur: Seni bunun için
çağırmadık ve bunu da beklemezdik.
Aişe (ra)
bir defasında Allah Resulü'nün bir sözüne kızmış ve 'Sen mi Allah'ın
peygamberisin?' demişti. Allah Resulü (sav) de onun bu sözü karşısında tebessüm
etmişti. Bu, O'nun üstün hilim ve kereminin tezahürüydü. O, Aişe'ye (ra) şöyle
buyururdu: Senin Öfkeli anım hoş anından ayırabiliyorum. O da, 'Nasıl?' diye
sormuştu. Allah Resulü (sav), 'Memnun anında 'Hayır, Muhammed'in İlahı Adına'
diyorsun. Öfkeli zamanında ise, 'Hayır, İbrahim'in İlahı Adına' diyorsun".
Aişe de (ra) bunu doğrulayarak, 'Kızdığımda senin adın yerine İbrahim'in (as)
adını koyuyorum' dedi.
Allah Resulü
(sav), hanımlarıyla şakalaşır ve onların seviyesine inmeye çalışırdı. Konuyla
ilgili bir rivayette de şöyle denilmiştir: "Allah Resulü (sav) halk
içinde hanımlarıyla en çok şakalaşan insandı".
Lokman Hekim
bu konuda şöyle güzel tesbitler yapmıştır:
Akıllı
kimse, evinde ailesiyle iken çocuk gibi, halk arasında iken de erkek gibi
olandır. İlgili bir rivayette de şöyle buyrulmaktadır: "Allah Teala
kendisi kibirli ve ev halkına karşı kaba ve sert olana buğzeder". Bir
başka hadis ise şöyledir: "Allah Teala'nun buğzetti-ği kıskançlık, kişinin
ev halkım kıskanmasıdır". Bu, bir anlamda Allah Resulü (sav) tarafından
nehyedilmiş olan su-i zan gibi olmaktadır.
Konuyla
ilgili olarak Ali'nin (kv) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ailenizi fazla
kıskanmayın. Yoksa yanlışlıkla iftiraya düşebilirsiniz. Gerçekten kıskanma,
sınırı olması gereken bir illettir. Kişi bu sınırı aştığı zaman görevinin
ötesine gitmiş ve hakka tecavüz etmiş olur. Hasan (ra) şöyle derdi:
Kadınlarınızı pazarlara salıveriyorsunuz. Allah eşini kıskanmayanlan kabih
görür.
İbni Ömer
(ra) ise şöyle demiştir: Allah'ın cariyelerini, O'nun mescidlerinden mahrum
etmeyin. Bunun üzerine çocuklarından biri, Biz mescide gitmelerine izin
vermeyiz, giderlerse döveriz' deyince çok kızmış ve şunu söylemiştir: Sen ne
dediğimi işitiyor musun? Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kadınları mescidlerden
menetme-yin. Siz de kalkmış, 'engelleriz' diyorsunuz. Allah Teala buyurdu ki:
Muhakkak Allah her şey için bir ölçü yarattı.
Hikmet
ehlinden bir zat ise şöyle demiştir: Bir sınırı aşan kimse yerilmeyi hakeder.
Ondan geri kalan da aynı şekilde yerilir. Namuslu bir hür kadın, mutlaka
ihtiyacı olan bir şeyi almak için sokağa çıkabilir. Allah Resulü (sav) de
şöyle buyurmuştur: "Siz hanımların ihtiyaçlarınızı görmeniz için
çıkmanıza izin verildi".[26][26]
Kadınlar, aynı şekilde bayramlarda da çıkabilirler. Bu da kendilerine serbest
bırakılmıştır. Ama bütün bunlar, Allah Resulü (sav) tarafından eşlerin iznine
bağlanmış çıkışlardır. Gereksiz yere çıkarak erkeklere görünmemeleri,
kendileri açısından daha hayırlıdır. Böylesi kalplerinin düzgün kalabilmesi
için de daha iyidir. Allah Resulü (sav) bir gün kızı Fatıma'ya (ra) şöyle
buyurmuştu: Kızım, kadın için en hayırlı şey nedir? O da şu cevabı vermişti:
Onun erkek, erkeğin de onu görmemesidir. Bunun üzerine onu kucakladı ve soy
soyun parçasıdır!
Sahabe,
evlerinin duvarlarındaki delikleri harçla güzelce tıkar, kadınların dışarı
sarkmasına izin vermezlerdi. Muaz b. Cebel (ra) duvar deliğinden dışarıyı
gözetleyen bir kadın görmüş ve ona vurmuştu. Yine onun hanımı başka bir
kadının hizmetçisine bir elma vermişti. Bunun üzerine hanımına vurmuştu. Ömer
(ra), kadınların hicabdan çıkarılmaması hususunu çok sıkı tembih ederdi. Bir
defasında da 'Kadınlara 'Hayır* demeyi bırakmayın' demişti. Bir defasında da
evde bir konuyla ilgili hanımının itirazını görünce şöyle demişti. Sana
ihtiyacımız olduğunda konuşursun. Aksi halde bir kenara oturup dinlemen
gerekir!
Erkek,
hanımın bir takım çıkışlarına ve ölçüsüz sözlerine gösterdiği tahammülden
dolayı sevap kazanacaktır. Aynı şey verdikleri eziyetlere karşı sabırlı olmak
ve onlarla güzel geçinmek için de geçerlidir.
Muhammed b.
el-Hanefîyye (ra) şöyle demiştir: Güzellikle geçi-nemeyen hikmet sahibi olamaz.
Biriyle geçinmek durumunda olan kişi, Allah Teala bir çıkış yaratıncaya kadar
güzellikle geçinmeli ve sabretmelidir. Kadının ağzı bozuk, kabullenmesi zor,
cehaleti derin ve sıkıntısı sona erecek gibi değilse boşanması kişi için daha
hayırlıdır. Adamın biri Allah îlesulü'ne (sav) hanımının ağzının bozukluğunu
şikayet etmişti. O da, 'Öyleyse boşa' buyurmuştu. Bunun üzerine adam, 'Ama onu
seviyorum' dedi. Adamın bu sözü üzerine karısıyla yaşamaya etmesini öğütledi.
Çünkü hanımından ayrılması halinde kafasının daha da karışacağını ve
kalbininparçalanacağını hissetmişti. Bu tür ruhi meseleler, çoğu zaman bedeni
arazlardan daha büyük tahribatlara yol açabilmektedir.
Allah Teala
buyurdu ki: "Açık bir fuhuş yapmadıkça hanımları evlerinden çıkartmayın,
onlar da çıkıp gitmesinler". (Talak/l) Bu ayetin tefsirinde, 'Fâhişetün
mübîne=açık bir çirkinlik' kelimesinin anlamı hakkında farklı görüşler
belirtilmiştir. İbni Mesud'a (ra) göre kocasına sıkıntı vermek ve terbiyesiz
konuşmalar yapmak bu kelimenin kapsamına dahildir. Yalnız bunun iddet sırasında
olması gerekir. Çünkü ayetin siyak ve sibakı bunu göstermektedir. Bazılarına
göre boşanma bu ayet ile yasaklanmıştır. Halbuki ayetin bu şekilde yorumlanması
mümkün değildir. Boşama mubah bir fiildir. Ama meşru bir sebebe dayanmadığı
takdirde mekruhtur.
Boşanmayla
ilgili bir hadiste de Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Allah
Teala'mn en çok buğzettiği helal boşamadır".[27][27] Kadın,
kocası hakkındaki yükümlülüklerini yerine getirmekten ve haklarını ifa etmekten
endişe ettiği takdirde kocasına fidye verebilir. Bu fidyenin verilen mihirden
fazla olması bizce mekruhtur. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Eğer o ikisinin de Allah'ın sınırlarına riayetinden endişe ederseniz,
kadının -boşanabilmek için- erkeğe fidye vermesinde bir mahzur yoktur".
(Bakara/229) Ulemanın büyük çoğunluğuna göre caiz olan Hal' budur. Bir kadın
kocasından -onun rızası olmaksızın- boşamasını veye hal' etmesini isteyemez.
Rivayete
göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Hangi kadın ki -sebepsiz yere
-kocasından kendini boşamasını isterse cennetin kokusunu ebediyen
tadamaz". Yine O, böyle yapan kadınların münafık tabiatlı olduklarını
haber vermiştir.[28][28]
'Nüşûz=Geçimsizlik'
eşlerden her ikisinden de kaynaklanabilir. Ancak nüşuz göstermesi halinde
kocanın hanımına vurması mubah görülmüştür. Bunun yanısıra yatağı ayırmak ve
konuşmamak da terbiye için verilebilecek cezalardandır. Geçimsizliğin giderilerek
sulh olunması en güzelidir. Bu noktada devreye eşlerin aileleri devreye girerek
sorunları çözmeye çalışabilirlerdi. Ailelerin atayacakları hakemler, eşlerin
durumlarını gözden geçirirler ve şikayetleri dinlerler. Allah Teala evlilikte
muhtaç etmeyeceğini vaadeder-ken ayrılmada da muhtaç etmeyeceğini
vaadetmektedir. Nitekim O bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Eğer
ayrılırlarsa Allah Teala her ikisini de zenginliği ile muhtaç etmez".
(Nisa/130)
Allah Resulü
(sav) de şöyle buyurmaktadır: "Üç kimsenin duasına icabet edilmez: Kötü
bir hanımı olduğu için boşama hakkı elinde olduğu halde 'Allah beni senden
kurtarsın' diyen kimsenin sözü; kötü ahlaklı köle; kötü komşu".
Kişi hanımı
ile güzel geçinmeli ve hukukunu yerine getirmeye çalışmalıdır. Allah Teala buyurdu
ki: Eğer size itaat ederlerse -onları boşamak için- başka yol aramayın".
(Nisa/34) Bu tür davranış, iman davetine kulak vermiş mutma'in nefslere layık
bir davranıştır. Zaten müminlerin ahlakına yakışan da budur. Hanımlara karşı
müşfik ve yumuşak olmak bu ahlakın esaslarmdandır. Allah Te-ala eşin hakkını en
güzel şekilde eda etmeyi, ebeveynin hakkını eda etmeye benzetmiştir. Ku/an,
kadınlarla güzel geçinilmesini emrederken, kadınların da örfe uygun biçimde
erkekler üzerinde hakları bulunduğumu bildirmektedir.
Allah Teala
şöyle buyurmaktadır: "Kadınlar için, sorumlulukları gibi örfe uygun
hakları da vardır". (Bakara/228); WO hanımlar sizden çok ağır bir söz
aldılar". (Nisa/21); "Yol arkadaşına". (Nisa/36) Bu yol
arkadaşı ile kasdedilen saliha eş olduğu söylenmiştir. Allah Resulü (sav) de
bir konuşmasında onu üç kez tavsiye etmiştir. Konuşurken dili tutulmuş ve sesi
gizlenmişti. Dediği, "Namaz namaz! Sağ elinizle sahip olduklarınıza
takatlarının yetmeyeceğini yüklemeyin! Kadınlar hakkında Allah'tan, Allah'tan
korkun. Onlar yanınızdaki esirlerdir. Onları Allah'ın ahdi ile alır ve namuslarını
Allah'ın adıyla helal kılarsınız. Allah Resulü'ne (sav) kadın erkek üzerindeki
hakları sorulmuştu: Buyurdu ki: Yediğinde yedirmesi, giydiğinde giydirmesi, surat
ekşitmemesi, terketmemesi".
Evlenmek
isteyen kimse kadının ihtiyaç duyacağı, güzel geçinme, güzel idare, güzellikle
uzlaşma, haklarını yerine getirme, yapması gerekenleri en güzel şekilde yapma
konusunda bilgilenmeli, kendisi öğrendikten sonra, hanımına öğretmelidir. Kadın
sizinle ilgili olarak hiç bir şeye tam hakim değildir. Allah Teala yönlendirme
gücünü size vermiştir. Eğer hevana uyup Allah'ın hikmetiyle oynarsan, iş senin
aleyhine dönebilir. Böylece şeytana kulap vermiş ve ona itaat etmiş gibi
olursunuz. Bu hususta Kur'an'da şu hususlar haber verilmektedir: "Onlara
emredeceğil ve Allah'ın yaratışını değiştirecekler". (Nisa/119) Allah
Teala buyurdu ki: "Allah'ın size destek olmaları için verdiği malları
akılsılara vermeyin". (Nisa/5) Buradaki 'mallar* ile kasdedilenin
kadınlar ve çocuklar olduğu söylenmiştir.
Allah Resulü
(sav) şöyle buyurmuştur: "Hanımının kölesi perişan olmuştur". Çünkü
karısının arzularına kayıtsız şartsız teslim olan kimsenin perişan olmasından
başka bir sonu olamaz. Böyle biri, Allah Teala'nın nimetini küfranla
değiştirmiş olmaktadır. Çünkü Allah Teala kendisini o kadının efendisi
kılmıştır. Ama o, Rabbine itaat etmeyerek O'nun nimetine nankörlük etmiştir.
Hasan (ra) da şöyle demiştir: Bugün karısına her türlü arzusunda itaat eden
adam öldüğü zaman doğru cehenneme atılır.
Kişi
hanımını belli bir şeye alıştırmamalıdır. Aksi halde cüretkârlık edip
alıştığını isteyebilir. Dikkat edilirse bu durum, nefs ahlakına çok
benzemektedir. İsterseniz onu serbest bırakıp güçlenmesini ve azgın bir hale
ulaşıp sizi ele geçirmesini seyredersiniz. İsterseniz kuvvetinizi ve iradenizi
hissettirerek gerektiğinde bileğini kıvırarak boyun eğdirirsiniz.
İmam Şafii
(ra) şöyle demiştir: Üç kimse vardır ki onlara değer verdiğinizde sizi aşağılar,
aşağıladığınızda ise değer verirler: Kadın; Hizmetçi ve Nabatî. Arap
kadınları, erkek çocuklarına hanımlarını nasıl sınayacaklarını öğretirlerdi.
Bir kadın kızını evlendirdiğinde ona şöyle tembihte bulunurdu: Kızım, ukcağma
atılmadan önce kocanı sına. Eğer mızrağını bağından çıkarırken sükut ederse
etini onun kalkanında döversin. Eğer ses çıkarmayıp onaylarsa kılıcıyla kemik
kırarsın. Eğer buna da tahammül gösterirse sırtına semeri vurabilirsin. Çünkü o
katıksız bir eşektir.
Esma b.
Harice el-Fezari Araplar'm en büyük hekimlerinden biri olarak zifaf odasındaki
kızma şöyle öğütte bulunmuştur: Kızım, hayatta olsaydı annen seni daha iyi
eğitebilirdi. Ama o olmadığına göre benden daha iyi eğiteci bulamazsın!
Söylediklerimi iyice anla. Doğduğun kuş yuvasından çıktın ve bugüne kadar hiç
görmediğin ve tanımadığın birinin yatağı oldun. Sen yeryüzü ol, o da sana gökyüzü,
sen salon ol o da sana sütun, sen cariye ol o da sana köle. Ona yapışma ki
atmaya çalışmasın, fazla uzak durma ki unutmasın, eğildiğinde ona yaklaş,
çekildiğinde sen de uzaklaş. Kulağı çirkin bir ses, burnu çirkin bir koku, gözü
çirkin bir şey görmesin. Annene şöyle bir şiir söylemiştim:
Beni hoşgör
ki sevgim devam etsin,
Öfkeli
olduğum zaman konuşma o sertliğimde,
Kulaklarımı
tırmalama definle,
Gidişin ne
olduğunu bilmezsin.
Şunu
öğrendim ki sevgi ile eza,
Buluştuklarında
aynı kalpte sevgi gidiyor.
Araplardan
biri de oğluna şöyle öğüt vermiştir: Şu sekiz tür kadınla evlenme: Fazla
sızlanan, fazla minnet bekleyen, fazla merhametli, fazla keskin bakan, fazla
ışıldayıp parlayan ve fazla konuşan.
Bu anlamda
bir kıssa da geçmiş milletlerin hikayeleri arasında zikredilmiştir. Bu kısada
gezgin Ezdli İlyas peygamber (as) ile karşılaşmış ve ona evlenmeyi tavsiye
etmişti. İlyas (as) karşı çıkınca, evlenmeyi reddetmenin iyi bir şey olmadığını
açıklayarak evliliğin onun için daha hayırlı olacağını söylemiştir. Ezdli
gezgin nasıl bir kadınla evlenmesi hususunda da onu uyararak şöyle demiştir: Şu
dört kadınla evlenme, bunların dışındakilerle evlenebilirsin: Kocasına para
vererek boşanan; Övünüp kibirlenen; Zina eden; Üstünlük taslayan.
Ali (kv)
şöyle demiştir: erkeğin en kötü hasletleri, kadının en güzel hasletleri
olabilir. Cimrilik, kendini beğenme ve korku. Kadın kendini beğendiği zaman,
erkeklerle konuşmaktan tiksinir ve tenezzül etmez. Korkak olduğu zaman her
şeyden uzaklaşır, evinden dışarı çıkmaz.
Azl : Azli
ağır bir mekruh olarak görüyor ve gizli şirkin hassas tezahürlerinden biri
şeklinde değerlendiriyorum. Azl konusunda Allah Resulü'nden (sav) gelen bir
yasak sözkonusudur. Selef-i Salih'ten bir topluluk da azli mekruh
görmüşlerdir. Takva ehlinin ileri gelenleri azl yapmazlardı. Azl, en basitiyle
Allah'a tevekkülden uzaklaşma ve O'nun hükmüne rızada kusur etmedir.
İbni Abbas
(ra) şöyle demiştir: Azl, küçük cinayettir. Onun bu sözünün sünnet-i nebeviden
çıkartılan güzel bir istinbatı da sözkonusudur. Cinsel münasebetin faziletleri
hakkında Allah Resulü'nden (sav) şöyle rivayet edilmiştir: Adam hanımı ile
birleştiği zaman bu ilişkisinden dolayı Allah yolunda çarpışıp ölen bir erkek
çocuk sevabı yazılır. 'Ey Allah Resulü, bu nasıl olur?' diye sordular. O da
şöyle buyurdu: Çünkü sen onu yarattın, ona nzık verdin, ona hidayet ettin,
ölümü de dirilmesi de sanadır". Bunun üzerine, 'Ey Allah Resulü, bilakis
onu yaratan da, rızık veren de, hidayet eden de, dirilten de, öldüren yalnız
Allah Teala'dır. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), 'Siz öyle bilin' buyurdu ve
anlattı: Siz meniyi rahme attığınızda Allah Teala buyurur ki: Meni olarak
attığınızı görüyormusunuz, onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa biz mi yarattık?
Senin meninde onu yarattığında, bir manada seni vasıta kılmış oldu. O meniden
olacak çocuğa da kendi yolunda cihad edip öldürülmüş gibi sevap verdi. Çocuk
olmasa da bu sevap yazılır. Çünkü siz o meniyi oraya bırakmakla vazifenizi
yaptınız. Ondan çocuk yaratmak ise Allah Teala'nm işidir. Ama sizi de onu sanki
yapmış gibi bir konuma yükseltmektedir.
İbni Abbas
(ra) işte bu rivayetten hareket ederek azli 'küçük cinayet' olarak
nitelemiştir. Buna göre menisini rahme boşaltmayan erkek, yukarıdaki faziletten
mahrum olmak bir yana, atıldığında belki döllenip ortaya çıkacak bir insanın da
doğuşuna engel olarak bir anlamda onu öldürmektedir.
Araplar,
erkek ve kız çocukları olup erkek çocukları Ölerek kız çocukları hayatta kalan
kimseye 'Ebter=Soyu kesik' derlerdi. Allah Resulü (sav) de böyle bir tecrübe
yaşamıştı ve onun da erkek çocukları ölüp sadece kızları hayatta kalmıştı.
İşte bu nedenle de kendisini 'Müzemmem=Kınanmış>> olarak isimlendiriyorlardı.
Hatta el-As b. Vail daha da ileri giderek 'Sen Ebter'sin!' demiştir. Ama Allah
Teala bu sıfatı onlara iade etmiş ve Resulü'nün (sav) şanının devamlı ve
sürekli yüce olacağını müşriklerin ise unutulup gideceklerini beyan
buyurmuştur. Aynı Araplar şöyle de derlerdi: Üç anası olanın ne ailesi, ne
kavmi kurur. Üç ana ile kasdedilen; anne, kız-kardeş ve kız çocuğudur.
Tabiun'un
büyükleri arasında da birçok zat üç anaya sahip olmayı müstehap görürlerdi.
Onlar bu üçüne birden sahip olarak ca-hiliye geleneğine de ters düştüklerini
iyi bilirlerdi. Bu cahiliye geleneğinden bir kısmının azille ilgili olduğu
aşikârdır. Onu 'gizli şirk' olarak niteleme sebebimiz de budur. Bazı kadınlar
rahimlerini aşırı yıkamaları ve hamamlara sık gitmeleri nedeniyle bu adete
meyyaldirler. Bir takım kaide dışı kadınların azl yaptırdıkları bilinmektedir.
Onlar, hayz günlerinde namazları kaza edip oruç tutarlar. Ancak hayz kanı
bulaşmış giysilerle namaz kılmazlar. Helaya çıplak olarak gider ve temizliğe
düşkünlükleri sebebiyle çocuk doğurmaktan hoşlanmazlardı. Halbuki bu, sünnete
aykırıdır. Arap kadınları bu bidatları ihdas etmiş ve bunlarla Allah Resulü'nün
(sav) sünnetini çiğnemişlerdir.
Irak
Nabatileri ve Fırat halkının değişik gelenekleri de mevcuttur. Bunların
kadınların bazıları Aişe validemiz (ra) Basra'ya geldiğinde kendisine konuk
olmak istemişler, ama o yanına girmelerine izin vermemiştir.
Allah Teala
ve Allah Resulü (sav) doğumu teşvik etmişlerdir. Takip eden ayet ve hadisler
bunu teyid etmektedir: "Tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın ve
kendiniz için hazırlık yapın". Bununla çocuğun kasdedildiği söylenmiştir.
Allah Resulü (sav) de müteaddit hadislerinde bunu teşvik etmektedir:
"Evleniniz, çoğalınız, Kıyamet günü diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla
övüneceğim".; "Kadınlarınızın en hayırlısı sevecen ve doğurgan
olandır""Doğuran bir siyahi, doğurmayan bir güzelden
hayırlıdır".; "Evde bir hasır, doğurmayan kadından daha
hayırlıdır".[29][29]
Kadının
doğurgan oluşu, temizlenmenin hemen ardından birleşme ihtiyacını hissetmesinde
kendini gösterir. Bu, kadınların en yoğun hamile kaldıkları dönemdir. Çocuğun
en sağlıklı olmasının ümid edildiği dönem de budur. Allah Teala temizlenmenin
hemen ardından birleşme emrini vererek bunun doğum için en uygun zaman
olduğuna işaret buyurmaktadır: "Temizlendiklerinde Allah'ın size emrettiği
yerden onlarla birleşin". (Bakara/222) Bunun tam zıddı olarak kadınların
kirli günlerinde de onlardan uzak durulması emredilmektedir. Bu dönemde hamile
kalınan çocukların akılsız, deli, hastalıklı ve sakat gelme ihtimalleri çok
fazladır. Çünkü bu tür.ekim sağlıksız olmaktadır. Tarlanın ekimi için belli
mevsim şartları ve yer şartları aranır. Şartların uygun olmadığı dönemlerde
ekilen mahsullerin ne kadar bozuk ve verimsiz çoktıkları malumdur. Halbuki
temiz bir toprağa yapılacak ekimden Allah'ın izniyle temiz bir mahsul
çıkacaktır.
Sahabe'den
bazıları azle ruhsat vermişlerdir. Bu konuda Allah Resulü'nden de rivayet
edilen hadisler vardır. Sahabe'den mesela Sa'd (ra) azil yapardı. Ali (kv) İbni
Abbas'ın (ra) azille ilgili görüşünü tasvip etmemiş ve şöyle demiştir. Onun
bahsettiği 'küçük cinayet' kız çocuğu yedi evresini tamamladıktan sonra
yapılan türdür. Burada ise yedi evresini tamamlamış bir varlık sözkonusu
değildir. Bu yedi evre şu ayet-i kerimede geçmektedir: "Şu bir gerçektir
ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir
yere yerleştiririz. Sonra nutfeyi alakaya, yapışkan döllenmiş hücreye, alakayı
mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere
dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip , derken bir yeni yaratılışa mazhar
ederiz". Müminun/12-14) Ali (kv), 'İbni Abbas'ın bahsettiği suçun
gerçekleşmesi için en azından böyle bir canlının Öldürülmesi gerektiğini
söylemiştir. Bu, onun ümindeki derinliğin, Allah vergisi nüfuzun, kuşatıcı
düşüncenin ortaya koyduğu bir görüş olup sırf ona mahsus bir melekenin
mahsulüdür.
Kadınlar
hayzdan temizlenmedikçe ilişki kurulmaz. Kıbleye dönük olarak ilişki kurmak
kıblenin hürmetini ihlal etmesi bakımından mekruh görülmüştür. Konuyla ilgili
bir hadiste Allah Resu-lü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Sizden biri ha-nımıyla ilişki kurarken, eşekler gibi çıplak
olmasın". Rivayete göre Allah Resulü (sav) ilişki esnasında başını örter
ve sesini kısardı. Bir defasmda da bir kadına şöyle buyurmuştur: "Sana
düşen huzurdur". Bir kez ilişki kurduktan sonra tekrar kurmak isteyen
kimse avret mahallini yıkamalıdır. İhtilam olan kimse de avret mahallini
yıkamadan ilişki kurmamalıdır. Bu esnada mümkünse küçük ab-dest yapılmalıdır.
İhtilam olduktan sonra, avret mahallini temizlemeden ilişki kuran kimsenin
çocuğundan endişe edilmiştir. Çünkü ihtilamda ilişki kurduğu şeytanların
izlerinin çocuğa bulaşması muhtemeldir.
Şu üç gece
cinsel ilişki kurmak mekruhtur: ayın ilk gecesi, orta gecesi ve son gecesi.
Anlatıldığına göre bu gecelerde şeytanlar çiftleşmekte veya birleşen insanlara
katılmaktadırlar. Ali'den de (kv) bunun mekruh oluşuna ilişkin bir görüş
nakledilmiştir. Ebu Hü-reyre (ra) ve Muaviye (ra) de bu görüştedir. Ulemadan
bir kısmına göre Cuma gecesi ilişkide bulunmak müstehaptır. Bunun dayanağı da
Allah Resulü'nün (sav) şu hadisidir: "Her kim Cuma günü gusleder ve
(hanımını) guslettirirse.."[30][30]
Abdestsiz
olarak uyumamak için gecenin ilk kısmında ilişkide bulunmamak gerekir. Çünkü
gecenin orta kısmında ruhlar gökyüzüne yükselir ve teiniz olan ruhlara secde
izni verilirken, cünüp olanlara bu izin verilmez. Aynı şekilde temiz olarak
görülen rüya, cünüp olarak görülenden farklıdır.
En sıhhatli
ve faziletli olanı gusül abdestini aldıktan sonra yatmaktır. Eğer
gusletmemişse ve tekrar ilişki kurnıuşsa en azından namaz abdesti almaksızın
yemek yememeli ve uyumamalıdır. İlişkiden sonra suya hiç dokunmaksızın uyumaya
da ruhsat verilmiştir. Allah Resulü'nün (sav) böyle yaptığı rivayet
edilmiştir.
Cünüp iken
saç kesmek, tırnak kesmek veya başka bir temizlik yapmak bizce mekruhtur. Çünkü
Kıyamet günü bütün saç, tüy, tırnak, kan vb kendisine geri verilecektir. Cünüp
iken ayrılan kısımlar da ondan davacı olacaktır. Maktu' ve mevkuf'bir hadiste
bu anlamda malumat mevcuttur. el-Evza'i ve Yahya b. KesirMen gelen bu hadis
şöyledir: Evza'i demiştir ki: Bu hadisi işitinceye kadar cünüp olarak yatmanın
pek bir mahzuru olmadığını söylüyorduk. Bu hadise göre ise, kişinin cünüp
olarak yatması yasaklanmıştı. Ayrıca kişinin hanımının avret mahallinden başka
yerleri de kendisine helal değildi. [31][31]
Yaşadığımız
dönemde -Hicri IV. asır-, çıplakların çokluğu ve hükümlerini layıkıyla
yapamamaktan dolayı hamamlara, girmemek daha hayırlı görünmektedir. Ancak
hamama girmek, mübahlık hükmünü korumaktadır.
Hamama girme
konusunda Sahabe'nin kanaatlan farklılık göstermiştir. Bildiğimiz gibi onların
hepsi de Örnek ve hidayet rehberidir. Sahabe'den bir zat şöyle demiştir:
Hamam, ne de çirkin bîr mekandır; avret mahallerini açtırır ve hayayı kaldırır!
Bu söz İbni Ömer'den (ra) rivayet edilmiştir. Ali'den de (kv) bu anlamda bir
söz nakledilmiştir.
Sahabe'den
bir başka zat hamamlar hakkında şunu söylemiştir: Hamam ne de güzel bir
mekandır; kiri temizler ve cehennemi hatırlatır! Bu söz de Ebu'd-Derda (ra) ve
Ebu Eyyub el-Ensari'den (ra) rivayet edilmiştir. Allah Resulü'nün (sav) ashabı
Şam'a gittiklerinde şehirdeki hamamlara girmişlerdir.
Hamama giren
kimse, oraya dünyevi bir arzusunu tatmin etmek veya sırf canı istediği için laf
olsun diye girmemelidir. Çünkü hamama girmek ve temizlenmek, kulun yapması
gereken amellerden biridir. Kul, her şeyden olduğu gibi bu amelinden de
sorumludur. Amelinde bir bilgisizlik yaptığında bundan dolayı hesaba çekilir.
'Niçin girdin? Nasıl girdin? Kimin için girdin?' gibi sorular sorulur.
Bilindiği gibi bu sorular, kulun bütün amelleri için sorulacaktır.
Hamama girme
fiilinde sekiz hüküm sözkonusudur. Bunların dördü farz, dördü de nafiledir.
Hamama
girmenin dört farzı şunlardır:
1. Avret mahallini örtmek;
2. Bakışı kısmak;
3. Vücuduna kendi elinden başkasının değmemesi;
4. Gereken noktada iyiliği emretmek; buna göre çıplak
birini gördüğünde 'Örtün, bu yaptığın haramdır, böyle yapman helal olmaz,
Allah Resulü (sav) bunu yasaklamıştır, hamamlara peştemal-siz girmek helal
değildir* demesidir. Bunun ötesine gitmemek gerekir. Çünkü iyiliği emretmek,
bu ve benzeri sözleri söylemekle yerine getirilmiş olur.
Böyle birini
zorlama hakkı yoktur. Bu tür bir hayasızlıkta bulunanları tutmak, dinin emrini
ve müslümanların arzusunu yerine getirmek üzere cezalandırmak, bu noktada
gereken kuvveti kullanmak -Allah'a hamdolsun ki- vatandaşlara değil devlet
başkanına ve onun ilgili memurlarına verilmiştir.
Hamama
girmenin nafile hükümleri ise şunlardır:
1. Tahareti din, temizliği de ibadet için yapmak;
taharet, ahiret işlerinin en faziletli olanlarından biridir. Hamam da
taharetlenmenin en güzel yapılabileceği yerdir.
2. Hamam ücretini girmeden vermek; kul için müstehap
olan, bütün alışverişlerinde ücreti önceden.ödemektir. Özellikle içilen su ve
girilen hamam gibi ücreti belirsiz olabilecek şeylerde böyle yapmalıdır.
Bunlarda belli bir tarife olmadığı için şartsız gibi görülebilir. Verdiği
ücret hamam işleten tarafından kabul edildiğinde mesele yoktur. Eğer yüzüne
bakmaya devam ettiğini görürse belli bir ücret verilmesi gerektiği anlaşılır.
3. Gereksiz su kullanmamak; özellikle sıcak sudan iki
veya üç kişiye yetecek miktarda su kullanmamak gerekir. Bu bir vebaldir.
Kullanılan su, hamam sahibinin görmesi halinde rıza göstereceği miktarla
sınırlı olmalıdır. Hamam sahibinin görmesi halinde hoşlanmayacağını bildiği
miktarda su kullanmak mekruhtur.
4. Hamamdaki sıcaklığa bakarak cehennemi hatırlamak; yüksek
ısının cildini nasıl tırmaladığını ve karanlığın nasıl çöktüğünü iyi
görmelidir. Çünkü hamam, loşluğu bakımından cehenneme benzer. Alttan sıcak
vurmakta, üstten karanlık çökmektedir. Bu, cehenneme çok benzeyen bir
mekandır. Cehennemden Allah Teala'ya sığınırız. Kul, hamamda kalmaya nasıl zor
tahammül ettiğini ve oradan bile beter olan cehenneme hapsedilmesinin ne büyük
bir sıkıntı olacağını iyi düşünüp öğüt almalıdır.
Aşırı sıcak
bir hamamda bir saatten fazla kalan kimsenin ruhu yavaş yavaş gevşemeye başlar.
Sonuç itibarıyla basiret sahipleri için hamamda büyük ibret ve öğütler
saklıdır. Takva ehlinin öğüt alacağı hususlar sonsuzdur. Onlar için gördükleri
her şeyde bir ibret ve öğüt, kudret-i ilahiyi ihtar sözkonusudur. Allah Teala
onlara güzel bir hayat yaşatmaktadır. Bu, kalbinde imanın ziyadesi bulunanlar
için geçerli olan bir makamdır.
Hamama giren
kulun, besmele ve istiğfar yoluyla Allah Teala'yı anmasında bir mahzur yoktur.
İçinden gizli olarak okuması dışında hamamda Kur'an okumak mekruhtur. İçeri
girerken bildiğimiz selam lafzıyla da selam verilmez.
Adamın biri
hamamda Hüseyin b. Ali'ye (ra) selam vermişti. Bunun üzerine Hüseyin (ra),
'Hamamda selam verilmez' dedi. Kişinin hamamda konuşmasında bir mahzur yoktur.
Konuşurken elini kullanmasında da bir beis yoktur. 'Allah afiyet versin! Allah
selamette kılsın!' türünden iyi hal temennileri mekruh görülmemiştir. Hamamda
çok konuşmak, lüzumsuz konulardan sözetmek mekruh görülmüştür. Hamama girerken
Besmele çekilir, istiazede bulunulur ve bağış dilenir. Kişinin hamama tek
başına girebilmek için parasını vererek kapatması da caizdir. Bişr b. el-Hars
(ra) şöyle demiştir: Sahip olduğu tek dirhemi vererek hamam kapattıran kimse
ne kadar sert biridir! Bişr (ra) hamamda yalnız olabilmek için istenen parayı
verir ve kapısını içerden kapatırdı. Hamamda yalnız başına olunduğumda vücudu
sabunlatmak için kendi cariyesini getirmek caizdir.
Konuyla
ilgili olarak şöyle bir hadise nakledilmiştir: İbni Ömer'i (ra) hamamda yüzünü
duvara çevirmiş bir halde gördük. Gözlerini bir bezle bağlamış ve ellerini
duvara doğru uzatmıştı. Konuyla ilgili başka bir nakil de şudur: İbrahim
el-Harbi'ye, 'Bira içenin arkasında namaz kılar mısın?' diye sorulduğunda
'Evet' demişti. Teki hamama peştemalsiz girenin arkasında kılar mısın?' diye
sorulunca, 'Hayır1 dedi.
Hamama gün
batımında, akşam ile yatsı arasında girmek mekruhtur. Çünkü bunlar,
şeytanların her yöne dağıldıkları saatlerdir. Kul, hamama girmekle Allah
Teala'nm bir nimetini daha görmüş olmalı, tabiatın kendi emrine verilişini
müşahede etmelidir.
Bu, Allah
Teala'nın nimetlerden istifade eden kullarına dönük lü-tuflarından biridir.
Hamama, bu
hükümler çerçevesinde giren kimsenin bu girişi daha faziletlidir. Çünkü oraya
girmekle birçok ilave amelde daha bulunmaktadır.
A'meş hamama
girdiğinde bir çıplak görmüştü. Derhal gözlerini kıstı ve el yordamıyla
yürümeye başladı. Bunu gören çıplak, 'Gözlerin ne zaman kör oldu?' diye sordu.
A'meş de kendisine şu karşılığı verdi: Haya örtünü yırtmandan beri! İmam Şafii
(ra) ise İmam Malik'ten (ra) şunu nakletmiştir: Üç şeyde kul için hor görülme
sözkonusudur: Meclise mürekkepsiz ve kağıtsız gelmek; Gemiye azıksız binmek;
Hamama sarmasız giren. Sözü nakleden kimse Şafii'ye (ra) Teştemali
zikretmediniz?' diye sorunca İmam şu cevabı vermiştir: Hamama peştemalsiz
girmeyi ancak fasıklar hoş görür!
Rivayete
göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Hamama girmek kadınlara
haramdır. Erkeklere de peştemalsiz girmek haramdır".[32][32] Ömer b.
Hattab'ın (ra) ise şöyle dediği nakledilmiştir: Hamam, sonradan çıkarılmış
nimetlerdendir.
"Sonra
işte o gün nimetlerden dolayı hesaba çekileceksiniz" (Te-kasür/8) ayetinin
tefsirlerinden birinde de buna işaret edilerek şöyle denilmiştir: Kış günü
kullandığınız sıcak sudan hesaba çekileceksiniz.
Hamamda
avret mahalli dışında elle ovalamakta bir beis yoktur. Dostlarımdan biri, ilim
ehlinden bir zat ile hamama gitmişti. Başından geçenleri şöyle anlattı: Hamamda
ona kese yapmak istedim, imtina etti. Başka bir defasında gittiğimizde ise onu
keseledim. O zaman imtina etmedi. Kendisine, 'Daha önce neden imtina
etmiştiniz?' diye sorunca şöyle dedi: O konuda Sahabe'den bir bilgi
nakledilmişti. Bu nedenle de imtina etmiştim. Sonra Esbağ er-Raşanî'nin hamamda
bir adam tarafından keselendiğini öğrendim. Onu keseleyen adam, uyluğunda
kendi damanyla 'Allah için kelimesinin yazılı olduğunu görmüştü. O da kendisine
şöyle demişti: Görmez misin ki o, bir insan tarafından yazılabilecek bir şey
değildir!
Konuyla
ilgili bir rivayet de Yusuf b. Esbat (ra) hakkındadır. Vefatı yaklaştığı zaman
kendisini tanınmış birinin yıkamasını vasiyet etti. Bu adam iyilğiyle bilinen
biri de değildi. Niçin onu vasiyet ettiği sorulduğu zaman, o kimsenin bir
keresinde kendini keselediğini ve bunun için para ödemediğini, cenazesini de
yıkamak istediğini bildiğini ifade etti. Yusufa (ra) göre, ona olan borcunu
böyle ödemiş olacaktı.
Bu
rivayetlerden çıkan bir diğer hüküm de, vücudu ovdurup keseletmenin caiz
olduğudur. Konuyla ilgili olarak şöyle bir hadis de rivayet edilmiştir:
"Allah Resulü (sav) seferlerinden birinde bir eve konuk olmuştu.
Ashabından biri şunu nakletmiştir: Hurmalara bakmaya gitmiştim. Allah Resulü
(sav) de karnı üzerine yatmış dinleniyordu. Geldiğimde siyahi bir kölenin
sırtını ovduğunu gördüm. 'Ey Allah Resulü, bu nedir?' diye sorduğumda şöyle
buyurdu: Deve beni çok yordu".
Bazılarına
göre hamama iki peştemalle girilebilir. Biri yüz kısmı, diğeri de avret
mahalli için kullanılır. İbni Ömer (ra) hamamda çıplak birini görünce oradan
derhal çıkmıştı. Bir yandan da, 'Şeytan'dan Allah'a sığınırım, bir şeytan
gördüm' diyordu.
İmam Malik
(ra) şöyle demiştir: Her kim hamama girer ve oradan çıplak olarak çıkarsa,
şahitliği kabul edilmez. Yıkanmak için havuzda oturmakta mahzur yoktur.
Hamamdan çıkarken ayakları soğuk su ile yıkamak, ayak varislerine karşı
birebirdir. Yüzü yıkamadan önce gül suyu kullanmak sakalları ağartır. Kınanın
da cüz-zamdan koruduğu söylenmiştir. Etek temizliğinden önce hamamda iken küçük
abdesti ayakta bozmanın faydalı olduğu tıb ehli tarafından söylenmiştir. Arap
tabipleri, kılları temizlemeyi ayda bir defa yapmayı tavsiye etmişlerdir.
Sünnete uygun olan da azami kırk gündür. Bunu aşmak müstehap görülmemiştir.
Tıp ehli,
kışın hamamda küçük abdest bozmanın ilaç içmekten daha yararlı olduğunu
söylemişlerdir. Hamamda küçük abdest bozmak, sünnet bakımından mekruh
görülmüştür. Hamamda abdest bozmanın vesvese doğuracağı söylenmiştir. Bir
tabip, yaz günü hamamdan sonra uyumanın, şişeyle ilaç içmekten daha faydalı
olduğunu söylemiştir. Onlar, yazın uykudan kalktıktan sonra soğuk su ile
yıkanmayı da faydalı görmüşlerdir.
Denilir ki:
Kişi kırk yaşını geçtikten sonra hamama girdiği gün dışında her gün biraz daha
eksilir. Tıp ehline göre hamama yazın girmek, kışın girmekten daha faydalıdır.
Hamamdan çıktıktan sonra soğuk su içmek mekruhtur.
Allah Resulü
(sav) kadınlara hamama gitmeyi yasaklamıştır. Erkeklere de peştemal şartını
koymuştur. Kadın, bir zaruret sonucu hamama girebilir. Mesela hayızdan temizlenmek,
tedavi olmak ve nifastan arınmak için hamama girebilir. Aişe annemiz de (ra) rahatsızlığından
dolayı hamama girmiştir.
Erkek,
hanımını ve ailesini hamama girmekten menetmelîdır. Eğer kabul etmezlerse,
hamam ücretini vermesi gerekmez. Bu durumda sorumluluk onlara ait olur. Bir m
üs lü m an hanımın hamama girmesinden sonra ona hizmet etmek için zimmi bir
kadının hamama girmesi helal değildir. Ömer (ra) ve Ebu Ubeyde (ra) bunu
yasaklamışlardır. Bize göre de erkeğin hanımına hamam parası vermesi mekruhtur.
Böyle yapmakla günaha iştirak etmiş olur. Hanımını menetmesine rağmen giderse,
günah yalnız ona ait olur.
Her
halükârda birleşmede erkek kadını biraz beklemeli, tatmin olmasını temin etmek
için beklemelidir. Kadının erkekten sonra boşalması onun da hoşuna gitmiyor
olabilir. Eğer indiğini hissediyorsa beklemeye ve oyalanmaya gerek yoktur.
Cinsel ilişkinin en mükemmeli, iki tarafın aynı anda boşalmasıdır. Ama
çoğunlukla cinsel tabiatlardaki farklılıktan dolayı erken veya geç kalınmaktadır.
Ediplerden biri kadından sonraya kalmaz ve onu belirleyici yapardı. Erkek bu
hususu kadına öğretmelidir. Her kadın baliğ olup ihtilam olmaya başladıktan
sonra erkek gibi gusül abdesti almak zorundadır.
Ümmü Süleym
(ra) kadınların uykuda ihtilam olma meselesini Allah Resulü'ne (sav) sormuş ve
O da ihtilamdan dolayı guslü emretmişti. Ardından da şöyle buyurmuştu: Ne iyi
kadınlar şu En-sar'ın kadınları! Dini öğrenme konusunda hiç çekinmezler!
Kadın
hayızlı olduğu zaman göbek altından diz üstüne kadar bir peştemal sarar. Koca,
birleşme dışında hanımının vücudundan zevk alabilir. Hicaz fakihlerinin görüşü
budur. Bize de sevimli gelen görüş budur. Iraklı fakihlerin bir kısmı da,
hayızlı hanımla avret mahallinin altında kabaların arasından ilişki
kurulabileceğinisöylemişlerdir ki bizce hoş bir görüş değildir. Erkek, kadının
vücudundan dilediği lezzeti alabilir. Sadece birleşmeden sakınır.
Erkek,
hanınııyla yatağa girerken göbek altım örtecek küçük bir peştemal sarınmalı,
tamamen çıplak olmamalıdır. Bu, edep gereğidir. Hayızlı kadınla birlikte
uyumakta hiç bir mahzur yoktur. Eliyle yaptığı ve sunduğu yenilir. Cinsel
ilişki kurulmaksızın her türlü fiil müştereken yapılabilir. Bu hususta ittifak
edilmiştir. İhtilaf edilen, rahim dışında kalan beden parçalarının hangileriyle
ve nasıl ilişki kurulabileceğidir. Hicaz ehlinin görüşünü daha önce belirtmiştik.
Buna göre göbek altıyla diz üstü kısmı örtüldükten sonra vücudun diğer
kısıntılarıyla yapılabilenler yapılır.
Evlenen kişi
boşanmayla ilgili hükümler bilmelidir. Boşama durumunda kalırsa tek bir boşama
yapmalı ve bunu da kadının hem temiz olduğu, hem de o temizlik döneminde ilişki
kurmadığı bir zamanda yapmalıdır. Çünkü tek boşamanın süresi, kadının hayzının
bitmesiyle sona erer. Erkek isterse üç talakı tamamlayabileceği gibi vaz da
geçebilir. Tek boşamanın dört esası vardır:
1. Kitaba ve
sünnete uygunluk; Allah Teala buyurdu ki: "Hanımları iddetleri esnasında
boşaym". (Talak/l) Ömer (ra) ve İbni Abbas'ın (ra) kıraatinde bunun
açıklaması şöyle yapılmıştır. Yani onları iddet saymaya başlamadan önce boşaym.
Buna göre üç 'kuru' temizlenme olmaktadır. Bana göre de kasdedilen temizlenmedir.
Gerek dil, gerekse anlam bakımından hayız ile temizlik anlamları denk
anlamlardır.
2. İddeti bunun
üzerinden yürütmek; böylelikle kadının iddet süresi çabuk dolacak ve kadın
iddetten çıkacaktır. İddetinde, boşandığı temizlik dönemi de bir 'kaf sayılır.
Böylelikle iddet en kısa sürede beklenmiş olur. Çünkü bu Allah Teala'mn
sınırlarmdandır. Ayrıca adamın pişman olması durumunda, iddeti içinde geri alması
hakkı mevcuttur. Bunun için ikinci bir akde ve yeni bir mihre ihtiyaç yoktur.
İddetin bitiminden sonra geri almak isterse, bunu da yapabilir. Bu durumda da
eşinin başka bir erkekle evlenme şartı yoktur.
Bu ancak üç
talakın bir defada yapılması halinde geçerli olan bir şarttır. Böyle bir
durumda hanımıyla tekrar birlikte olabilmek için onun başka bir erkekle
evlenmesine göz yumacak ve ancak üçüncü kişiyle evlenip tekrar boşanmasından
sonra evlenebilecektir. Bu noktada göstermelik nikah, hülle ve benzeri hileler
bu akid-leri fasid kılar. Allah Resulü (sav) hülle yapana da, hülle yaptırana
da lanet etmiştir. Ulemadan bir zat da, bu tür bir hülleden sonra ilk eşiyle
evlenmesi halinde, yapılan nikahın sahih olmayacağını söylemiştir. Bütün bunlar
cehalet ve sünnete muhalefetin sonuçlarıdır.
Yüce Allah,
"Onları iddetlerinde boşayın" buyurduktan sonra, "Umulur ki
Allah bundan sonra başka bir iş çıkartır" (Talak/l) buyurmuştur. Yani
boşayan kişi pişman olabilir, hanımından tekrar hoşlanabilir. Böylelikle bir
veya iki boşamada iddet bitmeden vazgeçerse nikah tazelemek bile gerekmeden
tekrar birleşebilir. Eğer iddet dolmuşsa, o zaman nikah akdini tazeleyerek
tekrar evlenebilirler. Her iki halde de ikinci bir şahsın nikahına gerek yoktur.
Allah Teala
bunların ardından şöyle buyurmaktadır: "Her kim Allah'tan korkarsa onun
için bir çıkış yaratır". (Talak/2) Burada anlatılan, iddet dolmadan önce
Allah korkusunun galip gelmesiyle hanımın tekrar geri alınması halidir.
Eğer kişi üç
talakı pir defada ve hayız esnasında yaparsa üçü birden gerçekleşir ve hanımı
kendisine haram olur. Tekrar helal olabilmesi için başka bir erkekle evlenmesi
gerekir. Sünnete uygun olan budur. Ama başka bir erkekle göstermelik olarak
evlendirip boşatmak da birçokları tarafından yapılmış bir uygulamadır. Bu
konuda Ömer (ra), oğlu, Übey b. Ka*b (ra), Zeyd b. Sabit (ra), İbni Abbas (ra)
ve diğer Sahabe ile Tabiun'dan^görüşler nakledilmiştir. [33][33]
Allah Teala
'-buyurdu ki: "Sizden olan bekârları evlendirin". (Nur/32) Bizler
için iyilik ve güzelliğin hangisinde olduğunu elbette en iyi Bilen Allah Teala
nikahı, yani evlenmeyi (emretmektedir. Ayette geçen 'Eyâmâ' kelimesi, eşi,
olmayan, 'hanımı bulunmayan, dul, bekâr diye anılan kimsedir. Allah Teala hemen
ardından şöyle buyurmuştur: "Kölelerinizden salih olanları". (Nur/32)
Eğer nikah faziletli bir amel olmasaydı, salihlere mahsus kılınmaz ve onların
faziletlerine katılmazdı. Onlar Allah Teâla'mn velayetine mazhar olmuş kimselerdir:
"Allah salihleri veli edinir". (A'raf/196)
Üçüncü
kısımda ise şöyle buyrulmaktadır: "Eğer fakir iseler, Allah onları kendi
lütfü ile ihtiyaçtan kurtarır". Allah Teala zenginlerin durumlarını en
iyi Bilen'dir. Peki bu fakirleri ihtiyaçtan kurtarma nasıl olacaktır? Allah
Teala bu fakirleri eşyaya muhtaciyetten kurtaracak ve onlara kanaat ve zühd
nasip edecektir. Böylece onların nefslerini dünya metalarmdan müstağni kılmış
olacaktır. Nitekim Allah Resulü (sav) de şöyle buyurmaktadır: "Zengin,
malı çok olan değildir. Gerçek zengin, nefsi zengin olandır". Allah
Teala'nm taahhüdü, onları yakini iman ile başkalarına muhtaç olmaktan
kurtarmaktır. Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur: "Zenginlik olarak
yakin yeter".
Allah Teala
o kullarını gözlerini kısma ve namuslarını koruma ile de zenginleştirebilir.
Allah Resulü (sav) de bu meyanda şöyle buyurmaktadır: "Güç bulan kimse
evlensin. Böylesi gözün kısılmasına ve namusun korunmasına daha
elverişlidir".
Allah
Teala'nm muhtaç etmeme vaadi, evlenenler için olduğu gibi boşananlar için de
geçerlidir. "Eğer ayrılırlarsa, Allah her birini zenginliğinden müstağni
kılar" (Nisa/130) ayeti de bunu teyid etmektedir. Aslında muhtaç etmeme
ve zengin kılma fiilinin bütün tezahür biçimleri bu son ayette ortaya
konmuştur.
Allah
Teala'nm zengin kılması; günahtan koruma, kazanç için çalışmak zorunda
bırakmama, insanlara el açtırmama, kazancın hesabını vermekten kurtarma,
kacunlara muhtaciyetten kurtarma ve benzeri şekillerden herhangi biriyle
olabilir.
Nikahla
ilgili ikinci emirde şöyle buyrulmaktadır: "Hoşunuza giden kadınlardan
iki, üç veya dört tane evlenin". (Nisa/3) Bu ayet, hüküm bakımından
birinciden aşağıdır. Çünkü bunda bizim irademiz devreye girmektedir.
Evlenilebilecek kadın sayısını dört olarak sınırlaması, bir genişlik içindir.
O, kalplerin ilaçlarını, nefslerin hareket ve sükunlarını, mizaç ve
karakterlerini iyi bilmektedir. Ardından bize merhamet buyurarak şunu
eklemiştir: "Eğer adaleti sağlayamamaktan korkarsanız bir tane ile veya
elinizin altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum, adaletten ayrılmamanız
için en uygun olanıdır.". (Nisa/3)
Son verilen
bir sayısı, bekârlıkla dört hanım arasında orta bir noktadır. İşlerin en
hayırlısı da ortasıdır. 'Adaleti sağlayamazsanız'
ifadesinin
üç şekilde anlaşılması mümkün olup en güzeli bu şekilde anlaşılmasıdır. Bize
de en sevimli gelen, bu anlamdır.
Allah Teala
nikahı farz kılmadığı gibi bekârlığı da farz kılmamış, dört hanımı da gerekli
görmemiştir. O, kalp temizliğini, dini duyguların selametini, nefsin huzur
bulmasını ve gerektiğinde istenen emirleri yapabilmeyi farz kılmıştır.
Kim kalbini
temiz ve düzgün tutabilmek için evlenmek zorun-daysa böylesi onun için daha
faziletlidir.
Kim
istikametini koruyabilmek ve nefsini huzura erdirebilmek için dört hanımı
gerekli görüyorsa, gerekli hükümleri gözetmek şartıyla bunu yapmasında bir
sakınca yoktur.
Kim de
birine zor yetişiyorsa, onun için bir hanım çok daha faziletli ve daha
münasiptir. Çünkü bu; kişinin ruhi ve akli selametine, kalbinin istikameti ve
halinin İslahına daha yakındır. Böylesi selamete daha yakındır. Yaşadığımız şu
devirde selamete yakın olan elbette daha faziletlidir. Eğer imkan
bulunabiliyorsa, nikahın maksadı da budur. Bulunursa ne âlâ, aksi halde zararı
olmaz.
Dinde biri
Azimet, diğeri Ruhsat olan iki yol var dersek, bunu nikah konusunda da
belirlemek gerekir. Neticede nikah dini bir konudur. Nikahın, dini maksatlarla
terkedilmesinde izlenen iki yol vardır. İlk yol; kuvvet sahiplerinin yoludur.
Bunlar nikah erbabı ve nikahın hükümleriyle kadınlarla geçinme konusunda sabır
gösteren tahammüllü kimselerdir. Kuvvet sahiplerinin ikinci yolu ise,
kendilerini ahirete adayarak evlilik ve nikahtan uzak duranlardan oluşur.
Bir diğer
yol ise vesvese, beşeri tabiata teslim olma, kadınlarla içice olduğunda hal
bakımından zayıflama gibi olumsuzlukları taşıyanların yoludur. Bunlar,
istikamet ve salah bulabilmek için işe nikahla başlamalıdırlar. Süfyan-ı Sevri
(ra) şöyle derdi:
Ah ne güzel
bekârlık! Ve anahtar!
Rüzgarların
yarıp geçtiği bir ev!
Ne ses
geliyor içinden ne sadâ!
Başında da
sonunda da emir Allah'a aittir. Ve Hamd Tek olan Allah'adır. [34][34]
[5][5] Buharî, Savm/10, Nikah/2, 3; Müslim, Nikah/l, 3; Ebu
Davûd, Nikah/l; Nesa'î, Sı-yam/43, Nikah/3; İbni Mâce, Nikah/l; Darimî,
Nikah/2; İbni Hanbel, III/378, 424, 425, 432, 447,
[6][6] Buharî, Savm/10, Nikah/2, 3; Müslim, Nikah/l, 3; Ebu
Davûd, Nikah/l; Nesa'î, Sı-yam/43, Nikah/3; İbni Mâce, Nikah/l; Darimî,
Nikah/2; İbni Hanbel, IH/378, 424, 425, 432, 447.
[9][9] Btıharî, İlim/36, Cenaiz, 6, 91; Müslim, Birr/153;
Tirmızî, Cenaiz/64; İbni Mâce, Cenaiz/57; Nesaî, Cenaiz/25; İbni Hanbel, 1/375,
429, 451,11/276, 473, 510, 536, HI/152, VI/376, 431
[13][13] Nesa'î, BuyuVl; tbni Mâce, Ticarat/1; Darimî, Buyu/6;
İbni Hanbel, Vl/31, 42, 127, 193, 220.
[14][14] Buharı, Nikah/102; Ebu Davûd, Taharet/84, 85; Nesa'î,
Taharet/169; îbni Mâce, Taharet/102; Darimî, Vudu771; îbni Hanbel, W8, 9, 391
[17][17] İlgili hadisler için b. Müslim, Raza/53, 54; Buharı,
Nikah/15; Ebu Davûd, Nikah/2, 12; Tirmizî, Nikah/4; Nesaî, Nikah/10, 13; İbni
Mâce, Nikah/6; Muvatta', Nikah/4; îbni Hanbel, 111/80, 302, 11/428, VI/152.
[18][18] İlgili hadisler için b. Darimî, Nikah/5; İbni Mâce,
Nikah/9; İbni Hanbel, 111/93, IV/225, 226
[19][19] Bu ve benzeri hadisler için b. Tirmizî, Nikah/21;
Darimî, Nikah/18; Nesa'î, Nikah/66; İb-ni Hanbel, VI/427.
[22][22] Buharı, Cum'a/11, Cenaiz/32, îstikraz/20, Vasaya/9,
Itk/17, 19, Nikah/81, 90, Ahkam/l; Müslim, İmaret/20; Ebu Davûd, İmaret/1, 13;
Tirmizî, Cihad/27; İbni Hanbel, II/5, 54, 55, 108, 111, 120.
[30][30] Ebu Davûd, Taharet/127; Nesaî, Cuma/10, 12, 19; îbni
Mâce, İkamet/80; Darimî, Salat/195; İbni Hanbel, 11/209
[32][32] Bu manadaki hadisler için b. İbni Mâce, Edeb/38; Ebu
Davûd, Hammam/3, Tirmizî, Edeb/43;Nesaî, Gusl/2; Darimî, İstizan/23; İbni
Hanbel, III/339; VI/132, 139, 173, 179, 267
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar