Print Friendly and PDF

KUT'UL KULUB 1





Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Tasavvuf, İslâm'ın dününde olduğu gibi bugününde de etkin­liğini sürdüren bir akımdır. Bu yola gönül verenleri, kimi za­man tekke ve zaviyelerde tefekkür ve riyazet ile nefs müca-hedesi yaparken, kimi zaman da serhat boylarında ve yad ellerde cihad ve tebliğ farizalarını ifa ederken görmemiz mümkündür. Or­ta Asya bozkırlarında yaşayan Şamanist Türkler'i İslâm ile tanıştı­ran onlarken, Orta Afrika'nın balta girmemiş ormanlarına Tevhid nurunu taşıyanlar da yine onlardır. Bu yolun yolcuları hakkında söz söylerken çokları için özveride bulunulması neredeyse imkan­sız olan sıcak bir yuva, gönül hoşluğu saçan bir eş, boy boy çocuk­lar ve üstüste yığılı malları bir kenara iterek kendini Allah yoluna adamış insanları unutmamak gerekir.
Tasavvuf, herşeyden önce bir gönül mesleğidir. Bu mesleğe gi­renler, tarikatlarının, şeyhlerinin ve dergahlarının farklılığına rağ­men, hedefte bir olduklarının şuuruna sahip olmalıdırlar. Fıkıh mezhepleri, nasıl ameli konularda daha doğru olana ulaşma çaba­sı içinde olmuşlarsa, tarikatlar da kalbi konularda daha yüksekle­re ulaşma çabası içinde olmuşlardır. Bu hakikat, gözden uzak tu­tulmamalı ve müridler farklı tariklerine rağmen aynı yolun yolcu­ları olduklarını unutmamalıdırlar. Bu noktada Yunus Emre'nin şu beytini hatırdan hiç çıkarmamak gerekir:
Bir kez gönül kırdın ise, bu kıldığın namaz değil, Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.
Müslümanların yeniden varolma mücadelesi verdiği bir devir­de, bu şuura sahip olanlara düşen; ayrılık noktalarını değil birlik noktalarını çoğaltmaya çalışmak ve Allah Teala'nm sağlam ipine topyekün sarılmaktır. Şeriat ile tarikatı ayrı yollar gibi göstererek nıüslümanları tarikat ehli, şeriat ehli diye farklı kutuplara itenle­re verilecek cevap, devrin tefrik değil te'lif devri olduğunu hatırlat­maktır, 'Kol kırılır, yen içinde kalır5 misali, fikrin gelişmesi, cema­atin fikren diri kalması için yapılan müzakere ve sohbetlerde, ka­firlere karşı celal sahibi, farklı düşünen müslümanlara karşı merhamet dolu olunmalıdır.
Marifet yoluna girenler, Şeriat ilminin ehemmiyetini elbette da­ha iyi takdir eder ve bu ilimleri kazanmak için de çaba sarfederler. Bunun aksini düşünmek, marifet ehli hakkında sui zan beslemek­tir. Bundan Yüce Allah'a sığınırız. Yolların çokluğu, gidilen yerin kıymetini gösterir. Kimi kısa, kimi uzun olabilen bu yolların hepsi de Rahman'a çıkmaktadır. Öyleyse yolların çokluğuna kızmak ye­rine sevinmek gerekir. Varılacak yer, Rahman'm huzuru olduğuna göre, O'na giden yollarda seyredenlerin itişip kakışmak yerine bir­birlerine sevgi ve saygı duymaları gerekir.
İşte'DİTruh ve hislerle elinizdeki değerli eseri dilimize kazan­dırmayı uygun gördük. Bu şaheser, İmam Gazzali'nin dev eseri îh-yâu Ulûmi'd-dîn'i hazırlarken başvurduğu temel kaynaklardan bi­ri olmuştur. Şeyh Ebu Talib el-Mekkî (ra) şeriat Üe tarikat arasın­daki köprüyü maharetli bir mimar gibi inşa ederken, kendinden uzun asırlar sonra gelecek İmam Gazzali'nin (ra) işini de hayli ko­laylaştırmıştır.
Kaynak eserlerin hemen tamamında olduğu gibi bu eserin as­lında da metinde geçen ayet ve hadislerin yerleri belirtilmediği için, bunları elden geldiği kadar tahric etmeye çalıştık.
İmla konusunda uzatma işaretini (A) asgari ölçüde kullandık. Böylece klasik metin tercümelerindeki okumayı zorlaştıran işaret yoğunluğunu bir Ölçüde gidermeye çalıştık. Bu konudaki tercih ve sorumluluğun mütercim olarak şahsımıza ait olduğunu belirtmek isteriz.
Kûtü'l-Kulûb'un tercümesinde Hicri 1306 yılanda Kahire'de el-Matba'atü'l-Meymeniyye tarafından kurşun harflerle basılan ve Lübnan'da Darü'l-Fikir tarafından ofset basımı yapılan nüshayı esas aldık.
Kalplerin Azığı'mn aç kalplere azık ve kalp gözünden bakanla­ra ışık olmasını ümit ederiz. Başarı yalnız Allah'tandır.
Yayına hazırlayan Muharrem Tan[1][1]


Sünnî tasavvufun önde gelen isimlerinden meşhur sufi ve muhad-dis Şeyh Ebu Talib el-Mekkî (ra) İran asıllı Cebel halkmdandır. Fa­kat Mekke'de yetiştiği için el-Mekkî nisbesiyle anılmıştır. Tam adı, Muhammed b. Ebi'l-Hasan Ali b. Atiyye el-Harisî'dir. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. [2][2]


Gençlik yıllarında hayatının büyük bölümünü nefs mücahedesi ve ri­yazetle geçiren Şeyh Ebu Talib'in hadis aldığı hocalar arasında Ali b. Ahmed el-Masisi ve Ebu Bekir el-Müfıd'i görmekteyiz. Meşhur mü-fessir İbni Mücahid'in dostu olan İbni Salim'in de talebesi olmuştur. Yetiştiği Mekke'den ayrıldıktan sonra Basra'ya giden Şeyh Ebu Talib, orada Salimiye mektebine katılmıştır. Salimiye mektebi, Sehl et-Tüsteri tarafından kurulmuş ve naslara dayalı bir kelam mekte­bidir. Adını, Senl'in büyük öğrencisi Ebu Abdullah Muhammedi b. Salım ve onun oğlu Ebu Hasan Ahmed b. Salim'den almıştır.[3][3]   
1. Basra'da kurulan ve sufı temayüllere sahip olan bu nîektebin başlıca fikirleri şunlardır:
/lyAllah Teala, her an yaratıcı olmaktan geri durmaz; yaratıl­mamış olan işi böylece onu her tarafta, bilhassa Kur'an okuyan her okuyucunun dilinde aynı değerde olarak hazır kılar.
2. Allah Teala'nm yaratılmamış bir iradesi (=meşî'et) ve yaratıl­mış olan kararları (=irade) vardır. Bununla Allah Teala kendileri­nin günahkar olmalarını istemeden, yaratılmışların hataları meydana gelir. Şeytan, en nihayet Allah'a itaat etmiştir, Allah Teala, Kıyamet gününde bir insan suretinde temessül etmiş bir halde, bü­tün yaratılmışlar tarafından bila vasıta idrak edilebilir bir şekilde, görünecektir (=tecelli).
3. Şeriatın tatbiki, iradi bir uyma cehdi ile tahakkuk eder (=ik-tisab). Sabır, sevinmeden daha iyidir. Peygamberler, evliyadan üs­tündürler. Hikmet, imanın aynıdır.
4. Sufîyane ittihad, mümin için ezelden beri tayin edilen nisbet-te, kendi şahsiyetinin ilahi 'ben'in şuurunu kazanmasıdır (=sirru'r-rububiyet).
Sayıları onaîtıyı bulan bu ilkelerden on tanesi, Geylanî'nin Gunye adlı eserinde aynen tekrarlanmıştır. [4][4]
Şeyh Ebu Talib'in de mensubu olduğu Salimiye mektebinin ne derece isabetli görüşler ihtiva ettiğinin bir göstergesi de, Ebu Bekir el-Vasiti'den başlayarak sünni mutasavvıfların çoğunluğunun bun­lara intisap etmesidir. İmam Gazzali de hayatının ikinci devresin­de bu temayüle sahip olanlardandır. Şu halde müellifimiz, Ehli Sün-net'in tasavvuf! sahada sahih bir şekilde anlaşılması ve tatbik edil­mesi noktasında hayati bir rol üstlenmiş bulunmaktadır. Kendisi ri­yazet ve nefs mücahedesinde o derece ileri gitmiştir ki rivayete göre bir ara yemeği terkedip sırf ot yemekle iktifa ettiği için cildinin yeşer­meye başladığına şahit olunmuştur. Yayma hazırladığımız değerli eseri de, onun bu ihlaslı muamelesinin ve derin tefekkürü ile sünnet bilgisinin canlı bir timsalidir. Mekkî hicrî 386 (miladî 1006) yılında Bağdat'ta vefat etmiş ve Mâlikiye mezarlığına defnedünıiştir. [5][5]


Şeyh Ebu Talib el-Mekkî'nin en iyi bilinen eseri Kûtü'l-kulûb yani Kalplerin Azığı adlı kitabıdır. Bu kitabı dışında varolduğu rivayet edilen kitapları şunlardır:
1 el-Beyân eş-Şafi. Bu eser tam olarak elimize ulaşmamış olup Muhammed b. İbrahim el-Rundî tarafından izahları yapılan kısım­ları bize ulaşmıştır.
2.  İlk meşhur sufîlerden bahseden bir kitabının daha bulundu­ğu rivayet edilmiş, fakat kısmen de olsa bize ulaşmamıştır.
Şeyh Ebu Talib el-Mekkî'nin en mühim eseri olan Kûtü'l-kulûb, " sünni tasavvufun en bariz kaynaklarından biri olduğu gibi İmam Gazzali'nin değerli eseri İhyâû Ulûmi'd-dîn'in de ana kaynakların­dan biridir. İmam Gazzali, sözkonusu eserini yazarken bu kitaptan oldukça faydalanmıştır.[6][6]
Kûtü'l-kulûb, nazarî olmaktan çok amelî bir eserdir. Kitabın 48 faslının içinde tasavvuf! konular dışında kelam, fıkıh ve hadise de önemli miktarda yer verilmiştir. Konular ele alınırken, önce Kur'an ayetleri, ardından Allah Resulü'nün (sav) hadisleri, ardından Sa-habi sözleri ve tabiun ile sonrakilere ait vecizelere yer verilmiştir.
Kûtü'l-kulûb, tasavvufî mahiyette bir eser olmasına rağmen sa­dece bu sahadan değil, aynı zamanda şeriat ile alakalı meseleler­den de etraflıca bahsetmektedir. Bu da müellifi, halen bilinen ve ta­savvuf ile şeriat arasında köprü kurmaya çalışan sufîlerin belki de ilki kılmaktadır. Onun açtığı bu yoldan daha sonraları İmam Gaza­li gibi nice kıymetli zevat yürümüşlerdir.
Kûtü'l-kulûb, sünni tasavvufun önemli kaynaklarından biri ol­ması itibarıyla kimi zaman şerhler yazılarak açıklanmış, kimi za­man da ihtisarlar yapılarak özetlenmiştir. Şimdi bunlara işaret et­mek istiyoruz:
1.Muhammed b. İbrahim b. Abbâd el-Nefzî, el-Rundî (Ö. H. 791) tarafından kitabın zor anlaşılan birtakım kısımları şerhedil-miştir.
2. Muhammed b. Halef b. Said el-Endelusî (Ö. H. 485) tarafın­dan el-Vusûl ile'l-garazi'l-matlûb min cevahiri Kûti'l-kulûb adıyla ihtisar edilmiştir.[7][7]
3. Derviş Abdülkerim b. Ali tarafından (H. X. asır) bir kez daha ihtisar edilmiştir.[8][8]
4.  Ebu Abdullah et-Tabersî b. Abdillah el-Mühtedî bi-nûrillah tarafından tehzib edilmiştir.[9][9]
5.  Bir başka muhtasar Hüseyn b. Main (Ö. H. 870) tarafından yapılmıştır.[10][10]
Kûtü'l-kulub'un Kahire'de basılan matbu nüshası (H. 1310) dı­şında el yazması olarak bulunduğu yerlerden bir kısmı da aşağıda sıralandığı gibidir:
1. Reisül Küttab-489 (352 vr. tr. H. 922)
2. Nafiz Paşa-436 (252 vr. tarihsiz)
3. Ayasofya-2001 (343 vr. tr. H. 598)
4. Yeni Cami-723 (240 vr. tr. H. 574)
5. Fatih-2766 (c. I 212 vr. H. IX yy; c. II 212 var. tr. H. 877)
6.  Laleli-1478 (399 vr. tr. H. 1127)
7. Feyzullah Ef.-1267 (c. I 292 vr. tr. H. VII yy; c. II 236 vr. tr. H. VII yy. c. III 232 vr. tr. H. 570)
8. el-Ahmediyye/ Tunus No: 3560-3562
9.  Taşkend-3134
10. Tal'atTKahire Tasavvuf-1544 (179 var. tr. H. 492) [11][11]
Eserin böylesine çok sayıda yazılmış ve böylesine geniş bir ala­na dağılmış olması, Kûtü'l-kulûb'ün ne kadar beğeniyle okunduğu ve istifade edildiğinin açık bir delilidir. [12][12]


Allah'a  hamdolsun  ki;   evveli  ve  başlangıcı   olmaksızın Ukevnden ve mekandan önce mevcut olan ezelî el-Evvel'dir. Sonu ve ahiri olmaksızın yaratılanların ve zamanların yok olmasından sonra dahi mevcut olan e/-ezelî el-Ahifdır. Hiç bir uzaklık sözkonusu olmaksızın ezici gücüyle yüceliğinde el-Zâhir, dokunma olmaksızın yakınlığıyla el-Bâtın olandır. Yoktan yarattığı her şeye lütfuyla en güzel şeklini vermiş, kurduğu her şeyin yapı­sını sağlamlaştırmıştır. Hükümler, O'nun hikmetinden doğar, hü­kmedilenler de O'nun iradesine boyun eğei'ler. Görülen ve Görül­meyen Şehâdet ve Gayb alemlerindeki her şeyi latif kudretiyle bi­lir. Yarattıklarını dünya ve ahirette nimetleriyle kuşatmıştır. Lüt-funu, özellikle sevdikleri üzerine yaymış, adaletini ise bütün insan­lara sunmuş ve onları Kendi Zatı'nı tanıtmak suretiyle nimetlen-dirmiş, diğer varlıklar arasından seçmek suretiyle de büyük iyilik­te bulunmuştur. Yine onlara, Kelamı'nı kolaylaştırarak lütufta bu­lunmuş, kendilerinden bir Peygamber göndererek büyük bir iyilik etmiştir.
O'ndan, bu değerli Peygamber'e ve O'nun yakınlarına salat et­mesini, O'nun hürmetine bize en güzel nimetleri dağıtmasını ve kudretinin sırlarını bize bildirmesini niyaz ediyoruz. Yüce Allah, öncekilerin ve sonrakilerin önderi olan, Şefaat, Havz, Vesile ve övü­len Makâm-ı Mahmûd ile diğer peygamberlerden üstün kılman Resulü'ne, O'nun geçmiş zamanlarda yaşamış kardeşlerine ve O'na iyilik üzere tâbi olmuş ashabına salat buyursun.
Bu kitab; Şeyh Ebu Talib Muhammed b. Ali b. Atiyye el-Harisi el-Mekkî (ra) tarafından yazılan Mahbub ile Muamelede Kalplerin Azığı ve Müridin Tevhid Makamına Giden Yolunun Sıfatı kitabı olup aşağıda zikredilen kırksekiz (48) fasıldan oluşmuştur:
1. FASIL: Muameleye dair ayet-i kerimeler hakkındadır.
2. FASIL: Gece ve gündüz evradının bulunduğu ayet-i kerimeler hakkındadır.
3. FASIL: Müridin gece ve gündüz amelleri hakkındadır.
4. FASIL: Sabah namazında selamdan sonra okunması mendub ve müstehab olan ayet-i kerime ve zikirler hak­kındadır.
5. FASIL: Sabah namazından sonra okunacak seçme dualar
6. FASIL:  Müridin sabah namazından sonraki amelleri hakkındadır.
7. FASIL: Gündüzün yedi evradı hakkındadır.
8. FASIL: Gecenin beş evradı hakkındadır.
9. FASIL:  Fecr vakti hakkındadır.
10. FASIL: Zeval vakti, gölgenin uzama ve kısalmasının ayaklar yardımıyla bilinmesi hakkındadır.
11. FASIL: Gündüz ve gece namaz kılmanın faziletleri hakkındadır.
12. FASIL: Vitir ve Teheccüd Namazı'nm fazileti hakkındadır.
13. FASIL: Kulun, uykudan uyandığında ve sabah kalktığında
söylemesi müstehab olan sözler hakkındadır.
14. FASIL: Gece ibadetinin taksimi ve gece ibadete kalkanların
sıfatları hakkındadır.
15. FASIL: Kulun teşbih, zikir ve salat olarak yapacağı virdler,
cemaat namazının fazileti, duaların kabul edilmesi umulan zamanlar ve Teşbih Namazı hakkındadır.
16. FASIL:Kulun Kur'an okuma adabı ve şahit olunan okumada
bulunan okuyucuların sıfatları hakkındadır.
17.FASIL: Kur'an'da Mufassal ve Muvassal ifadeler, bunlarla amel edenlerin övülmesi, bunlardan gafil olanların yerilmesi ve Kur'an-ı Kerim'deki Garib kelimelerin tefsiriyle alakalıdır.
: Gaflet ehlinin çirkin sıfatlan hakkındadır.
: Kur'an-ı Kerim'i sesli okumak ve bunun dayandığı niyet ler ile Kur'an'ı sesli ve sessiz okumanın hü­kümleri hakkında dır.
: İhya edilmesi müstehab ve lütfün umulduğu geceler ve mübarek günlerde evrada devam edilmesi hak­kındadır.
Cuma Günü izlenecek adab ve müridin Cuma günü ve gecesi hakkındaki bilinmesi gerekenler hakkın­dadır.
Oruç, orucun tertibi ve oruçluların sıfatlan hakkın­dadır.
Nefis muhasebesi ve vakitlere riayet edilmesi hak­kındadır.
Mürid için virdin mahiyeti ve ariflerin durumu hak­kındadır.
Nefsi tanımak (=ma'rifetü'n-nefs) ve ariflerin bu-lunduklan vecd halleri hakkındadır. Murakabe ehlinin müşahedesi hakkındadır. Müridlerin esası hakkındadır.
Yakın kılınanlann (=mukarrebûn) murakabeleri ve yakini iman sahiplerinin makamları hakkındadır. Mukarrebunun makamlan, Allah'a yakinen inanan abidlerin durumları ve Allah'ın nzasmdan uzak tu­tulan gafillerin durumlara hakkındadır. Kalp işiyle uğraşanlann kalplerine gelen duygu ve düşünceler hakkındadır.
İlim, ilmin fazileti, alimlerin sıfatlan, marifet ilmi­nin diğer ilimlere üstünlüğü, Selef-i Salih alimleri­nin yolları, Batın ilminin Zahir ilmine üstünlüğü, Dünya alimleriyle Ahiret alimleri arasındaki fark, ilimleriyle dünyalık peşinde koşan şer alimlerinin durumu, ilmin sıfatları, Selefin ilimde izlediği yol, sonrakilerin uydurduklan kıssa ve sözler, Selef tarafından yapılmadığı halde insanlar tarafından son­radan çıkarılan söz ve fiiller, İman ve Yakin ilminin diğer ilimlere üstünlüğü, bunlarda hataya düşmeye karşı uyarı ve bu konuda söylediklerimizin açıkla­ması, haberlerin ayıklanması ve rivayetlerin değer­lendirilme yolları hakkındadır.
32. FASIL: Yakin makamlarının açıklaması, Yakin ilmine sahip
olanların hükümleri, takva ehlinin halleriyle ilgili feri hususların dayandığı Yakin makamlarının asıl­ları, takva ehlinin Tevbe, Sabır, Şükür, Rica, Korku, Zühd, Tevekkül, Rıza ve Muhabbet'ten oluşan dokuz hali hakkındadır.
33. FASIL: İslâm'ın temelleri hakkında olup bunlar 5 adettir:
1.Müminlere farz olan Tevhid şehadeti, Allah'a ya­kın kılınanların şehadeti olan bu lafzın faziletleri, Allah Resulü'nün (sav) şehadeti ve bunun yakin imanına sahip olanlar için taşıdığı faziletler.
2.Namazın açıklanması ki onun başlangıcı temiz­lenmenin farz ve sünnetleri, abdestin farz ve sün­netleri, faziletleri, namazın farz ve sünnetleri, na­maz kılanın vakti kaçırma ve yetişme hususundaki hükümleriyle bununla ilgili meseleler, namazın du­rumu ve namaz kılanın uyması gereken adab.
3. Zekat'm açıklanması, verilme zamanı, sadakanın faziletleri, sadaka verme adabı ve fakirlerin durum­ları.
4. Ramazan ayı orucunun açıklanması.
5.  Şeriatın kemal ve Din'in tamam bulduğu son rü­kün olan Hacc'm açıklanması hakkındadır.
34. FASIL: İslâm ve İman'm açıklanması, Sünnet'in akitleri,
İnsanların Zahir ilmine göre muameleleri, İslâm'ın temel dayanakları, İman'ın esasları, İman İslâm bağlantısı-, kalplerle amelin ilişkisi, İman İslâm ay­rımının açıklanması, İman'da istisna, nifaktan ko­runma ve Selefin bu hususlarda izledikleri yollar.
35.  FASIL: Sünnet, Sünnet'in faziletleri, Şeriat adabı ve Zahir ilmiyle ilgili olarak kalplerin yaptığı akitler hakkın­dadır ki bunlar 16 hasletten ibarettir:
1.  îmanın söz ve amel olduğuna inanmak,
2. Kur'an, Allah'ın Keîamı'dır ve yaratılmış değildir,
3.  Sıfatlarla ilgili bilgilere teslim olmak,
4.  Allah Resulü'nün (sav) Ashabı'mn üstünlüğünü bilmek ve buna inanmak,
5.  Allah ve Resulü'nün (sav) yükselttiğini yükselt­mek,
6.  îmamet'in Kayamet'e dek genel olarak Kureyş'te olduğuna inanmak,
7. Kıble Ehli'nden hiç birini küfürle itham etmemek,
8.  Allah Teala'nm iyi veya kötü bütün takdirlerini tasdik etmek,
9. Münker ve Nekir sorgusunun hak olduğuna inan­mak,
10.  Kabir azabının hak olduğuna inanmak,
11.  Mizan'a inanmak,
12.  Sırat'ın hak olduğuna inanmak,
13. Allah Resulü'ne (sav) has olan Havz'a inanmak,
14. Allah'a nazar etmeye inanmak,
15.  Tevhid ehlinin, ateşten çıkarüacaklarına inan­mak,
16.  Hesabın olacağına inanmak. Burada İcma' ba­bından olarak Bidat Ehli'nin cemaatten ayrılacağı­na, Sünnet'in faziletlerine ve iyilik üzere tabi' olan Selef-i Salih'in yollarının açıklamasına dair bir ba­his vardır.
36. FASIL: Şeriatın esasları, îman'm izzeti, müslümanın müs-lüman olabilmesinin şartları, kişinin İslâm'ının gü­zelliği, Allah'ın onu sevmesinin alametleri, müslü­manın diğer müslüman üzerindeki hakları, İslâm'ın müslümanlara farz kıldığı hürmet, bedeni sünnet­ler ve sakalla ilgili günah ve bidatlar, onunla ilgili bazı şeylerin fazilet ve güzelliği, sünnet ve nafile na­mazlar hakkındadır.
Büyük günahların (=kebâ'ir) açıklanması ve kafirle­rin hesaplarıyla ilgili bir mesele hakkındadır. İhlas'm açıklanması, durumların değişiminde bile onun güzelleştirilmesi, fiillerde ona değişik afetle­rin bulaşmaması konusunda yapılan uyarı hakkın­dadır.
Azıkların arttırılıp eksiltilmek suretiyle düzenlen­mesi hakkındadır.
Yiyecekler, bunlarla ilgili adab ve sünnetlerle, ye­mekle ilgili mekruh ve müstehablar hakkındadır. Fakirliğin gerekleri, faziletleri, fakirlerin avam ve havassmm sıfatları, bağışların kabul ve reddediş yolları ve Selefin bu konuda takip ettiği yollar hak­kındadır.
Yolcunun hükümleri ve yolculukta güdülen gayeler hakkındadır.
İmamın hükmü, İmamet ve imama uyanların sıfat­ları hakkındadır.
Allah yolunda kardeşlik, dostluk ve kardeşlerin Al­lah yolundaki muhabbetleri, kardeşliğin hükümleri ve dostların sıfatları hakkındadır. Evlilik, evlenip evlenmemeden hangisinin hayırlı oluşu ve kadınların hükümleri hakkındadır. Hamamlara girme hakkındadır. Zanaatlar, geçim yolları, alış-veriş, zanaatkar ve tüccarın işleriyle ilgili olarak bilmeleri gereken hu­suslar hakkındadır.
Helal, Haram ve bu ikisi arasında kalan şüpheli hu­suslarla helalin fazileti, şüphenin yerilmesi ve bu-nundeğişik misallerle gösterilmesi hakkındadır. [13][13]



Bunlar, içlerinde muamelenin zikredildiği ayet-i kerimelerdir. Al­lah Teala buyurdu ki: "Kim de mümin olarak ahireti ister ve ve amelini de onun için yaparsa, işte bunların amelleri makbul olur" (İsra/19) "Her kim ahiret kazancını isterse, ona ondan veririz. Her kim de dünya kazancını isterse, ona da ondan veririz. Ama onun için ahirette nasip yoktur". (Şura/20)
Yüce Allah buyurdu ki: "İnsan için, ancak amel ettiği vardır. Onun ameli görülecektir ve yeterli ödülü verilecektir". (Necm/39-41) Kudreti eşsiz olan Allah başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: "Geçmiş günlerde takdim ettiklerinize karşılık yeyin, için, afiyet ol­sun". (Hakka/24) Allah Teala bir diğer ayetinde şöyle buyurur: "Herkes için yaptıkları amellere karşılık dereceler vardır". (Ah-kaf/19) Allah Teala, başka bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Hal­buki, ne mallarınız, ne çocuklarınızı sizi Biz'e yaklaştırır. Ancak iman edip salih amel işleyenler müstesna. İşte onların amellerine karşı, kendilerine kat kat mükafaat vardır". (Sebe'/37)
Yüce Allah bir ayetinde ise şöyle buyurmaktadır: "İşte bu gör­düğünüz, amellerinizle varis kılındığınız cennettir". (Araf/43) Baş­ka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Onların yapmış oldukları amellere mükafaat olarak kendileri için göz aydınlığından nelerin gizlenmekte olduğunu şimdi hiç bir kimse bilmez". (Secde/17)
O, diğer bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Sabreden ve Rab'le-rine tevekkül eden amel sahiplerinin mükafaatları ne kadar da gü­zeldir". (Ankebut/58) Allah Teala başka bir ayetinde ise şöyle bu­yurmaktadır: "Rab'leri katında selamet yurdu onlarındır. Ve Rab'leri, evvelce işlemiş olduklarından dolayı onların Velisidir". (En'am/127) [14][14]



Burada, gece ve gündüz evradını teşkil eden ayet-i kerimeleri zik­redeceğiz. Allah Teala buyurdu ki: "Düşünüp ibret almak veya şük­retmek isteyenlere gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren de O'dur". (Furkan/62) Yüce Allah başka bir ayetinde ise şöyle buyur­maktadır: "Çünkü sana gündüzün uzun bir meşguliyeti vardır. Hem Rabbinin ismini an: Kendini her şeyden çekerek Rabbine yö-nel. (Müzzemmil/7-8) Allah Teala başka bir ayetinde ise şöyle bu­yurmaktadır: "Ve Rabbinin ismini sabah - akşam an! Gecenin bir bölümünde de O'na secde et. Hem de O'nu geceleyin uzun uzadıya teşbih et!". (İnsan/25-26)
Yüce Allah bir diğer ayetinde ise şöyle buyurur: "O halde sen onların söylediklerine sabret de güneş doğmadan önce ve batma­dan önce hamd ile Rabbini teşbih et. Ve gece saatlerinde ve gündü­zün etrafında da O'nu teşbih et ki, Allah'ın rızasına eresin". (Ta-ha/130)
Yüce Allah, başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Çünkü gece kalkışı hem daha tesirli hem okuyuşça daha tesirli­dir." (Müzzemmil/6) Alah Teala başka bir ayette ise şöyle buyurur: "Ve gece saatlerinde ve gündüzün etrafında da O'nu teşbih et ki, Al­lah'ın rızasına eresin". (Taha/130)
Diğer bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Yoksa o gece saatle­rinde kalkan, secdeye kapanıp kıyama durarak daima vazifesini yapan, Ahiretini hesaba katan ve Rabbinin rahmetini dileyen o kimse gibi mi olacaktı? De ki: 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?' Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar". (Zümer/9) Allah Teala baş­ka bir ayetinde ise şöyle buyurmaktadır: "Onlar geceleyin yataklarmdan kalktıklarında, korku ve ümit içinde Rablerine dua eder­ler". (Secde/16)
Allah Teala başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: "Onlar Rableri için secde ve kıyamla gecelerler".(Furkan/64) Allah Teala başka bir ayette de şöyle buyurur: "Geceleri pek az uyuyorlardı. Se­her vakitleri bağışlanma diliyorlardı". (Zariyat/17-18)
Allah Teala başka bir ayette ise şöyle buyurur: "Güneşin öğle vakti zevalinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Bir de sa­bah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir. Geceleyin de sa­na mahsus fazla bir namaz için de uykudan kalk. Teheccüd kıl". (İs-ra/78-79) Yine başka bir ayetinde şöyle buyurmaktadır: "Hem de gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatle­rinde namaz kıl. Çünkü güzel işler, kötülükleri giderir. Bu, idraki olanlara bir öğüttür". (Hud/114)
Allah Teala başka bir ayetinde ise şöyle buyurmaktadır: "O hal­de akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı teşbih edin. Göklerde ve yerde hamd O'nun içindir. Günün sonunda ve öğle vaktine girin­ce Allah'ı tenzih edin, namaz kılın". (Rum/17-18) [15][15]



Bu fasılda, müridin gece ve gündüz yerine getirmesi gereken farz emirler ve fazilet kaynağı mendublar anlatılacaktır. Bunların ilki, fecrin doğuş vaktinde yapılması gereken zikirdir. Fecrin doğuş vak­ti, gökyüzünde fecrin ışıklarının baskın gelmesinin etkisiyle yıldız­ların ışıklarının zayıflamaya yüz tuttuğu doğu kesiminde gecenin karanlığından sıyrılan aklığın belirginleşme vaktidir.
Yüce Allah, kullarına tam bu vakitte Zatı'nı zikretmelerini em­retmiş ve şöyle buyurmuştur: "Gecenin bir kısmında ve yıldızların batmaya yaklaştığı sırada Rabbini teşbih et". (Tur/49) Kul, bu va­kitte sabah namazının iki rekat sünnetini kılar ve bu rekatlarda Kaftrun ve İhlas surelerini okur. Allah Resulü'nden (sav) yapılan rivayetlerin çoğunluğunda bu iki surenin okunduğu bildirilmekte­dir. Kul, bu namazdaki kıraatini, sessiz yapabileceği gibi sesli de yapabilir.
Bu konuda iki hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan ilki, sessiz okuma yönünde olup Hz. Aişe'ye (ra) aittir. Dedi ki: "Allah Resulü (sav) sabah namazında kıraati sessiz yapardı. Öyle ki kendi kendi­me Fatiha'yi okuyup okumadığını sorardım".[16][16] Diğer hadis ise İbni Ömer'e (ra) ait olup sesli okumaya delalet etmektedir: "Allah Resu-lü'nü (sav) yirmi gün izledim ve sabah namazının iki rekatında Ka-flrun ve İhlas surelerini okurken dinledim" [17][17]
Ebu Hüreyre (ra) ve İbni Abbas'dan (ra) rivayet edilen bir diğer hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) sabah namazının ilk rekatında Bakara suresinin "Ey müminler! Deyin ki: 'Biz Allah'a, bize indiri­lene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve Yakub'un oğullarına indirilenlere, yine Musa'ya, İsa'ya verilenlere ve bütün peygam­berlere Rabbi katından verilen Kitab ve ayetlerin hepsine iman et­tik. O'nun peygamberlerinden hiç birini diğerlerinden ayırt etme­yiz. Ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız". (Bakara/136) ayetini, ikinci rekatta ise "Ey Rabbimiz, indirdiğin -Kitab'a iman ettik ve Resulü'ne tabi olduk, bizi o şahitlerle beraber yaz!". (Al-i İmran/53) ayetini okuduğu bildirilmektedir. Kul, bazan da bunla­rı okumalıdır.
Sonra, Allah Teala'dan yetmiş kez istiğfarda bulunur. Bu istiğ­farların her birinde şöyle der:
"Kendinden başka ilah bulunmayan, el-Hayy ve el-Kayyum olan Yüce Allah'dan istiğfar eder, O'ndan tevbemin kabulünü niyaz ede­rim".
Sonra Allah'ı teşbih eder ve Kur'an'da bulunmakla birlikte Kur'an olmayan dört hikmet dolu kelimeyi yüz kere söyleyerek O'nun şanmı yüceltir ki bu dört kelime şunlardır: Sübhanallah, El­hamdülillah, La ilahe illallah ve Allahü Ekber. Ardından bir kez de Estağfirullah (=Allah'dan istiğfar dilerim) ve Tebârekallah ^Al­lah'ın şanı çok yücedir) kelimelerini zikreder. Kul, bu vakitte işte bunlar ile dua etmelidir. Çünkü Allah Resulü (sav) sabah namazı­nın iki rekatından sonra bunlarla dua ederdi.
ibni Ebi Leyla-Davud b. Ali-Babası kanalıyla İbni Abbas'dan (ra) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: İbni Abbas (ra) dedi ki: "Ab-bas (ra) beni Allah Resulü'ne (sav) gönderdi. Ben de akşam vakti O'nun yanma vardım. Teyzem Meymune'nin (ra) yanındaydı. Gece namaz kılmak için kalktı. Sabah namazından önce iki rekat kıldık­tan sonra şöyle dua etti:
"Allahım! Ben Senin katından kalbimi hidayete erdirecek, dağı­nıklığımı toplayacak, karışıklığımı toparlayacak, gençliği geri vere­cek, görünen halimi ıslah edecek, borcumu ödeyecek, gizlimi koru­yacak, zahiri halimi yükseltecek, ameli arındıracak, yüzümü ağar­tacak, rüşdümü gösterecek, ve beni her türlü kötülükten uzak tu­tacak bir rahmet diliyorum. Allahım, bana sadıkîbir iman, sonra­sında küfür olmayan bir yakin, dünya ve ahirette Sen'in ikram şe­refine nail olabileceğim bir rahmet nasib et!
Allahım! Sen'den ölümde başarıyı, şehitlerin makamlarını, bah­tiyarların hayatını, peygamberlerin refakatini ve düşmanlara kar­şı yardımını niyaz ediyorum.                                                    .
Allahım! ihtiyacımı Sana havale ediyorum. Görüşüm yetmese,amelim zayıf kalsa da Sen'in rahmetine muhtacım. Ey İşleri biti­ren! Ey yüreklere şifa veren! Kullarını denizlerde kurtardığın gibi, beni de cehennem ateşinden, helak çağrısından ve kabirlerin fitne­sinden kurtarmam niyaz ediyorum.
Allahım! Görüşüm yetmese ve uğruna yaptığım ameller yeter­siz kalsa, niyyet ve arzum ona ulaşmaya yetmese de, yarattıkların­dan birine vaadettiğin veya kullarından birine vereceğin iyilik için Sana yönelir ve Sen'den onu niyaz ederim ey alemlerin Rabbi!
Allahım! Bizi, hidayeti bulmuş ve ona sevkeden kullarından ey­le! Sapıtan ve insanları saptıranlardan eyleme! Düşmanlarına kar­şı savaşçı, dost ve velilerine karşı barışçı eyle. Biz, Sen'in sevginle sevdiklerini sever, Sana karşı geldikleri için Sen'in düşmanlığına uğrayan kullarına düşman oluruz.
Allahım! duam budur ve kabulü Sen'in takdirindedir. Çabam bu­dur, tevekkülüm Sana'dır. Biz Allah için varız ve biz kesinlikle O'na dönücüyüz. Çetin ahdin ve doğru emrin sahibi olan Allah'ın verdi­ğinden başka güç yoktur. Sen'den Kıyamet günü emniyet, ebediyet günü, yakın kılman şahitler, sürekli rüku' ve secde edenler ve ahit­lerine vefalı olanlarla birlikte cennet diliyoruz. Muhakkak ki Sen, çok merhametli ve çok sevici olansın. Sen dilediğini yaparsın. İzze-tiyle merhamette bulunan Allah çok yücedir ve onunla buyurmuş­tur. Şan elbisesini kuşanan Allah çok yücedir ve onunla ikramda bulunmuştur. Teşbihin sadece Kendisine layık olduğu Allah pek yü­cedir. Fazilet ve nimetler sahibi Allah çok yücedir. Kudret ve kerem sahibi Allah çok yücedir. İlmiyle her şeyi sayan Allah çok yücedir.
Allahım! benim kalbime bir nur ver, kabrime bir nur ver, kula­ğıma bir nur ver, gözüme bir nur ver, saçıma bir nur ver, cildime bir nur ver, etime bir nur ver, kanıma bir nur ver, kemiğime bir nur ver, önüme bir nur ver, arkama bir nur ver, sağıma bir nur ver, so­luma bir nur ver, üstüme bir nur ver ve altıma bir nur ver! Allahım, nurumu arttır, bana bir nur ver ve benim için bir nur kıl! [18][18]
Allah Resulü'nün (sav) bedeninin bütün uzuvları için istediği bu nurlar, aslında el-Nur olan Allah Teala'nm, O'nun her halinde, hareket ve sükununda sürekli O'na bakması ve O'nun için destek ve şahit olması, O'nu sürekli koruması, devamlı nıüşahadesi altın­da tutması içindir. Böylelikle Allah Resulü'nün (sav) gözü kayma­yacak, azgınlığa kalkmayacak ve nefsi her hangi bir arzuya teslim olmayacaktır.
Kul, bu duayı sabah namazının iki rekatından sonra okumalı ama öncesinde Allah Teala'dan kulu ve Resulü Muhammed (sav) ve ailesi için salat ve selam niyazında bulunmalıdır. İşte o zaman Al­lah Teala kulunun duasım kabul buyurur. Çünkü Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah Teala'dan bir istekte bulunacağı­nız zaman, bana salat etmesini niyaz ederek başlayın. Çünkü Allah Teala, iki istekte bulunulup da birini kabul edip diğerini reddede­cek kadar ikramdan uzak değildir".
Kul, sünneti kıldıktan sonra Allah'ın sahiplenişi ve komşuluğu kapsamına girmek için namazın farzını cemaatla birlikte kılmalı­dır. Bir hadis-i şerifte sabah namazının cemaatla kılınması hakkın­da şöyle buyrulmaktadır: "Cemaat içinde kılman sabah namazı, ge­cenin tamamını ibadetle geçirmekten daha faziletlidir. Son yatsı namazını cemaat içinde kılmak da, bir gecenin yarısını ibadetle ge­çirmekten daha faziletlidir"[19][19]
Kul, sabah namazını cemaatla kılarken de, kıraata kulak ver­meli, kalbini açık, aklım diri tutmalı, gayretini toplamalı, uyanık olmalı, güzelce yönelmeli ve Allah Kelamı üzerinde iyice düşünme­li ve inceliklerini anlamaya çalışmalıdır. Namazı bitirdikten sonra da, müstehab olan zikirlerini yapmalıdır. [20][20]



Bu ayet-i kerime ve zikirleri de bize ulaşan rivayetlerden seçtik.
"Allahım, Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Allahım, Selam Sen'sin ve selam da yalnız Sen'dendir ve yine Sana döner.
Allahım! bizi de selamınla selamla ve bizi Darü's-Selam olan Cennetine sok. Celal ve İkram sahibi olan Sen çok yüce ve müba­reksin!"
Kul, bundan sonra 3 kez Sübhânellâhilazîm ve bi-hamdih cüm­lesini söyler. Ardından üç kez Allah Teala'dan istiğfarda bulunur. Sonra şöyle der:
'Allahım, Sen'in verdiğini engelleyecek, Sen'in engellediğini ve­recek yoktur. Hiç bir çaba sahibine, Sen'in iznin olmadıkça çabası %da etmez".
Ardından dizlerini kırıp oturarak şu kelimeleri 10 kez söyler:
"Tek olan Allah'dan başka ilah yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur ve hamd yalnız O'nadır. Can veren de can alan da O'dur. Daima diridir, hiç ölmez. Hayır, O'nun elindedir. Ve O, her şeye güç yetirendir".
Kul, bundan sonra 10 defa da Ihlas suresini okur ve 10 kez şöy­le der:
"Taşlanmış şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım. Şeytanın fısıltılarından Sana sığınırım. Onları bana bulaşmaların­dan da Sana sığınırım ey Rabbim!"
Sonra 3 defa, "İzzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Peygamberlere selam olsun. Hamd ise, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur". (Saffat/180-182) ayetlerini okur.
Ardından "O halde akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı teşbih edin. Göklerde ve yerde, hamd O'nun içindir. Günün sonun­da ve öğle vaktine girince Allah'ı tenzih edin, namaz kılın. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkartır. Ölümünden sonra yeryüzüne O hayat verir. İşte siz de böyle çıkartılacaksınız". (Rum/17-19) ayetle­rini 3 kez okur.
Sonra 33'er kez Sübhanallah ve Elhamdülillah, 34 kez de Alla-hü Ekber teşbihi çeker. Böylece toplam yüz kez teşbih etmiş olur. İsterse bunu 25 kez yaparak Tehlil lafızlarını ekler. Sübhanallah, Elhamdülillah, Lailahe illallah ve Allahü Ekber kelimelerini 25'er kez çekerse, yine yüze tamamlamış olur.
Sürekli devam ettiği takdirde bu vird kendisine çok kolay gelir. Sonra Fatiha suresini, Ayete'l-Kürsi'yi, sonra sırayla;
"Peygamber, Rabbinden kendisine ne indirilraişse onların hep­sine iman etti, müminler de. Onların hepsi Allah'a O'nun melekle­rine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. 'Biz Allah'ın pey­gamberlerinden hiç birinin arasını ayırmayız, dinledik ve itaat et­tik. Ey Rabbimiz, mağfiretini niyaz ederiz. Bizi bağışla, son varışı­mız ancak Sana'dır1 derler. Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğin­den öte yük yüklemez. Herkesin yaptığı hayır kendi faydasına, yaptığı kötülük de kendi zararınadır. 'Ey Rabbimiz, eğer unuttuk yahut yamldıysak bizi tutup sorguya çekme. Ey Rabbimiz, hem bi­ze bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbi­miz, hem bize bizim yüklenemeyeceğimiz yük yükleme ve günahla­rımızı bağışla. Bize mağfiret eyle, bize rahmetini ihsan eyle, Sen­sin Mevlamız, o kafirler güruhuna karşı bize yardım et". (Baka-ra/285-286)
"Allah, şu hakikate şehadet eyledi ki, Kendisinden başka ilah yoktur. Bütün meleklerle adalet ve hakkaniyeti ayakta tutan ilim sahipleri de. O'ndan başka hiç bir ilah yoktur. O, Aziz'dir, Ha-kim'dir". (Al-i İmran/18)
"De ki: Ey mülkün sahibi Allahım! Dilediğine mülk verirsin, di­lediğinden de mülkü çekip alırsın. Ve dilediğini aziz, dilediğini de zelil edersin. 'Hayır' yalnız Senin elindedir. Muhakkak ki Sen, her şeye kadirsin. Geceyi gündüzün içine, gündüzü de gecenin içine ko­yarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden de ölü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız nzık verirsin". (Al-i İmran/26-27)
"Andolsun size içinizden ve gayet izzetli bir Resul geldi. Zorlan­manız ona ağır geliyor. Üstünüze titriyor. O, müminlere karşı ga­yet merhametli ve şefkatlidir". (Tevbe/128)
"Ve şöyle de: evlat edinmeyen, mülkünde ortağı olmayan ve ze­lil kimselerden bir yardımcısı da bulunmayan Allah'a hamdolsun. O halde O'nu 'Tekbir1 ile yücelt de yücelt!" (îsra/111)
"Andolsun ki Allah, Resulü'nün rüyasını doğru çıkardı. Andol­sun ki Allah'ın izniyle Mescid-i Haram'a emniyet içinde, kiminiz başlarınızı tıraş ederek, kiminiz saçlarınızı keserek, korkusuzca ve kati surette gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi de, bundan önce yakın bir fetih verdi. O Allah, Resulü'nü hidayet ve hak din ile gönderdi ki, o dini bütün dinlerin üstüne çıkarsın. Şahit olarak da Allah yeter". (Fetih/27-28)
Hadid suresinin ilk beş ayetini ve Haşr suresinin son üç ayeti­ni okuduktan sonra 7 kere şöyle dua eder:
"Allahım! Senin Zatı'nm ikramıyla Muhammed'e ve onun yakınlarına salat buyurmanı niyaz ederim. Sen'den cenneti niyaz eder ve cehennemden Sana sığınırım".
Rivayete göre Kabisa b. Muharik (ra) Allah Resulü'ne (sav) şöy­le demişti: "Bana, Allah'ın kendileriyle bana fayda sağlayacağı ke­limeler öğret. Bunları kısa tut, çünkü artık yaşım ilerledi ve bir za­manlar yaptığım şeyleri yapamaz oldum. Allah Resulü (sav) buyur­du ki: Dünyan içinse, abah namazını kıldıktan sonra üç defa Süb-hanallahi ve bihamdih, Sübhanallahilazim ve bihamdih vela kuv­vete illa billah kelimelerini zikret. Bunları söylediğin zaman, kör­lükten, cüzzamdan, alaca ve felçten emin olursun. Ahiretin içinse, şunu sÖyle:Allahım, Muhammed'e ve Muhammed'in yakınlarına salat buyur. Bana lütfundan yay ve rahmetini üzerimde tut. Ve ba­na bereketlerinden indir.
Allah Resulü (sav) daha sonra şöyle buyurdu: O, Kıyamet günü onları bulunca, kendilerini bırakmaz ve onun için cennetten dört kapı açılır ve oraya dilediği kapıdan girer".
Eğer Hızır'ın (as) İbrahim et-Temimi'ye hediye ettiği ve ona kuş-\luk vakti ve akşam vakti söylemesini tavsiye ettiği 10 adet yedişerli zikri söylerse, o zaman üzerindeki lütf-u ilahi kemal bulmuş olur. Hızır (as) bu kelimeleri ona verirken, Allah Resulü'nün (sav), bun­ların faziletinden bahsettiğini ve anlatılamayacak kadar yüce bir özelliğe sahip olduklarını söylemiş, bunlara devam edenin, Allah ta­rafından cennetle müjdelenmiş kulları olduğunu ilave etmiştir.
Konuyu uzatmamak için bunların faziletlerini tafsilatıyla an­latmamayı uygun gördük. Kul, bu kelimeleri devamlı olarak söyler­se, üzerindeki lütf-u ilahi kemal bulmuş olur. Bunları sürekli ola­rak zikretmek, dağınık olarak verdiğimiz bütün duaların sevabla-rmı onun için bir araya getirir.
Bunu Sa'id b.Sa'id, Ebi Tıyba'dan, o Kurz b. Vebere'den rivayet ederek şöyle demiştir: Abdaldan biri şöyle demişti: Şam'dan bir kardeşimiz geldi ve bana bir hediye vererek şöyle dedi: Ey Kurz, hediyemi kabul et. O, gerçekten de çok güzel bir hediyedir. Değeri­ni bil!
Ben de şöyle dedim: Ey kardeşim, bu hediyeyi sana kim hediye etti? Dedi ki: Bunu bana İbrahim et-Temimi hediye etti. O zaman şöyle dedim: Peki, İbrahim'e, bunu kimin verdiğini sormadın mı?
Dedi ki: Tabii ki sordum. Bana şu cevabı verdi: Kabe'nin avlusun­da oturuyordum. Sürekli tekbir, hamd ve tesbihde bulunuyordum. Yanıma bir adam geldi ve bana selam vererek sağ tarafıma oturdu. Kendi zamanımda ondan daha güzel yüzlü, daha güzel elbiseli, da­ha beyaz ve daha güzel kokulu birini görmemiştim. Ona şöyle de­dim: Ey Allah'ın kulu, sen kimsin ve nereden geldin?
Bana dedi ki: Ben Hızır'ım. Bunun üzerine ona: Peki ne için ba­na geldin? diye sordum. Dedi ki: Sana selam vermek ve sana Allah için duyduğum sevgiden dolayı geldim. Hem yanımda sana hediye etmek istediğim bir hediye var. Dedim ki: Nedir o? Dedi ki: Güneş doğup ışıklarını yeryüzüne yaymadan ve batmadan önce şunları yedişer kez okumandır: Yedi kez Fatiha suresi; Yedi kez Nas sure­si; Yedi kez Felak suresi; Yedi kez İhlas suresi; Yedi kez Kafirun su­resi; Yedi kez Ayete'l-Kürsi; Yedi kez Sübhanallah velhamdülillah vela ilahe illallah vallahü Ekber demen; Yedi kez Allah Resulü'ne (sav) salat etmen; Yedi kez kendi nefsin, anne-baban, çocukların, hanımın, yaşayan ve ölmüş bütün müminler için istiğfarda bulun­man; Yedi kez şöyle dua etmen:
"Allahım! Benim ve onlar için er veya geç, din, dünya ve ahiret için Sana layık olanı yap! Ey Mevlamız, bize layık olmadığımız şey­leri yapma! Muhakkak ki Sen, Çok bağışlayıcı, Halim, Cömert, Ke­rim, Şefkatli ve Merhametli olansın".
Sakın kuşluk ve akşam vakitlerinde bu duaları etmemezlik yapma. Ona dedim ki: Sana bu hediyeyi kimin verdiğini öğrenme­yi çok isterim. O zaman şöyle dedi: Onu bana Muhammed (sav) ver­di. Dedim ki: Peki bunun sevabı nedir? Dedi ki: Muhammed (sav)y üe karşılaştığında, sevabını ona sor, O sana bildirecek.
ibrahim et-Temimi bundan sonra, o gece uykusunda meleklerin kendisine geldiklerini ve cennete taşıdıklarını görmüş ve cennette gördüklerini çok güzel bir şekilde anlatmıştır. O der ki: Meleklere, bütün bunların kimin için hazırlandığını sordum. Bana şu cevabı verdiler: Bunlar, senin yaptığın amelleri yapanlar içindir. İbrahim et-Temimi, o gece cennetin meyvalarmdan yediğini Ve meleklerin kendisine cennet şaraplarından sunduklarını kaydeder ve der ki: Ve Allah Resulü (sav) yanıma geldi. Beraberinde yetmiş peygamber ve her bir saffı doğu ile batı arasını dolduran yetmiş saf halindeki melekler vardı. Bana selam verdi ve ellerimden tuttu. Ben de, 'Ey Allah Resulü! Hızır bana bu hadisi senden duyduğunu haber verdi' dedim. Allah Resulü (sav) de şöyle buyurdu: Hızır doğ­ru söylemiş. Hızır doğru söylemiş. Sana anlattığı her şey haktır. O, yeryüzü halkının alimi, Abdal'ın reisi ve Allah'ın yeryüzündeki as­kerlerinden biridir.
Dedim ki: Ey Allah Resulü! Benim yaptığım bu zikri yapan, ama benim gördüklerimi görmeyen kişilere de bana verilecek olan verilir mi? Buyurdu ki: Beni Hak'kın peygamberi olarak gönderen hakkı için, bununla amel eden kişiye, beni de, cenneti de görmese bile bunlar verilecek, işlediği bütün büyük günahlar bağışlanacak, Allah Teala ona olan gazap ve hışmını kaldıracak ve sol tarafında­ki meleğe onun yaptığı kötülükleri bir yıllığına yazmamasını emre-decettir. Beni Hak'kın peygamberi olarak gönderen hakkı için, bu­nunla ancak Allah'ın bahtiyar olarak yarattığı kulları amel edecek ve onu ancak bedbaht olarak yarattığı kulları terkedecektir.
İbrahim et-Temimi, muhtemelen bu rüyayı gördükten sonra dört ay boyunca yemek yememiş ve hiç bir şey içmemiştir. Muhak­kak ki Allah Teala daha iyi bilir. Bunu ondan nakleden de el-A'meş'tir. Bu zikir de, sabah namazından sonra yapılması müste-hab olan zikirlerdendir. Bunlarda sayılamayacak kadar çok fazilet­ler bulunup bir çok rivayet bunu teyit etmektedir. Ama sözü kısa tutmak için burada onlara yer vermedik. [21][21]



Bu fasılda değişik hadis-i şeriflerde yer alan ve Sabah namazın­dan sonra okunan kısa ve özlü seçme duaları nakledeceğiz. Rivayet edilmiştir ki: Allah Resulü (sav) bir duaya başladığı zaman, ona şu ifadelerle başlardı: Sübhane Rabbiye'l-aliyyi'l-a'le'l-vehhab Ardın­dan da şu duayı okurdu:
"Tek olan Allah'tan başka ilah yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. Can veren de can alan da O'dur. O, diridir, asla ölmez. Hayır O'nun elindedir ve O, her şeye kadirdir. Allah'tan başka ilah yoktur. Nimet, lütuf ve güzel övgü sahibidir. Allah'tan başka ilah yoktur. Biz, yalnız O'na ibadet eder, dini yal­nız O'na halis kılarız, kafirler istemeseler de".
Rivayete göre Allah Resulü (sav) Aişe'ye (ra) şöyle buyurmuştu: "Her şeyi toplayanlara(=cevami') ve kemale erenlere(=kevamü) sa­rıl ve de ki:
Allahım, Sen'den Muhammed'e ve onun yakınlarına salat bu­yurmanı niyaz ederim. Sen'den er ve geç, bildiğim ve bilmediğim bütün hayırları niyaz ederim. Er ve geç, bildiğim ve bilmediğim bü­tün kötülüklerden de yine Sana sığınırım. Sen'den cenneti ve ona yaklaştıracak söz ve fiilleri bana nasip etmeni niyaz eder, cehen­nemden ve ona yaklaştıracak söz ve fiillerden de yine Sana sığını­rım. Sen'den hayır olarak, kulun ve Resulü'n Muhammed'in niyaz ettiklerini niyaz eder, kulun ve Resulün Muhammed'in Sana sığın­dıklarından ben de Sana sığınırım. Sen'den akıbetini rahmetinle güzel kıldığın işleri benim için tamam eylemeni niyaz ederim ey merhametlilerin en merhametlisi!"[22][22]
Enes b. Malik'den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resulü (sav) Fatıma'ya (ra) şöyle buyurmuştur: "Ey Fatıma, sana tavsiye etti­ğim şu duayı okumanı ne engeller ki:
Ey Hayy, ey Kayyum! Senin rahmetinle imdat dilerim, bana im­dat buyur! Göz kırpması kadarlık bile olsa beni nefsime meylettir­me ve benim, bütün halimi İslah et![23][23]
Allah Resulü (sav) bu duayı, Ebu Bekir-i Sıddık'a da (ra) öğret­miş ve şöyle buyurmuştur:
De ki: Allahım, Sen'den Peygamberin Muhammed, dost ve hali-lin İbrahim, sırdaşın ve konuştuğun Musa, ruhun ve kelimen İsa, Musa'nın sözü, İsa'nın incili, Davud'un zeburu, Muhammed'in (sav) Furkan\ (=Kur'an-ı Kerim), vahyettiğin her vahiy, takdir et­tiğin her kaza, verdiğin her istek sahibi, kazandırdığın her zengin, zengin kıldığın her fakir ve hidayete erdirdiğin her şaşkının hür­metine niyaz ederim, Musa'ya indirdiğin ismin hürmetine Sen'den niyaz ederim, kullarının nzıklarmm sabit kıldığın ismin hürmeti­ne niyaz ederim, yeryüzüne koyup da ona istikrar buldurduğun is­min hürmetine niyaz ederim, gökyüzüne indirdiğin ve onu müsta­kil kıldığın ismin hürmetine niyaz ederim, dağlara indirdiğin ve onları çivi gibi çakılı kıldığın ismin hürmetine niyaz ederim, Ar-şı'nın onunla müstakil olduğu ismin hürmetine niyaz ederim, et-Tahr, et-Tahir, el-Ehad, es-Samed ve el-Vitr ismin ve katından Ki-tab'ında indirdiğin açık nur hürmetine niyaz ederim, gündüze ko­yup da onun aydınlandığı ismin hürmetine, geceye koyup da karar­dığı ismin hürmetine, yücelik, ululuk, Zatı'nm nuru ve -bütün bu sayılanların- hürmetine Sen'den Peygamberin Muhammed'e ve ya­kınlarına salat etmeni, beni Kur'an ve ilim ile rızıklandırmanı, onu etime, kanıma, gözüme ve kulağıma sindirmeni, bedenimi onunla doldurmanı, bunu kudret ve kuvvetinle yapmanı niyaz ederim. Mu­hakkak ki, kuvvet ve kudret yalnız Sen'dedir ey merhametlilerin en merhametlisi!"
Ibni Ömer'den (ra) şöyle bir rivayette bulunulmuştur: Cebrail (as) Allah Resulü'ne (sav) geldi ve ona şu duayı öğretti:
"Ey göklerin ve yerin Nuru! Ey göklerin ve yerin güzelliği! Ey göklerin ve yerin direği! Ey göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısı! Ey ce­lal ve ikram sahibi! Ey yardım dileyenlerin yardımcısı! Ey imdat dileyenlerin imdad edeni! Ey istek sahiplerinin isteklerinin buldu­ğu son! Sıkıntılıların sıkıntısını gideren! Tasalıları rahatlatan! Za­rurette olanların dualarını kabul buyuran! Kötülüğü gideren! Mer­hametlilerin en merhametlisi! Alemlerin İlahı! Bütün ihtiyaçlar Sen'in sayende giderilmiştir ey ikram severlerin en ikram severi! Ey merhametlilerin en merhametlisi!".
İbni Ömer (ra) şöyle demiştir: "Allah Resulü (sav), sabaha erdi­ğinde veya akşama girdiğinde aşağıdaki kelimelerle dua etmeyi as­la ihmal etmezdi:
Allahım, dünya ve ahirette Sen'den afiyet niyaz ederim. Dinim, dünyam, ailem ve malımda da Sen'den af ve afiyet dilerim. Alla­hım, açık yerlerimi ört, korkularımı güven kıl ve zorluklarımı aştır. Allahım, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve altımdan gelecek kötülüklerden beni koru. Altımdan kandırılmaktan da Sa­na sığınırını!"[24][24]
Rivayete göre Büreyd el-Eslenıi (ra) şunu anlatmıştır: "Allah Resulü (sav) bana şöyle buyurdu: Ey Büreyd, Allah'ın bir hayır ver­mek isteyip benim öğrettiğim ve Allah Teala'mn asla unutturmadı­ğı kelimeleri sana da öğreteyim mi? Büreyd der ki: Tabii ki ey Al­lah Resulü, Allah sana salat etsin. O zaman Allah Resulü (sav) şöy­le buyurdu: De ki: Allahım! ben zayıfım, zayıflığımı rızan ile gidererek güçlendir ve beni alnımdan hayra çek! İslâm'ı benim için hoşnutluğumun zir­vesi kıl! Allahım! ben zayıfım, beni güçlendir. Ben zelilim, beni aziz kıl. Ben fakirim, beni rahmetinle müstağni kıl ey merhametlilerin en merhametlisi!"
Ebu Malik el-Eşca'î'den şu haber nakledilmiştir: Dedi ki, babam bize şöyle bir hadis bildirdi: "Kuşluk vakti Allah Resulü'nün (sav) yanma giderdik. O sırada bir adam veya bir kadın ona gelir ve şöy­le derlerdi: Ey Allah Resulü, sabaha çıktığımızda hangi duayı oku­yalım? Allah Resulü de (sav) şöyle buyururdu: Deyin ki:
Allahım! Muhammed'e ve onun yakınlarına salat buyur. Beni bağışla, bana merhamet et, beni hidayet ilet, bana rızık ver, bana afiyet ver ve ihtiyacımı gider! Bunlar sizler için, dünya ve ahiret iyiliğini toplayan dualardır".[25][25]
Ebu Hüreyre'nin (ra) kendisiyle mektuplaştığımda bana yazdı­ğı, karşılaştığımızda şifahi olarak naklettiği bir hadis vardı: "Saba­ha çıktığında ve akşama erdiğinde üç kez şu duayı okuyan insana şeytan bulaşamaz:
Allahım! Sâmme ve Hâmme'nin şerrinden Sen'in ismin ve Keli­me-i Tâmme'ne sığınırım. Senin azabının ve kullarının şerrinden de Sen'in ismin ve Kelime-i Tâmme'ne sığınırım. Taşlanmış şeyta­nın şerrinden de Sen'in ismin ve Kelime-i Tâmme'ne sığınırım. Allahım! Sen'in ismin ve Kelime-i Tâmme'n hakkı için Peygamberin Muhammed'e ve onun yakınlarına salat etmeni niyaz ederim. Giz­lediğin ve aşikar ettiğin hayırlardan da, Sen'den istenen ve Senin de verdiklerini niyaz ederim. Allahım! gündüzün içinde yaşanan serlerden de Sen'in ismin ve Kelime-i Taamme'ne sığınırım. Mu­hakkak ki benim Rabbimden başka ilah yoktur ve ben O'na tevek­kül ettim. O, ulu Arş'm sahibidir". Akşam okurken de, "Gecenin ge­tirdiği serlerden" der.[26][26]
Ömer b. Abdülaziz'den (ra) Muhammed b. Ubeydullah vasıta­sıyla şöyle bir hadis nakledilmiştir. O dedi ki: Ebu'd-Derda' (ra) bi­ze geldi. Kendisine 'Evin yanıyor1 denildi. Bunun üzerine Ebu'd-Derda'nm (ra) cevabı şöyle oldu: Allah Teala bunu yapmaz. Az son­ra biri daha geldi ve: "Ey Ebu'd-Derda, ateş senin evine yaklaştığı bir sırada söndü" dedi. Ebu'd-Derda da 'Biliyorum' dedi. Orada bu­lunanlar, 'Hangi sözün daha ilginç bilemiyoruz' dediler. O da şöyle dedi: Ben Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğunu duydum: "Şu duayı gece veya gündüz okuyan kimseye hiç bir şey zarar veremez". Ben de o duayı okumuştum. O dua şöyledir:
Allahım! Sen benim Rabbim'sin ve Sen'den başka ilah yoktur. Ben Sana tevekkül ettim. Sen Arş-ı Azim'in sahibisin. Kudret ve kuvvet ancak yüce ve çok ulu olan Allah'ın elindedir. Rabbim Tea-la'nm dilediği her şey olur. O'nun dilemediği bir şey de asla olmaz. Bilirim ki Allah, her şeye kadirdir ve Allah her şeyi ilmiyle kuşat­mıştır.
Allahım! nefsimin bütün kötülüklerinden ve alnından tuttuğun her varlığın kötülüğünden Sana sığınırım. Muhakkak ki Rabbim, sırat-ı müstakim üzerindedir [27][27]
Konuyla ilgili bir rivayet de şöyledir: Ebu'd-Derda (ra) bir defa­sında şöyle demişti: Kim günde yedi kez şu ayet-i kerimeyi okursa, dürüst de olsa gevşek de olsa Allah Teala onun ahiretle ilgili kaygı­larına yeter: "Eğer senden yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben O'na tevekkül ettim ve O, ulu Arş'm sahibidir". (Tevbe/129)
Allah Resulü'nden (sav) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: O bu­yurdu ki: Eğer birinin başına bir tasa veya hüzün gelirse şöyle desin:
Allahım! ben Senin ümmetinden Senin kulun olan birinin oğlu ve Senin kulunum. Perçemim Senin elindedir. Senin hükmüne ram olmuş, kaderine uymuşum. Allahım! Senden, Senin olan, kendi ken­dine verdiğin, Kitab'mda indirdiğin, yarattığın kulardan birine öğ­rettiğin veya kendi katında Gayb ilminde tuttuğun bütün isimlerin hürmetine habibin ve Peygamberin Muhammed'e ve onun yakınla­rına salat etmeni niyaz ederim. Kur'an'ı kalbimin baharı, yüreğimin nuru, hüzün, tasa ve gamımın gidericisi kılmanı niyaz ederim!.
Allah Teala, onun hüzün ve tasasını kesinlikle giderir ve bunla­rın yerine sevinç ve ferahlık koyar. Denildi ki: Ey Allah Resulü, onu biz de öğrenelim mi? Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: Tabii ki, onu duyanın, öğrenmesi gerekir.
Bize ulaşan haberlerden birinde îbrahim-i Halil'in (as) şöyle de­diği rivayet edilmiştir: O, sabaha erdiği zaman şöyle dua ederdi:
"Allahım! bu yeni bir yaratılıştır. Onu Sana itaatimle aç, rıza ve Mağfiretinle de kapat. Onda bana, kabul eyleyeceğin hasenat nasib eyle. Bu hasenatı benim için arındır ve katlarına katla. Onda yap­tığım kötülüğü de mağfiret et. Çünkü Sen, çok bağışlayıcı, çok mer­hametli, çok sevici ve çok ikramseversin".. O, şöyle derdi: Sabaha erdiğinde bu duayı eden herkes, o gününün şükrünü eda etmiş olur. Akşama çıktığında da böyle dua etmesi iyidir.
Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki: Allah Resulü (sav) şöyle buyururdu: Sabaha erdiğinde ve akşama kavuştuğunda üç kez "Rab olarak Allah Teala'dan, din olarak İslâm'dan, Peygamber olarak Muhammed'den (sav) razı oldum" diye dua ederse, Kıyamet günü ondan razı olması Allah Teala üzerindeki hakkı olur". [28][28]
Ca'fer b. Burgan vasıtasıyla Ma'mer'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: İsa b. Meryem (as) Allah Resulü'ne (sav) uğradığında o şöyle dua ediyordu:
"Allahım! ben artık hoşlanmadığımı savamaz, dilediğim bir fay­daya sahip olamaz oldum ve işler başkasının değil sadece Senin elinde kaldı. Artık amelimin rehini oldum. Benden daha fakiri yok­tur. Allahım! düşmanımı bana güldürme, dostumu bana kötülük eder kılma. Bana vereceğin musibeti, dinimde kılma, dünyayı en büyük kaygım, amelimin ulaşma gayesi ve emelimin son noktası kılma. Bana acımayacak olanları başıma musallat etme!" [29][29]
Ata' vasıtasıyla İbni Abbas'dan (ra) rivayet edilmiştir ki: O şöy­le dedi: Hızır ve İlyas, her mevsim biraraya gelir ve aşağıdaki du­ayı okuyarak ayrılırlar:
"Allah diledikçe, AJlahı'm adıyla, Allah diledikçe O'ndan başka kuvvet kaynağı yoktur. Allah diledikçe, bütün iyilikler Allah Tea-la'nm elindedir. Allah diledikçe, bütün nimetler O'ndandır. Allah diledikçe, gelecek kötülüğü O'ndan başka savacak yoktur. Allah di­ledikçe, O'ndan başka güç ve kuvvet veren yoktur".
Bu duayı sabahları üç kere okuyan kişi, yangından, boğulma­dan ve hırsızlıktan emin olur. Denilir ki, bu dua, Hızır'ın (as) istiğ-farındandır. O, şöyle istiğfar ederdi:
"Allahım! işleyip tevbe ettiğim ve sonra tekrar işlediğim bütün günahlardan dolayı Sen'den mağfiret dilerim. Allahım! Sana verdi­ğim ve tutamadığım her sözden dolayı da Sen'den mağfiret dilerim. Allahım! bana verdiğin ve benimde kendisiyle Sana karşı günah iş­lemede kullandığım bütün nimetlerinden dolayı da Sen'den mağfi­ret dilerim. Allahım! Sana halis kılarak yapmak isteyip de başka şeyleri karıştırdırdığım bütün amellerimden dolayı da Sen'den mağfiret dilerim".
Hayır ehlinden olan Sa'id b. Ebi'r-Ravha el-Cemmal şöyle bir hadise anlatmıştır. Bir gece, insan ve yerleşim bakımından fakir bir yerde bulunmuş ve yalnızlık duygusuna kapılarak korkmaya başlamıştı. Bir müddet sonra önünde bir şahıs belirdi. Ebu'r-Rav-ha, adamın kim olduğunu öğrenme hususunda sabırsızlanıyordu. Neden sonra adamın Kur'an okuduğunu duydu. Adam biraz sonra şöyle dedi: Sana öyle bir dua öğreteyim mi ki onu okuduğunda, eğer yalnızlığa kapılmışsan bu korkun gider, şaşırmışsan yolunu bulur, uyuyamadığında uyursun? Ebu'r-Ravha şu karşılığı verdi: Allah sana merhamet etsin, onu bana öğret! Adam da şöyle dedi: De ki:
"Şan sahibi, burhanı çok büyük, iktidarı çok sert ve her gün bir işte olan Allah Teala'nm adıyla. Güç ve kuvvet yalnız çok ulu ve çok yüce olan Allah'tandır".
Yakub b. Abdürrahman'dan şöyle bir dua metni nakledilmiştir: O, dedi ki: Muhammed b. Hassan'm şöyle dediğini duydum: Ma'ruf-u Kerhi (ra) bana şöyle dedi: Sana, beşi dünya beşi ahiret için olan on cümle öğreteyim mi? Onları okuyarak Allah Teala'ya dua eden kimse, onlarla istediği yerde Allah'ı bulur. Kendisine "Onları benim için yazıver" dediğimde, "Hayır, onları sadece tekrarlayabilirim. Tıp­kı Bekr b. Hubeyş'in bana tekrar ettiği gibi" dedi ve onları söyledi:
"Allah Teala, dinimde bana yeter. Kerim olan Allah bana dün­yamda yeter. Hakim olan Allah, bana verdiği kaygılarda bana ye­ter. Kavi olan Allah, bana saldıranlara karşı bana yeter. Şedid olan Allah, bana kötülük tasarlayanlara karşı bana yeter. Ra'uf olan Al­lah kabir sorgusunda bana yeter. Kerim olan Allah ahiret hesabın­da bana yeter. Latif olan Allah bana mizanın önünde yeter. Kadir olan Allah bana Sırat üzerinde yeter. Kendinden başka ilah bulun­mayan Allah bana yeter. Ben O'na tevekkül ettim, O, yüce Arş'm da sahibidir".
Ve şu duayı da et:
"Ailahım! ey şaşkınlara hidayeti gösteren, günahkarlara mer­hamet eden, sıkıntı çekenlerin sıkıntılarını gideren, büyük tehlike­de olan kuluna ve bütün müslümanlara merhamet buyur. Bizi de,
kendilerine nimetinle rızık verilen diri kulların olan nebiler, sıd-dıklar, şehitler ve salihlerden kıl. Dualarımızı kabul buyur ey alemlerin Rabbi!"
Denir ki, Utbe bir rüya görmüş ve şöyle demiştir: Şu dualarla cennete girdiğimi gördüm:
"Gizlileri bilen, dereceleri yükselten, Arş'm sahibi, dilediğin kullarına emrinle ruhunu gönderen, günahları bağışlayan, tevbele-ri kabul eden, cezası çok şiddetli olan, güç sahibi, kendisinden baş­ka ilah bulunmayan Ailahım! dönüş yalnız Sana'dır".
İbrahim es-Sa'iğ rüyada görüldü ve kendisine şöyle denildi: Azaptan nasıl kurtuldun? Dedi ki: Şu dualarla; kurtulmak isteyen­ler de bu duaları okusunlar:
"Ey birini dinlemenin diğerini dinlemesini engellemediği, sesler kendisine karışık gelmeyen, ey meselelerin çokluğunda zihni karış­mayan ve dillerin üzerinde ihtilaf etmedikleri, ey ısrarla isteyenle­rin ısrarından sıkılmayan, bana affının serinliğini ve rahmetinin tadını tattır".
Denir ki Hızır (as) Ali b. Ebi Talib'e (kv) bu duayı öğretmiş ve Ebu'l-Mu'temer olarak bilinen Süleyman et-Temimi'nin tesbihatmı çekmesini tavsiye etmiştir. Bunların faziletleri hakkında yapılan rivayetlerin birinde şu hadise anlatılır:
Yunus b. Ubeyd Roma ülkesinde şehid düşen birini rüyasında görmüş ve ona şöyle demişti: Gördüklerinin en üstünü.... amellerin en faziletlisi hangisidir? O da şu cevabı vermişti: Ebu'l-Mu'temer'in tesbihatmın Allah katında bir yere sahip olduğunu gördüm".
Mu'temer b. Süleyman der ki: Abdülmelik b. Halid'i ölümünden sonra gördüm ve kendisine "Ne yaptın?" diye sordum. Bana "Ha­yır," dedi. Ben de, hata yapan kullar için bir şey tavsiye etmesini istedim. Bana Ebu'l-Mu'temer'in tesbihatıyla ricada bulunmayı tav­siye edip bu tesbihatm çok güzel olduğunu söyledi. Ebu'l-Mu'te-mer'in tesbihatı şöyledir:
"Allah Teala çok yücedir. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en bü­yüktür. Allah'tan başka güç ve engelleme kaynağı yoktur. Yarattığı ve yaratacakları adedince, yarattığı ve yarattıkları ağırlığınca, yarattı­ğı ve yaratacakları doluşunca, semavatı doluşunca, arzı doluşunca, bunların misli ve katları adedince, mahlukatı adedince, Arşı'mn ağır­lığınca, rahmetinin sınırı adedince, kelimelerinin yazıldığı mürekkep miktarınca, ilim ve rızasının ulaştığı sınırlarca, razı oluncaya kadar ve razı olduğu kadar, bütün geçmiş zamanlarda kullarının O'nu an­dığı kadar, ve kalan kullarının da ebedden ebede, ebed-i dünya ve ebed-i ahiret boyunca, hatta başı belli olmayan, sonu da gelmeyen her zaman, her yıl, her ay, her Cuma, her gün, her gece, her saat, her an, her koklama, her nefes, her lahza ve her göz kırpması kadar sü­re içinde kendisini zikredecekleri kadar O'nu teşbih ederim".
Kul, Rabbine bu dua ile dua etmelidir. Çünkü bu, kabulünün umulduğu önemli bir tevbe duasıdır.
Hişam b. Urve ve babası (ra) vasıtasıyla Aişe annemizden (ra) rivayet edilmiştir ki: O şöyle dedi: Allah Teala, Adem'in tevbesini kabul etmek istediğinde, Adem Kabe'yi yedi kere tavaf etti. Kabe henüz inşa edilmemişti ama kırmızı bir tepeydi. Sonra kalktı ve iki rekat namaz kıldı ve şöyle dua etti:
Allahım! Sen benim gizlimi de aşikarımı da bilirsin, özrümü ka­bul et. İhtiyacımı bilirsin, bana isteğimi ver. Nefsimde olanı bilirsin, günahlarımı bağışla. Allahım! Sen'den doğruca kalbime inen bir iman, başıma sadece Sen'in yazdığının geleceğini bilmemi ve bana la­yık gördüğüne razı olmamı sağlayacak kadar saf bir kati inanç niyaz ediyorum, ey Celal ve İkram sahibi! Allah Teala da bu tevbe üzerine ona şöyle vahyetti: Seni bağışladım. Senin soyundan gelenler arasın­da da her kim Bana böyle tevbe ederse onu da bağışlar, tasa ve kay­gılarını giderir, geçimindeki yoksulluğu söker alır ve her tacirin ar­dından onun için ticaret yaparım. İstemese de dünya ona zorla gelir". Kul, rivayetlerde yer alan bu dua ile dua etsin. Çünkü bunlar, Allah Teala'nm İsm-i Azamı'yla ilgili rivayetlerde de zikredilmektedir:
"Ailahım! hamdin yalnız Sana mahsus olmasıyla Sen'den niyaz ederim. Sen'den başka ilah yoktur. Sen, Hayy, Kayyum, gökler ve yeri en harika şekilde yaratan Celal ve İkram sahibisin. Sen, doğ­mayan ve doğurmayan, hiç bir şeyin kendisine denk olmadığı Ehad ve Samed'sin. Sen'den isminle, Besmele'yle ve kendisinden başka ilah bulunmayan, uyku ve dalgınlığa kapılmayan Hayy ve Kayyum isminle niyazda bulunurum. Allahım! Sen'den en yüce ve en ulu olan ve onunla dua ettiğimde icabet ettiğin, onunla istedi­ğimde verdiğin İsnı-i A'zam'mla niyazda bulunurum. Ey Nur'un Nuru, eş işlerin çekip çevireni, ey sinelerde olanları bilen, ey her şeyi işiten, ey en yakın olan, ey duaları kabul eden, ey diledikleri­ne Latif olan, ey en şefkatli, ey en merhametli, ey en büyük, ey en ulu, ey Allahım! ey Rahman, ey Celal ve İkram sahibi, Elif. Lam. Mim. Allah'tan başka ilah yoktur, O, Hayy ve Kayyum'dur. Yüzler Hayy ve Kayyum olana teslim olmuştur. Ey benim ve bütün var­lıkların İlahı, tek olan ve kendisinden başka ilah bulunmayan İla­hım! Ben, Sen'den Allah, Allah, Allah, Allah ki kendisinden başka ilah yoktur ve Arş-ı Azim'in sahibi isminle niyazda bulunurum. Melik, Hakk olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka ilah yoktur. Arş-ı Kerim'in Rabbidir. Evvel de Sen'sin, Ahir de. Zahir de Sen'sin Batın da. Rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatmışındır. Kaf. Ha. Ya. Ayn. Sad. Ha, Mim. Ayn. Sin. Kaf. Rahman Sen'sin. Ey Va-hid, ey Kahhar, ey Aziz, ey Cebbar, ey Ehad, ey Samed, ey Vedud, ey Gafur! O Allah ki O'ndan başka ilah yoktur. Gayb ve şehadet alemim bilendir. O, Rahman ve Rahim'dir. Sen'den başka ilah yok­tur. Sen yüceler yücesisin. Bense zalimlerdendim. Sana, Senin giz­li, saklı, indirilmiş, selam, temiz, tahir, kutsal ve mukaddes ismin­le dua ederim.
Ey Dehr, ey Yehur, ey Deyhur, ey Diyhar, ey Ebed, ey Ezel ve ze­val bulmayan! Hüve ey Hüve! La ilahe illa Hüve! Ey O'ndan başka kimse olmayan! Ey O'nun ne olduğunu O'ndan başka bilmeyen! Ey Kane, ey Kiynan, ey Ruh, ey bütün kevnden önce var olan Kain, ey bütün kevnden sonra da varolacak olan Kain, ey bütün kevne gizli kalan Meknun. Ehya şerrin ehya. Ednaye ısba'üt, ey işlerin büyük sırlarını ortaya çıkaran. "Eğer dönerseniz de ki: 'Bana kendinden başka ilah bulunmayan Allah yeter. Ben O'na tevekkül ettim. O, Arş-ı Azim'in sahibidir. Hiç bir şey O'nun gibi olamaz. O, her şeyi işiten ve her şeyi bilendir".
Allahım! İbrahim'e ve onun yakınlarına salat ettiğin gibi Mu-hammed'e ve Muhammed'in yakınlarına salat et, İbrahim'i ve onun yakınlarını kıldığın gibi Muhammed ve O'nun yakınlarını da mübarek kıl! Muhakkak ki Sen, en fazla hamdedilen ve en çok yücel-tilensin".
Kul, bunlarla birlikte aşağıdaki duaları da okumalıdır:
"Allahım! Sen'den işte sebat ve doğru yolda kararlılık niyaz ede­rim. Sen'den nimetinin şükrünü eda etmeyi nasib etmeni ve ibade­tinin güzelliğini bahşetmeni niyaz ederim. Ey Allahım Sen'den, sağlam bir kalp, sadık bir dil ve kabul edilen ameller nasib etmeni niyaz ederim. Allahım! Sen'den bildiğinin hayırlısını niyaz eder, bildiğinin şerlisinden yine Sana sığınırım. Bildiklerin için de Sen'den mağfiret dilerim. Sen bilirsin, bense bilmem. Muhakkak ki Sen, bütün gaybları bilicisin.
Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat, benim de yaptıklarımı ve yapmadıklarımı, gizlediklerimi ve açığa vurdukla­rımı bağışla. Öne aldıran da, erteleten de muhakkak ki Sen'sin. Sen her şeye Kadir ve her gayba Şahit olansın. Allahım! Sen'den geri dönmeyen bir iman, bitmeyen bir nimet, ebediyette göz aydın­lığı ve Hulud Cenneti'nin en üst katında Peygamber'in Muham­med'in (sav) refakatini niyaz ederim. Allahım! Sen'den güzellikler, iyilikler yapmak, kötülüklerden kaçınmak ve yoksulları sevmek fa­ziletlerini bana nasip etmeni niyaz ederim. Allahım! Sen'den Mu­hammed'e ve bütün yakınlarına salat etmeni niyaz ederim.
Ey Allahım! Sen'den sevgini, sevdiklerinin sevgisini, sevgine yaklaştıracak amelleri bana yakın kılmanı, tevbelerimi kabul et­meni, bana mağfiret etmeni ve rahmetine almanı da niyaz ederim. Bir halk için fitne dilediğinde, beni fitneye atmayarak ruhumu tes­lim al ey merhametlilerin en merhametlisi! Allahım! gaybı bilmen ve yaratma kudretinle hayatın iyi olduğu anda bana hayat verip, ölüm benim için daha hayırlı olduğunda da canımı al. Allahım! ey Rabbim Sen'den görünen ve görünmeyen alemde bana Zatı'nm kor-kusunu,hoşnutluk ve kızgınlık anlarında adil söz söylememi, yok­sulluk ve zenginlikte orta yolu, yüzüne nazar etme tadını tatmamı ve Sana kavuşma hasretini nasip etmeni niyaz ederim. Ziyan veren zarardan ve dalalete düşüren fitneden Sana sığınırım.
Ey Rabbim! Allahım! bizleri iman ziynetiyle süsle ve bizi hida­yeti bulmuş hidayet rehberleri eyle! Allahım Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Bize Zatı'nın korkusundan bir pay ver ki, günahlarla aramızda engel olsun. Taatinden bir pay da ver ki, bizi cennetine girdirsin. Kafi imanından bir pay da ver ki, dünya­nın musibetleri bize ağır gelmesin. Allahım Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et ve bizi vaadettiğin cehennemin korkusundan duyacağımız hüzün ve vaadedilen cennetin ümidiyle duyduğumuz sevinçle rızıklandır ki, istediğimizin lezzetini bulup kaçtığımız şe­yin gamını çekebilelim.
Allahım! Öncekilerin ve sonrakilerin seyyidi olan Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Muhammed'e ve O'nun bütün yakın­larına salat et. Yüzlerimize katından bir haya elbisesi giydir, kalp­lerimizi Zatı'ndan sevinçle doldur, nefislerimi azametinle teskin edip organlarımızı Sen'in kulluğuna şevket. Zatını bize, her şeyden daha fazla sevgili kıl. Bizi, en fazla Sen'den korkanlar kıl. Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Sen'in zikrin, şükrün ve güzel ibadetinde bana yardım et.
Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Sen'den tevbenin tamamıyla nimetinin tamamını, korunmanın devamıyla sıhhatin devamını, güzel ibadetle şükrünün edasını kolaylaştırma­nı niyaz ederim. Allahım Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Allahım! yoksulluk ve zenginliğin fitnelerinden Sana sığınırım. Yürek darlığından, işlerin karışıklığından ve kabir azabından da Sana sığınırım. Azdırıcı bir zenginlikten, unutturucu bir yoksul­luktan, alçaltıcı bir hevadan ve aldatıcı bir refikten Sana sığınırım.
Allahım! Sen'den Muhammed'e ve yakınlarına salat etmeni ni­yaz ederim. Sen'den hidayet, takva, iffet ve zenginlik niyaz ederim. Allahım! Nebi'n ve dostun Muhammed'e salat etmeni niyaz ederim. Beni bir azaba ilerletme, fitnelerin kötüsüne de tehir etme. Ey Al­lahım! zahir ve batın bütün fitnelerden Sana sığınırım. Büyük sı­kıntı veren imtihanların gizli ve açık olanlarından da Sana sığını­rım. Allahım! Sen'den Muhammed'e ve yakınlarına salat etmeni ni­yaz ederim. Allahım! Sen'den bugünün hayrını ve bugünde bulu­nan hayrı ister, onun kötülüğünden ve ondaki kötülükten de Sana sığınırım.
Allahım! gecenin ve gündüzün tehlikelerinden, ansızın gelen iş­lerden, ansızın gelen kaderlerden, ansızın gelen hadiselerin tama­mının şerrinden de Sana sığınırım, ey dünya ve ahiretin Rahman ve Rahimi! Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Allahım! bugünümüzün başını salah, ortasını felah ve sonunu ne-cah kıl. Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Alla­hım! günün başım rahmet, ortasını nimet ve sonunu ikram kıl. Al­lahım! Peygamberin Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et.
Allahım! küçük bir hata işlemekten veya işletmekten, sapmak­tan veya saptırmaktan, zulmetmekten veya zulmettirmekten, bil­memekten veya bana saklı kalmasından da Sana sığınırım. Senin yakınlığın çok yüce, övgün çok büyük ve isimlerin çok değerlidir. Sen'den başka ilah yoktur. Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakın­larına salat et. Allahım! cehennem azabından, kabir azabından, ha­yat ve ölümün fitnesinden ve Mesih Deccal'm fitnesinden Sana sı­ğınırım. Bir kavim için fitne veya kötülük dilediğinde değişmemiş ve fitneye uğramamış olarak canımı al. Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et.
Allahım! hayat benim için hayırlı oldukça beni yaşat, ölüm be­nim için daha hayırlı olduğunda canımı al. Sen'den hayatın iyiliği­ni ve bereketini niyaz eder, vefatın şerrinden de Sana sığınırım. Sen'den bu ikisi arasındaki ve bundan sonrasındaki hayırları bana nasip etmeni niyaz ederim. Ey rızık verenlerin en hayırlısı, ey tev-beleri en çok kabul eden, ey hüküm verenlerin en adili, ey merha­metlilerin en merhametlisi, ey alemlerin Rabbi bana, bekasını sev­diğin mesut kimseler gibi bir hayat sürdür ve karşılaşmasını sev­diğin şehitler gibi canımı al. Yeryüzüne giren ve ondan çıkan, gök­yüzünden inen ve ona yükselen çıkan şeylerin hepsinin kötülüğün­den de Sana sığınırım. Her şeyin, azameti karşısında tevazuya ka­pıldığı, izzeti karşısında her şeyin zillete düştüğü, hükmü karşısın­da her şeyin ram olduğu ve kudretine her şeyin teslim olduğu Al­lah'a hamdolsun. Heybeti karşısında her şeyin hareketsiz kaldığı Allah'a hamdolsun. Her şeyi hikmetiyle ortaya çıkaran ve büyük­lüğü karşısında her şeyin küçüldüğü Allah'a hamdolsun.
Allahım! Peygamberin Muhammed'e, O'nun yakınlarına, ha­nımlarına ve sülalesine her iki alemde de salat et. Muhakkak ki Sen, hamde, övgüye en layık olan ve en fazla ikram sahibi olansın. Allahım! kulun, Nebi'n ve Rasul'ün Ümmi Peygamber, Rasul-i Emin Muhammed'e salat et, Kıyamet günü O'na Makam-ı Mahmud'u ver. Allahım! hırsın hiddetinden, tamahın şiddetinden, kız­gınlığın köpürmesinden, gafletin dalgınlığından ve küçük hatala­rın sürekli tekrarından Sana sığınırım. Serveti çoğaltanların övün­mesinden, az malı olanların sitemlerinden, bir zalime yardım et­mekten, bir mazlumu yardımsız bırakmaktan, ilmi konularda ilme dayanmayarak konuşmadan ve yakini iman olmaksızın dinde amil olmaktan da Sana sığınırım.
Allahım! bile bile Sana ortak koşmaktan, bilmediğim bir şey için Sen'den mağfiret dilemekten Sana sığınırım. Allahım! şeytanın adımlarına uymaktan, onun malıma ve aileme ortak olmasından, çirkin ve kötü işlerde onun emirlerine uymaktan da Sana sığını­rım. Allahım! Sen'den Peygamberin Muhammed'e ve O'nun yakın­larına salat etmeni niyaz ederim. Sen'den bana, seçimde güzeli seç­meyi, ibret alırken sağlıklı almayı ve Sana muhtariyetimde dürüst olmayı nasip etmeni niyaz ederim. Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. İşimi hayırla aç ve hayırla mühürle. Fettah ve Alim Sen'sin.
Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Yarattık­larına merhamet buyur, takdir ettiklerini bağışla, rızıklarını güzel kıl, nimetini tamama erdir, kullandığını kabul buyurup korunma­sını istediğini koru. Örttüğün şeyi açtırma. Muhakkak ki Sen'den başka ilah yoktur. Seni zikretmeksizin aldığım bütün lezzetlerden dolayı Sen'den mağfiret diler, Sen'in hizmetinde olmaksızın yaşadı­ğım bütün rahatlıktan, yakınlığın olmaksızın duyduğum her se­vinçten, meclisini paylaşmaksızm duyduğumu bütün neşeden ve Seninle ilişkisi olmaksızın girdiğim bütün meşguliyetlerden dolayı beni bağışlamanı dilerim.
Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et ve bizi, takva sahibi velilerinden, felaha eren taraftarlarından ve salih kul­larından eyle. Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et ve bize Sen'in rızana erdirecek amellerde bulunmayı, bizi Sana sev­direcek şeyler yapabilmeyi nasib et ve bizleri güzel tercihine çek. Allahım! Peygamberin Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Allahım! bize hayrı cemeden, hayrı açan ve hayırla noktalayan amelleri nasip etmeni niyaz ederiz. Şerri toplayan, şerri açan ve onunla noktalayan işlerden de Sana sığınırız.
Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in yakınlarına salat et. Bize emrettiklerinde bizi koru. Bizi sakındırdıklarından da bizi ko­ru. Ey koruyucuların en iyisi, bize verdiklerindeki hakkımızı da ko­ru. Ey zikredenlerin en iyisi, ey şükrü en çok kabul eden, kulların Sen'in korumanla korunur, Sen'in zikrinle zikreder, Sen'in lütfun-la şükrederler. Ey imdada koşan, ey medet umulan, ey yardım iste­nen, ey yardım isteyenlere en fazla yardım eden Rabbim, göz ucuy­la kadar bile olsun beni nefsime yaslandırma, yoksa helak olurum. Ey Rabbim, beni yarattıklarına da dayandırma, yoksa kaybolur gi­derim. Beni yeni doğmuş çocuk gibi itinayla gözet. Benden hiç bir zaman yalnız bırakma ve salih kullarına yaptığın gibi beni de dost edin.
Allahım! Peygamberin Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et ve eşsiz kudretinle tevbemi kabul et. Çünkü Sen, tevbeleri en çok kabul eden ve en merhametli olansın. Hilminle beni hoşgör, çünkü Sen, en çok bağışlayıcı Sen'sin. Beni bilmenle bana refakat et, çünkü Sen Rahman ve Rahim'sin. Bana malik olmanla beni de nefsime malik kıl ve onu başıma musallat kılma, çünkü en büyük Malik ve en güçlü Cebbar Sen'sin. Her türlü eksiklikten uzaksın ve hamd daima Sana'dır. Sen'den başka ilah yoktur. Eğer bir kötülük yapar veya nefsime zulmedersem, günahımı bağışla. Muhakkak ki benim Rabbim Sen'sin ve Sen'den başka ilah yoktur. Günahları da Sen'den başkası bağışlayamaz. Allahım! Muhammed'e ve O'nun ya­kınlarına salat et ve bana doğruyu ilham edip beni nefsimin kötü­lüklerinden koru.
Allahım! Peygamberin Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et ve bana helal rızık verip onun için beni cezalandırma, verdiğin rızıkla kanaat etmemi sağla, onu salih olarak değerlendirmemi sağla ve onu benden kabul buyur. Allahım! Sen'den Peygamberin Muhammed'e ve Muhammed'in yakınlarına salat etmeni niyaz edi­yorum. Yine Sen'den dünya ve ahirette af ve afiyet, güzel bir kati iman ve huzurlu hayat niyaz ediyorum.
Allahım! Peygamberin Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Cezandan affına, öfkenden rızana, Seni Sen'in andığın gibi güzel anamamaktan da Sana^ığınırım. Nimetimi Sana hazırladığım gibi, günahlarımı da Sana 'hazırlıyorum. îşte o günahları işleyen ellerim.
Ben, falanca kulunun oğlu olan kulunum. Perçemim Sen'in elinde, Sen'in hükmüne uyan, kararını uygulayan, azap etme iradende adi­lane olacağını bilenim. Ben bunlara layığım. Sen ise merhamet etme­ye layık olansın. Allahım! ey Mevlam, ey Allahım! ey Rabbim, bana layık olduğunu yap, sakın benim layık olduğumu yapma. Muhakkak ki Sen, takva ve mağfiret ehlisin. Ey günahların kendisine zarar ver­mediği, mağfiretin de Zatı'nı eksiltmediği Allahım! ey Rabbim, Sana zarar vermeyenden bana ver, Seni eksiltmeyen den de bana ver.
Allahım! üzerimize sabır dök, bizi müslümanlar olarak öldür ve salihler zümresine ilhak et. Bizim velimiz, Sen'sin. Bizi bağışla, çünkü Sen bağışlayıcıların en hayırlısısm. Bize bu dünyada ve ahi-rette güzellik yaz. Biz Sana yönelmişizdir. Rabbimiz, biz Sana te­vekkül ettik, Sana yöneldik ve dönüş yalnız Sana'dır. Rabbimiz, bi­zi inanmayanlar için fitne vasıtası yapma. Bizi bağışla, çünkü Sen Aziz ve Hakim olansın. Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşı­rılığımızı bağışlayarak adımlarımızı sabitleştir ve kafir millete karşı bize yardım et! Rabbim, bize katından bir rahmet ver ve işi­mizde doğruyu bulmayı kolaylaştır. Rabbimiz, bize dünyada güzel­lik ver, ahirette de güzellik ver ve bizi ateş azabından koru.
Allahım! Sen'den Peygamberin Muhammed'e ve Muhammed'in yakınlarına salat etmeni niyaz ediyorum. Beni, itaat ve günahlar­dan uzak durma hususunda korumanı ve yardımcı olmanı, niyaz ediyorum. Hizmetinde üzerimize sabır boşaltmanı, nimetin için şükrü nasib etmeni niyaz ederiz. Ey Allahım! ey Rabbim, ey Mev-lamız, Sen'den Peygamberin Muhammed'e ve Muhammed'in ya­kınlarına salat etmeni ve güzel bir sonu niyaz ediyorum. Allahım! Sen'den Peygamberin Muhammed'e ve Muhammed'in yakınlarına salat etmeni niyaz ediyorum. Sen'den bana yakini bir iman ve Se­ni iyi tanıma gücü vermeni niyaz ediyorum. Sen'den sevgi ve Sana hakkınca tevekkül edebilme kabiliyeti niyaz ediyorum. Sen'den rı­za ve iyi bir dönüş nasip etmeni de niyaz ediyorum. Rabbimiz, bizi imana çağırarak, 'Rabbinize iman edin' diyen bir davetçi duyduk ve iman ettik.
Rabbimiz, günahlarımızı bağışla ve kötülüklerimizi ört ve iyi kimselerle birlikte öldür. Rabbimiz, peygamberlerin vasıtasıyla bi­ze vaadettiğini ver ve kıyamet günü bizi yâlnız bırakma. Muhakkak ki Sen, vaadini çiğnemezsin. Rabbimiz, unuttuklarımız ve ha­tayla yaptıklarımız için bizi yargılama. Rabbimiz, bize bizden önce­kilere yüklediğin gibi ağır yükler yükleme.'Allahım! Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. Kalplerimizi iyi kimseler gibi terte­miz kıl, amellerimizi de hayır ehlininki gibi arındır, ruhlarımıza da şehitlerin ruhları arasında salat buyur, ey ikram sahiplerinin en büyüğü, ey cömertlerin en cömerti, ey merhametlilerin en merha­metlisi. Rabbimiz, bize dünyada hasenat, ilim, zühd, ibadet, emni­yet ve helalinden rızık ver. Ahirette de hasenat, rıza-ı ilahi ve cen­net nasip et. Bizi rahmetinle cehennem azabından ve kabir azabın­dan koru. Bizi, öfken, gazabın, azabın, onun beter şekillerinden din, dünya ve ahirette er veya geç verebileceğin her türlü bela ve musibetten de koru ey merhametlilerin en merhametlisi!".
Kul, Allah Teala'yı, O'nun kendisini övdüğü şekilde sabah ak­şam övmeli ve yüceltmelidir. Rıza-i İlahi'nin talihlerinin en büyük gayesi olan bu ibadetin fazilet ve sevabı hakkında bir çok hadis nakledilmiştir.
Ali'den (kv) rivayet edilmiştir ki: Allah Resulü (sav) şöyle bu­yurdu: Allah Teala her gün Zatı'nı yüceltir ve şöyle buyurur:
Muhakkak ki Ben Allah'ım, alemlerin Rabbi'yim. Muhakkak ki Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur. Hayy ve Kayyum olan Ben'im. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Aliyy ve Azim olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki çok affedici ve çok bağışlayıcı olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Al­lah'ım ki her şeyin ilk yaratıcısı ve kendisine döndürücüsü olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki doğma­mış ve doğurmamış olan Ben'den başka ilah yoktur.
Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Aziz ve Hakim olan Ben'den baş­ka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Din Günü'nün sahibi olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Rah­man ve Rahim olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki hayır ve şerrin yaratıcısı olan Ben'den başka ilah yok­tur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki cennet ve cehennemin yaratıcısı olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Va-hid, Ehad, Samed, eş ve çocuk edinmekten uzak olan Ben'den baş­ka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Ferd ve Vitr olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Gayb ve Şehadet aleminin alimi olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Melik ve Kuddüs olan Ben'den başka ilah yoktur.
Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Selam, Mümin ve Müheymin olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Aziz, Ceb­bar ve Mütekebbir olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Halik ve Bari' olan Ben'den başka ilah yoktur. Mu­hakkak ki Ben Allah'ım ki Ehad ve Musavvir olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Kebir ve Müte'al olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım .ki Muktedir ve Kahhar olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Al­lah'ım ki Hakim ve Kebir olan Ben'den başka ilah yoktur.
Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Kadir ve Razik olan Ben'den baş­ka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki övgü ve senaya layık olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki sır­ları bildiren ve gizleyen Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki halkın ve yaratılmışların üstünde olan Ben'den başka ilah yoktur. Muhakkak ki Ben Allah'ım ki Cebbar ve Müte­kebbir olan Ben'den başka ilah yoktur. [30][30]
Böylece bitirir ve şöyle der: Arş-ı Azim sahibi olan Allah pek yü­cedir. Kim bu kelimelerle dua ederse 'Sen Allah'sın ki.... = Ental-lâh...' şeklinde söylesin. Allah Teala'mn bu güzel isimleriyle dua edenler; şükredenler, secde edenler ve ahirette, izzet yurdunda Mu-hammed (sav), İbrahim (as) Musa (as), Isa (as) ve diğer peygamber­lerle birlikte olur. Onun için göklerde ve yerde ibadet edenlerin se­vabı kadar sevap vardır.
Bundan sonra da şöyle dua etmelidir:
"Aîlahım! Muhammed'e öyle bir salat et ki, Senin için rıza, O'nun hakkı için de bir eda olsun. Ve O'na Vesile ve Fazile'yi ver. O'nu, kendisine vaadettiğin Makam-ı Mahmud'a gönder. Bizim için O'nu layık olduğu şeyle ödüllendir. O'nu başka ümmetlerin pey­gamberlerini ödüllendirdiğin şeylerden daha üstünüyle ödüllendir ve Kıyamet günü O'na şeref ve şefaat ver.
Allahım! rahmet Peygamberi ve Ümmet'in önderi Muhammed'e salat buyur. O'nun kardeşleri olan bütün peygamberlere, babamız Adem'e ve annemiz Havva'ya ve onlardan doğarak salihlerden ve Müslümanlardan olan bütün insanlara da salat et. Göklerde ve yerlerde bulunan bütün meleklerine de salat et. Bize de rahmetin­le salat ve selam buyur ey merhametlilerin en merhametlisi. Beni, anne babamı, onların çocuklarını -küçüklüğümde bana merhamet ettikleri ve terbiye ettikleri gibi- bağışla ve merhamet et. Mümin erkek ve kadınları, müslüman erkek ve kadınları, ölü diri hepsini bağışla.
Rabbimiz, bildiğin günahlarımızı bağışla, bize merhamet buyur ve onları hoşgör. Çünkü Sen, en yüce, en ikramsever, merhametli­lerin en merhametlisi, bağışlayanların en hayırlısısm. Muhakkak ki biz, Allah için geldik ve mutlaka O'na dönücüyüz. La havle vela kuvvete ila billah. Bize Allah yeter, O ne güzel vekildir. Bize, tek ve ortaksız olan Allah yeter".
Bunlar, Allah Resulü Mustafa'dan (sav), sahabe ve büyük imamlardan rivayet edilmiş olan duaların hülasasıdır. Sözü kısa tutmak için bunların faziletleri ve değişik şekilleriyle ilgili tafsila­ta yer vermedik. Kul bu duaları, her gün sabah namazından sonra güneşin batmasından önce eder. Eğer bu duaları farz namazlardan sonra ederse, Allah'ın lütuf ve rahmetiyle fazileti kemale ermiş olur. [31][31]



Bu amellerin başında Kur>an okumak, teşbih türünden zikirler, hamd ve senada bulunmak, Allah Teala'nm ve O'nun nimetlerinin, iyilik ve ihsanının sürekliliği üzerinde düşünmek gelir. Bu nimet­lerin bir bölümü, kulun beklediği yerden, bir bölümü ise bekleme­diği yerlerden, bir bölümü bildiği yerlerden, bir bölümü ise bilme­diği yerlerden gelir.
Kul, bunları düşünerek, bütün bu gizlii ve açık nimetlerin şük­ründe ne kadar da ihmalkar davrandığım, Allah Teala'nm kendisi­ne emrettiği güzel ibadetlerle verdiği nimetleri için sürekli şükret­me mesuliyetini yerine getirme hususunda ne kadar da yetersiz kaldığını görür.
Allah Teala'nm kendisine yüklediği emir ve mendubları nasıl yerine getireceğini düşünür. Ya da Allah Teala'nm, onun kusurları­nı nasıl kalın bir perdeyle örttüğünü, kendisim nasıl hassas bir şe­kilde yarattığını ve işlediği hata ve günahları nasıl da gizleyerek kendisine lütufta bulunduğunu hatırlar.
Boş vakitlerini nasıl da salih amel işlemeksizin geçirdiğini dü­şünerek hayıflanır. Veya Allah TeaJa'mn kainattaki hakimiyetini, varlık alemi üzerindeki kudretini, O'nun ayet ve nimetlerini ya da insanlara ve milletlere musallat ettiği gizli ve açık bela ve cezaları düşünür.
Bu çerçevede Allah Teala'nm şu ayet-i kerimesini hatırlar: "On­lara Allah'ın günlerini hatırlat". (İbrahim/5) Bazıları buradaki Günler" ifadesinin, 'Nimet günleri'ni, bazıları ise 'Ceza günleri'ni murad ettiğini söylemişlerdir. Allah Teala buyurdu ki: "Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz". (A'raf/69) Benzer bir ifade şu ayet-i kerimede de mevcuttur: "Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?". (Rahman/49) Yani ey cin ve insan toplu­lukları, Allah Teala'mn üzerinizdeki hangi nimetini yalanlayabilir­siniz?
Kul, bu ayetleri her iki anlamda da alabilir. Bu iki durumda da Zikir ibadetini ifa etmiş olur. Zikir, yani Allah'ın nimetini hatırla­ma fiili, bir ibadettir. Zikir ibadeti ikinci basamağında Fikir'e dö­ner. Fikir ise, korku ve umut dairesine girer. Zikir, keyfiyeti bakı­mından kuvvetlendiğinde Müşahedeye dönüşür. Nitekim Allah Te-ala şöyle buyurmaktadır: "Onlar ki, ayakta iken, otururken, yanla­rı üzerinde yatarken Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılı­şı üzerinde tefekkür ederler. Ve şöyle derler: Ey Rabbimiz, Sen bun­ları boşuna yaratmadın. Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin. O halde Sen bizi o ateş azabından koru. Ey Rabbimiz, sen kimi ce­henneme sokarsan, şüphesiz ki onu rezil etmişsindir. Orada zalim­lerin hiç bir yardımcıları da yoktur. Ey Rabbimiz, biz 'Rabbinize inanın!' diye insanları imana çağıran bir davetçiyi işitip hemen imana geldik. Ey Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla ve kusur­larımızı ört, canlarımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabbimiz, pey­gamberlerine vaadettiklerini bize ver. Kıyamet gününde yüzümüzü kara çıkarma. Şüphe yok ki Sen asla sözünden dönmezsin". (Al-i îmran/191-194)
Müşahede, ancak Yakin ile olur. Yakin ise, İman'm ruhu, artırı­cısı ve mü'minin sanatıdır. Bir alim, hayrın tefsirini yaparken şöy­le demiştir: "Bir saatlik tefekkür, bir yıllık ibadetten daha hayırlı­dır". Ancak bu Tefekkür, insanı taşıyan yani, tiksindirici şeylerden sevdirici şeylere, arzu ve hırstan kanaat ve zühde taşıyan bir Tefek­kür'dür.
Denildi ki, Tefekkür; Müşahede ve Takva'yı ortaya çıkarır, insan nefsinde zikir ve hidayet etkisi yapar. Yüce Allah buyurdu ki: "İçin­dekileri iyice zikredin. Bu sayede belki sakınır, korunursunuz". (Bakara/63) Başka bir ayet-i kerimede de "Belki sakınır, korunur­lar". (En'am/69) buyurmaktadır. Yani düşünüp zikrettikleri şey, on­larda zikir ve hatırlatma etkisi yapar da günahtan ve ateşten sakı­nır, korunurlar, anlamındadır.
Bunun bir benzeri de şu ayet-i kerimede bulunmaktadır: "Allah size dünya ve ahiret hakkındaki ayetlerini böylece açıklıyor ki, on­ları düşünesiniz". (Bakara/219-220) Yani kalan ömürlerinde elle­rinden geleni yapar, sürekli olan ebedi hayata düşkünlük gösterir, fani olan şeylerde ise zühd gösterirler. Allah Teala, yüce Kitabı'nda Beyan, yani açıklamayı dahi şükür gerektiren bir nimet olarak ifa­de etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah, ayetlerini size işte böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz". (Maide/89)
Allah Teala "İçindekileri iyice zikredin. Bu sayede belki sakınır, korunursunuz" buyururken düşmanlarını da şöyle vasfetmiştir: "Gözlerinde Benim zikrime karşı bir perde bulunanlar". (Kehf/101) Ebu'd-Derda'nm (ra) annesi şöyle derdi: "Ebu'd-Derda'nm ibadeti­nin ekseriyeti Tefekkür idi. O şöyle derdi: Allah yolunda harcamak için her gün üç yüz dinar kazanmak beni mutlu etmez. Denildi ki: Peki niçin? Şu cevabı verdi: Çünkü bu beni tefekkürden alıkor". Kul, Tefekkür'le beraber niyetlerin güzelliğine inanarak kendiyle Yaratıcısı ve kendisiyle insanlar arasında güzel niyetlerde buluna­bilir. Veya sürekli Allah Teala'ya istiğfarda bulunur ve ömrünün ge­çen yılları ve gelecek yılları için tevbesini sürekli yineler.
Duasında da eziklik ve yakarış, huşu ve utanç, alçakgönüllülük ve tevazuda bulunarak ihlasını arttırmaya çalışır. Allah Teala'ya, kendisini bütün yasaklardan koruyup salih amelleri işlemeye muvaf­fak kılması ve engin lütfundan çeşitli feyzlerde bulunması için yaka-rır. Bunları yaparken de, kalbini diğer duygu ve düşüncelerden uzak, kafasını bütün dünyevi kaygılardan tecrit etmiş olması gerekir. Dua­sına karşılık verileceğinden emin ve Allah'ın yapacağı taksimden ra­zıdır. Kul, bunların dışında güzel ve hayırlı sözler söyleyip insanları bu sözlerle Rabbine çağırabilir. Bu sözleriyle bir din kardeşine fayda­lı olup ilim bakımından daha aşağıda olanlara bir şeyler Öğretebilir.
Bütün bunlar, geçmişte yaşamış alimlerin zikirleri ve selef-i sa-lih'in fikirleriydi. Zikir ve Fikir, kulların yapacakları ibadetlerin en faziletlileridir. Bunlarla çizilen yol, alemlerin Rabbi'ne götüren en kestirme yoldur. Kul, üstte anlattıklarunızdan hangisini yaparsa yapsın, Allah Teala'yı zikretmiş olur.
O, bütün bunları yaparken namazgahında Kıble'ye yönelmiş ol­malıdır. Kulun bu vakitlerde, yukarıda anlattığımız zikir ve sözlerden başka şeyler söylemesi veya yapması müstehab görülmez. Se­lef alimleri, fecrin doğuşundan güneşin doğuşuna kadar geçen sü­re esnasında hoş ve takva gereği olmayan şeyler konuşmayı mek­ruh görürlerdi. Hatta bazıları fecrin doğuşundan sabah namazına kadar geçen süre içinde zikir ve hayır konuşmaları dışında söz sar-fetmeyi kınama hususunda çok ağır ifadeler kullanmışlardır. Bu da artık kaybolan bir sünnettir. Buna uygun davranan, onu hatırla­mış olur. [32][32]  _.                 



Gündüz virdleri yedi tanedir:
İlki: İkinci fecrin (=fecr-i sâdık) doğuşundan güneşin doğuşuna kadar geçen süre içinde yapılan zikirlerdir ki bunları daha önce be­lirtmiştik. Bu vakit, Allah Teala'nm da Kur'an-ı Kerim'de üzerine yemin ettiği bir vakittir.
Allah Teala buyurdu ki: "Soluk almaya başladığında Sabah'a (yemin ederim!)". (Tekvir/18) Sabahın soluk alması, fecrin doğu­şundan, güneşin doğuşuna kadar geçen süre içinde olur. O, Allah Teala'nm kulları için uzattığı, sonra da güneşi onun üzerine yaya­rak kendine doğru çektiği bir tür gölgedir. Allah Teala, onu çekerek ayetlerinden bir kısmını açığa çıkarır ve güneşi de onun için bir açı­ğa çıkarıcı ve rehber kılar. Allah Teala buyurdu ki: "Bakmaz mısın Rabbinin eserlerine, gölgeyi nasıl da uzatmakta? Eğer dileseydi onu elbette hareketsiz kılardı. Sonra Biz güneşi nasıl da ona reh­ber yapmışız? Sonra nasıl o (gölgeyi) azar azar kendimize almakta­yız". (Furkan/45-46)
Ayet-i kerimenin ilk cümlesindeki "uzatmak" ifadesi, yaymak anlamındadır. İkinci cümledeki, "hareketsiz" ifadesi, yani hiç bir dönüşüm geçirmeden olduğu hal üzerinde kalır anlamındadır. Üçüncü cümledeki "Güneşi rehber kılmak" ifadesi, güneşin onu or­taya çıkarması, anlamındadır. "Rehber" kelimesi ise, sorunu çözen, şüpheyi gideren anlamındadır. Dördüncü cümledeki "Gölgenin azar azar alınması", onun güneşin altından yavaş yavaş çekilerek, kimsenin bunun farkına varamaması anlamındadır. Gölgenin gü­neş karşısındaki durumu, ışığın içindeki karanlık gibidir. Yani aşa­malı olarak olarak ona teslim olur. Gölge, Allah'ın hikmeti gereği güneşe girdiğinde sabah ortaya çıkmış olur.
Felak (=yarıp çıkarma) kelimesine gelince, Allah Teala onu ya­ratmış olmakla övülmekte, Felak anında kendisini tenzih etmemi­zi emretmekte, Felak esnasında yarattıklarının şerrinden kendisi­ne sığınmamızı istemektedir. Allah Teala Zatı'nı vasfederken şöyle buyurmuştur: "O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkarandır". (En'am/96) Yine O, şöyle buyurmaktadır: "O halde sabaha girer­ken, akşama çıkarken Allah'ı teşbih edin". (Rum/17) Yani her iki vakitte de namaz kılarak O'nu teşbih edin, anlamındadır.
Yüce Allah buyurdu ki: "De ki: Yarattıklarının şerrinden Fe-lak'in Rabbine sığınırım". (Felak/1-2) Yani sabahı yarıp çıkaran Al­lah'a sığınırım. Kul, bu vakitte fitneye düşmekten, gereksiz konuş­malar yapmaktan, şüpheli sözler dinlemekten, çirkin şeylere bak­maktan, kendisini Allah'ı zikretmekten alıkoyacak şeylerden veya kendisine dünyayı hatırlatacak şeylerden, mesela, süslenme ve in­sanlara gösteriş yapma gibi hoş olmayan şeylerden emin olur ve Mevlası'm düşünmekle meşgul olma, O'na karşı ihlaslı olma ve O'ndan gayrisinden yüz çevirme hasletlerine sahip olursa geçtiği­miz fasıllarda açıkladığımız şekilde zikirler yapar.
Bunları namazgahında veya camiide yapabilir. Camiide yapma­sı daha faziletlidir. Bu yüzdendir ki Allah Teala, mescidlerin yük­seltilmesini emretmiştir: "(O nura) Allah'ın (isminin) yüksek tutul­ması ve içinde isminin anılmasına izin verdiği evlerde (cami ve mescidlerde) kavuşulur". (Nur/36)
Kul, üstte anlattığımız fitne ve kötülüklerden emin olamaz, sev­mediği biriyle karşılaşarak afete uğramaktan, takiyye veya riyaya düşmekten korkarsa, ya da gereksiz sözler dinlemekten veya çirkin bulduğu konuşmalar duymaktan endişe ederse, sabah namazını kıldıktan sonra evine veya halvet bulduğu bir mekana döner. Bun­dan önce namaz kıldığı yerde ve yerinden ayrılmadan,
"Tek Allah'tan başka ilah yoktur. O'nun ortağı da yoktur. Mülk ve hamd O'nundur. Can veren de can alan da O'dur. Hayır, O'nun elindedir ve O her şeye kadirdir" teşbihini on kez okur, sonra dizini kırarak onbir İhlas okur. Bundan önce hiç konuşmaması şarttır. Konuyla ilgili olarak rivayet edilen hadis-i şeriflerde istenen budur.
Virdinin kalan kısmını tamamlamak üzere evine veya halvetgâ-hına gider. Bunları yaparken daima Kıble'ye yönelmiş olması gere­kir. Bu, daha faziletli ve kalbinin zikir üzerinde yoğunlaşması için daha faydalıdır.
Kulun, sabah namazından sonra ve güneşin doğmasından önce yapacağı bu zikir ve tesbihatı yapmaması ancak şu iki husustan bi­riyle meşgul olması halinde doğru olur:
Bunların ilki, kendisine farz kılınan iyilik ve takva üzerinde yardımlaşmanın gereği olarak yapacağı, ya da kendisine veya baş­kalarına faydası dokunacak bir mendub ile meşgul olması halidir. Bunların, vaktin geçirilmesiyle telafisinin mümkün olamayacağı düşünülen işler olması gerekir.
Diğeri ise, ilim öğrenmek veya ilim dinlemek halidir. Bu amel, kulu dini ve ahireti bakımından Allah Teala'ya daha çok yaklaştı­rır. Onun, dünyalıklar konusunda zahid olmasını sağlar. Kul, bu vakitlerde AJıiret Alimleri dediğimiz, ilmine güvenilen alimleri din­leyebilir. Bunlar, yakini iman ve hidayet erbabı alimler olup gerek­siz dünyalıklar hakkında zühd içindedirler. Allah'ın yoluna girmek­ten başka kaygıları yoktur. Kul da bunları dinleyerek Allah'ı zik­retmiş veya akıl sahiplerinin Allah hakkındaki fikirleriyle tefekkür etmiş olur.
Yukarıda anlattığımız her iki halde de, bunlara gitmek namaz-gahda oturmaktan daha hayırlıdır. Çünkü bunlar da, esas manada Allah'ı zikretmek, O'nun için amelde bulunmak ve yolunda yürü­mektir. Hatta bunların daha hususi bir vasıfları vardır. Yüce Allah buyurdu ki: "Rablerinin cemalini (rızasını) isteyerek sabah akşam O'na dua edenleri yanından kovma". (En'am/52) Allah Resulü de (sav) şöyle buyurmuştur: "Sabah vakti ilim için evinden ayrılan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır".[33][33]
Ibni Mesud da (ra) şöyle derdi: Sabahleyin evinden ya ilim öğret­mek, ya ilim Öğrenmek veya ilim dinlemek için ayni. Sakın dördün­cü olma, yoksa helak olursun. Başka bir hadiste ise şöyle denilmek­tedir: "Sabah vakti ilim öğrenmek için evinden ayrılan her kimseye melekler -yaptığından razı olarak- kanatlarını gerer, yeryüzünün bütün canlıları, gökyüzünün bütün melekleri, havada uçan kuşlar ve denizin bütün balıkları onun affedilmesi için dua ederler". [34][34]
Ebu Zer-i Gıfari'nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de şöy­le denilmektedir: "Bir ilim meclisine katılmak, bin rekat namaz kıl­maktan, bin cenazede hazır bulunmaktan ve bin hastayı ziyaret et­mekten daha hayırlıdır"[35][35].  Denildi ki, "Kur'an dinlemekten" dediği de rivayet edilir. Bu sorulunca şöyle cevap vermiştir: "İlimsiz Kur'an okumak fayda eder mi?"
Kul, bu iki meşguliyetten biriyle uğraşmadığı zaman, namaz kıldığı yerde, mescitte, evinde veya halvetgâhmda oturarak türlü zikirlerle Allah'ı zikreder veya Allah Teala'nm zihninde açtığı mü­şahede efkarıyla tefekkür eder. Bu saatlerde bu tür düşünce ve zi­kirlerle uğraşmak diğer saatlere göre daha faziletlidir.
Allah Resulü'nden (sav) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Sa­bah namazından güneşin doğuşuna kadar geçen sürede mescidde oturup Allah'ı zikretmem, bana göre dört köle azat etmemden da­ha güzeldir". [36][36] Bu ibadetin faziletiyle ilgili bir çok hadis nakledebi­liriz. Sabah namazından güneşin doğuşuna kadar geçen sürede oturarak Allah'ı zikretmek ve bundan sonra iki rekat namaz kıl­mak hakkında ve bunun sıfatları hakkında gelen bir çok rivayet ol­masına rağmen sözü kısa tutmak için bunlara yer vermedik.
Hasan'dan (ra) naklettiğimize göre "Allah Resulü (sav) Rabbi-nin rahmetini zikrederken O'nun şöyle buyurduğunu söylemiştir: Ey Adem oğlu! Beni sabah namazından sonra bir saat, ikindi na­mazından sonra da bir saat zikret. Bu, ikisi arasındakiler için sa­na yeter". Güneş yükselip beyazlaştığında 8 rekat kuşluk namazı kılınır. Bu vakit, Allah Teala'nm şu ayetinde anlattığı vakittir: "Ak­şamleyin ve kuşluk vakti teşbih ederlerdi". (Sad/18)
Kul, bu namazı da kıldıktan sonra bakar; eğer bir hasta varsa, onun ziyaretine gider, bir cenaze varsa onun teşyiine katılır, iyilik ve takva üzerinde bir yardımlaşma işi varsa ona koşar, kardeşlerin­den birinin bir ihtiyacı varsa onu gidermeye çalışır, eğer üzerinde yapması gereken bir farz varsa onu ifa etmeye koşar, kendisine ge­lecek bir lütuf sezerse, vakit kaybetmeksizin o fırsatı değerlendirir.
Güneşin doğmasından sonra yapacağı zikir ve fikirlerin ardın­dan yapabileceği en güzel işler bunlardır. Bunları bitirdikten son­ra, eğer yukarıda anlattığımız türden kendisini Allah'a yaklaştıra­cak bir meşguliyeti yoksa, nafile namaza, Kur'an okumaya, emre­dilen veya mendub görülen zikirleri yapmaya, ya da geçmiş ömrüy­le ilgili olarak nefs muhasebesinde bulunmaya, nefsine gem vur­maya, gelecek işleri için onu terbiye etmeye ve her halinde Rabbi-ni murakabe etmeye devam eder.
İkincisi: Güneş yayılıp iyice kızgınlaşmcaya ve gün yükselince­ye kadar bu tür amellerle meşgul olur. Günün ikinci virdi budur. Bu, Allah Teala'nm üzerine yemin ettiği Yükselen Kuşluk (=Fecr-i Ala) vaktidir. Allah Teala buyurdu ki: "Kuşluk vakti üzerine yemin ederim ki". (Duha/1) Yani ayakların güneşin hararetiyle terlemeye başladığı vakte, anlamındadır.
Kul, buna bağlı kaldığı zaman, Rabbinin kendisine indirdiğine uymuş ve O'nun şu buyruğunu dinlemiş olur: "Rabbinizin size in­dirdiğine uyun". (A'ra#3) Çünkü kul, bu vakti değerlendirmek su­retiyle Rabbine şöyle demiş olmaktadır: "Ben, ancak bu beldenin Rabbine ibadet etmekle emrolundum ki O, bu beldeyi mukaddes kılmıştır". (Neml/91) Sonra da şöyle demektedir: "Ve Kur'an oku­makla (emrolundum)". (Neml/92) Çünkü Allah Teala şöyle buyur­muştur: "Sana Kitab'dan vahyedileni oku ve namaz kıl. Çünkü na­maz, edepsizlik ve çirkinlikten alıkoyar. Elbette Allah'ı zikretmek en büyük ibadettir". (Ankebut/45)
Kuşluk namazını, bu vakitte kılmak daha faziletlidir. Kuşluk anlamının tam olarak mevcut olmasından dolayı namaz için en uy­gun vakit de budur. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kuşluk nama­zı, ortalık kızıştığındadır". [37][37]
O, bir gün ashabının arasına çıktığında işrak vaktinde, yani gü­neşin doğuşundan hemen sonra namaz kıldıklarım gördü ve onla­ra olabildiğince yüksek bir sesle şöyle seslendi: "Dikkat edin, Al­lah'a çokça yönelenlerin namazı, hararet .iyice arttığı zamandır!" [38][38]
Allah Resulü'nün (sav) bu hadisindeki "Allah'a çokça yönelen-ler=Ewâbîn" ifadesi, O'na çokça tevbe edenler, anlamındadır. Kul, bu namazı eda ettikten sonra kendisine mubah kılman geçim yol­larına girer. Eğer ticaret yapıyorsa, doğru sözden ayrılmaz. Eğer zanaatla iştigal ediyorsa, onu da en güzel şekilde yapar. Geçim için bu tür işler yapmaya ihtiyacı fazla değil ise, yeteri kadarıyla yetin­melidir.
Kulun bu süre zarfında yapacağı amellerin en alt basamağında suskunluk ve uyku yer alır. Bu iki fiilde de, günahlardan ve kötü insanlarla ilişkiye geçmekten uzak durma mevzubahistir.
İlim hakkında gelen haberlerden birinde şöyle denilmektedir: "İnsanlar üzerine Öyle bir zaman gelecektir ki, onların en faziletli ilimleri susmak, en faziletli amelleri de uyumak olacaktır". İnsan­lar arasında öyleleri vardır ki, en güzel halleri uykudur. Kul, keş­ke uyanıkken de uykudayken gibi olabilse. Çünkü uykusunda sela­met vardır. Bu selamet, uyanıklığında ortadan kalkabilmektedir.
Faziletler, ancak fazilet erbabı içindir ki onlar, selamet ve ada­letlerine ihsanı ilave ederler. Bu fazilet, sözde çıkmaz tartışmalara girmek, insanın hallerinde bulunan türlü afet ve belalar, ameller­den İhlasın çıkıp gitmesi gibi durumlarda nefse hakim olabilmek bakımındandır. Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle derdi: İşlerini bitirdikle­rinde selamete ulaşmak ve uyumaktan hoşlanırlardı.
İnsanlar arasında Öyleleri vardır ki, en güzel halleri uykudur. Kul, keşke uyanıkken de uykudaki gibi olabilse. Çünkü uykusunda selamet vardır. Şu zamanda da, amellerin en faziletlisi selamettir. Faziletleri işlemek ise, fazilet erbabına mahsustur. Onlar, selamet ve adalete ihsan ve lütfü ilave edenlerdir. Eğer kişi bu vakitte uyursa, onun uykusu kaylule uykusu olur.
Üçüncüsü: Kul, kuşluk vaktinden güneşin zevaline kadar ge­çen sürede geçim sebeplerine sarılabilir. Bu vakit, aynı zamanda günün üçüncü virdini oluşturur. Namazın vakti gelmeden önce ab-dest alır. Böyle yapması müstehabdır. Namazda devamlılığı muha­faza eder.
Eğer günün geçen kısmında kendisi ve ailesi için gerekli rızkı kazanmış ise, pazarı terkederek evine veya Mevla'sının evine gider ve oturur. Orada Rabbinin hizmetiyle uğraşarak ahireti için de azık hazırlar. Selef-i Salih böyle yapardı. O zamanlar şöyle denilir­di: Mümin, ancak şu üç yerde olabilir: İhya ettiği bir mescidde, ken­disini örten evinde veya çok gerekli bir ihtiyaçta.
Dördüncüsü: Güneş zeval bulduğunda gökyüzü kapılarını zi­kirle meşgul olarak namaz kılanlara açar. Bu vakitte, müminlerin dualarına icabet edilir. Bu da günün dördüncü virdidir.
Kul, zevalden sonra dört rekat namaz kılmalı ve bunlarda Ba­kara suresinden bir mikdar veya ikiyüz ayetli surelerden iki tane ya da dört adet Mesani yani yüzden az ayeti bulunan sure okur ve bunları uzatır. Güzelce okuduğu bu rekatler arasında selam ver­mez. Bu namaz, gündüz namazları içinde dört rekatlı ve tek selam­lı biricik namazdır.
Bu vird, İzhar vaktini (=öğle vakti) göstermektedir ki Allah Te-ala yüce Kitabı'nda bu vakitte kendisine hamdedilmesini öğütleye-rek şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde hamd O'nun içindir. Günün sonunda ve öğle vaktine girince Allah'ı tenzih edin, namaz kılın". (Rum/18)
Kul, güneşin zevalinden önce gökyüzünün ortasına yerleştiğinde namaz kılmaktan sakınmalıdır. Bu, gölgenin kaybolmaya yüz tuttu­ğu ve her şeyin gölgesinin onun altına girdiği vakittir. Gölge zeval bulduğunda güneş de zeval bulur. Güneşin gökyüzünün ortasına yerleşmesi, günlerin kısalığından dolayı kış mevsiminde biraz kapa­lı olabilir. Çünkü bu mevsimde güneş uzaydaki seyrinde ortadan ge­ri dönmekte ve yolun yarısını katettiği için batmaya daha yakın ol­maktadır. Dolayısıyla kul bu vakti, yaklaşık olarak takdir etmelidir. Güneşin zevalinden önce, gökyüzünün ortasına yerleşmesi sü­resinde dört rekat kadar bir namaz kılar ve bu namazda Kur'an'-dan bir cüz veya yaklaşık bir cüz kadar okur. Bu, üçünvü virdin so­nudur. Bu virdde sadece teşbih, Kur'an okuma ve tefekküre izin ve­rilmiştir. Çünkü bu vakit, Allah Resulü'nün (sav) namaz kılmayı yasakladığı beş vakitten (=kerahat vakitleri) biridir. Diğer dört va­kit ise, güneşin doğuşundan iki mızrak boyu kadar yükselmesine kadar geçen süre, yavaş yavaş batmaya yüz tuttuğu vakit, sabah namazından ve ikindi namazından sonrasıdır.
Kul için en güzeli, ezan ile kamet arasındaki zamanı ihya ede­rek bu vakit zarfında rüku'ya eğilmesi ve dua etmesidir. Çünkü bu vakit, dualara icabet edilen vakitlerdendir. Bu vakitte, gökyüzü­nün kapıları açılır ve ameller arındırılır. Gündüz vakitlerinin en fa­ziletlileri, farz namazların vakitleridir.
Kul, eğer ezan ile kamet arasında virdini okumazsa, içinde du­alar bulunan ayetleri nafile olarak okuması müstehab görülür. Bu vakitlerde Bakara suresinin sonu, Al-i İmran suresinin sonu, sure­lerde tekrarlı olarak yer alan ikişer üçer ayetleri okur. Bunlara ör­nek olarak şu ayet-i kerimeleri zikredebiliriz: "Rabbimiz,bizim dos­tumuz yalnız Sen'sin. Bizi bağışla ve bize merhamet et". (A'raf7155) "Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalplerimi kaydırma". (Al-i İmran/8) "Rabbimiz, biz ancak Sana yöneldik, Sana tevekkül et­tik ve bütün gidiş yalnız Sana'dır". (Mümtehine/60)
Bunlar dışında, içinde ta'zim, teşbih ve Allah Teala'nm güzel isimleri (=Esma-i Hüsna) bulunan ayetleri de okuyabilir. Bunlara örnek olarak da Hadid suresinin başı, Haşr suresinin sonu, Ayete'l-Kürsi ve İhlas suresini zikredebiliriz. Kul, bunları okumakla, tila­vet ve duayı birleştirmiş, salat, ta'zim ve Allah'a hamdü senayı bir­likte yapmış olur.
Daha sonra öğle namazını cemaatla kılmalıdır. Öğle namazının öncesinde ve sonrasında dörder rekatlık sünnet namazlarını asla terketm em elidir. Bu da gündüz virdlerinden dördüncüsünün sonu­dur. Virdlerin en kısa ve en faziletli olanı da budur. Eğer zeval vak­tinden önce uyumuşsa, bu vird esnasında uyumaz. Geceyi uykusuz geçirmediği günlerde gündüz uykusu mekruh olduğu gibi, aynı gün içinde iki kez uyuması da mekruh görülür.
Bu babda bazı alimlerden şunu naklettik: Üç şey vardır ki, Al­lah Teala'mn hışmını celbeder: Hoşlanmaksızm gülmek, acıkmak-sızm yemek ve gece uykusuz kalmaksızın gündüz uyumak. Kul, eğer uyumamışsa öğle ile ikindi vakitleri arasında uyuyabilir. Böy­lece gece ibadetine kalkabilmek için bünyesini güçlendirmiş olur. Kul, bu vakitte uyumalıdır. Çünkü öğleden önce uykusu önceki ge­ce, öğleden sonra uykusu ise o gece içindir. Gece uykusuzluğu de­vam eder ve gündez virdleriyle birleşirse, o zaman Öğleden önce ge­çen gece, öğleden sonra da gelecek gece için uyuması hoş görülür.
Her halükarda günlük sekiz saatten fazla uyuması müstehab görülmez. Bazıları derler ki, kişi bu miktardan az uyursa bedeni zayıflar ve güçsüz düşer. Çünkü uyku, bedenin azığı ve rahat etme vesilesidir. Allah Teala da şöyle buyurmaktadır: "Uykunuzu bir sü­kunet yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü de bir geçim zama­nı yaptık". (NebeV9-ll) Ayetin ilk cümlesinde yeralan "sükunet" ke­limesi, rahatlama, anlamındadır. Ancak gece- uykusuzluğunu adet haline getirenler için bu durum geçerli değildir. Çünkü bu kimsele­rin tabiatları buna alışmıştır. Fakat bilinenin dışına çıktığı için, bunun üzerine kıyas yapılmaz.
Öğle ile İkindi arasını ihya etmek, Salat-ı Gaflet olarak bilinir ki bir bakıma gece ibadetine benzer. Bu süre zarfında mescidde iti-kafa çekilerek zikir ve salatü selam ile iştigal edip namazı bekle­mek müstehabdır. Bu, Selef-i Salih'in alıştığı hallerdendi.
Denir ki: O zamanlar, öğle ile ikindi arasında mescide girenler, orada bulunanların zikir ve tilavet seslerinin hurmaların rüzgarda çıkardıkları uğultuya benzediğini görürlerdi. Her halükarda itikaf için eve çekilmek, hem dini açıdan daha güzel, hem de dikkatini toplaması bakımından daha sağlıklıdır. Daha sağlıklı olan, elbette daha faziletlidir.
Kuşluk vakti ile güneşin zevali arasında yer alan dördüncü vir­din ihyası da işte böyledir. Kul, bu süre zarfında zikir ve ibadetle iştigal ederek kaçırdığı gece ibadetinin sevabını da idrak eder. Çün­kü insanlar bu iki vakitte de dünyalıkları ve nevaları peşinde ko­şarlar. Uyanık kalbe sahip olanlar ise, bu iki vakitte kalplerini bu türlü iş ve düşüncelerden boşaltarak, sükunete ererler. Bu vakit­lerde ibadet edenler, amellerinin tadını alır, Allah'a yönelme ve O'nu düşünmenin lezzetini tadarlar.
Bu vakitlerde halktan uzaklaşarak Hâlık'la ilişki kurmak, da­ha fazla sevap ve bereket demektir. Allah Teala'mn şu buyruğunda-ki hikmetlerden biri de budur: "Zikretmek veya şükretmek isteyen­lere gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren de O'dur". (Furkan/65) Yani O, bu iki vakti ardarda getirerek lütfunu sürekli tutar- Gece yapacağı bir ibadeti kaçıran kimse, onu bu iki vird esnasında yapa­rak sevabını yine kazanır. Bu virdlerden biri kuşluk vakti ile zeval vakti arası, diğeri ise öğle ile ikindi arasıdır.
Üstteki ayetin bir diğer hikmeti de şudur: Günün tamamı, ge­cenin takipçisidir. Gece ibadetinden her hangi birini kaçıran kul, gündüz onu kaza edebilir. Çünkü gündüz, gecenin bedelidir. Aynı şekilde gündüz ibadetlerinden birini kaçıran da onu gece esnasın­da kaza edebilir. Çünkü gece ile gündüzün her ikisi de birbirinin takipçisi ve karşılığıdır. Dolayısıyla birini kaçıran kul, diğerinde zi­kir ve şükür ile iştigal edebilir. Ayette geçen "Zikir" kelimesi, kalbi amellerin tamamını ihtiva eden genel bir istılahdır. Bu kalbi amel­lerin içine, yakin ilminin makamları, gaybi ilimlerin müşahedesi gibi hususlarını tamamı girer.
Ayette geçen "Şükür" kelimesi ise, şeriatın emirlerinden olarak uzuvlar vasıtasıyla yapılan bütün amelleri ihtiva eder. İşte bu iki­si, kulun amellerinin tümünü ve hizmetinin özünü ifade etmekte­dir. Kelim'in Celil'e söylediği gibi bu iki mana da şu ayet-i kerime­de mevcuttur: "Ta ki Seni çok teşbih edelim ve çok zikredelim". (Ta-ha/33-34) Bu durumda, teşbih ve zikir, beden ve kalbin tasarrufla­rı arasında yerini almaktadır.
Beşincisi: İki asır arasında yer alan vird de beşinci virddir ki, virdlerin en uzunu ve ibadet için en zevklisidir. Uzunluğu bakımın­dan üçüncü virde benzer. O, günün asıllarından olup akşam üzeri­dir ve Allah Teala'nm o vakitte her şeyin secde ettiğini bildirdiği ve sabahın ilk saatleriyle karşılaştırdığı günün asıl vakitlerinden bi­ridir.
Allah Teala buyurdu ki: "Halbuki göklerde ve yerde kim varsa, kendileri de gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler". (Ra'd/15) Cansız varlık ve eşya Allah için secde edip O'nu zikrederken, yaşayan bir müminin gaflete düşerek Rabbini anmak­tan yüz çevirmesi ne kadar da çirkin bir haldir. Kul, bu vakitte dört rekatlık ikindi namazını kılmalıdır. Ezan ile kamet arasındaki zik­ri de fırsat bilerek kaçırmamalıdır. Daha Önce de ifade ettiğimiz gi­bi, ezan ile kamet arası duaların kabul edilmesinin umulduğu be­lirli vakitlerdendir.
Altıncısı: İkindi vakti girdiğinde kul da, günün altıncı virdi için mescide girer. Allah Teala, bu vakit üzerine de yemin etmiştir: "Asra (yemin ederim ki)". (Asr/1) Ayetin iki anlamından biri bu yön­de olup Allah Teala'nm buyurduğu gibi akşam üzerine tekabül eden vakittir ki bu vakitte Allah Teala'ya hamd ve tesbihde bulu­nularak Zatı her türlü noksanlıktan tenzih edilir.
O buyurdu ki: "... Günün sonunda ve öğle vaktine girince..". (Rum/18) Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "Ak­şamleyin ve kuşluk vakti teşbih ederlerdi". (Sad/18) Bu virdde, ezan ile kamet arasında kılınan dört rekatlık sünnet dışında başka namaz yoktur. Kul, ikindi namazını kıldıktan sonra, zikir ve fikir amellerine dalarak kalbi ve bedeni amellerde bulunur. Bunlardan kimi ona farz kılınmış, kimi de mendub görülmüştür. Bu amellerin en faziletlisi, düşüne düşüne, anlaya anlaya, güzelce yorumlayarak ve tertil ile Kur"an-ı Kerim okumaktır.
Yedincisi: Güneş sararıp harareti düştüğünde ve ilk doğusun­daki gibi duvarların ve ağaçların tepelerine kadar indiğinde günün yedinci virdi başlamış olur.
Bu vakit de, güneş batmcaya kadar, teşbih, zikir, Kur1 an tilave­ti ve istiğfarla geçirilir. Denildiğine göre bu vakit de günün ilk vak­tinde olduğu gibi kul için istiğfarda bulunmaya en uygun vakittir. Kul, bu vakitte şöyle diyerek istiğfarda bulunur:
"Günahım için Allah'dan istiğfarda bulunur ve Rabbime hamde-derek O'nu teşbih ederim".
Böylece istiğfar ile teşbihi birlikte yapmış olur ki Kur'an'da da Allah Teala böyle buyurmaktadır: "Günahına da istiğfar et ve sa-bah-akşam Rabbini hamdile teşbih et". (Mü'min/55) Kul;
"Hayy ve Kayyum olan Allah'a istiğfar eder, O'ndan tevbemin kabulünü niyaz ederim. Azim olan Allah'ı hamdile teşbih ederim" derse daha makbul olur. Çünkü bu ifadenin fazileti hakkında riva­yetler mevcuttur.
İstiğfarın en faziletlisi ise, Allah Teala'nın Kur1 an- Kerim'de zik­redilen isimleri üzerine istiğfarda bulunmaktır:
"Allah'a istiğfar ederim ki O, çok bağışlayıcıdır. Allah'a istiğfar ederim ki O, tevbeleri çokça kabul edendir. Allah'a istiğfar ederim ki O, muhakkak bağışlayıcı ve çok merhametlidir. Allah'a istiğfar ederim ki 0, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli olandır. Rabbim beni bağışla ve bana merhamet et. Sen, merhamet edenle­rin en hayırlısısın. Bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen, bağışla­yanların en hayırlısısın".
Bu vird, fazileti bakımından, fecrin doğuşundan güneşin doğu­şuna kadar geçen süreyi ihtiva eden birinci vird gibidir. Bu virdin vakti, Allah Teala'nm Zatı'm tenzih ettiği akşam vaktidir. O buyur­du ki: "O halde akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı teşbih edin". (Rum/17) Allah Teala bu ayette, ismi fiil makamına koymuş­tur. Bu vakit, kullarına kendisini teşbih etmelerini emir buyurdu­ğu günün uç kısımlarından (=etrâf) ikincisidir: "Ve gündüzün etra­fında da O'nu teşbih et ki, Allah'ın rızasına eresin". (Taha/130)
Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Akşama girerken ve sabaha ererken..". (Rum/17) Yine O şöyle buyurmaktadır: "De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yaratıkların şerrinden, karanlığı bastığı zaman gecenin şerrinden". (Felak/1-3)
Kul, bu virdin vaktine girdiği zaman, günün ilk virdinde okudu­ğu dua ve teşbihleri okumalı ve akşam ezam okunduğunda şöyle dua etmelidir:
"Allahım, bu gecenin yönelip gündüzünün sona erişidir. Bu, Sa­na dua edenlerin sesleri, namazın için hazırlanış ve meleklerinin şahitliğidir. Muhammed'e ve O'nun yakınlarına salat et. O'na Vesi­le ve Fazile'yi ver ve O'nu kendisine vadettiğin Makam-ı Mahmud'a gönder". Daha sonra da üç kez şöyle demelidir:
"Rab olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan, Peygamber olarak Muhammed'den razı oldum".
Bu teşbihte de tesir ve fazilet vardır. Aynı teşbihi, sabah ezanı­nı duyduğunda da söylemelidir. Ancak o vakit söylerken gecenin yerine gündüzü, gündüzün yerine de geceyi koyar. Bu dua, asıl ola­rak akşam namazı içindir. Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: Selef, sa­bahın ilk saatlerinden çok akşam vaktini yüceltirlerdi. Selefden bazıları şöyle demişlerdir: Günün ilk kısmı dünya için, son kısmı ise ahiret içindir.
Güneş tam olarak perdelenip çekildiğinde günün yedi virdi de bitmiş olur. Ey zavallı kul, bir bak sen bu yedi virdde neler yapmış­sın? Neleri kaçırmışsın? Bu vakitlerde kendin için neler yazdırmış­sın? Ömründen bir faslı daha harcadın, günlerinden birini daha ek­silttin, peki bu sürede ne kadar yol aldın? Bugünden eksiltip de ya­rının için neler ilave ettin?
Allah Resulü (sav) şöyle buyururdu: "İnsanlar, sabahleyin iki türlü çıkanlardan oluşur. Kimi nefsi için çıkar ve onu azat eder. Ki­mi de nefsi üzerine yarışır ve onu ateşe atar"[39][39]Yüce Allah da Re-sulü'nü (sav) tasdik ederek şöyle buyurur: "Sizin çabanız, çeşitli­dir". (Leyl/4) Bunun açıklamasında ise şöyle buyurmuştur: "Her can kazandığına karşı rehindir. Ancak amel defterleri sağdan veri­lenler bunun dışındadır". (Müddessir/38-39)
Bir rivayette de şöyle denilmektedir: Hayrı arttırmadığım hiç bir gün bana bereketli kılınmadı. Başka bir yerde ise şu rivayet edilmektedir: İki günü eşit olan kayıptadır. Günü, dününden daha kötü olan ise mahrum edilmiştir.
Günün yedinci ve son virdinden sonra gecenin beş virdi girer. Kul, gündüz virdlerinde kaçırdığı sevap ve lütfü bu virdlerde teda­rik etmeye çalışır. Ebu Hüreyre (ra) Allah Resulü'nden (sav) şunu rivayet etmiştir: "Allah Teala, her obur ve şişmana, pazarlarda leş peşinde koşan, geceleri eşek, gündüzleri ise dünya işlerini iyi bilip ahiret işlerinden bihaber olan kimseye gazap eder".[40][40]



Gece virdleri beş tanedir:
îlki: Kulun akşam namazından sonra altı rekat namaz kılma­sıdır. Bu namazı, namazdan sonra kimseyle konuşmadan Önce kıl­ması müstehabdır. Bu namazın ilk iki rekatında, seri olabilmek için Kaftrun ve îhlas surelerini okur. Bu iki rekatı, namazın hemen akabinde kimseyle konuşmaya girmeksizin kılar.
Bize ulaşan bir haberde şöyle denilmektedir: "Akşam namazın­dan sonra iki rekatı kılmakta acele edin. Çünkü o ikisi, akşam na­mazıyla birlikte yükseltilirler". Kişinin evi mescide yakınsa, bu iki rekatı evinde kılmasında bir beis yoktur. Son dört rekatı da uzata­rak kılabilir. Ahmed b. Hanbel (ra) bu iki rekatın evde kılınmasını müstehab görürdü. Kendisi de böyle yapar ve 'Sünnete uygun olan da budur' derdi. Çünkü rivayete göre Allah Resulü (sav) bu iki re­katı evinde kılıyordu. Gerçi O'nun evi mescidin arka tarafindaydı. Bu sebeple Allah Resulü'nün (sav) bu iki rekatı mescidde kıldığı da söylenebilir.
Kul, bu iki rekatı kıldıktan sonra ikinci şafak da kayboluncaya kadar kendisine kolay geldiği kadar namaz kılmalıdır. İkinci şafa­ğın kaybolması, ufuktaki kızıllığın gitmesiyle birlikte oluşan be­yazlıktır. Bundan sonra gecenin karanlığı basmaya başlar. Bu va­kit, güneşin son ışıklarını da kaybettiği vakittir. Güneş yeryüzü­nün yukarı kısmını katettikten sonra Kaf dağının ardından dola­narak yükselir ve yeni bir günü aramaya başlar. Bu vakit yatsı na­mazının son kısmının kılınması için müstehab olan vakittir. Bu da, gece virdlerinden ilkinin sonu olur.
Bu vakitte namaz, gece saatlerinde (=nâşi'etül-leyl) kılman na­maz olur. Çünkü gecenin ilk saatleri bu vakitle başlamaktadır. Bu, aynı zamanda Allah Teala'mn Kur'an'da belirttiği gecenin kısımla­rından da biridir. O şöyle buyurur: "Ve gece saatlerinde ... teşbih et". (Taha/130) ayetteki "Anâ"' (=saatler) kelimesi, "An" kelimesi­nin çoğuludur. Gecenin bir vakti anlamındadır.
"Nâşi'etü'1-leyl" kelimesinin, gece ibadeti anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu, bir cemaatin lisanına uymaktadır ki onlar, bir şey için kalktıklarında "Neşa" derler. "Nâşi'e" kelimesi de buradan ge­liyor olabilir. Allah Teala bu vakit üzerine yemin etmiş ve şöyle bu­yurmuştur: "Şafak üzerine yemin ederim ki". (İnşikak/16)
Ayette geçen "Şafak" kelimesi, iki yatsı arasındaki vakte tekabül eder. Bu esnada kılınan namaza, Salat-ı Evvâbîn ya da Salat-ı Gaf­let denir.Yunus b. Ubeyd, Hasan el-Basri'nin (ra) "Onlar (geceleyin) yataklarından kalkarlar". (Secde/16) ayetinin tefsiriyle ilgili olarak şöyle dediğini nakleder: Bu, iki yatsı arasında kılman namazdır. Enes b. Malik de (ra) akşam ile yatsı arasında uyuyan adamın du­rumu sorulduğunda şu cevabı vermiştir: Sakın böyle yapmayın. Çünkü bu vakit, Allah Teala'mn kullarını kendisi için ibadette bu­lunanlar olarak nitelediği bir vakittir. Çünkü Allah Teala "Onlar (geceleyin) yataklarından kalkarlar". (Secde/16) buyurmuştur.
İbni Ebi'd-Dünya da Allah Resulü'ne (sav) isnad ettiği bir hadis­te, Allah Resulü'ne (sav) "Onlar (geceleyin) yataklarından kalkar­lar". (Secde/16) ayeti sorulduğunda "İki yatsı arasındaki namazdır" dediğini, sonra da şöyle buyurduğunu rivayet eder: "İki yatsı ara­sındaki namaza sarılın. Çünkü o, günün ilk kısmının boş ve lüzum­suz işlerini götürür, son kısmında yapılanları da temizler". İki yat­sı arasındaki namaz kılmak ve Kuı^an okumak için mescidde itika-fa çekilmek müstehabdır. Bunun fazileti hakkında rivayetler mev­cuttur. Ne var ki, bunu evinde yapması daha sağlıklı olacaksa, evinde kalması daha faziletli olur.
Kul, yatsı namazından önce dört rekat, ondan sonra da iki re­kat namaz kılmalıdır. Denilir ki, eğer yatsı namazından sonraki iki rekatı evinde kılacaksa, dört rekat olarak, Kadir gecesi kıldığı ka­dar kılar. Allah Resulü de (sav) evine girer girmez, oturmadan ön­ce bu namazı kılardı.
İbni Mesud (ra) farz namazdan sonra kılman nafilenin, farz ka­dar olmasını mekruh görürdü. Diğer sahabiler ise, farz namazdan sonra iki ardından dört rekat kılmayı müstehab görürlerdi. Bu dört rekatın kıraatinde, ilk rekatta, Ayete'l-Kürsi ve onu takip eden iki ayet, ikinci rekatta Bakara'nm son iki ayeti ve ondan önceki bir ayet, üçüncü rekatta Hadid suresinin ilk altı ayeti, dördüncü re­katta ise Haşr suresinin son iki ayetini okur.
Eğer farz olan dört rekattan sonra üçü vitir olmak üzere onüç rekat namaz kılarsa; bu sayı Allah Resulü'nün (sav) kıldığı en faz­la adettir. Ancak maktu' bir hadiste onyedi rekat kıldığı da rivayet edilmiştir. Fakat ulema arasında meşhur olan rivayet, O'nun ba-zan onbir, bazan da onüç rekat kıldığıdır. Muhtemelen, sabah na­mazının iki rekatını da buna dahil görmüş olabilirler. Kulun bu na­mazda üçyüz ve üzerinde ayet okuması müstehabdır. Bunu yaptı­ğında gafiller zümresine yazılmayarak abidlerin halleriyle hemhal olmuş olur.
Bu konuda denildi ki: Akıllı kimseler, vakitlerini gecenin ilk kı­sımlarından alırlar. Güçlü kimseler ise, virdlerini gecenin son kıs­mından seçerler. Kul, bu namazın rekatlarında üçyüz ayete baliğ olan Furkan ve Şuara surelerini okur, ancak bunları güzelce oku-yamazsa o zaman toplam ayet sayısı üçyüzü bulan şu beş sureyi okur; Vakıa, Kalem, Hakka, Müddessir ve Mearic. Eğer bunları da güzelce okumaktan emin olamazsa o zaman da, Tarık suresinden Kur'an'm sonuna kadar olan üçyüz ayeti okur. Kulun, son yatsı na­mazından sonra kılacağı namazın rekatlarında bu mikdardaki aye­ti okumaksızm uyuması hoş karşılanmaz.
Eğer bu vird, yani yatsı namazından sonraki vakitte uykuya gitmeden önce bin ayet okursa, fazilet kemale ermiş, kendisine bir kantar sevap yazılmış ve Boyun Eğenler (=Kânitûn) zümresine il­hak edilmiş olur. Kur'an tilavetinde makbul olan, uzun ayetleri okumaktır. Çünkü bunların harf sayısı daha fazladır. Eğer kul, ta­katsizliğine bağlı olarak kısa ayetler okumak isterse, bu takdirde de Mülk suresinin başından Kur'an'm sonuna kadar olan bin ayeti okuyarak aynı fazileti idrak etmiş olur.
Eğer bunu da güzelce okuyamayacağından korkarsa, o zaman da onüç rekat içinde Ihlas suresini ikiyüz elli kere okur. Böylece bin ayet okuma gereğini yine yerine getirmiş olur. Bu, gerçekten de bü­yük bir fazilettir. Çünkü bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Kim İhlas suresini on kere okursa, Allah Teala ona cennette bir köşk bi­na eder" [41][41]
Allah Resulü'nden (sav) geceleri sürekli okuduğu surelerle ilgi­li üç hadis rivayet edilmiştir ki bunların en meşhuru şu hadistir: "Allah Resulü (sav), Secde, Mülk ve ondan sonrakileri okumadan uyumazdı". Bunlar arasında sıhhate en yakın olan ise O'nun mü-sebbihat denilen teşbih dolu sureleri her gece okumasıydı. O, bun­lar hakkında şöyle derdi: Onlar, bin ayetten daha faziletlidir.
Alimler bu beş sureyi altıya çıkarmakta ve Ala suresini de bun­lara katmaktaydılar. Bir hadiste de Allah Resulü'nün (sav) Ala su­resini çok sevdiği bildirilmektedir. Bu, Allah Resulü'nün (sav) bu sureyi de geceleri sıkça okuduğuna delalet eder. Kul, hiç bir gecesi­ni şu dört sureyi okumadan geçirtmemelidir: Yasin, Lokman, Du-han ve Mülk. Bunlara, Vakıa, Saff, Hakka ve Zümer surelerini de katarsa Kur'an'ı bolca okumuş ve güzel etmiş olur. Eğer gece ibade­tine kalkmayacaksa, vitir namazını öne alır. Çünkü Ebu Hürey-re'nin (ra) rivayet ettiği bir hadis bunu gerektirmektedir: "Allah Resulü (sav) bana, vitri kılmaksızm uyumamamı tavsiye etti". [42][42]
Kul, gece namazına alışkın ise, vitir namazım gece kılacağı te-heccüd namazından sonrasına veya seher vaktine tehir etmesi da­ha faziletlidir. Bunu İbni Ömer'in (ra) rivayetine dayandırmakta­yız. O şöyle derdi: Gece namazı ikişer ikişerdir. Sabah sakinleşti­ğinde bir rekat vitir kılar. Aişe'den (ra) rivayet edilen bir hadiste ise şöyle denilmektedir: "Allah Resulü (sav) vitri gecenin ilk kıs­mında, ortasında, sonunda ve seher vaktinde kıldı" [43][43]
Kul, vitir namazını kılarak yatmış, gece de ibadete kalkmışsa bir daha vitir kılmaz ve yatmadan Önce kıldığı vitir ona yeter. Bu da "Bir gecede iki vitir olmaz" [44][44] şeklindeki hadise dayanmaktadır. Bazı alimler, bu durumda bir rekatlik vitir kılabileceğini ve bunun gecenin ilk kısmında kıldığı vitri çiftleyeceğini söylemişlerdir.
Kul, bundan sonra gece namazını kılmalı ve eğer kılmadıysa son olarak da vitri eda etmelidir. Bu konuda Osman (ra) ve Ali'den (kv) rivayet edilen bir hadis vardır ki buna göre ilk vitrini kıldık­tan sonra oturarak iki rekat namaz kılmış, sonra uyanmışsa, kıldı­ğı iki rekat namaz sonrasında kılacağı bir rekatlık vitri çiftlemiş olur. Çünkü o ikisi, tek rekat mesabesindedir ve uykudan sonra kı­lınacak bir rekatla çiftlenmiş olurlar.
Kul, bundan sonra gece yapması gereken ibadetleri yapar ve kıldığı namazı bir rekatlık vitirle teklemiş olur. Onun bu vakitte yapacağı üç ibadet vardır; emelini kısa tutmak, vitri eda etmek ve gece namazını vitirle noktalamak. Allah Resulü de (sav) vitrinden sonra oturarak iki rekat namaz kılardı. Muhakkak ki Allah Teala en iyi bilendir.
Bu virdi ifa eden kul, gece namazı esnasında Zilzal ve Tekasür gibi korkutma ve öğüt ihtiva eden sureleri okur. Başka bir rivayet­te ise, Kafinin suresini okur. Çünkü Kafirun suresinde, Allah Tea-la'dan başkasına ibadet etmeme, O'nu her türlü noksandan tenzih etme ve ibadeti tevhid ile yalnız Allah Teala'ya mahsus kılma gibi anlamlar mevcuttur. Allah Resulü (sav) uykuya varacağı zaman bu sureyi okurdu. Rivayete göre bir kişiye de, uykuya gittiği zaman bu sureyi okumasını tavsiye etmişti. Gece ibadete kalkmayı adet edin­memiş kimselerle uykusu derin kimselerin vitir namazını yatma­dan önce kılmaları müstehabdır. Vitrin tehiri, ancak namazını fec­rin doğuşundan Öncesine bırakan kimse için daha doğru olur.
ikincisi: Kul, vitir namazını selam vererek bitirdikten sonra üç kez şöyle der:
"Melik ve Kuddüs olan, meleklerin ve Ruh'un Rabbini teşbih ederim. Azamet ve ceberutunla göklerde ve yerde Celal sahibi ol­dun, kudretinle yüceldikçe yüceldin ve Ölüm ile kulların üzerinde Kahir oldun".
Bu da gecenin ikinci virdidir. Yani kulun, yatsı namazından uyuma anına kadar geçen süre, ikinci virdi teşkil eder. Allah Teala bu vakit üzerine şöyle yemin etmiştir: "Geceye ve muhtevasına (yemin ederim)". (înşikak/17) "Muhteva" ile murad edilen, gecenin ka­ranlığının içine aldığı her türlü famel ve varlıktır.
Allah Teala, bu vakti başka bir ayet-i kerimede de zikretmekte­dir: "Gecenin karanlığına kadar". (İsra/78) Bu vakitte, gece tama­men kararır ve karanlık her tarafa hakim olur. Kul, bundan sonra isterse temiz ve Rabbini zikretmiş olarak uyuyabilir. Böylece, iste­yerek değil de sadece uykunun ağır basmasıyla birlikte uykuya tes­lim olan salihler arasına girer. Salihler arasında öyleleri vardır ki, sırf gecenin ortasında veya sonundaki namazlarını daha güçlü kı­labilmek için kendilerini uykuya hazırlarlar.
Kişiyi namaz ve zikirden alıkoyacak derecede uykunun ağır basması halinde sünnet olan, ne dediğini anlamasını ve Rabbinin hizmetinde daha zinde olmasını sağlayacak kadar uyumasıdır. İb-ni Abbas (ra) oturarak uyumayı mekruh görürdü. Bir hadiste de "Gece kendinizi sıkıntıya sokmayın" denilmektedir.
Allah Resulü'ne (sav) bir kadının durumu anlatılmış ve kadının gece namaz kıldığı ve uykusu geldiğinde ise kendini bir ipe bağla­dığı söylenmişti. Allah Resulü de (sav) ona bunu yasakladı. O şöy­le buyururdu: "Sizden biri, gece kolayına geldiği kadar namaz kıl­sın. Uykusu ağır bastığında uzanıp yatsın". [45][45] Yine O şöyle buyur­muştur: "Sadece gücünüzün yettiği kadar amel üstlenin. Allah Te­ala siz bıkıncaya kadar bıkmaz". [46][46] O'na, 'Falan kişi gece namaza kalkar ve uyku bilmez, sürekli oruç tutar ve bir türlü ara vermez' denildiğinde Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Bu dinin en hayırlısı, en kolayıdır". [47][47] Ve sonra şöyle dedi: "Ben de, namaz kılar, uyur, oruç tutar ve ara veririm. Bu, benim sünnetimdir. Sünnetim­den yüz çeviren benden değildir [48][48]
Allah Resulü (sav) başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurmuş­tur: "Bu dinde katılığa gitmeyin. O zaman sağlamdır. Onda katılık yapan onu mağlub eder. Sakın nefsinizi, Allah'ın ibadetine karşı öf­keyle doldurmayın".[49][49]
Üçüncüsü: Bu vird ise, halkın uykuya gitmesinden sonra son­ra başlar.
Bu vakitte yapılan ibadet, Allah Teala'nm aşağıdaki ayet-i keri­mede de belirttiği gibi teheccüddür: "Geceleyin sana mahsus nafile bir namaz için de uykudan kalk (teheccüd et)". (İsra/79) Teheccüd, ancak uykudan sonra kalkmakla olur. Bu uykuya "Hücu'=gece uy­kusu" denir ki Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de bunu ifade etmiştir: "Geceleri pek az uyuyorlardı". (Zariyat/17) Teheccüd, kalkmak anla­mında olup "Hücûd" da denir. Bu amel, gecenin yarısında ifa edilir.
Gece virdlerinin ortancası olan üçüncü vird, ibadetin verdiği tad ve faziletleri bakımından gündüz virdlerinin ortancasına ben­zer. Allah Teala Kur'an'da bu vakit üzerine de yemin etmiş ve şöy­le buyurmuştur: "Ve sakinleştiği zaman geceye". (Duha/2) Gecenin sakinleşmesi, sessizliğin hakim olması, hareketin durması ve ne uyku ne de dalma eserine kapılmayan Allah Teala dışında insanla­rın gözlerinin dalması anlamındadır. Bir başka tefsirde ise "Se-câ=sakinleşme" kelimesinin uzamak ve yayılmak anlamında geldi­ği ve karanlığın tam basma hali için kullanıldığı söylenmiştir.
Allah Resulü'ne (sav), hangi duanın Allah Teala tarafından da­ha çok dinlendiği sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Karanlık çö­ken gecedeki"[50][50]
Davud'un (a.s.) haberleriyle ilgili olarak şöyle bir hadise nakle­dilmiştir:'^ dedi ki: Allahım, ben Sana kulluk etmek istiyorum, ibadetimi hangi vakitte kabul buyurursun? Allah Teala da ona şöy­le vahyetti: Ey Davud, gecenin ne başında ne de sonunda ibadete kalk. Çünkü gecenin başında uyuyan kimse, sonunda da uyur. So­nunda ibadete kalkan kimse ise başında ibadete kalkmaz. Sen ge­cenin ortasında kalk ki seninle halvet olalım. O vakitte ihtiyaçları­nı Bana bildir".
Dördüncüsü: Bu vird, iki fecr arasında olur. Bu fecrlerden ilki, birinci fecr olup vakti, güneşin beşinci kat arzın arkasından çıktık­tan sonra ışınlarının etkisinin artmaya başlaması ve gökyüzünün orta kısmını tesiri altına alması ve onu fecr-i evvelin doğuşu mikda-rınca katetmesidir. Bundan sonra en alt semada kaybolarak altıncı kat arz tarafından tamamen perdelenir. Bunun ardından güneşin ışığı kaybolur ve gecenin karanlığı geri döner. Bu, gecenin son üçte-birlik kısmına tekabül eden vakittir. Bu vakitle ilgili olarak bir çok hadis nakledilmiştir. Bunlarda, arşın sallanması, Adn cennetlerin­den rüzgarların saçılması, Cebbar'm yeryüzü semasına inmesi gibi hususlar haber verilmiştir. Gecenin yarısından ilk seher vaktine ka­dar olan bu süre gecenin dördüncü virdini teşkil eder.
Beşincisi: Dördüncü virdin ardından, son seherin sürdüğü vak­ti ihtiva eden beşinci vird gelir. Bu vakitte sahur yemek müstehab-dır. Bu vaktin ilk kısmında sahur yemeyen kimse, fecre ulaşır. İkin­ci fecrin doğuşundan önceki bu vakitte Kur'an-ı Kerim'den bir cüz mikdarında okunur. Gecenin bu beşinci virdinde, istiğfarda bulun­mak, ve Kur'an okumak Allah Teala tarafından zikredilerek şöyle buyrulmuştur: "Bir de sabah Kur'anını oku. Çünkü sabah Kur'anı şahitlidir". (îsra/78)
Denildi ki, her iki virdin ortasında yer aldığı için gece ve gün­düz melekleri buna şahitlik ederler. Bunun yanısıra Hicaz alimle­ri, Allah Teala'nm Kur'an'da zikrettiği Orta Namazı'nm da (=Salat-ı Vustâ) sabah namazı olduğunu söylemişler ve bunu da, Allah Te-ala'nın bu vakti, gece ile gündüzün arasında yer almasından dola­yı şereflendirip yüceltmesine bağlamışlardır.
Bu vird, gece virdlerinin en kısası olmasına rağmen en faziletli olanlarındandır. Gece yarısı namazı kılınması dışında, bu vird bi­rinci seherden ikinci fecrin doğuşuna kadar geçen süreyi ihtiva eder. Gece ibadetinin en faziletli kısmı da budur. Çünkü üçüncü virdi kapsadığı için virdlerin ortancası olur.
Son seherde uyanan veya namazını bu vakitte tamamlayan kim­se için bu ibadeti beşinci vird içinde yapması mümkün olur. Bu va­kitte kılman namazın belli bir fazilet ve şerefi vardır. Çünkü bu va­kitte kılınan namaz, iki yatsı arasında kılman namaz gibidir. Çün­kü bazı müfessirlere göre Allah Teala'nm "Seher vakitlerinde Al­lah'a istiğfar edenler". (Al-i İmran/17) buyruğunda istiğfar ile kas-dedilen namaz kılmaktır. Aynı şekilde Sabah Kur'anı da kinayeli olarak sabah namazmı ifade etmektedir. Kur'an, istiğfar ve Kur'an kelimelerini, namaz için kinaye olarak kulanmıştır. Çünkü bu iki kelime de, asıl olarak namaz içinde mevcut olan vasıflardandır. Tıp­kı namaz için "teşbih ve sübha" kelimelerinin kullanılması gibi.
Aynı şekilde namaz için "istiğfar" kelimesi de kullanılabilir. Çünkü kul, namaz ile kendisine mağfiret edilmesini umar. Bu na­maz, seherden ikinci fecrin doğuş anına kadar geçen süre içinde de­ğil de ilk seherde kılınır.
Selman- Farisi (ra) kardeşi Ebu'd-Derda'ya (ra) bu şekilde Öğüt-lemiştir. O, bu babda zikredilen uzun bir hadisin son kısmında şöy­le der: "Gece çöktüğünde Ebu'd-Derda namaz için kalktı. Selman ona "Uyu" dedi. O da uyudu. Sonra tekrar kalkmak istedi. Selman yine "Uyu" dedi. O da uyudu. Sabaha doğru Selman ona "Şimdi kalk" dedi. İkisi de kalktılar ve birlikte namaz kıldılar. Bundan sonra Selman ona şöyle dedi: "Nefsinin senin üzerinde hakkı var­dır. Ailenin de senin üzerinde hakkı vardır. Rabbinin de senin üze­rinde hakkı vardır. Misafirinin de senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver". Selman'a (ra) bunu söyleten, Ebu'd-Der-da'nın (ra) hanımının kendisine, Ebu'd-Derda'mn (ra) gece boyun­ca hiç uyumadığını söylemesi olmuştur. Bu olaydan sonra ikisi bir­likte Allah Resulü'nün (sav) yanma gittiler ve bu durumu O'na an­lattılar. Allah Resulü de (sav) "Selman doğru söylemiş" buyurdu.[51][51]
Beşincisi: Vakitlerinin fazileti bakımından, gecenin beşinci virdi, güneşin batmasından Önce olan günün yedinci virdine ben­zer. Beşinci vird, ikinci fecrin (=fecr-i sânî) doğuşundan öncedir, ikinci fecr, güneşin şafağının yarılmasıdır ki bu, onun altında kızıl­lık bulunan beyazlığının ortaya çıkmasıdır.
Bu şafak, güneşin ikinci şafağıdır ve akşam şafağının tam mu­kabilidir. Çünkü akşamın ilk şafağında batıştan sonraki kızıllık vardır. Bu kızıllıktan sonra gelen beyazlık, gecenin başındaki ikin­ci şafak vaktidir. Bu, güneşin tamamen kaybolma delili gibidir. Bu kızıllıktan sonra gecenin karanlığı ve koyuluğu çöker. Sonra akşam bunun tersi başlar ve güneşin ilk şafağı ortaya çıkar. Bu, ardından kızıllık gelen bir beyazlıktır. Gelen bu kızıllık ise, güneşin ikinci şa­fağı ve gecenin tam olarak sona erme işaretidir.
Bundan sonra güneşin yuvarlağı ve fecr belirir. Fecr, güneş ışık­larının en alt gök tabakasından patlayarak çıkmaya başlamasıdır. Bunlar yeryüzüne ilk vurduğunda, dağlar, denizler ve yüksek böl­geler tarafından örtülürler. Daha sonra güneşin ilk ışıkları gökyüzünün ortasına doğru vurmaya ve dairevi şekilde onu kaplamaya başlar ki bu da, beşinci virdin sona eriş vaktidir. Vitr bu vakitte de kıhnabilir. Bunun ardından fecr doğduktan sonra gecenin beş virdi tamama ermiş olur. Artık gündüz virdlerinin vakti başlamaktadır.
Şimdi geriye dönüp bir bak! Gece virdlerinin başlamasıyla bir­likte Allah Teala'mn abid kulları arasına mı girdin, yoksa gece virdlerini ihmal ederek gafiller arasında mı kaldın? Düşün baka­lım! Gece sana hangi elbise giydirildi? Allah Teala geceyi bir elbise kılmıştır. Gece Rabbinin hizmetinde uyanık ve dinç kalarak O'nun nurdan hüllesini giyip de asla zarar etmeyecek bir ticaret mi yap­tın, yoksa Allah sana, gafletinden dolayı kalbi de cesediyle birlikte ölen kimselere giydirdiği karanlık ve zulmet elbisesini mi giydirdi?
Kul, bundan sonra kalkar ve sabah namazının iki rekatım kı­lar. Allah Teala'mn "Gecenin bir kısmında ve yıldızların batmağa yaklaştığı sırada Rabbini teşbih et". (Tur/49) buyruğu da bu anlam­da bir tavsiyedir. Sonra "Allah'ın öfkesinden yine O'na sığınırız" der ve kelime-i şehadet getirir. Ardından da şu duayı okur:
"Ben, Allah Teala'mn kendi Zatı için şehadet ettiğine, melekle­rin şehadet ettiklerine ve kullarından ilim erbabı olanların şehadet ettiklerine şehadet ederim. Bu şehadetimi de Azim olan Allah'a tev­di ederim. Bu, benim için Allah katında geri verinceye ka4ar kala­cak bir emanettir. O'ndan bu emanetimi muhafaza etmesini ve be­ni de onun üzerinde vefat ettirmesini niyaz ederim. Allahım, onun­la üzerimdeki yükü hafiflet. Onun sayesinde bana katında bir azık ver. Beni onun vasıtasıyla koru. Onu da benim üzerimde tut. Beni Ölünceye kadar ondan saptırma ki Seninle karşılaşıncaya kadar hiç bir değişmeye uğramasın".
Kulun gece ve gündüz virdleri arasında yapacağı en faziletli amel;-üzerine yazılı olan bir farzı eda etmesi, mümin bir kardeşinin ihtiyacını gidermeye çalışmasıdır. Bu, kıldığı namaz ve kendi­sine tevcih edilen hitab üzerinde derin derin düşünmesine ve hitab sahibi olan Allah Teala'nm eserlerini müşahede etmesine yardım eder. Bu da kulun ibadetim tamamen ihlasa yöneltir.
Bundan sonra, uyanık bir akıl ve kaygılardan arınmış bir kalp­le Kur'an-ı Kerim okur. Ardından, kendisine bir fikir veya zikir im­kanı verecek amellere huşu, tevazu ve gaybi müşahede ruhuyla yö­nelir. Bunlar, kulun sözkonusu vakitlerde yapabileceği en faziletli ibadetlerdir.[52][52]



Bu fasılda, fecr vaktinin tayini, iki rekathk sabah namazının eda ve kazasıyla ilgili hükümleri, vitrin eda ve kaza hükmünü ve her ayda bulunan iki'hususi gecede fecrin nasıl bilineceğini anlatacağız.
Bunlardan ilki ayın yirmi altıncı gecesi olup bu gece ay, ilk fec­rin doğusuyla birlikte doğar. Diğeri on ikinci gece olup bu gece ay, ilk fecrin doğuş vaktinde batar. Fecrin doğuşundan güneşin doğu­şuna kadar geçen süre, o gecenin yedidebirinin üçte ikisi mikdarm-dadır. Bu, yaz mevsimi için böyledir. Kış mevsiminde ise daha kısa olur ve o gecenin altıdabirinin yarısı mikdarmda kalır. Bu vakit, günün ilk virdinin vaktidir. Ayrıca yatsı namazından sonra kılman vitrin ikinci fecrin doğuşuna kadar olan eda vaktidir.
İkinci fecr doğduğunda, vitrin eda vakti geçerek kaza vakti baş­lamış olur. Kul sabah namazını kılmadan önce vitir namazını kaza edebilir. Eğer sabah namazını kılımşsa, vitrin kaza vakti de geçmiş olur. Sabah namazının iki rekatının eda vakti ise, ikinci fecrin do­ğuşundan sonradır. Müstehab olan, kulun bu iki rekatı evinde ve sabah namazından önce kılmasıdır. Sünnete uygun olan bu nama­zın ağır tutulmamasıdır.
Sabah namazını kılmış ancak iki rekat sünneti kılmamışsa, eda vakti vakti geçmiş kaza vakti girmiş olur. Kaza için, güneşin doğu­şuna kadar beklemesi yerinde olur. Kerahat vakti çıktıktan sonra bu iki rekatı kuşluk namazından önce kılmalıdır. Öğle namazı vak­tine kadar sabahın iki rekatı sünnetinin kaza vakti sayılır, öğle na­mazını kıldıktan sonra, eğer kılmamışsa kaza vakti de geçmiş olur.
Kul, virdlerden her hangi birini kaçırdığında, müstehab olan, onun aynını kendine ayrılan vakitte veya hatırladığında yapmasıdır. Çünkü sadece farz namazların kazası mümkündür. Kul, azimet erbabından olmak için, nefsini eğitmek ve her işi vaktinde yapmak için ibadetleri zamanında ifa etmelidir. Böylelikle kendisini ertele­me alışkanlığından korumuş olur.
Bu mevzuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Allah Resu-lü'nün (sav) şöyle buyurduğu bildirilmektedir: "Amellerin Allah'a en sevimli geleni az da olsa devamlı olanıdır". [53][53] Aişe (ra) tarafından rivayet edilen başka bir hadiste de, ibadet alışkanlığının terkedil-mesine karşı kullar tehdit edilmektedir: "Kim Allah Teala'ya bir ibadette bulunur, sonra da bıkkınlıkla onu terkederse Allah Teala ona buğzeder". Yine o, "Allah Resulü'nün (sav) uyku ağır bastığın­da veya bir hastalığı olduğunda gece ibadetine kalkmayarak gün­düz oniki rekat namaz kıldığını söylemiştir" [54][54]
Evinde sabah namazını kılmadan sabah namazı için mescide gelen kimse iki rekatı mescidde kılarsa, aynı zamanda Tahiyyet-i Mescid namazı yerine geçer. Eğer kul sabah namazını evde kılmış-sa duruma bakar; şayet mescide girişi, alacakaranlıkta ve yıldızla­rın semada oldukları vakitte ise iki rekat Tahiyyet-i Mescid nama­zı kılar. Eğer mescide girişi, yıldızların eksilmeye başladığı ve ka­metin okunduğu zamanda ise, sabah namazıyla ondan önce kılın­ması gereken bir namazı birleştirmemek için namaz kılmadan otu­rur. İkinci fecrin doğuşundan sonra iki rekat sabah namazı dışında namaz kılmaz.
Sabah namazının sünnetini kılmadan mescide giden kimse, eğer kametten önce girmişse namazını orada kılar. Eğer kamet es­nasında girmiş ve imam da namaz için tekbiri almışsa o zaman sünneti kılmaz ve farz namaza iştirak eder. Çünkü bu, sevap yö­nünden daha üstündür. Allah Resulü de (sav) bu konuda bir yasak­lama getirerek şöyle buyurmuştur: "Namaz için kalkıldığında, farz­dan başka namaz kılınmaz". [55][55]
İki rekatlık tahiyyet namazını kılamadan mescide oturan kim­se şöyle desin: "Sübhanallah, velhamdü lillah, vela ilahe illallah, vallahü ekber". Bu dört kelimeyi dört kere tekrar ederse, fazilet ba­kımından iki rekatlik namaza denk olur. Mescide abdestsiz olarak giren veya yolu mescidden geçen ya da sadece iki rekat kılmak için mescide giren kimselerin oraya abdestsiz olarak girmeleri ve bu şe­kilde oturmaları mekruh görülmüştür. [56][56]



Bu fasılda, zeval vaktini, gölgenin uzunluk ve kısalığının ayak yar­dımıyla bilinmesini ve bunun yaz-kış mevsimlerinde gösterdiği farklılığı ele alacağız.
Yüce Allah buyurdu ki: "Bakmaz mısın Rabbinin eserlerine? Gölgeyi nasıl uzatmakta? Dileseydi elbet onu hareketsiz de kılardı. Sonra Biz nasıl güneşi ona (gölgeye) rehber yapmışızdır". (Fur-kan/45) Başka bir ayet-i kerimede ise Allah Teala şöyle buyurmak­tadır: "Biz geceyi gündüzü iki alamet yapmışızdır. Sonra gece ala­metini giderip, gündüz alametini gösterici kıldık ki, Rabbinizden lütuf isteyesiniz ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz". (İs-ra/12) Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: "Güneş ve ay bir hesap ile akıp gider" (Rahman/5)
İslâm ümmetinin sıfatlarıyla ilgili olarak Ebu'd-Derda (ra) ve Ka'bul-Ahbar'dan rivayet edilen bir hadiste; Ümmet'in namaz kıl­mak için gölgeleri gözettikleri söylenerek şöyle denilmiştir: Kulla­rın Allah Teala'ya en sevimli gelenleri, Allah'ı zikretmek için güneş, ay ve gölgelerin hareketlerine riayet edenleridir.
Bazı alimler ise, bu Ümmet'in ibadetlerini hesab ile bildiklerini söylemişlerdir. Hadis Ehli'nden gelen bilgilere göre, gece ve gündü­zün toplamı yirmidört saattir. Bu saatlerden her biri otuz arpadan oluşur. Gece ve gündüzün her birinden günde bir arpa alınır ve böylece ayın başıyla sonu arasında tam otuz arpalık bir saat kemal bulmuş olur. Güneş de bir ayda otuz dereceye erer. Çünkü o, her gün bir derecede olur. Bunun açıklaması şöyledir:
Eylül ayından onyedi gün geçince gün ve gece eşit olur. Sonra gece, gündüzü eksiltmeye başlar ve ondan her gün bir arpa alır. Bu şekilde devam eder ve otuz arpa alınca tam bir saat uzamış olur. Bu, Aralık ayının onyedinci gününe kadar devam eder. O gün, ge­cenin uzayıp günün kısalması durur. O gece, yılın en uzun gecesi olup tam onbeş saat olur. O gün de yılın en kısa günü olup sadece dokuz saattir.
Bundan sonra gündüz geceyi eksiltmeye başlar. Bu durum on­yedi Haziran'a kadar böyle devam eder. O gün, gündüzün uzayıp gecenin kısalması durur. O gün gündüzün uzunluğu onbeş saat, ge­cenin uzunluğu da sadece dokuz saat olur. Daha sonra gündüz her gün bir arpa eksilmeye başlar. Eylül ayının onyedinci günü, gece ile gündüz tekrar eşitlenir, Hesab daha sonra aynı şekilde devam eder.
Bu hesaba göre namaz saatleri şöyle olur: Güneş durduğu za­man, bu zevalin öncesidir. Güneş en ufak şekilde eksilmeye başla­dığında bu Öğle namazı vaktinin başlangıcı olur. Zevalden sonra yedi ayak[57][57] kadar uzadığında İkindi namazının vakti girmiş, öğle namazının vakti sona ermiş olur. Hadiste bildirildiğine göre, güneş bir Şirak (-nalın tasması boyu) kadar zeval bulduğunda Öğle na­mazının vakti başlamış olur. Her şeyin gölgesi kendi boyuna denk oluncaya kadar Öğle vaktidir. Bundan sonra Öğle vakti sona erip İkindi namazının vakti girer. Allah Resulü de (sav) ilk gün böyle namaz kılmış, başka bir gün de her şeyin gölgesinin kendisine mü­savi olduğu gün Öğle namazı kılmıştır. Bu da Öğle namazının bitiş sınırıdır. İkindi namazının vakti de bunu takiben başlar.
İkindi namazını da her şeyin gölgesinin kendi boyunun iki mis­li olduğu halde kılmış ve şöyle buyurmuştur: "Bu ikisi arasında bir namaz vakti vardır".[58][58]
Namaz vaktini öğrenmek için gölgeyi ölçmek istediğinizde, düz bir yere bir çubuk veya bir boyluk bir şey çakın. Sonra da gölgenin başlangıç yerini ve bitiş noktasını tesbit edin ve gölgenin bulundu­ğu yere bir çizgi çekin ve gölgenin o çubuktan uzun olup olmadığı­na bakın. Eğer gölge kısa ise, güneş henüz zevale başlamamıştır. Gölge dik olduğunda, günün ortası demektir ki bu saatte namaz kılınmaz. Gölge, çubuktan daha uzunsa, güneşin zeval vaktine girdi­ği anlaşılır. Bu vakitten, gölgenin eşya ile aynı uzunlukta olduğu vakte kadar Öğle namazı vakti olur. Gölge bundan sonra bir ayak daha uzun olursa ikindi namazının vakti girmiş olur.
Gölgenin uzunluğunu kendi boyunuzla ölçmek istediğinizde ayağa kalkarsınız. Kendi boyunuz, üzerinde durduğunuz ayağınız dışında yedi ayak uzunluğundadır. Gölge dikildiğinde yüzünüzü güneşe çevirin, sonra bir kişiye gölgenizin eriştiği yeri işaretletin. Daha sonra topuğunuzdan, o işarete kadar olan mesafeyi ölçün. Eğer bu mesafe, yedi ayaktan kısa ise, güneş henüz gölgeden zeval bulmamış demektir. Bu da öğle vaktinde bulunduğunuzu, ikindi vaktinin ise henüz girmediğini gösterir.
Gölge boyunun, sizden uzun olmaya başlaması ise ikindi vakti­nin başladığı gösterir. Ayaklarla yapılan bu ölçme, yaz ve kış mev­simlerinde farklılık gösterir. Gölge, bazı günler uzun, bazı günler de kısa olabilir. Bunu bilmenin yolu, Mayıs ayının onyedinci günü gece ile gündüzün eşitlenme sidir. O gün güneş, insanın gölgesinin uzunluğu sadece üç ayak iken zeval bulmaya başlar. Yere çaktığı­nız her türlü eşyanın gölgesi de böyledir. O gün zeval vakti her şe­yin gölgesi, onun yedide üçü kadar olur. Bundan sonra gölgenin bo­yu her otuzaltı günde bir ayak kadar kısalmaya devam eder.
Gündüzün uzayıp gecenin kısalması Haziran ayının onyedinci günü durduğunda, güneş insanın gölgesinin sadece yarım ayak bo­yunda zeval vaktine girmekte olur. Bu, gölge uzunluğuna göre gü­neşin zeval bulma ölçüsünün en kısa olanıdır. Bundan sonra her otuzaltı günde bir ayak olmak üzere gölgenin boyu uzamaya başlar. Bu şekilde Eylül ayının onyedinci gününe kadar devam eder. O gün gece ile gündüz yine eşitlenir. Onyedi Eylül günü insanın gölgesi üç ayak uzunluğunda iken güneş zevale girer.
Bundan sonra, gölgenin boyu her ondört günde bir ayak olacak şekilde uzar ve ta ki dokuz buçuk ayak boyunda zeval bulmaya ka­dar çıkar. Bu, güneşin zeval bulma vakti bakımından yıl içinde gö­rülen en gölge boyudur. Bundan sonra onyedi Mayıs'a kadar gölge­nin boyu her ondört günde bir ayak azalır. O gün, gece ile gündü­zün eşitlendiği gündür. Onyedi Mayıs günü, güneşin zevali, gölge boyu üç ayak iken başlar. Bu, aynı zamanda yaz mevsiminin de başlangıç işaretidir. Gölge boyunun yaz aylarında her yirmialtı günde bir ayak, kış ve bahar aylarında ise her ondört günde bir ayak kadar uzayıp kısalmasına dair söylediklerimiz, son dönem astronomi alimlerinin verdikleri bilgilere dayanmaktadır.
Geçmiş dönemlerin alimleri de buna benzer malumat naklet-mişlerdir. Zikre dil diğine göre, zevalin gölge boyuna göre bilinmesi için ölçü Teşrin ayıdır. Zikredidiğine göre güneşin zevale girdiği en kısa gölge Haziran ayında görülür ve gölge boyu, sadece iki ayak kadar olur.
Güneşin zevali için belirtilen en uzun gölge boyu ise, Kanun Ev­vel ayında olur ve gölge boyu sekiz ayağa çıkar. Bize göre, daha ön­ce naklettiğimiz hesaplama hem daha titiz, hem de daha sağlıklı­dır. Bazılarına göre ise güneş, Eylül ayında beş ayak uzunluğunda iken Teşrin Evvel'de altı ayak uzunluğunda iken, Teşrin Sani'de ye­di ayak uzunluğunda iken, Kanun ayında ise sekiz ayak uzunlu­ğunda iken zevale girer ki bu da, günün uzunluk ve gecenin kısalı­ğının en üst sınırıdır. Güneşin zevale girdiği en uzun gölge boyu da budur.
Bundan sonra gölge kısalmaya ve gün uzamaya başlar. Güneş, Kanun Sani ayında, gölge boyu yedi ayak iken zevale girer. Şu-bat'ta altı ayak, Mart'ta beş ayak boyunda zeval bulurki bu, gece ile gündüzün eşitlenmesidir. Nisan ayında dört ayak boyunda iken, Mayıs ayında üç ayak boyunda iken ve Haziran ayında iki ayak bo­yunda iken zevale girer. Bu da günün uzama, gecenin kısalma te­mayülünün son noktası olur. O gün günün uzunluğu onbeş saat, gecenin uzunluğu ise dokuz saat olur. Güneş, Temmuz ayında göl­ge boyu üç ayak iken, Ağustos ayında dört ayak iken ve Eylül ayın­da beş ayak iken zevale girer. Bu, aynı zamanda gece ile gündüzün eşitlenme dönemidir.
Süfyan-i Sevri'nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Güneşin zevale girdiği en uzun gölge boyu, dokuz ayak, en kısa gölge boyu ise bir ayaktır. Bizce bu rivayet, yukarıda naklettiğimiz ilk hesap­lamaya daha yakındır. Namaz vakitlerinin ayaklar vasıtasıyla öl­çülerek bilinmesi hakkında rivayet edilmiş hadisler de vardır. Bu­rada bu hususu bilenlerin şerhettikleri hadislerden bazılarına yer vereceğiz.
Ebu Malik Sa'd b. Tarık el-Eş'ari-el-Esved b. Zeyd kanalıyla İb-ni Mesud'dan (ra) şunu rivayet ettik: İbni Mesud (ra) "Allah Resu-lü'yle (sav) birlikte yaz mevsiminde öğle namazının vaktini üç ile beş ayak arası olarak, kış mevsiminde ise beş ile altı ayak arasıyla belirlediklerini söylemiştir". [59][59]
Her halükârda zeval vaktinin bu hesaplamayla bilinmesi farz değildir. Ama bilginin ulaştığı seviye, kalbin kesin olarak tatmini ve gözün de tam olarak görmesi sayesinde güneşin zevale girdiği kanaati hasıl olduğunda öğle namazım kılmak farz olur. Yaz mev­siminde, yüzünüzü Kıble'ye çevirdikten sonra güneş eğer sol kaşı­nız üzerindeyse kesinlikle öğle vakti içindesiniz demektir ve nama­zı kılarsınız. Bu vakitten, her şeyin gölgesinin kendi boyuna var­masına dek Öğle namazı kılınabilir. Çünkü bu, öğlenin sona erme, ikindinin başlama vaktidir. Bundan sonra her şeyin gölgesinin iki misli uzamasına kadar ikindi namazı kılınır. Bu, ikindi namazı için müstehab olan son vakittir.
Bundan sonra güneşin sararmaya başladığı ve guruba doğru al-çaldığı vakittir ki, zaruri ihtiyaçları giderme vaktidir. Bu vakit, na­maz kılma bakımından kerahat vakti olarak görülür. Ancak hasta ve özürlü olanlar bu vakitte namaz kılabilirler. Allah &esulü'nden (sav) şu hadis rivayet edilmiştir: "Kim güneş batmadan önce dahi olsun ikindinin bir rekatına yetişirse, ikindi vaktini idrak etmiş olur. Kim de güneş doğmadan önce sabah namazının bir rekatına yetişirse sabahı idrak etmiş olur". [60][60]
Yaz mevsiminde Kıble'ye yönelmiş bir halde iken güneş sol ka­şınız üzerine geldiğinde, hem gözünüz hem de bilginizle anlarsınız ki zeval vakti henüz başlamamıştır. Güneş iki gözünüzün tam or­tasına geldiğinde, gözünüzle de gördüğünüz gibi bu onun, gökyüzü­nün tam ortasına yerleşmesi vaktidir ve günün kısalığından dolayı zeval vaktinin girmiş olması mümkündür. Kış mevsiminin başla­rında ise gün hala uzun olduğundan zevala girmemiş olabilir. Yaz mevsiminin ortalarında güneş sol kaşınızını üzerine geldiğinde her halükarda zevale ermiş olur. Kış mevsiminde ise bu durum farklı­lık gösterir.
Kış mevsiminde Kıble'ye dönük olarak durduğunuzda eğer gü­neş sol kaşınızın üzerine geliyorsa, günün kısalığından dolayı zeva­le girmiş olabilir. Kış mevsiminin başlarında ise günlerin henüz uzun olmasından dolayı zevale girmemiş olabilir. Yaz mevsiminin başlarında da günler yeni yeni uzadığından yine zevale girmemiş olabilir. Kış mevsiminde güneş iki gözünüzün arasına geldiğinde kesinlikle zevale girmiş olur. Dolayısıyla bu vakitte öğle namazı kı­lınır. Güneş sağ kaşın üzerine gelinceye kadar namaz kılınabilir. Buraya geldiğinde öğle vakti sona ermiş olur. Aynı durum yaz mev­siminde ise öğle vaktinin girişini gösterir.
Üstteki hesaplama, Irak ve Horasan bölgesi halkı içindir. Çün­kü onlar Hacerü'l-Esved ve Kabe'nin kapısı yönüne dönüktürler. Hicaz ve Yemen halkları içinse, bunun tam zıddı geçerlidir. Çünkü onların Kıble'ye yönelişleri, Kabe'nin arka kısmını ve sağ sütunu­nu hedefler. Bu nedenle de hesaplama farklılaşır. Buradaki karşıt­lık, Kabe'nin ortasına yönelme cihetindeki farklılaşmadan ve Ka­be'nin çevresinde halkalanan ülkelerin farklı bölgelerde olmasın­dan kaynaklanmaktadır. Bu, geçmişte yaşamış alimlerin namaz vakitlerini belirleme için başvurdukları yollardır. Bunlar dışındaki tedkik ve araştırmalar, sonradan çıkma (=muhdes/bid'at) olup an­cak sahipleri için bir bilgi olabilir.
Delilleri bilmemesinden veya gökyüzünün bulutlarla kaplı ol­masından dolayı namaz vaktini tayin edemeyen kimse kalbini ve aklî güçlerini kullanarak tercih ve içtihatta bulunur. Her halükar­da kalbi mutmain olmaksızın vakti girmemiş bir namazı kılmaz.
Böyle durumlarda namazın vaktini tehir ederse onun için daha makbul olur. Ne var ki meseleyle ilgili rivayet edilen bir hadiste bu­nun aksi söylenmektedir: "İmanda övülecek üç şey vardır; Yaz mev­siminde oruç tutmak, kış mevsiminde abdesti özenerek almak ve karanlık günde namaz için acele etmek". Bir Arap atasözünde de şöyle denir: Kötü köle, karanlık günde dövülür. Çünkü kararmış bir günde, vakit çabuk eksilir ve kişi, güneşin yokluğundan dolayı vakte riayet edemez ve meşguliyete düşer. Oysa farz namazlar, an­cak kesin bilgiyle kılındığında makbul olur.
Vaktin biraz geçtiği kesin olarak bilinmesinden, sonra namaz kılmak, daha doğrudur. Bunun aksine olarak acele etme durumun­da, vaktin girip girmediği hususunda kuşku olacaktır. Allah Resu-lü'nün de (sav) oruç ayının belirlenmesi hususunda şöyle buyurdu­ğunu görmüyor musunuz? "Eğer hilal size kapalı gelirse, Şaban ayını sayarak otuza tamamlayın"[61][61]Burada kafi bilgi için ihtiyat terkedilmektedir.
Vaktin girdiğini düşünerek namaz kılan veya bildiğini düşüne­rek Kıble için belli bir yöne dönen kimse, daha sonra namazı vak­tinden önce kıldığını veya Kıble'den başka bir yöne yöneldiğini öğ­renirse duruma bakar. Eğer kıldığı namazın vakti henüz dolma-mışsa veya çok az bir süre geçmişse ihtiyat gereği namazını tekrar eder. Eğer vakit tamamen geçmişse, o zaman hiç bir şey yapması gerekmez ve hatasının bağışlanacağı umulur. Vaktinden önce kıldı­ğı o namazı, hatırladığı an kılması daha iyidir.
Bazı alimlere göre güneşin yedi zevali vardır. Bunlardan üçü, insanlar tarafından bilinemez.
Birinci Zeval ki, Felek-i A'la'nm kutbundan inişidir ki bunu Al­lah Teala dışında hiç kimse bilmez ve göremez.
İkinci Zeval ki, onun Felek'in ortasından inişidir, bunu da güne­şin mesuliyeti kendilerine verilen güneş bekçileri dışında hiç kim­se göremez. Bu bekçiler, hararetini düşürmek, ışınlarını hapsede­bilmek için sürekli olarak güneşin üzerine buz atar ve onu Felek'te varolan Acele-i Mürekkebe'ye doğru sürerler.
Üçüncü Zeval ki, sadece yeryüzü melekleri tarafından bilinir.
Dördüncü Zeval ki, üç dakika üzerinde olur. Bu süre, Şaire'nin dörtte biridir. Şaire ise bir saatin oniki parçasından biridir. Bu ze­val ise, astronomi ilmiyle uğraşan filozoflar ve alimler tarafından bilinir. Bunlar, Felek'in alanım ve kat kat Eflak'ın terkibiyle güne­şin yaz-kış seyrini bilen insanlardır. Onlar bu mesafeleri takvim üzere yükselen Mürtecilat-i Tali'a vasıtasıyla hesap ederler.
Beşinci Zeval ise yarım Şaire'dir ki altı dakika uzunluğundadır. Bunun hesabını da Usturlab kullanan hesab ve takvim ehli bilirler.
Güneşin bir Şaire uzunluğunda zevali ise Altıncı ZevaTdir. Bu süre, bir saatin onikide biri kadardır. Bu zevali de ilim ehli müez­zinler ve vakitlere riayet eden titiz kimseler bilebilirler.
Güneş üç Şaire mikdarmca zeval bulduğunda ki bu çeyrek saat­tir, Yedinci Zeval hasıl olmuş olur. Bunu da alim, cahil bütün insan­lar bilebilir. İşte bu vakitte bütün insanlar için en uygun namaz vaktidir. Çünkü bu vakit, zeval vaktinin tam ortası ve en uzun sü­renidir. Allah Teala'nm ruhsatıyla da geniş tutulmuştur.
Bütün bunlar, gökyüzünün uzaklığı, çok düzgün bir yapıya sa­hip olması, sürekli yanarak yükselen bir hava içinde olmasına rağ­men çok sağlam yapılmış olması ve şaşmaz bir küresel biçime sa­hip olmasından dolayıdır.
Rivayet edilir ki, Allah Resulü (sav) Cebrail'e (a.s.) şunu sor­muştu: Güneş zeval buldu mu? O da şu cevabı vermişti: Hayır-Evet! Bunun üzerine Allah Resulü (sav): Nasıl olur? diye sordu. Cebrail de (a.s.) şöyle dedi: Evet, zeval buldu, hem de Hayır-Evet demem arasında. Çünkü güneş Felek'te ellibin fersah kateder. Al­lah Resulü (sav) bu soruyu O'na, Allah Teala'nm kendisine öğretme gayesi dahilinde sormuştu".
Bazı filozoflar dediler ki: Gökyüzü, tıpkı değirmen taşı gibi dö­ner. Felekler de kutub ekseni üzerinde dönerler. Ancak, uzaklık, yükseklik ve tam küresel oluşlarından dolayı görülemezler. Selef alimlerinden bazıları da bunu zikretmişlerdir. Hakikaten Allah Te­ala, en güzel Yaratan'dır.
Ariflerden bir zat, Allah Teala'nm kudretini ve yaratışmdaki sırrı gösteren daha latif ve daha ilginç bir husus nakleder. Anlattı­ğına göre gece ve gündüz tam yirmidört saattir. Her bir saat on iki dakikadır. Her bir dakika ise on iki Şairedir. Her bir Şaire ise yir­midört Nefestir. Bu nefesler vücudun hazinesinden çıkarak şairele-ri teşkil ederler. Şaireler gelişerek dakikaları ortaya çıkarırlar. On­lar da saatleri oluştururlar. Saatler hareket ettikçe Eflaki çevirip dönderirler. Eflak da dönerek gece ile gündüzü birbiri ardınca geti­rirler. Gece ile gündüzün ardarda yayılmasıyla sema ufuklarda döndürülür.
Hesab ve takvimler de işte bu hareketlere dayanır. Can gidince, nefesler kesilecek ve felekler dağılacaktır. İşte o zaman yıldızlar saçılacak ve sema parçalanacak, yeryüzü harap olacak ve Darul-Ka-rar olan ahiret yurdu ortaya çıkacaktır. Yaratıcıların en latifi olan Allah'ı teşbih ederiz. O, kudret sahiplerinin en güçlüsüdür. O, Kita-bı'nda bu hadiseyi anlatarak şöyle buyurur: "Güneş durulduğu va­kit, yıldızlar bulanıp karardığı vakit". (Tekvir/1-2) Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyurmaktadır: "O gün gök, bir çalkalanış çalka-lanacak!" (Tur/9) Buradaki "Çalkalanma" dönme, anlamındadır.
Hikmet ve letafet sahibi olan Allah ne kadar da yücedir ki, bu kadar ağır ve yoğun varlıklar olan gökyüzünü çok latif bir varlık olan nefeslere bağlamıştır. Felek-i Kesifi, Feza-i Latif örtüsü ile perdelemiş tir. Felek-i Azim, semayı perdelemez. Bu Felek'i Feza-i Rakik perdeler. Çünkü Allah Teala bizlere semayı göstermek, Fe­lek'i ise gizlemek istemiştir. Bizler, ancak O'nun bize gösterdikleri­ni görebiliriz.
Kul; bunun için bir sebeb ve muharrik olmasına rağmen bunu farketmez. Halbuki, bütün hayatı, nefesleri üzerine kuruludur. Onun nefesleri saatleri, saatleri Ömrü, ömrü eceli, eceli ise ahireti-dir. O ise, dünyası ile gaflete dalmış, arzularıyla oynaşma içindedir. Eğer semaya bakarsanız, nefesleri inşa ettiğini, nefeslere bakarsa­nız onların felekleri döndürdüklerini görürsünüz. Fevk-i Fevk'e (=üstün üstü) bakarsanız, O'ndan başkasını göremezsiniz. O'ndan başka ilah yoktur, Arş-ı Azim'in sahibidir:
"(Bu) her şeyi sağlam yapan Allah'ın sanatıdır". (Neml/88), "Rabbim muhakkak ki dilediğine lütfedicidir". (Yusuf/100), "Biz on­lara hem ufuklarda, hem nefislerinde ayetlerimizi öyle göstereceğiz ki". (Fussilet/53), "Yeryüzünde kat'i iman sahipleri için deliller var­dır. Nefislerinizde de öyle. Hala görmez misiniz?". (Zariyat/20-21), "Andolsun gördüklerinize ve görmediklerinize". (Hakka/38-39), "Alah'a saygısı olan öğüt alacaktır. Pek bedbaht olan da ondan ka­çınacaktır". (A'la/10-11)
Akşam namazının vaktine gelince, bu namaz için en hayırlı olan vakit; güneşin en yüksek kenarının düşme anıdır. Bu, güneşin insan gözü tarafından görülmez hale gelme halidir. Ömer'den (ra) rivayet ettiğimiz bir haberde "Onun bir gün akşam namazını yıldız­lar doğuncaya kadar tehir ettiği, bunun üzerine bir köle azat etti­ği" bildirilmektedir.
Aynı anlamda Ibni Ömer'den de (ra) bir haber nakledilmiştir. Buna göre de "Ömer ve Oğlu (ra) bir akşam akşam namazını iki yıl­dız doğuncaya kadar tehir etmişlerdi. Bunun üzerine iki köle azat ettiler".
Yatsı namazını kılmak için en uygun olan vakit ise; Batı yönün­deki beyazlığın kaybolarak yerini koyu karanlığa bırakması anıdır ki bundan sonrasına kadar İkinci Şafak olarak bilinir. Yatsı nama­zım eğer uyunmayacaksa gecenin son dörtte birine tehir etmek da­ha faziletlidir. Yatsı namazının öncesinde uyumak ise mekruhtur. Yatsı namazını ayın üçüncü günü, ayın bir mikdar kaybolması sı­rasında kılmak güzel bir sünnettir. Bu da gecenin yedide birbuçu-ğundan sonraki vakittir. Ancak Allah Resulü'nden (sav), son yatsı­yı, ayın üçüncü günü ayın kaybolmasından sonra kıldığı da rivayet edilmiştir. [62][62]
Sabah namazını kılmak için en uygun vakit, İkinci Fecr'in do­ğuş vaktidir. Bu namaz Allah Teala'nın Kur'an'da hususi olarak de­vamım emrettiği Orta Namaz (=Salât-ı Vustâ)'dır.
Sabah namazının Orta Namaz olarak tahsisi, üç sebepten kay­naklanmaktadır :
1. Sabah Namazı, her şeyden önce gece ile gündüzün ortasında kılman bir namazdır.
2. İkinci olarak o, gece kılman iki namazla (=akşam ve yatsı) gündüz kılman iki namaz (=öğle ve ikindi) arasında kalan bir na­mazdır.
2. Üçüncü olarak ise, kıraati sesli olan namazlarla, kıraati ses­siz olan namazlar arasında bir orta namazdır. Yine o, en kısa na­maz olup ne üç ne de dört rekattır. Bu Özellikler, sadece sabah na­mazına mahsus olduğu için Orta Namaz olarak belirgenleşen de odur.
Allah Teala da Fecr vaktine dikkat çekmekte ve şöyle buyur­maktadır: "Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahit­lidir". (İsra/17) Bu ayetin tefsirinde şöyle denilir: Gece ve gündüz melekleri ona şahitlik ederler. Bu ayet de, sabah namazının husu­siyetini hatırlatmakta ve ve ona devam edilmesini tekid etmekte­dir. Ne var ki Allah Resulü'nün (sav) "Beni Orta Namaz'dan (İkindi namazı) alıkoydular" [63][63] hadisi sahih kabul edilirse bu söyledikle­rimiz boşa çıkmakta ve Allah Resulü'nün (sav) hadisi sabit olmak­tadır. Biz de hadis-i şerifin gereğini söyleriz. Kanaatimizce bu ha-dis-i şerif sabittir ve olabilecek en kesin ve şaibesiz kanallardan ri­vayet edilmiştir.
Konuyla ilgili bir başka rivayette şöyle denir: "Allah Resulü'ne (sav) Salat-ı Vusta soruldu. O da şöyle buyurdu: O, kardeşim Süley­man'ın meşgul bırakıldığı ve bu yüzden perdeyle gizlenen namaz­dır".[64][64]
Sabah namazında sünnet olan kıraat, yüzden az ayetli sureler­den bir sure okumak veya Mufassal surelerin uzunlarından birini okumaktır. Çünkü sabah namazı rekat sayısı bakımından kısa bir namazdır. Böyle uzun sureler okuyarak bunu telafi etmek müm­kündür.
Sabah namazını, müslümanların toplanabilmesi ve sayıca ço­ğalmalarının temini için vaktin ortasında kılmak yerinde olsa da, en güzeli yıldızların kaybolmasından önce kılmaktır. Gökyüzünde, güneşin kızıllığının altındaki beyazlığın yayılmasından sonra kıl­mamak gerekir. Camiye gelenlerin sayıları artacak olsa da bu va­kitte kılmamak gerekir. Çünkü bu vakit, güneş ışıkların çıkmaya başladığı vakittir. Onu, sabahın alacakaranlığında az bir cemaatle kılmak daha faziletlidir.
Hakkında hadisler mevcut olan yatsı namazı dışında bütün na­mazları, ilk vakitlerinde kılmak en faziletli olandır. Allah Resulü de (sav) namazların ilk vaktinin sonuna olan üstünlüğünü, ahire-tin dünyaya olan üstünlüğüne benzetmiştir. [65][65]
Bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Namazı vaktin sonunda kılan kul bilsin ki, vaktin başından kaçırdığı süre, onun için dün­yadan ve içerdiği her şeyden daha hayırlıdır" [66][66]
Meşhur bir hadis-i şerifle ise Allah Resulü'ne (sav) Hangi amel­lerin daha faziletli olduğunun sorulduğu O'nun da "Vaktinde kılınan namaz"[67][67] buyurduğu bildirilmektedir. Başka bir hadiste ise Al­lah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: "Namazın ilk vakti Allah'ın rızası, son vakti ise Allah'ın afndır".[68][68]
Denildi ki: Allah Teala'mn rızası ihsan sahipleri için, affı ise kı-saltanlar içindir. Her namazı vaktin başında eda etmek, dinde azi­met gereği ve namazlarında daim olan takva sahiplerinin yoludur. İkinci vakit ise dinde ruhsat gereği ve gafil kullar için Allah katın­dan bir rahmet ve genişliktir. [69][69]



Bu fasılda, gece ve gündüz kılman namazların faziletlerini anlata­cağız. Ebu Seleme (ra) ve Ebu Hüreyre'den (ra) şöyle bir hadis ri­vayet etdilmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Evinden çıktığın zaman iki rekat namaz kıl. Bu seni kötüye çıkmaktan engeller. Evi­ne girdiğin zaman da iki rekat namaz kıl, bu da seni kötülüğe gir­mekten meneder".
Said b. Said et-Tavü'den Enes b. Malik'in (ra) Allah Resu-lü'nden (sav) şunu işittiği rivayet edilmiştir: Allah Resulü (sav) sa­bah namazı hakkında şöyle buyurdu: "Kim abdest alır, sonra na­maz kılacağı mescide yönelirse, attığı her adım bir hasene ve bir kötülüğü gidericidir. Hasenat, on misliyledir. Sonra namazını kılıp güneşin doğuşunda oradan ayrıldığında, bedenindeki kıl sayısınca kendisine hasene yazılır ve hüsnü kabul görmüş bir hac (sevabı) ile geri döner. Eğer rüku etmek için orada kalırsa, Allah Teala onun her celsesi için bin kere bin kadar hasene yazar. Gecenin geç vak­tinde namaz kılan da böyledir. O da makbul bir hac ve umre seva­bıyla döner".
Ata b. Ebi Yesar (ra) ve Ebu Hüreyre'den (ra) şu hadis naklet-dilnıiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kim güneşin zevalinden sonra dört rekat namaz kılar, bunların secde, rüku ve kıraatini gü­zel yaparsa onunla birlikte yetmiş bin melek de namaz kılar ve ge­ceye kadar onun için istiğfarda bulunurlar".
Allah Resulü (sav) zevalden sonraki dört rekatlık namazı asla terketmez ve mümkün olduğunca uzun tutarak şöyle buyururdu: "Gök kapıları bu saatte açılır. Bu saatte benim için de bir amelin oraya çıkartılmasını isterim". Denildi ki: Ey Allah Resulü, bunlar arasında selam verilir mi? "Hayır" dedi. Allah Resulü'nden (sav) ri­vayet edilen başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah Teala ikindi namazından önce dört rekat kılan kula merhamet etsin!"
Pazar Günü Namazı: Said b. Cübeyr (ra) ve Ebu Hüreyre'den (ra) şu hadis rivayet edilmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Pa­zar günü dört rekat namaz kılan ve namazında Fatiha ile Baka-ra'mn son iki ayetini okursa kendisine bütün hıristiyan erkek ve kadınlar sayısınca hasene yazılır ve bir peygamber sevabı verilir. Ayrıca ona, bir hac ve bir umre sevabı yazılır. Her bir rekatı için de bin namaz sevabı yazılır. Allah Teala ona her bir harfi için Ezfer miskinden bir şehir verir".
Allah Resulü'nden (sav) bir de şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: Buyurdu ki: "Allah Teala'yı pazar günü namazı çoğaltarak birleyin. Allah Teala, muhakkak ki Vahid ve Ehad'dır, ortağı da yoktur. Kim pazar günü, öğle namazının farz ve sünnetlerinden sonra dört re­kat namaz kılar, ilk rekatta, Fatiha süresiyle Secde suresini, ikin­ci rekatta Fatiha ve Mülk surelerini okur, sonra teşehhüd okur, ar­dından kalkıp iki rekat daha kılar, bunlarda da Fatiha ve Cuma su­relerini okur ve namazı bitirdikten sonra Allah Teala'dan ihtiyaçla­rını isterse, Allah Teala onun ihtiyaçlarını giderir ve hıristiyanla-rm üzerinde bulundukları yanlışlıklardan uzak tutar".
Pazartesi Günü Namazı: Ebu'z-Zübeyr (ra) ve Cabir (ra) ka­nalıyla şu hadis rivayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kim pazartesi günü, gün yükseldiğinde iki rekat namaz kılar, her rekatta da birer kere Fatiha, Ayete'l-Kürsi, İhlas, Felak ve Nas su­relerini okursa, selam verdiğinde Allah Teala ona, on kez mağfiret eder. Eğer on kez Allah Resulü'ne (sav) salatü selam ederse, Allah Teala çok da olsa bütün günahlarını bağışlar".
Enes b. Malik'den ise (ra) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: Al­lah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim pazartesi günü on iki rekat na­maz kılar, her rekatta birer kez Fatiha ve Ayete'l-Kürsi okursa, na­mazını bitirdikten sonra on iki kez İhlas suresini ve on iki kez de istiğfarda bulunursa Kıyamet günü "Falan oğlu falan nerede, aya­ğa kalksın ve Allah Teala'dan sevabını alsın!" diye çağrılır. İlk ödül olarak kendisine bin elbise verilir ve taç giydirilerek şöyle denilir:
Cennete gir. Orada kendisini her biri bir hediye taşıyan yüz bin melek karşılar. Onlar kendisine gelirler ve parıldayan nurdan bin köşkü dolaşır".
Salı Günü Namazı: er-Rekkaşi, Enes b. Malik'den (ra) şunu ri­vayet eder: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim salı günü, günün ortasında on rekat namazı kılar, her rekatta birer kez Fatiha ile Ayete'l-Kürsi, üç kez de İhlas suresini okursa, yetmiş güne kadar kendisine günah yazılmaz. Yetmiş güne kadar ölürse, şehit olarak ölür ve yetmiş yıllık günahı bağışlanır".
Çarşamba Günü Namazı: Ebu îdris el-Havlani, Muaz b. Ce-bel'den (ra) şunu rivayet etti: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim çarşamba günü, günün yükselmesi esnasında on iki rekat namaz kılar, her rekatta Fatiha, İhlas, Nas ve Felak surelerini üçer kez okursa Arş'dan bir melek ona şöyle seslenir: Ey Allah'ın kulu! Bu ibadete devam et, geçmiş günahların da bağışlandı. Allah da ondan kabir azabını, sıkıntı ve karanlığını savar, Kıyamet gününün zor­luklarını ondan uzaklaştırır. O gün yaptığı ibadet için bir peygam­ber sevabı verilir".
Perşembe Günü Namazı: Ikrime kanalıyla İbni Abbas'dan (ra) şunu naklettik: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kim perşembe günü öğle ile ikindi arasında iki rekat namaz kılır, ilk rekatta bir kez Fatiha'yı yüz kez Ayete'l-KürsVyi, ikinci rekatta ise bir kez Fa-tiha'yı yüz kez de îhlas suresini okur ve Allah Resulü'ne yüz defa salat-ü selamda bulunursa, Allah Teala ona, Receb, Şaban ve Ra­mazan aylarını oruçla geçirenin sevabını verir. Ona bir hac sevabı da verilir ve Allah'a inanan ve tevekkül edenlerin sayısınca sevab yazılır".
Cuma Günü Namazı: Ali b. Hüseyin b. Ali'den (ra) şu hadis ri­vayet edilmiştir: Allah Resulü'nün (sav) şöyle dediğini duydum: Cuma gününün tamamı namazdır. Hiç bir mümin kul yoktur ki, Cuma günü güneş iki mızrak boyu yükseldikten sonra kalkar, gü­zelce abdest alır, inanarak ve Allah'ın rızasını umarak iki rekatlik kuşluk namazını kılarsa Allah Teala ona yüz hasene yazmasın, yüz günahını da silmesin. Kim dört rekat namaz kılarsa, Allah Teala onu cennette dörtyüz derece yükseltir. Kim sekiz rekat kılarsa Al­lah Teala onu da sekizyüz derece yükseltir ve bütün günahlarım bağışlar. Kim on iki rekat namaz kılarsa, Allah da ona bin ikiyüz hasene yazar ve bin ikiyüz günahını da siler ve cennette onu bin ikiyüz derece yükseltir".
Ebu Salih de Ebu Hüreyre'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim cuma günü sabah namazını cemaat içinde kılar, sonra mescidde kalır ve güneş doğuncaya kadar Allah Teala'yı zikrederse, onun için Firdevs-i A'la cennetinde yetmiş de­rece olur. Oradaki iki derecenin arasını iyi cins at yetmiş yılda alır. Kim de cuma namazım cemaatle birlikte kılarsa Firdevs-i A'la cen­netinde elli derecesi olur ve bir derecesini cins at elli yılda alır. Kim de o gün ikindi namazını cemaatle kılarsa o da, her biri İsmail'in evlatlarından ve ev sahibi olan sekiz kişiyi azat etmiş gibi sevap alır. Kim de akşam namazını cemaatle kılarsa, sanki kabul olmuş bir hac ve kabul görmüş bir umre ibadetini ifa etmiş gibi olur".
Nafi' de İbni Ömer'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim cuma günü camiye girer, Cuma namazın­dan önce dört rekat namaz kılar, her rekatta bir kez Fatiha, elli kez İhlas suresi okursa, cennetteki makamını görmeden (veya makamı kendisine gösterilmeksizin) ölmez".
Cumartesi Günü Namazı: Said, Ebu Hüreyre'den (ra) şunu rivayet etti: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim cumartesi günü dört rekat namaz kılar, her rekatta bir kez Fatiha ve üç kez Kafi-run suresini okur, namazım bitirdikten sonra da Ayete'l-KürsVyi okursa Allah Teala okuduğu surelerin harfleri sayısınca hac ve um­re sevabı yazar, her harfi için bir yıllık gündüz oruç, gece ibadet se­vabı kadar derecesini yükseltir, ona her harfi için bir şehit sevabı bahşeder ve Kıyamet günü peygamberler ve şehitlerle birlikte Ar-şı'nm gölgesi altında oturmasını sağlar".
Cemaat Namazının Fazileti: Ebu Kamil, Ebu Hüreyre'den (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim kırk gün boyunca cemaat namazı kılar ve imamın ilk tekbirini ka-çırmazsaAllah Teala ona iki beraat yazar; ilki cehennem ateşinden beraat, ikincisi nifaktan beraat". [70][70]
Bundan sonra gece namazlarını ve iki yatsı arasındaki namazı anlatacağız: Pazar Gecesi Namazı: Muhtar b. Pülfül, Enes b. Malik'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu­nu duydum: "Kim pazar gecesi yirmi rekat namaz kılar, her rekat­ta bir kez Fatiha, ellibir kez İhlas, bir kez de Felah ve Nas surele­rini okur, sonra yüz kez Allah Teala'ya istiğfarda bulunur, kendisi ve ana-babası için yüz kez istiğfar eder, Allah Resulü'ne de salat-ü selam eder, çevresindeki ve kendindeki bütün güç ve kudret vasıta­larından arınarak yalnız Allah'ın güç ve kudretine sığınır ve 'Şeha-det ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur, şehadet ederim ki Adem Allah'ın seçtiği ve fıtratı, İbrahim halili ve dostu, Musa konuştuğu, İsa ruhu ve Muhammed de (sav) O'nun habibidir derse' onun için Allah Teala'ya çocuk isnad edenler ve etmeyenlerin sayısınca sevap yazılır. Allah Teala onu Kıyamet günü emniyette olanlarla beraber diriltir ve Kıyamet günü onu peygamberlerle birlikte cennete koy­mak Allah Teala'nın üzerine aldığı bir sözdür".
Pazartesi Gecesi Namazı: el-A'meş kanalıyla Enes b. Ma­lik'den (ra) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: Allah Resulü (sav) bu­yurdu ki: "Kim pazartesi gecesi dört rekat namaz kılar, birinci re­katta Fatiha ve Ihlas surelerini on bir kez, ikinci rekatta Fatiha ve İhlas surelerini yirmibir kez, üçüncü rekatta Fatiha ve Ihlas sure­lerini otuzbir kez, dördüncü rekatta Fatiha ve Ihlas surelerini kırk-bir kez okur. Sonra teşehhüd okuyup selam vermesinin ardından yetmişbeş kez İhlas okuyup Allah Teala'ya kendisi ve ana-babası için yetmişbeş kez istiğfarda bulunur, Allah Resulü'ne yetmişbeş kez salatü selam getirir sonra Allah Teala'dan ihtiyacını niyaz ederse, Allah Teala'nın onu vermesi Zatı üzerine bir haktır ve bu namaz Hacet Namazı (=Salât-ı Hacet) olarak bilinir".
Kasım b. Abdurrahman Ebu Ümanıe'den (ra) şunu nakletmiş-tir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim pazartesi akşamı iki rekat namaz kılar, her rekatta Fatiha, Felak ve Nas surelerini onbeşer kez okur, selam verdikten sonra da Ayete'l-Kürsi'yi onbeş kez okur ve Allah Teala'ya onbeş kez istiğfarda bulunursa, eğer cehennem ehlindense Allah Teala onun adını cennet ashabı arasına kor, gizli ve açık bütün günahları bağışlanır, okuduğu her ayet için bir hac ve umre sevabı yazılır. Bu pazartesiden diğerine kadar geçen süre içinde ölürse şehit olarak ölür".
Salı Gecesi Namazı: Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim salı gecesi on iki rekat namaz kılar, her rekat­ta bir kez Fatiha, onbeş kez Nasr suresini okursa Allah Teala onun için cennette genişliği ve uzunluğu dünyadan yedi kez daha büyük olan bir ev bina eder".
Çarşamba Gecesi Namazı: Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: Kim çarşamba gecesi iki rekat namaz kılar, ilk rekatta bir kez Fatiha, on kez Felak, ikinci rekatta da bir kez Fati­ha, on kez Nas surelerini okursa her sema katından yetmiş bin me­lek iner ve Kıyamete dek ona sevap yazarlar".
Perşembe Gecesi Namazı: Ebu Salih, Ebu Hüreyre'den şunu rivayet etti: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim perşembe gecesi akşam ile yatsı namazları arasında iki rekat namaz kılar, her iki rekatta da beş kez Fatiha, Ayete'l-Kürsi, İhlas, Felak ve Nas sure­lerini okur. namazını bitirdiğinde Allah Teala'ya onbeş kez istiğfar­da bulunur, bunların sevabını ana-babasma sayarsa, eğer onlara karşı kabalık etmişse o ikisinin haklarını eda etmiş olur ve Allah Teala da kendisine sıddıklara ve şehitlere verdiklerini verir".
Cuma Gecesi Namazı: Ebu Ca'fer Muhammed b. Ali, Ca-bir'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim cuma gecesi akşam ile yatsı namazı arasında on iki rekat na­maz kılar, her rekatta bir kez Fatiha ve on bir kez İhlas surelerini okursa, on iki yılı gündüz oruç, gece ibadet üzere ibadet etmiş gibi olur".
Kesir b. Süleym, Enes b. Malik'ten (ra) şöyle bir hadis naklet-miştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim cuma gecesi yatsı na­mazını cemaatla kılar, sonra iki rekat sünneti, ardından da on re­kat nafile namazını kılar, bunun her rekatında da birer kez Fatiha, Ihlas, Nas ve Felak surelerini okur, sonra üç rekathk vitri kılar ve Kıble'ye dönük olarak sağ yanı üzerine yatarsa, Kadir gecesini iba­detle ihya etmiş gibi olur".
Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Leyle-i Garra'da ve Yevm-i Ez-her'de bana salatı arttırm" Leyle-i Ğarra, cuma gecesi, Yevm-i Ez-her ise cuma günü, anlamındadır.
Cumartesi Gecesi Namazının Fazileti: Kesir b. Şenzir, Enes b. Malik'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim cumartesi gecesi, akşam ile yatsı namazları arasında on iki rekat namaz kılarsa Allah Teala onun için cennette bir köşk bi­na eder, bütün mümin erkek ve kadınlara sadaka vermiş gibi olur ve yahudüikten tamamen beri olur. Onu bağışlamak da Allah Tea­la üzerine bir haktır".
Akşam ile Yatsı Arasındaki Namazın Fazileti: Bu bölümde, zikredilen namazın faziletini ve bu vaktin hususiyetlerini naklede­ceğiz. Süleyman et-Temimi'den (ra) rivayet edildi ki: Ona bir adam şöyle bir hadise anlatmıştı: Allah Resulü'nün (sav) azatlısı Ubeyd'e (ra), Allah Resulü'nün (sav) farz olanlar dışında başka namazları da emredip etmediği sorulmuştu. Dedi ki: Akşam ile yatsı arasın­daki namazı.
Ebu Sahr, Muhammed b. el-Münkedir'in Allah Resulü'nden (sav) şu hadisi naklettiğini duymuştur: O buyurdu ki: Kim akşam ile yatsı arasındaki namazı kılarsa bilsin ki o namaz Allah Teala'ya sürekli yönelip tevbe edenlerin namazıdır".
Abdurrahman b. el-Esved de babasından şunu nakletmiştir: "Ne zaman bu vakitte İbni Mesud'un yanma gittiysem, namaz kıldığını gördüm. Bunu kendisine bildirdiğimde şöyle dedi: Evet, bu gaflet saatidir. Yani akşam ile yatsı vakitlerinin arasıdır". Allah Resu­lü'nün (sav) azatlısına, O'nun akşam ile yatsı arasında evine girdi­ği zaman ne yaptığı sorulmuştu. O da namaz kıldığını söylemişti.
Enes b. Malik de (ra) akşam ile yatsı arasındaki namazı kılar ve bu vaktin "Nâşi'etü'1-leyl" (Müzzemmil/6) olduğunu söylerdi. Fu-zayl b. 'lyaz İbban b. Ebi Ayaş'dan şunu nakletmiştir: Enes b. Ma-lik'in (ra) hanımına bu hususu sorduğumda şöyle dedi: Ben yatsı­dan önce yatardım, o beni bundan menetti ve şöyle dedi: "Onlar (ge­celeyin) yataklarından kalkarlar..." (Secde/16) ayeti bu vakit için inmiştir.
Ahmed b. Ebi'l-Havari de şöyle bir nakilde bulunmuştur: Ebu Süleyman ed-Darani'ye dedim ki: Gündüz oruç tutuyor, akşam ile yatsı arasında akşam yemeği yiyorum, sence bu mu daha iyidir yoksa, gündüz oruç tutup akşam ile yatsı arasını ihya etmem mi? Dedi ki: Eğer bu ikisini birleştirebilirsen daha hayırlı olur. Ben de, "Ya gücüm yetmezse" dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: O zaman gündüz orucunu bırak, akşam ile yatsı arasında namaz kıl!
Hişam b. Urve (ra) babası vasıtasıyla Aişe'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Allah katında namazların en faziletlisi, akşam namazıdır. Çünkü onu yolcu için de mukim için de kısaltmamıştır. Gece namazını onunla açmış, gündüz na­mazlarını da onunla kapatmıştır. Kim akşam namazını kılar, onun ardından iki rekat namaz daha kılarsa Allah Teala ona cennette iki köşk inşa eder, altından mı yoksa gümüşten mi bilmiyorum. Kim ondan sonra dört rekat namaz kılarsa Allah onun yirmi yıllık gü­nahım bağışlar".
Ebu Seleme (ra) Ebu Hüreyre'den (ra) şöyle bir rivayette bulun­muştur: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kul için akşam namazın­dan sonra kılman altı rekat namaz, bir yıllık ibadete veya Kadir ge­cesini ibadetle ihya etmeye denktir".
Said b. Cübeyr (ra), Sevban'dan (ra) şunu nakletti: Allah Resu­lü (sav) buyurdu ki: "Kim akşam ile yatsı arasında, bir cemaat bu­lunan bir mescidde itikaf eder ve kimseyle konuşmaksızm namaz kılıp Kur'an okursa Allah Teala'nın cennette onun için iki köşk in­şa etmesi haktır ki, her köşkün mesafesi yüz yıldır. Onun için bu iki köşk arasına öyle ağaçlar dikilir ki, bütün dünya halkı onları gezmeye kalksa yine de onlara geniş gelir".
Muhammed b. el-Haccac ise Abdülkerim b. el-Hars'ı Allah Resu­lü'nün şu hadisini anlatırken işittiğini söylemiştir: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim akşam ile yatsı arasında on rekat namaz kı­larsa cennette onun için bir köşk bina edilir. Ömer (ra) dedi ki: Ya kusurlarımız çoğaldığında ey Allah Resulü? O, buyurdu ki: Allah, muhakkak çok büyüktür, büyük lütuf sahibidir. Ya da "Çok iyilik yapıcıdır" buyurdu.
Ebu Aişe es-Sa'di ve Ebu Hafs el-Avefı Enes b. Malik'den (ra) şunu naklettiler: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Kim akşam na­mazını cemaatla kılar, sonra onun ardından iki rekat daha kılar ve bu arada kimseyle dünyevi bir konuda konuşmaz, ilk rekatta Fati­ha ile Bakara'mn ilk on ayetini, ortadaki iki ayetini (Bakara/163-164) ve onbeş kez îhlas suresini okur, sonra rüku ve secde etmesi­nin ardından ikinci rekatta Fatiha, Ayete'l-Kürsi, onu takip eden iki ayet, Bakara'nın son üç ayeti ve onbeş kez îhlas suresini okur­sa onun için Adn cennetinde tamamı inci ve yakuttan bin şehir bina edilir, her şehirde bin ev, her evde bin bölüm, her bölümde bin sofa, her sofada bin oda, her odada çeşitli mücevherlerden yapılmış bin yatak, her yatakta astarları atlastan, yüzleri parlak bir nurdan bin yaygı, yatağın bir tarafında bin refika, diğer tarafında da bin refika, yatağın üzerinde de neyle anlatılsa güzellik ve mükemmel­liğini daha da arttıran huri gözlü bir hanım vardır. O hanımı, ya-kınlaştırılmış bir melek ve gönderilmiş bir peygamber dahi görse, onun güzelliğine kanar, kabası yatağın iki tarafını doldurur. O ha­nımlardan her biri üzerinde biri diğerini gizlemeyen bin elbise var­dır. Dizi ipi yakutun altından, kırmızı şarap billur kadehten nasıl görünürse, onun teni de bu bin elbisenin altından öyle görülür.Her hanımın bin erkek hizmetçisi, bin hizmetçi cariyesi ve köşklerinin bin bekçisi olur. Bunlar, sadece ona mahsus olan hizmetçilerdir. Eşinin de aynı şekilde hizmetçileri vardır. Odalardan her birinde, bir Tesnim pınarı, bir Kevser pınarı, bir Kafur pınarı, bir Zencefil pınarı, bir Selsebil pınarı, bir Tuba ağacı dalı, bir Sidretü'l-Münte-ha dalı vardır. Yine her odada bin sofra vardır ki bunlardan her bi­rinin genişliği iki dünya genişliğincedir. Her sofrada inci ve mücev­herle süslü bin altın sini, her sinide, tadı, rengi ve kokusu farklı bin çeşit yemek vardır. Allah Teala veli kuluna öyle bir kuvvet verir ki, bütün bu yemekleri ve bunlar kadar içeceği yiyip içer ve dünya günlerinden bir günün bir kısmı kadar sürede bütün eşlerini mut­lu eder. Her şeyin üstünde güç ve cömertlik sahibi olan Allah'ı teş­bih ederiz ki O her şeye kadir ve alemlerin Rabbı'dır".
Said b. Said, Kurz b. Vebere'den şunu nakleder: Vebere, abdal zümre sindendi. O dedi ki: Bir gün Hızır'a (as) şöyle dedim: Bana, gece yapabileceğim bir şey öğret. Bana dedi ki: Akşam namazını kıldığında yatsı namazını kılmcaya kadar kimseyle konuşmaksı-zm, kılacağın namaza devam ederek her iki rekatta selam ver. Her rekatta da Fatiha'yı bir kez, İhlas'ı yedi kez oku. Namazım bitirdi­ğinde evine dön ve kimseyle konuşmaksızm iki rekat daha kıl. Bunların her birinde de bir kez Fatiha, yedi kez îhlas suresi oku. Selam verdikten sonra secdeye kapan ve yedi kez Allah Teala'ya is­tiğfarda bulun, Allah Resulü'ne (sav) yedi kez salat-ü selam gönder, yedi kez de "Sübhânallah, vel hamdü lillah, velâ ilahe illallah val-lahil ekber, velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim" de. Sonra kafanı secdeden kaldır, düzgünce otur ve ellerini kaldıra­rak şöyle dua et: "Ya Hayyü, ya Kayyûmü, ya zel celali vel ikram, ya İlahel evvelin vel âhirin, ya Rahmânüd dünya vel ahireti ve Ra-hiîmühüma, ya Rabb, ya Rabb, ya Rabb, ya Allah, ya Allah, ya Al­lah!" sonra kalk ve ellerini kaldırarak bu duayı oku. Ardından dile­diğin yerde sağ yanın üzerinde Kıble'ye dönük olarak uyu. Allah Resulü'ne salat-ü selam et ve uykun gelinceye kadar bunu sürdür.
Dedim ki: Bu duayı kimden duyduğunu bilmek isterim. Dedi ki: Ben Allah Resulü'nün (sav) yamndayken, kendisine bu dua öğreti­lerek vahyedildi. O an ben de yanındaydım. O'na öğretenden ben de öğrendim". Denir ki, bu namazı ve bu duayı inanç ve ihlasla sürek­li ifa eden kimse, dünyadan irtihal etmeden önce Allah Resulü'nü rüyasında görür. Mamafı bunu yapan kimselerden bazıları cenneti ve oradaki peygamberlerle Allah Resulü'nü gördüklerini, O'nun kendileriyle konuşup ilim öğrettiğini haber vermişlerdir. Bu ibade­tin faziletlerine dair bir çok rivayet mevcut olmakla beraber, sözü kısa tutmak için onlara yer vermedik. [71][71]



Bu fasılda, vitir ve gece namazının faziletleriyle ilgili hadis ve riva­yetleri nakledeceğiz.
Mübarek b. Avf el-Ahmesi, Ömer b. Hattab'dan (ra) şunu nak-letmiştir: Akıllı kimseler, vitr namazını gecenin ilk bölümünde kı­larlar. Kuvvetli kimseler ise, onu gecenin son kısmında kılarlar ki bu, daha faziletlidir.
Bir haberde de şöyle rivayet edilmiştir: Allah Resulü (sav) Ebu Bekir'e (ra) sordu: Vitr namazını ne zaman kılıyorsun? Dedi ki: Ge­cenin ilk kısmında, uyumadan önce kılıyorum. Allah Resulü (sav) Ömer'e de (ra) sordu: Vitr namazını ne zaman kılıyorsun? Dedi ki: Gecenin son kısmında. Bunun üzerine Allah Resulü (sav), Ebu Be­kir'e (ra) şöyle dedi: Sen bundan sakın. Ömer'e de (ra) şöyle dedi: Sen de bunu güçlendir. Bir başka rivayette ise Ebu Bekir'e şöyle de­diği: Senin durumun, 'Ganimetimi aldım, nafileleri umuyorum' di­yen kimsenin durumu gibidir, Ömer'e (ra) ise: Sen muhakkak ki güçlüsün ve sağlam bir yerin var, dediği rivayet edilmiştir. [72][72]
Osman'dan (ra) şu söz rivayet edilmiştir: Bana gelince, ben gece­nin ilk kısmında vitr kılarım. Uykudan kalktığımda da bir rekat kı­lar ve vitri teklemiş olurum. Ne dersiniz, uykudan Önce kıldığım iki rekatı, sürüden ayrı düşmüş ama sonradan kardeşlerine katılmış deveye benzetir misiniz? Sonra namazımın ardından vitr kıldım.
Osman'dan (ra) nakledilen en meşhur haber, onun bütün gece­yi tek bir rekatla ihya ederek bu rekatta da Kur'an'ı hatmettiği günlerde bu şekilde yaptığı istikametindedir. Onun vitri böyleydi. Ali'den de (kv) şu söz rivayet edilmiştir: Vitr üç nahiyededir. İs­tersen gecenin ilk kısmında vitr kılar, sonra ikişer ikişer namaz kı­larsın. İstersen bir rekat kılarsın. Sonra uyandığında onu tekleye­rek tamamlarsın. İstersen de vitr namazını, gece namazlarının so­nuncusu olacak şekilde tehir edersin.
İbni Ömer'in (ra) hadisinde ise şöyle buyrulmaktadır: "Gece na­mazı ikişer ikişerdir. Sabahın yaklaşmasından korktuğunuzda bir rekat vitir kılın". [73][73] Bize göre en faziletli olanı da budur.
Mücahid dedi ki: Abdullah b. Ömer (ra) şöyle demişti: Kim yat­sı namazından sonra dört rekat namaz kılarsa, Kadir gecesi kılma-n namaza denk olur.
Husayn dedi ki: Bunu İbrahim'e naklettiğimde şöyle dedi: Ab­dullah b. Mesud (ra) farz namazların benzerleriyle takip edilmesi­ni mekruh görürdü. Onlar yatsı namazını kılar, sonra iki rekat, sonra dört rekat kılarlardı. Kim vitri kılmak isterse onu kılar, kim de uyumak isterse bundan sonra uyurdu.
Allah Resulü (sav) buyurdu ki "Ey Kur'an ehli, gecenin bütü­nünde vitr kılın" [74][74]
Aişe (ra) şöyle dedi: "Allah Resulü (sav) gecenin, ilk kısmında ve ortasında vitr kılardı, bazan da vitri seherde idrak ederdi". [75][75]
Bir hadiste ise Allah Resulü'nün (sav) ezan vaktinde vitr kıldı­ğı ve ikamet vaktinde de iki rekat kıldığı bildirilmektedir [76][76]
Bir adam Ali'ye (kv) vitr vaktini sordu. Ali de (kv) ona cevap ver­medi. Fecr vaktinde ezan okunurken halkın arasına çıktı ve şöyle dedi: Vitr vaktini soran nerede? İşte vitr namazının en güzel vakti
budur.
Ebu Ümame de Amr b. Anbese'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğunu duydum: "Rabbin kula en yakın olduğu vakit, gece karanlığının son kısmıdır. Eğer o saat­te Allah Teala'yı zikredebilenlerden olabilirsen durma ol".
Ebu Zer el-Gıfari (ra) dedi ki: Allah Resulü'ne (sav) şunu sordum: Ey Allah Resulü! Gecenin hangi vaktinde kılman namaz da­ha faziletlidir? Buyurdu ki: Gecenin eksilmeye başlayan yarısında­ki".[77][77]
Allah Resulü (sav) Cebrail'e (as) sordu ki: "Gecenin hangi vakti dualar daha çok işitilir? O da şöyle dedi: Arş, vaktiyle birlikte sar­sılır".
Başka bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Gecenin içinde öy­le bir saat vardır ki, müslüman kul ona tevafuk ederek Allah Tea-la'dan bir hayır dilerse, Allah Teala bunu kendisine verir". Başka bir hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Namaz kılar veya dua eder­se, muhakkak kabul görür". Bu vakit, her gece mevcuttur. Denir ki: Gecenin öyle bir anı vardır ki, o vakitte muhakkak uyumak ya da ölüm bilmez Hayy dışında başka her göz sahibinden uzak durmak gerekir. Bu da muhtemelen o vakittir.
Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildi ki: Gecenin yarısı geçti­ğinde -başka bir rivayette gecenin son üçte biri kaldığında Cebbar Teala dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Kullarım Ben'den başkasından istemez. Hani tevbe eden var mı, tevbesini kabul ede­yim, istiğfar eden var mı mağfiret edeyim, dua eden var mı icabet edeyim, isteyen var mı istediğini vereyim. Bu şekilde fecr doğunca­ya kadar devam eder.
Amr b. Anbese'nin hadisinde ise şöyle buyrulmaktadır: "Gece­nin son vaktinin namazına sarıl. Çünkü o, meleklerin hazır bulun­duğu şahitli bir namazdır" [78][78] Yani onda gece ve gündüzün melekle­ri hazır bulunurlar. [79][79]



Bu fasılda, kulun teheccüd namazı için kalktığında ve sabah uyku­dan kalktığında söylemesi müstehab olan dua ve benzeri sözleri anlatacağız
Kul, uykudan kalktığı zaman şu duayı okumalıdır:
"Biz sabaha erdik, mülk Allah'ın, azamet Allah'ın, güç Allah'ın, övünç Allah'ın, kudret Allah'ın, izzet Allah'ın ve teşbih Allah'ındır. Biz İslâm fıtratı, ihlas kelimesi, Peygamberimiz Muhammed'in (sav) dini, asla müşriklerden olmayan atamız ibrahim'in (as) katık­sız tevhid yolu üzerinde sabahladık. Bizleri öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun, dönüş de muhakkak ki O'nadır. Allahım! Sen'den bizi bu günümüze hayırlarla diriltmeni niyaz ediyor, bir kötülük kazanmaktan veya bir müslümana zarar vermekten Sana sığınıyoruz.
Muhakkak ki Sen "O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkaran­dır. O, geceyi istirahat zamanı, güneşi ve ayı da bir hesap ölçüsü yapmıştır" (En'am/96) buyuransın. Allahım! Sen'den bugünün iyili­ğini, bugündeki bütün iyiliği niyaz ediyorum. Bugünün şerrinden ve içindeki bütün kötülüklerden de Sana sığınıyorum. Bismillah, Maşaallah, vela havle vela kuvvete illa billahi maşaallah. Her ni­met, Allah'in iradesindendir. Hayrın tamamı da O'nun elindedir. Bismillah, kötülüğü engelleyen- de yalnız O'dur. Rabb olarak Al­lah'tan, din olarak İslâm'dan nebi olarak Muhammed'den razı ol­dum. Rabbimiz. biz Sana tevekkül ettik ve yalnız Sana yöneldik, dönüş de yalnız Sanadır".
Kul bu duayı ettikten sonra Felah ve Nas surelerini (=mu'awe-zeteyn) okumalıdır. Akşama erdiğinde de bu duanın aynısını eder. Ancak "Sabaha çıkmak=esbahnâ" kelimelerinin yerine "Akşama ermek= emseynâ" kelimesini koyar.
Hiç bir geceyi de şu duayı okumaksızm geçirmez:
"O'nun ismiyle beraber yerde ve gökte hiç bir şeyin zarar vere­meyeceği Allah'ın adıyla. O, her şeyi işiten, her şeyi bilendir. Yara­tılan ve çoğaltılan her türlü kötülükten, bütün kötülük sahipleri­nin kötülüğünden, Senin perçeminden tuttuğun bütün varlıkların kötülüğünden Allah'ın kelimat-ı tamme'sine ve O'nun bütün isim­lerine sığınırım. Muhakkak ki Rabbim sırat-ı müstakim üstünde­dir" aır .
Kul bu duayı, seher vakti tuvalete gitmeden önce söylerse daha iyi olur. Zikirden alıkonmamak için günün sonunda veya gecenin ilk kısmında okuması daha yerinde olur. Salihlerden bir çoğu da böyle yapmıştır. Güzel olan da budur. Ancak helaya sabah vakti gitmek insan vücudu için daha sağlıklı, taharet bakımından da daha temizdir. Özellikle de gündüz yemek yiyenler için bu geçerlidir.
Kul, gece yatağına uzandığı zaman okuması müstehab olan dua şudur:
"Rabbim, Senin isminle yanım üzerine yattım ve yine Senin is­minle doğrulurum. Allahım! eğer nefsimi tutabildiysem, onu bağış­la ve ona merhamet et. Eğer onu salıverdiysem, salih kullarını ko­ruduğun gibi onu da koru ve suçtan uzak kıl".
Allah Resulü (sav) Bera b. el-Azib'e fra) gece yatağına gittiği za­man okuması için şu duayı öğretmiştir:
"Allahım! ben yüzümü Sana yönelttim, işimi de Sana havale et­tim. Sırtımı korku ve rağbetinle Sana dayadım, Sen'den başka sı­ğmak ve kaçış yeri yoktur. İndirdiğin Kitabı'na ve gönderdiğin Re-sulü'ne inandım".[80][80]
Allah Resulü'nden (sav) rivayet edildiğine göre O, uykuya gider­ken şöyle dua ederdi:
"Allahım! kullarını dirilteceğin gün beni azabından koru".[81][81] Yine O, uykuya giderken şöyle denilmesini emretmiştir:
"Yücelen ve Kahir olan Allah'a hamdolsun. Batın ve Cebbar olan Allah'a hamdolsun. Melik ve Kadir olan Allah'a hamdolsun. Ölüleri dirilten ve her şeye Kadir olan Allah'a hamdolsun".
Kul bundan sonra şöyle demelidir:
"Allahım! Sen'den, ölümden sonra rahatlık, hesab gününde af niyaz ediyorum. Gazabından, ağır cezandan, kullarının kötülüğün­den, şeytanların ve ortaklarının şerlerinden Sana sığınıyorum".
Kul bundan sonra da
"Ey insanlar, hepinizin ibadet ve kulluğuna layık olan hakiki mabudunuz, bir tek mabuttur, O'ndan başka hiç bir ilah yoktur. O, Rahman ve Rahim'dir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, ge­ce ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yararlı yükler­le denizlerde akıp giden gemilerde, Allah'ın yukarıdan indiripte ku­ru toprağa ölümünden sonra su ile tekrar hayat vermesinde, canlı her yaratığı yeryüzünde üretip yaymasında, yeryüzü ile gök ara­sında Hakkın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklı olan bir toplu­luk için hiç şüphesiz bir çok ibret vardır". (Bakara/163-164) ayetle­rini okumalıdır.
Denir ki, uykuya giderken bu ayetleri okuyan kimse için, Kur'an hıfzettirici olur ve onu unutmaz. Kul, uykuya gitmeden ön­ce Isra suresinin son iki ayetini de okur.
Ayrıca A'raf suresinin "Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri al­tı günde yarattı. Sonra arşı istiva etti. O, gündüzü gece ile örter. Gündüz geceyi, gece de gündüzü takip eder. Güneş, ay ve bütün yıl­dızlar, O'nun emrine boyun eğmiştir. İyi bilin ki yaratmak ve em­retmek, O'na mahsustur. O, alemlerin Rabbi olan Allah ne yüce­dir". (A'raf/54) ayetini okursa şiarına bir melek girer, korunmasını üstlenir ve onun için istiğfarda bulunur.
Kul, Hadid suresinin başından ilk beş ayeti, Haşr suresinin so­nundan üç ayeti, Kafirun, İhlas, Felak ve Nas surelerini okumalı ve avuçlarına üfürmeli sonra da avuçlarıyla yüzünü ve bedeninin di­ğer kısımlarını sıvazlam alıdır.
Allah Resulü'nden (sav) söz ve fiil olarak nakledilen bir hadiste ise, kulun Kehf suresinin ilk ve son on ayetini okuması istenmek­tedir. Çünkü bunlar, kulun gece ibadetine kalkmasını sağlayacak ayetlerdir.
Allah Resulü (sav), uykuya giderken Kafirun suresinin okun­masını da emretmiştir.
Allah Resulü (sav) şöyle buyururdu: "Aklı tam bir adamın, Ba-kara'nm son iki ayetini okumadan ve,
'Allahım! beni Sana en hoş gelen saatte uyandır, katından en güzel amellere layık gör ki, beni Senin rızana yaklaştırıp gazabın­dan uzaklaştirsin. Sonra Sen'den niyaz edeyim, Sen de bana vere­sin, istiğfar edeyim, bana mağfiret edesin, dua edeyim, icabet ede­sin. Allahım! beni tuzağından emin kılma, beni Sen'den gayrına dost etme, üstümdeki örtünü kaldırma, bana Senin zikrini unut­turma ve beni gafillerden eyleme' diye dua edip uyusun".
Denir ki, Allah Teala bu duayı uykudan önce okuyan kimseye, katından üç melek gönderir ve onlar kendisini namaz için uyandı­rırlar. Eğer kalkar ve namaz kılıp dua ederse, melekler de duası için 'amin' derler. Eğer kalkmazsa, o zaman da boşlukta ibadet ederler ve onların sevabı bu kişiye yazılır. Kul bundan sonra otuz üçer kere "Sübhânallah, Elhamdülillah, Allahü Ekber" demelidir. Dilerse bu teşbihlere "Lâ ilahe illallah"ı da ekleyerek yirmi beşer kez söyler. Böylece toplam olarak yüz teşbihte bulunmuş olur. Bu­nu sürekli yapabilmesi için en hafif olan mikdar budur.
Mutarrafdan eş-Şa'bi kanalıyla Aişe'nin (ra) şu hadisi rivayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav) uykuya varmadan önce yanağını sağ elinin üzerine koyup o gece ahirete irtihal edeceğini düşünerek en son şu duayı okurdu:
'Allahım! yedi göğün Rabbi, Arş-ı Azim'in Rabbi, bizim ve her şeyin Rabbi, Tevrat, incil, Zebur ve Furkan'ı indiren, daneyi ve çekirdeği yaran, perçeminden tuttuğun bütün canlıların şerrinden Sana sığınırım. Allahım! Sen Evvel'sin ve Sen'den önce hiç bir şey yoktur. Sen, Ahir'sin ve Sen'den sonra hiç bir şey yoktur. Sen Zâ-hir'sin Sen'in üzerinde bir şey yoktur. Sen Bâtm'sm, Senin altında bir şey yoktur. Borcumu ödet, beni yoksulluktan müstağni kıl!'.
Kul, bunu okuduktan sonra otuz üçer kez "Sübhanallah ve El­hamdülillah" demeli ardından otuzdört kez de "Allahü Ekber" .de­melidir. Eğer dilerse, teşbih kelimelerine kelime-i tevhidi ekleyerek dörde çıkarır ve her birini yirmi beş kez söyleyerek teşbihini yüze tamamlar. Bu, sürekli devam edebilmesi için en hafif tutulan mik-dardır. Allah Resulü (sav) bunu emretmiş ve beş vakit namazın ar­kasından ve uykudan önce çekilmesini de mendub görmüştür. Uy­kudan önce okunması gereken ayet ve dualarla ilgili malumat bu kadardır.
Şimdi kulun uykudaki durumu ve uykuya hazırlıkta yapması gerekenleri anlatacağız. Akıl sahipleri bundan ibret alır ve gereği­ni yaparlar. Kulun abdestli olarak yatması müstehaptır. Bunu ya­pamazsa, uzuvlarını su ile meshederek yatmalıdır.
Selef alimleri, uykuya giderken dişleri misvakla temizlemeyi müstehap görürlerdi. Allah Resulü de (sav) böyle yapardı. [82][82] Se-lefden bazıları da gece uykuya giderken misvaklarını ve sularını baş uçlarına koyarlardı.
Allah Resulü de (sav) uykudan uyandığı zaman dişlerini mis­vakla temizler, [83][83] uzuvlarını su ile meshederdi. Onlar yataklarında sağa sola dönerlerken bile Allah Teala'yı Kur'an okuyarak ve teşbih çekerek zikrederlerdi ki bu, gece namazına kalkmaya denk tutul­muş bir haldir. Bu hadis, İbni Ömer (ra) ve diğerleri tarafından ri­vayet edilmiştir.
Allah Resulü'nden (sav) bu anlamda başka hadisler de rivayet edilmiştir: "O, geceleri defalarca misvak kullanır, uykudan her kal­kışında dişlerini misvaklardı". [84][84]
Kul, yatarken misvak ve suyunu başucuna koymalı ve gece na­mazına kalkmaya niyetlenerek yatmalıdır. Hangi vakitte uyanırsa uyansın, abdest almalı ve namaz kılmalı, Allah Teala'ya dua ede­rek Kur'an okumalıdır. Allah Teala'yı zikrederek, O'na istiğfarda bulunmalıdır. O'nun nimetleri ve ululuğu üzerinde düşünmeli, kudretinin eserleri üzerinde tefekkür etmelidir. Bunlardan hangi­sini yaparsa yapsın, Allah Teala'yı zikretmiş olacaktır. O, bu tür amellerde bulunmayı istemelidir. Çünkü bunlarda Allah Teala'ya yakınlaşma vardır. Bu da, Allah Teala'mn bir lütuf ve onun üzerin­deki bir merhametidir.
Kulun, vasiyet edeceği bir şey varken onu yazılı olarak vasiyet etmeksizin yatması da doğru olmaz. Çünkü daldığı o uykuda, ruhu­nun teslim alınmayacağından emin olamaz. Allah Resulü (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Kulun üzerinde vasiyyet edeceği bir şey bulunduğu halde iki gece ardarda vasiyette bulunmaksızın yat­ması doğru olmaz" [85][85]
Denir ki vasiyette bulunmaksızın vefat eden kimsenin, Berzah aleminde Kıyamete dek konuşmasına izin verilmez. O süre zarfın­da ölüler, birbirlerini ziyaret eder ve konuşurlarken o, Kıyamet gü­nüne kadar konuşamaz. Diğerleri, kendi aralarında şöyle konuşur­lar: Bu zavallı, vasiyyet bırakmadan ölmüş. Bu, onlar arasında onun için bir hasret olur.
Malı ve borcu olmayan yoksul müslüman için ani ölüm, bir ha­fifletme ve müstehab olur. Borç içinde yüzen ve borçları birbirine karışmış olan ve bunu uzatmada ısrar eden kimse içinse ani ölüm, bir ceza ve hoş görülmeyen bir son olur.
Müslüman kul, uykuya yatmadan önce temiz bir kalp ile kendi­si ve bütün müslümanlarm günahları için tevbe etmeli, kimseye zarar vermeyi düşünmemeli, uyandığı zaman bir suç işlemeye ka­rar vermiş olarak yatmamalıdır. Bir rivayette şöyle denilmektedir: "Bir kimseye haksızlık etmek veya birine kin beslemekten uzak olarak yatağına giren kimsenin işlediği suçlar bağışlanır".
Kul, yatağa vardığı zaman Kıble'ye dönük olarak uyumalıdır. Uyurken Kıble'ye yönelmenin iki şekli vardır. Eğer sırtüstü yatılı-yorsa o zaman hareketsiz duran bir ölü gibi yüz Kıble'ye döndürü­lür. Eğer yan üzerine yatıhyorsa, o zaman sağ yanıyla beraber yüzü Kıble'ye dönük olacaktır. Kişi, öldüğü an ve kabre bırakıldığı za­man da bu iki hal üzerinde vefat ettiğini hatırlar. Yüce Allah bu­yurdu ki: "Yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı? Gerek diriler, gerek ölüler için!". (Mürselat/25-26) Tefsir ehline göre bu ayetlerin tefsirinde varılan iki görüşten birine göre Allah Teala, dirileri yer­yüzünün üstünde toplarken, Ölüleri de onun altında toplamaktadır.
Allah Teala, geceyi hakka kulak veren kulları için kendi Zatı'na delalet eden işaretlerden bir işaret kılmış ve onu, kendi rızasını ta­lep etmek için uygun olan bir vakit görmüştür. O buyurur ki: "Ge­ce uyumanız, gündüz de lütfundan rızık aramanız O'nun ayetlerin-dendir. Muhakkak ki bunda işitecek bir kavim için ibretler vardır". (Rum/23)
Suffe ashabından ve Tabi'un'un zahidlerinden bazıları, gece uyudukları zaman, toprakla aralarına hiçbir şey koymazlardı. Her biri, derisini doğrudan toprağa temas ettirir ve elbisesini üzerine atarak şu ayeti okurdu: "Sizi ondan yarattık, yine ona döndürece­ğiz". (Taha/55) Onlar, sanki topraktan yükseltilmek istemiyor ve ondan korunmak istemiyorlardı. Bu davranışı, kalpleri için daha tesirli, tevazuları için de daha üst bir seviye görüyorlardı.
ibret ehline göre uyku, Berzah alemi gibidir. Berzah, dünya ile ahiret alemleri arasındaki alemdir. Uyku da aynı şekilde, ölüm ile hayat arasındaki devredir. Uyku perdesi kaldırıldığı zaman dünya hikmetiyle ortaya çıkmakta, aynı şekilde örtü kalktığı zaman ahi­ret Allah'ın kudretiyle zuhur etmektedir. Buna göre dünya, uyku­daki düşler gibi olmaktadır. Allah Teala buyurdu ki: "Sizleri gece­leyin ölü gibi uyutan, gündüz de yaptığınız işleri bilen O'dur. Son­ra takdir edilen ömür tamamlansın diye sizi gündüz uyandıran yi­ne O'dur". (EnCam/60) Bazıları şöyle demiştir: Allah'a karşı günah işleyip de bunun ardından uyuyabilene şaşmak gerek!
Bazı alimler, Allah Teala'mn şöyle buyurduğunu naklederler: "Eğer Bana karşı geliyorsanız, Benim yaygım olan dünyamdan çı­kın ve Benim avucumda uyumayın!" Lokman (as) oğluna şöyle de­miştir: "Ey oğlum, eğer ölümden kuşku duyuyorsan o zaman uyu­ma. Nasıl uyuyorsan, işte öyle ölürsün. Eğer Ölümden sonra diril­mekten kuşkulanıyorsan, uyuduğunda bir daha uyanma. Çünkü uykudan nasıl uyanıyorsan, öldükten sonra da öyle diriltilirsin".
Kul, uykuya giderken, ölüm vaktini ansın ve şunu bilsin ki na­sıl hayattayken kendisi Allah içinse, öldükten sonra da Allah Tea­la onun için olur. Bu yüzden de hangi hal üzere uyuduğuna ve ka­fasında hangi kaygıyla ruhunu teslim edeceğine baksın. Uyanması anında da ölümden sonraki dirilişi (=Ba'sü ba'del-mevt) hatırlasın. Bilsin ki kul, ancak dünyada öldüğü hal üzere, aynı kaygıyla ve sevdiği şeyle birlikte diriltilir. Tıpkı uykudan önce düşündüğü şey­le uykudan uyanan kimse gibi.
Bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Kişi, sevdiğiyle birlikte olur ve umduğunu bulur [86][86] Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen başka bir hadiste ise şöyle buyrulm akta dır: "Kişi, dünyada hangi mertebe üzerinde ölürse, Kıyamet günü de onun üzerinde dirilti­lir" [87][87] Ka'bu'l-Ahbar'dan yapılan bir rivayette ise şöyle denilmekte­dir: "Uyuyacağın zaman, sağ tarafın üzerine yat ve Kıbleye yönel. çünkü o ölümdür".
Basiret sahipleri ve Allah'ı çokça ananlar için bir başka açıkla­ma da şudur: Kul, bilmelidir ki, kendisi uykudan kalktığı zaman Allah için ne düşünüyorsa, ölümden sonra kabrinden diriltildiği za­man da Allah Teala onun için öyle düşünür. Bu yüzden, nasıl bir hal üzerinde diriltileceğim iyice düşünmelidir.
Eğer kul, Rabbi karşı O'nu yüceltici, şanını yükseltici, O'nun mukaddesatını ululayıcı, O'nun sevdiği, rıza gösterdiği, surur duyduğu eşsiz nimetlerine karşı aceleci ise, Allah Teala da ahiret-te onun zatını yüceltici olur. Eğer kul, Mevla'sı hakkında gevşek davranır, emirlerini hafife alır ve O'nun şiarlarını küçük görürse, Allah Teala da Kıyamette onu aşağılar ve durumunu asla önem­semez.
O buyurdu ki: "Kör olanla gören bir olmaz. İman edip iyi amel­ler yapanlarla, kötülük yapan da bir olmaz". (Mümin/58) Yine O, bu tür kullarını ayıplayarak şöyle buyurmaktadır: "Ne kadar da az düşünüyorsunuz?". (Mümin/58) Allah Teala benzeri bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "Müslümanları hiç suçlular gibi yapar mı­yız?". (Kalem/35)
Başka bir ayette öyle kimselerin tutumlarını kınayıp ayıplaya­rak ise şöyle buyurur: "Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?", (Yunus/35)
Daha sonra ise onlar hakkındaki hükmünü bildirmektedir: "Yoksa kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini inanıp iyi ameller işleyenler gibi mi yapacağımızı sandılar? Hayat ve ölümleri onlar­la bir olacak öyle mi? Ne fena hüküm veriyorlar!". (Casiye/21) Bu­rada sözün takdiri mevzubahistir. O da öne alınanın tehir edilenle yer değiştirmesi şeklindedir. Allah Teala, onların iyiliklerini kaldır­mış ve hükümlerinin kötülüğüne hükmetmiş, sonra da onlar hak­kındaki ölüm ve hayatla ilgili hükmünü zikretmiştir. "Hayat ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi?" Yani ölümde de dünya haya­tındaki gibi olacaklarını mı sanıyorlar?
Ardından da yarattıkları üzerindeki adaletini hatırlatarak şöy­le buyurmuştur:
"Allah, gökleri ve yeri hak ile hem de herkesi kazandığı ile hiç haksızlık etmeden cezalandırmak için yarattı". (Casiye/22) İşte bu, İlahi hitabın açıklanması ve akıl sahipleri için bir öğüttür. Allah Teala, bu anlamda bir buyruk indirmiş ve insanlara onun üzerinde düşünmelerini, akıl sahiplerinin de ondan Öğüt almasını emretmiş­tir: "Sana çok mübarek bir Kitab indirdik ki, akıl sahipleri onun ayetlerini düşünsünler ve öğüt alsınlar". (Sad/29) Acaba düşünüp ibret alarak şunu görüyorlar mı? "Yoksa iman edip de iyi amel işle­yenleri Biz, o yeryüzündeki bozguncular gibi yapar mıyız? Yoksa o takva sahiplerini azgınlar gibi yapar mıyız?". (Sad/28) Ayette geçen "Tedebbür" kelimesi, anlamak, "Tezekkür" kelimesi ise Allah'tan korkmak ve amel etmek anlamındadır.
Allah Resulü'nden (sav) şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Kim Allah katındaki yerini bilmek isterse, Allah Teala'nm kendi kalbin­deki yerine baksın. Muhakkak ki Allah Teala kulunu, onun kendi­sini koyduğu yere koyacaktır".
Kul abdestli olarak yatağa uzanıp Allah'ı zikrettiğinde ve böyle bir müşahadeye sahip olduğunda, uyamncaya kadar yatağı bir nıescid olacak ve namaz kılıyor kabul edilecektir. îçine bir melek girecek, uykusunda hareket edip de Allah'ı zikrettiğinde melek de onun için dua ve istiğfar edecektir.
Bir rivayette şöyle denilmektedir: "Kul, abdestli olarak uyudu­ğunda ruhu Arş'a yükseltilir ve rüyası sadık olur. Eğer abdestsiz uyursa, ruhu bu hedefe ulaşamaz, gördükleri de saçma sapan düş­lerden öte gitmez. Eğer kulu uyku basarsa, abdestli olduğu için ge­ce ibadet etmiş gibi sevap yazılır ve uykusu da onun için sadaka olur. Uykusunda böyle bir vasfı haiz olan kimseler, gece ibadete kal-kıpta gaflet ve dalgınlıktan kurtulamayan bir çok insanı geçerler.
Bir de şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Alimin uykusu ibadet, nefesi tesbihdir".
Gece namazı yani teheccüd için uykudan uyanıldığında söylen­mesi müstehap olan söz ve dualar şöyledir. Kul, gece namazı kıl­mak için uykudan uyandığında şöyle demelidir:
"Ruhumu teslim aldıktan sonra beni tekrar dirilten Allah'a hamdolsun. Kesin dönüş de O'nadır".
Bundan sonra Al-i İmran suresinin son on ayetini okumalı, ar­dından dişlerini misvaklayarak abdest almalı ve şöyle dua etmelidir:
"Sübhaneke ve bi hamdike, Sen'den başka ilah yoktur. Sen'den mağfiret dilerim. Sen'den tevbemin kabulünü niyaz ederim. Beni bağışla ve tevbemi kabul et. Muhakkak ki Sen, tevbeleri çokça ka­bul eden ve çok merhametli olansın. Allahım beni sürekli tevbe edenlerden kıl. Beni, sürekli temizlenenlerden kıl. Beni çok sabre­den ve çok şükredenlerden kıl. Benim Seni sıkça anmamı, sürekli teşbih etmemi sağla".
Bundan sonra başını semaya doğru kaldırarak şöyle dua eder:
"Şehadet ederim ki Sen, kendinden başka hiç bir ilah olmayan ve ortağı bulunmayan Allah Teala'sm. Şehadet ederim ki Muham-med de O'nun kulu ve Resulü'dür. Azabından affına, gazabından rı­zana sığınırım. Sen'den de yine Sana sığınırım. Sana olan ve Zatı'n tarafından yapılan övgüleri saymakla bitiremem. Ben, Senin falan kulunun oğlu falanım. Perçemim Senin kabzandadır. Senin hük­münde cariyim, yargına uyanım. İşte ellerim, kazandıklarıyla be­raber huzurunda. İşte nefsim, işledikleriyle beraber huzurunda. Sen'den başka ilah yoktur. Seni sürekli teşbih ederim. Ben, zulme­denlerdendim. Bir kötülük işledim ve kendime zulmettim. Günahı­mı bağışla. Muhakkak ki Sen benim Rabbimsin. Günahları da Sen'den başkası bağışlayamaz. Sen'den başka ilah da yoktur".
Daha sonra Kıble'ye yönelerek namaza duracağı zaman da şöy­le desin: "Allahü ekber, vel hamdü lillahi kesîran ve sübhanallahi bükraten ve asîlen". Ardından onar kere "Sübhanallah, elhamdü lillah, La ilahe illallah, Allahü ekber" desin.
Bundan sonra da şu tesbihatı okur: "Allah en büyüktür, melekut ve ceberut sahibidir. Yücelik, celal, azamet ve kudret sahibidir".
Şu dua da Allah Resulü'nün (sav) teheccüd namazına kalkarken okuduğu rivayet edilen duadır:
"Allahım! hamd, semavatm ve arzın nuru olan Sana'dır. Hamd, semavatm ve arzın övüncü olan Sana'dır. Hamd, semavatm ve ar­zın nuru olan Sana'dır. Hamd, semavatm ve arzın süsleyicisi olan Sana'dır. Hamd, semavatm ve arzın, onların içindekilerin ve üze­rindekilerin dayanağı olan Sana'dır. Hakk Sen'sin ve Hakk Sen'dendir. Seninle karşılaşmak haktır. Cennet de haktır, cehen­nem de haktır. Peygamberler de haktır Muhammed'in (sav) resul-lüğü de haktır.
Allahım! ben Sana teslim oldum, Sana inandım, Sana tevekkül ettim ve davamı Sana havale ettim, muhakememi Sana bıraktım. Ey Rabbim! Allahım! beni bağışla, yaptıklarımı da yapmadıklarımı da bağışla, gizlediklerimi de açığa vurduklarımı da bağışla. İşleten de Sen'sin erteleten de. Allahım! nefsime takvasını ver ve onu arın­dır. Muhakkak ki Sen, onu arındıranların en hayırlısısm. Onun dostu da sahibi de Sen'sin. Allahım! beni en güzel amelleri işleme­ye yönlendir. Muhakkak ki Sen'den başkası onların en güzeline yönlendiremez. Beni işlerin kötüsünden de alıkoy. Muhakkak ki onların kötülüğünü Sen'den başkası benim başımdan savamaz. Sen'den zayıf bir zavallı olarak niyazda bulunuyorum. Sana muh­taç ve ezilmiş biri olarak dua ediyorum.
Rabbim! Sana dua ettiğim için beni bedbaht etme. Bana karşı şefkatli ve merhametli ol. Ey sual edilenlerin en hayırlısı! Ey ve­renlerin en ikramseveri!".
Bundan sonra müstehap olan gece namazına iki kısa rekatla başlamaktır. Bu namazı bitirmeden yemek yemesi veya su içmesi müstehap görülmez. Kul, uykudan uyandığı zaman, kalbi temiz, kafası duru ve kaygılardan arınmış olur. Yemek yiyip su içtiği za­man ise, kalbinin durumu değişmeye başlar.
Yemek yememesi halinde sahuru kaçırmaktan veya su içeme-mekten korkarsa o zaman yiyip içmesinde mahzur yoktur. Bu du­rumda namazdan önce yeme içmeye başlamalıdır. Yüce ve Ulu olan Allah Teala dışında hiç kimsenin eşsiz kudret ve engellemesi yoktur. [88][88]



Bu fasılda gece ibadeti ve uykusunun taksimini, gece ibadete kal­kanların ve teheccüd kılanların vasıflarını anlatacağız. Allah Tea-la gece ibadetine kalkanları Resulü'yle (sav) bir tutmuş ve hepsine de onunla aynı şükür ve sevabın yazılacağım bildirmiştir: "Muhak­kak Rabbin biliyor ki, gecenin üçte ikisine yakın ve yarısı ve üçte birinde sen ve beraberindekilerden bir topluluk kalkıyorsunuz". (Müzzemmiî/20) Yüce Allah, gece okunan Kur'an'm kalbe daha te­sirli, akılda da daha kalıcı olduğunu haber vermektedir Yani gece okunan Kurban, anlama ve hıfzetme bakımından dil ile kalbi birleş­tirmektedir.
Allah Teala gece kalkanları "Ulema" olarak vasfetmiş ve onları korku ve ümit ehlinden (=Ehl-i havf ve reca') kılmıştır. Onlar için göz aydınlatacak bir ödül saklamaktadır. O, gece kalkanlarla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, sec­deye kapanıp kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahiretini hesaba katan ve Rabbinin rahmetini dileyen o kimse gibi mi ola­caktı? De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?3'. (Zümer/9)
Bu ayette sözün delaletiyle anlaşılan bir lafız kaldırma (=hazif) mevcuttur. Şöyle ki: Gece ibadete kalkan, Allah'a itaat eden kimse, gece boyunca uyuyan ve gaflet içinde olan kimseyle bir olur mu? El­bette olmaz. Çünkü gafil, Rabbinden umduğu ve sakındığı şeyi bil­memektedir.
Allah Teala, onların dünyadaki vasıflarını böyle belirttikten sonra ahirette de onlar için neler hazırladığını şöyle haber vermek­tedir: "Onlar Rableri için secde ve kıyamla gecelerler". (Al-i İm-ran/191) "Onlar ki, ayakta iken, otururken, yanları üzerinde yatar­ken Allah'ı zikrederler". (Al-i İmran/191) "Onlar (geceleyin) yatak­larından kalkarlar, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler". (Secde/16) Yani yataklarından gece yarısı Allah için kalkmalarına rağmen, cenneti ümit etmekten, cehennemden de korkmaktan ken­dilerini alıkoyamayarak Rablerine sürekli yakarırlar.
Allah Teala, onları böyle vasfettikten sonra şöyle buyurur: "On­ların yapmış oldukları amellere mükafaat olarak kendileri için göz aydınlığından nelerin gizlenmekte olduğunu şimdi hiç kimse bil­mez". (Secde/17) Bu ayetin tefsirinde, sözü edilen kimselerin gece namazına kalkanlar olduğu, korku ve ümit ehli olduğu gibi görüş­ler beyan edilmiştir. Ancak bunların her ikisi de müşahede-i guyûb babından kalbi amellerdir.
Onlar Allah Teala'ya olan ihlas ve samimiyetlerini gizleyerek kalbi amellerde bulundukları gibi Allah Teala da onlara sakladığı en güzel mükâfaatı gizlemiştir. Allah daha iyi bilir ama bunun, O'nun yüzünü görmek (=ru'yetullâh) olması muhtemeldir. Çünkü o aşıkların gözleri, ancak O'nun vech-i kerimiyle aydınlanabilir. Za­ten onlar da o vech-i ilahi için amel etmektedirler.
Bir alim, Allah Teala'nm "Sabır ve namaz ile yardım isteyin". (Bakara/45) buyruğunun tefsirinde "Bu, Gece Namazı'dır" demiş­tir. Buna göre mana şu şekilde olmaktadır: Nefisle cihadınızda ve düşmanınıza karşı sabrınızda gece namazı ile yardım isteyin. Ve o şöyle demiştir: Gece namazı, sadece Allah'tan huşu duyan müteva­zı kullara ağır gelmeyen zor bir ibadettir. Onlar bu namazdan sı­kıntı duymazlar. Hatta bu onlara çok hafif ve çok tatlı gelir.
Konuyla ilgili şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Ey Allah Resu­lü, falan kişi gece namazı kılıyor, gündüz kalktığında hırsızlık ya­pıyor. Buyurdu ki: Dediğiniz şey onu menedecektir".[89][89] Allah Resu­lü (sav) buyurdu ki: "Abdullah b. Ömer, eğer gece namazı kılsaydı ne kadar da güzel bir adam olurdu". Denir ki, Abdullah b. Ömer (ra) bundan sonra hiç bir gece kaçırmaksızm teheccüd namazı kıl­mıştır".
Bir başka hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Gece namazına kalkmaya sarılın. Muhakkak ki o, Rabbinizin rızası, günahlarınızın kefareti, sizden Önceki salihlerin adeti, kötülükten sakındırın, ağırlığı kaldırıcı, şeytanın tuzağını savıcı ve bedenden dertleri ko­yucudur"[90][90]
Yüce Allah, gece ibadetine kalkmayı salihlerin sıfatlarından bi­ri olarak bildirmiştir: "Onlar gece vakitleri Allah'ın ayetlerini oku­yup secdelere kapanırlar. Allah'a inanır, iyiliği emreder, kötülükten nehyederler, hayırlara koşuşurlar. İşte bu vasıfları taşıyanlar salih olanlardır". (Al-i İmran/113-114)
Gece ibadetinde müstehap olan, üçte ikisi boyunca ibadet et­mektir. Müstehap olan sürenin en kısası altıda biridir. Rivayet edil­di ki: "Allah Resulü (sav) hiç bir gece sabaha kadar ibadet etmezdi. Aksine uyurdu. Hiç bir gece de sabaha kadar uyumazdı. Aksine ibadete kalkardı".
Denir ki, gecenin başında kılman namaz teheccüd edenler için­dir. Ortasında kılınan namaz Kanitun (=Allah'a samimiyetle kul­luk edenler) içindir. Gecenin sonunda kılman namaz, Musallin <=namaz kılanlar) içindir. Fecr vakti kalkmak ise, gafiller içindir.
Abdullah b. Ömer'den (ra) şöyle bir söz rivayet edilmiştir: Dedi ki: Yusuf b. Mehran (ra) bize şunu anlattı: Bana ulaşan bir bilgiye göre, Arş'm altında horoz suretinde bir melek vardır. Onun pençe­leri incidendir. Tırnakları yeşil zübürceddendir. Gecenin ilk yarısı geçince kanatlarım çırpar ve öterek şöyle der: Kalkacaklar kalksın! Gecenin yarısı geçerken tekrar kanatlarını çırparak öter ve şöyle der: Teheccüd namazı kılacaklar kalksın! Gecenin üçte biri geçti­ğinde de kanatlarını çırpar ve öterek şöyle der: Namaz kılacaklar kalksın! Fecr doğduğunda tekrar kanatlarını çırparak öter ve şöy­le der: Gafiller kalksınlar! Onların günahları sırtlarmdadır".
Bir alim de şöyle demiştir: Gece halkı, üç sınıftır: Bir topluluk vardır ki gece bunların üzerinden geçip gider. Bunlar, virdleri ve cüzleriyle sanki geceyle boğuşuyor gibidirler, gece de onları mağlub etmiştir. Bir diğer topluluk ise gecenin üzerinden paylarını alarak geçerler. Onlar, geceye karşı sabreden ve sabırlarında ısrarlı olan ilim sahipleridirler ve geceyi mağlub ederler. Başka bir topluluk daha vardır ki gece onlarla boğulur. Onlar da muhabbet ehli olan, fikir, sohbet, meclis, ünsiyet erbabı olan alimler, zikir ve nıünacat ehli olan, derin düşünce ve tefekkür sahibi olan insanlardır ki gece onlara dar gelir. O gece nimet onlara hasrolur.
Habib Teala onlar üzerindeki kınanmayı kaldırır, yaptıkları ibadet anlayışlarını arttırır, süreklilikleri onlardaki bıkkınlığı gi­derir ve uykusuzlukları onların gönül hoşluğunu kesintisiz kılar.
Gece ibadetine devam edenlerden birine şöyle sorulmuştu: Ge­ceyle aran nasıl? O da şu cevabı verdi: Yüzünü bana göstermesi için onu gözetmeme rağmen başaramadım. Benden hemen kaçtı ve ona şöyle derin derin bakamadım. Başka biri ise şöyle demiştir: Ben ve gece, iki at gibiyiz. Fecre giden koşumuzda beni bazan geçer, bazan da beni fikirden keser.
Birine de "Gecen nasıl geçiyor?" diye sorulmuş o da şu cevabı vermişti: Onunla ben, daima iki halden birindeyiz. Geldiği zaman karanlığıyla sevinirim. Doğduğu zaman da fecriyle hüzünlenirim. Ondan duyduğum mutluluk, asla tam olamadı. Onda olan şifamı asla tam alamadım.
Allah dostlarından birine şu sorulmuştu: Geceyle aran nasıl? Şöyle cevap verdi: Yemin ederim ki, onda nasıl olduğumu bilmiyo­rum. Tek bildiğim, geceleyin bir bakış ve duruş arasında olduğum. Karanlığıyla üzerime geldiği zaman onu yakalamaya çalışırım, ama onu üzerime almadan geçip gidiverir. Sonra da şu şiiri okudu:
"Gelişinden dolayı onu tanı kucaklayamamışken, Bana veda etmek için selam verdiğini görürüm".
Bazıları da şöyle bir şiir söylemişlerdir:
"Hayalin bana konuk oldu da, Gitmek istediğinde ona sarılıverdim, Gecem keşke sonsuz olsaydı da, Sabahın yıldızına hiç bakmasaydım".
Bir mürid, hocasına gece boyunca uzun süre uykusuz kalmasın­dan yakınmış ve uykusuzluğun kendisine zarar verdiğini söyleye­rek: Bana bir şey göster de onunla uyuyabileyim, demişti. Hocası şu cevabı verdi: Oğlum, Allah Teala'nın gece ve gündüz yayılan ne­fesleri vardır. Bunlar, uyanık kalplere isabet ederken, uyuyan kalplere hiç uğramaz. Eğer o nefeslere maruz kalırsan, bunda senin için hayır vardır. Bunun üzerine mürid şöyle dedi: Hocam, bana öyle bir şey söylediniz ki beni gece de gündüz de uyutmayacak!
Bir topluluğun geceyi zikirle geçirmesi, onu kısaltır. Hatta biri şöyle demiştir: Bana gelince, gece beni ayaktayken ziyaret ediyor, henüz oturmadan kalkıp gidiyor!
Ali b. Bekkar şöyle derdi: Kırk yıldır beni üzen tek şey; fecrin doğuşudur. Fudayl b. İyaz ise şöyle derdi: Güneş battığı zaman, ka­ranlığın çöküşüyle sevinirim. Çünkü o vakit, Rabbimle başbaşa halvette olurum. Fecr doğduğunda ise, insanların bana gelmelerin­den dolayı üzülürüm.
Ebu Süleyman Darani şöyle derdi: Gece ehlinin ibadetten aldık­ları lezzet, heva ehlinin eğlencelerindeki lezzetten çok daha fazla­dır. Eğer gece olmasaydı, dünyada kalmak istemezdim. Yine o, şöy­le demiştir: Eğer Allah Teala gece ibadetine kalkanlara, amelleri­nin sevabına karşı kalplerinde buldukları lezzeti bedel olarak ver­seydi, muhakkak ki bu, onların amellerinden daha büyük olurdu.
Ulemadan biri de şöyle demiştir: Dünyada cennet ehlinin tat­tıkları nimete benzer tadı alabilenler, sadece geceleyin ibadete kal­karak tefekküre dalanlardır ki onların, Allah'a münacattan aldık­ları tad, cennet ehlinin oranın nimetlerinden aldıkları tada benzer.
Bir alim de şöyle demiştir: Allah ehli için dünyada gece ibadete kalkmak, Habib Teala'yı düşünmek, her şeyden yakın olan Allah'a nıünacat etmek cennetten çok dünyada daha güçlüdür. Bunu da ancak onlar bilir ve ancak onlar kalplerinde bir rahatlık bulurlar.
Utbetü'l-Gulam şöyle demiştir: Yirmi yıl geceyle boğuştum. Yir­mi yıl da ondan zevk aldım.
Yusuf b. Esbat ise şöyle demiştir: "Gece ibadete kalkmak, bana bir küfe yapmaktan daha kolay gelir. O, her gün on küfe yapardı. Başka bir alim ise şöyle demiştir: Tedirgin olduğunda gecenin sana galip gelmesinden daha şaşılacak bir şey bilmem. Eğer sen sebat edersen, o duramaz.
Amir b. Abdullah kendisine ölüm geldiği zaman ağladı. Ona bu husus söylendiği zaman şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki, dün­yada kalmak için ağlamıyorum. Sadece yaz mevsiminin Öğle sıcak­larının susuzluğunu ve kış gecelerinin ibadetini hatırladım.
İbni'l-Münkedir şöyle derdi: Dünyevi lezzetlerden sadece şu üçü kaldı: Gece ibadetine kalkmak, ihvan ile buluşmak ve cemaatla na­maz kılmak.
Bir arif ise şöyle demiştir: Allah Teala seher vakitlerinde uya­nık olanların kalplerine bakar ve onları nurlarla doldurur. Onların kalplerine nice faideler gelir ve onları nurlandırır. Onların kalple­ri de gafil olanların kalplerine şifa dağıtır.
Bir alim ise şöyle demiştir: Allah Teala, seher vakti cennetlere nazar eder. Bu öyle bir nazardır ki, cennetler parlar, aydınlanır, kı­pırdar, sarsılır, cemal, güzellik ve hoşlukları, her bakımdan binler­ce kat birden artar ve şöyle derler: Muhakkak ki müminler felah buldular! O zaman Allah Teala da şöyle buyurur: Tebrikler size ey, kralların meskenleri! İzzetim, celalim ve makamımın yüceliği adı­na yemin ederim ki sizin üzerinizde hiç bir azgın, kibirli, cimri ve kendini beğenmiş yaşatmayacağım.
Allah Teala bundan sonra Arş'a öyle bir nazar eder ki, Arş bin­lerce kat genişlemeye ve binlerce kat artmaya başlar ki, her katına binlerce alem sığar. Bu alemlerin genişliğini de Allah Teala'dan başkası bilemez. Arş daha sonra titrer ve Arş'ı taşıyan meleklere (=Hamele-i Arş) ağır gelmeye ve melekler birbirleri üzerine yıkıl­maya ve birbirlerini ezmeye başlarlar. Bu melekler, Allah Teala'nın yarattıkları, hatta bunların da binlerce katı kadardır. O zaman Arş da şöyle der: Neredeysen ve nerede olursan ol, Seni teşbih ederim ey Allahım. Hamele-i Arş da şöyle derler: Nerede olduğunu Zatın­dan başkasının bilmediği Allah Teala'yı teşbih ederiz. Ne olduğunu Zatından başka kimsenin bilmediği Allah Teala'yı teşbih ederiz.
Eski ümmetlerin alimlerinden birinden şöyle bir rivayet ulaş­mıştır: Allah Teala, sıddıklardan birine şöyle vahyetti: Kullarım arasında öyle kullarım vardır ki, Beni severler Ben de onları seve­rim, Bana özlem duyarlar, Ben de onlara özlem duyarım, Beni zik­rederler Ben de onları zikrederim, Bana nazar ederler Ben de onla­ra nazar ederim. Eğer onların yolunu takip edersen, seni de seve­rim. Eğer o yoldan dönersen, sana gazap ederim.
Dedi ki: Ey Allahım, onların alametleri nedir? Buyurdu ki: Şef­katli bir çoban, sürüsüne nasıl düşkünse, onlar da gündüz vakti ka­ranlığa o kadar düşkündürler. Kuşlar, akşam yuvalarına dönmeyi ne kadar özlerlerseler, onlar da güneşin batışını öyle özlerler. Gece olup da karanlık basınca, örtüler serilip yataklar hazırlanınca ve herkes sevdiğiyle başbaşa kalınca onlar ayaklarını Benim için diker, yüzlerini Bana doğru çevirir ve Benim kelamımla Bana yakararak nimetlerim üzerinde tefekküre dalarlar. Onların kimi haykırmakta, kimi ağlamakta, kimi sızlanıp sitem etmekte, kimi ayakta, kimi sec­dede kimi de rükudadır. Uğruma tahammül ettikleri gözümün önün­de ve muhabbetim için ettikleri sitemler kulağımın dibindedir.
Buna karşılık onlara verdiğim ilk mükafaat; onları kalplerine attığım nurdur, o sayede nasıl Ben onlardan haberdar isem, onlar da Ben'den haberdar olurlar, ikincisi ise, gökler, yer ve o ikisi ara­sında olanların tamamı bir kefeye konulsalar, yine de bu kulları­mın ağırlığını bulamazlar. Üçüncüsü, onlara Vechimle yönelirim ki, Benim Vechimle yöneldiğim her kimse, ona ne vereceğimi bilir.
Malik b. Dinar şöyle dedi: Kul, emrolunduğu gibi gece teheccü-de kalktığı ve Kur'an-ı Kerim'i tilavet ettiği zaman, Cebbar olan Al­lah Teala ona yaklaşır. Yine o şöyle demiştir: Allah'ın ihlash kulla­rı, kalplerindeki incelik, tad, fütuhat ve nurların Allah Teala'mn kalplerine olan yakınlığından kaynaklandığını bilirlerdi.
Rivayet edildiğine göre Cebbar olan Allah Teala şöyle buyur­muştur: Ey kulum! Ben, o Allahım ki senin kalbine yakın oldum ve sen gayb aleminde Benim nurumu gördün.
Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen bir hadiste ise şöyle buy-rulmaktadır: "Allah Teala, Kur'an okuyan güzel sese verdiği kadar başka hiç bir şeye kulak vermez" [91][91] Yani, hiç bir şeyi güzel sesle okunan Kur'an gibi dinlememiştir. Başka bir hadiste ise şöyle buy-rulmaktadır: "Allah Teala, Kur'an okuyucusuna, bir şarkıcının ken­di şarkısına verdiğinden daha çok kulak verir" [92][92]
Oyun ve eğlence ehli ise, ahiret ehlinin içinde bulundukları bu saadet halinden tamamen gafildirler. Onlar, ahiret ehlinin gördük­lerine karşı tam bir körlük içindedirler: "Bununla beraber göklerde ve yerde ne kadar delil var ki yanma uğrarlar da yüz çevirip geçer­ler". (Yusuf/105) "Fakat onların kalpleri buna karşı bir gaflet içindedir". (Mü'minun/63) "Fakat kalplerini mühürleriz de doğruyu işitmezler" (A'raf/100)
Denilir ki Vehb b. Münebbih el-Yemani, otuz sene yanı üzerine yatmamıştı. Uykusu bastırdığı zaman sert deriden bir dayanağa yaslanır ve hafifçe dalardı. Çok geçmeden tekrar ibadete kalkardı. O şöyle derdi: Evimde şeytan görmek, yastık görmekten daha hafif gelir. Kasdettiği, yastığın insanda uykuyu çağrıştıran bir eşya ol­masıydı.
Rakabe b. Meskale de şöyle derdi: Rüyamda İzzet sahibi Rabbi-mi gördüm ve şöyle buyurduğunu işittim: İzzetim ve Celalim üzeri­ne yemin ederim ki, Süleyman et-Temimi'nin konağını mükerrem kılacağım. Çünkü o, kırk sene boyunca yatsı namazının abdestiyle kuşluk namazı kılmıştır. Denir ki Süleyman'ın anlayışına göre, kal­be uyku mahmurluğu çöktüğü zaman abdest almak vacib olurdu.
Gecenin tamamım ibadetle ihya eden, gecenin tamamını ibadet­le ihya ederek otuz ya da kırk sene boyunca yatsı namazının abdes­tiyle kuşluk namazı kılmakla şöhret bulmuş olanlara gelince Tabi-un arasında kırk kişi bunlar arasında zikredilmiştir. Misal olarak Medineli Said b. el-Müseyyeb ve Safvan b. Süleym, Mekkeli Fudayl b. Iynz ve Vüheyb b. el-Verd, Yemenli Tavus ve Vehb b. Münebbih, Kufeli er-Rebi' b. Haysem ve el-Hakem b. Uyeyne, Şamlı Ebu Sü­leyman Darani ve Ali b. Bekkar, Abbadlı Ebu Abdullah el-Havvas ve Ebu Asım, Farslı Hubeyb Ebu Muhammed ve Ebu Cabir el-Sel-mani, Basrah Malik b. Dinar, Süleyman et-Temimi, Yezid er-Rek-kaşi, Hubeyb b. Ebi Sabit ve Yahya el-Bekka'.
Basralı Kehmes b. el-Minhal ise her ay Kur'an-ı Kerim'i doksan kezthatmederdi. Okurken anlayamadıklarını ise dönüp bir kez da­ha okurdu. Bunlara ilaveten Medineli Ebu Hazım ve Muhammed b. el-Münkedir'i de zikretmemiz gerekir. Tabii bunlar dışında sayı­ları hayli fazla olan bir cemaat da bu adet ile şöhret bulmuşlardır. Yukarıda zikrettiklerimiz, onların en meşhurlarıdır.
Mürid dilerse, gecenin ilk üçte birinde uyuyup yarısında ibadet­le iştigal ettikten sonra son altıda birinde de uyuyabilir. Eğer ilk yarısında uyur, sonra üçte birinde ibadete kalkıp son altıda birinde yine uyursa bu da olabilir ve bize gelen rivayetlere göre en makbul olan gece ibadeti de budur.
Bu şekil gece ibadeti Allah Teala'mn değerli peygamberlerinden olan Davud'un (as) sünnetidir. Bununla ilgili iki rivayet mevcuttur. Bu iki rivayette, kulun arzusuna göre gece ibadetini öne alarak, vitr namazım seher vaktine yakın kılabileceği söylenmektedir. Eğer ge­cenin yarısında kalkarsa, uykusunu ikiye taksim etmiş olur ve ilki­ni gecenin ilk kısmında diğerini gecenin son kısmında uyur. Eğer gecenin üçte birinde kalkarsa, o zaman da son altıda birinde uyur. Eğer gecenin ilk kısmından uyku bastırıncaya kadar ibadet etmek isterse uyur, uyandığı zaman tekrar ibadet eder, uykusu ağır basın­ca tekrar uyur, sonra gecenin son kısmını ibadetle ihya eder. Böyle­ce gece boyunca iki defa uyumuş, iki defa da ibadete kalkmış olur. Bu, geceyle mücadele etmek olup en ağır amellerden biridir. Ekli huzur ve'l-yakaza ile Ehli tezekkür ve't-tezkira'nm yolu da budur.
Bu aynı zamanda Allah Resulü'nün de (sav) ahiakındandı. Enes b. Malik (ra) şöyle derdi: "Allah Resulü'nü (sav) uyur halde görmek istediğin hiç bir zaman yoktur ki, O'nu uykuda görmeyesin. Yine O'nu ayakta görmek istediğin hiç bir zaman yoktur ki O'nu ayakta görmeye sin".
Sahabeden İbni Ömer (ra) ve azimet ehli olanlar gece ibadetin­de bu yolu takip ederlerdi. Tabiun'dan bir cemaat da bu hususta onlara tabi olmuştur. Sahabe ve Tabiun arasında bu sünneti ifa edenleri gördük. Ne var ki, gece esnasındaki iki uyku ve iki kıya­mın, adil bir şekilde dengeli olması, ancak Allah Teala'mn vahyi ile kalbi daima uyanık bir Peygamber için mümkün olabilir. Bu yolda ancak sebeblere (=esbâb) sarılarak gidilebilir. Çünkü esbab, bu yo­lun azığıdır. Her uzun yol, bu tür bir azıkla alınabilir. Böyle bir yo­lu katetmek isteyen kimse, heybesini alır ve azığını ona koyar.
Bu yolda lazım olan esbab şunlardır: Öncelikle, kalpten ayrıl­maması gereken bir kaygı lazımdır. Sonra kalpte sükun bulan bir hüzün gerekir. Veya kalbin sürekli yaşamasını temin eden daimi bir uyanıklık ve kesintisiz bir melekut tefekkürü gerekir. Midenin yemekten hali olması, içeceğin az tutulması gerekir. Vücudun din­lenmiş olması ve dünya işleri için aşırı derecede yorgun düşürül­memiş olması gerekir. Mürid, gece ibadetine alışmcaya kadar bu ri­yazeti yapar. Böylece kalbinde yer etmiş olan korku ve ümidin var­lığından dolayı gece istediği saatte ibadet için kalkabilir.
Allah Teala'mn şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Muhakkak ki Benim kulum, hakikaten Benim kulum o kimsedir ki, uykudan kalkmak için horozun ötmesini beklemez". Görüldüğü gibi bu riva­yette, seher vaktinden önce uyanmaya dair bir teşvik vardır.
Gecenin son kısmındaki uykuyu, şu iki sebepten müstehap gö­rürüz: Birincisi, bu uyku kuşluk vakti insana hakim olacak olan mahmurluğu giderir. Çünkü Selef, bu vakitteki mahmurluğu mek­ruh görür ve mahmur kimseye, sabah namazından sonra uyumayı emrederlerdi. İkincisi ise, yüzdeki sarılığın azalması içindir. Kul, eğer gecenin büyük bölümünde uyumayarak ibadet eder ve seher vakti uyursa, kuşluk vakti üzerine çökecek uyku mahmurluğunu atmış olacak, böylece çehresindeki sararma da azalacaktır. Eğer gecenin büyük bölümünde uyur da seher vaktinden sonra uykusuz kalırsa, yine uyku mahmurluğu çökecek ve yüzü solup sararacak­tır. Kul, bundan kesinlikle sakınmalıdır. Çünkü bu, bir tür gizli şöhret kapısı ve gizli arzu vasıtasıdır.
Gece boyunca mümkün olduğunca az su içilmelidir. Çünkü ge­cenin sonunda ve uykudan uyandıktan sonraki sarılık bundan da kaynakl anabilir.
Aişe (ra) şöyle demiştir: "Allah Resulü (sav) gecenin sonunda vitrini kıldıktan sonra eğer ihtiyacı varsa hanımına yaklaşır, aksi halde namaz kıldığı yerde uzanırdı. Ta ki Bilal gelir ve O'na namaz vaktinin geldiğini bildirirdi"[93][93]Yine o, başka bir rivayetinde şöyle demektedir: "O'nu Seher-i A'la vaktinde ne zaman görsem, uyur bu­lurdum"[94][94]. 
Başka bir hadiste ise şöyle denilmektedir: "Allah Resulü (sav) gecenin sonunda vitr namazını kıldıktan sonra sağ yanı üzerine uzanarak uyurdu. Ta ki Bilal yamna gelir ve onunla birlikte sabah namazına çıkardı". [95][95]
Selef-i Salih, sabah namazından önce ve vitri kıldıktan sonra uyunan bu uykuyu müstehab görürdü. Hatta aralarında Ebu Hü-reyre (ra) ve Mervan'ın (ra) da bulundukları bir cemaat, bunun sünnet olduğunu söylemişlerdir.
Gecenin sonundaki ve son üçte birindeki uyku Müşahede ve Hu­zur Ehli için, sevap arttırıcı bir alışkanlıktır. Çünkü bu uyku, onla­ra nıelekut kapılarını açar ve Ceberut'tan çeşitli ilimlerin dinlen­mesini temin eder. Ayrıca bu uyku, amel sahipleri ve Mücahede Eh­li için bir istirahat ve sükunet temin eder. İşte bu sebepledir ki sa­bah namazından ve ikindi namazından sonra namaz kılmak mah­zurlu görülmüştür. Allah Teala'nın amil kulları, gece ve gündüz ev­radını hakkıyla ifa edenler, bu vakitlerde istirahat ederler.
Gecenin sonundaki uyku, dalgınlık ve gaflet erbabı için de bir noksandır. Bu uyku, Müşahede ve Huzur Ehli için bir takviye iken, onlar için bir eksilticidir. Çünkü salih kimseler bu vakitte, hizmet­lerinin hatimesi olarak istirahata çekilip uyurlar. Gaflet ve dalgın­lık içinde yüzenler için bu uyku da bir eksikliktir.
Kul, gece namazı arasına fasılalar koymalı ve bu esnada otura­rak yüzer kez teşbih çekmelidir. Bu, onu rahatlatıp namaza devam etmesini kolaylaştırıcıdır. Ayrıca böyle yapmakla Allah Teala'nın şu ayetinde vasfettiği kulları arasına da girmiş olur: "Gecenin bir kıs­mında ve secde arkalarında Rabbini teşbih et". (Kaf/40) Ayetteki "Secde arkasında" ifadesi, bir görüşe göre namazlardan sonra, an­lamındadır.
Gece ibadetinde daha fazla zikretmek isteyenler, gecenin baş­langıcındaki iki virdi, yani iki namaz arasındaki virdle, uykudan önceki virdi tekrar ihya edebilirler. Bazı alimlere göre ibu iki virdi tekrar ihya etmek, bir günlük oruçtan daha faziletlidir.
Kul, bundan sonra iki fecr arasında olan dördüncü virdi ifa et­melidir ki bu vakit, gecenin son üçte birinin başlangıç vaktidir. Ya da beşinci vird olan son seher vakti virdini ifa etmelidir. Bu da ikin­ci fecrin doğuşundan önceki vakittir. Eğer gecenin orta kısımların­da kalkma alışkanlığı kaz anılmamış s a bu vakit, Kur'an okumak ve istiğfarda bulunmak için çok uygun bir vakittir.
Ebu Musa (ra) ve Muaz (ra).bir mecliste karşılaşmışlardı. Mu-az (ra) Ebu Musa'ya (ra) şöyle dedi: Gece ibadetini nasıl yapıyor­sun? O da şu cevabı verdi: Bütün gece uyanık kalıyorum. Gecenin hiç bir bölümünde uyumuyorum ve geceleyin Kur'an ile yükseldik­çe yükseliyorum. Bunun üzerine Muaz da (ra) şöyle dedi: Ama ben uyuyor, sonra tekrar kalkıyorum. Uykuda geçen sürenin, uyküsuzluk süresiyle aynı olmasına çalışıyorum. Bilahare bu durumu Allah Resulü'ne (sav) bildirdiler. O da Ebu Musa'ya şöyle buyurdu: "Mu­az, fıkıh bakımından senden daha ileri".
Seleften bazıları uyku tamamen bastırıncaya kadar uyumuyor­lardı. Seleften bazıları ise şöyle diyorlardı: Her şey ilk uykudur. Eğer ondan uyanır da tekrar uyursan bu kötüdür. Allah gözlerimi­zi uyutmasın. Fezaretü'ş-Sami'ye -ona göründükleri için- abdalın sıfatları sorulduğunda şöyle demiştir: Yemekleri ihtiyaçtan, uyku­ları uykunun ağır basmasından, konuşmaları zaruretten, sükutla­rı hikmetten ve ilimleri kudrettendir.
Başka birine de şöyle denilmişti: Bize korku makamına sahip olanların (=Hâ'ifun) sıfatlarını anlat. O da şu cevabı verdi: Yemekle­ri hastaların yemeği gibi, uykuları ise boğulanların uykusu gibidir.
Kul, gecenin beşte veya altıda birinde kalkma alışkanlığını as­la terketmemelidir. Çünkü bu vakit, gece virdlerinden bir ya da uzunluk ve kısalıklarının farklılığına göre ikisini teşkil etmektedir. Gece kıyamı ister sürekli ister kesintili olsun, virdlerden hangisini hangi zikirlerle ihya etmiş olursa olsun, gece ibadetine kalkanlar arasında (=Ehlü'l-leyl) yerini alır. Onlarla beraber, onun da gece­den bir nasibi olur. Gecenin büyük bölümünü veya yarısını ibadet­le ihya eden kimseye, gecenin tümünü ihya etmiş gibi sevap yazılır ve gecenin kalan kısmı da onun için ibadet vasfında kabul edilir.
Her kim geceleyin yirmi rekat namaz, ardından da üç rekat vit­ri kılarsa, Allah Teala'nın lütfuyla bütün geceyi ibadetle ihya etmiş gibi olur.
Allah Resulü (sav), gece ibadetinde bir gece, gecenin yarısında, başka bir gece üçte birinde, bir başka gece ise üçte ikisinde kıyam ederdi. Bu husus, Muzzem.mil suresinin başındaki ilk iki ayetle de teyid edilmiştir. Allah Resulü (sav) bazan gecenin yarısı ve altıda birinin yarısında, bazan gecenin dörtte birinde, bazan da altıda bi­rinde kıyam ederdi. Bu da yukarıdaki iki ayetin sonunda zikredil­mektedir. Bu, sözkonusu ayetteki "Nısf=yarı" kelimesini esreli oku­yanların görüşüne göredir. Sözkonusu kelimeyi fethalı okuyanlara göre ise, anlam yarısı ve üçte biri şeklinde olmaktadır. Bu da Allah Resulü'nün (sav) gecenin yarısında altıda birinin yansıyla beraber kıyam ettiği anlamına gelmektedir. Sadece üçte biri veya sadece yarısı, yukarıda zikrettiğimiz ilk ayete göredir. Bu ayetlerin tefsi­rinde de benzer görüşler serdedümiştir.
Allah Resulü'ne (sav) teheccüd namazı kılmak farz kılınmıştı. Müzzemmil suresinin ikinci ayetinde Allah Teaîa O'na bunu açık bir şekilde emretmektedir. Diğer ayet ise, gece ibadetinin keyfiye­tini açıklamaktadır.
Teheccüd konusunda en güzeli, Allah Resulü'ne (sav) emredilen şekle devam etmektir ki bize aktarılan da budur. Çünkü yüce Al­lah, bizzat O'na "Gece kıyam et" (Müzzemmil/2) buyurmakta, ar­dından istisna getirerek "Birazı hariç" (Müzzemmiî/2) buyurmak­tadır. Hemen ardından gelen ayette ise bunu da açıklayarak "Yarı­sında veya yarısından biraz eksilt" (Müzzemmil/3) buyurmaktadır. Allah Teala daha iyi bilir ama, bize göre bundan anlaşılan, altıda biri veya üçte birinin yarısından eksiltmek şeklindedir. Çünkü Araplar nezdinde eksiltme isimlerinin en küçüğü bunlardır.
Takip eden ayette ise "Yahut arttır" (Müzzemmil/4) buyurmakta­dır. Burada da gecenin- yansının üzerine çıkması istenmektedir. Bu­rada da altıda birin yarısı sanki O'na geri verilmektedir. Çünkü baş­ka bir ayet-i kerimede üçte ikisinden az kıyam ettiği haber verilmek­tedir: "Muhakkak ki Rabbîn senin gecenin üçte ikisine yakın bir sü­re kıyam ettiğini bildi". (Müzzemmil/20) Bu süre de gecenin yarısı ve altıda birinin yansı olabilir. Çünkü Araplar nezdinde en küçük ek­siltme ismi budur. Yine bu ayette şöyle buyrulmaktadır: "Ve yarısı­na". (Müzzemmil/20) Bundan da, Allah Teala, senin gecenin yarısın­da da kıyam ettiğini bildi, şeklinde bir anlam çıkmaktadır.
Bunu takiben de "Ve üçte birine". (Müzzemmil/20) buyurmakta­dır. Bundan da Rabbin, senin gecenin üçte birinde kıyam ettiğini de bildi, şeklinde bir anlam çıkar. Bu ihbar, üstteki kelimenin esreli okunma şekline daha uygun düşmektedir. Ayetteki, "yarısına ve üç­te birine yakın" ifadesinden anlaşılan, yarısına yakın olanın dörtte bir, üçte birine yakın olanın da altıda bir veya altıda birin yarısı ol­masıdır.
Aişe (ra) şunu nakleder: "Allah Resulü (sav) geceleyin, sesi -ho­roz sesini- duyduğunda kalkardı". [96][96] Oysa bu, seher vaktini gösterinektedir ki bu da ancak gecenin altıda birini veya altıda birinin yarısını ifade eder.
Şu halde bu mikdar, gece kıyam edenler için bir genişlik ve ruh­sat ölçüsüdür. Bunları da yaklaşık olarak bilmekteyiz. Kafi olanı ancak Allah Teala bilir. Bize göre ikinci ayetteki kelimenin okunu­şu fethayla olmalıdır. Çünkü kıyamın çokluğuna ve Allah Resu-lü'nün (sav) kıyamıyla ilgili ihbarlara uygun olan budur.
Bir rivayette şöyle denilmektedir: Bir keçiyi sağacak kadar sü­re için bile olsa gece namazı kıl. Bu süre dört rekata tekabül etmek­tedir. Ruhsat olarak iki rekat da kılmabilir.
Ebu Süleyman Daranı şöyle derdi: Gündüz ihsanda bulunana gece mükafaat verilir. Gece ihsanda bulunana ise gündüz mükafa-at verilir. Yine o, şöyle derdi: Gece Ehli, üç tabakadır: Bir tabaka-dakiler, düşünerek okuduklannda ağlayanlardır. Diğer tabakada-kiler, düşündükleri zaman çığlık atanlardır ki çığlık onlann rahat­lamasını sağlardı. Üçüncü tabakadakiler ise, düşünerek okudukla­nnda dehşete kapılanlardır; ne ağlarlar, ne de çığlık atarlar. Ken­disine dedim ki: Bunlar niçin çığlık atarlar, öbürleri de niçin deh­şete kapılırlar? Dedi ki: Bunu açıklamaya gücüm yetmez!
Bir adam Hasan el-Basri'ye (ra) şöyle dedi: Ey Eba Sa'id, sağ­lıklı olarak yatannı, gece kıyamını da çok sever, hatta abdestimi alıp annarak yatanm. Buna rağmen nasıl olur da gece kalkamam? Hasan el-Basri ona şöyle dedi: Seni -yatağa- bağlayan, günahların­dır ey kardeşim!
Hasan el-Basri (ra) çarşıya çıkıp da bazı kimselerin çirkin ve anlamsız sözlerini işitince şöyle derdi: Zannederim ki bunlann ge­celeri, ifsat ettikleri ticaretten de kötüdür!
Seleften bir alim de şöyle demiştir: Gündüz çirkinliğe bulaşıp geceyi uykuyla geçiren bir tacir, ağır ahiret hesabının şerrinden na­sıl kurtulur?
Süfyan-ı Sevri (ra) dedi ki: İşlediğim bir günahtan dolayı beş ay gece kıyamından mahrum edildim. İşlediğin günah neydi?' diye sordular. Dedi ki: Bir gün ağlayan bir adam gördüm ve kendi ken­dime 'Bununki riyakarlık' dedim!
Bir başka zat ise şu hadiseyi nakleder: Kurz b. Vebere'nin yanı­na gittiğimde onun ağladığını gördüm ve şöyle dedim: Ne oldu, bir yakınının vefat haberini mi aldın? Dedi ki: Daha da beteri! Ben de merakla: Sana acı çektiren bir sancın mı var? Dedi ki: Daha da be­teri! O zaman daha çok merak ederek sordum: Peki nedir? Dedi ki: Kapım kapalı ve örtüm yerinde, sadece işlediğim bir günahtan do­layı dün geceki cüzümü okuyamadığım için ağlıyorum!
Muhammed b. Şebane ise şöyle dedi: Bağdat'ta güvenilir ve gü­nahtan sakınan şeyhlerden birinin şöyle dediğim işittim: İbni es-Safi el-Bakkal'm Dinever'de şu rivayetini dinledim: Dinever'de bir gardiyan vardı ve şöyle derdi: Otuz küsur yıl hapishane kapısında durdum. Bu süre esnasında gece bekçileri tarafından toplanıp geti­rilen kimselerden hiç biri yoktur ki kendisine 'Yatsı namazını ce­maatla kılıp kılmadığım' sormuş olmayayım ve o da 'Hayır' deme­miş olsun!
Ebu Süleyman Darani şöyle derdi: Hiç kimse bir günah işleme­dikçe cemaat namazını kaçırmaz! Yine o şöyle derdi: "Gece ihtilam olmak (=rüyada hamamcı olmak) bir ceza, cenabettik (=cinsi müna­sebetle cünüb olmak) ise uzaklaştırmadnr". Çünkü kul, cünüb ol­duğu zaman, Allah Teala'ya yakınlık vasıtası olan namaz ve tila­vetten uzak kalır. Yüce Allah da bu anlamda şöyle buyurmuştur: "O da uzaktan (-cünübden) gözetti". (Kasas/11)
Hasan el-Basri (ra) şöyle derdi: Kul, mutlaka bir günah işlediği için gece kıyamından ve gündüz orucundan mahrum edilir.
Bir alim de şöyle derdi: Ey zavallı! Oruç tuttuğun zaman kimin yanında ve neyle iftar ettiğine bak. Kul, öyle bir yemek yer ki, ye­mekten sonra kalbinin durumu, ilk halinden tamamen farklılaşır ve bir daha o hale geri dönemez. Sonunuz, gece kıyamına mani olan yemektendir.
Nice bakışlar vardır ki kişiyi bir sure okumaktan mahrum eder. Kul, bir yemek yiyerek veya bir fiil işleyerek bir sene gece kıyamın­dan mahrum olabileceği için en güzeli, ne yediğini, ne yaptığını ve neye baktığını iyice araştırması dır. Günahların azlığı, araştırma­nın çokluğuna bağlıdır.
Fudayl b. Iyaz şöyle derdi: Eğer Kufan'ı anlama ve gece kıyamı nimetiyle şu anda nzıklandığım gibi işin başında merzuk olabilsey­dim, tek bir hadis dahi yazmaz ve Kur'an-ı Kerim dışında hiç bir şeyle meşgul olmazdım.
Denir ki: Gece kıyamının uzunluğu, Kıyametin anının şiddetin­de rahatlık, gece namazı da büyük günahlar için (=kebair) kefare­ttir. Denildi ki, gece kıyamının uzunluğu, eksik kalan gece namaz­ları için de tamamlayıcıdır.
Selef-i Salih, gündüz namazlarında rüku' ve secdeleri uzatmayı, gece namazında ise kıyamı uzatmayı müstehab görürlerdi.
Teheccüd namazı Allah Resulü (sav) için bir nafile idi, çünkü O, farz namazlarını tamamlamış idi. Bizim içinse gece namazı, farz namazlarının tamamlayıcısıdır.
Rivayete göre, kul uyuduğu zaman şeytan onun başına üç dü­ğüm atar. Eğer oturur ve Allah Teala'yı zikrederse bir düğümü çö­zülür. Eğer abdest alırsa diğer düğüm de çözülür. İki rekat namaz kılarsa başındaki bütün düğümler çözülmüş olur. Dinçleşir ve hoş nefısli olur. Çirkin nefisli ve tembel olmaktan kurtulur.
Bir başka rivayette ise şöyle denilmektedir: Şeytanın bir gaga­sı, bir dili ve bir üfürüğü vardır. Kulu gagaladığında onun ahlakı bozulur, diliyle dilini yaladığında dili her türlü kötülükle dolar, üzerine üfürdüğünde ise sabaha kadar uyuya kalır. Kul, bunlara karşı üç şeyden medet umar: Helal yemek, tevbe üzerinde istika­met bulmak ve azap tehdidinin kaygısını ya da cennet vaadinin ümidini taşımak. Kul, şu üç şeyi yaparsa gece kıyamından mah­rum edilir veya uzun bir gafletle cezalandırılır: Şüpheli şeyler ye­mek, günahta ısrar etmek ve kalbinde dünyevi kaygıların ağır basması. [97][97]



Bu fasılda, kulun teşbih, zikir ve gece-gündüz namazları olarak ifa edeceği evradı, cemaat namazının faziletini, duaların kabul edil­mesi umulan en uygun vakitleri, Teşbih Namazı ve şiar edinmesi müstehab olan hususları anlatmaya çalışacağız.
Kulun her gece ve gündüz çekeceği bir teşbih virdi olmalı ve bu, çeşitli hadislerde bildirilen zikirlerden dokuzyüz kerrelik bir teş­bihten aşağı olmamalıdır. Misal olarak yüz defa "La ilahe illallahü vahdehu la şerike lehül mülkü velehül hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün la yemût, bi yedihil hayru ve hüve ala külli şey'in ka-dîr" teşbihini yüz kez çekmelidir. Bu teşbihi günde ikiyüz defa çe­ken bir kimse, Allah Resulü'nden (sav) rivayet edilen bir hadise gö­re o gün için yapabileceği en faziletli ameli ifa etmiş olur.
Kul, bu teşbihin yaraşıra yüz kez de "Sübhânallah, vel hamdü lillah vela ilahe illallah vallahü ekberü ve tebârekallah" teşbihini çekmelidir. Bunun ardından "Allahümme salli ala Muhammedin ahdike ve nebiyyike ve rasûliken-nebiyyil ümmiyyi" salatü selamı­nı yüz kez tekrar eder. Bundan sonra "Estağfirullahel hayyel kay-yûm ve es'elühüt tevbeh" cümlesini yüz kere tekrarlayarak istiğ­farda bulunur.
Ardından yüz defa "Sübhânallah, elhamdü lillah vela ilahe illal­lahü melikil hakkıl emin" ve "Mâşâallah la havle vela kuvvete illa billah" teşbihlerini yüzer defa söylemelidir.
Kul, bu teşbihleri her gün ve her gece yerine getirmelidir. Eğer kendisine nasib olur da sayıyı arttırırsa, bu kendisi için daha hayır­lıdır. Aksi takdirde günlük ve gecelik olarak bilinen mikdar budur. Sahabe arasında öyleleri vardı ki günlük virdleri on iki bin tes-bihattan teşekkül etmekteydi. Tabiun içinde ise günlük tesbihatı otuz bin olanlar vardı.
Bize anlatılan bir habere göre İbrahim b. Edhem (ra) abdal ile ilgili olarak şunu nakletmiştir: O, bir gece deniz kıyısında namaz kılarken, teşbih çeken yüksek bir ses duydu. Ama kimse görünmü­yordu. Sese dönerek: Kimsin sen? Sesini duyuyor ama seni göremi­yorum, dedi. O zaman sesin sahibi: Ben, bu denize vekil kılınmış meleklerden bir meleğim, yaratıldığımdan beri Allah Teala'yı bu teşbih ile zikrederim, dedi. O zaman abdaldan olan zat sordu: Peki ismin nedir? Melek de: Mehihiyail, dedi. Peki bu teşbihi çekenin se­vabı nedir? diye sordu. Dedi ki: Bunu yüz defa çeken kişi, cennet­teki makamını görmeden veya makamı kendisine görünmeden öl­mez. O teşbih işte şudur: "Sübhânallahid-deyyan, sübhaânallahi şedîdil erkân, sübhâne men yüzhibü bil leyli ve ye'tî bin-nehar, süb-hâne men la yüşğiluhû şe'nün an şe'nin, sübhânallahil-hannânil-mennân, sübhânallahil-müsebbahi fî külli mekân".
Kulun namaz olarak virdleri varsa, bunları yerine getirmesi gü­zel olur. Tabiun arasında öyleleri vardı ki günlük namaz virdleri üçyüz hatta dört yüz rekatı buluyordu. Hatta öylesi vardı ki, gün­lük virdi altıyüz rekata ulaşıyordu. Vird olarak rivayet edilen en az rakam, günlük yüz rekattır.
Kurz b. Vebere Mekke'de ikamet etmekteydi, Kabe'yi günde ye-dişerli tavafla yetmiş kez, gece de aynı şekilde yetmiş kez tavaf ederdi. Bunu hesab ettiğimizde bir tavafın on fersahlık mesafe ol­duğunu gördük. Bununla beraber kıldığı namaz toplam rekat sayı­sı da ikiyüz seksen rekat ediyordu. Denilir ki Kurz bu namaz sıra­sında da KurWı hatmederdi. Dolayısıyla bir defa gündüz, bir defa da gece olmak üzere günde iki kez hatmekteydi.
Hişam b. Urve şunu nakleder: Babam, Kur'an'dan cüzünü oku­maya devam ettiği gibi, teşbih virdini de düzenli olarak çekerdi. Yi­ne ondan rivayet edilen bir haberde şöyle demektedir: O, Kur'an cüzünü okumasının yanısıra dua cüzünü de devam ettirmekteydi.
Kul, günlük kıldığı beş vakit namazın ardından da yüz kere teş­bih çekmelidir. Aynı şekilde uykuya giderken de yüz defa teşbih çekmelidir. Sabaha çıktığında ve akşama erdiğinde Allah Teala'nın aşağıdaki buyruğunun tefsirinde rivayet edilen duayı da söyleme­lidir. Çünkü bunun çok büyük bir sevabı vardır: "Bütün göklerin ve yerin kilitleri O'nundur. Allah'ın ayetlerini inkar edenler, işte onlar hüsrandadırlar". (Zümer/63 veya Şura/12)
Osman'dan (ra) rivayet edildi ki: "Allah Resulü'ne (sav) bu aye­tin tefsirini sorduğumda bana şöyle dedi: Bana öyle bir şey sordun ki, senden önce hiç kimse onu sormamıştı. O şudur: 'Allah'tan baş­ka ilah yoktur. Allah en büyüktür. Allah'ı teşbih ve hamdederim. Allah'tan başka güç ve engelleyici yoktur. Evvel, Ahir, Zahir ve Ba­tın olan Allah'tan mağfiret dilerim. Mülk O'nundur, hamd O'nadır ve hayır O'nun elindedir, O her şeye kadirdir1.
Kim bu tesbihatı sabaha çıktığında ve akşama erdiğinde onar defa söylerse, ona altı haslet verilir: İlk haslet; şeytan ve onun as­kerlerinden korunma. İkinci haslet; bir kantar ecir. Üçüncü haslet; cennette bir derece yükseltilme. Dördüncü haslet; Allah Teala onu huri gözlülerle evlendirmesi. Beşinci haslet; ona on iki melek ge­lmesi. Altıncı haslet; hacc ve umreyi ifa eden kişinin sevabı gibi se­vap yazılması" .Bu ayetin tefsiriyle ilgili başka bir rivayette ise, onun için asla fena bulmayacak cennet hazinesi olduğu bildiril­mektedir.
Bu iki rivayeti ve ihtiva ettikleri faziletleri cem'eden üçüncü bir rivayet ise yine Osman b. Affan'dan (ra) nakledilmiştir: Abdurrah-man b. Ebi Leyla, Osman'dan (ra) şunu nakletti: Allah Resulü'ne (sav) bazı meseleleri sordum. Onları cevapladı. Sonra "Göklerin ve yerin kilitleri nedir? diye sordum. O zaman şöyle buyurdu: Kulun şunu söylemesidir: 'Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed Al­lah'ın Resulü'dür' Cennet ehlinin hazinesine gelince, o da şunu söy­lemesidir: Arşı semada olanı teşbih ederim. Semada kudretinin eserleri olanı teşbih ederim. Rahmeti, gazabını geçmiş olanı teşbih ederim. Kendinden başka kaçış ve sığınak bulunmayanı teşbih ede­rim' Ey Osman, kim bunları günde on kez söylerse, ona altı haslet yazılır: Allah Teala onu, şeytandan ve askerlerinden kurtarır. Ölür­se şehit olarak ölür. Cennette onun için bir köşk bina edilir. Tevrat,İncil, Zebur ve Kur'an'ı okumuş gibi sevap alır. İsmail oğullarından sekiz köleyi satın alıp azat etmiş gibi sevap kazanır".
Kul, farz veya nafile olarak kıldığı namazlardan sonra şu altı ayet-i kerimeyi okumazlık etmesin: "İzzet sahibi Rabbin onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Peygamberlere selam olsun. Hamd ise, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur". (Saffat/180-183) "O halde akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı teşbih edin (namaz kılın). Göklerde ve yerde, hamd O'nun
içindir. Gündüzün sonunda ve Öğle vaktine girince Allah'ı ten­zih edin, namaz kılın. Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkartır, ölümden sonra yeryüzüne O hayat verir. İşte siz de (kabirleriniz­den) böyle çıkartılacaksınız". (Rum/17-19)
Eğer kul, bunları okur ve mümin erkeklerle kadınlar için sabah beş, akşam da yirmi kez olmak üzere yirmi beş kez istiğfarda bulu­nursa, gelen bir rivayete göre abdal zümresi arasında yer alır. Mez­kur haberde yer alan istiğfar şu şekildedir:
"Allahım mümin erkek ve kadınlara, müslüman erkek ve kadın­lara mağfiret et. Onların hayatta olmayanlarına da hayatta olanla­rına da mağfiret et. Onların görünen günahlarını da, görülmeyen günahlarını da bağışla. Onlara yakın olanlara da uzak olanlara da mağfiret et. Muhakkak ki Sen, onların nerelerde dolaştıklarım ve nereye varacaklarını en iyi bilensin".
Kul, teşehhüdü esnasında da bu istiğfarı okumalıdır.
Başka bir rivayette yeralan istiğfar şekli ise şöyledir:
"Allahım, ümmet-i Muhammed'i İslah et. Allahım ümmet-i Mu-hammed'e merhamet et. Allahım ümmet-i Muhammed'i sıkıntıla­rından kurtar".
Denir ki, bu istiğfarı her gün okuyan kimseye, abdal zümresin­den birininki kadar sevap yazılır. Kul, gerek sabah kalktığında gerek akşama erdiğinde üçer defa olmak üzere şöyle demelidir:
"Allahım, beni Sen yarattın, bana hidayeti Sen verdin, beni Sen beslersin, bana Sen su verirsin, bana sen can verirsin, canımı da yi­ne Sen alırsın. Sen, benim Rabbimsin ve benim için Sen'den başka Rabb yoktur. Sen'den başka ilah yoktur. Teksin ve ortağın yoktur".
Kul, bunu okuyarak günlük şükrünü eda etmiş olur.
Uykudan uyandığı zaman veya uykuya niyetlendiği zaman da şu duayı okumazlık etmemelidir:
"Allah'ın adıyla, Allah diledikçe olur, Allah'tan başka güç veren yoktur. Allah diledikçe olur. Her nimet, Allah diledikçe Allah'tan­dır. Bütün hayırlar, Allah diledikçe O'ndandır. Başa gelecek kötü­lüğü de ancak Allah savar".
Kul, böyle söyleyerek her şeyin Allah'tan olduğunu ikrar etmiş ve şeytandan korunmuş olur.
Bir rivayette şöyle denilmektedir:
Bu sözleri Arafat'ta vakfe günü güneş batmadan önce yüz defa söyleyen kula Allah Teala Arşı'nm üzerinden şöyle nida eder: "Be­ni razı ettin. Şimdi bu rıza etmen karşılığından dile Ben'den, sana vereyim".
Kul, her kuşluk vakti ve akşam vakti şu ayeti yedi kere okuma­lı ve bunu asla terketmemelidir: "Eğer senden yüz çevirirlerse de ki: 'Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben, O'na dayan­maktayım. Ve O, büyük Arş'm Rabbidir". (Tevbe/129) Yine aynı şe­kilde yedi kez Cenab-ı Allah'tan cenneti niyaz edip cehennem aza­bından O'na sığınmalıdır.
Ezanı duyduğu zaman, müezzinle birlikte söyleneni tekrar eder, ezan bittikten sonra da şunu okur:
"Rab olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan Peygamber olarak Muhammed'den (sav) razı oldum. Allahım bu eksiksiz davetin, ke-lime-i sadıkanın ve kılınacak namazın hürmetine Muhammed'e ve O'nun ailesine salat buyur, O'na Vesile ve Fazile'yi ver ve O'nu, kendisine vaadettiğin Makam-ı Mahmud'a gönder".
Okunan ezan, sabah veya akşam namazı içinse, o zaman şu ifa­deyi de duasına ekler:
"Allahım bu, Senin gecenin kaybolması ve gündüzünün yönel­mesi, bunlar da Sana davet edenlerin sesleri, namazına hazır oluş ve meleklerinin şahitliğidir. Bütün bunların hürmetine Muham­med'e ve O'nun yakınlarına salat buyur".
Kul, bu duadan sonra istediği şekilde dua edebilir. Müstehap görüldüğü için ezan ile kamet arasındaki vakti salatü selam ve dua için fırsat bilmelidir.
Şu dua ise abdal zümresinin şiar edinip dillerinden düşürme­dikleri bir dua olup kul tarafından her vakit şiar edinilmeli ve dil­den düşürülmemelidir:
"Allah diledikçe olur, bağışlayıcı ve affedici olan Allah'tan başka kuvvet yoktur. Ey Selâm, bize selam bahşet, ey
Rabbim, ey Rab-bim, ey celal ve ikram Sahibi, hayırla açıp hayırla kapat. Hayy ve Kayyûnı olan Allah'tan başka ilah yoktur. Rabbimiz her türlü nok­sandan münezzehtir. Rabbimizin vaadi muhakkak yerine getirile­cektir. Ya Allah, ya Allah, ya Aziz, ya Aziz, ya Karîb, ya Karîb, ya Halım, ya Settâr, Rabbimiz her türlü noksandan münezzehtir. Rab­bimizin vaadi muhakkak yerine getirilecektir, ya Aziz, ya Aziz, ya Karîb, ya Karîb, ya Kerîm, ya Gaffar, ya Vâsi'i'l-mağfİret, bana mağfiret et, bizi affet ve bağışla. Sen'den af ve afiyet niyaz ederiz ey imdat dileyenlerin yardımcısı!".
Yakanda naklettiğimiz dua ve tesbihatm hepsinin de Allah Re-sulü'nden (sav), Sahabe ve onları güzellikle izleyen Tabiun'dan nakledilen hadis ve rivayetlerde bildirilmiş faziletleri vardır. Bura­da, amel sahiplerinin yaptıklarının faziletlerini değil de bizzat yap­maları gereken amelleri anlattığımız için bunlara yer vermedik.
Kul, gece veya gündüz uykudan uyandıktan sonra misvak kul­lanmayı asla bırakmamalıdır. Denir ki, oruçlu için misvak kullan­mak, en güzel hasletlerden biridir. Ancak ikindi namazından son­raki vakitte misvak kullanması mekruh görülmüştür.
Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Kur'an'm ağzmızdaki yolla­rını misvak ile temizleyin". [98][98] Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buy­rulmaktadır: "Misvak, ağzı temizleyici Allah Teala'mn rızasını çe­kicidir". [99][99] Denir ki, misvak kullanıldıktan sonra kılınan namaz, misvak kullanılmadan kılman namazdan yetmiş kat daha üstün­dür. Misvak kullanmak için belirlenen en kesin vakitler, şu dört va­kittir: Oruç tutan için zeval vaktinden önce; Cuma günü gusül ab-destiyle birlikte; Gece namazına kalkıldığında ve kuşluk vakti uy­kudan uy anıldığın da.
Selefti Salih, kulun üzerinden bir lokma ve bir hurma kadar bile olsa sadaka vermediği bir gün ve gecenin geçmemesini müstehap gö­rürlerdi. Hatta bazıları bir baş soğan veya bir ip parçasını bile sada­ka olarak verirlerdi. Çünkü rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrul­maktadır: "Kişi, Kıyamet günü sadakasının gölgesinde olacaktır". [100][100]
Allah Teala, sadakanın az ama devamlı olanını şükrana layık görür. Böyle bir sadaka, O'na çok ama kesintili olan bir sadakadan daha sevimli gelir. Görmüyor musun? Sadaka verip de sonra kesen kişiyi yüce Kitabı'nda nasıl zemmetmekte: "Ve (malından) biraz ve­rip de dayatıverenü". (Necm/34) Ayetteki "Dayatmak" kelimesi, kes­mek anlamındadır.
Yine O, cennet meyvalarım överek, dünya meyvalarınm kusu­runu ortaya çıkarmaktadır. Düşünenler için, bunda da açık bir fi­kir vardır: "Bir çok meyva; ne eksilir, ne de engellenir". (Vakaa/32-33) Allah Teala böyle buyurarak, sürekliliğe özendirmektedir.
Selef-i Salih'in güzel ahlakından biri de, dilenciyi az da olsa bir şey vermeden geri çevirmemeleriydi. Allah Resulü (sav) şöyle bu­yurmuştur: "Bir hurmanın yarısıyla da olsun ateşten sakının". [101][101] Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Gümüşe kuşanmış bir at üzerinde dahi gelmiş olsun, dilencinin (üzerinizde) hakkı vardır" [102][102] Yine O, şöyle buyurmaktadır: "Yanık bir toynak parçasıyla da olsa dilenen kimseyi geri çevirmeyin". [103][103] "Aişe (ra) de bir gün dilenen birine bir üzüm danesi vermişti. Biz birbirimize bakışarak bunu yadırgadık. O da şöyle dedi: Size ne oluyor, onun içinde birçok çekirdek miska-li vardır".
Selefin ahlakına göre; onlardan birinden bir şey istendiğinde veya mubah olan bir şey kendilerinden murad edildiğinde -karşı çıkmayı hoş bulmadıkları ve kaynaşmayı sevdikleri için- hayır di­yemezlerdi. Allah Resulü'nün (sav) ahlakı da böyleydi: O, bir şey is­tendiği zaman, asla 'Hayır* dememiş, eğer gücü yetmeyen bir şey ise sükut etmiştir.
Selef ahlakının bir diğer esası da, bir husus üzerinde tek yürek olarak toplanabilmeleri, içlerinden birinin diğerleri üzerinde baskı kurmaması ve onlardan birinin her hangi bir şeyi tekeline alarak kardeşlerini mahrum bırakmamasıydı. Nitekim Allah Teala onla­rın vasıflarını Kur'an'da şöyle zikretmiştir: "İşleri, aralarında da­nışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) har­carlar". (Şura/38) Yani, işleri aralarında katılım sonucudur. Hiç kimseye tahsis edilmiş değildir. Hepsi her hususta müsavidirler.
Kulun, şu dört ameli birlikte ifa etmesi gerekir: Oruç, sadaka, hasta ziyareti ve cenaze teşyii. Müridlerin takip etmesi gereken yol işte budur. Onlar bu yolda birbirleriyle yarışır ve bunları ifa etme­ye itina gösterirler.
Bir hadiste de, bu dört ameli bir günde eda eden kimsenin gü­nahları bağışlandığı, başka rivayetlerde ise cennete girdiği bildi­rilmektedir. Eğer bunlardan üçünü veya ikisini eda edip diğerleri­ni yapamazsa, hüsnü niyetinden dolayı tamamını yapmış gibi se­vap ahr.
Kul, ezanı işittiğinde, ya da evi mescide komşu ise cemaat na­mazını asla kaçırmamalıdır. Mescid komşuluğu, mescid ile arasın­da üç ev bulunmasıdır. Birkaç mescid bulunduğu zaman, kendisine en yakın olanda cemaat namazını kılar.
Ama imanın takviyesi veya namaz yolunda daha fazla adım atabilmek için, uzaktakine gitmeye niyetlenmişse bu başkadır. Çünkü ilim ve fazilet sahibi bir imamın arkasında namaz kılmak daha evladır. Uzak olmasına rağmen Allah Teala'nın mescidlerin-den birini namaz ile imar etmeye niyet etmiş de olabilir. Said b. el-Müseyyeb (ra) şöyle derdi: Beş vakit namazı cemaatla kılan kimse, iki kıtayı ve iki denizi ibadetle doldurmuş gibi olur.
Kul, kılacağı her vakit namazı için vakit girmeden önce müsta­kil abdest almalıdır. Çünkü bu, vakitleri korumayı ve namazı gü­zelce eda etmeyi temin eder. Ebu'd-Derda' (ra) Allah Teala üzerine yemin ederek -ki daha önce onun Allah'ın adıyla yemin ettiğini hiç görmemiştim- şöyle dedi: Allah Teala'ya en sevimli gelen ameller şunlardır: Sadaka vermek, cemaatle beraber namaz kılabilmek için yürümek ve insanların arasını düzeltmek.
Kulun mescide veya evine her girişinde iki rekat namaz kılma­sı müstehap görülür. Bu, iyi insanların (=Ebrâr) adet edindikleri amellerdendir. Aynı şekilde çıkarken de iki rekat namaz kılınmalı­dır. Selef-i Salih, abdest almaksızın evlerinden dışarı çıkmazlardı.
Kulun, tuvalete her girişinden sonra abdest alması, her abdes-tinde de iki rekat namaz kılması müstehaptır. Bu, iyi insanların (=Ebrar) adet edindikleri amellerdendir. Bu şekilde amel ederek vefat eden kimse için şehitlik sevabı olduğu bildirilmiştir.
Kul, evinden çıkacağı zaman şöyle dua eder:
"Allah'ın adıyla, Allah diledikçe olur, Allah bana yeter, ben Al­lah'a tevekkül ettim, Allah'tan başka kuvvet ve engelleyici yoktur. Allahım, Senin sayende çıktım ve beni Sen çıkardın. Allahım, beni selam içinde kıl ve beni çıkardığın gibi dinimde de selim kıl. Alla­hım, hataya düşmekten, sapıtmaktan, zulmetmekten, zulme uğra­maktan, cehalete düşmekten veya Senin sahipliğinin yüceliğinin ve övgünün ululuğunun bana gizli kalmasından Sana sığınırım. Muhakkak ki Sen'den başka ilah yoktur".
Bunun ardından Fatiha, Felak ve Nas surelerini okur. Dört re­kat kuşluk namazını asla terketmez ve gücü yettiğince onu, sekiz hatta oniki rekata kadar arttırır. Bundan daha fazlasını kılmaz ama gücü yettiğince rekatları kıraatla uzatmaya çalışır. Eğer ken­dini yorgun hissederse, rekatları kısa tutar. Bu namazın rekatla­rında, Şems, Duha süreleriyle Bakara suresinin son iki ayetini, Haşr suresinin son aşrım ve kuşluk virdinde okumadığı diğer sure ve ayetleri okur.
Aişe (ra) annemizden şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Allah Resulü (sav) kuşluk namazım dört rekat kılar ve Allah dileyip -gü­cü yettikçe- arttırırdı" [104][104] Kudsi bir hadiste ise Allah Teala şöyle bu­yurmaktadır: "Ey Adem oğlu, günün ilk kısmında dört rekat namaz kıl, günün sonu için sana bu yeter".
Ümmü Hani' bn. Ebi Talib'in (ra) hadisinde de şu nakledilmek­tedir: "Allah Resulü (sav) kuşluk namazım sekiz rekat kıldı". [105][105] Bir başka hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Adem oğlu sabaha erdiği zaman, vücudunun her mafsalına bir sadaka düşer" [106][106] İnsan vücu­dunda üçyüz altmış mafsal vardır.
İnsanın iyiliği emretmesi bir sadaka, kötülükten sakındırması bir sadaka, zayıf birinin yükünü hafifletmesi bir sadaka, birine yol tarif etmek bir sadaka, insanlara sıkıntı veren bir şeyi kaldırmak da bir sadakadır. Hatta teşbih çekmek ve Alah Teala'yı birleyerek kelime-i şehadet getirmek bile sadaka olarak görülmüştür. Kuşluk namazının iki rekatı ise bütün bunlara bedel gelir, veya bütün bun­ların sevabını toplayıcı olur.
Asr-ı Saadet müslümanlarının adeti, mescide seher vakti fecr doğmadan önce gelmeleri ve sabah namazı vaktine kadar orada oturmalarıydı. Onlar bu ameli pek faziletli bulurlardı. Tabiun'dan birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mescide, fecr doğmadan Ön­ce girdiğimde Ebu Hüreyre ile karşılaştım. O, benden önce gelmiş­ti. Bana şöyle dedi: 'Ey kardeşimin oğlu, böyle erken bir saatte evinden niçin çıktın?' Dedim ki: 'Sabah namazı için'. O zaman bana şöyle dedi: 'Müjdeler olsun sana! Biz, bu saatlerde mescide gelip orada oturarak namaz vaktinin gelişini beklemeyi, Allah yolunda çıkılmış cihad gibi görürdük" Bir başka rivayette ise "Allah Resu-lü'yle (sav) beraber" ifadesi vardır.
Dualara icabetin umulduğu en faziletli vakitler, şu dört vakit­tir: Seher vakti; Güneşin doğuş vakti; Güneşin batış vakti ve Ezan ile Kamet arasında geçen vakit. Gece ve gündüzün en faziletli va­kitleri beş vakit farz namazın vakitleridir.
Kul, Allah Teala'ya dua ettiği zaman, O'nun isimlerini anarak dua etmelidir. Çünkü bu isimler, O'nun sıfatlarıdır ve Allah Teala bunu çok sever. Allah Teala, dua eden kimseyi bilmek için bu isim­leri izhar etmiştir. Kul da bunlarla dua etmeli, mesela şöyle deme­lidir:
"Ey Cebbar, kalbimi zorla, ey Gaffar, günahımı bağışla, ey Rah­man halimi İslah et, ey Rahîm bana merhamet et, ey Tevvâb tevbe-mi kabul et, ey Selâm beni esenlikte kıl".
Müstehap görülen husus, kulun gündüz ve gece zarfında Allah Teala'nın 99 ismiyle O'na bir kez dua etmesidir. Çünkü Allah Resu-lü'nden rivayet edilen bir hadiste "Bu isimleri sayan cennete gi­rer" [107][107] buyrulmaktadır.
Bu isimler, Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerine dağıtılmış va­ziyettedir. Dolayısıyla bunları içten bir imanla zikreden kimse, Kur'an'ın tamamını hatmetmiş gibi olur. Belli bir sıraya göre tertib edilmedikleri için bunları ezberlemede zorluk çeken kimse, on­ları alfabe harflerine göre sıralaman, elif harfinden başlayarak, her harfteki ismi zikretmelidir. Buna Allah Teala'nın isimlerinin zikri şöyle başlar: "Ya Allah, ya Evvel, ya Ahir, ya Bari', ya Bâtın, ya Tevvâb..."
Bu isimlerden bazılarının, benzerlikten dolayı başka harflerde yeralması halinde, kul bilinen ve açık olan isimleri alfabe harfleri­ne göre sıralar ve sayıyı 99'a ulaştırınca tamamını zikretmiş gibi olur. Çünkü bazı harflerde on veya daha fazla, ya da daha az isim bulunabilmektedir. Bazı harflerde hiç isim bilmemesi de sayıyı ta­mamladığı takdirde zarar etmez. Bu hususta gelen rivayetlere gö­re böyle yapan da bütün isimleri zikretmenin faziletine nail olur.
Teşbih namazına gelince; Cuma günü iki defa teşbih namazı kıl­mak müstehap görülmüştür. Bunların ilki gündüz, ikincisi gece kı­lınır. Bu namazın dört rekatında üçyüz teşbih çekilir. Eğer namazı gündüz kılıyorsa bu dört rekatın arasını selamla ayırmaz. Gece kıl­dığında ise, iki rekatta bir selam verir. Salih kimseler, bu namazı kılar, bereketini bilir ve faziletini birbirlerine hatırlatırlardı.
Bu namaz hakkında iki hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan ilki Hakem b. İbban-İkrime-İbni Abbas (ra) senediyle rivayet edilmiş­tir: Allah Resulü (sav) Abbas b. Ebi Talib'e şöyle buyurdu: Sana bir şey vereyim mi, sana bir şey bahşedeyim mi, sana bir şey kazandı­rayım mı ki onu yaptığında Allah Teala günahlarının ilkini de so­nunu da, yenisini de eskisini de, hatayla olanını da kasıtlı olanını da, gizli olanını da açık olanını da bağışlasın? Dört rekat namaz kı­larsın ve her rekatta Fatiha ve bir başka sure okursun. Okumayı bitirdikten sonra ilk rekatta kıyam halinde iken onbeşer kez 'Süb-hânallah, elhamdü lillah vela ilahe illallah vallahü ekber1 der, son­ra rüku'a eğilir ve bunları onar kez söylersin. Sonra rükudan başı­nı kaldırdığında bunları yine on kez söyler, ardından secdeye gider­sin, secdede bunları on kez söyler ve başını kaldırıp on kez daha söyler ardından ikinci secdeye gidersin. İkinci secdede de yine onar kez söyler, başını kaldırdığında tekrar onar kez söyler ve oturur­sun. Böylece bu tesbihatı her rekatta yetmişbeş defa çekmiş olur­sun. Eğer yapabilirsen, bunu dört rekatın tamamında yaparsın. Gücün yeterse, bu namazı her gün kıl, eğer yetmezse her Cuma kıl, eğer yetmezse her ay kıl, eğer buna da gücün yetmezse, yılda bir kıl. Şayet bunu da başaramazsan, o zaman ömründe bir defa kıl". [108][108]
Bu hadisi, Ebu Davud es-Sicistani tarafından nakledilmiştir. O şöyle derdi: Teşbih namazıyla ilgili olarak bundan daha sahih bir hadis mevcut değildir. Bu rivayetin başka şekillerinde teşbih ade­di; kıraattan sonra onbeş teşbih, birinci rekatta ikinci secdeden sonra kıyama kalkmadan önce on teşbih, ikinci rekatta da aynı şe­kilde teşehhüdden önce on teşbih daha çekileceği şeklindedir.
Başka bir rivayette ise "Namaza iftitah tekbiriyle başlanacağı, bunun ardından 'Sübhâneke' okunacağı, sonra kıraata başlamadan önce onbeş kez tesbihat çekileceği, ardından Fatiha ve bir sure oku­nacağı sonra on kez tesbihat çekilip rüku'a gidileceği, böylece kı­yam halinde iken yirmibeş teşbih çekileceği, iki rekat arasındaki ilk oturmada secdeden sonra tesbihat çekilmeyeceği, teşehhüd için oturulan celsede de secdeden sonra teşbih okumayacağı bildiril­mektedir.
Teşbih namazıyla ilgili başka bir rivayet de şöyledir: Abdullah b. Ziyad b. Sem'an-Muaviye b. Abdullah b. Ca'fer senediyle Ca'fer'den (ra) şunu rivayet etmiştir: Allah Resulü (sav) ona Teşbih namazını öğretti: Namaz iftitah tekbiriyle başlar sonra yukarıdaki hadiste zikredilen tesbihat söylenir ve bunlara "Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil aziim' tesbihatı eklenir. O da bu kelimelerin onbeş de­fa söyleneceğini bildirmiş, ama ikinci secdeden kalkarken söylene­ceğini belirtmemiştir.
Bu rivayet bize daha hoş gelmektedir, çünkü Abdullah b. el-Mü-barek de (ra) bu hadisle amel etmiştir. Sehl b. Asım, îbni Vehb'den şunu nakletmiştir. îbni Vehb der ki: Abdullah b. el-Mübarek'e için­de teşbih çekilen namazı sordum. Bana 'Sübhanallah vel hamdü lil-lah...' kelimelerinin onbeşer kez söyleneceğini Fatiha ile Felah ve Nas surelerinin okunacağını, sonra on kez tesbihat okuyarak rü­ku'a gidileceğini ve bu şekilde devam edileceğini tesbihatın her re­katta yetmiş beş olacağını bildirdi.
Teşbih namazının dört rekatı bu şekilde eda edilir. Eğer namaz gece kılmacaksa, iki rekatta bir selam vermek daha güzeldir. Eğer gündüz kılmacaksa, o zaman istenirse bitişik kılınır, istenirse arası.da selam verilir. Tesbihatı sayarken rüku'da parmak dizin üzerine konarak, secdede parmak yere konarak sayılır.
Muhammed b. Cabir'den nakledildi ki: Îbni'l-Mübarek'e (ra) Teşbih namazında son secdeden kıyama kalkmak için başımı kal­dırdığımda, kalkmadan önce tesbihat okumam gerekir mi, diye sor­duğumda bana şöyle dedi: Hayır, o rükün namazın sünnetinden de­ğildir. İbnu Ebi Rezme de İbni'l-Mübarek'den (ra) şunu nakletmiş­tir: Kendisine "Sübhâne rabbiyel azîm" ve "Sübhâne rabbiyel'a'lâ" kelimelerini üçer kez mi okuyacağız, diye sorduğumda bana "Evet" dedi. Peki kişi, hata eder ve on sayısında yanılırsa o zaman ne olur? diye sorduğumda şöyle dedi: Bu tesbihatta aslolan dört rekatta üç yüz tesbihdir.
Teşbih namazında okunması en güzel olan sureler, yirmi ayet­ten fazla ayeti bulunan surelerdir. İsmail b. Rafi'in Abdullah b. Ca'fer'den (ra) rivayet ettiği hadiste de Allah Resulü (sav) Fati­hadan sonra okunacak sure hakkında "Yirmi veya daha fazla aye­ti olan bir sure" buyurmuştur. Aynı şekilde "Vela havle vela kuvve­te illa billah" ilavesi daha güzel olur. Bununla ilgili rivayeti yuka­rıda nakletmiştik. Yine Fatiha süresiyle birlikte her rekatta Ihlas suresini on defaokursa, sayıyı arttırmış ve ecri kemale erdirmiş olur. [109][109]










[1][1] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 7-9.
[2][2] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 9.
[3][3] islam Ansiklopedisi, c. X s. 133; Prof. R Sezgin, a.g.e. s. 488
[4][4] İslam Ansiklopedisi, c. X s. 134
[5][5] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 9-10.
[6][6] islam Ansiklopedisi, c. X s. 134; Prof. F. Sezgin, a.g.e. s. 488
[7][7] Bu muhtasann el yazma nüshaları: Paris-2016 53B-141B
[8][8] Bu muhtasar, müellif hattıyla mevcuttur: Köprülü II/329/4 41B-94B
[9][9] Nüshaları: Patih-2765 344 varak halinde H. 575 tarihine aitür
[10][10] El yazma nüshası: Saray Hazine-235 259 vr. H. 1085 tarihli
[11][11] El yazmaları referansları: Prof. F. Sezgin, a.g.e. c. II s. 488-489.
[12][12] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 10-12.
[13][13] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 13-18.
[14][14] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 19.
[15][15] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 20-21.
[16][16] Buharı, Teheccüd/28; Müslim, Müsafirûn/90,92; Nesa1!, İftitah/40; Tirmizî, Salat/191; Ebu Davûd, TatawuV3; Muvatta', Salatü'l-leyl/30
[17][17] Nesa'î, îftitah/68 Sehv/77; Müslim, Salat/193; Tirmizî, Salat/191; İbni Mâce, İkamet/102; Dârimî, Salat/80
[18][18] Hadisin değişik rivayetleri için b. Tirmizî, Da'avat/30; Muvatta', Salatü'l-leyl/11 İbni Mâ-ce, İkamet/181.
[19][19] Değişik hadisler için b. Buharî, Ezan/34; Nesa'î, Salat/19; Ibni Mâce, Mesacid/18
[20][20] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 22-26.
[21][21] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 27-32.
[22][22] îbni Hanbel, VI/147.
[23][23] Ebu Davûd, Edeb/101; İbni Hanbel, V/42
[24][24] Hadisin değişik rivayetleri için b. Ebıı Davûd, Edeb/101; Nesa'î, İsti'aze/60; İbni Mâce. Dua/14; İbni Hanbel, ü/2
[25][25] - Hadisin değişik rivayetleri için b. Tirmizî, Salat/95; İbni Mâce, İkamet/23; İbni Hanbel, 1/271
[26][26] Benzer lafızda hadisler için b. Buharı, Enbiya/10; Ebu Davûd, Sünnet/20
[27][27] Benzer lafızda bir hadis için b. Ebu Davûd, Edeb/98
[28][28] Benzer lafızda hadisler için b. Müslim, Salat/13; Ebu Davûd, SaIat/36; Tirmizî, Salat/42; Nesa'î, Ezan/38; İbni Mâce, Ezan/4; Dârinıî, Vasaya/4; İbni Hanbel, IV/337, V/297
[29][29] Benzer lafızda hadisler için b.  Tirmizî,, Da'avat779
[30][30] Benzer lafizda hadisler için b. îbni Hanbel, 11/79,11/88
[31][31] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 33-60.
[32][32] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 61-64.
[33][33] Benzer lafızda hadisler için b. İbni Mâce,  Mukaddime/17; Buharı,  İlim/19
[34][34] Tirmizî, İlim/19; Ebu Davûd, İlim/l; İbni Mâce, Mukaddime/17
[35][35] İlim meclisi hakkında başka bir hadis için b. Dârimî, Mukaddime/32
[36][36] Dârimî, Rikab/64; tbni Hanbel, III/474 V/255, 261, 366
[37][37] Benzer anlamda hadisler için b. Müslim, Müsafırûn/143-144; Dârimî, Salat/153; İbni Hanbel, IV/366-367,375.
[38][38] Benzer anlamda hadisler için b. Müslim, Müsafırûn/143-144; Dârimî, Salat/153; İbni Hanbel, IV/366-367,375
[39][39] Benzer hadisler için b. İbni Hanbel, III/321, 399.
[40][40] Benzer anlamda bir hadis için b. İbni Hanbel, 11/293
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 65-77.
[41][41] Benzer anlamda bir hadis için b. Tirmizî, Vıtr/15; İbni Mâce, İkamet/187.
[42][42] Benzer anlamda bir hadis için b. Ebu Davûd, Vitr/7
[43][43] Buharı, Vitr/2; Müslim, Müsafirun/ 136, 137; İbni Mâce, İkamet/121; Dârimî, Salat/211; İbni Hanbel, 1/86 VI/46, 100, 107, 129, 204, 205.
[44][44] Tirmizî, Vitr/13; Nesa'î,/LeyI/29; İbni Hanbel, IV/28.
[45][45] Benzer bir hadis için b. Müslim, Müsafirun/139
[46][46] Buharı, Teheccüd/18, Savm/52; Müslim, Müsafirun/215, Siyam/177; Ebu Davûd, latav-vu727; Nesa'î, Kıyamü'l-leyl/17; İbni Mâce, Zühd/28; Muvatta', Salatii'l-leyI/4; Ibnı Han-bel, VI/40,51, 61, 122, 212, 231, 233.
[47][47] İbnİ Hanbel, IV/338 V/32
[48][48] Müslim, Nikah/5; Nesa'î, Nİkah/4; îbni Hanbel, III/259, 285 V/409
[49][49] Benzer anlamda hadisler için b. Buharı, Iman/29; Nesa'î, Iman/28; Ibnı Hanbel,
[50][50] Benzer anlamda bir hadis için b. tbni Hanbel, V/17
[51][51] Tirmizî, Zühd/64
[52][52] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 78-88.
[53][53] Nesa'î,/Kıblel3 Kıyamü'l-leyV19; Buharî, Iman/32 Rikak/18;   Müslim, Müsafirun/216, 218; Ebu Davûd, Tatawu727;   İbni Mâce, Zühd/28; İbni Hanbel, 11/350 V/219 VI/40, 61, 165.
[54][54] Müslim, Müsafİrun/139
[55][55] Buharî, Ezan/38; Müslim, Müsafîruıı/63, 64; Ebu Davûd, Tatawu75; Tirmizî, Salat/195; Ne-sa% İmamet/60; İbni Mâce, îkamet/103; Dârimî, SaIat/149; îbni Hanbel, 11/331, 455, 517.
[56][56] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 89-91.
[57][57] Ayak (=Kadem): 30-36 cm arasında bir uzunluk Ölçüsü
[58][58] Nesa'î, Mevakif 10, 24; Muvatta", Vukut/3; İbni Hanbel, III/113, 121
[59][59] Ebu Davûd, Salat/4; Nesa'î, Mevakît/6.
[60][60] Vakti idrak etmekle ilgili benzer hadisler için b. Buharı, Mevakit/28, 17, 29; Müslim, Me-sacid/261,  165; Ebu Davûd, Taharet/60, Menasik/68; Tirmizî, Salat/23; Nesa'î, Meva-kit/11, 28, 30; İbni Mâce, İkamet/91 Menasik/106; Dârimî, Salat/22; Muvatta', Vukut/15, 17 Cum'a/13.
[61][61] Buharı, Savm/5, 11; Müslim, Sıyam/6-9; Ebu Davûd, Savm/4, 6-7; Tirmizî, Saym/2; Ne-sa'î, Sıyam/9-12; tbni Mâce, Sıyam/7; Dârimî, Savm/2, 5; Muvatta', Sıyam/1-3; îbni Han-bel, II/5, 13, 63 III/229 IV/23, 321 V/42
[62][62] İbni Hanbel, IV/270, 274.
[63][63] Benzer lafizlan için b. Buharî, Tefsir Suret-i Bakara/42 Cihad/98 Meğazi/29 Da7avat58; Müslim, Mesacid/202206; Ebu Davûd, Salat/5; Tirmizî, Tefsir-i Suret-i Bakara/31; Nesa'î, Salat/14; İbni Mâce, Salat/6; Dârimî, SaIat/28; İbni Hanbel, 1/82,113, 122, 126, 456.
[64][64] Buharî, Mevakit/18; Müslim, Mesacid/216; Tirmizî, Mevakit/8; İbni Mâce, SaIat/7.
[65][65] Benzer hadisler için b. Dârimî, Salaf24; Ebu Davûd, Salat/9; Tirmizî, Mevakit/13.
[66][66] Benzer anlamda bir hadis için b. Mnvatta', Vukût/23
[67][67] Müslim, İman/137, 140; İbni Hanbel, 1/324, 405 IV/249, 251 V/149, 157, 159-161
[68][68] Tirmizî, Mevakit/1
[69][69] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 92-103.
[70][70] Tirmizî, Salat/64.
[71][71] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 104-113.
[72][72] Hadisin benzer lafızları için b. Ebu Davûd, Vitr/7; İbni Mâce, İkamet/128.
[73][73] Buharî Salat/84 Teheccüd/10; Müslim, Müsafirun/146, 147; Tirmizî, Salat/206; Ibnı Mâ­ce, İkamet/171; Nesa'î, Kıyamü'l-leyl/26; îbni Hanbel, 11/10, 30, 49 66, 75.
[74][74] Ebu Davûd, Vıtr/1; Tirmizî, Vıtr/5; Nesa'î, Kıyamü'l-Leyl/27; Ibnı Mace, Ik
nİ Hanbel, 1/110, 143, 144, 145, 148
[75][75] Buharî, Vıtr/2; Müslim, Müsafırun/136, 137; ibni Mâce, Ikamet/121; Daiımı, faalat^ıı İbni Hanbel, 1/86 VI/46, 100, 107, 129, 204, 205
[76][76] İbni Hanbel, 1/11
[77][77] Benzer bir hadis için b. İbni Hanbel, V/179.
[78][78] . Müslim, Müsafinın/294; Nesa'î, Mevakit/35; İbni Mâce, İkamet/148; İbni Hanbel, III/300, 315, 337,348, 389 IV/111, 112, 385 V/312
[79][79] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 114-116.
[80][80] Müslim, Zikr/57; îbni Mâce, Dua/15;  Dârimî, îsti'zan/51; İbni Hanbel, IV/285
[81][81] Müslim, Müsafırun/62; Ebu Davûd, Edeb/98; Tirmizî, Da'avat/18; İbni Mâce, Dua/15; Ib-ni Hanbel, 1/394, 400, 414, 443 V/382.
[82][82] İbni Hanbel, V/417
[83][83] Ebu Davûd, Taharet/30.
[84][84] İbni Hanbel, V/417 VÎ/236; Ebu Davûd, Taharet/30
[85][85] Hadisin değişik lafızları için b. Buharî, Vasaya/1; Müslim, Vasiyyet/1, 4; Ebu Davûd, Va-saya/1; Tirmizî, Vasaya/3; Nesa'î, Vasaya/1; İbni Mâce, Vasaya/2.
[86][86] Benzer hadisler için b. Buharı, Edeb/96; Müslim, Birr/165; Tirmizî, Zühd/50; Dârimî, Ri-kak/71; İbni Hanbel, 1/392 III/104, 110, 159, 165, 167 IV/107, 160, 239.
[87][87] İbni Hanbel, VI/19, 20.
[88][88] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 117-129.
[89][89] İbni Hanbel, U/447
[90][90] Tirmizî, Da'avat/101.
[91][91] Benzer bir hadis için b. Buharı, Tevhid/23, Fazâilu'I-Kur'ân/19; Müslim, Müsafîrun/232; Ebu Davûd, Vitr/20; Tirmizî, Sevabü'l-Kur'ân/17; Nesa'î, İftitah/83; Dârinıî, Fazâüu'I-
Kur'ân/34; îbni Hanbel, 11/271, 285, 450
[92][92] İbni Mâce, îkamet/176; İbni Hanbel, VI/19, 20
[93][93] Benzer bir hadis için b. Buharı, Teheccüd/24
[94][94] Benzer bir rivayet için b. Buharî, Teheccüd/7 Enbiya/38; Müslim, Müsafırun/132; Ebu Davûd, Tatawu'/22; Ibni Hanbel, VI/161, 270.
[95][95] Benzer bir hadis için b. îbni Mâce, İkamet/136
[96][96] Buharı, Teheccüd/7 Rikak/18; Müslim, Müsafîrun/131; Nesa'î, Kıyamü'l-leyl/8; İbni Han-bel, VI/110, 147, 203, 279.
[97][97] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 130-145.
[98][98] İbni Mâce, Taharet/7.
[99][99] Buharı, Savm/27; Nesa'î, Taharet/4; İtini Mâce,Taharet/7; İbni Hanbel, 1/3, 10 VT/47, 62, 124, 146, 238; Dârimî, Vudu719.
[100][100] İbni Hanbel, IV/148
[101][101] Buharı, Zekat/9, 10 Menakıb/25 Rikak/49, 51 Edeb/34 Tevhid/36; Müslim, Zekat/66-68; Tirmizî, KIyamet/1 Tefsir-i Suret-i Fatiha/2 Zühd/37; Nesa'î, Zekat/63, 64; İbni Mâce, Mukaddime/13 Zekat28; Dârimî, Zekat/24; îbni Hanbel, 1/388, 446 IV/256, 258, 259, 377, 379 VI/79, 138.
[102][102] Ebu Davûd, Zekat/33; Muvatta', Sadaka/3; İbni Hanbel, 1/201.
[103][103] Nesa'î, Zekat/70 İbni Hanbel, IV/70 V/381.
[104][104] Aynı anlamda bir hadis için b. İbni Hanbel, VI/74, 156.
[105][105] Aynı anlamda hadisler için b. İbni Hanbel, VI/341, 342, 343, 425.
[106][106] Benzer anlamda hadisler için b. Buharî, Sulh/İl Cihad/72, 128; Müslim, Müsafirun/84 Zekat/56; Ebu Davûd, Tatawu712 Edeb/160; îbni Hanbel, 11/316, 328.
[107][107] Buharı, Tevhid/12 Şurut/18; Tirmizî, Da'avat/S2; İbni Hanbel, 11/258, 267, 314.
[108][108] Ebu Davûd, Tatawıı'/14; Tirmizî, Vitr/19; İbnİ Mâce, İkamet/190.
[109][109] Teşbih namazıyla ilgili hadisler: Ebu Davûd, Tatawu'/14; Tirmizî, Vitr/19; İbni Mâce, İkamet/189
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 1/ 146

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar