Print Friendly and PDF

HİKEMÜ’L ATÂİYYE 1

Bunlarada Bakarsınız


İBN-İ ATÂULLÂH EL -İSKENDERÎ -EL-HİKEMÜ’L ATÂİYYE (Hikmetli Nasihatler)

الحكم العطائية  ابن عطاء الله السكندري


“NAMAZDA KUR'ÂN-I KERİM'DEN BAŞKA BİR KİTAP OKUMAK CÂİZ OLSAYDI EL-HİKEM OKUNURDU.”

**

İBN-İ ATÂULLÂH EL –İSKENDERÎ Kuddise sırruhu'l-âlî


Ebû’l-Abbâs (Ebû’l-Fazl) Tâcûddîn b. Muhammed b. Abdilkerîm b. Atâillâh eşŞâzelî el- İskenderî (hyt. 709/1309). İskenderiye’de doğdu. Mısır’ın fethinden sonra buraya yerleşen Benî Cüzâm kabîlesine mensûptur. Dedesi Abdülkerîm İskenderiye’de tanınmış bir Mâlikî fakîhi olup İbn Atâullâh’ın Letâifül-Minen’deki ifadelerinden anlaşıldığına göre şiddetli bir tasavvuf muhalifi idi. İbn Ferhun, onun Zemahşerî’nin el- Mufassal ve et-Tehzîb adlı eserlerini ihtisar ettiğini, ikinci esere yedi ciltlik bir şerh yazdığını söyler. İbn Atâullah, Nâsiruddin İbnü’l-Müneyyir’den fıkıh, Muhyiddîn el- Mazuni’den nahiv, Şerefüddîn Abdülmü’min ed-Dimyâtî’den hadîs ve Muhammed b. Mahmûd el-İsfehâni’den felsefe, mantık kelâm tahsil etti. Fıkıh âlimi olarak tanındığı bu yıllarda tasavvufa karşı iken Şâzelîyye tarîkatının piri Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’nin hâlîfesi Ebû’l-Abbâs el-Mürsî ile tanıştı ve onun sohbetlerine devâm etmeye başladı. Muhtemelen şeyhinin izniyle va’az ve irşâd için gittiği Kāhire’ye yerleşti. Burada çevresinde Tabakātu’ş-Şâfiiyye müellifi Sübkî’nin babasının da katıldığı geniş bir cemaat oluştu. Aynı yıllarda Mısır’da bulunan İbn Teymiyye ile İbn Atâullâh ve mürîdleri arasında çıkan yoğun tartışmalar İbn Teymiyye’nin hapse atılmasına yol açtı. İbn Atâullâh mürşidi Ebû’l-Abbâs el-Mürsî vefat ettiği zamân (686/1287) Kāhire’de bulunuyordu. Hayâtının bundan sonraki dönemini Kahire’de geçiren İbn Atâullâh 13 Cemâziyelevvel 709’da (19 Ekim 1309) Medrese-i Mansûriyye’de Hakk’a yürüdü ve Karefe mezarlığında sırlandı. [1]
  İbn Atâullâh el-İskenderî, Şâzelîyye tarîkatının Ebû’l-Hasan eş-Şâzelî ve hâlîfesi Ebû’l-Abbâs el-Mürsî’den sonra üçüncü büyük hâlîfesidir. Letâifül-Minen adlı eserindeki ifâdelerden babasının Ebû’l-Hasan eş-Şâzelî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz ile görüştüğü anlaşılmaktadır. [2]

Eserleri:
1. Letâifü’l-Minen:
2. et-Tenvîr fi iskâti’t-tedbîr
3. Miftâhu’l-felâh ve mişbâhu’l-ervâh.
4. Tâcûl-arûs el-hâvî li tehzîbi’n-nüfûs.
5. el-Kastu’l- mücerred fi ma’rifeti’l- ismi’l müfred .
6. Unvânü’t-tevfik fi âdâbi’t-tarîk.
7. el-Münâcâtü’l-Atâiyye.
8. el-Vasiyye ile’l-ihvân bi’l-İskenderiyye.
9. el-Hikemü’l-Atâiyye:
“İbn Atâullâh’ın tasavvufun hemen hemen bütün temel konuları ile ilgili görüşlerini yansıtan ve yaklaşık 300 kadar hikmetli sözünden meydana gelen eserin çok sayıda şerhi ve tercümesi bulunmaktadır.”
“Şark ve Garp İslam âleminde büyük bir alaka toplayan bu eser hicri yedinci asırda en revnaklı çağını yaşayan Şâzelî tarîkatı ocağının ahlâk ve irfân muhîti içinde yetişen Tâcüddîn Atâullâh’ın adını tasavvuf tarihinde ebedîleştirmiş, birçok âlim ve mutasavvıf tarafından şerh ve izahları yapılmıştır.”
 “İbn Atâullâh’ın mürşidi Ebû’l-Abbâs Mürsi’ye takdim ettiği eserde tasavvufî hayat ve düşüncenin en tartışmalı konuları çok dikkatli bir üslûpla özlü bir şekilde anlatılmıştır.
“Taleb şân değildir, asıl şân iyi edeple rızıklanmandır.”
“Seni vehim kadar yöneten bir şey yoktur.”
“Başlangıcı parlak olanın sonu da parlaktır.” gibi ba’zı hikmetler birer cümleden ibâret olduğu hâlde bir kaç cümle veya birkaç satırla anlatılan konular da vardır. Havf- recâ, kabz-bast, heybet-üns, cem-fark gibi tasavvufî hâllerin tanıtıldığı eserde namazla melâmetin, zühdle ma’rifetin, vahdet-i vücûtla vahdet-i şuhûdun, kerâmetle istikāmetin, ubûdiyyetle rubûbiyyetin .... anlamları ve ilişkileri üzerinde de durulmuştur. (...)
İbâdet ve tâat gibi konuların özlü ve etkili bir şekilde anlatılması eserin tasavvufi çevrelerin dışında da ilgi görmesini sağlamıştır.
Eserde kulluk ve dervişlik psikolojisinin son derece güçlü bir üslupla özetlenmesi sebebiyle daha sonraki yüzyıllarda sûfîler arasında “Namazda Kur’ân’dan başka bir kitâp okumak câiz olsaydı el-Hikem okunurdu.”[3] sözü yaygınlık kazanmıştır.
 El-Hikemü’l-Atâiyye’de müellifin yaptığı şey, önceki sûfîlerin geliştirdiği yorum ve tefekkürü Arapçanın bütün imkânlarını kullanarak şiirle nesir arasında bir üslûpla özlü cümleler hâlinde ortaya koymaktan ibarettir, görüşü de vardır.
Eserde yer alan hadislerin büyük çoğunluğu sahîh hadis kitaplarında bulunmaktadır. Müellifin ayrıca tasavvuf klasiklerinden de istifade ettiği kesin olmakla birlikte bunların hiçbirinin adından söz etmemiştir. Hikmetlerden birini okurken akla gelebilecek sorular daha sonraki hikmetle cevaplandırılmış, böylece esere bir bütünlük kazandırılmıştır.[4]

Menkabe
“Hanefi ulemasından meşhur Kemalleddin ibn Hümam, ibn Ataullah'ın kabrini ziyaret ederken Hud Suresini okur.
 يَوْمَ يَاْتِ لاَ تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلاَّ بِاِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ وَسَعِيدٌ  O geldiği gün Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu. [5] ayetine gelince kabirden kendisine doğru yüksek sesle:
“Ey Kemal biz de şaki yoktur;” sesini duyar. Bunun üzerine ibn Hümam vasiyetinde vefat edince orada İbn Atâullahın yanında defn edilmesini yazar.”[6]

**********************
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله رب العالمين وصلى الله على سيدنا محمد وعلى آله وصحبه وسلم[7]

Şeyh, Muhakkik [8] İmam Ebu’l Fazl Ahmet b. Muhammed b. Abdulkerim b. Atâ­ullah el- İskenderiyye buyurdu ki;

 من علامة الاعتماد على العمل نقصان الرجاء عند وجود الزلل

**

اراداتك التجريد مع إقامة الله إياك في الأسباب من الشهوة الخفية

Allah Teâlâ seni sebeplerle halk ettiği halde onlardan uzak durmanda nefsinin gizli bir şehveti vardır.”
**

وارادتك الأسباب مع إقامة الله إياك في التجريد انحطاط عن الهمة العلية

“Allah Teâlâ’nın murat ettiği bazı sebeplerden uzak durmayı istemen senin yüce himmetten inişin demektir.[9]
**

سوابق الهمم لا تخرق أسوار الأقدار

“Ne kadar tesir eden himmete kavuşulsa da, kaderlerin surlarını aşamazlar.”[10]
**

أرح نفسك من التدبير فما قام به غيرك عنك لا تقم به لنفسك

Nefsini tedbirden rahat tut. Senden başkası (Allah Teâlâ) nın sana yapacağını sen kendine yapamazsın.[11]
**

اجتهادك فيما ضمن لك وتقصيرك فيما طلب منك. دليل على انطماس البصيرة منك

“Sana verileceği kesin olunanda (rızık) gayret etmen,[12] senden istenilende (kullukta) ise gevşeklik göstermen kalp gözünün kör olmasına delildir.”[13]
**

 لا يكون تأخر أمد الأعطاء مع الإلحاح في الدعاء موجباً ليأسك. فهو ضمن لك الإجابة فيما يختاره لك لا فيما تختاره لنفسك. وفي الوقت الذي يريد لا في الوقت الذي تريد

“Israrla talepte bulunduğun halde duânın kabulünün ge­cikmesinden ötürü bana icabet edilmedi diye umutsuzluğa karamsarlığa düşme.[14] Çünkü Allah Teâlâ vereceğine kefil olmuş­tur. Ancak senin ken­dine seçtiğini değil sana uygun olanı dilemiştir. Ve senin istediğin zamanda değil, kendi istediği zamanda sana verir.[15]
**

لا يشككنك في الوعد عدم وقوع الموعود وأن تعين زمنه لئلا يكون ذلك قدحاً في بصيرتك واخماداً لنور سريرتك

“Zamanı belirlenmiş bile olsa verilen sözün vaki olmaması seni şüpheye düşürmesin.[16] Çünkü şüphe kalp gözünü zedeler ve sırrının nurunu sön­dürür.”
**

 إذا فتح لك وجهة من التعرف فلا تبال معها أن قل عملك. فإنه ما فتحها لك إلا وهو يريد أن يتعرف إليك  ألم تعلم أن التعرف هو مورده عليك والأعمال فأنت مهديها إليه مما هو مورده عليك مورده عليك
**

“Sana marifet kapısı açılmış ise amelinin azlığına aldırma.[17] Çünkü Allah Teâlâ sana o kapıyı ancak kendisini tanıtmak için açmıştır. Bilmez misinki marifet sebeple­rini sana gönderen O'dur.[18] Amelleri ise ona gönderen sensin. Senin ona gönderdiğin ibadet nerede, O'nun sana gönderdikleri nerede!”[19]
**

تنوعت أجناس الأعمال لتنوع واردات الأحوال

“Allah Teâlâ'dan gelen ilahi varidat hallerinin çeşitliliği sebebiyle amellerin cinsleri de değişir” [20]
**
 الأعمال صور قائمة وأرواحها وجود سر الإخلاص فيها

“Ameller ayaktaki suretler (heykeller) dir. O heykellerin ruhları ise ihlâs sırrının bulunmasıyladır.” [21]
**

 ادفن وجودك في أرض الخمول. فما نبت مما لم يدفن لا يتم نتاجه

“Vücudunu toprağa defin et.[22] Çünkü toprağa gömülmeyen bir tohumun yeşerdiği görülmemiştir.”[23]
 (Hem toprak ol, hem de toprakta sırlan demektir.)

 ما نفع القلب شئ مثل عزله يدخل بها ميدان فكرة

 “Halktan uzak tefekkür meydanına dalmak kadar kalbe faydalı bir şey yoktur.”[24]
**


كيف يشرق قلب صور الأكوان منطبعة في مرآته. أم كيف يرحل إلى الله وهو مكبل بشهواته. أم كيف يطمع أن يدخل حضرة الله ولم يتطهر من جنابه غفلاته. أم كيف يرجو أن يفهم  دقائق الأسرار  وهو لم يتب من هفواته.

“Nefis ve dünya arzuları bir kalbin aynasında izleyip takip ettiyse, o kalp nasıl aydınlık verebilir? Nefsin şehvetlerine ar­zularına bağlı kimse Allah Teâlâ'ya doğru nasıl yolculuk ya­pabilir? Gafletin cenabetinden yıkanmayan kimse Allah Teâlâ’nın huzuruna nasıl çıkabilir? Günahlarından tövbe etmeyen kimse ince sırları nasıl öğrenebilir?”
**
 الكون كله ظلمة وإنما أناره ظهور الحق فيه. فمن رأى الكون ولم يشهده فيه أو عنده أو قبله أو بعده فقد أعوزه وجود الأنوار. وحجبت عنه شموس المعارف بسحب الآثار.

Varlıkların hepsi karanlık (yokluk) içinde idi. Onu aydınlatan (var eden) Hakk’ın zuhuru (tecellisi) dir.[25] Kim ki varlıkları görüp içinde veya yanında veya ondan evvel veya ondan sonra Allah Teâlâ’yı görmedi ise o kimse ilahi nurları kaçırmıştır. Marifetin güneşi ile arasına varlıkların bulutu girmiştir.[26]
**

 مما يدلك على وجود قهره سبحانه أن حجبك عنه بما ليس بموجود معه

“Allah Teâlâ’nın "kahhar" sıfatının bir delilide odur ki; beraberinde olmayan bir şeyle seni perdelemesidir.” [27]
**


**

كيف يتصور أن يحجبه شئ وهو الذي ظهر بكل شئ
**

كيف يتصور أن يحجبه شئ وهو الذي ظهر  من كل شئ
“Her şeyden Allah Teâlâ zuhur ederken hangi şeyin onu perdelemesi nasıl tasavvur edebilir.”[29]
**

كيف يتصور أن يحجبه شئ وهو أقرب إليك في كل شئ
**

كيف يتصور أن يحجبه شئ وهو الذي أظهر لكل شئ
“Her şey onun bilinmesi için zuhur ederken başkasının ona perde olması tasavvur edilebilir mi?”[31]
**

كيف يتصور أن يحجبه شئ وهو الواحد الذي ليس معه شئ
“Tek ve eşi olmayan Allah Tela'ya herhangi bir varlığın hicap olması tasavvur edilebilir mi?
**


 وكيف يتصور أن يحجبه شئ وهو الذي الظاهر قبل  وجود كل شئ

“Her şey için zahir iken, herhangi bir şeyin onu perdelemesi nasıl düşünülebilir.
**

 وكيف يتصور أن يحجبه شئ ولولاه ما كان وجود كل شئ يا عجباً كيف يظهر الوجود في العدم. أم كيف يثبت الحادث مع من له وصف القدم
“Eğer kâinatı yaratmasa idi, hiçbir şeyin var olma imkânı olmayacaktı.  “Yokluk” özelliği olanın varlığın kendisi olana hicap olması tasavvur edilebilir mi?” [32]
**
       
ما ترك من الجهل شيأ من أراد أن يحدث في الوقت غير ما أظهره الله فيه.
“Allah Teâlâ kısmet ettiği şeyin yanında başka bir şey araması kişinin, cahillikten hiçbir şey terk etmemesi demektir.”[33]
**

 إحالتك الأعمال على وجود الفراغ من رعونات النفس.
“Amelleri varlığı olmayan fânî şeylere havale etmek, nefsin sersemliğindendir.” [34]
**

 لا تطلب منه أن يخرجك من حالة ليستعملك فيما سواها. فلو أراد لاستعملك من غير إخراج.

“Seni bir halden çıkarıp başka bir hale koymasını O'ndan isteme. Çünkü o dilerse sen çıkmak istemesen de senin halini değiştirebilir.”[35]
**

 ما أرادت همة سالك أن تقف عندما كشف لها إلا ونادته هو اتف الحقيقة الذي تطلب أمامك. ولا تبرجت ظواهر المكونات إلا ونادتك حقائقها إنما نحن فتنة فلا تكفر

“Salikin himmeti keşfi olan makamda durmak istediğinde hakikat çağrıcıları "istediğin iler­dedir, devam et" derler. Varlıkların zahirleri gözüne hoş göründüğünde ise onların hakikati "bizler ancak birer fitneyiz, inkâr etme" derler.”[36]
**

طلبك منه اتهام له. وطلبك له غيبة منك عنه. وطلبك لغيره لقلة حيائك منه. وطلبك من غيره لوجود بعدك عنه.

“Ondan istemen onu suçlamandır. Onu istemen ondan gaip olmandır. Ondan başkasını talep etmen ona olan hayânın azlığındandır. Ondan başkasından istemen ondan uzak olduğun içindir.” [37]
**

 ما من نفس تبديه إلا وله قدر فيك يمضيه

“Alıp verdiğin her nefesin yoktur ki o nefeste Allah Teâlâ’nın sende gerçekleştirdiği bir kaderi olmasın.
**

لا تترقب فروع الأغيار فإن ذلك يقطعك عن وجود المراقبة له فيما مقيمك فيه.

“Dünyadan kurtulmayı gözetleme. Çünkü bu, bulunduğun mevkide Allah Teâlâ'yı murakabe etmeni engeller.” [38]
**

 لا تستغرب وقوع الأكدار. ما دمت في هذه الدار. فإنها ما أبرزت إلا ما هو مستحق وصفها وواجب نعتها.

“Bu dünyada olduğun müddetçe keder ve dertlerinin olmasını garipseme. Çünkü dünyaya layık olan sıfat ve özellik onlardır, başkası olamaz.” [39]
**

 ما توقف مطلب أنت طالبه بربك. ولا تيسر مطلب أنت طالبه بنفسك.

“Allah Teâlâ’nın yardımı ile istemiş olduğun bir mak­suda zorlanamazsın. Nefsinle talep ettiğin bir murada erişemezsin.”[40]
**

 من علامات النجح في النهايات. الرجوع إلى الله في البدايات.

“Sonunda başarmanın alameti, başlangıçta Allah Teâlâ’ya rücu etmekdir.” [41]
**
 من أشرقت بدايته. أشرقت نهايته،

*

 ما استودع في غيب السرائر. ظهر في شهادة الظواهر.
“İçeriye emanet edilmiş gizli sırlar, dışarıdakiler ile açığa çıkarlar.” [42]
**

 شتان بين من يستدل به أو يستدل عليه يستدل عليه. ومتى بعد حتى تكون الآثار هي التي توصل إليه

“Hakla istidlal ile Hakka istidlal arasında çok büyük fark vardır. Onun ile delil getiren hakikati eh­linden- öğrenir ve işi kökünden halleder. Ona delil getirmek ise ona daha ulaşmadığındandır. Yoksa O, ne zaman kaybolmuş ki bulunsun ve ne zaman uzak kalmıştır ki eserler ona ulaştırılsın.”
**

 لينفق ذو سعة من سعته الواصلون إليه. ومن قدر عليه رزقه السائرون إليه
“Zengin olan zenginliğinden infak etsin”[43] ayeti vuslat sahibi olanlar içindir. “Kimin rızkı az ise” sözü ise salik olan kimseler içindir.”
**

 اهتدى الراحلون إليه بأنوار التوجه والواصلون لهم أنوار المواجهة. فالأولون للأنوار وهؤلاء الأنوار لهم لأنهم لله لا لشئ دونه قل الله ثم ذرهم في خوضهم يلعبون

“Ona gidenler, teveccüh nurlarıyla hidayet bulurlar.  Ulaşanların ise muvacehe nurları vardır. Birinciler nurlara muhtaçtır. Ulaşanlar ise; nurlar onlar içindir. Çünkü onlar Allah Teâlâ’dan başka hiçbir şeye muhtaç değildir. “Allah de geç. Sonra onları daldıkları şeyde bırak.” [44]
**

 تشوفك على ما بطن فيك من العيوب. خير من تشوفك إلى ما حجب عنك من الغيوب

“Tüm gayretin içindeki ayıp ve kusurları izale et­mek için olmalıdır. Bu gaypları öğrenip sır sahibi ol­maya gayret göstermekten daha hayırlıdır.
**

 الحق ليس بمحجوب. وإنما المحجوب أنت عن النظر إليه اذ لو حجبه شئ لستره ما حجبه ولو كان له ساتر لكان لوجوده حاصراً وكل محاصر لشئ فهو له قاهر وهو القاهر فوق عباده

“Allah Teâlâ perdelenmiş değildir. Perdelenmiş olan senin nazarındır. Eğer perdelenmiş olsaydı, onu perdeleyen şeyin örtmesi gerekirdi. Örten şey onu ku­şatmış demektir. Bir şeyi kuşatan ise o şeye üstündür. Oysa "Kulları üzerinde üstün olan O'dur" [45]
**

اخرج من أوصاف بشريتك عن كل وصف مناقض لعبوديتك لتكون لنداء الحق مجيباً ومن حضرته قريباً

“Allah Teâlâ’nın ubudiyetine muhalif beşeri sıfatlarından çık ki, çağrısına cevap veren (insân-ı Kâmil) ve onun huzuruna yakın olan bir kimse olabilesin.”
**

أصل كل معصية وغفلة وشهوة الرضا عن النفس. وأصل كل طاعة ويقظة وعفة عدم الرضا منك عنها.

“Bütün günahların, gafletin ve şehvetin temeli nefsinin rızasına uygun hareket etmektir. Bütün iyilik­lerin uyanıklığın ve iffetin temeli de nefsine muhalefet etmektir.”
**

 ولأن تصحب جاهلاً لا يرضى عن نفسه خير لك من أن تصحب عالما يرضى عن نفسه فأي علم لعالم يرضى عن نفسه وأي جاهل لجاهل لا يرضى عن نفسه

“Nefsini beğenmeyen bir cahilin arkadaşlığı, nefsini beğenen bir âlimin arkadaşlığından daha hayırlıdır. Nefsini beğenen âlimin ilmi yoktur, nefsini beğenmeyen cahilin cahilliği yoktur.”[46]
**
 شعاع البصيرة يشهدك قربه منك. وعين البصيرة يشهدك عدمك لوجوده. وحق البصيرة يشهدك وجوده لا عدمك ولا وجودك كان الله ولا شئ معه وهو الآن على ما عليه كان.

“Aklın nuru, Allah Teâlâ’nın sana yakın olduğuna şahadet eder.
İlmin nuru, O'nun var olduğunu seni ise yok olduğuna şehadet eder.
Hakk’ın nuru O'nun var olduğu­nu senin ise ne var, nede yok olduğuna şahadet eder. Hiçbir şey yok iken O vardır. O şimdi eskiden olduğu gibidir.”[47]
**

 لا تتعد نية همتك إلى غيره فالكريم لا تتخاطاه الآمال
“Himmetini (isteklerini) Allah Teâlâ'dan başkasına yöneltme. Çünkü hakiki cömertten arzular geri dönmez.”
**

لا ترفعن إلى غيره حاجة هو موردها عليك. فكيف يرفع غيره ما كان هو له واضعاً. من لا يستطيع أن يرفع حاجة عن نفسه. فكيف يستطيع أن يكون لها عن غيره رافعاً

“Allah Teâlâ'dan başkasına ihtiyacını arz etme. Çünkü ihtiyacı yaratan ve çözen O'dur ve kendi ihtiyacını çözemeyene nasıl ihtiyacını götürürsün. Eğer onun gücü olmuş olsaydı önce kendi ihtiyacını giderirdi.”
**

 أن لم تحسن ظنك به لأجل حسن وصفه فحسن ظنك به لوجود معاملته معك. فهل عودك إلا حسناً وهل أسدى إليك الامننا

“O'nun güzel sıfatlarından dolayı O'nun hakkında hüsnü zan edemiyorsan, bari sana verdiği güzelliklerden dolayı hüsn-ü zan et. Çünkü O, hep sana güzel­likler vermiş ve sana birçok nimetler ulaştırmıştır.
**

 العجب كل العجب ممن يهرب ممن انفكاك له عنه ويطلب مالا بقاء له معه. فإنها لا تعمى الأبصار الآية
“Kendisinden kopmaya mümkün olmayandan kaçan ve onunla kalıcı olmayanın peşinde koşanın durumu ne ilginçtir?” [48]
**

 لا ترحل من كون إلى كون فتكون كحمار الرحا يسير المكان الذي ارتحل إليه هو الذي ارتحل منه. ولكن ارحل من الأكوان إلى المكون وأن إلى ربك المنتهى.

“Bir oluştan diğerine sefer etme. Yoksa gittiği yer, az önce geldiği yer olan dolap beygiri gibi olursun. Yolculuk yaratılandan yaratana doğru olsun ki, yolcu­luk sonuca varsın.” “Ve şüphesiz en son varış Rabb’inedir.[49]
**

 وانظر إلى قوله صلى الله عليه وسلم فمن كانت هجرته إلى الله ورسوله فهجرته إلى الله ورسوله ومن كانت هجرته إلى دنيا يصيبها أو امرأة يتزوجها فهجرته إلى ما هاجر إليه فافهم قوله عليه الصلاة والسلام وتأمل هذا الأمر أن كنت ذافهم

"Kim ki Allah ve Resulü için göç ederse hicreti onun için­dir. Eğer bir dünyayı elde etmek veya bir kadınla evlenmek ni­yeti için hicret etmiş ise, yine hicreti onun içindir." [50]
Eğer akıllı biriysen Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bu sözünü iyice düşünüp ve iyice te­fekkür etmen gerekir.”
**

لا تصحب من لا ينهضك حاله. ولا يدلك على الله مقاله

“Durumu seni gafletten uyandırmayan, sözü ile de seni Allah Teâlâ'ya doğru teşvik etmeyen kişinin sohbetin­de bulunma.”[51]
**

 ربما كنت مسيأ فأراك الإحسان منك صحبتك إلى من هو أسوأ حالاً منك

“Hali senden kötü olan kişi ile arkadaşlık etmen, kötü olmana rağmen kendini iyi sanma vesilesi olur.”
**

 ما قل عمل برز من قلب زاهد ولا كثر عمل برز من قلب راغب
“Zahidin kalbinden çıkan amel az olmaz, dünya talebinde olan kimsenin kalbinden çıkan amel çok ol­maz.”
**

حسن الأعمال نتائج حسن الأحوال وحسن الأحوال من التحقيق في مقامات الأنزال

“Güzel ameller güzel hallerin neticesidir. Güzel haller ise kalplere inen makamların gerçekleşmesindendir.”
**

 لا تترك الذكر العدم الذكر لعدم حضورك مع الله فيه لأن غفلتك عن وجود ذكره أشد من غفلتك في وجود ذكره. فعسى أن يرفعك من ذكر مع وجود غفلة إلى ذكر مع وجود يقظة ومن ذكر مع وجود يقظة إلى ذكر مع وجود حضور ومن ذكر مع وجود حضور إلى ذكر مع وجود غيبة عما سوى المذكور وما ذلك على الله بعزيز

“Zikrin huzuru kalp içinde değil diye zikri tama­men terk etme. Çünkü hiç zikirsiz olarak gafil olmak, zikrin içinde gafil olmaktan daha kötüdür. Ümit edilir ki Allah Teâlâ, seni gafletle zikir ede ede o gaflet zikrinden uyanık bir zikre, uyanık zikirden huzurlu zikre ve on­dan da masivadan gayb makamına yükseltebilir. Bu Allah Teâlâ için hiç zor değildir.”[52]
**

من علامات موت القلب عدم الحزن على ما فاتك من الموافقات. وترك الندم على ما فعلته من وجود الزلات

“Kalbin ölmüş olmasının alameti odur ki; Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmediğin için kalbin mahzun, men ettiği şeyleri de yaptığına pişman olmamandır.” [53]
**

لا يعظم الذنب عندك عظمة تصدك عن حسن الظن بالله تعالى فإن من عرف ربه. استصغر في جنب كرمه ذنبه

“Allah Teâlâ’nın rahmet ve şefkatini unutturacak kadar günahı büyütme. Zira rabbinin keremini tanıyan kimse bilir ki, günahları onun keremi karşısında küçük kalır.”
**

 لا صغيرة إذا قابلك عدله. ولا كبيرة إذا واجهك فضله

“Eğer sana karşı adalet sıfatı icra edilirse küçük günahın yok, eğer sana lütuf sıfatı icra edilirse büyük günahın yoktur.”[54]
**
 لا عمل أرجى للقلوب من عمل يغيب عنك شهوده ويحتقر عندك وجوده

“Kalblere en yakın amel odur ki, o amelin varlığını unutmak ve kendisi yanında değersiz görmektir.”
**

 إنما أورد عليك الوارد لتكون به عليه وارداً أورد عليك الوارد ليتسلمك من يد الأغيار. وليحررك من رق الآثار أورد عليك الوارد ليخرجك من سجن وجودك إلى فضاء شهودك.

“Allah Teâlâ, sana, kalbinin açılması ve nurlanması, hakkı hak görmen batılı batıl görmen için ilahi bir hediye olarak varidat (irfan nu­ru) vermiştir. başkaları­nın elinden kurtulup, eserlerin kulluğundan hürriyete kavuşasın. Yine sana varidatları gönderiyor ki, beşeri sıfatlarının hapishanesinden şühudun fezasına ulaşasın.”
**

 الأنوار مطايا القلوب والأسرار

“Nurlar kalp ve sırların bineğidir.
**

 النور جند القلب كما أن الظلمة جند النفس. فإذا أراد الله أن ينصر عبده أمده بجنود الأنوار وقطع عنه مدد الظلم والأغيار

“Nur kalbin askeri olup, karanlık ise nefsin aske­ridir. Allah Teâlâ kuluna yardım etmeyi murat eder­se imdadına nurun askerini gönderir. Karanlığın aske­rinden uzak tutar.”
**

النور له الكشف. والبصيرة لها الحكم. والقلب له الإقبال والإدبار

“Keşif nura, hüküm basirete, yönelme ve yüz çe­virme ise kalbe aittir.
**

لا تفرحك الطاعة لأنها برزت منك وافرح بها لأنها برزت من الله إليك. قل بفضل الله وبرحمته فبذلك فليفرحوا هو خير مما يجمعون

“Taat ve ibadetine senden kaynaklandığı için se­vinme. Ancak Allah Teâlâ’nın lütuf ve hediyesi olarak senden sudur ettiği için sevin,[55] "de ki bu Allah Teâlâ’nın fazlı ve rahme­ti sebebiyledir. İşte bununla sevinsinler" [56]
**

قطع السائرين له والواصلين إليه عن رؤية أعمالهم وشهود أحوالهم. أما السائرون فلأنهم لم يتحققوا الصدق مع الله فيها وأما الواصلون فلانه غيبهم بشهوده عنها

“Ona doğru seyredenlerle ve ona vuslat edenler amellerini görmekten, hallerini keşfetmekten vazgeç­mişlerdir. Çünkü seyredenler kendilerini O'na karşı samimi görmezler. Vuslat edenler ise onun huzurunda kendilerini kaybetmişlerdir.
**

 ما بسقت أغصان ذل إلا على بذر طمع

“Tamah tohumu ekmedikçe zillet dalları uzamaz.”
**

 ما قادك شئ مثل الوهم

“Hiçbir şey vehim kadar senin yularını çekmez.[57]
**
أنت حر مما أنت عنه آيس. وعبد لما أنت له طامع

“Önemsemediğin bir şeye karşı hür, tamah ettiğin şeye de kölesin.”
**

 من لم يقبل على الله بملاطفات الإحسان قيد إليه بسلاسل الإمتحان

“İhsan ve nimetleriyle Allah Teâlâ'ya yönelmeyen, imti­han zinciriyle ona doğru çekilir.”[58]
**

 من لم يشكر النعم فقد تعرض لزوالها ومن شكرها فقد قيدها بعقالها

“Nimetin şükrünü eda etmeyen o nimetin zevaline sebebiyet vermiştir. Nimetlere şükreden ise onları sağ­lam bağlarla bağlamıştır.”[59]
**
 خف من وجود إحسانه إليك ودوام إساءتك معه أن يكون ذلك استدراجاً
“Allah Teâlâ’nın hep sana ihsanda bulunup seninde ona mütemadiyen isyan edip sürekli artmasından kork.”
**

لك سنستدرجهم من حيث لا يعلمون

"Farkında olmadan nimetimi alacağım" [60]
**

 من جهل المريد أن يسئ الأدب فتؤخر العقوبة عنه فيقول لو كان هذا اسوء أدب لقطع الأمداد وأوجب الأبعاد. فقد يقطع المدد عنه من حيث لا يشعر ولو لم يكن إلا منع المزيد. وقد يقام مقام البعد وهو لا يدري. ولو لم يكن إلا إن يخليك وما تريد.
“Müridin cehaletindendir adapsızlık edip ve herhangi bir cezaya çarpılmadığından diyor ki; Eğer adapsızlık olsaydı imdatlar kesilip uzaklaşacaktı. Hâlbuki bazen farkında olmadan imdatlar kesiliyor. Bazen farkında olmadan imdatlar kesiliyor, uzaklaşı­yor ve haberi bile olmuyor. Seni isteğinle baş başa bı­rakması bile uzaklık olarak yeter.” [61]
**

 إذا رأيت عبداً أقامه الله تعالى بوجود الأوراد وأدامه عليها مع طول الأمداد. فلا تستحقرن ما منحه مولاه لأنك لم تر عليه سيما العارفين ولا بهجة المحبين. فلولا وارد ما كان ورد.

“Devamlı olarak virtleri çeken ve Allah Teâlâ’nın devamlı olarak yardımını nasip ettiği birini görürsen, yüzünde arif siması yok veya âşıkların neşesi yok diye Mevlâsının ihsan buyurduğu lütfü küçük görme. Çünkü varit olmazsa vird de olmazdı.”[62]
**

 قوم أقامهم الحق لخدمته وقوم اختصهم بمحبته كلا نمد هؤلاء. وهؤلاء من عطاء ربك وما كان عطاء ربك محظوراً.

“Bir kavim var ki Allah Teâlâ hizmeti için seç­miş, bir kavim de var ki onları muhabbeti için tahsis etmiştir.[63] "Onların ve bunların her birine Rabbinin ni­metlerinden bolca ulaştırırız. Rabbinin nimeti (kimseden) men edilmiş değildir" [64]
**

 قلما تكون الواردات الإلهية إلا بغتة لئلا يدعيها العباد بوجود الاستعداد.

“Çoğu kez varidatlar ansızın gelmektedirler. Tâ ki kullar o feyizleri kabiliyetlerine bağlamasınlar.” [65]
**

 من رأتيه مجيباً عن كل ما سئل ومعبراً عن كل ما شهد وذاكراً كل ما علم. فاستدل بذلك على وجود جهله.

“Her sorulana cevap veren, her tattığına tabir ve­ren ve her bildiğini dile getiren birini görürsen, o kim­senin cahilliğinin delili olarak kabul et.” [66]
**

إنما جعل الدار الآخرة محلاً لجزاء عباده المؤمنين لأن هذه الدار لا تسع ما يريد أن يعطيهم. ولأنه أجل أقدارهم عن أن يجازيهم في دار لا بقاء لها

“Dünyada işlenen sevabın mükâfatı ancak ahiret gününde mükâfatı verilir. Çünkü dünya o yüce mükâ­fatın verilmesine yer olarak elverişli değildir. Zira fani olanda baki olan mükâfat mümkün olmaz.”
**

 من وجد ثمرة عمله عاجلاً فهو دليل علوى وجود القبول آجلاً.

“Kim ki amelin tadını dünyada tattı ise bu gelecekte (ahirette) amelinin kabulünün delilidir.”
**

 إذا أردت أن تعرف قدرك عنده فانظر فيماذا يقيمك
“Eğer Allah Teâlâ indinde yerini öğrenmek istersen, onun seni nereye oturttuğuna bak. Hayırda mı şerde mi? Hangisi ise yerin odur.” [67]
**

متى رزقك الطاعة والغنى به عنها. فاعلم أنه قد أسبغ عليك نعمة ظاهرة وباطنة
“Ne zamanki Allah Teâlâ seni itaatle ve ona bağlı kalmakla rızıklandırmış ise bil ki O, sana zahiri ve Bâtıni tüm nimetlerini tamamlamış demektir.”
**

 خير ما تطلب منه ما هو طالبه منك

“Allah Teâlâ’dan isteyeceğin en hayırlı şey onun senden istediğidir.[68]
**

 الحزن على فقدان الطاعة مع عدم النهوض إليها من علامات الاغترار

“Taatı kaçırdığı için üzülürken onu gelecekte to­parlamaya gayret göstermemek mağrur olmanın alame­tidir.
**

 ما العارف من إذا أشار وجد الحق أقرب إليه من اشارته. بل العارف من لا إشارة له لفنائه في وجوده وانطوائه في شهوده

“Arif, Hakk'a bir işarette bulunduğunda O'nu kendine işaretinden daha yakın bulan değildir. Bilakis arif; O'nun vücudunda fani ve şuhudunda ermiş olma­sı sebebiyle işareti dahi olmayan kişidir.”[69]
**

الرجاء ما قارنه عمل. وإلا فهو أمنية

“Ümit, beraberinde amel olan istektir. Ame­li olmayan bir ümit boş bir temennidir.[70]
**

 مطلب العارفين من الله تعالى الصدق في العبودية. والقيام بحقوق الربوبية
“Arifin Allah Teâlâ’dan isteği kullukta sadakat ve yaratıcının hukukuna bağlı kalmaktır.”
**

بسطك كي لا يبقيك مع القبض. وقبضك كي لا يتركك مع البسط. وأخرك عنهما كي لا تكون لشئ دونه.

“Seni kabz haliyle tutmamak için bast eyledi. Bast haline bırakmamak içinde kabz eyledi. Sonra O'ndan başka bir şeye ait olmayasın diye seni her iki halden de çıkardı.”[71]
**

 العارفون إذا بسطوا أخوف منهم إذا قبضوا. ولا يقف على حدود الأدب في البسط إلا قليل

“Arifler bast (genişlik)  halinden kabz (sıkıntı) halindekinden daha faz­la korkarlar. Çünkü bast zamanında edep hududu içinde çok az arif durabilmiştir.”
**

البسط تأخذ النفس مه حطها بوجود الفرح والقبض لاحظ للنفس فيه

“Bast halinde, ferahlık bulmakla nefis hazzını alır. Ama kabz halinde nefsin hoşuna gidecek bir haz yok­tur.[72]
**

 ربما أعطاك فمنعك وربما منعك فأعطاك

“Çoğu kere sana verirde mahrum bırakır. Çoğu kere de seni mahrum bırakır da verir.” [73]
**

 متى فتح لك باب الفم في المنع عاد المنع عين العطاءه

“Mahrum bırakılmak senin için bir anlayış kapısı açıyorsa, bu mahrumiyet, ihsanın ta kendisidir.”[74]
**

الأكوان ظاهرها غرة وباطنها عبرة. فالنفس تنظر إلي ظاهر غرتها. والقلب ينظر إلى باطن عبرتها

“Dünyanın zahiri kandırıcı, batini ise ibret veri­cidir. Nefis, dışına bakar kandırılır, kalp içine bakar çok ibret alır.[75]
**

 أن أردت أن يكون لك عز لا يفنى فلا تستعزن بعز يفنى

“Sonsuz bir izzete (onur) sahip olmak istiyorsan, fani bir izzet olan dünya ile azizleşmek isteme.”
**

 الطي الحقيقي أن تطوي مسافة الدنيا عنك حتى ترى الاخرة أقرب إليك منك.

“Hakiki tayy (bir anda uzun bir mesafeyi kat et­mek) ahireti sana senden daha yakın görünceye dek, sana dünya mesafesinin kısalmasıdır.”
**

 العطاء من الخلق حرمان  والمنع من الله إحسان.

“Halkın vergisi ihsanı mahrumiyet, Hakk’ın mahrum bırakması ise ihsandır.
**

جل ربنا أن يعامله العبد نقداً فيجازيه نسيئه.

“Rabbimiz Allah Teâlâ kulunun peşin amelini veresiye mükâfatlandırmaktan yücedir.[76]
**

 كفى من جزائه إياك على الطاعة أن رضيك لها أهلاً.

“Seni taate ehil kılması, taatına mükâfat olarak yeter.”[77]
**

 كفى العاملين جزاء ما هو فاتحه على قلوبهم في طاته. وما هو مورده عليهم من وجود مؤانسته.

“Allah Teâlâ’nın amillerin kalplerine ibadet anında aç­mış olduğu huşu ve ünsiyet mükâfat olarak onlar için yeter.[78]
**
 من عبده لشئ يرجوه منه أو ليدفع بطاعته ورود العقوبة عنه. فما قام بحق أوصافه.

“Kim cennet arzusu veya diğer nimetler için veya azap ve afetlerden korunmak için Allah Teâlâ'ya itaat ederse yüce sıfatlarının hakkını eda etmemiştir.[79]
**

 متى أطاعك أشهدك بره. ومتي منعك أشهدك قهره. فهو في كل ذلك متعرف إليك ومقبل بوجود لطفه عليك.

“Sana verdiği zaman iyilik sıfatını gösterir, men ettiği zamanda kahır sıfatını gösterir. O her iki durum­da da senden tanınmasını ister ve sana lütfünün varlı­ğını gösterir.[80]
**

 إنما يؤلمك المنع لعدم لعدم فهمك عن الله فيه.

“Senden bir şeyi men etmesine üzülmen onu hak­kıyla anlayamadığındandır.[81]
**

 ربما فتح لك باب الطاعة وما فتح لك باب القبول. وربما قضى عليك بالذنب فكان سببان في الوصول
“Bazı kere taatin kapısını sana açmış kabulünü açmamış. Bazı kerede günah işlemeyi takdir etmiş ama o günahı kavuşmasına vesile etmiştir.” [82]
**

معصية أورثت ذلاً وافتقاراً خير من طاعة أورثت عزاً واستكباراً.

“Zillet ve yalvarmaya götüren bir günah, izzet ve kibre götüren taat'ten daha hayırlıdır.”[83]
**

 نعمتان ما خرج موجود عنهما ولا بد لكل مكون منهما. نعمة الإيجاد ونعمة الإمداد. أنعم عليك أولاً بالإيجاد وثانياً بتولي الإمداد.

“İki nimet vardır ki; hiçbir varlık bunların dışında değildir ve bunlar her varlık ta görülür. Var olma ni­meti ve imdat nimeti. Önce seni imanlı olarak yarattı­ğından ötürü lütufta bulunmuş, sonra arka arkaya kü­für ve günahlardan korunman için imdatlar yaratmıştır.”
**

 فاقتك لك ذاتية وورود الأسباب مذكرات لك بما خفى عليك منها والفاقة الذاتية لا ترفعها العوارض. خير أوقاتك وقت تشهد فيه وجود فاقتك. وترد فيه إلى وجود ذلتك.

“Yoksulluk sende zati bir sıfattır. Sebeplerin akışı sendeki gizli olan yoksulluğu hatırlatır. Sonra­dan gelen nimetler zatî yokluğu ortadan kaldıramaz. Vakitlerin en iyisi yoksulluğuna şahit olduğun ve sen­deki yokluğa geri çevrildiğin vakittir.
**

 متى أوحشك من خلقه. فاعلمم أن يريد أن يفتح لك باب الإنس به

“Ne zaman seni mahlûkatlardan uzaklaştırırsa bil ki, sana kendisi ile ünsiyet kapısını açmıştır.[84]
**

 متى أطلق السانك بالطلب فاعلم انه يريد أن يعطيك.

“Ne zaman dilin taleple açıldı ise bil ki; O sana vermeyi istemiştir.”[85]
**

 العارف لا يزول اضطراره ولا يكون مع غير الله قراره.

“Arif'in Allah Teâlâ'ya olan şevki zail olmaz ve ondan başkası ile karar kılmaz.
**

 أثار الظواهر بانوار آثار. وأنار السرائر بانوار أوصافه لأجل ذلك أفلت أنوار الظواهر ولم تأفل أنوار القلوب والسرائر

“Zahirleri eserlerinin nuru ile sırları da sıfatları­nın nuru ile aydınlatmıştır.[86] Bundandır ki zahirlerin nuru batar, kalp ve sırların nuru batmaz.”
**
أن شمس النهار تغرب بالليل
 وشمس القلوب ليست تغيب
“Gündüzün güneşi gece ile batar, kalbin güneşi asla batmaz."
**


[1] Kara, Mustafa, İbn Atâullah el-İskenderî, DİA, XVIV, s. 336
[2] Kendisinin Şâzelî ile görüşmüş olması târîhen mümkün ise de bu konuda kaynaklarda bilgi yoktur.
لو جازت الصلاة بشيء غير القرآن، لجازت بحكم ابن عطاء الله [3]
(Geniş Bilgi için bkz: KARACA, H. (2006 ). Ahmed Mahir Efendi’nin El Muhkem Fi Şerhi’l - Hikem Adlı Eseri (İlk 100 Sayfa). İstanbul : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı-207592-Yüksek Lisans Tezi)
[5] Hud, 105
[6] (KARAALP, 2009), s. 8 (Hikmetleri Türkçeleştirirken bu kitaptan istifade edilmiştir.)
Arapça metinler bu siteden alınmıştır. (Erişim;17 Haziran 2010)
[8] Gerçeği bulmuş, gerçek
[9] “Hayır Allah Teâlâ’nın istediği şeydir.”
Bu rehbersiz yolu kendi başına gidenlerin haline benzer. Allah Teâlâ’nın muradı sebepler zincirini hiçbir zaman kaldırmaz. Her yapılacak şeyin ve himmetin bir vakti vardır. “Hayır Allah Teâlâ’nın istediği şeydir.”
[10] Şeyhlerin himmeti Allah Teâlâ’nın kaderini değiştirmez. Mevlana, Mesnevi´de buyurdu ki;
“Allah Teâlâ canibinden evliyanın öyle bir kudreti vardır ki atılmış oku yolundan çevirirler.” (Mesnevi, c. I, b. 1669)
Abdülkadir Geylânî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
“Ben kaza-i Mübrem-i (tedbir ve maharetin tesiri olmayan kaza) def ederim”
Bu kaza Allah Teâlâ katındaki Muallâk   (değişebilen) kaza ile Melaikelerin katında bilinen mübrem (değişmeyen) görünen kaza-i ilahidir. Asıl olan kaza-i mübremde hiçbir türlü tasarruf olmaz.
Hadis-i şerifi bu hakikate işaret eder.
 “Kaza, kaza ile ret olunur.”

Yazılmış alnına fa´ilin her ne ise reddi nâ-kabul
Hüner bu defteri almalı, hoşça dürmektir
Musaddaktır bu dava ta ezelden mühr-i hikmette
Cihana gelmekten maksat bu tatbikatı görmektir.
Neyzen Tevfik kaddese’llâhü sırrahu’l azîz (ALTUNTAŞ, 2005)
Bu dünya üzerinde çeşitli müşküllerin görülmesi, perde arkasından hakikâtin suretlerinin gidip gelme­si hadisesidir. Dışarıdan bakanlar, suretin hareketine irade isnat ederler. Ama duruma vâkıf olanlar, hemen her meseleyi ilâhî iradeye havale etmektedir. Böyle yapanlar, duruma tedbir ol­ma sıkıntısından halâs olmuştur. Vakti gelince zarurî olarak sıkıntılar gelir gider, bir şekil alır.

Tedbîrini terk eyle, takdir Hudâ’nındır.
Sen yoksun o benlikler hep vehm-ü gümânındır.
Birden bire bul aşkı bu tühfe bulanındır
Devrân olalı devrân Erbâb-ı safânındır.
Âşıkta keder neyler gam halk-ı cihânındır
Şeyh Galib kuddise sırruhu’l-azîz

Ayrıca hayrın açılacağı kapının yönünü insan tespit edemez. Belki onun niyetinde kemal penceresini ancak iptilalar açabilir. Bu hikmete vasıl olmakta ta başka bir haldir.
[Evliya derecesini bulmuş bir zat varmış. Kürsüye çıkıp vaaz ederken daima:
“Yâ Rabbî, hırsızlara haramilere rahmet kıl!” Diye dua eder­miş. Sebebini sormuşlar. Cevaben:
“Ben Bağdatlı bir tüccardım, çok zen­gindim ve iyiden iyiye dünyaya dalmıştım. Bir gün sahradan geçerken, kervanımın birini haramiler soydu. Bu vak’adan biraz aklım başıma gelir gibi oldu. Bir başka geçişte, malımın bir kısmını daha gasbettiler. Üçüncüde ise, tîg u teber şâh-ı levend on parasız kaldım. Bu suretle aç ve bî-ilâç kalınca bir tekkeye iltica ettim. İşte orada Allah’ım bana bir kâmil mürşit ihsan etti ve bu devlete nail oldum. Bu nimete o haramîler yüzünden eriştiğim için onlara hayır duâ ediyorum,” demiş.] (Ken’an Rifâî, Sohbetler, hzl: Sâmiha Ayverdi, İst, 2000, s.86)

Hâkimest yefalullah-ı mâyeşâ
O zi ayn-ı derd engîzed deva

“Allah Teâlâ hâkimdir, istediğini yapar; o, derdin içinden deva çıkarır” (AYVERDİ, Sâmiha, Âbide Şahsiyetler, İst. 1976, s.10)
[11] “Bazen bir şeyden hoşlanmazsınız. Hâlbuki o şey sizin için bir hayırdır. Bazen de bir şeyi seversiniz hâlbuki o şey sizin için bir şerdir. Allah Teâlâ bilir, sizler ise bilmezsiniz.” (Bakara, 216)
Allah Teâlâ iyi kul olsun veya olamasın, kullarının başına gelecek felaket ve musibetleri önlemek, geri çevirmek de Rabb´ları olarak tasarrufunu kullanır. Musibetlerini belirli zamana erteler veya layık oldukları cezayı indirir.
Bir Hadisi Kutsi´de Allah Teâlâ buyurdu ki,
“Kullarımdan bazılarını fakir yaptım. Eğer zengin yapsa idim, kendileri için fena olurdu. Bazılarını da hasta yaptım, eğer devamlı afiyette yapsa idim onlar için fena olurdu. Ben kullarımın ihtiyaçlarını bilirim. Ona göre tedbir alırım”

[12] “Rızkı veren Allah Teâlâ’dır; O herkesin rızkını takdir ve taksim etmiştir. Hakk’ın takdirini değiştirmek mümkün olmadığına göre, insanın kendisini Kur’ân-ı Kerîm’e göre değiştirmesi isabetli bir davranıştır.
Rızkın peşinde koşmayıp, Rezzâk’ın peşinde koşmak, insanın hareketlerinin Kur'ân-ı Kerim'e göre tanzimini sağlar. Mülkün sahibi olan Allah Teâlâ kulu için ezelde ne takdir etmişse, ziyade ve noksansız olarak ona ulaşır. Rızkın peşine düşen insan, Rezzâk’dan uzaklaşacağı için, meşru ve gayr-i meşru sınırını kaybeder, ölçüyü kaçırır; ihtiras, kıskançlık vs. gibi kötü huyların hükmü altına girer. Bu kimse de Allah Teâlâ ezelde onun için ne taksim etmişse, ziyade ve noksansız yine ona sahip olur. Rızkın peşinde koşan, ava gidip avlanan avcı gibi, sahip olduğunu zannettiği malının esîri olur. Rızkı verenin arkasından giden ise, verenin rızasına göre kazancını tasarruf eder. Dünya malı bazen gelir, bazen gider. Dünya malı insana te­veccüh ettiği zaman onu sevindirir, gitmesi de üzer. Gelip-gidene değil de, bu med ve cezrin (yükselme ve inme) Rabb’ine teveccüh eden kimse, kâr-zarar peşinde koşmaktan kurtulur. Nitekim bir ayet-i kerimede: “Böylece elinizden çıkana üzülmeyiniz ve Allah Teâlâ’nın size verdiği nimetlerle sevinip şımarmayınız. Çünkü Allah Teâlâ kendini beğenip böbürlenenleri sevmez” (Hadîd, 23) buyrulur. (Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, trc. Ahmed Avni Konuk, hzl. Selçuk Eraydın, İst. 2001, s. XXI)
[13] “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalbler de körleşir.” (Hac, 46)
[14] “Allah Teâlâ duâda ısrâr edenleri sever.” Suyuti, Camiü’s-Sağîr, 2, 1876
[15] Allah Teâlâ bir işi, vakti gelmeden yapmak için acele etmez. Yapacağı işlere muayyen bir zaman koyar ve onları koyduğu kanunlara göre zamanı gelince icra eder. Önceden belirlediği zamandan geciktirmediği gibi zamanı gelmeden yapmağa kalkmaz. Aksine her şeyi, hangi zamanda yapılmasını takdir buyurmuş ise, o zaman yapar.
Hakikat ilminin sahipleri, Allah Teâlâ´nın Sabur isminin tecellisi olan kişilerdir. Çünkü onlar olmuş olayı veya olacak olayı hakikati ile bilirler. Allah Teâlâ´nın kullarına sabrı tavsiye etmesi ise, kulların cehaletinden dolayı hataya düşmemeleri içindir. İşin sonunu görmeyene sabır en güzel şeydir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “ilmin başı sabırdır” buyurması, neticeye iyi şekilde ulaşmanın tek formülü olduğundandır. (ALTUNTAŞ, 2005), s.243
“Sabır (hadisenin) sarsıntı tesiri yaptığı ilk anda, gösterilen tahammüldür. “ (Buhârî. Cenaiz. 32. 43. Ahkâm. 11; Müslim. Cenaiz. 14-15; Tirmizi, Cenaiz, 13; Nesai. Cenaiz. 22; İbn. Mâce. Cenaiz. 55 Ebu Davud. Cenaiz. 27)
Allah Teâlâ kulun hakkında ceza vermek murat etse bile cedlerine ve nesillerine nazar ederek çok zaman bağışlamıştır. Onun için insanların kendi aralarındaki muamelelerinde sabırlı olması gereklidir.
“Bir gün Davut aleyhisselâm kendisine zulmeden birine beddua etmiş icabet geç olmuştu. Davut aleyhisselâm bu duruma çok üzüldü. Allah Teâlâ
“Ey Davut! Sende bir kimseye zulmedersen, o da sana beddua ederse; Ben sana geç icabet ettiğim gibi ona da geç icabet edeyim diye, isteğine geç cevap verdim”
Bu nedenle kul Allah Teâlâ´dan bir şeyi ister. Allah Teâlâ;
“Peki, fakat ben bunu sana, gerektiği bir vakitte vereceğim” der. Bu verme ya dünyada veya ahirette olur. Ahirette olan ise daha makbuldür.] (ALTUNTAŞ, Kırk Hadis, 2009), s.106
[16] “Hiçbir kul yoktur ki, onun razı olduğu ve olmadığı hüküm vereyim de onun için hayırlı olmasın.” (Ramuz) “Allah Teâlâ´nın izni olmadıkça musibetten bir şey isabet etmez. Her kim Allah Teâlâ´ya iman ederse kalbini hidayete erdirir. Allah Teâlâ her şeyi hakkıyla bilendir.” (Teğabun, 11) “Bana duâ edenin duâsına cevâb veririm.” Bakara, 186
[17] Allah Teâlâ marifeti ârifleri ile kullarına ihsan eder. Büyükler “Arifler yanında ibadet etmek, Hüdâ ile geçirilmeyen vakit zayi olmuştur” buyurmuşturlar.
[18] “Her işi eden eyleyen Allah,  vela havle velâ kuvvete illa billâh.” (İhramcızâde  İsmail Hakkı Toprak Efendi)
[19] “Ey Âdemoğlu! Beni zikrettikçe şükürdesin. Unuttukça küfürdesin.” (Râmuz)
“Yâ İlâhi! En büyük korkum, beni kapından tard edecek olursan ne yapacağım. Senin yükselttiğini kimse alçaltamaz. Senin alçalttığını kimse yükseltemez. Hâlik sensin, hakîm ve âlim olan sensin, ilmin her şeyi kaplamıştır, rahmetin her şeye şamildir. Felâketzedelere yardım eden, musîbetzedelerin imdadına yetişen, kalbleri kırılanlara teselli veren Sensin. Kullarına yardım için daima hazırsın. Bütün esrar ve efkârı bilen Sensin. Bütün nimetleri bahşedensin. Fakirlerin dostu sensin. Sadıkların, tahirlerin yardımcısı sensin. Yardımını isteyenlerin hepsine yardım edersin”
“Ya Rab! Biz aciz, fakir, nakıs, zayıf ve fânî kullarınız. Ebedî ve ezelî olan, zengin ve kudretli olan, rahîm ve alîm olan sensin. Senin marifet ve muhabbet nurunu arıyoruz. Muhabbet ve marifetini ihsan eyle. Günahlarımızı affeyle.” (İhramcızâde  İsmail Hakkı Toprak Efendi)
[20] “Ben kulun beni düşündüğü gibiyim. Dilediği gibi düşünsün” (Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Dua ve Zikir, 21.)
Bu hadîs-i kudsîye göre bütün anlayışlar anlayış olsada anlayıştan anlayışa fark vardır.
Allah Teâlâ iki insana bir tecelli ile iki defa tecelli etmez.
Yine bir insana dahi bir tecelli ile iki defa tecelli eylemez.
İlâhî tecelli “O her gün yeni bir iştedir.” (Rahman,29) âyetinde beyan edildiği üzere Allah Teâlâ her an ve zaman her şeyi yenilemekte olup her şeye ve zamanda ayrı ayrı tecelli etmektedir. Bu husus şuradan bilinir. Gerek insan ve gerek canlı olan ve olmayan bütün mahlûkâtda kalben ve şeklen yekdiğerine farksız benzerliği olmaz. Muhakkak bir farkı olacaktır. Ancak bazılarının aralarında fark olduğu anlaşılması da çok zordur. (Nazif Hasan Dede, Ta’rifü’s Sülûk)
Ahmed Âmiş kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Hazretleri buyurdu ki;
“Allah tecellisini tekrar etmez.” “Esmâ-ı İlâhiye, Zât-ı İlâhiye’nin libâsıdır. Her an bir libâs ile zuhur eder.  Onun hükmü bitince diğer bir isimle telebbüs eder.” Allah bu dünyada esma ile tecelli buyurur. Hangi esma ile zuhur ederse,   diğerleri ona tâ’bi olur.” (Güneren, M.Fatih, H. Şabâniye Âzizânın Hikmetli Sözleri ve Hatıralarım, İst, 2003, s. 68)
Hikâye
Vaktiyle valinin biri azlolunmuş, hayli zaman açıkta kalmış. Bir gün uşağı: Efendi, demiş, filân ağaç kovuğunda bir zat oturur herkes gidip onun duasını alır, büyük bir zattır. Haydi, biz de gidelim de senin için duâ isteyelim!
Efendi de uşağın sözünü dinleyerek kalkar ve beraberce o zâta giderler. Elini öpüp hacetlerini söylerler. O zat da:
“Yâ Rabbî, der, ne ka­dar hayır sahipleri ne kadar sâlihler, âşıklar varsa onların yüzü suyu hürmetine bu adama yakında bir memuriyet ihsan et!”
Bu duayı aldıktan sonra Efendi ve uşak evlerine dönerler. Biraz son­ra da bir yaver gelerek filân yere vali tayin olduğunu bildirir. Aradan beş on sene geçtikten sonra vali tekrar azlolunur. Yine uşağın teklifi üzerine ağaç kavuğundaki zâta gidip yeniden duâ isterler. Ama bu defa o zat:
Yâ Rabbî, ne kadar meyhaneci, edepsiz, katil, hırsız kulların var­sa onların yüzü suyu hürmetine bu adama bir memuriyet ver,” diye duâ eder. Bu türlü bir niyaz beklemeyen valinin hayreti karşısında:
“Merak etme oğlum, tecelli devir devirdir bu da hak, o da hak... Sen işine bak tayin olunursun,” diye cevap verir. Gerçekten de üç gün sonra tekrar bir tâyin çıkarak adamcağız yeni işine gider.
Bazı kimseler görüyorsun, Hak yolunda oldukları halde birçok maddî mahrumiyetler ve elemler içindedirler. Fakat onların içinde bu­lundukları ateşte ne gülistanlar gizlidir. Allah Teâlâ’dan uzak kalan bir kim­se ise, ne kadar zevk ve safa içinde de olsa yine ateşin içindedir. Çünkü aslı ateştir neticede de yine ateşe munkalip olur.
Fakat bu iki ateş arasında azîm farklar vardır. Biri ateş görünür içi gülistandır. Biri gülistan görünür içi ateştir. Fark bu..” (Ken’an Rifâî, Sohbetler, hzl: Sâmiha Ayverdi, İst, 2000, s. 160

[21] Ayakta durabilmeleri için gerekli can ise ihlâs sırrıdır.
“Kim kırk sabah Allah Teâlâ´ya ihlâslı olursa, kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar.” (Câmiu's-Sagîr)
“Allah Teâlâ ihlâs makamına ulaştırırsa ihlâs sahibi kurtulur, emniyet makamına varır. Hiçbir ayna yoktur ki, ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki, tekrar harmandaki buğday şekline dönsün.” (Mesnevi c.II, b.1316–1317)
[22] الخمول tembellik, miskinlik. Toprağın tembelliği hakarete, ezaya tepkisiz olması demektir. Ne atılırsa kabul eder.
[23] Tohumun yeşermesi için toprağın sakin kalması gerekir. Eğer kök hava alırsa büyüyemez.

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sâdık yârim kara topraktır

Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sâdık yârim kara topraktır

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sâdık yârim kara topraktır

Âdemden bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve yedirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sâdık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayman belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sâdık yârim kara topraktır

İşkence yaptıkça bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi
Benim sâdık yârim kara topraktır

Bütün kusurumu toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sâdık yârim kara topraktır

Her kim ki, olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i bağrına basar
Benim sâdık yârim kara topraktır
Âşık Veysel
[24] “Hal sahibi olmak aşk ve muhabbet, terk ve uzlet ister, yoksa söz ve gaflet insana hal olmaz! Hakk’ın cezbesi zuhur etmedikçe, bu yakınlık ve uyanıklık kimseden zuhur etmez.” (Selim Divane, Sadıkların Müşkillerinin Anahtarı, Ahmed Sadık Yivlik, İst, 1998, s.95)
[25] “Ashab-ı kiramdan Ebu Rezin el Ukaylî radiyallâhü anh bir keresinde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme;  
“Rabbimiz mahlûkatı yaratmazdan önce nerede idi?   diye sorar. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde;
“Üstünde ve altında hava olmayan â‘ma da idi” diye buyurur.”  (Tirmizi, Tefsir sure 11. 1; İbn. Mâce. Mukaddime. 13; İbn Hanbel. IV/11. 12)
[26] Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
Bil ki, güneş nereye yönelse, karşısında karanlık görmez. Karşısına düşen her şey aydınlık (nur) görünür. Güneşin gördüğü nur, karşısına düşen eşyayı ışıklandıran kendi yüzünün nurudur. Ama zulmetin karşısında aydınlık olmaz. Karanlık, karşısında bulunan eşyada daima karanlık görür. Bu karanlık, karşısına düşen eşyayı karartan kendi karanlığıdır. İmdi güneş, kendine kıyasen, bütün âlemin nurdan ibaret bulunduğunu zanneder. Zulmet (karanlık) ise, kendisine kıyas ederek bütün eşyanın zulmetten ibaret olduğunu sanar.
Güneş, arif-i billâh olan muvahhid mü'minin misalidir. Bu zaten bütün eşyada, kendi irfanının, tevhidinin, imanının ve ayanının “Hiçbir şey yoktur ki Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbih etmesin. Lakin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.”   (İsra, 44) Ayetinin ifade ettiği gibi aksini, nurunu görür. Hâlbuki aslında eşyanın bir kısmında cehalet, küfür ve isyan zulmeti vardır. Fakat o mü'minin bakışının nuru, bütün eşyayı kaplar da o, hepsinde sadece nur görür. Bütün insanlara iyi zan besler. Bu sıfat, bir insana, ancak kemale eriştiren bir mürşid-i kâmilin terbiyesi altında iç tasfiyesiyle mümkün olur.
Zulmet ise cehalet ile kalbi kararmış cahile benzer. Bu adam, bütün eşyada bir eksiklik görür, herkeste bir ayıp arar. Cahil neye baksa, cehaletinin ve ayıbının siyahlığı o şeye akseder. Baktığı şey ne olursa olsun onda muhakkak bir ayıp ve noksan bulur. Fukara bilmez ki o, kendi ayıp ve noksanıdır, oradan kendine aksetmiştir.
Binaenaleyh, ey Ehlullah yolunda süluk eden talip, Allah'ta mücahede et ki ruhunun güneşi battığı yerden doğsun, tutulduğu yerden açılsın, kalbinin âlemleri nurlansın, nuru yüzüne vursun ve senin yüzünden karşında bulunanlara yansıyarak hepsini aydınlatsın. Karşında bulunanlar, senin ilim ve irfanının nurundan istifade etsin, senin gölgende, yani cisminin ve bedeninin gölgesinde istirahat etsinler. İşte güzel huyun kemali budur. (ATEŞ, 1971)Üçüncü sofra
[27] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Allah Teâlâ yüzünden perdeyi açsa yüzün şuaları ve nurları gözünün gördüğü her şeyi yakar kül eder.”  (Müslim, İman, 79; İbn Mâce. Mukaddime. 13; İbn. Hanbel, III/401)
[28] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki en alttaki dünyaya, iple bir adam sarkıtmış olsanız, mutlaka Allah Teâlâ'nın üzerine düşer..” (Tirmizi Hadisin garib olduğunu söyler. Tirmizi. Tefsir, 57; İbn. Hanbel. 2/370; bkz. Sehavi. 543: Aclûnî. 11/153)
İbn-ül Arabî’nin Fütuhat el-Mekkiye adlı eserine atfen Nihat Keklik Arabî’nin
“...varlıkta ancak Allah Teâlâ vardır...”  dediğini belirtmektedir.
“...Muhakkak vücutta Allah Teâlâ vardır. Ondan başkası ise hayalî, vücuttur. Hak bu hayalî vücutta zahir olduğu zaman orada ancak kendi hakikati hasebiyle zahir olur, hakiki Vücûdu olan zatıyla değil...”  (KEKLİK, 1980), s.405.
[29] Zatın biri rüyasında kendisini Hazreti İbrahim ile Hazreti Âdem aleyhisselâmın kabirleri arasında görür.  Bir nidâ gelir:
“Allah Teâlâ’nın güzel isimlerini oku.”      Bu zat da başlar Allah Teâlâ’nın bilinen doksandokuz güzel ismini okumaya ve tamamlayınca,  yine aynı ses:
“Allah Teâlâ’nın güzel isimlerini oku.”     Zat düşünmeğe başlar ve
“İşte okudum” der.  Bu defa aynı ses:
“Hayır, tamamını okumadın,  hani Hüve’t-tâcirü, ve’z-zâiru,  ve’l-hârisu(o tüccar,  çiftçi,  sanatkâr’ dır).  
Bunları duyan zât korkmaya ve vücûdu titremeye başlar,  derhal kalkıp camiye gelir.  Mısır’da Abdülganî Nablusî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz hazretlerini bulur ve ona rüyasını anlatır.  Rüyâyı dinleyen Abdülganî Hazretleri:
“Senin tevhid görme zamanın gelmiş olduğu anlaşılıyor.”   Diyerek ona tevhid telkin eder.
İşte hazreti Âdem aleyhisselâm gerek “Esmâ-i Hakkîyye” olan alîm,  semiî,  basîr,  kâdir,  kayyûm gibi isimler olsun,  gerekse “Esmâ-i halkîyye” yi meselâ,  tâcir (ticaret eden),  zâri (ziraat ve çiftçilikle meşgul),  hâris (sanat işiyle meşgul) gibi isimleri câmidir.  Amma Hakk ticaret yapar mı? Allah Teâlâ çiftçilik yapar mı? Diye sorular akla gelebilir.  Ya Hakk’ın kudreti olmasa bir şey olur mu,  olmaz.  Bütün her şey ancak Hakk’ın vücûdu ve Hakk’ın kudretiyle olur.”  Ne sırdır âlem’el-esmâ” beytinde “Sırr-ı allem’el esmâ” ya işaret olunmaktadır.  Hazreti Âdem aleyhisselâma bütün isimler öğretildi,  isimler onda zâhir oldu.  Yani ruh nefh olunca bütün isimler andan zâhir olur, demektir.
[30] “Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız” . (Kaf, 16)
 “Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatır” . (Nisa, 126)
 “O, evvel, âhir, zahir ve bâtındır. O, her şeyi bilicidir”. (Hadid, 3)
[31] “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim, mahlûkatı yarattım” (Keşfu’l-Hafâ, 2016) hadisine göre Allah Teâlâ’dan bütün mahlûkatı yaratmıştır. Bu yaratılmada ise aşk ve sevgi oluşmuş iyi ve kötü dahil olmak şartıyla her şey on aşık olmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’deki “Allah onları, onlar da Allah’ı severler.”  (Mâide, 54) ayetinde sevginin ve muhabbetin önce Allah Teâlâ’dan geldiği anlaşılmaktadır.
[32]Âlem “Varlık” ve “yokluk” açısından değerlendirilince, “Yüce Allah Teâlâ’nın vücudundan başkası, saf yokluktur...”  Çünkü Allah Teâlâ’nın varlığı, kendi hakikati sebebiyle, kendiliğinden “var”dır. Allah Teâlâ âlemle görünüşe çıktığı ve O’nunla belirlendiği için, bütün varlıkların aslı olarak kabul edilmiştir.” (KEKLİK, 1980), s.383-386
[33] [Şöyle ki: Allah Teâlâ mahlûkatı yaratmış, her şeyi tam yerli yerince koymuştur. Bir kul, Allah Teâlâ’nın fiillerinden kendi ilmine, zevkine ve tab’ına aykırı olan bir şeyi sormak isterse Allah Teâlâ onun basiret gözünü açar ve kul Allah Teâlâ’nın o şeydeki hikmetini görür. Bu suretle kul, zaruri olarak kalbinden niçin, nasıl sorularını çıkarır ve artık ondan hayret etmez. Onu yerine layık görür. Artık hiç bir şeyin sinek kanadı kadar fazla yahut eksik tarafını dahi Rabbına sormayı kendine yakıştıramaz. Elbette bir hastalığın, bir kusurun, bir eksikliğin, bir fakirliğin, bir zararın, bir cehlin, bir küfrün kaldırılmasını doğru bulmaz. Allah Teâlâ’nın insanlara ezelde taksim ettiği rızkı, eceli, kudreti, aczi, taati ve masiyeti değiştirmeyi istemez. Eşyayı olduğu gibi görür. Bunların hepsini, içinde hiç zulüm olmayan, sırf adalet ve eksiksiz sırf kemal, hiç bozukluğu, eğriliği büğrülüğü olmayan tam doğru kabul eder. Her şer sandığının altında bir hayır vardır ve her zarar sandığı şeyin sonunda bir fayda vardır. Bir zaman zulmetin kapladığı bir şeyi, başka bir zaman nur kaplar. Allah Teâlâ cömert, kerim ve merhametlidir. Yaratıklarına asla cimrilik etmez. Onların yararına olan bir şeyi kendine alıkoymaz. İşte bu, ikinci bir soru daha meydana çıkarır ki keşf erbabı bunu sormaktan ve buna cevap vermekten menedilmişler, bilginler bunda hayrete düşmüşlerdir.
“Bizi buna ileten Allah’a hamdolsun. Allah bize hidayet etmeseydi, biz hidayete eremezdik.”  (A’raf, 43)- (ATEŞ, 1971), Onuncu sofra
[34] Dünyâda “ben azîzim”, “ben kerîmim” diyenlere;
“Allâh da kendileriyle alay eder ve onları bırakır; taşkınları içinde bocalayıp dururlar.” (Bakara, 15)
âyeti celîlesi üzere kıyamet gününde istihza (alay)  ederek:
“Tad. Şüphesiz sen çok yüce ve kerimsin.”  (Duhan, 49)
buyuracaktır. Onun için ilâhî sıfatın her biri tuzaktır. (Anlayanlar dahi sonra anlamadıklarını itiraf ederler.)
“Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da onların tuzaklarını boşa çıkarıyor. Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (Â’li İmrân, 54) buyrulmuştur. (Nazif Hasan Dede, Ta’rif’üs Sülûk)
[35] [Bil ki: Dünyada mevcut olan her şeyin iki ciheti (yönü) vardır. Bakanın kabiliyetine göre bir iyi tarafı, bir de kötü tarafı vardır. Allah Teâlâ, insanın bir şey yapmasını isterse o şeyin iyi tarafını ona gösterir, o da yapar. Bir şeyi yapmamasını isterse, o şeyin kötü tarafını gösterir, o da yapmaz. Bundan dolayı Ebubekir radiyallâhü anh Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize:
“Dünyada senden güzel kimse yoktur ya Rasulallah” derken Ebucehil:
“Dünyada senden kötü kimse yoktur Ya Muhammed” diyordu.
Kemal yolları ve sebepleri de buradan çıkar. Allah bir kimseyi kemal derecesine ulaştırmak isterse ona yollarının güzel taraflarını ve bunların sebeplerini gösterir. Kul onunla meşgul olur, onun zıddını terk eder. Bu suretle en yüksek gayeye ve makama ulaşır. Mesela zikre devam etmek kemâlata ulaşmanın sebeplerindendir. Allah bir insanı büyüklerin ulaştıkları kemallere ulaştırmak isterse, ona zikre devam etmenin güzel taraflarını gösterir. Onu zikre devam ettirir ve onu mukadder olan kemallere eriştirir. Diğer vesileler de böyledir. Bunu uzak görme (hayal sanma). Çünkü Allah Teâlâ Hazretleri buna kadirdir. Bunun büyük bir aslı vardır ki o da şudur:
“Âlemin zerrelerinden her biri zıtlarını cami’dir (kendinde taşır). Çünkü Allah Teâlâ’nın Cemal ve Celâl sıfatları vardır. Allah Zülcelâl, her zerrede tecelli eder. Her zerrede O’nun bütün sıfatlarının eseri vardır. Ma’siyetler ve aşağı dereceler de böyledir. Allah Teâlâ, o ma’siyetin kötü tarafını örter ve onu işlemenin iyi tarafını gösterir ve insan da onun içine düşer. 
“Herkesin, uyduğu bir yönü vardır” (Bakara, 148)
 “Allah Teâlâ bir adam için iki kalb yaratmamıştır.”  (Ahzab, 4) Artık kalbler şöyle dursun, her bir kalbi, bakılan şeyin güzelliğine çeviren O’dur. Kalb her an, eşyadan biriyle beraber, ötekilerden gafildir. Huzuru Allah Teâlâ ile gafleti masivadan olduğu bir sırada kalbinin ötesinden (verasından) onu Allah Teâlâ’dan başka bir düşünce aldatır, meşgul ederse o kimsenin hasmı Allah Teâlâ’dır. … “Allah gerçeği söyler, O, yola iletir.”  (ATEŞ, 1971), Elli beşinci sofra
[36] Her ne şeye gözün erişirse,  o şey sana şöyle der:
“Sakın bize aldanma,  bizim müstakil vücudumuz var olduğunu zannetme.   Bizim hakikatimiz olan Hakk’a bak.   Biz fitneyiz,  seni aldatırız”
[37] Önemli olan Allah Teâlâ´dan istemeyi bilmektir. Allah Teâlâ´dan istenilen şeyin dünyalık sınıfından olmaması gerekir. Çünkü dünyalık ihtiyacına Allah Teâlâ kefil olmuştur. Zaruri ihtiyaçlar dışındaki her şey dünyadır. Çünkü Allah Teâlâ dünyaya değer vermez.
Allah Teâlâ´nın sevdikleri bu ismin hakikati içinde olur. Hakikatine kavuşan; Allah Teâlâ´nın işlerine karışmadığı ve dünya nimetlerine rağbet etmediği zaman olur ki, o zamanda istek diye bir şeyde kalmamıştır. O zamanda bilmek, bilmemek, istemek ve istememek aynı şeyler olmuştur.
"Hiçbir şey bilmeme, hiçbir şey istememe, hiçbir şey olmama noktasına ge­ri dönmeliyiz" demektir.
[38]  İhtiyacın sırrını bilmeyen bazı insanlar “Allah Teâlâ seni kimseye muhtaç etmesin” diye birbirlerine duâ ederler. Aslında âlemde ihtiyaçsız hiçbir şey olmaz. Efendi hizmetkâra ve hizmetkâr efendiye, hasta doktora, doktor hastaya, mürid mürşide, mürşid müride muhtaçtır. Eğer mürid olmasa mürşid kimi irşâd edecektir. Bu sebeple Allah Teâlâ hikmetinden her şeyi birbirine muhtaç ve boş bir şey yaratmamıştır. (Nazif Hasan Dede, Ta’rifü’s Sülûk)
[39] “İçinde yaşadığımız dünyanın her yerinde belâ ve musibet vardır.”
“İnsanın pak ve temiz olması ancak mihnet ve meşakkat iledir.” 
“Bu dünyada fâsık kimselerin şerrinden kim âzâde kalabilmiş ki? Hatta Allah Teâlâ rasülleri bile bu belâdan kurtulamamıştır.” (Hacı Hasan Akyol; Tasavvurat-ı Hayriyyem)
[40] Nasıl insanın tek tek organları insan olmayıp ancak hep birlikte insanı teş­kil ediyorsa, bu âlemdeki tek tek hiçbir şey de Allah Teâlâ’dan ayrı değildir. Bu yüzden Allah Teâlâ’nın iradesi, âlemdeki varlıkların kabiliyetleri çer­çevesinde cereyan eder. Yani Allah Teâlâ, ancak olabilecek olanları diler, olma­yacak olanları dilemez. Böylece Allah Teâlâ’nın iradesi, varlıkların istidatlarıyla sı­nırlı olmaktadır. (bkz: Şeyh Bedrettin, Varidat)
[41] Hz. Ali kerremallâhü veche buyurdu ki;
“Herkes işin sonundan korkar, biz ise başından korkarız.”
Şah Nakşibend kuddise sırruhu’l-aziz Efendimiz buyurdu ki;
“Biz yolumuzun sonunu evveline derc ettik”

Katre-i acz içre arif cilve eyler zahida
Katresin destinde pinhan mevc uran ummanı gör.
 Pir İlyas kuddise sırruhu’l-azîz

[42] “Mürşid-i kâmil, bir deryadır. Mücevherlerini, kenara kendisi atmaz. Ama dalgıçları da men'etmez, Hiçbir mürşid, yolda, çarşı ve pazarda gezenlere " Gelin, size Tevhid ilmini göstereyim" demez.” (Seyyid Muhammed Nûr, Niyazi Şerhi)
[43] “Varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin; rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse, Allah'ın kendisine verdiğinden versin; Allah kimseye, verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez. Allah, güçlükten sonra kolaylık verir.” (Talak, 7)
[44] En’âm, 91
[45] En’âm, 18
[46] Burada dikkat edilecek husus kendini beğenme huyundaki aşırılıktır. Âlimler hakkında zuhur eden kendini beğenme ilmin yüceliğinden zuhur etmektedir. Onun için bu inceliği unutmamakta gerekir. (Bir yerde mazur görmek en güzelidir.) Bir fıkıh bilgini velilik derecesine ulaşmış cahil bir âbid­den çok daha üstündür. Çünkü şeytan cahil sofuyu yoldan çıkarmakta zorluk çekmez.
Rivayet edilir ki, biri âlim diğeri cahil olan iki adam cahil bir şeyhe intisab ederek ondan ders aldılar, ibadet ettiler ve veli­lik derecesine ulaştılar. Bir gün şeytan, âlim olana havada bir cen­net gösterdi ve: “Bu cennet senindir. Yalnız bir şartla. Şeyhini, nebilerden daha üstün tutacaksın.” dedi, O da şöyle cevap verdi: “şüphesiz hiçbir veli peygamber derecesine ulaşamaz. Belki bir nebi, bütün velilerden üstündür.” Bu söz üzerine şeytan, o âlimden ümidini kesti. Sonra ayni cenneti cahil olan veliye gös­terdi. Ona söylediğinin aynısını arkadaşına da söyledi. Cahil olan arkadaşı ise, o cenneti elde edebilmek için şeyhini nebilere üs­tün tutarak, mertebesinden düştü. Sonra şeytan şeyhinin yanına giderek aralarında geçenleri anlattı. Şeyhi abide: “ilim öğren, zira ve­lilik bir kimsede ilimsiz olarak yerleşmez,” dedi. (İmam Burhanüddin Ez-Zernûcî, Ta’lim ve Müteallim, trc. Y. Vehbi Yavuz, İst, 1993, s.19
Bu nedenle âlimler ile olan arkadaşlığı kesmemek daha uygundur. Neticede onların ilmi insana fayda verir. Bu hakikate binâen ulemanın bazıları
“Biz İlmi, Allah Teâlâ’nın gayrsı için istedik; ilim kaçındı ve bizi ancak Allah Teâlâ’ya reddeyledi” demişlerdir.
Rivayet edildiğine göre, Harici taifesine mensup yirmi kişi tek tek Hz. Ali kerremallâhü veche Hazretlerinin huzuruna gelerek ay­nı meseleyi sormuşlar. Soru şu idi:
“Yâ Ali! İlim mi üstün, yoksa mal mı?” Hz. Âli kerremallâhü veche “ilim daha üstündür” şeklinde cevap vermiş, fakat delil istemeleri karşısında ilmin üstünlü­ğünü şu şekilde ortaya koymuştur:
—İlim, maldan üstündür. Zira ilim seni korur, halbuki sen malı korursun, ikinci soruyu sorana. Karşılık verdiği cevap da şöyle;
—İlim harcandıkça artar, mal harcandıkça azalır, üçüncüye verdiği cevap:
—İlim sayesinde düşmanlar dost olur, fakat mal böyle değil. Devamla:
—İlim, dünyadan uzaklaştırır, âhirete yaklaştırır; mal ise, böy­le değildir.
—Ölüm sebebiyle ilim, sahibinin mülkiyetinden çıkmaz, fakat mal böyle değildir.
—İlim, sahibine sirayet eden bir nurdur. Mal ise, buna muha­liftir.
—İlim Allah’ın kelâmından çıkar, mal ise, topraktan çıkar.
—İlim, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sevgilisidir. Mal ise, Nemrud, Firavun, Hâman ve Karunların sevgilisidir.
—İlim kendine hizmet edilendir. Mal ise, hizmet edendir.
—İlim, ruhun gıdasıdır, mal ise, cesedin gıdasıdır.
—Ürkme zamanlarında ilim sana arkadaş olur, mal ise, sana ürküntü verir.
—Yolculukta ilim, senin arkadaşındır. Mal ise, yolculukta se­nin düşmanındır.   
—Tek başına ilim, taatsız da olsa kurtulmana sebep olur, fa­kat mal böyle değildir.
—İlim, peygamberlerin mirasıdır. Mal ise, eşkıyanın mirasıdır.
—Kıyamet gününde ilmin hesabı yoktur. Fakat malın, helal ise, hesabı, haram ise, azabı vardır.
—İlmin sahibi, şefaat edecek, malın sahibi ise, şefaat edile­cektir.
—İlim sahibi, asla unutulmaz, fakat mal sahibi unutulur.
—İlim, kalbi nurlandırır, mal ise, karartıp katılaştırır.
—İlim sahibi, Allah’a kulluğu, mal sahibi ise, Allahlığı iddia eder. (Nitekim Firavun’da olduğu gibi.) Hz. Ali kerremallâhü veche bu şekilde o soru so­ranlara ayrı ayrı tatminkâr cevaplar verdikten sonra:
—Bu konuda bana daha soru sorsaydınız yaşadığım müddet başka başka cevaplar verirdim, buyurdu. (İmam Burhanüddin Ez-Zernûcî, a.g.e. s.38)
Bu mevzuda mal olarak kulun salih amellerini mal olarak düşünmek gerekir. 

[47] Allah Teâlâ’nın zât-ı ilâhiyyesinin hulûl ve ittihat etmeden tecelli cihetiyle zuhur eylemesiyle denizdeki zuhur eden dalgalar gibi sayısız ve çok dalgalar gibi denizin asıl ve hakîkatine değişiklik getirmediği gibi esmâ ve sıfât tecellisi yönüyle de â’ma’daki bulunduğu haline bir değişiklik getirmemiştir. Şu an içinde öyledir.
O’nun zatı her şey yok olacaktır. Hüküm O’nun dur. Siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 88)
[48] “Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalbler de körleşir.” Hac, 46
[49] Necm, 42
[50] Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11
[51] “Sefih ve cahil kimse ile latife ve mücadele etmeyin. Kötülük ve nedamet hemen peşinden gelir.”
“Şer ehli kimselerle görüşmek, fırtınalı zamanda denizde bir tah­ta parçası üzerinde bulunmaya benzer.” (Hacı Hasan Akyol; Tasavvurat-ı Hayriyyem)
[52] “Zikr ile taklitten hakikate terakki edilir.
Meselâ: Niyyeti doğru ve hâlis bir insan “Allah Allah” ism-i şe­rifini dese ve hakikatinden habersiz olsa bile sonuçta ism-i Hudâ ona yol gösterir ve yâri arkadaşı olur.” (Hacı Hasan Akyol; Tasavvurat-ı Hayriyyem)
[53] “Kalbin üzülmesi nefse hoş gelir. Boş işlerle uğraşmakta ruha eziyettir.”
“Arifin kalbinde bir yer vardır ki, mesrur olmaz. Münafığın kalbinde bir yer vardır ki, mahzun olmaz.”
“Kalbin güzel duygularla dolu olan dünya ve ahirette mesut olur.” (Hacı Hasan Akyol; Tasavvurat-ı Hayriyyem)

[54] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bir hutbesinde;
“Ashabım, Sizden hiç birinizin ibadeti asla kendisini kurtaramaz, buyurdu. Bunun üzerine Ashab:
 “Ya Rasülallah, Seni de mi ibadetiniz kurtaramaz?” Diye sorduklarında;
 “Evet, beni de. Ancak Allah Teâlâ beni rahmeti ile korumuş ve muhafaza etmiştir.”
 “Ashabım, doğruluğun taraftarı olunuz. İbadetinizde aşırılığa gitmeyiniz. Gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyünüz, gecenin bir saatinden de istifade ediniz. Her hal ve hareketinizde ölçülü olunuz ki, maksadınıza eresiniz.”
Yahya bin Muaz rahmetullahi aleyh diyor ki;
"Eğer teraziye Allah Teâlâ "adil" sıfatı konursa o kimseye hasenat kalmaz. Eğer teraziye kerim sıfatı konu­lursa ona günah kalmaz."
Seyyid Hasan Şazelî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz aleyh bir duasında;
"Ya Rabbi günahımızı sevdiğin kimsenin günahın­dan eyle. Hasenatlarımızı da ona buğz ettiğin kimsenin hasenatından eyleme. Çünkü buğz ettiğin kimsenin ha­senatı olmaz, sevdiğin kimsenin de günahı olmaz. Her şey senin sevgine bağlıdır. Sevdiğin kimsenin zilleti, sevmediğin kimsenin izzeti olmaz. "
[55] Kim Allah Teâlâ’nın emrine karşı çıkabilir. Her şey celâl, cemal ve kemalin görüntüsüdür. Hiçbiri de Hakk’dan örtülü değildir. Her şey Allah Teâlâ’nın emri olmadan yüz gösterememiş ve meydana gelememiştir. Nite­kim Şâtıbî buyurur “İnsanların tamamı köle sayılır. Çünkü Allah kölenin işlerinde hür olmasını uzaklaştırdı.” ( Fussilet, 11)
فَقَالَ لَهَا وَ  لِـْلاَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا قَالَتَا اَتَيْنَا طَائِعِينَ   
“..Sonra ona ve yer için buyurdu ki: “İsteyerek veya istemeyerek geliniz”. Onlar da, “İsteyiciler olarak geldik,” dediler…”
Celâlin görüntüsü şeytanlarda, cemâlin hizmeti meleklere ve kemâlin zuhurunda Allah Teâlâ fark edilir. Fakat hakikatte hepsinde mü­essir olan yine Allah Teâlâ’dır. يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ  “dilediğini saptırır, diledi­ğini de doğru yola iletir…” ( Nahl, 93)
Uzaklık kula nisbetle ve zahirine izafetledir. Hakk’a ve bâtına nisbetle uzaklık yoktur. Perde olan gaflet perdesidir. Allah Teâlâ her şeyde zahir iken, herhangi bir şeyin onu perdelemesi nasıl düşünülebilir.
Fakat bu makamda hakîkî cevap مَامِنْ دَابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اَخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبِّى عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ   “… Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır.”  (Hûd, 56) ayet-i kerîmesi üzerine bina olunur. Bu sırrın fazla izahatı haramdır.  İbn-i Abbâs radiyallâhü anh bu konuda  “Allah’ın gizlediğini gizleyin, açıkla­dığınızı da açıklayın.”  demiştir.
[56] Yunus, 58
[57] “Aslı olmayan te’vil sahibi de sineğe benzer; onun vehmi eşek sidiğidir, düşüncesi de saman çöpü. Sinek kendi düşüncesine saplanıp te’vile kalkmışsa, bundan vazgeçse, baht o sineği devlet kuşu haline getirir. İbretle bakan kişi sinek olamaz; canı da şekle bağlanmaya layık değildir.”   Mevlana, Mesnevî ve Şerhi, (trc. A.Gölpınarlı, İst. 1973) I, s.251, b: 1093-95

[58] Şükür nimetin artmasına ve ziyadeleşmesine sebeptir. Bu halin başı zikir, sonu da şükürdür. Şükür nimeti tutar, artmasına sebep olacak halleri zuhur ettirir. Kuldaki kibri söndürür, rızayı celp eder. İnsanlara şükür etmeyen, Allah Teâlâ´ya da şükür etmez. Fakat kul Allah Teâlâ´ya hangi hal üzere şükür etse bile, şükrü eda edemez.
“Her kim şükür ederse ancak kendi nefsi lehine şükür eder. Kim de nimete karşı nankörlükte bulunursa, şüphe yok ki, Rabb´imin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.” ( Neml 40)
"Bir topluluk kendilerindeki özellikleri değiştirmeyinceye kadar Allah onlarda bulunanları değiştirmez"( Râ’d,11)
"Size nerden bir nimet gelse o Allah'tan dır"       (Nahl, 53)
"Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an."       (Duha-11)
"Ey Davut ailesi şükür edin. Kullarımdan şükür eden azdır."  (Sebe,13)
[60] Kalem,44
[61] Bu meyanda yetişmek için mürşidine hiç bir yönden itirâz etmekte câiz değildir. Çünkü kemâl ehli parlak ayna gibidir. Karşısına ne türlü renk gelir ise o renkte görünür. Mürşidler kendi zâtında bir renkle kayıtlı değildir. Onlarda görünen renk karşısında ki rengin aksidir. Onun için mürşidde gördüğü noksanlık kendi noksanlığı olduğunu düşünmelidir.
Bu duruma örnek verecek olursak bir müridin ne kadar keşfi ve müşâhedesi açılmışsa da hayvânî sıfatlardan tamamıyla kurtulamadığından teveccühünde dâimâ karşısında bir eşek zuhur edermiş. Durumu mürşidine açıklayınca, mürşidi:
“Bir daha gördüğünde o merkebin kulaklarını tut ve “yâ şeyh” diye gözlerini aç” diye tembih etmiş. O derviş de şeyhinin tarifini yapıp gözlerini açtığında bakmış ki tuttugu kendi kulaklarıymış.
Müridin mürşid aynasında gördüğü bahsedilen gibi kendi aksidir. Fakat tabi olan mürid hayvânî sıfatta kalmaz. Sabırla çalışırsa kurtulup “Âdemiyet”i (insanlığını) bulur. (Nazif Hasan Dede, Ta’rifü’s Sülûk)

[62] “Cihanda gizli merdivenler var; basamak basamak, tâ göklere dek. Her bölüğün bir başka merdiveni var; her yürüyüşün başka bir göğü...
Her biri öbürünün hâlinden habersiz.
Bir mülk ki, geniş mi geniş; ne başı var, ne sonu (Mevlânâ, Celâleddîn-i Rûmî. Mesnevi, Ankara 1993, tıpkı basım,c. V, s. 244, b.; 2557-2559.)
“Her nebinin bir yolu, her velinin bir meşrebi vardır. Değil mi ki, hepsi de halkı Hakk'a ulaştırıyor; öyleyse hepsi de birdir.”
(Aynı eser, c. I, s. 14 (504. beyitin konu başlığı). (Yorumu için bk. Can, Şefik, “Mevlânâ'yı Göre; Din, İmân ve Küfür” 5. Milli Mevlânâ Kongresi Tebliğleri, Konya 1992, & 19-27.)
[63] İnsanın gönlü neye akar, insan neyi severse, onun cinsindendir; ancak o sevginin bir maksada dayanmaması gerek, Sevgi, garezsiz olursa, Elest ahdından beri, onların bir cinsten olduklarına delildir, Çünkü “insan, sevdiğiyledir”, Nitekim “Adamın ne biçim adam olduğunu sorma; kiminle düşüp kalkıyor, onu sor” demişlerdir. Herkesi yiyip içtiği şeylerden tanırlar bunlar da iki çeşittir:
Duygu gıdası, akıl gıdası.
Duygu gıdası ekmektir, ettir, sudur, buna benzeyen şeylerdir, Akıl gıdasıysa bilgilerdir, hikmettir. Şimdi, bazı kişilerin gönülleri, fıkha, bazılarının mantıka, bazılarının tefsire, bazılarının da, Allah Teâlâ ikisine de rahmet etsin, Attâr ve Senâî’nin divânlarına akar. Bazılarının gönülleriyse Enverî, Zahîr-i Fâryâbî ve Nizâmî’nin şiirlerinin bulunduğu divanları çeker. Enverî’nin, öbürlerinin divanlarına meyleden, bu âlem ehlindendir; onu balçık kavramış, karmıştır, Ama Senâî ve Attâr’ın divanlarına, Allah Teâlâ bizi aziz sırrıyla kutlasın, Mevlânâ’nın, özünde özü, içinde iç olan ve Senâî ile Attâr’ın sözlerinin özü - özeti bulunan faydalı sözlerine meyletmek, meyleden kişinin, gönül ehlinden ve veliler bölüğünden olduğuna delildir. (VELED), başlık CIV
Epiktetos demiştir ki: “Eğer sığırlarla domuzlar konuşabilselerdi, saman ve yemden başka şey konuşanlarla alay ederlerdi.” diyor.
[64] İsra, 20
[65] “Kalp, değişkenliği dolayısıyla bu ismi almıştır.” Kalp, kendisine gelen vâridâtın çeşitliliğine göre farklılık gösterir. Varidat ise kişinin ahvâline göre değişir. Ahvâlin çeşitliliği de, sırra gelen ilâhî tecellîlerin çeşitliliğine göre değişik olur.
[66] "Size ancak az bir bilgi verilmiştir"( İsrâ,85) Nasıl olurda insan her soruya cevap vermeyi tasavvur edebilir. Eğer onun cehaleti olmasa idi, uygun olan susması idi.

[67] Allah Teâlâ’nın kendisini nerede kullandığına bakması demektir.
[68] Hz. Mevlâna kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
“Resimdeki noksanlık ressamın isteğidir.” Bu nedenle çileler yurdu olan dünyada Allah Teâlâ’dan razı olmak gerekir.
“Bizim uğrumuzda cihad edenleri (gayret sarf edenleri) elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz.” (Ankebut, 6)
 “Allah Teâlâ´ya ant olsun ki:
Mallarınız ve nefisleriniz hakkında imtihan olunacaksınız.
Elbette sizden evvel kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve müşriklerden birçok incitici sözler işiteceksiniz.
Eğer sabrederseniz ve korunursanız, şüphe yok ki, bu metaneti gerektiren işlerdendir.” (Al-i İmran 186)
“Yoksa Cennete gireceğinizi mi zannettiniz?
 Sizden evvelki geçmiş ümmetlerin hali sizlere gelmedikçe. Onları nice şiddetli ihtiyaçlar, hastalıklar kapladı ve sarsıntılara uğradılar.
Hatta rasülleri ve onunla beraber iman edenler, Allah'ın yardımı ne zaman? Diyecek bir hale geldiler.
Haberiniz olsun Allah'ın yardımı şüphe yok ki pek yakındır.” (Bakara 214)
“Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl mutlaka bir defa veya iki defa bir fitneye, bir belaya tutuluyorlar da sonra tövbe etmiyorlar.
Onlar düşünüp ibret de almıyorlar.”(Tövbe 126)
“Size musibetten her ne şey isabet ederse kendi ellerinizin kazandığı şey sebebiyledir ve birçoğundan ise afv eder.”(Şura 30)
“Allah Teâlâ´nın izni olmadıkça musibetten bir şey isabet etmez. Her kim Allah Teâlâ´ya iman ederse kalbini hidayete erdirir.
Allah Teâlâ her şeyi hakkıyla bilendir.” (Teğabun 11)

[69] Mârifet. Allah Teâlâ'nın, seçkin kullarına zatiyle bilinmesidir. Böylece Allah Teâlâ, onlardan ma'rifet ve şekil izlerini tamamen atar, o hale gelirler ki Allah Teâlâ’dan başkasını bilmezler, Ondan başkasını görmezler. (Muhammed ibn-i Hüseyin es Sülemi trc:Süleyman ATEŞ Sülemi Risaleleri [Kitap]. - Ankara : Ankara Üniversitesi Basımevi, 1981.)
[70] “Rabbinizin hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet,23)
Marufi Kerhi kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki; : "Allah Teâlâ'ya itaat etmeden cen­neti talep etmek, günahlardan biridir. Şefaati sebepsiz di­lemek kendi kendini kandırmaktır. İtaat edilemeyenden merhamet dilemek budalalıktır"
[71] Sevinmenin fitnesi üzülmeden çok fazladır. Ancak “Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz acizdir.” (Mesnevi c.II, b.1554)
[72] “Kalplerin, kendisine iyilik yapanı sevme, kötülük yapanı sevmeme özelliği vardır.” (Ebu Nuaym, Hilye, IV/121)
[73] Şeyhü’l Ekber Muhyiddin Arabî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz buyurdu ki;
"Sana men ettiği zaman vermiştir. Verdiği zamanda men etmiştir. O zaman sen­de terki almayı tercih et, çıkarın ordadır."
[74] Hakîkatte lutufla kahır birdir.   Hak cemâlini celâliyle ihâta etmiş,  yani kaplamıştır. Celâline uğramadan cemâlini göremezsin.   Bu konuda bir temsil getirilmiştir:
Bir memleketin Sultan veya Pâdişâhı sarayının çevresinde tertibat aldırmış, herkim saraya gelir ve siz de o kimseyi tanımaz ve yanıma girmek isterse,  içeriye almayın. Hatta karşılık verirse,  ona sizler de karşılık verin diye emir eder.  Diğer taraftan da nedimlerine (sevdiklerine) beni tenhada ve kimsenin bizi görmeyeceği bir zamanda gelip görünüz der. Nedimleri sarayın çevresindeki nöbetçilerin uykuya varmasını veya bir işle meşgul olmasını bekler ve bir fırsatını bulup içeri girerek didâr-ı pâdişâh ile müşerref olurlar. 
İşte Hakk’ın cemâli de celâliyle çevrilidir. (Celâlinden cemâline ulaşılır.) Âhiret âleminde mahşer var,  sorgu süâl var,  sırat var,  mizân var; işte bunlar hep celâldir.   Mü’min bunlara uğramadan cennete giremez. 

[75] “Vaktinizin kıymetini bilin. Dünya beni aldattı. Üstü bal tadı, altı beni aldadı.” İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak
“Hiçbir sevinip gülen yoktur ki, dünya ardından onu kedere düşürmesin, ağlatmasın. Dünyanın hiçbir ikbali yoktur ki, ardında idbar bulunmasın. Dünyada hiçbir serpintiyle ferahlayan yoktur ki, ardından onu belâ sağanağıyla ıslatmasın. Dünyanın şanındandır bu; sabahleyin birine yardım eder, akşamlayın ona düşman kesilir. Bir yanı tatlı olur, sindirirse öbür yanı acı gelir, yerindirir. Kişi, onun zevkine erer,  güzelliğini elde ederse, mutlaka tezce belâları çatar ona, dertleri erer. Dünyada esenliğe kavuşup akşamı eden, mutlaka korkulara düşer de sabahlar.
Aldatıcıdır dünya, onda ne varsa hepsi de insanı aldatır. Fânîdir, onda olanların hepsi de yok olur. Dünya azıklarında, suçlardan çekinmekten başka hiçbir şeyde hayır yoktur. Dünyadan az bir şey elde eden, ondan emin olabilecek çok şeye sahip olmuş demektir; çok şey elde edense, kendisini helak edecek çok şey elde etmiş demektir. Dünya, az bir fırsat verir insana, sonra geçer-gider; o fırsata erense ancak hasret elde eder. Nice ona güvenenleri dertlere uğratmıştır; nice ona inananları helak vadisine atmıştır; nice büyükleri hor-hakir etmiştir; nice benliğe düşenleri alçaltmış- gitmiştir.” (Hz. Ali kerremallâhü veche, Nehc’ül-Belaga, hzl: Abdulbaki Gölpınarlı, İst. h. 1390, s. 87)

[76] "Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mu­kabilinde satın almıştır." (Tevbe, 111)

[77] Allah Teâlâ´ya kulluk, kullara ayrı bir ihsan olduğu gibi nimetlerin artma sebebidir. Allah Teâlâ´ya karşı hep iyi niyette bulunmaksa, kulluk terbiyesinin yüksekliğini gösterir. Yoksa Allah Teâlâ´nın bir kârı yoktur.
[78] “Kendisine zühd ve zühd konusunda va'z etme kabiliyeti verilen kimseyi gördüğünüzde ona yaklaşın, zira o hikmet telkin eder.”  (İbn. Mâce. Zühd. 1: Ebu Nuaym. Hilye. X/405)
[79] Değersiz şeyi değerli kılmak gibidir.
“Eğer dünyanın Allah Teâlâ katında sivrisineğin kanadı kadar bir değeri olsaydı kâfire bir yudum su vermezdi (içirmezdi)”  (Buharî, Tefsir (18) 6; Müslim, Münâfikîn, 18, Tirmizî, Zühd, 13; İbn Mâce, Zühd, 3; Ahmed, V, 154, 177)
[80] Celal ve cemal tecellileri birbirinden ayrılmaz durumdadır. Birinin zuhuru diğerinin varlığına sebeptir. Allah Teâlâ buyurdu ki;
“Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” İnşirah, 5-6
Allah Teâlâ şeytanı düşman kıldı ki, Allah Teâlâ’ya sığınmak, nefsin tahrikini de yaratmış ki ona yö­nelmenin devamı içindir. Eğer celal ve cemalin tecellisi beraber olmasaydı yani nefsin arzuları olmasaydı seyr-süluk tahak­kuk etmezdi.
[81] Allah Teâlâ’nın insanların eliyle sana eziyet vermesinin nedeni insanlara güvenmemek içindir. Her şeyden incinmenin nedeni onlardan uzak kalmak içindir. İmam Gazzâlî kaddese’llâhü sırrahu’l-aziz buyurdu ki;
“Karınca, kâğıt üzerindeki yazıları görünce, bunları kalem yazıyor, der; çünkü başını kaldırıp yukarıdaki parmakları, eli ve bunları harekete geçiren iradeyi, insanı, sonra insanda irade, kudret yaratanı görmez. İnsanların çoğu da, en aşağı, en yakın sebebi görmektedir.”  (Gazzâlî, İhyâ., cilt: I, s. 34. Aynı örnek için bkz. Gazâlî, Kimya-yı Saâdet, s. 42.)
[82] Nasuh Tövbesi
Kur´ân-ı Kerim'de, "Ey iman edenler! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin," Tahrim,8 buyrulmuştur. Bazıları bu Nasuh sözünün yorumlanmasında nefse dönmeyen şey demişlerdir. Bu hoş bir deyimdir. Bazıları da Nasuh, yüzü kadın yüzüne benzeyen bir adammış, ama tam bir erkekmiş, erkekten hiçbir eksik tarafı yokmuş derler.
Kadınlar hamamında tellâklık edermiş. Tam otuz yıl bu işte ça­lışmış. Bir gün sultanın kızı hamama gelmiş, kulağındaki büyük ya­kut küpe kaybolmuş. Farkına varınca bunun hamamda kaldığını anlamışlar, çavuşlara emir verilmiş hemen gidin hamamda hiçbir delik deşik kalmamak şartı ile araştırın! denilmiş. Çavuşlar hamamın kubbesini ve içini, her tarafını sarmışlar.
Her işin tam vakti gelmedikçe
Sana dostun dostluğu fayda vermez.
Nasuh halvete girer korkudan titremeye başlar. Şimdi araştırma sırası bana gelecek diye sızlanıyor, arka arkaya secdeye kapanıyor, Allah Teâlâ'ya söz veriyor eğer bu defa kendimi kurtarırsam bundan sonra bütün ömrüm boyunca böyle bir iş yapmam, Allah'ım bundan sonra bir daha kadın tellâklığı etmeyeceğim, senin tanrılığına sığınarak söz veriyorum. Eğer şu yükü benim sırtımdan kaldırırsan, bundan böyle Nasuh kulun bir daha bu günahı işlemez, diyor.
Nasuh, bu yalvarış halinde iken içeriden bir ses geldi. Herkesi aradık yalnız Nasuh kaldı onu da arayın. Tam bu sırada bir ses daha geldi, küpe bulundu dediler. Arayanlar bir Lahavle çekti. Nasuh'un hakkında kötü düşüncelere saptık dediler. Bari gelsin eliyle sultanın kızını okşasın kız da onun kendisini okşamasını istiyor. Nasuh'u çağırdılar. Nasuh şu cevabı verdi:
Benim elim bugün işlemiyor, yolda sancılandı. (Şems-i Tebrizî, 2007), (M.359) s.444
"Eğer siz, ayrıldıktan sonra da yanımdaki halinizi devam ettirseydiniz, melekler sizi evlerinizde ziyaret eder, yollarda sizinle müsafahada (tokalaşmada) bulunurdu. Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi toptan yok eder, günah işleyip istiğfar edecek yeni bir mahlûk yaratır ve onları mağfiret ederdi." [Tirmizî, Cennet 2, (2528); İbnu Mâce, Sıyam 48, (1752).]
[83] "Hz İsâ aleyhisselam ve Beni İsrailli bir salih bera­ber bir yere giderler. O yöredeki meşhur bir fasık, onları yolda görünce muhabbetinden ötürü takip etmeye başlar. O'nun takib ettiğini Salih kimsenin gördüğünü anlayınca mahcup oldu ve izlemekten vazgeçti. Ve o fasık adam kendine dua eder.
"Ya Rabbi beni affet" der. Salih kişide derki;
"Ya Rabbi beni bu adamla haşır ve neşir etme!"
Allah Teâlâ vahiy yolu ile Hz. İsâ aleyhisselama şöyle bildirir.
"Her ikisinin de duasını kabul ettim. Fasıkı af­fettim, salih olup ta böbürlenen kimseyi ise iyilerle haşr etmeyeceğim."

[84] Allah Teâlâ sevdiği kulları yalnızlaştırır. Öyleki zindanları ona mesken kılar veya insanların nefretini üzerinde toplatır.
[85] Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selem buyurmuştur ki;
Allah Teâlâ kime duayı verdi ise, onu icabetten mahrum etmez" (Taberani)
Abdullah bin Ömer radiyallâhü anhın rivayet ettiği bir hadiste buyrulmuştur ki;
"Sizden kime dua izni verilmiş ise, o kimseye rahmet kapı­ları açılmıştır. Allah Teâlâ'dan istenilecek en sevimli şey, dünya ve ahrette ki af ve afiyettir"  (Buhari)

[86] Bu zümrenin nefisleri dünyada, kalpleri ukbada, ruhları Mevl­adadır. Dünyayı ve içinde bulunan her şeyi unutmuşlardır. Bunların gönülleri hasta, tasaları uzundur, Allah Teâlâ ile gizli konuşurlar. Eğer kul kimin kulu olduğunu bilse sevincinden ölürdü.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar