Print Friendly and PDF

ÇİFTE ŞANTAJ



“Soykırım’dan sağ kalanlar” ile ilk başta kastedilenler, sırasıyla Yahudi gettoları, toplama kampları ve en son da kö­le işçi kamplarında benzersiz bir travma yaşayan insanlardı. Savaşın sonunda bu durumda olan yaklaşık 100.000 insan olduğu tahmin ediliyor.[1] Bu insanlardan hala hayatta olanla­rın sayısı ise belirtilen rakamın dörtte birini geçemez. Ancak kamplara dayanmak, şehit olmak kadar değerli hale gelince, savaş sırasında başka yerlerde bulunan bir çok Yahudi de kendini sağ kalanlar arasında tanımlamaya başladı. Bu yan­lış temsili teşvik eden başka bir unsur ise maddi çıkarlardır. Savaş sonrasında kurulan Alman hükümeti getto ve kamp­larda tutulan Yahudilere tazminat ödedi. Birçok Yahudi seçi­lebilirlik şartlarını sağlamak için geçmişlerinde tahrifat yap­tı.[2] Annem şunu sorardı: “Eğer her sağ kaldığını iddia ede­nin sözüne inanırsak, o zaman Hitler kimi öldürdü?”
Aslında bir çok akademisyen Soykırım mağdurluğu ifa­delerinin güvenilirliğinden şüphe ediyor. Hilberg, “kendi ça­lışmamda bulduğum yanlışlıkların büyük bir oranı bu ifadele­re ait” der. Soykırım endüstrisinin içinden bile bu yönde açıklamalar çıkabiliyor. Örneğin Deborah Lipstadt hoşnut­suzca şu gözlemini dile getiriyor: Soykırım’dan sağ çıkan bir­çok kişi bizzat Josef Mengele* tarafından sorgulandığını id­dia ediyor.[3]
Bazı hafıza zayıflıkları dışında da ifadelerden şüphelen­memiz için nedenler var. Soykırım’dan sağ kalanlar, birer ev­liya edasıyla karşılandıklarından kimse onlardan şüphe etmi­yor; söyledikleri akla sığmaz sözler hakkında da hiçbir yorum yapılmıyor. Övgüyle karşılanan anılarında Elie Wiesel, Buc- henvvald’dan kurtulmuşken ve daha 18 yaşındayken “Saf Akim Eleştirisi’ni - Gülmeyin! - Yidişçe’de** (İbranice’de) okudum” diyor. Wiesel’in o zamanlar “Yidiş dilbilgisi hakkın­da tamamen cahildim” itirafını bir tarafa bırakalım; bahsedi­len kitap hiç Yidişçe’ye çevrilmemişti ki. Wiesel’in karmaka­rışık detaylarını hatırladığı başka bir şey hakkında ise şunları söyler: “Gizemli bir Talmud ilahiyatçısı. İki haftada Macar­ca’yı çok iyi düzeyde öğrenmişti, bu beni çok şaşırtmıştı.” Wiesel haftalık bir Yahudi dergisine “kitaplarını sessizce ama ‘içe dönük ve yüksek sesle’ okurken sesinin sık sık kısıldığını ya da sesini kaybettiğini” söylemişti. Bakınız bir New York Times muhabirine de Times meydanında bir taksinin kendi­sine çarpmasını nasıl anlatıyor: “Tam bir blok uçtum. 45. Sokak ve Broadvvay’de çarpılmıştım, ambülans beni 44. Caddeden aldı. Wiesel iç geçirerek şunları da söyler: “Benim sunduğum gerçeklik parlak değildir, başka türlü yapamam.”[4]
“Soykırım’dan kimlerin sağ çıktığı son yıllarda yeniden tanımlandı. Daha önce sırf Nazi zulmüne dayanabilenler sa­yılırken, şimdi Nazilerden kaçmayı başarabilenler de bu gru­ba dahil edildi. Örneğin bu durumda, Nazi işgalinden sonra Polonya’dan kaçıp SSCB’ye sığınan 100,000 Polonya Yahudisi de bu gruptan sayıldı. Ancak burada tarihçi Leonard Dinnerstein’ın tespitini hatırlatalım: “Yahudiler gittikleri yer­de o ülkenin vatandaşlarıyla aynı muameleyi gördüler, oysa toplama kamplarına tıkılanlar yaşayan ölü gibiydiler.[5] Bir Soykırım web sitesine katkıda bulunan birisi, savaş sırasında Tel Aviv’de olmasına rağmen büyük annesinin Auschwitz’de öldüğü için kendisinin de Soykırım’dan sağ kalanlardan biri olduğunu söylüyor. Israel Gutman’ın mantığıyla Wilkomirski de aynı konumda çünkü “acısı özgündür”. İsrail Başbakanlı­ğı yakınlarda yaptığı bir açıklamada Soykırım’dan hayatta kalıp hala yaşayan bir milyon kişinin olduğunu iddia etti. Sa­yının şişirilmesinin arkasında yatan ana nedeni keşfetmek zor değil. Sayı çok küçük olsaydı, dev tazminat talepleri için bastırmak kolay olmazdı. Aslında Wilkomirski’nin baş suç ortakları da bir şekilde Soykırım tazminat ağıyla ilişki içinde­dir. Örneğin Wilkomirski’nin Auschwitz’den çocukluk arka­daşı “küçük Laura” İsviçre kaynaklı bir Soykırım fonundan epey para aldı. Oysa kendisi Amerika’da doğmuş ve satanist tarikatlara takılan birisidir. Wilkomirski’nin baş İsrailli destek­çileri de Soykırım tazminatıyla ilgilenen örgütlerde aktif olan ya da bu örgütlerin desteğini alan kişilerdi.6
Tazminat meselesi, Soykırım endüstrisinin anlaşılmasına katkıda bulunacak çok değerli bilgiler verir. Daha önce bah­settiğimiz gibi Soğuk Savaş sırasında ABD ile müttefik olan Almanya kısa sürede suçlarından arındırılmış ve Nazi soykı­rımı unutulmuştu. Yine de 1950’lerin başlarında Almanya, Yahudi kurumlarıyla ilişkiye girdi ve tazminat anlaşmaları im­zaladı. Hemen hemen hiçbir dış baskı olmadan Almanya 60 milyon dolar tazminat ödedi.
Bunu önce ABD’nin Hindiçini’nde yürüttüğü ve 4-5 mil­yon kadın, erkek ve çocuğun ölmesine yol açan savaşlarıyla karşılaştıralım. Bir tarihçinin hatırlattığı gibi Amerikan’ın çekimesinden sonra Vietnam’ın ciddi bir yardım ihtiyacı vardı: “Güney’de 15,000 köyden 9,000’i, 25 milyon dönüm tarım arazisi ve 12 milyon dönüm ormanlık alan tahrip edilmiş ve 1,5 milyon çiftlik hayvanı öldürülmüştü. 200,000 fahişe, 879,000 öksüz, 181,000 sakat ve bir milyon dulun olduğu tahmin ediliyordu. Kuzey’in altı sanayi şehri, birçok kent ve kasaba, 5,800 zirai komünden 4,000’ü de önemli ölçüde hasar görmüştü. Tazminat ödemek bir yana Başkan Carter “hasarın karşılıklı” olduğunu ilan etmişti. “Savaşın kendisi için bir özür dileme” gereği olmadığını söyleten Başkan Clinton’ın Savunma Bakanı William Cohen de benzer bir yorum­da bulunacaktı: “Bu savaşta tüm taraflar zarar gördü. Onla­rın savaştan aldıkları yaralar var ama şüphesiz ki bizim de var.”[6]
Alman hükümeti 1952’de imzaladığı üç farklı anlaşmay­la Nazilerin Yahudi kurbanlarının çektiklerini telafi etmeye çalıştı. Her başvuran bireye Tazminat Yasası (Bundesentc- hâdigungsgesetz) ölçülerine göre ödeme yapıldı. İsrail’le ya­pılan bir anlaşma ise yüzbinlerce Yahudi mültecinin yerleşti­rilmesi ve rehabilitasyonu için yapılan harcamalara destek olmayı kapsıyordu. Alman hükümeti aynı zamanda Alman­ya’ya Karşı Maddi Talepler Konferansı adlı örgütle de ma­li bir anlaşma yapıyordu. Bu örgüt Amerikan Yahudi Komi­tesi, Amerikan Yahudi Kongresi, Bnai Brith, Ortak Dağıtım Komitesi vb tüm büyük Yahudi örgütlerini bünyesinde topla­yan şemsiye bir örgüttü. Talepler Konferansı 12 yıl boyunca her yıl alınacak 10 milyon dolar parayı -bugünün değeriyle bir milyar dolar- tazminat sürecinden yararlanamamış soykı­rım mağdurları için kullanacaktı.[7] Annem bu mağdurlardan biriydi. Varşova Gettosu’ndan, Majdanek toplama kampın­dan ve Czestochowa ve Skarszysko-Kamiena’daki esir çalış­tırma kamplarından sağ olarak kurtulmuştu. Alman hüküme­tinden yalnızca 3.500 $ tazminat alabildi. Diğer Yahudi kur­banlar (aslında bazıları kurban bile değildi) ise daha sonra Al­man hükümeti tarafından hayat boyu maaşa bağlandılar, al­dıkları paranın tutarı yüzbinlerce doları buldu. Talepler Kon­feransına verilen para, Alman hükümetinden yeterince taz­minat alamamışlara dağıtılmak üzere verilen bir paraydı.
Aslında Alman hükümeti Talepler Konferansıyla yaptığı anlaşmada bu paranın kimlere verileceğini açıkça belirlemiş­ti. Alman mahkemelerince adil olmayan ya da yetersiz mik­tarda tazminat ödenmesine karar verilen Yahudiler’e verile­cekti bu para. Konferans iyi niyetinden şüphe edildiğini söy­leyerek öfke dolu açıklamalar yaptı. Anlaşmanın imzalanma­sından sonra Talepler Konferansının yayınladığı bildiride “alınan para varolan mahkeme kararlarının kendilerine ye­terli tazminat sağlamadığı Nazi rejiminin Yahudi kurbanları için kullanılacaktır” deniyordu. Anlaşmanın nihai şeklinde Konferans’ın parayı “Yahudi kurbanların yerleştirilmesinde ve rehabilitasyonunda kullanması” isteniyordu.
Talepler Konferansı çok geçmeden anlaşmayı feshetti. Anlaşmayı alenen çiğneyen Talepler Konferansı alınan para­yı kurbanların değil Yahudi topluluklarının rehabilitasyonu için kullandı. Aslında örgütün temel prensiplerinden biri pa­ranın “doğrudan bireylere tahsis edilmesini” yasaklıyordu. Kendi taraftarlarına destek çıkmaya klasik bir örnek oluştu­rarak örgüt bu prensibinden iki grup bireyin muaf tutulması­na karar verdi: Hahamlar ve “çok başarılı Yahudi liderler”e bireysel ödeme yapıldı. Konferansı oluşturan örgütler alınan parayla kendi gözde projelerini finanse ettiler. Tüm bu süreç­ten asıl kurbanlar ya dolaylı ya da kazara yararlanabildiler.[8] Büyük miktarlar, dolaylı yollarla Arap dünyasındaki Yahudi cemaatlerine ve Doğru Avrupa’dan Yahudi göçünün teşviki­ne kanalize edildi.[9] Soykırım müzeleri ve üniversitelerde Soykırım çalışmaları kürsüleri gibi kültürel girişimler de aynı parayla gerçekleştirildi. Yad Vashem’in “erdemli gayr-i Yahudiler”e maaş bağladığı bir shovvboat* da yine bu girişimler arasındaydı.
Daha yakın zamanlarda Talepler Konferansı bu kez eski Doğu Avrupa’daki gelişmeler üzerine harekete geçti. Daha önce kamulaştırılmış Yahudi mülkleri üzerindeki devlet mül­kiyeti kalkınca örgüt bu mülklere el koymaya çalıştı. Oysa bunlar yaşayan mirasçılara aitti. Dolandırılan Yahudilerin bu ve benzer nedenler yüzünden örgüte saldırıları artınca Ha­ham Arthur Herzberg taraflara lanet okuyarak onları horla­yarak “bu kavga adalet için değil, para için” dedi.[10] Alman­lar ve İsviçreliler tazminat vermeyi reddettiği zaman örgütlü Amerikan Yahudiliğinin öfkesi göklere sığmıyor. Ama Yahu­di elitleri, Yahudi mazlumları soyduğu zaman hiçbir etik me­sele çıkmıyor ortaya; yalnızca para meselesi denilip geçişti­riliyor.
Annem tazminat olarak yalnızca 3,500 dolar alsa da tazminat sürecine dahil olan başkaları gayet iyi miktarlar al­dılar. Talepler Konferansının uzun zaman genel sekreterliği­ni yapan Saul Sagan’ın yıllık maaşı 105,000 doları buluyor. Konferans’taki görevine ara verdiği yıllarda Sağan, bir New York Bankasında yöneticilik yapmış ve 33 kez uygunsuz fon ve kredi kullanımından dolayı mahkum olmuştu (defalarca temyize gittikten sonra beraat etti). New York’un eski sena­törlerinden Alfonse D’Amato, Alman ve Avusturya bankala­rı aleyhine açılmış davalarda saati 350 dolar artı masraflar karşılığı arabuluculuk yapıyor. D’Amato ilk altı aylık çalışma­sı karşılığı 103,000 dolar aldı. Wiesel, “Yahudi mazlumiyeti- ne olan hassasiyetinden” dolayı D’Amato’yu övmüştür. Baş­kan Bush zamanında dışişleri bakanlığı yapan Lawrence Eagleburger Uluslararası Soykırım Dönemi Sigorta Talepleri Komisyonu başkanı olarak yılda 300,000 dolar kazanıyor. Dünya Yahudi Kongresi’nden Elan Steinberg “ne alırsa al­sın, yaptıklarının karşılığı olarak azdır bile” diyor. Anneme altı yıl Nazi zulmüne maruz kalması karşılığı verilen parayı Kağan 12 günde, Eagleburger 4 günde ve D’Amato 12 sa­atte alıyor.[11]
Ama bu konuda ödül Soykırım’ın en girişimci reklamcı­sı Kenneth Bialkin’e verilmeli. On yıllarca Amerikanın en ta­nınmış Yahudi liderlerinden biri olan Bialkin ADL’nin ve Bü­yük Amerikan Yahudi Örgütleri Konferansı’nın başkanlıkla­rını da yürüttü. Şimdi ise “yüksek miktardaki bir para” me­selesi yüzünden Eagleburger Komisyonu’yla mahkemelik olan General Sigorta Şirketi’ni temsil ediyor.[12]
***
Son yıllarda Soykırım endüstrisi tamamen bir haraççılı­ğa dönüştü. Ölü ya da diri tüm dünya Yahudilerini temsil edi­yormuş gibi davranan endüstri, soykırım dönemi Avrupa- sı’ndaki tüm Yahudi malları üzerinde hak iddia etmeye baş­ladı. Uygun bir şekilde “Soykırım’ın son bölümü” diye tanım­lanan ve Avrupa ülkelerine olduğu kadar meşru hak sahibi Yahudilere de yönelik bu çifte şantajın ilk hedefi İsviçre oldu. İlk önce İsviçre’ye yönelik eleştirileri gözden geçireceğim. Sonra kanıtlara döneceğim ve iddiaların çoğunun hilekarlığa dayandığını gösterip, bu iddiaların hedeflenenlerden çok id­dia sahiplerinin kendileri için daha geçerli olduğunu söyleye­ceğim.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 50. yıldönümü kutlanır­ken İsviçre devlet başkanı, Nazi soykırımı sırasında sığınma hakkı vermediği için İsviçre adına Yahudilerden resmen özür diledi (Mayıs 1995).[13] Hemen hemen aynı zamanlarda savaş­tan önce ve savaş sırasında İsviçre bankalarında bulunan Ya­hudi paraları sorunu yeniden gündeme geldi. Oldukça büyük bir kitleye ulaşan bir haberde İsrailli bir gazeteci Soykırım döneminden kalma milyarlarca dolarlık hesapların hala İsviç­re bankalarında tutulduğuna kanıt olarak bir belgeye atıfta bulundu (ama daha sonra belgeyi yanlış okuduğu ortaya çık­tı).[14]
Bir savaş suçlusu olan Kurt Waldheim’ı kınama kam­panyasını başlatana kadar zor günler geçiren Dünya Yahudi Kongresi (WJC) bu yeni fırsata balıklamasına atladı. İsviç­re’nin kolay av olduğu çabuk anlaşıldı. Kimse “ihtiyaç sahibi Soykırım mağdurlarına” karşı zengin İsviçreli bankerleri tut­mazdı. Ama daha da önemlisi İsviçre bankaları, ABD’den gelecek ekonomik baskılara karşı çok savunmasızdı.[15]
1995’in sonlarında Dünya Yahudi Konqresi-WJC baş­kanı Edgar Bronfman. Yahudi Talepleri Konferansı’ndan bir yetkilinin oğlu ve WJC’nin genel sekreteri ve gayrı menkul zengini haham Israel Singer İsviçreli bankacılarla görüştü.[16] 7 Seagram likör servetinin mirasçısı olan Bronfman (kişisel servetinin 3 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor) daha sonra Senato Bankacılık Komitesi’ne verdiği ifadede “kendileri için konuşamayan altı milyonun yanında “tüm Yahudi halkı adı­na” da konuştuğunu söyleyecekti.[17] İsviçreli bankacılar 775 tane sahibi çıkmayan uyuyan hesap için toplam 32 milyar dolar önerdi. Bu miktar, teklif edilen parayı yeterli bulmayan WJC ile görüşmelerin temelini oluşturacaktı. 1995 aralığın­da Bronfman, Senatör D’Amato’yla çalışmaya çalışmaya başladı. D’Amato anketlerde dibe vurmuştu ve senato seçim­leri yaklaşırken, önemli bir seçmen kitlesi ve zengin bağışçı­lara sahip Yahudi Cemaati içinde konumunu güçlendirecek bu fırsatı kaçırmadı. İsviçre’ye sonunda diz çöktürülmeden önce, Soykırım kurumlarının tümüyle çalışmakta olan WJC (bu kurumlar içinde ABD Soykırım Anısı Müzesi ve Simon Wiesenthal Merkezi de vardı) tüm Amerikan siyasi aygıtını seferber etmişti. D’Amato’ya destek için savaş baltasını gö­men Başkan Clinton’dan (Whitewater soruşturması devam ediyordu) federal hükümetin 11 kurumu, Beyaz Saray ve Se­nato’ya ve ülke çapındaki tüm federal ve yerel yönetimlere kadar her yerde harekete geçilmiş ve her iki partiden politi­kacılar bir biri ardına hain İsviçre’yi suçlayan açıklamalar yapmışlardı.
Beyaz Sarayı ve senatodaki bankacılık komitesini sıçra­ma tahtası olarak kullanan Soykırım endüstrisi utanç verici bir kötüleme kampanyası başlattı. Ne kadar saçma olsa da Soykırım’la ilgili her haberi klişe başlıklarla duyuran saf ve itaatkar basın sayesinde karalama kampanyası önlenemez bir hal aldı. D’Amato’nun baş hukuk yardımcısı Gregg Rickman övünerek şunları anlatıyor: “İsviçre’li bankacılar günde­mini bizim belirlediğimiz kamuoyu mahkemesinde yargılan­mak zorunda kaldılar. Bankacılar bizim sahamızdaydi: Doğal olarak mahkemenin yargıçları da jürisi de celladı da bizdik. ” İsviçre karşıtı kampanya hakkında yazan araştırmacı Tom Bovver, D’Amato’nun duruşmalar yapma çağrısının “kamu­oyu önünde yapılan yargılamaları ima ettiğini” söylüyor.[18]
İsviçre aleyhinde koparılan gürültünün sözcülüğünü WJC direktörü Elan Steinberg yaptı. Başlıca görevi yanlış bilgi yaymaktı. Bower’a göre “Steinberg’in silahı utandırarak terörize etmekti. Bir dizi suçlamalar yönelterek rahatsızlık ve şok yaratıyordu. Söylentilere ve güvenli olmayan kaynaklara dayanan ve bu nedenle tarihçiler tarafından yıllarca itibar edilmeyen şeyler birdenbire güvenilirliliği sorgulanmadan ka­bul görmeye ve yaygın bir şekilde yayınlanmaya başlandı.” Haham Singer açıklıyor: “Bankaların en son isteyeceği şey kötü reklamdır. Bankalar ‘Yeter. Uzlaşma istiyoruz’ diyene kadar kampanyamızı sürdüreceğiz.” Kamuoyunun ilgisini çekmek isteyen Simon Wiesenthal Merkezi’nin dekanı Ha­ham Marvin Hier de çarpıcı bir iddiada bulunarak İsviçre’nin mülteci Yahudileri “esir işçi kamplarında” hapsettiğini söyle­mişti. (Karısı ve oğlunun da ücretli olarak çalıştığı merkezi Hier bir aile işletmesiymiş gibi yönetiyor; Hier’lerin ailece al­dıkları maaş 1995’te 520,000 dolardı. Merkez, “Disney- land” benzeri müze sergileri ve “bağış toplamak için sansas­yonel korkutma tekniklerini başarıyla uygulamasıyla” tanını­yor.) Itamar Levin şöyle bir sonuca varıyor: “gerçeklerle var­sayımların, olgularla kurguların birbirine karıştırıldığı medya bombardımanı ışığında birçok İsviçrelinin bir tür uluslararası komplo kurbanı olduklarına inanmalarını anlamak zor değil­dir."[19]
Kampanya giderek dejenere oldu ve İsviçre halkına ifti­raya dönüştü. D’Amato’nun bürosu ve Simon Wiesenthal Merkezi tarafından desteklenen araştırmasında Bower, şun­ları yazabiliyordu: “vatandaşlarının zenginlikleriyle övünebil­diği bir ülke...aslında epey bilinçli olarak kanlı paralardan kar ediyorlardı. Dünyanın en barışçıl ulusunun saygın vatan­daşları...eşi görülmemiş bir hırsızlık yapıyordu. Her bir İsviç­reli ulusunun imajını ve zenginliğini korumak için sahtekarlı­ğı bir kültürel kod olarak benimsemiş ve bunda ustalaşmıştı. İsviçreliler iç güdüsel olarak büyük karlar peşindeydi [sırf İs­viçreliler mi?]; tüm İsviçre bankalarının da en büyük hedefi kendi çıkarlarıydı [sırf İsviçre bankaları mı böyle?]; İsviçre’nin bankacı soyu giderek daha aç gözlü, daha ahlaksız oldu. Giz­leme ve aldatma İsviçreli diplomatların pratik sanatları oldu [sırf İsviçreli diplomatların mı?]; özür dileme ve boyun eğme İsviçre siyasi geleneğinde görülen bir şey değildi [bizimkin­den farklı mı?]; İsviçre hırsı benzersizdi; basitlik ve düzenbaz­lıkla birleşen İsviçre karakteri bir medenilik perdesi altında gerçek yüzünü, inatçılığını gizliyordu; ve bunun da ötesinde başkalarının fikirlerini önemsemeyen katı bir egoist anlayış­sızlık vardı; İsviçreliler William Tell’den bu yana hiçbir sanat­çı, kahraman ve devlet adamı yetiştiremeyen cazibesiz bir millet olmaları yanında soykırımdan kâr eden namussuz Na­zi işbirlikçileriydi” vesaire vesaire...Rickman da İsviçreliler hakkındaki şu “derin gerçek”e dikkat çekiyor: “derinlerde, hatta düşüncelerinden de derinlerde kendilerinin tam da ya­ratılışlarında varolan ötekilere karşı gizli bir kibir vardır; ye­tişme zamanlarını gizleyemiyorlar.”[20] İlginçtir ki bu tip iftira­ların benzerlerini anti-semitistler Yahudilere yapmıştır.
En önemli itham, Bower’ın sözleriyle, “Avrupa Yahudileri’nden ve Soykırım mağdurlarından milyarları çalmak için 50 yıllık bir Nazi-İsviçreli işbirliği” olmasıydı. Daha sonra Soykırım haraççılığının amblemi haline gelecek bu iddiayla “insanlık tarihinin en büyük soygunu”nun yapıldığı iddia edi­liyordu. Soykırım endüstrisi için Yahudilerin içinde olduğu her şey ancak “en”li sıfatlarla ifade edilebiliyordu - en kötü, en büyük...
Soykırım endüstrisi ilk önce şu iddiada bulundu: İsviçre bankaları değeri 7 milyarla 20 milyar dolar arasında olduğu tahmin edilen uyuyan hesaplara meşru varislerin ulaşmaları­na sistematik olarak engel oluyordu. Time dergisinin bir ka­pak haberinde şöyle deniyordu: “Son 50 yıl boyunca Soykırım’dan sağ çıkanlar ne zaman yakınlarının hesaplarını öğ­renmek isteseler İsviçre bankaları oyalama ve duymazdan gelme politikası uyguladı.” İsviçre Bankalarının 1934’te kıs­men Yahudi mudilerin Nazi denetiminden kaçabilmesi için yürürlüğe koyduğu gizlilik yasasını hatırlatan D’Amato, Ban­kacılık Komitesi önünde şöyle konuşuyordu: İnsanları gelip hesap açmaları için teşvik eden sistemin kendisinin daha sonra gizlilik adı altında bu insanları, onların varislerini, mi­raslarını ve haklarını inkar etmesi ironik değil midir? Sistem kötüye kullanılmış, tahrif edilmiş ve saptırılmıştır.”
İsviçre’nin Soykırım kurbanlarına ihanetine delil olabile­cek önemli bir unsurun keşfedilmesini bakın Bovver nasıl ne­fes almadan anlatıyor: “Şans ve çalışkanlık Bronfman’ın şi­kayetinin geçerliliğini kanıtladı. 1945 Temmuz’unda İsviç­re’den gönderilmiş bir istihbarat raporunda bir noterlik ve mutemetlik şirketi olan Societe Generale de Surveillance’ın sahibi Jacques Salmanovitz hakkında bir not vardı. Buna gö­re, Salmanovitz’in elinde 182 Yahudi müşterinin isminin bu­lunduğu bir liste vardı. Adı geçen Yahudiler şirkete 8.4 mil­yon İsviçre Frankı ve 90.000 doları Balkanlar’dan dönünce almak üzere emanet etmişlerdi. Rapora göre bu Yahudiler hala mallarını geri almamışlardı. Rickman ve D’Amato coş­ku veriyordu: “Kendi anlatımına göre Rickman da İsviçreli­lerin suçluluğunun delilinden bahsediyor.” Ancak Rickman bu belli bağlamda Salmanovitz’in de Yahudi olduğunu ekli­yor. (Bahsedilen iddiaların doğru olup olmadığı ise aşağıda tartışılacak)[21]
1996 sonlarında bir grup yaşlı Yahudi kadın ve bir er­kek Kongre’nin bankacılıkla ilgili komitelerinde geçit töreni yaptı; İsviçreli bankacıların kötülüklerini dile getirdi. Ancak İsrail’in önde gelen bir iş gazetesinin editörü Itamar Levin’e göre bunların hiçbirinin “İsviçre bankalarında hesabı olduğu­nu kanıtlayacak gerçek bir delili yoktu”. İfadelerin dramatik dozunu arttırmak için D’Amato, Elie Wiesel’i de şahit olarak çağırdı. Daha sonra genişçe atıfta bulunulan ifadesinde Wi- esel, soykırımcıların soykırımdan önce Yahudilerin mallarını da yağmalamaya çalıştığının ortaya çıkmasıyla şoka [evet şo­ka!) uğradığını söyledi: “başta Nihai Çözüm’ün arkasındaki gücün sırf o zehirli ideoloji olduğunu düşünmüştük. Şimdi bi­liyoruz ki Yahudileri sırf öldürmek istemediler - bu bile ne ka­dar kötü geliyor kulağa - onların paralarına da göz koydular. Her gün trajedi hakkında daha fazla şey öğreniyoruz. Acının bir sınırı yok mu? Öfkenin bir sınırı yok mu?” Aslında Nazi- lerin Yahudi mallarını yağmalaması yeni bir haber değil; Raul Hilberg’in 1961’de yayınlanan çığır açan kitabı The Desctruction of European Jews’in önemli bir kısmı Nazile- rin bu yağmasını anlatır.[22]
Başka bir iddia da İsviçreli bankacıların soykırım kurban­larının paralarını aşırması ve sistemli bir şekilde önemli ka­yıtları yok ederek bu hırsızlığının anlaşılmasını önlemeleriy­di. Bu iğrenç şeylerden sırf Yahudiler mağdur olmuştu. Bir konuşmasında İsviçre’ye saldıran senatör Barbara Boxer şöyle diyordu: “Bu komite İsviçre bankalarının iki yüzlü tavır­larına tahammül etmeyecek. Lime lime ederken arıyoruz de­meyin.”[23]Yaşlı Yahudilerin “propaganda değeri”ne rağmen İsviç­re ihanet balonu çabuk söndü. Soykırım endüstrisi de vakit geçirmeden yeni bir çare buldu. Medya çılgınlığı şimdi de İs­viçre’nin Nazilerden aldığı altınların peşine düştü. Bu altınlar Avrupa’daki işgal edilen devletlerin hâzinelerinden yağmalanmıştı. Ürkütücü bir gelişme olarak duyurulsa da bu da ye­ni bir haber değildi. Konu üzerine değerli bir katkıda bulun­muş yazar Arthur Smith, Senato’da verdiği ifadede şöyle di­yordu: “ Sabah ve öğleden sonra dinlediğim tüm şeyler as­lında yıllardan beri bilinen şeylerdir. Şimdi bu şeylerin yeni ve sansasyonelmiş gibi sunulmasına çok şaşırıyorum”. Ama Senato’da yapılan konuşmaların amacı bilgilendirmek değil gazeteci Isabel Vincent’in ifadesiyle “sansasyonel haberler yaratmaktı”. Makul bir mantık yürütmeyle, yeterince çamur atılırsa İsviçre’nin teslim olacağı varsayılmıştı.[24]
Gerçekten yeni olan tek suçlama, İsviçre’nin bilinçli ola­rak “kurban altınları”nın ticaretini yaptığıydı. Yani, İsviçre Bankaları, Nazilerin toplama ve çalıştırma kamplarında top­ladığı ve sonra külçeler haline getirdiği altınlardan yüksek miktarda satın almıştı. Bovver’ın raporuna göre Dünya Yahu­di Kongresi, “Soykırım ile İsviçre’yi ilişkilendirecek duygusal bir bağlantı arıyordu”. İsviçre’nin ihanetine yeni bir delil olan bu bulguya mal bulmuş mağribi gibi atlandı: “Sistemli olarak gaz odalarına sürüklenen Yahudi cesetlerinden altın diş dol­guları çıkarılması: Bundan daha karalayıcı bir imge zor bulu­nurdu.” D’Amato da Kongre senatosu önünde hüzünlü bir ses tonuyla verdiği ifadede “Gerçekler çok ama çok ıstırap verici. Çünkü evlerden, merkez bankalarından ve ölüm kamplarından altın saatlerin, yüzüklerin, gözlük çerçeveleri­nin ve altın diş dolgularının yağmalanmasından bahsediyo­ruz.”[25]
Soykırım hesaplarına ulaşılmasına engel olmak ve yağ­malanmış altınları almak dışında İsviçrelilerin bir suçu da Ya­hudilerin dolandırılmasında Polonya ve Macaristan’la işbirli­ği yapmaktı. İddiaya göre Polonya ve Macar vatandaşlarına (çoğu Yahudi olmakla beraber Yahudi olmayanlar da var) ait sahip çıkılmayan hesaplar Polonya ve Macaristan’da kamu­laştırılan İsviçre mülklerine karşılık tazminat olarak kullanıl­mıştı. Bununla ilgili olarak Rickman “sarsıcı bir haber, insan bir ateş fırtınası çıkartıp İsviçre’nin üzerine göndermek isti­yor” diyordu. Ama gerçekler çok daha önceden biliniyordu ve Amerikan hukuk dergilerinde 1950’lerin başından beri bunlara yer verilmişti. Ve tüm medya balonuna rağmen, bah­sedilen hesapların bugünkü değerinin bir milyon dolardan az olduğu görüldü.[26]
1996 Nisanı’nda uyuyan hesaplarla ilgili Kongre araştır­ması başlamadan Önce İsviçre bankaları, konunun araştırıl­ması için bir komite kurulmasını kabul etmişlerdi bile. 6 kişi­lik komitenin üç üyesi Dünya Yahudi Tazminat Örgütünden, diğer üç üyesi de İsviçre Bankalar Birliği’nden geliyordu. Ko­mite başkanlığına ise ABD Federal Rezerv Bankası eski baş­kanı Paul Volcker getirilmişti. 1996 Mayısında “Anlayış Memorandumu’yla birlikte komite resmen görevlendirildi. Bu­na ek olarak İsviçre hükümeti 1996 Aralığında “bağımsız bir uzmanlar komitesi”ni de görevlendirdi. Başkanlığını profe­sör Jean-François Bergier’in yaptığı komitede Soykırım üze­rine çalışan ünlü İsrailli akademisyen Saul Friedlânder de vardı. Komite, İsviçre’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile yaptığı altın ticaretini araştıracaktı.
Ancak bu komiteler daha çalışmalarına bile başlamadan Soykırım endüstrisi mali bir uzlaşma planı için bastırmaya başlamıştı. İsviçre, doğal olarak, komisyon bulgularını gör­meden bir anlaşma için baskı yapılmasını protesto etti. Yok­sa bunun adı “şantaj ve gasp” olacaktı. Her zaman kazanan kartını yine öne süren Dünya Yahudi Kongresi-WJC “ihtiyaç sahibi soykırım mağdurlarının” çilesini vurgulamaya başladı. 1996 Aralığında Bankacılık Komitesi önünde konuşan Bronfman “Benim sorunum zaman sorunu. Sorumluluğunu taşıdığım soykırım mağdurları için kaygılanıyorum” diyordu. O zaman insan merak ediyor kaygılı milyarder neden acıları geçici de olsa hafifletmek için hiçbir şey yapmıyordu. İsviç­relilerin 250 milyon dolarlık uzlaşma önerisini reddeden Bronfman “sadaka vermenize gerek yok; parayı kendim ve­receğim” demişti ama sözünde durmadı. İsviçre ise komis­yon çalışmaları sonuçlanana kadar “olağandışı bir yardıma ya da desteğe ihtiyacı olanlara” ödenmek üzere 1997 Şuba­tında 200 milyon dolarlık “Soykırım’ın İhtiyaç Sahibi Kubanları İçin Özel Fon” kurdu. (Bergier ve Volcker komisyonları raporlarını yayınladıkları zaman bile bu fon hala geçerliydi) Soykırım endüstrisi ise nihai anlaşma isteğinde hiç yumuşa- mamıştı, hatta daha da bastırmaya başlamıştı. İsviçre’nin ko­misyon çalışmaları sonuçlanana kadar bekleme ricası ise yi­ne sağır kulaklara ulaşıyordu (WJC’nin kendisi değil miydi böyle bir ahlakî inceleme isteyen?). Aslında Soykırım endüst­risi komisyon raporları sonucunda ancak kaybeden taraf ola­bilirdi: eğer iddiaların yalnızca çok az bir kısmı doğru çıkar­sa İsviçre bankalarına yönelik kampanya güvenilirliğini kay­bedecekti; meşru hak sahipleri belirlendiği zaman - bunların sayısı büyük bir miktar da olsa -İsviçre yalnızca onlara taz­minat ödeyecekti, Yahudi örgütlerine değil. Soykırım endüst­risinin favori sloganlardan biri şuydu: Tazminat, doğruluk ve adalet için, para için değil.” İsviçreliler ise bunu ince bir alayla karşılıyordu: “Evet para için değil ama daha çok para için”.[27]
Kamuoyundaki isteriyi coşturmanın yanında Soykırım endüstrisi İsviçre’yi ‘terörize’ ederek (Bower) boyun eğdir­mek için iki kollu bir strateji izledi: Toplu davalar açılması ve ekonomik boykot. 20 milyar dolarlık ilk dava 1996 Ekiminin başlarında Edward Fagan ve Robert Swift tarafından Gizella Weisshaus ve “onun konumunda olanlar” adına açıldı. Weis- hauss’un babası Auschvvitz’de ölümünden kısa süre önce İs­viçre bankalarına para yatırdığını söylemişti. Kızının savaş sonrası araştırmaları ise sonuçsuz kalmış, bankalar Gizella’yı terslemişlerdi. Birkaç hafta sonra Simon Wiesenthal Merke­zi, Michael Hausfeld ve Melvyn Wiess adında iki avukat ara­cılığıyla ikinci bir dava başlattı. 1997 Ocağında da Dünya Ortodoks Yahudi Cemaatleri Konseyi üçüncü bir dava baş­lattı. Üç davanın da hakimi Edvvard Korman’dı. Hakim daha sonra davaları birleştirdi. Davaların en azından bir tarafı, To- ronta’da yaşayan avukat Sergio Karas bu taktikten duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Ona göre toplu davalar kitlesel bir is­teriyi ve İsviçre karalamasını provoke etmişti: “Bu davalar dertleri sırf para olan Yahudi avukatlar mitinin sürmesini sağlıyorlar”. Paul Volcker de şu gerekçeyle davaya karşı çıkı­yordu: “Davaların işimize zarar vererek onları etkisizlik nok­tasına getirme ihtimali var”- Soykırım endüstrisi için bu ko­nu dışı bir kaygıydı, ya da belki de ek bir dürtüydü.[28]
İsviçre’nin direnişini kıracak asıl silah ise ekonomik boy­kottu. Jevvish Agency başkanı ve İsrail’in İsviçre bankaları davasındaki temsilcisi Avraham Burg 1997 Ocağında uyarı­yordu: “Şimdi savaş daha kirli olacak. Şimdiye kadar ulusla­rarası Yahudi baskısını ertelemiştik”. Aslında daha 1996 Ocağında Dünya Yahudi Kongresi-WJC boykot hazırlığına girişmişti. Bronfman ve Singer, New York Şehir Denetçisi Alan Hevesi (babası ünlü bir -Amerika Yahudi Kongresi yet­kilisiydi) ve New York Eyalet Denetçisi Cari McCall ile tema­sa geçti. Bu iki denetçi maaş fonlarındaki milyarlarca doların yatırımını yapıyorlardı. Hevesi’nin bir görevi de Amerika De­netçiler Birliği’nin başkanı olmaktı. Birlik’in maaş fonlarıyla yaptığı yatırım ise 30 trilyon doları buluyordu. Ocağın son­larında Singer kızının düğününde Nevv York valisi George Pataki, D’Amato ve Bronfman’la strateji belirledi. Haham şöyle diyordu: “Bakın ben ne tür bir adamım, kızımın düğü­nünde bile iş yapıyorum.”[29]
1996 Şubatında Hevesi ve McCall İsviçre Bankalarını yaptırım uygulamakla tehdit etti. Ekim’de Vali Pataki kamu­oyu önünde denetçileri desteklediğini ilan etti. Sonraki bir­kaç ay içinde de New York, New Jersey, Rhode Island ve 11- linois’da bir çok yerel ve federal yönetim kendilerini aklama­dıkları taktirde İsviçre bankalarını ekonomik boykot uygula­makla tehdit etti. 1997 Mayısında Los Angeles şehri, maaş fonlarındaki yüzmilyonlarca doları bir İsviçre bankasından çekerek ilk yaptırımı başlattı. Hevesi de Nevv York’tan yaptı­rıma katıldı. Birkaç gün içinde California, Massachusetts ve Illinois da yaptırıma katıldı.
Bronfman 1997 Aralığında “3 milyar dolar istiyorum yoksa boykot kuzeye doğru devam eder” diye tehdit savur­du. Bu arada D’Amato ve New York Senatosu da yeni kuru­lan İsviçre Birleşik Bankası’nın (büyük İsviçre bankalarının ortaklığıyla kurulmuştu) ABD’de faaliyet göstermesini engel­lemeye çalıştılar. Bronfman 1998 Martında bu sefer şu teh­didi savuruyordu: “Eğer İsviçre başını kuma gömmeye de­vam ederse, tüm Amerikalı hissedarlardan İsviçre’yle iş iliş­kilerini kesmelerini isteyeceğim.” Nisan ayma gelindiğinde İsviçre’nin direnişinde çözülmeler başlamıştı ama tam bir bo­yun eğişe yanaşmıyordu. (1997 boyunca Soykırım endüstri­sinin saldırılarını savmak için İsviçre’nin 500 milyon dolar harcadığı bildiriliyor). Toplu davalardan birinin avukatı olan Melvyn Meiss ağlayıp sızlıyordu: “Kazandıkları yanında çok az bir meblağ karşılığında onlara aklanma fırsatı verdik.” Ha­ziranda İsviçre bankaları 600 milyon dolarlık “nihai bir tek­lifte” bulundular. İsviçre küstahlığından şaşkına uğrayan ADL lideri Abraham Foxman öfkesini saklamakta zorlanı­yordu: “Bu ültimatom, kurbanların, sağ kalanların anısına ve bu çok zor meseleyi çözmek için iyi niyetli olarak İsviçre’ye gidip çalışma yapanlara hakarettir.”[30]
1998 Temmuzunda Hevesi ve McCall İsviçrelileri daha sert yaptırımlarla tehdit ettiler. Birkaç gün içinde New Jersey, Pennsylvania, Connecticut, Florida, Michigan ve Cali- fornia da kervana katıldı. Ağustos’un ortasında İsviçre so­nunda pes etti. Hakim Korman’ın arabuluculuk yaptığı bir toplu davada İsviçre 1.25 milyar dolar ödemeyi kabul etti. İs­viçre bankaları yaptıkları basın açıklamasında “ek ödeme, yaptırımların önüne geçmek ve uzun ve masraflı davalardan kaçınmak için yapılıyor” dendi.[31]
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, D’Amato’yu kut­larken şunları diyordu: “Sen gerçekten bu destanın öncü isimlerinden birisin. Sonuçta yalnızca maddi değil ahlaki ve ruhani bir zafer de kazandık”[32] “İradenin zaferi” dememesi ne yazık.
1.25 milyar dolarlık anlaşma, esas olarak üç kesim insa­nı kapsıyordu: Uyuyan banka hesaplarında hak iddia eden­ler, İsvçre’nin sığınma hakkı vermediği mülteciler ve İsviç­re’nin fayda sağladığı çalıştırma kampı kurbanları[33] “İsviçre kalleşliği”ne dair iddiaları bir an doğru kabul edip ve bunları ABD’nin yaptıklarıyla karşılaştırsak, ABD’nin sicilinin aynı derecede kötü ve hatta daha da kötü olduğunu göreceğiz. Şimdi ABD’deki uyuyan hesaplara dönüyorum. İsviçre gibi ABD’de de 2. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Nazilerden kaçan Yahudilere sığınma hakkı vermedi. Ameri­kan hükümeti kötü kaderli St Louis gemisinde bulunan Ya­hudi mültecilere tazminat vermeye de gerek görmedi. Doğa­bilecek tepkiyi düşünün: ABD’nin desteklediği ölüm manga­larından kaçan ve ABD’nin sığınma hakkı vermediği binler­ce Orta Amerikalı ve Haitili mülteci tazminat davası aç­sa...Büyüklük ve kaynak bakımından ABD’nin gölgesinde kalsa da İsviçre aslında Nazi soykırımı zamanında ABD ka­dar Yahudi mülteci kabul etmiştir (yaklaşık 20,000).[34]
İsviçrelilere ders vermeye kalkan Amerikalı politikacıla­ra göre geçmiş günahların yükü ancak maddi tazminat vere­rek hafifletilebilirdi. Ticaret bakanı yardımcısı ve Başkan Clinton’un konu üzerine özel temsilcisi olan Stuart Eizenstat, Yahudilere verilecek İsviçre tazminatının bir tür litmus testi olacağını, şimdiki kuşağın geçmişle yüzleşme ve geçmişin hatalarını düzeltme isteklerinin olup olmadığını ortaya çıka­racağını söylüyordu. D’Amato da Kongre’de yaptığı konuş­mada “yıllarca önce olmuş şeylerden şimdiki İsviçrelilerin so­rumlu tutulamayacağını ama İsviçre’nin yine de bir sorumlu­luk taşıdığını ve doğru olanı yapması gerektiğini” ilan ediyor­du. Kamuoyu önünde Yahudi Kongresi’nin tazminat talebine destek veren Clinton da “elimizden geldiği kadar geçmişin adaletsizlikleriyle yüzleşmeliyiz” diyecekti. Bankacı Komitesi başkanı James Leach de benzer şeyler söylüyordu: “Tarih bir sınırlamalar yasası değildi. Geçmiş asla unutulmamalıdır”. İki partinin Kongredeki liderlerinin Dışişleri Bakanlığı’na yazdı­ğı mektupta ise şöyle deniyordu: “Bir şeyi açıklığa kavuştu­ralım. Bu tazminat meselesinde alınacak tavır, temel insan haklarına ve hukukun egemenliğine saygılı olup olunmadığı­nı sınayacaktır”. Dışişleri Bakanı Madeleine Albright da İs­viçre Parlamentosu önünde yaptığı konuşmada benzer bir üslup kullanıyordu: “İsviçre için hak talep edilmeyen Yahudi hesaplarından doğan ekonomik faydalar kuşaktan kuşağa ar­tarak bugüne kadar geldi. İşte bu yüzden dünya kamuoyu İs­viçre halkından atalarının yaptıklarından doğan bir sorumlu­luğu kabul etmelerini değil de geçmişin hataları konusunda ne yapılabileceği düşünülürken daha cömert olmalarını isti­yor.”[35] Tabi böyle soylu düşünceleri Afro-Amerikalılar kölelik dönemi için tazminat istedikleri zaman duyamazsınız. Olsa olsa bu isteklerle alay edilir.[36]
“Soykırım’dan sağ çıkan ihtiyaç sahiplerinin nihai an­laşmadan nasıl faydalanacakları da belirsizliğini koruyor. Uyuyan hesaplar konusunda ilk davayı açan Gizella Weissha- us kendini kullandığı gerekçesiyle sert bir üslupla kınadığı avukatı Edvvard Fagan’ın işine son verdi. Yine de Fagan’ın faturası 4 milyon dolara yaklaşıyordu. Avukatların çoğu saati 600 dolara çalışıyor ve şimdiye kadar kazandıkları miktar toplam 15 milyon dolara ulaşmış durumda. Bir avukat Tom Boıver’ın kitabı, Nazi Gold'u okumak için 2400 dolar isti­yor. New York’ta yayınlanan Jewish Week, İsviçre bankala­rından alınacak 1.25 milyar doların paylaşımı için Yahudi grup ve bireyler arasında rekabetin giderek kızıştığını yazı­yor. Davacılar ve soykırımdan sağ kurtulanlar tüm paranın kendilerine verilmesi gerektiğini söylerken Yahudi örgütleri ise katkılarından dolayı pay istiyorlar. Yahudi örgütlerinin baskısını alenen kınayan ve Kongre’de ifade veren anahtar şahitlerden biri olan Greta Beer, Hakim Korman’ın hakimli­ğini yaptığı davada “bir küçük böcek gibi ayak altında kal­mak istemiyorum” dedi. “Soykırım’dan sağ çıkan ihtiyaç sa­hipleri” için duyduğu kaygıya rağmen WJC, ayrılan İsviçre parasının yarısını Yahudi örgütleri ve “Soykırım eğitimi”nde kullanmak için baskı yapmaktan kaçınmıyor. Simon Wi- esenthal Merkezi de eğer “hak eden” örgütler para alacaksa bunun “bir kısmının Yahudi eğitim merkezlerine gitmesini savunuyor. Daha büyük bir pay kapmak için Reformist ve Ortodoks Yahudi örgütler birbirine girmiş durumda. Her iki taraf da kendini soykırımda can veren altı milyon Yahudi’nin mali mirasçısı olarak görüyor. Bu arada Soykırım endüstrisi­nin İsviçre’yi bir an önce anlaşmaya zorlamasında zamanın önemine vurgu yaptığını hatırlayalım: “ihtiyaç sahipleri her gün ölüyor”. Ama İsviçre imzayı atar atmaz, aciliyet mucize­vi bir şekilde ortadan kalktı. Anlaşma imzalanalı bir yıl olma­sına rağmen hala bir dağıtım planı yapılamadı. İsviçre para­sı sonunda dağıtıldığı zaman muhtemelen tüm ihtiyaç sahip­leri ölmüş olacak. Aslında 1999 Aralığı itibarıyla, 1997 Şu­batında kurulan 200 milyon dolarlık “Soykırım’ın İhtiyaç Sa­hibi Kurbanları İçin Özel Fon”un yarısı gerçek ihtiyaç sahip­lerine dağıtılmıştı bile. Avukatların ücretleri ödendikten son­ra İsviçre paraları “hak eden” Yahudi örgütlerinin kasalarına gidecek.[37]
New York Üniversitesi hukuk profesörlerinden ve toplu davaların hukuk ekibinin üyelerinden Burt Neuborne New York Times’ta yayınlanan bir yazısında “Soykırım’ı İsviçre bankaları için bir kâr kaynağı haline getiren anlaşmanın sa­vunulması mümkün değildir” diyordu. Edgar Bronfman da Bankacılık komitesi önünde verdiği dokunaklı ifadede aynı noktaya değiniyor ve İsviçre’nin “Soykırım’ın küllerinden kâr yapmasına izin verilmemesini” istiyordu. Öte yandan yine Bronfman yakın zamanlarda yaptığı bir açıklamada tazminat paralarından Dünya Yahudi Kongresi’nin kasasına giren miktarın “kabaca 7 milyar dolar” olduğunu açıkladı.[38]
Bu arada İsviçre bankaları üzerine hazırlanan yetkin ra­porlar yayınlandı. Bu raporlarla birlikte insan artık Bovver’ın iddiası gibi iddiaların doğru olup olmadığına karar verebilir. (Bower “Avrupa Yahudilerinden ve soykırımdan sağ çıkan­lardan milyarca doların çalınmasına yönelik 50 yıllık bir Na- zi-İsviçre işbirliği var” diyordu).
1998             Temmuzunda Bağımsız Uzmanlar Komisyonu (Bergier) Switzerland and Gold Transactions in the Se- cond World War [İsviçre ve İkinci Dünya Savaşı’nda Altın Ticareti] başlıklı raporunu yayınladı.[39] Komisyon, İsviçre bankalarının Nazi Almanyası’ndan bugünün değeriyle 4 mil­yar dolarlık altın satın aldığını doğruladı. Bankaların bu altın­ları, yağma altınları olduğunu bile bile aldıkları da doğrulan­dı. Kongre’de yapılan oturumlarda İsviçre Bankalan’nın yağ­malanmış malların ticaretini yaptığını ve (daha da kötüsü) hala da bu tip iğrenç işlerin içinde olduğunu duyan Kongre üyeleri büyük sarsıntı yaşadıklarını dile getirdiler. Yozlaşmış politikacıların kötü yollarla elde ettikleri servetlerini İsviçre bankalarına yatırdığı gerçeğinden büyük üzüntü duyan bir Kongre üyesi İsviçre’ye şöyle bir çağrı yapıyordu: “...Ünlü ve lider konumundaki politikacıların, kendi hâzinelerini soyan insanların gizli para hareketleri yapabilmesi yasaklansın.” Dünyanın birçok ülkesinden çok sayıda üst düzey devlet ada­mı ve işadamının servetlerine İsviçre bankalarında bir sığınak bulmasına hayıflanan başka bir Kongre üyesi de “acaba 55 yıl önce Nazi rejimine sağlanan sığınağın benzeri şimdi de bu kuşağın canileri ve onların temsil ettiği ülkelere mi sağlanı­yor?” diye soruyordu.[40] Sorun gerçekten kaygılandırıyor. Yıl­da 100-200 milyar doların dünyanın her tarafından akıp, özel bankalarda toplandığı tahmin ediliyor. Ancak Kong­re’nin Bankacılık Komitelerinin yaptığı resmi kınamanın - şu gerçek olmasaydı - gerçekten büyük bir ağırlığı olacaktı: Yu­karıda bahsedilen ‘illegal sermaye akışı’ miktarının yarısı Amerikan bankalarına, hem de Amerikan kanunlarının tam güvencesiyle yatırılıyor.[41] Bu Amerikan “güvencesi”nden ya­kın zamanlarda yararlananlar arasında Meksika’nın eski dev­let başkanının kardeşi Raul Salinas de Gortari ve Nijerya’nın eski diktatörü General Sani Abacha’nm ailesi de var. İsviçre bankalarının öfkeli bir eleştirmeni olan İsviçreli parlamenter Jean Ziegler “Adolf Hitler ve dalkavukları tarafından yağma­lanan altın ile günümüz Üçüncü dünya diktatörlerinin özel bankalarda açtıkları hesaplar arasında özde bir fark yoktur” diyor: “Hitler’in ruhsatlı hırsızlarının eliyle yüz binlerce ka­dın, erkek ve çocuk ölüme gönderilmişti, Üçüncü Dünya’da da İsviçreli finans sahtekarlarının yardımıyla ülkelerini hara­beye çeviren despotlar yüzünden yüzbinlerce çocuk her yılhastalık ve yetersiz beslenmeden ölüyor.”[42] Tabi ki Amerikan finans sahtekarlarının yardımlarını eklemeden olmaz. Daha önemli bir noktaya ise burada girmeyeceğim: Bahsedilen despotlar Amerikan yardımıyla donatıldı, iktidarlarını sürdür­dü ve ülkelerini harabeye çevirirken Amerika’.nın onayını al­dı.
Nazi soykırımı meselesine gelince, Bağımsız Komisyon, İsviçre bankalarının, “çalışma ve toplama kamplarındaki kur­banlardan Nazilerce toplanan altınları külçeleştirilmiş halde satın aldığını” belirtti. Ancak “İsviçre Merkez Bankası’ndaki karar mercilerinin bu altın külçelerinin İsviçre’ye Alman Mer­kez Bankası tarafından gönderildiğini bildiklerine dair bir işa­ret yoktur.” Komisyon, İsviçre bankalarının bilmeden satın aldığı “kurban altınları”nın değerini 134,428 dolar ya da bu­günün değeriyle 1 milyar dolar olarak belirledi. Bu miktar Yahudi mahkumlardan olduğu kadar Yahudi olmayan mah­kumlardan yağmalananları da içeriyor.[43]
1999             Aralığında Volcker’in başkanlığını yaptığı diğer komite de raporunu açıkladı.[44] Çok sıkı bir denetlemenin so­nucu olan rapor üç yılda tamamlanmış ve 500 milyon dola­ra mal olmuştu.[45] “Nazi kurbanlarının uyuyan hesaplarının muamelesi” üzerine varılan sonuçlar uzun bir alıntı yapmaya değecek niteliktedir:
Nazi kurbanlarına yönelik sistematik bir ayrımcılık, he­saplarına ulaşılmasında engelleme, hesaplarının kötüye kul­lanılması ya da İsviçre kanunlarının gerektirdiği belge tutma usullerinin ihlal edildiğine dair hiç bir kanıta rastlanmadı.
Ancak Nazi kurbanlarının hesaplarına yapılan muamele ba­kımından bazı bankalar eleştirildi. Önceki cümledeki “bazı” kelimesini vurgulamak gerek. Çünkü 60 yıllık bir periyotta 254 banka incelendi ve atıfta bulunulan kötü uygulamaların yalnızca belli bankalar için söylenebileceği ortaya çıktı. An­cak rapor, bu belli bankaların suçlarını hafifletebilecek du­rumların olduğunu da belirtiyor. Dahası, bankaların soykırım kurbanları da dahil uyuyan hesapların sahiplerini ya da mi­rasçılarını bulmak için çaba harcadıklarına ve uygun kişilere, uyuyan hesaplarla ilgili ödeme yaptıklarına dair elde yeterin­ce kanıt olduğu da raporda belirtiliyor.
Raporun yumuşakça yazılmış sonuç kısmında da şöyle yazıyor: “Komite eleştirilen hataların yeterince önemli oldu­ğuna inandığından, bu bölümde belgelendirme yapma arzu­sundadır. Yanlış giden şeylerin ortaya konmasıyla hataları tekrarlamak yerine geçmişten bir şey öğrenilebileceğine inanmaktayız.”[46]
Rapordan öğrendiğim başka bir şey de kayıtların yok edilmesiyle ilgili. Komite “konuyla ilgili dönem” (1933-45)’e dair tüm kayıtlara ulaşamamış ama bunların fark ettirilme­den yok edilmesinin imkansız olmasa da çok zor olduğunu dile getiriyor: “Geçmişte yapılanları gizlemeye yönelik bir sistematik belge yok etme durumuna dair hiçbir delile rast­lanmamıştır”. Yine rapora göre, İsviçre yasalarının son 10 yılın ötesindeki belgeleri saklamayı zorunlu tutmaması düşü­nüldüğünde ortaya çıkarılan belgelerin oranı (yüzde 60) “ger­çekten olağanüstü” ve “gerçekten kayda değerdir.”[47]
Bir de, Volcker komisyonunun yukarıda anlatılan bulgu­larını New York Times nasıl değerlendirmiş ona bakalım.
“İsviçre Bankalarının Hileleri”[48] başlığıyla çıkan editör imza­lı bir yazıda Komite’nin, uyuyan Yahudi hesaplarını İsviçre bankalarının kötüye kullandığına dair “kesin bir delil” bula­madığı belirtiliyor. Raporda ise “hiçbir delil bulunamadı” de­nilerek bir kesinlik vurgusu yapılmıştı. Yazının devamında ra­pora atfen “İsviçre Bankalarının şaşırtıcı miktarda hesabın izinin kaybedilmesini bir şekilde başarmış” olduğu iddia edi­liyor. Oysa raporda İsviçrenin “gerçekten olağanüstü” ve “gerçekten kayda değer” miktarda kaydı sakladığı ifade edi­liyordu. Yine aynı yazı, komite raporuna atfen “birçok ban­kanın, kayıp servetleri ortaya çıkarmaya çalışan yakınlarını gaddarca ve hileyle geri çevirdiğini” iddia ediyor. Raporda ise yalnızca “bazı” bankaların yanlış davranışlarda bulunduğu ve bunların da suçlarını hafifletir nedenler olduğu vurgulanı­yordu. Vurgulanan bir başka şey ise “birçok kez” bankaların aktif bir biçimde meşru talep sahiplerini aradıklarıydı.
Rapor, İsviçre bankalarını uyuyan hesaplara dair daha önce yapılan denetimlerde yeterince “açık” ve “samimi” ol­mamakla suçluyor. Yine de bu denetimlerde meydana gelen aksamaların kötü niyetten çok teknik sorunlardan kaynak­landığı da teslim ediliyor.[49] Rapora göre 54,000 hesabın Na­zi zulmünün kurbanlarıyla ilişkisi olma ihtimali var. Ama ha­kimlere göre ilişkili olma ihtimali yeterince yüksek olup ilan edilmesi mümkün olan hesapların sayısı bu rakamın ancak yarısı kadardır (25,000). Bu hesaplardan haklarında bilgi bu­lunabilen 10,000 kadarının tahmini değeri 170-260 milyon dolar arasında değişmektedir. Geride kalan hesapların bu­günkü değerlerinin hesaplanabilmesi ise mümkün değildi.[50] İsviçre Bankalarının hesabına göre soykırım döneminden kalma uyuyan hesapların bugünkü toplam değeri 32 milyon dolardı. Ama bu rakamın çok üstünde bir miktar çıkacağına şüphe yok. Yine de Dünya Yahudi Kongresi’nin iddia ettiği 7-20 milyar dolarlık bir noktaya da ulaşacağı sanılmıyor. Volcker daha sonra Kongre’de yaptığı konuşmalarda şunları diyecekti: “Soykırım kurbanlarıyla ilişkili olabilecek hesapla­rın sayısı İsviçrelilerin daha önce ilan ettiklerinden kat kat fazla olabilir. Yine de ‘olabilir’ diyorum, çünkü aradan yarım yüzyıldan fazla* zaman geçmişken yaptığımız incelemelerde çok küçük miktardaki istisna durumlar dışında kurbanlarla hesap sahipleri arasında reddedilemez bir ilişkinin kanıtına rastlayamadık.”[51]
Volcker komisyonunun en çarpıcı bulgusu ise Amerikan medyasında kendine yer bulamadı. Komisyona göre o dö­nem, İsviçre’nin yanında ABD de Avrupa Yahudilerinin ser­vetlerini transfer edebilecekleri güvenli bir yerdi:
Nazilerin İkinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında Yahu­dilere ve diğer azınlıklara karşı yaptıklarının yanında savaş beklentisi ve ekonomik sıkıntılar, kurbanlar da dahil birçok kişiyi sığınak olarak düşündükleri ülkelere yöneltti (bu ülkeler arasında ABD ve İngiltere’nin de olduğunu belirtelim). Bu ki­şiler servetlerini bu ülkelere transfer etmeye başladı. İsviç­re’nin tarafsızlık politikası, İsviçre bankalarının ve İsviçreli di­ğer mali aracıların bu güvenli yer arayışından önemli bir pay kapmalarını sağladı.
Raporun sonuna yer alan bir ekte Avrupa Yahudilerinin servetlerinin transfer edildiği ülkelerin bir listesi var. Listenin başında ABD ve İsviçre bulunuyor. (İngiltere “düşük bir üçün­cülükle” zirveyi takip ediyordu)[52]
Burada sormaktan kaçınamayacağımız bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz: Amerikan Bankalarında Soykırım döne­minden kalma uyuyan hesapların akıbeti ne oldu? Bankacı­lık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi, bir uzmanı, konuyla ilgili bilgi vermesi için komite oturumuna davet etti. Şu anda American University’de öğretim üyesi olan Seymour Rubin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İsviçre görüşmelerinde yer alan Amerikan delegasyonunun başkan yardımcısıydı. Ru­bin, 1950’ler boyunca da Amerikan Yahudi örgütlerinin hi­mayesi altında “bir grup uzmanla birlikte Avrupa’daki Yahu­di cemaatinin yaşamım” inceledi. Bu incelemenin amacı Amerikan bankalarındaki uyuyan hesaplar hakkında bilgi toplamaktı. Rubin’in komite önünde verdiği bilgilere göre yüzeysel ve basit bir denetimin sonunda sırf Nevv York ban­kalarındaki uyuyan hesapların toplam değeri 6 milyon dolar olarak hesaplanmıştı. Yahudi örgütleri “Soykırım’dan sağ çı­kan ihtiyaç sahibi mağdurlar” için bu miktarı Kongre’den ta­lep etti (ABD’de terkedilmiş uyuyan hesaplar kamulaştırma doktrini gereği devlete devredilir). Rubin sözlerine şöyle de­vam eder:
İlk başta belirlenen 6 milyon dolarlık miktar Kongre’de yapılacak yasal değişikliğe destek verme ihtimali olan kişiler tarafından reddedildi. Bunun üzerine ilk taslakta miktar 3 milyon dolarla sınırlandırıldı...Kongre görüşmeleri sırasında bu miktar daha da indirildi ve bir milyon dolara düşürüldü. Yasama sürecinde bu miktar 500,000 dolar olarak belirlen­di. Ama Bütçe Bürosu bu rakama itiraz etti ve 250,000 do­larlık bir miktar önerdi. Ama yasama 500,000 dolarda karar kıldı.
Rubin’e göre “ABD’nin varissiz hesapları belirlemek için yaptığı şeyler çok sınırlıdır. İsviçre Bankaları daha Volcker komisyonunun çalışmaları bitmeden 32 milyon dolar önermişti. ABD ise yalnızca 500bin dolarlık ödeme yapma­yı kabul etti”[53] Başka bir deyişle, ABD’nin sicili İsviçre’ninkinden daha kötüdür. Bu nokta vurgulanmaya değer: Ne Kongre ne de Senato’da İsviçre bankalarıyla ilgili yapılan ko­mite görüşmelerinde Eizenstat’ın bir an bahsetmesi dışında Amerikan bankalarındaki uyuyan hesaplar meselesi günde­me gelmemiştir. Dahası, İsviçre bankaları meselesinin ikinci derecede kalan hesaplaşmalarında Rubin merkezi bir rol oy­namıştır (Bower Dışişleri bakanlığındaki bu “haçlı savaşçı­sına sayfalarca yer ayırıyor). Ama bunlarla ilgili yazılanlar­da Rubin’in komiteler önünde yaptığı konuşmalara hiç atıf yoktur. Yine komite konuşmalarında Rubin, İsviçre bankala­rındaki uyuyan hesapların miktarına dair söylenen şeylere de şüpheyle baktığını söylemiştir. Rubin’nin bu söylediklerinin de dikkatle gözardı edildiğini söylememe gerek yok.
“Hain Amerikalı bankacılar” üzerine de feryat figan edildi mi? Her Kongre veya Senato oturumunda komite üye­leri birbiri ardına İsviçre’nin artık tazminat ödemesi gerekti­ği şeklinde gürültü koparıyordu. Ama kimse ABD bankaları­nın da soykırım mağdurlarına ödeme yapması gerektiğini söylemedi. Hatta bir utanmazlık örneği olarak Bankacılık Komitesi üyelerinden biri -Bronfman da onaylıyordu onu - “tarihiyle yüzyüze gelme cesaretini gösteremeyen ‘tek’ ülke­nin İsviçre olduğu”nu söylecekti.[54] Soykırım endüstrisininAmerikan bankalarına karşı bir kampanya başlatmamasına da şaşırmamak lazım. İsviçre bankalarınınkine benzer bir de­netimin Amerikan bankalarına yapılması Amerikalı vergi mükelleflerine milyonlarca değil milyarlarca dolara patlaya­caktı.[55] Ve böyle bir denetim sona erdiğinde Amerikan Yahu- dilerini Münih’te sığınma talebinde bulunurken görmüş olur­duk. Yani cesaretin de sınırları var.
Daha 1940’ların sonlarında, ABD uyuyan hesaplar ko­nusunda İsviçre’yi sıkıştırırken İsviçre, ABD’nin önce kendi pisliklerini temizlemesini istemişti.[56] 1997 ortalarında New York Valisi ,,,,,Pataki, İsviçre bankaları aleyhindeki iddiaları araştırmak üzere Soykırım kurbanlarının servetlerinin ortaya çıkarılması için Eyalet Komisyonu kurulacağını duyurdu. Bu haberden fazla etkilenmiş gözükmeyen İsviçre, kurulacak ko­misyonun ABD ve İsrail bankaları aleyhindeki iddiaları araş­tırmasının daha yararlı olacağını söyledi.[57] Bou/er’in yazdık­larına göre İsrail bankaları 1948 savaşından sonra “uyuyan Yahudi hesaplarını açıklamayı reddettiler”. Daha yakın za­manlarda çıkan bir habere göre de “Avrupa ülkelerinin aksi­ne, İsrail bankaları ve siyonist örgütler, bağımsız komisyon­ların kurulmasına yönelik baskılara direniyor. Bu komisyon­lar Soykırım’dan sağ kalanların sahip olduğu mülk ve uyuyan hesap miktarını ve hesap sahiplerinin nasıl yerleştirileceğini belirleyecekti” (Financial Times). (Avrupa Yahudileri İngiliz Mandası sırasında siyonistlere destek olmak ya da gelecekte­ki bir göçe hazırlık yapmak amacıyla Filistin’de toprak satın almışlar ya da banka hesabı açmışlardı.) 1998 Ekiminde Dünya Yahudi Kongresi-WJC ve WJRO aldıkları ortak kara­rı açıkladılar. Karara göre bu örgütler soykırım kurbanlarınınİsrail’deki varlıklarıyla ilgili araştırma isteminden vazgeçe­ceklerdi. Örgütler bu konudaki sorumluluğun İsrail hüküme­tinde olduğuna karar vermişlerdi (Haaretz). Anlaşıldığı üzere Yahudi örgütlerinin gücü İsrail’e değil de İsviçre’ye yetmek­tedir. İsviçre bankalarına yönelik en sansasyonel suçlama bu bankaların Nazi soykırımı kurbanlarının varisçilerinden ölüm sertifikası istemeleriydi. Aslında ölüm belgesi isteyen İsrail bankalarıydı. Ama “hain İsrailliler” diye bir suçlamaya rastla­yamazsınız, boşuna aramayın. “İsrail’le İsviçre bankaları ara­sında hiçbir ahlaki denklik yapılamayacağını” göstermek is­teyen eski bir İsrailli milletvekili New York Times’a şöyle de­meç vermiş: “Burada olsa olsa bir ihmal vardı; İsviçre’de ise suç vardı”.69
1998 Mayısı’nda ‘ABD’deki Soykırım Servetleriyle İlgili Başkanlık Tavsiye Komisyonu’ kuruldu. Kongre’ye göre ko­misyonun görevi “soykırım kurbanlarından alınıp Federal hükümetin mülkiyetine geçirilen malların kaderini araştır­mak” ve “çalınan malların sahiplerinin ya da varislerinin za­rarlarının nasıl telafi edileceği noktasında Başkan’a tavsiye­lerde bulunmaktır.” Komisyon başkam Bronfman’a göre “komisyonun çalışması, başka ülkelere uyguladığımız Soykı­rım hesapları hakkındaki gerçeklik ölçülerini ABD’de de ger­çekleştirdiğimiz anlamına gelmektedir.” Ancak toplam büt­çesi 6 milyon dolar olan bir başkanlık tavsiye komisyonu kurmak ayrı bir şeydir; bir ülkenin tüm bankacılık sistemini hiçbir sınırlama olmaksızın kapsamlı bir şekilde 500 milyon dolarlık bir denetimden geçirmek başka birşeydir.[58] 2000 Şu­batında, Soykırım döneminde çalınan Yahudi servetlerin kur­tarılmasında ABD’nin en önde yer aldığına dair şüpheleri or­tadan kaldırmak noktasında Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi başkanı James Leach büyük bir gururla, bir Kuzey Carolina müzesinin elinde bulunan bir resmin Avus­turya’daki asıl sahiplerine teslim edildiğini açıkladı: “Bu, ABD’nin konu hakkındaki duyarlılığını göstermekte­dir...Bence böyle bir şey, komitenin vurgulaması gereken bir şeydir.”[59]
Soykırım endüstrisi için İsviçre Bankaları meselesi - tıp­kı dünya savaşı sonrasında Soykırım’dan “sağ kurtulan” Bin- jamin Wilkomirski’nin İsviçreliler tarafından işkencelere uğ­ratılması gibi - Yahudi olmayan dünyanın yok edilemez ve akıl dışı kötülüğünün bir başka tezahürüydü. Itamar Levin’e göre “bu olay liberal demokrat bir Avrupa ülkesinin bile ta­rihteki en kötü suçun fiziki ve duygusal yaralarını taşıyan in­sanlara karşı ne büyük bir duyarsızlık içinde olduğunu göste­riyor.” 1997 Nisanında Tel Aviv Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmaya göre İsviçre’de anti-semitizm “yanlışlığa yer bırak­mayacak bir yükseliş” içindeydi. Ancak Soykırım endüstrisi­nin İsviçre’ye yaptığı şantajın bu uğursuz gelişmeyle bir iliş­kisi olma ihtimali düşüktür: Bronfman’a göre “Yahudiler an­ti-semitizm yaratmaz, Yahudi düşmanları anti-semitizmi ya­ratırlar.”[60]
Yine Itamar Levin’e göre Soykırım için ödenecek mad­di tazminat “20. yüzyılın sonunda Avrupa’yı bekleyen en bü­yük ahlaki sınavdır. Kıta’nın Yahudiler’e nasıl davrandığını gösterecek gerçek bir testtir bu.”[61] Aslında İsviçre’yi pes et­tirme başarısıyla iyice küstahlaşan Soykırım endüstrisi he­men tüm Avrupa’yı “sınamaya” girişti. Bir sonraki durak Al­manya idi.Soykırım endüstrisi İsviçre ile 1998 Ağustosunda nihai anlaşmayı imzalar imzalamaz Eylül ayında zafer kazanan stratejisini bu sefer Almanya üzerine yöneltti. Aynı üç hukuk takımı (Hausfeld-Weiss, Fagan-Swift ve Dünya Ortodoks Ya­hudi Cemaatleri Konseyi) bu sefer Alman özel sermayesine karşı toplu davalar açtı. Tazminat için istenen miktar 20 mil­yar dolardan az değildi. New York Şehri Denetçisi Hevesi ekonomik boykot tehditiyle 1999 Nisanından itibaren görüş­meleri “izlemeye” başladı. Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi Eylül’de konuyla ilgili oturumlara başladı. Kongre üyesi Carolyn Maloney “geçen zamanın adil olma­yan bir zenginleşme için mazeret olamayacağını” söyledi (Yahudi emeğinden elde edilen her tür gelir kastediliyor. Af- ro-Amerikalıların emeğinden elde edilenler başka .bir hika­ye). Komite başkanı Leach de daha önce yazdıklarını tekrar­lıyordu: “Tarih bir sınırlamalar yasası değildir.” Komiteye ko­nuşan Stuart Eizenstat da “ABD’de iş yapan Alman şirketle­ri burada iyi niyetin sürmesinin değerini bilirler. Almanya da olsun ABD de olsun her zaman gösterdikleri örnek vatan­daşlık modelini sürdürmek isteyeceklerini düşünüyorum” di­yordu. Diplomatik ayrıntıları bir yana bırakan Kongre üyesi Rick Lazio ise komitenin bir an önce “özel sektördeki Alman şirketleri üzerinde, özellikle de ABD’de iş yapanlar üzerinde yoğunlaşmasını” istiyordu.[62] Almanya’ya karşı oluşan top­lumsal histeriyi kamçılamak amacıyla Soykırım Endüstrisi Ekim ayında gazetelere tam sayfa ilanlar vermeye başladı. Berbat gerçeğin kendisi yeterli değildi, Soykırım’ın tüm araç­ları harekete geçmişti. Alman ilaç şirketi Bayer’i Josef Men- gele ile gösteren bir reklam, şirketi alenen suçluyordu. Oysa Mengele’nin öldürücü deneylerini Bayer’in “yönettiği”ne da­ir hiçbir gerçek kanıt yoktu. Soykırım saldırısına direnişin imkansız olduğunu farkeden Almanlar yılın sonuna gelme­den oldukça yüksek bir miktardaki tazminat anlaşmasına im­za attılar. Londra’da yayınlanan The Times gazetesi Alman­ların ABD’deki “Holocash” [ç.n. bir kelime oyunu; Holo ile cash kelimesi birleştirilmiş. Cash: para, nakit para demek] kampanyasına boyun eğdiğini yazdı. Daha sonra Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesine konuşan Eizenstat da “ABD’li üstü düzey yetkililerle birlikte Başkan Clinton’un şahsi girişimi ve liderliği olmasa bir anlaşmaya varamazdık” diyecekti.[63]
Soykırım endüstrisi, Almanya’nın eski Yahudi köle işçi­lere tazminat ödeme noktasında “ahlaki ve yasal bir zorunlu­luk içinde olduğunu” iddia ediyordu. Eizenstat’a göre “bu kö­le işçiler hayatlarının geriye kalan son yıllarında birazcık da olsa adaleti hak ediyorlar. ” Ancak yukarıda da belirtildiği gi­bi bu insanların hiç tazminat almadıkları iddiası kocaman bir yalandır. Toplama kamplarında tutulmuş mahkumlarla ilgili tazminat anlaşmalarına bu köle işçiler de dahil edilmişti. Al­man hükümeti, “özgürlüklerinden mahrum edildikleri” ve “hayatlarına ve bedenlerine zarar verildiği” gerekçesiyle bu işçilere de tazminat ödemişti. Yalnızca ödenmemiş maaşlar­la yetinilmemiş, daimi bedensel zarara uğrayanlara hayat bo­yu maaş bağlanmıştı.[64] Almanya’nın ayrıca çok az tazminat verilmiş eski toplama kampı tutuklarına ödenmek üzere Ya­hudi Talepler Konferansı’na 1 milyar dolar verdiği de bilini­yor. Daha önce de anlattığım gibi Talepler Konferansı, Al­manya ile yaptığı anlaşmayı ihlal etti ve alınan parayı başka projelerde kullandı. Almanlar’ın tazminatının bu şekilde kul­lanılmasının (suistimalinin) gerekçesi de hazır: “Daha tazmi­nat paraları gelmeden önce ihtiyaç sahibi Soykırım mağdur­larının ihtiyaçları büyük ölçüde karşılanmıştı.”[65] Ama bir ta­raftan da aradan elli yıl geçmişti ve Soykırım endüstrisi, ha­la yoksulluk içindeki “ihtiyaç sahibi Soykırım mağdurları” için tazminat istiyordu. Mağdurlar yoksul ve ihtiyaç sahibiydi çünkü Almanya -iddia edildiğine göre- onlara hiç tazminat ödememişti.
Eski Yahudi köle işçilere ödenecek “adil” bir tazminatın ne kadar olacağı da cevaplanamayan sorulardan biridir. An­cak şu belirtilebilir: Yeni anlaşmanın maddelerine göre, her eski köle işçinin 7500 dolar tazminat alması varsayılmakta­dır. Eğer Talepler Konferansı ilk başta verilen Alman tazmi­natını doğru dürüst dağıtsaydı daha çok Yahudi daha çok pa­rayı daha çabuk sürede alacaktı.
Almanya’dan gelecek bu yeni tazminat paralarını “ihti­yaç sahiplerinin” görüp göremeyeceği de başka bir soru. Ta­lepler Konferansı paranın önemli bir kısmını kendi “Özel Fon”u olarak almak istiyor. Jerusalem Post’a göre “Konfe­rans, mağdurların hiçbirşey verilmemesini sağlayarak zaten epey kazanıyor.” Knesset üyesi Michael Kleiner da (Herut) Konferansı sert bir dille eleştirerek şu suçlamalarda bulunu­yordu: “Nazilerin işini başka yollarla devam ettiriyor. Konfe­rans profesyonel bir gizlilik içinde hareket eden ve çirkfn bir kamusal ve ahlaki yozlaşmaya uğramış sahtekar bir kuruluş­tur. Bu karanlık kuruluş, insanların (dev miktarlara ulaşan) paralarının üstüne oturmakta, Soykırım’dan sağ çıkmış ve hala yaşayan Yahudilerin tazminatlarına el koymak için elin­den geleni yapmaktadır.”[66] Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi önünde ifade veren Stuart Eizenstat ise Yahu­di Maddi Talepler Konferansı'nı “tam 40 yıldır gösterdiği saydam işleyişten” dolayı övmeye devam ediyordu. Ama ka­tıksız sinsilikte Haham Israel Singer’ın eline kimse su döke­mezdi. Dünya Yahudi Kongresi’nin genel sekreterliği yanın­da Singer, Talepler Konferansı’nda da başkan yardımcılığı yapıyordu. Almanya ile yapılan görüşmelerde de baş arabu­lucu idi. İsviçre ve Almanya ile anlaşma sağlanmasının ardın­dan Komite önünde yaptığı konuşmada alınan paranın “Soykırım’dan sağ kalanlar yerine onların mirasçılarına veril­mesinin ‘utanç olacağını’” söylüyordu-. “Bu paranın mirasçı­lara ödenmesini istemiyoruz. Paranın kurbanlara ödenmesi­ni istiyoruz.” Oysa Haaretz’e göre şimdiye kadar “tazminat paralarının, soykırımdan sağ çıkacak kadar şanslı olup artık iyice yaşlanan bir grup insan yerine tüm Yahudi halkı için harcanmasını isteyenlerin başında” Singer geliyordu.[67]
Saygın bir Nazi soykırımı tarihçisi ve eski bir Auschwitz tutuklusu olan Henry Friedlander ABD Soykırım Anısı Mü­zesi yayınlarının birinde savaşın sonuna dair şu rakamsal tab­loyu ortaya atar:
Eğer 1945’in başında kamplarda 715.000 tutuklu var- dıysa ve bahar boyunca bunların üçte biri yani 238.000’i öl- düyse, en çok 475.000 tutuklunun sağ kaldığını varsayabili­riz. Yahudiler sistematik olarak öldürüldüğünden ve yalnızca çalışmaya gönderilenlerin (Auschıvitz’de yüzde 15 civarında bir oran) yaşama şansı olabildiğinden, toplama kampı nüfu­sunun ancak yüzde 20’sinin Yahudilerden oluştuğunu var­saymak zorundayız.
Friedman çalışmasını şöyle sonuçlandırıyor: “O halde Yahudi tutuklulardan sağ kalanların sayısı 100.000’i geçmiş olamaz.” Bu rakamın da akademisyenler arasındaki en yük­sek tahmin olduğunu hatırlatayım. Leonard Dinnerstein ko­nuyla ilgili yetkin bir araştırmasında şunları yazıyor: “Topla­ma kamplarından 60 bin Yahudi sağ çıktı. Bir hafta içinde yirmi binden fazlası öldü.”[68]
1998 Mayısı’na Dışişleri Bakanlığı’nda verdiği brifingde Stuart Eizenstat, hala yaşayan Yahudi ve Yahudi olmayan tüm köle işçi sayısının “70-90 bin civarında olabileceğini” söylüyordu.[69] Almanlarla yapılan köle işçi görüşmelerinde ABD’nin baş temsilcisi olan Eizenstat, Talepler Konferan­sıyla yakın ilişki içindeydi.[70] Eizenstat’ın verdiği rakama göre hala yaşayan Yahudi köle işçilerin sayısı 14 bin ile 18 bin arasında değişiyordu (70-90 binin yüzde yirmisi). Ancak Al­manya ile görüşmeler başladığında hala yaşadığı söylenen 135 bin eski Yahudi köle işçi için tazminat istendi. Hala ya­şayan tüm eski köle işçilerin sayısı da 250.000 olarak gös­terildi.[71] Başka bir deyişle, hala yaşayan eski Yahudi köle iş­çilerin sayısı 1999 Mayısından görüşmelerin başladığı tarihe kadar 10 kat artmıştı. Yaşayan Yahudi köle işçilerle Yahudi olmayan köle işçiler arasındaki oranda ise büyük bir değişik­lik olmuştu. Aslında Soykırım endüstrisine inanmak gerekir­se bugün hala yaşayan Yahudi köle işçi sayısı 50 yıl öncesin­den daha fazladır. Sir Walter Scott “Eğer ilk yaptığımız şey sahtekarlıksa, ne kadar da karmaşık bir ağ örmüş oluyoruz.” Soykırım endüstrisi tazminat taleplerini artırmak için sayılar­la oynarken, anti-semitistlere de gün doğdu: Ölülerini bile satan “yalancı Yahudiler”i dillerine doladılar. Soykırım en­düstrisi sayılarla hokkabazlık yaparken, istemeden de olsa, Nazizmi de aklamaktadır. Nazi soykırımı üzerine uzman isim­lerden biri olan Raul Hilberg 5,1 milyon Yahudinin katledil­diğini söylüyor.[72] Eğer 135 bin eski Yahudi köle işçi bugün hala yaşıyorsa, savaştan 600,000 kadarının sağ çıkması ge­rekir. Bu da standart tahminlerin tam yarım milyon üstünde bir rakamdır. O zaman 5,1 milyondan bu yarım milyonu çı­karmak gerek. Bu durumda da “6 Milyon” diye bir rakam­dan bahsetmek iyice savunulamaz olmakta ve Soykırım en­düstrisinin üyeleri de Soykınm’ı inkar edenlerle aynı safa doğru hızla ilerlemektedir. Nazi lideri Heinrich Himmler’in 1945 Ocağı’nda toplama kamplarındaki tutuklu sayısının 700,000’den biraz daha fazla olduğuna dair açıklamasını hatırlayın. Friedlander’e göre bu miktarın üçte birinin 1945 Mayısına gelene kadar katledilmiş olduğunu da hatırlayın. Eğer Yahudiler hayatta kalan tutukluların yüzde 20’sini oluş- turuyorduysa ve Soykırım endüstrisinin imasına göre 600,000 Yahudi savaştan sağ kurtulmuşsa, toplam 3 milyon tutuklu savaştan sağ çıkmış olmalıdır. O halde, Soykırım en­düstrisinin hesabına göre toplama kamplarının durumu hiç de kötü değildi. Hatta insan fark edilir düzeyde yüksek do­ğurganlık oranı ve yine fark edilir düzeyde düşük bir ölüm oranı düşünmek zorunda kalıyor.[73]
Standart iddiaya göre Nihai Çözüm, benzeri olmayan verimli, montaj hattına benzer endüstriyel bir katliamdır.[74] Ama eğer Soykırım endüstrisinin iddia ettiği gibi yüz binler­ce Yahudi bu katliamdan sağ kurtulabildiyse, Nihai Çözüm o kadar da verimli işlemiyordu. O zaman tam da Soykırım in­karcılarının iddia ettiği gibi gelişigüzel bir hadiseydi Soykı­rım. Les extremes se touchent [Aşırılar birbirine yaklaşı­yor],
Raul Hilberg, yakın zamanlarda kendisiyle yapılan bir röportajda Nazi soykırımını anlamada sayıların ne kadar önemli olduğunun altını çizdi. Talepler Konferansının sundu­ğu yeni rakamlar örgütün anlayışını sorgulamayı da günde­me getiriyordu. Talepler Konferansı’nın Almanya ile yapılan köle işçi görüşmeleriyle ilgili “durum bildirisi”ne göre “Köle işçilik, Nazilerin Yahudileri katletmede kullandığı üç ana me­tottan biriydi - diğerleri ateş ederek öldürmek ve gaz odala­rına koymaktı. Köle işçiliğinin amaçlarından biri insanları öl- dürünceye kadar çalıştırmaktı... Bu bağlamda ‘köle’ kelime­si ihtiyacı karşılamamaktadır. Köle sahipleri, kölelerinin ya­şamlarının ve genel durumlarının korunmasını amaçlardı. Naziler ise potansiyel iş gücünü kullandıktan sonra “köle- ler”ini yok etmeyi düşünüyorlardı.” Soykırım inkarcıları dı­şında kimse Nazizmin köle işçilere böyle bir kader biçtiğine şüphe etmiyor. O halde bu genel geçer olguyla yüz binlerce
Yahudi köle işçinin sağ kurtulduğu nasıl uzlaştırılabilir? Ta­lepler Konferansı Nazi soykırımının bu korkunç gerçeğiyle Soykırım inkarcılığı arasında yer alan duvarda bir delik aç­mıyor mu?[75]
New York Times ’ta çıkan tam sayfa ilanda Elie Wiesel, Haham Marvin Hier ve Steven T. Katz “Suriye’nin Soykırım’ı inkar etmesini” kınadılar. İlanda kınanan şey Suriye’nin resmi bir gazetesinde çıkan baş yazıyla ilgiliydi. Gazete “Al­manya ve diğer Batı devletlerinden para koparabilmek için İsrail’in Soykırım hikayeleri uydurduğunu” yazıyordu. Ne ya­zık ki Suriye’nin iddiası doğruydu. Ama Suriye hükümetinin de ilana imza atanların da kaçırdığı şey yüz binlerce kişinin kamplardan sağ çıktığına dair hikayelerin kendilerinin de bir tür Soykırım inkarcılığı olduğuydu.[76]
İsviçre ve Almanya’ya yapılan şantaj büyük finalin aslın­da başlangıcını oluşturuyordu: Doğu Avrupa’dan para sızdı­rılması. Sovyet Bloku’nun çöküşü, eskiden Avrupa Yahudili­ğinin kalbi olan bölgeyi cazip bir hale getirdi. Soykırım En­düstrisi yine “ihtiyaç sahibi Soykırım mağdurlan” kullanarak zaten yoksullaşmış bölge ülkelerinden milyarlarca dolar para sızdırmaya girişti. Pervasız ve insafsız bir ısrarla sürdürdüğü amaçlar Avrupa’da yükselen anti-semitizmin baş nedeni ol­du.
Soykırım endüstrisi kendini Nazi soykırımında ölen her­kesin özel ve toplumsal servetinin tek meşru davacısı olarak konumladı. House Banking Komitesine konuşan Edgar Bronfman “İsrail Hükümetiyle anlaşma sağlandı; varissiz ser­vetlerin tümü Dünya Yahudi Tazminat Örgütü’ne (WJRO) kalacak” diyordu. Bu “yetki”yi kullanan Soykırım endüstrisi savaş öncesinden kalan Yahudi mallarını ya da bunların kar­şılığı olarak belirlenecek miktarda parayı Doğu Avrupa ülke­lerinden talep etti.[77] Ancak bu talep etmeye İsviçre ve Al­manya’ya karşı kamuoyunda sergilenen öfke eşlik etmedi. Kamuoyu İsviçreli bankacılara ve Alman sanayicilere şantaj yapılmasından rahatsız olmamıştı ama açlıktan nefesi kokan Polonya köylülerine şantaj yapılması pek de hoş karşılanma­yacaktı. Nazi soykırımı sırasında yakınlarını kaybeden Yahu­diler de WJRO’nun kurgularına şüpheyle bakacaktı. Malları­na el koymak için onların meşru varisi olduğunu iddia etmek bir mezar-hırsızlığı olarak tanımlanabilirdi. Soykırım endüst­risinin bu kez seferber edilmiş bir kamuoyuna ihtiyacı yoktu. Zaten bitmiş haldeki ulusların zayıf direnişi bazı önemli ABD’li devlet adamlarının desteğiyle kolayca yıkılabilirdi.
Bir Kongre komitesine yaptığı konuşmada Stuart Ei­zenstat şöyle diyor: “Toplumsal mülkiyet haklarındaki ısrarı­mızın Doğu Avrupa’da Yahudi yaşamının yeniden doğuşu ve yenilenmesi ile hayati bir bağa sahip olduğunun farkedilme- si önemlidir.” Polonya’daki Yahudi yaşamını “yeniden dirilt­mek” için WJCRO savaş öncesine ait 6000’den fazla Yahu­di toplumsal mülkünün kendisine verilmesini istiyor. Bunlar içinde bugün okul ya da hastane gibi kullanılanlar da var. Po­lonya’da savaştan 3.5 milyon Yahudi yaşıyordu; şu anki nü­fus ise birkaç binle ifade ediliyor. Buradaki Yahudi yaşamını diriltmek için her Yahudi’ye bir sinagog ya da okul mu ver­mek lazım? Örgüt bugünkü değeri on milyarca dolarla ifade edilebilecek toprak parçası üzerinde de hak iddia ediyor. Jewish Week’e göre “Polonyalı yetkililer Polonya’nın iflas et­mesinden korkuyorlar. ” Polonya parlamentosu bir iflas krizi­ne düşmemek için tazminatlara sınır getirdiği zaman, Dünya Yahudi Kongresi-WJC’den Elan Steinberg, bunu alenen kı­nadı ve kararın ‘kökten bir Amerikan karşıtı eylem olduğu­nu’ ilan etti.[78] Polonya üzerindeki baskısını artıran Soykırım endüstrisinin avukatları Hakim Korman’m mahkemesinde “yaşlı ve ölmek üzere olan Soykırım mağdurları”na tazminat ödenmesi için toplu dava açtılar. İddiaya göre, savaş sonrası Polonya hükümetleri Yahudilere karşı “son 54 yıl boyunca sürgün politikası” izlemişler ve ülkedeki Yahudi nüfusu bitir­mişlerdi. New York Şehir Konseyi davaya balıklamasına at­ladı. Oybirliğiyle alınan kararda Polonya’dan “Soykırım ser­vetlerinin tazminatının tam olarak ödenmesini sağlayacak yasaların çıkarılması” istendi. Başını New York’dan Kongre­ye seçilen Anthony Weiner’in çektiği 57 Kongre üyesi de Polonya Parlamentosu’ndan Soykırım sırasında el konan mülk ve servetlerinin tamamının geri verilmesini” istedi. Po­lonya parlamentosuna gönderilen mektupta “insanlar her geçen gün daha da yaşlandığından, hakları yenenlerin acısı­nı telafi etmek için zaman giderek daralmaktır” deniyordu.[79]
Senato’daki Bankacılık Komitesi önünde konuşan Stu- art Eizenstat işlerin yavaş gitmesinden yakınıyordu: “Mülkle­rin iadesinde bir takım sorunlar ortaya çıktı. Örneğin bazı ül­kelerde, hakları oldukları mülkleri geri isteyen insanlar ya da topluluklardan bir süre beklemeleri isteniyor; bazen bu zo­runlu bir bekleme oluyor. Kiracıların belirlenmiş kira oranıy­la uzun bir süre bu mülklerde kalması sağlanıyor.”[80] Bela- rus’un ihmalkarlığı Eizenstat’ı özellikle kızdırıyordu. Kongre’de Uluslararası İlişkiler Komitesi’ne yaptığı açıklamada bu ülkenin savaş öncesi Yahudi mallarını iade etmede “çok ama çok geride” olduğunu söylemişti.[81] Bu arada, bir Belaruslu’nun ortalama aylık gelirinin 100 dolar civarında olduğunu söyleyeyim.
İsyankar hükümetleri hizaya getirmek için Soykırım En­düstrisi, ABD yaptırımlarını kullanmaktadır. Eizenstat, kong­re üyelerine yaptığı konuşmada OECD, WTO, AB, NATO ve Avrupa Konseyi’ne girmek isteyen Doğu Avrupa devlet­lerinin yerine getirmeleri gereken şeyler listesinde tazminat­lar meselesinin üst sıralara çekilmesini istiyordu-. “Konuşur­sanız sizi dinlerler...tavsiyelerinizi dikkate alacaklardır.” WJC’den Israel Singer da Kongre’den her ülkenin ödeme yapıp yapmadığını “kontrol etmek” için “alışveriş listesine bakmaya devam etmelerini” istiyordu. Uluslararası İlişkiler Komitesi üyesi Benjamin Gilman da şöyle diyordu: Bu me­seleye dahil olan her ülke mutlaka bilmelidir ki alacakları ta­vır ABD’nin ikili ilişkileri değerlendirirken göz önüne aldığı ölçülerden biri olacaktır.” İsrail Parlamentosu’nda Tazminat komitesinin başkanlığını yapan ve aynı zamanda Dünya Ya­hudi Tazminat Örgütü’nde İsrail’i temsil eden Avraham Hirschson ise Kongre’nin şantajdaki suç ortaklığına övgüler yağdırıyordu. Romanya Başbakanı ile “kavgaları”nı hatırla­tan Hirschson şunları söylüyordu: “Kavga sırasında bir şey hatırlattım; hava değişti. Ona iki gün sonra burada, yani Kongre’de konuşma yapacağımı söyledim. ‘Konuşma sıra­sında neler söylememi istersin?’ Tüm hava değişmişti.” Soy­kırım mağdurlarını savunan bir avukat, “Dünya Yahudi Kongresi tam bir Soykırım endüstrisi yarattı.... ve Avrupa’da yükselen çok çirkin bir anti-semitist dalganın gelişmesine katkıda bulundu. Bu yüzden suçludur” diyor.[82]
Eizenstat Kongre’de yaptığı duygulu konuşmada “Bu çalışmaların çok azı bile sürse bunlar ABD için olmayacak mıydı?” diyor, Doğu Avrupa’ya yapılan baskıyı meşrulaştır­mak için de “haksızca el konulmuş toplumsal ve özel mülki­yetin iade edilmesinin ya da bedelinin ödenmesinin Batı ah­lakının temel taşlarından biri olduğunu” iddia ediyordu. Ei- zenstat’a göre Doğu Avrupa’nın “yeni demokrasileri”nin bu ölçüyü yakalaması “totaliteryanizmden demokrasiye geçişte uygun bir gelişme olacaktır.” Eizenstat üst düzey bir ABD’li yetkili ve İsrail’in de tanınmış bir destekçisi. Doğu Avrupa için uygun görülen gelişmeyi Amerikan yerlileri ve Filistinli­ler bağlamında ABD’nin de gerçekleştirmediğini hatırlata­lım.[83]
Kongre’de Hirschson’ın yaptığı hokkabazlığa göre “Po­lonya kökenli Soykırım mağdurları her gün Hirschson’un meclisteki bürosuna geliyor ve ‘terk ettikleri servetlerini, ev­lerini ya da dükkanlarını ne zaman geri alacaklarını’ soruyor­du”. Bu arada Soykırım endüstrisi ikinci bir cephede dahasavaşa başladı. Doğu Avrupa’daki yerel Yahudi toplulukları Dünya Yahudi Kongresi’nin varissiz mülkler üzerindeki hak iddiasına karşı çıkmaya ve kendileri bunlar üzerinde hak id­dia etmeye başladı. Ancak böyle bir iddiayı kanıtlayabilmek için bir Yahudi’nin yerel Yahudi topluluğuyla resmen bir iliş­kisinin olması lazımdı. Yahudi yaşamının diriltilmesi projesi­nin yerini Soykırım ganimetinden yararlanmak için yeni keş­fedilen kökler söylemi alacaktı.[84]
Soykırım endüstrisi tazminat paralarının Yahudiler için hayati projelere aktarılacağıyla övünüyordu. Gerçek kurban­ları temsil eden bir avukat ise şunları söylüyordu: “Evet, ha­yati projeler önemli ama bunları başkalarının paralarıyla ger­çekleştirmek yanlış bir şey.” Hayati projelerden biri Eizens- tat’a göre “çabalarımızın en büyük mirası” olan “Soykırım edebiyatı”ydı. Hirschson da Soykırım eğitiminde merkezi bir rol oynayan, tazminat paralarından kendisine önemli bir pay ayrılan ‘March of the Living” [Yaşamın Yürüyüşü] örgütünün kurucusuydu. Siyonizmin ilham kaynağı olduğu ve binlerce kişinin rol aldığı bir oyunda dünyanın her tarafından Yahudi gençler Polonya’daki ölüm kamplarında toplanmış ve İsra­il’le birlikte gelen kurtuluş öncesi Yahudi olmayan dünyanın yaptığı kötülükler üzerine ilk elden bilgiyle donatılmışlardı. Jerusalem Post Mart ayında gerçekleşen bu berbat anı şöy­le bildiriyor: “Connecticut’tan genç bir kadın durmadan ‘çok korkuyorum, gidemem, şimdiden İsrail’de olmak istiyorum’ diyor. Vücudu titriyor, tam o sırada aniden arkadaşı büyük bir İsrail bayrağı çıkarıyor. Bayrağı üzerlerine sarıyorlar ve devam ediyorlar.” Bir İsrail bayrağı: Evi onsuz terketme.[85]Soykırım Dönemi Servetleri Üzerine Washington Kon- feransı’nda konuşan AJC’den David Harris Yahudi gençleri­nin Nazi ölüm kamplarına götürülmesinin yol açtığı “derin etki”ye uzun uzun değindi. Forvoard dergisi de aşırı duygusal bir tonla bu olayı haberleştirdi. “Auschwitz ziyaretinden son­ra İsrailli gençler striptizcilerle neşelendi” başlığıyla çıkan ha­bere göre gençler “ziyaretin meydana getirdiği olumsuz duy­guları ancak striptizcileri seyrederek atlatabildiler.” ABD Soykırım Anısı Müzesi’ne götürülen öğrencilerin de aynı acı­ları yaşadığı apaçık ortadaydı. Forıuard’a göre gençler “et­rafta dolaşıyor, iyi vakit geçiriyor ve birbirlerinin duygularını anlıyorlardı.”[86] Soykırım endüstrisinin tazminat paralarını Soykırım eğitimine ayırmasına kim şüpheyle bakabilirdi? Pa­ralar Nazi ölüm kamplarından çıkmışlara dağıtılarak çar çur mu (Nahum Goldman) edilseydi?[87]
1998 Ocağı’nda aralarında İsrail başbakanı Ehud Barak’ın da bulunduğu yaklaşık 50 ülkeden gelen yetkililer Stockholm’deki büyük bir Soykırım eğitimi konferansına ka­tıldı. Konferansın nihai deklarasyonunda soykırımın, etnik temizliğin, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının kötülükleriyle mücadele etmenin, uluslararası toplumun boynuna “kutsal bir borç” olduğunun altı çizildi. Daha sonra İsviçreli bir mu­habir Barak’a Filistinli mültecilerin durumunu sordu. Barak prensip olarak tek bir mültecinin bile İsrail’e gelmesine kar­şı olduğunu söyledi: “Mülteciler için ahlaki, yasal ya da baş­ka tür bir sorumluluk yüklenemeyiz.” Konferansın Soykırım endüstrisi için büyük bir başarı olduğu açıktı.[88]
Yahudi Talepleri Konferansı’nm kendi rehberine göre örgütün ilişkide olduğu birçok kuruluş var. Büyük, iyi işleyen bir bürokrasi meydana gelmiş durumda. Avrupa’da her ülke­de Soykırım endüstrisinin silahı olabilecek sigorta şirketleri, sanat müzeleri, bankalar, özel sanayi, kiracılar ve çiftçiler var. “İhtiyaç sahibi Soykırım mağdurları” kendi adlarına ha­reket eden Soykırım endüstrisinin aslında yağmayı devam et­tirmesinden şikayet ediyorlar. Bunlardan birçoğu Talepler Konferansı aleyhine dava açtılar bile. Bu bakımdan “Soykı­rım”, “insanlık tarihinin en büyük soygunu” haline gelebilir.[89]
Tarihçi ilan Fappe’nin anlattığına göre, savaştan sonra İsrail, Almanya ile ilk defa tazminat meselesini görüşmeye başladığında Dışişleri Bakanı tazminat paralarının bir kısmı­nın Filistinli mültecilere aktarılmasını önermişti: “Daha kor­kunç adaletsizliğin (Soykırım) neden olduğu daha küçük ada­letsizliği (Filistin trajedisi) telafi etmek için gerekliydi bu.”[90] Ancak önerinin somut bir karşılığı olmadı. Daha sonra, ünlü bir İsrailli akademisyen, İsviçre Bankaları ve Alman şirketle­rinden alınan paranın bir kısmının “Filistinli mültecilere taz­minat olarak ödenmesini” istedi.[91] Nazi soykırımından kurtu­lanların çoğunun öldüğü düşünüldüğünde bu oldukça anlam­lı bir öneriydi.
Dünya Yahudi Kongresi’nin tipik stili 13 Mart 2000’de yine sahnedeydi. Israel Singer bu tarihte “ürpertici bir açık­lama yaptı”. Yeni ortaya çıkarılan bir Amerikan belgesine göre Yahudilerin Soykırım döneminden kalma ve mirasçısı olmayan 10 milyar dolarlık serveti Avusturya’nın elindeydi. Singer’in başka bir iddiasına göre de Amerika’daki tüm sa­nat eserlerinin yüzde ellisi Yahudilerden çalınmıştı.[92] Soykı­rım endüstrisinin çıldırdığı apaçık ortadaydı.

Alıntı: SOYKIRIM ENDÜSTRİSİ, Norman G. Finkelstein, Türkçesi: Erkan Saka Gökçe Kaçmaz, Söylem Yayınları: 3 İnceleme  Araştırma Dizisi: 2, 2001, İstanbul




[1]          Henry Friedlander, “Darkness and Dawn in 1945: The Nazis, the Allies, and the Survivors,” in US Holocaust Memoriaf Museum, 1945- - The Year of Liberation (Washington: 1995), 11-35.
[2]          Örneğin bkz. Segev, Seuenth Million, 248.
*     Mengele (1911-1979), Ölüm meleği ismiyle tanınan Nazi ordusuna hizmet etmiş bir doktor. Aynı zamanda gaz odalarının mucidi ve uygulayıcısı. Döne­minde insan hücreleri üzerinde yaptığı ırkçı çalışmalarıyla da bilinir.-çev.
[3]    Lappin, Man With Two Heads, 48. D. D. Guttenplan, “The Holocaust on Trial,” in Atlantic Monthly (February 2000), 62 (Lipstadt’m bir ifadeden şüphe etmeyi Soykırım inkarıyla eş tuttuğu yukarıda metinle karşılaştırma yapın).
** Yidiş dili (İngilizce’de Yiddish) Almanya Yahudileri’nin konuştukları Slav, Germen, Arami-lbrani ve Romen etkileri sonucu oluşan ve yaklaşık 1000 yıllık bir geçmişe sahip olan bir dil.
[4]   Wiesel, Ali Rivers, 121-30, 139, 163-4, 201-2, 336. Jeuıish Week, 17 September 1999. New York Times, 5 March 1997.
[5]          Daniel Ganzfried, “Binjamin VVilkomirski und die verwandelte Polin,” in Weltwoche (4 November 1999).
[6]          Marlyn B. Young, The Vietnam Wars (New York: 1991), 301-2, “Cohen: US Not Sorry for Vietnam War,” in Associated Press (11 March 2000).
[7]          Arkaplan için bkz. Nana Sagi, German Reparations (New York: 1986), ve
Ronald W. Zweig, German Reparotions and the Jeloisfı World (Boulder: 1987). Her iki kitap da Talepler Konferansı’nın siparişiyle yapılan resmi ta­rihlerdir.
[8]          Alman parlementer Martin Hohmann (CDU)'ın sorusuna Alman hükümeti­nin verdiği (aşırı karmaşık bir dille) cevapta Talepler Konferansı’na verilen paranın ancak % 15’inin gerçek kurbanlara ulaştığı bildirildi (kişisel görüşme, 23 Şubat 2000).
[9]          Ronald Zweig, resmi tarihinde açıkça Talepler Konferansı’nın anlaşma mad­delerini ihlal ettiği söyler: Konferans’tan akan paralarla Ortak Dağıtım Ko­mitesi (JDC)’nin Avrupa’daki çalışmaları devam edebildi, yoksa bu faaliyetler parasızlıktan sona erecekti. Ama JDC’nin bütçesinde Konferans’tan gelen paralar sonucu meydana gelen en önemli değişme Arap ülkelerine fon ayrıl­masıyla oldu. Anlaşmadan sonraki üç yıl içinde örgütün bu ülkelerdeki faali­yetleri yüzde 68 arttı. Almanya ile imzalanan anlaşma gereği doğan resmi kı­sıtlamalara rağmen para en çok ihtiyaç duyulan yerlerde kullanıldı. [Talepler Konferansı’nın eski üst düzey yetkilisi] Moses Leavvitt şu gözlemi yapıyor: ‘Bütçemiz İsrail içinde ve dışında, İslam ülkelerinde vb.’de (Yahudiler için- çev.) doğan ihtiyaçların öncelik sırasına göre belirleniyordu. Konferans fonu­nu genel bir fonun parçası olarak düşündük. Bu fon da Yahudi ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılacaktı, bu bizim sorumluluğumuzdu ve en öncelikli meselemizdi." (German Reparations, 74).
*     Shovvboat, ilk defa Amerika’da ortaya çıkmış, sirke benzeyen ancak daha çok tiyatro oyunlarının sahnelendiği bir çeşit gezici tiyatro-çev.
[10]        Örneğin bkz. Lorraine Adams, “The Reckoning,” in Washington Post Ma­gazine (20 April 1997), Netty C. Gross, “The Old Boys Club,” and “After Years of Stonewalling, The Claims Conference Changes Policy,” in Jerusa­lem Report (15 May 1997, 16 August 1997), Rebecca Spence, “Holocaust Insurance Team Racking Up Millions in Expenses as Survivors Wait,” in For- ward (30 July 1999), ve Verena Dobnik, “Oscar Hammerstein’s Cousin Su- es German Bank Över Holocaust Assets,” AP Online (20 November 1998) (Hertzberg).
[11]        Greg B. Smith, “Federal Judge Oks Holocaust Accord,” Daily Neuıs (7 Ja- nuary 2000). Janny Scott, “Jews Teli of Holocaust Deposits,” New York Ti­mes (17 October 1996). Saul Kağan Talepler Konferansı üzerine olan bu kısmın ilk halini okudu, olgusal hataları düzeltti. Okuduğunuz metin düzeltil­miş metindir.
[12]        Elli IVohlgelernter, “Lawyers and the Holocaust,” Jerusalem Post (6 July 1999).
[13] Bu bölüme arkaplan için bkz. Tom Bower, Nazi Gold (New York: 1998), Ita- mar Levin, The Last Deposit (Westport, Conn.: 1999), Gregg J. Rickman, Suıiss Banks and Jeuıish Souls (Nevv Brunsu/ick, NJ: 1999), Isabel Vincent, Hitler’s Silent Partners (New York: 1997), Jean Ziegler, The Suıiss, the Gold and the Dead (New York: 1997). İsviçre’ye karşı önyargılı olmaların­dan dolayı biraz sorunlu olsalar da bu kitaplar epey işe yarar bilgi içeriyorlar.
[14]        Levin, Last Deposit, bölüm 6-7. İsraillinin hatalı haberi için (kendisi bahset­mese de haberin yazarının Levin olduğunu hatırlatalım) bkz. Hans J. Halb- heer, “To Our American Friends," American Suıiss Foundation Occasional Papers (t.y.).
[15]        Altı İsviçre bankasının 13 şubesi ABD’de faaliyet gösteriyordu. Bu bankalar 1994’te Amerikalı iş adamlarına 38 milyar dolar borç verdiler ve müşterile­ri için Amerikan borsa ve bankalarındaki yüz milyarlarca dolarlık yatırımları yönettiler.
[16]        1992’de WJC yeni bir örgüt doğurdu: Dünya Yahudi Yeniden Tazminat Ör­gütü (WJRO). Yeni örgüt yaşayan ya da ölü tüm Soykırım mağdurlarının ser­vetleri üzerinde yasal yetki talep etti. Bronfman’m başkanlığını yaptığı örgüt Talepler Konferansı’nı örnek alan bir şemsiye örgüttür
[17]        ABD Senatosu Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi önünde yapı­lan konuşma. 23 Nisan 1996. Bronfman “Yahudi çıkarları”nı savunurken ol­dukça seçicidir. Kendisi sağcı Medya patronu Leo Kirch’in önemli iş ortakla­rındandır. Kirch, Haçların okullara sokulmasını yasaklayan bir Yüksek Mah­keme kararını destekleyen gazete editörünü işten atmaya çalışmasıyla meş­hurdur. (www.seaqram.com/comDanv info/historv/main.htm: Oliver Gehrs, “Einflus aus der Dose,” Tagesspiegel [12 Temmuz 1995].
[18]  Rickman, Suıiss Banks, 50-1. Bower, Nazi Gold, 299-300.
[19]        Bower, Nazi Gold, 295 (“sözcü”), 306-7; dp. 319. Alan Morris Schom, “The Unwanted Guests, Swiss Forced Labor Camps, 1940-1944,” A Re- port Prepared for the Simon Wiesenthal Çenter, January 1998. (Schom bunların aslında “köle çalıştırma kampları olduğunu” iddia ediyor). Levin, Last Deposit, 158, 188. İsviçre'deki mülteci kamplarının ölçülü bir değer­lendirmesi için bkz. Ken Nevvman (ed.), Suıiss Wartime VJork Camps: A Collection of Eyeuıitness Testimonies, 1940-1945 (Zürich: 1999), ve In­ternational Commission of Experts, Sıvitzerland - Second World War, Suıit- zerland and Refugees in the Nazi Era (Bern: 1999), bölüm 4.4.4. Saidel, Never Too Lale, 222-3. Yossi Klein Halevi, “Who Owns the Memory?" Je- rusalem Report (25 February 1993). VViesenthal, Merkez’e ismini yılda 90,000 dolara kiralıyor.
[20] Bower, Nazi Gold, xi, xv, 8, 9, 42, 44, 56, 84, 100, 150, 219, 304. Rick­man, Swiss Banks, 219.
[21]        Thomas Sancton, “A Painful History,” Time, 24 February 1997. Kongre’de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuşmalar, 25 Haziran 1997. Bower, Nazi Gold, 301-2. Rickman, Suıiss Banks, 48. Le- vin de Salmanovitz’in Yahudi olduğu noktasında aynı şekilde sessizdir (5, 129, 135).
[22]        Levin, Last Deposit, 60. Kongre’de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komi­tesi önünde yapılan konuşmalar, 11 Aralık 1996. (alıntı Wiesel’in 16 Ekim 1996’da verdiği ifadeden). Raul Hilberg, The Desctruction of the Europe­an Jeuıs (New York: 1961), bölüm 5.
[23]        Amerikan Senatosu’nda Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi önünde verilen ifadeler, ABD Senatosu, 6 Mayıs 1997.
[24]        Kongre'de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuş­malar, 11 Aralık 1996. Smith yıllar önce ortaya çıkardığı belgelerin D'Ama- to tarafından yeniymiş gibi sunulmasını basına şikayet etti. ABD Soykırım Müzesi aracılığıyla bir araştırmacı kitlesini Kongre görüşmeleri için seferber etmiş olan Rickman garip bir savunma yaparak Smith’e şöyle cevap veri­yordu: “Smith’in kitabını biliyordum ama onu okumadım. Çünkü o zaman ‘onun’ belgelerini kullanmakla suçlanırdım” (113). Vincent, Silent Partners, 240.
[25]  Bower, Nazi Gold, 307. Kongre’de Banka ve Finans Hizmetleri Komiteleri önünde yapılan konuşmalar, 25 Haziran 1997.
[26]  Rickman, Sıviss Banks, 77. Bu konunun tam bir incelemesi için bkz. Peter Hug and Marc Perrenoud, Assets in Switzerland of Victims of Nazism and the Compensation Agreements uıith East Bloc Countries (Bern: 1997). ABD’de daha önce gerçekleşen tartışmalar için bkz. Seymour J. Rubin and Abba P. Schwartz, “Refugees and Reparations,” La w and Contemporary Problems (Duke University School of Law: 1951), 283.
[27]        Levin, Last Deposit, 93, 186. Kongre’de Banka ve Finans Hizmetleri Ko­miteleri önünde yapılan konuşmalar, 11 Aralık 1996. Rickman, Suıiss Banks, 218. Bower, Nazi Gold, 318, 323. Özel fonun kurulmasından bir hafta sonra “Amerika’daki hiç bitmeyen düşmanlıktan dehşete düşen” .İsviç­re devlet başkanı “yoksulluk, sefalet ve şiddetle küresel ölçekte mücadele için 5 milyar dolarlık Dayanışma Vakfı’nın kurulacağını açıkladı. Ancak vakfın kuruluşu ulusal bir referandumla belirlenecekti ve hemen bir iç muhalefetle karşılaştı. Vakfın geleceği hakkındaki belirsizlik sürüyor.
[28]        Bower, Nazi Gold, 315. Vincent, Silent Partners, 211. Rickman, Suıiss Banks, 184 (Volcker).
[29]  Levin, Last Deposit, 187-8, 125.
[30]        Levin, Last Deposit, 218. Rickman, Suıiss Banks, 214, 223, 221.
[31]        Rickman, Suıiss Banks, 231.
[32]        age. Rickman doğru bir tercihle bunları anlattığı bölümün başlığını “Boykot­lar ve Dikte Ettirilenler” diye koymuş.
[33] Anlaşmanın tam metni için bkz. Independent Committee of Eminent Per- sons, Report on Dormant Accounts of Victims of Nazi Persecution in Swiss Banks (Bern: 1999), Ek O. 200 milyon dolarlık özel fon ve 1.25 mil­yar dolarlık toplu dava anlaşmasından başka, Soykırım endüstrisi 1997’de Londra’da İsviçre altınları üzerine yapılan konferansta ABD ve müttefiklerin­den 70 milyon dolar daha kopardı.
[34]  Bu yıllarda ABD’nin Yahudi mülteciler politikası üzerine bkz. David S. Wyman, Paper Walls (New York: 1985), and The Abandonment of the Jeuıs (New York: 1984). İsviçre politikası için bkz. Independent Commissi- on of Experts, Sıvitzerland - Second World War, Suıitzerland and Refuge- es in the Nazi Era (Bern: 1999). Amerika ve İsviçre’nin sınırlı kotalarında benzer unsurlar etkili oldu: ekonomik sıkıntılar, yabancı düşmanlığı, anti-se- mitizm ve daha sonra güvenlik. Bağımsız komisyon, İsviçre’ye karşı oldukça eleştirel olsa da “diğer ulusların söylemlerindeki ikiyüzlülüğü” hatırlattı ve bu bağlamda “özellikle ABD’nin göçmen yasalarını liberalleştirme noktasında tam bir duyarsızlık içinde olduğu”nun altı çizildi. İsviçre’ye gelince onun mül­teci politikası da aslında “çoğu ülkenin politikasından farksız değildi.” (42, 263). Komisyonun eleştirel bulgularına geniş biçimde yer veren ABD med­yasının bu noktaya değindiğine ise hiç rastlamadım.
[35]        Amerikan Senatosu’nda Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 15 Mayıs 1997 (Eizenstat ve D'Amato). Ameri­kan Senatosu’nda Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi önünde ya­pılan konuşma, 23 Nisan 1996 (Bronfman, Clinton’dan ve Kongre üyeleri­nin yazdığı mektuptan alıntı yapıyor). Amerikan Senatosu’nda Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 11 Aralık 1996 (Le­ach). Kongre’de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 25 Haziran 1997 (Leach). Rickman, Sıuiss Banks, 204 (Albright).
[36]        Tüm bu Kongre konuşmaları sırasında Soykırım tazminatı konusunda tek ay­kırı ses California’lı Kongre üyesi Maxine Waters’tan geldi. “Soykırım’ın tüm kurbanlarına adaletin ulaştırılması için yüzde 1000 destek vermekten kaçın­mayacağım” ifade etmekle beraber VVaters “acaba tüm bu Tazminat çalışma­larının atalarımın burada, ABD’de köle olarak çalıştırılmalarına nasıl uygula­nabileceğini merak ediyorum” diyordu. “ABD’deki köle işçiliğiyle ilgili neler yapılabileceğini düşünmeden burada oturuyor olmam çok garip. Afro-Ame- rikan toplumunda tazminat istemek radikal bir tavır olarak değerlendiriliyor. Meseleyi Kongreye götürmek isteyenlerle hep alay edildi." VVaters daha son­ra Soykırım tazminatı almak için yönlendirilen devlet kuruluşlarının aynı şe­yi “yerli köle işçiliği" tazminatı için de yapmalarını istedi. Komite başkanı Ja­mes Leach, Waters’a verdiği cevapta “sayın bayan olağanüstü derinlikte bir konuyu gündeme getirdi. Komite bunu bir tavsiye olarak alacak....Ancak meselenin Amerikan tarihi ve insan hakları bakımından oldukça derin bir meseleyi gündeme getirdiği belirtilmelidir." Meselenin Komitenin hafıza boş­luğunun en diplerine atıldığına şüphe yok. (Amerikan Kongresi’nde Banka­cılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 9 Şubat.
2000)    . Afro-Amerikalılar için bir tazminat davası yürüten Randall Robinson, ABD’nin bu hırsızlık konusundaki “sessizliği”yle, bakan yardımcısı Stuart Ei- zenstat’ın 16 Alman şirketini köle işçi çalıştırdıklarıyla gerekçesiyle tazminat ödemeye zorlamasını karşılaştırıyor. (Randall Robinson, “Compensate the Forgotten Victims of America’s Slavery Holocaust," Los Angeles Times [11 Şubat 2000]; Randall Robinson, The Debt [New York: 2000], 245)
[37]        Philip Lentz, “Reparations Woes" Crain’s (15-21 November 1999). Micha- el Shapiro, “Lawyers in Swiss Bank Settlement Submit Bili", Outraging Je- wish Groups,” Jeuıish Telegraphic Agency (23 November 1999). Rebecca Spence, “Hearings on Legal Fees in Swiss Bank Case," Forıuard (26 No­vember 1999). James Bone, “The Holocaust Survivors Protest Över Legal Fee,” The Times (London) (1 December 1999). Devlin Barrett, “Holocaust Assets,” Ne w York Post (2 December 1999). Stewart Ain, “Religious Stri- fe Erupts In Swiss Money Fight,” Jeuıish Vleek (14 January 2000). Adam Dickter, “Discord in the Court,” Jeuıish Week (21 January 2000). Svviss Fund for Needy Victims of the Holocaust/Shoa, “Overview on Finances, Payments and Pending Applications” (30 November 1999). Bu fondan, Soykırım'dan sağ çıkıp İsrail’de yaşayanlara ayrılan pay ise hiçbir zaman mağdurların eline ulaşmadı. Bkz. Yair Sheleg, “Surviving Israeli Bureacracy” Haaretz (6 February 2000).
[38]        Burt Neuborne, “Totaling the Sum of Swiss Guilt,” New York Times (24 Ju­ne 1998). Amerikan Senatosu'nda Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komite­si önünde yapılan konuşma, 11 Aralık 1996. "Holocaust-Konferenz in Stockholm," Frankfurter AHgemeine Zeitung (26 January 2000) (Bronf­man).
[39]        Independent Commission of Experts, Svvitzerland - Second World War, Suıitzerland and Gold Transactions in the Second World War, Interim Report (Bern: 1998).
[40]        Amerikan Senatosu’nda Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 11 Aralık 1996. University of North Carolina’dan tarihçi Gerhard L. Weinberg uzman şahit olarak çağrıldığı Komite toplantısında sahtekarlık içinde şunları söyleyebiliyordu: “İsviçre hükümeti savaş sırasında ve savaşın hemen sonrasında yağmayı yasal olarak görüyordu. İsviçre ban­kaları da hiçbir yasallık, ahlakilik, incelik vb kaygısı gütmeden olabildiğince daha çok kar yapmak istiyordu. ” (Amerikan Senatosu’nda Bankacılık ve Fi­nans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 25 Haziran 1997).
[41]        Raymond W. Baker, “The Biggest Loophole in the Free-Market System,” Washington Quarterly (Autumun 1999). Amerikan yasal güvencesinde ol­masa da uyuşturucu ticaretinden her yıl ‘aklanan’ 500 milyar-1 trilyon dolar arasındaki bir miktar da “Amerikan bankalarına güvenle yatırılıyor.” (age.)
[42]        Ziegler, The Sıuiss, xii; 19, 265.
44.Switzerland and Gold Transactions in the Second World War, IV, 48.
[44]        Independent Committee of Eminent Persons, Report on Dormant Acco- unts of Victims of Nazi Persecution in Sıuiss Banks (Bern: 1999). (Bun­dan sonra kısaca Report denecek).
[45]        Denetlemenin “dış maliyeti" 200 milyon dolar tuttu. (Report, s. 4, paragraf 17) İsviçre bankalarının masrafı ise 300 milyon dolan buldu. (Swiss Federal Banking Commission, basın açıklaması, 6 Aralık 1999)
[46]        Report, Annex 5, s. 81 (çLPart 1, s. 13-15, 41-9. paragraphlar).
[47]        Report, Part I, s. 6, paragraph 22 (“hiç bir kayıt yok”); Part I, s. 6, parag- raph 23 (banka yasaları ve oran); Annex 4, s. 58, paragraph 5 (“gerçekten olağanüstü”) and Annex 5, p. 81, paragraph 3 (“gerçekten kayda değer") (cf. Part I, s. 15, paragraph 47, Part I, s. 17, paragraph 17, paragraph 58, Annex 7, s. 107, paragraphs 3,9)
[48]        “The Deceptions of Swiss Banks," New York Times (7 December 1999).
[49]  Report, Annex 5, s. 81. Report, Annex 5, s. 87-8, paragraph 27: “Daha önce yapılan denetimlerde meydana gelen aksaklıklar için bir çok açıklama yapılmakla birlikte aksamaların ana nedeni olarak şunları sayabiliriz: İsviçre bankalarının yaptığı ‘uyuyan hesap’ tanımının oldukça dar olması; bazı he­sap türlerinin araştırmaya dahil edilmemesi ya da yeterli olmayan araştırma­lar yapılması; belli bazı asgari dengeler altında soruşturma yapılmaması; ya da mirasçıları bildirmedikçe bahsedilen hesapların sahiplerinin Nazi şiddeti­nin kurbanı olduğunun düşünülmemesi.
şi. Report, s. 10, paragraph 30 (“mümkün ya da muhtemel”); s. 20, paragraf 73-5 (25,000 kadar olasılığı yüksek hesap). Report, Annex 4, s. 65-7, pa­ragraf 20-6 ve s. 72, paragraf 40-3 (şimdiki değerler). Raporun tavsiyesi uyarınca İsviçre Federal Fankacılık Komisyonu 2000 Martında bahsi geçen
25,0       hesabı kamuoyuna duyurdu. (Swiss Federal Banking Commission Follows Volcker Recommendations,” basın açıklaması, 30 Mart 2000)
52.     ' Senato’da Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuş­ma, 9 Şubat 2000 (Volcker’in hazırlanan ifadesinden alıntılandı). Bununla İs­viçre Federal Bankacılık Komitesi’nin tespitlerini karşılaştırın: “Uyuyan he­sapların bugünkü değerlerine dair tüm belirtiler varsayımlara ve tahminlere dayanıyor. Yalnızca 1200 hesabın sahibinin Soykırım kurbanları olduğuna dair elimizde kesin kanıtlar var." (Basın açıklaması, 6 Aralık 1999).
[52] Report, s. 2, paragraph 8) (çf. s. 23, paragraph 92). Report, Appetıdix S, s. A-134; daha detaylı bir inceleme için bkz, çf. s. A-135.
[53]        Senato’da_Banka ve Finans Hizmetleri komitesi önünde yapılan konuşma, 25 Haziran 1997. (Rubin’in hazırlanmış ifadesinden alıntılandı). (Arkaplan için bkz. Seymour J. Rubin and Abba P. Schwartz, “Refugees and Reparati- ons,” Lauı and Contemporary Problems [Duke University of Law: 1951), 286-9.
[54]        Kongre’de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuş-
ma, 25 Haziran 1997.
[55]        Konuyla ilgili dönemde, 1933-45’te İsviçre'nin nüfusu 4 milyon civarınday­dı. ABD’ninki ise 130 milyondu. Volcker komitesi o dönem açılan, kapatı­lan ya da ilgilenilmeyen İsviçre hesabını denetlemişti.
[56]        Levin, Last Deposit, 23. Bovver, Nazi Gold, 256. Bower İsviçre’lilerin bu isteğini “cevaplandırılamaz bir retorik” olarak nitelendiriyor. Cevaplandırıl­maz kısmı doğru da niye ‘retorik’ olsun?
[57]        Rickman, Sujİss Banks, 194-5.
[58]        Komisyon hakkında bilgi için bkz. www.Dcha.gov (Bronfman’m sözleri 21 Kasım 1999 tarihli komisyon basın açıklamasından alındı).
[59]        Kongre’de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuş­madan, 9 Şubat 2000.
[60]  Levin, Last Deposit, 223, 204. “Swiss Defensive About WWII Role,” Asso­ciated Press (15 March 2000). Time (24 February 1997) (Bronfman).
[61]        Levin, Last Deposit, 224.
[62]        Kongre'de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuş­madan, 9 Eylül 1999.
[63]  Yair Sheleg, “Not Even Minimum Wage,” Haaretz (6 October 1999). VVilli- am Drozdiak, “Germans Up Offer to Nazis' Slave Laborers,” Washington Post (18 November 1999). Burt Herman, “Nazi Labor Talks End VVithout Pact,” Forward (20 November 1999). “Bayer’s Biggest Headache,” Ne w York Times (5 October 1999). Jan Cienski, “Wartime Slave-Labor Survi- vors’ Ads Hit Back,” National Post (7 October 1999). Edmund L. Andews, “Germans To Set Up $5.1 Billion Fund for Nazis' Slaves,” New York Times (18 December 1999). Allah Hail, “Slave Labor List Names 255 German Companies,” The Times (London) (9 December 1999). Kongre’de Banka­cılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuşmadan, 9 Şubat 2000 (Eizenstat'm hazırlanmış ifadesinden alınmıştır).
[64]        Sagi, German Reparations, 161. Muhtemelen Yahudi köle işçilerin dörtte biri bu tazminatlardan yararlandı. (Auschvvitz’de tutuklu bulunan) babam da yararlananlar arasındaydı. Aslında, Talepler Konferansı’nm şu anki görüşme­lerde yaşayan köle işçilerle ilgili verdiği rakam Almanya'dan zaten maaş ve tazminat alanlara dayanılarak bulunmuştur! (Almanya Parlamentosu, 92. oturum, 15 Mart 2000).
[65]        Zvveig, Cerman Reparations and the Jeuıish World, 98.; cf. 25.
[66]  Conference on Jewish Material Claims Against Germany, “Position Paper - Slave Labor. Proposed Remembrance and Responsibility Fund” (15 June
[67]        Kongre’de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Konmitesi önünde yapılan ko­nuşmadan, 9 Şubat 2000. Yair Sheleg, “Staking a Claim to Jevvish Claims," Haaretz (31 March 2000).
[68] Henry Friedlander, “Darkness and Dawn in 1945: The Nazis, The Allies, and the Survivors," US Holocaust Memorial Museum, 1945- The Year of Liberation (Washington: 1995), 11-35. Dinnerstein, America and the Sur­vivors of the Holocaust, 28. İsrailli tarihçi Shlomo Shafir'e göre Avrupa’da savaş sonunda toplama kamplarından sağ kurtulan Yahudi sayısı 50.000­
70.0 arasındaydı. (Ambiguous Relations, 384dpl). Friedlander’in Yahu­di ve Yahudi olmayan tüm sağ kalan köle işçiler için verdiği rakam standart­tır; bkz. Benjamin Ferencz, Less Than Slaves (Cambridge: 1979) - “Mütte­fik ordular tarafından ele geçirildiğinde toplama kamplarında az çok canlı halde yaklaşık yarım milyon insan vardı” (xvii; cf.240dp5).
[69]        Stuart Eizenstat, Undersecretary of State for Economic, Business and Agri- cultural Affairs, Chief US Envoy in German Slave-Labor Negotiations, Sta­te Department Briefing, 12 Mayıs 1999.
[70]        Talepler Konferansının yıllık toplantısında Eizenstat’ın görüşlerine bkz. (New York: 14 Temmuz 1999).
[71]        TobyAxelrod, “$5.2 Billion Slave-Labor Deal Only the Start," Jeuıish Bul- letin (12 December 1999; Jeuıish Telegraphic Agency alıntılamış).
[72]        Hilberg, The Destruction (1985), v. iii, Appendix B.
[73]  Die Berliner Zeitung'ya yapılan bir röportajda Talepler Konferansı’nm or­taya attığı 135,000 rakamından şüphe duyduğumu söylemiştim. Talepler Konferansı gönderdiği sert ve kısa tekzipte “rakamların en iyi ve güvenilir kaynaklara dayandığını ve bu yüzden de doğru olduklarını” söyledi. Ancak kastedilen kaynakların hiçbirinin ne olduğu belirtilmiyordu. (“Die Ausbe-
utung jüdischen Leidens,” Berliner Zeitung, 29-30 January 2000; “Gegen- darstellung der Jewish Claims Conference," Berliner Zeitung, 1 February 2000) Der Tagesspiegel'in yaptığı bir röportajda eleştirilerime cevap veren Talepler Konferansı 700,000 kadar Yahudi köle işçinin savaştan sağ çıktı­ğında ısrar ediyordu. Bunların 350-400,000 kadarı Almanya'da geri kalanı ise diğer ülkelerdeki toplama kamplarındaydı. Talepler Konferansı, akade­mik kaynak gösterilmesinde ısrarı ise kızgınlıkla karşıladı ve kaynak belirtme­yi reddetti. Verilen rakamların konu üzerindeki hiçbir akademik kaynakta geçmediğini belirtelim. (Eva Schweitzer, “Entschaedigung für Swangsarbe- iter,” Tagesspiegel, 6 March 2000)
76.  Hilberg’in gözlemiyle, “tarihin başka hiçbir döneminde insanlar montaj hat­tı mantığıyla katiedilmemiştir.” (Destruction, v. iii, 863). Bu meselenin kla­sik bir anlatımı için bkz. Zygmunt Bauman, Modernity and the Holocaust.
[75]        Guttenplan, “Holocaust on Trial.” (Hilberg) Conference on Jewish Material Claims Against Germany, “Position Paper - Slave Labor," 15 June 1999.
[76]        “We Condemn Syria’s Denial of Holocaust,” Nem York Times (9 February 2000). AJC’den David Harris, Avrupa’da artan anti-Semitizme delil vermek için şu anket sonucunu kullanıyordu: “Yahudiler kendi amaçları uğruna Na- zilerin Yahudileri katletmesini kullanıyorlar.” Harris “bazı Alman gazeteleri son görüşmeler sırasında Talepler Konferansı aleyhine yayınlar yaptı...Bir­çok haberde örgütün kendisi ve çoğu kez Yahudi avukatlar açgözlü ve kendi çıkarlarına hizmet eden insanlar olarak gösterildiler, büyük gazetelerde de garip bir tartışma başladı ve Talepler Konferansının iddia ettiği kadar sağ ka­lan olup olmadığı tartışıldı" diyerek iddiasını güçlendirmeye de çalışıyordu. (ABD Senatosu'nda Dış İlişkiler Komitesi önünde yapılan konuşma, 5 Aralık
2000)    . Aslında, böyle bir meselenin Almanya’da gündeme gelmesini bile im­kansız olarak görüyordum. Günlük Liberal Alman gazetesi Die Berliner Ze- itung bu tabuyu yıktı. Ancak gazetenin editörü Martin Sueskind ve ABD mu­habiri Stefan Elfenbein’in cesareti Almanya’da pek yankı bulmadı. Almanla­rın Yahudileri açıkça eleştirme isteksizliği yanında Talepler Konferansı’nın yasal tehditleri ve ahlaki şantajları da bu durumda etkili oldu.
[77]        Kongrede Bankacılık ve Finans Hizmetleri önünde yapılan konuşma, 11 Aralık 1996. J. D. Bindenagel (ed.), Proceedings, Washington Conjerence on Holocaust-Era Assets: 30 November - 3 December 1998 (US Govern­ment Printing Office: Washington DC), 687, 700-1, 706.
[78]        Kongre’de Uluslararası İlişkiler Komitesi önünde yapılan konuşma, 6 Ağus­tos 1998. Bindenagel, Washington Conference on Holocaust-Era Assets, 433. Joan Gralia, “Poland Tries to Get Holocaust Lawsuit Dismissed,” Re- uters (23 December 1999). Eric J. Greenberg, “Polish Restitution Plan Slammed," Jeuıish Week (14 January 2000). “Poland Limits WWH Com- pensation Plan,” Newsday (6 January 2000).
[79]        Theo Garb et al. V. Republic of Poland (United States District Court, Eas- tern District of New York, June 18, 1999). (Toplu dava Edward E. Klein ve Mel Urbach tarafından açıldı. Urbach Almanya ve İsviçre ile yapılan anlaş­malarda da rol almıştı. “Düzeltilmiş şikayet" 2 Mart 2000’de mahkemeye su­nuldu. Bu şikayete daha çok avukat dahil olurken, Polonya hükümetine aley­hine yapılan bazı renkli iddiaların yeni şikayet dilekçesinden çıkarıldığı göz­lemlendi.) “Dear Leads NYC Council in Cali to Polish Government to Make Restitution to Victims of Holocaust Era Property Seizure,” News From Co- uncil Member Noach Dear (29 November 1999). (Alıntı yapılan metin asıl karardan alındı, No. 1072, 23 Kasım 1999’da benimsendi.) “[Anthony D.] Weiner Urges Polish Government to Repatriate Holocaust Claims,” US Ho- use of Representatives (press release, 14 October 1999). Metinsel alıntılar basın açıklaması ve 13 Ekim 1999 tarihli mektubun kendinden yapıldı,)
[80]        ABD Senatosu’nda Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 23 Nisan 1996.
83 Kongre’de Uluslararası İlişkiler Komitesi önünde yapılan konuşma, 6 Ağus­tos 1998.
[82]        Kongre'de Uluslararası İlişkiler Komitesi önünde yapılan konuşma, 6 Ağus­tos 1998. Isabel Vincent, “Who Will Reap the Nazi-Era Reparations?” Na­tional Post (20 February 1999).
[83]        Kongre’de Uluslararası İlişkiler Komitesi önünde yapılan konuşma, 6 Ağus­tos 1998. Şu anda AJC’nin onursal başkan yardımcılığını yapan Eizenstat, AJC'nin Amerikan Yahudileri-İsrail İlişkileri Enstitüsünün de ilk başkanı ol­muştu.
[84]  Kongre’de Uluslararası İlişkiler Komitesi önünde yapılan konuşma, 6 Ağus­tos 1998.Merilyn Henry, “Whose Claim Is It Anyway?” Jerusalem Post (4 July 1997). Bindenagel, Washirıgton Conference on Holocaust-Era As- sets, 705. Editorial, “Jewish Property Belongs to Jews,” Haaretz (26 Octo- ber 1999).
[85]  Sergio Karas, “Unsettled Accounts”, Global and Mail (1 September 1998). Stuart Eizenstat, “Remarks," Conference on Jewish Material Claims Against Germany and Austria Annual Meeting (New York: 14 July 1999). Tom Sa- wicki, ‘‘6,000 Witnesses,” Jerusalem Report (5 May 1994).
[86]        Bindenagel, Washington Conference on Holocaust-Era Assets, 146. Mic- hael Arnold, “Israeli Teens Frolic With Strippers After Auschwitz Visit”, For- ward (26 November 1999). Manhattan'dan kongre üyesi Carolyn Maloney Bankacılık, Bayındırlık ve Şehir İşleri Komitesine kendisinin öncülük ettiği Soykırım Eğitimi Yasasını gururla gösteriyordu. Kanun, Eğitim Bakanlığı yo­luyla Soykırım örgütlerine ödenek ayrılmasını öngörüyordu. Bu örgütler de Soykırım eğitimiyle ilgili öğretmen yetiştirecek ve bu tür eğitimi artıran okul ve topluluklara materyal sağlayacaktı. Manhattan şehri, kamu eğitim sistemi­nin en temel öğretmen ve ders kitabı açığını kapayamadığı bir şehir olarak biliniyor. Bu şehri temsil eden kongre üyesinin Eğitim Bakanlığı’nın kısıtlı fonlarım başka önceliklere yöneltmesi beklenirdi. (Kongre’de Bankacılık ve Finans Hizmetleri Komitesi önünde yapılan konuşma, 9 Şubat 2000).
[87]        Zvveig, German Reparations and the Jeuıish World, 118. Goldman, Dün­ya Yahudi Kongresi’nin kurucusu ve Talepler Konferansı nın da ilk başkam­dir.
[88]        Marlyn Henry, “International Holocaust Education Conference Begins," Je­rusalem Post (26 January 2000). Marlyn Henry, “PM: We Have No Moral Obligation to Refugees,” Jerusalem Post (27 January 2000). Marilyn Henry, “Holocaust ‘Must Be Seared in Collective Memory,’” Jerusalem Post (30 January 2000).
[89]        Claims Conference, Guide to Compensation and Restitution of Holoca­ust Surviuors (Nevv York: n.d.). Vincent, Hitler’s Silent Partners, 302 (‘yağma’); çf, 308-9. Ralf Eibl, “Die Jewish Conference ringt um ihren Le- umund. Nachkommen jüdischer Sklaven...," Die Welt (8 March 2000) (da­valar). ABD’de Soykırım tazminat endüstrisi tabu bir konudur. H-Holocaust web sitesi (www2.h-net.msu.edu), belgelerle desteklense bile eleştirel mesaj­ları yayınlamamaktadır (kurul üyesi Richard S. Levy ile özel görüşme, 19-21 November 1999).
[90]        ilan Pappe, The Making of the Arab-Israeli Conflict, 1947-51 (London: 1992), 268.
[91]        Clinton Bailey, “Holocaust Funds to Palestinians May Meet Some Cost of Compensation,” International Herald Tribüne; bu yazı daha sonra Jordan Times'ta yeniden yayınlandı (20 June 1999).
[92]        Elli VVohlgelernter, “WJC: Austria Holding $10 b. İn Holocaust Victims’ As- sets,” Jerusalem Post (14 March 2000). Singer daha sonra Kongre'de yap­tığı konuşmada Avusturya’ya aleyhine yaptığı iddianın altını çizdi ama -her zamanki gibi- ABD aleyhine söyledikleri konusunda bir sessizliğe büründü. (ABD Senatosu’nda Dış İlişkiler Komitesi önünde yapılan konuşma, 6 Nisan 2000).

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar